Çanakkale Çanakkale Haçlı Gururunun Ezildiği Yer ÇANAKKALE Abdullah UÇAR Konya-2007 1 2 Çanakkale Çanakkale Abdullah UÇAR, 1950 yılında Çumra’nın Tahtalı Köyünde doğdu. İlkokulu Köyünde, hıfzını, İmam-Hatip Okulunu ve İslâm Enstitüsünü Konya’da bitirdi. Yd. Sb. Olarak vatani görevini tamamladıktan sonra, İmam-hatiplik, Kur’an Kursu hocalığı yaptı. Halen Konya Kur’an Kursları Müdürlüğü görevini yürütmektedir. Otuz senedir mahalli basında, dergilerde, zaman zaman da ulusal basında çok sayıda makaleleri neşredildi. Yine irşad hizmetlerine, camilerde, televizyonlarda ve değişik Haçlı Gururunun Ezildiğe Yer platformlarda fasılasız devam etmektedir. Özellikle 14 senedir S. Ü. Kampüs Camiinde Cuma günleri yaptığı konuşmalarıyla gençliğe faydalı olmaya çalışmaktadır. ÇANAKKALE Yazarın yayınlanmış eserleri: 1-Avrupa’yı Aydınlatan İslâm Âlimleri. 2-Kur’an Kursu Talebelerinin El Rehberi. Abdullah UÇAR 3-Özet Dini Bilgiler. 4-İslâm Âlemi Neden Geri Kaldı? İlahiyatçı Yazar 5-Haçlı Gururunun Ezildiği Yer ÇANAKKALE 6-Milletimizde Peygamber Sevgisi. 7-Fetih ve Fâtih 8-MİSYONERLER (Modern Haçlılar) 9-TERÖR-TEDHİŞ ve İSLÂM 3 Konya-2007 4 Çanakkale Mizanpaj Abdullah AŞCI Çanakkale TAKRİZ ÖNSÖZ TARİH VE GEÇMİŞ CİHAT ASHAB 'TA C İHAT AŞKI 8 11 14 22 25 Kapak Tasarım SONRAKİ DÖNEMLERDE C İHAT AŞKI 27 Mustafa ÖĞÜT OSMANLIDA C İHAT AŞKI 28 HAÇLI ALEMİ Baskı Adım Matbaası Tel: (0332) 342 01 95 Cilt Özgü Cilt Evi Tel: (0332) 342 02 16 İrtibat Telefonları Abdullah UÇAR 0. 535. 345 06 26 0. 332. 357 35 27 34 HAÇLILARIN OSMANLI DÜŞMANLIĞI 34 HAÇLILARIN Ç İFTE STANDARDI 47 AVRUPALININ DOSTLUĞU, KALLEŞLİĞİ, MENFAATPERESTLİĞİ 54 HAÇLILARIN MAĞRURLUĞU 60 ESİRLERE MUAMELE VE İNSAN HAKLARINA SAYGISI 65 TÜRKLER ESİRLERİ YERLER 72 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ÇIKIŞI ÇANAKKALE SAVAŞI ÇANAKKALE SAVAŞININ VAHAMETİ 78 82 92 TÜRK ASKERİNİN MAHRUMİYETLERİ VE FEDAKÂRLIKLARI 100 ÇANAKKALE 'NİN MEKTEPLİ KAHRAMANLARI 119 SAVAŞTA TÜRK ANALARI VE KADIN KAHRAMANLAR 140 SAVAŞTA İ NANÇ FAKTÖRÜ VE ALLAH’ IN Y ARDIMI 150 ÖYKÜLER ANZAKLI ÖMER 167 167 DEDELER TORUNLARINA ÇANAKKALE’Yİ GEZDİRİP, ANLATIP ONLARI ŞOKLAMALI Kİ, DOSTUNU, DÜPMANINI TANIYABİLSİN. 173 Baskı Yeri ve Yılı Konya-2007 5 YANMAYAN ŞEHİT 174 BİR İ NGİLİZ GENEL KURMAY B AŞKANININ KADERİ 176 BROKEN H İLL SAVAŞI 179 SEYİT O NBAŞI 181 6 Çanakkale Çanakkale DÜŞMANIN SUYU İÇİLMEZ 187 BENİM KİMSEM YOK, İSTEDİM Kİ O KURTULSUN 189 NİÇİN ZAHMET B UYURDUNUZ YA R ASÜLALLAH? 191 TEKMİLİM TAMAMDIR KUMANDANIM 193 MEHMETÇİĞE SAYGILAR 194 GENERAL ŞÜKRÜ NAİLİ PAŞA ANLATIYOR 196 ÜSTEĞMEN ZAHİD’ İN VASİYETİ 197 BAK HELE BENİM TÜFEK BOZULMUŞ 199 BENİ TOP B AŞINA GÖTÜRÜN 200 BEDELİ Ç ANAKKALE’DE ÖDENECEK 201 SİPERDE MEHMETÇİKLER BİR ÇANAKKALE TÜFEĞİNİN ÖYKÜSÜ TABLOLAR ALİ KADİR AMCA 206 207 209 209 TAKRİZ Tarih boyunca İlâhi bir hikmetin gereği olarak devletler de insanlar gibi doğmuşlar, büyümüşler ve zamanı gelince de yıkılmışlardır (ölmüşlerdir). Günümüz dünyasında ve gelecekte de vadesi gelen devletler yıkılmaya devam edeceklerdir. Ülkelerin tarih sahnesinden çekilişleri ise genelde hezimetle (bozgunla) neticelenmektedir. Ancak Osmanlı devleti yıkılışında bile İVRİNDİ’ Lİ ALİ ÇAVUŞ 212 muhteşemdi. Yükselme döneminde ise çok daha başka bir biçimde MÜSTECİB O NBAŞI 213 ihtişamlı idi. Belgrad, Roma, Viyana, Moskova vb. KIZILELMA FİRARİ O LMAYAYIM KOMUTANIM 214 (stratejik askeri hedefler) idi. Akıncılarımız Tuna Nehri sahilinde ALİ ÇAVUŞ 215 çizmelerini giyerler, Vistül Nehri kıyılarında atlarını suvarırlardı. ALİ OSMAN’ IN ŞAHADETİ 216 Bütün bunlar oluşturmuşlardır. YABANCI GÖZÜYLE ÇANAKKALE ANZAK TÖREN VE ABİDELERİ GENÇLERİ ŞOKLAMA NETİCE CEPHEYE GİDEN ASKERLER BİZ REDDİ MİRAS EDERKEN DÜNYA OSMANLIYI ARIYOR ÇANAKKALE ŞİİRİ BİBLİYOĞRAFYA 217 220 230 247 254 255 262 266 bizim şanlı tarihimizin şeref levhalarını Osmanlı tarih sahnesinden çekilirken bile dünyada eşine ender rastlanır bir biçimde, tam dokuz cephede, biri birinden üstün kahramanlık örneklerini hep sergilemiştir. Bu dokuz cephe sırasıyla: 1-Doğu Cephesi 2-İran Cephesi 3-Irak Cephesi 4-Suriye Cephesi ( a-Hicaz Cephesi, b-Yemen-Asir Cephesi, cSina-Filistin Cephesi) 7 8 Çanakkale Çanakkale 5-Kuzey Afrika Cephesi kahramanlığını gösteren bir sayfa olarak kalacak ise, gene Nablus 6-Çanakkale Cephesi Türk Mücahitlerinin ruhlarındaki büyük kahramanlığı yansıtıcı olarak yaşamalıdır. 7-Makedonya Cephesi Gerek 8-Romanya Cephesi Çanakkale’de gerekse Nablus’ta MİLLİ MÜCADELEMİZİN tohumları atıldı ve komutanlarımızın tecrübeleri 9-Galiçya Cephesi idi. artmış oldu. Bu nedenle, Çanakkale’nin ve Nablus’un Cihan İsimlerini bir çırpıda sayabildiğimiz bu cephelerde, dünyada Harbinde Türk Milleti için ayrı bir önemi vardır. Çanakkale Eserini emsali görülmemiş kahramanlıklar, imkansızlıklar, yokluklar ve zorluklar hepsi iç içedir. titiz bir çalışma sonucu tekrar baskıya hazırlayan ve kitap dünyasına kazandıran Abdullah UÇAR’ı tebrik eder, başta Çanakkale ve Nablus ÇANAKKALE olmak üzere diğer cephelerde ve Milli Mücadele’de yaşanan CEPHESİ’nde cereyan eden kara ve deniz muharebelerinde, TÜRK kahramanlıkları da kitap haline getirmelerini kendilerinden önemle rica ederim. İşte dokuz cephenin bir tanesi olan MİLLETİ’nin ve O’nun bağrından çıkmış olan TÜRK ASKERİ’nin MİLİ BİRLİK VE BERABERLİK içerisinde TÜRK VATANINI Yüksel SUBAŞI İSTİLA HEVESLİLERİNİ nasıl mağlup ederek ÇANAKKALE’yi Emekli Albay GEÇİT VERMEZ bir hale getirdiklerini değerli dostum Abdullah UÇAR, 2007 KONYA akıcı üslûbu ile çok güzel bir şekilde bu eserde anlatmaktadır. Eserin bir diğer özelliği ise, maddi alanda cereyan eden olaylar ile manâ aleminin prizmasından süzülen rengârenk ışık demetini UÇAR hoca ustalıkla irtibatlandırmıştır. Osmanlı yıkılırken de muhteşemdi demiştim. “Mondros Ateş Kes” mütarekesinden 45 gün evvel, yani 15 Eylül 1918 de Türk Ordusu Bakü’ye girer. Bu tarihten birkaç gün sonra, NABLUS MEYDAN MUHAREBESİ’nde çok iyi teçhiz ve teşkil edilmiş, kendisinden 14 misli üstün düşman kuvvetleriyle (Araplar dahil) kahramanca çarpışır ama, mağlubiyet kaçınılmazdır ve yenik düşer (21 Eylül 1918). Nablus Yenilgisi Osmanlının sonunu hazırlar ama, geriye şanlı bir mücadele örneği bırakır. Eğer Nablus tarihte istilacının 9 10 Çanakkale Çanakkale düşeriz.” Demiştir ki, çok isabetli bir tespittir. Geçmişi bileceksin, ibret alacaksın ama, gölgesiyle dövüşen adam gibi, yani bizim gibi, geçmişle kavga etmeye kalkıp, zaman kaybetmeyeceksin. Kendi bedenine işkence ve eziyet yapmaktan zevk alan kişiler (mazoşistler) ÖNSÖZ Geçmişten ibret almayan kişi Geleceğe ibret olmaktır işi gibi, dünyada genç nesillerine düşman olarak geçmişini, tarihini, dedelerini göstermekten zevk alan tek millet var o da maalesef biziz. Meşhur ilim adamı ve tarihçimiz Ahmet Cevdet Paşa’da: “Ta- Gerçekten geçmişini, tarihini bilmeyen, geçmişin tecrü- rih bilmeyen kişi, pusula bilmeyen kaptana benzer. Her ikisinde de belerinden faydalanamayan, tarihi verasetini inkar eden kişilerin karaya oturma tehlikesi muhakkaktır.” demiş, İmam Şafi Hazretleri akıbetlerinin hiç iyi olmadığını eski vesikalar göstermektedir. Zaten de bunu asırlar öncesinden destekleyerek: “Tarih bilenin aklı çoğalır” buyurmuştur. insanlık geçmişi tevarüs etmese, yani geçmişin tecrübeleri üzerine oturmasa, bugünkü statüyü yakalaması mümkün değildir. Bunun için milletler tarihleri ile devamlı irtibat halindedirler. Ondan şeref duyarlar. Geçmişlerini temaşa ve tetkik etmekten zevk Göçmen kuşlar, Somon balıkları, İmparator kelebekleri gibi birçok hayvan on binlerce km. yolculuktan sonra atalarının yaşadıkları beldelere, diyarlara gelmektedirler. alırlar. Geleceğe yapacakları yolculuğun vasıta ve yakıtını dünden Halk arasında; “Aslını inkar eden haramzadedir” denir. Hint temin ederler. Geçmişle ilgilenmek bizdeki anlayış gibi, gericilik Filozofu Beydaba der ki; “Anayı-babayı kader tayin eder, ama dost veya yaşayanları geriye götürmek değil, ölenlerin deneyimlerinden seçilir.” Ne kadar olumsuzluklar olursa olsun, aslını, kökünü, men- faydalanmaktır. Günü yaşayıp, dünü hatırlamayan ve yarına hazırlık yapmayan milletlerin yolculuğu çok badireli geçmektedir. şeini inkar etmek, unutmak veya hor görmek insan tabiatına ve asâletine hiç yakışmayan bir davranıştır. Avrupa ve Amerika gibi ilerlemiş devletleri gezenler müşa- Geçmişiyle ilgilenmeyi: “Şanlı tarih hastalığı” telâkki etmek, hede etmişlerdir ki, her cadde, her sokak, her meydan, her köşe başı... irili-ufaklı tarihi eserlerle, geçmişi hatırlatan objelerle doludur. tarihi olayları dile getirmeyi: Hamâset, miadı dolmuş (kullanma tarihi Konfüçyüs: “Bir neslin kaderini bir önceki nesil tayin eder” demiştir. babasına ve dedesine muhabbetle bakmayı bağnazlık, hele hele İngilizlerin meşhur başbakanları W. Churchıll’de: “Ne kadar geriye bakabilirseniz, o kadar ileriyi görürsünüz, Bugün ile geçmişin geçmiş) olaylarla vakit geçirmek, dünü hatırlamayı mürtecilik, geçmişiyle ilgili bilgileri öğrenmeye kalkmayı yobazlık olarak değerlendirmek, dedesinin hece taşını (kabir taşını), ondan kalan eserleri, mektupları, tapu senetlerini, vasiyetleri... okuyamamak, arasında bir kavga başlatacak olursak geleceği kaybetme tehlikesine kısacası UFO’larla gökten indiğini zannetmek, her halde sadece bize mahsus bir anlayış ve zihniyettir. 11 12 Çanakkale Çanakkale Ama çok şükür, son zamanlarda milletimiz ve özellikle genç nesil arasında, tarihine ve ecdadına karşı oluşan ilgi ve alâkadan son derece memnun olmaktayız. Bunu en derûnî bir zevkle duyan ve yaşayan insanlardan biriyim. Selçuk Üniversitesi Kampus Camiinde Cuma günleri yaptığım konuşmalarda, tarihimiz ve ecdadımızla ilgili olaylar anlatıldığında, o gençlerin ne kadar dikkatli dinlediklerini, zevk aldıklarını, geçmişteki şanlı dönemlerin hasretini, özlemini çektiklerini, sorular sorarak araştırdıklarını... gören, yaşayan bir insanım. Bu küçük eserlerin meydana gelmesi de, yine onların bu ko- TARİH VE GEÇMİŞ Fransız yazar Diderot (M.1713-1784) “Ah Benim Eski Hır- nuya olan ilgi, alâka ve anlatılan bu gerçeklerin basılması husu- kam” başlıklı yazısında eski hırkasının hasretini çeker ve şöyle der: sundaki ısrarları sayesindedir. Beni teşvik ettikleri için kendilerine teşekkür ederim. “Eski hırkamı neden saklamadım acaba? Halbuki o tam bana göreydi, ben de ona göreydim. Vücuduma tıpatıp uyuyordu. Bu yenisi sert, kolalı, korkuluk gibi bir şey... Üstümde o varken ne bir uşağın Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: beceriksizliğinden, ne kendi savrukluğumdan, ne ateşin sıçrama- "Türk çocuğu ecdâdını tanıdıkça, büyük işler yapmak için kendinde cesaret bulacaktır.” sından, ne suyun dökülmesinden çekinirdim. Ben eski hırkamın efendisi idim, yenisinin kölesi oldum.” Dinî ve tarihî gerçekleri tanıtmaya çalışarak, bu gençlerin Alıştığı, sevdiği, onunla rahat ettiği eski bir hırka için bile bu imanlı, inançlı, ihlâslı... yetişmelerinde, ecdadını seven, tarihini bilen, kadar ah vah eden, hırkasına bu kadar hasret çeken Diderot, bizi dolayısıyla müminin izzet ve onuruna yakışır bir seviyeye ulaşmak görse ne derdi acaba? Büyük, vefalı Türk milleti alıştığı, sevdiği, için gösterecekleri azim ve gayrette birazcık emeğimiz, payımız varsa ne mutlu bize. bağlandığı her şeyinden vazgeçmeye zorlanmamış mı, zorlanmıyor mu? Bizi biz yapan her şeyimiz eskidir, o halde kötüdür mantıksızlığıyla ortadan kaldırmaya çalışmamışlar mı, çalışmıyorlar mı? Bu Gayret bizden, tevfik Yüce Allah’tandır. Abdullah UÇAR Konya - 2007 milletin müşterekleri, mukaddesleri nelerse onlar hafızalardan silinsin, unutulsun diye ne mümkünse yapılmamış mı, yapılmıyor mu? Dil mi, unut gitsin... Din mi, olmaz eskidir unut gitsin... Tarih hiç olmaz, eskilerle uğraşmayın. Gelenek, görenek, örf âdet zâten 13 14 Çanakkale Çanakkale lüzumsuz. Ruhsuz korkuluklara döndük. Biz eskilerimize ve geçmişimize hiç hasret duymuyoruz.”1 “Gelecekte bizi nelerin beklediğinin en iyi falcısı, geçmişte başımıza gelenlerdir.” Şu araştırma neticesi de ne kadar ibretlidir: 27 Ülkede 32 bin John Sheran “Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir.” öğrencinin katıldığı çok geniş bir kamuoyu araştırması yapıldı. Araştırmanın adı “Gençlerin Tarih Bilinci Üzerine Karşılaştırmalı Avrupa Projesi” idi. Bu araştırmadan çıkan sonuca göre: “Tarihi ile Faulkner Bu geçmiş insanı geriye çekmez, ileriye iter. Ve tahminlerin en az ilgilenen ve Tarih öğretmenlerini en az dinleyen ve itimat et- aksine bizi geriye, geçmişe doğru süren gelecektir. (Işık ve karanlığın meyen” öğrenciler Türk çocukları çıktılar.2 Şurası bir gerçek ki; bu bir birini takip etmesi gibi.)3 neticeyi alabilmek için, içeride ve dışarıda, din, dil, tarih ve ecdat “Geçmişine taş atanın, geleceğine gülle atarlar.” düşmanları uzun zamandır var güçleri ile çalışmaktadırlar. Bahtiyar Vahapzâde “Tarihini bilmeyen milletlerin haritasını, başkaları çizer.” Ama geçmişine borcunu ödemeyen, vefa duygusundan yoksun, aslını inkâr eden haramzâdelerin ne kadar büyük faturalar Bütün nebatat (her türlü yeşillik, meyve, sebze...) kökünden ödemeye mahkum olacaklarını dile getiren meşhur düşünür ve ilim sulanır. İnsanlar da rûhî ve fikrî gıdasını kökünden (geçmişinden) adamlarından bazılarının sözlerini arz ediyorum: alması gerekir. Aksi takdirde gelişmesini tamamlayamaz, kısa za- “Geçmişine sırt çeviren bir kimse, geleceğini tasarlamayı hak edemez.” manda kurur, yok olur gider. Merhum Osman Turan bu gerçeği şöyle dile getirir: "Tarih bir Oscar Wilde “Tarih öğrenmeyenler, onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar.” milletin hâfızası gibidir. Hâfızası olmayan insan ne ise, Tarihini bilmeyen insan da odur." 4 Böyle insanlar, üç katlı bir evin orta katında oturup da, alt ve Santayava “Tarih muazzam bir erken uyarma sistemidir.” üst katla hiç ilgilenmeyen, zemini su mu basmış? temel mi çökmüş? Norman Cousins “Tarih kralların, paşaların çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer.” s.211. 2- Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat 2000, sayı 4, s.77. 15 enkazın altında kalıp heder olan mirasyedilere benzerler. İşte Türk Milleti son asırlarda hafızası olmayan, geçmişini bilmeyen, geleceğiyle ilgilenmeyen, ebeveynini tanımayan, tarihinden ve misyonundan haberi olmayan, sadece bulabildiğiyle Voltaire 1- Beynun Akyavaş, “Sultanîyegâh İstanbul”, T.D.V. Yayını Ankara çatımı akmış? duvar mı yıkılmış?.. asla aklına getirmeyen, neticede 2001, 3- Mustafa Armağan, “Osmanlı İnsanlığın Son Adası”, DA Yayınları, İst. 2002, s.89. 4- Yılmaz Öztuna, “Tarih Sohbetleri”, Ötüken yay. İst. 1988, s.50. 16 Çanakkale Çanakkale karnını doyurup, gününü gün etmekle meşgul köprü altı çocukları Hamdullah Suphi Tanrıöver Milli Eğitim Bakanı iken, Yugos- haline getirildi. Bu durumu Atatürk’ün yakın mesai arkadaşlarından lavya'nın en büyük şairlerinden Tatelesko'yu İstanbul’a davet eder. Falih Rıfkı Atay şöyle itiraf ediyor: Tatelesko, Kanuni Sultan Süleyman'ın Türbesini ziyaret etmek “Benim neslimin en büyük günahı, tarihini bilmemek, tarihine isteyip, türbenin kapalı olduğunu görünce bizimkilere şöyle der: inanmamak ve bilhassa tarihinden kendinde bir şey devam ettiğine "Tarihi olmayanların bile, milli birlik ve beraberliklerini sağlayabil- inanmamaktı.”5 mek, gençliğine bir gaye ve ideal verebilmek için, efsaneler uydur- Böyle insanların gayeleri, hedefleri, idealleri yoktur ve hiçbir dukları bir dönemde, sizin buraları kapalı tutmanız ne kadar abes?”7 yere varamazlar. Başta biz olmak üzere, dünyada bunun örnekleri Bir mânia, bir hendek atlayacak veya uzun atlama, yüksek pek çoktur. Dün dünyaya hükmeden bu millet bugün, 70 mil ötedeki atlama yapacak kişiler, geri giderler, hız ve güç kazanarak süratle Kıbrıs’a söz geçiremiyor. 80 sene önce bir ilçemiz durumunda olan gelir ve engeli atlar, gâyelerine ulaşırlar. Geçmişin ilmini ve tecrübe- milletlere bile bugün el açar, yardım ister durumdayız. Akif’in: sini tevârüs etmese, bugünün insanı bulunduğu seviyeye nasıl Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri ulaşırdı? Bugün en çok ilerleyen yükselen devletlerin, tarihlerine en Üzengi öpmeye hasretti Garbın elçileri fazla bağlılık gösteren devletler olduğu gözler önündedir. Beş yüz dediği gibi, dün Sultanımızın ayağını öpmeyi şeref telâkki senelik bile tarihi olmayan ABD basit konular ihtiva eden Vestern eden milletler, bugün bakanlarımızı gümrüklerinde veya bürolarının (kovboy) filmleri ile bütün dünyaya tarihinin reklâmını yapmaktadır. kapılarında saatlerce bekletip,6 sadist zevklerini tatmin etmekte, tari- Bizde ise “Tarih” veya “Ecdat” sözünü ağzına aldığın an, “Şanlı hin rövanşını çok gaddarca almaktadırlar. tarih hummasına müpteladır, iflâhı mümkün değildir!” teşhisiyle Milletini manevi bağlarla birbirine bağlayabilmek, onlara bir birini sevdirebilmek, ortak paydalar etrafında toplayabilmek, aynı hemen dışlanır, tâbir câiz ise aforoz edilirsin. İngilizler; sömürgelerinde her türlü fakültenin açılmasına mü- hedef ve istikamete sevk edebilmek için tarihi olmayan milletler bile saade ederler, fakat Tarih ve Edebiyat efsâneler uydurmakta, yalancı tarihler ortaya çıkarmaktadırlar. Biz burada okuyacak talebelerin, mutlaka İngiltere de eğitim görmelerini fakültelerini açtırmazlar, ise torunlarına dedelerini tek ve yegâne düşman olarak gösteren, (burslar vererek, çeşitli imkanlar sağlayarak) temin etmektedirler. başka milletler Mars ve Venüs’e dolmuş seferleri başlatıp, yıldızlar Çünkü tarihi ve edebi zevklerini iyi bilen bir millet, kendi benliğini arasında dolaşırken, bireylerin kafasından yukarıya çıkamayan, dinine ve geçmişine sövmekle vakit kaybeden tek milletiz. 5- Falih Rıfkı “Harp Mecmuası”, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.143. 6- Hürriyet Gazetesi, 22.03.2000. 17 7- Akif Cemil, “Hamdullah Suphi Anlatıyor”, Zafer Dergisi, sayı 225, s.7; Burhan Bozgeyik, “Tarih Nasıl Çürütüldü?”, Zafer Dergisi, Eylül 1995, sayı 225, s.7. 18 Çanakkale Çanakkale bulur, özünü tanır ve hiçbir milletin egemenliği altında yaşamaya katlanamaz.8 Bunu geçmişte bir tek Osmanlı yapmış, günümüzde de yapsa yapsa ancak onların torunları olan bu millet yapar. Bütün telâş ve Bunun için sömürgeci yani emperyalist devletler, kurbanlarını korku budur. Bu milletin üzerinde oynanan akla ve hayale gelmeyen mankurtlaştırıyor.9 Yani hâfızası silinmiş, geçmişini bilmeyen sürüler oyunların sebebi de budur. İslâm aleminde bunu başaracak başka bir haline devlet ve millet de yoktur. getirmek Davignon, istiyorlar. Avrupalıların Avrupa Türkiye Birliğinin hakkında mimarlarından akıllarının karışık Sözlerimizi teyit eden şu olay ne kadar ibretlidir: olduğunu söyleyerek; “Osmanlı imajının para harcanarak silinmesi Yakın tarihte ABD ve Rusya’nın devlet başkanları olan Regan gerekiyor” dedi.10 Yani biz, Avrupalının kafasındaki Osmanlı imajını ve Gorbaçov Cenevre’de buluşup şu kararları almışlardır: “Dünyada silebilmek ve bizim onların torunları olmadığımızı ispat edebilmek, İslâmiyet hızla yayılmakta ve Müslüman ülkelerde de maddi ve aslımızı inkâr ettiğimizi kabul ettirebilmek için para harcamamız, mânevi bir kalkınma var. Bu mutlaka önlenmeli ve dini uyanış gayret etmemiz ve bunu mutlaka başarmamız gerekmektedir! ki “İslâmî görünen” sapık inançlara kanalize edilmeli. İslâm ülkele- onların içine girebilelim. “Ağacı, sapı kendi dalından olan baltayla rinin kendi aralarındaki her türlü ilişkiler ve dayanışmalar önlen- keserler” atasözünde olduğu gibi maalesef! meli. Önümüzdeki asrın potansiyel lider ülkelerinden Türkiye’nin Haçlı aleminin bugün en büyük hedefi ve gâyesi Osmanlı nesli güçlenmesine mani olunmalı ve muhtemel bir İslâm dünyası lider- olan bu milleti izole etmek. En büyük korkusu ise, geçmişte olduğu liğine geçit verilmemeli. Türkiye’nin hem İslâm âlemi hem de Batı ile gibi bu milletin şuurlanıp, dedeleri, yani Osmanlı gibi Hıristiyan arası açılarak tecrit edilmesi mutlaka sağlanmalı...”11 âleminin karşısına dikilip, mazlum ve mağdur milletlerin kanı, canı Tarihte 16’sı büyük olmak üzere Türk milleti 180 dolayında ve kemikleri üzerine bina ettikleri medeniyetlerinin! can damarlarını devlet kurmuştur.12 1915’li yani birinci dünya savaşının çıktığı yıl- kesmesi, yani dünyayı hortumlamalarına mani olmasıdır. larda bağımsız bir tek Müslüman devlet vardı Osmanlı. Bugün de demokratik ve az çok hatırı sayılır bir tek Müslüman devlet var Türkiye Cumhuriyeti. İngiliz tarihçisi Bernard Lewis 1996 yılında İstanbul’da ver- 8- M. Fatih Can, “Dergilerden Bir Demet”, Tarih ve Düşünce Dergisi, yıl 2000, sayı 4, s.8. 9- Eski Çinliler esirlerinin başına bir deri geçirir, güneşin altında aç susuz günlerce bekletir bu işkenceden sonra esir hafızasını ve şahsiyetini kaybeder, efendilerine kayıtsız-şartsız itaat eden köleler olurlarmış. buna Mankurtlaştırma derlermiş. Bugün biz bu hale geldik. İbrahim Refik, “Kültürde Dirilmek”, TÖV Yay.İzmir, 1998, 2. baskı, s.28. 10- Milliyet Gazetesi, 03.04.2004. 19 diği bir konferansta şöyle demiştir: "Bugün İslâm âlemi yeni bir lider 11- M.Fahri Can, “Türkiye Uyutuluyor”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 54, s.5. 12- Harun Yahya, “Osmanlı Vizyonu”, Tarih ve Düşünce Dergisi Hediyesi, Ağustos 2003, Nesil Matbaacılık, İst. s.7. 20 Çanakkale Çanakkale bekliyor. Bunun zamanı geldi. Buda Osmanlı torunları olan sizlersiniz. Yitik yitirildiği yerde aranır."13 Haçlı âleminin bu aziz milleti nötralize etmek (tesirsiz hale getirmek) için var gücüyle çalışması bu sebeptendir. CİHAT Cihat: Gayret etmek, çalışmak, gücü ve kuvveti kullanmak gibi manalara gelir. Istılahta ise: Allah yolunda, O’nun ismini yüceltmek, İslâm dinini yaymak, vatan, millet, bayrak ve namus gibi mukaddes mefhumları korumak maksadıyla, mal, can ve diğer vasıtalarla çalışmak, gayret etmek, muharebe etmek manasınadır. Önemine binâen Kur’an-ı Kerim’de 35 yerde cihatla ilgili âyetler vardır. Bunlardan bir tanesinde Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlarla Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihat edenleri, derece itibariyle, oturanlardan üstün kıldı. Allah onların hepsine de cenneti vaad etmiştir. Bununla beraber Allah mücahitlere, oturanların üzerinde büyük bir ecir vermiştir.”14 13- 09.11.1996 Tarihli TV ve Gazeteler. 21 14- Nisa, 95. 22 Çanakkale Çanakkale Cihat âyetlerinin hemen hemen tamamında Yüce Allah ederek şehit olurken tattıkları doyumsuz zevki bir daha tadabilmek “mallarınızla ve canlarınızla...” ibaresini kullanır ve mal kelimesi için tekrar dünyaya dönüp defalarca şehit olabilmeyi”22 isteyeceklerine dair hadisler serdetmesi Müslümanlar arasında büyük ve hudutsuz bir cihat aşkının doğmasına sebep olmuştur. önce geçer. Bu demektir ki, bugün halkımız arasında anlaşıldığı kadarıyla cihat; sadece cepheye gidip savaşmaktan, şehit olmaktan, gazi olarak geriye dönmekten ibaret değildir. Cihat; her yerde, her zaman ve her türlü vasıta ile yapılabilir. Müminin yaptığı her iş; dürüst, hilesiz ve hakkıyla yapması kaydıyla cihat’dır.15 Faydalı ve bereketli olabilmesi için, Herkes kendi sahasında ve kendi branşında cihat yapmalıdır. Yeri ve zamanı gelince, icap ederse herkes cepheye koşup gerekeni yapmalı, ama sair zamanlarda da mümin, her an cihat içinde olduğunu bilmeli. “Cihat kıyamete kadar devam eder”16, “Kişinin nefsi ile yaptığı cihat en büyük cihat’dır”17 sözleriyle Allah Rasûlü bunlara işaret etmektedir. “Allah yolunda şehit olanlara ölüler demeyin. Onlar yaşıyorlar ama siz onları hissedemezsiniz.”18 Hz. Peygamber’in; “Şehitlerin kabir ve cehennem azabı görmeyeceğini”19 bildirmesi, “Cennetin kılıçların gölgesinde”20 olduğunu, “Şehidin yakınlarına şefaat edeceğini”21 müjdelemesi, “Allah’ın kendilerine verdiği akla ve hayale gelmez nimetleri görünce Cennet ehlinden kimsenin dünyaya geri dönmeyi istemeyeceklerini, ancak şehitlerin Cenâb-ı Hakk’a müracaat 15- Ebu Dâvud, Cihat, 6 (2486), 15 (2499). 16- Mecmeü’z-Zevâid c.1, s.106. 17- Tirmizî, Fedâilü’l Cihâd 2, (1621). 18- Bakara, 154. 19- Tirmizî, Fedâilül Cihâd, 2 (1621), Ebu Dâvud, Cihat, 16 (2500). 20- Buhârî, Cihat 22, 32, 156; Müslim, Cihat, 20 (1742). 21- Ebu Dâvud, Tirmizî, Et-Tâc c.4, s.335. 23 22- Buhârî, İman 25, Cihat, 5, 21; Müslim İmaret 108 (1877); Tirmizî, Fedailül Cihat,13. 24 Çanakkale Çanakkale beni yenersin ama yeniliver de ben de cihada iştirak edeyim” diye yalvarmıştır. Hanzala isimli delikanlı evlenmiş, gerdeğe girmiş, o günün sabahında Uhut savaşına iştirak etmiş ve şehit olmuştur. Hz. Halit b. Velid savaşlarda gösterdiği başarılardan dolayı Allah Rasûlü tarafından kendisine “Seyfullah-Allah’ın kılıcı” lâkabı verilmiş, buna rağmen şehit olamayıp rahat yatağında vefat edeceğine yakın “Allahım! Vücudumda kılıç, ok, mızrak... yarası olmayan bir karış Ashab'ta Cihat Aşkı Hansa isimli kadın Câhiliyye döneminin kudretli şairlerindendir. İslam’dan önce iki kardeşi öldürüldüğü için senelerce ağıt yakmış, şiirler söylemiş ve onların intikamını almak için yeminler etmiş, yer yok. Ömrü cihat meydanlarında geçen ben, böyle develerin yan yatarak öldükleri gibi rahat yatağımda mı ölecektim, şehitlik şerefine neye nâil olamadım?” diye Rabbine nazlanarak dünya değiştirmiştir. çabalayıp durmuştur. Müslüman olduktan sonra ise; Kadisiye savaşında 4 oğlunu şehit vermiş, ağlayıp sızlamadığı gibi, şehit anası olmayı lütfettiği için Allah’a dua etmiştir.23 Hz. Ömer devamlı “Allahım beni şehit olarak öldür ve Rasûlüyün beldesine gömdür” diye dua etmiş ve duası kabul olmuştur. İstanbul önlerine gelen Eyüb Sultan diye maruf olan Ebu Eyyüb el-Ensâri sefere çıkarken, atın üzerinde duramayacak kadar ihtiyar ve zayıftır ama o yine de sefere katılmıştır. Kıbrıs’ta medfun bulunan Peygamberimizin halası sefere çıkarken 86 yaşındadır. Refi b. Hüdeyç isimli genç, Uhut savaşına katılabilmek için, boylu ve büyük görünmek maksadıyla ayak parmaklarının ucuna yükselerek Hz. Peygamberin önünden geçmiştir. Semüre isimli genci Rasûlullah Uhut savaşına almayınca; “Ya Rasûlallah. Savaşa aldıklarınla güreş tutayım yenilirsem alma, ama yenersem müsaade et cihada katılayım” demiş, kabul edilince güreş yaparken rakıbine “ne olur sen Peygamber Efendimizin Kılıçları 23- M. Fethullah Gülen, “Sonsuz Nur”, Feza Yayıncılık, İst, 1994, c.1, s.230. 25 26 Çanakkale Çanakkale Sonraki Dönemlerde Cihat Aşkı Bu cihat aşkı Emevî’ler, Abbasî’ler, Selçuklular döneminde de devam etmiş, Sasânî, Pers ve Bizans İmparatorluklarına son verilmiş, Osmanlıda Cihat Aşkı Çin İmparatorluğu hudutlarına dayanılmış, Kuzey Afrika baştan başa “Düşman, hatlarımızı geçtikten sonra ölür- fethedilip, Cebeli Tarık’tan atlanarak İspanya toprakları baştan başa sem kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara geçilip, Paris hudutları zorlanmış ve orada 820 sene hüküm sürecek Endülüs İslâm devletinin temelleri atılmıştır. koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam, “Müslümanlıkta cihat, bir saldırıcılık, şuursuzluk bir imha ve kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu istila olmayıp, barış ve müsamaha yolu ile temin edilemeyen gaye mahalle gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir uğruna baş vurulmuş son çaredir. Binâenaleyh bu noktada cihâdı abide dikeceklerdir.”25 Şükrü Paşa körü körüne bir dövüş ve kan dökücü cenk ve kavga görmeyip, prensip adına kabul edilmiş mukaddes bir vazife bilmek doğrudur...”24 Bu hususta Osmanlılar çok daha farklı davranmışlar, ve tarih sahnesinde müstesna bir yer işgal etmişler, Allah ve Rasûlü’nün övdüğü, methettiği insanlar olmuşlardır. İslâm ulemasının bir çoğuna göre Mâide Sûresinin 54'üncü âyeti Türkleri işaret etmektedir ve şöyle buyrulmaktadır: “...Siz ihtilâfa düşeceksiniz ey İslâm kavimleri! Ama ben bir kavim göndereceğim ben onları çok severim onlar beni çok severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şid- Kurtuba Büyük Camii 24- Sâmiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları”, Damla Yay. İst. 1977, 2. Baskı, s.50. 27 25- “Asker, Yönetici, İnsan”, s. 53. T.C. Genelkurmay Bşk. K.. K. K. Ank. 1995, s. 53.(Vasiyet, 1912 Balkan Harbi sırasında yazılmıştır. Edirne’de 3. Mekanize Tümen Karargâhı şeref salonunda Şükrü Paşa’ya ait şeref köşesinde kendisine ait özel malzemelerle birlikte bulunmaktadır. 3 Tümen’e Amiral İsmail Kılkış tarafından verilmiştir.) 28 Çanakkale Çanakkale detlidirler. Allah yolunda cihat ederler. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.”26 aşk ve şevkle cepheye giden gençlerin neler yaptıklarını da rahmetli İstanbul’un fethiyle ilgili hadis ise herkesin malumu. “İstanbul bir gün mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır ve onun askerleri ne güzel askerlerdir.”27 Bu inançla, bu duygu ve düşüncelerle, bu azim ve gayretle, bu Şair Yahya Kemal’den okuyalım: AKINCI Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik; Osmanlı nesli daha beşikte iken şehitlik ninnileri ile bü- Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! yümüştür. Devletin kurucusu Osman Bey: “At sırtından inmeyin, Ak tolgalı Beylerbeyi haykırdı: “İlerle!” karılarınız gibi rahat yatağınızda ölmeyin”28 diye vasiyet etmiştir. Cihat aşkı her an gönüllerde canlı kalsın, şevkini ve heyecanını tazelesin diye, Fatih dönemine gelinceye kadar, her namazdan önce 29 Mehter’e növbet vurdurmuşlardır. 140 bin kişilik orduyu 2500 km. Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle... Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan, Şimşek gibi Türk atlılarının geçtiği yoldan. yürütüp dinlendirmeden savaşa sokup, Çaldıran’da zafer kazan- Bir gün, dolu dizgin boşanan atlarımızla, mışlardır. En popüler Padişahları Kanuni’nin 13 yılı bilfiil cephede Yerden yedi kat arşa kanatlandık, o hızla... ve çadır içinde geçmiştir. Askere giden ciğerpare evlatlarına anneleri: Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de, “Cepheden kaçarsan emzirdiğim sütümü helâl etmem” demiş, Hâla o kızıl hâtıra titrer gözümüz de. babaları da: “Evlât bu millet koyuna kına yakar, Allah’a kurban Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik; olsun diye. Geline kına yakar evine ve beyine kurban olsun diye. Askere giden gençlerinin eline kına yakar, gerekince vatanına kurban 30 olsun diye. Benim yüzümü kara çıkarma” diye vasiyet ederek, düğüne bayrama gönderir gibi davullarla, zurnalarla asker uğurlamışlardır. Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! Mümkün mü? Elbette. Çünkü Cenâb-ı Allah; İmanlı, inançlı, ihlâslı, her türlü hazırlığını yapmış, kendi üzerine düşeni yerine getirmiş, düşmanının silahlarından ve malzemelerinden daha iyisi ile mücehhez olmuş, neticede el açıp Allah’a dua eden, neticeyi ona havâle eden, ondan yardım ve nusrat bekleyen insanlara yardım 26- Mâide, 54. 27- Müstedrek, c.4, s.422; Ahmed. b. Hanbel, Müsned, c.4, s.335. 28- Vecdi Bürün, “Nasıl Öldüler”, Ötüken yay. İst. 1964, s.42; Celal Yıldırım, İslâm Türk Tarihinin Altın Sayfaları, Hikmet Yay.1978, s.387. 29- Von Hammer, “Osmanlı Devleti Tarihi”, Üçdal Neşriyat İst.1966, c.1, s.71. 30- Bk: Mehmet Niyazi, “Kınalı Kuzu”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Nisan 1997, sayı 37, s.32. (Yozgatlı bir ananın oğluna mektubu). 29 edeceğini ve bu evsafta olmak kaydıyla az sayıda bile olsalar onları galip getireceğini vadediyor.31 Bedir Savaşında bunu göstermiş ve müminlerin ordularını Meleklerle takviye ettiğini bize bildirmiştir: 31- Bakara, 249; Enfal, 65. 30 Çanakkale Çanakkale “Hani Rabbin meleklere: Muhakkak ben sizinle berabe- ekseri Müslümanların olmuştur. Bu mübalağa gibi görülmemelidir. rim. Haydi iman edenlere destek olun, ben kâfirlerin yüreğine Yani Yahya Kemal merhum biraz abartmış gibi düşünülmemelidir. korku salacağım, siz de hemen boyunlarının üstüne vurun, onların bütün parmaklarına vurun (doğrayın) diye Mesela: vahyediyordu.”32 mıştır. Maddi ve teknolojik üstünlükleri bir tarafa bırakılsa bile, 19. Yüzyılda bile Osmanlı bire on katı fazla nüfusla savaş- Bedir savaşında Müslümanlar 300 kişi, kafirler 1000 kişidir. Balkan savaşlarında olsun, İstiklâl savaşında olsun 7-8 tane Avrupa Uhut savaşında Müslümanlar 700 kişi, kafirler 3000 kişidir. devleti ile aynı anda bir çok cephede savaşmıştır. İngilizleri, Yermük savaşında Müslümanlar 20 bin kişi, kafirler 200 bin Fransızları, İtalyanları... bir tarafa bıraksak bile sadece Rusya’nın o tarihteki, yani 1912 li yıllardaki nüfusu 129 milyon, Osmanlı’nın 33 kişidir. Malazgirt Meydan savaşında Bizans Ordusu 200 bin, Türk nüfusu (Gayr-i Müslim tebaanın nüfusu da dahil) ise 42 milyondur.38 Ama onlar, İslâm aleminin bayraktarı olduklarını, Haçlı alemi- Ordusu ise 50 bin kişidir.34 Mohaç Meydan Muharebesinde Osmanlı ordusu takriben 120 bin, Haçlı ordusu ise 300 bin kişidir. 35 Kanije Kalesini muhasara eden Haçlı Ordusu 100 bin, Onu savunan Osmanlı Ordusu 9 bin kişidir.36 Preveze Deniz Savaşında Türk donanmasında 122 gemi, 20 nin karşısına kendilerinden başka çıkacak, yıkılmaz iman ve ihlâs abidesi misali duracak milletlerin olmadığını biliyorlar, İslâm ve Müslümanların fedâisi olarak kendilerini görüyorlar ve bu şuurla, bu inanç ve itikatla nesillerini yetiştiriyorlardı. Onların hayat prensipleri durumunda olan şu sözlere baktığımızda meseleyi daha iyi anlarız, ve onları daha iyi tanırız: bin asker vardır. Haçlı Armadasında ise 600 den fazla gemi ve 60 bin “Allahü ğâyetüna: Gayemiz Allah’tır. asker vardır.37 Günümüzde olduğu gibi, geçmişte de Haçlılar her zaman ittifak edebildikleri için, her savaşta Müslümanlardan sayı bakımında fazla olmuşlardır. Hal böyle iken, birkaç savaş müstesna galibiyet Verrasûlü zeîmüna: Liderimiz ve önderimiz Hz. Peygamberdir. Vel islâmü sebîlüna: Yolumuz İslâm yoludur. Vel Kur’anü düstûruna: Uyduğumuz düsturlar Kur’an’ın prensipleridir. 32- Enfâl, 12. 33- Fethullah Gülen, a.g.e. c.2, s.58. 34- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yay. İst. 1978, s.111. 35- “Osmanlılar Albümü”, Akit Gazetesi, 1999, s.85. 36- Yılmaz Öztuna, a.g.e. s.143. 37- Yılmaz Öztuna, “Türk Tarihinden Yapraklar”, M.E.B. Yay. 1000 Temel Eser, İst. s.175. 31 Vel cihâdü hırfetüna: Cihat bizim san’atımızdır. 38- Mustafa Armağan, a.g.e. s.212-215. 32 Çanakkale Çanakkale Veşşehâdetü fi sebîlillâhi aksâ âmâlina: Şu dünyada en son ve en ulvî gâyemiz; kadın-kız, mal-mülk, servet-sâman, mevkimakam, şan-şöhret... değil, Allah yolunda şehit olabilmektir.” Şair bu durumu bir beyitle ne güzel dile getirmiştir: Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine39 Tarihi rivayetlere göre Genç Osman, Bağdat seferine katılmak istemiş ama, “yaşın genç daha tüyün (bıyığın) bile bitmemiş” diye almak istemezler. Bu delikanlı eskiden gençlerin yanlarında taşıdıkları siyah kemik tarağı cebinden çıkardığı gibi: “Marifet bıyıkta ise alın size bıyık” diyerek üst dudağına saplayınca, orduya almışlar HAÇLI ALEMİ Haçlıların Osmanlı Düşmanlığı ve o dillere destan olan, efsanelere konu olan, marş olarak bestelenen, İslâm’ın zuhurunu ve yayılmasını, Hıristiyanların Müslüman asırlarca ordu mensupları tarafından söylenen ve Anadolu gençlerinin olmalarını, Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilip neşvü nema dilinden düşmeyen “Genç Osman” efsanesini gerçekleştirmiştir. bulduğu Anadolu’nun Müslüman Türkler tarafından fethini, birçok Hıristiyan devletin Osmanlı egemenliği altına girmesini, İpek yolunun, yani can damarlarının Türkler tarafından kesilmesini bir türlü hazmedemeyen ve devamlı Türk baskısı altında yaşamayı, Hilâlin Haç’ı boğacağı korkusu ile dolu bir hayat sürmeyi kabullenemeyen Hıristiyan âlemi, kutsal ittifaklarla, Haçlı orduları ile, siyasi ve ekonomik baskılarla tarihi süreç içinde, İslâm âleminin lideri ve bayraktarı olan Osmanlı ile devamlı kavga halinde olmuş, Hz. İsa'nın isteği olan “Bütün Dünyanın Hıristiyanlaştırılması”40 arzusuna mani olan Müslüman Türk'ün imha ve izalesi için ne gerekirse yapmıştır. Bu habis ittifakın öncülüğünü de devamlı İngiltere üstlenmiştir. Her zaman, her yerde ve her hal ü kâr'da Osmanlının aleyhine 39- Mehmet Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul 1966, s.119. 33 40- Matta, 28, 19-20, Markos, 16-15. M. Necati Özfatura, Yeşilay Dergisi Mart 2004, sayı 843, s.10. 34 Çanakkale Çanakkale istememiştir.41 Julius Cesar (M.Ö. 101-44) çok çabuk ve kolay kazandığı bir Günümüzde Osmanlı torunlarına biraz sıcak bakar gibi görünüyor savaş için şöyle demişti: " Vini, vidi, vici-Geldim, gördüm, yendim". ama, bu eşyanın tabiatına aykırıdır, yakında kokusu çıkar her halde. Müttefik askerleri de, maddi imkansızlıklar yönünden belki tarihinin çalışmış, onun kuvvetlenmesini hiçbir zaman Birinci Dünya Savaşı başlarken İngiliz Başbakanı Asquit: “Osmanlı Devleti kılıçla ortadan kaldırılacaktır.”, Savaş Bakanı Kitchener da: “Osmanlı’yı mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz” demişlerdir.42 en zor döneminde olan Türk milleti ile yapacağı bu ölüm kalım savaşının böyle olacağını zannederek Çanakkale önlerine gelmişlerdi. Meşhur İngiliz Şairi Robert Brooke o günlerde şöyle şiirler yazıyordu: Sunday Times Gazetesinden Ellis Ashmead Bartlett43 Ça- nakkale önüne gelen donanma için: " Son ve en büyük Haçlı Ordusu" değerlendirmesini yapıyor ve şöyle diyordu:“Bu son haçlılar, bir " Demek Galata kulesi 15 lik toplarımızla parçalanacak Demek Ayasofya’nın halılarını mozaiklerini yağmalamak bana kalacak zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e kadar uzanmış olan eski Os- Demek Deniz kana boyanıp leş dolacak manlı İmparatorluğunun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Ve Türk lokumları benim olacak"46 Ortaçağ şövalyelerinin öcünü alacaktır.44 462 senelik Osmanlı’nın kötü idaresinden sonra Haç’ı, bir kere daha, muzafferen Bizans Meşhur İrlandalı yazar Bernard Shaw, İngilizlerin mizaç ve önlerine götürecektir.”45 karakterini değerlendirirken şöyle der: “Çok iyi ve çok kötü hiçbir şey yok ki onu İngiliz yapmasın! Ancak İngiliz’in hiç yanlış yaptığını göremezsiniz. Çünkü her şeyi ilkeleri gereği yapar. Yurt severlik 41- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.20 42- Sina Akşin, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele”, s.22. 43- Ellis Ashmead Bartlett, 1881-1931. “Çanakkale Gerçeği”, Gazeteci ve savaş muhabiri, Çev. Krm. Yzb. Rahmi Bey, Günümüz diline çeviren: Muzaffer Albayrak, Yeditepe Yay. İst. 2006. s. Fanatik bir İngilizdir. Çanakkale savaşlarında bulunmuş, önceden göklere çıkardığı Müttefik ordularını, işler kötüye gidince yermiş, komutanları suçlamış, takibata uğramış birisidir. 44- İsmail Kayabalı-Cemender Arslanoğlu, “Çanakkale Savaşı 1915”, s.126-145; Recep Şükrü Apuhan, “Çanakkale Geçilmez”, Timaş Yay. İst. 2005, s.30. 45- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.89. 35 ilkeleri gereği sizinle savaşır. İş ilkeleri gereği sizi soyar. Sömürgecilik ilkeleri gereği sizi köleleştirir, kendine kul eder.”47 İngilizlerin ne kadar menfaatine düşkün ve Müslüman düşmanı olduğunu, şair ve mütefekkir Ziya Gökalp şiir diliyle şöyle değerlendirir: Uzaklarda bir ada var Halkına derler İngiliz 46- Yeşilay Dergisi, Mart 2006, Sayı 868, s.51. 47- İbrahim Refik, “Destansı Hüzün”, Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2001, s.22. 36 Çanakkale Hem medeni, hem canavar Çanakkale Avrupalılar o kadar Türk düşmanı ki, papazlar o kadar ger- Fendinden emin değiliz çekleri ters yüz ediyorlar ve Türk'e karşı düşmanlık besliyorlar ve Doğrulukta Rus Kazağı propagandasını yapıyorlar ki, 2000 sene önce, kendi inançlarına göre Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini sembolize eden bazı resimlerde bile, bu Onun yanında sofudur. işi Türklerin yaptığını yani Hz. İsa'yı Türklerin çarmıha gerdiğini çiz- Topu tutar dört bucağı dirmişler ve bunu lanse eden tablolar yaptırmışlardır.51 Denizlerin Moskofu’dur İngilizler, l.Dünya savaşı yıllarında, Halifeliğin Kureyş’e ait olduğunu şiddetle yaymışlar, dolayısıyla Osmanlıların halifeliğinin Bunun en gizli emeli: meşru olmadığını, Hilâfetin tekrar Araplara dönmesi hususunda Müslümanlar uyanmasın! yardımcı olacaklarını söyleyerek, Arapları isyana teşvik etmişler, Uçtan uca İslâm ili Hilafete bağlı olan diğer milletleri de şüphe ve tereddüde sevk Kendine arpalık kalsın48 etmişler, Osmanlıyı parçalayabilmek için her türlü çareye baş vur- Tarihçi Murphey’e göre Osmanlının gerilemesi, Rönesans muşlardır.52 döneminde çağa ayak uyduramaması, Avrupa'nın kapıldığı rüzgâra İngilizlerin, kandırarak Osmanlıya karşı savaşa sürmek istedik- yelken açamaması, bazılarının zannettiği gibi, Avrupa’nın yeni- leri Müslüman Hintlilerden bir çoğu, liklerine kapalı kalması, dinin terakkiye mani olması, din adamlarının fakat diğerlerine ibret olsun diye, ailelerinin gözleri önünde kurşuna aydın ve ileri görüşlü olmamaları, halkı müspet yola sevk ve kanalize dizilmişlerdir. Bu ve benzeri yöntemlerle kandırdıkları bir milyona edememeleri gibi sebepler değil… bilakis Avrupa’nın onlara her hu- yakın Müslüman’ı 49 susta ambargo uygulamasındandır. cepheye gitmek istememiş, cephelere sürmüşlerdir...Çoğunu da: Almanlar İslâm Halifesini tutsak ettiler Türkleri zorla Hıristiyan yaptılar, Sultan ll. Abdülhamid huzurunda, Japonların terakki edipte camileri kiliseye çevirdiler, Kur'an-ı ayaklar altında çiğnediler…53 bizim neye edemeyişimiz dile getirilince, bu gerçeği şöyle izah gibi Müslümanları galeyana getirecek yalanlarla kandırıp Hin- etmiştir: “Biz de Japonlar gibi terakki edebilirdik. Onlar Avru- distan’dan, Afrika'dan yüz binlerce Müslüman’ı getirip Müslüman palıların pençelerinden uzak olduklarından bize nazaran bahtiyardırlar ve emniyet içinde yaşamaktadırlar. Maalesef biz tam Avrupalı sırtlanların geçiş yerine çadırımızı kurmuşuz.”50 48- Ziya Gökalp Çanakkale 1915 CD’si. Tür Tarih Kurumu 2001. 49- Mustafa Armağan, a.g.e. s.191. 50- İbrahim Refik,“Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s.39. 37 51- İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru 3”, Albatros Yay. 4. Bas. İst. 2001, s.171. 52- Mehmet Niyazi, “Yemen Ah Yemen”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004, sayı 374, s.6. 53 - brahim Refik,“Destansı Hüzün”,Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2001,s.30. 38 Çanakkale Çanakkale Türk’e karşı savaştırmışlardır.54 Üstelik bunları lüzumsuz ölümler Harbiye Nazırı W. Churchill: “Türkler insan değildir ki” diyerek için yem olarak kullanmışlardır. üzerimize zehirli gaz attırma emri vermiştir. Fakat İlâhî mucize daha İngiliz'lerden birazcık Türk sempatizanı gözükenlerin bile önce olduğu gibi tekrar eder ve o ana kadar denizden karaya esen niyetlerinin ne olduğunu şu misal ne güzel dile getirir: “Türklerle rüzgâr, bir hafta boyunca karadan denize esmeye devam ederek yakın münasebetler içinde olmamız şarttır” düşüncesini taşıdığı ve “Asım’ın neslini” imhadan kurtarmıştır.57 bunu açıkça ifade ettiği için İngiltere Başbakanı D’israeli’yi Avam Çanakkale'de zehirli gaz kullandıklarını kabul etmeyen Kamarasında "Türkiye sempatizanı" olarak suçlamaları üzerine şöyle İngilizleri kendi savaş muhabirleri yalanlıyor ve hatıratında şöyle demiştir: “Türklere düşman olmak demek onları başkalarının kol- yazıyor: larına bırakmak ve bu zengin imparatorluğun toprak altı ve üstü ser- “…Gaz kullanımına karşı savaşmak için faal hazırlıklar vetlerini yine bizden olmayanlara teslim etmek anlamına gelir”55 Bu- yapılıyor, çünkü istihbarat onun kullanılacağını söylüyor. Saat 9.30 gün AB'a girme hususunda Türkiye lehine bir politika izlenimi veren da General’le (Godley) dışarı çıkıyorum…tercümanlar kendilerine İngilizlerin bu tutumunun altında ne maksatlar ve menfaatler gizli de gaz maskesi verilmesi hususunda, Başkumandanlık karargahına olabileceğini okurlarımın takdirine bırakıyorum. temsilciler gönderip ısrarcı oldular.”58 Çünkü onların kendi menfaatleri olmadan bizim lehimize po- “…Burası da derenin içi gibi enkaz ve pislik ile doludur, her litika izlemeleri aklen muhaldir. Bunu kendileri de her platformda taraftan dayanılmaz derecede iğrenç bir koku yayılıyor ve itiraf ediyorlar. Avam Kamarasının duvarında yazılı olan şu cümle milyonlarca sinek sürülerle hücum ediyordu. Bir köşede tüfeklerini bunun en açık ifadesidir: "İngilizlerin dostu yoktur, menfaatleri var- dizleri üzerine aykırı koymuş ve birlikte oturmuş yedi Türk vardı. dır."56 Bunlardan biri, arkadaşının boynuna kolunu dolamış ve yüzüne Onların bize bakış açısını en güzel dile getiren olaylardan biri mütebessimane bakıyordu. İşte bu anda ölüm, bu yedi arkadaşı de şudur: Çanakkale'de ne yaptılarsa başarıya ulaşamayıp çaresiz avlamıştı. Bunların tamamı sanki uyuyor gibi görünüyorlardı çünkü kalınca Türk siperlerine zehirli gaz atmayı müzakere ederler. Ami- bu yedi Türk askerinden ancak birisinde yara izi gördüm( rallik Lordu’nun “İnsanlık suçu” diye reddetmesine mukabil, İngiliz diğerlerinde hiçbir şey yoktu)"59 54- M. Sercan Tayşi, “Çanakkale Zaferi”, İslam Dergisi, Mart 1990. İbrahim Refik, “Geçmişten Geleceğe Işıklar”, Albatros Yay. 5. bas. İst. 2003, s.102. 55- İlhan Bardakçı, “İmparatorluğa Veda” Hülbe Yay. İst. 1985; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s.45 56- İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay. İst. 2001, s.124. 57- Nezih Uzel, “İslâm’ın Çanakkale Savaşı” Zaman Gazetesi, 18 Mart 1989. 58- Aubrey Herbert,”Çanakkale (Devler Ülkesinde Devler Savaşı)” Çev. Seyfi Say, Ataç yay. İst. 2006. s.90, 93. 59- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.193. 39 40 Çanakkale Çanakkale “...Bu havanlar topları kısa menzilden düşman siperlerine dik Kurtuluş savaşı yıllarında, dokuz cephede63 savaşırken esir olmak üzere 30 veyahut 70 litrelik melinit’il bombaları düşüren düşen ve dünyanın çeşitli yerlerine esir kamplarına götürülen ve ölümcül silahlardı.”60 takribi sayıları 200 bin civarında olduğu söylenen Türk askerlerine de Bu gaz ve çürümüş insan etlerinin kukusundan rahatsız olan İngilizler çok kötü muamele etmişlerdir. Bunlardan 15 bin kadarının İngilizlerin sık sık ateşkes istemelerini Esat Paşa Hatıralarında şöyle gözleri, "Tedavi ediyoruz" bahanesiyle İngiliz ve Ermeni doktorlar izah eder: “İngilizler böyle bir görüşmenin yapılmasını dört gözle tarafından kör edilmiş, kobay olarak kullanılmış, üzerlerinde bir çok beklemekteydiler. Çünkü, Gelibolu’nun çoğunlukla kuzeyden esen ilaçlar denenmiştir. Olay duyulup memlekette büyük infial oluşunca, rüzgârı, ölülerin kokmuş vücudundan çıkan fena kokuları onlara konu Mustafa Kemal Atatürk döneminde meclise kadar getirilmiştir. doğru sürüklediğinden pek güç durumdaydılar.”61 Bu konuyu işleyen Konya’daki 'Öğüt' gazetesi İşgal kuvvetleri Haçlıların ne derece Türk düşmanı olduklarının yansıtan bazı misaller de şunlardır: İstanbul’u işgal ettikleri gün, dünya tarihinde o tarafından kapatılmış Fakat Atatürk tarafından maddi manevi yardım görerek tekrar açılmıştır.64 güne kadar hiç görülmemiş, bir uygulamayı başlatmışlar ve yayınla- Yaralı, susuz, yorgun, aç bî ilaç Filistin cephesinden geri çe- dıkları askeri bir emirle, rütbesi ne olursa olsun Osmanlı subayları, kilen Osmanlı askerlerini, gözü dönmüş Arap eşkıyalarına öldürte- yine rütbesi ne olursa olsun müttefik subaylarına selam vermeye bilmek için İngilizler: "Türk askerleri altınlarını yutup karınlarında mecbur bırakılmışlardır. Yani Ömrü cephelerde geçen ve yaşı 70’e saklıyorlar" diye propaganda yapmış ve bir çok vatan evladının çölde yaklaşan bir Osmanlı generali veya mareşali, müttefik kuvvetlerden karınlarının pala ve cembiyelerle (bir tür bıçak) deşilerek şehit edil- bir teğmene selam verme mecburiyetinde62 bırakılmıştır. Bu ne kadar mesine sebep olmuşlardır.65 aşağılayıcı ve Haçlı kinini yansıtan bir olay. Bu durum çok ağırına Plevne Şehitlerimizin kemiklerini gemilerle İngiltere'deki giden bir çok Osmanlı subayı ya Anadolu’ya atlamış, Kurtuluş Bristol limanlarına götürüp gübre yapan İngilizlerden her halde daha Savaşımızın nüvesini teşkil eden ittifaka katılmış, veya mecbur medenisini beklemek saf dillik olur.66 Ama kaderin cilvesine bakın olmadıkça üniforma değil, sivil elbiseler giymişlerdir. ki, bugün bu zaferlerimizi anma törenlerinde bunlara düşman demekten bile nerdeyse men edilir duruma geldik. 60- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.182. 61- İsmail Çolak, “Çanakkale’nin Kahraman Mekteplileri”, Lamure yay. İst. 2006, s.53. 62- Tarık Balioğlu, “Bir hayal-i muhal”, Tarih ve Medeniyet dergisi, Aralık 1996, sayı 33, s.29. A.Emin Yalman, “Yakın Tarihte Gördüklerim Geçirdiklerim”, Pera Yay. İst. 1997, c.1, s.543-584-657-643. 41 63 - Doğu (Kafkas), Irak, İran, Suriye, Kuzey Afrika, Canakkale, Makedonya, Romanya, Galiçya cepheleri. 64- Cemalettin Taşkıran, “Ana Ben Ölmedim”, Türkiye İş Bankası Yayını, İst. 2001, s.143. 65- Musa Anter, “Hatıralarım”, Yön yay. İst 1991, s.86; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s.63. 66- Yılmaz Öztuna, a.g.e.c.7, s.296;Zafer Dergisi, sayı 117, s.18. 42 Çanakkale Efendim bunlar geçmişte kaldı. Günümüz Avrupalısı çok farklı. Medeni, insancıl, merhametli, demokrat, insan haklarına say- Çanakkale menfaatlerinden başkasını düşünmezler. Kimseye acımazlar ve merhamet etmezler. Bunu zaman zaman kendileri de itiraf ediyorlar: gılı, hatta hayvanlara bile ne kadar şefkatli olduğu zaman zaman William M. Pickthall ( 1875-1936) şöyle demiştir: “Biz İngiliz medyaya yansıyor! diyenler çıkabilir. Bu sebeple bir de yakın ta- milleti iyi niyetli fertlerden oluşmuşuzdur ama bütün olarak dost rihten misal verelim: Bosna Savaşında batılı askerler, geçmeleri olmayan bir milletiz”.68 gereken mayınlı bölgelerden, savaşta ana-babasını kaybetmiş öksüz Bunlar öyle taraflı, iki yüzlü, riyakar, insafsız bir politika çocukları yem olarak kullanarak geçmişlerdir. Mayınlı bölgelere izliyorlar ki, içlerinde birazcık insaf sahibi olan kişilerin sabrını çikolatalar atmışlar, açlıktan kıvranan çocuklar onları kapabilmek taşırıyorlar ve gerçekleri söylemekten geri duramıyorlar. Bu cüm- için koşmuşlar, ölenler ölmüşler, ölmeyenlerin temizledikleri yerler- leden olan şu itirafta çok çarpıcı: Independent muhabiri Robert Fisk, den de Batılı kahramanlar! geçmişlerdir.67 2005 yılında Londra metrolarında patlayan bombalardan sonra Yine 13.02.2006 tarihli gazetelere bakılırsa, o günkü yayınlar Başbakan Toni Blair’in “Barbarca saldırılar” demesi üzerine bir hatırlanırsa; Basra'da 13-15 yaşında gösteri yapan çocukların yazı kaleme aldı ve şöyle dedi: “Evet barbarca. Ama 2003 de Ame- sokaktan toplanıp bir Avluya getirilip İngiliz askerleri tarafından rikan-İngiliz ittifakının işgal ettiği Irak’ta sivillerin öldürülmesi, nasıl insafsızca, vicdansızca dövüldüğü ve dövülürken nasıl kah- Iraklı çocukların atılan misket bombalarıyla paramparça olması, kahaların atılıp, sadist çığlıklarının salındığını görebilirler. Ebu Amerikan ordusunun kontrol noktalarında masum Iraklıların Gureyb cezaevinde ise bu tabloların binlercesinin yaşandığı yine vurulması da barbarca değil mi? Bu bir çelişki, onlar öldü mü savaş dünya gündemine yansımıştır. Yansımayan saklıda, gizlide olanları zayiatı, biz öldüğümüz zaman barbarca bir terörün kurbanı ise tahmin etmek zor olmasa gerek. oluyoruz”69 Hangi husus olursa olsun genelleme yapmak, bazılarının yap- Bugün ABD, bütçesinin %70 den fazlasını, İngiltere'de %57 tıkları yüzünden bir ırkı, bir kavmi, bir milleti…karalamak doğru den fazlasını savaş sanayisine yani insan öldürmeye ayırıyor.70 değildir ve benim sevmediğim bir husustur. Buna eski tabirle ifrat, ABD'nin günlük askeri harcaması 973 milyon dolardır.71 Eğer bu günümüzde kullanıldığı şekliyle fanatizm veya radikalizm denir ve hiç tasvip edilmemesi gereken bir husustur. Dolayısıyla elbette Batılılar içinde de, fertler (kişiler) söz konusu olduğu zaman çok iyi insanlar vardır. Ama onların devlet politikaları söz konusu olunca 67- Hürriyet Gazetesi 11 Mayıs 1995; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. İst. 2001, s.45. 43 68- William M. Pickthall (1875-1936) Balkan Savaşı günlerinde Türkiye ve bazı Osmanlı diyarını gezen ve olumlu tespitleri olan bir İngiliz. Tarih ve Düşünce Dergisi, Nisan 2005, sayı 57, s.31. 69- Yeni Şafak, 09.07.2005, Tarih ve düşünce Dergisi, Ocak 2006, sayı 62, s.74. 70- Sızıntı Dergisi, Mayıs 1989, s.132; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. İst. 2001, s.122. 71- Yeşilay Dergisi, Mart 2003, sayı 832, s.21. 44 Çanakkale Çanakkale paranın yarısı dünya insanlığı için, açlık çeken insanlar için, temel eğitim alamayan insanlar için, bulaşıcı hastalıkların pençesinde kıvranan insanlar için… ayrılmış olsa, her taraf güllük gülistanlık olur. Ama bu korkunç para bu sahalarda değil de, insanları öldürme ve öldürtme hususunda kullanılmaktadır. Batılı geçmişte arenalarda tatmin ettiği bu hobisini, bu gün bütün dünya sathına yayarak gerçekleştirmektedir. Afganistan ve Irak'ta savaşan ABD'li Korgeneral James Mattis, San Diego kentinde Irak'ın İşgali konulu bir konferansta "Müslüman zımbalamak (vurarak öldürmek) çok eğlenceli bir şey" demiştir.72 Bugün ABD'nin Nükleer ve kimyasal silahları bahane ederek girdiği Irak'ta bilhassa Felluce'de kimyasal silah kullandığı tespit edilmektedir.73 Yine batılı bu sadist zevklerini tatmin için Afrika ve Güney Amerika'nın Amazon ormanlarında hedefleri gerçek insan olan safariler düzenlemektedir.74 Biz onların hayranıyız ama onlar bize insan gözüyle bakmıyor. ABD’lilerin büyük lügati Webster’s New International’a göre Türk: “İki yüzlü, vahşi, gaddar, şehvetperest bir kimsedir.”75 72- Milliyet 05.02.2005; D. B. Tercüman, 05.02.2005. 73- Yenişafak 31.12.2004. 74- Hürriyet Gazetesi 11 Mayıs 1995; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. İst. 2001, s.45. 75- Ragıp Akyavaş,“Tarih Meşheri”, T.D.V. yayını Ankara 2002, c. 1, s.171. 45 46 Çanakkale Çanakkale 1920'li yıllardan itibaren bir komünist fobisiyle (korkusuyla) bizi bir asra yakın kullandılar. Hudutsuz askeri harcamalara ve silahlanmaya sevk ettiler. Kalkınmak için gereken potansiyelimizi bize silahlar satarak kendilerine kanalize ettiler. Avrupa'nın bekçiliğini yaptırdılar. NATO, CENTO gibi paktlar kurdurdular. Ama bu paktların gizli arşivlerinde, ta o zamanlar hazırlanmış, Türkiye'nin nasıl bölünmesi ve parçalanması gerektiğinin, Doğu ve Güneydoğu'da sözüm ona basit basit devletlerin nasıl kurulması icap Haçlıların Çifte Standardı ettiğinin, plan ve projeleri son zamanlarda ortaya çıktı. O gün yazılan Bunları, küreselleşen dünyada Avrupalı ve Hıristiyan düşmanı, senaryolar bugün sahneye kondu ve alnında kara lekesi olmayan şanlı fanatik insanlar yetiştirmek, geçmişin küllenmiş yaralarını yeniden Mehmetçiklerimizin başına çuval geçirdiler. Onurlarını zedelemeye kanatmak, gençleri kin ve düşmanlık duygularıyla bilemek için çalıştılar. Kaymakamımızı tokatladılar. Muhribimize (güya hataen!) yazmıyoruz. Sadece Avrupalının reklamlarda görülen Avrupalı ateş edip subay ve askerlerimizi şehit ettiler ve burnumuzun dibinde olmadığının bilinmesi, madalyonun öbür yüzünün görülmesi, şu asırlarca başımıza bela olacak bir türedi devlet kurdurdular… günlerde beraber dans etmeye hazırlandığımız insanların tanınması için yazıyoruz. Affetmek erdemlilik, unutmak ve umursamazlık ise aptallık ve ahmaklıktır. Geçmişte yapılan bu haksızlıkları, bu katliamları, bu soykırımları, bu iftira ve tezvirleri, bu insanlık dışı tutum ve davranışları… affedelim, bağışlayalım, bu adâvet duygularını kıyamete kadar sürdürmeyelim, menfaatimiz gerektiriyorsa onlarla dayanışma ve işbirliği içinde olalım… Bunlara hiçbir itirazımız yok. Ama onların geçmişte ve yakın tarihte yaptıklarını ve hala yapmakta olduklarını unutalım, umursamayalım, öğrenmeyelim, genç nesillerimize aktarmayalım yani mankurtlaşalım dersek işte bu en büyük Bugün bile AB yetkilisi Joost Lagendik: "Ordu provokasyona geçti. PKK da buna silahla cevap verdi"76 demektedir. Yani doğu ve Güneydoğu'daki terör ve katliamların müsebbibi olarak ordumuzu göstermektedir. Bu adam hakkında savcılarımız dava açmışlar ama netice alınamamıştır. Adamlar o kadar Türk ve Müslüman düşmanıdırlar ki, PKK nın yaptığını meşru ve mubah sayıp, Ordumuzu yargılamaktan çekinmiyorlar. Zaten PKK belasını çıkarıp başımıza musallat edenlerde onlardan başkası değildir. Batılının ne kadar açık ve bariz çifte standart uyguladığına birkaç misal arz ediyorum: felaketimiz ve sonumuzun başlangıcı olur. Biz buna karşıyız. Batılı Rum araştırmacı Tony Angastiniotis 1974 yılında 126 Kıbrıslı geçmişte ne ise günümüzde de odur. Değişen hiçbir şey yoktur. Türk'ün katledilişini, dolayısıyla Türk Ordusunun bu sebeple adaya Sadece günümüzde iletişim vasıtaları ellerinde olduğu için insanları çıktığını anlatan bir kitap yazınca Rum kesimi ayağa kalkmış... Önce kandırmaları ve yönlendirmeleri daha kolay olmaktadır o kadar. 76- Milliyet Gazetesi, 20.12.2005. 47 48 Çanakkale Çanakkale istenmeyen adam ilan edilmiş, ardından devlet televizyonundaki işini onlara heveslenenlere de şimdi diyeceğimiz bir şey olmaz. O ve dostlarını kaybetmiş... Sonuçta çareyi KKTC'ye sığınmakta dönemde denmesi gerekeni Ziya Paşa söylemiş: bulmuştur.77 Rum kesimindeki aydınlar! bizdekiler kadar hoşgörülü ve kahraman! değiller ki bu adama sahip çıkmadılar. Bu zata Avrupa'daki Toplum İnsan Hakları Kuruluşlarından, Sivil Örgütlerinden, Sınır Tanımayan Gazetecilerden, AB üyeleri ve parlamenterlerinden… kimse sahip çıkmamış, mahkemelerine katılmamış, bu adama fikirlerinden dolayı böyle haksızlık yapar, mahkeme eder, ceza verirseniz AB üyeliğiniz zarar görür, prestijiniz zayıflar… falan gibi bir şeyler de söylenmemiş ve adam kaderine terkedilmiştir. Muîn-i zalimin dünyada erbab-ı denaattir Köpektir zevk alan sayyad-ı bî insafa hizmetten İngiliz ve Fransızları da yanımıza alarak girdiğimiz Kırım Harbi’nde (1853) cephede büyük yararlıklar gösteren Hazan Ağa’ya Fransızlar nişan (madalya) vermeye kalkınca o büyük gazi bunu reddetmiş ve şöyle demiştir: “Benim vücudumda Allah’a gösterecek bir çok nişanım var. Kullara hele hele gavura gösterecek nişana ihtiyacım yok”78 diyen, Halbuki bizde milyonlarla Ermeni'nin soykırıma tabi tutulduğunu söyleyen aydınımıza, kendi aydınlarımız! nasıl sahip çıktılar. Ezdirmediler, yedirmediler, gevdirmediler! dünya ayağa kalktı, AB etrafına çelikten zırh ördü ve neticede dünyada dağıtılan en büyük ödüllerden birine layık gördüler. 1919 da Fransız ordusu Maraş’a girmek üzeredir. Nimet azgını nankör Ermeniler, Hırlakyan isimli birinin başkanlığında her türlü hazırlığı yapmışlar bu arada davul çalması için yörenin en iyi davulcusu olan abdal Halil Ağa’yı çağırmışlar ve Fransız ordusunun şehre girişi esnasında o maharetli kollarını çalıştırıp, davul çalmasını Ama kendi padişahına suikast düzenleyen Ermeni teröristleri: Ey şanlı avcı, dâmını beyhûde kurmadın; Attın... fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!.. Kanlarla bir cinayete benzeyen bu iş Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş. Diye övüp göklere çıkaran bir gafili, bir haini vatan şairi diye istemişler ama Halil Ağa kabul etmemiş, ne teklif ettilerse, hatta davulunun içini altınla dolduralım demelerine rağmen O şu sözleri söyleyip Ermenilere tarihi bir ders vermiştir: “Ben nimetini yediğim vatanın ve onun sahiplerinin göğsüne bu badireli dönemde tokmak vurmam”79 diyen, Hasan Ağa’nın, Halil Ağa’nın maya ve karakterinde insan ve aydınlar yetiştirebildiğimiz gün, Haçlı’ya rüku etme zafiyetimizde ortadan kalkacak inşallah. lanse eder, okul kitaplarında körpe dimağlara örnek gösterirsek 78- Zafer Dergisi, sayı 221, s.7. 79- Zafer Dergisi sayı 219, s.16;”Sahibini Arayan Madalya”, DİB Yay. Belgesel CD. 77- Taha Akyol, Milliyet, 07.02.2006. 49 50 Çanakkale Çanakkale Şu maddeler halinde sunacağım misaller ne kadar ibretlidir: 1-İsviçre’de "Ermeni Soykırımı olmamıştır" diyerek bir konferans veren TTK başkanı Prof. Yusuf Halacoğlu için İsviçre’de bir 80 savcılık Interpol aracılığıyla yakalama emri çıkarmıştır. Çünkü bu suçtur! Bunda ifade özgürlüğü olmaz. 2-Aynı şeyi söyleyen Doğu Perinçek İsviçre'de göz altına alınıp ifadesine baş vurulmuştur. Çünkü "Ermeni soy kırımı olmamıştır" demek büyük suçtur! Bunda ifade özgürlüğü olmaz. 3-Ünlü tarihçi ve yazar Bernard Lewis'in, "Le Monde" gazetesine "Ermeni soykırımını reddediyorum" deyince Fransa'da mahkûm edilmiştir. Bu da büyük suçtur. İfade özgürlüğüne girmez. 4-Yahudilerin Almanlar tarafından soykırıma uğramadığını yazan David Irwing tutuklanmıştır. Çünkü böyle demekte suçtur. İfade özgürlüğüne girmez. lıyor! Avusturya hükümeti filmi yasaklıyor, filmin yapımcıları AİHM'ye gidiyor...AİHM, ifade özgürlüğünün "aynı zamanda inananların duygularına saygıyı da gerektirdiğini" belirterek davayı reddediyor, filmin yasaklanmasını haklı buluyor.82 İngiltere'de 1996 yılında Rahibe Azize Terasa ile Hz. İsa'yı uygunsuz şekilde gösteren bir video filmini hükümet yasaklıyor, AİHM yine bu yasağı haklı buluyor.83 Neden Çünkü inançlara saygı göstermek, daha doğrusu Müslümanlardan başkasının inançlarına saygı göstermek gerekir. Gösterilmezse suçtur. Ama 1.5 milyar Müslüman’ın sevgili peygamberine en ağır hakaretleri yapmak fikir ve medya özgürlüğüne girer ve Batının o dillere destan! adalet kurum ve kuruluşlarından yine bir ses çıkmaz. Başları sıkışır sıkışmaz da hemen Haçlı Seferi çağrısı yaparlar. 5-Vakit Gazetesi yazdıkları bazı fikirler yüzünden Almanya'da kapatılmıştır. Çünkü bu da suçtur ve asla fikir özgürlüğüne girmez.81 Ama sıra 1.5 milyar Müslüman’ın sevgili Peygamberini haşa; terörist, sadist, kadın düşkünü, bağnaz, yobaz… göstermek suç değildir. Çünkü Avrupa memleketlerinde fikir özgürlüğü vardır, müdahale edemezler ve bir şey diyemezler! İşte Batılı bu. Nitekim bu iki yüzlülük protesto edilince İtalyan Reformlar Bakanı Roberto Calderoli: "Papa Benediktus'un derhal harekete geçerek İslam Dünyasına karşı Haçlı Seferi başlatmasını" istemiştir.84 Haçlı ruhunun en büyük iki temsilcisi, diğerlerini de ifsad ederek Irak'a Nükleer ve kimyasal silah yapıyor diye saldırdı ve işgal etti. Ama neticede bunlardan hiçbirisi bulunamadı. Şimdi de aynı bahanelerle İran ve Suriye'ye saldırmak üzere. Zeminini oluşturuyor, "1994 yılında Avusturya'da, Hıristiyanlığın "üç kutsal"ı, yani Tanrı, İsa ve Meryem'i sapık ilişkiler içinde gösteren bir film yapı- 80- 02.05.2005 tarihli Hürriyet Gazetesi ve diğer ulusal basın. 81- Hasan Pulur, Milliyet, 08.02.2006. 51 82- Taha Akyol, Milliyet, 07.02.2006; Otto-Preminger v. Austria, 295A (20.9.9). 83- Taha Akyol, Milliyet, 07.02.2006; Wingrove v. the UK-Rep. 1996V, fas. 23 (25.11.96). 84- Hürriyet Gazetesi, 08.02.2006. 52 Çanakkale Çanakkale bahanelerini hazırlıyor. Ama aynı bölgede, nüfus olarak, toprak büyüklüğü olarak bu Müslüman devletlerin onda biri büyüklüğünde bile olmayan İsrail'in elinde her türlü silah var, üstelik bu Yahudi devleti BM kararlarının yüzlercesine uymuyor, aldırmıyor ve bildiğini okuyor, dünyanın en güçlü silahlarını ve savaş teknolojisini üretiyor ona kimse bir şey demiyor. Bilakis her platformda onu destekliyorlar. Sebep? Çünkü o da Müslüman düşmanı. "Düşmanımın düşmanı dostumdur" kuralı gereği. Avrupalının Dostluğu, Kalleşliği, Menfaatperestliği “Avrupalının mabudu para, mabedi banka, dostu da menfaatidir” derler. Bu bir realitedir ve tarih bunun örnekleriyle doludur. Gerçi ibret alanlara günümüzde de çok açık deliller cereyan etmektedir. Önce tarihten, sonra da günümüzden birkaç misal veriyorum: Bizi ilgilendirmediği ve savaşa girmeye durumumuzun asla müsait olmadığı bir dönemde, Ordu içindeki Alman hayranı İttihatçıların teşviki ile, padişahın bile haberi olmadan Almanların hatırına 1. Dünya Savaşına girdik. Ne ibretlidir ki, İngilizler 1914 de Mukaddes şehir Kudüs’ü bizden alınca, aynı cephede savaştığımız Alman askerleri: “Hıristiyanlar Mukaddes Kudüs’ü Müslümanlardan geri aldılar” diye Almanya’da kiliselerde çanlar çalınmış, insanlar sokaklara dökülmüş ve bayram yapmışlardır.85 Yine Almanların teşviki ile Sarıkamış harekatını başlattık. Halbuki Doğudaki ordu kumandanları: “Bu mevsimde, bu malzeme ve bu askerle bu hareket intihar olur. Giyecek, yiyecek ve lojistik yönden çok eksiklerimiz var...” gibi raporlar verip harekâta karşı çıkmışlar ama söz dinletememişlerdir. Allahüekber dağlarına kışın en Osmanlı Arması şiddetli zamanında sürülen vatan evlâtlarından on binlercesi, Ruslara 85- Mehmet Arif Bey, “Başımıza Gelenler”, İrfan Yayınevi, 1973, s.11-264. 53 54 Çanakkale Çanakkale tüfek atmadan soğuktan donarak şehit olmuş, bazılarını diri diri Batılı yeri geldiği ve menfaati gerektirdiğinde birkaç güzel kurtlar ve sırtlanlar yemiş, kargalar gözlerini çıkarmış,86 geri dönebi- sözle karşısındakilerin gönlünü almasını bilir, muhatabını kandırma- len binlercesinin de elleri ve ayakları donduğu için kesilip sakat kal- sını başarır. Biri leğen tutar biri kan kusturur. Fakat her zaman onun içi başka, dışı başkadır. mışlardır. Bizi bu harekata teşvik eden Alman generallerin emekli olduktan sonra yazdıkları hatıralarında: "Sarıkamış harekatının öyle Alman Mareşali Liman Von Sanders: “Bir asker için mutluluk sonuçlanacağını biliyorduk. Ama bu harekatın başlaması, Rusların denen bir şey varsa, Türklerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Kuzey Avrupa’da Almanlarla çarpışan kuvvetlerinden bir bölümünü Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli Kafkaslara kaydırması, dolayısıyla Almanların yükünün hafiflemesi, yemekleriydi. Sağlıksız su içerlerdi. Çamur barınaklarda yatarlardı. en azından Kuzey Avrupa’ya yedek kuvvetleri gönderememesi icap ediyordu" diye yazmışlardır.87 Fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı Aynı maksatlarla bize Filistin topraklarında, Filistin Orduları dece ulvî bir vatan sevgisi vardı. Ölüme onlar kadar gülümseyerek Komutanı Cemal Paşa karşı olmasına rağmen88 Alman subaylar giden bir millet ferdi daha görmedim...”90 Evet böyle diyor ama, yeri Kanal Harekâtını yaptırmışlar orada da 20 bin Mehmetçiğimiz heder olmuştur. geldiği zaman, yukarıdaki misallerde olduğu gibi, kendi menfaatleri l. Dünya savaşında İngiliz donanması İstanbul önlerine ge- aslanlar gibi savaşırlardı... Bu insanların kalplerinde sadece ve sa- için yüz binlercesini gözünü kırpmadan ölüme göndermekten, bozuk para gibi harcamaktan çekinmemişlerdir. lince, müttefikimiz olan Almanların İstanbul elçisinin, İngilizlere İngilizler barış zamanlarında bile Osmanlıya çok modern si- şehrin plan ve projesini göndererek: "Bizim bulunduğumuz yerleri bombalamayın. Diplomatik dokunulmazlığımız var" demiştir.89 lahlar satmamış, parası verilen gemileri bile anlaşmalara uymayarak teslim etmemiş,91 verdiklerini de bazı teknik aksamını oynayarak performansını yarıya düşürerek vermiştir.92 İnsan Haklarına Saygı hususunda da Batılının sicili pek parlak değildir. Onların kafalarında insan eşittir Hıristiyan imajı vardır. 86- “Sarıkamış Allahüekber dağları faciası ve Enver Paşa”, İbrahim Refik, Destansı Hüzün, Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2001, s.103; İlhan Bardakçı a.g.e. s.212, 301, 454, 511. 87- General Kazım Karabekir, “İstiklâl Harbimizin Esasları”, Toker Matbaası, İst. 1972, s.23; Zafer Dergisi, sayı 206, s.40. 88- Cemal Paşa, “Hatıralar”, İş Bankası Kültür Yayınları Yayın No: 495. s.190. 89- İlhan Bardakçı, “Çanakkale”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, 1994, sayı 2, s.11. 55 "İnsan Hakları" sözünden de, Hıristiyan hakları kastedilir ve öyle uygulanır. Geçmiş ve günümüz bunun örnekleriyle doludur: 90- Mehmet Can,”Çanakkale Görülmeli”,Tarih ve Medeniyet Derg. Mart 1999, sayı 60, s.5. 91- İbrahim Refik,“Destansı Hüzün”,Albatros Yay.7.Baskı, İst. 2001, s.83. 92- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.102. 56 Çanakkale Çanakkale 13 Mayıs 1915 gece yarısı Muavenet muhribi gizlice Morto tamamen tahrip edilmişlerdi…. Enkaz arasında dolaşan aç koyuna yanaşır ve ateşe başlar. İngilizlerin meşhur “Goliat” muhribi kedilerden başka köy içinde tek bir canlı mahluk kalmamıştı. üç torpil yer ve 570 mürettebatı ile denizin dibini boylayınca, Hanelerin içerileri ve damları çökmüş ve döşemeler, yatak takımları, Düşman gemileri menzilleri dahilindeki kasaba ve köyleri topa tutar. Bu savaş kurallarına ve insan haklarına aykırı bir davranıştır. Harbiye ocaklar ve mutfak edevatıyla karmakarışık bir hale gelmişti. Hülasa burası harabiyet ve perişanlığın bir numunesiydi…”95 Nazırı Enver paşa İstanbul’daki tarafsız bir devletin temsilcisi olan Amerikan elçisine nota verir: “Dün, çok fazla önemsemediğim Anafarta köyünü topa tuttuk. “Sivillerin öldürülmesini önleyin. Aksi halde İstanbul’da ne Buradaki pek çok kişi, caminin minaresini tahrip etmek istiyor. İlke kadar İngiliz ve Fransız varsa hepsini toplayıp Çanakkale’de bom- olarak bununla Rheims Katedrali’nin yıkımı arasında bir fark görmüyorum.”96 balanan bölgelere götüreceğiz. Önce kendi vatandaşlarını öldürsünler” der.93 Başka bir savaş muhabirleri Aubrey Herbert’de şöyle yazar: Çanakkale’de İngiliz askerlerinin teslim olan Türk askerlerine Yahudi asıllı ABD elçisi Morgenthau bu hususta büyük çaba bile ateş ettikleri, beyaz bayrakla görüşmek üzere gelmek isteyen sarf ediyor ve sadece 30 kişilik bir gurubun götürülmesini sağlıyor. Türk askerlerini bile vurdukları yine kendi savaş muhabirlerinin itiraflarıyla sabittir.97 Bu gurubun içine bir rahip gönüllü katılmıştır. Bunlar Gelibolu'da bir hafta kalıp geri dönmüşlerdir.94 Aynı muhabirler kendilerinin bu kalleş tutumlarının yanında Her yerde yalan, tezvir ve iftiradan çekinmeyen, başları Türklerin mert ve medeni davranışlarını da kitaplarında şöyle dile sıkışınca iki yüzlü davranmaktan asla kaçınmayan Haçlılar hala biz getiriyorlar: “5 Mayıs Çarşamba Kabatepe (günlükten) : ‘Geçen gün, sivil köyleri bombalamadık derler ve Enver Paşa'nın bu uygulamasını bizim savaş kurallarına aykırı ve barbarlık olarak tanımlarlar. Halbuki kendi savaş muhabirleri hiç te öyle yazmıyorlar: yaralılarımızı alıp getirmemize izin vermişlerdi. Bu o talihsiz çıkarmadan sonra yaşanmıştı.”98 aşağıdaki saldırımız başarısız “Kale ile kasrın arka tarafında Seddülbahir köyü bulunur burada sağ olarak bir tek hane kalmamıştı, bunların hepsi kasır ile kaleye karşı açılan devamlı ve yoğun bombardımanlardan dolayı 93- Hasan Pulur, Milliyet 18.03.2004 (O da Erol Mütercimler’in Kadınlar Gemiler Otomobiller (Alfa Yay.) isimli kitaptan almış). 94- Aubrey Herbert -Henry Morgenthua, “Çanakkale (Devler Ülkesinde Devler Savaşı)” Çev. Seyfi Say, Ataç yay. İst. 2006. s.160, 175, 179. 57 95- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.135, 140. 96 - Aubrey Herbert, a.g.e. s.62. 97- Aubrey Herbert, a.g.e. s.48, 63. 98- Aubrey Herbert, a.g.e. s.50. 58 olduğunda, Türkler Çanakkale Çanakkale “...Triumph gemisi batıyor. Gerçekten de bütün ileri karakol gemileri, hayatta kalanları toplamak için koşuşturuyordu. Türkler, hayatta kalanlara mermi atmayarak gayet iyi davrandılar.”99 Türkler aleyhine müthiş propagandalar yapıp, akla hayale gelmedik iftiralar atarak topladıkları sömürge askerleri, İngilizlerin bu kalleş tutumlarını görünce kanaat değiştirmişler, Türk askerini tanıdıktan sonra farklı davranmaya başlamışlardır. Savaş muhabirleri bu konuya şöyle parmak basıyorlar: “Büyük Britanya’ya bağlı ülkelerden gelen sömürge askerleri düşmana Haçlıların Mağrurluğu İngiliz donanması 200 yıldır hiç yenilgi almamıştı. Bu sebeple karşı sömürdüğü devletlerle ve topraklarla övünen Britanya Krallığına küçümsenemeyecek bir nefret duygularıyla savaşa başlamışlardı. "Üzerine Güneş Batmayan İmparatorluk" deniyordu. Bu nam, şan ve Fakat bu duygular tedricen Müslümanlara duyulan bir saygıya şöhretin temelinde de milyonlarca Asyalı, Amerikalı... insanın kanı, canı, kemikleri vardı. dönüştü. Doğal olarak başlangıçta adamlarımızın büyük çoğunluğu, kendilerine karşı savaştıkları düşman hakkında hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Bir keresinde bir tabyadan aşağıya bakarken, birkaç Türk’ün etrafta yürüdüklerini gördüm ve neden onların üzerine ateş etmediklerini askerlerimize sordum. Adamlarımızdan biri: ‘Şey onların üzerine ateş etmek merhametsizlik gibi geliyor, burası onların vatanı ( gibi şeyler söyledi.)"100 Afrikalı, Güney Öyle bir hava ve mağrurluk içinde Çanakkale'ye geliyorlardı ki; Komuta gemisi olarak Agamemnon isimli bir gemiyi seçmişlerdi. Bu gemi; Troya savaşlarında yenilmez kral anlamına gelen ve Asya’lılara (Troya’lılara) karşı yenilmeyen Avrupalı Kral Agamemnon’un ismini taşıyordu. Yani “biz yenilmeyiz, yenilmeyeceğiz” diyorlardı. "Zulüm ile abad olanın sonu berbat olur" diye bir vecize vardır. Çanakkale'de bu gerçekleşti ve "Yenilmeyiz diyenleri yenme şerefi de şanlı Mehmetçiğe nasip oldu." Bu milleti ve onun öz evlâtları olan Mehmetçiği tarihi tecrübeleriyle iyi tanıyıp değerlendiremeyen Batılılar öyle bir mağrurluk ve öyle bir küçümseme havasıyla Çanakkale önlerine geldiler ki; Müttefik kuvvetleri Komutanı General Hamilton Mondoros'taki karargahında basın mensupları ile bir toplantı yapmış ve gazeteciler; Osmanlı devletinin o günkü fakirlik ve imkansızlıklarını bildikleri 99- Aubrey Herberts. a.g.e. s.74. 100- Aubrey Herbert, a.g.e. s.120. için şöyle demişlerdir: “Türklerin hali, fakirliği ortadadır. Acaba iyi 59 60 Çanakkale Çanakkale bir bildiri hazırlansa, dense ki, dostça davranılacak... itimat telkin olduğunu, büyük bir gurur ve kibirle geldikleri Çanakkale önünde edilse, iyi bir akşam yemeği verilecek ve her bir askere 50 şilin ödenecek... dense zannediyoruz ki, Türk mevzilerinde asker kalmaz...”101 cereyan eden bu savaşta: 200 yıldır hiç yenilgi almayan İngiliz Do- 1877 yıllarında İngiliz Başvekili olan Asguith şöyle der: nanmasının yenildiğini, 205.000 İngiliz, 47.000 Fransız olmak üzere 252.000 askerlerinin öldüğünü görünce105 şöyle demiştir: “Büyük hasta (Osmanlı) can çekişmektedir. Milletler ailesinin bu en “1915 yılında bütün Avrupa’da milyonlarca insanın hayatı kötü ferdi ölünce mezar taşına ne yazılırsan yazılsın, ama bir daha ortaya kondu ve büyük taarruzlar yapıldı. Bu savaşta milyonlarca dirilmemesi için ne gerekirse yapılsın...”102 Haçlı müttefikler asker öldü veya yaralandı. Binlerce harp gemisi tarafından çeşitli Çanakkale’ye işi bitirmek, ipi çekmek, infazı gerçekleştirmek, bir denizlerde harekatlar yapıldı. Fakat bunların hiç birisi NUSRAT’ın daha toprak üstüne çıkmamak üzere Osmanlıyı tarihin tarlasına gömmek üzere gelmişlerdi ama elhamdülillah olmadı. döktüğü mayınlar kadar harbin devamına ve düşmanın geleceğine Çanakkale’ye gelen donanma için Bartlett şöyle der: “Son gerçek Türk savunması önünde müttefikler armadası mağlup ol- Haçlı Seferi’nden beri ilk defadır ki Batılılar, yine doğuya yönelmiş muştur. Tek kelimeyle felaket”106, “...Tophaneli Hakkı Bey bu dök- bulunuyor. Hıristiyanlık alemi, Fatih Sultan Mehmed’in 29 Mayıs tüğü mayınlarla savaşı 2.5 sene uzattı. Çünkü biz suyu aşıp ge- 1453’deki uğursuz tarihte Bizans İmparatorluğuna indirmiş olduğu çemedik. 2.5 senede 8.5 milyon Avrupalının ölümüne sebep oldu. Biz şiddetli darbenin geçmiştir.”103 boğazları aşıp Rus Çarlığına yardım edemedik. İngilizler burada intikamını almak üzere, birlikte harekete Çanakkale savaşları başlamadan Türklerle ilgili; “Bir elimizi etkili olabilecek bir başarı gösteremedi. İnanmak istemiyorum fakat yenilince Hindistan’da 300 milyon Müslüman’a hakim olamaz duruma düştük ve İmparatorluk çatırdadı.”107 arkamıza bağlar, diğer elimizle ezer geçeriz o milleti”104 diyen Sir Üstelik Hakkı Bey kalp hastasıdır. O mayınları döktüğü gece Winston Churchıll; 7-8 Mart 1915 gecesi Nusrat mayın gemisinin kalp krizi geçirir ama kimseye belli etmez. Dönüşte tedavi altına döktüğü küflü-paslı mayınların, Müttefik donanmasından Bouvet, İrresistrible ve Ocean gibi en büyük gemilerinin batmasına sebep alınır. Bazı kaynaklarda da o gece ikinci bir krizle şehit olduğu yazılmaktadır.108 101- Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.32; Bazı kaynaklarda 10 şilin geçmektedir. Sir Lan Hamilton, “Gelibolu Günlüğü”, çev. Osman Özdeş, Garanti Matbaası, Hürriyet Yay. İst. 1972, s.243. 102- Ahmet Emin Yalman, a.g.e. c. 1, s.391. 103- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.46. 104- Ahmet Şimşirgil, “Destan Süngülerle Yazıldı”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mart 1999, sayı 60, s.8. 105- İsmail Bilgin, Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat 2004, s.54. 106- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği, 2004 yıl dönümü Yayını İzmir, s.8; M. Erdoğan Satıcı, “Çanakkale Savaşında Türk Denizcileri” Tarih Dergisi, Mart 1990. 107- Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.31. 108- İsmail Bilgin, Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2004, sayı 365, s.60; National Geographic Türkiye, nisan 2005, s.51. 61 62 Çanakkale Çanakkale İstanbul’a girince harcayacakları paraları hazır olsun diye İngilizler, 10 şilinlik banknotlarının üzerine Osmanlıca “60 gümüş kuruş” kelimelerini yazdırıp bastırmışlardır.109 İngiliz Harbiye Nâzırı Lord Kitchener şöyle demişti: “Gelibolu şehrinin karşısında bir denizaltımız su yüzüne fırlayıp, İngiliz sancağını üç kere sallarsa yarımadadaki bütün Türk garnizonu tabanları yağlayıp soluğu Bolayır’da alır.”110 " Mağrurun hasmı Allah’tır" diye atasözü vardır. Bunlarda bu kadar kibirli olunca, Allah kendilerine hak ettikleri ceza ve cevabı vermiştir. Yine bu azınlıklar cepheden yaralı ve bitap vaziyette dönen askerlerimizi gülerek ve alay ederek karşılıyorlardı.112 Kendi milletimizden oldukları halde, Mehmetçik ve onun bağrından çıktığı aziz milletin neler yapabileceğini hakkıyla anlamaktan aciz olan bazıları da, kendini bu havaya kaptırmış ve Nedim'in: Bu şehri Stanbul ki bî misli bahâdır. Bir sengine yek pâre Acem mülki fedâdır. İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazına gelir gelmez Beyoğlu’ndaki azınlıklar “Muzaffer Haçlıların!” merasimle Bir gevher-i yekpâre ki iki bahr arasında. geçeceği yolları gören pencereleri kiralamakta, İngiliz Büyükelçi- Hurşîd-i cihan tâb ile tartılsa sezâdır. liğinde de, gelecek misafirleri ağırlamak için harıl harıl hazırlıklar yapılmakta” idi.111 109- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.49. Şu durum da dikkatimizden kaçmamalı: Her şeye rağmen, bütün fakirlik ve imkansızlıklara rağmen 10 İngiliz Şilini bizim 60 kuruşumuz ediyor. Yani bizim paramız onların parasından daha kıymetli. Birinci Cihan Harbi yıllarında bile: 1 Osmanlı lirası 3.70 dolara, 18.45 marka, 17 İsviçre frangına, 23 Fransız Frangına eşitti. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923) bile bir doların 90 kuruş olduğunu biliyoruz. Bkz: Abdullah Uçar, “İ2slâm Âlemi Neden Geri kaldı?”, Konya 2004, s.195. – Tarih ve Medeniyet Dergisi, c.1, s.52. 110- M. Erdoğan Satıcı, “Çanakkale Zaferinde Türk Deniz Kuvvetleri” Türk Dünyası Dergisi, Mart 1990. 111- Mehmet Kafkas, “Çanakkale Geçilmedi mi?” Zaman Gazetesi, 18 Mart 1990. 63 diyerek övmeye çalıştığı, Peygamber dudaklarından dökülen dürrü güherlerle taltif ve takdir edilen, asırlardır dünyayı idare eden Cihan İmparatorluğuna başkentlik yapan İstanbul'u terk edip, Sultan ve idareyi Konya'ya taşımanın hazırlıklarına başlamışlardı.113 112- Tarih ve Düşünce Dergisi, Nisan 2005, sayı 57, s.30. 113- Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, Papatya Yay. İst. 2005, s.39. 64 Çanakkale Çanakkale Osmanlıya esir düşmüş ve yıllarca esir olarak yaşamış daha sonra kurtulup hatıralarını yazmış bir Alman'ın hatıralarındaki şu satırlar gerçeği anlatmaktadır: “Türkler tarafından esir alınmış yüzlerce Hıristiyan genci buralarda (Enderun’da) tutulur. Bunlara yılda iki kez ipek giysiler armağan edilir. Başlarında ağa dedikleri bir yönetici bulunur. Çeşitli Esirlere Muamele ve İnsan Haklarına Saygısı sanat dallarına mensup ustalar bu gençleri hangi sanata merak ve İngilizler, ölümüne savaşsınlar, ya ölsün ya öldürsün, başka bir yetenekleri varsa o alanda eğitirler. Böylece her birinin özelliği ihtimal kalmasın ki, mutlaka savaşı kazanalım, dünya kamuoyundaki eğilimi, kabiliyeti, becerisi dikkate alınarak mükemmel sanatçılar yetiştirilir...”115 prestijimiz sarsılmasın… gibi düşüncelerle hem kendi askerlerini, hem de sömürgelerinden toplayıp getirdiği milyona varan değişik milletlere mensup askerleri: "Türkler barbar, vahşi, gaddar, mer- İngilizce bir romandan özetlenerek alınan şu olay da ne kadar çarpıcı ve gerçekleri sergiliyor: hametsiz, esirleri yamyamlar gibi yiyen veya işkencelerle mutlaka "…Romanın konusunu, Mora'lı bir devşirme Hıristiyan genci- öldüren insanlar. Sakın ha esir olmayasınız!" gibi propagandalarla onları kandırmış, efsunlamış ve savaş makineleri haline getirmiştir. nin başından geçenler teşkil ediyordu. Mora'lı genç ailesinin rızasıyla116 16 yaşında devşirilmişti. Sonra bir Müslüman Türk ailenin Sonradan yazılan kitaplardan, hatıralardan, mektuplardan, esirlerden alınan ifadelerden… İngilizlerin bu yalancılığı ve Türk düşmanlığı açık ve sarih olarak ortaya çıkmıştır. Ama bu da kendilerinin çok aleyhine olmuş, sömürgelerdeki Efendi imajları zedelenmiş, menfaatleri için her türlü çareye baş vuran, insanî ve etik kural tanımayan sahtekarlar oldukları anlaşılmıştır. Tabi bunların hepsi iftiradan ve düşmanlıktan başka bir şey değildir. Osmanlının esirlere çok iyi muamele ettiği tarihen bilinen bir gerçektir. Esaret hayatındaki sosyal refah ve huzuru hür hayatında kendi memleketinde bulamadığı için tarihte gayri Müslimlerden savaşlarda Osmanlıya gönüllü esir olanlar çıkmıştır.114 114- A.Kadir Özcan, Tarih ve Düşünce Der. Mayıs 2000.s.129, hatta 65 Ruslarla yapılan savaşlarda Rus askerlerinin daha iyi bir hayat yaşayabilmek için Osmanlıya gönüllü esir oldukları (Tarih ve Medeniyet Dergisi sayı, 11, s.24). 115- Michel Herbeer’in Anıları, “Osmanlıda Bir Köle”, 1585-1588, Çeviren Türkıs Noyan, Kitap Yayınevi,İst. 2003. s.292. 116- Osmanlı, bazılarının iddia ettiği gibi küçücük çocukları ailelerinden zorla devşirip (koparıp) onları zorla Müslümanlaştırmamıştır. Ailelerinin gönlüyle çocuklar devşirilmiştir. Hatta devşirildiği taktirde çocuklarının istikballerinin çok daha iyi olacağını bilen aileler devşirme işini yapan insanlara yalvararak, hatta bazen onlara rüşvet teklif ederek çocuklarını vermek istemişlerdir. Tıpkı şimdi Avrupa veya Amerika devletlerinden burs alarak veya Gren Card alarak bu devletlere gitmek için yarışan aileler gibi. 623 senelik Osmanlı İmparatorluğunda 215 sadrazamın 78 i Türk kalanı 66 Çanakkale Çanakkale yanına verilerek Müslümanlaştırılmış ve Türkçe’yi öğrenmişti. Bir İngiliz Teğmen hatıralarında şöyle yazar: “...Türkler büyük Yeniçeri Ocağına katıldıktan sonra bir harpte gayr-i Müslimlere esir bir yarma harekatına kalktı, fakat başarılı olamadılar. Yanki diye bir düşmüştü. Esir düştüğü ailenin kendi ailesi olduğunu anlamış ve İngiliz binbaşısı vardı. Onun büyük fedakârlığı sayesinde Türklerin onlar da bunu öğrenince kendi oğullarını yeniden Hıristiyan olması yarmasının önüne geçtik. Ama çok zayiat verdik. Bu arada 20 dola- için ikna etmeye çalışmışlardı. Ancak sonradan Müslüman olan ve yında Türk askerini esir aldık. Yüzbaşı Weistoch, büyük bir baraka Yeniçeri teşkilatına alınan bu genç, Hıristiyan olmamış ve gizlice ailesini terk ederek yine Osmanlı ordusuna kaçmıştı…"117 yaptırdı. Karşıda seyreden Türklere ibret olsun diye bu esirlerin Ama maalesef şimdi, Nevzat Köseoğlu'nun ifadesiyle: "Küffar hepsini barakaya doldurdu ve ateşe verdi. Batılı olduğum için utanıyorum.”119 çocuklarını devşirip, yetiştirip, kendi memleketine savaşa salacak Tarihî kin, buğz ve gayzla Çanakkale önüne gelen bu insanla- kadar kültür potasında eriten bir millet şimdi kendi öz çocuklarına şahsiyet kazandıramıyor..."118 rın gözünü kan bürümüştü. Hiçbir kanun ve kural tanımıyorlardı. Ecdadımızın bu ulvî ve âlicenap tutumu geçmişte olduğu gibi değildi. Çünkü onlar Türk milletini insan olarak görmüyordu. Birinci Dünya Savaşının her safhasında da tezahür etmiş ve esirlere İstanbul’a yaralıları taşıyan hastane gemisini bile tereddüt etmeden hiçbir zaman kötü muamele edilmemiştir. Savaşta karşı karşıya iken, bombalamışlar ve şimdi Akbaş Şehitliğinde yatmakta olan 200 yaralı vatanını Mehmetçiği onlara çiğnetmemek, bayrağını indirtmemek, ezan-ı Muhammedî'yi susturtmamak için onları öldürmüş, ama eline esir düşenleri de Hz. Peygamberin esirlere muamelesini örnek alarak, emanet telakki etmiş, onlara misafir muamelesi yapmıştır. Kendi çıkardıkları savaş kural ve yasaları bu topraklarda sanki geçerli boğazın dibine göndermişlerdi. Halbuki sonradan kendilerinin de ifade ettiği gibi, karşılarındaki Türk askerleri Kızılhaç işareti taşıyan hiçbir şeye hatta yakın yerine ateş etmiyorlardı.120 Çanakkale savaşlarına katılmış bir Anzak askeri, Avustralya yüze gelince kendilerinin ne kadar iki yüzlü ve kural tanımaz Büyükelçimiz Baha Vefa Karatay Bey'e gönderdiği mektupta bir hatırasını şöyle anlatıyor: olduklarını, Türklerin ise ne kadar insancıl ve insan haklarına saygılı olduklarını yine kendi hatıralarından ve vesikalarından okuyalım: plajlar diye adlandırdığımız kıyı kesiminin iki mil kadar açığına Türkleri barbar, vahşi ve yamyam olarak tanıyan, fakat yüz “…Bir İngiliz hastane gemisi Suvla Koyu’nda 2 ve 3 numaralı demirlemişti. Türk topçusu bu gemiye zarar verecek herhangi bir girişimde bulunmuyordu. devşirme veya dönme olması bunun sebebini her halde açıklasa gerek. Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 36, s.45. 117- İbrahim Refik,“Köklerden Göklere”,Albatros Yay.3.Bas.2001, s.105. 118- İbrahim Refik,“Ulu Çınarın Gölgesinde”,Albatros Yay.İst.2004, s.21. 67 119- Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.32; Mehmet Niyazi, 22 Mart 1999, Zaman Gazetesi. 120- Mustafa Turan,“Destanlaşan Çanakkale”,Papatya Yay.İst.2005, s.55. 68 Çanakkale Çanakkale Bir gün müttefik savaş gemilerinden biri bu durumdan ya- yüzbaşı böyle bir nişancıyı kalleşlikle nasıl avladıklarını şöyle rarlanmak istercesine kıyı ile hastane gemisi arasına sokularak Türk anlatır: “Suya giden askerlerimizden bazıları vuruluyordu. Fakat siperlerini ateş altına almaya başlamıştı. Türkler de buna cevap sağlık memurları rahatça gezebiliyordu. (Savaş kuralları gereği Türk vermekte gecikmediler. Ne var ki gemiler birbirine hayli yakın avcıları bunlara ateş etmiyor). Bir aptal askerimiz kalbinden biri de olduğundan bazı mermiler hastane gemisinin yakınlarına düşüyordu. omzundan yaralanmıştı. Artık bu avcıyı yok etme gereği ortaya çıktı Türk topçusu bu durum karşısında hemen ateş kesti verdikleri işaretlerle savaş gemisine oradan çekilmesini ihtar etmekteydiler. ve bu görevi bir doktor üstlendi. Doktor harekete girişince yaralandı. Doğrusunu söylemek lâzımsa bizler kendi tarafımızdan bir medi. Doktor da görevini hakkıyla yaptı! (hile ile Türk avcıyı hakladı).123 geminin bu tarz hareketini hiç beğenmemiş, Türklerin davranışlarını ise takdirle karşılamıştık. Türk askerinin bizden daha fazla insanî duygulara sahip bulunduğunu da kanıtlamıştı.”121 Yaraladığı adamın doktor olduğunu anlayan avcı ikinci kez ateş et- 11 Mayıs 1915 de gelip yaralandığı için beş hafta sonra ayrılan Halbuki onlar, bir tarafına Kızılhaç bir tarafına Kızılay bayrağı Yeni Zelandalı Martin Alfred Brooke, Mehmetçiği tanıdıktan sonra kendinde oluşan kanaat şöyledir: takılmış, Çanakkale’den yaralılarımızı taşıyan hastane gemimiz Reşit Paşa vapurunu uçaklarıyla, topçularıyla defalarca bombalamışlardır. Zelanda’yı terk ettiğimizde Mısır’a gideceğimize inanıyordum. Yine o günlerde esirlerimizi diri diri yaktıkları gibi, şe- Ateşkes sırasında bazı Türklerle karşılaştım. Özellikle bir genç esir hitlerimizin naşlarını da yakmışlardır: Savaş muhabirleri Bartlett delikanlıyı hatırlıyorum. Bizden çok korkuyordu. Dedikodulara göre, şöyle yazar: “…Etrafta bulunan ve alelacele toplanan türk biz koloni askerleri İngilizlerden daha sert ve zalimdik, esirlere kötü muamele ediyorduk. Bu genç o nedenle bizden çok korkuyordu. cesetlerinden, bu sıcak iklimde bir an evvel kurtulmak en mühim bir “Türkler ve Türkiye hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Yeni mesele teşkil ettiğinden dolayı ateşte yakılıyordu. Bunlardan etrafa Başta da söylediğim gibi, Gelibolu’dan önce Türk’ü fazla yayılan çürümüş ceset kokusu hakikaten dayanılamayacak derecede iğrençti.”122 tanımıyorduk. Ama her şey bitip savaş sona erince, “Johnny Türk”ün Kendini feda ederek müstakil hareket eden cesur Türk avcıları (keskin nişancıları) hiç de fena bir insan olmadığını düşündüm. Sanıyorum İngiliz komutanlarca fena aldatıldık...”124 için Royal Army Medical Cure’e mensup bir 121- Tekiri Abraham (Baha Vefa Karatay Bey’e gönderilen Anzak mektuplarından); Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.176. 122- Ashmead Bartlett, Çev. Krm. Yzb. Rahmi Bey, Günümüz diline çeviren: Muzaffer Albayrak, Yeditepe Yay. İst. 2006. s.192. 69 123- Burhan Sayılır, “Çanakkale’de Ümitler, Yanılgılar, Gerçekler”, s.85. 124- Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001. 70 Çanakkale Çanakkale Türkler Esirleri Yerler 25 Nisan 1915 günü Arıburnu’na çıkarma yapan Anzak subaylarından ikisi esir düşmüş 57. Alay komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey’in çadırına getirilmiştir. Üzerlerindeki tabanca, dürbün, İncil gibi eşyaları alınır, subaylar korkularından tir tir titremektedirler ama onlara gayet insanca muamele edilir. Daha sonra da kurtulup memleketlerine giderler. Aradan yıllar geçer. 1945 yılında bu Anzak subaylarından biri eşiyle beraber Türkiye’ye gelip, Çanakkale bölgesini yeniden gezmek hatıralarını tazelemek ister, ama o yıllarda Çanakkale bölgesi Askeri bölge kapsamındadır ve her zaman gezilemez. Daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacak olan Orgeneral Tekin Arıburun125 o zaman Genel Kurmay Başkanlığında Hava Dairesi Başkanıdır. Ve bu emekli Anzak subayına üç gün izin verir ve dönüşte kendisine uğrayıp bir çayını içmelerini rica eder. 125- Tekin Paşa aynı zamanda Yukarda zikri geçen 57. Alay komutanı Yrb. Hüseyin Avni bey’in oğludur. kendisi 8 yaşında iken babası şehit düşmüştür. 71 72 Çanakkale Savaş bölgesini gezdikten sonra kendisine uğrayan bu çifti Tekin Paşa evine götürür. Evin salonunda asılı duran Tekin Paşa’nın babasının fotoğrafını görünce: Çanakkale görmüş ve çorbasını, tayınını (ekmeğini) onlara vermiştir. Kendi yaya yürümüş ve atına İngiliz esirleri bindirmiştir.127 Bunlardan Morningpost’taki haberde şunlar yazılıydı: Avrupa “İşte bu subay bizi esir almıştı” deyince, Tekin paşa babasın- devletleri savaş esirlerini açlıktan ölmeye ve birçok mahrumiyetlere dan intikal eden Tabanca, dürbün, İncil gibi hatıraları getirip Anzak mahkum ederek fena muamelelerde bulundukları halde, Türklere esir düşen İngiliz subaylarının hiçbir şikayeti yoktur. subayına verince çok sevinir ve hayretler samimiyete dönüşür, Tekin Paşa sorar: -Babamın arkadaşlarından onun hatıralarını çok dinlemiştim. Sizin esir oluşunuzda defalarca bana anlatıldı ve çok korktuğunuz ve saatlerce tir tir titrediğiniz söylendi. Sebebi neydi? Misafirin cevabı enteresandır: “Bakın bugün hayattayım, diğer arkadaşım da Avustralya’da yaşıyor. Babanız bize bir misafir gibi muamelede bulundu. Bu Gazetemiz yazarlarından birine, Anadolu’da küçük bir şehir de esir bulunan yeğeninden gelen mektupta şöyle denmektedir: “Şehrin en güzel evlerinden birinde oturmaktayız. Türk subayları bize nezaketle davranıyor. Benim rütbemdeki Türk subayının aldığı maaşı alıyorum. Üç Avustralyalı, sekiz İngiliz, iki Fransız ve on iki Rus subayıyız. Bahçıvanlıkla meşgul oluyorduk, lakin çekirge hücumuna uğradık. Ne güzel kavunlarımız salatalıklarımız vardı.” günümüzü ona borçluyuz. Çadırındaki bu asil muameleden sonra Kurtuluş savaşı subaylarından Galip Apak esaretten dönüp hicap duydum… Halbuki çıkartmadan bir gün önce, Limni Adası’nda İstanbul’da bir İngiliz gemisinden karaya çıkarken orada tercümanlık bizlere hitap eden ordu komutanı, ‘Sakın Türklere esir düşmeyin ve yapmak üzere bulunan bir Ermeni ölene kadar çarpışın. Çünkü Türkler yamyamdır, sizi yerler’ demişti. ediyorsun diye bir tokat vurur. Bunu görenlerin çoğu Galip Bey de dahil oradan Anadolu’ya geçip mücadele etmeye karar verirler.128 Bizler de o gün esir düştüğümüzde çadırda yenileceğimiz saati beklerken, Türkler bir Türk askerine neye acele tarafından hiç beklemediğimiz centilmenlikle karşılaştık. Ve bu savaşta asil bir milleti yakından tanımış ve vatanları için ne büyük fedakârlıklara katlandıklarını görmüş olduk.”126 Malta kampında saat 22 den sonra elektrik yakmayı kamp kumandanı yasaklar. Sürgünlerden Ahmet Ağaoğlu mum ışığında hatıralarını yazmaya çalışır. İngiliz erler buna müdahale ederler. O da onlara gereken cevabı verir. Ertesi gün Kumandan: “Siz esirsiniz. Mehmetçik denizden topladığı esirler üşümesin diye kendi Bizim erlerimizin sözleri sizinkinden daha muteberdir..."deyince ona paltosunu örtmüştür. Kendi yiyecek bulamazken, Osmanlı kültürünün içinde bıraktığı terbiye ve alışkanlığa binaen esirleri misafir gibi 126- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.77; Yeni Düşünce, 01.12.1981, sayı 12. 73 127- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.171. 128- Hasan Pulur Milliyet, 22.10.2003. 74 Çanakkale Çanakkale da gereken cevabı verir. “Kamptan haftalık dışarı çıkış iznin bir eder yalvarırsa da zorla gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerlerdi…”130 hafta iptal edildi” deyince o “Bundan sonra kamptan hiç çıkmayacağım” der ve İngiliz kumandan onu bu kararından vazgeçirmek için aylarca uğraşır...129 Bunlar geçmişte kaldı, o günkü anlayış ile bugünkü çok farklı, günümüz Avrupalıları çok değişti, böyle şeyleri artık konuşmak, 23 Ocak 1919 da Defteri Hakâni memuru olarak görevde iken, yazmak, gündeme getirmek AB'a gireceğimiz şu günlerde gayet Antep’i işgal eden İngilizler tarafından esir edilip, Mısır'da Türk yersiz ve gereksiz diyenler olabilir ama şunu söylüyoruz: Düşman esirlerin toplandığı Abbasiye Esir Kampına götürülen, Eyüp Sabri Bey hatıralarında Şöyle der: her zaman düşmandır. Düşmanı affetmek erdemliliktir, ama onun dost olduğunu zannetmek gaflet va dalaletin en büyüğüdür. “…Geçmiş yüzyılların vahşeti ve orta çağların Engizisyon fa- Gerçeğin bu olduğu yanılanların yüzüne bir tokat gibi inmiş, ciaları dahi, bu defa ki Abbasiye hastanesinde, Mısır’da Türk esir- Bosna savaşında Haçlı'nın gerçek yüzü görülmüş, ibret alınmadığı lerine yapılan cinayet ve hıyanetlere misal olunamaz. İngilizler, için tarih tekerrür etmiş, Allah'ın haber verdiği131 realite de tecelli etmiştir: Ermenilere son derece yüz ve yetki vermiş, hareketlerinde serbest bırakmışlardır. Bunlar da arzuları vechile, bîçare ve mâsum evlatlarımızın, yani esaret altında bulunan günahsız askerlerimizi bağırda bağırda gözlerini oymuşlardır. Bunun sorumlusu hem yapan Ermeniler, hem yaptıran İngilizlerdir. Abbasiye hastanesinde Ermeni doktorların ellerinde miller, kolları dirseklerine kadar sıvalı olduğu halde sabahtan akşama kadar işleri güçleri Türk askerlerine ameliyat yapmak ve onların gözlerini oyup çıkarmak olmuştur... 1995'te Bosna Savaşının cereyan ettiği günlerde BM kanalıyla uçaklardan bildiriler atıldı, Radyo ve Televizyonlardan duyurular yapıldı ve Sırpların zulmünden kaçan, dağlarda, ormanlarda, yer altında dehlizlerde… saklanan çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar, hasta, yaralı… siviller Zepa'da Gorajde'de Srebrenitsa'da BM'in açtığı kamplara giderler sığınırlarsa BM'in güveni ve garantisi altında olacaklar. Esirlerimiz sıcakta sabahtan akşama kadar güneş altında an- BM'in ve AB'in bu sözlerine inanan 10 bine yakın Müslüman garya çalıştıklarından kızgın kumun tesiri ile göz ağrısına tutulurlar ve mecburen nöbetçi doktora müracaat ederlerdi. Boşnak bu kamplara sığındı. Fakat bu insanlar Sırplara teslim edilip Doktor bunların gözlerine ilaç koymaksızın ele bir av geçmiş atarak kutlama yapan Avrupalı askerler kameralarla tespit edildi. katlettirildi. Katliam esnasında şampanya içerek, sevinç çığlıkları gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder, gözü ağrımakta olan Mehmetçik hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için rica 129- A.Emin Yalman a.g.e. c.1. s.575. 75 130- Eyüp Sabri Akgöl, “Esaret Hatıraları”, Terc. Nejat Sefercioğlu, 1001 Temel Eser No: 130, İst. 1978, s.63. 131- “Sen onların dinine girmedikçe Yahudi ve Hıristiyanları asla memnun edemezsin” Bakara 120. 76 Çanakkale Çanakkale Bunlardan Hollandalı General Hans Coozy'ye sebebi sorulduğunda: "Çünkü Müslümanlardan nefret ediyoruz" demiştir.132 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ÇIKIŞI Avrupalı menfaatinden başka bir şey düşünmez. Fransız filozofu Sartre bu durumu şöyle dile getirir: “Paris’in ihtişamına çarpılan bir doğulu,o ihtişamın altında kendi atalarının çalınmış veya gasp edilmiş zenginliklerinin yattığının farkında değil.”133 Gerçekten Avrupa medeniyeti Asyalıların, Afrikalıların, Amerika yerlilerinin, Azteklerin, Mayaların, İnkaların, kısacası Kızılderililerin, Eskimoların... kanı, canı ve kemikleri üzerine bina edilmiş bir zulüm medeniyetidir.134 Balkanlardan çekilişimizin hazin tablosu Avrupalının dünyayı sömürebilmek için kullandığı metot, Emme-basma tulumbaya benzer. Ondan su çıkarabilmek için önce içine bir miktar su dökmek lâzım. Avrupalı da önden güya insancıl 132- Milliyet Gazetesi, 15.07.1995; , Türkiye Gazetesi, 03.12.1995; Milliyet Gazetesi, 18.02.1997. 77 133- Mehmet Can, “Nice Ağustoslara”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Ağustos 2000, sayı 10, s.7. 134- Bu hususta geniş bilgi için bkz: Abdullah Uçar, İslâm Âlemi Neden Geri kaldı?, Konya 2003, s.477 ve devamı. 78 Çanakkale Çanakkale amaçlarla sömüreceği devletlere bir miktar yardım eder gözükür, sonra onun kanını emer, özünü tüketir. Anadolu’nun fethedilmesini bir türlü hazmedememişlerdir. Bin se- Avrupa’nın sömürü düzeni 19. yüz yılda zirveye ulaşmıştır. aldığı günlerde, Papa 5. Nicolas bir ayinde; “İstanbul geri alınıncaya Hususi sömürgeler bakanlıkları kurmak suretiyle dünyanın her türlü kadar bir haçlı seferi başlatıyorum ve takdis ediyorum” demiştir ve nelik bir kin ve düşmanlıkla kıvranıyorlardı. Fatih’in İstanbul’u zenginliklerini kendi memleketlerine aktarmaya başladılar. Ama Al- hâla devam etmektedir.135 Avrupa da basılan haritalarda hâla İstanbul manları ve Rusları biraz işin dışında bırakıyorlardı. Bu sebeple adının değil, Kostantin adının kullanılması, Uluslar arası toplantı- birbirleri arasında da sürtüşme halinde idiler. Aralarında dünyanın larda aynı ismin telaffuz edilmesi, Ayasofya minareleri arasına çan kremasını bölüşme hususunda anlaşamıyorlardı. Bu ihtilaf Avrupa'yı asılmış barut fıçısı haline getirdi. Avusturya Arşidükü Ferdinand'ın bir Sırp merkezinin hâla İstanbul’da tutulması... hep bu arzu ve emelin, bu kin ve habis duygunun tezâhürüdür. fanatiği tarafından öldürülmesi, savaş kıvılcımı oldu ve Birinci Dünya Savaşını çıkardı. Balkanlarda basit bir bahaneyle çıkan savaş, kısa zamanda bütün Avrupa’ya ve Rusya’ya yayıldı. Almanya, Avusturya, Macaristan ve İtalya İTTİFAK devletleri, İngiltere, Fransa, Rusya İTİLÂF devletleri adı altında gruplaştılar fakat İtalya bir müddet sonra İttifak devletlerinden ayrılıp İtilâf devletlerine katılmıştır. Osmanlı Devleti neticeyi az-çok tahmin ettiği için İtilâf devletleri safında yer almayı arzu etmiş ve gizli gizli bazı teşebbüslerde bulunmuş ise de, İtilâf devletlerinin niyeti Osmanlıyı parçalayıp yutmak olduğu için kabul etmemişler ve bir yerde karşı safa katılmaya Osmanlıyı mecbur etmişlerdir. kartpostalların satılması, Ortodoks Patrikliğinin Genel O tarihte, Osmanlı devletinden başka, Dünya üzerindeki bütün Müslüman devletler sömürge durumunda idi. Her yönden zayıflamış durumda olan ve Batılıların tabiriyle “Hasta Adam” durumuna düşen Osmanlı’da tarih sahnesinden silinmeli ki, Müslümanların güvenip dayanacakları hiçbir merci kalmasın, ve Haç’ın kayıtsız-şartsız galibiyeti ilân edilsin. Bunu gören sömürge devletler de boyunlarını büküp kaderlerine razı olsunlar, sahiplerini ve efendilerini! Hürriyet, İstiklâl, bağımsızlık... gibi duygularla rahatsız etmesinler. Bunun için her cihetten Osmanlı topraklarına saldırdılar. Birinci dünya savaşında 10.5 milyon insan ölmüştür. Bunlardan 3 milyonu bizim dedelerimiz, yani hayatının baharında İmanı, vatanı, milleti, bayrağı, namus ve Almanlar, Osmanlı devletinin de kendi saflarında mutlaka sa- şerefi... için canını feda kanını sebil eden şanlı asker Mehmetçik veya vaşa girmesini, Alman ordularının yükünün biraz hafiflemesini onların aileleridir. Birinci dünya savaşı yıllarının üç meşhur istiyorlardı. Bu sebeple devletin ileri gelen bir çok zevatının savaşa şahsiyetinden biri olan Cemal Paşa şöyle der: “İstiklâl harbinde 3 karşı olmalarına hatta padişahın bile haberi olmamasına rağmen, Alman sempatizanı İttihatçıların marifetiyle savaşa girilmiştir. Diğer Avrupa devletleri de bu duruma bir yerde memnun olmuşlardır. Çünkü Hilâl’le Haç’ın kavgası bir türlü bitmiyordu. Onlar 135- İlhan Bardakçı, a.g.e. s.267. 79 80 Çanakkale Çanakkale milyondan fazla Türk şehit verilmiştir. Tek tesellimiz de Türkün ebedi ve ezeli düşmanı olan Çarlık Rusya’sının devrilmesidir...”136 ÇANAKKALE SAVAŞI “Çanakkale Zaferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza ettiğini, can çekişen bir İmparatorluk içinde kahraman bir milletin varlığını meydana koydu.”137 Fahri Belen Sonradan Yavuz ve Midilli isimlerini alan Almanların Goben ve Braslav isimli zırhlıları, Akdeniz de Müttefik kuvvetlerin gemilerinin takibinden kaçarak, İstanbul önlerine kadar gelmişlerdi. Müttefikler bunların iadesini isteyince Osmanlı Hükümeti; “Biz bu gemileri satın aldık” demiş, fakat kısa bir müddet sonra bu gemideki Alman mürettebatın, Türk subay ve er kıyafetleri giyerek, Rusya’nın Sıvastopol, Novarovski gibi bazı limanlarını topa tutunca, Ruslar ve onlarla beraber olan İtilâf Devletleri Osmanlıya savaş açmışlardır. Müttefikler Çanakkale’ye 18 zırhlı, 12 kruvazör, 27 muhrip, 506 top, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 1 balon gemisi, 36 mayın 136- Cemal Paşa,”Hatıralar” İş Bankası Kültür Yayınları, Yayın No: 495, s.427. 81 137- General Fahri Belen, Çanakkale 1915 CD’si, Türk Tarih Kurumu 2001. 82 Çanakkale Çanakkale gemisi, 2 hastane gemisi, 87 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 42 savaşı Alman, İngiliz, Fransız askerleri arasında cereyan eden Marn uçak ile gelmişlerdir. İngilizler 400 bin, Fransızlar da 80 bin asker savaşı kabul edilirdi (Eylül 1914). Savaş alanında kilometre kareye getirmişlerdir.138 30 ölü düşmüştür. Bunlar muharip gemiler. Ayrıca nakliye, yolcu gibi Çanakkale Savaşının nasıl bir savaş olduğunu sivil sınıfa dahil gemiler de sayılırsa toplam 710 gemi ile gel- takdir bakımından sadece bu rakam bile yeter ki; orada kilometre mişlerdir. kareye 258 şehit ve ölü düşmüştür.142 Yerine göre 1 metre kare yere Osmanlı devleti ilk zamanlar bire yedi fazla nüfusa sahip olan 6000 mermi isabet etmiştir. Haçlılarla, 19. y. Yılda ise bire ona kadar varan fazla nüfusla yani İngilizler ve Fransızlar kendi askerlerinin yanında sömürgele- Hıristiyan devletlerle savaşmış ve uğraşmıştır. 1912 de bile Os- rinden kandırarak topladıkları Afrikalı, Hindistanlı, Avustralyalı, manlının nüfusu (yarıya yakını Gayr-i Müslim tebaadan olmak üzere) Yenizelandalı, İrlandalı…birçok etnik kökenden milyona yaklaşan 42 milyon idi. Buna rağmen sadece Rusya’nın nüfusu 129 milyon askerlerle Çanakkale Boğazına gelmişlerdir. yani bizim üç katımızdı ve zaman zaman Osmanlı yedi-sekiz devletle Bu insan mozaiğine Bartlett şöyle dikkat çeker: “Çanakkale aynı anda savaşmıştır.139 Osmanlının Avrupa'ya ayak uyduramayı- Alçıtepe muharebelerine ‘Milletler Muharebesi’ demek daha münasip şının sebebi budur. Haçlı âlemi bile bile Osmanlıya göz açtırma- olacaktır. Bu kadar muhtelif milliyetlere mensup kavimlerin, bir mıştır. Şimdi de durum pek farklı değildir. savaş alanı üzerine daha önce getirilmiş olduğundan pek fazla şüphe Quincy Wright isimli Batılı bir yazarın: “Savaş Üzerine Bir etmekteyim. İngiliz, Fransız, İskoç, İrlanda, Avustralya, Yeni İnceleme” isimli kitabında yazdığına göre, Osmanlı Devleti’nin Zelenda, Sih, Pencap, Gurka, Cezayirli, Zühaf, Gumers, Senegal... 1450-1900 yılları arasındaki tarih sürecinde her 50 yılın ortalama askerleri.”143 Akif’de: 140 30.5 yılını savaşlar içinde geçirmiştir. Bunun içindir ki Meşhur Montesqueu; “Türkler olmasaydı tarih olmazdı” demiştir.141 Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... diyerek bu hususa dikkat çeker. Çanakkale savaşı da yine Haçlı âleminin ittifak edip üstümüze Müttefik Güçler topladıkları bu askerlerle, 19 Şubat 1915 te geldiği bir savaştır. Çanakkale savaşına kadar; dünyanın en kanlı Türk tabyalarına ateş ederek savaşı başlatmışlardır. Sadece Mısır’dan ne kadar asker topladıklarına bir misal: 138- Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, Papatya Yay. İst. 2005, s.46; Ayrıca bir bu kadar askeri de Mısır ve Akdeniz’deki adalarda yedek olarak bekletmişlerdir. 139- Mustafa Armağan, a.g.e. s.212-215. 140- Dankwart A. Rostov, “Unutulan Müttefik Türkiye”, Milliyet Yay. İst. 1989, s.188; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s.31. 141- İbrahim Refik,“Ulu Çınarın Gölgesinde”,Albatros Yay.2004, s. 169. 83 Meşhur Mısırlı alim Muhammet Gazali, Mescid-i Aksa'nın Yahudiler tarafından işgalinin 25. yılında, 1992 de, Kahire'de verdiği bir konferansta şu tespitlerde bulunarak, asırlarca Osmanlının 142- Emekli Kd. Kurmay albay Oğuz Kalelioğlu, 05.04.2001, Konya Esnaf ve Sanatkarlar Odası Salonunda verdiği konferanstan. 143- Bartlett a.g.e. s.155. 84 Çanakkale Çanakkale himayesi ve koruyucu kanatları altında rahat bir hayat süren, ama veli memiş ve akılları zorlayan hadiseler, aklı ve mantığı aciz bırakan nimetleri olan bu devlete ihanetlerinin bedelini Arap dünyasının nasıl esrar dolu mucizevî faaliyetler vuku bulmuştur. Kudüs Çanakkale; Tarihçilerin aklını durduran, havsalalarını iflas et- elimizdeydi. Şu bir hakikat ki, Müslümanlar Osmanlı devletine ihanet tiren, mantıklarını dumura uğratan, tarih yazarlarını acziyete sevk ettiler. İngilizler Mısırlı gençleri savaşmak için alıyordu. Bir milyona eden bir yerdir. ödediklerini şöyle dile getirmiştir: “Asrımıza kadar yakın Mısırlıyı (Çoğu çiftçi) Osmanlıyı parçalamak için askere aldı- Çanakkale; İmana değil imkanlara, tevhide değil sadece tek- lar ve Müslüman Türklere karşı onları kullandılar. Türkler perişan niğe, manayı hiçe sayıp maddeye güvenen, geçmişten ibret alma- oldu. Onlara ihanet edenler, yani bizler bu hıyanetin cezasını Filistin yarak Türk'ü tanımayan, İmanı, inancı, vatanı, bayrağı, şeref ve ve Mescid-i Aksa'nın İngilizlerin eline geçmesiyle çok pahalı ödedik. haysiyeti için onun neler yapabileceğinin hesabını yapmayanların Kudüs ve çevresi elden çıktı. gereken cevabı aldıkları bir yerdir. Sultan 2. Abdülhamit Han'a devlet sıkıntı içindeyken Çanakkale; öldü, bitti, tükendi zannettikleri, şu hasta adamın milyonlarca altın teklif edip, “ Bunu al ve Filistin’i bize bırak” canını çıkarıverelim de mirasını bölüşelim dedikleri, miras bölüşme dediler. Sultan, bu teklifi yapan Yahudi Herzl'i huzurundan sert bir hususunda şekilde kovdu. Müslüman Türk'ü tanıyamamanın bedelini çok ağır ödeyerek geriye İngilizlerin Osmanlıya açtığı savaş medenimiydi? Hayır, asla! birbirleri ile dalaşmaya bile başladıkları, neticede bakmadan çekip gittikleri bir yerdir. İngiliz mareşal Beyt'ül Makdis'e girince şöyle dedi: “Haçlı seferleri Çanakkale; Şairin: şimdi bitti” ve Salahaddin'in kabrine gidip alçakça kabri ezip, ‘Ey Ecdadımızın heybeti ma'rufu cihandır Salahaddin. İşte biz tekrar döndük’ dedi. İşte bu Osmanlıya ihanetin dünyadaki bedelidir...”144 Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır dediği fakat mağrur Haçlıların bunu hesap edemediği, Onlar kadar modern silahlara, uzun menzilli toplara, erzak ve mühimmata sahip olmasalar da, ecdadımızdaki azim, irade, vatan ve bayrak sevgisi, gerektiğinde şehit ve gazi olmayı şeref telâkki etme anlayışı sayesinde boğazlardan geçememişler, 25 Nisan 1915 de kara savaşlarını başlatmışlardır. 259 gün süren bu kara ve deniz savaşlarında, daha önce dünyada cereyan eden savaşlarda görülmemiş olaylar, duyulmamış kahramanlıklar, yazılmamış destanlar, bilin- "Geçmişten ibret almayan kişi, geleceğe ibret olmaktır işi" sözünde olduğu gibi, istikbale ibret olduğu, yenilmezlerin yenildiği, üzerine gün batmayan İngiliz İmparatorluğunun temellerinin çatırdamaya başladığı, Haçlıların da yenilebileceğinin masum ve madur Afrika, Asya ve Güney Amerika devlet ve milletlerine gösterildiği, Avrupalıların ne kadar yalancı ve aldatıcı olduklarının sergilendiği, kısacası dünyada sömürülen, ezilen, hortumlanan milletlere cesaret ve metanet kaynağı olunduğu bir yerdir. 144- Zaman Gazetesi 19.09.1992. 85 86 Çanakkale Çanakkale Çanakkale müdafaası, Sami Paşazâde Sezai'nin dediği gibi: Çimentepe önüne gelen 20 İngiliz zırhlısı dakikada siperleri- "Bu savaş; üç mucizeler muharebesidir. Hali kurtardı, maziye mize 1300 top mermisi atmışlar,149 Tabyalarımızı cehenneme çevir- hamaset ve azametini iade etti, vatanımızı bir vatanı ebedi yaptı.”145 mişler ama yine de Çanakkale’yi geçememişlerdir. Devletlerin ve Medeniyetlerin yıkılışı, yok oluşu, dünya siya- 26. Alayımızın 3. taburu 10 tane İngiliz taburunu 32 saat ye- set sahnesinden çekilişi çok kısa zamanda olmamaktadır. Her ne rine mıhlamış kadar Haçlı âlemi kabul etmese de, Çanakkale ve İstiklâl savaşı, Seddülbahir'de Mehmet Çavuş tüfeği arızalanınca düşmana taşlarla ve onlara geçit vermemiştir. 4 Mart 1915 dolayısıyla I. Dünya savaşı Batı Medeniyetinin yakılmaya başladığı saldırmıştır. yani son kullanma tarihinin bittiği bir yerdir. Bugün kendi yazarları Bu hengâmede 57. Alay Komutanı Yrb. Mustafa Kemal geri Avrupa ve ABD'nin 2050 yılında dünyanın ikinci veya üçüncü çekilen askerleri görünce sebebini sormuş, onlar "atacak mermimiz devletleri olacağını söylemektedirler.146 Yani Haçlı medeniyeti kalmadı" uzatmaları oynamaktadır. taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar Geçmişi bilmeyen, Türk Milletini tanımayan ve büyük bir mağrurluk içinde birkaç günde boğazları geçip İstanbul Limanına deyince O şöyle demiştir: "Süngünüz var ya. Size ben geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka komutanlar alabilir." demir atacaklarına inanan, hatta İstanbul'da harcayacakları 10 İngiliz Hay Tepe'de 40 kişilik bir takımımız, 2 Tabur İngiliz askerine Şilinlerinin üzerine Osmanlı harfleriyle "60 Osmanlı kuruşu"147 kan kusturmuştur. Ertuğrul Koyu 10. bölük 1. takımdan Ezineli ibaresini bastıran, Müttefik Kuvvetler Komutanı General Hamilton Yahya Çavuş ve arkadaşları kendilerinden 13 kat fazla olan İrlanda hatıralarında şöyle yazmaktadır: kuvvetlerine karşı koymuş, vatan topraklarını onların kanlı ve kirli “Bu gün 90 bin piyade mermisi yaktık. 1800 şarapnel attık. Aylardan beri Türk ordusunu hırpalamaya çalıştık. Ey Tanrım! Bu çizmelerine çiğnetmemek için hepsi şehit olmuşlardır. Sonradan Göztepe'de onlar için dikilen anıta şunlar yazılmıştır: Türkleri inandıkları Allah’tan ayırmak için başka ne yapılabilir?”148 Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuştular, 145- Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001, "Ne Dediler" bölümü. 146- ABD’li siyasetçi Pat Muçhanan’a göre Batı dünyasının sonu geldi. ABD 2050 yılında üçüncü dünya ülkeleri arasında yer alacak. Yeşilay Dergisi, Mart 2002, sayı 820, s. 16; Tarih ve düşünce derg. Temmuz 2004, s.72. 147- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay.İst. 2004. 4. baskı, s.49. 148- Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.31. 87 Tam üç alayla burada gönülden vuruştular, Düşman tümen sanırda bu şahane erleri, Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular. 149- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.41. 88 Çanakkale Çanakkale Pakistanlı Şair Muhammed İkbal der ki; “Şafak yüz binlerce dalgalandırmamızı, onurlarını incitmememizi, onlara fatiha gön- yıldız sönmeden sökmez.” Gerçekten yüz binlerce yıldız sönmüş ve dermemizi beklerler: Bu şehitlerin çok az bir bölümünün kabri “Bir hilal uğruna Ya Râb ne güneşler batıyor” sözünde olduğu gibi bellidir. Yüz binlercesinin bir hece taşı bile yoktur.151 Bunların belki bu vatanın bize hür ve müstakil olarak emanet edilebilmesi için nice birçoğu toprağa bile hasret kalarak "Peygamberin âğuşuna" tevdi güneşler sönmüş, nice hanümanlar tarumar olmuş, nice yavrular edilmiştir. Akif’in dediği gibi: doğmadan yetim kalmış, nice sabiler baba yüzü görmeyip boyunu bükük büyümüş, nice genç kızlar yavuklusunun şahadet haberini ala- Gök kubbenin altında yatar al kan içinde madığı için bir ümitle ölünceye kadar beklemiş, nice taze gelinler ben Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler "şehidime ihanet edemem" diye erkek yüzüne bakmamış, niceleri Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez ondan gelen bir mektubu ölünceye kadar göz yaşlarıyla ıslatıp Gufrana bürünmüş, yalnız fatiha bekler152 kefeninin içine koydurmuş, yüz binlere varan gaziler Çanakkale'nin alamet-i fârikası olarak Millî bayramlarda ibret için genç nesillere gösterilip elleri öpülmüştür… Birinci Dünya Savaşı insan öğüten bir değirmen gibi milyonları öğütmüştür. dokuz cephede savaşan Türk Milleti cephe ve cephe gerisinde 3 milyon civarında zayiat vermiştir. Özellikle köylerde Bu yüz binlerce şehitten birinin anasına yazdığı ve duygu yumağı bir mektup: Allah’a dua et, düşman tırpanı Devlet ağacını yolmasın, anne; ölenleri kaldıracak, kabir kazacak, cenaze tabutuna yapışacak genç, Altında dökülsün oğlunun kanı kurban kesecek erkek, ziraatla uğraşacak eleman kalmamış, çoğu Bayrağın gül rengi solmasın anne! yerlerde bu işler beldenin ihtiyarlarına ve meczuplarına düşmüştür. Köyden biri geldi taburumuza, Bir misal: Meğer söz kesilmiş muhtarın kıza, Balkanlarda Üsküp havalisinde, ataları Konya'dan göçüp gelen Konçe köyü gençlerinden Çanakkale savaşına 100 kişi katılmış, savaş Gece niyet tutup baktım yıldıza, Artık söyle o iş olmasın, anne! sonrası bunlardan ancak üç kişi dönebilmiştir.150 Bu şehitler bizden, her karışı kanları ile sulanan bu aziz vatana Düşünme boş gelse posta tatarı153 sahip çıkmamızı, onları hatırlayıp yad etmemizi, kutsal emanet olarak bize tevdi edilen şanlı Bayrağımızı vatanın her yerinde 150- Altan Araslı, “Avrupa’da Türk İzleri”, Kültür Bak.Yay. Ankara, 2001, c.1, s.11. 89 151- Çanakkale’de ölen ve şehit olan takriben 500 bin insandan sadece 12 bin tanesi bilinen mezarlarda yatmaktadır. “Çanakkale 80”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 26 Nisan 1995. 152- M. Akif, a.g.e. s.485. 90 Çanakkale Çanakkale Siperden akın var yarın dışarı; Kadere râzı ol, uzun yolları Bekleyen gözlerin dolmasın anne! İbrahim Alaaddin Gövsa Çanakkale Savaşının Vahameti “Biz oturduğumuz yerin her taşı için cevher-i can verdik. Her avuç toprağımız, nazarımızda, o yola feda olmuş bir kahramanın vücudundan yadigardır. Vatan bizim kılıcımızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize hasredilmiş biliriz. Daima onu nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz.” Namık Kemal Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine154 Yorgun Mehmetçik Diyerek şairin tarif ve taltif ettiği bu şehit ve gazilerimizin gösterdiği hayret ve ibret levhalarından birkaç tanesini numune olarak arz ediyorum: 57. Alay Emir Subayı Teğmen Alaaddin der ki; “Müthiş bombardımandı. İnsan boyunda mermiler, düştükleri yerde insan boyunda çukurlar açıyordu. Önce böyle bir mermi ile toprak yığınları altında kalıyor boğulmak üzere iken başka bir mermi ile çıkıyorduk. Her mermi ıslığında Kelime-i Şahadet getiriyordum… 153- Posta Tatarı: Mektupçu, mektup getiren kişi. 91 154- Mehmet Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul 1966, s.119. 92 Çanakkale Çanakkale Sargı yeri kısa zamanda yaralı askerlerle doldu. Yaralarını “Asker geçiyor denildi mi, pencerelere kadın ve çocuk başları sardıranların bir kısmı muharebeye dönemeyecek durumda oldukları salkımlanırdı. Tüfek ve kılıç temaşasına gözlerimiz doyamazdı. halde tekrar ön saflara katılmak için ısrar ediyorlar, zorluk Gördüğümüz bölüklerin hayali hafızamıza gûyâ işlenirdi. Kadın çıkarıyorlardı. Hüseyin Avni Bey bu askerleri gurup halinde toplayıp dudakları münhasıran muharebeden bahsederdi. Bahçeler asker onlara 3. Taburda yapacakları hücuma katılacakları sözü vermekten oyunlarıyla dolmuştu. Üç çocuk yan yana gelince biri zabit, ikisi başka çare bulamadı. Yaralı askerler ancak bu sözle biraz istirahat etmeye razı oldular.”155 nefer oluyordu. Mektebe giderken birer küçük onbaşı gibi 3 Mayıs gecesinde 15. Tümen İstanbul’dan gelir gelmez mu- pek çok evlerin bütün pencereleri kör olmuştu. Artık kutlu eller kapıları çalmıyordu…”159 harebeye katıldı. Filo’nun ateşi muharebe sahasını barınılamaz bir yürüyorduk. Mamafih çok ailelerin kalbinden bütün kan boşalmış, hale getirdi. 12 bin mevcudu olan 15. Tümenden geriye 3500 aske- “Ooh! O kadar kalabalık gitti ve o kadar az kişi (savaştan rimiz kaldı. Muharebe bittiğinde 16 bin Mehmetçik şehit olmuştu…156 geri) geldi ki. Şüphesiz bu harp bizim şehnamemizin en müessir 6 Mayıs Seddülbahir. Sabah saatlerinde başlayan topçu ateşi temedi ve millet fedâkarlığa hiçbir zaman bu kadar âmâde görün- ile Türk mevzileri “gözden silinmişti.” İngilizler 11.30 da taarruza memiştir.” Çanakkale savaşı cereyan ederken 12 yaşındaki çocuklar geçtiler. Muharebe 8 Mayısa kadar sürdü. Mevziler defalarca el bile başkumandan Vekili Enver Paşaya (cepheye gitmek için) müracaat etmişlerdir.160 değiştirdi. Düşman 8500 kayıp verdi. Bizim kayıplarımız daha da çoktu…157 “O siper topçu ateşiyle bazen bir toprak yığınına dönüşüyordu. Bazen de ön siperlerde bir kişi bir er sağ kalmıyordu. Ya- parçasıdır. İstanbul’un fethi bile milletten bu kadar fedakarlık is- Bir bilim adamı olan Toygar Akman babasına, yakın tarihte neden Türk Milletinden de bilim adamları yetişmediğini sorar. Babası bu husustaki bir hatırasını şöyle anlatır: ralıların hali ise feciydi: Siperlerin altındaki Türklerin yaraları “Çanakkale savaşının bütün şiddetiyle sürdüğü o günlerde dehşet vericiydi. Kiminin kafasının yarısı yoktu. Yıldız biçiminde ya Sirkeci İstasyonundan her gün asker dolusu trenler Trakya yönüne da kırılmış bir pencere camı gibi parçalanmış kafalar gördüm. İnsanın elini içine sokabileceği büyüklükteydi yaralar…”158 doğru hareket ederdi. Sarayburnu İskelesinden de asker dolu koca koca gemiler Çanakkale’ye doğru denize açılırdı. Bütün İstanbul halkı bu kahraman askerleri göz yaşları içinde uğurlardık. Giden 155- Yeni Düşünce Dergisi, Sayı 8, 1 Ekim 1981, a.g. Yazı dizisi. 156- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.80. 157- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.81. 158- Fikret Günesen, “Çanakkale Savaşları”, s.191. 93 159- Cenap Şahabeddin, Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.258. 160- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.115. 94 Çanakkale Çanakkale gemiler ve tirenler daima boş olarak döner ve gidenlerden de kısa bir süre sonra haber alınamazdı.” olduğu yer İstanbul’du. Memlekette aydın mı kaldı a oğul. Pınarlar kurudu, pınarlar!... Sen ne sorarsın.”161 Babam göz yaşlarını silerek devam etti: Çanakkale savaşı esnasında İstanbul’daki çoğu liseler kapatılıp “O günlerin birinde İstanbul Erkek Lisesi’nin dokuzuncu talebeleri cepheye gönderilmiş ve çoğunluğu şehit olmuştur. Sakarya sınıfında ders veriyordum. Sınıfın kapısı iki defa tıkladıktan sonra açıldı ve içeriye müdür muavini ile kalpaklı bir binbaşı girdi. Sert bir meydan muharebelerinde erden çok zabit ve eğitimli insanın şehit olduğu bir gerçektir.162 asker selamı çaktı. Ben de ayağa kalkarak kendilerini selamladım. Daha ziyaret sebebini sormadan binbaşı bana baktı ve tok bir sesle: sanki birbirleri ile yarışmışlar, en ufak bir korkaklık ve çekingenlik -Muallim Bey! Evlâd-ı vatandan hizmet bekler, dedikten sonra göstermemişler, hayatlarının baharında ölümü hiçe sayıp, şahadet sınıfa döndü ve arka sıralarda oturan uzun boylu öğrencilere, “Sen şerbetini gönüllü içebilmek için koşmuşlardır. Bu hususta gönüllü bir gel, sen gel, sen de gel” diye seslenerek, öğrencileri toplamaya yarış içinde olduklarını, kendinden önce şehit olan küçük kardeşine sitem eden ağabeyin şu satırları ne kadar içtenlikle ifade eder: başlamıştı. Önde oturanlar, kendilerinin de alınması için, oturdukları Bu gençler öyle bir ruh haleti içinde cepheye gitmişler ki, sırada dik durmaya ya da ayaklarının ucuna basarak uzun boylu O kadar yandı mı bağrın, ey çocuk? görünmeye Ecelin sunduğu şarabı içtin! çalışıyorlardı. Binbaşı bu öğrencilere acı acı gülümseyerek sırtlarını okşayıp topladığı öğrencileri alıp, geride kalan bizlere sert bir asker selamı vererek çıkıp gitti. Sınıfta öylece kalakalmıştım. Diğer sınıflardan toplananlarla beraber bizim Sırayı saygıyı unuttun çabuk, Sebep ne, ağandan ileri geçtin? İdris Sabih öğrencileri Selimiye Kışlasına götürmüşler. Gidenlerin arkadaşlarına gönderdikleri mektuplardan, orada makineli tüfek eğitimi aldıklarını, üç aylık eğitim süresi bitince Çanakkale’ye gideceklerini öğreniyorduk. Üç ay sonra ise kendilerinden hiç haber alınamadı.” Rahmetli Babam sözlerinin burasında durmuş, dopdolu gözlerle bana bakarak: Atatürk'ün: "Biz Anafartalar'da bir üniversite gömdük" demesi bu sebeptendir. Tabii ki, tahsilli, kültürlü, aydın, kalifiye elemanların birçoğunun kısa bir zamanda kaybedilmesi milletler için telafisi mümkün olmayan en büyük felâketlerdendir. Kıbrıs’ta yaptığımız “Gidenlerin hiçbiri geri gelmedi. Hepsi de dokuzuncu sınıf öğrencisi idi. İstanbullular dokuzuncu sınıfa kadar gelmiş bütün okuyan evlatlarını şehit verdiler. Geriye kalanlar oldu ise onlar da Yemen’de ve İstiklâl Harbi’nde şehit düştü. İstanbul daha ne verecekti ki evlâdım. O zamana kadar memlekette aydının harman 95 161- Toygar Akman, “İlginç Olaylar/Sıra dışı İnsanlar”, Kaknüş Yayınları, Ekim 2004. sah 232-234; Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 34, sayı 1, s.74. Ocak 2005. 162- Orhan Karaveli, “Sakallı Celal”, Pergamon Yay. İst. 2004, s.138. 96 Çanakkale Çanakkale küçük çaplı bir askeri harekatın maddi manevi faturasını 35 senedir gerçeğini ancak o anda fark ederler. Makineli tüfek takırtıları, mermi ödemekteyiz ve hala bitirebilmiş değiliz. Bugün her siyasi ve ekonomik platformda karşımıza çıkmaktadır. vızıltıları arasında hep beraber siperin bir kenarına çekilip titreşerek Osmanlının son zamanlarında çağa ayak uyduramayışının se- beklemeye başlarlar. Bazıları donmuş kalmıştır. Birden içlerinden biri bir marş söylemeye başlar. bebini sadece din ile sınırlamak, faturasını din ve din adamlarına Annem beni yetiştirdi, bu yerlere yolladı kesmek haksızlıkların en büyüğüdür. Çünkü Osmanlı daha önce Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı zikrettiğimiz gibi, çeyrek asrını bile savaşsız, dertsiz, gailesiz geçirememiştir. İstiklâl savaşının üzerinden nerdeyse bir asra yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hala bunun faturasını ödüyor, hala Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana Sütüm sana helâl etmem saldırmazsan düşmana163 Biraz sonra yavaş yavaş diğerleri de bu marşa katılırlar. dünya siyaset ve ekonomi platformunda istediğimiz yere gelememiş isek, bu hususta Osmanlı'ya yüklenmemiz en büyük haksızlık olur. Hepsi toplanırlar. Artık gerilmiş yay gibidirler. Hücum emri verilir. “Çanakkale gazilerinden en son kaybettiğimiz İvrindi’nin Siperden fırlarlar. O gün yüzbaşı ile birlikte hepsi orada şehit olur. Mallıca Köyünden Azman Dede idi. 1991 yılında 104 yaşında Sadece Azman Dede sağ kalabilmiştir. Her Çanakkale’yi anlatışta: “Yüzleri hala gözlerimin önünde” diye ağlar dururdu. kaybettik. İki metrenin üzerinde boyu olduğu için ismi unutulmuş, Azman Dede diye anılır olmuştu. Devletin bekası için, İstanbul’un korunması gerekmektedir. Azman Dede, Çanakkale denince hemen ağlamaya başlardı. Çanakkale bir ölüm makinesidir. İnsan öğütür. Düşman karşısında Hep korkunç bir savaş gününü hatırlar, ağlardı. Bir gün önce ya- boşluk verilmemelidir. Burada birilerinin ölmesi gerekmektedir. pılan bir hücumda bölüğündeki bütün arkadaşları şehit olmuş, Cephenin birkaç dakika daha direnebilmesi, arkadan gelenlerin sadece kendisi ve yüzbaşısı sağ kalabilmişti. Telefonla takviye istenir. yetişebilmesi için bu gencecik çocukların ölmesi gerekmektedir. Ölürler”164 Gece, Galatasaray Lisesi’nin gönüllü olarak harbe katılmış öğrencileri doldurur siperi. Üzerlerinde asker elbiseleri vardır. Ama o kadar acele getirilmişlerdir ki, hiç askeri eğitimleri yoktur. Tüfeklere mermi sürmesini, süngü takmasını bile bilmezler. Yüzbaşı ile azman dede gün doğmadan tüfeklerine mermi doldurmayı gösterirler, süngülerini takarlar. Gün doğmak üzeredir… Hücum anı beklenmektedir. Birden toplar patlamaya, yerden ateşler fışkırmaya, gök gürültüsünden korkunç sesler içinde siperlere taş, toprak, ceset parçaları düşmeye başlar. Bu çocuklar oyun sandıkları kavganın 97 163- Başkent Üniversitesi Kültür Yay. Bütün Dünya 2000, Mart 2006, s.50. 164- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen; Mustafa Turan, a.g.e. s.63. 98 Çanakkale Çanakkale BU VATAN KİMİN? Bu vatan toprağın kara bağrında Sıra dağlar gibi duranlarındır Bir tarih boyunca onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir Tutuşup kül olan ocaklarından, Şahlanıp köpüren ırmaklarından, Hudutlarda gaza bayraklarından Alnına ışıklar vuranlarındır Ardına bakmadan yollara düşen, Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup koşan, Türk Askerinin Mahrumiyetleri ve Fedakârlıkları Harbiye Nâzırı Enver Paşa ve İâşe ve Levazım Nâzırı İsmail Hakkı Paşa imzasını taşıyan ve askeri birliklere gönderilen şu ibret levhası: "...Nasıl tüketileceğine dair tafsilatın bildirildiği gıda maddelerinden olan zeytin tanesinin gıdaî hususiyet ve faikiyeti dolayısı ile kısıtlanarak Cepheden cepheyi soranlarındır yenilmesi meşrut (şart) olduğundan bir adedinin İleri atılıp sellercesine üç ayrı lokmada ekmeğe katık edilmesi kararlaş- Göğsünden vurulup tam ercesine Bir gül bahçesine girercesine Şu kara toprağa girenlerindir Gökyay’ım ne yazsam ziyade değil Bu sevgi bir kuru ifade değil, Sencileyin hasmı rüyada değil tırılmıştır. Alışılanın haricinde olan zaruretin kıtalara günlük emir meyanında hükmü tamamen tatbik edilinceye kadar tekrarı ve levazım zabitanı tarafından murakabe edilmesi ile…"165 Daha öncede zikredildiği gibi Avrupalılar Osmanlıyı yıpratıp dünya siyaset sahnesinden bertaraf edebilmek için, Haçlı ittifakları oluşturarak onu sık sık savaşlara sokmuşlardır. Topun namlusundan görenlerindir O. Şaik Gökyay 165- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı. 99 100 Çanakkale Çanakkale Sultan Abdülhamid'in tahta çıktığı ilk yıllarda halk arasında 93 iltifata binaen yayın hayatına başlayan zat basamakları atlayarak harbi diye meşhur olan (1877-78) Osmanlı-Rus savaşları, Osmanlı- çıkar 1952 de 75 yaşında vefat eden bu zatın Rupert Murdoch isimli Yunan savaşları, Avrupa ve Rusların telkin ve propagandaları bir oğlu bayrağı devralır ve bugün dünya medya devlerinin başında neticesi etnik guruplar arasındaki devamlı isyan ve huzursuzluklar gelir. 75 TV kanalı ve 175 gazetesi mevcuttur. Bu zat dedesinden Osmanlı devletini her bakımdan çok yıpratmış, siyasi otoritesi kalma- daha sinsi, daha kurnaz bir yol tutar ve dedesine: “Bir yeri, hele hele mış, ekonomisi iflas etmiş, israf ve iflas batağına yuvarlanmış, Çanakkale gibi bir yeri kaba kuvvetle geçmek çok pahalıya patlıyor. borçlarını ödeyemediği için gelir getiren her birimine Batılı devletler Bunun çağdaş usulleri vardır. Ucuz ve kansız. Bak ben Haçlı tarafından Düyun-ı Umumiye (umumi borçlar) adı altında el konmuş- aleminin son zamanlarda kullandıkları bu usulle boğazları nasıl tur. Çünkü her bir savaş bir milleti en az çeyrek asır geriye çeker. geçerim” demiş ve büyük gazete ve TV kanallarımızdan birini alıvermiştir.166 Savaşın maliyeti çok yüksektir. Onun için Batılılar son zamanlarda savaşlar yerine çok daha kolay, masrafsız ve dikkat çekmeyen netice Balkan Savaşlarının hangi şartlarda yapıldığını anlamak için olarak da çok başarılı olan Medya ve Misyonerlik faaliyetleri ile sadece şu misal bile yeter ki; Ordu komutanları bile süpürge to- devletleri yıkma, milletleri sömürme ve insanları da hür görünümlü humları, ağaç kabukları, ot kökleri yiyerek savaşmışlar ve hayatlarını devam ettirebilmişlerdir.167 köleler haline getirme metodunu kullanmaktadırlar. Bunlardan birisi yakın tarihte cereyan etmiştir: 230 sene de yüz binlerce şehit vererek Viyana önlerine varan Yıl 1915. Çanakkale’de kan gövdeyi götürüyor. Uygun adım Devlet-i Aliyye (Osmanlı), sanki kaçarcasına 46 senede Balkanlardan yürüyerek Anadolu’yu işgal edeceklerini sanan Müttefik güçleri, ve bugünkü ata yadigarı cennet vatanımız hariç bütün topraklarından çekilmek mecburiyetinde bırakılmıştır.168 pabucun ne kadar pahalı olduğunu görürler ama, hükümetlerine gerçekleri söylemezler. Bugün yarın boğazları geçeceğiz diye yanlış bilgi veriyorlar ve 250 bin askerlerini öldürtüyorlar. O günlerde Anzakların arasına karışıp gelen Melbourne Age gazetesinin muhabiri gerçekleri görüyor ama, kendisine uygulanan sıkı takip ve sansür sebebiyle ilgilileri haberdar edemiyor. Neticede “Gelibolu Mektubu” diye tarihte meşhur 8 bin kelimelik mektubunu yazıp elden Avustralya Başbakanına gönderir, o da yine elden İngiltere başba- Tarihçiler İslâm tarihinin en acıklı olayının Endülüs İslâm devletinin yıkılması ve Müslümanların tehcir ve katliama tabi tutulmasını gösterirler. Osmanlı tarihinin en acıklı olayının da Evlâd-ı Fatihan denilen Balkan Müslümanlarının Balkan Savaşından sonra Ana vatan Anadolu’ya dönüşlerini gösterirler. "Zağra Müftüsünün Hatıraları" adı ile yayınlanan kitabında bu Balkan Tehcirini bütün kanına gönderir. “Çanakkale Geçilmez” diye iki kelime ile özetlenen Mektup kabine toplantısında okunur ve konu tetkik ettirilip, yazılanların doğruluğu anlaşılınca Boğazları geçme kararına son verilir. Avustralya’ya dönüşünde bu gazeteciye Sir unvanı verilir. Bu 101 166- 26. Temmuz 2006 tarihli gazeteler. 167- İlhan Bardakcı, a.g.e. s.372-418. 168- İlhan Bardakçı, İmparatorluğa Veda. s.l0. 102 Çanakkale Çanakkale gerçekleri ile anlatan Hüseyin Raci Efendi bir cümle ile bu durumu şöyle özetler: "Aziz-i vakt idik, adâ zelil kıldı bizi." hiddeti, cesaret ve kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle millet görmedim.”171 Fakat önceki savaşlarda olsun, İstiklâl savaşında olsun bütün Türk esirlerinin bulundukları kamplarda nasıl onurlu ve şerefli yokluk, kıtlık ve imkansızlıklara rağmen Türk Askerinin sergilediği davrandıklarına dair Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) başkanı ve Malta da onurlu, şahsiyetli, vakarlı, müstağni… davranışlar dünya harp tarihlerine geçmiş ve dünyayı kendisine hayran bırakmıştır. esir bulunan Eşref Sencer (Kuşçubaşı Eşref) bey şöyle anlatır: “Bizim yiğit köylü çocuklarımız, esaret diyarlarında öyle bir ruh ve Her türlü yokluk, kıtlık ve imkansızlıklar neticesi olsa da, beden asaleti içindeydiler ki, hayran olmamak mümkün değildi. Aç Balkan yenilgimizin onur ve izzetimizi nasıl zedelediğini, nasıl kabul kaldıkları günler oldu, el açmadılar. Susuz kaldıkları günler oldu, edilemez bir gerçek olduğunu, bunun acısının içimize nasıl oturup kurumuş dudaklarını göstermediler. Yorgunluk ve bitkinlikten ayakta ukde olduğunu, bir daha aynı duruma düşmemek için subaylarımızın duramayacakları Mehmetçiği nasıl motive ettiğini anlamak için şu cümleler yeterlidir: aramadılar. Zulüm gördüler, aman yeter demediler, eğilmediler. "19. Tümen Komutanı Yrb. Mustafa Kemal Bey Arıburnu’ndaki kuv- Zalimlerin bile başlarını öne eğecek kadar mert bu ruh büyüklüğü, onları zulme lâyık görenleri utandırdı...”172 vetlerini hücuma hazırlarken şöyle demiştir: İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih zamanlar oldu, yaslanacak yabancı omuz İstiklâl Savaşı esirlerimizin asaletiyle ilgili Malta İngiliz Esir etmeyenlerin kampı komutanı Albay Sitiron, görüşünü Kuşçubaşı Eşref Bey’e bulunacağını katiyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim…”169 şöyle açıklamıştır: “...Burada (Malta’da) hemen hemen dünyanın Pilevne düştükten sonra günlerdir aç olmalarına rağmen, Osmanlı askerleri, Rusların verdikleri ekmekleri yememişlerdir.170 usuller içinde hayatlarını sürdürüyorlar. İnsanların ferdi ve toplu Sir Konbert der ki; “Çanakkale’de her şeyimiz kusursuzdu. Fakat başarılı olamadık. Zira Türkler, Yuvalarına girmiş aslanların bütün milletlerine mensup insanlar var... Hepsi de aynı şekil ve özelliklerini ancak böyle Felâket günlerinde anlamak mümkündür. Malta’nın bir esirler kampı haline getirildiği ilk günden beri burada komutan mevkiindeyim. Hemen hemen bütün dünya milletlerine mensup olan insanlarla temas halindeyim. Elimi vicdanıma koyarak ve aklımı hakem yaparak diyorum ki, siz Türkler, bu milletler arasında vakar, tahammül, disipline riayet, ferdi gurur, milli onur itibariyle bambaşka insanlarsınız. Yine affınıza sığınarak diyeceğim 169- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.37. 170- Tahsin Ünal, “Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi”, Nur Yay. İst. 1975 s.207; 170 İbrahim Refik, “Geçmişten Geleceğe Işıklar”, Albatros Yay. 5. bas. İst. 2003, s.97. 103 171- Mustafa Turan, a.g.e. s.28. 172- Cemalettin Taşkıran, a.g.e. s.165. 104 Çanakkale Çanakkale ki, başka milletlerde genel olarak ilim ve irfandan; kültür ve sanattan lerinin gömülü olduğu Aziz Vatan Türkiye’de yaşamak istemiyorum, edinilen bu meziyetler, sizde milli ve ırkî olan birer Allah vergisidir. Aman bunlara dikkat ediniz...173 fırsatım olsa Batıya giderim diyenlerin oranı % 94.5.175 Bir nesil bir Müttefik güçler, açlık ve imkansızlıklar içinde kıvranarak sa- kadar farklı düşünebilir? Bizim neslimiz on binlerce km. uzaktan vaşan Mehmetçiğin moralini bozmak, azim ve iradesini zaafa uğ- binlerce dolar harcayarak gelen dedelerinin kabirlerini ziyaret eden, ratmak ve teslim olmasını sağlayabilmek için, tayyareler ile sürekli hatıralarını yad eden, onların çıkarma yaptığı gecenin dördünde top- Türk siperlerine menfi (olumsuz) propagandalar içeren broşürler atmışlardır. Bunlardan birisi: lanıp Şafak Ayini yapan Coni gençlikten hiç mi ibret almıyor? hiç mi etkilenmiyor? asra bile varmadan nasıl bu hale getirilebilir? Dede ile torun nasıl bu “Bazen bir tomar kâğıt düşerdi Türk siperlerinin üstüne. Bu Gerçi ibret alacak şeyler okutulmamış, etkilenecek şeyler defa ki ne? Kahire’deki Türk esirlerinin mektupları, özenle çekilmiş söylenmemiş. Yokluk ve imkansızlıklardan dolayı bir zeytin tane- kanlı-canlı resimleri. 'Teslim olursan rahat edersin' demek istiyor sinin bile nasıl yeneceğine dair Tarihin ibret levhaları olan tamimler Coni’nin akıllı komutanı…Mehmetçik kızıyor. Cevap İngiliz siperlerine çabuk ulaşıyor: 'Sadakanızla beslenen domuzdur.”174 gösterilmemiş. Dede ile torun bir birini tanımamaktadır. Bu vatanın bize neler pahasına emanet edildiği bilinmemektedir maalesef! Ama bugün bir asra yakındır yaptıkları propagandalarla, genç Bir başka ibret levhası: "…Biz Mersinli dört arkadaş Çanak- nesillerimiz üzerinde oynadıkları Bizans oyunları ile bizi bu asil ve kale’deki 48. Alaya verilmiştik. Çantaları toplayıp vagonlara do- âli duygularımızdan o kadar soyutladılar ki hayret ve dehşete ka- luştuk. Bizim pılmamak mümkün değil. Dün açlıktan ölmek üzere iken böyle söylüyorlardı. Çantalarımızda bayat ekmekle birlikte iplik, çarık düşünen o insanların torunları, onların yüzde biri nispetinde bile fakr iğnesi, kösele, örs, çekiç ve kerpeten vardı. Niye biliyor musunuz? u zaruret içinde olmamakla beraber, hedonist (zevkçi) felsefenin Çünkü Mehmetçiğin, babasından-dedesinden öğrendiği iki amansız düşmanı vardı. Açlık ve ayakkabısızlık…"176 kurbanı oldukları için fırsat bulsalar, birazcık daha nefsani arzularını fazla tatmin edebilmek için Batıya ve ABD'ye akın edecekler. Mehmetçikler de avaz avaz ayrılık türküleri Çanakkale Savaşları esnasında " Cepheden Cepheye" ismiyle İnanmakta havsalam zorlanıyor; "Bu kadar mı yozlaştık, bu günlük tutan muhariplerden, Mümin Mustafa bir yerde şöyle der: kadar mı bizi mankurtlaştırdılar…" diyorum ama, ANAR (Ankara "…Ah bir damla sirke. Bir parça şeker ne enfes bir şeymiş. Dünyanın Sosyal Araştırmalar Merkezi"nin 2000 yılı Mayıs ayında yaptığı bir araştırmaya göre, her karışı dedesinin kanı ile sulanmış ve kemik- bu nefis gıdalarını görmesek, kokusunu duymak da yetişir. Ah bir tabak salata!.." 173- Cemalettin Taşkıran, a.g.e. s.165. 174- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.147. 175- Yeşilay Dergisi, Mart 2003 sayı 832 s.21. 176- Can Dündar, “Gölgedekiler”, İmge Yay. İst. 1995, s.112. 105 106 Çanakkale Çanakkale Çanakkale’de çarpışan askerlere verilen çok cüz’i az yumurta bulabilmekte, içki ise ancak uzun aralıklarla dağıtılabilmektedir...”180 demektedir. Ne kadar ibretli, ne kadar farklı? miktardaki maaşı bile;“Tütünü ve yemeği bulduktan sonra ne yapacağız biz parayı” diyerek reddedenler olmuştur.177 yanında İngiliz askerlerinin sefasını anlamak için Bartlett şöyle der: O günkü ecdadımız ile bugünkü torununun hayat felsefesi ne kadar farklı. Çanakkale savaşlarında Türk askerinin çektiği sıkıntılar Düşmanın çok üstün ve etkili bombardımanı neticesinde ba- “Erzak her ne kadar bol ise de, askerlerin ahlak ve karakterlerine taryaları tahrip olan askerler ağlaya ağlaya geri çekilirler ve o akşam son derece tesir eden tütün, sigara ve yaprak sigaraları gibi keyif verilen yemeği askerler yemezler ve subaylarına karşı bir er şöyle veren şeyler günden güne azalmaktadır. Savaş gemilerinin bir der: “Bu nimet geçer mi insanın boğazından… toplarımız gitti efendim.”178 çoklarında viski,181 bira tamamen tükenmiş ve şarap ile diğer içkiler Günlerdir boğazından hiçbir şey geçmemiş, aç bir vaziyette bulunması zor bir hale gelmiştir. Halbuki Avustralyalılar ise içki içmeyi sever ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir.”182 savaşırken ağır yaralanan Mehmetçiğe ekmek verdiklerinde şöyle demiştir:“…Kardeşlerim şimdi benim bu ekmeği yemem uygun düşmez. İngilizlerin Çanakkale’den çekilirken “…depolarda bı- Ben birazdan öleceğim için bu ekmek ziyan olmasın (boşa gitmesin). raktıkları erzakın Türk ordusuna hatta İstanbul gibi bir şehre aylarca yetecek kadar fazla olduğu söyleniyordu”183 Gavurla çarpışan bir arkadaş yesin de ona enerji oslun…” bazı şehitlerin elinden silahları katiyen alınamamıştır.179 cephelerinde savaşan ve İngilizlere arkadaşları ile esir düşen, günlük İngiliz askerlerinin ise memleketlerinden binlerce mil uzakta tutup hatıralarını yazan Mülâzım Mehmet Sinan Bey şöyle yazıyor: Afyonda öğretmen iken askere alınan, Çanakkale ve Irak olmalarına rağmen, Mehmetçiğe nazaran ne kadar bolluk içinde "Esir oldukları, Alan götürülüyorduk. İngilizlerin lojistik imkanlarını görünce Arkadaşım Moorehead'ın meşhur eserinden anlıyoruz: "onların çaylarını sütsüz Ragıp Bey; büyük bir ambarı göstererek Sinan, diyordu şu depo ve içmek zorunda kaldıklarından bahseder. Üstelik zavallı askerler pek garajlarda ki gördüğümüz malzeme ve nakil araçları bizim olsa idi, onlara çektikleri sıkıntılardan dolayı acıyan olup arkadaşım Ragıp Beyle İngiliz kamplarına biz İngilizler gibi mi harp ederdik!.. Harp kazanan İngiliz orduları değil, İngiliz parası, İngiliz sanat ve malzemesidir... Türk Ordusunun karnı tok ve düşmanındaki malzemenin dürte biri elinde olsa idi, 177- Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004, s.142. 178- Gıyas Yetkin, “Yaratanların Ağzından 18 Mart 1918 Çanakkale Zaferi”, s.109. 179- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a.g.e. s.125. 107 180- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.79. 181- Aubrey Herbert, a.g.e. s.57. 182- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.94. 183- Joseph Pomiankowski, “Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü”, Kayıhan Yay. Çev. Dr. Kemal Turan, 2. baskı, s.127. 108 Çanakkale damarlarında mevcut yaratmayacaktı.”184 yiğitlik savaş Çanakkale meydanlarında neler kullanılmış ve yenilemek olanağı bulunamamıştı. Böylece er, yırtık ve Yine Mehmet Sinan Bey, günlüğünün bir yerinde şunları acınacak durumdaki giysisini çamaşırsız giymek zorunda kalmıştı...”187 yazar: "Bittabi bu şerâit (şartlar) altında hareket etmenin ve hatta Şu olayda ne kadar ibretli: İki taburu daha önce Anzakların yaşamanın bile imkanı yoktu. Nitekim kolordu mıntıkasında harp ikici karşısında tamamen şehit olan, fakat Anzaklara geçit vermeyen plana düşmüş, iaşe derdi ön safta bütün zihinleri işgal etmiş "...57. Alayın komutanı, Bombasırtının güney eteklerinden aşağıya bulunuyordu… karınları doymayan efrâd (fertler, askerler) karınca baktığında çok garip bir şekilde, arazide yayılmış küme küme be- yuvalarını kazarak tane bulmaya ve buldukları kemikleri ezerek (ve yazlıklar görür ve hemen tabur komutanını çağırarak sorar: "Bunlar ne?" ebegümeci otu) yemekle savaşıyor, başıbozuklar ise açlıktan ölen her nevi hayvanların leşlerini paylaşıyorlardı.”185 Tabur komutanının cevabı ilginçtir: Giyecek hususunda da Mehmetçiğin çektiği sıkıntıları, yaşa- " Efendim, onlar, fecre az bir zaman kala emriniz ile hücuma dığı imkansızlıkları anlatan birkaç anekdot sunuyorum: “…Bazı as- geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır."188 Onlar kendilerinin mutlaka kerlerin ayağında iple tutturulmuş çarıklar bulunuyordu. Bazıları şehit olacaklarını biliyorlar ve yine biliyorlar ki, geride kalan, ayaklarına çaput bağlamıştı. Kiminin ayağı ise çıplaktı. 19. Tümen düşmanla çarpışacak Mehmetçik kardeşlerinin çoğunun giyecek iç Kurmay Başkanı Yarbay İzzettin (Çalışlar) 59. Alayın talimini izle- çamaşırı yok. Hiç olmazsa boşa gitmesin, onlar giysinler diye geride bırakıyorlar. diğini, her taburda ayağı tamamen çıplak 50-60 asker gördüğünü söyler.”186 "Osmanlı ordusunda savaşan eratın durumu öylesine içler acı- “Erat için istenen sayıda haki üniforma bulunamamıştı. Bu sıdır ki; siperler için yeterli derecede kum torbası dahi bulunma- erler kendi giysileri ile hizmet etmek zorunda kalmışlardı. Birliklerin makta ve bazen İstanbul’dan birkaç yüz yeni torba getirildiğinde, büyük bir bölümü kaputsuzdu. Özellikle ayakkabı yokluğu du- bunların kum torbası olarak mı, yoksa erlerin harap elbiselerine yama olarak mı kullanılacağına karar vermek zor olmaktadır.189 yuluyordu. Dayanıklı ayakkabı azdı. Eratın pek çoğu çarık giyiyordu. Bir bölümü ise daha perişandı. Yalın ayak yürüyenler vardı. Çamaşır durumu da iyi değildi. Köyünden kentinden getirdiği eşya, 184- Mülâzım Mehmet Sinan, “Harp Hatıralarım”, (Çanakkale-IrakKafkas Cephesi) Hazırlayanlar: Hasan Babacan, Servet Avşar, Muharrem Bayar, Vadi Yay. Ankara 2006. s.118. 185- Mülâzım Mehmet Sinan, a, g, e, s.98. 186- Yusuf İzzettin Barış, “Çanakkale Savaşları”, s.95. 109 187- Binbaşı Muhlman, 2Çanakkale Muharebesi”, Çev. Alb. Halil Kemal, Askeri Matbaa. İst. 1927, s.4. 188- Necdet Muallimoğlu, “Düşünen İnsana Hazire”, Şahsi Basım, İst. 1996, s.1106. Yeni Düşünce Dergisi, sayı 7, 1981, a.g. yazı dizisi. 189- Liman Von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”, Çev. M. Şevki Yazman, İst. 1969. 110 Çanakkale Çanakkale “Çanakkale Cephesinde, bitlerden sonra, herkes için kabus sinekler. Bu memleketin tanrısı ne Allah, ne Muhammed veya Şey- olan bir başka şey de sineklerdi. Hiç kimse sineklerle başa hülislam. Asıl tanrı, baş şeytan, yani sineklerin tanrısı! Yemekler çıkamıyordu. Tedbir almak ise imkansızdı. Bunun yanı sıra başta masaya konur konmaz sinekler tarafından simsiyah kaplanıyor. kolera ve dizanteri olmak üzere pislikten doğan bütün hastalıklar da kol gezmekteydi. Çadırlara ve siperlere doluşan bu yaratıklar, aptal vızıltılarıyla, Bizi en çok sıkan şeylerden biri de sineklerdi! Aman ya Rabbi! öğlen sıcağında yarım saat için kestirmeye çalışanları deli ediyor.”191 Bunlar ne yılışık mahluklardı! Yemek yerken, çatalımızın ucundaki Çanakkale savaşı o kadar imkansızlıklar içinde kazanılmıştır lokmaya binlerce sinek hücum ediyor ve ellerimizle bile bu haşaratı ki; İstanbul Askeri Müzedeki asırlık toplar bile sökülerek cepheye defetmeye muvaffak olamıyorduk. Bu milyonlarca sinek bizi uyurken de rahat bırakmıyordu. İngiliz hücumu kadar mühlik idiler... götürülmüş ve kullanılmıştır.192 Tabi birçoğu yeni mermileri atacak 24 Haziran 1915 Havayı o kadar ağır ve mide bulandırıcı bir teknik özellikte dökülmedikleri için ilk atışta parçalanmış ve düşman yerine etrafındaki Mehmetçiklere zarar vermiştir. koku kaplamıştı ki insan her yaptığı nefes alma ve verme hareketinde Bazı tepelere ve tabyalara da soba boruları sahte bataryalar derin bir ürperme hissediyor. Bu ürperme vücudumuzun ve duygu hassalarımızın tahammülü haricinde…”190 yerleştirilmiş ki, düşman çok topları var zannetsin veya gerçek top diye oralara boş yere ateş etsin.193 Bu savaşlarda cephede vuruşarak şehit olan askerlerimiz kadar Çünkü her hususta olduğu gibi top ve mühimmat hususunda da da bu bit ve sineklerin sebep olduğu bulaşıcı hastalıklardan ölümler büyük dengesizlik vardı. Onlar taarruzda, biz savunmada kendi vuku bulmuştur. Cephede yeterli elbise, su, temizlik malzemesi ve vatanımızda olduğumuz halde, yani bizim çok olması gerekirken onların 506, bizim ise 150 topumuz vardı.194 temizlenme imkanı bulamayan ve fakat hayatlarını da çekilmez hale getiren bitlerden kurtulmak için Mehmetçik zaman zaman elbiselerini Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında Almanları Rus cephele- çıkarır karınca yuvalarının üstüne kor ve hakkından gelemediği, ha- rinde "general kar, general çamur ve general soğuk yendi" diye bir yatı kendisine zindan eden bu haşarattan karıncalara ziyafet çekmek suretiyle kurtulmaya çalışırmış. tekerleme vardır. İstiklâl savaşında da bizim belimizi büken yokluk, kıtlık ve bitler olmuştur. Bir Anzak subayı da Mısırda yayınlanan bir gazetede çıkan makalesinde şöyle demiştir: “Gelibolu’daki yaşamın büyük belası 190- Mümin Mustafa, “Cepheden Cepheye”, Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001; Mehmet Fatih Bey, “Kanlısırt Günlüğü”, Çanakkale 1915 CD’si, Türk Tarih Kurumu 2001. 111 191- Anzakların kaleminden The Egyptian Gazete, 29 Temmuz 1915, Çanakkale 1915 CD’si, Türk Tarih Kurumu 2001. 192- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.22. 193- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.31. 194- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.31. 112 Çanakkale Çanakkale Bu imkansızlıkların hududunu hayal edebilmek için şu misale bakalım: Ankara Hükümetinin yurt dışına atadığı ilk Büyükelçisi Ali Fuat Cebesoy Paşa, Ankara'dan çıkıp Moskova’ya 80 günde varabilmiştir.195 Halbuki Jül Verne roman kahramanına, 80 günde dünyayı dolaştırır. Yine o günlerde Harbiye Nezaretinde (Savunma Bakanlığında) Fransız tercümana verilecek on lira bulunamamıştır.196 Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) dan cephede savaşan binbaşı Lütfi Bey’e hanımı Dürdane hanımdan gelen mektuptan: “…iaşe teşkilatı aylardan beri ilk defa iki okka un verdi. Bununla çocukların çok sevdiği kurabiyelerden yaptım. Şeker olmadığı için yerine pekmez kullandım ama tadı yine de güzel oldu. İşte onlardan birkaç tane -Babam Çanakkale’de din için öldü. -Sen? -Benim babamda Yemende din için öldü. Üçüncü çocuk da aynı cevabı verir. -Peki size kim bakıyor? -Burada bir ebe annemiz var. O bakıyor. Derken yaşlı bir kadın istasyon civarındaki kulübesinden çıkarak bağırmaya başlar: -Gazanfer, Muzaffer, Mücahid! Çorba yaptım, gelin için! kavanoza koyup ayırdım. Sen dönünceye kadar saklayacağım. Sensiz Elde yok, avuçta yok, Çuval içindeler. Aç ve sefiller. İsimleri huzurla tadamadım…” Bir binbaşının ailesinin çektiği sıkıntı bile Gazanfer, Muzaffer, Mücahid... ‘Bu millet yenilmez’ der Lo Monde muhabiri…”198 budur. Normal vatandaşların durumunu artık okuyucularım takdir etsinler. Ama yine de bu insanlardan hiçbir şikayet duyulmamıştır.197 “…70 kilo girdiğim hastaneden 45 kilo olarak çıktım. Yeni Günümüzde yüzde yüz haksız oldukları halde "Devlet nerde? Millet nerde? Belediye ne iş yapıyor?" gibi sesler yükselmemiştir. düzenleme ile birliğim 9 Tümen 2. Alay 83. Tabur olmuştu. 1917 “Türkolog Lo Monde muhabiri 1922’de Türkiye’ye gelir. Millî olan 2500 rakımlı Karadağ’da kaldım. Ne elbise, ne çamaşır, ne Şubat ayına kadar Melikşerifin üzerinde, Çardaklının en yüksek dağı açlar, dullar, yetimler... çarık kalmıştı. Tuzsuz çorbadan herkese beş altı kaşık isabet memleketidir. Muhabir Eskişehir’de bir istasyona gider. 7, 8, 9 yaşla- ediyordu. Bütün bölüklere parça parça dağıtılan tek bir sığır derisi rında üç çocuk görür. Çocukların ayakları çıplaktır. Bir çuvalın toprakla iyice yoğruluyordu. Yoksa çarık yaması diye dağıtılan bu deriyi asker közleyip yiyordu…”199 Mücadele bitmek üzeredir. Anadolu dibine boğazlık delmişler, kollarını yine deliklerden çıkarmışlar onu giymişlerdir. Üstlerinde çuvaldan başka bir şey yoktur. Sorar: -Evlâdım baban nerede? 195- Bilal N. Şimşir, “Bizim Diplomatlarımız”, Bilgi Yay. İst. 1996, s.54. 196- Kâzım Karabekir, “İstiklâl Harbimizin Esasları”, İst. 1972, s. 197- Cemal Kutay, “Pembe Mendil”, s.12-18, Yeni Asya Yay. İst. 1982. 113 O günlerde çekilen sıkıntılara şu misal bile yeter artar her halde: Meşhur Kahramanımız Seyit Onbaşı'ya Cevat Paşa: 198- M. Niyazi Özdemir’in 1991 Mevlânâ Haftası’nda Konya’da sunduğu tebliğden. 199- Teğmen Rifat Erdal, “Bir Yedek Subayın 1. Dünya Harbi Hatıraları”, Hayat Tarih Mecmuası, sayı 7, 8, 9. Ağustos-Eylül-Ekim 1971. 114 Çanakkale Çanakkale -"Bu yaptıkların tarihlere geçecek, Allah senden razı olsun, seni nasıl mükafatlandıralım…" deyince şu cevabı almıştır: denen silah artıklarını memleketlerine gönderecek imkan kalmamış -“Kumandanım! Hiçbir şey istemem. Lâkin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı günde bir somun yetmiyor. Düşman Yemen ve İstiklal savaşlarından sonra “Bakıyyetüs' süyuf” ve yol güzergahlarındaki bütün köylerin kabristanlarında bugün kaybolup gitmediyse, "Garipler Mezarlıkları" oluşturulmuştur. karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki somun Savaştan sonra yol yok, kışlık elbise yok, ayakkabı yok, doktor verseler!” demiş. Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa Onu onbaşı yaparak mükafatlandırmıştır.200 ve ilaç yok, doğru dürüst karınları doymuyor, şimdiki gibi nakil Bu inanılması güç zorluklar sadece savaş zamanlarına mahsus gariplere baksın. Bir çoğu memleketlerine ulaşmak için yolculuk da olmamış. Osmanlıyı dünya siyaset sahnesinden indirebilmek için yaparken yol boyu köylerde vefat etmişler... o köy halkı insanlar devamlı onu savaşlarla meşgul eden Haçlalar, kanımızı kurutmuşlar, kabirlerinin bir bölümünde bu insanlar için Garipler Mezarı denen bölümler yapmışlar. Birçok köyde hala bu bölümler mevcuttur...202 iliğimizi sömürmüşler, dizlerimizin bağını kesmişler, gelir getiren her vasıtaları da yok. Haberleşme araçları da yok. Halkta da yok ki bu şeye el koymuşlar. Tuz gölünün tuzuna, Eğridir Beyşehir göllerinin Bu inanılması güç şartlar içinde savaşarak bize emanet edilen balığına,201 tren yollarına, içilen her tabaka tütüne, çekilen her sigara Cennet vatanımızda yetişen nesil, nasıl olurda bugün; Dünya çapında nefesine el koyup gelirlerini Avrupa’ya aktarmışlar. Su ve elektrik israfta 1'inci kumarda 2'inci içkide 3'üncü sigara tüketiminde 4'üncü hale gelmiştir?203 Bunu akıl ve mantık nasıl kabul eder? vb. şeylerden toplanan gelirlere, vergilere el koymuşlar. Yemen savaşından artan bir avuç vatan evladı gemi ile Süveyş kanalından geçerken borçlarımıza mukabil İngilizler gemiye el Nasıl olur da yukarıda zikredilen hayalleri bile donduran koyup sıkıntıları çeken şehitler dururken, içki ve uyuşturucu komasına girip salmadıkları için, onlarda denizin ortasında sıcak, hastalık ve ölen bir serserinin ölüsü şanlı bayrağımıza sarılıp, cenazesine on bine yakın insan katılıp " şehitler ölmez" diye bağırabiliyorlar. gıdasızlıktan şehit olmuşlardır. Dolayısıyla savaştan sonra da bu felaketler devam etmiştir. Balkan Savaşından kaçıp İstanbul'a yığılan yüz binlerce insanı Anadolu'ya nakledecek vasıta ve imkan bulunmayıp, kışta kıyamette sokak ortalarında kalmışlardır. Nasıl olurda 1 Mayıs mitinglerinde şöyle pankartlar taşıyabilmektedirler: Din neymiş, iman neymiş, kim bakar safsataya Fatih'te kahramanlık denilen palavraya 200- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a.g.e. s.102. 201- İlhan Bardakçı, İmparatorluğa Veda, s.165. 115 202- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s.67. 203- Tayyar Altıkulaç, Zaman, 14.05.1996; Zeki Kentel, “Alkollü Toplum”, Yeşilay Dergisi, yıl 2000, sayı794, s.8. 116 Çanakkale Çanakkale Osman Gâzi'de kimmiş, kim bakar Mustafa'ya Mehmed’in düşmanı boğduğu sele Selâm Lenin, Stalin, Kosigin ve Mao'ya Mübarek kanını kattığı yerdir. Savaştayız yoldaşlar sol yumruklar havaya 204 Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin Biz bu şair müsveddelerinin yazdıklarına değil de, gerçek bir şairin yazdığı beyitleri aziz şehitlerimizin ruhuna ithaf ederek okuyalım: Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyet zevkini tattığı yerdir. Necmettin Halil Onan BİR YOLCUYA Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda İstiklâl uğrunda, nâmus yolunda Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, 204- 1974 yılı Taksim Meydanında yapılan 1 Mayıs mitinginde taşınan pankartlardan birisi. 117 118 Çanakkale Çanakkale Hey on beşli, on beşli Tokat yolları taşlı On beşliler gidiyor Kızların gözü yaşlı Siperlerin içinde savaşırken yaralananlar, şehit olanlar bir Çanakkale'nin Mektepli Kahramanları Çanakkale Savaşı birçok yönleriyle farklı bir savaştır. tarafa, yakına büyük top mermileri düşünce, deprem olurcasına Dünyada en çok aydın, münevver ve mekteplinin kaybedildiği bir siperlerin altını üstüne getiren, onlarca ton toprağı dirilerin üstüne savaştır. Yarım asra bile varmayan bir zaman içinde Rus Savaşı (93 kaydıran ve nice yiğitleri altına alıp diri diri boğduğunu duyan Harbi), Yemen Savaşı, Balkan Savaşı gibi üç büyük savaşa katılan, şairlerimiz destanlar yazmış: yüz binlerce Mehmet'ini şehit veren Türk Milleti, akabinde Çanakkale içinde vurdular beni Çanakkale Savaşına girmiş, savaşacak askeri, askerlik çağına gelmiş Ölmeden mezara koydular beni elemanı kalmadığı için çocuk denecek gençleri ve askerlikten muaf O karanlık günlerde İstanbul’un münevveri, okumuşu akın olan talebeleri cepheye gönderme zarureti ortaya çıkmış ve 253 bin akın adedini de Çanakkale'de feda etmiştir. Üniversiteler boşalmış, yaşlı hocaların sınıflarda ders verecek öğrenci Yunus Emre şöyle der: bulmaları imkansız hale gelmiştir. Liselerin son sınıf öğrencileri ve Şu dünyada bir nesneye öğretmenleri bölük bölük askerlik şubelerinin önlerinde, sabahın Yanar içim göynür özüm alaca karanlıklarında sıraya girip, bir an evvel Çanakkale’ye gitmenin Çanakkale’ye gönüllü gitmenin yollarını aramışlardır. yollarını aramışlardır. Bilhassa, Galatasaray, İstanbul, Vefa ve Yiğit iken ölenlere Beşiktaş Liseleri neredeyse tamamen boşalmış, çocuk yaştaki tale- Gök ekini biçmiş gibi beler, bütün derslerini bir veya iki hoca ile işlemek zorunda Bu gencecik yavruların, bu olgunlaşmamış Mehmetlerin, bu kalmışlardır. Mektep idarecileri oldukça büyük sıkıntılar içerisinde dünyadan muradını almadan biçilen kınalı kuzuların feda edilişi bu düşmüşler, velilerin, çocuklarına söz geçirmesi ve onları İstanbul’da milletin ciğerini dağlamış, bağrını yakmış-kavurmuş, ocaklar ve tutmaları mümkün olmamıştır. Nişanlı ve evli genç kadınların içinde hanümanlar sönmüş, sabiler-bebeler babasız, genç gelinler kocasız, bulundukları duruma boyun eğmekten başka çareleri kalmamıştır.205 kızlar yavuklusuz kalmış, türküler yakılmış, destanlar yazılmış… 1315 Rumi doğumlular askere alınınca düşmeyen şu türkü yakılmıştır: hala dillerden 205- Osman Ergin, “Türk Maarif Tarihi”, c. 3-4, İst. 1977, s.1404-1405; 119 120 Çanakkale Çanakkale ...Kayıtlara göre Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) 1912 de kasıtlı değilse bile, acımasız ve umursamazlık neticesinde bu talebe 60 mezun vermiş, Çanakkale Savaşının başladığı 1915 yılında 18, Mehmetçikleri biçtirmiştir. 1915-16 yıllarında bir çok lise ve fakülte Cepheye gidişlerden sonra 1916 yılında 4, 1917 yılında 5 mezun talebesizlik yüzünden kapanmıştır.209 206 vermiştir. Ülkemiz bu savaşta özellikle genç nüfustan, yani beyin 13 Mayıs 1915 de Arıburnuna sevk edilen 2. Tümenin çoğunu takımından, 10 binden fazla öğretmen, öğrenci, , mülkiyeli, tıbbiyeli, aralarında İstanbul Lisesi’nin 3, 4 ve 5 sınıf öğrencilerinin de çok sayıda yetişmiş insanını kaybetmiştir. Çanakkale savaşlarında, bulunduğu Darülfünunlu gönüllüler oluşturmuşlardır. 19 Mayıs 1915 başka savaşlarla kıyaslanamayacak kadar bir münevver kıyımı teki kanlı hücumda bu tümenden 10 bin vatan evladı şehit olmuştur yaşanmıştır. Daha sonra tek tük rastlanan aydın, okumuş, münevver ekserisi de bu öğrencilerdir. Çanakkale Cephesine giden bu insanlara “bakıyyet’üs-süyûf- kılıç artığı” yani savaştan kazara veya öğrencilerden nerdeyse hiçbiri geri dönmemişlerdir. Bu gencecik şans eseri kurtulan nadir insanlardan biri olarak bakılmıştır. fidanlar, bu tarü taze yiğitler; cephede kurdelelerine, mektuplarına, İstanbul'a yakın olması hasebiyle cephedeki durumu uygun buldukları yerlere yazdıkları “Vatan Sağ Olsun” sözleri duydukları, bildikleri, yaralı gelen arkadaşlarından o vahamet ve onların son yazdıkları cümleler olmuştur. Bu gençler 13 Mayısta fecaat dolu ortamı dinledikleri halde, üstelik talebe olmaları hasebiyle İstanbul’dan çıkmışlar, 17 Mayısta cepheye varabilmişler, 19 Mayısta kanunen askerden muaf veya tecilli oldukları halde,210 bu gençlerin da, tarihin daha önce hiç rastlamadığı kadar dehşet verici ve dengesiz daha doğrusu çocuk demek gerek, gönüllü olarak ölüme koşmalarına olan savaşın içine sürülmüşlerdir. Mevcudun % 90’ı 6 saat içinde kimse mani olamamış, hatta düğüne gider gibi gitmişler , birbirleri ile erimiş,207 muharebenin geçtiği yere o günden itibaren Kanlısırt ismi yarışmışlardır. verilmiş, bizim bu aşırı kaybımıza rağmen düşmanın kaybının sadece 500 kişi olduğunu ve bu gençleri Alman subaylarının mezbahaya sürülen hayvanlar misali acımadan ölüme gönderdiklerini İngiliz savaş muhabiri Bartlett'de yazmaktadır.208 Bazı tarihçi ve ilim erbabının görüşlerine göre, Çanakkale Savaşları Kumandanı olan Alman Liman Von Sanders bu yavruları piyon olarak kullanmış, Ali Arslan, “Darülfünun’dan Üniversiteye”, İst. 1995, s.26-54. 206- Tarih ve Düşünce Dergisi, Nisan 2006, s. 65, s.44. 207- İsmail Çolak,a.g.e. s.48-51. 208- Ashmead Bartlett, Çev. Krm. Yzb. Rahmi Bey, Günümüz diline çeviren: Muzaffer Albayrak, Yeditepe Yay. İst. 2006. s.170. 121 Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) kulübünün ünlü bir futbolcusu Celal talebesi ve spor İbrahim, ilk gönüllü kaydolabilmek için bir gece Askerlik Şubesi kapısında yatmıştır.211 Yurt dışında okuyan talebeler bile bu savaşta akın akın gelmişler ve gönüllü olarak askere kaydolmuşlardır. 209- Esat Paşa, “Çanakkale Savaşı Hatıraları”, Yay. Haz. İhsan Ilgar, Nurer Uğurlu, İst. 2003, s. 109-114. Mehmet Fasih Bey, “Çanakkale 1915 Kanlısırt Günlüğü”, Haz. Murat Çulcu, İst. 2002, s.40-41. 210- İsmail Çolak, a.g.e. s.22-25. 211- Talha Uğurluer, “Çanakkale Savaşları”, İst. 2003, s. 63-65; Tarih ve düşünce Dergisi, nisan 2006, sayı 65, s.43. 122 Çanakkale Çanakkale Cepheye giden liseli gençlerin geride kalan arkadaşları, cepheden dönen yaralı arkadaşları için okul binasını revir haline düşünülürse Atatürk’ün “Biz Çanakkale’ye bir üniversite gömdük” demesi ne kadar gerçeği yansıtmaktadır.216 getirmişler ve okulun taş duvarlarını hastane rengi olan sarıya Bu savaşta aydın ve talebe kaybını Türkiye uzun yıllar telafi boyamışlar, 19 Mayıstaki en kanlı çarpışmaların kara haberi edememiştir. Öyle ki Cumhuriyet döneminin ilk Millet Meclisinde duyulunca okul pencere ve kapılarını siyaha boyamışlar, bu sarı-siyah vekillerden renk, İstanbul Lisesinin içinden doğan İstanbul spor’un forma rengi tecrübeli gün görmüş insanlardı.217 olmuştur.212 retlerinden ismini alan213 İstanbul’daki Vefa Lisesi’nin vefalı gençleri, başlarında hocaları da olduğu halde asker elbiseleri giyip, söyleyerek bilmeyen ama Çanakkale ve Sakarya Savaşlarında aydın ve münevver Fatih’in manevi hocalarından Konya’lı Şeyh Vefa Haz- marşlar bazıları ümmî yani okuma-yazma Şehzadebaşına çıkmışlar, bir daha geri gelemeyeceklerini çok iyi bilen halk bunları yaşlı gözlerle cepheye uğurlamış, gerçekten bir çoğu geriye dönememiştir.214 kıyımının ne derecelere vardığına, Cumhuriyetin ilk yıllarında cereyan eden şu olay da ibretli bir misaldir: Hamdullah Suphi Tanrıöver Milli Eğitim Bakanı iken lise son ve bir önceki sınıfların listesini ister. Memlekette kalifiye eleman olmadığı için tayinlerini yapacaktır. Ankara Lisesi müdürü olan Sakallı Celal buna razı olmaz ve istifasını verir. Bakan okul arkadaşı Lise mezunlarının cephelerde kırılıp fakültelere müracaat eden olduğu için istifasını geri alması için rica eder ama kâr etmez ve olmayınca (1900 doğumlular bile yani 15-16 yaşındakiler bile askere şöyle der: “Bak Hamdullah, Meşrutiyeti ilân ettik olmadı, alınınca), doktor ihtiyacını karşılayabilmek için, Bakanlar Kurulu Cumhuriyeti getirdik gene olmadı. Birde ciddiyeti denemeye ne Kararı ile Tıp Fakültelerine kaydolmak için Lise mezunu şartı dersin?”218 kaldırılmış, müracaat eden ortaokul mezunları bile alınmış ve kısa zamanda doktor yetiştirebilmek için derslere bütün yıl devam edilmiştir (tatil yapılmamıştır).215 Bu kadar çok insan kaybında başta Liman Von Sanders olmak üzere, ordularımızın kilit noktalarına yerleştirilen etkisi ve yetkisi çok büyük olan, fakat Haçlı ruhu taşıyan, yeri geldiği zaman kınalı Çanakkale harbinde şehit olanların 10 binden fazlasının kuzularımızı, kahraman Mehmetlerimizi gözünü kırpmadan harca- yüksek tahsilli, 70 bin kadarının da rüştiye mezunu olduğu dikkate yan, kılı kıpırdamadan topların, tüfeklerin, yağmur gibi yağan mit- alınırsa (ve o dönemde okur-yazan mevcudunun çok kıt olduğu) ralyöz kurşunlarının üzerine süngü hücumları yaptıran Alman su- baylarının etkisi ve hainliği çok büyüktür.219 Bu savaşta İngiliz ve 212- İsmail Çolak, a.g.e. s.32. 213- Nezihe Araz, “Anadolu Erenleri”, Özgür Yayınları, İst. 2000, s.312. 214- İsmail Çolak, a.g.e. s.36. 215- İsmail Çolak, a.g.e., s.46. . 123 216- İsmail Çolak, a.g.e. s.68-69. 217- Orhan Karaveli, a.g.e. s.138. 218- Orhan Karaveli, a.g.e. s.140. 219- Yeşilay Dergisi, Mart 2006, Sayı 868, s.51. 124 Çanakkale Çanakkale Fransızlar sömürge askerlerinden, Alman subayları da bizim Meh- Bu maksatlı ve acımasız tutumdan dolayı Türk subayları bu metlerden, el kesesinden ağalık yapanlar misali bol keseden harca- Alman kurduna kafa tutmuşlar, bu nedenle Fevzi Bey (Paşa) mışlardır. görevinden alınmıştır. İngiliz Yazar Alan Moorhead, taarruz hakkında şu dehşet Öğretmen okulunu bitirince hemen askere alınıp Filistin verici bilgileri aktarmaktadır: “Saldırıda, sanki bir çağlayanın akışı Cephesine gönderilen ve orada zabit vekilliği görevi ile savaşa girip, gibi bir hareket vardı. Bir sıra asker, siper önüne gelip biçildikleri İngilizlere esir düşen İbrahim Etem Sorğuç’un hatıralarından birkaç zaman bir başka sıra ortaya çıkıyor ve hemen onlar da biçiliyordu. satır okuyalım da, bu sözde dost ve müttefikimiz Almanların İlk saat içinde bu iş düpedüz bir kıyım şeklinde devam etti... Türk hainliklerinin hangi safhalara ve raddelere vardığını daha iyi subayları, avlanacak tavşanları ürküten, avcılara doğru koşturan anlayalım: borucular rolünde idiler. Avustralyalı ve Yeni Zelandalıları vahşi “19 Eylül 1334 (1918) Türkler adına esef verici bir tarihtir. bir heyecan kaplamıştı. Manzarayı daha iyi görebilmek için çıkıp 18 Eylülü 19 Eylüle bağlayan gecenin sabahı, Filistin Cephesinde siperlerin üzerinde oturuyorlar, oradan Türk askerlerine ateş yağ- İngiliz kuvvetleri bize taarruz ederek bütün üç ordunun cephesini dırıyorlardı. Yedekte kalan Anzak askerleri çarpışmadan uzakta yıkmış, kısa zamanda Halep’e kadar varmışlardır. kalmaya dayanamıyorlardı. İleri gelip ateş hattında bir yer bulmak için para bile teklif edenler vardı... Gelibolu’da bundan daha ağır çarpışmalar olmuştur. Ama hiçbirinde bu derece yoğun bir öldürme olmamış, hiçbirinde bu kadar tek taraflı bir kıyım cereyan etmemişti.” Filistin neresi Halep neresi?.. Üç ordunun koruyamadığı bu topraklar, 40 gün içinde uçup gitmiştir. İngilizlerin taarruz ettiği gün bizim 48. Alayın cephesinde bakınız neler oldu: Taarruzdan birkaç gün evvel, İngilizlerin kolordu karargahından bir Hintli başçavuş kaçarak bize iltica ediyor. 18/19 Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun o dönem İstanbul ataşemiliteri (askeri ataşe) Joseph Pomianskowski'nin yazdığına göre azılı bir Haçlı misyoneri olan Liman Paşa’nın bir taarruz emrinden sonra 300 metrelik mesafede 9000 Mehmetçik şehit olmuştur. Yani her metrede 44 şehit.220 Eylül sabahı İngilizlerin büyük kuvvetlerle taarruz edeceklerini haber veriyor ama, bizim salahiyetli kumandanlar bunu nazarı-ı itibara almıyorlar. İngiliz taarruzunun yapılacağı günün gecesinde, bütün birliklere bu arada bize de şifahi bir emir geldi. Kasten mi yapıldı nedir hala bilmiyorum. Erler gece alay karargahında eğleneceklermiş. Şaşırdık kaldık. Zira alay kumandanının emri olmadan kimse 220- Yeşilay Dergisi, Mart 2006, Sayı 868, s. 51; General Liman Von Sanders bir misyonerdir. Joseph Pomiankowski, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü, Kayıhan Yay. Çev. Dr. Kemal Turan, 2. baskı, s.37. Bu zat Birinci Dünya savaşı yıllarında AvusturyaMacaristan İmparatorluğunun İstanbul’daki büyükelçiliğinden askeri 125 böyle bir emir veremez. Emri alır almaz siperlerde bir miktar asker bırakarak 700-800 m. geride derin bir vadi içinde bulunan alay ateşe olarak görev yapmıştır. 126 Çanakkale Çanakkale karargahına gittik. Bir de ne görelim; Meşaleler yakılmış, davullar -“Onlar Türk,bizde Türk’üz. Türk Türk’e silah çekmez. Böyle çalınıyor, erlerin bir kısmı silahlı, bir kısmı silahsız oynayıp duruyor- bir şey olursa biz Türklerin yanında savaşırız” demiş ve hapse lar. Gecenin geç vaktinde ilerde top atışları başladı…Herkes atılmıştır.222 siperlerine koşmak için ayağa fırladıklarında etraftan ”Oturun, oturun” sesleri yükseldi ve eğlenceye devam edildi. Bu ve benzeri birçok misal göstermiştir ki, şartlar ne olursa olsun ordumuz, kendi askerlerimiz ve subaylarımızın elinde olmalı. Eğlence devam ederken ilerimizdeki Kurt Tepedeki keşif Dışardan gelecek Haçlı elemanlarına muhtaç olacak kadar Allah bu kolumuzun komutanı geriye haber gönderiyor; düşman siperlerinden milleti bir daha zillet ve sefalete düşürmesin. Ata sözlerimize çıktı üstümüze geliyor topçumuza haber verinde mania ateşi açsın geçecek kadar halkımızın gönlünde yer eden Marko Paşa’nın yaralı diye. Bu isteğe aldıran olmamış. Bunun üzerine keşif kolu komutanı askerlerimizi bilerek öldürdüğü,223 Meclis-i Ayan üyeliğine kadar kendi topçu yükseldiği halde: “Evet bende Osmanlıyım ama, Osmanlı Bankası birliklerinden yardım ister ve toplar atılmaya başlar…Bunun üzerine kadar(yani menfaatim kadar) Osmanlıyım”224 diyen Rum vekilleri, inisiyatifi ile kırmızı fişekler atarak gerideki 221 herkes eğlenceyi bırakıp siperlerine koştular...” Türk’ün gerçek dostu sadece ve sadece yine Türk’tür. Bu İstanbul’da vapurdan inen subaylarımızı tokatlamaya kalkan Ermenileri,225 “Biz varlığımızı Türklerin müsamaha ve hoşgörüsüne borçluyuz”226 dedikleri halde Çanakkale Savaşının o en zor hususta şu misal çok ibretlidir: II. Dünya savaşında başarıya ulaşabilmek için her yolu deneyen Hitler, Sovyet topraklarında esaret hayatı yaşayan Türk unsurlardan da faydalanmayı düşünmüş, onları: “Zafere ulaştığımda günlerinde gönüllü taburları oluşturup düşmanlara hizmet eden Yahudileri227… gördükçe ve duydukça benim bu temennimin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkar.228 sizlere bağımsızlık vereceğim” diye kandırmış “Türkistan Lejyonları” adlı birlikler kurmuş, başına Baymirza Hayit’i getirmiştir. O günlerde Türkiye’yi l. Dünya Savaşında olduğu gibi bir oyunla savaşın içine çekmeye çalışan, bunu başaramayınca Türkiye’ye de saldırmayı düşünen Hitler nabız yoklamak için bu öz be öz Türk ve mertlik timsali olan Baymirza’ya sormuş: -“Almanya Türkiye’ye saldırırsa ne yaparsınız”. Bay Mirza cevaben: 221- Tarih ve Medeniyet Dergisi. İhlas Yayınları, sayı, 20, s.52. 127 222- Enis Berberoğlu, “Öbür Türkler”.Doğan Kitapçılık 1999, s.91. 223- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı, 26, s.40. 224- A. Emin Yalman, a.g.e. c. 1, s.107. 225- Kurtuluş savaşı subaylarından Galip Apak esaretten dönüp İstanbul’da bir İngiliz gemisinden karaya çıkarken orada tercümanlık yapmak üzere bulunan bir Ermeni bir Türk askerine neye acele ediyorsun diye bir tokat vurur. Bunu görenlerin çoğu Galip Bey de dahil oradan Anadolu’ya geçip mücadele etmeye karar verirler Hasan Pulur Milliyet 22.10.2003. 226- Avram Galanti, “Türklerle Yahudiler”. İst. 1947, s.36; Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 10, s.5. 227- Çanakkale savaşlarında Yahudilerin katır bölükleri kurarak 128 Çanakkale Çanakkale Çanakkale’de Daha sakal tıraşı olmayan talebelerle sakalını emretti. Bir an evvel mukaddes vazifelerinin başına geçmek için dergahlarda medreselerde veya başka yerlerde ağartan büyükler sabırsızlanan bütün gençlerin coşkunluğu arttıkça artmıştı. Bir gönüllü yazılmışlardır... Çanakkale’de İstiklal savaşının 30 misline yandan kayıt muamelesine devam olunurken, öte yandan da askerî yakın asker kaybedilmiştir.229 talimlere başlandı.”231 Sakarya Meydan Muharebesinde savaşacak asker kalmadığı için, erden çok zabit ve eğitimli insanın şehit olduğu bir gerçektir.230 1915 yılında mektep binasında, Galatasaraylı şehitler anısına bir anma töreni tertiplenmiştir. Törende, şehit babaları Müşir Fuat Hukuk Fakültesi talebelerinden Mustafa’nın o kasvetli günleri Paşa, Tarihçi Ata Bey ve Hüsnü Bey başta olmak üzere, mezunlardan anlatan şu sözleri yaşanan sıkıntı ve heyecan konusunda bize bir fikir birçok kişi, okulun idareci, öğretmen, memur ve öğrencilerinin vermektedir: “Gençtim, tahsil çağındaydım; hukuk tahsilinden başka yanında üç yüzü aşkın gazi hazır bulunmuştur. İşte, törenden ilginç düşüncem enstantaneler: yoktu. Büyük harp ilan edildi. O günleri hiç unutamıyorum. Bütün münevver Türk gençliği Harbiye Mektebindeki Öncelikle, mektep camiinde öğle namazı kılınmış ve şehitlerin ihtiyat zabitleri talimgâhına gitmek için koşuyordu. Bütün kapılar, ruhuna mevlit okunmuştur. Ardından, oğlu Çanakkale’de şehit düşen avlular ve koridorlar, taptaze, genç ve dinç Türk çocuklarıyla do- Tarihçi Ata Bey ayağa kalkarak, herkesi ağlatan son derece hissî bir luydu. Kalabalık o kadar fazla idi ki, subaylar kayıt muamelesine konuşma yapmış ve sözlerini “Var olsun millet, var olsun vatan, var yetişemiyorlardı. Harbiye Nazırı Enver Paşa, bizi teftişe geldi. olsun asker, yaşasın halife ve Padişahımız” diye tamamlamıştır. Memleketin en münevver sınıfını teşkil eden gençliğin bu coşkun ve vatan sevgisiyle kaynaşmasını görünce, sivil elbiselerimizin değişmesini beklemeden, hemen kıtalar meydana getirilmesini Son olarak, üç evladını birden şehit veren Müşir Fuad Paşa, hazır bulunanlara ve askerlere hitaben, kendisinin ve topluluğun gözlerinden yaşlar akmasına yol açan, yoğun duygu, mana ve ibret yüklü şu sözleri söylemiştir: İngilizlere hizmet ettikleri... Aubrey Herbert, a.g.e. s.40. 228- Mustafa Kemal Sofya ateşemiliteri iken Bulgar Gn. Kurmay Başkanına sorar. “Bizi nasıl yendiniz.” Diye. O derki “Almanlar sayesinde. Sizin ordunuzun içindeki alman subaylar ne varsa bize haber veriyorlardı...” Oğuz Kalelioğlu... Bosna Savaşında da Nato uçakları göstermelik hareketlerde Sırp mevzilerine müteveccihen çıktıklarında Fransız subaylarının önceden haber vermeleri neticesinde Sırplar hiç kayıp vermemişlerdir. İtalyan Milano Panaroma Dergisinden naklen, Zaman Gazetesi, 07.12.1994. 229- Yeşilay Dergisi, Mart 2006, Sayı 868, s.51. Milli Mücadelede 9014 Çanakkale’de 253 000 şehit. vermişiz. Tarih ve Medeniyet Dergisi sayı 37, s.30. 230- Orhan Karaveli, “Sakallı Celal”, Pergamon Yay. İst. 2004, s.138. 129 -“Ben üç evladımı muharebe meydanında din ve vatan uğrunda şehit verdim. İnsan hayatı hiç mesabesindedir. Din ve millet yolunda evlatlarımın nail oldukları şu mertebeye nail olamadığımdan dolayı pek teessüf ediyor ve evlatlarımın hallerine gıpta ediyorum!..” 232 231- İsmail Çolak, Tarih ve düşünce Dergisi, nisan 2006, sayı 65, s.43. 232- İsmail Çolak, a.g.e. s.29. 130 Çanakkale Çanakkale 1912-13 Balkan Harbi’nde ortaya çıkan kargaşa sebebiyle şahsiyetleri tahkir ve terzil etmek yükselmenin ve yücelmenin şartı, İstanbul’daki pek çok okul gibi medreseler de kapanmış ve çok içki ve uyuşturucu müptelası olmak çağdaşlığın zorunluluğu, örf, sayıda talebe gönüllü olarak eksere gitmiştir. Değişik cephelerde adet ve geleneklerle alay etmek ilericiliğin olmazsa olmazı, din ve çarpışan bu talebelerin büyük kısmı ya şehit olmuş ya da gazi olarak din adamını küçümsemek, hatta elden gelirse bu bağnaz ve yobaz geri dönmüştür. Geri kalanlar ise memleketlerine gitmiştir. Öyle ki kafaların köküne kezzap suyu dökmek, bu zihniyetten kurtulmak, bu bu dönemde medreselerde okuyacak genç neredeyse kalmamıştır. köhne kalıp ve inanç sahiplerini yok etmek, bu mümkün olmazsa Arka arkaya yaşanan bu savaşlardaki ağır kayıplar neticesinde onları cemiyet içine çıkamayacak kadar küçümsemek, mesleklerini durum o kadar vahim hale gelmiştir ki, köylerde mevtaları (ölenleri) utanılır hale getirmek, evlat ve ıyalini babalarının mesleğini saklar, dini vecibeleri uygun olarak gasl (yıkama), tekfin (kefenleme) ve söyleyemez duruma düşürmek, onlara asalak ve hazır yiyiciler defin (gömme) gözüyle bakmak… bir moda, çağın ve ilericiliğin bir gereği işlemlerini yapacak hoca bulunamaz olmuş ve çekilen sıkıntı had safhaya ulaşmıştır.”233 durumuna getirilmiştir. “Böylece medrese talebeleri, Balkan Savaşlarından İstiklâl İlkokuldaki Türkçe kitabımızda o körpe zihinlerimize kazınan Harbine uzanan süreçte sergiledikleri vatanseverce gayret ve ve benim bile elli senedir söküp, atamadığım bir okuma parçası hala fedakârlıklar ile, ll. Meşrutiyetle birlikte Batıcı aydın ve yöneticiler hatırımdadır: aracılığıyla belleklere kazınmaya çalışılan ‘Medreselerin, asker Bir köyde kötümü kötü bir Gavur Ali vardır. Yunan da o köye kaçaklarının ilticâgâhı (sığınağı) tembel ve miskinlerin imarethanesi doğru (aşevi) ‘ olduğu yargısını büyük ölçüde çürütmüş ve geçersiz kılmayı çıkılmaması, mukavemet edilmemesi için ne gerekirse yapıyor. yaklaşmaktadır. Güya köyün hocası düşmana karşı başarmıştır. Düşmanı davet ediyor, Onlara yardım ediyor ve ettiriyor. Rüşvet Haçlılar bu savaşlarda emellerine nail olamamışlar, aziz gönderiyor hatta kadın ve kızları peşkeş çekiyor… Neticede vatanımızı sömürge topraklarından bir parça haline getirememişler kahramanımız! Gavur Ali "Sen köyümüzü işgale gelen Yunandan ama, bu savaşlardan sonra bazı kafaları sömürgeleştirmişler ve bu daha kötüsün, onlardan önce seni vurmak lâzım deyip hocayı savaşlardaki hezimetlerinin yegane sebep ve hikmeti olan iman ve öldürüyor, ondan sonra düşmanla mücadele edip onları köye inanç yapımıza mikroplar, virüsler, habis ur ve kanser hücreleri sokmuyor" enjekte etmenin yollarını bulmuşlardır. Halbuki bu kutsal mefhumlar için en çok mücadele eden, Bunun neticesi olarak inançsız olmak medeniliğin bir gereği, onları en çok savunan, hutbe, vaz ve konuşmalarında devamlı konuyu tarihe ve geçmişe sövmek entelliğin bir icabı, tarihi ve tarihi işleyip canlı tutan, halkı ve askeri her zaman bu hususta motive eden, şehitlik, gazilik gibi kutsal mefhumlarla, vatan, bayrak ve hür 233- İsmail Çolak, a.g.e. s.42. 131 132 Çanakkale Çanakkale yaşamakla ilgili ayetler, hadisler okuyan, dilinden onları hiç "Kanal seferi ve Filistin savaşlarının en zor günlerinde Mevlevi Dedesi Velet Çelebi Mevlevilerden bir gönüllü taburu teşkil düşürmeyen hocalardır. Ama maalesef insanlara rol değiştirtip, her filmde, skeçte, tiyatro eserlerinde, okuma parçalarında, kitap gazete ve dergi edip Suriye’ye geldi ve o zor günlerde bana çok yardımcı oldu ve büyük hizmetler gördü..." 236 cübbeli, “Şam Uleması arasında en çok hayır ile hatırladığım ve bütün yeniliklere kapalı, ikide bir "din elden gidiyor" diye bağıran, harp esnasında kendisinden büyük yardımlar gördüğüm bir zad da, öğretmenle devamlı mücadele halinde, onun ve yeni fikirlerinin Şam Müftüsü Şeyh Ebül Hayd Abidin Efendi idi. Şam uleması kuyusunu kazmaya çalışan yobaz, bağnaz ve fanatik bir tip… arasında sergilenmiş ve hala sergilenmekte, inançlı nesil hala üvey evlat mu- rastlamadım...”237 sayfalarında; çember sakallı, kirli sarıklı, pejmürde amelesi görmektedir. Osmanlı hilafetine ihanet edebilecek bir zata Mülâzım Mehmet Sinan Bey ve arkadaşı Salih Bey, dört yıl Halbuki o dönemlerde cephede alay ve tabur imamları, cephe savaşmışlar, İngilizlere esir düşmüşler, kaçmışlar, bin bir çileli kaçış gerisinde her beldedeki din görevlileri askeri ve halkı devamlı motive yolculuğundan etmiş, cephedeki askerin kaçmaması, sabır ve sebat göstermesi, şehit karşılaşmışlar paşa onlara: sonra Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa ile veya gazi olması hususunda, cephe gerisinden de yeni elemanların, -“Şimdi ne yapmak istiyorsunuz?” Yani burada bir vazife mi Mehmetçiklerin taze kan olarak savaş meydanlarına sürülmesi almak istersiniz, yoksa memleketlerinize mi gitmek istersiniz hususunda en büyük gayret bu insanlardan olmuştur. dediğinde, onlar şöyle cevap vermişler: Dini telkinin ne kadar etkili ve önemli olduğunu anlamak için, 93 Harbi diye meşhur Osmanlı-Rus savaşının içinde bulunan, müşahedelerini kaleme alan Mehmet Arif Bey'in "Başımıza Gelenler" isimli kitabını okumak lâzım.234 -Kalıyoruz Paşam! Yurdumun bağrına batırılan tırnaklar kırılmadıkça memlekete dönmüyoruz. Sözümüz andımızdır. Ancak İstiklal savaşı bittikten sonra terhis olup memleketlerine gitmişlerdir.238 O dönemde Batı Cephesinde savaşan 100 Fransız tümeninden 54'ünde isyan çıkmıştır. Ama Türk askeri birliklerinde böyle bir şeye rastlanmaz.235 Sebebi bu inanç faktöründen başka bir şey değildir. O dönemlerin meşhur Paşalarından Cemal Paşa'nın hatı- Cephede asker kıtlığının çekildiği o kıyameti andıran günlerde, Konya'da cereyan ettiği zikredilen iki anekdot alıyorum: Cephe değirmen gibi Mehmetçik öğütüyor. dokuz cephede savaş devam ediyor. Yukarda da zikredildiği gibi, askerlik çağı ralarındaki şu sözleri ve aşağıda ki misaller, konuya en güzel delildir: 234- Meh. Arif Bey, “Başımıza Gelenler”, İrfan Yayınevi,1973. s.117, 315. 235- National Gegraphic Türk, Nisan 2005, s.55. 133 236- Cemal Paşa, a.g.e. s.175, 204. 237- Cemal Paşa, a.g.e. s.227. 238- Mülâzım Mehmet Sinan, a.g.e. s.176. 134 Çanakkale Çanakkale gelmeden çocuk denecek gençlerin cepheye gitmesi, eksiklerin üzerinde yorulurlar. Bende bunların hiçbiri yok. Ben neden ihtiyar tamamlanması gerekiyor. Bu hususta hocalardan yardım isteniyor ve oluyorum?' Hükümet meydanında bir miting düzenleniyor. Kara sakallı bir hoca Ankara'ya vardım dediler ki: 'Sen cepheye gitme, sefil şehitliğin, gaziliğin faziletinden, şehitlerin ölmediğinden, vatan, olursun.' Ben de cevap verdim: 'Benim Ankara'da işim ne? Ben bayrak, namus, şeref sözcüklerinin kudsiyyetinden… bahsediyor. buraya maaş bağlatmaya gelmedim. Kaymakamlık, subaylık, polislik Bunları dinleyen bir genç cepheye gidiyor ama şartlar malum. Ekmek istemeye de gelmedim. Burada neye durayım? Ben vatan için yok, uyku istirahat yok. Mermi yağmur gibi yağıyor. Arkadaşları bir çalışmak istiyorum.' Sana para verelim harçlık et dediler, cevap bir parçalanarak can veriyor… Delikanlı zaman zaman Konya verdim: 'Ben para için çalışmıyorum. Vatan için çalışıyorum. Bana tabiriyle: "Ulen kara sakal, buralar hiçte Hükümet meydanında attığın vermek istediğiniz parayla iki Anadolu uşağını doyurunuz. Vatan gibi kolay değil" dermiş. böyle kazanılır. Vatanı kazanmak için milleti kazanmak lâzım.' Elime Cumhuriyet döneminin meşhur gazetecisi Ahmet Emin bir vesika verdiler, kalktım, geldim, tümenimi çok şükür buldum. Yalman, Sakarya Meydan Muharebesi yıllarında cepheleri gezerken Şimdi kalkıp askerin içine gideceğim… İzmir yolu açılıncaya kadar rastladığı 70 yaşındaki Gaziantepli Slo Dede'den dinlediklerini askerle kitabına şöyle geçirmiş: memleketime İzmir yoluyla gideceğim, öyle ahdettim"239 "…Muharebelerde altımda üç kısrak öldü. Bu kısraklar benden canlarının hesabını isteyecekler mi? Elbette isteyecekler. Fakat o dövüşeceğim. Ya mezarım burada kalacak ya da Ruşen Eşref Ünaydın Bey'in harp gazileriyle yaptığı röportajlardan birkaç kesit: hayvanlar bana sorsunlar: Eğer kendilerini fena bir yola sürdümse “İşte o gün Mehmet Çavuş’ta yaralı düşmüş. Tekirdağ hasta benden haklarını istesinler. Eğer hak yoluna, vatan yoluna sürdümse hanesinde seksen sekiz gün yatmış. Sonra geri dönmüş. O sefer de ne diyecekleri var? Ben bütün Türk vatanının hayrı için atımı daha Kirte’ye gitmiş, orada üç yerinden yaralanmış: Birisi bomba pek çok süreceğim. Günün birinde bizim tümen bu taraflara geldi. parçasıyla kafasından, ki parça hala duruyor, iki tanesi de sağ Ben baktım: 'Vaktim hep böyle oturmakla mı geçecek? Kalkar ayağından. . .”240 tümene giderim, bir vazife varsa kudretimize göre hizmette bulunuruz dedim' Uşaklarımın hepsine söyledim. Gitme sen yetmiş yaşındasın, ihtiyarsın' dediler. “...6. Alayın 2. Bölük kumandanı Yüzbaşı Hasan Fehmi Bey, hücumun en şiddetli ânında iki yerinden yaralanmıştı. Neferleri kendisini pek severdi. Bir kısmı, etrafını aldı. Şehit Hasan Fehmi Bey Ben dedim ki: 'Ben ocak zâdeyim. Türk vatanı için ne yapmak lâzımsa ben herkesten iyi bilirim. Bana ihtiyar derseniz darılırım. Benim nerem ihtiyar? Tüfeği herkesten iyi sıkarım, belim eğrilmez, ne kadar ata binsem yorulmam. Nicelerini bilirim, belleri eğrilir, at 135 239- A. Em. Yalman a.g.e. c. 1, s.750. 240- Ruşen Eşref Ünaydın, Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki, T. Tarih Kurumu yay. 1990. s.26. 136 Çanakkale Diyarbakırlıdır efendim. Okuyacaklarımda Çanakkale harfi harfine kendi ifadesidir. Etrafını alan askerlere: “Çocuklar, benimle uğraşacak zaman değil, düşmana yumruğunuzu vuracak zamandır. Kuvvetli bir hücum yapın ki bölüğümün muvaffakiyetini göreyim. Tâ ki gözüm açık gitmesin” demiş ve hücumunu kızıştırmak için kalkarken yeni bir mermiyle kalbinden vurulmuştur.241 “...6. Alay, 6. bölük komutanı Mülâzım-ı evvel Ulvi Bey vardı. Yere düşmüştü. Yanına gittim baktım bir obüs parçası ayağını almış, götürmüş…Doktorlar bir deriyle köküne bağlı kalmış bu ayağı kesmek istediler. Bilir misiniz ne dedi?.. “Aman ayağımı kesmeyin. Sonra bölüğümün başına bir daha gidemem”242 Bu ve benzeri bazı hatıraları dinledikten sonra Ruşen Eşref Bey, tarihlere geçen şu sözü söylemiştir:“Türk Çanakkale’de yere serdiği dünyanın başına basarak sözünü Ummanlara geçirmiştir.”243 Bu savaşın hangi şartlarla, nasıl kazanıldığını anlayabilmek, anlatabilmek için kanaatimce böyle bizim gibi yüzlerce sayfa kitap yazmaya falan gerek yok. Yakın tarihte ele geçirilip yayınlanan şu fotoğrafa iyi bakmak, dikkatli bakmak, ibretli bakmak, üzerinde düşünüp tefekkür ve tezekkür etmek yeterlidir. 241- Ruşen Eşref Ünaydın, a.g.e. s.43. 242- Ruşen Eşref Ünaydın, a.g.e. s.44. 243- Ruşen Eşref Ünaydın, a.g.e. s.56. 137 138 Çanakkale Çanakkale Tarihin ibret levhası durumundaki bu Yırtık pırtık elbiseli, Çanakkale de vatanı savunan iki Mehmetçik’in resimlerinin hikayesi şöyledir: Emil Mainecke, Çanakkale Hava savaşlarında 6 İngiliz uçağını düşüren Osmanlı safında çarpışan bir Alman pilottur. Bu Savaşta Türk Anaları ve Kadın Kahramanlar resmi bu Pilot çekmiş, Savaş sonrası Kanada’ya yerleştiği için orada “…Türk analarını, Osman elinin ağlayan ölmüştür. Oğlu babasına ait böyle fotoğrafların bulunduğu Albümü toprağı üstüne koyacakları her hayat meyvesine Alman Milli kütüphanesine satmak istemiş, olmayınca Bülent Yılmazer almış ve Türk milletine ibret levhası olarak sunulmuştur.244 (doğacak çocuklarını) en önce millî facialara ait Halk arasında: "Kasap et derdinde, koyun can derdinde" derler. Biz o günlerde vatan derdindeyiz, can derdindeyiz, Bayrak, evlat ve ıyal derdindeyiz. Çanakkale'ye gelen düşmanlar ise, zevklerinin, tutkularının, hobilerinin peşinde. Avustralyalı Anzaklardan birisi, maceraları hikaye etsinler. Ve yavrularının beşiğini sallarken, ninnilerini Kafkas dağlarıyla Tuna vadilerinde ve Trablusgarp ve Bingazi çölleriyle Meriç ve Adriyatik sahillerinde kalan ölülerimizin son nefesleriyle bestelesinler. Süleyman 1915 yılında Çanakkale’de şehit ettiği Mehmetçiklerden birinin başını kesip hatıra diye, 15 bin km. ötedeki memleketine götürmüş, Nazîf246 mumyalayıp vitrinine koymuş, yıllarca hangi duygularla seyrettiyse İstiklâl savaşında Padişah Sarayındaki kadınlar da dahil247 bü- seyretmiş, nihayet 87 sene sonra torunları 02. 05. 2002 de torunları tün Mehmetçik anaları üzerine düşeni fazlasıyla yapmışlardır. polise teslim etmiş, poliste Türk devleti ile temasa geçerek kesik şehit Cephedeki evlatlarından fazla belki de onlar çalışmışlar ve yoklukla başına uğruna canını verdiği aziz vatanına, şanlı bayrağının kıtlıkla savaşmışlardır. Cephedeki evlatlarının yapması gereken bütün gölgesine, torunlarının-torlaklarının yaşadığı Türkiye’ye getirilmiş, ebedi istirahatgâhı olan şehitliğe defnedilmiştir. 245 işler onların üzerine kalmış, ayrıca onların giyeceğini, yiyeceğini, çorabını, çarığını, atacağı mermileri… onlar hazırlamışlardır. Dondurucu kış gecelerinde kağnılarla cepheye mermi taşımışlardır. Kendileri yememiş onlara göndermişler, kendileri ısınmamış onlara gönderdikleri mermiler nemlenmesin diye yorganlarını mermiler üzerine örtmüşlerdir.248 244- Bu fotoğraflar : “Savunma ve Havacılık Dergisi ( 0312 4419354) Bülent Yılmazer arşivi” ibaresi konularak kullanılabilir. Hasan Pulur, Milliyet 15.04.2006. 245- Milliyet, 03.05.2002. 139 246- Süleyman Nazif, “Batarya İle Ateş”, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1978, No: 124, s.91. 247- Mustafa Armağan, a.g.e. s.353. 248- Mustafa Necati, “Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve 140 Çanakkale Çanakkale "Beşik sallayan eller, gün gelir dünyayı sallar" yani dünyayı “Evini savunan kişi, on askere bedeldir” derler. Yuvalarını, sallayacak, istikbale hükmedecek, çağ açıp çağ kapayacak kahra- vatanlarını savunma hususunda Türk kadınlarının bile neler yap- manları analar doğurur denmiştir. Bunun için milletleri asimile etmek isteyen, bir milleti tarihten silip tüketmek isteyen kişiler ilk önce aile tıklarını öğrenmek için; Kara Fatmaların, Elif Ninelerin, Saliha Bacıların, Şerife Annelerin... hayatlarını okumak yeterlidir."253 yuvasına dinamit koymayı, yani kadının inanç, itikat ve töresini bozmayı amaçlamıştır. dan çıkmış, Kastamonu da bir kışla önünde korumaya çalıştığı Selçuklular ve Osmanlılar ideal ve mefkurelerini nesillerine aktarabilmek için, kültürlerini tevarüs ettirebilmek için kadınlara Şerife Bacı mermi taşıyan böyle bir kağnı katarıyla İnebolu'cephanelerin üzerinde bir çocukla beraber donmuş olarak bulunmuştur.254 yönelik Baciyan Dernekleri kurmuşlardır.249 Anadolu'ya bu ismin Bu kadınlar 1921 de Kütahya-Eskişehir hattında mühimmatı verilmesine de sebep olan bu kahraman Türk analarıyla ilgili birkaç tablo sunuyorum: biten askerlerimize 8-18 temmuz arasında yani bir haftada 36 bin top, 5 milyon piyade mermisi taşımışlardır. Girit'in fethi uzayıp çeyrek asır Osmanlıyı uğraştırınca Sadra- Milli Savunma Bakanı Refet Bele Paşa 13 Eylül 1921 de zam Fazıl Ahmet Paşa'nın annesi Ayşe Hatun, askeri teşci etmek T.B.M.M.'de yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "Bu kesin zaferi, (cesaretlendirmek için) cepheye gelmiş, iki sene toprak altında yaşamış ve Fetihten sonra sarayına dönmüştür.250 milletin yüce ruhlu oluşuna borçluyuz. Milli Savunma Bakanı olarak, Kozanlı Karafatma kardeşinin Ruslar tarafından şehit edilmesi arabaları ile çalışan köylü kadınlara bu şükranı bir kez daha yerine getirmek en kutsal bir ödevdir. üzerine Cirit Türkmen Aşiretinden 600 kişi ile birlikte Rusya’nın Sıvastopol şehrine kadar gidip büyük yararlıklar göstermiştir.251 Ruslar işgal ettikleri Türk illerinde Eğitim müdürlüklerine ordunun şükranını, milletin ayaklarına sererken, göz önünde, kağnı Bu ferdin zaferi değil, milletin zaferidir. Asıl, kağnı arabası ile koşan, yavrusunu kucağında taşıyan köylü kadının zaferidir."255 gönderdikleri bir tamimde bu gerçeği söyle belirtirler: “Bilhassa 93 Harbi diye meşhur Osmanlı-Rus savaşında Erzurumlu kadın ve kızların Rusça öğrenip Rus kültürünü benimsemelerini sağlayın. Çünkü bir milletin benliğini kadınlar muhafaza eder..."252 Mehmetçik analarının gösterdiği fedakârlık ve kahramanlıkları Gazi M. Kemal”, c.2, s.735. 249- Tarih Düşünce Dergisi yıl 2001, sayı. 2, s.57. 250- Yılmaz Öztuna, a.g.e. c.5, s.401. 251- Yılmaz Öztuna, a.g.e. c.9, s.275. 252- Recep Şükrü Apuhan, “Hedefe Yürürken”, s.179. 141 Mehmet Arif Bey "Başımıza Gelenler" isimli kitabında şöyle dile getirir: 253- Türkiye Gazetesi, 01.03.1990; İstiklâl Savaşında kadın kahramanlar; A.Emin Yalman, a.g.e. c.1, s.760; Sur Dergisi, sayı 290, s.8. 254- Türkiye Gazetesi, 01.03.1990. 255- Vehbi Vakkasoğlu, Sur Dergisi, Mayıs 2000, sayı 290, s.8. 142 Çanakkale Çanakkale "En ziyade dikkate şayan hallerden biri de, o gün ellerinde kenarına koştuk, babamızı çok göreceğimiz gelmişti. Annemin de bi- çamaşır sepetleriyle ekmek, peynir, zeytin ve su testileri ile, çarpışan zimle beraber karşılamaya gelmemesine hayret ettik. Babam yiğitlerimize yiyecek ve su getiren Erzurumlu Türk kadın ve vapurdan inince annemizi sordu. Merak içinde eve koştuk. Annem analarının davranışlarıdır. Ne top sesi, ne kurşunların ıslığı ve ne de bahçe kapısında yok, iç kapıda da yoktu. yukarı katta da meydanda dökülen kan, onları zerrece ürkütmüyordu. Bilâkis kamçılıyor, görülmüyordu. Araya araya mutfağın bir köşesinde çalıştığını ve işe dalmış göründüğünü keşfettik. Babam dedi ki: hınçlarını artırıyordu, cesaret ve kinlerini bileyip kaplanlaştırıyordu…"256 'Yahu, Hanım neredesin? Erzurumlu Nene Hatun, yeni gelin iken Aziziye Tabyasını 'Nerede olacağım işte buradayım… Memleketin şerefini Bal- Ruslara karşı savunmak için Erzurum kadınlarını ayağa kaldırmış ve bu sayede Erzurum Rus işgalinden kurtulmuştur.257 kanlılara çiğnettiniz, vatanı en acı bir bozguna uğrattınız. Bunları yaptıktan sonra seni vapurda karşılamamı ne yüzle bekleyebilirsin?' Bir de Aşkaleli Kara Fatma vardır. Millî Mücadelenin bütün İşte tam bir asker karısı olan annem, Balkan bozgunundan gelen kocasını bu sözlerle karşılamıştı."259 savaşlarına fiilen katılmış ve kendisine, gösterdiği kahramanlıklardan dolayı İstiklâl Madalyası verilmiştir.258 Vatan müdafaası ve millî onur hususunda Türk analarının ne kadar hassas olduklarına dair bir örneği de, eski Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel'den okuyalım: Doğurup, bin bir güçlükle şehit yetimi olarak büyütüp askere gönderdiği oğlunun, düşmana casusluk yaptığını öğrenince onu bulup kendi elleriyle öldüren analar.260 Asker kaçağı oğlunu eve katmadan: "cepheden kaçan bir hain, "Ben Erzurumlu bir asker ailesinden geliyorum. Nesillerden bir korkak anası olarak yaşamak istemem, ben eşin dostun yüzüne beri devam eden geleneğe uyan babam, Balkan Harbi'nde, Çanak- nasıl bakarım, git ya şehit ol, ya da savaş bitmeden, vatan kurtul- kale'de dövüşmüş bir askerdi. Bu asker ocağının mensubu sıfatıyla madan bir daha gelme, sütümü sana helâl etmem" diyen Hatice Nineler... ben de askerden başka bir şey olmayı hatırdan geçirmedim. Ömrümün en unutulmaz hatıralarından biri şudur: Balkan Harbi sırasında biz Ordu ilinde bahçeli bir evde yerleşmiş bulunuyorduk. Balkan Harbinden sonra babamın belli bir günde, belli bir vapurla Ordu limanına geleceği hakkında telgraf aldık. Biz üç kardeş deniz 256- Mehmet Arif Bey, “Başımıza Gelenler”, İrfan Yay. İst. 1973, s.406. 257- Yılmaz Öztuna, a.g.e. c.9, s.275. 258- Yılmaz Öztuna, a.g.e. c.9, s.275. 143 Aziz Vatanımız Anadolu’nun ismini kendilerinden aldığı bu analardan biri de ciğerpare evladını, doğurup, besleyip, büyütüp tam mürüvvetini göreceği çağda, bir daha kendisini göremeyeceğini, 259- Ahmet Emin Yalman, a.g.e. c.2, s.1694. 260- İbrahim Refik, “Destansı Hüzün”, Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2001, s.152. 144 Çanakkale Çanakkale koklayamayacağını, bağrına basamayacağını bile bile cepheye şöyle gönderiyordu: “...Hüseyin annesinin elini öptü. Zavallı ciğerparesini bir “The Age” adlı bir Avustralya gazetesi J.C. Davies adlı bir askerin Çanakkale cephesinden annesine yazdığı mektubu yayınlamıştır ve şöyle denmektedir: daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin! Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, “...Vurulduğum 18 mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı ağaların sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Gü- (ciğr parçam) sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin nün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok kandilleri körelecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun adamımızı vurdu ama, gün bitiminden önce Avustralyalı bir asker Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma. Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin...”261 tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde Üşümüyor musun diyen Ali Fuat Cebesoy Paşaya: "İçim ya- yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı. Bu savaş çok korkunç.”263 nıyor paşam, dışım nasıl üşüsün, üşüyorsa bile farkında değilim" Birkaç yıl önce bir arkadaşın halasının cenazesine katıldım diyen Saliha Bacılar... Kara Fatmalar... Nene Hatunlar... Elif Nineler...262 Mezara cesediyle birlikte bir torba içinde dişlerini, torba torba Hangi birini sayalım. Bu milletin tarihinde bu tablolardan, olmuş. Hiç evlenmemiş. Ağzından dökülen bütün dişlerini birik- bugünkü felsefeyle sanki inanılması güç örneklerden, dedesini ve tirmiş, kesilen ve tarağına takılan bütün saçlarını torbalara toplamış. nenesini hakkıyla tanımadıkları için, günümüz gençlerinin realite “Yarın mahşer günü onunla karşılaşırsam senden başkasına yar değil de, maalesef Şanlı Tarih Efsaneleri kabul ettikleri bu öykü ve demedim, bu dişler şahidimdir. Saçlarıma senden başka el değmedi, tablolardan milyonlarcası var ama, filmcilerimiz vestern (kovboy) oynuyor, bu saçlar şahidimdir. Vasiyetimdir, beni bunlarla birlikte gömün” demiş.264 orkestralarımız Şopen ve Bah'ın eserlerini çalıyor, okul kitaplarımız Batılı yazarların masal, öykü ve efsaneleri ile doludur. ve bunu bir eksiklik olarak görmüşlerdir. Osmanlı milletinin hayatı filmi çeviriyor, tiyatrolarımız Midasın Kulaklarını Düşmanının bile takdir ve taltifini hak eden bir ibret levhası: saçlarını gömdüler. Nedenini sordum. Nişanlısı Çanakkale’de şehit Bazıları "Osmanlıda dramatik romanlar yazılmamış" demişler Dram olmuştur. Gerçek varken hayal mahsulü dramatik romanlar elbette ortaya çıkamazdı. Çıksa rağbet edenler olmazdı. Çünkü Alman gazeteci Ervin Kisch'in; 261- Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2005, sayı 377, s.52; Harp Mecmuası, s.226. 262- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı. 145 263- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını İzmir, s.23. 264- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a.g.e. s.67. 146 Çanakkale "Hiçbir şey gerçeğin kendisinden daha şaşırtıcı değildir." millet bizzat dramın içinde yaşıyordu. Şu satırlar buna ne ibretli misaldir. “Balıkesir çevresinin bütün köylerinden gençler gönüllü olarak Çanakkale ve diğer cephelere gitmişlerdir. Köy muhtarı haftada bir gün kazaya iner, askerlik şubesinden şehit düşenlerin isimlerini alır gelir, köydeki caminin kapısına asardı. Bu esrarengiz bir Çanakkale NAME-İ TEŞCİ Oğlum Hasan üç aydır ki mektubunu almadım Gece gündüz hayır duanızdan geri kalmadım Sen onbaşı olmuş idin Akşehir’den giderken Çavuş oldum diye yazdın tabur cenge giderken Sefer için her cengine yedi hatim adadım merasim şeklinde olurdu. O gün köyün bütün kadınları ve yaşlıları Allah korusun ocağımda sensin kolum kanadım camiye yakın sokaklarda muhtarın gelmesini beklerlerdi. Muhtar Yaradan’ım sana nasip eder ise şahadet gelir, büyük bir sessizlik Odur kulluk Hakka’a, vatan millet için ne devlet ve ciddiyet içinde, hemen hepsi kendi yakını, kardeşi ve öz oğlu olan şehitlerin isimlerini kapıya asar, bir kuytuda ağlamak için yavaşça ayrılırdı. Daha sonra büyük bir saygı ile ihtiyarlar ve kadınlar caminin önüne gelirler, okuma bilen birinin şehitlerin isimlerini okuyarak başsağlığı dilemesi üzerine hep İmam dedi, oralarda ulu, kanlı cenk olmuş Düşmanların siperleri baştan başa leş dolmuş Derelerden, tepelerden topladığın sümbülü beraber yavaşça evlerine giderlerdi. Orada herkesin içinde Yolla taksın yavukluna, ziynet bulsun kâkülü ağlanmazdı. Hele Çanakkale şehidi için ağlamak ayıptı. Ça- Geçen sene ben bu cengin rüyasını görmüştüm nakkale’de yavrusunu şehit vermek aile için bir şerefti. Ama ana Sevincimden ağlayarak hayır diye yormuştum yüreği baba yüreği dayanamazdı. Gözler dolar, boğaz düğümlenir, Plevne’de yatan baban eve gelmişti yavaşça evden çıkılır, ormanlıkların karanlıklarına, dağların kuytularına çekilinirdi. O zaman gözyaşları sel olur, ağıtlar yakılırdı.”265 Hasan gazi oldu diye bana müjde vermişti Sanki mayası acıyla yoğrulan bu asalet abidesi milletin vakar ve metanetini, sabır ve fedakarlığını şiir diliyle yansıtan şu satırlar da ne kadar samimi, ibretli ve çarpıcı: Sonra gördüm sağ elinde yükselmişti bir bayrak Din hasmının kal’asına dikilmişti o sancak Sen düşünme, millet bize gözü gibi bakıyor Bolluk şükür zad-zahire her taraftan akıyor Eğer köyde ölen kalan var mı diye sorarsan Konu komşu, eşi dostu hatırlayıp anarsan Muhtargilin Ahmet şehit olmuş haber geldi dün 265- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a.g.e. s.66. 147 Şenlik oldu, mevlid oldu, düğün oldu bütün gün 148 Çanakkale Çanakkale Köy hep giyindi kuşandı namazgâha gittiler O şehidin Rahmetullah duasını ettiler Yeri belli olmak için mezarını kazdılar Bir taş dikip Ahmet şehit oldu diye yazdılar Kurban kesip Hatm-i şerif indirildi hep ona Savaşta İnanç Faktörü ve Allah’ın Yardımı Gönderildi onun gökte yatan şanlı ruhuna Allahü ekber! Kâim onunla mihrâb u minber Sen bilirsin yavuklusu kumral saçlı Emine Tekbir-i millî İslâm’a rehber Allahü Ekber! Bir al bayrak asmış idi o gün kendi evine Dînim bir dindir, Allah birdir, hakdır Peygamber O güzel kız yeşil örtü örtmüş idi başına Bir kurumla oturmuştu köyün dibek taşına Hıçkırmadı ağlamadı sandım onu bir melek Millet, diyânet, devlet, hilâfet dâim berâber Allahü Ekber! Allahü Ekber! Abdülhak Hâmid Onun erlik ocağını söndürmüştü kör felek Sürme çekmiş kına ile süslemişti elini Olmuş idi tel duvaklı, nurlu şehit gelini İnanan insan güçlü insandır. İnanan insan güvenli, cesaretli ve şecaatli insandır. Çünkü; Çok güçlü, kuvvetli, kudretli, her şeyi Dedi Ahmet beni artık ahirette beklesin yaratan ve her şeye gücü yeten bir varlığa güveniyor, dayanıyor, Ben onunum utanmasın beni Hak’tan istesin! ondan yardım alıyor demektir. Kaderim bu, şehit olmuş benim şanlı yiğidim Kız kalırım varmam ere ben de canlı şehidim.266 Günümüzdeki tıbbî araştırmalar göstermiştir ki; İnanan insan daha mutludur.267 Alkol, uyuşturucu ve kumar gibi illetlere itibar etmediği için daha sıhhatlidir. Sabırlı ve merhametlidir. Yakalandığı hastalıkları inanmayanlara nazaran daha kolay yenmektedir…268 Gerçekten Cenâb-ı Allah inananlara yardım edeceğini, Müslümanları destekleyeceğini, darda kaldıklarında onların yâri ve yardımcısı olacağını vaat ediyor ama bir şartla: Kul kendi üzerine 266- Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001. 149 267- Milliyet 13. 11.15.12.2003. 268- Kanal 7, 25.06.2004 saat 12 haberleri. 150 Çanakkale Çanakkale düşeni yaparsa. Çünkü âyette şöyle buyurulur: "Bilinsin ki insan yazla halletmiş değildir. Önce kendi üzerine düşeni yapmış el açmış: için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışmasının "Rabbim ben üzerime düşeni yaptım bundan sonra senden yardım ve (karşılığı da) ileride (mutlaka) görülecektir. Sonra ona karşılığı nusrat beklerim" buyurmuştur. Müslümanların tavrı bu olmalı. tastamam verilecektir."269 Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethedip tebrikleri kabul ettiği Kul kendi üzerine düşeni yapmadan, yani hakkıyla çalışmadan sırada, tasavvuf erbabından biri gelip: "Dualar sayesinde İstanbul'u sadece dua ve niyazlarla, yalvarıp yakarmalarla Allah'tan yardım fethedip bu şerefe nail oldun" beklerse gelmez. Hz. Mevlânâ: "Kuru dua fayda verse, dilenciler bey okşayarak: "Erenler doğru ama, bu kılıcın hakkını da unutmamak olurdu" demiştir. lâzım" demiş. deyince, Fatih belindeki kılıcı Bedir savaşında Hz. Peygamber savaştan önce yapması gere- Madde ile mana bir kuşun iki kanadı gibi. Birisi olmazsa kuş ken her şeyi yapmış, savaş hazırlıklarını tamamlamış, askerini uçamaz. İnsanda da bu iki unsur aynı anda olmazsa başarı hazırlamış, onları motive etmiş, su kaynaklarının başını tutmuş… en gösteremez. Hele hele savaşta. Ömrü savaş meydanlarında geçen son el kaldırıp Allah'tan yardım istemiş, istediği gerçekleşmiştir. Napolyon: "Orduyu canlandıran manevi kuvvet, galibiyetin onda "Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. buna sekizidir" demiştir.272 karşılık olarak O; "Ben size meleklerden peş peşe gelen bin Mehmet Akif Merhum da şöyle demiştir: tanesi ile yardım edeceğim." diyerek duanızı kabul buyurdu."270 İmandır o cevher ki İlâhi ne büyüktür "Hani Rabbin meleklere, 'Muhakkak ben sizinle beraberim, haydi iman edenlere destek olun' diye vahyediyordu."271 Bazıları işin bu yönünü çok öne çıkarır ve sanki; "Korkmayın biz Müslüman’ız, Allah bizimle beraberdir, bize her zaman yardım eder, elimizden tutar, melekler, erenler, evliyalar, dualar… yardımı ile bizde düşmanı yener, savaşı kazanırız…" gibi bir hava estirirler. Yukarıda ayette zikredildi, Allah'ın izni ile bu sayılanların yardımı haktır ama, kul kendi üzerine düşeni yapmadan bunların yardımına da Allah izin vermez. Hz. Peygamber hiçbir işini sadece dua ve ni- İmansız paslı yürek sinede yüktür Gerçekten bu sözün ne kadar haklı olduğunu Osmanlı tarihine, hele hele Çanakkale Savaşına bakıvermek suretiyle anlamak mümkündür. Çanakkale ve diğer savaşlarda da Allah'ın yardımı Müslümanlar üzerine olmuş ama oturdukları yerden değil. Vereceğimiz misallerden de anlaşılacağı üzere; onlar üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmışlar, Allah da onlara yardım etmiştir. Yoksa her başarıyı bir mucizeye, her fedakârlığı bir keramete, her türlü metanet ve cesaret semeresini bir evliyanın himmet ve yardımına, isabet eden her 269- Necm, 39-41. 270- Enfal, 9. 271- Enfal, 12. 272- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.82. 151 152 Çanakkale Çanakkale mermiyi, cereyan eden her olayı, puan hanemize artı olarak yansıyan ve vatanı için münakaşasız ölebilecek tek asker Osmanlı askeri- her fiili üçler, yediler, kırklar hatırına olmuş hareket olarak değerlen- dir.”274 dirirsek ecdada hakaret etmiş ve İslâm’ın bu husustaki saf ve berrak “...Mühimmatı biten veya mermi ata ata tüfeği ısınan, akıdesini sulandırmış, realiteden uzaklaşmış, gerçeği masal ve efsane mavzerinin mekanizması bozulan Mehmetçikler düşmana taş atmaya dünyasına havale etmiş oluruz. başlarlar...”275 Atatürk, Çanakkale Muharebeleri sırasında bilerek ölüme gi- Yine de muharebeden kaçmazlar, davalarından vazgeçmezler. den askerlerin son hareketlerinde, kişisel olarak dinlerine bağlı Vanlı İsmail, Nur-ül Bahir gemimize doğru gelmekte olan bir olduklarını ve duadan sonra rahatlıkla ölümü kucakladıklarını, dinî torpil görünce, kendini feda edip torpilin önüne atlar, torpil ona inançlar ile takviyeli olarak Türk askerinin ruh gücünün nelere çarpıp patlar gemiyi ve arkadaşlarını kurtarır, her bir parçası denize muktedir olduğunu şu sözleriyle açıklamaktadır : yağmur gibi yağar, sadece parmaklarından bir parça da bulunduğu "Biz, kişisel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yal- gemiye düşer…276 nız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı Biraz sonra hücuma kalkacak askerlerin Kur’an okuduklarını siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm kaçınılmaz... görünce, Fransız gazeteci İstanbul’a doğru dönerek padişaha şöyle Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına tamamen şehit olu- seslenecektir: “Senin böyle iman dolu askerlerin oldukça, fütur yor; ikinci siperdekiler, onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar öze- getirme (korkma).”277 nilecek büyük bir sükunet ve inançla biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir korku bile göstermiyor; sarsılmak yok! “Sadece 12-13 Temmuz Kerevizdere Savaşı sonuna kadar 11 km. lik cephedeki şehit sayımız 100 bindir. Çanakkale’de 57. Alay’dan geriye tek bir er ve subay kalmamıştır. Tamamı şehit Okumak bilenler ellerinde Kur'an-ı Kerim, Cennete girmeye olmuştur.”278 Bu muharebelere katılan Teğmen Mucip Bey’in ko- hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. mutanına raporu şöyledir: “Dünkü muharebeye katılan 164 erden Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayran olunacak ve geriye 35 er kalmıştır.”279 tebrik edilecek bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur."273 Onun bu hususiyetini yani özelliğini geçte olsa Müttefik Kuvvetler Komutanı Hamilton'da anlamış ve Türk askerini hafife almaya kalkan gazetecilere Hamilton’un cevabı şöyledir: “Bu dünyada dini 273- Yeşilay Dergisi, “Atatürk Anlatıyor”, Eylül 1999, sayı 790, s.32. 153 274- Mehmet Niyazi, a.g. dergi, s.32. 275- İsmail Bilgin, a.g. dergi, s.60; Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.28. 276- Recep Şükrü Apuhan, a.g.e. s.143. 277- Mustafa Turan, a.g.e. s.46. 278- Mustafa Turan, a.g.e. s.71. 279- Baha Vefa Karatay, a.g.e. s.157. 154 Çanakkale 18 Mayıs 1915 günü gece yarısı başlayan muharebe bazı kaynaklara göre Gelibolu muharebelerinin belki en kanlısıydı. Saat sabahın üçünde süngü hücumuna dönüşen çarpışmalar öğleden sonra durdurulduğunda 10 bin şehit ve yaralımız vardı...”280 Çanakkale savaşlarında Müttefik Güçler 42 tane savaş uçağı ile gelmişler, Şanlı Mehmetçiğin tepesine cehennem ateşi yağ- Çanakkale yenilmez gücü olan İngiliz Donanması’na karşı Çanakkale’deki üçbeş topun galip gelmesi nasıl umut edilebilirdi?”281 “Evini koruyan bir kişi on kişiye bedeldir. Biz bunu haçlı seferlerinde gördük” diyen Batılı’lar, bu gerçeği unutarak teknik üstünlüklerine güvenip Anadolu üstüne çullandılar ama, gereken cevabı aldılar. dırmışlardır. Cephelerde yeni kullanılmaya başlayan bu uçakların İstiklâl savaşı yıllarında cephede askerlerin en kritik dönem- taarruzuna karşı ne silahımız, ne de ciddi bilgi ve hazırlığımız vardır. lerde bile namazlarını ihmal etmedikleri bilinmektedir.282 Bir çok Türk subayları mevcut silahlarla bunlara nasıl karşı konulacağını, şehit son nefeslerini verirken bile yönlerinin kıbleye çevrilmesini nasıl ateş edileceğini söyledikten sonra şöyle demişler: "Bu uçaklar istemişlerdir.283 Bir çoğunun koynundan yavuklusunun içine az bir sabit hedef değil hızlı ve hareketli hedeflerdir. Birkaç saniye içinde miktar saçının konduğu mendil ile Kur'an-ı Kerim'ler, cüzler, gelen ve geçen hedeflerdir. O birkaç saniye içinde gereken yapılmalı. cevşanlar, dualar çıkmıştır. Bazılarının cebinden Hz. Peygamberin Dolayısıyla bir uçak alarmı verilince herkes ne yapıyorsa onu bırakıp kılıcının üzerinde: "korkaklıkta ar ve zillet vardır. İleri atılmakta anında ateş vaziyeti almalı, vakit geçirmemeli…" onur ve şeref vardır. Kişinin korkaklık yapıp geri kalmakla kaderin- Alman subaylarının da katıldığı bir deneme alarmı verilir ve cephe gezilir. Görmüşler ki bir er çırılçıplak silahının başına geçmiş, den kurtulup biraz daha fazla yaşaması mümkün değildir." manasına gelen Arapça ibarelerin bulunduğu muskalar çıkmıştır.284 düşman uçağını vurmak için bekliyor. Türk askerinin edep, terbiye ve İngilizlerin Akdeniz kuvvetleri Komutanı Hamilton şöyle de- haya duygusuyla ilgili hassasiyetlerini bilen Alman subayı hayret miştir: “Bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup eder ve sebebini sorar. Asker şöyle cevap verir: etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, 'Komutanlarım bu hedeflerin uçucu ve geçici hedefler oldu- gökten inen güçleri müşahede ettik. Sanki biz daha buralara gel- ğunu söyledi. Alarm verildiğinde yıkanıyordum. Çok utanmama meden, akıbetimiz kararlaştırılmıştı. Ve şimdi de üzerimizde icra rağmen emre itaatsizlik olmasın ve düşman uçağını kaçırmayayım ediliyordu.”285 diye bu halde silah başına geçtim" deyince Alman subay hayret ve takdirlerini bildirir. O dönem ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Henry Morqenthau şöyle diyordu: “200 yıldır zaferden zafere koşan, dünyanın tek 280- Mustafa Turan, a.g.e. s.72. 155 281- Alan Moorehead, “Çanakkale Geçilmez”, s.92. 282- Harp Mecmuası, s.174-175. 283- Harp Mecmuası, s.143. 284- Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu, “Hz. Muhammed ve Hayatı”, D.İ.B. Yay. Ankara 1991, s.273. 285- Mustafa Turan, a.g.e. s.12; Sur Dergisi, sayı, 229, s.47; Tarih ve 156 Çanakkale Çanakkale Bir İngiliz Amirali de: “… Toprağı şarapnellerimizle delik 163. Tümen her bakımdan üstün olduğu bir anda, çok garip bir şey deşik ettik. Bir kalburun yüzü gibi birbirine temas eden daireler meydana geldi... Türklerin zayıflamakta olan kuvvetlerine karşı, haline getirdik. Artık bu toprakta bir Varlığın mevcudiyetine müspet Albay Sir H. Beauchamp, cesur ve kendinden emin bir subay olarak ilim ve akıl inanamazdı. Fakat biraz sonra kabarttığınız bu tümseğin büyük bir gayretle hızla ilerledi ve savaşın en önemli kısmı böyle altından elinde süngüsü ile bir Türk neferinin Allah diye fırladığını başladı. Mücadele iyice kızışmış ve iyice karışmıştı. Albay, 16 subay görünce aczimizi anladık.” demiştir.286 ve 250 askeriyle önüne düşmanı katmış, hızla ilerlemesine davam İngiliz Deniz Bakanı W. Churchıll, yenilgiden sonra mahke- ediyordu... daha sonra bunlardan hiçbir haber alınamadı. Ormanlık meye verilmiş ve tazyik altında kalınca şöyle demiştir: “Anlamıyor bölgeye hücum ettikten sonra gözden kayboldular ve sesleri de musunuz? Biz Çanakkale’de Türkler ile değil, Allah ile harp ettik. duyulmadı. İçlerinden hiç biri geri dönmedi.” Tabii ki yenildik…”287 267 kişi hiçbir iz bırakmadan kaybolup gitmişti... Daha sonra "Kayıp Tabur" olayı diye hala akıl sır ermeyen, hakkında İngilizler 1918 yılında Türkiye’yi işgal edince ilk işleri bu taburun filimler çevrilen ve BBC tarafından belgeseller yapılan bir İngiliz akıbetini Türk hükümetinden sormak olmuş, ama Türk hükümeti bu taburunun kayboluş serüveni: taburla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Ve yapılan bütün araştırmalar da “İngiliz kumandanı Sir Hamilton 163. tümene, 12 Ağustos öğleden sonra Tekke ve Kavaktepeleri mevkiine saldırı emri verdi. sonuçsuz kalmıştır. Olayı bizzat yaşayan, gören askerlerde böyle anlatmışlardır.288 Fakat müthiş bir Türk mukavemeti ile karşılaştı. Diğer birlikler dur- Buna benzer olaylar İslâm ve Osmanlı tarihinin bir çok döne- durulduğu halde, İngiltere’den gelen Norfolk taburu daha az bir minde yaşanmış ve tarih kitaplarına geçmiştir. Günümüzde bir çok mukavemetle karşılaştığı için Yeni Zelandalı askerlerin gözleri vesikaları mevcuttur.289 Meselâ: önünde ilerlemeye devam ettiler. Karşılarındaki tepe bir bulut par- “Ardahan’ın Dedeşen köyüne 1983 yılının Ağustos ayında çasıyla kaplıydı. Son askerde bulutun içine girince bulut havalandı ve Konya’dan pilot olduğunu söyleyen biri gelir ve Şeyh Ahmet ve tepe açıkça görülmeye başlandı ama askerlerden hiçbir eser yoktu. (Daha sonrada bu taburdan hiçbir haber alınamamıştır). General Hamiltonun o günkü İngiliz savaş bakanı Lord Kitchener’e yazdığı telgrafta olayı şöyle anlattı: “Savaş sırasında Düşünce Dergisi sayı, 4, s.37. 286- Mustafa Turan, a.g.e. s.12. 287- Mustafa Turan, a.g.e. s.12. 157 288- Yasemin Candan, Ergun Candan, “Yaşanmış Esrarengiz Olaylar”, Sınır Ötesi Yayınlar İst. 2003, s.44; Çanakkale’de kaybolan İngiliz taburu; Zekeriya Kurşun, “Kralın Adamları”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Şubat 2000, sayı 4, s.37; Cem Çobanlı, “Bütün Dünya”, Mart 1999, s.30-40. 289- Bkz.“Bilinmeyenler Ansiklopedisi” c.7, s.1993; Zafer Dergisi, “Askerin Mektubu”, sayı 101, s.15; Kore’de savaşan Albay Celal Dora’nın Hatıraları... Milliyet 09.11.1999. 158 Çanakkale Çanakkale Muhammed Kebir isimli zatları görmek istediğini söyler. Köylüler 5-Rusların Karadeniz’e Osmanlı gemileri çıkmasın diye İs- onlar 1920 yılında vefat etmiş ermişler olduğunu söyleyince adam tanbul boğazına döşediği mayınların Çanakkale boğazına getirilmesi donar kalır ve sebebini şöyle açıklar: ve müttefik gemilerinin korkulu rüyası olması.292 Ben Kıbrıs savaşı sırasında pilot idim. Beşparmak dağlarının Ve benzeri bazı vakıalara bakılınca, Mehmetçik üzerine düşen üstünde benzinim bitti ve geri dönmek istedim ama iki adam yanımda görevi hakkıyla yapmış, Cenâb-ı Allah'ın yardımı da şehit ve ga- peyda oldu ve uçağın kontrolünü bize bırak dediler ve görevi yaptılar zilerimizin üzerine olmuştur. Bu mutlaktır, realitedir. daha sonra isimlerini ve memleketlerini söyleyerek yanımdan kayboldular. Bende onları ziyarete gelmiştim” der.290 Buna benzer, Kıbrıs Savaşında cereyan eden daha enteresan bir olay da Bilinmeyenler Ansiklopedisi'nin 7. cildinin 1993'üncü sayfasında anlatılmaktadır. Bunu başta general Hamilton ve Churchıll gibi üst düzey düşman yetkilileri de, Çanakkale ve diğer cephelerde manevi yardımın ayan-beyan tezahür ettiğini itiraf etmişlerdir. Ama işin manevi yönünü birinci plana çıkarmak, sadece o kanaldan yardım almak suretiyle savaş kazanıldı demek, "Biz Şu hususlar göz önüne alındığında ve üzerinde iyi düşünüldüğünde: Müslüman’ız Allah bize yardım eder" havasına girip tembelleşmek veya üzerimize düşeni yapmamak tasavvufa, tarikata kısacası İslam 1-Seyit Onbaşının 276.5 kilo top mermisini tek başına kaldırıp inanç ve itikadına aykırıdır. Bu hususu inkar etmekte inançlarımıza aykırıdır. Biz üzerimize düşeni yaparsak, sebebini işlersek, Allah'ın namluya sürebilmesi, 2-İngiliz taburunun kaybolması, 3-Mehmetçiklerimizin üzerine kullanılması yasak olan zehirli gaz atılınca rüzgarın ters esip, gazı düşman askerlerinin üzerine yardımına nail oluruz. Hz. Peygamberin tutumu bize örnek olmalı. Savaştan sonra gazilerle yaptığı röportajlardan birinde Ruşen Eşref Bey Hüseyin Oğlu Mustafa onbaşıya şöyle sorar: -"Derler ki muharebede bizim askerlerin gözüne yeşil sarıklı götürmesi. 4-Almanların boğaza döşediği 377 mayının iş görmeyip, be- askerler görünürmüş; siz de gördünüz mü onlardan?" ğenmeyerek depoda bıraktıkları, daha sonra Nusrat Mayın Gemisi -"Hayır efendim, biz görmedik. Yalnız kuşlar vardı. Yeşil tarafından döşenen Türk yapısı 26 paslı mayının dünya tarihini yeşil. Ateşin arasında gezerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına konarlardı. değiştirmesi.291 Başka bir şey görmedik. İşte o zeytin ağaçlarını kurşun, gülle kırmış, yıkmış, dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı. 290- Yasemin Candan, a.g.e. s.216. 291- Mustafa Turan, a.g.e. s.47. 292- Mustafa Turan, a.g.e. s.47. 159 160 Çanakkale Çanakkale Kurşun, murşun Allah tarafından onlara dokunmuyordu.293 BİR TESTİ SU “Çanakkale Gazilerinden merhum Ladikli (Konya) Ahmet Ağa’nın şahit olduğu şu hadise de, o sıkıntılı günlerdeki ilâhî yardımın bir tezahürüdür. Cehennemî bir ateş altında askerlerin damarlarını kurutacak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnada nur yüzlü bir zat, elinde bir testi su olduğu halde siperlerin arasında peyda oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı, yine de testisindeki su bitmedi. Ladikli Hacı Ahmet Ağa da, bu zatın testisinden su almıştı. O zat, Ahmet Ağa’ya: “-Evladım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver” dedi. Nitekim iki defa yaralanan Ahmet Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifa buldu. İsminin kaşıkçı dede olduğunu söyleyen bu zat ise, Kilitbahir’de metfun, yıllar önce vefat etmiş bir Allah dostu idi. Bu hadise gösteriyor ki, Allah’ın izniyle evliyaullahın Çanakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır”294 Ruşen Eşref Bey, Hüseyin Oğlu Mustafa onbaşıya soruyor: 293- Ruşen Eşref Ünaydın, a.g.e. s.13-15. 161 294- Osman Nuri Topbaş, “Tarihten Günümüze İbret Işıkları”, Erkam Yay. İst. 1998, s.352. 162 Çanakkale Çanakkale -İnsan o aralık (savaşın şiddetli zamanlarında) düşünebiliyor mu? bir şey “Bizler İngilizler olarak gerçekte Müslümanları mağlup edememişiz. Ben gidip gördüm. Her yerde Kur’an okunuyor. Halk -Hiçbir şey düşünemiyor. Yalnız korkmuyor. O ateşin içinde Kur’an’a candan bağlı. Vali bizdendir, ama bunun ne kıymeti var. öleceğini mi, kalacağını mı bilemiyorsun. Zabitlerimiz bize tembih Bunlar eninde-sonunda birleşecek ve bu esaretten kurtulacaklar. ederdi ki: “Oğlum, Salâten Tüncina’yı okuyun” derdiler. Bilenlerimiz okurdu. Bilmeyenlerimiz de tekbir alırdı. Müslümanlara karşı hakimiyetimizi devam ettirmek istiyorsak, bunun Müslümanlardaki inanç faktörünün etkisini ilk anlayanlardan biri de 9. Lui'dir. 13. Yüzyılda Haçlı Seferlerinde Müslümanlara esir düşmüş, Kahire'de El Mansur hapishanesinde hapis yatmış ve fidye ile kurtulmuştur. Bu sebeple Müslümanları tanıma fırsatı bulan bu zat, tarihlere geçen şu tespitte bulunmuştur: yegâne yolu şudur: Ne yapıp etmeliyiz, ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız, yahut Müslümanları O’ndan soğutmalıyız. Yoksa Kur’an bunların elinde bulunduğu müddetçe biz onları mağlup edemeyiz.”296 Bu ve benzeri raporlardan sonra Haçlılar bugün, Müslümanlara o vakar ve şahsiyeti kazandıran, savaş meydanlarında onları yenilmez kılan inançlarıyla savaşıyorlar. İtikatlarını törpüleyip dejenere ediyorlar. “Biz Müslümanları silahla yenmeyi başaramayacağız. Eğer onlara karşı zafer kazanmak istiyorsak inançlarıyla savaşmalıyız. Çünkü bu inanç kalplerinde bulunduğu müddetçe onlar hezimete uğratılamaz. .”295 “19. asırda Ortadoğu, Ortaasya ve Uzakdoğu’ya göz diken İngiltere hayli yeri işgal etmişti. Buna rağmen barut fıçısı üzerinde oturur gibi huzursuzdu. Zira İslâm topraklarında ve Müslümanların yaşadığı Hindistan gibi yerlerde Müslümanlar kıyam (ayaklanma) halinde idi. İngiliz sömürgesini bir türlü kabullenememişlerdi. İngiltere Hükümeti Müstemleke nazırı (sömürgeler bakanı) Gladistonu sömürge topraklarında araştırma yapmakla vazifelendirdi. Gladiston uzun bir inceleme gezisinden sonra Londra’ya dönerek Avam Kamarasında Eline Kur’an-ı Kerimi de alarak, ne kadar aşırı bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu da gösterip şöyle dedi: 296- Yılmaz Öztuna, a.g.e. c.7, s.179; Sur Dergisi, “Nasıl Tarık bin Ziyad Olunur?”, Ekim 1995, Sayı 235, s.10; Ahmet Emin Yalman a.g.e, c.1, s.391. 295- Sur Dergisi sayı 176, s.18. 163 164 Çanakkale Çanakkale MEHMEDİM Bu akşam yıldızlar sararmış gibi, Gayrı anlatılmaz bu savaş bence Tepeler titreşir hava kış gibi; Dağ taş konuşmuştu kendi dilince Bir dağın sırtında dağ varmış gibi “Hücum” diye bir ses duydum ilkönce Omuzlamış bir Mehmed’i Mehmedim Fuat Azgur Sonra Allah! Allah! dedi Mehmedim Ne ana, ne sıla, ne yâr hayâli Bir gör Mehmet’teki kükremiş hali Kırpmadı gözünü, yağmur misali Mermi yedi, havan yedi Mehmedim Bu öyle bir iman, öyle cehit ki Secde eder cümle canlı ve bitki Bir Temmuz akşamı, Tanrı şahit ki, Şaha kalkmış vatan idi Mehmedim Tepeler... kan, barut dolu tepeler Süngü-süngü, namlu-namlu tepeler En önde fırladı dedi; “Bu sefer Yıkam bu ateşten seddi” Mehmedim Bir daha gelemeyecekleri, geri dönemeyecekleri nerdeyse muhakkak Bir mermi göğsünü dağıtmış diye Mümkün mü talihe Mehmet baş eğe olan Mehmetçikler, davulla, zurnayla, halay çekilerek cepheye uğurlanıyor. Meydan okur gibi kahpe feleğe Devrilirken gülümsedi Mehmedim 165 166 Çanakkale Çanakkale -Siz Türk müsünüz? Kaşlarını yukarı kaldırarak “Hayır” manasına işaret yaptı. Ama ben hâlâ merak ediyorum: -Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir? “Aldırma! İşte öylesine bir şey” dedi. Ben yine ısrarla dedim ki: -Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım. ÖYKÜLER Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzeme baktı ve mırıltı halinde sordu: Anzaklı Ömer 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD’ye giden Dr. Ömer Musluoğlu, görev yaptığı hastanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor: “Amerika’ya gittiğim ilk yıllar (1957) Lisanım pek o kadar iyi değil. Newyork’da, Medical Center Hospital adlı bir hastanede görev -Siz Türk müsünüz? -Evet! Türküm… İhtiyar, gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı: almıştım. Fakat vazifem, kan almak, kan vermek, serum takmak, -Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları… Çanakkale diye bir yer elektro kardioğrafi çekmek gibi işler… Hastaya o kadar önem var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı… Ben Anzak’ım. Avustralya Anzak’larından. veriyorlar ki, yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında. Tabii kendisi ile İngilizce konuşuyorum: -Kan vereceğim size! Lütfen kolunuzu açar mısınız? Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu gibi, üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii… Pazusunu açtım baktım, pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim: İngilizler bizi toplayıp dediler ki: “Barbar Türkler, Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerlerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir.” Biz de inandık sözlerine, vaatlerine… Savaşmak isteyenler arasına katıldık… Avustralyalı Anzak ihtiyar, anlatmaya devam ediyordu: -Bizim beynimizi yıkayan İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale’ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup, Mısır’a getirdiler o zaman. Mısır’da şöyle böyle birkaç ay 167 168 Çanakkale Çanakkale talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale’ye getirdiler. çok çok azdı. Bu haldeyken bile, kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı… Şoke oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime: Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki, denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havaî fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman… Her taarruzda, bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatı- -Bu adamlar öldürmüyorlar… isteseler Veyahut şu anda isteseler beni öldürürler. Ama önceden öldürebilirlerdi… Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı… nın baharında can veriyordu… Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret Bu duygularla, “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil in- ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok sanlarla niye savaşıyorum ben. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz çok üstün olduğumuz gibi, sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara milleti ne yalancıymış. Ne kadar Türk düşmanıymış” diyerek pişman bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce… İngilizlerin bize anlattığı gibi, Türkler barbarlıklarından böyle saldırıyorlar… Meğer, barbarlıklarından değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim: Biz karaya çıktık. Taarruz ediyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz… Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Meraktan ağzım açık, yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anlarını anlatırken, hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti: Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette, Türk milletini ömür boyu unutmamak için, koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı işte bu. Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: -Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken, yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de, Amerika gibi bir yerde, yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden de bir Türk… Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken, bir -Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bizi Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya… Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar… Buna bütün kalbimle inanıyorum. Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz?” dedi. “Ömer” cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu: bakmıyorlar. Kendime geldim iyice… Bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki, onların yiyecekleri 169 -Peki niçin Ömer ismini vermişler sana? 170 Çanakkale Çanakkale -Babam, Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş. -Yahu senin adın Müslüman adı mı? Bu sözünden de anladım ki, dedelerimiz savaş esnasında dahi, Hakk’ı zikretmeyi ihmal etmiyorlarmış. Neyse uzatmayayım. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Ben, “Evet, Müslüman adı” deyince yüzüme baktı baktı, bir- Hasta, yatağında tespih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle den doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti. Ama niye ısrar ediyordu? ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman olmuştu. İhtiyarın ısrarına dayanamayıp, yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: Bir gün yanına gittiğimde, samimi bir şekilde rica etti: -Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzak’lı Ömer” olsun. -Ne gibi Ömer amca? -Olsun. -Beni yalnız bırakma olur mu? -Ara sıra gel de, bana İslâmiyet’i anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor… Peki doktor, beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor -Tabii efendim. Ne demek? Her gün size geleceğim. Merak etmeyin! Şaşırdım nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. O günden sonra, her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. mu? Meğer o yaşa gelinceye kadar, içten içe hep düşünüyormuş da, kimseyle konuşamadığı olmuyormuş… için, soramadığı için söz konusu -Tabi dedim. Müslüman olman çok kolay. Sonra kendisine imanın ve İslam’ın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu. Yaşlılık bir yandan, hastalık bir yandan, bir de yıllardan beri Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum: “Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!” Dedim ki içimden: “Bizim Ömer amca galiba yolcu” Hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet’e Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme olan hasretin sona ermesi bir yandan, bu yaşlı gönlü duygulandırmıştı… Mırıldandı: Türk bayrağı, göğsünde imanı ile, koskoca Anzaklı Ömer, son anlarını yaşıyordu… -Siz Müslümanlar, tespih çekersiniz. Bana da bir tespih bulsan da, ben de yattığım yerden tespih çekerek Allahımı ansam, olur mu? Hemen başucuna oturdum. Kendisine Kelime-i Şahâdet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti!.. 171 172 Çanakkale Çanakkale Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa, Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde, kendisine iman nasip olmuştu… Ne yalan söyleyeyim ağladım.”297 Yanmayan Şehit “Cihan tarihi, vatanı uğrunda senin kadar kanını döken bir millet daha gösteremez. Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanmamıştır. Bu vatan ya senindir, ya da hiç kimsenin.”298 Ahmet Hikmet Müftüoğlu İngilizler Mehtap Deresi mevkiine petrol varillerini yığarlar. Buradaki tutunmayı önlemeyi, düşman petrol stoklarını imha etmeyi düşünen Cevat Paşa, 9. Bölük komutan vekili Teğmen Mehmet Selim’e emreder. Genç Teğmen sabah namazını kılıp, anasına bir mektup yazdıktan sonra takımı ile birlikte çok iyi korunan Mehtap Deresine hücum eder. Gerisini İbrahim Refik’ten okuyalım: “… Bir mermi benzin bidonlarına isabet eder. Aman ya Rabbi! Gökyüzüne tarrakalarla (gümbürtülerle) alevler yükselir. Çepeçevre sarıvermiştir delikanlı teğmeni. İngilizler haşyetle (korkuyla) Dedeler torunlarına Çanakkale’yi gezdirip, anlatıp onları şoklamalı bakarlar. Mehtap Deresi’nde sabahın bu ilk saatlerinde bir güneş ki, dostunu, düpmanını tanıyabilsin. peydahlanır. Alevler bir ehram zemininden incelerek yukarıya 297- Yeşilay Dergisi, Temmuz 1993, sayı 716. 173 298- Ahmet Hikmet Müftüoğlu, “Çağlayanlar”, TDK Yay. Ank. 1964, s.15. 174 Çanakkale Çanakkale yükselirken, teğmenin gövdesi, mehtabı bastıran güneş misali yukarılara uzanır. O da, yanıyordur. Ama tonlarca akaryakıtın ışığı, utancından gölgelenmiş gibidir teğmenin nurlanışı yanında. İngiliz Rahibi Goeffrey Harrison nice sonra hikaye eder ki, bu manzara hiçbir kutsal kitapta yazılmamış, hiçbir muhayyile tarafından dile getirilmemiştir. Teğmen, alev alev ışıldar ama, yanıp kararıp kömürleşmez. Daha hala sağ elinde tabancası, sol avucunda Mushaf’ı (Kur’an’ı) vardır… Teğmen’in naşı yanmamıştır. Sadece alnında ve vücudunda mermiler. O kadar. Kalpağı Bir İngiliz Genel Kurmay Başkanının Kaderi Göksel Burhan Bey’in anlattığı bir öyküde şöyledir: yanına “Çanakkale’den söz ederken, şimdi Danışma Meclisinde üye olan devrilmiştir. Sol eli Mushaf’ı ile birlikte kalbinin üzerindedir. Ta- emekli Korgeneral, yakın arkadaşım Adnan Orel’den dinlediğim bir bancası ise hala sağ avucundadır. Gözleri açıktır. Göz bebekleri dudakları gibi tatlı bir tebessümle büklüm büklüm, ışıl ışıldır… hikayeyi de buraya, kendisinin iznini almadan koymak cesaretini göstereceğim. Papaz Harrison nice sonra yazmıştır: “Bir tek kelime ile bir Kendisi Albay rütbesinde, Londra’da Ateşemiliterimizdir. O mucize idi. Yüzlerce kilo benzinin kavurmuş olması gereken naşında tek bir yanık yoktu…” sırada Britanya İmparatorluğu Genelkurmay Başkanı değişir. Yeni Bizler yaşayalım diye, doyamadıkları hayatlarını siperlerde onun onuruna bir yemek tertiplerler. Böylece tanışacaklardır. Tabi ki Mareşal de konuşma yapacaktır. bırakan onlar… Onlar ki bugün, bu saatte sizlerin fatihalarınıza muhtaçtırlar...”299 gelen Field Mareşal Festings’dir. Londra’daki ataşeler topluluğu Mareşal konuşmasını yapmak üzere ayağa kalkar. İlk sözü, Türk ataşemiliterini tanımak istediği olur. Salonda 50-55 ordunun, Londra’da akredite temsilcileri arasında bir ayrıcalık görmenin insanı üzeceğini tahmin etmek zor değildir. Albay Adnan Orel ayağa kalkar ve Mareşal’i selamlar. Sayın Mareşal’in ilk cümlesi şudur: “Ben bu üniformanın sahibi olan ordunun mensupları sayesinde, şu anda genelkurmay başkanı olarak karşınızdayım” arkadaşım da, dinleyiciler de şaşırırlar. Mareşal konuşmasını sürdürür ve kısaca hayat hikayesinin bir parçasını dile getirir: 299- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.65. 175 “Teğmen rütbesindeyken Çanakkale savaşına katılmıştır. Cephe hatlarının hemen gerisinde, ufak bir sahra kilisesi yapılmıştır. 176 Çanakkale Çanakkale Her Pazar oraya gidilir. Yine cephenin sakin bir Pazar günü, beş altı karşısında bu asil ve mert ordunun Ateşemiliterini selamlayarak konuşmama başlamaktan şeref duymaktayım”.300 silahsız askerle birlikte, ellerinde İncilleri kiliseye giderlerken, ononbeş metre mesafedeki siperler arasında yollarını şaşırırlar ve Türk siperlerine girerler. Mehmetçikler silahlıdır. Önce İngiliz askerleri esir alınırlar. Teğmen Festings, Türk çavuşa silahsız olduklarını, kendilerinin de gördükleri gibi kiliseye ibadete gittiklerini, Türk ordusunu bu gibi hallerde silahsız düşmanlarını esir almak adetinde olmadığını söyler ve bırakmaları içinde Türk çavuşundan ricada bulunur. Çavuş inanırsa da kendisini yetkili görmez. Komutanlarına gitmeyi teklif eder. Türk takım kumandanı hikayeyi dinler: “Elinizdeki kutsal kitaba yemin edebilir misiniz?” der. Memnuniyetle yemin edilince, hemen çavuşuna onları emniyetle cephe dışarısına çıkarabileceği gediği (geçidi) tarif eder ve serbest bırakmalarını sağlar. Mareşal devam eder: “İngiliz Askeri Onur Yasası’na göre savaşta esir düşen İngiliz subayları, memlekete dönüşlerinde mutlaka askeri mahkemeye verilirler. Esir olmalarında suçu, hatası görülenler ordudan tard edilir. Hatası olmadığı halde esir olanlarda mutlaka emekliye irca edilirler. İşte İngiliz İmparatorluğu’nun yeni Genel Kurmay Başkanı hatıralarını böylece anlattıktan sonra sözlerini şöyle tamamlar: “Eğer Türk ordusunun silahsız düşmana silah atmamak ve silahsız askeri esir saymamak geleneği olmasaydı, o günlerde Türk teğmeni bana esir muamelesini yapabilirdi, ben de dönüşte en aşağıdan emekli olur ve bugün mareşal elbisesiyle karşınızda bulunamazdım. Bu nedenle dünya ordularının güzide temsilcisi subaylar 300- Göksel Burhan, “Birinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri” ATASE yayını; Çanakkale 1915 CD’si, Türk Tarih Kurumu 2001, Menkıbeler bölümü. 177 178 Çanakkale Çanakkale vurulup ölünceye kadar... Bunların dışında birkaç kişi de ciddi şekilde yaralandı. İki arkadaş kayalık bir tepeye kaçtılar. Tehlike biraz hafifleyince, kasaba halkı polise telgraf çekti, yerli halktan bir silahlı ekip kuruldu, sonunda, Mullah Abdullah ve Gool Mohammed bulundu, uzunca bir çatışma sonucunda ikisi de öldürüldü. Broken Hill Savaşı Kayaların arasında, iki adamın bıraktığı, cesur direnişlerini 1915 yılbaşı günü olan Broken Hill savaşı, Anzak Kuvvetlerinin Gelibolu’ya çıkmasından dört ay önce, Avustralyalıların kar- anlatan birer not bulundu. Muhammed bıraktığı notta: “Çünkü sizin insanlarınız benim ülkemle savaşıyorlar” demiştir… şılaştıkları ilk Türk savunmasıydı. Bu savaşın kahramanları, iki Bu menkıbe 1914-1918 Savaşında, Avustralya Resmi Tarihi adam, bir dondurma arabası ve Broken Hill halkanın oluşturduğu sivil bir mücadele ekibiydi. kitabından alınmıştır. Aynı öykü Abdullah ve Muhammed’in böyle Aslında hikaye, savaşın başlamasından birkaç yıl önce, Gool olarak anlatılmaktadır. Bu iki arkadaşın, isimleri göz önüne Mohammed ve Mullah Abdullah isimli (Afgan asıllı) iki Türk’ün alındığında büyük ihtimalle, Osmanlı tebaasından iki Afganlı oldukları ihtimali ortaya çakmaktadır.301 Avustralya’ya gitmesiyle başladı... Abdullah bu kasabada bir kasap bir sivil değil de, asker taşıyan bir trene saldırdığı şeklinde de yaygın dükkanı açtı, Gool Muhammed ise dondurma satmaya başladı… Kasım 1914 te, İngilizlerin müttefikleriyle birlikte, Osmanlı Devleti’ne savaş açtığı haberi geldiğinde, bu iki genç Muhammed’in dondurma arabasına ay yıldızlı Türk Bayrağı çektiler, içine iki tüfek, cephane ve iki kama koydular. Yıllık piknik düzenleyen, Broken Hill kasabası halkının bindiği ve piknik alanına doğru giden trenin önünü kesmek için, bu küçücük el arabasını, tren yoluna koydular. Tren yaklaştı, makinistler, aniden önlerine çıkan, Türk Bayrağı dalgalanan dondurma arabasını gördüler, sonra da tüfeklerle ateş etmeye başlayan iki arkadaşı... Tren yolcularından bir kısmı ilk anda onları tavşan avlayan avcılar zannetmişti. Ta ki; ateş devam edip, bir genç kadın bir genç adam ve trenin yanında at binmekte olan bir adam 301- Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001;Can Dündar, Milliyet Pazar, 27.02.2005. 179 180 Çanakkale Çanakkale düşer. Niğdeli Ali gözlerine inanamaz. “Vurdun arkadaşım, koca gemiyi vurdun” der. Şaşkınlıkla. Seyit ise: “Allah’ın izniyle vurduk kardeşim” der. Gider bir zeytin ağacının altına çöker. Albay Cevat Bey akşamüzeri birliğin olduğu yere gelir ve Seyit’in kahramanlığını duyar. Alman subayların huzurunda tekrar mermiyi kaldırmasını ister ama Seyit yerinden bile oynatamaz. Ama Seyit Onbaşı şöyle der: “Düşman gemileri geliyor olsa yine kaldırırım. İnanın Düşman gemilerinden atılan mermilerden biri Seyit Onbaşının gemileri gördüğümde dünyayı bile kaldırabileceğimi düşündüm” der.302 tabyasına isabet eder. “Müthiş bir gürültü ile cephanelik infilak eder. Erlerin çoğu büyük bir basınçla dört bir yana dağılır. 14 er şehit Seyit Onbaşı’nın büyük başarısı karşısında, o yokluk ve im- olmuştur, 24 er de ağır yaralıdır. Tabyada ilk kendine gelen Edremit, kansızlıklar döneminde kendisine verilen mükafat, Havranın Çamlık Çamlık köyünden Seyit olur. Az ilerisinde baygın yatan arkadaşı Niğdeli Ali’yi görür. Ona yardım eder. Kendine gelen Ali sorar: köyünde ki kızı Ayşe Yeter in ifadesine göre fazladan bir tayın ekmek olmuştur.303 -Arkadaşlar? “Peki sonra Koca Seyit’e ne oldu? Pek çok isimsiz kahraman -Arkadaşlar mertebesini buldular. 14 şehidimiz, 24 yaralımız var. İşe yarar sen ve ben varız. gibi Koca Seyit’in hizmetleri de unutuldu. Canını ortaya koymanın karşılığını ilgisizlikle, vefasızlıkla aldı. Ocean zırhlısını batırıp Çanakkale Zaferi’ne son mührü basan Koca Seyit de vazifesini -Ya gemiler Seyit? hakkıyla yapmış olmanın huzuruyla savaşın ardından köyüne döndü. -Seyit bir koşu Boğaz’a bakar. Bakar ama gözlerinde bir Bir müddet geçimini temin etmek için odun kesip sattı. Daha sonra başka mana vardır. Seyit’in. “Bana yardım et” der arkadaşı Niğdeli Havran’da bir zeytin fabrikasında hamallığa başladı. Bu sıralarda Ali’ye. Ama Ali o kadar halsizdir ki elini bile kaldıramaz. Bu sefer üşüttü ve vereme yakalandı. Adı tarihe altın harflerle geçen kendi gider, 215 okkalık (275 kilo 600 gr.) mermiyi kavrar. Öyle hırslıdır ve öyle kendinden geçmiştir ki Seyit bir yandan tekbir getirir, bir yandan da mermiyi sırtlanır. Altı basamak çıkarır. Namluya sürer. Mermi, Ocean’ın (İngilizlerin en büyük zırhlılarından) arkasına denize düşer. Bir daha dener. Bu kez mermi geminin önüne düşer. Üçüncü kez mermiyi alır. Altı basamak çıkarır. Bir yandan da dualar ederek namluya sürer. Mermi, ağır yaralı olan Ocean’ın güvertesine 181 302- İsmail Bilgin, Türk Edebiyatı Dergisi, Mart 2004, sayı 365, s.63; Harp Mecmuası, s.213. 303- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, a.g.e. s.102. 182 Çanakkale Çanakkale kahraman, fakirlik içinde yakalandığı veremden kurtulamayarak sessiz sedasız dünya misafirhanesine veda etti.”304 Ferid Kam bir sabah ders verdiği Üniversite bahçesine gelince, talebelerin bir yere toplanıp, hayretle bir gazeteye Bir tutam tuz koyan olmaz aşına Öldürüp önce onu açlıktan Sonra bir türbe dikeriz başına baktıklarını ve üzüldüklerini görüp sebebini sorar. Gençler “Efendim. Gazete Süleyman Nazif'in vefat ettiğini, cenazesini kaldıracak yakını ve Bugün Seyit Onbaşının heykelini dikmişiz ama iş işten parası olmadığı için, bu görevi belediyenin yaptığını yazıyor, ona üzülüyoruz” derler. geçtikten sonra. Vatan için canını veren, kanını akıtan, uzuvlarını Ferit Kam’ın içi cız eder. O da çok üzülür. Demek O büyük edip, O mefkûre insanı, Eserleriyle bir dönem gençliğine yön veren muharrir, Fransızlar İstanbul’u işgal ettikleri gün, asırlardır içimizde yaşayan ve memleketimizin kaymağını, kremasını yiyen Ermeni ve Rumların, müstevlileri karşılarken yaptıkları sevgi ve muhabbet feda eden bu insanların bir çoğunu çocukluğumda hatırlarım, belden aşağısı olmadığı için kamyon lastiklerinin üzerinde elleri yardımıyla sürünürlerdi. Eh biz Behcet Hastalığı diye anılan göz hastalığını bulan, dünya tıp literatürüne kendi adıyla geçen Ord. Prof. Hulusi Behçet’e (1889-1948) bile ölümüne yakın Beyazıt semtinde lahana satarak yaşatan bir milletiz.305 gösterilerine şahit olan, hele hele Fransızların “İstanbul’da rütbesi ne Biz Tarihlere ismi altın harflerle yazılan, marşlardan ismi olursa olsun Osmanlı subaylarının, paşalarının bir Fransız asteğ- düşmeyen, ilelebet iftihar edeceğimiz Plevne Müdafii Osman menine bile selam verecekler...” gibi son derece bayağı ve Türk Gazi’nin torunlarını açlığa terk eden,306 İstiklâl Marşımız Mehmet Akif’in evlatlarını fakr u zarurete terk eden bir milletiz. milletini kahreden emirler yayınladıklarını görünce o meşhur “KARA GÜN” makalesini yazıp ilk infiali gösteren, neticede İşgal Biz cihana hükmeden, 600 sene dünyanın süper gücü olarak Kuvvetleri Askeri Mahkemesince idama mahkum edilip, Türklerle bugün üzerinde 60 dan fazla devletin bulunduğu 23. 5 milyon km. evli ecnebi kadınların mahkemeye baskı yapmaları sayesinde, kare toprağa sahip olan sultanlarımızın çocuklarını hem de diyarı Malta’ya sürgünle başını kurtaran O büyük edip, Süleyman Nazif gurbette kapıcılık yaptıran, parklarda sabun sattıran kafire el açtıran, ölmüş ve nâşı ortada kalmış. Ne kadar garip. Hemen orada ağzından şu sözler dökülür: Avrupa şehirlerinin sokaklarında milletiz! Bizde böyle nice ehl-i hünerin dilenmeye mahkum eden bir Çocukluğumda en büyük merakım, hobim köyümüzdeki savaş gazilerinin anlattıkları savaş hatıralarını dinlemek. Onların bir evde 304- Niyazi Ahmet Banoğlu, “Türk Basınında Çanakkale Günleri”, Türk Basın Birliği Yay. İst. 1982, s.119-128; Aksiyon Dergisi 10-16 Ağustos 1996, sayı 88. 183 305- İbrahim Refik, Boğaziçi Notları 1, Albatros Yay. İst. 2001, s.150. 306- Ragıp Akyavaş, a.g.e, c. 2, s.11. 184 Çanakkale Çanakkale bir odada toplanıp ta o günleri yad etmeleri benim için kaçırılmaması ama bugün de o günleri bilen, hatırlayan, ibret alan yok ve dünyanın en lükse düşkün milleti, ve en müsrif insanları olduk maalesef! gereken bir fırsattı. Hele hele başka beldelerden birkaç gazi daha gelmişse sohbetin tadına doyum olmazdı. Bu ortamda bulunabilmek Öyle ki, sigara, içki ve uyuşturucu alabilmek için Ça- için her türlü fedakarlığı yapardım. Emsallerim dışarıda oynarken ben nakkale’de Şehitliklerdeki kabirlerde isimlerin yazılı olduğu pirinç levhaları çalıp satan ve yakalanan gençler türemiştir.307 onların yemeklerini getirir, sularını dağıtır, hayvanlarını çeşmelerden sular gelirdim. Tarihe olan bu merakım ta o dönemlerden başlamıştır. Bu insanların çektikleri sıkıntılara bir misal vermek için bunları yazıyorum: Köyümüzde savaş gazisi olduğu, yüzü gözü yandığı için “Paşa Dede” lakaplı birisi vardı. 1960 lı yıllar. Savaş biteli 40 seneyi geçmiş ama hala yokluk, kıtlık ve çaresizlikler açısından savaşın etkileri devam ediyor. Millet hele hele köylü çok fakir. Evimizde nerden geldiğini bilmediğim bir tek kitap var Karacaoğlan. Kitabın yaprakları bugün kitaplara kapak diye takılan kartonlar gibi kalın. Amcamın da kayınpederi olan Paşa Dede, okuma yazma bilmemesine rağmen zaman zaman bana: “O kitabı al gel, birilerine okutayım da biraz efkarım gitsin” gibi sözler söyler ben de götürürdüm. Bir müddet kalır tekrar gönderirdi. Sonradan babamdan öğrendiğim kadarıyla Paşa Dede tütün saracak kağıt gazete gibi hiçbir şey bulamadığı, naçar kaldığı dönemlerde o kitabı ister, kalın olduğu için yapışması mümkün olmadığından dolayı bir kenarını kıl şalvarına sürterek zımparalar, inceltir ve sigarasını sararmış. 1960 lı yıllarda talebelik dönemlerimde köyüme ziyarete giderken amcalarıma ve diğer komşu erkeklere en makbul hediyem birkaç eski gazete götürmekti. Okumak için değil! Boyalı olduğu için zehir gibi acı olduğu halde nasıl içtiklerine hala hayret ettiğim bu gazetelerden sigara sarmaları için. O günlerden bu günlere gelindi elhamdülillah 307- 24.04.2006 Kanal D 19 haberleri. 185 186 Çanakkale Çanakkale “Yanımda duran İngiliz subayı belindeki takılı olan içi su dolu kocaman matarasını acele çıkardı ve cidden insanî bir şefkatle yaralıya İngilizce iç diyerek uzattı.” “Kahraman nefer titreyen eliyle matarayı aldı. Biz bir solukta suyu ağzına boşaltacağını sanıyorduk. Ne kadar aldanmışız. Yaralı evvela mataraya şöyle bir baktı, sonra fersiz siyah gözlerini İngiliz’e çevirdi. Bu anda şimşek çaktı sandım. Mecalsiz zannettiğimiz eli, çelikten bir zemberek olmuştu sanki! Minnetsiz bir tavırla: Düşmanın Suyu İçilmez 25 Nisan 1915 de Çanakkale savaşları esnasında başından geçen bir olayı A. Ragıp Akyavaş şöyle anlatır: “Kumandan Esat Paşa beni tarassut mahalline (gözetleme yerine) çağırttı ve şöyle dedi: -DÜŞMANIN SUYU İÇİLMEZ !.. dedi ve matarayı fırlattı!.. Asil başı bir tarafa devrildi. O kara gözleri bir daha açılmamak üzere kapandı!..” “Bu aslanın, bu kahraman askerin mübarek naaşı önünde bir sıhhiye bandı tak, toplama müfrezesine katıl, şüpheyi davet etme- dona kaldık. İngiliz o heyecanla onun bir Müslüman olduğunu unutarak huşu ve hürmetle istavroz çıkarmaya başladı.” den bir er gibi hizmet eder görün ve etrafı gözetle. Kafanın içinde ne saklayabilirsen müşahedelerini (gördüklerini) bana bildir.” “Üzerinde taşıdığı künyeye baktık: Alay 48, Tabur 3, bölük 12, Bayramiçli Mehmet !..”308 “-Oğlum, subay işaretlerini sök, nefer kılığına gir ve koluna “Cesetlerin arasında dolaşıyorduk. İngiliz sıhhiye subay ve Bu kadar onurlu, seciyeli ve müstağni olan insanların torunla- erleri de bizim gibi dolaşıyorlardı. Muazzam bir gemi mermisinin rının, biraz daha fazla dünya nimeti elde edeceğiz, biraz daha fazla açtığı bostan kuyusu kadar büyük bir çukurun başındayız. Cesetleri hayvanî zevklere nâil olacağız düşüncesiyle, senelerdir Batılı’nın eşiğinde beklemesi ile bu tavır ne kadar farklı? birer birer çıkarmaya başladık. Bizimkileri biz bir kenara yığdık. Onlar da kendilerine ait olanları çıkarıp bir kenara yığdılar.” “Bu esnada kulağımıza bir inilti geldi. Sağ kalmış biri var dediler. Çok ağır yaralıydı. O çukurun içinde günlerce aç ve susuz kaldığından bitkin bir haldeydi. Yüzüne baktım, bizdendi. Karayağız bir Anadolu uşağı. Mecalsiz eliyle mütemâdiyen işaret ederek su istiyordu.” 308- A.Ragıp Akyavaş, a.g.e, c.1, s.222. 187 188 Çanakkale Çanakkale annesi olacaktı. Benimse kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün!... Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk Askeri’nin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan göz yaşlarımın donduğunu hissettim! Çünkü; Türk askerinin göğsünden, bizim Benim Kimsem Yok, İstedim ki O Kurtulsun Çanakkale savaşlarında, Fransız Kuvvetlerine komuta eden askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı!.. General Guro, savaş sırasında bir kolu ile bir bacağının bir kısmını, Az sonra ikisi de öldüler!...” savaş sahasında bırakarak yurduna dönmüş bir askerdir. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor: General Guro. Fransız Kuvvetleri Komutanı.309 “Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Biraz evvel doğa, çevremizde en nefis güzellikteydi. Su çiçekleri, papatyalar, peygamber çiçekleri, leylaklar bir gökkuşağı âlemi yaratıyordu. Ve şimdi, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zâyiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, O’nun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: -Niçin, öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi: -Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir ka- Çok kullanıldığı ve zorlandığı için kırılan süngüler dın resmini çıkardı. Bir şeyler söyledi. Anlamadım!.. Ama herhalde 309- Çanakkale Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını, s.6. 189 190 Çanakkale Çanakkale Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle: “Niçin Zahmet buyurdunuz Ya Rasülallah” derken ruhunu teslim etti.310 Niçin Zahmet Buyurdunuz Ya Rasülallah? Gece bir ses geldi ta derinden Beni mi çağırdı Yemen çöllerinden Necib milletimizin bu asil ve alicenap tutumlarını bile anlamada Haçlılar zorlanmışlar, kendilerine yapılan iyiliklere kalleşçe cevap vermekten geri durmamışlardır. İşte onlardan biri: “Fransız ölüleri arasında bir kıpırdanma bir hareket gördü, oraya yöneldi. Yerde yatmakta olan bir Fransız neferinin üzerine eğildi. Omzundan tutarak çevirdi O anda Fransız ani bir hareketle elinde tuttuğu kasaturayı Yarbay Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Alay komutanı gafil avlanmıştı. Ahhhhh diyerek yere yıkıldı. Olayı görenler şaşkınlık içinde kaldılar. Derhal müdahale edildi. Ama iş işten geçmişti. Yarbay Hasan Bey’in göğsü kan içindeydi. Yüzü soldu: “Allah şahidim olsun ki, Fransız’a kötü bir niyetle yaklaşma- Şanlı Mehmetçik en zor şartlarda bile namazını, duasını ihmal dım” dediği duyuldu. Alay imamı, başında Kur’an okumaya başladı. etmiyor ve yaratıcısından yardım istiyor. Din görevlisi cephede birliğine hutbe okuyor. Aşağı yukarı 7-8 ayet okumuştu ki birden bire: “İmam Efendi, La havle velâ kuvvete illa billâhil aliyyil azîm, duasını 33 kere okuyunuz” dedi. Alay komutanı. Azimle duayı kendisi de tekrar etti ve sonra “Beni ayağa kaldırınız” dedi. Tabur komutanları koltuk altlarından tutarak ayağa kaldırdılar. Birden: “Lâ ilahe illallah, Muhammedün rasülüllah” dedi. Gözlerini ileriye doğru dikmişti. 191 310- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını s.40. 192 Çanakkale Çanakkale Tekmilim Tamamdır Kumandanım O dönemdeki Türk askerinin hangi halet-i rûhiyye içinde olduğunu şu misalde gayet açık şekilde gözler önüne serer: Mehmetçiğe Saygılar “25 Nisan 1915 günü Conk Bayırı’nda Türkler ve birleşik İlhan Bardakçı 21 Mayıs 1972 de Kudüs’ü gazeteci arkadaşları kuvvetleri arasında korkunç siper savaşları oluyor. Siperler arasında ile birlikte gezerken Mescid-i Aksa’nın merdivenlerinde gayet ciddi, 8-10 metre mesafe var. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. vakur, hareketsiz bir şekilde dikilen bir adam görür ve Kudüs’te Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyor. İki siper ikamet eden Yusuf isimli birisine kim bu adam diye sorar. O bilmem arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz kimseyle konuşmaz, devamlı burada böyle dikilen bir meczup der. Bardakçı selam verir adam büyük bir ciddiyetle: yüzbaşısı avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtarın diye yalvarı- -“Aleyküm selam evlat” der. Kim olduğunu sorar konuşmayan adam Türk olduğunu anlayınca konuşur ve: küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. Bu sırada akıl -“Osmanlı Kudüs’ü terk ederken şehri ve Mescid-i Aksa’yı çapulcular yağmalamasınlar diye burada bırakılan artçı bölüğünden 20. kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük 11. Ağır makineli tüfek takım komutanı Onbaşı Hasan’ım. Memlekete dönünce Yolun Tokat sancağına düşerse Kumandanım Kolağası (Ön yüzbaşı) Musa Efendiyi bul. Ellerinden benim için öp, Ona de ki... 11. makineli takım komutanı Iğdırlı onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım” dedi dersin.311 yordu. Ancak siperlerden, kimse çıkıp yardım edemiyordu. Çünkü en almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz çıktı. Hepimiz donup kaldık. Kimse nefes alamıyor O’na bakıyorduk. Asker yavaş adımlarla yürüyor. Siperdekiler kendisine nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını okşar gibi yerden kucakladı, kolunu omzuna attı. Bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralıyı usulca yere bırakıp, kendi siperlerine döndü. Teşekkür bile edemedik. Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu. Dünyanın en yürekli ve kahraman askeri Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılar. 311- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını s.45. 193 bir iç çamaşırı sallandı. Arkasından aslan yapılı bir Türk askeri silahsız siperden 194 Çanakkale Çanakkale Üsteğmen Casey (Çanakkale savaşlarında bulunmuş Sonradan Avustralya Genel Valisi olmuştur.)312 İstiklâl savaşı kazanılıp 30 Ağustos zaferinden sonra şanlı ordumuz Yunan İşgalindeki İzmir’e girince, Mustafa Kemal’in gireceği Valilik binasının merdivenlerine Yunan bayrağı serilmiş. Fakat Paşa Yunan bayrağını çiğnememiş ve toplatmıştır. Ama Yunan Başvekili Elefteryos Venizelos’un oğlu Sofokles Venizelos 1920 yılında Bursa’yı işgalleri sırasında Osman Gazi’nin sandukasını tekmelemiş ve “Kalk ta milletini kurtar” demiştir.313 Batılı! İle, barbar Türk! arasındaki fark. İşte sözüm ona medenî General Şükrü Naili Paşa Anlatıyor Çanakkale’de, Kanlıdere sırtlarında idik. Düşman sabahın dokuzunda ileri hatlarımızı bombardımana başlamıştı. Çok zayiat verdiğimiz görülünce yalnız dört manga kuvvetimizin o siperlerde kalması, asıl kuvvetin geri çekilmesi emredilmişti. Altı saat süren aralıksız bir bombardımandan sonra, saat üçte düşman ateşini kesince ortalığı saran duman tabakası yavaş yavaş dağılıyordu ki, süngü takmış bir İngiliz taburunun, duvar halinde hücum ettiğini gördük. Siperlerimiz arasındaki mesafe altmış metre kadar bir şeydi. Biz zannediyorduk ki, saatlerce bombardıman ateşi altında kalan ilerideki o dört mangamız erimiş, bitmiştir. Gözlerimiz birden hayretle açıldı. O siperlerimizden yirmi iki süngü parlamıştı… ve o yirmi iki Türk, o gün tam bir tabur düşmanla süngüleşti.314 312- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği, 2004 yıl dönümü Yayını İzmir, s.6. 313- Kadir Mısıroğlu, “Zoraki Nikâh Değil Taksim”, Tarih ve Düşünce Derg. Ocak 2003, s.27. 195 314- İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Albatros Yay. Şubat 2004, 10. baskı, s.79. 196 Çanakkale Çanakkale ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma…” Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar. Daha sonra anlaşılır ki Şehit Üsteğmenin Nadide isimli bir yavrusu vardır.315 Üsteğmen Zahid’in Vasiyeti Sevdiğim… Okurken yazımı sakın Gözünden şimşekler çakmasın emi Dördüncü yaram kalbime yakın Kirpiğin elmaslar takmasın emi Hikmet Recep Çanakkale’de 9 Ocak 1916 da şehit olan Gümüşhane’nin Şiran İlçesinden Zahid Üsteğmen’in ceplerini arayan arkadaşları bir vasiyetname bulmuşlardır. Bu şanlı şehit birkaç aylık eşine şöyle sesleniyordu: “Bugünlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme… Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada bir birimize nasip etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği takdirde, elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var: 246 senede vardığımız Balkanlardan çekilişimizin hazin tablosu. Şu söz bu tabloyu ne güzel açıklar: “Aziz-i vakt idik, adâ zelîl kıldı bizi” Birincisi: Benim için kat’iyyen ağlama… İkincisi: Eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan “mihr-i muaccel” ve “mihr-i müeccel”ini al, üst tarafı ile bana bir mevlit okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helâl et 197 315- “Asker-Yönetici-İnsan”, T.C. Genel Kurmay Bşk. K.K.K. Ank. s.56; National Geographic Türkiye, Nisan 2005, s.60;Mustafa Uzun, “İmanın Zaferi Çanakkale ve Edebiyatımızdaki Yeri” İlim ve Sanat Dergisi, Temmuz 1993, sayı: 35-36. 198 Çanakkale Çanakkale Bak Hele Benim Tüfek Bozulmuş Eğil dağlar eğil üstünden aşam Yeni talim çıkmış varam alışam Asker Türküsü Ezine-Geyikli bucağından Halil Helvacı anlatıyor: “1892 Beni Top Başına Götürün Çanakkale savunmasının önemli noktalarından birini teşkil eden Hamidiye Tabyaları 1. Tabur Kumandanı Selim Sırrı Kayaalp anlatıyor: doğumluyum. Çanakkale’de 3 sene bulundum. 27. Alaydanım. Üç “Bouvet Fransız zırhlısına mermi isabet ettiren top çavuşu Ci- sene Seddülbahir ve Arıburnu’nda çarpıştım. Bir keresinde üç gün deli Mahmut Çavuş’un ayaklarının ikisi de kopmuştu. Sargı ma- süngü harbi yaptık düşmanla. Üç günün sonunda yedi kişi kalmışız. Sonra bize onar er verdiler. Çavuş olduk. hallinde, mağrur düşmanların en büyük zırhlılarından biri olan Bouvet’in batmakta olduğu haberi gelince: Bir gün Arıburnu’nda mevzilerde düşmana doğru ateş ediyo- “Beni top başına götürün” diye haykırmış ve top başına sedye ruz. Çekiyorum tetiği, çekiyorum… çekiyorum… tüfek patlamıyor, ile çıkarılarak zırhlının Çanakkale’nin serin sularında batışını sey- ateş almıyor. Tüfek bozuldu her halde, dedim. Bir arkadaş vardı yanımda. Ona dedim: retmiş, sonra vazifesini hakkıyla yapmanın verdiği gönül huzuru ile bu dünyaya gözlerini kapamıştır.”317 -Bak hele benim tüfek bozulmuş, ateşlemiyor. Arkadaş bir baktı benden yana. -Ne bozulmuşu, senin parmak gitmiş, dedi. Ben o zaman acısını duydum işte. Cız etti içim. Bir kurşun gelmiş, tetiği çektiğim parmağı almış götürmüş orta yerinden.316 316- Cahit Önder, “Doğumunun 100. yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları Yaşayan Çanakkaleli Muharipler”, Çanakkale Seramik Fab. hediyesi, tarihsiz. s.124. 199 317- Nihat Özbilen, “Yedi Düvele Karşı Koyan Mehmetçik”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Mart 1977. 200 Çanakkale Çanakkale askerlik vazifesinden ya muaf, ya da maksureli (tecilli) tutulmuş gençlerdir… Bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşlarındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısımlarında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünûnu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbiriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardır. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit Bedeli Çanakkale’de Ödenecek “Biz oturduğumuz yerin her taşı için cevheri can verdik. Her avuç toprağımız, nazarımızda, o yola feda olmuş bir kahramanın düşen 646 Celâl İbrahim, seferberliğin ilânıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde etmiştir. vücudundan yadigardır. Vatan bizim kılıcı- Galatasaraylıların bu şühedâ menkıbeleri arasında , dünya da mızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize hasredilmiş biliriz. Daima onu eşi bulunmayan bir tanesini, (Mehmet Muzaffer’in destanını) Gazeteci Ziyad Ebuzziya, şöyle dile getiriyor: nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz.” zedi” olarak Çanakkale’de idi (Mart 1916). Müttefik İngiliz ve Namık Kemal Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de uğradıkları mağlubiyetlerden ve Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer, “Zabit nam- İsmi Osmanlı İmparatorluğu devrinde “Mekteb-i Sultânî” olan verdikleri yüz elli bin zayiattan sonra Boğaz’ı aşamayacaklarını ve Cumhuriyetle birlikte “Galatasaray Lisesi”ne çevrilen bu okulun anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi. öğrenci ve mezunları, Trablusgarb İtalyan Harbi (1911), Birinci Balkan Harbi (1912), İkinci Balkan Harbi (1913), Birinci Cihan Muzaffer, Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman Harbi (1914), İstiklâl Savaşı (1921), Kıbrıs Barış Harekatı (1974) zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları gibi savaşlara katılarak 45 şehit vermişler, 150 kadarı da gazi olmuştur. bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ından Aralık sonuna Askerlik vazifesini yaparken vatan uğrunda şahadet mertebe- “Hiç mesabesindeydi”. Çanakkale’deki birliklerin büyük kısmı, sine ermek veya gazi olmak her Türk için tabî bir şeydir. Ancak bu Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarını ikmal emri aldılar. 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi, (1909 ve 1914 Askerî Mükellefiyet Kanunu’ gereğince) kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalara kıyasla bu bombardımanlar Muzaffer birliğin alay karargâhında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. 201 202 Çanakkale Çanakkale Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi… Muzaffer açıkgöz ve “Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek. Ezandan sonra becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargâh, gerekli malzemenin gelip malları alamam, gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden temin ve satın alınması için onu memur etti. İcap eden paranın evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lâzım. Onun için sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin…” kendisine itası (verilmesi) için de Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne (başkanlığına) hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler. O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’de bir Yahudi’de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti ama, yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Lâzım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye (ödeme) merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir Kaymakam (Yarbay) ın huzurundadır. Kaymakam uzatılan evrakı okudu. “Bu para ile ne alınacak” dedi. “Oto kamyon lastiği” cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı: -“Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!” Muzaffer selamı çaktı, dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin (bugünkü Hukuk Fakültesi Binası) bahçesinden dış kapıya ağır ağır yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay’ın ihtiyacı vardı. Eldeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lâzımdı. Kendisi, bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lâzımdı… Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazid Meydanı’na vardı. Birden durdu, kendi kendine güldü. Aradığı çareyi bulmuştu. Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti: “Altın para vermiyorlar, kağıt para verecekler” Yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar, malları hazırlamıştı. Havagazı fenerlerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer, bir yüzlük kaime (yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme gemiye aktarıldı az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar… Zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıdın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek kalitede bir para yapmıştı… Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunurdu: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tediye olunacaktır.” Muzaffer, yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı: “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tediye olunacaktır.” Doğru tüccar Yahudi’nin yanına gitti. 203 204 Çanakkale Çanakkale Onun burada “altın” dediği, Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı altından daha kıymetli kanı idi…318 Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal’ın kuvvetleri 6 Aralık 1917 de Sahte paraya gelince: Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinmez. Ancak olay Daha sonra ise, İngilizler ve onlarla birleşen Araplardan oluşan tekrar Gazze hatlarına yüklendiler. Aynı gün cephemiz yarıldı ve ertesi gün düşman Gazze’ye girmeye başladı. bütün İstanbul’a yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan Birliklerimizin kolaylıkla geri çekilebilmesi için gönüllü bir bu hadise Şehzâde Halim Efendi’nin kulağına kadar gitti. Şehzâde artçı birlik Gazze’de düşmanı oyalamakla vazifelendirildi. Mehmet hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklid Muzaffer de bu gönüllüler arasındaydı. Artçı gönüllü birliği’nin evrak-ı nakdiye’yi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef Mehmetçikleri, sokak sokak, ev ev düşmanın karşısına dikildiler. Bu kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul müthiş oyalama vuruşması akşam ezanına kadar sürdü. Ve Ga- polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu. latasaraylı 948 Mehmet Muzaffer, arkadaşlarıyla beraber kendilerine açılan cennet kapılarına doğru arş-ı a’lâ’ya yükseldiler.319 Mehmet Muzaffer’in Âkıbeti Ne Oldu? Çanakkale’nin sonuna yetişip de şahadeti yudumlayamayan Muzaffer daha sonra birliği ile birlikte Sînâ Cephesi’ne gitti. Çanakkale’nin kanlı boğuşmaları şimdi bu cephede cereyan ediyordu. Muzaffer, Birinci ve İkinci Gazze muharebelerine katıldı. İkince Gazze Zaferi’nden sonra İstanbul’daki mektep arkadaşı 449 Faik (Soydanbay)’e yazdığı mektupta (Haziran 1917), “… Kolundan yaralandığını, hastanede olduğunu, yakında cepheye döneceğini, mülâzımlığa terfi ettiğini, bu yaralanma dolayısıyla harp madalyası verdiklerini, buna sevinmekle beraber; harp sahalarında kollarınıbacaklarını bırakan arkadaşlarının madalya ile mükafatlandırılmaları ne kadar yerindeyse, kendisinin ki gibi basit bir yara alanların da madalyaya lâyık görülmelerini o derece yersiz bulduğunu…” anlatıyor. 318- Bu olay yakın tarihte bir Banka reklamına da konu olmuştur. 205 Siperde Mehmetçikler 319- Reçep Şükrü Apuhan, “Ruhumda Darp İzi Var”, Timaş Yay. İst., s.104. 206 Çanakkale Çanakkale İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlıya ihanet eden Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Faysal’a hediye etmiş, o da Meşhur İngiliz casusu ve Türk düşmanı Lewrence’e hediye etmiş, bu sapık casus önceleri öldürdüğü her Türk için tüfeğin bir yerine bir çentik atmış, ama o kadar çok Türk öldürdüğü için çentik atacak yer kalmayınca bu işten vazgeçmiş, savaş sonunda da bu tüfeği İngiliz Kralı 5’inci George’a hediye etmiştir. Bu tüfek şimdi Kraliyet savaş müzesindedir.320 BİR ÇANAKKALE TÜFEĞİNİN ÖYKÜSÜ Çanakkale’de düşmanların en iyi yaptıkları şey, sessiz-sedasız, zayiat vermeden çekilip gitmeleridir. Bazıları Türk askeri bu çekilişin farkına varamadı demiş, bazıları da vardı ama çaresizlik, biraz da çekilene yani aman dileyene el kalkmaz, tüfek atılmaz gibi bir milli anlayış, onurlu bir davranış neticesi üstlerine varmadılar demişlerdir. Düşman da bu kaçışını kamufle edebilmek için çok değişik taktik ve metotlar kullanmıştır. Bunlardan birisinin öyküsünü Prof. Dr. Haluk Oral’ın Bütün Dünya okurları için yazdığı bir makaleden özetle aktarıyorum: Yüce Türk Milletini çok küçümseyen ve “bir haftada İstanbul’a gireriz” gibi ütopik duygularla Çanakkale önlerine gelen ve gereken dersi alıp kahramanca kaçarken! Kaçtıklarının farkına varılmasın diye kum ve su düzenekleri yapmışlar, kendileri kaçtıktan saatler sonra bile, bu tüfekler tetiklere binen ağırlıklar sayesinde ateş etmeye devam etmiştir. Daha sonra askerlerimiz bu tüfekleri toplamışlar ve “İğtinam olunmuştur-Ganimet alınmıştır” diye zabıt tutarak depolarına götürmüşlerdir. Bu tüfeklerden birini Cemal Paşa, 207 320- Başkent Üniversitesi Kültür Yay. Bütün Dünya 2000, Mart 2006, s.46. 208 Çanakkale Çanakkale “Ali Kadir Amca babasını Çanakkale’de yitirmiş: ‘Babam Çanakkale’ye gittiğinde ben altı aylıkmışım. Onu hiç tanımadım. Resmi de yoktu. Ama ben kendimi bildim bileli eve her geldiğimde annem ayağa kalkar, Beyim’in yadigarı diye benim elimi öperdi. Bayramlar bizde bir gözyaşı seli olurdu hep. Halalarım, amcalarım, her bayram dedem ile nenemin elini öptükten sonra benim elimi de öperlerdi. Ben onlar için Çanakkale’de kalan ağabeylerinin bir hatırasıydım…”322 Altı aylık bebesine, çok sevdiği birkaç aylık veya yıllık eşine, canü gönülden diğer sevdiklerinin yüzüne, gidip te gelmeyeceği, dönüp göremeyeceği, o tomurcuk misali yavrulara mahsus özel TABLOLAR tütüyü-kokuyu ciğerlerine çekemeyeceği hemen hemen kesin olan bu Ali Kadir Amca Mehmetçikler acaba hangi duygularla sevdiklerinden ayrıldılar. Bir “Yıllar önce halılar için yaptığım bir araştırma sırasında konuk olduğum bir evde gece sohbeti bir ara Çanakkale’ye döndü. Evin yaşlı nenesi birden ayağa kalkıp sandığın dibinden kenarlarına ayetler işlenmiş beyaz bir bohça çıkardı. Büyük bir saygıyla bohçayı açtı içinden çıkan bir Türk bayrağıydı. Yavaşça dualar mırıldanarak bayrağı da açtı. Bayrağın ortasında katlanmış soluk bir mektup duruyordu. Titreyerek mektubu açıp bana uzattı. Mektup Çanakkale’den ağabeyi tarafından gönderilmişti. Uzun bir selam faslından sonra: “Bu mektubu sahra hastanesinden yazıyorum. Altı Arap atasözü vardır:”Men lem yezuk, lem ya’rif” Tatmayan bilmez diye ama yine de kendimizi onların yerine koyup bir denemesini yapsak, zorlamayla da olsa o duygu yüklü anı yaşamaya çalışsak, bunun tahammülü imkansız bir olay olduğunu belki birazcık anlarız. Ama o insanların sabır, metanet, asalet ve büyüklüğüne bakın ki; her şeye katlanmışlar, üstelik kaç yerinden yaralanıp sevdiklerine dönme imkanı çıktığı halde cepheyi, arkadaşlarını, cihadı bırakıp dönmüyor. Allahın selamı onlar üzerine olsun, ruhları şâd, mekanlârı cennet olsun. Allah bizleri anlara lâyık nesiller ve torunlar eylesin. yerimden yaralıyım. Fakat imanım kavidir. İyileştim. Tebdil-i hava (memleket izni) verdiler kabul etmedim. Cepheye arkadaşlarıma dönüyorum…” diyordu. Mektubu okuyup bitirdim. Nenenin buruşuk yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Bu mektubun gelişinden üç gün sonra ağabeyinin şehit düştüğü haberinin geldiğini söyledi.”321 321- Türk Dünyası Tarih Dergisinde yer alan Aydın Ayhan’ın 209 Tespitlerinden naklen Mustafa Turan, Destanlaşan Çanakkale, Papatya Yay. İst. 2005. 322- Türk Dünyası Tarih Dergisinden naklen, Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, s.67. 210 Çanakkale Çanakkale TÜRKİYEM Baş koymuşum Türkiye’min yoluna Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm Asırlardır kır atımı suladım Irmağının akışına ölürüm TÜRKİYEM İvrindi’li Ali Çavuş “İvrindi’li Ali Çavuş aslen Kastamonu Cide’lidir. Babası Bal- Deli sular, salkım saçak söğütler, kan Harbinde askere alınmış, sonra terhis edilmeden Çanakkale’ye Kışlada kumandan asker öğütler, gönderilmişti. Harbin başlamasından kısa bir süre sonra Ali Çavuş da Yaylalarda ata biner yiğitler, askere alınır. 17 yaşındadır. Önce İstanbul’a getirilir. Sonra her Bozkurt gibi bakışına ölürüm TÜRKİYEM konakladıkları yerde talim yapa yapa Gelibolu’ya getirilirler. Kısa bir beklemeden sonra cepheye sevk edilirler. Sevdalıyım, yangın yeri bu sinem, Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem, Pınarlardan su doldurur Eminem, Mavi boncuk takışına ölürüm TÜRKİYEM Bir ateş gününde, bir kan gününde, en şiddetli, en korkunç boğuşmaların olduğu bir günde taburlar kısa aralarla hücuma kaldırılmaktadır. Durmadan eriyen taburların yerine siperlere taze kuvvetler gönderilmekte, ancak birkaç yaralı dönebilmekte, yerlerine yenileri gönderilmektedir. Düğünüm, derneğim, halayım, barım, Ali Çavuş’un taburu da hücum sırası için siperdedir. O bek- Toprağım, ekmeğim, namasum, arım, leme anında getirilen yaralı bir hemşerisine rastlar. Ondan babasının Kilimlerde çizgi çizgi efkârım, kendilerinden bir önce hücuma kalkan taburda bulunduğunu öğrenir. Heybelerin nakışına ölürüm TÜRKİYEM Hücum emri verilir. İleri atılırlar. Boğazlaşma sürmektedir. Ali Dilâver Cebeci Çavuş beş yıldır görmediği babasını bir an olsun görebilmek için uğraşırsa da korkunç kavga buna fırsat tanımaz. Ali Çavuş: “O gün akşam ateşkeste şehitlerin arasında babamı aradım, ama bulamadım.” der. O gün yedi bin şehit verilmiştir.”323 323- Türk Dünyası Tarih Dergisinden naklen, Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, s.64. 211 212 Çanakkale Çanakkale Firari Olmayayım Komutanım Sakarya Meydan Savaşı’nın bittiği gün İsmail Hakkı Bey bir Müstecib Onbaşı Marmara’ya geçme başarısı gösteren tek Fransız Denizatlısı keşif kolu çıkarır. Şehitlerin gömülmesini, yaralıların toplanmasını olan Turovuise 30 Ekim 1915 tarihinde Nara’da oturduğu sığlıktan ister. Kendisi de geniş savaş alanını dolaşmaya başlar. Bakar, bir tepenin başında bitkin, yaralı bir Mehmetçik, sorar: kendini kurtarmaya çalışırken karada mevzilenmiş bir topun nişan eri Müstecip Onbaşı tarafından tek atışla vurularak teslim alınmıştır. 10 -Ne zaman yaralandın oğlum? Kasın 1915 te Denizaltının adı Müstecip Onbaşı olarak değiştirilmiştir.324 -Üç gün oldu komutanım. Bir bir açılırken göğe, son defa yarıştık; Allah'a giden yolda meleklerle karıştık. Geçtik hepimiz dört nala, Cennet kapısından; Gördük, ebedî cedleri bir anda, yakından... Bir bahçedeyiz şimdi, şehitlerle beraber, Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber. -Ne yaptın bunca zaman, ne yedin ne içitin? -Açlık dayanılmaz olunca bu gözeden bir parça su içiyorum. -Ne istersin, ne yapalım senin için? -Üç gündür olduğu yerden kıpırdayamamış Mehmetçiğin verdiği cevap: -Hiçbir şey istemem komutanın… Yalnız kıtama yazın… Firarî olmayayım… Kaçtı sanmasınlar…”325 Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden... Yahya Kemal 324- İsmail Kayabalı-Cemender Aslanoğlu, “Çanakkale Savaşı 1915”, Ank. 1975, s.126, 145. 213 325- İsmail Hakkı Tekçe, “Cumhuriyete Kan Verenler”, Hürriyet Yay. İst. 1973, s.75. 214 Çanakkale Çanakkale Ali Çavuş “Çanakkale Savaşı’nın devam ettiği günlerin birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nispetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme Ali Osman’ın Şahadeti “Bir sıhhiye eri, Ali Osman’ın şahadetini şöyle anlatmıştır: yerinden “Anafartalar’da bir taarruz anında tabur bomba yağmuruna tutuldu. muharebenin son safhasını heyecan içinde takip ediyorduk. Meh- Ateşkes sırasında Ali Osman’ı gördüm. Bir şarapnel sırtını ve belden metçiklerin “Allah Allah” nidaları yeri-göğü inletiyordu. Bir ara aşağısını tamamen parçalamıştı. Yanına vardığımda: “Benden iş yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş geçti, sen ötekilere bak” dedi ve biraz su istedi. Matarayı ona bırak- ile karşılaştık. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. tım. Biraz sonra geri geldiğimde şehit olmuştu. Gördük ki içtiği su Daha, “neyin var” demeye kalmadan o, her şeyi anlatmaya yetecek parçalanmış midesi içinde hala duruyor. Anafartalar da üç çınar vardır. Onları oraya gömdük.327 olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu, bileğinden dört parmak kadar yukarıdan aldığı bir isabetle hemen hemen kopacak hale gelmiş ve eli yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymaktaydı. Ali Çavuş, dişlerini sıkarak ıstırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak: “Şunu kesiver komutanım” dedi. Bu üç Ne çok imiş şu Yemen’in devesi Pek ağırdır Hudeybe’nin havası Yemen’e gelenin ağlar anası Yemen çöllerinde kaldım ağlarım kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayri ihtiyarî çakıyı alarak derinin ucundaki sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici manzara karşısında vazifeyi yaparken bir şey söylemiş olmak için “Üzülme Ali Çavuş, Allah vücuduna sağlık versin” diye mırıldandım. Ali Çavuş, yalnız elini değil çok geçmeden hayatını da bu vatan uğrunda, bu mukaddes ülkeyi korumak yolunda feda etti. Onun ve onun gibi olanların ruhu şad olsun.”326 326- M. Arif Kurtaran, “18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi”, 215 Dertli anam benim için ağlasın Oğul hasretiyle ciğer dağlasın Körpe kuzum ile gönül eğlesin Yemen çöllerinde kaldım ağlarım. Anadolu’dan Asker Ağıtı Değirmen Dergisi, Mart 1992. 327- Türk Dünyası Tarih Dergisinden naklen, Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, s.67. 216 Çanakkale Çanakkale dusundan hayatta karşılaşacağım ilk askerin elini öpmek boynumun borcu olsun demiştim. Aradan tam 53 sene geçti, yaşım sekseni buldu. Bir süre önce oğluma demiştim ki bu böyle olmaz, yeminimi mezara götüremem. Bana bir uçak bileti al. Türkiye'ye gideyim. Hava alanında bile olsa rastlayacağım ilk askerin elini öper dönerim. Meğer oğlum durumu biliyormuş. Bana dedi ki, baba Türkiye'ye gitmene ne gerek var. Canberra'da Türkiye Cumhuriyeti sefareti açıldı. Büyükelçi de emekli bir subaymış. Bunu duyunca ne kadar sevindiğimi tahmin edemezsiniz. Her YABANCI GÖZÜYLE ÇANAKKALE ne kadar yaşadığım Batı Avustralya da buraya yakın bir yer olmasa da yolum hayli kısalmış oldu. İşte andımı yerine getirmiş oldum."328 “İslâmı öyle güzel yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende “Türkleri öldürebilirsiniz. Fakat asla mağlup edemezsiniz” Napollean Banaparte dirilsin” diye bir söz vardır. Bizi öldürmeye gelip te bizde dirilen, fanatik olmayan, bize hayranlığını haykıran insaflı Anzak’lardan biri de şöyle demiştir: “Mehmetçiğe saygı! Biz Çanakkale yarımadasından Türklerle Avustralya'daki ilk büyükelçimiz Baha Vefa Karatay (1968) savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek kahraman Türk mil- Canberra'da zaman zaman toplantılar yapar, Çanakkale savaşlarına katılan askerlerle bir araya gelir, onlara mektuplar yazar belgeler letine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. toplar, hatıralarını derler, onların düzenledikleri toplantılara ve anma törenlerine katılmıştır. Bunlardan birini aktarıyorum: Onun mertliği, vatan ve insan sevgisi, siperlerdeki dayanılmaz heybet "Baha vefa Bey bir gün böyle bir toplantıya gider. Salona girdiğinde ihtiyar Anzaklar ayağa kalkıp selam dururlar. Sonra hararetle el sıkışırlar ama birisi bir türlü elini bırakmaz Baha Vefa Bey'e: 'Sefir Bey, izin verin elinizi öpeceğim" demektedir eski asker. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiği kendi evlatları gibi sever. ve cesareti, bütün Anzakları hayran bırakan yurt sevgisi bütün insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğe minnet ve saygılarımla. "Gelibolu'dan çekildiğimiz o gece kendi kendime yemin etmiştim. Yurdunu böylesine kahramanca savunmuş yiğit Türk or328- Baha Vefa Karatay, “Mehmetçik ve Anzaklar”, s.63. 217 218 Çanakkale Çanakkale Sonuç olarak belirtmek isterim ki, sizler kahraman olduğu kadar insan ve medeni bir milletin evlatlarısınız.”329 Lord CASEY Ellis Ashmead Bartlett: 1881-1931. Gazeteci ve savaş muhabiri Fanatik bir İngiliz’dir. Çanakkale savaşlarında bulunmuş, önceden Müttefik Ordularını göklere çıkarmış, Mehmetçiği ise tabir caizse pire gibi görmüş, küçümsemiş, ama her iki tarafı da tanıyınca Müttefik komutanları suçlamış, Türk askerini övmüş ve takibata uğramıştır. Boğazları yine Haçlı olan Almanlar savunduğu için geçemediklerini, Almanların yardımı olmasa birkaç saat içinde İstanbul’a ulaşacaklarını yazan Bartlett,330 Türk askerini tanıdıktan sonra şu itirafta bulunacaktır: “Türkler son derece kahramanca ve fevkalade kararlı bir şekilde muharebe ettiler,331Türk piyade askerlerinin göstermiş olduğu kahramanlık ile ölümü hiçe saymaları hususunda göstermiş bulundukları soğukkanlılığın takdir ve övgüye değer olduğu konusunda subaylarımız hemfikirdir.”332 ANZAK TÖREN VE ABİDELERİ Süleyman Nazif: “Ananın vatanı, oğlunun kabridir” demiştir. “Bundan sonra yolu Seddülbahir’e, Arıburnu’na, Conkbayırı’na, Kumkale’ye, Kirte’ye düşecek analar, buralarda açan çiçekleri oğullarının boynunu kokluyormuş gibi koklayacaklardır. Biliniz ki bizim annelerimizin vatanı, Burgaz’dan Şıpka’ya, Üsküp’ten Yanya’ya, Sakız’dan Budin’e, Galiçya’dan Kırım’a, Avana’dan Kasrışirin’e, Gazze’den Kudüs’e, Antep’ten Erzurum’a, Maraş’tan Çanakkale’ye uzanan uçsuz bucaksız bir vatandır. Hepsinde yüz binlerce “Ah anam” iniltisi saklıdır.”333 329- “Çanakkale savaşlarında üsteğmen olarak bulunmuş ve sonraları Avustralya Genel Valisi olmuştur.” 330- Ellis Ashmead Bartlett, a.g.e. s.18, 55. 331- Ashmead Bartlett, a.g.e. s.162. 332- Ashmead Bartlett, a.g.e. s.200. 219 333- Recep Şükrü Apuhan, “Sinadan Galiçya’ya Mehmetçik”, Timaş Yay. İst. 1996, s.62. 220 Çanakkale Çanakkale Biz dünyanın her yerine yayılan, şehit ve şehitliklerimize daha rahat kutlanması için yürütülen hazırlıklar sebebiyle yol ge- gereken ilgi ve alakayı gösteremiyoruz ama, dünyanın öbür ucundan nişletilmesi icap etti. Avustralya Hükümeti bu çalışmalar esnasında gelip dedelerinin kabirlerini ziyaret edip, onların anılarını yaşayan Avustralyalı gençleri takdir etmemek mümkün değildir. Anzak koyundaki Anzak askerlerinin kemikleri zarar görebileceği Onların dedeleri için yani Anzaklar için dikilen bir abidede Mustafa Kemal Atatürk şöyle demektedir: “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. sebebiyle çalışmaların durdurulması istendi. Türk Hükümeti de çalışmaları durdurdu335 Ama onlar ne yapıyorlar: Biz onların ölülerini bir emanet telakki ederek her türlü saygı ve ihtiramı gösterirken, onlar yine Batılı imajlarını yani gerçek yüzlerini sergilemekten geri kalmıyorlar. Daha öncede zikredildi, Plevne şehitlerimizin kemiklerini gübre yapmışlar, Bursa’yı işgal ettiklerinde Osman Gazi’nin Sandukasını tekmeleyip; “Kalk, kalkta milletini kurtar”336 demişler, Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Fatih’e nispet olsun diye 600 sene öncesinin kinini tatmin için İstan- Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! bul’u işgal ettikleri gün Fransız komutan beyaz at üzerinde girmiş- Göz yaşlarınızı dindiriniz. tir.337 Şehit ve şehitliklerimize de Barbar deyip burun kıvırdıkları biz Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Türklerin onların ölü ve kabirlerine gösterdiğimiz saygıyı maalesef göstermemektedirler. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. “…Halep (Suriye) ve çevresindeki savaşlarda 36. Tümenimiz Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız, olmuşlardır.” Kemal Atatürk erimiş, binlerce evladımız toprağa çiçek çiçek serpilmiştir. O şe- İngiltere Çanakkale’de ölen askerleriyle 1917 de savaş şehitlik Fransızların hazırladığı şehir planlarına göre yerle bir hitlikten şimdi sadece bir yüzbaşımızın mezar taşı kalmıştır… Çünkü bitmeden ilgilenmeye başlamıştır. İngiltere 1926, Fransa da 1930 da anıt ve mezarlarını tamamlamış ve Çanakkale bölgesine 36 adet anıt ve abide dikmişlerdir.334 Bu hususta o kadar hassas ve ölülerine sahip çıkıyorlar ki, 2005 yılında, Çanakkale savaşlarının 90. yıldönümü törenlerinin 334- Recep Şükrü Apuhan, “Çanakkale Geçilmez”, Timaş Yay. İst. 2005, s.132-135. 221 335- Milliyet 08.03.2005 (Plevne şehitlerinin kemiklerini satanlarla ne tezat bir uygulama). 336- Yunan Başvekili Elefteryos Venizelos’un oğlu Sofokles Venizelos. 1920 yılında Bursa’yı işgalleri sırasında Osman Gazi’nin sandukasını tekmelemiş ve “Kalk ta milletini kurtar” demiştir. Tarih ve Düşünce Dergisi Ocak 2003, s.27. 337- d’Esperey, Tarık Balioğlu, “Bir hayal-i muhal”, Tarih ve Medeniyet dergisi, Aralık 1996, sayı 33, s.29; A. E. Yalman a.g.e. c.2, s.898. 222 Çanakkale Çanakkale edilmiştir… Yine Suriye’deki Dumba ve Kelkele şehitliklerimizi Fransızlar çöplük yapmışlardır.”338 Her yıl Çanakkale’de icra edilen ve on binlerce Anzak torununun katıldığı törenlerden bazı fotoğraflar Halk arasında atasözleri vardır: “Hem suçlu hem güçlü”, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” diye. Avrupalı aynen böyledir. Olayları ters yüz etmekte, dünya insanlığının gözünü boyamakta, onları gözlerinin içine baka baka kandırmakta, çoğu zaman enayi yerine koymakta üstüne gelir yoktur. İngilizler Oxford ve Cambridge Street caddelerine heykeller dikmişler. Bu heykeller şunu ifade ediyor: Mehmetçik süngüsünü tüfeğinin ucuna takmış, yere yatırdığı izci şapkalı birini süngülüyor. Heykelin altında da şunlar yazılıdır: “Türkler Dardenella’de (Çanakkale’de) babanı işte böyle öldürdüler.”339 Sanki onlar Çanakkale’ye izci kampı kurmaya gelmişler de, bu masum gençleri ve çocukları barbar Türkler bir kaşık suda boğmuşlar! El insaf yani. Eh Hz. İsa’yı Türkler çarmıha gerdi gibi gösteren heykel ve tablolar yaptıktan sonra bu falan onun yanında gayet masum kalır her halde. Onlar nesillerini, gerçekleri ters yüz ederek bile bilinçlendirirken, biz spor kulüplerimize, fabrika ürünlerimize, belde ve mevki isimlerimize hala adı dillere destan olan, efsaneleşen, türkü ve marşlarda yankılanan, hafızalara işlenen Çanakkale adını vermiyoruz, fazlaca kullanmıyoruz da, ta tarihin derinliklerinde onların kullandıkları Dardanella, Truva, Efes, Olimpus… gibi isimleri vererek onların geçmişini ihya edeceğiz diye uğraşıyoruz. 338- Cemal Kutay, “Şehitlerimiz”, Yeni Asya Yay. İst. 1980, 2. baskı. 339- Mustafa Turan, a.g.e. s.58. 223 224 Çanakkale Dedesinin çiğneyip alamadığı ve her bir parçası için bir Mehmetçik şehit verdiğimiz çakıl taşlarından hatıra toplayan Anzak torunu. Dedelerinin susamlar, zambaklar arasında yattıklarını görmekten memnunlar 225 Çanakkale Bayrak sevgileri On binlerce km. öteden gelen on binlerce Anzak torunu 226 Çanakkale Çanakkale Her yıl ciddi manada yaptıkları ve üst düzey katılımın gerçekleştiği görkemli törenleri Bu anzak torunu, bizim sözde aydınlarımızın: “Osmanlı Yemende ne arıyordu?” dedikleri gibi, dedelerinin burada ne aradıklarını düşünmüyor her halde? Şafak Ayini’nden önce yaptıkları lazer gösterileri 227 228 Çanakkale Çanakkale GENÇLERİ ŞOKLAMA “Bu gördüğünüz ıssız vadide her ağacın ve her taşın altını biraz kazıdığınızda binlerce gencecik şehidin kemikleri bulunmaktadır. Mart ve Nisan yağmurlarında bu kemikler ortaya çıkarlar sonra çiçekler ve çimenler arasında kaybolurlar. Tekrar gelecek baharı beklerler. Derelerden ve vadiden toplanan şehit kemikleri Fatihalarla toprağa gömülmüştür. Şehitliği gezerken bastığın her zerre toprakta vatan ve bayrağımız için ölen kahraman ecdadımızdan ve senden bir parça bulunmaktadır.”340 1800’lü yıllarda dünyadaki karaların %35’i Avrupalıların işgali ya da denetimi altında idi. Bu oran 1875 de %67 ye, 1914 de %84’ün üzerine çıkmıştır.341 Çanakkale savaşı yıllarında dünya Şoklanmış anzak torunları 229 340- Çanakkale Zığındere Sargı yeri Şehitliği Kitabesinden. 341- Mehmet Maruf, “Hem Sir Hem Seyyid Ahmed!...”, Tarih ve Düşünce Dergisi Aralık-Ocak 2003, sayı 45, s.50. 230 Çanakkale Çanakkale üzerinde tek bağımsız Müslüman devlet Osmanlı devleti idi.342 O da söylemiştir.344 Ama Osmanlı bertaraf edilirse Müslümanlar ipi Batılı devletlerin kıskacında inleyen, zavallı duruma düşmüş zâhiren kopmuş, imamesi kaybolmuş tespih taneleri gibi dağılıp gidecekleri teşhisini koymuşlardır. bağımsız bir devlet idi. Nüfusunun %42’si tebea denilen Gayri Müslim Hıristiyan ve Yahudilerden müteşekkil idi. Batılı devletler; Yaptıkları araştırmalar neticesinde, zayıf ve güçsüz de olsa Müslümanların Osmanlıya güvendiklerini, ondan medet umduklarını, yaşamak Bunun üzerine misyoner kongrelerinde, mason ve Siyonist Hıristiyan’ın toplantılarda yapılan müzakereler ve alınan kararlar neticesi bunun Osmanlı idaresinde yaşamalarını kendileri için bir teselli, kırılan daha kansız, daha masrafsız, kendilerine hiç hissettirmeden yeni yeni haysiyetlerinin telâfisi olarak telâkki ettiklerini tespit etmiş ve “Os- usul ve metotlarla olması gerekmektedir. Yani: soğuk savaşla, manlı bertaraf edilmeden bunlar uslu durmayacak” kanaatine nesilleri dejenere etmekle, insanları benliklerinden uzaklaştırmakla, varmışlardır. Osmanlıyı dünya siyasetinden saf dışı edebilmek için tarih de, son iki asırda Osmanlıyı devamlı savaşlara sokmuş ve ölçüsüz şekilde borçlandırmışlardır. uzaklaştırmakla, mecburiyetinde kalan Hıristiyan bu devletler insanların, idaresinde Dolayısıyla Osmanlı mutlaka bertaraf edilmeli idi. En son denemesini de Çanakkale ve İstiklâl Savaşında gördüler ki; bu onlarla harp ederek, vatanlarını işgal ederek mümkün değil. milyonlarca 1876 yılında Hindistan’da çıkan Urdu Ahbar gazetesinde şunlar yazılmıştır: “İster Hindistan’da ister diğer ülkelerde Müslümanların lâyık görüldüğü şeref ve saygınlık, büyük Türk ve şüncelerinden geçmişlerine milletleri düşman millet soyutlamakla, etmekle, yapan aralarında benliklerinden ulvî duygu birlik ve ve dü- kardeşlik duygularını yok etmekle, kıtalden ve katliamlardan daha kötü olan fitne, fücur, terör, tedhiş üretmekle yani milletimizi bir birine kırdırmakla yapmaktadırlar. imparatorluğunun varlığına bağlıdır. Ve eğer bu imparatorluk var Biz o yokluk, o kıtlık ve imkansızlıklar içinde kıvrandığımız olmaktan çıkarsa Müslümanlar birden bire önemsizleşecek ve bütün bütün yüz üstü bırakılacaklardır.” 343 dönemlerde onları 7 senede Aziz Yurdumuzdan sürüp çıkarabilmişiz, Alman Doğu Misyonerlerinin müdiresi Dr. Letsiyu bir neticesinde filizlenip büyüyen bir PKK olayını 25 senedir halledemedik. Bizi ne hale getirdiklerine birkaç misal verelim: dergideki makalesinde “Bütün İslâm ülkelerinin gözünün İstanbul’da ama yeni metotları sayesinde içimize ektikleri fitne tohumları olduğunu, İslâmî gelişmenin İstanbul’dan kaynaklandığını, haç ve Dünyada tarihi ile kavgalı olan, aslını inkar eden, dedesinin ve Hilâl arasındaki mücadelede bunun unutulmaması gerektiğini” babasının mirasına sahip çıkmayan, köksüzlüğü marifet telakki edip 342- Günay Tümer, “Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”, TDV yay. Ankara 1996, s.54. 343- Mümtazer Türköne, “Değişen Dünya ve İslâm”, Kutlu Doğum Haftası, D.İ.B. Yay. 1989, s.87. 231 bunu iftiharla söyleyen her halde bizden başka bir millet gösterilemez. 344- Günay Tümer, a.g.e. s.62. 232 Çanakkale Çanakkale Bir Flozof: “Gönüllerinde mâziye ait sevgi bulunmayan insanlardan korkunuz.” demektedir. yaparlar. Kimilerinin başlarında atalarının o günlerde giydiği Dünyanın öbür ucundan, yani Avustralya’dan Anzak gününe ile de dedeleri ile aynı ruh haleti içine girer ve onların buradaki ruh binlerce kişi gelip katılıyorlar. 18. Mart 2004 tarihindeki anma hallerini anlamaya çalışırlar. İşte Anzaklar her sene 25 Nisan‘da ülkemize geldiklerinde Gelibolu’da bunları yaparlar. gününe, yani Anzakların Aziz Vatan topraklarına çıkarma yapmaya şapkalar vardır. Kimileri de asker elbisesi içindedirler. Bu yaptıkları başladıkları güne, binlerce kişi geldi ve katıldı.345 Sanat ve kültür Peki bu kadar anlattığımız şeylerden sonra bu kez kendimize bakanı Judith Tizard ve büyükelçileri de törenlere ve Şafak Ayinine dönerek soralım. Bu adamlar, binlerce km. uzaklardan buralara katıldılar.346 Acaba bizden kaç kişi törenlere katıldı ve gidenlerden kaçı bir mevlit veya hatim törenine iştirak etti? gelerek, hem de savaşta yenilmiş olan atalarını anma adına, Nitekim TURSAB başkanı Başaran Ulusoy: “Çanakkale’ye topraklarımızda en uzaktan gelenimize 1.5 günlük yol olan bu yer- kendilerine göre bu kadar güzel şeyleri yaparlarken, bizler, kendi Şu lerde, bu savaştan muzaffer olarak çıkmış olan atalarımız için neler onlarla yapıyoruz? Onları anma, hatırlama ve onların ruhlarına bir şeyler gönderme adına hangi güzel şeyleri yapıyoruz?”348 “…24 Nisan akşamı hepsi sözleşmişçesine on binlercesi Anzak Bir de Çanakkale Zaferimizin törenlerine az da olsa gelenlerimizden bazılarının neler yaptıklarını da okuyalım: 347 her yıl on bin Anzak geliyor ama bin Türk gitmiyor” demiştir. satırları ibret kıyaslamalıyız: ve dehşetle okumalı ve kendimizi Koyunda toplanırlar (2002 yılı Nisanında 15 bin Anzak oradaydı). Ellerinde kutsal kitapları İncil vardır ve gecenin karanlığında Çanakkale zaferimizin yıldönümlerinde teâmül haline gelmiş, saatlerce ayin yaparlar. Saat 4.30 sularında aynen atalarının 25 İstanbul Belediyesi yeteri kadar gemi tahsis eder ve gitmek iste- Nisan 1915 sabahı bu saatlerde yaptıkları gibi elbiselerinin yenleri bedava savaşın cereyan ettiği yerleri görmek ve törene paçalarını sıvayarak suya girerler. Su neredeyse bellerine geldiğinde katılmak üzere Çanakkale’ye götürürmüş. Bir seferinde Şeyhü’l sırtlarını denize vererek, yüzlerini karaya çevirir ve atalarının yıllar Muharrirîn diye yad edilen merhum Ahmet Kabaklı da bu gemilerden evvel çıkartma sandallarından çıkarak burada ağır ağır ilerlemeleri biri ile gitmek ister. Gemiye binince kıyafetleri ve tutumları biraz gibi karaya doğru ilerlerler. Bir nevi o günün canlandırmasını tuhaf olsa da, binlerce gençle geminin hınca hınç dolu olduğunu görünce sevinir. Fakat bir müddet sonra bu sevincinden eser kalmaz 345- NTV 24.04.2004 saat 12 haberleri. 346- Milliyet Gazetesi, 25.04.2004. 347- Milliyet Gazetesi, 09.03.2005. Ama elhamdülillah son zamanlarda bir uyanış bir intibah vardır. 2006 Çanakkale Törenlerine 78 Üniversiteden 5 bin öğrenci ve 81 ilden 3 bin izci olmak üzere 8 bin genç iştirak etmiştir. 233 ve “çok kısa bir zamanda bu kadar bira ve içki nasıl içilebilir, böyle bir gemi nasıl olur da fuhuş gemisi haline gelebilir...” diye hayretler içinde kaldığını yazar. Fakat daha kötüsü, Çanakkale’ye varınca bu 348- Mustafa Turan, a.g.e. s.35. 234 Çanakkale Çanakkale pop veya metal gençlerin 253 bin şehidin yattığı yerleri değil de 3000 “-Bu harman kırk olacak”, dedi. sene önce cereyan eden Turuva savaşlarının harabelerini, Yunan’ın “-Karının adı nedir?” dedim. hatıralarını, Elen kültürünün kalıntılarını... görmek üzere dağılıp “-Bilmiyorum”, dedi. gittiklerini görünce kahrolur, içi parçalanır ve bunu bir makalesinde dile getirir. “-Yahu kırk senelik evlisin, merak edip sormadın mı?”, dedim. “-Bir defa Tahta bacağın Yunus’un damında sormuştum” Oraya gelen gençlerimizin bazılarının da ne kadar şuursuz ve basiretsiz oldukları, o insanın tüylerini ayağa kaldıran, haşyetle ürperten, bambaşka dünyalara sevk eden, lâhûti alemlerde dolaştıran… şehitliklerimize ve abidelerimizin duvarlarına yazdıkları aşk sloganlarından belli olmaktadır.349 Biz bu hususta o kadar yaya kalmış ve hissiz davranmışız ki; Düşmanlarımız ölen askerleri için anıt ve abidelerini 1927 yılında dedi. “-Ya sonra ne oldu” dedim. “-Unuttum” dedi. “-Karını ne diye çağırırsın”, dedim. “-Hişt derim”, dedi. tamamlarken, Çanakkale’de Bu vatan için hayatının baharında canını Bu tertemiz köylüden kırk seneden beri nikah kaydını niçin feda, kanını sebil eden Şehitlerimize birkaç anıtı bile bir asırda zor yapabildik. Anıt komitesi 1952 de toplanmış karar almış, 19 Nisan nüfusa geçirtmediğini sordum. Türk’ün derdini depreştirmişim meğer. İhtiyar aslan öyle bir coştu ki başladı yaralı içini dökmeye: 1954 de temeli atılmış, 1960 da bir bölümü açılmış, tamamı 18 Mart 2004 te açılmıştır.350 askerlik), Gârp Tarablus’una (Trablusgarb) gittim. Muazzeplik bitti, Halbuki bu vatanın bizlere bırakılabilmesi için, ne zor şartların döndük geldik. Bu sefer Gazi Edhem Paşa ile Yunan Gâvuruna yaşandığını anlatan olaylardan bir tanesini, Asker kökenli yazarımız A. Ragıb Akyavaş’ın kitabından sunalım: bulaştık. Ha bir nefes alalım derken İmam (Yemen Liderleri) başını “-Kırk sene evvel evlendim. Muazzepliğim geldi (Muvazzaf kaldırdı dediler. Bu defa Yemen’e dayadılar bizi. Yemenden döndük, Sultan Hamit Efendimiz tahttan indi, Neş’et (Reşat) Efendimiz bindi “Nikâh Kaydı dediler. Bu sefer de Arnavutlar O’nu beğenmediler. Devlete karşı Yirmi yıl kadar oldu. Karadeniz sahil kazalarından birinde hâ- kodular. Bir eyyam da hudut boylarında Malisor eşkıyasıyla bo- kim olarak bulunuyordum. Bir gün mahkemeye karısının nikah ğazlaştık. Vuruşma bitti Selânik’e indik. Balkan muharebesi başladı kaydını nüfusa geçirtmek için Baba Cemal adında yaşlı bir köylü geldi. Dâvâsını dinledik. Kaç senelik evli olduğunu sorduk. dediler. Belimizden palaskaları çözmeden İşkodra kalesine vardık. Bu da tamam oldu. Döndük geldik memlekete. Şöyle bir aklımız başımıza gelmeden sırtımızı ocağa verip ısınmadan Enver Paşa yedi düvele harp açmış dediler. Dayandık Çanakkale’ye, Çanakkale’den 349- Mustafa Turan, a.g.e. s. 8. 350- Milliyet Gazetesi, 18.03.2004. 235 236 Çanakkale Çanakkale gâvuru kaçırdık. Ver elini Arabistan’a dediler. İngiliz gâvurunun “Nikah Kaydı” başlığıyla arz ettiğimiz gibi bir cepheden başka birine eline yesir (esir) düştük. Bir eyyamda Hindistan’da yandık yıllarca koşup durmuşlar. Bu sebeple bir delikanlı askere çağrılınca tutuştuk.351 Döndük geldik Kastamonu’ya. Bir nefes alalım derken yaşı küçük de olsa hemen onu everirler, birkaç hafta veya birkaç haydi yiğitler, Yunan Gâvuru İzmir’e çıkmış, Mustafa Kemal Paşa günde olsa evli kalır ondan sonra cepheye gönderirlermiş. Sebep? harp açmış dediler. Bu sefer de o yangını söndürmeye koştuk. Yu- Kendinin dönmesi çok zayıf bir ihtimal ama, hiç olmazsa bir nesil bıraksın gitsin diye. nan’ın hesabını gördükten sonra köye döndük. Ancak şimdi aklımız başımıza geldi. Yâni Bey, senin anlayacağın kaçmadan kovalamaya Böyle gençlerden birini evermişler, birkaç gün sonrada cep- vakit bulamadık. Nikah kaydımız açık kaldı. Burası hak divanı. Sen okumuş bir adamsın, ne bilirsen onu eyle !..”352 heye gitmiş. Uzun yıllar çarpışmış. Savaşın sona ermesi yaklaşınca, Bir atasözünde: “Tatmayan bilmez” demişler. O günleri yaşamayan, tatmayan bilemez, hakkıyla hissedemez, hayal etmekte bile zorlanır, en iyisi bunu Mehmetçik’in dilinden dinlemek: On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan Baba ocağından yâk kucağından memleketi düşünmeye başlamış. Fakat açlık, susuzluk, stres, sıkıntı, gördüğü olumsuzluklar, senelerce süren savaşta kaybettiği arkadaşları, dostları... psikolojisine de tesir etmiş olacak ki, birkaç günlük hanımının ismi bir türlü aklına gelmiyor. Kafayı takmış hanımın ismine. Gece gündüz onu düşünüyor ama bir türlü hatırlayamıyor. Bir gün bulunduğu yere yakın bir mahalde Cuma namazına gider. Ama yine aklında hanımın adı var. Düşünüp du- Bir çiçek dermeden sevgi bağından rurken imam minbere çıkar ve hutbe dualarını okumaya başlar. Huduttan hududa atılmışım ben “Elhamdülillâhi hamdel kâmilîn” deyince asker oturduğu yerden Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben “tamam hanımın adı Kamile’ydi” diye bağırarak ayağa fırlar. Evet bu ve benzeri olaylar bir fıkra gibi anlatılsa, veya bugünün gençlerine masal gibi gelse de bunlar gerçektir ve böyle binlercesi yaşanmıştır. Ecdadımız gerçekten her evden üç-beş şehit vermek suretiyle bu vatanı bize emanet etmişler. Memlekette erkek nesli asgariye Enbiya yurdu bu toprak şüheda burcu bu yer inmiş. 15-16 yaşlarında gençleri askere almışlar ve Yemen türkü- Bir yıkık türbesinin üstüne Mevlâ titrer sünde olduğu gibi gidenlerden geri gelen çok az olmuş. Onlarda on Öyle meşbûu şahâdet ki bu aziz toprak sene, on iki sene askerlikten sonra geri dönebilmişler. Yukarıda Fışkıran otları sıksan kan çıkacak353 Delikanlı incitme ceddini Allah’ı seversen 351- İngilizler esir aldıkları Türleri Mısır, Irak, Malta, Hindistan gibi yerlerde kurdukları esir kamplarına göndermişlerdir. 352- Ragıp Akyavaş, a.g.e. c.2, s.50. 237 353- Mehmet Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul 1966, s.179. 238 Çanakkale Milyarla şehidin ebedi vârisisin sen İstiklal savaşından sonra nesil kıtlığının olduğu, gençliğe hasret duyulduğu dönemlerde şiirlerde ve marşlarda bile bu hasreti öne çıkarmışız ve şair öğünerek, iftihar ederek şöyle yazmıştır: “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaşta” Ama şimdi elhamdülillah on beş milyon sadece İlköğretim çağında gençlerimiz var. Çanakkale Birçok tarihi eserin içinde ve kapılarının üstündeki Osmanlıca kitabelerin üstü alçı ile kapatılmış,355 bir Alman sosyologun yazdığına göre sadece Süleymaniye semtinde 2000 çeşme kitabesi kırılıp yok edilmiş,356 Dünyanın en nadide eserlerinden Selçuklu eseri Konya’daki İnce minare, bir yetkilinin evinden Alaaddin tepesini görmesine mani oluyormuş diye yıktırılmaktan, ABD li Prof. Rudolf Meyer Riefstahl sayesinde kurtulmuştur.357 Lozan Konferansında İngiliz Başvekili Loyd George, "Kökünü beğenmeyen dal, dalını beğenmeyen meyve çabuk “Türklerin Anadolu da nesi var birkaç kerpiç ve balçıktan evi var çürür" “Ağaç kökünden sulanır”, demişler. Hafızası olmayan insanın Orada medeniyet vesikası olarak ne varsa hepsi Yunan ve Roma’ya hali ne ise, tarihi olmayan veya tarihine önem verip öğrenmeyen, aittir” diye beyanat vermesi üzerine Eugene Pitard isimli bir ilim nesline öğretmeyen milletlerin durumu daha beter olur. Başta biz adamı şöyle demiştir: “Efendiler, Konya’daki İnce Minarenin kapısı olmak üzere, dünyada bunun örnekleri çoktur Milletini manevi ile, İstanbul’daki Muhteşem Süleymaniye’nin kubbelerini yapan millete karşı böyle söylenemez. Haddinizi biliniz”358 bağlarla birbirine bağlayabilmek, onlara bir birini sevdirebilmek, ortak paydalar etrafında toplayabilmek, aynı hedef ve istikamete sevk edebilmek için tarihi olmayan milletler bile efsaneler, uydurma tarihler ortaya çıkarmaktadırlar. 16-20 Eylül 2002 haftasında 112 ülkenin kültür bakanları İstanbul’da ÜNESCO toplantısında buluştu. Bizim yetkililer bakanlara bol bol kilise gezdirdiler. İslâm ülkeleri bakanları bu Yunan bin sene öncesinin mirasına sahip çıkıp hâla İstanbul’a duruma tepki gösterip protesto ettiler.359 Rıfkı Danışmanın Kültür Kostantinepolis deyip, Ortodoks Hıristiyanların liderlik merkezini, Bakanlığı döneminde Türkçe'ye çevrilen bir kitapta Osmanlı katil, nasıl olsa bir gün mutlaka geri alacağız diye İstanbul’dan almazken, barbar, kan emici, cani... gösterilmektedir.360 Cem Özer, bir şovu biz sanki UFO’larla gökten inmiş gibi, yüz sene öncemizi inkar ediyoruz ve ecdadımıza düşmanlık yapıyoruz. Bazı misaller: Anadolu Selçuklu Sultanlarının Alaaddin Camii bünyesindeki kabirleri, altın bulma ümidiyle resmen yağma edilmiştir, ve sultanların kemiklerinin bazılarını köpekler yemiştir.354 354- Kerem Pulgat, Milliyet, Konya 21.03.2003; Orhangazi Aşiroğlu, “Bir Mezarda Şekiz Sultan”, Zafer Dergisi, Eylül 1994, sayı, 213, s.22. 239 355- Tarih ve Düşünce Dergisi, Eylül 2002, s.68. 356- Hatıra, Tespit, Sur Dergisi, sayı, 225, s.29. 357- Ahmet Efe, “Konya”, Konya Valiliği İl Kültür müdürlüğü yayını, no:42, Konya 2003, s.42. 358- Yakın Tarihimiz, c.3, Vatan Gazetecilik AŞ İst. 13 Eylül 1962 sayı 29, s.91. ; İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001, s.61. 359- Milliyet,16-20 Eylül 2002 arası. 360- 13 Ocak 1976, Milli Mücadele Dergisi. 240 Çanakkale Çanakkale esnasında binlerce kişinin bulunduğu bir salonda, Osmanlıya hakaret etti, sadece bir kişiden itiraz geldi. roman kahramanı üzerindeki kıyafet de asker kıyafeti olmayıp sivil binici kıyafetidir.”363 Bir kişiye milyarlarca dolar hortumlattığımız şu memlekette, Türk milletinin kaderinin tayin edildiği İstiklâl harbi’nin o sıkıntılı günlerinde Allah’a; İstiklâl savaşı gazilerinden kolu bacağı kopanları kamyon lastikleriyle yerlerde sürünmeye mahkum ederken, Kore’de yapılacak törenlere katılmak Üzere Kore devleti tarafından davet edilen gazilere sakalsız fotoğraf getireceksin diye pasaport vermezken, bir Her çehre bize yabancı Bari sen bir parça acı başka gaziye sağlık karnesi alabilmek için sakalsız fotoğraf getirme Süründürme altın tacı şartı koşup361 olmadık eziyetler ederken... Avustralya’da Çanakkale Bize yardım et Ya Rab!... savaşlarında gösterdiği cesaret ve yaptığı hizmetlerden dolayı Murphy isimli bir eşeğe madalya verilmiştir.362 Şu misalde çok enteresan: Salkım Hanımın Taneleri adlı filimde, Sabit Paşanın gelini Nora’yla cinsel ilişki kurduğu gösterilir. “Bir Türk Paşası böyle şey yapmaz” şeklinde protestolar yükselince Diyerek yalvaran bir şair, savaş sonrası dönemde, beklentilerinin gerçekleşmesi için bir yerlere şöyle sinyal gönderiyordu: Ne örümcek ne yosun Ne mucize ne füsun yazar (o dönemde Bakan) “O Türk değil Osmanlı paşasıydı” açık- Kâbe Arab’ın olsun lamasını yaptı. “Atatürk’te Osmanlı Paşasıydı” şeklindeki itirazlar Bize Çankaya yeter364 üzerine Yazar: “O Hamidiye Alaylarında görev yapmıştı” dedi. Hamidiye alayları Kürt kökenlilerden kurulduğu için bu defa da Kürt kökenli vekiller TBMM de protesto etti ve Adıyaman Millet Vekili Mahmut Göksu filmle ilgili bir soru önergesi verdi. Yazar bu önergeye 15 Ocak 2002 de verdiği cevapta bakınız ne dedi; Salkım Hanımın Taneleri isimli filimdeki Sabit Paşa subay değil “Paşa” lakaplı sivil bir kişidir. Kaldı ki Mardin’de bir konakta yaşayan ve atlara düşkünlüğü ile tanınan “Paşa” lakaplı bu hayali 361- Sur Dergisi, Temmuz 2002 s.38-40. 362- Hürriyet Gazetesi, 20.05.1997. 241 Tabi bu tarih düşmanlığı da aklı başında insanların günahı değil, yağcı ve riyakarların vebalidir. Dünyanın fısk ve fücurla değil, alim veya aydın geçinen kişilerin yağcılıkları sayesinde harap olacağını bildiren İzzet Molla ne güzel söyler: Meşhurdur ki, fısk ile olmaz cihân harâb Eyler anı müdâhane-i âliman harâb 363- Milliyet Gazetesi, Melih Aşık, 24.01.2002. 364- İbrahim Refik, “Bunları Biliyor muydunuz?” Zaman Gazetesi, 16.02.1993. 242 Çanakkale Çanakkale Nazmi Kal “Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar” (Bilgi yayı- Ama bugün şu husus çok iyi anlaşıldı ki; Osmanlı çınarının nevi) isimli kitabında şöyle anlatır: “Emekli müzik öğretmeni Fethiye köküne kezzap dökenler, bugün göz yaşı döküyorlar.367 Osmanlıya Otman Çankaya ilkokulunda okurken sınıfla birlikte Cumhuriyet yani veli nimetlerine ihanet edip onun mirasından bir lokma alan Bayramında köşke çıkıyor. Öğrenciler Cumhurbaşkanı’nın elini Arap devletleri bile o günden beri huzur ve saadet yüzü görmediler. öpüyor. Ve adet olduğu üzere bir şiir okunuyor. Fethiye Otman öğretmenlerinden birinin yazdığı şu şiiri seslendiriyor: Ordadoğudaki bugünkü acı ve ıstırap bu lokmanın hazımsızlığının verdiği acıdır. “Kötü padişahlar alçak düşmanlar El’an öğretmen olan A. Refik Özemiş isimli arkadaşım şöyle bir hatırasını anlatmıştı: O padişahlar ki hayli zamanlar Çanakkale şehitlerini anma törenlerine katılmıştım. Öğleye Soydular milleti hiç doymadılar kadar konuşmalar, marşlar, şiirler, gösteriler, törenler devam etti. O halifelerle sultancıklar...” Tören bitince 15-20 kişilik bir gurup çekildik çayırların üzerinde öğle Gerisini Fethiye Otman’dan dinleyelim: “Atatürk büyük bir namazı kıldık. Hayvanlarını gütmekte olan çok yaşlı bir ihtiyar yakın hiddetle “dur” dedi. Şiiri kesti ve öğretmenlere döndü. “Çocuklara yerimize kadar gelmiş, yaşlı gözlerle bizi seyretmekte. Birkaç arkadaş yaşlı dedenin yanına vararak: katiyen böyle geçmiş zamanı kötüleyecek şeyler öğretmeyin. Tarih hakikati onlara öğretecektir. Hiçbir şekilde geçmişi kötülemeyin” dedi.365 Avrupalılar Roma’yı yakan Neron’a, ekmek bulamazlarsa pasta yesinler diyecek kadar halkın dertlerine bîgâne kalan Mari Antuanet’e, 14.Lui’ye, gelinlerin ilk gecelerini idarecilerin odasında 366 geçirmesini kanunlaştıran kral ve imparatorlarına, yaralı askerlerini -“Dede hayrola! Neye üzgün ve durgunsun. Gözlerinde nemlenmiş. Törenlere iştirak eden bu fazla kalabalıktan mı etkilendin, yoksa başka bir derdin mi var?” Diye gönlünü almak istedik. Piri-i Fâni dede önce konuşmak istemedi, fakat biz ısrar edince şöyle dedi: ayak bağı olmasınlar diye zehirli iğne ile öldürten Napolyon’a, -“Hayır yavrum! Dediklerinizin hiçbiri değil. Ben gençliğimde Hitler’e, Lenin’e, Mao’ya söveceğiz diye geri dönüp vakit kaybet- askerliğimi İstanbul’da yaptım. Daha sonra burada ve başka cep- mezken ve son sürat ileri doğru koşar, medeniyetin zirvesine, tek- helerde cereyan eden savaşlara katıldım. İstanbul’da Davutpaşa’da nolojinin doruğuna tırmanma azminde iken, biz hala geri dönmüş ecdada tükürmekle ve sövmekle meşgulüz. Nöbet tuttuğumuz yere devamlı bir Yahudi gelir nöbetteki askerlere 365- Milliyet, Melih Aşık’ın köşesi, 06.02.2004. 366- 1789 dan sonra kalkmaya başlamıştır, Bkz. İ. Hâmi Dânişmend, Tarihi Hakikatler, c.2, s.601. 243 bazen paralı, bazen parasız devamlı kuruyemiş cinsi şeyler satar 367- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s.172. 244 Çanakkale Çanakkale veya verirdi. Bir nöbette iken tenha bir yere bunu çekip, kasaturayı da boğazına dayadım ve: -Siz Yahudiler beş kuruşa beş takla atan insanlarsınız. Parayı ve menfaatinizi ne kadar sevdiğiniz herkesin malumu. Nasıl olur da nöbetteki askerlere bedava kuruyemiş dağıtırsın? Bunun sebebi ne?” Önce söylemek istemedi ama ben ısrar edip zorlayınca şöyle cevap verdi: -“Ben bunları kendi paramla almıyorum. Bana bunları zenginleriniz ve Hahamlarımız alıveriyor ve diyorlar ki: Türk milletinin ahlakını bozabilmek için bunları yapmak gerekli” -“Niçin gerekliymiş? Bunları yaptığında ne oluyormuş?” -“Bunları yapmakla askeri üstlerinin emrine itaatsizliğe alıştırıyoruz, çünkü nöbette bir şey yemek yasak. Dinlerinin emrine itaatsizliğe alıştırıyoruz, çünkü sizin dininize göre ayakta ve açıkta Medeni! Batılılar bizim şehitliklerimizi çöplük bir şeyler yemek doğru değil. Ayrıca Gayri Müslimlerden yardım yaparken, Barbar dedikleri bizler onların almaya ve bedavacılığa alıştırıyoruz. Yine inançlı Türk askeri boşa Çanakkale’deki anıtlarına çiçek bırakıyoruz. vakit geçirmez, tevhid ve tespihle meşgul olur, bu kırıntıları vermekle dilinizi de meşgul edip bundan da sizi alıkoruz…” demişti. Şimdi binlerce kişiden sadece küçük bir gurubun namaz kıldığını görünce bu Türk ve Müslüman düşmanları çalışmalarında ne kadar başarıya ulaşmışlar diye düşünüp üzüldüm.” Gerçekten ne kadar ince, isabetli ve ibretli bir tespit. 245 246 Çanakkale Çanakkale bitkinin bile yeşermediği, hiçbir canlıya hayat hakkı tanımayan atom bombasının etkilerini gösteririz. Ve deriz ki; Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlı yaşamayacak biçimde size bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu hatırlatalım ki, Türkiye’de birçok teknik elemanlarımız bulunmaktadır. Bunların herhangi birine bu konuyu sorabilirsiniz.” derler. Bunun üzerine bizimkiler şöyle sorarlar: NETİCE “Rahmetli Turgut Özal başbakan, Vehbi Dinçerler’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanında Türkiye’ye Japonya’dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaklar. Gerektiği kadar da ikili işbirliği gerçekleştirilecek. İşler buraya kadar çok iyi... Japon heyeti yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar. Sonra bakanlıkta toplanırlar. Heyetin tespiti ilginç: “Sizin çocuklarınızda milli şuur yok.” Bizimkiler şaşırır, Japonlar şöyle devam ederler: “Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır. Biz gençlerimize daha ilköğretime başlamadan “şok testler” uygularız. Meselâ: Uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek bir şok olurlar. Sonra... Bu şoktan sonra Hiroşima’ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz. Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil hayvan, 247 -“Peki Türkiye için tespitiniz var mı? Gözlemleriniz nedir?” Japonlar şöyle cevap verirler: “Elbette var. Bizimkinden çok daha önemlileri var. Bir tanesi Çanakkale savaşlarının olduğu bölge. Burası gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türkler her şeye rağmen galip çıkıyorlar ve olmayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler; Sizin tabirinizle yetmiş iki millet.”368 Biz maalesef bunların hiçbirisini yapamıyoruz. Yapamadığımız için de Japonlar gibi bir hamle bir uyanış, bir silkiniş gerçekleştiremiyoruz. 368- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını s.2; Bu savaş öyle enteresan bir savaş ki: Çanakkale halkından bir çoğu yıllarca geçimini mermi kovanı ve demir toplayıp satarak temin etmiş, hala nereye kazma vursan mermi ve kemikler çıkmaktadır. 248 Çanakkale Çanakkale Nevzat Köseoğlu’nun ifadesini tekrar alıyorum: “Küffar çocuklarını devşirip, yetiştirip, kendi memleketine savaşa salacak kadar kültür potasında eriten bir millet şimdi kendi öz çocuklarına şahsiyet kazandıramıyor...”369 değil, metafizik nesebimizi de kaybettik. Böyle olunca da aklen ve rûhen mankurtlaştık.”372 Çanakkale şehitleri için Atatürk şöyle der: “Siz vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz? Eğer siz onları tanımazsanız; geleceğinizi göremezsiniz. Hedeflerinizi bilemezsiniz.”370 Yani Atatürk de seneler önce, bugün Japonların söylediklerini söylemiş, tarihin bilinmesini, ecdadın tanınmasını, geçmişten güç ve kuvvet alınmasını, köklerle irtibatın kesilmemesini, maziye küfredeceğiz diye vakit geçirilmemesini…istemiş ama, hesabına gelmeyenler, O’nun bu yönlerini ortaya çıkarmamışlar. İtalyan Oryantalist Anna Masala bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Siz Türkler hazine sandığının üzerine oturup dilencilik yapan insana benzersiniz”371 Ne kadar realist bir teşhis. Japonların yaptığını biz yapamıyoruz ama, Çanakkale’de bizimle savaşanlar gayet iyi yapıyorlar. Gençlerini bileyip bilinçlendiriyorlar. Yahya Kemal merhum köksüzlüğün ne kadar acı ve neticesinin ne kadar elim olduğunu şu satırları ile açıklamıştır: “Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük, Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı, Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.” Solcu kimliği ile tanınan Kemal Tahir, hayatının belli bir dönemine kadar Osmanlı’ya yan bakmış, aleyhinde bir çok şeyler yazmış ve söylemiştir. Ceddini tanımadığı bu dönemde şöyle yazmıştır: “Osmanlının ölümüne kadar sürdürdüğü biricik istihsal sistemi talandır. Gücümüz yettikçe dışarıyı talan etmişiz, buna güç yetiremez olunca da iç talanla geçinmeye başlamışız”373 “Son birkaç asırdır bu toplum üç büyük kırılma yaşadı; din şuurunda, dil şuurunda ve tarih şuurunda... Bu trajik kırılmayla kendi köklerimiz ile bizi bağlayan bağları kopardık. Kendi babalarını tanımayan köprü altı çocuklarına döndürüldük. Sadece hafızamızı Aynı Kemal Tahir, uzun yıllar süren Osmanlı araştırmalarından sonra, kendisine empoze edilen tarih ile, kendi araştırmaları neticesi öğrendiklerini karşılaştırınca ne kadar aldatılıp kandırıldığının farkına varmış ve şu çok önemli değerlendirmeyi yapmıştır: “Tarihi çalınmış bir milletin çocuklarıyız. Cami avlusunda bulunmuş çocuk şuursuzluğu içinde çırpınıyoruz. 369- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s.21. 370- Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği,2004 yıl dönümü Yayını s.3. 371- İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 20. 372- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s.21. 373- Kemal Tahir, “Notlar”/ Osmanlılık-Bizans. Mustafa Armağan, a.g.e. s.135. 249 250 Çanakkale Çanakkale Osmanlı’da araştırılması, asıl erdirilmesi, geleceğe doğru işe yarar hale getirilmesi gereken, Osmanlılığın belli bir tarih döneminde belli bir coğrafya alanında, insanlığa onur veren, insanlığı yücelten ölümsüz yanıdır. Bu yan, hiçbir cellat çetesi, haydut sürüsü tarafından, en namussuz düşman pususunda öldürülemez. Yaşamaktadır, gelişerek yaşayacaktır. Bunu yaşatıp geliştirecek olanlar, bu dünya imparatorluğunu kuran, yaşatan, geliştiren imparatorluk kurucularıdır. Yani biz Anadolu Türkleriyiz. Biz, tarihin bize verdiği bu onuru üstünlüğü bugün de taşıyoruz, farkına varalım veya varmayalım geliştiriyoruz.”374 Kamikaze’lerin376 hayatını anlatan bir belgeselde şöyle anlatılıyordu: Bir Japon pilotu Kamikaze olmak ister ama almazlar. Sebep olarak da: “senin üç tane çocuğun var, belki tam karar zamanında onların sevgisi galip gelir karar veremezsin” derler. Pilot çok üzülür, hanımı onun bu üzüntüsünü görünce, vatan sevgisinin de verdiği bir kararla üç çocuğuyla beraber intihar eder. Trajik ve belki de tasvibi zor bir sonla da olsa kocasının önünü açar. Ali Ulvi Kurucu Merhum, Almanya seyahatlerinden birinde bir Almana şöyle der: “Harpte her tarafı yakılan yıkılan bu Almanya’yı nasıl imar ettiniz?” Cevap ne kadar çarpıcı: “Yıkılan Almanya idi, Almanlar değil.”375 Çünkü Haçlılar olsun, Siyonistler olsun müstevli ve emperyalist ideallerinin gerçekleşmesine mani olacak milleti geçmişte de, günümüzde de Türk milleti olarak görmekte ve onu ayağa kaldırmamak, uyandırmamak, intibaha getirmemek, devamlı uyku ve uyuşukluk halinde tutabilmek için çok farklı ilaçlar, farklı yol ve yöntemler uygulamış ve hala da uygulamaktadırlar. Ama Haçlılar bizim hem memleketimizi hem de kendimizi yıktılar. Yani memleketimizi sömürge yapamadılar, çekilip gitmek mecburiyetinde kaldılar ama, maalesef kafalarımızın içini, fikirlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi, ulvi mefkurelerimizi, kutsal hedeflerimizi, manevi merbutiyetlerimizi, Osmanlıyı Osmanlı yapan, Türk’ü Türk yapan ideallerimizi…yıktılar, ifsad ettiler, dumura uğrattılar. Yani kafalarımızın içini sömürge haline getirdiler. Onun için Almanlar veya Japonlar gibi kısa zamanda biz ayağa kalkamıyoruz. Bu ruh portrelerini yansıtan binlerce olay da bizde, ecdadımız arasında cereyan etmiştir. Kitabımızda misalleri verildi. Ama Almanlar, Japonlar gibi silkinip ayağa kalkamıyoruz. Fakat: “Her kemalin bir zevali var denmiştir.” Avrupalının zulüm medeniyeti ömrünü tamamlamış, miadını doldurmuştur. Zevale gidiş hızlı ve sonları yakındır. Bu günkü çırpınışları, İslâm ve Müslümanlar aleyhine galeyana gelmeleri bu sebeptendir. Çünkü “Ateş söneceğine yakın alevler maksimuma çıkarmış” Bu zeval daha öncede belirttiğimiz gibi İstiklâl savaşı ile başlamıştır. Bunlara en güzel teşhisi Akif koymuş ve bunların Medeniyetini! “Tek dişi kalmış canavara” benzetmiştir. Namık Kemal’in: 374- İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru 3”, Albatros Yay. 4. Bas. İst. 2001, s.44. 375- Sare Kurucu, a.g.e, s.217. 251 376- Kamikaze: İkinci Dünya Savaşında uçaklarına bombaları doldurup, uçağıyla birlikte direk düşman gemilerinin içine dalan pilotlara denir. 252 Çanakkale Ecdadımızın heybeti ma’rufu cihandır Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır Fıtratın değişmeyeceğine, bu necib milletin evlatlarının yine aynı kanı taşıdığına, kendilerine birazcık bilgi verilip, uyandırılıp, fitiline bir ateş tutuluverse, fünyesi devreye sokuluverse, tabir caizse marşına bir basılıverse neler yapacağına bir misal: 1985 yılında Fenerbahçe Fransa’nın güçlü takımı Bordeaux kendi evinde 3-2 yener. Bu büyük sansasyon olur ve O zaman Fner’i çalıştıran Macar Antrenör Kalman Meszöly’e bu büyük başarının sırrını sorarlar: O şöyle der: “Futbolcularıma sahaya çıkmadan önce son defa şöyle dedim: Sizin atalarınız en zor anda , en olmayacak şeyleri başarmış insanlardır. En üstün ve güçlü düşmanlara karşı daima galip gelmişler, özellikle de Çanakkale’de. Sadece Fransızlara değil, adeta bütün dünyaya karşı imkansızlıklar içinde çok büyük ve muhteşem bir zafer kazanmış insanların torunlarısınız. Biliyorum işiniz zor ama siz Çanakkale’yi kazanmış insanların torunları olarak bu zoru mutlaka başaracaksınız. Fransa’da Bordeaux’yu yenmek Çanakkale’de kazanılan zaferden çok daha kolaydır. Size güveniyorum, haydi aslanlarım göreyim sizi!”377 Çanakkale büyüklerimizin, din ve ilim adamlarımızın, tarih ve edebiyatçılarımızın, edip ve öğretmenlerimizin, etkili ve yetkili kişilerimizin, kısacası hepimizin başına. Osmanlı için. Jean Girandox Osmanlı için: “Bazı ülkeler yıldızlar gibidir. Söndükten sonra bile, yüzyıllarca parlamaya devam eder”378 diyor. Gerçekten Osmanlının ışığı hala dünya üzerinde devam etmektedir ve inşallah onun torunları sayesinde edecektir. Bu hususa da bazı misaller arz ediyorum: Ölmedi ölmez bu millet şanlıdır İşte şemşir-i celâdet kanlıdır Diye başlayan şiirde şaiirin dediği gibi bu millet ölmedi ve inşallah ölmeyecekte. Ama tabir caizse bataryası zayıflatılmıştır. Her bir rakamı; Din, inanç, itikat, vatan, bayrak, ihlas, örf, adet, tarih, ecdat... gibi manevi güçlerin sembolü olan bir kontör yüklendiğinde bu milletin nesillerinin nelere kadir olacağının en güzel misalini bizi bizden daha iyi tanıyan Macar antrenör göstermiştir. Darısı devlet 377- İbrahim Refik, “Sohbet Tadında Tarih”, Albatros Yay. İst. 2005, s.52. 253 Cepheye giden askerler 378- İbrahim Refik, “Edeb Yahu”, Albatros Yay. İst. 12. Baskı, 2005, s.153. 254 Çanakkale Çanakkale papazlardan "gelin bizim memleketimizi de koruyucu kanatlarınızın altını alın"379 diye davetiye alacak bir imparatorluk kurmuşlardır. Osmanlı’yla çok uğraştığı için kendisine Haçlı Alemi tarafından "Hıristiyanlığın şövalyesi" unvanı verilen Boğdan Voyvodası Büyük Stefan ölürken evlatlarına şöyle vasiyet etmiştir: "Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Rus’a asla yaklaşmayın. Haindir sizi yok eder. Mecbur kalırsanız kendinizi Osmanlıya teslim edin. Adil ve merhametlidir" Buna en bariz örnek:Girit te Venedikliler halkın bin bir zahmetle elde ettiği mahsulün üçte birini vergi diye tarlada alıp, eğer pazara satmaya BİZ REDDİ MİRAS EDERKEN DÜNYA OSMANLIYI ARIYOR getirirse birde orada vergi alırken, Osmanlı Girit’i alınca sadece onda bir vergi almış ve halk bayram yapmıştır.380 Tarihçi Hammer’in tabiriyle Osmanlı İmparatorluğunu "Evi Osmanlı hakimiyetindeki gayri Müslim halkın çok rahat omuzunda" 400 kişi kurmuştur. Çadırını omuzuna alıp, Söğüt olduğunu, hatta kendi dindaşlarının idaresinden daha rahat olduğunu, civarına yerleşen bu 400 hane, maya ve cevherlerinde taşıdıkları hasletler sayesinde, Namık Kemal'in: bu yüzden papazların ve halkın Osmanlıyı memleketlerine davet Biz ol nesl-i kerim-i dûde-i Osman'iyanız kim değil, Osmanlı ordusuna kaynaklar yazmaktadır. Muhammerdir serâpa mâyemiz hûn-i şehaâdet'den yardımcı olduklarını382 yine ecnebi Osmanlı’yı erkekçe yenemeyeceklerini anlayan Haçlı Alemi Biz ol â'l-i himem erbâb-ı cidd-u ictihâdız kim çareyi içimizde asırlardır huzur ve rahat içinde yaşayan tebaayı yani Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşîret'den Sözleriyle de ifade ettiği gibi, ettiklerini,381 savaş başlayınca Hıristiyan ahalinin kendi ordularına Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, vb. ifsâd edip ayaklandırmada, veli dünyaya 600 sene mührünü nimetlerine karşı hainlik yaptırmada buldular. Osmanlının bir lav gibi vuracak, insanlığıyla, adaletiyle, hüsnü muamelesiyle düşmanlarına bile kendini sevdirecek, Yunanistan'ın Solono Piskoposu Dorotheus'a Yıldırım’dan yardım istetecek, Yedi adaların Osmanlı eline geçmesiyle Aziz Hrıstomos kilisesinde şükran ayini yapılacak, Girit Venediklilerden alınınca, Hammer’in de kaydına göre, Osmanlı ve adaleti geldi diye bayram yapılacak ve birçok bölgeden ve özellikle 255 379- Hammer, a.g.e. c. 1, s.323; Yılmaz Öztuna a.g.e. c. 2, s.317; Tarih ve Medeniyet Dergisi sayı 26, s.30. 380- Recep Şükrü Apuhan, “Ruhumda darp İzleri Var”, İst. l990 s. 136; Yılmaz Öztuna, a.g.e. c. 5, s. 324. 381- İsmail Hami Dânişmend. “Tarihi Hakikatler”, c. 1, s.210. 382- Fernand Gernard, “Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü”, s.123. 256 Çanakkale Çanakkale içine alıp muhafaza ettiği, asırlarca her şeylerine müdahale etmediği, 400 sene Mukaddes beldeler hatırına Arabistan’ı koruyan, dolayısıyla Osmanlı milletinden daha zengin ve huzurlu yaşar hale oralara kol kanat geren, kendi halkına tanımadığı imkanları Araplara getirdiği azınlıklarda, bu oyuna geldiler. Ekmeğini yedikleri eşiğe tanıyıp, Sürre Alayları ile zenginliklerini oralara akıtan, İslam işediler. O koca imparatorluk, o koca çınar birkaç asır içinde sarardı, soldu ve yıkılıp gitti. diyarını ve Peygamber yurdunu İngilizlere vermemek için, gıdasızlıktan İskorpit hastalığına yakalanıp dişleri ve çene kemikleri Ama bu hainlikleri yapanlar sonradan pişman oldular. Osmanlı dökülme pahasına o şanlı Medine Müdâfaasını gerçekleştiren ve yüz da bulduklarını, yeni efendilerinde veya zahirende olsa elde ettikleri binlercesi şehit olup, çölün kumları arasında kaybolup giden, istiklallerinde bulamadılar. Pişman oldular. Ellerini dizlerine vurdular Osmanlı'ya ihanet eden, neticede ölmeden bu kalleşliğinin cezasını ve hala vurmaktalar ama iş işten geçti. Şimdi yana döne Osmanlıyı çeken arıyorlar ama heyhat. Ne Osmanlı kaldı ne de O'nun ideallerini koruyucumuz, efendimiz olmadan İslam dünyası ancak bedbaht olur"386, demek suretiyle geç de olsa hakikati itiraf etmiştir. taşıyan bir nesli. Biz reddi miras ederken, büyük bir hasretle Osmanlıyı arayan, hatta onu yeniden bekleyen milletlerden birkaç misal verelim: Ürdün Yüksek Mahkemesi Başkanı Udek "400 sene huzur Şerif Hüseyin de: "Ekmek kapımız, velinimetimiz, Kudüs Üniversitesi Öğretim Üyesi Hafız Abdülhamid'de içini şöyle döküyor: "Osmanlı'nın yıkılmasıyla bir türlü huzur bulamadık. Osmanlı gitti, öksüz kaldık".387 içinde yaşayan Ortadoğu, Osmanlı'nın çekilmesiyle cadı kazanına 1976 Yılında Yüksek İslam Enstitüsündeki arkadaşlarımızla döndü"383dedi. Aynı itirafı yakın tarihte A. B. D. başkan yardımcısı Umreye giderken Amman'da rastladığımız Filistinli bir genç bize Algore de yaptı: "Osmanlı Ortadoğuya huzur ve sükun getirmişti"384 dedi. aynen U. S. News dergisinde çıkan şu yorumda bu hakikati dile şunları söylemişti: "Biz bugün Osmanlıya yaptığımız kalleşliğin vebalini çekmekteyiz. Sizin dedeleriniz 400 sene bize hamilik yaptı. Neticede onlar buralardan yorgun, yaralı, aç-bî ilaç getirir: "400 sene Osmanlı'nın himayesinde kalan Filistin, huzurlu vaziyette günlerin arayışı içinde. Osmanlı devletinin yıkılmasıyla Hristiyan doyuracağımız yerde, bizim babalarımız onlara kurşun sıkmış ve eşyalarını almışlar. Bu hıyanet Filistin’i ondurmadı...” ülkelerin sömürgesi haline gelen Arap ülkeleri, Osmanlı'yı hasretle arıyor".385 çekilirken, onların yaralarını sarıp, karınlarını Dışişleri eski bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, Cezayir'i resmi ziyaretinde Bumedyen'in teklifi ile %25 Türk olan Telemsan'a 383- Yeni Nesil Gazetesi 20.01.1986. 384- Milliyet Gazetesi, 25.03.1995. 385- U. S. News dergisi. Şubat 1993 tarihli nüshası. 257 386- Feridun Cemal Erkin. “Hatıralar”. l. Cilt; İlhan Bardakcı, Tercüman Gazetesi 30 Mayıs l982. 387- Türkiye Gazetesi, 27 Kasım 1993. 258 Çanakkale Çanakkale da uğrar ve şu olayla karşılaşır: Kendisi anlatıyor: "Genç bir vali bizi “Irak baştan yanlış kuruldu. Ben hep söylerim. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü, tarihin büyük bir hatasıdır”391 karşıladı. Belediyeye gittik. Yüksek bir yerde oturuyoruz. Bir ara vali kulağıma eğilerek şöyle dedi.”Öldü zannettiğim ne kadar insan varsa, hepsini burada giörüyorum. Bunların içinde Irak’ın işgal edildiği günlerde, bölgenin etnik ve kültürel benim yapısını bilen kişilerin burada hakimiyet kurmanın, huzur asayişi kayınpederim de var. İki buçuk senedir sokağa çıkmıyordu" dedi. sağlamanın ne kadar zor olduğunu gündeme getirmeleri sebebiyle Dipte oturan yaşlıca bir zat, salonun ortasına kadar ilerledi. ABD ve İngiliz yetkililer, bu çok hassas bölgeyi tarihi tecrübelerden Karşımızda heykel gibi durdu. Basit bir Türkçe ile "Vezir Hazretleri. Siz nerdesiniz. İki yüz elli senedir sizi bekliyoruz" dedi388 istifade ederek, yani Osmanlının uyguladığı modeli uygulayarak idare Balkanlar'daki hasreti de yine eski devlet adamlarımızdan Ali beceremediler. Çünkü onların Osmanlı gibi, adil, merhametli, Naili Erdem'in ağzından dinleyelim: "1975 yılında Estergon Kalesini şefkatli, hoşgörülü, insan haklarına saygılı... olması hiçbir zaman mümkün olmamış ve olamaz. geziyordum. Bir ressamın çalışmalarını seyrediyordum. Ressam Türk edeceklerini dünya medyası önünde söylemişlerdir392 ama olduğumu anlayınca, büyür bir heyecanla ayağa kalktı. Şapkasını Bunun en güzel delili de yine kendi sözleridir. 9’uncu fırlatarak heyecanla şöyle dedi: "Türk çok büyük bir şeydir. çok Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e bir İsrail gezisi esnasında İsrail büyük. Keşke Estergon’dan gitmeseydiniz de Macaristan'da hala adalet hüküm sürüyor olsaydı"389 eski başbakanlarından Ehut Barak şöyle demiştir: “Sizin iki pırpırlı Çavuşeşku'nun devrilmesinden sonra kurulan hükümetin Kültür Bakanı Andrei Rleşu da şöyle der: "Türkler zamanında dedelerimiz refah içinde yaşamışlar. Krallar ve Çavuşesku zamanlarında ise halkımız kendi vatanlarında esir kamplarında gibiydi. Keşke Osmanlı himayesinde kalsaydık"390 bir çavuşla asırlarca idare ettiğiniz Filistin’i, biz en modern ordularla idare edemiyoruz.”393 ABD’li bakan Algore: "Osmanlı orta doğuya huzur ve sükun getirmiş- ti. Azınlıklara hüsnü muameleyi biz onlardan öğrendik" demiştir.394 1997 Yılında Belgrat da muhalefetin tertiplediği, muhalefet ABD nin Irak’ı işgalinden sonraki karışık dönemde Milliyet lideri Vuk Draskoviç'inde katıldığı ve 52 gün süren mitinglerde, Yazarlarından Hasan Cemal’in Kürt lider Celal Talabani ile yaptığı "Türk Yönetimine Özlem", "Nerdesin Ey Türk" ve "Osmanlı Yönetimi röportaj da Talabani, Osmanlıyı arayan tavırlarla şöyle demiştir: 388- 11-Bekir Aydın'ın Röportajı. Türkiye Gazetesi. 25 Haziran 1989. 389- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 20, s.33. 390- Servet Kabaklı. Türkiye Gazetesi. 24 Ocak 1990. 259 391- Milliyet Gazetesi, 10.11.2003. 392- Milliyet Gazetesi, 20.03.2003. 393- Tarih ve Düşünce Dergisi,yıl 2001, sayı 7, s.73; Nisan 2002, sayı 27; İbrahim Refik,“Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s.173-174. 394- Milliyet 25.03.1995. 260 Çanakkale Çanakkale Altındaki mesut Günler" gibi pankartların taşındığını ve Draskoviç'in Miloseviç'e: "Osmanlı idaresini örnek alması söylediğini hepimiz medyadan takip etmiştir.395 gerektiğini" Belçika'da yayınlanan, tirajı yüksek haftalık KINAÇK dergisinde yayınlanan bir makalede: "Balkanlar en huzurlu günlerini Osmanlı döneminde yaşadı. Osmanlı gitti, huzur ve istikrar bitti...” denmiştir.396 Nitekim 21.08.2006 Lübnan Savaşının ardından İsrailli yetkililerle görüşmek üzere Kudüs’e giden ve El Aksa camiini gezen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e bir Arap genci caminin “Gelin bizi kurtarın” diye bağırmıştır.397 içinde Biz reddi miras ederken. Biz Osmanlı torunuyuz demeye ÇANAKKALE ŞİİRİ Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, utanırken. Biz tarih kitaplarımızda Napolyon’a on beş sahife ayırıp, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Yavuza iki sayfayı çok görürken. Biz onlardan kalan eserler hak ile Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, yeksan olurken, Antik Yunan eserlerini ihya etmeye çalışırken. Biz Ne hayasızca tehaşşüt ki ufuklar kapalı! onlara her türlü iftira ve tezviri layık görürken. Onların lehine en ufak bir şey söylendiğinde "Kimse şanlı tarih hummasına yakalanması" diye tepinirken, DÜNYA OSMANLIYI ARIYOR VE ONUN HASRETİNİ ÇEKİYOR. Ne garip.! Nerde-gösterdiği vahşete “bu bir Avrupalı” Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahpesi yahut kafesi! Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer, Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer, Yedi iklimi cihanın duruyor karşında; Ostralyay’la beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk. Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk. 395- 12 Ocak 1997 Tarihli Gündüz Gazetesi. 396- Türkiye Gazetesi 13.01.1996. 397- Milliyet 21.08.2006. 261 Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani tâûna da züldür bu rezil istilâ... 262 Çanakkale Çanakkale Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil, Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman? Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil, Hangi kuvvet onu, hâşa, edecek kahrına râm? Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Çünkü te’sisi İlâhi o metin istihkâm. Döktü karnındaki esrârı hayasızcasına Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Maske yırtılmasa hâla bize âfetti o yüz... Beşerin azmini tevkif edemez sun’u beşer; Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Bu göğüslerse Hüdâ’nın ebedi serhaddi; Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb, “O benim sun’u bedîim, onu çiğnetme!” dedi. Öyle müthiş ki; eder her biri bir mülkü harâb. Âsım’ın nesli... diyordun ya... nesilmiş gerçek; Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek. Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı; Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar, Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin. Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam; BİR HİLÂL UĞRUNA YA RÂB, NE GÜNEŞLER BATIYOR! Atılan her lâğımın yaktığı yüzlerce adam. Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer. O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer... Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak; Bedir’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi... Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmert eller, “Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın. Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitap... Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Seni ancak ebediyetler eder istiâb. Sürü halinde gezerken sayısız tayyare. “Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına; Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle, Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Kaynıyan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle; 263 264 Çanakkale Çanakkale Ebr-i nisanı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem; Tüllenen mağribi akşamları, sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini; BİBLİYOĞRAFYA Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin-i, Abdullah Uçar, “İslâm Âlemi Neden Geri kaldı?”, Konya Kılıçaslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, âsâra gömülsen taşacaksın... Heyhât! 2004. Ahmet Şimşirgil, “Destan Süngülerle Yazıldı”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mart 1999. sayı 60. Ahmet Hikmet Müftüoğlu, “Çağlayanlar”, TDK Yay. Ank. 1964. Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat... Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.398 Ahmet Efe, “Konya”, Konya Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayını, no:42, Konya 2003. Ahmet Emin Yalman, “Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim”, Pera T.T.A.Ş. Yay. İst. 1997. Altan Araslı, “Avrupa’da Türk İzleri”, Kültür Bak.Yay. Ankara, 2001. Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu, “Hz. Muhammed ve Hayatı”, D.İ.B. Yay. Ankara 1991. “Asker, Yönetici, İnsan”, T.C. Genelkurmay Bşk. K.K.K. Ank. 398- Mehmet Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul 1966, s.427. 265 1995. 266 Çanakkale Baha Vefa Karatay, “Mehmetçik ve Anzaklar”. Beynun Akyavaş, “Sultanîyegâh İstanbul”, T.D.V. Yayını Ankara 2001. “Bilinmeyenler Ansiklopedisi 1993”. Binbaşı Muhlman, “Çanakkale Muharebesi”, Çev. Alb. Halil Kemal, Askeri Matbaa. İst. 1927. Bilal N. Şimşir, “Bizim Diplomatlarımız”, Bilgi Yay. İst. 1996. Burhan Bozgeyik, “Tarih Nasıl Çürütüldü?”, Zafer Dergisi, Eylül 1995. Burhan Sayılır, “Çanakkale’de Ümitler, Yanılgılar, Gerçekler”. Can Dündar, “Gölgedekiler”, İmge Yay. İst. 1995. Cahit Önder, “Doğumunun 100. yılında Atatürk’ün Silah Arkadaşları Yaşayan Çanakkaleli Muharipler”, Çanakkale Seramik Fab. hediyesi, tarihsiz. Celal Dora’nın Hatıraları. “Kore’de Türkler”. Celal Yıldırım , “Türk Tarihinin Altın Sayfaları”, Hikmet Yay. İst. 1978. Cemal Kutay, “Şehitlerimiz”, Yeni Asya Yay. İst. 1980. Cemalettin Taşkıran, “Ana Ben Ölmedim”, Türkiye İş Bankası Yayını, İst. 2001. Çanakkale Çanakkale Şehitleri Tanıtım ve Araştırma Derneği, 2004 yıl dönümü Yayını, İzmir. Dankwart A. Rostov, “Unutulan Müttefik Türkiye”, Milliyet Yay. İst. 1989. Ellis Ashmead Bartlett, 1881-1931. “Çanakkale Gerçeği”, Gazeteci ve savaş muhabiri, Çev. Krm. Yzb. Rahme Bey, Günümüz diline çeviren: Muzaffer Albayrak, Yeditepe Yay. İst. 2006. s. Eyüp Sabri Akgöl, “Esaret Hatıraları”, Terc. Nejat Sefercioğlu, 1001 Temel Eser No 130, İst. 1978. Falih Rıfkı “Harp Mecmuası”, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan, Ömer Çakır, Kaynak Kitaplığı, İst. 2004. Gıyas Yetkin, “Yaratanların Ağzından 18 Mart 1918 Çanakkale Zaferi. Günay Tümer, “Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri”, T.D.V. yay. Ankara 1996. Harun Yahya, “Osmanlı Vizyonu”, Tarih ve Düşünce Dergisi Hediyesi, Ağustos 2003, Nesil Matbaacılık, İst. Cemal Paşa, “Hatıralar”, İş Bankası Kültür Yayınları Yayın No: 495. Hamilton, “Gelibolu Günlüğü”, çev. Osman Özdeş, Garanti Matbaası, Hürriyet Yay. İst. 1972. H. Hüsnü Erdem, “Riyazü’s-Salihîn, Terc.” Kıvamuddîn Burslan, DİB. Yay. Ankara 1972. Cemal Kutay, “Pembe Mendil”, Yeni Asya Yay. İst. 1982. İbrahim Canân, “Hadis Ansiklopedisi”, Zaman Yay. “Çanakkale 1915 CD’”si. Türk Tarih Kurumu 2001. İbrahim Refik, “Destansı Hüzün”, Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2001. 267 268 Çanakkale Çanakkale 2004. İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. Liman Von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”, Çev. M. Şevki Yazman, İst. 1969. İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru 3”, Albatros Yay. 4. Bas. İst. 2001. Mehmet Kafkas, “Çanakkale Geçilmedi mi?” Gazetesi, 18 Mart 1990. İbrahim Refik, “Geçmişten Geleceğe Işıklar”, Albatros Yay. 5. bas. İst. 2003. İbrahim Refik, “Tarih Şuuruna Doğru-2”, Albatros Yay. 7. Bas. İst. 2001. İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları 1”, Albatros Yay. İst. 2001. İbrahim Refik, “Çanakkale’nin Ruh Portresi”, Yay. Şubat 2004. İbrahim Refik, “Bunları Biliyor muydunuz?” Zaman Gazetesi, 16.02.1993. Zaman Mehmet Arif, Bey, “Başımıza Gelenler”, İrfan Yayınevi, 1973. Mehmet Can, “Çanakkale Görülmeli”, Tarih ve Medeniyet Derg. Mart 1999, sayı 60. Mehmet Akif, “Safahat”, Yeni Matbaa, İstanbul 1966. Mehmet Fatih Bey, “Kanlısırt Günlüğü”, Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001. Mehmet Maruf, “Hem Sir, Hem Seyyid Ahmed!...”, Tarih ve Düşünce Dergisi Aralık-Ocak 2003, sayı 45. İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 3. Bas. Mehmet Niyazi, “Yemen Ah Yemen”, Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2004, sayı 374. İlhan Bardakçı, “İmparatorluğa Veda”, Hülbe Yay. İst. 1985. M. Fatih Can, “Dergilerden Bir Demet”, Tarih ve Düşünce Dergisi, yıl 2000, sayı 4. 2001. İlhan Bardakçı, “Çanakkale”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, 1994. M. Fahri Can, “Türkiye Uyutuluyor”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı 54. M. Fethullah Gülen, “Sonsuz Nur”, Feza Yayıncılık, İst, 1994. İsmail Kayabalı, Cemender Aslanoğlu, “Çanakkale Savaşı”, 1915, Ank. 1975. M. Necati Özfatura, “Yeşilay Dergisi” Mart 2004, sayı 843. “İslâm Ansiklopedisi”, T.D.V. yay. İstanbul 1998. Kazım Karabekir, “İstiklâl Harbimizin Esasları”, Toker Matbaası, İst. 1972. Kemal Tahir, “Notlar/ Osmanlılık-Bizans”. 269 M. Sercan Tayşi, “Çanakkale Zaferi”, İslam Dergisi, Mart 1990. M. Arif Kurtaran, “18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi”, Değirmen Dergisi, Mart 1992. 270 Çanakkale Çanakkale M. Asım Köksal, “Peygamberler Tarihi”, T.D.V. Yay. Ank. 2004. Nezih Uzel, “İslâm’ın Çanakkale Savaşı” Zaman Gazetesi, 18 Mart 1989. M. Erdoğan Satıcı, “Çanakkale Savaşında Türk Denizcileri” Tarih Dergisi, Mart 1990. Nihat Özbilen, “Yedi Düvele Karşı Koyan Mehmetçik”, Hayat Tarih Mecmuası, 1 Mart 1977. Mustafa Turan, “Destanlaşan Çanakkale”, Papatya Yay. İst. Niyazi Ahmet Banoğlu, “Türk Basınında Çanakkale Günleri”, Türk Basın Birliği Yay. İst. 1982. 2005. Musa Anter, “Hatıralarım”, Yön yay. İst 1991. Oktay Sinanoğlu,“Bye-Bye Türkçe”,Otopsi Yay. İst, Şubat Michel Herbeer’in Anıları, “Osmanlıda Bir Köle”, 1585-1588, Çeviren Türkıs Noyan, Mümin Mustafa, “Cepheden Cepheye”, Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu 2001. 2002. Orhangazi Aşiroğlu, “Bir Mezarda Şekiz Sultan”, Zafer Dergisi, Eylül 1994, sayı, 213. “Osmanlılar Albümü”, Akit Gazetesi, 1999. M. Niyazi Özdemir’in 1991 Mevlânâ Haftası’nda Konya’da sunduğu tebliğ. c.1. Mustafa Armağan, “Osmanlı İnsanlığın Son Adası”, DA Yayınları, İst. 2002. 2005. Mustafa Necati, “Devrin Mücadele ve Gazi M. Kemal”, c.2. İst. Yazarlarının Kalemiyle Recep Şükrü Apuhan, “Çanakkale Geçilmez”, Timaş Yay. İst. Millî Mustafa Uzun, “İmanın Zaferi Çanakkale ve Edebiyatımızdaki Yeri” İlim ve Sanat Dergisi, Temmuz 1993, sayı: 35-36; Mecmuası. Ragıp Akyavaş, “Tarih Meşheri”, T.D.V. yayını Ankara 2002, Harp Mümtazer Türköne, “Değişen Dünya ve İslâm”, Kutlu Doğum Haftası, D.İ.B. Yay. 1989. National Geographic Türkiye, Nisan 2005. Necdet Muallimoğlu, “Düşünen İnsana Hazire”, Şahsi Basım, Reçep Şükrü Apuhan, “Ruhumda Darp İzi Var”, Timaş Yay. Recep Şükrü Apuhan, “Sinadan Galiçya’ya Mehmetçik”, Timaş Yay. İst. 1996, s.62. Ruşen Eşref Ünaydın, “Çanakkale’de Savaşanlar Dediler Ki”, T. Tarih Kurumu yay. 1990. s.26. Sâmiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları”, Damla Yay. İst. 1977, 2. Baskı. Orhan Karaveli, “Sakallı Celal”, Pergamon Yay. İst. 2004. İst. 1996, s. 1106. Yeni Düşünce Dergisi, sayı 7, 1981, a.g. yazı dizisi. Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, Ahmet Naim, Kâmil Miras, D.İ.B. Yay. 271 272 Çanakkale Sahih-i Müslim, Şerh-i Nevevî, Kahire 1924. Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşr. İstanbul 1973-1980. Sâmiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları”, Damla Yay. İst. 1977, 2. Çanakkale “Türk Dünyası Tarih Dergisi”nde yer alan Aydın Ayhan’ın Tespitlerinden naklen. Tirmîzî, Muhammed b. Îsâ b. Sevre el-Camiu’s-Sahih, I-V, Mısır 1357/1938. Baskı. Vecdi Bürün, “Nasıl Öldüler”, Ötüken yay. İst. 1964. Sünenü İbn Mâce, Tahk. M. Fuad Abdulbâkî, Mısır 1395/1975. İbn Mâce, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezîd el- Kazvînî (V. 273/886). Süleyman Nazif, “Batarya İle Ateş”, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1978, No 124. Von Hammer, “Osmanlı Devleti Tarihi”, Üçdal Neşriyat İst. 1966. Yasemin Candan, Ergun Candan, “Yaşanmış Esrarengiz Olaylar”, Sınır Ötesi Yayınlar İst. 2003. “Yeşilay” Der. Mart 2003, sayı 832. Sina Akşin, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele”. Yılmaz Öztuna, “Tarih Sohbetleri”, Ötüken yay. İst. 1988. “Tarih ve Düşünce Dergisi”, Şubat 2000, sayı 4, s.77. Tarık Balioğlu, “Bir hayal-i muhal”, Tarih ve Medeniyet dergisi, Aralık 1996, sayı 33. Taha AKYOL, Milliyet, 07.02.2006; Wingrove v. the UKRep. 1996-V, fas. 23 Tayyar Altıkulaç, Zaman, 14.05.1996; Zeki Kentel, Alkollü Toplum,Yeşilay Derg. yıl 2000, sayı 794. Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi”, Ötüken Yay. İst. 1978. Yılmaz Öztuna, “Türk Tarihinden Yapraklar”, M.E.B. Yay. 1000 Temel Eser, İst. Zafer Dergisi, Askerin Mektubu, sayı 101. Zebîdî, Tecrîd-i Sarîh, Terceme, Kâmil Miras. DİB Yay. Tahsin Ünal, “Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi”, Nur Yay. İst. Zekeriya Kurşun, “Çanakkale’de kaybolan İngiliz taburu”; Kralın Adamları, Tarih ve Düşünce Dergisi. Teğmen Rifat Erdal, “Bir Yedek Subayın 1. Dünya Harbi 2001. 1975 . Ziya Gökalp Çanakkale 1915 CD’si. Türk Tarih Kurumu Hatıraları”, Hayat Tarih Mecmuası, sayı 7, 8, 9. Ağustos, Eylül, Ekim 1971. Toygar Akman, “İlginç Olaylar/Sıra dışı İnsanlar”, Kaknüs Yayınları, Ekim 2004. s. 232-234; Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 34, sayı 1, s.74. Ocak 2005. 273 274 Çanakkale Çanakkale Kadın kahramanlarımızdan biri Cephede Cuma namazı için toplanan Mehmetçiklerimiz. Yakarışa geçivermişti hepisi de birden İçini döküyordu Hakk’a herkes derinden Kuduruyordu mütegallibler kederinden …Ve emindi Mehmetçik yarın ki zaferinden Süvarilerimiz asil tavırlarıyla cepheye gidiyor. 275 276 Çanakkale 12 yaşındaki bir şehit çocuğu babasının intikamını alabilmek için, Enver Paşa’dan cepheye gitme izni istiyor. Çanakkale Oğulları cephede çarpışırken her türlü iş kendilerine düşen Mehmetçik anaları iş taburları oluşturmuşlar ve yol yapmaktalar. Siperde Mehmetçiklerimiz 277 278
© Copyright 2024 Paperzz