Solenne-Oturma Grupları

SÖYLE:9
dqwtfıgw."yceswcpv"
xg"ig|k"rctmıÔpıp"
Ñm¯›¯m"dwtlwxcÒnctı"
Bo8aziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Hrant Dink Konferansı için 9stanbul’a gelen
Loïc Wacquant Galatasaray Üniversitesi ve Bo8aziçi üniversitelerinde iki konu;ma
yaptı. Galatasaray Üniversitesi’nde Pierre Bourdieu’nun sosyolojik yönteminin
ve üretti8i kavramların nasıl çalı;tırılabilece8ini anlatan Wacquant’ın ikinci
konu;masının konusu ise kentler ve dı;lama mekanizmalarıydı. Ay;e Çavdar,
iki söyle;i arasında Wacquant’la görü;tü. Bu yazıda Wacquant’ın Bourdieu’nun
tarihle sosyoloji arasında kurdu8u ili;kiye yakla;ımını, Gezi protestolarına ili;kin
de8erlendirmesini ve Çavdar’ın bu konu;malara ili;kin yorumlarını sunuyoruz.
u {ng;k<"c{;g"›cxfct
Mcnkhqtpk{c"
⁄pkxgtukvgukÔpfg"
Uqu{qnqlk"
Fgrctvocpı"
8tgvko"
i tgxnk8k"Nq•e"
Yceswcpv0
3:
Wacquant Galatasaray Üniversitesi’ndeki konu;masında, sosyal bilim cemaatinin Bourdieu ile iki türlü ili;ki kurdu8unu anlatarak söze
ba;ladı. 9lki bir nevi skolastisizmdi,
Bourdieu’ya duyulan hayranlık onun
yapmayı arzuladı8ı türden sosyal bilimin önünde engel olu;turuyordu.
9kincisi de kuramı ba;lı ba;ına bir
hedef olarak görmektense, toplumu
anlamak için bir araç olarak konumlayan bakı; açısıydı ve elbette do8ru olan buydu. Kuramlar tartı;ılmak
ve de8i;mek için vardı. Ancak bu
;ekilde yola çıkarak kuramla üretken ve yaratıcı bir ili;ki kurulabilirdi. Wacquant’ın bir di8er argümanı
ise kavramlarla ilgiliydi: Ona ve
Bourdieu’ya göre her bir kavramı bir
soru olarak ele almak gerekiyordu.
Bu ;ekilde kavram toplumsal olguları
anlamamız için bir zemin olu;turdu8u gibi, kendisini yenileme ;ansına
da sahip olabilirdi. Aksi hâlde kavram toplumu anlama u8ra;ına engel
bile olu;tururdu.
Sonrasında Wacquant kendi çalı;malarını anlattı. Bourdieu sayesinde
alan çalı;masıyla kuramsal analiz
arasında nasıl bir ili;ki kurdu8unu,
bu ili;kinin kendi ara;tırmalarına
nasıl yansıdı8ını uzun uzun aktardı.
Ara;tırmalarında alan olarak kenti
seçen Wacquant, çalı;ma ba8lamını
e;kenar bir üçgeni merkeze alarak
;ekillendiriyordu. Üst kö;esinde
devletin bulundu8u bu üçgenin sa8
kö;esi sınıf-piyasa sol kö;esi ise ırk
Toplumsal Tarih için yapaca8ımız
söyle;i ilk konu;manın ertesi günü,
ikincisinden hemen önce gerçekle;ti. Dolayısıyla ilk konu;mayla, henüz
yapılmamı; ikinci konu;ma arasında
en azından konusu üzerinden ba8
kuran bir yerde durmalıydı sorular.
Toplumsal Tarih okurlarının ilgisini daha çok çekece8ini dü;ünerek
Bourdieu’nun tarihle sosyoloji arasında kurdu8u ili;kinin niteli8ini
sordum Wacquant’a, uzun ve doyurucuydu cevap:
“Bourdieu için tarih ve sosyoloji
birbirlerinden ayrı disiplinler de8illerdi. Onun yakla;ımı Durkheim’cı
projeye dönü; olarak nitelenebilir:
Yalnızca bir sosyal bilim vardır. Ona
göre tarihin ulus-devlet siyaseti tarafından esir alınması yüzünden
bazı tarihsel kazalar, farklı iktidar
alanları ve farklı yörüngeler olu;tu. Sosyoloji ve tarih birbirlerinden
ayrı;tı. Birçok ülkede tarih, ulusun
yüceli8ini kanıtlayan bir öykü anlatmak üzere görevlendirildi. Bütün
bu nedenlerle modern tarih, ayrı bir
disiplin olarak ulusal anlatıların yazılmasına ihtiyaç duyulan 19. yüzyılda ortaya çıktı. Epistemolojik olarak
aralarında hiçbir fark yoktur. 9kisi de
toplumu anlamaya çalı;ır, biri yüz yıl
öncesine, biri bugüne bakar. Elbette
metodolojik olarak bazı farklılıklar
vardır. Farklı alanlarda çalı;ır, farklı
vurgularda bulunurlar. Ar;iv çalı;ması tarihin çok önemli bir kısmını
olu;turur. Veri kullanımları ve analiz
yöntemleri de farklı olabilir. Ama bu,
tarih ve sosyolojinin farklı oldukları
anlamına gelmez. Verili bir fenomeni
ya da kurumu analiz ederken a;a8ı
yukarı aynı yöntemleri kullanırlar.
Annales Ekolü’nün ortaya çıkı;ında
bu benzerliklerin ne anlama geldi8i
görülecektir. March Bloch ve Lucien
Febvre, Durkheim’cı tek bir sosyal
bilim fikrini yeniden canlandırdılar.
Toplumsal ve siyasi tarih üzerinden,
tarihi sosyolojize etme gereklili8ini
vurguluyorlardı. Annales Ekolü’nün
ikinci ku;a8ında ise bir yandan anlatının önemine vurgu yapılırken, öte
yandan analitik, dolayısıyla teorik
boyutun önemi de geri ça8rılıyordu.
Bu noktada tarih sosyolojiye daha da
yakla;tı. Bu yakla;ımın kar;ısında ise
sosyologlar ele aldıkları meselelerin
tarihsel boyutlarını önemsemiyor,
tarihçiler de çalı;malarına yön veren teoriyi if;a etmiyor ya da zaten
bu tür teorilerden uzak duruyorlardı.
Böylece uzmanlık alanları ayrı;ıyordu. Bu tabii akademinin organizasyonundan kaynaklanıyordu. Sonuçta
ortaya tarihsel boyutu yetersiz bir
sosyoloji ve sosyolojik boyutu yetersiz bir tarih disiplini çıktı. Oysa geçmi;, ;imdiki zaman içinde aktif olarak varlı8ını sürdürür. 2015’te ortaya
Htcpuı|"uqu{qnqi"
Rkgttg"Dqwtfkgw"
*3;52/"4224+0
TOPLUMSAL TAR‹H 464")UBAT 2014
ve etnisite tarafından belirlenmi;ti. Söz konusu ;emada kent bu üçlü
arasındaki ili;kilerin, siyasetin, alı;veri;in, mücadelenin vs. zemini olarak konumlanmı;tı. Bu ili;kiler akılcı,
dü;ünümsel, agonistik vs. olabilirdi.
Önemli olan bu ili;kilerin içeri8ini
do8ru kavrayabilmekti. 9;te tam da
bu noktada Bourdieu sosyolojisinin
önemi ortaya çıkıyordu. Çünkü Bourdieu, söz konusu ili;kileri ortaya
koyan araç ve aracıları, aktörleri ve
ba8lamı tarihselle;tirmeyi öneriyordu. Olguları, alanı ve kavramları tarihselle;tirmek söz konusu ba8lamı
onu üreten dinamikleri de tanıyarak
analiz etmeye yarıyordu ve bu olmadan sosyoloji eksikti.1
YceswcpvÔıp"
kmkpek"
mqpw;ocuıpıp"
gp" pgonk"{cpı"
ÓigvvqÔ"mcxtcoıpı"
{gpkfgp"
vcpıonc{ctcm"
mgpvugn"fı;ncoc/
qvqpqok"knk;mkukpk"
f¯;¯pog{g"
|qtncocuı{fı0"
Qpc"i tg"igvvq"
u |e¯8¯"qtvc{c"
›ımvı8ı"38Ôpeı"
{¯|{ınfc"{cnpı|ec"
fı;ncpoı;nı8ı"
fg8kn."c{pı"
|cocpfc"
fı;ncoc{c"mqpw"
qncp"{c;co"
cncpı"k›kpfg"
›q8wpnw8wp"
octw|"mcnfı8ı"
jgigoqpkm"
dcumıfcp"i tgeg"
dc8ıouı|"dkt"
jc{cvıp"xctnı8ıpı"
fc"cmnc"igvktk{qt."
fqnc{ıuı{nc"
dwi¯pm¯"
mcfct"qnwouw|"
dkt"k›gtkm"
dctıpfıtoı{qtfw0
3;
Debat, 25 Mayıs 2013
SÖYLE:9
Ig|k"RctmıÔpfc"
rk{cpq"tgukvcnk0"
37/38"Jc|ktcp"
42350
Birçok ülkede tarih, ulusun yüceli8ini kanıtlayan bir
öykü anlatmak üzere görevlendirildi. Bütün bu nedenlerle
modern tarih, ayrı bir disiplin olarak ulusal anlatıların
yazılmasına ihtiyaç duyulan 19. yüzyılda ortaya çıktı.
Epistemolojik olarak aralarında hiçbir fark yoktur.
42
çıkan marjinal yapıların köklerini,
söz gelimi 1940’larda arayabilirsiniz,
aramalısınız. Bugün sosyoloji ve tarih birbirlerine zıt ama (bu yüzden
de) birbirlerini tamamlayan iki disiplin olarak konumlanabilir. Sosyoloji
özellikle uzun dönemli tarihselle;tirmelerden kaçıyor, tarihçiler ise kendi disiplinlerini ayrı;tırmak için analitik boyutu ihmal ediyorlar. Oysa en
basit bir ar;iv ya da anlatı dilimine
bakarken bile teorik bir modele ihtiyaç duyulur. Aslında o model, o seçki
yapılırken zaten oradadır, ama tarih
disiplininde bu genellikle anılmaz.
Dolayısıyla en iyi sosyologlar, tarihle
arası en iyi olanlardır, en iyi tarihçiler de sosyolojiye kula8ını tıkamayanlar. A;ırılıklar Ça8ı’nı yazan Eric
Hobsbawm örne8in. Bourdieu, henüz
yalnızca Fransızcada yayınlanmı; bulunan On the State [Devlet Üzerine]2
adlı kitabında son sekiz yüzyıl boyunca devletin nasıl icat edildi8ini anla-
tıyor. Bugünkü devleti daha iyi anlamak için 12. yüzyılda olup bitenlere
bakmalısınız. Sosyal bilim zanaatının
en tepesinde disiplinler arasındaki
ayrı;malar görünmezle;ir. Ortalarda
ise sosyolog toplumsal fenomenlerin
tarihsel dinamiklerini ve boyutunu, tarihçi de tarihsel fenomenlere
ili;kin analitik, teorik açıklamaları,
modelleri görmezden gelir. Oysa bu
görmezden gelmeler toplumu daha
iyi anlama yolunda bize ayak ba8ı
olurlar. Bunların üstesinden geldikçe daha iyi tarih ve daha iyi sosyoloji
yapma ihtimalimiz artar. Profesyonel
olarak bunların birle;mesi ya da ayrılması akademinin siyasetine ili;kin
bir durum… Kendi kitaplarıma baktı8ımda ele aldıkları meselelerin tarihsel boyutlarına yeterince bakmadıkları ele;tirisini yapıyorum. Bourdieu
ile tanı;madan önce, henüz liseden
yeni mezun olmu;ken toplumsal tarihçi olmak istiyordum. Bourdieu’yu,
onu takip etmek akademide bir onur
oldu8u için de8il, onun yöntemiyle
aklımdaki sorulara daha iyi cevaplar
bulabilece8imi dü;ündü8üm için izledim. Geçmi;i ö8rendi8im ölçüde, bugüne daha iyi anlam verebiliyorum.”
Birazdan yapaca8ı konu;mayla da
ba8 kurmak üzere, kent alanında uzmanla;mı; bir sosyolog oldu8u için
konuyu uzatmadan hemen Gezi’ye,
daha do8rusu Gezi’nin de örne8i oldu8u, son yıllarda küresel ;ehirlerde
görülen kitlesel protestolara getirdim. Öncelikle “kitlesel” sözcü8üne
itiraz etti. Ona göre bu eylemler kitlesel denilecek kadar büyük olmadıkları gibi, onlara atfedildi8i kadar
kapsayıcı da sayılmazlardı:
“Bu gösterilere kitlesel demek yerine, sınıfsal demek lazım. Sınıf deyince aklımıza hemen i;çi sınıfı geliyor.
Bu gösterilerin i;çi sınıfına, kent
paryalarına ait olmadı8ı ortada... Soka8a çıkanlar küçük burjuvazi, bu da
bir sınıf. Mısır’da örne8in göstericiler
genç, e8itimli, rejimin baskıcılı8ından sıkılmı;, kendi potansiyellerini
gerçekle;tirmek isteyen insanlardı. 9stanbul’da da genç, üniversite
e8itimi olan, küresel geli;melere
duyarlı bir kentli orta sınıf çıktı soka8a. ‘Mevcut rejim, dini vurgusuyla devam ederse kendimizi küresel
Oıuıt"xg"
Dtg|kn{cÔfcmk"
i uvgtkngtfgp"
hqvq8tchnct0"Dw"
ugpgmk"i uvgtkngtk"
fg8gtngpfktktmgp""
YceswcpvÔc"i tg"
dw"jctgmgvngtg"
mkvngugn"{gtkpg."
uıpıhucn"fgogm"
igtgmkt0
alanın ba;ka türlü kullanımlarını
dı;lama e8ilimi bulunuyor. Luxemburg Bahçeleri’ne (Gezi’ye) benzer
bir proje yapılsaydı, ilk kar;ı çıkanlardan biri ben olurdum. Gezi’ye ya
da Luxemburg Bahçeleri’ne sahip
çıkmaya, orada yürüyü; yapmaya,
heykelleri seyretmeye, do8ayla ba;
ba;a kalmaya yönelik talep dı;layıcı
bir yöne de sahip. :ehri e8itimli küçük burjuvazinin ya;am alanı olarak
sınırlama e8ilimidir bu.”
Bu noktada, röportaj için ayrılan
kısıtlı zamanın da verdi8i endi;e ve
aceleyle itiraz ettim. Gezi protestolarını ate;leyen ;eyin park de8il,
parkın AVM’ye dönü;türülmesini
engellemeye çalı;an küçük bir gruba uygulanan polis ;iddeti oldu8unu
söyledim. Sorumun merkezinde ise
önceki ak;am kendi çalı;ma sahasının üç bile;eninden biri olarak yerle;tirdi8i devlet vardı: “Mesele devletin kendisinden herhangi bir talepte
bulunan yurtta;lara yönelik kullandı8ı ;iddetin dozu. Standartla;an bu
;iddet, onu kullanan devlet hakkında
ne söylüyor?” Gelen cevap yukarıda-
TOPLUMSAL TAR‹H 464")UBAT 2014
ölçekte olmadı8ı gibi, yerel ölçekte
de gerçekle;tiremeyiz’ endi;esini
ta;ıyorlardı. ‘Bu e8ilime kar;ı sava;malı ve ;ehri potansiyelimizi gerçekle;tirebilece8imiz bir alan olarak
geri almalıyız’ dediler. Brezilya’da da
soka8a çıkanların büyük bir bölümü
fabrikalarda çalı;anlar de8il, a8ırlıklı
olarak hizmet sektöründe çalı;anlardı. 9spanya’da da soka8a çıkanlar
köylüler, i;çi sınıfı de8il, üniversite
e8itimi almı; gençlerdi. 9;sizlerdi,
ama i;sizliklerinin sebebi sahip oldukları yüksek kalifikasyonda i; olmamasıydı. Bütün bunlar toplumun
içindeki küçük bir sektöre tekabül
eden bir sınıfın sorunları. Soka8a 100
bin ki;i bile çıkmı; olsa 7 milyonluk
bir ;ehirde küçük bir sayıya kar;ılık
gelir. Bu hareketlerin iki önemli yönü
var: 9lki ilerici, evrenselci ve içleyici
yön; ikincisi ise karanlık taraf, ;ehri kendimiz için ele geçirme çabası.
Gezi Parkı, kültürel sermayenin kendi pozisyonunu, ekonomik sermaye
kar;ısında koruma giri;imi olarak
görülebilir. Devlet, parkın bir alı;veri; merkezine dönü;türülmesini,
ekonomik sermayeye aktarılmasını
istiyor. Kültürel sermayenin temsilcileri de buna kar;ı çıkıyor. Gerekçe
parkın kamuya açık kalmasını sa8lamak. Parka kimlerin gitti8ine bakalım. Parklar da müzeler gibi. Herkese
açıklar ama gidenler daha çok e8itimli, orta sınıf insanlar. Burada iki
;ehir algısı çatı;ıyor. 9lki ekonomik
sermayenin tanımladı8ı ticari tüketim mekânı olarak ;ehir. 9kincisi ise
kendini gerçekle;tirme arzusundaki
kültürel sermayenin tanımladı8ı kültürel tüketimin mekânı olarak ;ehir.
Bu kesim ;ehirde devlet, ticaret ve
dindarlık tarafından üretilen yeni
atmosfere kar;ı çıkıyor. Bu kar;ı çıkı;ın bir yanında evrensel, medeni
(civic) bir boyut var. Di8er tarafında
ise kültürel burjuvazinin ;ehri kendisi için talep etme hali. Bunu çok iyi
anlıyorum, çünkü Paris’te ya;adı8ım
yer Luxemburg Bahçeleri’ne çok yakın. Orada gezinti yapmayı seviyorum. Oraya kimlerin gitti8inin de
farkındayım. Gelenlerin % 1’den azı
i;çiler, % 90’ı ise o civarda ya;ayan
orta sınıf bireylerdir. Gezi’nin bir tarafında yurtta;ça bir talep var, Park’ı
talep ediyor. Ama di8er tarafında
ki analize yaptı8ım itirazı görmezden
gelmekle birlikte, yoksullara ve kent
paryalarına uygulanan ;iddet siyasetinin ;imdi de -Wacquant’ın tabiriyle- “küçük burjuvalara” yöneldi8i
anlamına geliyordu. En azından ben
böyle anladım:
“Devlet bu gösterileri ve polis ;iddetini kullanarak siyasi talepleri me;ruiyetsizle;tirmeye çalı;ıyor. E8er
birini ya da bir grubu kriminalize
etmek istiyorsan onlara terörist ya
da ;iddet yanlısı dersin. Halkın onları desteklemesini engellersin. Bu
geleneksel bir durum... Genellikle
i;çi sınıfına, kent paryalarına kar;ı
kullanılırdı, ;imdi orta sınıflara kar;ı da kullanılıyor. 9çinde oldu8umuz
dönemde gerek demokratik gerekse
otoriter devletler kendilerine yönelik herhangi bir talebe bu ;ekilde
cevap veriyor. Polisin toplumsal
sorunların idaresindeki kullanımı
rutinle;ti. Devlet daha önce varo;lara kar;ı yaptı8ı gibi, siyasi talep
sahiplerini ‘bunlar marjinal gruplar,
vandallar’ diye yaftalıyor. Bu tabloda
devlet hem fiziksel hem de sembolik
43
SÖYLE:9
YceswcpvÔıp"
Ig|k"RctmıÔpfc"
{c;cpcpnctı"
fg8gtngpfktktmgp"
dcjugvvk8k"
N¯mugodwti"
Dcj›gngtkÔpfgp"
dkt"hqvq8tch0"
44
;iddete ba;vuruyor. Yargıyı harekete
geçiriyor, davalar açılıyor, soru;turmalar yapılıyor. Bu sembolik ;iddet… Öte yandan fiziksel ;iddete de
ba;vuruyor. Occupy Wall Street’in
nasıl sonlandı8ını biliyorsunuz. Polis
geldi ve etrafı temizledi. Göstericilerin kurdukları sembolik oyunu sona
erdirdi. Tabii ki devlet yasal formaliteleri ve ;iddetin me;ru kullanımı
konusunda bir miktar daha özenliydi. Ama sonunda, polis geldi ve ortalı8ı temizledi. Bu noktada temizlik
kelimesi önemli... Devlet, toplumsal
ve siyasi düzensizlikleri temizlemek
için ;iddete ba;vuruyor. Bu anlamda
selle;tirmeden kullanıyor olmasıydı.
9kinci konu;madan önce benimle
birlikte Bo8aziçi Üniversitesi’ndeki
ev sahipleri de Gezi’nin ortaya çıkı;ındaki devlet-polis ;iddeti rolüne
dikkat çektiler. Hatta Hrant Dink’in
katline duyulan tepkiyle ortak bir tarafı oldu8u söylendi kendisine. Ama
bütün bunların üzerinde yeterince
duracak zaman yoktu.
sembolik ve fiziksel araçlar bir arada kullanılıyor. Sembolik araçlarla
siyasal içeri8i temizliyor, ardından
fiziksel araçlarla fiziksel temizli8e
giri;iyor. Kentsel mekâna yönelik
taleplerde gerek demokratik gerek
otoriter devletler bu yola giderek
daha çok ba;vuruyorlar.”
do8ru mevzu yine Gezi’ye geldi ve
Wacquant söyle;ide verdi8i cevaba
çok yakın bir de8erlendirme yaptı.
Bir iki cümlelik itiraz üzerine konu;masını de8i;tirmesi elbette beklenemezdi ama sanki Gezi ile “kültürel
küçük burjuvalar” arasında kurdu8u
özde;li8i daha da güçlü bir ;ekilde
vurguladı.
Söyle;iyi bu noktada kesmek zorunda kaldım, zira aksi hâlde programı
aksayacaktı. Sormam gereken birkaç
mesele daha vardı ama açıkçası aklım da Gezi’ye ili;kin tespitlerinde
kalmı;tı. Gezi protestolarını adına
küçük burjuva dedi8i bir sınıfla özde;le;tirmesi tartı;ılmaya muhtaç bir
yorumdu. Ama daha da beklenmedik
olan, bir önceki gece Bourdieu’ya
ili;kin yukarıda özetledi8im konu;mayı yapan birinin bu tabirleri Türkiye gibi bir ba8lamda yeterince tarih-
9kinci konu;ma yoksulların ve i;çi
sınıfının kentten nasıl dı;landıkları,
bu dı;lama mekanizmalarının farklı
ba8lamlarda nasıl çalı;tı8ı üzerine kuruluydu. Konu;manın sonuna
Bir iki saat kadar bekledikten sonra
nihayet yarım kalan söyle;imi bitirmek için bir fırsat yakaladım. Bütün
günü gerek söyle;ilerle gerekse kürsüde konu;arak geçiren Wacquant’ın
enerjisi hâlâ yerindeydi. Kendisine
yakla;an herkesle konu;uyor, ilgili
konuda söyleyecekleri tamamlanmadan da kimsenin söze girmesine
müsaade etmiyordu. Bu defa sorum
entelektüel sorumluluk hakkındaydı.
Mevcut kentsel siyasal tartı;mada bir
entelektüel olarak nasıl bir sorumluluk ta;ıdı8ını dü;ünüyordu? Yine bir
itirazla ba;ladı söze:
“Sorumluluk kavramına itiraz ederek
ba;layayım. Sorumluluk, özellikle
bireysel sorumluluk kavramı neoliberal ideolojinin araçlarından biri.
Bence daha çok görev kelimesini
kullanmalıyız. Görevimiz okumak,
yazmak, anlamak, sormak, toplumu gözlemlemek ve tartı;mak. Bu
;ekilde toplumun kendi hakkında
dü;ünebilmesine yardımcı oluruz.
Entelektüel edindi8i bilgiyi topluma
aktarmak, siyasi tartı;malara enjekte etmek, teorik ve analitik bilgisini,
daha geni; kesimlerin anlayabilece8i
;ekilde dile getirmek durumunda.
Bilgi akademisyenler arasında kalamaz. Gazetelerde yazmak, forumlara
katılmak, yurtta; bulu;malarında yer
almak zorundasınız. Entelektüelin
görevi bireysel de de8ildir. Aynı zamanda kolektif bir durumdur entelektüellik. Entelektüel kendini izole
edemez. Fransa’da entelektüelin
siyasal ve toplumsal tartı;malara
katılımı tarihsel bir gelenektir. Bu
nedenle kendimi ;anslı görüyorum.
ABD’de akademisyenler kendilerini yine uzmanlara konu;an uzman
profesyoneller olarak görürler. 9zole
bir hâlleri vardır. Kurumlar kendilerini sürekliliklerini tek mercii olarak
görürler. Oysa her zaman ba;ka ihtimaller, çünkü ba;ka geçmi;ler vardır. Ben o ihtimallere dikkat çekmekle görevliyim.”
Ve nihayet ba;a dönüyoruz yeniden,
gerek kentsel çalı;malarda gerekse
kentsel muhalefette Bourdieu’nun
nasıl bir iz bıraktı8ını soruyorum:
“Üretti8i pek çok kavram ve sordu8u
sorular mevcut siyasal ve toplumsal
tartı;manın bir parçası durumunda.
E8itim sisteminin farklılıkları bertaraf etmeye de8il, yeniden üretmeye
yaradı8ı meselesi örne8in. O söyledi8inde herkes çok ;a;ırmı;tı, ama
;imdi herkes durumun farkında.
Üretti8i birçok kavram hâlâ çalı;ıyor
ve toplumun daha iyi anla;ılmasına
yardımcı oluyor. Örne8in doxa kavramı: Bir uzla;ma hâlinin mümkün
olabilmesi için gereken ortak inanç.
eu hem toplumu hem de entelektüelleri ciddi manada etkiledi.”
Söyle;i böylece fiili olarak tamamlanmı; oldu. Ne var ki hemen her
cümlesinin uzun uzun tartı;ılması
gerekiyordu. Ki;isel kanaatim iki
günde iki ayrı Wacquant ile kar;ıla;tı8ımız yönünde. Bourdieu’dan
söz ederken kesinlikle Bourdieu’cu
bir Wacquant vardı kar;ımızda. Ama
TOPLUMSAL TAR‹H 464")UBAT 2014
:u anda siyasi tartı;malarda sıklıkla referans verilen bir kavram. Yine
kültürel sermaye kavramı her kesim
tarafından kullanılıyor. Bourdieu’nun
entelektüel çabayı kolektif bir zemine çekme gayretleri de önemli meyveler verdi. Entelektüelin ne oldu8u
konusunda çe;itli yakla;ımlar var.
Örne8in Gramsci’nin ‘organik entelektüel’ yakla;ımı. Sorunlu bir tanımlama… Entelektüel olarak bir köyde
istedi8im ;u: Zihnimizi Bourdieu kadar içinde bulundu8umuz atmosferin
önerdi8i ihtimallere de açık tutmak
lazım. Teorisyene duyulan saygının,
ara;tırmaya ve tartı;maya duyulan
ihtiyacın önüne geçmesi herhalde en
çok Bourdieu’yu endi;elendirirdi.
9kinci ele;tirim ise Wacquant’ın
Gezi’yi analiz etme acelecili8iyle ilgili. Sahici bir gözlem yapma fırsatı
March Bloch ve Lucien Febvre, Durkheim’cı tek bir sosyal bilim fikrini yeniden
canlandırdılar. Toplumsal ve siyasi tarih üzerinden, tarihi sosyolojize etme
gereklili8ini vurguluyorlardı. Annales Ekolü’nün ikinci ku;a8ında ise bir yandan
anlatının önemine vurgu yapılırken, öte yandan analitik, dolayısıyla teorik
boyutun önemi de geri ça8rılıyordu.
do8mu; olabilirsin, ama tanımı gere8i okula giderek, çevreni de8i;tirerek
do8du8un yerden kopmak zorundasın. Dolayısıyla ne kadar ‘organik’
olabilirsin ki? Ba8ların olabilir, anlayabilirsin, ama orada de8ilsin. Bir
de Sartre’ın ‘bütüncül entelektüel’
yakla;ımı var. Her ;eyi ara;tırırsın,
bilirsin, merak edersin, her konuda
bir ;eyler söyleyebilirsin. Foucault
buna itiraz ediyordu: Entelektüel her
;eyi bilemez. Bazı ;eyleri iyi bilir ve
bilgisi tarihseldir. Yalnızca bildi8i konuda topluma müdahalede bulunabilir. Bourdieu ise bunların dı;ında
dördüncü bir anlayı; geli;tirdi: Kolektif entelektüel. Kendi alanlarımıza yaptı8ımız müdahalenin ötesinde
bir müdahale türünden bahseder.
Bir entelektüel ünlü oldu8u zaman
ona peygamberlik gibi bir rol verilir.
Bourdieu bundan kaçınır. Kolektif
dü;ünmek, soru sormak, okumalar
yapmak gerekir. Örne8in çoklu imzalarla ya da anonim yazılar yayınlardı. Gazeteler önce onun ismini koymak istiyorlardı, ama o direniyordu.
Farklı disiplinlerden gelen insanlarla
bir arada dü;ünmek kavrayı;ı güçlendirir ve zenginle;tirir. Bu yüzden
entelektüeller takım olarak hareket
etmenin yollarını aramalılar. Bu bir
takım oyunu. Entelektüeller ancak
bu ;ekilde otonomi kazanabilirler.
Bence bütün bu görü;leriyle Bourdi-
kendi zanaatının ürünlerini anlatırken kar;ıla;tı8ımız Wacquant’ın
ne kadar Bourdieu’cu oldu8undan
emin de8ilim. Wacquant’tan daha
Bourdieu’cu oldu8umu iddia etmiyorum, hatta hiç Bourdie’cu de8ilim.
Kastetti8im Wacquant’ın ikinci konu;masının, ilkinde ortaya koydu8u
kuramsal ve metodolojik ilkelerle
çeli;kiler barındırması. 9ki kez dinledi8im Gezi gözlemlerine iki ayrı ele;tirim var -ki bu gözlemler üzerinden
hararetli bir tartı;ma sosyal medyayı
ve blogları çoktan sarmı; durumda.
9lk ele;tirim her iki Wacquant’ı da
içeriyor: Bourdieu’nun kendisini de
tarihselle;tirmeden
kavramlarını
kullanmak çe;itli sakıncalar barındırıyor. Bourdieu belirli bir siyasaltoplumsal-tarihsel durumda üretti
kavramlarını ve o kavramlar daha
üretildikleri anda ve nihayet üretilip
entelektüel-siyasal dola;ıma girdikleri için de8i;meye ba;ladılar. Kavramları, içeriklerinde ve toplumdaki
kar;ılıklarında durmaksızın devam
eden de8i;im ve o de8i;imi yaratan
dinamikleri hesaba katmadan çalı;tırmak, toplumu ve birbirimizi ciddi
biçimde yanlı; anlamamıza neden
olabilir. Bu ihtimali bertaraf etmenin
yolu da Bourdieu’ya duydu8umuz
muhabbet, saygı ve ilginin bir miktarını içinde ya;adı8ımız “habitus”a,
alana yöneltmekle mümkün. Demek
bulamadı8ı bir mevzuda kendi ya;am
alanı ve öyküsü ile analoji kurarak
Gezi’yi konumlamaya çalı;tı8ı andan
itibaren Wacquant, Bourdieu metodolojisinin çok önemli bir unsurunu
tersine çevirmi; oldu. Dü;ünümsellik ve özdü;ünümsellik (Réflexivité
ve self-réflexivité ) Bourdieu’cu metodolojinin hem gözlem hem de etik
içeri8ini ;ekillendiren temellerden
biridir. Ancak kavram ve eylem olarak bu ikili, kendinden ba;layıp alanı
de8il, alandan ba;layıp ara;tırmacının kendi konumunu sorunsalla;tırdı8ı bir patika sunarlar. Ba;ka bir
deyi;le, yaptı8ınız alan çalı;masının
sizi de8i;tirmesine izin vermeli, dahası bu de8i;im sürecinizi hem alanınızda hem ortaya koydu8unuz eser-
Qeewr{"
Ycnn"Uvtggv"
uqpncpfı8ıpfc"
rqnku"ignkr"
qtvcnı8ı"
vgok|ngfk0"
YceswcpvÔc"i tg"
dwtcfc"Óvgok|nkmÔ"
mgnkoguk"
pgonk000"Fgxngv."
vqrnwoucn"
xg"uk{cuk"
f¯|gpuk|nkmngtk"
Óvgok|ngogmÔ"
k›kp";kffgvg"
dc;xwtw{qt0
45
SÖYLE:9
de ;effafla;tırmalısınız. Kendinizle
alan arasında kurdu8unuz analojinin
yönü sizden alana do8ru de8il, alandan size do8ru oldu8u müddetçe sahip oldu8unuz teorik bilgi alandan
beslenmeye ba;lar. Aksi hâlde teorik
bilginin a8ırlı8ı alanı ezip görünmezle;tirir. Bu da kavramsal ba8lamla
güncel toplumsal-siyasal ba8lam
arasında gidip gelerek olur. Tarihselle;tirmek, bu gidi; geli;in ortaya
koydu8u macerayı sürekli yeniden ve
yeniden anlamlandırmak demektir.
Gezi’nin, Arap Baharı’nın, Occupy
hareketinin, Latin Amerika ve
Avrupa’daki ;ehir ayaklanmalarının
küçük burjuva protestolarından ibaret oldu8unu dü;ünmek için bir dolu
neden olabilir. Görünür durumdaki
eylemcilerin, aktivistlerin, yurtta;ların e8itim durumları, bilgi teknolojilerinden yararlanma biçimleri,
kendilerini ifade etmekteki fütursuzlukları bize böyle dü;ündürebilir.
Ama öyle bile olsa bir an durup küçük burjuvalarla devletin ne zamandan beri ve neden bu kadar canhıra;
bir kavgaya tutu;tu8unu sorgulamak
gerekmez mi? Ayrıca kim demi; ;ehri yalnızca küçük burjuvaların talep
etti8ini... Ortada gayet somut delilleriyle var olan sınıflararası ittifakın
dinamikleri üzerine de kafa yormak
lazım de8il mi? Örne8in Gezi’de biten çatı;manın aylar boyunca yoksul
Alevi mahallelerinde sürmü; olması,
Alevilerin kendiliklerinden küçük
burjuva de8erleri benimsedikleri anlamına mı gelir? “Gezi’yi yok etmek
isteyenle, Gülsuyu-Gülensu mahallelerini, Derbent mahallelerini yok
etmek isteyen aynı ;edit devlet ve
aynı in;aat sermayesi oldu8u içindir
bu ittifak” demek bile yetmese gerek
bu durumu açıklamaya.
46
Galatasaray Üniversitesi’ndeki konu;masında da vurguladı8ı gibi
çalı;malarında devleti ırk-etnisite
ve piyasa kategorileri ile birlikte
üç temel merkezi kategoriden biri
olarak daima kapsama alanında
tutan bir ara;tırmacı oldu8u için
Wacquant’tan küçük burjuvalardansa devlete yüklendi8i bir performans
bekledi8imi itiraf etmeliyim. Ne var
ki, belki biraz provokasyon yapmak
için, bildi8imiz “kent paryaları”nın
yani alan çalı;masını üzerine kurdu8u insanların (ara;tırmacı açısından
“sevgili öteki”lerin) can yanıklarının
hesabını sormaya giri;mi;ti sanki. Küçük burjuvalara “bunlar kent
paryaları için de8il, sizin için yeni”
diye çıkı;ıyordu adeta. Öte yandan
kendisinin de “küçük burjuva” sınıfından geldi8ini defaatle söyleyerek
söz konusu sembolik çatı;madaki
yerini mu8lâkla;tırıyor ve yaptı8ı
provokasyona son ;eklini böylece
veriyordu.
Oysa bu tavır, küresel kentlerde olup
bitenleri anlamamızın önünde açık
bir engel olu;turmaktan ba;ka i;e
yaramaz gibi görünüyor. Devlet sermayenin alanından, onun için o alanı daha da kârlıla;tırarak çekiliyor.
Ama yine de var olması lazım: Hegemonik a8ırlı8ını siyasal-toplumsal
otonomi alanlarını i;gal etmek üzere
yeniden ;ekillendiriyor ve geni;letiyor. En küçük bir siyasal protestoya
bile a8ır ;iddetle kar;ılık vermesinin
nedeni ise hayatta kalmak için sahip
oldu8u yurtta;lık mirasından vazgeçmeyi kabullenmi; yeni “nesne”lerini
bir an önce disipline etme ihtiyacından kaynaklanıyor. Öyle ya piyasa siyasetinin sermayedar aktörleri adına
bunu yapmayı ba;aramazsa devlete
kimsenin ihtiyacı kalmayacak zaten.
Bütün bu ili;ki sayısız yerellikte, alabildi8ine karma;ık ili;kisellikte, katlanması zor sert ve hızlı dinamiklerle
;ekilleniyor. 9çeri8i de8i;en, de8i;imi
görmedi8imiz için eskiyen kavramlar çerçevesinde ;ekillendirdi8imiz
siyasal-entelektüel agonizmlerimiz
bütün bunları görmezlikten gelmemize neden olabiliyor. Wacquant
küresel kentlerdeki benim kitlesel,
onun sınıfsal demeyi tercih etti8i
siyasal gösterileri en alttakileri barındırmadıkları dü;üncesiyle yeterince anlamlı bulmuyor. Ama galiba
en üsttekiler arasındakilerin aksine,
en alttakiler arasındaki ili;kilerin
ne denli de8i;ken oldu8unu, çünkü
bu ili;kilerin hayat memat meselesi
olarak kuruldu8unu gözden kaçırıyor. Gözden kaçırdı8ı bir ba;ka noktaysa “alttakiler”in durdukları yerde
durmadıkları. Onları adeta yerlerine
çakılı, soyut bir tarihsel kategori ola-
rak ele alıyor. Oysa 9stanbul deneyimimiz durumun hiç de böyle olmadı8ını gösteriyor. Aksine stratejik ya da
etik birçok i;birli8i biçimi ve ihtimali
gün geçtikçe daha da belirginle;iyor.
Hâsıl-ı kelam küçük burjuvalar kaybetti8inde kent paryaları kazanmı;
olmayacaklar. Dolayısıyla devletin
hâlihazırdaki devlet olarak kalma,
hegemonik varlı8ını sürdürme stratejilerini yeterince analiz etmeksizin
sınıfsal analize giri;mek detay sayılamayacak kimi dinamikleri ve o dinamiklerin barındırdıkları ihtimalleri
siyasal tartı;madan esirgemek anlamına gelebilir.
Tabii bir de Luxemburg Bahçeleri
var… Gezi Parkı müdavimleri, Luxemburg Bahçeleri müdavimlerinden
yüzlerce yıldır biriken pek çok sebeple farklıdır. Hatta Gezi Parkı’nın
protestolar öncesindeki müdavimleri
ile sonrasındaki müdavimleri de aynı
insanlar olsalar bile ya;adıkları tecrübe itibariyle sanki aradan yüzyıllar
geçmi; kadar farklıdır. Wacquant’ın,
bütün o arbede sonrası parktaki
banklara “burası benim, sava;tım da
kazandım” der gibi iki kolunu yanlara açıp, gö8sünü gererek oturan
genç ve ya;lı insanlarla birkaç saat
geçirmesini arzu ederdim do8rusu.
Hem fırsattan istifade onlarla iktidarın Türkiye’de çekirdek çitler gibi
açtı8ı üniversitelerin ekonomik ve
kültürel sermaye birikimine katkısını
da tartı;ma ;ansı bulurdu. Kavramları (Bourdieu bile tanımlamı; olsa)
kullanaca8ımız alandaki tarihsel dönü;ümlerine bakmadan kullanmamak gerekti8ini biliyordum. Eldeki
kavramlarla olguları anlamak yerine,
olgular üzerinden kavram üretmek
ve kullanılan kavramları yenilemek
gerekti8ini de biliyorum elbette. 9ki
gün boyunca dinledi8im Wacquant’a
bu bilgiyi iyice peki;tirdi8i için minnet borçluyum.
fkrpqvnct
1
2
Buradaki yer kısıtı dolayısıyla Wacquant’ın
bu konu;masının tamamını özetlemeyece8im.
Detaylı bir özet için Emrah Göker,
“9zlenimler: Wacquant’ın Çalı;tırdı8ı Sosyoloji”,
http://istifhanem.com/2014/01/17/16ocakwacqu
antizlenim/
9ngilizcesi :ubat 2014’te yayınlanıyor:
http://www.politybooks.com/book.
asp?ref=9780745663296