BALKANLARDA BARIŞ VE GÜVENLİĞİN TESİSİNDE AB’NİN ROLÜ İrfan Kaya Ülger* Bu çalışma Soğuk Savaş sonrasında Eski Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte dünyanın en istikrarsız bölgesi haline gelen Balkan Yarımadasında barış ve güvenliğin nasıl tesis edildiğini ve bu süreçte Avrupa Birliğinin katkılarını incelemeyi amaçlamaktadır. Esasında bir bölgesel entegrasyon hareketi olan Avrupa Birliği’ni, başka özellikleri yanında bir barış projesi olarak da nitelendirmek mümkündür. Gerçekten de Avrupa kıtasında Eski Yugoslavya coğrafyası istisna tutulacak olursa İkinci Dünya Savaşından günümüze çatışma yaşanmamıştır. Özellikle AB üyesi devletler arasında görüş ayrılıkları ve gerilimler hiçbir şekilde savaşı gündeme getirebilecek düzeyde tırmanmamıştır. Öte yandan bütünleşme hareketinin esas tetikleyicisinin de Almanya-Fransa anlaşmazlığına çözüm arama olduğunu bu bağlamda hatırlamak gerekir. 1945 yılında savaşın dört galibi tarafından işgal edilen Almanya toprakları, 1949 yılında ikiye bölünmüştü. İngiltere, Fransa ve ABD’nin kontrol ettiği toprakların birleştirilmesiyle Federal Almanya kurulmuş, bu oluşama dahil olmayan SSCB ise kendi işgal bölgesinde Doğu Almanya’yı kurmuştu. Fransa’nın bu süreçte ikna edilmesi, Almanya’nın egemenlik haklarına kavuşması bir uzlaşı sonucu mümkün olmuştur. Fransa, o dönemde önemli enerji kaynağı olarak kabul edilen ve savaşın devamı için hayati ehemmiyet taşıyan çelik ve kömürün üzerindeki tasarruf hakkının yeni kurulacak Alman hükümetine verilmemesi konusunda ısrarcı olmuştur. Uzun müzakerelerden sonra günümüzdeki Avrupa Birliğinin temelini oluşturan Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatını kuran Paris Antlaşması üzerinde taraflar arasında mutabakat sağlamışlardır.29 * Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 29 Ian Bache ve Stephan George, Politics in the European Union, Oxford University Press, London, 2006, pp. 93.-105 119 Kuruluşu aşamasında Almanya-Fransa ihtilafına çözüm teşkil eden, bu yönüyle bir barış projesi olarak yola çıkan Avrupa bütünleşme hareketi günümüze kadar kaydettiği ilerleme ile de bunu tescil etmiştir. Üye devletler arasında bugüne kadar savaş yaşanmamıştır. Hatta daha da ileri giderek şunu söylemek mümkündür. Avrupa bütünleşme hareketi içerisinde yer alan devletlerin yanında komşuları ve siyasi, ekonomik ilişki içerisinde bulundukları devletlerde de barış ve istikrara katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada Avrupa Birliği’nin Balkanlar üzerindeki etkilerini incelemeyi hedeflemektedir. Çalışmanın birinci bölümünde Avrupa Birliğinin bir entegrasyon hareketi, bir yumuşak güç olarak değiştirme/dönüştürme fonksiyonu incelenecektir. İkinci bölümde ise Balkan Yarımadasındaki siyasal ihtilaflar ve son bölümde ise bölgede normalleşme, barış ve siyasal istikranın tesisinde Avrupa Birliği’nin rolü ele alınacaktır. 1. Bir Yumuşak Güç Olarak Avrupa Birliği Uluslararası İlişkiler literatürünün yeni kavramlarından biri olan Yumuşak Güç, klasik/askeri gücün yarattığı etki ve nüfuzun askeri güce başvurulmadan tesis edilmesi anlamındadır. Sert güç olarak da bilinen askeri güçte bir siyasal aktör ekonomi ve askeri imkânlarını kullanarak diğerleri üzerinde etki/hakimiyet tesis etmektedir. Devletler tehdit ve caydırıcılık unsurlarını kullanarak uluslararası alanda başka aktörlerin davranışlarını etkilerler. Ulaşılmak istenen hedef dikkate alındığında Yumuşak Güç kavramıyla amaçlanan sert güç ile aynıdır. Burada devletler araç olarak tehdit ve güç kullanma yerine işbirliği ve çekicilik unsurlarını öne çıkarırlar. Yüksek değerler, kurumlar ve politikalar yumuşak gücün önde gelen araçlarıdır.30 Bir başka ifadeyle Yumuşak Güç, askeri güç kullanmak yerine istediklerini kültür ve ideolojik çekicilik yoluyla elde etme becerisidir. 30 Joseph Nye, “Soft Power and European American Affairs”, Hard Power, Soft Power and the Future of Transatlantic Relations, Thomos L. Ilgen (ed), Asghata, London, 2006, p. 25-35 120 Etki altına alınacak devletin politikalarını fiziki güç kullanmadan değiştirmeyi hedefleyen her türlü faaliyet yumuşak güç kavramı içerisinde yer almaktadır. Sivil toplum örgütlerinin, hükümetler dışı uluslararası kuruluşların (NGO) faaliyetleri, konferans, gezi, panel gibi faaliyetler, hedef alınan ülke kanaat önderlerine dil eğitimi ve akademik destek vermek gibi çalışmalar Yumuşak Güç faaliyetleridir. Bir ülkede faaliyet gösteren diplomatik temsilciliklerin, kültür merkezlerinin tanıtım/propaganda faaliyetleri, kamuoyunu etkileme ve yönlendirme amacı taşıyan faaliyetleri, kitle iletişim araçlarında görünürlük ve imaj yaratma çalışmaları da aynı kategori içerisindedir. Yakın zamana kadar bir ülkenin ulusal gücünün hesaplanmasında silahlı kuvvetler esas alınıyordu. Günümüzde ise ülkenin cebire başvurmadan başkalarının politikasını değiştirme kapasitesi anlamında Yumuşak Güç de ulusal gücün hesaplanmasında dikkate alınmaktadır. Yumuşak Gücün etki yaratması için evrensel normlar içermesi, iletişim kanalları ile etkili biçimde kullanılması ve kamuoyunu etkilemesi zorunludur. Bu çerçevede Yumuşak Gücün öncelikli hedefleri, medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyasıdır. Yumuşak güç kullanımında esas amaç ise nüfuz tesis etmektir. 31 Yumuşak Güç kavramının ihtiva ettiklerini daha da somutlaştırmak için yakın geçmişteki bazı olayları hatırlamakta yarar var. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in “dört özgürlük” konuşması32, Soğuk Savaş yıllarında Özgürlük Radyosunun33 kamuoyu etkisi yaratmak için yaptığı yayınlar, Hollywood filmlerinin dünya genelinde Amerikan değerlerinin yaygınlaşmasındaki rolü, yumuşak güç kavramının kültürel/ideolojik yelpazesini anlamamız bakımından önemlidir. Sert gücün günümüzde de önemini koruduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte tek başına sert güç ile sonuç almak mümkün değildir. Bir 31 Kroening, Matthew, M. McAdam ve S. Weber (2010), “Taking Soft Power Seriously”, Comparative Strategy, 29:5, s.412-431 32 Metin için bakınız: http://voicesofdemocracy.umd.edu/fdr-the-four-freedoms-speech-text/ 33 Özgürlük radyosunun yayınları bazı ülkelerde devam etmektedir.. http://www.rferl.org/ 121 örnek olarak zikretmek gerekirse terörizmle mücadelede siyasal desteğin kesilmesini askeri yollarla başarma imkânı sınırlıdır. Daha önemli ve kalıcı olan, kitlelerin düşünce ve algılarında değişiklik sağlanması ve böylece terörle mücadelede halk desteği kazanmaktır. Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi gibi kavramların yarattığı çekicilik ve cazibeyi de bu çerçeve içerisinde ele almak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’da ABD gücünün ve etkisinin artmasında çeşitli devletlerdeki üslerde konuşlanan ABD askeri varlığı ve Marshall Yardımları kadar ve hatta ondan daha fazla ABD kültürünün yaygınlaşması rol oynamıştır.34 2006 yılında Savunma Bakanı D. Rumsfeld, Başkan Bush’un teröre açtığı savaş konusunda şunları söylemişti: “Bu savaşın en kritik çatışmaları Afganistan dağlarında veya Bağdat sokaklarında değil, New York, Londra, Kahire veya başka yerlerdeki televizyon stüdyolarında gerçekleşebilir.” Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Avrupa Birliği bir Yumuşak Güç müdür? Maastricht Antlaşmasından sonra Avrupa Birliği adını alan Batı Avrupa’daki bütünleşme hareketinin başlangıçtan günümüze kayda değer ilerlemeler gerçekleştirdiği bir vakıadır. Avrupa Birliği’nde iki ana eğilimi vardır. Bunlardan ilki işbirliği alanlarının genişlemesi anlamında derinleşme, öteki de üye sayısının artması, yani genişlemedir. Avrupa Birliği 1980’lerin ortalarından beri uluslararası siyasal sistemde “ekonomik dev, siyasi cüce” olarak tanımlanmaktadır.35 Bu kavramla kastedilen ekonomik bütünleşme alanında kaydedilen ilerlemenin ve gücün uluslararası politikayı çok da fazla etkilemediğidir. Avrupa Birliği, zaman içerisinde askeri güç konumunu güçlendirecek faaliyetlere girişmiştir. 1997 yılında İngiltere ile Fransa’nın St. Malo görüşmelerinde sağladıkları mutabakat üzerine başlatılan ve 34 Joseph Nye, op.cit. s 29-30. 35 Desmond Dinan, Ever Closer Union-An Introduction to European Integration, Palgrave, London, 2003. S. 508-526 122 Acil Müdahale Gücü oluşturulması faaliyetlerini bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.36 Bununla birlikte, siyasal ve askeri bütünleşme alanlarında üye devletlerin yetki devri konusunda mutabakat sağlayamamış olmaları, AB’nin uluslararası alanda ağırlığının ve yaptırım gücünün bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Günümüzde AB, gerek ortak dış ticaret politikası yoluyla, gerek Komisyon ve Dönem Başkanı ülkenin inisiyatifi ile girişilen faaliyetlerle uluslararası siyasal sistemi ve devletleri doğrudan ve derinden etkileyebilmektedir. Çatışma sonrası bir bölgenin normalleşmesi için yürütülen faaliyetlere iştirak, uluslararası insani yardımlar, Avrupa Komşuluk Politikası ve nihayet adaylık/tam üyelik, sınırlı ekonomik işbirliği hedefi ile yürütülen faaliyetlerin başarısı, AB’nin çok etkili bir Yumuşak Güç olduğunu göstermiştir. 2. Balkanlarda Siyasal İhtilaflar ve AB’nin Tutumu Avrupa Birliğinin Balkanlara yönelik politikasını analiz etmeden önce kısaca Balkan ülkelerini doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen ihtilaf konuları üzerinde durmak gerekmektedir. Balkan ülkelerinin yakın siyasal geçmişi, İkinci Dünya Savaşından sonra farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir. Romanya ve Bulgaristan, savaş sonrasında SSCB etkisi altında kalmış ve Varşova Paktı ve COMECON ile bunu tescil etmiştir. Yunanistan ve Türkiye ise Batı ile yakın ilişki içerisindedir. Her iki ülke de 1952 yılında NATO’ya katılmıştır. Arnavutluk’ta yönetimi ele geçiren Enver Hoca, SSCB ile ilişkilerinde sorunlar ortaya çıkınca ülkeyi dünyadan tamamen tecrit etmiştir. 1985 yılında ölümünün ardından Arnavutluk’ta komünizm 7 yıl daha devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra Tito tarafından kurulan Sosyalist Yugoslavya ise hem Arnavutluk’tan hem de SSCB bloğunda yer alanlardan farklı bir gelişim çizgisi izlemiştir. 36 Robert Dover, “The EU’s Foreign, Security and Defence Policies”, The European Union Politics, Michelle Cini (ed), Oxford University Press, New York 2007, s.237-251. 123 Kendine özgü sosyalist modeli ile dikkatleri üzerinde toplayan Yugoslavya bir yandan tek parti idaresi altında başka siyasal görüşlerin temsilini engellemiş, öte yandan Pazar Sosyalizmi adıyla özel mülkiyetin var olduğu piyasa ekonomisi uygulamıştır. Yugoslavya’nın özgün koşulları nedeniyle bu ülkede hegemonyacı, ayrılıkçı ve irredentist milliyetçi eğilimler varlığını hep korumuş, yönetim tarafından kurgulanan Güney Slav (Yugoslav) üst kimliği başarılı olmamıştır.37 Tito döneminde dahi gücünü koruyan milliyetçi eğilimler, Tito sonrası dönemde önce illegal ardından da fiilen ve hukuken örgütlenerek siyasetin içerisinde yer almışlardır. Balkanların kronik sorunu, tatminsiz milliyetçi ütopyalardan kaynaklanan siyasal hareketlerdir. Bu çerçeve dahilinde Sırplar diğer Cumhuriyetlerde yaşayan Sırpları da içine alacak Büyük Sırbistan projesini gündeme getirirken, Hırvatlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında 4 yıl ayakta kalan Ustaşa Hırvatistan’ı hedefine yönelmişlerdir. Makedonlar tarihsel coğrafyanın sınırlarını tartışmaya açarken, Kosova’da yaşayan Arnavutlar kendilerine haksızlık yapıldığını ileri sürerek Federe Cumhuriyet taleplerini dile getirmişlerdir. Hiçbir milletin çoğunluk oluşturmadığı Bosna Hersek’te ise yerel Sırplar yaşadıkları toprakların Sırbistan ile birleşmesini talep etmişlerdir. Benzer şekilde Bosnalı Hırvatların ütopyası da Hırvatistan’ın sınırlarının kendi yaşadıkları yerleri de içine alacak şekilde genişlemesidir. Yugoslavya’nın dağılması sonrasında da bölge halkları/milliyetçilikleri arısındaki anlaşmazlıklar varlığını devam ettirmiştir. Yunanistan, Makedonya’nın kendi ismiyle uluslararası topluma dahil olmasını engellemiş ve bu ülkenin AB ile ilişkilerini bloke etmiştir.38 Kosova’nın 2008 Şubat ayında bağımsız devlet olarak sahneye çıkmasından sonra dahi Batı Balkanlarda ihtilaflar sona ermemiştir. Bir yandan Kosova içinde kalan Sırp 37 Misha Glenny, Balkans- Nationalism, War and the Great Powers, Granta Books, London, 1999, s. 545-580 38 Makedonya ile Yunanistan arasındaki ihtilaf için bakınız. Axes Sotirin Walden, “Greece and New Macedonian State” http://dev.ulb.ac.be/cevipol/dossiers_fichiers/waldden-complet.pdf/ 124 bölgeleri, öte yandan Sırp milliyetçilerin Kosova’yı anavatan kabul etmeleri siyasal ihtilafların başında yer almıştır. Bunun dışında Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’nın bu ülkelere mücavir bölgelerinde yoğunlaşan yerel Arnavutların birleşmesi projesi sık aralıklarla gündeme gelmiştir. Bosna Hersek’de temelleri Dayton anlaşmasına dayanan siyasal sistemin karmaşık yapısı bu ülkenin karar alma sürecini tıkamıştır. Bosnalı Sırpların irredentist eğilimleri nedeniyle sık sık başvurdukları veto/blokaj siysasal sistemin sağlıklı yürümesini kilitlemiştir. Günümüzde Balkan ülkelerinin bir bölümü AB’ye tam üye olarak katılmıştır. Bazıları adaylık/müzakere sürecinde, bakiye kalanlar ise potansiyel aday statüsündedir. Balkan ülkelerinden AB’ye ilk katılan Yunanistan olmuştur. Yunanistan aynı zamanda 15 Temmuz 1959’da o dönemdeki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılmak için ilk başvuruyu yapan ülkedir. Albaylar Cuntası dönemindeki duraklamaların ardından Yunanistan’ın AB yolculuğu 1974 sonrasında hızlanmış ve bu ülke 1 Ocak 1981’de AET’ye tam üye olarak katılmıştır. Balkanların geriye kalan ülkelerinin Avrupa Birliği ile adaylık/tam üyelik ilişkisi içerisine girmeleri ise ancak 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren gündeme gelmiştir. Bir başka ifadeyle, Avrupa Birliğinin Balkan bölgesine ilgi duyması ve bölgedeki gelişmelerle yakından takip etmesi ancak Soğuk Savaşın sona ermesi sonrasında mümkün olmuştur. Lağvedilen Varşova Paktı ve kimi eski SSCB/Yugoslavya ardılı ülkelerle 1990’lı yıllarda imzalanan Avrupa Antlaşmalarının temel amacı, bölünmüş Avrupa kıtasında birliğinin sağlanmasıdır. NATO’ya ilave olarak bu süreçte AB’de önemli rol üstlenmiştir. 39 Nitekim, AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının Haziran 1993’de kabul ettiği Kopenhag Kriterleri de esasen Avrupa kıtasında siyasal birliği tesis etme hedefine yönelikti. Söz konusu belge ile tarihlerinde demokrasi ve piyasa ekonomisi deneyimi olmayan ülkelerin hızlı bir şekilde AB üyeliğine hazırlanması için yerine getirilmesi gereken asgari yükümlülükler 39 Marie Severosky, “Agenda 2000: A Blueprint for Successful EU Enlargement?, http://aei.pitt.edu/777/1/scop98_1_4.pdf/ 125 düzenleniyordu. Buna göre, AB’ye katılmak isteyen ülkelerde çok partili siyasal hayatın vatandaşların tercihleri ile şekillenmesi, insan hakları ve azınlık haklarına saygı gösterilmesi, hukuk devleti ve son olarak da piyasa ekonomisi asgari koşullar olarak belirlenmişti.40 1990’lı yıllarda Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri belirli ilerlemeleri kaydetmeleri koşuluyla Avrupa Birliği ile adaylık ve tam üyelik hedefi öngören kapsamlı ve çok taraflı ilişkiler içerisine girdiler. AB’nin Balkanlara yönelik stratejik vizyonu bu dönemde şekillenmeye başladı. 1990’ların başında Yugoslavya’da patlak veren krizi yönetmede Avrupa Birliği yetersiz kalmıştı. Gerek 1991 Haziran ayından 1992 başına kadar devam eden Sırp Hırvat savaşında, gerek 3.5 yıl süren Bosna Hersek Savaşında gerekse 1998-1999 Kosova çatışmalarında Avrupa Birliği etkili bir varlık gösteremedi. Balkan coğrafyasında çatışmaya dönüşen anlaşmazlıklar temelde Atlantik ötesinden gelen gücün inisiyatif kullanmasıyla çözüme kavuşturulmuştur.41 AB’nin Batı Balkanlarda meydana gelen siyasal gelişmelere hazırlıksız yakalanması ve olaylar karşısında yetersiz kalması hiç kuşku yok ki Batı Avrupa bütünleşme hareketinin kapsamı ile de yakından ilgilidir. O döneme kadar temelde ekonomik bütünleşmeye ağırlık ve önem veren AB’nin siyasal gelişmelere ilgi ve alakası aynı ölçüde değildir. Ortak dış ve güvenlik politikası alanında kaydedilen mesafeye rağmen AB’nin günümüzde bile yekpare ve kararlı bir siyasal aktörlüğünün varlığı tartışmalıdır. Bununla birlikte şu saptama da doğrudur: Avrupa Birliği 1990’lı yıllardan günümüze tam üyeliği özendirmek suretiyle Balkan coğrafyasındaki siyasal ihtilafların ve çatışmaların normalleşmesine katkı sağlamaktadır. Söz konusu katkı konvansiyonel askeri güç kullanımı kadar net ve belirgin değil ise de, yarattığı etki bakımından aynı yahut benzer sonuçlar 40 Bu konuda kapsamlı analiz için bakınız. “Heater Grabbe, A Partnership for Accession? The Implications of EU Conditionality for the Central and East European Applicants” http://www.esiweb.org/enlargement/wp-content/uploads/2010/01/grabbe_conditionality_99.pdf/ 41 İrfan Kaya Ülger, Yugoslavya’nın Parçalanması, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003, s. 140-166. 126 doğurabilmektedir. Balkan coğrafyasının kadim/kronik sorunları olan hegemonyacı ve mikro milliyetçilikten kaynaklanan yayılmacı ve irredentist eğilimler, AB adaylık süreci ve tam üyelik hedefinin bölge ülkeleri tarafından benimsenmesiyle geri planda kalmış ve bölge topyekûn normalleşmeye başlamıştır. 3. AB’nin Balkanlarda Siyasal İstikrara Katkısı Kuşkusuz Balkan coğrafyasında siyasal istikrar ve barışa katkı yapan tek aktör AB değildir; ABD, BM, Türkiye gibi aktörlerin de bu süreçte kayda değer oranda önemli rolleri bulunmaktadır. Bununla birlikte bölgenin çatışma ortamından çıkarılıp siyasal istikrara ve güvenliğe yönlendirilmesinde ilk planda gözükmeyen ancak ağırlığı hissedilen temel aktör, Avrupa Birliği olmuştur. Tüm Balkan devletleri için tehdit oluşturan fanatik, hegemonyacı karakter taşıyan Sırp milliyetçiliğinin dizginlenmesi, Kosova ihtilafının barışçı bir şekilde sonuçlandırılması, Bosna Hersek’te siyasal istikrarın ve güvenliğin sağlanması, başka şeylere ilave olarak, bölge devletlerine AB perspektifi verilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Makedonya, Karadağ ve Sırbistan için adaylık statüsü ve ardından Makedonya harici ülkelerle müzakerelerin başlaması bölgenin kaderini değiştirecek en önemli adımdır. Bu yöndeki gelişmelerin uzak olmayan bir gelecekte Kosova, Bosna Hersek ve Arnavutluk için de söz konusu olması beklenmektedir. AB günümüzde her ne kadar, Ortak Dış Güvenlik ve Savunma Politikası alanında mesafe kat etmekte zorlanmakta ise de komşuluk politikası, adaylık/tam üyelik perspekifi ile mücavir bölgeleri derin biçimde etkilemekte ve dönüştürmektedir. 2005’den günümüze kendi içerisinde derin sorunlar yaşamış olmasına rağmen bütünleşme hareketinin tam üyelik perspektifi Balkanları kelimenin tam anlamıyla derin biçimde etkilemiş ve bölgenin siyasal istikrar kazanması ve barışa ulaşmasını sağlamıştır. AB resmi raporlarında ve üye ülkelerde son yıllarda dikkat çeken eğilim şudur: Balkanlar yerine gittikçe artan ölçüde Güneydoğu Avrupa ismi tercih edilmektedir. Bu eğilimin 127 gerisinde yatan düşünce Balkan kavramının yarattığı olumsuz izlenimden kaçınma yanında Balkanların Avrupa kıtası içinde yer aldığını vurgulama çabasıdır. Coğrafi bakımdan Avrupa kıtasında yer alan Balkanların bu özelliği ile AB üyeliği arasında irtibat kurulmaktadır. Balkan ülkelerinden Yunanistan, 1981 yılında o zamanki adıyla AET’ye tam üye olarak katılmıştı. Slovenya, Mayıs 2004’de, Bulgaristan ve Romanya 2007’de, Hırvatistan ise 2013 Temmuz ayında AB’ye tam üye olmuştur. Avrupa Birliği’nin Balkanlar yönelik temel stratejisi şudur: Bölge ülkelerinin tam üyeliğe özendirilmesini ve koşulları sağlamaları halinde üye olmalarını öngörmektedir.42 1990’lı yıllarda AB’nin Balkanlara ilgisi temelde kriz yönetimi ve Yugoslavya’nın dağılması sonrasında bölge ülkelerinin yeniden yapılanması üzerinde yoğunlaşmakta idi. 1999 yılında AB’nin Balkanlara bakışı daha da netleşti. 1999 yılında AB tarafından İstikrar ve İşbirliği Süreci başlatıldı. Kısa bir süre sonra da bu işbirliğinin örgütsel yapısını oluşturacak olan İstikrar Paktı kuruldu. 2000 yılında Fiera’da toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları zirvesinde Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı’na üye olan Balkan devletleri AB’ye aday ilan edildi. 432003 yılında toplanan Selanik Zirvesinde ise bu karar teyit edilmiştir. Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkan coğrafyasını derinden etkileyen siyasal eğilim hegemonyacı ve mikro milliyetçilik akımları olmuştur. Bölgede çatışmalara son veren antlaşma, 1995 yılı sonunda Dayton’da imzalanmış, uluslararası toplum bölgede güvenlik tesisi için BM tarafından oluşturulan barış gücüne (UNPROFOR) destek vermiştir. AB’nin Batı Balkanlara yönelik politikası 1999 yılında İstikrar ve İşbirliği Süreci ile ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu projenin amacı Batı Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ile tedrici olarak yakınlaşmasını sağlamak ve tam üyeliğe giden yolu aralamaktır. Bu politika çerçevesinde ikili 42 Corina Stratulat, “EU Enlargement to the Balkans- Shaken not Stirred” http://www.epc.eu/documents/uploads/pub_3892_eu_enlargement_to_the_balkans_-_shaken,_not_stirred.pdf/ 43 https://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00200-r1.en0.htm/ 128 düzeyde ortaklık anlaşması karakteri taşıyan anlaşmaların yanında mali yardım, siyasal diyalog, ticari ilişkiler ve bölgesel işbirliği amaçlanmıştır. İstikrar ve İşbirliği süreci çerçevesinde imzalanan anlaşmalar, 1990’lı yıllarda eski Varşova Paktı üyesi devletlerle imzalanan Avrupa Anlaşmalarına benzemektedir. Bu antlaşma ile devletlerden ortak demokratik değerlere, insan hakları ve hukuk devletine uyum sağlamaları öngörülmektedir. AB ile aday ülke arasında işleyen sürecin karar organı İstikrar ve İşbirliği Konseyi adını almakta ve bu organ sürecin uygulamalarını denetlemektedir. İstikrar ve İşbirliği Konseyi’ne aynı ismi taşıyan komiteler destek vermektedir. İstikrar ve İşbirliği Parlamenterler Komitesi bu işbirliği çerçevesinde ulusal parlamentolarla Avrupa Parlamentosu arasında irtibat sağlamaktadır. 44 Halen AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması antlaşması imzalayan devletler Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan’dır. İstikrar ve İşbirliği üyesi olan Hırvatistan, 2013 Temmuz ayında AB’ye katılmıştır. Bosna Hersek ile imzalanan antlaşma ise henüz yürürlüğe girmemiştir. Sürece Kosova Cumhuriyetini de dahil etme çalışmaları devam etmektedir. Ne var ki, değişik sebeplerle 5 AB üyesi devletin (Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Romanya, Slovakya ve İspanya) Kosova’yı tanımamış olmaları bu konuda ilerleme sağlamasını zorlaştırmaktadır. İstikrar ve İşbirliği süreci, bölge devletlerini potansiyel aday kabul etmektedir. Bu çerçevede gelecekte tam üye olacak ülkelerin yerine getirmeleri gereken asgari yükümlülükleri belirlemektedir.45 Balkan ülkelerinin tam üyelik hedefine yönelmeleri ancak Kopenhag Kriterlerine uyum sağlamaları halinde mümkün olabilecektir. Aday ülkelerden tedricen 44 İstikrar Paktı için bakınız. http://www.esteri.it/MAE/EN/Politica_Estera/Aree_Geografiche/Europa/OOII/Patto_di_stabilit_dei_Balcani.htm / 45 Daniel Trenchov, “The Future of the Western Balkans Integration within the EU”, http://www.analyticalmk.com/files/2012/01/04.pdf/ 129 Topluluk müktesebatını iç hukukuna aktarmaları talep edilmektedir. AB’den ortaklık statüsü alan aday devletlerin bu alanda kaydettiği gelişmeler ise İlerleme Raporları ile sıkı biçimde takip edilmektedir. AB ayrıca aday ve potansiyel aday ülkelerin mali yardım kapısını aralamıştır. 2007 yılından itibaren Balkan ülkelerine mali yardımlar Katılım Öncesi Yardım (IPA) fonundan sağlanmaktadır. Bu çerçevede sağlanan kaynaklar kurumsal gelişme, hukuki reform, insan hakları, idari ve ekonomik yaptırımlar ve bölgesel düzeyde işbirliği projelerinin finansmanı için tahsis edilmektedir. Batı Balkan ülkeleri ayrıca Erasmus gibi AB programlarına da dahil edilmiştir. İstikrar ve İşbirliği Paktının bir diğer amacı da bölge ülkelerini ticaret, taşımacılık, enerji, çevre gibi konularda işbirliğine yönlendirmektir. Ayrıca hassasiyet gerektiren savaş suçları, sınır sorunları, mülteciler ve organize suçlarla mücadele de desteklenmektedir. 2008 yılında İstikrar Paktı mekanizması revize edilmiş ve Bölgesel İşbirliği Konseyi adını almıştır. Genel Sekreterliği Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’dadır. Sürecin adı ise Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci olarak değiştirilmiştir. Batı Balkan ülkelerine tanınan vize serbestisi de AB ile ilişkilerin canlanmasına kapı aralamaktadır. 2009 Aralık ayında vize serbestisi Makedonya, Karadağ ve Sırbistan’a, 2010 Kasım ayında ise Arnavutluk ve Bosna Hersek’e tanınmıştır. Haziran 2012’de Kosova Cumhuriyeti ile bu kapsamda diyalog başlatılmış ve bu ülkeden yasal düzenlemeler yapması istenmiştir. Vize serbestisi uygulamalarında yasal olmayan mülteci başvuruları gibi bazı ihlallerin ortaya çıkması üzerine Komisyon tarafından Batı Balkan ülkeleri için izleme mekanizması kurulmuştur. Batı Balkan ülkelerinin AB ile ikili ilişkilerinin fiili durumu ana hatlarıyla şu şekildedir: Arnavutluk ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Anlaşması Nisan 2009’da yürürlüğe girmiştir. Bu gelişmeden birkaç gün sonra Arnavutluk tam üyelik başvurusu yapmıştır. Komisyon tarafından yapılan bir açıklamada bu ülkenin öncelik taşıyan 12 alanda yükümlülüklerini 130 yerine getirmesi halinde tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı bildirilmiştir. Komisyonun 2012 tarihli ilerleme raporunda bu ülkeye aday statüsü verilmesi önerilmiştir. Potansiyel aday ülkelerden biri olan Bosna Hersek Cumhuriyeti henüz tam üyelik başvurusu yapmamıştır. Bosna Hersek ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği anlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak anlaşma Bosna Hersek devletinin iç idari yapısından kaynaklanan sebeplerle yürürlüğe girmemiştir. Bununla birlikte anlaşmanın ticarete ilişkin hükümleri ayrı bir düzenleme yapılmak suretiyle uygulamaya konulmuştur. 2012 Temmuz ayında taraflar arasında yüksek düzey temaslarda tam üyelik başvurusu hazırlıkları konuşulmuştur. AB, Bosna Hersek Cumhuriyeti bakımından çok önemli olan Dayton antlaşmasını desteklemektedir. 2011 yılından beri Avrupa Birliğinin Bosna Hersek özel temsilcisi aynı zamanda bu ülkenin Özel Temsilcisi statüsündedir. 2004 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunan Makedonya’ya bir yıl sonra aday ülke statüsü tanınmıştır. Ne var ki, bu ülkenin ismi nedeniyle Yunanistan’ın itirazları ikili ilişkilerde mesafe alınmasını engellemiştir. 2009 yılında Komisyon tam üyelik müzakerelerinin açılmasını tavsiye etmiş ve bu görüş Komisyon’un ilerleme raporlarında da tekrarlanmış ve Parlamento tarafından desteklenmiştir. Ne var ki, Bakanlar Konseyi’nde kararların oybirliği ile alınması nedeniyle Makedonya ile müzakerelere başlanamamıştır. Yunanistan, ülkenin ismi nedeniyle karar alınmasını engellemektedir. Kosova, AB’nin potansiyel aday ülkelerinden birisidir. 2008 yılında bağımsızlık ilan etmesinden ardından bu ülkeye tam üyelik perspektifi verilmiştir. Günümüzde AB’nin 28 ülkesinden 23’ü Kosova’yı tanımaktadır. AB tarafından bağımsızlık kararından sonra Kosova’ya Özel Temsilci atanmış ve EULEX (Rule of Law Mission) faaliyete başlamıştır. Haziran 2012’de Vize Serbestisi Yol Haritasının açıklanmasından bir yıl sonra bu ülke ile İstikrar ve İşbirliği anlaşması görüşmeleri başlamıştır. Bu ülkenin tam üye olarak AB’ye katılması esasında AB-Sırbistan ilişkileri ile doğrudan ilintilidir. 131 2006 yılında Sırbistan’dan ayrılmasından iki sene sonra Aralık 2008’de tam üyelik başvurusunda bulunan Karadağ Cumhuriyeti’ne adaylık statüsü 2010 yılında verilmiştir. Haziran 2012’de bu ülke ile tam üyelik müzakereleri açılmıştır. Karadağ ile imzalanan İstikrar ve İşbirliği Paktı ise Mayıs 2010’da yürürlüğe girmiştir. Sırbistan ise Aralık 2009’da tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 2012 Mart ayında bu ülkeye adaylık statüsü verilmiştir. Bu kararın ardında Belgrad ve Priştina’nın uzlaşmaya varması yatmaktadır. Sırbistan’ın Kosova ile ilişkilerinin normalleşmesi üzerine Avrupa Konseyi tarafından Haziran 2013’de tam üyelik müzakerelerinin açılması kararı alınmış ve müzakerelere 2014 yılı Ocak ayında başlanmıştır. Sırbistan ile AB arasında İstikrar ve İşbirliği Antlaşması 2008 yılında imzalanmıştır. Ancak Haziran 2010’da onay süreci AB tarafından dondurulmuştur. Bunun temel sebebi Sırbistan yönetimimin o dönemde Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapmamış olmasıdır. Bu krizin aşılmasının ardından ikili ilişkiler normalleşmiş ve Sırbistan’ın tam üyelik yolu açılmıştır. Sonuç Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra önce Varşova Paktı’nın lağvedilmesi, ardından SSCB’nin dağılması tüm dünyada kimlik siyaseti ve mikro milliyetçiliğin güçlendiği yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Balkanlar bu gelişmeden derinden etkilenen bölgelerin başında gelmektedir. Özellikle Yugoslavya ve Arnavutluk gibi SSCB ile doğrudan bağlantısı olmayan komünist kökenli ülkelerde yaşanan değişim, etnisite, dil, din ve mezhep bakımından dünyanın en karmaşık bölgesi olan Balkanlarda milliyetçilik çağının geri dönmesini sağlamıştır. 1992 başında Sırp Hırvat çatışması ile başlayan savaş, Bosna Hersek iç savaşı ve Kosova’daki çatışmalarla alanını daha da genişletmiş ve Balkan halklarının etnisite ve kimlik temelli ideolojilere eğilimini güçlendirmiştir. 132 Balkan coğrafyasındaki milliyetçiliklerin hegemonya, ayrılıkçılık ve irredentizm olarak adlandırılabilecek ütopyaları siyasal çatışmaların temelini teşkil etmektedir. Bölgede normalleşme ve siyasal istikrarın tesisi temelde uluslararası toplumun desteği ile imzalanan Brioni ve Dayton Antlaşmaları ve Martty Ahtisaari Planı belgelere dayanmaktadır. Bölge ülkelerinde BM , NATO ve AB şemsiyesi altında barış gücü görevlerinin yürütülmesi de önemlidir. Ancak Balkanlarda kalıcı barış ve istikrarı görünmez el olarak AB yumuşak gücü sağlamıştır. Bölgede en büyük istikrarsızlık unsuru olan Sırp milliyetçiliğinin güç kaybetmesinde AB perspektifi, tam üyelik hedefinin bölge ülkelerini cezbedecek biçimde ortaya konulmuş olması önemlidir. AB’nin temel hedefi etnik çatışmaları önlemek, siyasal istikrarsızlıktan kaynaklanan göçü azaltmak ve Batı Balkan ülkelerini siyasal, hukuki ve ekonomik değişim yoluyla AB bünyesine dahil etmektir. Balkanlarda kalıcı barış ve istikrara en büyük katkı da AB’nin bu kapsamda yürüttüğü İstikrar ve İşbirliği Pakt olmuştur. 133
© Copyright 2024 Paperzz