KUL HİMMET

KUL HİMMET
(YEDİ ULUI OZANLARDAN)
Yaşamı, Felsefesi, Eserleri
(Şiirlerinden Örneklerle)
Yazan: Süleyman ZAMAN
KUL HİMMET
Alevi edebiyatında çok önemli bir yere sahip olan Kul Himmet, yedi büyük ozandan
birisidir.
Kul Himmet 16.yüzyıl ozanlarındandır. Kimi araştırmalara göre ise 16. Yüzyılın
sonlarıyla, 17. Yüzyılın ilk yarısında (Ana Britanicca; İlgili Madde) yaşamıştır. Yaşamı hakkında
çok fazla kaynak bulunmamaktadır. Kul Himmet, Tokat’ın Almus İlçesi’ne bağlı Varsıl
(bugünkü adı Görümlü) köyündendir. Ozan bu köyde doğmuş ve burada ölmüştür. Mezarı da
bu köyde bulunmaktadır. Bugün halen Kul Himmet’in soyundan gelen insanlar bu köyde
yaşamaktadırlar.
Kul Himmet, yaşadığı dönemde Anadolu’yu baştanbaşa dolaşmış ve Anadolu insanının
yaşamını yakından gözlemlemiştir. Yaşadığı dönemde, Anadolu’da yaşanan siyasal ve toplumsal
olaylara karşı duyarlı olmuş ve birçok siyasal olaylara karışmıştır. Şiirleri, görüşleri ve
düşünceleriyle, Anadolu halkını etkilemiş ve onlara önderlik yapmıştır.
Kul Himmet, Pir Sultan Abdal’ın mürididir. Ozan, Pir Sultan’a özüyle bağlanmış, Pir
Sultan’ı önder ve Pir görmüş ve ondan çok etkilenmiştir. Kul Himmet, Pir Sultan’ın vermiş
olduğu toplumsal savaşımda, her zaman onun yanında olmuştur. Pir Sultan’ın, Hızır Paşa
tarafından (1590 yılında ?) astırılmasından sonra, onun kavgasını sürdürmüş ve
düşüncelerinden ödün vermeden, kendi öz benliğini korumuştur. Bundan dolayı da, Alevi
ozanları arasında çok önemli bir değere ulaşmıştır. Özellikle coşkulu şiirleri ve yürekli
davranışlarıyla yaşadığı dönemin önderlerinden biri olmuştur.
Kul Himmet, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına gelmiş, orada bir süre hizmette bulunmuş
ve burada Dervişlik yapmıştır.(Şimşek Mehmet; Age; Sayfa: 161).
Kul Himmet, neden “Kul” mahlasını kullanmıştır? Bu sorunun net bir yanıtı
bulunmamaktadır.
Kul, Bâtıni anlamda, mürşidine, pir’ine, bağlılık demektir. Günlük dilde ki anlamı ise,
bir başkasının egemenliğine girmiş, kendisine yabancılaşmış, edilgen ve bağımlı olan insan
demektir. Ama burada ki “kul” anlamı, tamamen, üstadına, pirine bağlılığı ifade etmektedir.
Gönül bağıyla bağlılık demektir. Burada “zoraki ve çıkar ilişkisine dayanan, bir bağı ve anlayışı
değil, bir öğretinin, bir inancın yürütülmesine ve yayılmasına dönük, hizmet etme anlayışını
ortaya koymaktadır. Zaten Kul Himmet, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhın da gönüllü olarak
çalışmış ve bilinciyle, birikimiyle o dergâha hizmet etmiştir. Kendisi bağımlı değil, bağlı olan
yani düşünsel ve inançsal anlamda beslenen ve besleyen bir anlayışı sergilemektedir. Burdaki
“kul” vurgusu, mürşide duyulan sevginin ve saygının belirtisini yansıtan bir söylemdir.
Kul Himmet’in şiirleri incelendiğinde O’nun Şah Tahmasp (Şah İsmail’in oğlu 1514–
1576) ve Şah Abbas (1557–1628) dönemlerinde yaşadığı söylenebilir. Kul Himmet’in şiirlerine
1608 yılında yazılan "Menakıbü'l - Esrar Behçetü'l - Ahrar" (gönüldeki, bilinçteki, gizli
öykülerin (gizli bilgilerin) özgürce açığa vurulması anlamında), (bu eser, Buyruk" adıyla da
tanınır) adlı kitapta rastlanması, ozanın yaşadığı çağı aydınlatması bakımından önemlidir. Buna
göre Kul Himmet’in 1600’lü yıllarda yaşadığı ortaya çıkmaktadır.
Deli gönül Şah Abbas’ı arzular
Her andıkça azalarım sızılar(Cahit Öztelli, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür. Yay. 1984 S. 39)
Yeriş İmam Abbas, cenab-ı âlim
Onlardan gayrı kimim var benim (Öztelli, age, s. 39)
Öztelli, söz konusu kitabında, Kul Himmet’in, şiirlerinde hem Şah Tahmasb
(1514-1576)’tan, hem de Şah Abbas (1571-1628)’tan söz ettiğini söyleyerek, Kul
Himmet’in her iki Şah döneminde de yaşadığını söylemiştir. (Öztelli, age, s. 39)
Yukarıdaki dizelere baktığımızda, Öztelli’nin tespitinin yerinde olduğunu
görüyoruz. Bu gerçeklik üzerinden hareketle, Kul Himmet’in 1550’li yıllarda doğmuş
olabileceğini söyleyebiliriz. Pir Sultan Abdal’ın asılmasından sonra büyük acılar içinde
kalan Kul Himmet, Şah Abbas’tan yardım beklediğini ve Şah Abbas’ın gelip kendilerini
kurtarmasını istediği bu dizelerden anlaşılmaktadır. Şah Abbas, 1587 tarihinde
yönetime gelmiş ve 1628 yılında ölmüştür. Bu durumda Kul Himmet’in bu tarihlerde
hayatta olduğu görülmektedir. Pir Sultan Abdal’ın da, bu tarihten (1587 yılı ve sonrası)
sonra asıldığını söyleyebiliriz.
Aleviler, her iki Şah’ı da saygıyla anmışlardır. Yavuz Selim ve sonrasında,
Anadolu’da yapılan baskılar ve saldırılar sonucu büyük kıyımlar yaşandı. Birçok insan,
yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar. Büyük bir yoksulluk ve çaresizlik içinde
bulunan halk, bir kurtarıcı arıyorlardı. Onlara elini Şah İsmail uzattı. Bu dost eli
nedeniyle de, Anadolu’daki Aleviler, (o dönem Kızılbaşlar deniyordu) Safeviler’e
bağlandı. Bu tarihlerde (yaklaşık, 1500-1630 yılları arası), gerek Şah İsmail, gerek Şah
Tahmasb ve gerekse Şah Abbas, Aleviler için kurtarıcı olarak görülmüşlerdir.
Kul Himmet’im, mürit idim Dehmen’e
Özüm ulaştırdım, sahip Zamana
İradet getürdüm şah Tahmasb Han’a
Hüseyni’yiz, Mevali’yiz ne dersin (Öztelli, age, s. 37)
Yukarıdaki dizelerde, Kul Himmet’in, Şah Abbas-ı, sahip zaman, yani zamanın
(dönemin) sahibi, döneme etki eden, insanlara güven veren ve insanlığı kurtaracak olan
bir kişi olduğunu söylemektedir. Kul Himmet Dehmen’e mürit olduğunu da
belirtmektedir. Mürit, bir pire, mürşide bağlanmak, onun söylemlerini uygulamak ve
onun yolundan gitmektir. Dehmen sözcüğü, o dönem Alevileri tarafından Şah
Tahmasb’a verilen isimdi.
Ozan, bu dizelerde, Şah Tahmasb’ın yolundan gittiğini, Şah Abbas’a bağlı
olduğunu belirtmektedir. Kul Himmet, Hz. Hüseyin’den yanayız, ezilen, hor görülen,
dışlanan insanların yanındayız demektedir. Mevali, bir anlamda, o dönem Arap
olmayan Müslümanlara verilen isimdi. Bir anlamda da, Hz. Ali’ye bağlı olanlar
demekti. Diğer bir anlamda da “köle alıp-satan zenginler” demektir. Ozan, bu sözcüğü
ilk iki anlamda da kullanmış olabilir. Ama “Mevali “ sözcüğünü daha çok ikinci
anlamda (yani Hz. Ali’ye ve onun çocuklarına) kullanmış olması akla daha uygun
düşmektedir.
Çoğunlukla, Kul Himmet’in şiirleriyle, Kul Himmet Üstadım’ın şiirleri birbirleriye
karıştırılır. Oysa, ikisi aynı kişi değildir. Araştırmacı İbrahim Aslanoğlu bu iki ozanın farklı
kişiler olduğunu şiirlerinden örnekleme yöntemiyle kesin olarak belirlemiştir. Kul Himmet
Üstadım, Kul Himmeti önder, usta bir ozan olarak görmüş ve kendisi de bu mahlası (Üstadım’ı
ekleyerek) kullanmıştır. Kul Himmet Üstadım (1779–1844) Sivas’ın Divriği İlçesi’ne bağlı
Karageben köyünde doğup, orada ölmüştür. Oysa Kul Himmet’in 1500’lü yılların son
çeyreğiyle, 1600’lü yılların ilk çeyreğinde yaşadığı sanılmaktadır. Bu ozanın Kul Himmet’le
hiçbir ilgisi yoktur. Kul Himmet 1628 yılında öldüğüne göre, aralarında 151 yıl gibi bir fark
vardır. Kul Himmet Tokat’lı, Kul Himmet Üstadım ise Sivas/Divriğilidir. Buna karşın bu iki
ozanı aynı kişiymiş gibi gösterenlerde bulunmaktadır.
Kul Himmet’in yaşadığı yüzyılda, dünyada ve Osmanlı İmparatorluğu’nda çok önemli
toplumsal olaylar yaşanmaktaydı. 1600’lü yıllarda Avrupa’da büyük toplumsal dönüşümler
oluşmaktaydı. O yıllarda, Avrupa’da Kapitalizm, hızlı bir ivme kazanarak, feodalizmi tasfiye
etmeye başlamış, toplumu dönüştürecek önemli teknik araç ve gereçlerde büyük buluşlar
yapılmıştır. Diğer yandan gelişen Avrupa Kapitalizmi, yeni sömürgelerini yaratmış ve bu
ülkeler hızla zenginleşmeye başlamıştır. Osmanlı ise, uyguladığı yanlış ekonomik ve toplumsal
uygulamalar sonucunda gelişen Avrupa karşısında gerilemeye başlamıştır. Bu durum, Osmanlı
yönetimini zor durumda bırakmış ve daha çok ekonomik kaynaklı olan bu zorlukları aşmak
için, yönetim, çareyi halkı daha çok sömürmekte bulmuştur. Zaten çok zor koşullarda yaşayan
Anadolu halkı, Osmanlı’nın bu hantal, üretimsiz ve kapalı ekonomik uygulamaları sonucunda
büyük acılar ve ızdırap içindedirler. Halk yoksul ve çaresidir. Ama Osmanlı da halkı daha çok
sömürmek için kararlıdır. Osmanlı, büyük ve hantal ordusunu ve hanedanını doyurabilmek
için, sürekli üreten köylünün ürününe el koymuştur. Bu durum yani, Osmanlı ile Halk
arasındaki ekonomik bölüşüm kavgası büyük isyanların, ayaklanmaların nedeni olmuştur.
Osmanlının, her döneminde, büyüklü- küçüklü Halk ayaklanmaları ve isyanlar hep olagelmiştir.
Bu olaylar Pir Sultan ve onun dervişi olan Kul Himmet döneminde (15. Ve 16 yüzyıllarda) de çok
yoğun olarak yaşanmıştır. (Metin Turan, Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; 3.Bas; Ürün Yay, 1997).
“Kul Himmet’in iyi bir öğrenim gördüğü, çağının eğitim ve öğretim bilgileriyle
donandığını şiirlerinden anlıyoruz.” (Cahit Öztelli, Pir Sultan’ın Dostları, Özgür Yay. 1984, S. 15)
Kul Himmet, bu dönemde yaşadığı toplumsal duyarlılıkları, düşünsel birikimleri ve
kültürel yaşanmışlıkları dile getiren önemli şiirler yazmıştır. Dili akıcı bir Türkçedir. Dizeleri
İnsanda duygu yoğunluğu yaratır. Sözleri anlamlı, bilgi yükleyen ve düşünce üreten bir
yapıdadır. İletileri, barış, dostluk, zenginlik ve insanca yaşamı içerir. Kul Himmet bu yönüyle
ulu bir ozandır. Şiirlerinde tasavvuf ve bâtıni değerler çok önemli yer tutar.
Kul Himmet, kendisinden sonra yaşayan ozanlar üzerinde de büyük etkiler bırakmıştır.
Ürettiği eserlerle insanların belleğinde hep yaşamış ve yaşatılmıştır. Özellikle Alevi-Bektaşi
öğretisine yapmış olduğu katkı dolayısıyla, bu kesim tarafından çok saygın bir yer kazanmıştır.
Kendisi, Hatayi’nin ve Pir Sultan Abdal’ın etkisinde kalmıştır. Alevi-Bektaşi edebiyatında çok
önemli bir yere sahiptir.
Niyaz kılın Pir Sultan’a, Pir’ime
Her kul dayanır mı, böyle zulüme?
Zayıf Yusuf, melhem etsin yarama
Göremedim Pir’imi, dertliyim dertli… (Öztelli, age, s. 22)
Yukarıdaki dizelerden de anlaşılacağı gibi, Kul Himmet, Pir Sultan’a gönülden bağlı
birisidir. Kendisini, O’nun hizmetine sunmuş ve onun düşünsel gıdasını benimsemiş ve bunları
yaşatmaya çalışan bir insandır. Pir Sultan’ın asılması nedeniyle, özünde duymuş olduğu acıyı,
kederi ve üzüntüyü dizelerine yansıtmıştır. Cahit Öztelli de söz konusu kitapta, Zayıf Yusuf’un
kim olduğu bilinmemektedir diyor. Ozan burada “Zayıf Yusuf, melhem etsin yarama” derken,
bu insanın o dönemde, önemli ve etkili bir insan olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kişinin, Kul
Himmet’e ve Pir Sultan Abdal’a yakın olduğu ortadadır. Ozan, Pir Sultan Abdal’ı yitirmenin
vermiş olduğu sonsuz elemi özünde yaşamakta olduğunu bu dizelerde ortaya koymaktadır.
Kul Himmet, tasavvuf bilgisi, bâtıni yorumu ve güçlü vurgulamalarıyla çok önemli bir
ozandır. Alevilik öğretisini şiirlerinde yoğun bir şekilde işlemiştir. Alevilik öğretisinin Tanrıİnsan anlayışına, şiirlerinde geniş bir şekilde yer vermiştir. Ozan, şiirlerini yalnız tasavvuf
üzerine oturtmamış ve farklı konularda da ürünler vermiştir. Bundan dolayı da birçok farklı
kesim tarafından şiirleri dillendirilmiştir. Halk tarafından, birçok şiirleri ağızdan ağıza türkü
formunda seslendirilmiştir. Kendisinden sonra gelen ozan ve sanatçılar tarafından birçok şiiri
müzik eşliğinde okunmuştur.
Kul Himmet’in şiirleri, Alevi-Bektaşi müziğinde, deyiş olarak cemlerde, sohbetlerde,
muhabbetlerde seslendirilmektedir. Şiirleri televizyon ve radyolarda türkü olarak
okunmaktadır.
Kul Himmet’in şiirlerinde, derin bir felsefi söylem olduğu hemen görülür. Şiirleri akıcı
ve halk tarafından anlaşılır duru bir yapıya sahiptir. Hece ölçüsüyle şiirler yazan Kul Himmet,
geleneksel şiir kalıplarını kullanmış, bu konuda ürettiği eselerler, kullandığı söz dizimlerinin
birbirleriyle bütünselliği ve ahengi onun günümüze kadar yaşamasını sağlamıştır.
Kul Himmet’e göre, Tanrı insan suretinde kendini açığa vurmuştur. Hz. Ali Tanrı’nın
suretini taşıyan bir ulu insandır. Diğer bir anlamda ozana göre, Tanrı, Hz. Ali’nin suretinde
kendini açığa çıkarmıştır. Tanrı, insandan ayrı değildir. Ozana göre, tanrısal görüntü, Hz.
Ali’de açık bir şekilde ortaya konmuştur. Hz. Ali, en olgun, en yetkin insandır. Bilgili, yiğit,
paylaşımcı, adaletli ve dayanışmacı yanıyla Hz. Ali, tanrısal özellikleri yansıtan bir insandı.
Kul Himmet, toplumda ve insan ilişkilerinde sevgi anlayışını öne çıkarmıştır. Sevgi,
insan olmanın en temel öğesidir. Sevgi olmadan, yaşama anlam katmak olanaksızıdır. Sevgi,
aynı zamanda tanrısal bir değer taşır. Tanrı’ya yaklaşmak, Tanrı’yı yüceltmek için sevgi her
zaman öne çıkarılması gereken bir değerdir. Sevgi olmadan, kardeşlik, dostluk, dayanışma,
özgürlük, adalet vb. gibi değerleri yaşamın pratiğinde uygulamak olanaksızdır. Bu anlamda,
Kul Himmet, sevgiyi her zaman öne çıkaran bir ozan olmuştur.
Kul Himmet’in, toplumu ve insanları uyarıcı şiirleri de bulunmaktadır. İnsanın
kendisini bilmesi, kendi değerlerini başka insanların değerlerinden üstün görmemesi, her
insanın değerine saygı göstermesi gerektiğini söyleyen Kul Himmet, her zaman toplumsal
değerleri de savunmuştur. Şiirlerinde içtenlik, ahenk ve duyarlılık belirgin bir şekilde
görülmektedir. Görüşlerinde samimi ve insanlara karşı içtendir.
Kul Himmet, toplumda barışı dile getirmiş, insan ilişkilerinin düzenli ve güven üzerine
oturtulması gerektiğini söylemiş ve insanların eğitilip olgunlaşmasını savunmuştur. Ozanın, bu
konuda birçok eserleri vardır.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLERLE DÜNYA GÖRÜŞÜ
Yüz yirmi dört bin peygamber evveli
Kurulmadan şu dünyanın temeli
Ay, gün yayılmadan evveli
Mağrip’ten, Maşrık’a doğan nur nedir? (Erdoğan Çınar; Aleviliğin Gizli Tarihi;
Çiviyazıları Yay. 5. baskı 2006 Sayfa; 78)
Kul Himmet bu dizelerde, Alevi-Bektaşi insancındaki evren ve varlık algısını dile
getirmiştir. Dünyada hiçbir şey yokken, daha biyolojik anlamda yaşam bulunmuyorken, güneş,
yıldız, ay, dağ, tep, ağaç vs. var olmamışken, doğudan, batıya enerji vardı. Yani, var oluşu
gerçekleştirecek olan görünür evren, var olmadan önce, gizil konumda, yani potansiyel olarak
bulunuyordu. Gizil yani örtülü, görünmeyen, gerçek olarak kendini açığa çıkarmamış olan
görünmeyen evren, görünür olmadan önce de vardı. Ama onu, görecek boyutta bir bilinç
bulunmadığından, o Batın (gizli) bir konumdaydı. Ama hiçbir şey sonsuzca aynı konumda
bulunamaz. Çünkü her şey kendi karşıtına dönüşür. Var oluşun en temel yasası budur. Tohum
ağaca, ağaç meyveye, meyve tohuma dönüşür ve döngü sonsuzca var olur. Ağacın, meyveye,
meyvenin tohuma dönüşmesinin özünde bu yasa vardır. Maddenin oluşumunun özünde de bu
olgu vardır. Bu aslında neden-sonuç ilişkisidir. Her neden bir sonucu doğururken, her sonuç da
bir nedenin bitmez tükenmez devinimiyle meydana gelir. Nedenin doğurduğu devinime biz
eylem diyoruz. Eylemsiz ve hareketsiz bir “şey” anlamsız ve değersizdir. Böyle bir evren modeli
üretimsiz ve yaratımsızdır. Oysa her şeyin temelinde üretim vardır. Üretmeyen, yenilenmeyen,
yerinde duran, aynı kalan hiçbir şey yoktur.
Mademki her şey nedensellikler sonucunda var oluyor. Nedenselliği var eden şey nedir?
Yani ilk neden nedir? Bu sorunun belki felsefi açıklaması olabilir. Ama bilimsel bir yanıtı
bugünkü bilimsel aşamada net olarak verilememektedir. Bunun felsefi açıklaması ise herkesin
dünya görüşüne göre farklıdır.
İdealist felsefecilere göre ilk neden “Tanrı”dır. Materyalist felsefecilere göre ise ilk
neden diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü evren yaratılmamıştır. Sonsuzca vardır. İlk neden
değil, nedenler vardır. Olgular, olaylar, değişimler bulunur. Her şeyin nedeni “eylem”dir.
Eylemin nedeni de karşıtların varlığıdır. Evrende ne olursa olsun her şey karşıtına döner. İşte
şeylerin karşıtına yönelmesinde, gösterdiği devinime eylem denir.
Doğada, eylem sonsuzdur. Sonsuzluk, sonsuz sonların var olmasından oluşur. Bu da
aslında her şeyin bir sonunun bulunduğunu, ama yok olmadığını göstermektedir. Çünkü yok da
vardır. Bizim yok oldu dediğimiz bir şey, aslında başka bir oluşumu gerçekleştiren şeydir. Biz
duyu organlarımızla her şeyi algılayamayız. Çünkü insan beyni her boyutu algılayamaz. Biz
beynimizin algılayamadığı boyutu “yok” sanıyoruz. Örneğin “elektriği” ancak sonucuyla
algılıyoruz. Ya ışık veriyor ya da ısıtıyor. Ama onu duyu organlarımızla algılayamıyoruz. Peki,
elektrik yok mu? Elektrik var tabii ki. O maddenin görünmeyen yanıdır. Onu biz düşüncede
açığa çıkarıyoruz. Sonuçlarıyla düşüncemize taşıyoruz. Onun gerçekliğine düşüncede
ulaşıyoruz. Neden ve sonuç ilişkini kurarak, gizil konumda ki nesneyi (olguyu), aklımızla açığa
çıkarıyoruz.
Ozanımız, yukarıdaki dizelerde, o günün düşünsel yapısı içinde, bu gerçekleri
açıklamaya çalışıyor. Yani olayları, Bâtıni bir algıyla yorumluyor ve evrensel var oluşu kendi
bakışıyla açıklamaya çalışıyor. Ozana göre her şey, her şeyden çıkmıştır. Var edici güç ise
“enerjidir”.
Nice yüz bin yıllar kandilde durdum
Atanın belinden anadan geldim ( Erdoğan Çınar; age; sayfa 80)
Ozan, bu dizelerde madde ve karşıt maddenin bilincinde olduğunu açıkça dile
getirmiştir. Bizim algıladığımız maddi dünyanın dışında, algılayamadığımız ama gerçekten var
olan karşıt madde de bulunmaktadır. Düşünce ve duygu boyutumuz bunu algılayamamaktadır.
Biz buna, Bâtıni görüş diyerek, gizemci bir anlayışla bu karşıt maddeye, düşünceyle ulaşmaya
çalışıyoruz. Bizim algıladığımız madde, aslında karşıt maddenin; karşıtına dönüşmesinin bir
sonucudur. Madde, karşıt maddeye dönüşürken, karşıt madde de “madde”ye dönüşmektedir.
Ama özünde her şey enerjidir. Ozan da, biz bedensel olarak dünyaya gelmeden önce nice bin
yıllar kandilde, (gökyüzünde, yıldızın, galaksinin, güneşin, evrensel bütünlüğün içinde) “örtük”
bir konumda bulunuyorduk. Orada bizi var edecek konuma geldiğimizde, açığa çıktık diyor.
Her şeyin bir nedeni var. Bizim nedenimiz de annemiz ve babamızdır. Bir çocuğun dünyaya
gelmesi, babasının ve annesinin karşıtlığında gizlidir. Bu iki karşıt güç ( sperm+yumurta)
birleşerek gizli konumda bulunan cenin kendini var kılar. Bu her şeyde böyledir. Ozan, bu
evrensel gerçekliği dile getiriyor.
Gâhî bulut olup göğe ağarsın
Gâhî yağmur olup yere yağarsın
Ay mısın gün müsün gökten doğarsın
Ilgıt ılgıt esen yel Hacı Bektaş (İsmet Zeki Eyupoğlu; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der
Yay.1991 sayfa 175)
Burada ozan, Hacı Bektaş Veli’ye olan sevgisini dile getiriyor. Ona olan sevgisini, var
olan tüm maddelerle özdeşleştirerek, onu dirimselleştiriyor. Bulutun yağmura, yağmurun tekrar
buluta dönüşmesini diyalektik bir olgu olarak sunuyor. Bulut yağmur, yağmur buluttur.
Bulutun oluşması için güneş ışınları ve rüzgâr gerekiyor. Çünkü her şey birbirine sıkı sıkıya
bağlıdır. Birbirinden kopuk hiçbir şey yoktur. İşte her şeyin, her şeye bağlı olması evrensel bir
ilke olarak, tüm şeylere bütünlük olgusu sağlıyor. Bir, bütündür, bütün “bir”dir. Biri olmadan
diğeri olmaz. Su olmasa, insan olur muydu? Işık ve ısı olmasaydı yediğimiz besinler olur
muydu? Her şey her şeyin nedeniyken, aynı zamanda karşı nedenidir de. Hacı Bektaş Veli, bu
bütünselliğin içinde, her zaman var olacaktır. O, bilinçlerimizi aydınlattığı sürece “kültürel
kimlik” olara, bütünsel varlığın içinde, yani havada, suda, bulutta, yağmurda vs. her şeyin
bulunmasıyla da “varlık” olarak aramızdadır. Bu gerçeği gören bilinç ancak bu olguyu kavrar.
Bâtınilik, düşüncede gerçek olana erişmektir. Çünkü tüm oluşu dirimsel (maddesel) yönden
anlamak olası değildir.
Gel berü, gel berü iman edersen
Gelme hakkın değil, güman edersen
Sırrın tercemandır iyan edersen
Zira halk içinde sırdır muhabbet. (İsmet Zeki Eyupoğlu; age; sayfa 176)
Ozan, yol öğretisinin çok önemli ve üstün değerler taşıyan düşünceler ve görüşler
içerdiğini belirterek, bu görüşlere kaygıyla, korkuyla, endişeyle ve şüpheyle bakanlar bu yola
girmesinler diyor. Çünkü Bâtıni görüşler ve düşünceler her yerde açıklanamaz. Gizlilik taşır.
Her insan bu görüşleri anlayamaz. Söylenenleri anlayamayanlar öyle bir an gelir ki, onu
söyleyene zarar verebilirler. Dolayısıyla da hem bu görüşleri açıklayan, hem de bu görüşleri
savunan insanlara zarar gelebilir. Bunun için bu yolu seçenler, bu görüşleri her yerde açıkça
dile getirmemeliler. Sır saklayan insanlar olmalı. Çünkü bu görüşler herkese açıklanamayan
görüşlerdir. Bundan dolayı da herkesin içinde Bâtıni özellik taşıyan sohbetler edilmez. Alevilik
“sırlarla” dolu bir inanç ve öğretidir. Bundan dolayı da simgeler ve sembollerle, bazı iletiler
sunar. Bu sembole ve simgelerle verilmek istene iletileri herkes anlayamaz. Bunun içinde gizlilik
gerekmektedir. Ozan, bu konuya vurgu yapmaktadır.
Mümin yola gelir yoldaşım gibi
Halimden bilirse kardaşım gibi
Müminin gönlü ibrişim gibi
Dolaştırma çözemezsin divane (Atilla Özkırımlı; Türk Edebiyatı Tarihi. 2. Cilt. S. 833)
Ozan, eğer inanan birisi benim inandığım ve savunduğum yola, yoldaşım gibi gelirse,
beni anlarsa, görüşlerime değer verirse, görüşlerimi ve düşüncelerimi bilir ve beni bu durumdan
dolayı dışlamazsa, kardeş gibi beni benimserse, dünya görüşümü hoş görürse o mümin de olsa
yani inançlı bir sofu da olsa gelsin diyor. Ama ozan, mümin dostuna güven duymuyor. Onun
davranışlarını bir ipliğe benzetiyor. İplik nasıl ki dolaştığı zaman bir karmaşalık yaratıyorsa;
ozana göre müminler de böyle karmaşık görüşler içinde olabiliyorlar. Ozan, böyle karmaşık ve
güven vermeyen, kendi felsefesini suçlayan, ön yargıyla yok sayan bir mümine güven
duyamayacağını belirtiyor ve asla müminin bu davranışını çözemeyeceğini söylüyor. Böyle bir
davranışın boşuna bir çaba olduğunu dile getiriyor.
Kul Himmet’im eydür, Kırklara beli
Dilim methini söyler, aslımız deli
Evveli Muhammet, ahiri Ali
Ben Ali’den gayri bir er görmedim.( Hüseyin İlhan; Alevilik İnanç ve Kültür; Barış
Mat.2005 sayfa; 46)
Kul Himmet, kırklar ceminde bulunan ermişlere bağlı olduğunu, onların görüşlerini
kabullendiğini açıklıyor. Sözleriyle bu ermişleri sürekli övdüğünü, onların görüş ve
düşüncelerini başkalarına da aktardığını belirtiyor. Aslında bu görüşler öyle herkese
açıklanacak türden görüşler değildir. Bunu açıklamak için ya çok cesur olmak ya da “deli”
olmak gerekir diyor. Bizim önderimiz önce Muhammet, sonra ise Ali’dir. Ama ben Ali’den
başka bir yiğit görmedim diyor. Hz.Ali’nin, yiğit, kahraman, cesur ve korkusuz olduğunu
belirtiyor.
Gerçekten de “kırklar tasarımı” Alevi-Bektaşi öğretisinin gerek doğasal ve gerekse
toplumsal diyalektiğinin simgesel bir anlatımı ve göstergesidir. Alevi- Bektaşi öğretisi bu
tasarımla “ete- kemiğe büründürülmüş ve insanlığın görüşüne sunulmuştur. Burada, kırk
kişinin aynı şeyleri yaşaması, kırk bedenin bir bedene indirgenmesi, aynı anda aynı duyguları ve
aynı acıları paylaşması vs. görüşüyle toplumsal anlamda insanların bütünselliği, birliği,
kardeşliği, hoş görülüğü, dostluğu, kardeşliği ve eşitliği savunulmuştur. Bu Alevi-Bektaşi
felsefesinde ve inancında varmak veya gerçekleştirmek istediği toplumsal modelin prototipidir
(küçük bir örneğidir.) Diğer bir anlamda, bu toplantıya, peygamberlik vs. gibi üstünlük belirten
sıfatlarla girilemeyeceğini, nefsin, kibirin, büyüklük belirten davranışların, burada geçerli
olamayacağı yönünde bir iletisi vardır. Kırklar Cem’i, oraya katılanları, aynı değerde, aynı
ölçüde gören, eşit değerlerle buluşturan bir anlayışı ortaya koymaktadır. Bu anlamda, Kırklar
Cem’i, dünyada ve toplumlarda, bütün insanları aynı değerde, eşit ve aynı ölçülerde görmek
gerektiğini belirten simgesel bir duruşu ve“etik” davranışı simgeler. Ayrıca, içilen bir damla
üzüm şerbetiyle kendilerinden geçerek “semah” a durmak, devinmek ve aynı eksende dönmek
de, kozmik bir ileti sunmaktadır. Bu ileti “evrenim dönüşünün” simgesel anlatımıdır.
Kul Himmet de, evrenin döngü içinde bulunduğunu, her parçanın bütünden geldiğini ve
yine her parçanın da bütüne döneceğini, insanın evrenin özünü kendi benliğinde ve özünde
taşıdığını, Tanrı’nın insan yüzünde göründüğünü belirtip, Hz. Ali’nin Tanrısal niteliklere sahip
olduğunu vs. anlatmaktadır. Bu durumda “kırklar cemi” düşünsel ve söylencesel bir tasarımdır.
Ozan, bu tür görüşleri ham ve olgunlaşmamış bir insana, anlatılamayacağını da
belirtiyor.
Bu varlığa sebep oldu dilek
Yerle gök, Arş, Ferş, İns, Melek
On iki burçdur, dokuz çarh-ı felek
Perğârda dönüp oynayan nedir. (Buyruk; Çeviren; Mehmet Yaman sayfa; 114)
Ozan, bunca varlığın nasıl oluştuğunu sorguluyor. Her şeye bir nedensellik yüklüyor.
Tanrı gizli ve kendisine yabancıyken, kendi varlığının bilincinden uzaktayken, bilinmek ve
görünmek ve kendi gerçekliğini açığa çıkarmak istedi. Bu istek sonucunda evren oluştur. Tüm
gök cisimleri, en yüksek gök katı, yeryüzü, insan, melek, bitkiler, hayvanlar, yıldızlar, on iki
takımyıldızı, gökyüzünde belirli eksenlerde dönen dokuz yıldız veya gezegen vs. her şey
Tanrı’nın özünden fışkırıp var olmuşlardır. Gökyüzündeki cisimler bir pergelin çizdiği yörünge
gibi, gökyüzünde dönmektedirler. Evrende bulunan her şey dönmektedir. Kul Himmet, bu
görüşleri dillendirmektedir. Burada “devriye” kuramı anlatılmaktadır. Her şey Tanrı’dan geldi,
Tanrı’ya dönecektir. Tanrıda çıkış ve aşamalar şeklinde yükseliş ve yeniden gelinen ana
kaynağa dönüş, sonsuzca devam edecek olan bu döngü…. Evrensel gerçek budur.
Bu şiir on bir dörtlükten oluşmuştur. Ben buraya iki dörtlüğünü alıyorum. Bu şiirde Kul
Himmet kendi dünya görüşünü yansıtıyor:
Zahit bu demeyi inkâr eyleme
Ya niçin çağırır, insan hu deyu
Hu demenin aslı nedendir söyle
Gel edelim sana beyan hu deyu
Evvel ahiri bu Allahu Ekber
Cemali nurdan doğdu bu gevher
Muhammet Mustafa, İmam Haydar
Oldu bu gevherden Keyvan hu deyu (Bektaşilik Ve Edebiyatı; Besim Atalay; Ant.
Yay.2.baskı. 1991; Sayfa; 101,102)
Kul Himmet yukarıdaki dizelerde, Tanrı’nın yüceliğini, olgunluğunu ve yetkinliğini
anlatarak, “hu” demenin anlamının bilinmesi gerektiğini vurguluyor. Ama ozan, bilgisiz ve
kendi özünü kavrayamamış, kendisine yabancı olan Zahit’in (ibadet eden kaba sofu), Tanrısal
gerçeklikten uzak olduğunu söylüyor. Tanrı’yı kendi özünde bulmayı bilmeyen kişiyi, gerçeği
öğretmeye çağırıyor. Hû sözcüğü Arapça, dilimize girmiş, Tanrı anlamında bir sözcüktür.
İbadet sırasında Tanrı adını anmak için söylenir. Tanrı adı, bilince taşınır. Bu sözcükle,
Tanrı’nın, yetkinliği, ululuğu ortaya konulur.
İkinci dörtlükte ozan, her şeyin öncesinde ve sonrasında Allah vardır diyor. Her şey
Allah’la başlar, Allah’a döner. Her şeyin Allah’ın ışığından veya enerjisinden var olduğunu
belirten ozan, tüm şeylerin enerji olduğunu, var olan tüm şeylerin, cevherlerin bu enerjiden
oluştuğunu söylüyor. Ozan, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin de özlerinde, bu cevheri
taşıdıklarını, en küçük maddeden en büyük maddeye kadar var olan tüm maddelerin, yani
küçücük bir tozdan, yıldızlarlara kadar her maddenin, tanrısal cevherden meydana geldiğini
anlatmaktadır. Kul Himmet, üstatlarından aldığı öğretiyle, burada panteist bir anlayışı
sergilemektedir. Var olan her şeyin, Tanrı’dan oluştuğunu veya her şeyin Tanrı’yı yansıttığını
dile getiriyor.
Ezel meclisinde, kırklar ceminde
Muhammed nuruna bezendi Ali
Kırklar ile bile Ayin-i Cem’de
Bu aşkın sırrına özendi Ali (Besim Atalay; age; sayfa; 103)
Kul Himmet, bu dizelerde Hz. Ali’nin Kırklar Cem’indeki, işlevini anlatıyor. Kırklar
Cem’i; kırk kişilik evliyanın veya ermişin aynı anda, tek beden olarak Tanrı’nın varlığına
ulaşmalarını anlatan sembolik bir anlatımdır. Kırklar Cemi, Hz. Ali’nin başkanlığında
yapılmıştır. Buna göre, Hz. Muhammet oraya Peygamber sıfatıyla değil, halktan biri olarak
daha sonra katılmıştır. Burada, birisinin duyduğu acıyı herkes duymuş, birisinin içtiği suyu,
şerbeti herkes içmiş, birisinin yaşadığı duyguyu herkes aynı anda duymuştur. Buradaki
mitolojik anlatımda, Hz. Ali, batıni anlamda, kendisini aşmış, Tanrı’yla birleşmiş, tanrısal olana
varmış ve Hak’kı bilmiş ve en olgun aşamaya ulaşmıştır. Yani nurlanmış, ışıklanmıştır. Kul
Himmet, Kırklar Cem’inde Hz. Ali’nin bu niteliklerini dile getirerek, Hz. Muhammet’teki ışığın
Ali’de de görüldüğünü, bu durumun “kırklar ceminde” gerçekleştiğini söylemiş ve bu gizemi
(Hakk’a ulaşan, kendisinin Hak’tan geldiğini gören) Hz. Ali’nin çözdüğünü belirtmiştir.
Hu deyip birliğe kuruldu erkân
Hakikate sürüldü dem ile devran
Semaha kalktılar cümle aşikan
Kırk kere meydanı, dolandı Ali (Besim Atalay; age. Sayfa; 104)
Kul Himmet, bu dizelerde yine “Kırklar Cemi”n de kurulan gönül birliğinden söz
ederek, orada yolun(Aleviliğin) özünün, esasının yaşandığını, gerçeğe bu toplantıda ulaşıldığını,
dem içerek (şerbet) gerçeğin(Hakk’ın) çevresinde dönüldüğünü, bu dönüşü semah ile
gerçekleştirdiklerini, semahı aşkla, tutkuyla, bağlılıkla yaptıklarını ve bulundukları mekânı,
alanı kırk kez dolandıklarını belirtiyor. Semah Alevi-Bektaşi öğretisinde, evrenin döndüğünün
simgesel olarak yansıtılmasıdır. Başka bir anlamda ise, Hak’ın gerçekliğine ulaşmak, o
gerçekliği gönülde duyumsamaktır.
Var bir pire eriş serseri gezme
Gözet gözün önün yolundan azma
Değme bir dükkâna yükünü çözme
Bunda çok bezirgân işi kalmadı (Türk Edebiyatı Tarihi; Cilt 2. İnkılâp Kitapları;
Atilla Özkırımlı, 2004. Sayfa; 833)
Ozan bu dizelerde cahillikten, banallıktan, görgüsüzlükten ve nefisten kurtulmanın
yolunu, yöntemini açıklamaya çalışıyor. İnsanın hamlıktan kurtulması, kendini yetiştirip
olgunlaşması için, kendi bilgisiyle yetinmemesi gerektiğini söyleyen Kul Himmet; her konuda
hiçbir bilgi tam olarak bilinemez demiştir. Ozan, hiçbir insan tek başına ham bilgiyle kendini
aşamaz, onun için kişi her zaman bir pire, bir mürşide yani bir eğiticiye, bir öğreticiye gitmesi
onun bilgisinden, becerisinden yararlanması gerekir demektedir. Kişi kendi ham bilgisiyle
davranır ve kendisini eğitecek bir mürşide başvurmazsa, her an kötülüğe, değersizliğe, insan
dışılığa kayması olasıdır. Ozan, kişinin kendisini aşması için bilgili, olgun bir insana gitmesi
gerektiğini, tam tersi durumunda yani kendisini bir pire veya bir mürşide yönlendirmezse,
yanlış ve bilgisiz kişiler elinde çok daha kötü bir konuma düşebilir diyerek, aslında dünyada
olgun, bilgili, doğru yol gösterici insanların çok ta fazla olmadığını belirtmektedir. AleviBektaşilik öğretisi, insanı temel alır ve insanı kötülüklerden uzaklaştırmanın temel söylemlerini
ve maddi olgularını yaratmaya çalışır. İnsanı kötülüğe sevk eden, her türlü olumsuzluktan
uzaklaştıracak yol ve yöntemlerini açıklar. Mürşit ve pir gibi önder insanlar, kişileri eğiterek
onları olgunlaştırır ve insani değerlerle buluşmasını sağlayacak değerlerle donanmasını sağlar.
Eğitim, insanın yeteneklerini öne çıkarır. Kul Himmet’in de yaptığı budur. Çünkü Kul
Himmet’in şiirlerinde didaktik yön çok öne çıkar.
Sen de varıp elin kuyusun kazma
Kuyuya düşersin, yolundan azma
Barış hasmın ile küsülü gezme
Yüzü kara götürürler divana ( Özkırımlı; age. )
Kul Himmet, toplumsal gerçeği, insan gerçeğiyle birleştiren, insan davranışının
toplumsal olgu ve olaylardan soyutlanamayacağı gerçeğini sezinlemiş bir ozandır. Ozan bu
dizelerde, bir insanın kötü davranışlar, istenmeyen hareketler içine girmesini örnek alarak, aynı
davranışlar sergilemesini doğru bulmamaktadır. Bu tür davranışlar içinde bulanan insanın,
yanlış bir yönteme başvuracağını ve bunun da yanlış çözümler yaratacağını vurgulamaktadır.
Bu tür yöntemlere girişen kişilerin, gün gelir kendileri de zor durumda kalabilirler demektedir.
İnsan hiçbir zaman, başka insanlarla dargınlıklarını uzun süre sürdürmemelidirler. Çünkü
yaşamda her insan hata yapabilir. Yanlış ve doğru her ikisi de aynı değerde gerçektir ve bunlar
birbirlerini mütemadiyen var kılarlar. Biri diğerine sürekli dönüşür. O halde bu değerler
sürekli birbirine dönüşüyorsa, o zaman dargınlığı sürekli kılmanın bir yararı ve gerçekliği de
olamaz. Bu durumu yaratan, dargınlığı sürekli duruma getiren kişi süreç içinde kendisi de
toplum tarafından sorgulanır. Onun için barışa, dostluğa, güvene yani olumlu olana yönelmek
toplumsal barış anlamında da bir zorunluluktur. Ozan bu dizelerde toplumsal barışın,
bireylerin iyi davranışından doğacağını dile getirmektedir.
Bir sözüm vardır tutana
Er odur Hak’tan utana
Kul olmuşuz Pir Sultan’a
Eşiği de kıblegâhtır
Yukarıdaki dizelerden de anlaşılacağı gibi, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal’ın mürididir.
Mürit bir kişinin kendi özünü, düşünce kalıplarını, yaşama, insana, Tanrı’ya ve doğaya bakışını
kendi iradesi dışında bağlı olduğu kişinin iradesiyle bakmasıdır. Mürit kendisini, mürşidine
bağlar. Mürşit, bilen, eğiten, öğreten, kendisini her an aşan insandır. Mürşit bilimin kutbudur.
Yani merkezidir. Kul Himmet, kendine mürşit olarak Pir Sultan Abdal’ı seçmiştir. Kul
Himmet’e göre, Pir Sultan Abdal, yiğit, korkusuz ve mert insandır. Onun yiğitliği karşısında,
ona söz söyleyen utanmalıdır. Kul Himmet, Pir Sultan’ın evini kıblegâh olarak görmüştür. Yani
ozan, yönünü, özünü, bilincini, ibadetini Pir Sultan’a çevirmiştir. Kul Himmet, Pir Sultan’la
kaynaşmış, O’nunla pişmiş ve O’nunla dolmuştur. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı tüm zorlukları
görmüş, O’na destek olmuş, O’nunla birlikte aynı savaşımın içinde yer almıştır.
Bir zaman turapta yattım
Türlü çiçeklerden bittim
Arı ile çok bal yaptım
Ballarım Ali çağırır
Bu dizelerde Kul Himmet; turapta yattığını söylüyor. Turap; ayağının toprağı olmak,
kulu, kölesi konumuna gelmek anlamındadır. Turap, olgunluğun, kendini aşmanın, kendi özünü
pişirmenin adıdır. Turap olan kişi olgunlaşmış insandır. Turap olmak, var olana güç vermektir.
Çünkü turap, Alevi tasavvufunda Hakikat aşamasının en üst noktasında bulunur. Bu da
toprakla özdeşleştirilir. Çünkü toprak, örtendir. Her türlü olumsuzluğu içine alıp, onu
olgunlaştıran ve kendine katıp o olumsuzluğu yok edendir, saklayandır, gizleyendir. Toprak
üretendir, var olana can verendir. Ozan da burada türap olup çiçeklerde de var olduğunu,
çiçeklere can verdiğini söylemektedir. Panteist bir anlayışla çiçek ve toprağın farklı şeyler
olmadığını anlatmaktadır. Çiçek topraktan, arı çiçekten, insan baldan beslenir. Bunlar
birbirleriyle bağıntıları içinde bulunmaktadırlar. Biri diğerinin dışında değildir. Mademki her
şey birbirinin içinde, o halde ben de bunlardan biriyim diyen ozan, kendi turaplığını da (bu
bilgilere ulaşmasını da) Hz. Ali’ye bağlamaktadır. Ozan, tüm varlığı Hz. Ali’yle özdeş kılmakta
ve O’nu yüceltmektedir. Hz. Ali’nin yiğit, mert, paylaşımcı, sevgi dolu ve gönül insanı olduğunu
bildirmektedir.
Kul Himmet, bu dizelerde turap kavramıyla olgun insanı tanımlamaktadır. Alevi
tasavvufunda olgun insan, yaratanla bir olmuş insandır. Tanrı, ancak olgun insanda görünüş
alanına çıkar. Bu kişi de Hz. Ali’dir. Kul Himmet, bu söylemlerinde, Hz. Ali’nin Hak’la Hak
olduğunu ve dolayısıyla Hak’ı yansıttığını belirtmektedir.
Bektaş-ı Veli’nin yolun bilmeyen
Gündüzü karanlık gece sayılır
Evlad-ı Âli’ye biat etmeyen
Zümresi münafık pice sayılır
KUL HİMMET’im bu manaya erenler
Zamanında imanını bulanlar
Hazret-i Hünkâr’ı mürşit bilenler
Bir niyazı yüz bin hoca sayılır
Kul Himmet, diğer Alevi-Bektaşi ozanlar gibi, Hacı Bektaş Veli’yi önder gören ve onun
yolunu sürdüren, öğretilerine, görüşlerine bağlı olan bir ozandır. Hacı Bektaş Veli, gerek
söylencesel yaşamı ve gerek savunduğu düşünceleri ve gerekse ileriye sürdüğü görüşleriyle bir
veli, bir derviş, bir mürşit ve bir önder olmayı hak kazanmış önemli bir düşün insanı ve Anadolu
Erenidir. Hacı Bektaş Veli’nin en önemli görüşü, insanı her şeyin merkezine koyması ve insan
sevgisini en üst noktada görmesidir. Hacı Bektaş Veli, imge Tanrı anlayışı yerine, doğayla ve
insanla bütünleşmiş bir Tanrı anlayışını savunmuştur. Her şeyin ölçüsünde “insan“aranmalıdır
ilkesini düşüncesinin özünü oluşturmuştur. Tanrı’yı insanın gönlüne taşımış ve sevgiyi öne
çıkarmıştır. Aklı ve bilimi insanı gerçeğe taşıyacak olan en önemli yöntem olarak görmüştür.
Dünya malına çok fazla değer vermeyen, paylaşımı, eşitliği ve sevgiyi öne alan bir toplumsal
modelin savunucu olmuştur. Hacı Bektaş Veli, “sevgi” anlayışını yalnızca “insana” değil,
dünyada var olan tüm canlılara karşı da gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hacı Bektaş’ın
kucağına “Aslanla+Ceylan” yan yanadır. Hacı Bektaş, kadını asla ikinci bir konumda
görmemiş, o kadınla+erkeği bir bütün olarak görmüştür. Sanata değer vermiş, sazı ve sözü
önemsemiştir.
Hacı Bektaşi Veli, görüş ve düşüncelerinde, doğruluğu, iyiliği, güzelliği, umudu,
yardımlaşmayı, eşitliği, hoşgörüyü vs. gibi insanı mutlu edecek ve topluma huzur ve barış
getirecek olan bir öğretinin temsilcisi olmuştur. O bir bilge, bir “kâmil insan”dır. Zaten
Bektaşilik, toplumsal kurtuluşu “kâmil insan” tasarımıyla açıklamıştır. Bu anlayışta, insanın
olgunlaşması önemlidir. İnsanın olgunlaşması ise, insanın kendisini aşması ve gerçekliğin
farkına varmasıyla, bütünselliği kavramasıyla söz konusudur. Bu da ancak insanın nefsini
eğitmesi ve tinini aydınlatmasıyla olur. İnsanın olgunlaşması için dört kapı, kırk makamı
öğrenmesi ve bu makamları aşması gerekir.
Dört kapı:
Şeriat kapısı, bu aşama, bedensel varoluş, düşünce de gerilik ve hamlık aşamasıdır.
İşlenmemiş kaba durumdur.
Tarikat kapısı, bu aşama, kendisine bir yol edinmeyi, bilgiye ve bilmeye yönelmeyi
amaçlayarak bir hedefi seçme aşamasıdır. Yol diliyle söylenirse, kişinin, yolu öğrenmeye
yönelmesi, yola girmesidir. Bu aşamada ki kişinin, düşüncesini, becerisini ve bilgisini arttırmak
isteği vardır. Yavaş yavaş hamlıktan ve bilgisizlikten çıkmaktadır.
Marifet aşaması, bu aşamada kişi, hedefte ilerlemiş, yol bilgisine ulaşmış, bilgi açlığını
ve becerisini geliştirmiştir. Hamlıktan ve çiylikten kurtulmuştur.
Hakikat kapısı, artık burada kişi kendisini aşmış, nefsini yenmiş ve olgunlaşmıştır.
Gerçeğin farkına varmış ve bütünselliği kavramıştır. Hacı Bektaş Veli’nin düşünce yapısında,
Tanrı’yla insan ayrı değildir. Tanrı, tüm evreni kapsar. Her şey Tanrı’nın özünde mevcuttur ve
her şey Tanrı’nın yansımasıdır. Tanrı’yla doğayı ve dolayısıyla insanı ayırmak, ham bir
görüştür. Bütünselliği kavrayamamaktır. Her şeyi görüntüye, zahiri olana indirgemek, gizil
konumdaki nesneyi algılayamamak, insanı yanlışa götürür. Oysa görünen nesne ne kadar
gerçekse, görünmeyen nesne de o kadar gerçektir. Görünmeyen nesne, düşüncede kavranır. Bu
da bilinci gerektirir.
Kul Himmet, dizelerinde bu gerçekliği anlatmaya çalışmıştır. Hacı Bektaş’ın felsefesini
bilmeyen kişinin, aydınlık düşünceden uzak olacağını, çünkü bu felsefenin insanlara ışık
saldığını, insanları aydınlattığını belirtmektedir. Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin yolunu sürdüren
ünlü bir velidir. Bir aydınlanmacıdır. Bunu anlamayanları eleştiren Kul Himmet, Hacı
Bektaş’ın düşünce yapısını, insanlığı kurtaracak bir yol olarak görmektedir. Bu görüşünü ikinci
dörtlükte açıkça dile getirmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin düşüncesini öğrenenlerin, onun görüşüne
değer verenlerin, o düşünceleri savunanların “hacca” gitmesine gerek yoktur demektedir.
Bulut oldum göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım
Coşkun coşkun ben kaynadım
Sellerim Ali çağırır (Öztelli, age, s. 80)
Ozan, yukarıdaki dizelerinde, diyalektik bir algıyla, doğasal dönüşümü ortaya
koymuştur. Bulut buhardan, gazdan oluşur. Buhar gökyüzünde hava akımlarıyla
buluşur. Hava akımlarının etkisiyle buluta dönüşür. Bulut içinde yoğunlaşan su buharı,
yağmur olarak dünyaya düşer, yere yağmur olarak yağar. Yağan yağmur deryaya akar.
Deryada güneşin etkisiyle yeniden buharlaşır (yani kaynar, coşar) ve yeniden göğe akar.
Bu döngü sonsuzca sürer. Ozan, yere yağan, akan, deryaya dökülen, göğe çıkan ve sonra
da yer düşüp, sel olup deryaya dökülen su bile Hz. Ali’yi andığını söylemektedir.
Kıldan köprü yaratmışsın
Ne hoş hayıra batmışsın
Şöyle tasannu tutmuşsun
Kulun nice geçsin ondan (Öztelli, age, S. 102)
Ozan, Tanrı tarafından yargılayarak, insanların tartıma alınması ve tartım
sonucuna göre, suçları ağır basanların, cezalandırılarak, “kıl köprüsünden”
geçirilmesini İronik bir dille eleştirmektedir. Bu durumun “Tanrısal” sıfatlara uygun
düşmediğini ve insanları akıl almayacak bir nesne üzerinden geçirerek, hiç de ululuğuna
denk düşmeyecek bir davranış içine giren bir Tanrı anlayışını doğru bulmamaktadır.
Ozan, bu tür söylemlerin hoş olmadığını da belirtmektedir. Tanrı’nın tasannu içinde
olmayacağını da belirtmiştir. Tasannu, yapmacık, gerçek olmayanı daha güzel gösterme,
çekici kılma ve kandırma anlamına gelmektedir. Bu da bir tuzaktır. Yarattığı varlığa
“tuzak kuram” bir Tanrı olabilir mi? Doğal ki olamaz. Böylesi sıfatları “Tanrı”ya
yüklemek, onun büyüklüğüne uymamaktadır. Ozan, burada “kader” anlayışına
gönderme yaparak, insanlara hem günah işleten, hem de ceza veren bir anlayışın Tanrı
kavramına uygun düşmediğini, Tanrı’nın insanları kandırmayacağını söyleyerek,
insanların dünyadaki olaylara karşı gösterdiği davranışlardan dolayı, yüce bir varlığın
onu kıldan da ince bir köprüden geçirmesi Tanrısallıkla bağdaşmaz demektedir. Bu tür
düşüncelerin insan kaynaklı olduğunu vurgulamak istemektedir.
Cennet er zatıdır, cehennem sıfat
Hırsın, nefsin öldür, bulasın necat
Edep üstat durur, ilim hakikat
Öğrenegör Hakk’ın zanaatıdır. (Öztelli, age, S. 113)
Cennet, yiğitlerin, mertlerin, göstermiş olduğu kişilikli ve iyilik yapıcı eylemlerin
bir yansımasıdır. İnsanlığa yararlı olan, insanı mutlu eden her şey “Cennet” tanımının
içine girer. Cehennem ise, insanların göstermiş olduğu, insanlık dışı, kötülük üretici ve
mutsuz kılıcı her davranışa yüklenilen özelliklerdir. Bir insanın nefsini yenmesi, hırsına
egemen olması, özünü insani değerlerle donatması ve tehlike yaratacak davranışlardan
uzak kalması gerekmektedir. Ozan, güzel davranışlar Cennet, tehlikeli ve kötü
davranışlar ise cehennemi temsil eder demektedir. Edep, yani güzel ahlaklı, toplumsal
kurallara uyum, namuslu davranış, yanlışlardan kaçınma, utanma duygusu, nezaket,
adaletli olma, vs. gibi davranışlar insanı yüceltir ve toplumu yaşanılır kılar. Edep bu
değerleri içerir. Bilim de bu gerçekleri ortaya koyan, insanlara gerçekleri gösteren
yoldur, en önemli yöntemdir. Kul Himmet, tüm bu güzel değerler, Tanrı’nın
özellikleridir, Tanrı, bu güzel sıfatlarla yücedir ve böyle alınmalıdır demektedir.
Olur, olmaz yerde, çok sır verilmez
Cümle bir sıfattır, kâmil bilinmez
Her akan sulardan abdest alınmaz
Yuvarlanıp akan selde nemiz var. (Öztelli, age, s. 149)
Kul Himmet, yukarıdaki dizelerde, Alevi-Bektaşiler, olur-olmaz yerde gelişi güzel
konuşmamalıdır diyor. Alevilik-Bektaşilik, birçok öğretisini sırlar üzerine kurmuştur ve
simgelerle, sembollerle, söz konusu görüş ve düşüncelerini geleceğe taşımış ve bu
yöntemle, evrensel görüşlerini yaşatmaya çalışmış ve çalışmaktadır. Bazı bilgiler,
sıfatlar biçimiyle anlatılır. Nitelikler ve özellikler öne çıkar ve söz konusu bu nitelikler
ve özellikler, bazı önemli kimliklere yüklenir. Bu kimlikler kâmil insanlardır. Akan her
su temiz değildir diyen ozan, arınmış ve paklanmış olmak, en temel olandır, bundan
dolayı da o akan suyun içinde neler var onu bilmemiz gerektiğini söylüyor.
Gâh gelir gülşende gökten görünür
Gâh gelir isimde dilden görünür
Gâh vücuda girer sultan görünür
Âşıkta türlü türlü fendi var. (Öztelli, age, S. 154)
Ozan, burada devriyeyi anlatmaktadır. Varlığı oluşturan enerjinin (ruhun)
değişik görünümlerle dünyaya geldiğini söylemektedir. Bu anlamda, enerji, bazen gül
bahçesinde, gökyüzünde, bir isimde, bir dilde, bir konuşmada, bir bedende sultanda
(yönetici); bazen yoksul, bazen de zengin vs. şeklinde görünür diyerek, ruhun
ölümsüzlüğünü vurgulamaktadır. Varlığı dönüştüren temel gücün aşk olduğunu da
belirten ozan, aşkı, hareket ettirici güç olarak görmüştür.
Hakk’ın gevherinde arşın yüzünde
Andan hâsıl oldu, Güruh-i Naci
Hak verdi bir evlad dünya yemişi
Verince tatlıdır, alınca acı. (Öztelli, age, S. 172)
Kul Himmet, yukarıdaki dizelerde, her varlığın Hakk’tan geldiğini belirterek,
insan da var olmadan önce, Hakk’ın özünde, potansiyel olarak bulunmaktaydı
demektedir. Ana kaynak, gerçek cevher (enerji) Hakk’tır. Hakk, açığa çıkmadan önce
Tanrı’ydı. Tanrı, görünmeyen, ancak duyumsanan, varlığı hissedilendir. Başlangıçta,
Arş’ın, yani göğün en üst katında bulunan cevher, yani vara edici güç veya Tanrı, evreni
anında var etti. Evren, görünür evrene çıkmadan önce de “Güruh-i Naci” orada
mevcuttu. Evren, açığa çıktığında, yani karşıt maddeden, maddeye dönüştüğünde,
özünde potansiyel olarak bulunan “Güruh-i Naci” (burada insan anlamındadır) koşullar
oluştuğunda, yani evrimsel sürecin bir aşamasında, insan” olarak ortaya çıktı.
Güruh-u Naci, sözcük olarak: Güruh=Topluluklar, Naci=Kurtulmuş anlamlarına
gelmektedir. Bu durumda “”Güruh-u Naci”, “Kurtulmuş Topluluklar” anlamındadır.
Ama buradaki anlamı, tüm varlıklar içinde seçilmiş ve akıl varlığı olarak ortaya çıkmış
“insan” anlamındadır. Ozan, bir insanın doğmasını, dünyaya gelmesini tatlı bir olay;
ölmesini, dünyadan sonsuzca yok olmasını, yani ölümü ise acı olay olarak
değerlendirmiştir.
Kul Himmet de diğer yedi ulu ozan gibi, gerek didaktik ve gerekse lirik şiirler üretmiştir.
İnandığı değerleri yaşamı boyunca savunmuş ve Alevi-Bektaşi öğretisini yaymaya çalışmıştır.
Şiirlerinde sorgulayıcı, araştırıcı, eğitici ve öğretici bir yöntem uygulamıştır. Kendisinden önce
yaşamış olan ozanlardan etkilenmiştir. Kul Himmet, en çok Pir Sultan Abdal’dan etkilenmiştir.
Ozan, yaşadığı dönemin toplumsal olayları karşısında da duyarlı olmuştur.
Kul Himmet’in birçok şiiri, gerek Cem’lerde, gerek semahlarda, türkü formunda farklı
sanatçılar, ozanlar ve zakirler tarafından okunmuştur.
Kul Himmet, ürettiği eserlerle ölümsüzleşmiş ve günümüzde de canlı bir şekilde
yaşamaktadır.
Onun kültürel canı, başka canlarda yaşam bulmakta ve bilinçlerde, belleklerde,
imgelerde yaşatılmaktadır.
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
-1EYVALLAHTIR
Bizi bu sevdaya salan
Kendü cenabı Allah’tır
Bu sevdaya meyil veren
İşi gücü eyvallahtır
Bir sözüm vardır tutana
Er odur Hak’tan utana
Kul olmuşuz Pir Sultan’a
Eşiği de kıblegâhtır
KUL HİMMET’im okuryazar
Şu cihanı eler gezer
Hak’tan bize oldu nazar
Bu bir sırr-ı sırrullahtır (Mehmet Şimşek . a.g.e. (sayfa, 162)
-2ALİ ÇAĞIRIR
Yolcu oldum yola düştüm
Yollarım Ali çağırır
Bülbül oldum güle düştüm
Güllerim Ali çağırır
Bir zaman turapta yattım
Türlü çiçeklerden bittim
Arı ile çok bal yaptım
Ballarım Ali çağırır
Bulut oldum göğe ağdım
Yağmur oldum yere yağdım
Coşkun coşkun ben kaynadım
Sellerim Ali çağırır
KUL HİMMET’im aşka düştü
Aşk deryası boydan aştı
Virdimiz Ali’ye düştü
Dillerim Ali çağırır
(Mehmet Şimşek; a.g.e. Sayfa; 165)
)
-8NEFES
Her bir söze sakın dilin uzatma
Doğru söyleyene dilde nemiz var.
Aybın görüp elin gıybetin etme
Kendimiz görelim ilde nemiz var.
Nâdana söz atıp dile getirme
Cahile uyup da kendin yitirme
Her ağaç dibine varıp oturma
Meyvesi olmayan dalda nemiz var.
İhtilaf çoğaldı okur kitaptan
Her bağa girilmez oldu gazelden
Ayırma gönlünü sen de sohbetten
Halk içinde kıyl - ü kalde nemiz var.
Herkese kaş çatıp fena söyleme
Helâlden gayrıya himmet eyleme
Her güle gül diye minnet eyleme
Dikende açılan gülde nemiz var.
Olur, olmaz yerde çok sır verilmez
Cümle bir sıfattır kâmil bilinmez
Her akan sulardan abdest alınmaz
Yuvarlanıp akan selde nemiz var.
Sakın bir kimsenin metaın satma
Bülbül gibi bezm - i gülşende ötme
Her gördüğün bala parmağın batma
Lezzeti çıkmayan balda nemiz var.
KUL HİMMET’ im der ki bu sır Ali’nin
Pirim Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin
Kurbanıyım erkânının yolunun
Kırmızılar giydik alda nemiz var [Ahmet Özdemir'in Halk Şiirinden Seçmeler adlı kitabından
alınmıştır. (Bordo Siyah. Yay. İst. 2006- Sayfa: 123, 473)]
-10MENZİL ALMADI
Aklım fikrim yar eyledim ben bana
Öğüt verdim, deli gönül almadı
Bir kileciği var almış eline
Dünyayı içine koydum dolmadı
Alması farz imiş sünnettir selam
Hak nurdan yarattı yaz dedi kalem
Bir çeçek yarattı ol Rabbül’ âlem
Anı koklayan mahrum kalmadı
Var bir pire eriş serseri gezme
Gözet gözün önün yolundan azma
Değme bir dükkâna yükünü çözme
Bunda çok bezirgân işi kalmadı
Gençlik yaza benzer, kocalık güze
Yüreğim başlıdır, dertlerim taze
Boynun eğ de himmet eyle üstaze
Şeytan benlik ile menzil almadı
KUL HİMMET’in deste gülü elinde
Daima zikr eder Hakk’ı dilinde
Bir güzel seçmiştim, Hakk’ın yolunda
Hayali gönlümde zail olmadı (Atilla ÖZKIRIMLI; Türk Edebiyatı Tarihi; (Ansiklopedik) 2.Cilt.
İnkılâp Yay. 2004; İlgili Madde; sayfa; 833)
-11HÜSEYİN
Hüseyin’imi verdiler hocaya
Okuya akaya çıktı heceye
Bin bir kelle kestiler bir geceye
Kellesi tabakta yatan Hüseyin
Hüseyin’im gelirdi hep hak ile
Münafıklar kurdu yıktı ok ile
Sana nice varayım bu yük ile
Yükünü meydana çözen Hüseyin
Hüseyin’in Kerbelâ’da çardağı
Uzatmış boynunu gelir ördeği
Münafık başına dikti bardağı
Yalmana yalmana gelen Hüseyin
Hüseyin’in Kerbelâ’da odası
Dal boynuna nazar etmiş dedesi
Yemen’den gelirdi onun gıdası
Gıdası Yemen’den gelen Hüseyin
KUL HİMMET’im eder bendimde bağlı
Münafık elinden ciğerim dağlı
Dedesi Muhammet, Ali’nin oğlu
Atasından imdat uman Hüseyin (Esat KORKMAZ; Anadolu Aleviliği; Berfin Yay. 1.
Bas. 2000. Sayfa; 453-454)
BÖLÜM (GENEL) SÖZLÜK
Ağmak; Akmak. Devinmek.
Ahval ; İçinde bulunulan durum.
Ala
;İyi.
Anın ; Onun anlamında bir söz.
Arş
; 1-) Tanrı’nın bulunduğu en yüksek gök katı. 2-) Tanrı’nın gücü, kudreti.
Ayan ; Açık, belli.
Azam ; Pek büyük, ulu.
Bab ; 1-) Kapı 2-) iş, husus, konu, madde. 2-) Geçit, boğaz.
Bal’ı ;
Balım Sultan’ın kısaltılmış ismi:
Bedestan ; Değerli eşyaların alınıp satıldığı yer.
Bergüzar ; 1-)Küçük hediye. 2-) Geri verilmek üzere alınan hediye.
Bezirgan ;_ 1-) Tüccar. 2-) Aşırı kâra düşkün kimse. Doyumsuz.
Biat
; Birisinin egemenliğine girmeyi kabullenme, buyruğa uyma.
Billah
; Allah’ın adına yemin etmek.
Çarh-ı Felek; 1-) Dönen gök cisimleri 2-) Kader, baht.
Damen ; 1-) Elbise 2-) Dağ eteği 3-) Sevgilinin eteği.
Dokuz çarh ; 1-) Dokuz gök cismi. 2-) Dokuz gök.
Dört Kapı; Alevilik-Bektaşilikte insanı olgunlaşmaya taşıyan dört aşama. 1) Şeriat 2-) Tarikat, 3-) Marifet
4-) Hakikat.
Düldül ; Hz. Ali’nin kır atı.
Engür ; Üzüm,
Engür suyu ; Üzümden yapılan şarap.
Eşref
; En onurlu, en şerefli.
Eydür ; İyidir.
Eyvallah ; Allah’ın adına yemin etmek.
Eyyam ; 1-) Günler 2-) Birisine yaranmak için fırsat kollayan kimse.
Ferş
; 1-) Yayma, döşeme. 2-) Zemin, yeryüzü. 3-) Yere serilen halı, kilim…vs.
Farz
; 1-) Tanrı buyruklarını yerine getirme. 2-) İbadetin zorunlu olanları.
Firkat ; Sevgiliden, dostlarından, sıladan ayırlma.
Gevher ; 1-) Cevher 2-) Öz, esas.
Gıybet ; Dedikodu.
Güher ; Maddenin özü, cevher.
Güman; Kaygı, endişe, şüphe.
Güruh ; Değersiz, hoşlanılmayan topluluk.
Hamail ; 1-) Muska 2-) Omuzdan bele doğru çapraz inen bağ.
Har
; Sıcaklık.
Has
; 1-) Saf, katışıksız 2-) Bir şeye özgü.
Hatem ; Yüzük.
Hazer ; Sakınma, çekinme.
Hikmet ; 1-) Bilgelik, bilim, bilgi. 2-) Gizli gerçek.
Hilaf
; Karşıt, zıt.
Hüda
; 1-) tanrı 2-) Sahip, efendi.
Huri
; İslam’a göre Cennette yaşadığına inanılan güzel kadın.
İbrişim ; Kalınca büküşmüş ipekten yapılmış iplik.
İde (Ede) ; Gerçekleştire anlamından bir söz.
İhtilaf ; Anlaşmazlık.
İhsan
; 1-) Bağışlama 2-) İyilik, lütuf.
İmdi
; O halde, buna göre anlamında ki söz.
İns
; İnsan.
İntizar ; 1-)Bir şeyin gelişmesini beklemek; 2-) İlenme, beddua.
Kamber ; Hz. Ali’nin hizmetçisi veya kölesinin ismi.
Kamer ; Ay
Kâmil ; 1-) Bütün, eksiksiz. 2-) Oldun. 3-) Geniş bilgili.
Kân
; 1-) Maden ocağı 2-) Bir şeyin kaynağı.
Kande
; Şeker, şeker kamışının donmuş suyu.
Kıblegah ; Kıblenin yönü.
Kıy-l kal ; Dedikodu.
Kile
; Tahıl ölçeği.
Koklaşuben ; Koklaşmak.
Kulhüvallahü Ahad; Tanrı’nın varlığı, birliği, tekliği ve sonsuzluğunu bildiren söz.
Lal ü gevher ; Değerli taş.
Mağrip; Batı
Mah
; 1-) Gökteki Ay 2-) Genç ve güzel kimse.
Mahrum ; Bir şeyden yoksun kalmak, bir şeyde eksiklik duymak.
Mana
; 1-) Anlam 2-) İç, öz, ruh.
Maşrık; Doğu
Melamet ; Ayıplama, kınama, azarlama.
Menzil ; Ulaşılmak istenen hedef.
Meta ; Mal.
Methi ; Övgü
Miraç ; Hz. Muhammed’in göğe; Allah, katına çıkması.
Muhabbet; Muhabbet. ; Bir araya gelip sevgiyle sohbet etmek. Karşılıklı konuşmak.
Muhtar ; Özerk, istediği gibi davranan.
Münafık ; Ara bozucu, ikilik yaratıcı.
Mümin ; 1-) İnançlı. İslam dinine inanan. 2-) Allah’ın adlarından biridir.
Mürit
; Birisine bağlanma, yol öğretisini öğrenmeye çalışma.
Mürsel
; Yollanmış, gönderilmiş.
Mürşit
; Uyaran, önder, yol gösteren.
Nadan
; Bilgisiz, cahil.
Nazar
; 1-) Bir olayı belli bir biçimde ele alma. 2-) Bakma, bakış.
Oniki burç ; Gök yüzünde ki on iki takım yıldızı.
Pak
; Temiz.
Perğar
; Pergel.
Peri
; Düşsel dişi varlık.
Rabbül-alem ; Alemlerin (evrenin) sahibi.
Sebü-l mesani ; Tekrarlanan yedi.
Selamet
; 1-) Esen olma durumu, 2-) Güvenlikte olma.
Selâvat ; Hz. Muhammet'e ve onun soyundan gelenlere saygı bildirmek için okunan dua
Sırrullah ; 1-) Gizlilik. 2-) Tanrısal gizlilik.
Sünnet
; Hz. Muhammed’in söz ve davranışları.
Suphanallah ; Allah eksiksizdir.
Şah-ı Merdan ;1-) Hz. Ali’nin isimlerinden biri. 2-) Yiğit, mert kişi.
Şar
; Şehir.
Şems
; Güneş.
Seyyit
; 1-) Hz. Hüseyin’in soyundan gelen kimse. 2-) Bir topluluğun ileri geleni.
Tellal
; Yüksek sesle bildirme.
Teravih
; Yatsı ile vitir namazı arasında kılınan namaz.
Terceman; (Tercüman); Dilden dile aktarılan söz. Anlaşılmayanı anlaşılır kılan söz.
Türap
; Toprak, sevgilinin ayağında toprak olmak.
Ülker
; Boğa takımyıldızında bulunan yıldız kümesi.
Ümmet ; Bir Peygamber’e inanan insanların tümü.
Üstaze
; Üstad. Üstün bilgiye sahip kimse.
Vird
; 1-) Öğrenci 2-) Mürit.
Vitir
; 1-) Tek, yalnız olan 2-) Yatsı namazı sonrası kılınan namaz.
Yad
; 1-) Yabancı, el 2-) Hasım, düşman.
Yâd
; Anımsama, anma.
Zail
; Ortadan kalkan, yok olan.
Zâr
; 1-) Ağlayan 2-) Zayıf, bitkin.
Zikir
; Anma, sözünü etme.
Zülfür
; Yeşil düşmüş, sümbüllü.
BÖLÜM KAYNAKÇA
Ana Britanicca; İlgili Madde.
ATALAY, Besim; Bektaşilik Ve Edebiyatı, Ant. Yay.2.baskı. 1991
ÇINAR, Erdoğan; Aleviliğin Gizli Tarihi; Çiviyazıları Yay. 5. baskı 2006
EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı; Der Yay.1991
İLHAN, Hüseyin; Alevilik İnanç ve Kültür; Barış Mat.2005
www.iskenderiye.com
KAYA, Doğan; http://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/24.php.
KORKMAZ, Esat; Anadolu Aleviliği; Berfin Yay. 1. Bas. 2000
ÖZDEMİR, Ahmet; Şiirinden Seçmeler, Bordo Siyah. Yay. İst. 2006
ÖZKIRIMLI, Atilla; Türk Edebiyatı Tarihi. 2. Cilt.
ÖZTELLİ, Cahit; Pir Sultan’ın Dostları, Özgür Yay. 1984
ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can
Yay.1. Bs. 1995
TURAN, Metin; Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri; Metin Turan; 3.Baskı; Ürün Yayı..1997
YAMAN, MEHMET; Çeviren; Buyruk; Mannheım AKM Dedeler Kurulu; 2000