indirmek için tıklayınız

BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ
İrfan Kaya Ülger*
Bu çalışma Soğuk Savaş sonrasında Eski Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte dünyanın en
istikrarsız bölgesi haline gelen Balkan Yarımadasında barış ve güvenliğin nasıl tesis edildiğini
ve bu süreçte Avrupa Birliğinin katkılarını incelemeyi amaçlamaktadır.
Esasında bir bölgesel entegrasyon hareketi olan Avrupa Birliği’ni, başka özellikleri yanında
bir barış projesi olarak da nitelendirmek mümkündür. Gerçekten de Avrupa kıtasında Eski
Yugoslavya coğrafyası istisna tutulacak olursa İkinci Dünya Savaşından günümüze çatışma
yaşanmamıştır. Özellikle AB üyesi devletler arasında görüş ayrılıkları ve gerilimler hiçbir
şekilde savaşı gündeme getirebilecek düzeyde tırmanmamıştır. Öte yandan bütünleşme
hareketinin esas tetikleyicisinin de Almanya-Fransa anlaşmazlığına çözüm arama olduğunu
bu bağlamda hatırlamak gerekir. 1945 yılında savaşın dört galibi tarafından işgal edilen
Almanya toprakları, 1949 yılında ikiye bölünmüştü. İngiltere, Fransa ve ABD’nin kontrol
ettiği toprakların birleştirilmesiyle Federal Almanya kurulmuş, bu oluşama dahil olmayan
SSCB ise kendi işgal bölgesinde Doğu Almanya’yı kurmuştu. Fransa’nın bu süreçte ikna
edilmesi, Almanya’nın egemenlik haklarına kavuşması bir uzlaşı sonucu mümkün olmuştur.
Fransa, o dönemde önemli enerji kaynağı olarak kabul edilen ve savaşın devamı için hayati
ehemmiyet taşıyan çelik ve kömürün üzerindeki tasarruf hakkının yeni kurulacak Alman
hükümetine verilmemesi konusunda ısrarcı olmuştur. Uzun müzakerelerden sonra
günümüzdeki Avrupa Birliğinin temelini oluşturan Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatını kuran
Paris Antlaşması üzerinde taraflar arasında mutabakat sağlamışlardır.29
*
Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
29
Ian Bache ve Stephan George, Politics in the European Union, Oxford University Press, London, 2006, pp.
93.-105
119
Kuruluşu aşamasında Almanya-Fransa ihtilafına çözüm teşkil eden, bu yönüyle bir barış
projesi olarak yola çıkan Avrupa bütünleşme hareketi günümüze kadar kaydettiği ilerleme ile
de bunu tescil etmiştir. Üye devletler arasında bugüne kadar savaş yaşanmamıştır. Hatta daha
da ileri giderek şunu söylemek mümkündür. Avrupa bütünleşme hareketi içerisinde yer alan
devletlerin yanında komşuları ve siyasi, ekonomik ilişki içerisinde bulundukları devletlerde de
barış ve istikrara katkı sağlamaktadır.
Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin Balkanlar üzerindeki etkilerini incelemeyi hedeflemektedir.
Çalışmanın birinci bölümünde Avrupa Birliğinin bir entegrasyon hareketi, bir yumuşak güç
olarak değiştirme/dönüştürme fonksiyonu incelenecektir. İkinci bölümde ise Balkan
Yarımadasındaki siyasal ihtilaflar ve son bölümde ise bölgede normalleşme, barış ve siyasal
istikranın tesisinde Avrupa Birliği’nin rolü ele alınacaktır.
1. Bir Yumuşak Güç Olarak Avrupa Birliği
Uluslararası İlişkiler literatürünün yeni kavramlarından biri olan Yumuşak Güç, klasik/askeri
gücün yarattığı etki ve nüfuzun askeri güce başvurulmadan tesis edilmesi anlamındadır. Sert
güç olarak da bilinen askeri güçte bir siyasal aktör ekonomi ve askeri imkânlarını kullanarak
diğerleri üzerinde etki/hakimiyet tesis etmektedir. Devletler tehdit ve caydırıcılık unsurlarını
kullanarak uluslararası alanda başka aktörlerin davranışlarını etkilerler. Ulaşılmak istenen
hedef dikkate alındığında Yumuşak Güç kavramıyla amaçlanan sert güç ile aynıdır. Burada
devletler araç olarak tehdit ve güç kullanma yerine işbirliği ve çekicilik unsurlarını öne
çıkarırlar. Yüksek değerler, kurumlar ve politikalar yumuşak gücün önde gelen araçlarıdır.30
Bir başka ifadeyle Yumuşak Güç, askeri güç kullanmak yerine istediklerini kültür ve ideolojik
çekicilik yoluyla elde etme becerisidir.
30
Joseph Nye, “Soft Power and European American Affairs”, Hard Power, Soft Power and the Future of
Transatlantic Relations, Thomos L. Ilgen (ed), Asghata, London, 2006, p. 25-35
120
Etki altına alınacak devletin politikalarını fiziki güç kullanmadan değiştirmeyi hedefleyen her
türlü faaliyet yumuşak güç kavramı içerisinde yer almaktadır. Sivil toplum örgütlerinin,
hükümetler dışı uluslararası kuruluşların (NGO) faaliyetleri, konferans, gezi, panel gibi
faaliyetler, hedef alınan ülke kanaat önderlerine dil eğitimi ve akademik destek vermek gibi
çalışmalar Yumuşak Güç faaliyetleridir. Bir ülkede faaliyet gösteren diplomatik
temsilciliklerin, kültür merkezlerinin tanıtım/propaganda faaliyetleri, kamuoyunu etkileme ve
yönlendirme amacı taşıyan faaliyetleri, kitle iletişim araçlarında görünürlük ve imaj yaratma
çalışmaları da aynı kategori içerisindedir.
Yakın zamana kadar bir ülkenin ulusal gücünün hesaplanmasında silahlı kuvvetler esas
alınıyordu. Günümüzde ise ülkenin cebire başvurmadan başkalarının politikasını değiştirme
kapasitesi anlamında Yumuşak Güç de ulusal gücün hesaplanmasında dikkate alınmaktadır.
Yumuşak Gücün etki yaratması için evrensel normlar içermesi, iletişim kanalları ile etkili
biçimde kullanılması ve kamuoyunu etkilemesi zorunludur. Bu çerçevede Yumuşak Gücün
öncelikli hedefleri, medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıdır. Yumuşak
güç kullanımında esas amaç ise nüfuz tesis etmektir. 31
Yumuşak Güç kavramının ihtiva ettiklerini daha da somutlaştırmak için yakın geçmişteki bazı
olayları hatırlamakta yarar var. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Franklin
Roosevelt’in “dört özgürlük” konuşması32, Soğuk Savaş yıllarında Özgürlük Radyosunun33
kamuoyu etkisi yaratmak için yaptığı yayınlar, Hollywood filmlerinin dünya genelinde
Amerikan değerlerinin yaygınlaşmasındaki rolü, yumuşak güç kavramının kültürel/ideolojik
yelpazesini anlamamız bakımından önemlidir. Sert gücün günümüzde de önemini koruduğu
kuşkusuzdur. Bununla birlikte tek başına sert güç ile sonuç almak mümkün değildir. Bir
31
Kroening, Matthew, M. McAdam ve S. Weber (2010), “Taking Soft Power Seriously”, Comparative Strategy,
29:5, s.412-431
32
Metin için bakınız: http://voicesofdemocracy.umd.edu/fdr-the-four-freedoms-speech-text/
33
Özgürlük radyosunun yayınları bazı ülkelerde devam etmektedir.. http://www.rferl.org/
121
örnek olarak zikretmek gerekirse terörizmle mücadelede siyasal desteğin kesilmesini askeri
yollarla başarma imkânı sınırlıdır. Daha önemli ve kalıcı olan,
kitlelerin düşünce ve
algılarında değişiklik sağlanması ve böylece terörle mücadelede halk desteği kazanmaktır.
Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi gibi kavramların yarattığı çekicilik ve cazibeyi de
bu çerçeve içerisinde ele almak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı
Avrupa’da ABD gücünün ve etkisinin artmasında çeşitli devletlerdeki üslerde konuşlanan
ABD askeri varlığı ve Marshall Yardımları kadar ve hatta ondan daha fazla ABD kültürünün
yaygınlaşması rol oynamıştır.34
2006 yılında Savunma Bakanı D. Rumsfeld, Başkan Bush’un teröre açtığı savaş konusunda
şunları söylemişti: “Bu savaşın en kritik çatışmaları Afganistan dağlarında veya Bağdat
sokaklarında değil, New York, Londra, Kahire veya başka yerlerdeki televizyon stüdyolarında
gerçekleşebilir.”
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Avrupa Birliği bir Yumuşak Güç müdür?
Maastricht Antlaşmasından sonra Avrupa Birliği adını alan Batı Avrupa’daki bütünleşme
hareketinin başlangıçtan günümüze kayda değer ilerlemeler gerçekleştirdiği bir vakıadır.
Avrupa Birliği’nde iki ana eğilimi vardır. Bunlardan ilki işbirliği alanlarının genişlemesi
anlamında derinleşme, öteki de üye sayısının artması, yani genişlemedir. Avrupa Birliği
1980’lerin ortalarından beri uluslararası siyasal sistemde “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak
tanımlanmaktadır.35 Bu kavramla kastedilen ekonomik bütünleşme alanında kaydedilen
ilerlemenin ve gücün uluslararası politikayı çok da fazla etkilemediğidir. Avrupa Birliği,
zaman içerisinde askeri güç konumunu güçlendirecek faaliyetlere girişmiştir. 1997 yılında
İngiltere ile Fransa’nın St. Malo görüşmelerinde sağladıkları mutabakat üzerine başlatılan ve
34
Joseph Nye, op.cit. s 29-30.
35
Desmond Dinan, Ever Closer Union-An Introduction to European Integration, Palgrave, London, 2003. S.
508-526
122
Acil
Müdahale
Gücü
oluşturulması
faaliyetlerini
bu
kapsamda
değerlendirmek
gerekmektedir.36
Bununla birlikte, siyasal ve askeri bütünleşme alanlarında üye devletlerin yetki devri
konusunda mutabakat sağlayamamış olmaları, AB’nin uluslararası alanda ağırlığının ve
yaptırım gücünün bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Günümüzde AB, gerek ortak dış
ticaret politikası yoluyla, gerek Komisyon ve Dönem Başkanı ülkenin inisiyatifi ile girişilen
faaliyetlerle
uluslararası
siyasal
sistemi
ve
devletleri
doğrudan
ve
derinden
etkileyebilmektedir. Çatışma sonrası bir bölgenin normalleşmesi için yürütülen faaliyetlere
iştirak, uluslararası insani yardımlar, Avrupa Komşuluk Politikası ve nihayet adaylık/tam
üyelik, sınırlı ekonomik işbirliği hedefi ile yürütülen faaliyetlerin başarısı, AB’nin çok etkili
bir Yumuşak Güç olduğunu göstermiştir.
2. Balkanlarda Siyasal İhtilaflar ve AB’nin Tutumu
Avrupa Birliğinin Balkanlara yönelik politikasını analiz etmeden önce kısaca Balkan
ülkelerini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen ihtilaf konuları üzerinde durmak
gerekmektedir. Balkan ülkelerinin yakın siyasal geçmişi, İkinci Dünya Savaşından sonra
farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir. Romanya ve Bulgaristan, savaş sonrasında SSCB etkisi
altında kalmış ve Varşova Paktı ve COMECON ile bunu tescil etmiştir. Yunanistan ve
Türkiye ise Batı ile yakın ilişki içerisindedir. Her iki ülke de 1952 yılında NATO’ya
katılmıştır. Arnavutluk’ta yönetimi ele geçiren Enver Hoca, SSCB ile ilişkilerinde sorunlar
ortaya çıkınca ülkeyi dünyadan tamamen tecrit etmiştir. 1985 yılında ölümünün ardından
Arnavutluk’ta komünizm 7 yıl daha devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra Tito
tarafından kurulan Sosyalist Yugoslavya ise hem Arnavutluk’tan hem de SSCB bloğunda yer
alanlardan farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir.
36
Robert Dover, “The EU’s Foreign, Security and Defence Policies”, The European Union Politics, Michelle
Cini (ed), Oxford University Press, New York 2007, s.237-251.
123
Kendine özgü sosyalist modeli ile dikkatleri üzerinde toplayan Yugoslavya bir yandan tek
parti idaresi altında başka siyasal görüşlerin temsilini engellemiş, öte yandan Pazar
Sosyalizmi adıyla özel mülkiyetin var olduğu piyasa ekonomisi uygulamıştır. Yugoslavya’nın
özgün koşulları nedeniyle bu ülkede hegemonyacı, ayrılıkçı ve irredentist milliyetçi eğilimler
varlığını hep korumuş, yönetim tarafından kurgulanan Güney Slav (Yugoslav) üst kimliği
başarılı olmamıştır.37
Tito döneminde dahi gücünü koruyan milliyetçi eğilimler, Tito sonrası dönemde önce illegal
ardından da fiilen ve hukuken örgütlenerek siyasetin içerisinde yer almışlardır. Balkanların
kronik sorunu, tatminsiz milliyetçi ütopyalardan kaynaklanan siyasal hareketlerdir. Bu
çerçeve dahilinde Sırplar diğer Cumhuriyetlerde yaşayan Sırpları da içine alacak Büyük
Sırbistan projesini gündeme getirirken, Hırvatlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında 4 yıl ayakta
kalan Ustaşa Hırvatistan’ı hedefine yönelmişlerdir.
Makedonlar tarihsel coğrafyanın
sınırlarını tartışmaya açarken, Kosova’da yaşayan Arnavutlar kendilerine haksızlık yapıldığını
ileri sürerek Federe Cumhuriyet taleplerini dile getirmişlerdir. Hiçbir milletin çoğunluk
oluşturmadığı Bosna Hersek’te ise yerel Sırplar yaşadıkları toprakların Sırbistan ile
birleşmesini talep etmişlerdir. Benzer şekilde Bosnalı Hırvatların ütopyası da Hırvatistan’ın
sınırlarının kendi yaşadıkları yerleri de içine alacak şekilde genişlemesidir.
Yugoslavya’nın
dağılması
sonrasında
da
bölge
halkları/milliyetçilikleri
arısındaki
anlaşmazlıklar varlığını devam ettirmiştir. Yunanistan, Makedonya’nın kendi ismiyle
uluslararası topluma dahil olmasını engellemiş ve bu ülkenin AB ile ilişkilerini bloke
etmiştir.38 Kosova’nın 2008 Şubat ayında bağımsız devlet olarak sahneye çıkmasından sonra
dahi Batı Balkanlarda ihtilaflar sona ermemiştir. Bir yandan Kosova içinde kalan Sırp
37
Misha Glenny, Balkans- Nationalism, War and the Great Powers, Granta Books, London, 1999, s. 545-580
38
Makedonya ile Yunanistan arasındaki ihtilaf için bakınız. Axes Sotirin Walden, “Greece and New Macedonian
State” http://dev.ulb.ac.be/cevipol/dossiers_fichiers/waldden-complet.pdf/
124
bölgeleri, öte yandan Sırp milliyetçilerin Kosova’yı anavatan kabul etmeleri siyasal
ihtilafların başında yer almıştır. Bunun dışında Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’nın bu
ülkelere mücavir bölgelerinde yoğunlaşan yerel Arnavutların birleşmesi projesi sık aralıklarla
gündeme gelmiştir. Bosna Hersek’de temelleri Dayton anlaşmasına dayanan siyasal sistemin
karmaşık yapısı bu ülkenin karar alma sürecini tıkamıştır. Bosnalı Sırpların irredentist
eğilimleri nedeniyle sık sık başvurdukları veto/blokaj siysasal sistemin sağlıklı yürümesini
kilitlemiştir.
Günümüzde Balkan ülkelerinin bir bölümü AB’ye tam üye olarak katılmıştır. Bazıları
adaylık/müzakere sürecinde, bakiye kalanlar ise potansiyel aday statüsündedir. Balkan
ülkelerinden AB’ye ilk katılan Yunanistan olmuştur. Yunanistan aynı zamanda 15 Temmuz
1959’da o dönemdeki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılmak için ilk başvuruyu
yapan ülkedir. Albaylar Cuntası dönemindeki duraklamaların ardından Yunanistan’ın AB
yolculuğu 1974 sonrasında hızlanmış ve bu ülke 1 Ocak 1981’de AET’ye tam üye olarak
katılmıştır. Balkanların geriye kalan ülkelerinin Avrupa Birliği ile adaylık/tam üyelik ilişkisi
içerisine girmeleri ise ancak 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. Bir
başka ifadeyle, Avrupa Birliğinin Balkan bölgesine ilgi duyması ve bölgedeki gelişmelerle
yakından takip etmesi ancak Soğuk Savaşın sona ermesi sonrasında mümkün olmuştur.
Lağvedilen Varşova Paktı ve kimi eski SSCB/Yugoslavya ardılı ülkelerle 1990’lı yıllarda
imzalanan Avrupa Antlaşmalarının temel amacı, bölünmüş Avrupa kıtasında birliğinin
sağlanmasıdır. NATO’ya ilave olarak bu süreçte AB’de önemli rol üstlenmiştir. 39
Nitekim, AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının Haziran 1993’de kabul ettiği Kopenhag
Kriterleri de esasen Avrupa kıtasında siyasal birliği tesis etme hedefine yönelikti. Söz konusu
belge ile tarihlerinde demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimi olmayan ülkelerin hızlı bir
şekilde AB üyeliğine hazırlanması için yerine getirilmesi gereken asgari yükümlülükler
39
Marie Severosky, “Agenda 2000: A Blueprint for Successful EU Enlargement?,
http://aei.pitt.edu/777/1/scop98_1_4.pdf/
125
düzenleniyordu. Buna göre, AB’ye katılmak isteyen ülkelerde çok partili siyasal hayatın
vatandaşların tercihleri ile şekillenmesi, insan hakları ve azınlık haklarına saygı gösterilmesi,
hukuk devleti ve son olarak da piyasa ekonomisi asgari koşullar olarak belirlenmişti.40 1990’lı
yıllarda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri belirli ilerlemeleri kaydetmeleri koşuluyla Avrupa
Birliği ile adaylık ve tam üyelik hedefi öngören kapsamlı ve çok taraflı ilişkiler içerisine
girdiler.
AB’nin Balkanlara yönelik stratejik vizyonu bu dönemde şekillenmeye başladı. 1990’ların
başında Yugoslavya’da patlak veren krizi yönetmede Avrupa Birliği yetersiz kalmıştı. Gerek
1991 Haziran ayından 1992 başına kadar devam eden Sırp Hırvat savaşında, gerek 3.5 yıl
süren Bosna Hersek Savaşında gerekse 1998-1999 Kosova çatışmalarında Avrupa Birliği
etkili bir varlık gösteremedi. Balkan coğrafyasında çatışmaya dönüşen anlaşmazlıklar temelde
Atlantik ötesinden gelen gücün inisiyatif kullanmasıyla çözüme kavuşturulmuştur.41 AB’nin
Batı Balkanlarda meydana gelen siyasal gelişmelere hazırlıksız yakalanması ve olaylar
karşısında yetersiz kalması hiç kuşku yok ki Batı Avrupa bütünleşme hareketinin kapsamı ile
de yakından ilgilidir. O döneme kadar temelde ekonomik bütünleşmeye ağırlık ve önem veren
AB’nin siyasal gelişmelere ilgi ve alakası aynı ölçüde değildir. Ortak dış ve güvenlik
politikası alanında kaydedilen mesafeye rağmen AB’nin günümüzde bile yekpare ve kararlı
bir siyasal aktörlüğünün varlığı tartışmalıdır.
Bununla birlikte şu saptama da doğrudur: Avrupa Birliği 1990’lı yıllardan günümüze tam
üyeliği özendirmek suretiyle Balkan coğrafyasındaki siyasal ihtilafların ve çatışmaların
normalleşmesine katkı sağlamaktadır. Söz konusu katkı konvansiyonel askeri güç kullanımı
kadar net ve belirgin değil ise de, yarattığı etki bakımından aynı yahut benzer sonuçlar
40
Bu konuda kapsamlı analiz için bakınız. “Heater Grabbe, A Partnership for Accession? The Implications of
EU Conditionality for the Central and East European Applicants”
http://www.esiweb.org/enlargement/wp-content/uploads/2010/01/grabbe_conditionality_99.pdf/
41
İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya’nın Parçalanması, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003, s. 140-166.
126
doğurabilmektedir. Balkan coğrafyasının kadim/kronik sorunları olan hegemonyacı ve mikro
milliyetçilikten kaynaklanan yayılmacı ve irredentist eğilimler, AB adaylık süreci ve tam
üyelik hedefinin bölge ülkeleri tarafından benimsenmesiyle geri planda kalmış ve bölge
topyekûn normalleşmeye başlamıştır.
3. AB’nin Balkanlarda Siyasal İstikrara Katkısı
Kuşkusuz Balkan coğrafyasında siyasal istikrar ve barışa katkı yapan tek aktör AB değildir;
ABD, BM, Türkiye gibi aktörlerin de bu süreçte kayda değer oranda önemli rolleri
bulunmaktadır. Bununla birlikte bölgenin çatışma ortamından çıkarılıp siyasal istikrara ve
güvenliğe yönlendirilmesinde ilk planda gözükmeyen ancak ağırlığı hissedilen temel aktör,
Avrupa Birliği olmuştur. Tüm Balkan devletleri için tehdit oluşturan fanatik, hegemonyacı
karakter taşıyan Sırp milliyetçiliğinin dizginlenmesi, Kosova ihtilafının barışçı bir şekilde
sonuçlandırılması, Bosna Hersek’te siyasal istikrarın ve güvenliğin sağlanması, başka şeylere
ilave olarak,
bölge devletlerine AB perspektifi verilmesi sayesinde gerçekleşmiştir.
Makedonya, Karadağ ve Sırbistan için adaylık statüsü ve ardından Makedonya harici ülkelerle
müzakerelerin başlaması bölgenin kaderini değiştirecek en önemli adımdır.
Bu yöndeki
gelişmelerin uzak olmayan bir gelecekte Kosova, Bosna Hersek ve Arnavutluk için de söz
konusu olması beklenmektedir.
AB günümüzde her ne kadar, Ortak Dış Güvenlik ve Savunma Politikası alanında mesafe kat
etmekte zorlanmakta ise de komşuluk politikası, adaylık/tam üyelik perspekifi ile mücavir
bölgeleri derin biçimde etkilemekte ve dönüştürmektedir. 2005’den günümüze kendi
içerisinde derin sorunlar yaşamış olmasına rağmen bütünleşme hareketinin tam üyelik
perspektifi Balkanları kelimenin tam anlamıyla derin biçimde etkilemiş ve bölgenin siyasal
istikrar kazanması ve barışa ulaşmasını sağlamıştır.
AB resmi raporlarında ve üye ülkelerde son yıllarda dikkat çeken eğilim şudur: Balkanlar
yerine gittikçe artan ölçüde Güneydoğu Avrupa ismi tercih edilmektedir. Bu eğilimin
127
gerisinde yatan düşünce Balkan kavramının yarattığı olumsuz izlenimden kaçınma yanında
Balkanların Avrupa kıtası içinde yer aldığını vurgulama çabasıdır. Coğrafi bakımdan Avrupa
kıtasında yer alan Balkanların bu özelliği ile AB üyeliği arasında irtibat kurulmaktadır.
Balkan ülkelerinden Yunanistan, 1981 yılında o zamanki adıyla AET’ye tam üye olarak
katılmıştı. Slovenya, Mayıs 2004’de, Bulgaristan ve Romanya 2007’de, Hırvatistan ise 2013
Temmuz ayında AB’ye tam üye olmuştur.
Avrupa Birliği’nin Balkanlar yönelik temel stratejisi şudur: Bölge ülkelerinin tam üyeliğe
özendirilmesini ve koşulları sağlamaları halinde üye olmalarını öngörmektedir.42 1990’lı
yıllarda AB’nin Balkanlara ilgisi temelde kriz yönetimi ve Yugoslavya’nın dağılması
sonrasında bölge ülkelerinin yeniden yapılanması üzerinde yoğunlaşmakta idi. 1999 yılında
AB’nin Balkanlara bakışı daha da netleşti. 1999 yılında AB tarafından İstikrar ve İşbirliği
Süreci başlatıldı. Kısa bir süre sonra da bu işbirliğinin örgütsel yapısını oluşturacak olan
İstikrar Paktı kuruldu. 2000 yılında Fiera’da toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet
Başkanları zirvesinde Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı’na üye olan Balkan devletleri AB’ye
aday ilan edildi. 432003 yılında toplanan Selanik Zirvesinde ise bu karar teyit edilmiştir.
Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkan coğrafyasını derinden etkileyen siyasal eğilim
hegemonyacı ve mikro milliyetçilik akımları olmuştur.
Bölgede çatışmalara son veren
antlaşma, 1995 yılı sonunda Dayton’da imzalanmış, uluslararası toplum bölgede güvenlik
tesisi için BM tarafından oluşturulan barış gücüne (UNPROFOR) destek vermiştir. AB’nin
Batı Balkanlara yönelik politikası 1999 yılında İstikrar ve İşbirliği Süreci ile ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bu projenin amacı Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ile tedrici olarak
yakınlaşmasını sağlamak ve tam üyeliğe giden yolu aralamaktır. Bu politika çerçevesinde ikili
42
Corina Stratulat, “EU Enlargement to the Balkans- Shaken not Stirred”
http://www.epc.eu/documents/uploads/pub_3892_eu_enlargement_to_the_balkans_-_shaken,_not_stirred.pdf/
43
https://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00200-r1.en0.htm/
128
düzeyde ortaklık anlaşması karakteri taşıyan anlaşmaların yanında mali yardım, siyasal
diyalog, ticari ilişkiler ve bölgesel işbirliği amaçlanmıştır.
İstikrar ve İşbirliği süreci çerçevesinde imzalanan anlaşmalar, 1990’lı yıllarda eski Varşova
Paktı üyesi devletlerle imzalanan Avrupa Anlaşmalarına benzemektedir. Bu antlaşma ile
devletlerden ortak demokratik değerlere, insan hakları ve hukuk devletine uyum sağlamaları
öngörülmektedir. AB ile aday ülke arasında işleyen sürecin karar organı İstikrar ve İşbirliği
Konseyi adını almakta ve bu organ sürecin uygulamalarını denetlemektedir. İstikrar ve
İşbirliği Konseyi’ne aynı ismi taşıyan komiteler destek vermektedir. İstikrar ve İşbirliği
Parlamenterler
Komitesi
bu
işbirliği
çerçevesinde
ulusal
parlamentolarla
Avrupa
Parlamentosu arasında irtibat sağlamaktadır. 44
Halen AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması antlaşması imzalayan devletler Makedonya,
Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan’dır. İstikrar ve İşbirliği üyesi olan Hırvatistan, 2013
Temmuz ayında AB’ye katılmıştır. Bosna Hersek ile imzalanan antlaşma ise henüz yürürlüğe
girmemiştir. Sürece Kosova Cumhuriyetini de dahil etme çalışmaları devam etmektedir. Ne
var ki, değişik sebeplerle 5 AB üyesi devletin (Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Romanya,
Slovakya ve İspanya) Kosova’yı tanımamış olmaları bu konuda ilerleme sağlamasını
zorlaştırmaktadır.
İstikrar ve İşbirliği süreci, bölge devletlerini potansiyel aday kabul etmektedir. Bu çerçevede
gelecekte tam üye olacak ülkelerin yerine getirmeleri gereken asgari yükümlülükleri
belirlemektedir.45 Balkan ülkelerinin tam üyelik hedefine yönelmeleri ancak Kopenhag
Kriterlerine uyum sağlamaları halinde mümkün olabilecektir. Aday ülkelerden tedricen
44
İstikrar Paktı için bakınız.
http://www.esteri.it/MAE/EN/Politica_Estera/Aree_Geografiche/Europa/OOII/Patto_di_stabilit_dei_Balcani.htm
/
45
Daniel Trenchov, “The Future of the Western Balkans Integration within the EU”,
http://www.analyticalmk.com/files/2012/01/04.pdf/
129
Topluluk müktesebatını iç hukukuna aktarmaları talep edilmektedir. AB’den ortaklık statüsü
alan aday devletlerin bu alanda kaydettiği gelişmeler ise İlerleme Raporları ile sıkı biçimde
takip edilmektedir. AB ayrıca aday ve potansiyel aday ülkelerin mali yardım kapısını
aralamıştır. 2007 yılından itibaren Balkan ülkelerine mali yardımlar Katılım Öncesi Yardım
(IPA) fonundan sağlanmaktadır. Bu çerçevede sağlanan kaynaklar kurumsal gelişme, hukuki
reform, insan hakları, idari ve ekonomik yaptırımlar ve bölgesel düzeyde işbirliği projelerinin
finansmanı için tahsis edilmektedir.
Batı Balkan ülkeleri ayrıca Erasmus gibi AB
programlarına da dahil edilmiştir.
İstikrar ve İşbirliği Paktının bir diğer amacı da bölge ülkelerini ticaret, taşımacılık, enerji,
çevre gibi konularda işbirliğine yönlendirmektir. Ayrıca hassasiyet gerektiren savaş suçları,
sınır sorunları, mülteciler ve organize suçlarla mücadele de desteklenmektedir.
2008 yılında İstikrar Paktı mekanizması revize edilmiş ve Bölgesel İşbirliği Konseyi adını
almıştır. Genel Sekreterliği Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dadır. Sürecin adı ise
Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci olarak değiştirilmiştir. Batı Balkan ülkelerine tanınan vize
serbestisi de AB ile ilişkilerin canlanmasına kapı aralamaktadır. 2009 Aralık ayında vize
serbestisi Makedonya, Karadağ ve Sırbistan’a, 2010 Kasım ayında ise Arnavutluk ve Bosna
Hersek’e tanınmıştır.
Haziran 2012’de Kosova
Cumhuriyeti ile bu kapsamda diyalog
başlatılmış ve bu ülkeden yasal düzenlemeler yapması istenmiştir.
Vize serbestisi
uygulamalarında yasal olmayan mülteci başvuruları gibi bazı ihlallerin ortaya çıkması üzerine
Komisyon tarafından Batı Balkan ülkeleri için izleme mekanizması kurulmuştur.
Batı Balkan ülkelerinin AB ile ikili ilişkilerinin fiili durumu ana hatlarıyla şu şekildedir:
Arnavutluk ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Anlaşması Nisan 2009’da yürürlüğe girmiştir.
Bu gelişmeden birkaç gün sonra Arnavutluk tam üyelik başvurusu yapmıştır. Komisyon
tarafından yapılan bir açıklamada bu ülkenin öncelik taşıyan 12 alanda yükümlülüklerini
130
yerine getirmesi halinde tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı bildirilmiştir. Komisyonun
2012 tarihli ilerleme raporunda bu ülkeye aday statüsü verilmesi önerilmiştir.
Potansiyel aday ülkelerden biri olan Bosna Hersek Cumhuriyeti henüz tam üyelik başvurusu
yapmamıştır. Bosna Hersek ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği anlaşması 2008 yılında
imzalanmıştır. Ancak anlaşma Bosna Hersek devletinin iç idari yapısından kaynaklanan
sebeplerle yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte anlaşmanın ticarete ilişkin hükümleri ayrı
bir düzenleme yapılmak suretiyle uygulamaya konulmuştur. 2012 Temmuz ayında taraflar
arasında yüksek düzey temaslarda tam üyelik başvurusu hazırlıkları konuşulmuştur. AB,
Bosna
Hersek
Cumhuriyeti
bakımından
çok
önemli
olan
Dayton
antlaşmasını
desteklemektedir. 2011 yılından beri Avrupa Birliğinin Bosna Hersek özel temsilcisi aynı
zamanda bu ülkenin Özel Temsilcisi statüsündedir.
2004 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunan Makedonya’ya bir yıl sonra aday ülke
statüsü tanınmıştır. Ne var ki, bu ülkenin ismi nedeniyle Yunanistan’ın itirazları ikili
ilişkilerde
mesafe
alınmasını
engellemiştir.
2009
yılında
Komisyon
tam
üyelik
müzakerelerinin açılmasını tavsiye etmiş ve bu görüş Komisyon’un ilerleme raporlarında da
tekrarlanmış ve Parlamento tarafından desteklenmiştir. Ne var ki, Bakanlar Konseyi’nde
kararların oybirliği ile alınması nedeniyle Makedonya ile müzakerelere başlanamamıştır.
Yunanistan, ülkenin ismi nedeniyle karar alınmasını engellemektedir.
Kosova, AB’nin potansiyel aday ülkelerinden birisidir. 2008 yılında bağımsızlık ilan
etmesinden ardından bu ülkeye tam üyelik perspektifi verilmiştir. Günümüzde AB’nin 28
ülkesinden 23’ü Kosova’yı tanımaktadır. AB tarafından bağımsızlık kararından sonra
Kosova’ya Özel Temsilci atanmış ve EULEX (Rule of Law Mission) faaliyete başlamıştır.
Haziran 2012’de Vize Serbestisi Yol Haritasının açıklanmasından bir yıl sonra bu ülke ile
İstikrar ve İşbirliği anlaşması görüşmeleri başlamıştır. Bu ülkenin tam üye olarak AB’ye
katılması esasında AB-Sırbistan ilişkileri ile doğrudan ilintilidir.
131
2006 yılında Sırbistan’dan ayrılmasından iki sene sonra Aralık 2008’de tam üyelik
başvurusunda bulunan Karadağ Cumhuriyeti’ne adaylık statüsü 2010 yılında verilmiştir.
Haziran 2012’de bu ülke ile tam üyelik müzakereleri açılmıştır. Karadağ ile imzalanan
İstikrar ve İşbirliği Paktı ise Mayıs 2010’da yürürlüğe girmiştir.
Sırbistan ise Aralık 2009’da tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 2012 Mart ayında bu
ülkeye adaylık statüsü verilmiştir. Bu kararın ardında Belgrad ve Priştina’nın uzlaşmaya
varması yatmaktadır. Sırbistan’ın Kosova ile ilişkilerinin normalleşmesi üzerine Avrupa
Konseyi tarafından Haziran 2013’de tam üyelik müzakerelerinin açılması kararı alınmış ve
müzakerelere 2014 yılı Ocak ayında başlanmıştır. Sırbistan ile AB arasında İstikrar ve
İşbirliği Antlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak Haziran 2010’da onay süreci AB
tarafından dondurulmuştur. Bunun temel sebebi Sırbistan yönetimimin o dönemde
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapmamış olmasıdır. Bu krizin aşılmasının
ardından ikili ilişkiler normalleşmiş ve Sırbistan’ın tam üyelik yolu açılmıştır.
Sonuç
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra önce Varşova Paktı’nın lağvedilmesi, ardından
SSCB’nin dağılması tüm dünyada kimlik siyaseti ve mikro milliyetçiliğin güçlendiği yeni bir
dönemin kapısını aralamıştır. Balkanlar bu gelişmeden derinden etkilenen bölgelerin başında
gelmektedir. Özellikle Yugoslavya ve Arnavutluk gibi SSCB ile doğrudan bağlantısı olmayan
komünist kökenli ülkelerde yaşanan değişim, etnisite, dil, din ve mezhep bakımından
dünyanın en karmaşık bölgesi olan Balkanlarda milliyetçilik çağının geri dönmesini
sağlamıştır. 1992 başında Sırp Hırvat çatışması ile başlayan savaş, Bosna Hersek iç savaşı ve
Kosova’daki çatışmalarla alanını daha da genişletmiş ve Balkan halklarının etnisite ve kimlik
temelli ideolojilere eğilimini güçlendirmiştir.
132
Balkan coğrafyasındaki milliyetçiliklerin hegemonya, ayrılıkçılık ve irredentizm olarak
adlandırılabilecek ütopyaları siyasal çatışmaların temelini teşkil etmektedir. Bölgede
normalleşme ve siyasal istikrarın tesisi temelde uluslararası toplumun desteği ile imzalanan
Brioni ve Dayton Antlaşmaları ve Martty Ahtisaari Planı belgelere dayanmaktadır. Bölge
ülkelerinde BM , NATO ve AB şemsiyesi altında barış gücü görevlerinin yürütülmesi de
önemlidir. Ancak Balkanlarda kalıcı barış ve istikrarı görünmez el olarak AB yumuşak gücü
sağlamıştır. Bölgede en büyük istikrarsızlık unsuru olan Sırp milliyetçiliğinin güç
kaybetmesinde AB perspektifi, tam üyelik hedefinin bölge ülkelerini cezbedecek biçimde
ortaya konulmuş olması önemlidir. AB’nin temel hedefi etnik çatışmaları önlemek, siyasal
istikrarsızlıktan kaynaklanan göçü azaltmak ve Batı Balkan ülkelerini siyasal, hukuki ve
ekonomik değişim yoluyla AB bünyesine dahil etmektir. Balkanlarda kalıcı barış ve istikrara
en büyük katkı da AB’nin bu kapsamda yürüttüğü İstikrar ve İşbirliği Pakt olmuştur.
133