VÂMIK ve AZR 1790; nþr. Rýzâ Enzâbînejâd – Gulâmrýzâ Tabâtabâî Mecd, Tahran 1381 hþ./2002; nþr. Rahmetullah Cebbârî, Tahran 1386 hþ.; nþr. Nisrîn Rüstemî-i Tahrânî, Tahran 1389 hþ.). 15. Hacý Muhammed Hüseyn-i Þîrâzî (ö. 1249/1833; þairin diðer bazý eserleriyle birlikte, Þîraz 1324, 1329; nþr. Kâvûs Hasanlî – Kâvûs Rýzâyî, Tahran 1382 hþ.). 16. Bibliothèque Nationale’de müellifi belli olmayan mensur Vâmýš u £A×râ (Blochet, IV, 75). 17. Pencap Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki müellifi meçhul mensur Vâmýš u £A×râ (geniþ bilgi için bk. Me¦nevî-yi Vâmýš u £A×râ, neþredenin giriþi, s. 3-126). Bu eserlerde Vâmýk ve Azrâ çok deðiþik ülke padiþahlarýnýn çocuklarý olarak gösterilmiþtir. Ayrýca hikâyede olaylarýn geliþmesi, hikâyede geçen diðer kahramanlar, zaman, mekân ve hikâyenin sonu birbirinden farklýdýr. Eserlerin bazýlarýnda mutlu sona eriþilirken bazýlarýnda âþýklar birbirine kavuþamamýþtýr. Vâmýk, Unsurî’de Krutis adasý hükümdarý Miltiades’in oðlu, Lâmiî’nin Türkçe eserinde Çin faðfûru Taymos’un, Cûþikânî’nin kitabýnda Sâsânî Hükümdarý Flatos’un, Sulhî’nin eserinde bir Arap melikinin, Zahîr’inkinde Sabâ Sultaný Nâsýr’ýn, Katîlî, Sarfî, Nâmî ve Muhammed Hüseyn-i Þîrâzî’nin eserlerinde Yemen hükümdarýnýn oðludur. Azrâ, Unsurî’de Sisam adasý hâkimi Polycrates’in kýzý, Lâmiî’nin eserinde Gazne sultanýnýn, Cûþikânî’nin eserinde Karluk Hükümdarý Kadir Han’ýn, Sulhî’ninkinde Keþmir hükümdarýnýn, Zahîr’inkinde Câbelsâ Hükümdarý Þahbâl b. Salsâl’ýn, Katîlî’ninkinde Hicaz hükümdarýnýn, Sarfî’ninkinde Rum kumandanlarýndan Suheyl’in kýzý, Nâmî ve Muhammed Hüseyn-i Þîrâzî’ninkinde bir köylü kýzýdýr. Vâmýš u £A×râ ilk defa Joseph F. von Hammer-Purgstall tarafýndan Almanca’ya çevrilmiþtir (Wamik und Asra. Das ist der Glühende und die Blühende. Das älteste persische romantische Gedicht, Wien 1833). Hikâyenin büyük kýs- mýnýn Farsça ve Yunanca versiyonlarýndan edisyon kritiðini ve Ýngilizce’ye çevrisini de Tomas Hägg ve Bo Utas gerçekleþtirmiþtir (The Virgin and her Lover. Fragments of an Ancient Greek Novel and a Persian Epic Poem, Leiden 2003). BÝBLÝYOGRAFYA : Ýbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (trc. Rýzâ Teceddüd), Tahran 1346 hþ., s. 198; Unsurî, Me¦nevî-yi Vâmýš u £A×râ (nþr. Muhammed Þefî‘), Lahor 1967, neþredenin giriþi, s. 1-129; Devletþâh, Te×kiretü’þ-þu£arâß (nþr. Muhammed Abbâsî), Tahran 1337, s. 35; Ebû Tâhir Tarsûsî, Dârâbnâme (nþr. Zebîhullah Safâ), Tahran 1344 hþ., s. 206-210; Gibb, HOP, III, 26; P. Horn, Geschichte der Per- 504 sischen Litteratur, Leipzig 1901, s. 178; Browne, LHP, I, 275; E. Blochet, Catalogue des manuscrits persans de la Bibliothèque Nationale, Paris 1928, IV, 75 (nr. 2120); M. Ali Terbiyet, Mašålât-ý Terbiyet (nþr. Hüseyin Sýddîk), Tahran 2535 þþ., s. 321-335; Gönül Ayan, Lâmi‘î’nin Vâmýk u Azrâ Mesnevisi (doktora tezi, 1983), Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Araþtýrma Merkezi; a.mlf., “Vâmýk u Azrâ’lara Genel Bir Bakýþ”, JTS, XIV/1 (1990), s. 21-32; M. Ýsmâilpûr, “Vâmýk u .Acrâ”, Dâniþnâme-i Edeb-i Fârsî (nþr. Hasan Enûþe), Tahran 1381, III, 1080-1084; M. Ca‘fer Mahcûb, “Vâmýk u .Acrâ-yý .Unsurî”, SuÅen, XVIII/1, Tahran 1347 hþ., s. 43-52, 131-142; Pervîz Nâtil Hânlerî, “Vâmýk u .Acrâ-yý .Unsurî ve Þâhnâme-i Firdevsî”, a.e., XXI/5 (1350 hþ.), s. 433-441; Bo. Utas, “Did Adhrâ Remain a Virgin?”, Orientalia Suecana, XXXIII-XXXV, Uppsala 1984-86, s. 429-441; a.mlf., “The Ardent Lover and the Virgin: A Greek Romance in Muslim Lands”, AOH, XLVIII/1-2 (1995), s. 229-239; a.mlf., “Wamik wa .Adhra,”, EI 2 (Ýng.), XI, 134135; Kâvûs Hasanlî, “Dâstân-ý Vâmýk u .Acrâ ve Rivâyet-i Hüseyin Þîrâzî”, Mecelle-i £Ulûm-i Ýctimâ£î ve Ýnsânî Dâniþgâh-ý Þîrâz, sy. 34, Tahran 1381 hþ., s. 1-18; Ali Eþref Sâdýký, “Dâstân-ý Vâmýk u .Acrâ ve Asl-ý Yunânî-i Ân”, Neþr-i Dâniþ, XX/20, Tahran 1382 hþ., s. 4-16; Cl. Huart – [Nazif Þahinoðlu], “Vâmýk ve Azrâ”, ÝA, XIII, 190-194. ÿA. Naci Tokmak ™ TÜRK EDEBÝYATI. XVI. yüzyýlýn baþlarýndan itibaren Türkçe “Vâmýk ve Azrâ” mesnevileri daha ziyade Farsça’dan tercüme veya adapte yoluyla meydana getirilmekle birlikte Türk muhayyilesinin zenginliði ve olaylarýn coðrafyasý bakýmýndan bazý farklýlýklar içerir. Yazýya geçirilmeden önce de Anadolu’nun destansý hikâyeleri arasýnda yer alan bu eserlerin Türkçe’lerindeki olaylar þöylece özetlenebilir: Birçok defa evlenmesine raðmen çocuðu olmayan Çin Hakaný Taymus, Turan Þah’ýn resmini görerek beðendiði kýzýyla evlenir ve bir oðlu doðar. Adýný da Vâmýk koyar. Çocuk büyüdükçe güzelliði dillerde dolaþýr ve sonunda Gazne hükümdarýnýn kýzý Azrâ’nýn kulaðýna kadar gider, Azrâ ona âþýk olur. Bundan kendisini haberdar etmek için resmini yaptýrýp Vâmýk’a gönderir. Vâmýk da resmi görünce Azrâ’ya âþýk olur ve sevgilisini bulmak üzere sýrdaþý Behmen ile birlikte yola çýkar. Çok maceralý ve tehlikelerle dolu birçok yolculuk yaparlar; kendilerini yoldan alýkoymak isteyen düþmanlar ve tabiat üstü varlýklarla mücadele eder, savaþýr, yaralanýr ve iyileþirler. Yolda Sultan Erdeþîr’in kýzý Dilpezîr onlara yardým eder ve Dilpezîr ile Behmen arasýnda bir aþk doðar. Behmen, Belh Sultaný Tûr’un eline düþünce Dilpezîr, Vâmýk’ý kurtarmak için Kal‘a-i Dilküþâ’ya götürür. Oradan da Lâhîcân adlý bir peri sultanýnýn oðlu ile, Kafdaðý’nda oturan Perîzâd adlý prenses tarafýndan Kafdaðý’na ka- çýrýlýr. Bu arada Lâhîcân ile Perîzâd da birbirlerine âþýk olurlar. Artýk ayrýlýða dayanamayýp Vâmýk’ý aramaya çýkan Azrâ yolda Dilpezîr ile karþýlaþýp sevgilisinin Kal‘a-i Dilküþâ’da bulunduðunu öðrenir. Kafdaðý’na ulaþýp Lâhîcân’ýn izniyle Vâmýk’a kavuþur. Fakat Vâmýk, vefa duygusuyla arkadaþý Behmen’i aramasý gerektiðini söyleyerek yine tehlikeli yolculuklara giriþince Azrâ ile Dilpezîr de beraberinde giderler. Tûs Þahý Mizbân ile savaþlarý sýrasýnda Azrâ Mizbân’a esir düþer ve Mizbân ona âþýk olur. Vâmýk, Azrâ’yý kurtarmaya çalýþýrken ateþperest Hindular tarafýndan yakalanýr. Birçok maceradan sonra Dilpezîr’in yardýmýyla Azrâ Mizbân’dan, Vâmýk da ateþte yanmaktan kurtulup Tûs þehrinde birbirlerine kavuþurlar. Tûs Þahý Mizbân onlarýn þerefine verdiði ziyafet sýrasýnda Hümâ adlý bir kýzla evlenir. Bu arada Lâhîcân Perîzâd’a, Behmen de Dilpezîr’e kavuþmuþtur. Böylece bütün sevenler Mizbân’ýn ülkesinde mutlu zamanlar geçirir. Hikâye Vâmýk’ýn babasýnýn yerine tahta geçmek üzere Azrâ ile birlikte ülkesine dönmesiyle sona erer. Vâmýk ve Azrâ, Türk edebiyatýnda bütün kahramanlarýnýn birbirine kavuþtuðu bir mesnevi olarak hayli raðbet görmüþtür. Ýçinde binbir gece masallarýný andýran, hatta cinli, perili öðelerle fantastik konularý barýndýran pek çok hikâye vardýr. Türk edebiyatýnda ilk Vâmýk ve Azrâ’nýn Bihiþtî Ahmed Sinan Çelebi (ö. 917/ 1511-12 [?]) tarafýndan yazýldýðý belirtilirse de eser elde mevcut deðildir. Þair, Ali Þîr Nevâî’nin yanýnda kaldýðý dönemde ilgi duyduðu konuyu Ýstanbul’a döndükten sonra yeniden kaleme almýþtýr. Türk edebiyatýnda ikinci ve en dikkate deðer Vâmýk ve Azrâ’yý Lâmiî Çelebi yazmýþtýr. Lâmiî, eserini Kanûnî Sultan Süleyman’ýn emriyle Farsça’dan tercüme ederek altý aylýk bir süre sonunda padiþaha sunmuþtur (Âþýk Çelebi, vr. 135b). Lâmiî’nin bu eserinden Latîfî dýþýnda bütün kaynaklar söz etmiþ ve en önemli Vâmýk ve Azrâ çevirisi olduðu hususunda birleþilmiþtir. Eser 5879 beyit olup Lâmiî Çelebi’nin ifadesine göre Unsurî’nin eserinde yer almayan 100 beyit civarýndaki “Kasîde-i Gül-i Sadberk” ile “taçlandýrýlmýþtýr.” Yer yer orijinal epizotlar içeren eser Gönül Ayan tarafýndan yayýmlanmýþtýr (bk. bibl.). Kalkandelenli Muîdî’nin de (XVI. yüzyýl) bir Vâmýk ve Azrâ kaleme aldýðý belirtilmektedir. Latîfî ve Kýnalýzâde Hasan Çelebi, onun hamsesini oluþturan mesnevilerinden birinin de Vâmýk ve Azrâ olduðunu söylerler. Bu eser de kayýptýr. Kanûnî Sultan Süleyman VAN devri þairlerinden Manisalý Câmiî, Sinan Paþa’nýn kaptan-ý deryâlýðý döneminde (1550-1554) onun emriyle Kanûnî Sultan Süleyman adýna bir Vâmýk ve Azrâ yazmýþtýr. Muhabbetnâme adýyla da bilinen ve 181 varak tutarýndaki tek nüshasý Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayýtlý olan eser (Fâtih, nr. 4142) 5240 beyit olup hikâyenin genel özelliklerini taþýmakla birlikte hemen hiçbir þairden etkilenmemiþ hissini uyandýracak bir anlatýma sahiptir. Aþk ve savaþ etrafýnda geliþen hikâye boyunca sevmenin ve iyiliðin sembolü olan aþkýn nefret ve kötülüðün sembolü olan savaþa üstünlüðü dile getirilir. Þair eserine serpiþtirdiði gazel ve kasidelerle daha serbest davranma imkâný bulmuþ ve diðer Vâmýk ve Azrâ’lardan farklý bir mesnevi meydana getirmiþtir. Eser üzerine iki doktora tezi hazýrlanmýþtýr (bk. bibl.). Bursalý Mehmed Tâhir bunlardan baþka Havâî Mustafa Bursevî (ö. 1017/1608) ve Havâî Abdurrahman Ýstanbulî’nin de (ö. 1122/ 1710) birer Vâmýk ve Azrâ kaleme aldýklarýný söyler (Osmanlý Müellifleri, II, 488, 489). Muhammed Ali Terbiyet (Mašålât-ý Terbiyet, s. 38) ve Muhammed Þefî‘ (Me¦nevî-i Vâmýš u £Azrâ, s. 38), Bursalý Sûfîzâdeler’den Hamzavî’nin beþ mesnevisinden birinin Vâmýk ve Azrâ olduðunu kaydederse de böyle bir mesneviye rastlanmamýþtýr. Yine Muhammed Þefî‘, Cemâlî adlý bir þairin de Vâmýk ve Azrâ yazdýðýndan bahseder. Agâh Sýrrý Levend, Blochet’nin hazýrladýðý Paris Millî Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloðu’nda Kadirî Çelebi adýna bir Vâmýk ve Azrâ mesnevisinin kayýtlý bulunduðunu, ancak bunun Lâmiî Çelebi’ye ait eser olduðunu belirterek bu yanlýþý düzeltir (Türk Edebiyatý Tarihi, s. 134). Kadirî Çelebi, Lâmiî’nin bu hikâyeyi mesnevi haline getirmesine yardým edenlerden biri olmalýdýr. BÝBLÝYOGRAFYA : Unsurî, Me¦nevî-i Vâmýš u £A×râ (nþr. Muhammed Þefî‘), Lahor 1967, s. 38; Sehî, Tezkire (Kut), s. 224; Âþýk Çelebi, Meþâirü’þ-þuarâ, ÝÜ Ktp., TY, nr. 2406, vr. 135b; Latîfî, Tezkiretü’þ-þu’arâ ve tabsýratü’n-nuzamâ (haz. Rýdvan Caným), Ýstanbul 2000, s. 208, 457, 502; Beyânî, Tezkire (haz. Ýbrahim Kutluk), Ankara 1997, s. 33; Künhü’lAhbâr’ýn Tezkire Kýsmý (haz. Mustafa Ýsen), Ankara 1994, s. 153; Kýnalýzâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’þ-þuarâ, Süleymaniye Ktp., Hekimoðlu Ali Paþa, nr. 602, vr. 262b; Osmanlý Müellifleri, II, 96-97, 488, 489; E. Blochet, Catalogue des manuscrits persans de la Bibliothèque Nationale, Paris 1928, IV, 75 (nr. 2120); Agâh Sýrrý Levend, Türk Edebiyatý Tarihi, Ankara 1973, s. 134; M. Ali Terbiyet, Mašålât-ý Terbiyet (nþr. Hüseyin Sýddîk), Tahran 2535 þþ., s. 38; Gönül Ayan, Lâmi’î Vâmýk u Azrâ: Ýnceleme-Metin, Ankara 1998, s. 13-54; a.mlf., “Vâmýk u Azrâ Hikâyesinin Menþei”, II. Uluslararasý Büyük Türk Dili Kurultayý, Ankara 2007, VIII, 519; a.mlf., “Vâmýk u Azrâ’lara Genel Bir Bakýþ”, JTS, XIV/1 (1990), s. 2132; Selami Ece, Manisalý Camiî’nin Vamýk u Azra Mesnevisi (doktora tezi, 2002), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; M. Esat Harman- cý, Manisalý Câmi‘î: Muhabbet-nâme (Vâmýk u Azrâ): Ýnceleme-Metin-Nesre Çeviri (doktora tezi, 2003), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ýskender Pala, Ansiklopedik Divan Þiiri Sözlüðü, Ýstanbul 2007, s. 471-472. ÿGönül Ayan – — VAN ˜ Doðu Anadolu bölgesinde þehir ve bu þehrin merkez olduðu il. ™ Doðu Anadolu bölgesinin Yukarý MuratVan bölümündeki Van gölü kapalý havzasýnda yer almaktadýr. Eski Van þehri Van gölünün doðu sahilinde iken 1915 yýlýnda Ermeniler tarafýndan tamamen yakýlýp tahrip edilmesi sonucu kýyýdan 7 km. kadar uzaklýkta (Tuncel, s. 488) hafif eðimli bir alan üzerinde yeniden kurulmuþtur. Van adýnýn kökeni hakkýnda akla en yatkýn ve bilimsel görüþ Urartuca Biane veya Viane’den geldiði yolundaki görüþtür. Ýslâm fetihlerine dair Arapça kaynaklarda Van ismine pek rastlanmaz. Van adýnýn Arap kaynaklarýnda ve Ýslâmiyet öncesi devirlerde geçmemesinin sebebi, buranýn kaleden ayrý bir yerleþme yeri þeklinde kurulup geliþmesinin daha sonraki dönemlerde gerçekleþmiþ olmasýdýr. Þehrin bulunduðu yörenin yerleþme tarihi milâttan önce 4000 yýllarýna kadar iner. Van Kalesi’nin 6 km. güneyinde bulunan Tilkitepe ile Van gölünün kuzeyinde Ernis mezarlýklarýndaki kazýlarda Kalkolitik, Bronz ve Demir dönemlerine ait kültürel buluntulara rastlanmýþtýr. Milâttan önce 2000’lerde Van gölünden itibaren Kýzýlýrmak ve Yeþilýrmak’ýn Karadeniz’e döküldüðü yerlere kadar uzanan bölgede Hurriler hâkimdi. Milâttan önce XIII. yüzyýlda HurriMitani siyasî teþekkülü merkezî otoritesi zayýflayarak beyliklere bölündü. Asur krallarý bu küçük beylikleri hâkimiyetleri altýna almaya çalýþtý ve bu sýrada, Van gölü çevresinden Batý Ýran’a kadar uzanan bölgede Nairi ve Uruatri ülkeleriyle Asurlular arasýnda mücadeleler baþladý. Urartu ve Asur mücadelesi milâttan önce IX. yüzyýlýn ortalarýna kadar sürdü. Asurlular’ýn daðlýk arazi þartlarýna sahip bölgeyi hâkimiyet altýnda tutmasýnýn zorluðu yüzünden Urartu Kralý I. Sardur, Urartu Devleti’ni kurmayý baþardý ve baþþehri Tuþpa (bugünkü Van Kalesi) oldu. Urartu döneminde Van Kalesi’nin imarý geniþ ölçüde tamamlandý; bu faaliyetlerin büyük bir kýsmý Kral Ýspuini (m.ö. 830-810) ve II. Sardur (m.ö. 764-735) zamanýnda gerçekleþti. Urartular’ýn Van’daki hâkimiyetinin milâttan önce VII. yüzyýlýn baþlarýna kadar sürdüðü ve milâttan önce 609’dan hemen sonra Urartu ülkesini Ýskitler’in ele geçirdiði bazý arkeolojik buluntulardan anlaþýlmaktadýr. Urartular’dan sonra bölgeye sýrasýyla Ýskitler, Medler ve Persler hâkimiyet kurdu. Persler zamanýnda Van yöresine uzun müddet Halde denildi. Büyük Ýskender’in Pers Ýmparatorluðu’nu ele geçirmesi ve milâttan önce 323’te ölmesi üzerine bölge onun generallerinden Selevkius’un idaresine geçti. Ardýndan Van yýllarca Bizans ile Ýran arasýnda siyasî mücadeleye sahne oldu ve sürekli biçimde el deðiþtirdi. Milâttan önce 66’da Roma idaresi kuruldu; þehir Roma ve Part devletleri arasýnda bir tampon bölge konumunda kaldý. Milâttan sonra 200 yýllarýna kadar Partlar ve Bizanslýlar arasýnda sürekli el deðiþtirdi. II.-VII. yüzyýllar arasýnda Sâsânî idaresinde kaldý. 625’te bölgeye Hazar Türkleri geldi. Hazar Türkleri’nin VIII. yüzyýlýn sonunda Ýslâmiyet’i benimseyip halifeyi kabul etmelerinden sonra bu yörede Abbâsî idaresinin tesis edildiði tahmin edilmektedir. IX. yüzyýlýn ilk yarýsýnda Van ve çevresinde Abbâsî-Bizans ve Abbâsî-Ermeni mü- Van’ýn XVII. yüzyýl içindeki durumunu gösteren bir minyatür (TSMA, E. nr. 9847) 505
© Copyright 2024 Paperzz