Üremeye Dair YaygÕn Söylemler: Ortado÷u Ba÷lamÕnda Türkiye’yi Yeniden De÷erlendirmek Ceren AKSOY SUGøYAMA* Özet 'Özel' alanÕn ve 'do÷al' olanÕn tekelinde olan 'üreme' konusu, feminist araútÕrmacÕlarÕn ve feminist antropologlarÕn ilgi göstermeye baúladÕklarÕ ve bizzat sorguladÕklarÕ konu baúlÕklarÕ haline gelmiútir. 'Üreme'nin her türden siyasal söylem ve güç iliúkileriyle etkileúim içinde olan ve her daim üzerinde mücadele verilen ve sürekli olarak müzakere edilen bir alan oldu÷u fark edildi. YazÕ boyunca, üreme ile ilgili olarak feminizmde yankÕ bulan tartÕúmalar gözden geçirilmiútir. Bunun haricinde üreme ile ba÷lantÕsÕ oldu÷u düúünülen söylemler ve bu alanda yapÕlan etnografiler de göz önünde bulundurularak Türkiye’de bu söylemlerin aldÕ÷Õ biçimler gözden geçirilmeye çalÕúÕlmÕútÕr. Anahtar Kelimeler: üreme, annelik, feminizm. Common Discourses on Reproduction : Reconsidering Turkey in the Middle Eastern Context Abstract The reproduction issue monopolised by the spheres of “private” and “natural” has been one of the major topics frequently discussed by feminist critics and feminist anthropologists in particular. Women reproduction recognized as an issue within a constant interaction with every sort of political discourse and power relations. Throughout the article the main discussions in the field on reproduction, the other * Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Co÷rafya Fakültesi, Antropoloji Bölümü CEREN AKSOY SUGøYAMA 2 discourses which are thought to have a connection with reproduction, and the etnographies which are thought to resemble the situation in Turkey will be evaluated. Key Words: reproduction, motherhood, feminism Giriú 1970’lere damgasÕnÕ vuran ikinci dalga feminist hareketin mottosu ve Radikal Feminist Carol Hanisch (1970)’in makalesinin de baúlÕ÷Õ olan "Kiúisel olan politiktir” sloganÕyla beraber, toplumsal cinsiyete dair o zamana kadar geçerli olan suni bir ‘kamusal-özel’ ayrÕmÕ ve sadece siyasal haklarla sÕnÕrlÕ kalan bir eúitlik arayÕúÕ anlamÕnÕ yitirmiútir. ArtÕk bu andan itibaren sorgulanmayan bir pratik ya da bir de÷er kalmamÕú, siyasal haklardan ibaret olan eúitlik anlayÕúÕ hayatÕn hemen hemen her alanÕna nüfuz etmeye baúlamÕútÕr. Bu açÕlÕmla beraber daha önce 'özel' alanÕn ve 'do÷al' olanÕn tekelinde olan 'annelik', 'üreme' 'do÷um' gibi konular, feminist araútÕrmacÕlarÕn ve feminist antropologlarÕn ilgi göstermeye baúladÕklarÕ ve bizzat sorguladÕklarÕ konu baúlÕklarÕ haline gelmiútir. 'Üreme'nin her türden siyasal söylem ve güç iliúkileriyle etkileúim içinde olan ve her daim üzerinde mücadele verilen ve sürekli olarak müzakere edilen bir alan oldu÷u fark edilmiútir. Süreç içerisinde, Kate Millet'in cinselli÷in de politik nitelik taúÕyan bir sÕnÕflama oldu÷u tezi (Millet, 1987), yerini kadÕn ve erkek kategorilerinin bile geçerlili÷ini sorgulayan postmodern teorilere bÕrakmÕútÕr (Butler, 1998). Feminizmler ve Üremenin Problematize Ediliú Biçimleri Feminizm, postmodern paradigmalardan da beslenerek bambaúka alanlara elini atmÕú ve bu alanlarda mikrofonu, o ana kadar sesi duyulamamÕú ya da sesi az gelmiú insanlara uzatmÕútÕr (Spivak, 1988). ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 3 Feminizmin veya toplumsal cinsiyet teorilerinin detaylÕ bir tarihçesini vermek bu çalÕúmanÕn kapsamÕnda de÷ildir. Ancak feminist teorinin ele aldÕ÷Õ ve aúa÷Õda adÕ geçen baúlÕklara de÷inmek; üreme teknolojilerinin içinde barÕndÕrdÕ÷Õ çatÕúma alanlarÕnÕ, bu teknolojilere dair farklÕ anlayÕú ve uygulamalarÕ, farklÕ feminizmlerin konuyla ilgili yer yer çatÕúan bakÕú açÕlarÕnÕ sergileyebilmek açÕsÕndan önemlidir. Bu noktada antropolojinin küçük bir alanda gerçekleúen derinlemesine analizleriyle açÕ÷a çÕkan birbirinden farklÕ pratikler, bir yandan feministlerin ortaya attÕ÷Õ teorileri geliútirirken di÷er yandan da feminist yazarlarÕn da danÕútÕ÷Õ ve hesaplaútÕ÷Õ tikel örnekler haline gelmiútir. TÕpkÕ liberal feminizmler, marksist feminizmler, radikal ve postmodern feminizmler gibi pek çok feminizm türü oldu÷u gibi 'üreme' teknolojileri söz konusu oldu÷unda da bu teknolojilerin kullanÕmÕna dair de birbirinden farklÕ feminist bakÕú açÕlarÕ mevcuttur. BazÕ feminist teorisyenler teknoloji ile cinsiyet arasÕnda hiyerarúik bir iliúki oldu÷u tezini paylaúÕrken di÷er feminist teorisyenler içinse üreme teknolojileri, içinde bir özgürleútirme potansiyelini barÕndÕran yeniliklerdir. Literatürdeki e÷ilim göz önünde bulunduruldu÷unda “1960’lara kadar üreme ile ilgili olarak yapÕlan antropolojik çalÕúmalar, üreme davranÕúÕnÕ çevreleyen inançlara, kurallara ve de÷erlere odaklanan kültürlerarasÕ incelemelere dayanÕyordu” (Ginsburg ve Rapp, 1991: 311) denilebilir. Sonraki dönemde ise feminist kuramcÕlarÕn üremeyi kadÕnlarÕn hem baskÕ altÕna alÕnÕúlarÕnÕn bir nedeni hem de onlarÕ ayrÕcalÕklÕ kÕlan kadÕnlara özgü bir yeti olarak görmeleri, konuya olan ilgiyi artÕrmÕútÕr. Üreme konusuna özellikle marksist feministler ve radikal feministler ilgi göstermiútir. Friedrich Engels’in, aile ve mülkiyet iliúkilerini ele alan çalÕúmalarÕ, kadÕnlarÕn aile içinde maruz kaldÕklarÕ baskÕ ve úiddeti ele almamÕútÕr. Bununla ba÷lantÕlÕ olarak Marksist feministler de kadÕnlarÕn baskÕ altÕnda 4 CEREN AKSOY SUGøYAMA olmasÕnÕn nedeni olarak ‘üretim tarzlarÕnÕ’ ve ‘kapitalizm’i görmeyi tercih etmiúlerdir. Bu tür analizler: “kadÕnlarÕn ezilmesinin temel belirleyenlerini sÕnÕf iliúkilerine, kapitalist sisteme veya sÕnÕf terimleriyle anlaúÕlÕr kÕlÕnan ‘üretim iliúkilerine’ yerleútirir” (Connell 1998: 70). KadÕnlarÕn ev içinde erkekler tarafÕndan gördü÷ü úiddet ve baskÕlar bu analizin çerçevesi dÕúÕnda bÕrakÕldÕ÷Õ için özellikle ‘iú’, ‘ücret’ gibi konulara yo÷unlaúan feministler kendilerinden sonra gelenlerce eleútirilmiútir. Marksist feminizmin tüm toplumsal eúitsizliklerin kökeninde kapitalizm yatar öncülünü radikal feministler tüm toplumsal eúitsizliklerin kökeninde cinsler arasÕ eúitsizlikler yatar varsayÕmÕyla de÷iútirmiúlerdir. Raewyn Connell’Õn (1998: 72), da belirtti÷i gibi 1970’lere gelindi÷inde, yapÕsalcÕ marksizmin etkisi ile “aile, cinsellik ya da toplumsal cinsiyet iliúkilerinin tüm ayrÕntÕlarÕyla ‘üretim iliúkilerinin’ yeniden üretim alanÕ oldu÷u” görüúü önem kazandÕ. Marksist feminist kuramcÕlar ‘üretim tarzlarÕ’ kavramÕndan uzaklaúarak bu kavramÕ feminist ‘üreme tarzlarÕ’1 kavramÕ ile ikâme etmiúlerdir. Yine de bu yaklaúÕm kapitalizmin ihtiyaçlarÕnÕn illa toplumsal cinsiyet eúitsizliklerinden niye beslenmek zorunda oldu÷unu açÕklayamaz. Zamanla Marksist feministler toplumsal cinsiyet iliúkilerinin sÕnÕf iliúkileri ile örtüútü÷ünü ve etkileúim içinde oldu÷u konusunda hemfikir oldular. Marksist feministler üremeye yardÕmcÕ teknolojileri de üremenin maddi úartlarÕnÕ dönüútürmeye yarayan bir kaynak olarak ele aldÕlar (Gimenez, 1991). Üreme konusu ile ilgili zamanÕnÕn en radikal fikirlerini ortaya atan isim olarak Shulamith Firestone’a de÷inmek gerekir. Radikal feminist Firestone (1993), kadÕnÕn üreme yetisini, ataerkil ideolojinin üzerine yaslandÕ÷Õ 1 “Means of production”, “means of reproduction” kelimelerinin yazar tarafÕndan Türkçe tercümesi. Yazar ‘reproduction’ kelimesinin literatürdeki karúÕlÕ÷Õ olan yeniden üretim kelimesinden ziyade ‘üreme’ kelimesini kullanmayÕ yazÕnÕn geri kalan kÕsmÕnda da tercih etmiútir. “Social reproduction” kavramÕ ise yeniden üretim çevirisiyle kullanÕlmÕútÕr. ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 5 cinsiyete dayalÕ iú bölümünün nedeni olarak görmüútür. Bu nedenle kadÕnlarÕn üreme güçlerinin kullanÕmÕnÕ erkeklerin elinden geri aldÕklarÕ takdirde özgürleúeceklerine inanmÕútÕr. Do÷urmanÕn HazzÕ’nÕ2 patriyarkal bir mit olarak de÷erlendiren Firestone (1993), teknolojik bir devrimle durumun kadÕnÕn lehine de÷iúece÷i yönünde bir inanca sahiptir. Rosemary Tong'un (1994: 72-94) da altÕnÕ çizdi÷i gibi, marksist ve liberal feministlerden farklÕ olarak radikal feministler, erkeklerin kadÕn bedenini denetlemek maksadÕyla hangi stratejileri devreye soktuklarÕ üzerine odaklanmÕúlardÕr. Beden sorunsalÕ ile ilgili bölümde ele alÕndÕ÷Õ üzere, bu türden varsayÕmlar kadÕn bedenini edilgen ve pasif olarak gören teorilere örnektirler ve bu teorilerde kadÕn bilincinin feminist hareketle uyandÕrÕlmasÕ ve kadÕnlarÕn kendi bedenlerinin zenginliklerinin ve farklÕlÕklarÕnÕn farkÕna varmalarÕ amaçlanmaktadÕr. Her ne kadar Firestone, kadÕnlarÕn özgürleúmesi için erkeklerin de kadÕnlar gibi üreyebilmelerini sa÷layacak teknolojilerin geliúmesini gerekli görse de bu görüúüne karúÕ çÕkan feministler de olmuútur. Üremeye yardÕmcÕ teknolojilerle ilgili olarak çalÕúan Gina Corea (1985), Robyn Rowland (1987) gibi feminist yazarlarÕn argümanlarÕna bakÕldÕ÷Õnda ise, kadÕnlarÕn kendilerini erkeklerden farklÕ ve dolayÕsÕyla üstün kÕlan bu yetilerine erkeklerin de ortak olmasÕ kadÕnlarÕ tamamen yararsÕz bir hâle getirecektir. Çünkü ismi belirtilen feminist yazarlara göre Firestone'un iddia etti÷i gibi kadÕnlarÕn maruz kaldÕ÷Õ baskÕnÕn nedeni salt kadÕn biyolojisinden de÷il erkeklerin bu biyolojilerden dolayÕ meydana gelen farklÕlÕklarÕ kontrol etme iste÷inden kaynaklanmaktadÕr. Bu türden teknolojilerin geliúimi konusunda Firestone'un bu fikirleri ortaya attÕ÷Õ zamandan beri bir ilerleme kaydedilememiútir. Teknolojiler ve bu teknolojiler üzerine araútÕrma 2 KitabÕn orijinal ismi Joy of Giving Birth . CEREN AKSOY SUGøYAMA 6 geliútirme faaliyetleri yürüten kurumlar hâlen bu türden bir olasÕlÕ÷Õ gerçekleútirecek adÕmlarÕ atmamÕútÕr. Bu durum, aradan geçen kÕrk seneye ra÷men teknolojiyi geliútiren bilim insanlarÕnÕn, üremenin ne olursa olsun kadÕnla beraber düúünülmesi gereken bir olgu oldu÷u konusundaki geleneksel tutumlarÕnÕn de÷iúmedi÷inin bir göstergesi olarak da de÷erlendirilebilir. Üreme teknolojilerindeki araútÕrma ve geliúmeler ile iliúkili olarak uzmanlarÕn söylemlerine bakÕldÕ÷Õnda sadece ve sadece kadÕnÕn-alÕnan risk ne olursa olsun- üremesi gerekti÷i konusunda hemfikirmiú gibi bir ilerleme göstermektedir. Bu teknolojilerin geliúmesinde bir takÕm gelenekselci/muhafazakar düúünceler mutlak surette pay sahibidir. Bunun yanÕ sÕra ilaç firmalarÕ ve konuyla ilgili di÷er sektörler ise bu türden taleplerden nemalanmakta hatta var olan talepleri daha da kÕúkÕrtabilmek adÕna bu alana yapÕlacak olan her tür yatÕrÕma yeúil ÕúÕk yakmaktadÕrlar. Ataerkil baskÕlara hassasiyet geliútiren ve bu baskÕlardan do÷an kazanç fÕrsatlarÕnÕ affetmeyen ekonomik sistem, kârÕnÕ artÕrmak üzere var olan söylemlerin paralelinde stratejiler benimsemektedir. Bu türden stratejiler ise kadÕnlarÕn zararÕna olabilecek uygulamalarÕn sorgulanmaksÕzÕn uygulanmasÕna olanak tanÕrken; toplumdaki yerleúik bir takÕm ideolojileri de isteyerek ya da istemeyerek meúru kÕlmakta ve devamlÕlÕ÷Õna da destek verir gibi durmaktadÕr. Üremenin kadÕnlarÕn ve erkeklerin bilincinde nasÕl bir yere sahip oldu÷unu açÕklamaya çalÕúan Mary O'Brien (1989) üremenin de tÕpkÕ üretim gibi tarihsel bir olgu oldu÷undan bahsetmektedir. Ço÷unlukla marksist terminolojiden3 yararlanan O'Brien'a (1981) göre üreme; tarihsel, materyal ve diyalektik bir süreçtir. YaptÕ÷Õ de÷erlendirmede, annelik ve babalÕk 3 Biyolojiden kaynaklanan kadÕnÕn ikincil konuma itilmesi ve tâbi kÕlÕnmasÕ tezi Marksizmdeki materyalist teorinin femininizm tarafÕndan revizyondan geçirilmesini gerekli kÕlmÕútÕr. Di÷er bir de÷iúle, Marksizmdeki ekonomik sÕnÕflarÕn yerini artÕk cinsel sÕnÕf almÕútÕr. Buna paralel olarak da Marksizmdeki üretme biçimlerindeki de÷iúiklikler yerini üreme biçimindeki de÷iúikliklere bÕrakmÕútÕr. ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 7 arasÕndaki bilinç farklÕlÕ÷ÕnÕ sÕk sÕk vurgulamaktadÕr. O’Brien’a göre babalÕk deneyiminde bir yabancÕlaúma söz konusu çünkü erkek üreme sürecine katkÕsÕnÕn ne oldu÷u konusunda her zaman bilinçsiz kalmÕú ve dÕúarÕda bÕrakÕlmÕútÕr. O’Brien’a (1989: 23) göre, “babalÕk tarihsel bir buluú” olup aynÕ zamanda üreme sürecindeki ilk tarihsel de÷iúimi temsil etmektedir. Üreme sürecindeki ikinci tarihsel de÷iúim ise üreme teknolojisindeki geliúmelerdir. Çünkü tarihin tam da bu anÕnda di÷er bir de÷iúle babanÕn çocuk ile olan genetik ba÷Õ fark edildi÷i noktada, hem erke÷in bu sürece yabancÕlaúmasÕ baúlamakta hem de erke÷in üreme süreciyle kadÕn kadar do÷rudan olmayan ba÷lantÕsÕ keúfedilmiú olmaktadÕr. O’Brian bu durumla ba÷lantÕlÕ olarak: "Üremenin diyalekti÷ine aracÕlÕk eden tarihsel çeliúki erke÷in kendi türünün üreme sürecine evrensel olarak yabancÕlaúmasÕdÕr ve bu çeliúkinin kültürel dolayÕmÕ da tarihsel olarak 'aile' kurumunun ve ataerkil ideolojinin yapÕsÕ olmuútur" der (1989: 15). O'Brien'a göre, ataerkillik erke÷in kendi üreme bilincine yabancÕlaúmasÕ sonucunda geliútirdi÷i bir karúÕ stratejidir. KadÕnÕn bedenine sahip olmak onu kontrol edebilmek demek bizzat bu üremenin ürünleri olan çocuklara da sahip olmak demektir ve bu nedenledir ki üreme teknolojileri söz konusu oldu÷unda bu teknolojilerin ataerkil yapÕnÕn devamÕnÕ getirece÷ini iddia eder. Sylvia Agacinski (1998) de “bir kadÕnÕn en güzel ve en fazla ödüle layÕk olanaklarÕndan birini reddederek özgür olaca÷ÕnÕ kanÕtlayan hiçbir úey yoktur” diyerek Beavoir’Õn izinden gider kadÕn do÷urganlÕ÷ÕnÕn bir eksikli÷e iúaret etti÷i ya da kadÕnlarÕn baskÕ altÕnda oluúlarÕnÕn bir nedeni olarak görülmesini eleútirir. Üremenin Söylemsel Olarak Kuruluúu Üreme ile ilgili olarak ele alÕnabilecek farklÕ ideolojiler ve söylemler bu bölümde Connell’Õn (1988) yapmÕú oldu÷u ideoloji tanÕmÕna referansla ele CEREN AKSOY SUGøYAMA 8 alÕnmÕútÕr. Bu ba÷lamda üremeye dair söylemler arasÕndan özellikle muhafazakarlÕkla bir arada sürdürüldü÷ü düúünülen ideolojilere de÷inilecektir. Connell (1998: 319): “ ødeoloji insanlarÕn yaptÕ÷Õ úeyler olarak görülmeli, ideolojik prati÷in de belirli ba÷lamlarda gerçekleúen ve bu ba÷lamlara verilen tepkiler olarak anlaúÕlmasÕ gerekmektedir” úeklinde iddia ederek úimdiye dek yapÕlan toplumsal cinsiyet çalÕúmalarÕnda saptamÕú oldu÷u söylem ve pratik arasÕnda kopuklu÷un önüne geçmeyi hedeflemektedir. Deniz Kandiyoti (1997: 171) de Türkiye ba÷lamÕnda yapÕlacak olan çalÕúmalarda bu noktaya dikkat edilmesi gerekti÷i konusunda uyarÕda bulunmakta ve bu durumu: “Türkiye’de feminist araútÕrmalarÕn izleyebilece÷i verimli yollardan birisi, toplumsal cinsiyet pratikleriyle farklÕ kurumsal alanlarda geçerli olan ideolojiler arasÕndaki gerilimlerin ve çeliúkilerin incelenmesine öncelik tanÕnmasÕ olabilir” sözleriyle ifade etmektedir. Cinselli÷e dair ideolojiler ve söylemler, tarihin her döneminde farklÕ kurumlarÕn hegemonyasÕnda kalmÕú ve bu kurumlarÕn benimsedi÷i siyaset stratejileriyle ba÷lantÕlÕ olarak üretilmiúlerdir. Kimi zaman dinsel bir dünya görüúünün, kimi zaman akÕlcÕ bilimin safÕnda yer alabilmektedirler. Yine Connell’Õn (1998: 326) hatÕrlattÕ÷Õ gibi hegemonik olan kurumlar her ne kadar tarihsel olarak de÷iúkenlik gösterse de: “Hegemonya topyekün bir kültürel denetim kurulmasÕ ve alternatiflerin yok edilmesi demek de÷ildir. Cinsel ideolojide a÷Õr basan gerçeklik tanÕmlarÕ, her zaman için eksik ve bir ölçüde daima rekabet halindeki atÕlÕmlar olarak görülmelidir. Çekiúme ideolojinin ayrÕlmaz bir parçasÕdÕr”. Üreme ile ilgili söylemler ele alÕndÕ÷Õnda, görünürde birbirinden farklÕ ve ba÷ÕmsÕz söylem adacÕklarÕ olarak iúlev görmektedirler. Ço÷u durumda bu söylemler, yaúantÕlanan deneyimin dÕúÕnda konumlanÕrlar; marjinal gördü÷ü deneyimleri ve bu deneyimlerin ortaya koydu÷u olasÕlÕklarÕ da göz ardÕ etmektedirler. ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 9 “Annelik” Üzerinden Sürdürülen Söylemler Topumsal cinsiyet hiyerarúilerin içerisinde dolaúÕmda olan söylem adacÕklarÕndan biri olarak ele alÕnabilecek olan “Annelik” kavramÕ da 'kadÕn' cinsiyeti ile özdeúleútirilmiú en çok öne çÕkan kavramlardan birisidir. Anneli÷e ve üreme ile ilgili söylemler bir arada sürdürülen ve bir arada anlamlÕ olan söylemlerdir. Annelik kavramÕ en geniú anlamÕnda içinde esasen “koruma”, “úefkat” ve “anlayÕú” gibi pek çok özgeci de÷eri barÕndÕrmaktadÕr. Bu de÷erlerin bir insanda vücut bulmasÕ ise her zaman kendi kanÕndan bir çocu÷a sahip olmayÕ gerektirmez. Oysa üreme ile ba÷lantÕlÕ olarak kurgulandÕ÷Õnda tüm bu özgeci de÷erler sanki tek bir cinse ait 'do÷al' özellikler olarak telaffuz edilir. NasÕl anne olunmasÕ gerekti÷i ile ilgili reçeteler her gün yeniden üretilirken, bu özellikler kadÕn cinsinin nasiplenmesi gereken de÷erler olarak yüceltilir. Oysa kadÕnlarÕn dÕúÕnda kalan kÕsmÕn, bu de÷erlerden nasibini alÕp almamÕú olmasÕ pek mütalaa konusu edilmemektedir. Ann Oakley (1974: 186), annelik mitinin úu üç inanÕúÕ kapsadÕ÷ÕnÕ iddia etmektedir: “Tüm kadÕnlarÕn anne olmaya ihtiyacÕ vardÕr, tüm anneler çocuklarÕna ihtiyaç duyar ve tüm çocuklar annelerine ihtiyaç duyar”. BatÕ’daki tarihsel geliúmeler sonucu bir yandan dinî otoritenin sekülerleúmesi ve yerini medikal otoritelere bÕrakmasÕ di÷er yandan psikanaliz ve psikoloji disiplinlerinin insan yaúantÕsÕ üzerinde söz sahibi olmaya baúladÕ. Bu geliúmelerin akabinde, ‘nasÕl bir anne olunmasÕ gerekti÷i’konusu uzmanlarÕn söylem alanÕ haline gelmiútir. Bu türden söylemler, yazÕlÕ ve görsel medya ve konu ile ilgili uzmanlar tarafÕndan yazÕlan kitaplar aracÕlÕ÷Õyla hemen hemen her eve girebildi. Bu süreç içerisinde Feminist teorisyenler anneli÷i ‘orta sÕnÕf beyaz anne’den ibaretmiú gibi kuran söylemleri eleútirerek (Glenn et. al., 1994; Peach, 1998; Ragoné CEREN AKSOY SUGøYAMA 10 & Twine 2000); farklÕ sÕnÕflardan anneleri, farklÕ cinsel tercihleri olan hatta farklÕ cinsi olan anneleri, renkli anneleri, bekar annelerin deneyimlerini de gözler önüne sermiútir. Tong’a (1989: 84-94) göre biyolojik annelik ve sosyal annelik kavramlarÕnÕn birbirinden ayÕrt edilmesi gerekmektedir. Biyolojik anneli÷i, sosyal annelikten daha üstün gören her türlü söylemin ise di÷er söylemlerle ba÷lantÕlÕ olarak ele alÕnmasÕ gerekmektedir. Bu söylemin egemen konumunu sarsacak farklÕ türden pratiklerin çoklulu÷unun ise özellikle feminist sosyal bilimciler tarafÕndan ortaya konulmasÕ zaruridir. Christine Gailey (2000: 11-55), özellikle evlat edinme söz konusu oldu÷unda, akrabalÕk ba÷ÕnÕn genetik ba÷Õn en yakÕn oldu÷u durumlarda en güçlü oldu÷u” yolundaki söylemin, Amerika’da ÕrkçÕ söylemlerle nasÕl bir arada iúledi÷ini göstermiútir. Annelikle ilgili olarak en etkili görüúlerini, Julia Kristeva’yÕ eleútirirken ortaya koyan Judith Butler (2008: 153): “babaerkil yasanÕn kimi arzularÕ ne yollarla do÷al dürtüler biçiminde üretti÷inin anlaúÕlmasÕ sa÷lamalÕ”dÕr derken benzer bir noktaya dikkat çeker. Butler’a göre Kristeva, “anne bedenini tanÕmlarken bu bedenin, kültürden önce gelen bir dizi anlam taúÕdÕ÷ÕnÕ ileri sürmektedir. Böylece kültür mefhumunu, baba erkil bir yapÕ olarak korumaya alÕp anneli÷i esasÕ itibariyle kültür öncesi bir gerçeklik olarak sÕnÕrlandÕrÕyor” der. Butler, burada Kristeva'yÕ 'dürtü' kuramÕnÕn kendisini sorgulamadan sahiplendi÷i için eleútirmektedir. Butler sonrasÕnda dürtü, dil ve ataerkil ayrÕcalÕk arasÕndaki iliúkiyi yeniden kavramsallaútÕrma çabasÕna giriúmektedir. Butler'a (2008: 168) göre, Kristeva'nÕn babaerkil yasayÕ baltalayaca÷ÕnÕ düúündü÷ü 'diúi beden' kavramÕnÕn kendisi zaten bizzat bu yasanÕn yaratÕmÕ olan bir kavramdÕr. Böylelikle “annenin bastÕrÕlmÕú bedeni yalnÕzca çoklu dürtülerin mevkii de÷il, aynÕ zamanda biyolojik bir teleolojinin taúÕyÕcÕsÕ olarak” da ifade edilir. Butler'Õn altÕnÕ ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 11 çizdi÷i üzere, Kristeva do÷urma arzusunu tür arzusu olarak görür. Böylece Kristeva anneli÷i úeyleútirir. Kristeva annelik içgüdüsünün babaerkil yasadan önce gelen bir ontolojik statüsü oldu÷unu düúündü÷ü için bu yasanÕn kendisinin, bastÕrdÕ÷Õ söylenen arzunun nedeni olabilece÷i fikrini de÷erlendirmeyi baúaramaz (Butler 2008:166-168). Butler (2008: 167), Foucault'cu bir okumadan yola çÕkarak: “Kristeva'nÕn söylemden önce gelen, dürtülerin yapÕsÕnda kendi nedensel kuvvetini gösteren bir anne bedeni savÕna karúÕ, annenin bedeninin söylemsellik öncesi bir úey olarak inúaasÕnÕn bir taktik oldu÷unu, bu taktik vesilesiyle annenin bedeni fikrini üreten iktidar iliúkilerini gizlendi÷ini” iddia eder. Bu ba÷lamda Butler (2008:168), “babaerkil yasanÕn ötesinde hakiki bir bedenin varoldu÷u yanÕlgÕsÕndan” kurtulmamÕz konusunda uyarÕda bulunur. Lucinda Peach (1998), kadÕn yaúantÕsÕnÕn do÷al bir parçasÕ olarak algÕlanan annelik ideolojisi sayesinde anne olmayan kadÕnlarÕn bu durum kendi tercihi olsun ya da olmasÕn; anormal, sapkÕn olarak görülebilece÷ini hatÕrlatÕr. Türkiye’de modernleúme süreci içerisinde özellikle kent soylu sÕnÕfÕn anneli÷e dair anlayÕúÕnÕn geçirdi÷i de÷iúiklikler üzerine çalÕúmalar mevcuttur. Aksu Bora (2001) farklÕ kuúaktan kadÕnlarÕn annelik deneyimini anlamak üzere yapmÕú oldu÷u mülakatlarda ortaya çÕkan anlayÕú farklÕlÕklarÕnÕ her iki kuúa÷Õn anne oldu÷u dönemde egemen olan ideolojilerle ba÷lamaktadÕr. Yazar, görüútü÷ü kent soylu kadÕnlarÕn ilk kuúa÷Õ için ‘NasÕl bir anne’ olunmasÕ gerekti÷ine dair algÕnÕn cumhuriyet ve ilerleme ideolojisinden beslendi÷ini bir sonraki kuúak içinse neoliberal politikalardan beslendi÷ini belirtmektedir. Üreme ile ilgili söylemlerin yakÕndan ba÷lantÕlÕ oldu÷u bir baúka anlam alanÕ ise akrabalÕk ile ilgili söylem adacÕklarÕdÕr. AkrabalÕkla ilgili söylemlere bir sonraki bölümde Ortado÷u’daki soy ba÷Õ temelli toplumsal CEREN AKSOY SUGøYAMA 12 örgütlenmeden bahsedilirken de÷inilece÷i için burada ayrÕ bir baúlÕk halinde incelenmesi gerekli görülmemiútir. Burada akÕlda tutulmasÕ gereken úey ise üreme, annelik veya akrabalÕk ile ilgili söylemlerin tümünün de÷iúebilir oldu÷udur. AkrabalÕk ile ilgili söylemlerin de÷iúebilir oldu÷u iddiasÕna istinaden Marilyn Strathern (1992), henüz 19. yüzyÕl sonlarÕnda aralarÕndaki kan ba÷Õna ra÷men gayrimeúru çocuklarÕn biyolojik babalarÕ ile aynÕ soyadÕnÕ taúÕyamadÕ÷Õndan oysa günümüzde 'do÷al' ba÷Õn, sosyal veya hukukî olarak nitelendirilebilecek ba÷Õn önüne geçti÷ine de÷inmektedir. AkrabalÕk çalÕúmalarÕ alanÕndaki bir baúka önemli çalÕúmada ise David Schneider akrabalÕk söz konusu oldu÷unda neyin biyolojik, neyin kültürel oldu÷unu yeniden problematize ederek kendisinden önceki klasik akrabalÕk çalÕúmalarÕnda tekrar eden ezberi bozmuútur. Denilebilir ki, toplumsal cinsiyet ve etnisite alanlarÕndaki çalÕúmalarÕn ivme kazanmasÕ ve feminist duyarlÕlÕklarla yazÕlmÕú olan etnografiler; üreme, annelik akrabalÕk gibi konularÕn ele alÕnÕú tarzÕna zamanla farklÕ bir yön vermiútir. YapÕlan çalÕúmalarÕn niteli÷indeki de÷iúmelerin yanÕ sÕra konjonktürel de÷iúimler de bu konularÕn nasÕl algÕlandÕ÷ÕnÕ ve hayal edildi÷ini de sürekli olarak güncellemektedir. Örne÷in üremeye yardÕmcÕ teknolojilerin yaygÕnlaúmasÕ birbiriyle ba÷lantÕlÕ bu üç konunun farklÕ co÷rafyalarda çok farklÕ pratikleri devreye sokmasÕna vesile olmÕútur. (Carsten, 2004: 16-20). Milliyetçi Söylemler Di÷er söylemler gibi milliyetçi söylemlerin de tÕpkÕ annelik söylemleri gibi benzer bir e÷ilimi destekledi÷i iddia edilebilir. FarklÕ amaçlara hizmet etmek üzere tasarlanan politikalar çerçevesinde kadÕnlar, tarihin bazÕ dönemlerinde ‘çocuk do÷urmaya’ heveslendirilir. Nina Yuval-Davis (2003: ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 13 62) konuyla ilgili olarak: “KadÕnlarÕn kendi etnik ve milli topluluklarÕndaki ve yaúadÕklarÕ ve/veya vatandaúÕ olduklarÕ devletlerdeki konumlanÕúlarÕnÕn ve bu etnik ve milli cemaatlere ve devletlere karúÕ yükümlülüklerinin, onlarÕn üreme haklarÕnÕ etkiledi÷i ve bazen de bu haklarÕn üzerinde tasarruf sahibi olabildi÷i”ni iddia eder. Milliyetçi projelerin kurulmasÕna aracÕlÕk eden “üç temel söylem”in altÕnÕ çizer. Yuval-Davis (2003:66) bu söylemleri úu úekilde kategorize eder: “iktidar olarak halk” söylemi, “öjenist söylem” ve ‘Malthusçu Söylem”. Bu söylemlerin her biri ulusal devletlere küresel ekonomi, uluslararasÕ göç, veya ulus devlet öncesi süreci öncesindeki siyasal yapÕlarÕn miras bÕraktÕ÷Õ sorunlarÕ çözmeye yönelik projeler içerisinde yer bulabilmektedirler. Bu tür söylemler devlet bürokrasisi içerisinde benimsenmekte ve devlete ba÷lÕ kurum ve teúkilatlar tarafÕndan da uygulanmaya çalÕúÕlmaktadÕr. Burada bir kez daha dikkat edilmesi gereken nokta úudur ki bu türden projelerin uygulamada her hangi bir sonuç verip vermedi÷i veya toplumlarÕn yaúam pratikleri göz önünde bulunduruldu÷unda etkili olup olmadÕklarÕna dair çalÕúmalar yok denecek kadar azdÕr. Yine de devlet bazÕnda bu tür söylemlerin Türkiye’de de zaman zaman seslendirildi÷i aúikârdÕr. Ülkemizde de Baúbakan Tayyip Erdo÷an’Õn kadÕnlara yönelik olarak “en az üç çocuk” ça÷rÕsÕ da buna tekabül eden bir örnektir. Bu tür söylemler bazÕ durumlarda sadece ça÷rÕlarda bulunarak di÷er zamanlarda ise üreme pratiklerini do÷rudan etkileyecek yasalar çÕkarÕlmasÕ suretiyle pratikteki etkisini arttÕrabilir. Yine benzer bir úekilde, milliyetçi ve liberal muhafazakâr ideolojiler, ekonomik büyümenin göreli olarak yavaúladÕ÷Õ ve geriledi÷i durumlarda, artan iúsizli÷in en azÕndan sayÕsal olarak önüne geçebilmek adÕna, ‘ev iúlerini seven’, ‘çocuklarÕna tüm vaktini ayÕran’ ‘tutumlu’, ‘sofu’ kadÕn mitini yücelten söylemlere baúvurabilir. Savaú zamanlarÕnda, düúmandan korunmasÕ gereken toprak parçasÕ, ‘saflÕ÷Õ’ 14 CEREN AKSOY SUGøYAMA korunmasÕ gereken bir kadÕn olarak tasvir edilebilir (Mostov, 2000 89-110). Katolik kilisesi ørlanda’da kürtaj karúÕtÕ hareketlerin en önemli destekçisi olabilir (Martin, 2000: 65-86). Endonezya hükümeti, geliúmekte olan ülkelerin yararlandÕ÷Õ finansal destekten yararlanabilmek adÕna nüfusun artÕú hÕzÕnÕ baskÕlamak maksadÕyla do÷um kontrolü ile ilgili politikalara a÷ÕrlÕk vermeye çalÕúabilir (Dwyer, 2000: 25-62). Ya da øsrail, hem maddi hem manevi olarak kendini Ortado÷u’da güvende hissedebilmek için üremeye yardÕmcÕ tedavileri hem sÕnÕrsÕz hem de ücretsiz olarak sunabilir. Bu aúamada, üremeye dair söylemlerin, içinde bulunulan co÷rafyanÕn tarihsel alÕúkanlÕklarÕ da göz önünde bulundurularak ne gibi örnekler sundu÷una biraz daha detaylÕ olarak dikkat çekmek yerinde olacaktÕr. Türkiye Ba÷lamÕnda KÕsa bir De÷erlendirme Türkiye uzamsal olarak Orta Do÷u olarak tarif edilen co÷rafyanÕn bir parçasÕ olarak düúünülebilir. Bunun yanÕnda, di÷er Orta Do÷u ülkelerinden farklÕ olarak, kendi tikel tarihsel özellikleri içerisinde farklÕ øslamiyetlerin hatta farklÕ dinlerin yaúandÕ÷Õ bir co÷rafyadÕr da aynÕ zamanda. Anadolu’nun tarihsel olarak da farklÕ kültürlerin kalÕcÕ etkilerine açÕk bir konumu vardÕr. Üreme konusunun, akrabalÕk ve sosyal organizasyondan ba÷ÕmsÕz bir úekilde ele alÕnamayaca÷Õ ön kabulünden yola çÕkarak Türkiye özelinde bir analize giriúmeden önce Ortado÷u’daki akrabalÕk iliúkilerinden ‘kan ba÷Õ’ ve ‘soy’ kavramlarÕnÕn öneminden söz etmek gerekmektedir. Böylesi bir giriú Türkiye’de üreme ile ba÷lantÕlÕ olarak sÕklÕkla duyulan bir takÕm söylemleri ayÕklamada da kolaylÕk sa÷layacaktÕr. øslamiyet ve öncesindeki semavi dinler, bölgedeki akrabalÕk ve sosyal ba÷larÕn üzerine yerleúen bir katman olarak düúünülmelidir. Tarihsel süreç içerisinde her tür dini emir, yasak ve vahiy'nin var olan toplumsal düzen ile ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 15 pek çok noktada etkileúerek bugünkü pratikleri meydana getirdi÷ini göz ardÕ etmemek gerekir. Soy kavramÕnÕn Musevilik, HristiyanlÕk ve øslamiyet gibi üç tek tanrÕlÕ dinin ortaya çÕktÕ÷Õ co÷rafya olan Ortado÷u'da yaúayanlarca ne anlama geldi÷i ortaya koyulacaksa, Charles Lindholm’un (2004) da belirtti÷i gibi öncelikle grup dayanÕúmasÕ olarak da tercüme edilebilecek “asabiye” 4 olarak bilinen kavramÕn anlaúÕlmasÕ gerekecektir. “øbni Haldun asabiyyeyi tam bir Bedevi aúiretleri arasÕnda hüküm süren akrabalÕk ve kan ba÷larÕnÕn bir ürünü olarak düúünür” (Lindholm, 2004: 103). Soy kavramÕ önemlidir, çünkü kiúi iliúkilerini akrabalÕk ideolojisinin merceklerinden bakarak kurar. “Ortado÷unun kendine özgü çok farklÕ bir akrabalÕk sistemi vardÕr. Tek bir istisna dÕúÕnda (Tuaregler) bu sistem babasoyu sistemidir. Bu, soylarÕn sadece babanÕn soy çizgisinden izlendi÷i anlamÕna gelir. Yani kadÕnlar ve erkekler úecerelerini sadece erke÷in soy çizgisinden izlerler. Tüm haklarÕ yaptÕrÕmlarÕ ve úerefiyle bir soyun üyesi sayÕlmak, ancak erke÷in soy çizgisi dolayÕmÕyla mümkündür" (Lindholm, 2004: 107). Böylesi bir ortamda meúruiyetin sa÷lanmasÕ için 'do÷al kan' söyleminin sürekli üretilmesi ve bu 'kanÕn saflÕ÷ÕnÕn'; kadÕnlarÕn tecrit edilerek kontrol altÕna alÕnmak suretiyle sürekli korunmasÕ gerekmektedir. Yine MÕsÕr'da yaúayan bedevileri arasÕnda alan araútÕrmasÕ gerçekleútiren antropolog Lila Abu Lughod (2004: 55) da bedevilerin içinde yaúadÕ÷Õ anlamlar düzenini anlatmaya çalÕúÕrken úöyle demektedir: 4 Abu-Lughod (2004: 66) da çalÕúmasÕnda aynÕ kavramdan bahsetmiútir. CEREN AKSOY SUGøYAMA 16 "...kendilerini esas olarak yaúam tarzlarÕyla de÷il... toplumsal örgütlenmenin bazÕ kilit ilkeleriyle-babayanlÕ akrabalÕ÷a dayanan ve bir ahlak düzgüsüne ba÷lanan soykütü÷ü ve bir kabile düzeni-tanÕmlÕyorlar. Bu ilkeler Evlad Ali'nin 'kan'la (dam) ilgili görüúlerinden toplanmÕútÕr. Bu 'kan' kavramÕ yo÷un anlamlarÕ olan ve müthiú bir kültürel gücü olan çok yönlü bir kavramdÕr. Kan insanlarÕ geçmiúe ve birbirine ba÷lar. Soykütü÷ü yoluyla geçmiúle kurulan ba÷ olarak kan, kültürel kimli÷in tanÕmÕ açÕsÕndan çok önemlidir." Abu Lughod, Evlad Ali’nin kimli÷inin temel bileúeninin kan oldu÷unu, ve bu insanlarÕn kendilerini MÕsÕr’lÕ olarak tanÕmlamadÕklarÕnÕ, nereye giderlerse gitsinler kendi soylarÕnÕn Arap oldu÷unu vurguladÕklarÕnÕ belirtir. Evlad Ali, MÕsÕrlÕlarÕ aúa÷Õ görür çünkü onlarÕn soylarÕ karÕúmÕútÕr. Kendilerininki gibi geriye gidip soykütükleri çÕkarÕlamaz. Oysa birçok arap kabilesi, soyunun Hz. Muhammed’e kadar gitti÷ine inanÕr. MÕsÕrlÕlarÕn ise nereden ve kimlerden geldikleri belli de÷ildir. Hatta kanlarÕnÕn karÕúÕk olmasÕnÕn bir sonucu olarak MÕsÕr’lÕlarÕn karÕlarÕndan korktu÷u ve namuslarÕna düúkün olmadÕklarÕ belirtilir. Çünkü ahlakÕn ve kiúisel erdemlerin kayna÷Õ olarak soylu kanÕ görürler. “ ‘Korkusuzluk’ ve ‘cesaret’, Bedevi erkek ve kadÕnlarÕnÕn soylulu÷unun do÷al sonucu olarak görülen niteliklerdir” (Abu-Lughod, 2004: 61). Kan kavramÕ içinde yaúanÕlan zaman diliminde insanlar arasÕ iliúkileri ve toplumsal düzeninin süreklili÷ini sa÷lama potansiyeline sahip sihirli bir kavram olarak da belirir. ‘Kan’a böylesi bir önem atfedilmesi, onu bireyler arasÕ iliúkileri belirleyebilecek di÷er iliúki biçimlerinden üstün olarak kurgulanmasÕ baúat bir ideoloji olarak toplumsal iúleyiúin önemli bir ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 17 kurucusu oldu÷unu gözler önüne serer. “Toplumsal kimlikte kanÕn önemi Bedevilerin kendilerini aileyle, soyla ve kabileyle tanÕmlamalarÕnda belirir” (Abu-Lughod, 2004: 64). Baba yanlÕ akrabalÕ÷Õn di÷er tüm ba÷lardan daha öncelikli kabul edildi÷i bir ideolojik sistemde evlilik o sistemin tutarlÕlÕ÷Õ açÕsÕndan yeri geldi÷inde iúleri kolaylaútÕrmak varolan ba÷larÕ daha güçlendirmek amacÕyla kullanÕma giren bir stratejik kurum olmasÕnÕn yanÕ sÕra bazÕ durumlarda da böylesi bir ideolojik ortamÕn meúruiyetini tehdit eden bir mekanizma haline dönüúebilir. Evlilik kan ba÷Õ türünden bir yakÕnlÕkla pekiútirildi÷inde sistemin lehine iúler bu nedenle de baba yanlÕ koúut ye÷en evlili÷i Bedevilerin baba yanlÕ akrabalÕ÷Õ sürdürme e÷ilimi ile örtüúen, toplum için ideal sayÕlabilecek evlilik tipidir (Abu-Lughod: 2004). “Ortak ata soyuna dayalÕ akraba temelli 'do÷al' dayanÕúmacÕ bir cemaat tahayyülü, øbni Haldun'un asabbiye adÕnÕ verdi÷i grup dayanÕúmasÕna farazi bir somutluk kazandÕrmÕútÕ øslam hukukunda babasoylu kan hakkÕnÕn yasalaúmasÕ kan temelli babasoyluluk ideolojisine do÷ru, uzun vadeli tarihsel evrimin son basama÷ÕydÕ” (Lindholm, 2004: 402). Her ne kadar øslam’da erke÷in yeryüzüne düúüúünden HristiyanlÕk’ta oldu÷u gibi kadÕn sorumlu tutulmasa da Ortado÷u’da kadÕn cinselli÷inden korkulur. Bu durumun nedeni olarak Lindholm Ortado÷u’daki babasoylu ideolojinin varlÕ÷Õ üzerinde durmaktadÕr. Lindholm (2004: 413) "KadÕnÕn annelik rolüyle toplumsal yapÕyÕ koruyup bunu gelece÷e o÷ullarÕ vasÕtasÕyla yansÕtarak, baba soyunu yaratmasÕ ve birleútirmesinin, onun üreme kapasitesiyle gerçekleúti÷i”nden bahsetmektedir ancak bir erkekle romantik 18 CEREN AKSOY SUGøYAMA bir aúk iliúkisi içine girme potansiyeli ise bu yapÕ için bir risk olarak algÕlanabilmektedir. Bu türden bir iliúki kuracak olmasÕ hem erke÷in “úeref” “namus” “haysiyet” gibi bir takÕm de÷erlerini ciddi ölçüde aúÕndÕracak ve kadÕnÕn sahip oldu÷u ataerkil pazarlÕk kozunu yitirmesi ile sonuçlanacaktÕr. Tüm bunlar, kana dayalÕ babasoylu organizasyon yapÕsÕndan da altÕnÕ kazacaktÕr. KÕsacasÕ kadÕnÕn cinselli÷i, tüm eril toplumsal düzenin hem temeli hem de potansiyel yÕkÕcÕsÕdÕr. Lindholm, bu noktada kadÕnÕn örtülmesi ile ilgili pratikleri úu úekilde açÕklamaktadÕr: “O halde, kadÕnÕn peçeyle örtülmesini, tecrit edilmesini ve karalanmasÕnÕ içeren Ortado÷u gelene÷inin, øslam'Õn bir buluúu ya da kadÕnÕn zayÕflÕ÷Õndan ileri gelen bir úey de÷il de soy kalÕtÕmÕ ideolojisine dayalÕ atarekil bir sistem içinde, kadÕnÕn hem yaratma hem de yok etme yönündeki erotik kapasitesinin bir ifadesi ve ona karúÕ bir savunma oldu÷unu söyleyebiliriz” (Lindholm, 2004: 413) Abu Lughod'a göre de Bedevi düúüncesinde cinselli÷e verilen olumsuz de÷erin kökleri esas olarak toplumsal düzende yatar. “ønsanlar arasÕndaki baúlÕca ve tek meúru ba÷Õn ortak köken ve kandaúlÕk oldu÷u yerde cinsellik ba÷Õ, bireyleri bu kavramsal çerçeve dÕúÕnda bir ba÷la ba÷lamasÕ bakÕmÕndan bir tehdittir” (Abu-Lughod, 2004: 168). Lindholm gibi Abu-Lughod da bu anlayÕúÕn kayna÷Õ olarak øslam ideolojisini görmez. Ona göre de bu anlayÕúÕn temelinde yatan “kan ba÷ÕnÕn önceli÷ini esas alan ve babasoylulu÷a göre örgütlenen toplumsal-yapÕsal kabile modeli”dir. “Bu modele uygun olan ise yalnÕzca babayanlÕ koúut-ye÷en evlili÷idir. Ortado÷u'nun büyük bölümünde bu evlilik türünün tercih edilmesinin ve kültürel bakÕmdan ülküsel görülmesinin nedeni de budur” (Abu-Lughod: 2004, 170). ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 19 Kuran ise, ‘anne’lik ile ilgili do÷rudan bir ayeti içermemekle beraber, øslamiyet'teki "cennet annelerin ayaklarÕ altÕndadÕr” 5 sözü ile çocuklarÕn ebeveynlerine duymasÕ gereken saygÕ ve hürmetten bahsedilmektedir. Bu nedenle øslami söylemin iliúki içerisinde oldu÷u soyu sürdürme söyleminin de bir arada ele alÕnmasÕ gerekmektedir. Carol Delaney (2001), 1980'li yÕllarÕn baúÕnda Orta Anadolu'da bir köyde yapmÕú oldu÷u alan araútÕrmasÕna dayanan çalÕúmasÕnda ise monogenetik üreme teorisinin teolojik tek tanrÕcÕlÕk doktrini ile iliúkili oldu÷unu öne sürmektedir. Daha geniú bir perspektiften bakÕldÕ÷Õnda bu durum, Ortado÷u’da kayna÷Õ ortak bir ataya dayalÕ olan babasoylu aile yapÕsÕ ile parallelik kurarak da okunabilir. Her ne kadar Ortado÷u'daki anlamlandÕrma sistemi varolan akrabalÕk ideolojisiyle baúat olarak varlÕ÷ÕnÕ sürdürmüú olsa da øslam ideolojisinin Arabistan ve çevresine yayÕlmasÕ esnasÕnda teorik ya da pratik açÕsÕndan Arabistan’dakiyle birebir örtüúen tek tip bir øslam uygulamasÕnÕn Türkiye’de benimsendi÷ini söylemek yanlÕú olacaktÕr. øslamiyet ortaya çÕktÕ÷Õ co÷rafyanÕn kendine has oluúumlarÕyla ve söylemleriyle bir arada gelmiútir ve geldi÷i yerdeki tarihsel oluúumlarla da kaynaúmÕútÕr. Var olan söylemlerden hangisinin øslamiyet kaynaklÕ hangisinin gelenekten kaynaklanan pratiklerle ba÷lantÕlÕ oldu÷unu ayrÕútÕrmak neredeyse imkânsÕzdÕr. Delaney'in çalÕúmasÕ bu noktadan bakÕldÕ÷Õnda tarihsel arka planÕ göz ardÕ eden yapÕsalcÕ sembolik bir analizdir. Yine de bu durum onu Türkiye'de yaúayan insanlarÕn üreme ile ilgili anlamlandÕrmalarÕnÕ anlamamÕza yardÕmcÕ olmaktan alÕkoymaz. Delaney, sözlü betimlemelerin biçimlendirdi÷i 5 gerçekli÷i varsayÕmÕndan yalnÕzca yola çÕkar. tahrif etmedi÷i AkrabalÕ÷Õ ve onu tanÕmlamakta "Cennet annelerin ayaklarÕ altÕndadÕr." (Nesâî, Cihad, 6) veya "Anne cennet kapÕlarÕnÕn ortasÕndadÕr." (øbn Hanbel, V, 198). CEREN AKSOY SUGøYAMA 20 kullanÕlan simgeler ve anlamlarÕn kiúiyi yurttaú ya da bir dinin mensubu yapan úeylerin tarifinde de kullanÕmda oldu÷unu iddia eder. Sembollerin, hiyerarúik bir anlam düzenini nasÕl devam ettirdi÷ine de de÷inir. Emily Martin (1991), kadÕn ve erke÷in sözde do÷al davranÕúlarÕnÕ sorgulamaksÕzÕn do÷ru kabul eden biyoloji biliminin, kadÕn eúey hücresi olan 'yumurta' ve erkek eúey hücresi olan 'sperm'in hareketlerini de bu do÷al varsayÕlan rollere paralel olarak kurgulandÕ÷ÕnÕ ve 'bilimsel' betimlemelerin bir önceki varsayÕmÕ pekiútirme e÷ilimi gösterdi÷inden bahseder. Bilimsel, dini, milliyetçi, ÕrkçÕ ve ataerkil söylemler, belki kastî belki tamamen ihtiyatsÕzlÕktan kaynaklanan sebeplerle kadÕnlarÕn ve erkeklerin farklÕlÕklarÕnÕ do÷allaútÕran masalÕ sürekli olarak tekrar ederler. Bu söylemler insanlÕ÷Õn ortak hafÕzasÕnda neredeyse kök salmÕútÕr. Delaney'in bu ba÷lamda öne sürdü÷ü, pratik eylemlerin ve çÕkarlarÕn kendilerinin de simgesel olarak ifade edildi÷i, belirli bir kozmolojik ba÷lam içinde anlamlÕ hâle geldi÷idir. KÕsacasÕ Delaney Anadolu'daki üreme ile ilgili imgelemin ba÷lamÕ olarak da "øslamiyet’i" görmektedir. Ortado÷u ile ilgili yapÕlan tarihsel antropolojik çalÕúmalarÕ göz önünde bulundurursak øslamiyet’i, kabile tarzÕ sosyal örgütlenmelerin de÷er yargÕlarÕnÕ çölden Anadolu içlerine kadar savuran bir samyeline benzetebiliriz. øslamiyet, böylesi bir ontolojik görüúün, bu türden bir kozmolojinin kayna÷Õ de÷il olsa olsa tarihsel olarak taúÕnmasÕna yardÕmcÕ olan bir araç olarak tahayyül edilebilir 6 . YazarÕn bedenlerin kültürün dÕúÕnda var olmadÕ÷ÕnÕ tersine fiziksel ve mecâzi olarak kültür içinde biçimlendi÷ine dair görüúlerini de bedeni pasif gören teorisyenler kuúa÷ÕnÕn bir devamÕ olarak de÷erlendirebiliriz. 6 YazarÕn øslamiyet’in bir “pratik dini” oldu÷u konusundaki görüúüne de baúka açÕlardan karúÕ çÕkÕlabilir. Ama bu baúka bir çalÕúmanÕn konusu olacak kadar kapsamlÕdÕr. ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 21 TarÕma elveriúli topraklar ile diúi organÕn; meni ile tohum arasÕnda do÷aya içkin olan bir benzerli÷in verili oldu÷unu düúünen yazarlarÕn aksine Delaney, bunun kültürel olarak kurgulanan bir anlamlandÕrma olabilece÷ini vurgular. Yine kadÕn anatomisinin erkek terimleriyle tanÕmlandÕ÷Õ bir örnek de vermiútir: "Döl, döl yolundan döl yata÷Õna gider..." (Delaney, 2001: 52). Burada kendini ele veren bir baúka anlayÕú ise erkekler ve tanrÕ arasÕnda oldu÷u varsayÕlan benzerliktir: “Erkeklerin yaratma, hayat verme yetkileri, TanrÕ’nÕnkine benzer; köylüler babanÕn Allah'tan sonra ikinci tanrÕ oldu÷unu söylerler (Delaney, 2001: 53) derken bu kurulan paralelli÷e dikkat çekmektedir. Delaney’e göre tohumun korunmasÕ gerekti÷i ile ilgili tekrar eden söylem, soyun erkek taraÕndan devamlÕlÕ÷ÕnÕn garanti altÕna alÕnmasÕ prati÷i ile örtüúmektedir. Bu da beraberinde kadÕnÕn korunmasÕ ve kapatÕlmasÕnÕ gerektirmektedir. Delaney’e göre (2001:61), asÕl önem verilen kadÕnÕn do÷urganlÕ÷Õndan ziyade; kadÕnÕn eúinin tohumunu güvence altÕna alÕp alamadÕ÷ÕdÕr. Bu ba÷lamda “KadÕnÕn de÷eri, evlilikten önce bekâretine; evlilikten sonra da sadakatine ba÷lÕdÕr”. Bu inanç sistemi, üreme teknolojilerinden yardÕm alan bir üreme sürecini tabu haline getirebilir. Yine de günümüzdeki uygulamalar göz önünde bulunduruldu÷unda en azÕndan hastaneye kadar gelebilen kesim için durumun böyle olmadÕ÷Õ aúikârdÕr. Örne÷in sorunun kendinden kaynaklandÕ÷ÕnÕ bilen bir erkek, kendine ait tarlanÕn baúka erkekler tarafÕndan- ki üreme teknolojileri söz konusu oldu÷unda bu kiúi hiç úüphesiz doktordur- incelenmesine göz yumacaktÕr. Meçhul bir tohumun o tarlaya düúmeyece÷i garanti edildi÷i sürece inançlar tehdit ediliyormuú gibi hissedilmez. TarlanÕn ameliyat masasÕna yatÕrÕlmasÕ, incelenmesi, deneysel bir malzeme olmasÕ yakÕn çevrenin diline dolanmadÕ÷Õ sürece tahammül edilebilir bir úeydir. Ve nasÕlsa erke÷in tohumunun 'iúe CEREN AKSOY SUGøYAMA 22 yaradÕ÷ÕnÕ' ama sorunun 'tarlada' oldu÷u haberini etrafa ilan edecek çilekeú bir kadÕn hep hâli hazÕrda vardÕr. Gurur atfedilen bir özelliktir. KorunmasÕ gereken, öncelikli olan erke÷in gururudur. Türkiye’de soyu sürdürmenin önemine dair gözlemlenen uygulamalardan belki de en önemlisi özellikle kÕrsal alanda yaygÕn olan erke÷in nikahlÕ karÕsÕ üzerine kuma almasÕdÕr. Pek çok durumda bu uygulama erke÷in ailesi tarafÕndan evli çifte dayatÕlabilmektedir. Bir yere kadar tüp bebek tedavisinin bu uygulamayÕ bir nebze olsun azalttÕ÷Õ iddia edilebilir. Bu durum hesaba katÕldÕ÷Õnda Türkiye örne÷inde, soyu sürdürme ideolojisinin bu topraklara ulaútÕktan ve üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra de÷iúti÷inin ve bundan sonra da de÷iúebilir oldu÷unu göz ardÕ etmemek önemlidir. Her ne kadar soyu sürdürme ideolojisi ba÷lamÕnda erkek çocuk önemli olsa da tüp bebek tedavisi gören kadÕnlarÕn bebe÷in cinsiyeti konusunda bir tercihlerinin olmayÕúÕ úaúÕrtÕcÕ olabilir. Tercih konusundaki isteksizlikte ‘kadere razÕ olmak’ ve ‘tevekkül’ halinde olmanÕn etkisi vardÕr kuúkusuz. Zaten zorluklar çekilerek kalÕnan bir hamilelikte bir de cinsiyet konusunda ÕsrarcÕ bir tutum sergilemek Allah’Õn uygun gördü÷ünü kabul etmemek anlamÕna gelece÷inden kaçÕnÕlan bir tutumdur. Tüp bebek tedavisi gören kadÕnlarÕn günümüzde yaygÕn olarak kullanÕlan ve medikal söylemin kullanÕma soktu÷u ‘genetik’ yakÕnlÕk ile ilgili bir söylem yerine sÕk sÕk ‘yeter ki kendi kanÕmdan olsun’ gibi sözlerle ‘kan’ üzerine çok sÕk vurgu yapÕyor olmasÕ Delaney’in úu saptamasÕ göz bulunduruldu÷unda de÷er kazanacaktÕr: “Kan yalnÕzca kalÕtÕm iliúkilerini temsil eden "farklarÕ örten" bir terimdir ve dolayÕsÕyla bilimsel soyun sürdürülmesi kuramÕnÕn ortaya koydu÷u kalÕtÕmÕn tek kaynaktan de÷il, iki kaynaktan geldi÷i gerçe÷ini gizler. önünde ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 23 KalÕtÕm kuramÕnÕn bir çocu÷un kalÕtÕm özelliklerine annenin ve babanÕn birlikte katkÕda bulundu÷unu, çocu÷un her ikisiyle de aynÕ biçimde iliúkili oldu÷unu söyler” (Delaney, 2001: 187). Delaney, araútÕrmasÕnÕ gerçekleútirdi÷i köyde, çocu÷un hem annenin, hem de babanÕn bir ürünü oldu÷u; ama her birinin katkÕsÕnÕn anlamÕnÕn farklÕ oldu÷unu; çocu÷un temel kimli÷inin babanÕn tohumundan geldi÷ine ve annenin rolünün sadece o özü büyütecek maddeyi sa÷ladÕ÷ÕnÕn düúünüldü÷ünün altÕnÕ çizer. Görüldü÷ü üzere yeni teknolojiler bir takÕm pratiklerin azalmasÕna vesile olurken bir takÕm söylemler yeni teknolojiler ve bilimsel bir gerçeklik iddiasÕna ra÷men devam edebilmektedir. Yine de tüp bebek ile ilgili olarak Türkiye ba÷lamÕnda yapÕlacak çalÕúmalar temel alÕnarak Delaney’in 1980’lerde yapmÕú oldu÷u alan araútÕrmasÕndan yaklaúÕk kÕrk yÕl sonra kÕrsal kesimden tüp bebek tedavisi görmek üzere büyük úehirlerdeki hastanelere gelen çiftlerin üremeye dair sahip olduklarÕ imgelem ve kozmolojilerin ortaya konulmasÕ, geçen sürede kuúaklar arasÕ algÕsal de÷iúimi pekâlâ yansÕtabilir. Üremeye yardÕmcÕ teknolojilerin-bu teknolojilerden yararlanan çiftlerin çok çeúitli sosyal çevrelerden geldikleri düúünülürse- üremeye dair anlayÕú ve pratikleri dönüútürüp dönüútürmedi÷i veya ne kadar dönüútürebildi÷ini ortaya koymak ilgi çekici olacaktÕr. Sonuç Yerine Üreme konusu pek çok söylem alanÕnÕn kesiúme noktasÕnda yer alan ve toplumsal cinsiyet eúitsizliklerinin sürdürüldü÷ü bir alan olarak önemlidir. Üreme aynÕ zamanda ataerkil pazarlÕklarÕn da üzerinde müzakere edildi÷i bir alan olarak içerisinde de÷iúim potansiyelini de barÕndÕrmaktadÕr. Feminist teori içerisinde bile üzerinde uzlaúÕma varÕlamayan bir alan olan üreme, CEREN AKSOY SUGøYAMA 24 farklÕ kültürler söz konusu oldu÷unda o co÷rafyaya özgü söylemlerle de temas etmektedir. Türkiye ba÷lamÕnda ise Ortado÷u’da geçerli olan söylemlerin etkisi hissedilirken bu söylemlerin yaúam pratikleri üzerindeki etkileri bölgesel ve sÕnÕfsal farklÕlÕklara ba÷lÕ olarak çeúitlilik göstermektedir. Bu açÕdan dolaúÕmda olan söylemlerin yaúam pratikleri ile olan etkileúimleri meselenin can alÕcÕ noktasÕnÕ oluúturmaktadÕr. Gözden kaçÕrÕlmamasÕ gereken nokta ise bu söylemlerin ortaya çÕkan yeni olanaklarÕn da vesilesiyle yeniden müzakereye açÕk oluúudur. YakÕn zamanda üreme ile ilgili konular Türkiye’de siyasal iktidarÕn da kendini bu alanda etkin bir aktör olarak yeniden kurguladÕ÷Õ söylemler; üremeye dair siyaset üretebilen ve bu konuda söz söyleyebilen taraflar arasÕndaki tartÕúmalarÕ ve çekiúmeleri daha çok hissedilebilir bir hale getirmiútir. Bu noktada üreme konusunda söz hakkÕna sahip olmayan ya da seslerini duyuramayan taraflarÕn ise seslerini duyurabilir hale gelmesi önem arz etmektedir. KAYNAKÇA Abu- Lughod, L. (2004) Peçeli Duygular, Çeviren: Suat Ertüzün, østanbul: Epsilon YayÕnevi. Agacinski, S. (1998) Cinsiyetler Siyaseti, FransÕzca’dan çeviren: øsmail Yerguz Ankara: Dost Kitabevi. Bora, A. (2001) “Türk Modernleúme Sürecinde Annelik Kimli÷inin Dönüúümü”, Yerli Bir Feminizme Do÷ru, Der. Aynur ølyaso÷lu, Necla Akgökçe, østanbul: Sel YayÕncÕlÕk. Butler, J (1988) “Performative Acts and Gender Constitution: An Essay in Phenomenology and Feminist Theory”, Theatre Journal, Vol.40, No.4: 519531. Butler, J. (2008) Cinsiyet BelasÕ: Feminizm ve Kimli÷in Altüst Edilmesi, Çeviren: Baúak Ertür, østanbul: Metis YayÕnlarÕ. ÜREMEYE DAøR YAYGIN SÖYLEMLER: ORTADOöU BAöLAMINDA… 25 Carsten, J (2004) After Kinship, New York: Cambridge University Press. Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve øktidar: Toplum, Kiúi ve Cinsel Politika, Çeviren: Cem Soydemir, østanbul: AyrÕntÕ YayÕnlarÕ. Corea, G. (1985) The Mother Machine: Reproductive Technologies form Artificial Insemination to Artificial Wombs, New York: Harper & Row. Delaney, C. (2001) Tohum ve Toprak: Türk Köy Toplumunda Cinsiyet ve Kozmoloji, Çevirenler: Selda Somuncuo÷lu-Aksu Bora, østanbul: øletiúim YayÕnlarÕ. Dwyer, L.K. (2000) “Spectacular Sexuality: Nationalism, Development and the Politics of Family Planning in Indonesia”, in Gender Ironies of Nationalism: Sexing The Nation, Ed.: Tamar Mayer, London: Routledge. Firestone, S. (1993) Cinselli÷in Diyalekti÷i, Çeviren: Yurdanur Salman, østanbul: Payel YayÕnevi. Gailey, Christine Ward. (2000) “Ideologies of Motherhood and Kinship in U.S. Adoption”, Ideologies and Technologies of Motherhood: Race, Class, Sexuality, Nationalism, Ed.: Helena Ragoné and France Winddance Twine. New York: Routledge. Glenn, E.N., Chang G. & Forcey, L. N. (1994) Mothering: Ideology, Experience and Agency, London: Routledge. Gimenez, M. (1991) “The Mode of Reproduction in Transition: A Marxist-Feminist Analysis of the Effects of Reproductive Technologies”, Gender and Society, Vol. 5, No. 3, Special Issue: Marxist Feminist Theory: 334-350. Hanisch, C. (1970) “The Personal is Political”, Notes From the Second Year: Women’s Liberation, Der.: Pamela Allen&Shulamith Firestone. New York: New York Radical Feminists. Kandiyoti, D. (1997) Cariyeler, BacÕlar, Yurttaúlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüúümler, KadÕn AraútÕrmalarÕ Dizisi: 11, østanbul: Metis YayÕnlarÕ. CEREN AKSOY SUGøYAMA 26 Lindholm, C. (2004) øslami Ortado÷u: Tarihsel Antropoloji, Çeviren: BalkÕ ùafak, Ankara: ømge Kitabevi. Martin, E. (1989) The Woman in the Body: A Cultural Analysis of Reproduction, Milton Keynes: Open University Press. Martin, E. (1991) “The Egg and the Sperm: How Science Has Constructed a Romance Based on Stereotypical Male- Female Roles”, Signs, Vol. 16, No. 3: 485-501. Millet, Kate (1987) Cinsel Politika, Çeviren: Kate Millett, østanbul: Payel YayÕnevi. Mostov, J. (2000) “Sexing the Nation/Desexing the Body: Politics of National Identity in the Former Yugoslavia”, in Gender Ironies of Nationalism: Sexing The Nation, Der.: Tamar Mayer, London: Routledge. Oakley, A. (1974) Woman’s Work: The Housewife Past and Present, New York: Pantheon Books. O’Brien, M. (1989) Reproducing the World: Essays in Feminist Theory, London: Westview Press Yuval-Davis, N. (2003) Cinsiyet ve Millet, Çeviren: Ayúin Bektaú, østanbul: øletiúim YayÕnlarÕ. Peach, L. J. (1998) Women In Culture: A Women’s Studies Anthology, Massachusetts: Blackwell Publishing. Ragoné, H. & Twine, F.W. (2000) Ideologies and Technologies of Motherhood: Race, Class, Sexuality, Nationalism, New York: Routledge. Rowland R. (1987) “Technology and Motherhood: Reproductive Choice Reconsidered” Signs, Vol. 12, No. 3: 512-528. Strathern, M. (1992) After Nature: English Kinship In the Late Twentieth Century, Cambridge: Cambridge University Press. Tong, R. (1994) Feminist Thought: A Comprehensive Introduction, London: Routledge.
© Copyright 2024 Paperzz