YEDİ ULU OZANLARDAN SEYYİD İMADEDDİN NESİMİ Yaşamı, Dünya Görüşü ve Şiirleri Araştıran ve yazan: Süleyman ZAMAN SEYYİD İMADEDDİN NESİMİ Anadolu Alevi-Bektaşi edebiyatının yedi ulu ozanından birisi olan Seyyid Nesimi, hem Türk edebiyat tarihinde ve hem de Alevi-Bektaşi felsefesinde çok önemli bir yere sahiptir. Nesimi, gerek yaşadığı dönemde ve gerekse kendisinden sonraki dönemlerde her zaman etkisini sürdürmüş güçlü bir ozan olmuştur. Nesimi, düşünsel ve felsefi boyutta da etkileyici ve yetkin bir konum sahiptir. Asıl adı İmameddin olan ozanın, doğum yılı, nerede ve nasıl yaşadığı tam olarak belli değildir. Ama ortalama olarak şu denilebilir ki; Seyyid Nesimi 14. Yüzyılın ortalarında (1345 ?doğumu kesin değil, yaklaşık olarak verilmiştir S.Z) dünyaya gelmiş ve 15. Yüzyılın ilk çeyreğinde (1417) ölmüştür. Yani Seyyid Nesimi 14. ve 15. yüzyıllarda yaşamıştır. İmameddin “Nesimi”nin Bağdat’a yakın olan Nesim isimli bir ilçede dünyaya geldiğini söyleyen kaynaklar olmasına karşın, ozanın, Azerbaycan’ın Şamahı vilayetinde doğduğunu söyleyen kaynaklar da bulunmaktadır. Yine bazı kaynaklar Nesimi’nin İran’ın Şiraz kentinde, kimi kaynaklar da Tebriz’de doğduğunu söylemektedirler”.( Kaygusuz age. Sayfa 282) ama bu görüşlerin hiç biri kesin değildir. Nesimi bir şiirde şöyle der; “Gerçi bugün Nesîmî’yim, Haşimi’yem, Kureyşi’yem Bundan uludur ayetim, ayet’ü şana sığmazem” (Mehmet Şimşek; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can Yay.1. Baskı 1995 Sayfa; 104). ( Ben hem Nesimi’yim, hem Haşimi ve hem de Kureyşi’yim/Bundan dolayı benim söylediklerim uludur, değerlidir. Benim sözlerim büyük ayetlere sığmaz, demektedir. ) Kimi kaynaklar yukarıdaki dizelere bakarak, ozana, “Nesimi” mahlasının doğduğu yerin adı olan “Nesim” den dolayı kendisine verildiğini söylemektedirler. Yine yukarıdaki dizelere dayandırılarak Nesimi’nin kendi soyunu Hz. Muhammed’e bağladığını da yazmaktadırlar. Dizelerde geçen “Haşimi’yem, Kureyşi’yem” sözleri bu sava kanıt olarak gösterilmektedir. Bilindiği gibi Hz. Muhammed Haşimi Aşiretindendir. Kureyiş ile Haşimi aşireti birbirinden ayrılmış iki aşirettir. Dolayısıyla Nesimi’ye “Seyyid” isminin takılmasının bağıntısı böylece kurulmuş oluyor. Nesimi’nin isminin “Seyyid İmadeddin NESİMİ” olarak anılmasının nedeni bu şekilde açıklanmaya çalışılıyor.. (Şimşek Mehmet; age. Sayfa 104) Adımı Hak’tan Nesimi yazarım Bil bu ma’den ne sinem ya zerim Hem hidayet eylerim, hem azarım Hem bütu uşadıcı, hem Azer’im (Kaygusuz age.) (İsmimi yaratıcıdan, özden almışım. Bunun için Nesimi yazarım/ Bil ki özümü var eden bu maden altından daha değerlidir./davranışlarım hem olumlu ve hem de olumsuzdur. Her zaman kendimce gerçekleri dile getiririm/ Ben hem evrenselim ve hem de Azeri’yim. ) Yukarıda ki dizelerde; insanı Hak’la bir gören, insanın Hak’tan bir parça olduğunu savunan Seyyid Nesimi; isminin Hak’tan geldiğini, Hak olarak gördüğü Fazlullah Hurufi’nin, bu ismi kendisine verdiğini belirtmektedir. Nesim’i, Hakk’ı bilirken gönlünün aydınlandığını, bilgisinin çoğaldığını, edindiği bilinçle hem doğruyu hem de yanlışı bulduğunu ve hem açık olanı ve hem de gizli olanı çözümlediğini, hem tümü (Fazullah’ı) temsil ettiğini ve hem de Azeri olduğunu” açıklamaya çalışmıştır. Nesimi, Fazlullah Hurufi’yi, yüce ve ululuk aşamasına taşımıştır. Seyyid Nesimi, Bâtıni bir ozandır. Şiirlerinde bunun etkisi hemen görünür. O görüntüye, biçime önem veren birisi değildir. O, Tanrı’ya, evrene, insana ve yaşama ilişkin düşünceleri ve görüşleri olan bir ozandır. Seyyid Nesimi, kendini var eden tarihsel, toplumsal ve kültürel değerleri özünde yoğurarak, onu dizelerinde işleyerek dışındaki dünyaya korkusuzca yansıtan bir ozan olmuştur Nesimi, isminin anlamını dile getirerek, kendisinin “Hak” yani gerçek olduğunu belirtiyor. Sözlerinde ki anlamın altın ve gümüş değerinde olduğunu, insanların bu sözlere değer vermeleri gerektiğini, bu sözlerin insanları doğruya ve gerçeğe taşıyacağını, her sözünün ateş gibi aydınlık saçtığını dile getiriyor. Son dizede ise, tüm doğanın özünün kendisinde mevut olduğunu, bu anlamda hem bütünselliği kapsadığını ve hem de bir birey olduğunu, aynı zamanda da bir Azeri olduğunu dile getiriyor. Seyyid Nesimi, Şah’a kul ol, ta k'eydeler, "Ahsente, Barek-Allah" o akl ü kifayete ( Seyyid Nesimi, ululara, velilere kul olur. Mükemmel, bereket ve iyilikler sunan o yüce Allah, yetkindir ve tamdır ve kimsenin aklına gereksinimi yoktur.) Bu dizelere bakarak Nesimi’nin kendisini “Seyyid” olarak tanımladığı görülmektedir. Bilindiği gibi Seyyid Hz. Muhammed’in çocukları ve torunları, Hz. Ali ve Eşi Hz. Fatıma’dan doğan, Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’dır. Bunlara toptan Ehlibeyt denmektedir. Hz. Ali Şah, Hz. Hüseyin ve onun soyundan gelenlere Seyyid ve Hz. Hasan ve onun soyundan gelenlere de Şerif denilmektedir. Nesimi, Seyyid olduğunu belirttiğine göre, soyunu Hz. Hüseyin’e dayandırdığını söyleyebiliriz. Yukarıdaki dizelerde, Nesimi, Şah’a kul olmak gerektiğini belirtiyor. Burada Şah, birinci anlamıyla Hz. Ali’yi, diğer bir anlamıyla da yolun ulusu, büyüğü, önderi anlamındadır. Bir mürşide, bir uluya bağlanmak, onun yolundan gitmek Nesimi’yi sevindiriyor. Nesimi, ulu insanların güzel duygulu, Allah’a yakın ve değerli insanlar olduğunu, bunları kavrayacak kadar da akıl yetisine sahip bulunduğunu belirtiyor. Burada “Seyyid” sözcüğünü hangi anlamda kullandığı net olarak belirgin değildir. Ozan’ın Azeri bir Türk aileden olduğu bilindiğine göre, “Seyyid” (yani Hz. Ali’nin ve dolayısıyla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in) soyundan geldiğini kesin olarak söylemek doğru değildir. Çünkü bunu kanıtlayacak kesin bir belge veya tarihi bir olay söz konusu değildir. Ozanın, “Seyyid” ismini o yola bağlı olduğunu belirtmek için kullanmış olabileceğini söylemek daha akılcı ve mantıklı gözükmektedir. Çünkü Seyyid sözcüğü aynı zaman da yol ulusu anlamında da kullanılmaktadır. Seyyid Nesimi, döneminin Türkçesiyle konuşmuş ve yazmıştır. Ozan, birçok yerleri dolaşmış, gittiği her yerde kendi fikirlerini ve eylemlerini yaymıştır. Şiirlerini ve görüşlerini açık bir şekilde korkusuzca anlatmış ve halkın gözünde ve gönlünde çok önemli bir değer kazanmıştır. Seyyid Nesimi, Türkçenin dışında, Farsça ve Arapçayı da iyi konuşan ve yazan birisiydi. Seyyid Nesimi, kendisinden önce yaşamış olan Yunus Emre’den, Hallac-ı Mansur’dan çok etkilenmiş, Mevlana’yı okumuş ve onların görüş ve düşüncelerini şiirlerinde yansıtmıştır. Seyyit Nesimi’nin yaşadığı dönem, tarihsel anlamda da çok önemli olayların yaşandığı bir dönemdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını Batı’ya doğru genişlettiği, Anadolu Beyliklerini tamamen ortadan kaldırdığı (1397) bir dönemdir. Bu dönem, 1. Murat, Yıldırım Beyazıt ve Mehmet Çelebi’nin Padişahlığı dönemine denk düşmektedir. Ozan, Timur’un Anadolu’yu kuşattığı (1402) yıllarda yaşamıştır. Anadolu halkı yıllarca yapılan savaşlardan ezilmiş, bıkmış ve yoksullaşmıştır. Yıldırım Beyazıt, Beylikleri tamamen ortadan kaldırmak için büyük bir savaşın içine girmiş ve halkın üzerinde yoğun bir baskı uygulamış ve büyük oranda vergiler yüklemiştir. O dönemde halk bir kurtuluş ve kurtarıcı arıyordu. Timur bu olgudan yararlanarak, Anadolu halkının bir kısmını yanına çekmiş ve bu destekle Anadolu’yu işgal etmiştir. Bu yıllarda Şeyh Bedrettin (1359–1420) büyük halk harekâtını başlatmıştı. Şeyh Bedrettin, düşünceleri ve eylemleriyle halk nezdinde çok seviliyor ve taraftar topluyordu. Bedreddin, aynı zamanda Tasavvufi düşünceleriyle Anadolu’nun insanlarını etkiliyordu. Yine o dönemlerde Anadolu’da birçok sufi ve bilge halkın içinde dolaşarak Bâtınilikle ve Tasavvufla ilgili görüşleri yayıyorlardı. Bu sufilerden veya ozanlardan birisi de Seyyid Nesimi’ydi. “Nesimi Fazlullah’ın aciz bir kuludur Fazl Hak’dır, Fazl Hak’dır, Halikımız” (Melikoff; age. S.189) (Nesimi Fazlullah’ın bilgisiz, yetersiz hizmetlisidir/ Çünkü Fazlullah, uludur, beni yaratandır, ben onunla özümü buldum.) Bu dizelerden da anlaşılacağı gibi, Seyyid Nesimi, Fazullah’ı kendisi için en büyük dost olarak görüyor ve onu, kendisini yeniden yaratan bir insan olarak değerlendiriyor. Nesimi, adeta, kendini Fazlullah Hurufi’nin hizmetçisi konumuna sokarak ondan ne kadar etkilendiğini, düşünsel besinini ondan aldığını açıkça belirtmektedir. Nesimi, Hurufilikten etkilenen ve Hurufiliği Anadolu topraklarında yayan ozan ve bilgedir. Kendisi de Anadolu ozanlarından, bilgelerinden hem etkilenmiş ve hem de onları çok etkilemiştir. Bu etkinin günümüzde de olanca canlılığıyla sürdüğü bir gerçektir. Seyyid Nesimi’nin, Fazlullah’tan sonra en çok etkilendiği kişi Hallacı Mansur’dur. Hallacı Mansur’un “Enel Hak” (Ben Hakk’ım, Hak bende, ben Hak’tayım) görüşü, Nesimi tarafından güçlü bir şekilde savunulmuş ve bu görüşten dolayı da derisi yüzüler korkunç bir şekilde öldürülmüştür. Fazlullah Hurufi, 1339’da Astrabad’da doğmuştur. Karmatilerden etkilenmiştir. Karmatilik, İsmailiye Mezhebinin (Yediciler) bir koludur. Karmatiler; öbür dünya kavramını dışlayan, Cennet ve Cehennem’in bu dünyada yaşandığını savunan ve dünyadaki malların ortak paylaşılması gerektiğini söyleyen Bâtıni bir akımdır. Fazlullah bir ara Kalender’ilere de katılır. Mekke’ye gidip Hac görevini yerine getiren Fazlullah, belirli bir süre Harezm’de de kalır. Fazlullah, burada, daha sonra “Hurufilik” adını alacak olan görüşlerini açıklamaya başlar. Cavidan-i Kebir isimli kitabıyla, Hurufiliği yayamaya çalışır. Fazlullah bu görüşlerini açıkladıktan sonra büyük tepkilerle karşılaşır. Ama aynı zamanda kendine birçok taraftar da bulur. Fazlullah Hurufi, Hurufili adıyla anılan görüşlerinde, sayılarla gerçeğe ulaşmanın, sayısal dizgelerle var oluşun gizemini çözmeye çalıştı. Fazlullah’ın bu görüşlerinden dolayı, gerici ve tutucu kesimler, onun, Kuran’a şirk koştuğunu ileri sürdüler. Fazullah Hurufi, 1394 yılında görüşlerinden dolayı öldürülmüştür. Fazlullah ölmeden önce kendisinin düşüncelerini ve öğretilerini devam ettirmesi için, Nesimi’yi halife seçmiştir. (Alevilik ve Günümüzdeki Sorunları; Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezi Yay. 2004;Vecihi Timuroğlu Makalesi; Sayfa; 45) Nesimi, Hurufiliği en çok savunan ve bu öğretiyi korkusuzca yayan bir ozan, bir düşünür olmuştur. Hallac-ı Mansur, 857 yılında İran’ın Tur kentinde dünyaya gelmiştir. Dedesi Zerdüşt inancına bağlı biriydi. Hallac, Basra’da eğitim gördü. Basra’da o dönemde Mutezile akımı hızlı bir şekilde gelişiyordu. Kendisi de bu akımdan etkilendi. Mutezile akımının önde gelen isimlerinden (Suhl Tuştar’i, Nakki) tasavvuf eğitimi almıştır. Hallac, üç kez Hac’ca gitti,. 900’lü yıllarda üçüncü kez gittiği Hac sırasında, halkın önüne çıkarak, insanların “kendisini” aşağılamasını istiyordu. Burada söz konusu olan şey, Mansur’un kendisini bütünün bir parçası olarak değerlendirmesidir. Parçanın bütünle birleşeceğini, kendisinin bütünden geldiğini ve yine o bütüne döneceğini bilen Mansur, “beni öldürün, ben ölüyüm” diyerek insanlara yalvarıyordu. İnsanlar, Mansur’un bu davranışından bir şey anlamadıkları için onu “deli” diye geçiştiriyorlardı. Bir Cuma günü; Anm Mansur Camisi, tıklım tıklım dolu namaz kılarken, hoca ibadetini bitirdikten sonra, minbere çıkıp, orada bulunan topluluğa “Enel Hak” (Ben Tanrıyım, Tanrı benim içimde, özümdedir) dedi. İşte bu söz onu hapse attırdı ve 26 Mart 922’de bedeni dilim dilim kesilerek idam edilmesine neden oldu. İnsanlık tarihinde “Enel Hak” sözü kadar, hiç bir söz, bu kadar etkili olmamıştır. Hallac-ı Mansur’dan sonra da yine birçok düşün insanı, ozan, veli, vs. bu görüşten dolayı yargılanmış, itilmiş, dövülmüş, öldürülmüş ve asılmıştır. Hallac-ı Mansur kendisinden sonra gelen birçok felsefeyi, öğretiyi, düşün insanını, yazarı-çizeri, dünya görüşünü… vs. etkiledi. Alevi-Bektaşi ozanlarının tümü Mansur’dan etkilenmişlerdir. Bu ozanlardan birisi de Seyyid Nesimi’dir. Nesimi’nin ölümü de Hallac-ı Mansur’un öldürülme biçimine yakındır. Hallac-ı Mansur, tüm bedeni dilim dilim kesilerek öldürülürken, Nesimi de derisi yüzülerek öldürülmüştür. Seyyid Nesimi, Tekke Edebiyatı’nın çok güçlü bir ozanıdır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanın, felsefecinin ve düşün insanının öncülü olmuştur. Seyyid Nesimi, savunduğu konuda bilinçli, bilgili, coşkulu ve korkusuz bir ozandır. Düşündüklerini açıkça dile döken bir ozan olması, o dönem birçok kesimi rahatsız etmiş, Kuran’a getirdiği yorumlarla kimileri tarafından “zındık” olarak gösterilmiş ve bundan dolayı da yaşamı boyunca hep baskı altında tutulmuştur. Seyyid Nesimi, Azeri kökenli bir Türkmen’dir. Ozan, bir dörtlüğünde şu dizeleri söyler; Neçe gizli diyem, benden seni kim Neye kim bakarım, anda ayansın Arap nutku tutulmuştur dilinden Seni kimdir diyen, kim Türkmensin ( Kaygusuz; age) Bu dizelerde Ozan; “ben kendimi neden gizliyeyim, kim gizler beni senden/ben anında konuşan açık insanım, her yerde aynıyım/ Arapça konuşan biri değilim, bu dilde sözlerim akmaz/Sen kimsin diyenlere ben Türkçe konuşan, Türkçe düşünen Türkmenim, demiştir”. Bu dizelerde Nesimi, kendi kimliğini açıkça dile getirmiş ve kendi aidiyetini Türk veya Türkmen olarak belirtmiştir. Demek ki o dönemde, bu yönde baskılar görmekteydi. Ama o, baskılara boyun eğmemiş ve kimliğini açıkça ortaya koymuştur. Şu dizelere bir bakalım; Can ile ten oldı bir hakikat Birleşti şeriat ü tarikat (Gürbüz Şimşek www.pirsultanabdal.biz) (Can’la ten (beden) birleşti tek gerçek oldu; şeriatla tarikat birleşti). Can, bedene erk veren, enerji sağlayan, bedeni hareket ettiren güçtür. Can, bedene girerek ona kimlik sunar. Ona, gerçeklik ve nesnellik katar. Gizil konumda ve evrensel enerjinin içinde bulunan tin (ruh), görünüş alanına çıkarak kendini var eder. Bunun için bir bedene gereksinim duyar. Ozan tarafından, beden Şeriat, can ise Tarikat olarak dile getirilmiştir. Şeriat açık-seçik ve görünür gerçekliktir. Tarikat ise, o gerçekliği oluşturan gizil gerçekliğe erişmek için, girilmesi gereken yol olarak sunulmuştur. Küller yer ü gök Hak oldu mutlu Söyle def ü çeng ü ney “Enel-Hak (Her şey; yer ve gök ne varsa Hak (gerçek)’tır. /Bunu çalgılarla (def, ney… vs.) dile getir ve de ki “Enel- Hak” (Ben Tanrı’yım, Tanrı bende mevcut.) Bu dizelerde, tümtanrıcılık (Panteist) anlayışının egemen olduğu görülmektedir. Ozan, yerde, gökte, nerede ne varsa her şeyi Hak (Tanrı) içinde bulunduğunu, Tanrı’nın da her şeyin içinde mevcut olduğunu belirterek, ney, def, vs. gibi sazlar çalıp neşe ve eğlence içinde bunu duyurmakta (Enel-Hak demekte) sakınca görmediğini söylemektedir. Nesimi, Tanrı-doğa ve insanın biri bütün olduğunu, korkusuzca dile getirmektedir. Âdemde tecelli kıldı Allah Kıl âdeme secde olma gümrah.. (Allah insanda mevcuttur/Bundan dolayı insanları seviniz. Sakın bu yoldan ayrılmayın.) Nesimi, Tanrı’nın insanda göründüğünü, insanla görünüre çıktığını açıkça belirtiyor: Tasavvuf anlayışında Tanrı+İnsan birlikteliği temel bir görüş olarak savunulmaktadır. Alevi Tasavvufu’nda, Tanrı, insandan ayrı değildir. O halde insana tapınmak, insanı sevmek, Tanrı’yı, Allah’ı sevmektir. Nesimi, insanları seviniz, yoldan ayrılmayınız (Gümrah) diyor. İnsanı sevmemeyi, gümrah olmakla (yoldan çıkmakla) eşdeğer gören Nesimi’nin, temel felsefesi “Tanrı+insan birlikteliği ve sevgi üzerine kurmuştur. Yukarıdaki dizelerde bu görüşü açıkça görmekteyiz. Nar benem, şecer benem Arş’e çıkan hacer benem Gör bu odun zebanesin Ben bu zebane sığmazam ( Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörü; Lütfi Kaleli Makalesi; Ümit Yay. 1995; sayfa 325) ( Ateş benim, ağaç benim/ en üst gök katına (Tanrı katı) giden benim/bu odunun alevini gör, ben bu aleve sığmazam, demektedir.) Nesimi, bu dizlerde, neden ve sonuç ilişkisini belirterek, ikisinin aynı şey olduğunu belirtiyor. Ozanın bu dizelerinde Vahdeti Mevcut anlayışı egemendir. Vahdeti Mevcut, var olanların bir bütün olduğunu savunur. Buna göre her şey, her şeydir. Evren her şeyin toplamıdır. Ateş, ateş olmadan önce odunun içinde gizlidir. O halde odun ateş, ateş de odundur. Ateş açığa çıkmadığı sürece biz onu göremeyiz. Oysa, biz onu göremezsek de, o odunun potansiyelinde mevcuttur. Nedensellik bağı içinde, koşullar oluştuğunda, ateş odunun içinden dışa yansır ve bilincimiz onu kavrar. Odunun yanması sonucunda ateş, odunun özünden açığa çıkmıştır. Neden-sonuç ilişkisiyle gizli konumda bulunan ateş açığa çıkmıştır. O halde, her şey her şeyse ve her şey birbiriyle bağıntıları içinde mevcutsa o zaman ben de ateşim, ben de odunum, ben de bulutum, yağmurum vs. diyen Nesimi, bu anlayışla varlığı bir bütünsellik içinde gördüğünü açıklamaktadır. Ozan, Arş’a (inanca göre göğün en üst katı, Tanrı katı) çıkan, tanrısal alanda bulunan benim diyerek, miraç’tan söz etmektedir. Ozan, bu odunun alevini görün, ben bu aleve sığmam diyor. Kendisini evrensel bütünlükle birleştiren bir anlayışla, evrensel özün kendisinde mevcut olduğunu, varlığı parça parça değerlendirmenin yanlışlığını vurgulamaktadır. Varlık bir bütündür. Parça ise bütünden çıkmıştır. Ama her parça bütüne döner. Odun bir parçadır. Odun yandığında bütüne döner. Bütünsel enerjinin içinde gizil varlık olarak devamlılığını sürdürür. Bu belayı dilarayı temaşa eyle ey dil Acep suret acep heyet budur Tur-u kelamullah Acayip mazhar-ı Hak’tır Huvellah-ül ebed daim Eğer Hak'tır desem vacip budur celle celalullah (Ey dil, yaralı gönlüme bakıp da bana acı çektirme/ o kadar gezdim, dolaştım, gördüğüm her şey Allah’ın sözünü söylüyor. Sen bunca varlığın dilini anlamadın mı?/ Açığa çıkmış olan ve sürekli Hak veya Allah diyen bu kadar varlığı görmüyor musun?/ Eğer ben bunların hepsi Hak’tır (gerçektir) bunların hepsi uludur, yücedir desem, bana nasıl davranırsın ya da gerekli olanı yerine getirir misin? ) Ozan bu dizelerde, açıkça tüm doğayı Tanrı olarak değerlendiriyor. Var olan her şeyin Tanrı’yı oluşturduğunu belirtiyor. Ozana göre, var olan tüm varlıklar, görüntüleri, davranışları, ortaya koydukları sonuçları ve özleriyle tanrısal belirtilerini ortaya koyuyorlar demektedir. Ozana göre, yeter ki, bu gerçekliği, algılayacak bilinç, görecek göz ve duyacak kulak olsun. Görülen ya da görülmeyen tüm varlıklar, Tanrı’nın özüdür. Var olan şeyler, Tanrı’nın dışında, ötesinde ya da berisinde değil, O’nun tamamen kendisidir. Ozana göre, bunu anlayan insan olgunluğa erişmiş ve kendisini aşmıştır, o insan, artık kendisine, özüne olan “yabancılığı” kaldırmıştır. Ger açuh ise basiretin bah Gör sende Hak’ı vü gitme irah (Gürbüz Şimşek www.pirsultanabdal.biz) (Eğer gönül gözün açıksa, oraya bak da Hakk’ı özünde gör; sakın uzaklara gitme! Gönül gözleri olanlar Tanrı’ya yakın olanlardır. Bâtıni felsefede, gönül Tanrı’nın evidir. İnsanın gönül gözünün açık olması, varoluşun gizemini düşünceyle çözümlemesi ve kendi gerçekliği ile evrensel gerçekliği, Tanrısal özde görmesiyle olasıdır. Tanrı, açığa çıkmamış, gerçek olarak kendini var kılmamış olan, ama her zaman kendini gerçek nesnelliğe taşıyacak konumda bulunan ve bütün varlığı kapsayan “gizil nesnellik” boyutunda ki tümel varlıktır. Bu olguyu, duyu organlarımızla algılamamız olası değildir. Çünkü gizli nesnelliği görecek boyut bedenimizde mevcut değildir. O ancak düşüncede sezilebilir, tasarlanabilir ve betimlemeyle görülebilir. Bu da sezgisel akılla olasıdır. İşte sezgisel akıl boyutuna “gönül gözü” diyoruz. Gönül gözü açık olanlar, yani sezgisel akılla “gizil nesnelliğe” ulaşıp, Tanrı gerçekliğini kavrayanlar ancak velilerdir. Ozan bunu söylüyor. Veli, “ermiş, gerçeğe ulaşmış “ insandır. Onun tininde ayrılık, farklılık bulunmaz. Her şeyi bütünsellik içinde görür. Bütün tekten oluşurken, tek de bütünden gelir. Bu durum sonsuza kadar sürer. Üş bu menzilden, irenler tapuya Dahi muhtaç olmaz özge kapuya (Büyük Larousse; İlgili Madde) (İnsanın belirlediği hedefe ulaşabilmesi için doğruyu, gerçek bilgiyi ve doğru yolu seçmesi gerekiyor. Bu yol doğru bir yoldur. Bu yola girenlerin bir başka yol aramasına gerek yoktur.) Nesimi, bilincinde taşıdığı ve ölümüne savunduğu öğretisinin, insanları gerçek bilgiye taşıdığını vurgulayarak, insanların bu öğretiye değer vermelerini istemektedir. Nesimi’nin savunduğu Hurufilik, özünde Tanrı+Evren+İnsan birlikteliğini ön görür. Tüm varlığı bir bütünlük içinde değerlendirir. Varlığa ilişkin tüm gerçekliğin ise sayılarda ve harflerde gizli olduğunu belirtir. Suret-i Rahman buldum, suret-i Rahmen benim Ruh-i mutlak Hak Kelamı, kaf ve l-’Kur’an benim (1. Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri; ( HBVAKVGM Yay. 2000; Doç. Dr. Bülent YORULMAZ makalesi; sayfa; 393) ( Tanrı’nın yüzünü buldum, o yüz benim yüzümdür (insan yüzüdür)/ Ölümsüz ve sonsuz olan benim (insandır, var olan her şeydir), benim (insanın) sözüm Tanrı sözüdür. Ol deyince olan, olduran, konuşan Kuran benim, demektedir.) Nesimi, bu dizelerde en uç görüşlerini açıklayarak, vahdeti mevcut (varlıkların birliği) anlayışını belirtmiştir. Tanrı’nın insan suretiyle kendini açığa çıkardığını, insan yüzünün Tanrı’nın yüzünü taşıdığını, ölüm denilen şeyin olmadığını, evrenin ve varlığın sonsuz ve ölümün bir değişim, bir dönüşüm olduğunu, insan dilinin Tanrı’nın sözlerini yansıttığını, insanın konuşan Tanrı olduğunu..vs. belirterek, bu görüşünü açıkça dile getirmiştir. Nesimi’nin derisinin yüzülmesi, savunduğu bu aşırı görüşlerinden dolayıdır. Hak teâlâ, Âdemoğlu özüdür Otuz iki Hak kelâmı sözüdür Cümle âlem bil ki Allah özüdür Âdem ol candır ki güneş yüzüdür. (Tanrı, insanın özüdür/Farsça otuz iki harf Tanrının sözüdür/ Tüm evren Allah’ın özünden oluşmuştur/Bunu anlayan insan aydınlık yüzlüdür.) Ozan yukarıdaki dizelerde varlık-birliği düşüncesini açıkça dile getirmektedir. Tanrı+evren+insan özdeşliğini belirtmiştir. İlk dizede Tanrı’nın insanın özünde bulunduğunu söyleyen Nesimi, varlık-birliği görüşünü üçüncü dizede açıkça vurgulamıştır. Ozan, “Otuz iki Hak Kelamı” (Tanrı Sözü) derken, Fars alfabesinin otuz iki harften oluştuğuna vurgu yapmakta ve tüm evrenin bu otuz iki harfin farklı bileşimleri sonucunda oluştuğunu söylemektedir. Seyyid Nesimi, bir süre medrese eğitimi görmüş ve daha sonra Hurufiliğin kurucusu Fazlullah Hurufi’nin yanına giderek, onun öğrencisi olmuştur. Bu sırada Fazlullah’ın yanında Tasavvuf’u öğrenmiş ve Bâtıni görüşlerini ve düşüncelerini geliştirmiştir. Hurufiliği yaşamının her anında savunan Seyyid Nesimi, Hurufiliği her gittiği yere yaymış, tanıtmış ve bir Dai (yol görevlisi) gibi çalışmıştır. Seyyid Nesimi’nin en temel görüşü Varlık Birliği inancını savunmasıdır. Varlık Birliği, tüm evreni bir bütünlük içinde görür. Buna göre insan da, diğer tüm nesneler gibi Tanrı’dan bir parçadır. Tanrıysa her şeyin toplamıdır. Kamil İnsan Tanrı’ya en yakın olandır. Aslında, insanla-Tanrı arasında bir ayrım söz konusu değildir der. HURUFİLİK NEDİR? Seyit Nesimi’yi iyi anlayabilmek için Hurufiliği anlamamız gerekmektedir. Hurufilik varlığın oluşumunu “ses”e bağlar. Her şeyin temeli “ses”tir der. Görünen her varlığın ses olduğunu söyler. İki şeyi birbirine değdirirseniz “ses” çıkarır. Demek ki, şeylerin özünde “ses” gizil olarak bulunmaktadır. Ses insanda kendisini “söz” olarak açığa çıkarır. “Söz “ ise “harf”lerden oluşmaktadır. O halde “ses”in ve “söz”ün özü “harf”tir. Evrende her şey belli sayılardan oluşmaktadır. Hurufiliğe göre evrenin toplamı “matematiksel” bütünlükten oluşmuştur. Kur’an Yirmi sekiz harfin farklı, farklı bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. 28 harfle “söz” olup bilinçlerle akmıştır. Farsçada ise 32 harf vardır. Farsçada bulunup, Arapçada olmayan “p,ç,j,g” harfleri vardır. Bu harflerin yerini, Kuran’da “Lam, elif, mim, fe” almıştır. Fazlullah Hurufi de tüm söylemlerini bu otuz iki harfin farklı şekilde, farklı kombinezonlarda birleştirmesiyle oluşturmuştur. Fazlullah Hurufi Cavidan’ı (Fazlullah Hurufi’nin yazdığı kitap) otuz iki harfle yazmıştır. Hurufiliğe göre Tanrı, gizli hazine (Küntü kez) konumundayken, ilk açığa çıkışını “söz” ile gerçekleştirmiştir. Bundan dolayı da “söz” varlığın “ilk neden”idir. Her sözün de sayısal bir değeri vardır. Kutsal Kitaplar da “her şeyden önce söz vardı” der. Ses “gizil nesnel” konumdaki varlığın eyleme dönüşüp görünür evrene taşınmasıyla oluşan ya da varlaşan her şeyde vardır. Ses canlı varlıklarda her an açığa çıkar. Ama hareketliliği açıkça gözükmeyen ama hareketi veya devinimi “özünde” var olan cansız maddede ise “ses” her zaman algılanmaz. Çünkü cansız dediğimiz varlıklar doğanın dilsiz varlığıdır. Onların dili ve kendilerini açığa çıkarmaları, ışınımlar ve duyu organlarımızla algılayamadığımız enerji biçimiyledir. Ancak cansız dediğimiz varlıklardan en az ikisini birbirine vurduğumuzda ses duyarız. İnsan sesi olgunlaşmış sestir. Olgunlaşmış ve belirli bir düzenle açığa çıkan ses söz olur. Böylesi bir ses yani söz, uyarıcı ve anlamlıdır. Çünkü böylesi bir ses doğanın sözcüsüdür. O halde insan konuşan doğadır. Söz, Doğanın aklını, işleyişini, varlığını, oluşunu dile getirir. Doğanın toplamı ise “Tanrı”dır. O halde konuşan doğa “Tanrı”nın kendisidir. İnsan da “konuşan Tanrı”dır. Hurufiliğe göre, Tanrısal sırlar, harf ve sayılarda gizlidir. Çünkü harf ve sayılar “söz” veya “ses” in eyleme dönüşmesinin soyut kavramlarıdırlar. İnsan bedeni ise görünen somut bir varlıktır ve milyarlarca hücrenin birleşmesinden oluşmuştur. İnsanın yüzü Hakikatin aynasıdır. Çünkü Tanrı kendi varlığını insan yüzüne yansıtmıştır. İnsan yüzünde belirli “sayılar” ve “harfler” bulunur. Varlıkta bulunan bu “harf” ve “sayılar” ortaya çıkarılırsa “ oluştaki gizler de çözülmüş olur. Buna göre insan yüzünde, doğuştan gelen 2 kaş, 4 kirpik, 1 saç olmak üzere 7 konumlu veya kümeli kıl bulunmaktadır. Bunlar “Ana Hatlardır.”Bu ana hatlar konumlandıkları yerle birlikte toplam 14 ederler. Ayrıca sonradan, yetişkin erkek çocuklarında, 2 sakal, 2 bıyık, 2 burun ve 1 çene altı olmak üzere 7 konumlu veya kümeli kıl daha oluşur ve böylece kılların konumlandığı hatların sayısı da 14 eder. Buna “baba hatlar” denir. Buna 14 adet de kılların konumlandığı hatlar eklenirse bu sayı 28’e ulaşır. Hurufiliğe göre insan “Konuşan Tanrı”dır. Fazlullah Hurufi bu sayıyı Farsça Alfabesinin harf sayısı olan 32’ye çıkarmıştır. İnsan yüzünde var olan bu kıllardan çene altında ve saçımızda ki kıları 2’ye ayırdığımızda hat sayısı 16 eder. Demek ki 16 hat ve onların konumlandıkları yer ile birlikte 32 eder. Bu sayı da Farsçadaki harflere eşittir. Fazlullah evrende oluşan her şeyin bu otuz iki harfin farklı şekilde bileşmesinden meydana geldiğini belirtmiştir. Kendisine tanrısallıkta yükleyen Fazlullah, bu yüzden yargılanmış ve öldürülmüştür. Hurufilik insanı tanrılaştırır. Hurufiliğe göre evren mutlak varlığın (Tanrı’nın) açığa çıkmasıdır. Ancak bu açığa çıkış (gizli) güçler âleminden doğa ve nesneler âlemine geliş şeklinde olmuştur. Hurufiliğe göre, göklerle dört unsurun (su, hava, ateş ve toprak) birleşmesinden cansızlar, bitkiler, canlılar ve insan oluşmuştur. Hurufilik, toprağı insanın gövdesine, suyu damarlarda ki kana, ateşi bedendeki ortalama ısıya ve sesi de rüzgâra benzetir. Hurufiliğe göre oluş üç aşamada gerçekleşmiştir: 1-) Nübüvvet, 2-) İmamet, 3-) Ulûhiyet. Nübüvvet: Peygamberlik demektir. Peygamberlik “Âdem” ile başlamıştır ve Hz. Muhammed’le bitmiştir. Bundan sonra Peygamber gelmeyecektir. İmamet: İmam demektir. İmamlık Hz. Ali’yle başlamıştır. On birinci imam olan Hasanül Askeri ile sona ermiştir. 12. İmam olan Mehdi gizlenmiştir. O gelecekte bozulan toplumları düzeltmek için bir gün gelecektir. İşte Fazlullah “Mehdi” olarak dünyaya gelmiştir. Yani Fazl “Mehdi”dir. Ulûhiyet: Tanrısallık aşamasıdır. Bu aşamaya gelmiş olan birisi tüm gerçekliğe ermiştir. Birçok özellik onun özünde dışa yansımış ve açığa çıkmıştır. Olgunluk, iyilik, aşk, aydınlık, bilgi, velilik vs gibi değerler, bu makama ulaşmış bir insanın nitelikleridir. Fazl, kendisinin bu özelliklere sahip olduğunu belirtmiş ve kendisine “Tanrısal özellikler” yüklemiştir. Hurufiliğe göre, Fazlullah’ın görüşlerini bilmek, ona inanmak gerekir. Çünkü o son “Tanıktır”. İnsanların olgunlaşması için Fazl’ı bilmeleri ve onun görüşlerine ulaşmaları gerekir. Seyyid Nesimi, Hurufiliği o kadar derinden ve o kadar coşkulu bir şekilde savunmuştur ki; O, Hurufiliğin kurucusu Fazlullah’tan daha çok öne çıkmıştır. Tarihsel süreç içinde Fazlullah neredeyse unutulmuş ve Hurufilik Seyyid Nesimi ile özdeşleşmiş ve onunla anılır olmuştur. Bugün bile Hurufilik deyince ilk akla gelen kişi Seyyid Nesimi’dir. Bunun böyle olmasının maddi temelleri de bulunmaktadır. Seyyid Nesimi savunduğu görüşleri yüzünden derisi yüzülerek öldürülen bir ozandır. Onun ölümsüzleşmesinde bu olayın küçümsenemez etkisi vardır, çünkü bedel ödemiştir. Bedel ödeyerek ölen birisi, başka bedenlerde sürekli ve yeniden bedenleşir ve ölümsüzleşir. Fazl-ı Hak’dan ben hidayet bulmuşam Suretün nakşini ayet bulmuşam Mertebe âlemde, gayet bulmuşam Ol sebebden ben Velayet bulmuşam (A. Celalettin Ulusoy; Yedi Ulular.) (Fazlullah’ın görüşlerinde doğru yolu, gerçeği buldum/ onun görüntüsünde tüm gerçek işlenmiştir, ben onun yüzünde oluşun gizini buldum/ kesin olarak evrendeki en üst aşamayı onda buldum/bu sebepten dolayı da ben O’nu önder, veli gördüm.) Bu dizelerde Nesimi, Fazlullah Hurufi’ye Tanrısallık yükleyerek O’nun görüş ve düşüncelerinin tüm gerçekliği yansıttığını, O’nun Tanrısal görüntüye sahip olduğunu; kesin olarak Fazlullah’ın, var olanların en yüksek aşamasında bulunduğunu, en büyük veli olduğunu, yetkin ve engin bir konumda bulunduğunu açıkça vurgulamıştır. Fazlullah, kendisinin “Mehdi” olduğunu belirtmiş ve sapkın konumda ki insanları doğru yola getirmek için dünyaya gelmiş bulunduğunu belirtmiştir. Hurufiler O’nu ulûhiyet aşmasına ulaşmış bir veli olarak görmüşlerdir. Yani ona Tanrılık sıfatı yüklemişlerdir. Nesimi’nin yukarıdaki dizelerinde de bu düşünceyi görmekteyiz. Fitnedir aynın yüzün Şems ü kamer Fitne-i devr-i kamer sensin meğer Suretin Hak’tır budur haktan haber Söyleyen Hak’tır veli adı beşer (Atilla Özkırımlı; Türk Edebiyatı Tarihi Cilt 1, sayfa 684) (Kıskanılacak kadar güzelsin. Yüzün güneş ve ay gibi parlıyor/ demek ki sürekli devinip duran ay senmişsin/ senin görüntün Hak’tır (gerçektir), senin gerçekliğin, güzelliğin bunu gösteriyor/ söyleyen, konuşan Hakk’dır. Hak gibi konuşan, veli ve olgunlaşmış, en yüksek aşamaya gelmiş, davranışı ve görüntüsüyle ulu bir nitelik kazanmış insandır O, demiştir.) Nesimi, bu dizelerde, Fazlullah’ın yüzünü aydınlık saçan güneşe ve ay’a benzeterek, bu görüntüsüyle insanları kıskandıracak güzellikler içinde bulunduğunu belirtiyor. Işınlarını güneşten alıp, dünyaya gönderen ve karanlığı aydınlatan ay gibi, Fazlullah’ın da, görüş ve düşünceleriyle her zaman insanları aydınlatacağını söylüyor. Fazlullah’ın, bu yapısıyla, olgunluğu, engin görüş ve düşünceleriyle Tanrı’da olması gereken değerleri yansıttığını, tanrısal olanı bize gösterdiğini söylemektedir. “Mansur “Enel-Hak” söyledi Hakdır sözü, Hak söyledi” (İsmet Zeki Eyüboğlu; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay. 1991) Seyyid Nesimi yukarıdaki dizelerde, Hallac-ı Mansur (857–922)’un dile getirdiği “EnelHak” (Tanrı’sal gerçeğe ulaştığını ve Tanrı’nın kendinde görünür duruma geldiğini söyleyen söz) görüşüne aynen katıldığını açıkça dile getirmiştir. Nesimi’ye göre, insanla Tanrı’nın özü aynıdır. Bu anlamda insanı Tanrı’dan ayırmak doğru değildir. Çünkü Tanrı insanın içinde yani özündedir. Ozana göre, Tanrı’yı, insanın özünden ayırmak, ham düşüncenin ürünüdür. İlmi-i tevhid okuyan, medrese ilmin okumaz Gör ki bu ravzada ol sırrı esrar nedir. (Kaygusuz age.) (Evrenin birliğine erişmiş bir insanın, medresede eğitim almasına gerek yoktur./Gör ki, bu sözü edilen cennet’in onca gizi nedir?) Seyyid Nesimi, bu dizelerde, var oluşun birliğine ulaşan, Tanrı’yla-İnsanı veya varlığı bir bütün olarak görenler ve bunu bilenler için Medrese eğitimi almaya gerek yoktur. Bu bilince ulaşanlar için Cennetteki bahçenin gizemini çözmek çok da zor değildir demektedir. Görüldüğü gibi ozan, varlığın birliğini savunmaktadır. Var olan her şey, bir bütünün belirtisidir. Teki, tümden, tümü tekten ayırmak var oluşun gizemine ulaşamamaktır. Ol kaadir-i Kün feyekün lütfedici rahman benim Kesmeden rızkını veren, cümlelere sultan benim (Kaygusuz age.) ( O her şeye gücü yeten ve yer şeye ol deyince olduran yaratıcı benim./erkesin yiyeceğini sürekli veren, o gücü var eden benim.) Nesimi’nin, bu dizelerde, Vahdeti Mevcutçu (varlıkların birliği) bir anlayışı savunduğunu görmekteyiz. Ozan; görünmeyeni, görünene taşıyan, evreni oluşturan, iyiliği, güzelliği özünde bulunduran, varlığın farkına varan, dünyadaki nimetleri (yiyecek, içecek) var eden, tüm varlığa bunları sunan benim diyor. Kendisiyle doğayı, doğayla Tanrı’yı bir görüyor. Özünü kim ki bildi, buldu Hakk’ı Özünü bilmeyenler oldu şaki Ey hakkı isteyen gel insan ol Kara taş olma, lal ü mercan ol Bu dizelerde ozan, kendini bilen, var oluşun gizine ulaşan, hakikat aşamasına gelen bir insan kendi özüyle, Tanrı’nın özünün aynı olduğunu bilir diyor. Bunu bilmeyen kişinin kendi özüne yabancı olduğunu, eğer kişi hamlıktan çıkıp, insan olmak istiyorsa, kara bir taş gibi değersiz olmak değil, kendisini işleyerek, hamlıktan olgunluğa geçerek, değerli bir maden konumuna gelmesi gerekir demektedir. Görüldüğü gibi Seyyid Nesimi, Tanrı’yla insanı birbirinden ayırmıyor. İnsan olmanın da basamakları vardır diyor. Buna göre, ham, cahil olan, biçime bakıp, özden uzak bulunan insanların Tanrı+İnsan birlikteliğine ulaşması olanaksızdır. Bu gerçeğe ulaşması için insanın kendisini yetiştirmesi, gönül kalbini Tanrısal sevgiyle doldurması, bilgi ve gerekli birikimi alması gerekmektedir. Boş ve ham bir insana ne dersen de, o böylesi konuları anlayamaz. Ozana göre insanın da bir Mercan gibi kendisini işlemesi, bilgiye yönelmesi, sevgiyi özüne taşıması zorunludur. “Âdemde tecelli eyledi Allah Kıl âdeme secde, olma güm-rah” (Eyüboğlu; Türk Şiirinde Tanrı’ya Kafa Tutanlar; Kaynak Yay.3. bası. 1995sayfa. 57) (Allah, insan da ortaya çıktı, nesnede belirdi/Bundan dolayı da, insana tapın, yanlışa sapma, demektedir). Ozan, iyi bil ki Allah insanın özünde mevcuttur. İnsanın yüzünde açığa çıkarak kendini göstermiştir. Gel doğru yoldan sapma, insana niyaz et demektedir. Bu dizeler açıkça, Nesimi’nin tasavvufta ulaşmış olduğu seviyeyi göstermektedir. İnsan sevgi varlığıdır. İnsanın insana sevgi duyması Tanrı’ya duyulan sevgiyle aynıdır. Tanrı’yı seven insanı da sevmelidir. Çünkü Tanrıİnsan birdir. İkisini birbirinden ayırmak olanaksızdır. Ama bu gerçekliği herkes anlayamaz. Bu hakikate ancak ulular, veliler, mürşitler, olgun insanlar ulaşabilirler. Bu bir bilinç ve sevgi, aşk işidir. Aşk, insan tininin geldiği ana kaynağa dönmek için tutkuyla yöneldiği aşırı istektir. Ama bu kaynağa boş ve biçimsel mantıkla ulaşılamaz. Bu kaynağın farkına varan, bu kaynağı çözümleyen, bu kaynakla kendi arasındaki perdeyi kaldıran insan artık o kaynağa yaşarken de ulaşmış olur. Seyyid Nesimi, inançlarından ve görüşlerinden ödün vermeyen bir yapıya sahipti. Hallac-ı Mansur’un Enel-Hak görüşünü benimsemiş ve dolaştığı yerlerde bu görüşü yaymıştır. Şiirlerinde bu düşünceyi sürekli işlemiştir. Anadolu’da Alevilerin yoğun yaşadıkları yerleri de gezen Nesimi, buralarda ilgiyle karşılanmış ve görüşlerine değer verilmiştir. Seyyid Nesimi, zeki, mantıklı, sezgi gücü yüksek ve algılaması derin olan ve imgelem gücü çok üst noktalarda bulunan bir bilge insandı. O, Bâtıni ve Tasavvufi konularında yetkin ve etkin görüşlere sahipti. Bundan dolayı da ürettiği eserlerle yalnızca kendi döneminde değil, kendisinden sonra da etkisini sürdürmüş ve bu etkisini günümüzde de devam ettirmiş olan bir ozan ve bilgedir. SEYYİT NESİMİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ 1402 Yıldırım Beyazıt Timur’a yenilir. Timur’un baskısı karşısında birçok insan bu toprakları terk etmek zorunda kalır. Anadolu halkı çaresiz kalmıştır. Bu dönemde Seyyid Nesimi’de Anadolu’dadır. Timur’un baskısından kaçan birçok Hurufiler de başka bölgelere kaçarlar. Seyyid Nesimi ise o tarihlerde Halep’e gider. Aslında bu karar kendisinin sonunu hazırlar. Nesimi, Halep’te de “Enel-Hak” anlayışını sürdürmüş ve hiçbir zaman düşüncelerinden asla taviz vermemiştir. Ozan, görüşlerini her zaman açıklıkla savunmuştur. Bu görüşlerinden dolayı da sapkınlıkla, kâfirlikle suçlanmıştır. Nesimi’nin “Enel-Hak” söylemine karşı çıkan ve bunu dinden sapmakla eşdeğer gören , “Mısır Memluk Hükümdarı Şeyh el-Müeyyed” (A. Celalettin Ulusoy; age) verdiği fetvayla O’nu Halep’te tutuklatmıştır. Tutukluluk süresince de düşüncelerinden ödün vermeyen Nesimi, yiğitçe ve mertçe bir duruş sergilemiştir. Nesimi’nin nu kararlı duruşu dönemin egemenlerini korkutmuştur. Dönemin Halep Müftüsü’nden görüş alınmış ve müftünün verdiği fetvayla, Nesimi’nin ölüm fermanı çıkarılmıştır. Bu fetva üzerine Seyyid Nesimi Halep’te, Halep Kalesi’nde derisi yüzülüp bedeni param parça edilerek öldürülmüştür. Ölüm emri verildikten sonra, Seyyid Nesimi şu dizeleri söyler: “Nagehan el rahmet-i Fazl-ı Huda Ol İmameddin sırr-ı Murtaza”(Şimşek; age; s.106) (Beni, ansızın ve hızla aldığınız kararla, Fazlullah’ın yanına gönderiyorsunuz/Oysa o imamların başı Murteza’dır. (Hz. Ali), siz bu gizi bilmiyorsunuz) Hemen karar alıp, düşünmeden, üzülmeden, beni Fazlullah’ın yanına gönderiyorsunuz. Fazlullah benim Huda’m. Ben onunla birim. Ölümden korkmuyorum. Ölüm benim için ölümsüzlüktür. Ben yok olmuyorum. Huda’ma (Tanrı’ma) kavuşuyorum. Ben İmameddin (ön ismi) olarak Hz. Ali’nin sırrını, gizini paylaşıyorum. Onunla birim, ben ondan ayrı değilim. Sizden korkmuyorum demiştir. Bir söylenceye göre Seyyid Nesimi’nin derisi yüzülürken hıncını alamayan fetva müftüsü şöyle demiş: “Bunun kanı pistir, bir uzva damlasa o uzvun kesilmesi gerekir.” Tam bu sırada Nesimi’nin bir parça kanı katil müftünün şahadet parmağının üstüne sıçramış. Meydanda bulunan halk, “Müftü Efendi fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi gerekir demiş.” Bunu duyan Katil Müftü, nesne gerekmez (yani kesmeye gerek yok, suyla temizledim) diyerek parmağındaki kanı yıkayarak ortadan kaldırmıştır. Bunun üzerine Nesimi, Müftü’ye şöyle seslenmiş: “Zahida bir parmağın kessen dönüp halktan kaçar Gör bu miskin aşığı serpa sayarlar ağlamaz”(Şimşek; age; S.106) Seyyid Nesimi bu dizelerde, kaba sofunun (zahit) bir parmağını dahi hafiften kessen, korkudan hemen kaçar; hele bir de tepkisiz dervişi görün, (ozan, yani beni görün demek istiyor. S.Z.) o sanki insan değil, bir hayal, ama tüm acılara karşı dimdik ayakta. Onurluca düşüncesini savunuyor, diyerek bu ham müftüyü eleştirmiştir. Seyyid Nesimi çok onurlu bir davranışla, kendi bildiklerinden ödün vermeden zalime karşı durmasını bilmiştir. İşte O’nu ölümsüz kılan bu onurlu duruşudur. Onun için sofunun Tanrı, Allah diyerek açıktan ibadet ettiğine aldanmamak gerekir. Ama Tanrı aşkına sahip olan ve tüm benliğiyle kendisini aşkına ve sevdiğine veren bir insanın derisini bile yüzseniz o yine de ağlamaz ve dik durur. Seyyid Nesimi’nin derisinin yüzülerek öldürüldüğü tarih, kimi kaynaklar 1404; kimi kaynaklar 1414, kimi kaynaklar ise 1418 olarak vermektedir. Seyyid Nesimi’nin türbesi Halep’tedir. (Suriye). Bu da gösteriyor ki; Seyyid Nesimi’nin ismi tek bir toprak parçasına, küçük bir bölgeye sığdırılamayacak kadar çok geniş bir alana yayılmıştır. Yedi ulu ozandan birisi olarak insanlığın kültür mirasına mal olan Seyyid Nesimi bu adını ve unvanını, yaşantısıyla, duruşuyla, şiirleriyle hak eden bir ozan ve bilge olmuştur. Nesimi’nin günümüze, biri Türkçe ve diğeri ise Farsça olan iki Divan’ı ulaşmıştır. Ayrıca birçok Üniversitede “Nesimi Divan”ları mevcuttur. Nesimi, anlam olarak Nesim’den gelmektedir. Nesim, esinti, hafif ve hoş rüzgâr anlamına gelmektedir. Nesimi de bu anlamda, yumuşak huylu, hoşgörülü anlamındadır. Gerçekten de Seyyid Nesimi, insana karşı hoşgörülü ve sevgi dolu bir bilinçle yaşamıştır. Şiirlerine baktığımızda, o dizelerde derin bir aşk ve sevgi görülmektedir. Bu kadar yoğun bir aşk hali ve sevgi olmasaydı, O, insanlık için dersini yüzdürür müydü? Bu yiğit, kararlı ve sevgi dolu ozana ve bilgeye insanlık olarak çok şey borçluyuz. Çünkü o zalimin karşın da dik durmasını bilmiş, görüşlerinden asla ödün vermemiş, düşünceleri nedeniyle ölümü hiçe saymış, bilincimize karalı ve onurlu olmanın değerini göstermiştir. ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER -1BENDE SIĞAR İKİ CİHAN Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam (Benim özüme iki dünya (yaşanılan dünya ve ahret S.Z) sığmış, ama ben bu dünyaya sığmıyorum. Mekânın, varolanın dışında bile cevher olarak varım. Bu mekânı var eden öz benim. Ama ben bu dünyaya, bu mekâna sığmam.) Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam (var olan var edenin delilidir. Bu delille gerçek hedefe varırsın. Ama ben bu gördüklerine sığmam, daha derinlerdedir varlığım. Bunun işareti var olanda mevcuttur.) Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam (Kimse şüphe ile tahminle hakkı (Tanrı’yı) bilemez. Hakk’ı bilen için, şüphe aşılmıştır. Ben Hakkı bilen birisi olarak şüphelere sığmam. Bende şüphelere yer yok.) Sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam (Görüntüye bakıp, özünü tanımaya engel koyma, şekilde özü tanı; maddeyle can benim. İkisiyle bütünüm. Ben ikisi arasında ayrımı kaldırmış biriyim. Bunları bilen birisi olarak ne cisme ne de cana sığmıyorum.) Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükkâna sığmazam (Ben hem sedef ve hem de inci gibi yapılan değerli bir madenim; hem de bu değerli madenleri yapanı gönül gözüyle ve bilgiyle arayan biriyim. İşlenmiş bunca varlık, bunca bez, bunca kumaş bir araya toplanmış dünyaya sığıyor, ben buraya sığmıyorum.) Genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam (Gizli olan benim, açığa çıkan ben, iş yapan benim, eylemde bulunan benim. Cevher benim, şeylerin ana kaynağı benim. Buna karşın ben denizlere, nehirlere sığmıyorum.) Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün Kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam (Mademki; en yüksek mekân, yeryüzü, dağ, yürüdüğüm toprak bende mevcut; Mademki bunlar Tanrı’nın ol demesiyle var oldu. Varoluşun gizini başka yerde aramaya gerek yoktur. Bundan sonra hiçbir söze ben sığmam.) Gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim Dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam (Gerçi ben her yeri kaplayan büyük mekânım. İsmim insandır, insanım ben. Tanrı’nın ol deyişiyle evrende var olan benim. Ben bu küçücük mekâna sığmam) Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zaman benim Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam (Tüm evrende yaşama güç veren benim. Sonsuzdan gelen, her zaman olan benim.Gör artık bu gerçekleri ben bu kısacık zamana sığmam.) Encüm ile felek benim vahy ile melek benim Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam (Yıldızlar, gök nesneleri, gezegenler, dünya benim. Tanrı’nın ilettiği söz, yarattığı melek benim. Ve sen dilini tut. Suskun ol; ben bu sözlere sığmam.) Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam (En küçük maddeden, en büyük maddeye kadar her şey benim. Sayı beni söyler; dört, beş, altı benim. Biçimimi görüp aldanma, Tanrı’nın sureti benim. Ben tüm şeyleri açıkça benliğimde taşıyorum. Bu hiçbir görüntüye sığmam.) Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam (Ben özümle, kendimle, niteliklerimle, belirtilerimle, değerimle, ulaştığım aşamayla, gönlümle; gül şekerli bitki gibi, dar mekânlara sığmam.) Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam (Taşıdığım bal ile şeker ile hem güneş, hem ay benim. Bedenlere ruh salan, enerji veren benim; ben bir bedenin ruhuna sığmam.) Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim Devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam (Çalınan saz, keman benim, yol gösteren pir benim, genç ve ham benim.Devlet gibi sonsuz benim, ben küçük bir zamana sığmam. Yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim Cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam (Dünyayı, gökyüzünü düzene sokan benim, geri dönüp bu düzenleri bozan da benim. Bütün şeyleri yazan benim. Ben küçük yazılara sığmam.) Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam (Ateşte yanan madde benim, çarkı çeviren, kayayı deviren benim. Bil ki odun terazisi benim, ben bu teraziye sığmam.) Gerçi bugün NESİMİ’yim Hâşîmî’yim Kureyş’îyim Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam (Ben bugün Nesimi’yim, Haşimi’yim, Kureyşi’yim. Kimliğim bu benim. Ben bu soydan gelmişim. Bundan dolayı da ne olduğum açıkça belli. Ululuğum buradan geliyor. Ben görünüşlere, ayetlere sığmam.) Ahsente; Güzel yapılı. Arş ; En yüksek gök. Tanrısal mekan. Ayan ; Belli olan. Ortaya çıkan. Ayet ; Açık delil. Eser. Kur’anın cümlesi. Azam ; Büyük. Bahr ; Büyük göl, nehir. Deniz. Barek Allah; Allah mübarek (değerli) etsin. Berat ; 1-) Nişan, rütbe. 2-) İnsanın gönül yolculuğunda Hakk’ın kendine göründüğü an. Beyan ; Açık söyleme, anlatma. Bidayet ; İlk önce; başlangıç. Can ; Hayati var eden enerji. Güç. Ruh. Cavidan ; Sonsuz. Civan ; Genç. Çarh ; Çark, tekerlek.Gök, sema. Çün ; Gibi,çünkü, madem ki. Dâr ; Yuva, yurt, mekan, ev. Madde alemi. Dehane ; Küp, deste, fırın gibi şeylerin ağzı. Çar ; Dört. Dehr ; Sonsuz Zaman. Dünya. Epsem ; Suskun. Encüm ; Yıldızlar. Felek ; Gök katı. Dünya. Ferş ; Yer yüzü. Güman ; Zan;Tahmin, Şüphe. Gümrah ; Yoldan çıkmış. Hacer ; Taş, kaya. Haşr ; Toplanmak, bir araya gelmek. İki Cihan (Dünya ve ahret) Kadr ; Değer, miktar. Kâf ; Ayağı Yere sertçe basma Kamer ; Ay Kân ; Bir şeyin ana kaynağı. Kifayet ; Yeterli miktarda olma, yetme, kâfi gelme. Lamekan ; Mekansız. Var oluşun öncesi Kevn ü mekan; Yaşanılan dünya. Varoluş. Kün Fekan ; Olma, Meydana gelme. Muhit ; Çevre. Nar ; Ateş. Nihan ; Gizli. Sır. Nişane ; Belirti, iz. Penc ; Beş. Piste ; Fıstık. Raht ; Döşeme. Revan ; Su gibi akıp giden. Ruh ; Bedene can veren enerji. Sıfat ; Nitelik, belirti. Sırât ; Geniş yol; Tanrısal yolu arama. Gönül yolu. Suret ; Biçim, görünüş. Şehd ; Bal. Şems ; Güneş Şeş ; Altı. Veli ; Ermiş, evliya, bilge. Vahy (vahiy) ; 1-)Tanrısal söz. 2-)İçe doğuş. 3-) İlham. Vü mani ; bütün engeller. Zan ; Şüphe, sezme. Zât ; Varlığın özü. Kendi. Zebane ; Terazi gibi bazı âletlerin dili andıran parçaları. -2CUŞA GELDİ Derya-yı muhit cuşa geldi Kevn ile mekân huruşa geldi (Denizler, karalar, her yer coştu/ Evren, tüm varlık eyleme geçti) Nakkaş bilindi, nakş içinde Lâl oldu uyan Bedahş içinde (Varlığın içinde, var oluşun gerçeğini gördüm/dilim tutuldu bu düzenli oluşumu görünce.) Küller yer ü gök Hak oldu mutlak Söyle def ü çeng ü ney “Enelhak” (Var olan her şey, yer ve gök Tanrı’nın özüdür./Bu gerçekleri çalgı eşliğinde açıkça söyle, bu gerçek “Enel Hak’tır”. (Ben Tanrı’yım) Âdemde tecelli kıldı Allah Kıl âdeme secde olma gümran. (Tanrı insanda kendini açığa çıkarmıştır/Bundan dolayı insana sevgi göster, değer ver.) Bedahş ; Bedahşan (Afganistan) yakutu. Kıymetli taş. Cuşa gelmek; Coşmak. Yoğunlaşmak. Çengü ; Saz eğlencesi. Def ; Çalgı aleti. Derya ; Deniz Enelhak ; Ben Tanrı’yım anlamında söz. Gümrah ; Yoldan çıkmış Huruş ; Coşma, telaş, şamata. Kevn ü Mekan; Evren, varlık. Lal ; Dili tutulmak. Muhit ; Çevre Nakkaş ; Nakşeden, nakış gibi işleyen. Kimsenin görmediğini gören,. Ney ; Çalgı aleti. Tecelli ; Görünme, belirme, açığa çıkma. -3GÜLDÜR GÜL Ben bugün prime vardım Pirin cemali güldür gül Oturmuş tahtı mekâna Tahtı revanı güldür gül Gülden terazi tutarlar Gülü gül ile tartarlar Gül alırlar gül satarlar Çarşı pazarı güldür gül Gülden değirmeni döner Onun ile gül döverler Akar arkı, döner çarkı Bendi pınarı güldür gül Ak ile kırmızı gül Çift yetişmiş bir bahçede Bakışları hare karşı Har-ı ezhanı güldür gül Gel ha gel SEYYİD NESİMİ Hak nefesi güldür gülün Şu öten garip bülbülün Derdi figanı güldür gül Ezhan ; Anlayış, kavrayış, fikir. Har ; Ateş. Hare ; Dağlanır gibi gözüken parlak çizgiler. Tahtı Revan ; En az iki kişi tarafından taşının tekerleksiz taşıt. -4GAZEL Senden ırağ ey sanem şâm u seher yanaram Vaslunı arzûlaram dahi beter yanaram Aşk ile şevkun odı cânuma kâr eyledi Gör nice tâbende uş şems ü kamer yanaram (Senden uzak kaldım, o güzelliğe, puta tapar gibi, gece gündüz yanarım/Oysa ben onun aslını özlerim, bundan dolayı daha çok yanarım/aşk ile isteğin önlenemez ateşi, canıma yetti/gör işte nasıl da ışıl ışıl, güneş ve ay gibi yanarım.) Senden ırağ olduğum bağrumı kan eyledi Oldı gözümden revân hûn-ı ciğer yanaram Şem-i ruhun sûreti karşuma gelmiş dürür Şaşaasından bana şule düşer yanaram ( Senden uzak olduğum için, sinem kan dolusu/gözlerimde yaşlar akar, ciğerimde kan akar gibi yanarım/yanağının sureti bir mum parıltısı gibi karşıma gelmiş duruyor gibi/parıltısından ışık yansıyor gibi algılıyor ve yanıyorum.) Sabr ile ârâm-ı dil kapdı elimden gamun Bâd-ı hevâdan değil gamdan eğer yanaram Çıkdı içimden tütün çerhi boyadı bütün Gör ki ne âteşdeyem gör ne kadar yanaram ( Sabır ile gamı, kederi atıp gönül huzuruna kavuşmam elimde/ boşuna, esen rüzgârdan yardım bekleme, çünkü gamdan, kederden yanarım/içimden dumanlar çıktı, bu tütün dumanı bütün gökyüzünü kapsadı/gör ki, bedenimi ne kadar büyük ateş kaplamış ondan yanarım.) Yanduğum ol yâra çün gizlü değil ben dahi Her ne kadar kim anın gönlü diler yanaram Müddei yanar dimiş gamda NESİMİ belî Gamda yanan yârı yâr çünkü sever yanaram ( Benim yandığım o yarın ateşi, bu gizli değil, çünkü onu ben biliyorum/kim ne kadar bilir onu bilmiyorum, ama ben onun için gönülden yanarım/Nesimi doğru söyler düşmanım bile gamda, kederde yanar/ çünkü seven insan, aşk ile yarine yanar, bunun içinde ben de keder dolu bir biçimde, yar aşkına yanarım.) Anın ; Onun ârâm-ı dil ; Gönül huzuru bad ; Yel, rüzgar. beli ; Doğru Çerhi ; Göğü Hevadan ; Boşuna hûn-ı ciğer ; Ciğer kanı kim ; Ki Müddei ; Düşman, Rakip Odı ; Ateşi Revan ; Akar Sanem; Put, güzel kimse, tapınılan. Şaşaasından ; Parıltısından Şam ; Akşam Şem-i ruhun; Yanağının mumunun Şems ü Kamer ; Güneş ve ay gibi. Şevkun ; İsteğin Şule ; Alev Tabende ; Işıl ışıl Uş ; İşte Vasıl ; Erişmek Vaslunu ; Valsını. -5KİTAP İSTEMEZ Vahdet kaynağından dolu içenler Kanmıştır badeye, şarap istemez Hakikat sırrına candan erenler Ermiştir mahbuba, mihrap istemez (Birlik kaynağını bilip onunla dolanlar/onların şarap içmesine gerek yoktur, onlar zaten coşkun durumdadırlar/gerçeğin gizine özünde varanlar/zaten sevgiliye, istediğine ulaşmıştır, bundan dolayı kıbleye, yöne gerek yoktur.) Bu yolda can yoktur, canan isterler Gönül kabesinde, erkân isterler Âdeme secdeyi her an isterler Başka bir ibadet, sevap istemez (Bu yolda ben yoktur, biz vardır, bu yola girenler bütünlük isterler/gönül sarayında yol, yordam isterler/insana tapınmayı her an isterler/insandan başkasına tapmaya gerek yok, başka iyilik istemez.) Ariftir Mushaf’tan dersler okuyan Tevrat’ı İncil’i ezber okuyan Cemal’i, Mushaf’ı bir bir okuyan Almıştır fermanı Kur’an istemez (Bilgindir, Kuran’dan dersler alan/Tevrat’ı, İncil’i ezber okuyan/İnsan yüzündeki gerçeği görebilen/almıştır tüm gerçeği, Kuran istemez. ) NESİMİ’yem, aşkla zar u zar olan Ezel ikrarında ber karar olan Kiramen kâtibe yar-ı gar olan Düşmüştür defteri, kitap istemez. (Nesimi’yem aşkla dolan, derin aşka tutuşan/başlangıçtan bu yana kararlı olan/iyilik ve kötülük meleğiyle arkadaş ve dost olan/defter veya kayıt tutmaya ve bunu içinde kitaba gerek yoktur. ) Bade ; 1- Tinsel olgunluk. 2- Şarap. Ber Karar; Bir karar. Kararlı olan. Cemal ; Yüz. Erkan ; Yol, yöntem. kurallar. Kiramen Katip; “Öbür dünyada” iyi ve kötü davranışlarımızı kayda geçiren melekler. Mahbub ; Sevgili, sevilmiş. Mihrap ; Camilerde Kıbleye dönük oyuk. Mushaf ; Kur’ân. Kitap. Vahdet ; Birlik, Allah’a ulaşma. Yar ı gar ; Arkadaşı, dostu olan. Zar u zar ; Aşkla dolan, derin aşka tutuşan, aşkla yaralanan. -6* TUYUĞLAR (DÖRTLÜKLER) Vermedik dil dilberin gîsûsuna Sığmaya âşıkların nâmûsuna Ser fedâdır fitne-i câdûsuna Can dahî kurbân kemân ebrûsuna (Dilberin saçına bir söz söylemedik/ âşıkların namusuna kötü söz söylemek bize sığmaz/bu kafa, bu beden fedadır, o güzel gözlere/bu can bile kurban olsun o alımlı keman gibi kaşlara.) Cadusu ; Gözü Gisusu ; saç Ser ; Baş Ebru ; Kaş. -7Bîvefa dünyâdan usandı gönül Yoh dedi dünyâyı yoh sandı gönül Düşdü aşkın odına yandı gönül Vahdetin kand-âbıdına kandı gönül (Dünyada İnsanlarda sevgi, dostluk kalmadı, bundan dolayı gönlüm kırgın/bu güvensizlikten dolayı gönlüm dünyayı da, insanları da yok sanıyor/oysa gönlüm bir aşka düştü ve aşkın ateşine yanıyor/bu aşk birliğin aşkı, gönlüm bu aşkın şeker gibi tatlı çekiciliğine kandı.) Bifeva; Vefasız. Yoh ; Yok. Od ; Ateş Vahdet; Birlik Ab ; Su Kand Abı; şeker suyu. -8Biz ki Rum içinde abdal olmuşuz Bu cihanda farigu’l-bal olmuşuz Üç fena mülkünde Pâ-mâl olmuşuz Uş mübarek – Vakt ü hoş hal olmuşuz. (Biz ki, Anadolu topraklarında gerçeğe ermişiz/bu dünyada güle, çiçeğe benzemiş bal olmuşuz. Balla çiçek gibi ayrı değiliz./bu dünyada yok olmuşuz, çiğnenmişiz ayaklar altında/Bu dünyadan göçtüğümüz zaman, bizi var eden kutlu ve ulu varlıkla bütünleşip hoş olacağız.) Abdal; Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış.Ona teslim olmuş,bu yolda çile çekmiş kimse. Farigu’l bal; Güle benzemek. Bal yapan çiçek olmak. Fena Mülkü ; Yokluk mekanı. Dünya. Pâ-mâl ; Ayak altında kalmak, çiğnenmek. Rum ;Horasandan Anadolu toprakları için kullandıkları söz. Vakt ; Vakit, zaman. -9Dünya benin diyenler kalmadı Sanasın kim bu cihana gelmedi Her vücuda bir nişan labüd gerek Bir nişansız er anadan gelmedi ( Dünya benim diyenler, bu dünyada kalmadı/kimse bu dünyaya sonsuzca gelmedi/her bedende bir iz, bir belirti mutlaka gerekir/sonsuzca bir iz, bir belirti bırakan gelmedi.) Labüd; Çok gerekli. Mutlaka Nişan ; İz, belirti. KAYNAKÇA BİRDOĞAN, Nejat; Alevi kaynakları 1. Cilt; Kaynak Yay.1996 Büyük Larousse; İlgili Madde) BİRDOĞAN, Nejat; Alevi kaynakları 1. Cilt; Kaynak Yay.1996 EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay. 1991) ) EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevilik- Sünnilik- İslam Düşüncesi; Der Yay. 1989 EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Türk Şiirinde Tanrı’ya Kafa Tutanlar; Kaynak Yy..3.Bs 1995 KALELİ, Lütfi; Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörü; Ümit Yay. 1995 (Makale) KAYGUSUZ, İsmail; Alevilik, İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi ve Uluları; Alev Yay.1.Cilt. 1995 MELİKOFF, İrene; Uyur İdik Uyardılar; Cem Yay. I. Bas. 1993. ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk Edebiyatı Tarihi Cilt 1; ŞİMŞEK, Gürbüz; www.pirsultanabdal.biz ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can Yay.1. Bs. 1995 TİMUROĞLU, Vecihi; Alevilik ve Günümüzdeki Sorunları; H. B..Veli Anadolu Klt. Vakfı Gn. Mrk. 2004, ( Makale) ULUSOY, A. Celalettin; Yedi Ulular; Ajans Türk Mat. YORULMAZ, Bülent; Doç Dr. Alevilik ve Günümüzdeki Sorunları; Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Merkezi Yay. 2004; (Makale)
© Copyright 2024 Paperzz