TARİH / Resul KESENCELİ Osmanlı Ordusunda Sıradışı Kahraman Askerler: Deliler 38 KASIM 2014 Deliler Ocağı Osmanlı fetihlerinin sürdüğü ve toprakların genişlemeye devam ettiği dönemde Rumeli sınır boylarında düşmanlara korku salan yeni bir askeri sınıf ortaya çıkmıştır. Vahşi hayvanların derisinden yapılmış başlık ve elbiseler giyen, vahşi görünüşleri ile düşman askerlerinin yüreğine korku salan, gözü kara, korku nedir bilmeyen süvari birliğidir bunlar. Bunlara Deliler denilmiştir. Deliler 15. yüzyılın ortalarından başlayarak görünmeye başlar ve 16. yüzyılda tam bir düzene erişir. Meşhur Müverrih Mehmet Neşrî’nin aktardığına göre 1444 yılındaki Varna ve 1448 yılındaki Kosova Muharebelerinde Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşırlar. Eserde Delilerden şu şekilde bahsedilmektedir. Topların tüfeklerin sesinden kulaklar sağır oldu, gürültüsünden beyinler dondu. Bu ulu cengin heybetinden deniz dibindeki balıklar ürktü, dağ canavarları vatanlarını koyup gittiler, sesten, bağırtıdan, yankıdan, atların kişnemelerinden, erenlerin nağralarından, bağırıp çağırmalar nefirinden ödler patladı, nicelerinin başı gitti, kan ırmak gibi aktı, dumandan tozdan havanın yüzü kapkara oldu, can alıcı can almaktan yoruldu... “Deri takkeli Deliler’in atlarının boyunlarında öten ziller, savaştıkları kâfirlerin iniltileri ve figanları idi. Bu garip tarz ve acayip tavırla kâfirlere köpeksiz koyuna kurt girer gibi koyuldular. Dünya depreme tutuldu. Kaf Dağı yerinden oynadı, gökler yer üstüne yığıldı sandılar, gaziler kâfirleri öyle kırdılar ki…” Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir hükümdarın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir unsur yoktur. Bir başka kaynakta, Delilerden şöyle bahsedilir: Deli sözü Türkçede mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini tehlikeye gerçekten deli gibi bir pervasızlıkla atışlarından dolayıdır. Orduyu Hümayun bünyesinde yer alan Deli Ocağı, genellikle sınır boylarında, Rumeli Beylerbeyleri veya sancakbeyleri maiyetinde bulunan hafif süvari birliklerinden oluşuyordu. Olağanüstü cesaretleri, oldukça gösterişli kıyafetleri ve gözlerini daldan budaktan sakınmayan tavırları ile düşmana saldırmalarından dolayı “deli” diye anılıyorlardı. Sadece Osmanlı tarihinin değil dünya tarihinin de en renkli askeri birliklerindendiler. Ölümüne Sadakat Rumeli sınır beyleri, akıncılardan farklı olarak doğrudan kendilerine bağlı hafif atlılardan oluşan süvari birliklerini çözüm olarak gördüler. Ve böylece Deliler tarih sahnesindeki yerlerini aldı. Başlangıçta Semendire, Bosna gibi Rumeli’nin önemli merkezlerinde kurulan Deli askeri teşkilatı zamanla büyüdü, önceleri küçük bir bölük biçiminde yalnızca sınır beylerinin muhafız birlikleri iken, gün geçtikçe Osmanlı ordusunun en korkutucu savaş unsurlarından birisi durumuna yükseldi. Kuruluş yıllarında yalnızca Rumeli’deki sınır beyliklerinde görev alan Deliler XVII. yüzyıldan itibaren merkezde veziriazamın, Anadolu’daki vezir ve beylerbeylerinin maiyetlerinde de oluşturulmuş ve tamamen ücretli maiyet askeri statüsüne geçmişlerdi. Ne sadakatlerinden ne de cesaretlerinden en ufak kuşku duyulmadığı için de bu beylerin özel korumaları olmaları son derece olağandı. Öyle ki, Osmanlı tarihinde sıkça görülen, Yeniçeriler ve diğer askerler tarafından başlatılan ve çoğu zaman bir devlet büyüğünün katli ile sonuçlanan olayların hiçbirine Deliler’in katılmadığını görürüz. Barış dönemlerinde etkileyici ve sıra dışı kıyafetleri ile sadrazamların düzenlediği divan alaylarının en önünde giden Deliler sadrazamlara yol açar, olası suikastlere karşı güvenliği sağlarlardı. Sefer sırasında ise ordunun en ön safında giden Deliler korku bilmeksizin düşmanın içine dalar, onların hatlarını yarmaya çalışır ve canlı esir ele geçirerek düşman hakkında bilgi edinmeye çalışırdı. Sultan III. Murad’ın oğullarının sünnet şenliğinde Deliler sultanın önünde hem binicilik yeteneklerini hem de daha sonra çıplak bedenlerine sapladıkları çeşitli kesici aletlerle, dayanılmaz acılara dayanabildiklerini ve sultana olan ölümüne sadakatlerini göstermişlerdir. Deli Ocağı’na katılmak kolay değildi. somuncubaba 39 Öyle her isteyen Delilere katılamıyordu. Delilere katılmak isteyen kişinin yerine getirmesi gereken iki temel şart vardı. Gösterişli bir fiziki yapıya sahip olmak ve cesaretini, savaşma becerisini kanıtlayabilmek. Cesaretlerini ve savaş aletlerini kullanmaktaki hünerlerini kanıtlamak için savaşta hiç olmazsa 8-10 düşman süvarisini öldürerek zaferle dönmeleri yine Delilerden beklenen şeylerdi. Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayarak eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı’na resmen katılmış olurlardı. Bayrak adı altında 60’şar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı bir delibaşının emrine verilirdi. Sıra Dışı Askerler Genellikle Türklerden oluşmasına karşın Deliler Ocağı’nda Devşirmelere de rastlamak olasıydı. Delileri Osmanlının diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleriydi. Delilerin elbiseleri aslan, kaplan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerinden yapılır, rahat hareket edebilmek ve yaralandıklarında yaraları ile de düşmana korku salmak için zırh falan giymezlerdi. “Serhatlik” adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giyerlerdi. Delilerin deli kalpağı adı verilen kalpakları çizgili sırtlan, kar leoparı, samur ve pars benzeri vahşi hayvanların derisinden yapılır, bu kalpakların üzerinde kartal kanadı ya da tüyleri bulunurdu. Kullandıkları başlıca silahlar ise mızrak, kılıç, satır balta, bozdoğan, şeşper, gürz ve savaş çekici idi. Delilerin atları da en az kendileri kadar sıradışıydı. Atlar çoğu zaman kartal tüyleri ile süslenir, atın kafası üzerine serilen bir aslan postunun ağzından çıkardı. En parlak dönemlerinde sayıları on bine ulaştığı düşünülecek olursa, üzerlerine doğru gelmekte olan on bin vahşi görünüşü süvarinin düşman askerleri üzerinde nasıl bir psikolojik etki yarattığını ve dehşete düşürdüğünü anlamak zor olmasa ge- 40 KASIM 2014 rek. Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, Delilerle karşılaşan düşmanın durumunu şöyle anlatır: Delilerle karşılaşan düşman, öncelikle neyle karşı karşıya olduğunu, nasıl bir varlıkla savaştığını, karşısındakinin insan mı insan dışı bir varlık mı olduğunu anlamaya çalıştığı için şaşkınlık içinde kalır. Cesaretleri sıkı bir eğitim ile birleştiğinden, en verimli dönemlerinde hiçbir orduda Deliler ile denk başka bir süvari sınıfı daha bulunmuyordu. 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki gözlemlerini aktaran İngiliz Sir Adolphus Slade, şunları kaleme almıştır. “Öyle ki kumanda ettikleri yönde alevlere bürünmüş bir fıçıya, silah ateşine doğru atılır, düz bir duvarı aşar. Atıyla dört nala giderken silahıyla nişan almasını ve vurmasını bilir, keskin nişancıdır. Cirit atmada üstlerine yoktur.” Delilerin Ruslarla adeta spor yaparak çarpıştığını, Rus siperlerinin dibine kadar sokulup Rus süvarilerine laf atıp onları kızdırdığını ve eğitimli atları ile Rus piyade saflarını adeta parçaladığını anlatır. Başını Vermeyen Şehit Yüz kişilik Osmanlı mücahit gücünün savunduğu Girijkal kalesi (1555) bini aşkın düşmanın saldırısına uğramıştı. Bu savaşta şehit düşen Deli Mehmed isimli bir dervişin macerası da o savaşta bulunan Girijgal kadısı tarafından bir destanla anlatılmıştır. Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı. Girijgal gazileri Allah Allah naralarıyla müthiş bir umman tuğyanı gibi fışkırdılar. İki koldan hücum olunuyordu. Kollardan birine Deli Hüsrev, birine Deli Mehmed baş olmuştu. Deli Mehmed’le Deli Hüsrev’in takımları düşmanı kaçırmamak için iyice sarıyordu. Kuru Kadı cübbesini atmıştı. Elinde kılıç, gazilerin arkasında yürüyordu. Kuru Kadı’nın gözleri Deli Mehmed’i aradı. Bakındı, bakındı, göremedi. Düşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vücut yere uzanmıştı. Siyah, yüksek atlı bir şövalye, uzun bir kargıyı bu uzanmış vücuda saplıyordu. Şövalye atından inmiş, kargıladığı şehidin başını teninden ayırmış- tı. Bir anda bu kestiği baş elinde, yine bir ifrit gibi şahlanan atına sıçradı. Kaçacaktı. Kuru Kadı bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken baktı ki solu ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak avazı çıktığı kadar bağırıyor: – Mehmed, Mehmed!.. Canını verdin başını verme Mehmed!.. Kuru Kadı: “Vah, Deli Mehmed’miş!” diye olduğu yerde dikildi kaldı. Durur durmaz, o an kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü. Nefesi tutuldu, şaşırdı. Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu. Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti. Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki, hemen atından tepesi üstü yuvarlandı. Götürmek istediği baş elinden düştü. Deli Mehmed’in başsız vücudu canlıymış gibi eğildi, yerden kendi kesik başını aldı. Hemen oracığa yorgun birkahraman gibi uzanıverdi. Deli Aslan Bir diğer efsaneleşen deli ise Şebeşpalangası’ndaki Aslan isimli delidir. 1588 de bir Avusturya elçisi Edirne’ye gelmişti. Devlet ricali tarafından elçinin şerefine bir ziyafet verildi. Ziyafette elçi su bardağını kaldırıp: Bunu kimin için içerim bilir misiniz? Bunu Cezar’da ve Hünkâr’da akranı bulunmayan, kılıcı üstüne kılıç olmayan vardığı yere mutlaka muvaffak olan yiğit Frans Uram’ın aşkına içerim, der. Bizimkiler buna verecek cevap bulamamış başlarını yere eğmişken Resiül küttab muavini Ali Ağa sofranın öbür ucundan bardağını kaldırıp: Baka elçi bey, der. Ben de bunu kimin için içerim bilir misin? Senin Frans Uram dediğin kimse Şebeş palangası altına geldikte küçük bir müsademeden sonra geri dönüp kaçarken, onu arkasından kovalayan, fakat yetişemeyip bir ok atarak, hâşâ ki bilmem neresini eğerinin arka başına mıhlayan, Deli Aslan nam bahadırın aşkına içerim. Korkutucu görünümleri, olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet ettiler. Fakat zaman içinde tüm Osmanlı’yı tutsak alan bozulmadan ve yozlaş- madan Deliler de nasiplerini almışlardı. Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlamasıyla birlikte Deliler başıboş ve işsiz kalınca bunun sonucu olarak askeri disiplinlerini yitirmişler, sıradanlaşmışlardır. Sonunda II. Mahmut tarafından 1829 yılında Deliler Ocağı lağvedildi ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de kapanmış oldu. Kaynaklar Abdullah Turhal, Osmanlı’nın Muhteşem Süvarileri, İstanbul,2011. AlainManesson Mallet, Les Travaux de Mars oul’Art de la Guerre, 1684. Amiral Sir Adolphus Slade, Türkiye İntibaları: İngiliz Gözüyle Türkler, Tarih Ve Medeniyet, S. 60, s. 46-52, Mart 1999. 1804-1877 yılları arasında yaşamış İngiliz amiralidir. Sultan II. Mahmud’un yeniçerileri kaldırması sırasında İstanbul’da Osmanlı donanmasının ıslahı için bulunuyordu. İstanbul’da yaşadıklarını ve gözlemlerini 1832 yılında çıkardığı “Records Of Travels InTurkey GreeceAnd Of A Cruise In The Black Sea” isimli kitabında toplamıştır. AntoineGalland, İstanbul’a ait Günlük Hatıralar, Şerhlerle yayınlayan Charles Schefer, çeviri Nahid Sırrı Örik, C, I-II, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1998. İbrahim Peçevi, Peçevî Tarihi, Cilt I, Ankara, 1992. Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihannüma-Neşri Tarihi, ( Hazırlayan: Faik Reşit Unat,MehmetAltay Köymen) ,IICilt, Ankara,1987.Ömer Seyfeddin, Seçme Hikâyeler, İstanbul, 1993. Tahsin Ünal, Osmanlılarda Fazilet Mücadelesi, İstanbul, 2007. somuncubaba 41
© Copyright 2024 Paperzz