KASIMPAŞA 06.00 6 SEVGİLİ GÜNLÜK, YAZMAYA BAŞLAYALIM BAKALIM Bir fotoğrafçı, bir art direktör, iki illüstratör ve bir yazar… Sabah 06.00’da uykulu gözlerle Tuzambarı’nda buluştuk. Sırtlarda çantalar, ellerde fotoğraf makineleri, defterler, kitaplar... Herkes hazır ve nazır. Amacımız belli: Biraz buraların yerlisi, biraz da yerli turisti olarak 24 saat boyunca Haliç’i turlayacağız. Gördüklerimizi bir kenara not edeceğiz. Sonrasına bakacağız. 7 8 KASIMPAŞA 06.15 İLK REHBERİMİZ EVLİYA ÇELEBİ İlk yol göstericimizin Evliya Çelebi Caddesi tabelası olması bir tesadüf mü, bilmiyoruz. Onun kadar değil yolumuz, biliyoruz ve tabelanın işaret ettiği yöne doğru, Perşembe Pazarı’na yürüyoruz. 9 PERŞEMBE PAZARI 06.30 10 11 KARAKÖY 06.45 12 İSTANBUL UYKU MAHMURLUĞUNU ÜZERİNDEN ATIYOR Aheste aheste yürüyerek nihayet Karaköy’e varıyoruz. Tarihi yarımadanın arkasından güneş yine aynı ifadesiyle yüzünü gösteriyor. Fotoğraf makinesi gören herkesin çalışılmış bir pozu vardır ya, İstanbul’un da öyle bir pozu var işte. Bir martı soldan kadraja giriyor, gökyüzündekiler yerlerini alıyor, vapur düdüğünü öttürerek geliyor, İstanbul hafifçe tebessüm ediyor... – İstanbul çok güzel poz veriyor... – Ama hep de aynı pozu veriyor. 13 KARAKÖY KARAKÖY’DE KAHVALTI Karaköy’de, yeni yeni hareketlenen şehri çizip fotoğraflarken börekçiden gelen enfes kokulara kayıtsız kalamıyoruz. Fırından yeni çıkmış börekler, poğaçalar ve çayla yaptığımız kahvaltının ardından artık tamamıyla uyanmış halde Galata Köprüsü’ne doğru ilerliyoruz. 14 07.00 15 07.30 GALATA KÖPRÜSÜ’NÜN ÜZERİNDEYİZ Bu saatte tüm köprü balıkçı dolu. Köprünün hemen girişindeki küçük balıkçılara yanaşıyoruz: Cumhur ve Görkem. Doğma büyüme Eyüplüler. Arada balık tutmaya Galata Köprüsü’ne geldiklerini söylüyorlar. Karikatürlerini çiziyoruz, beğenmiyorlar. Benzetememişiz. Peki öyleyse, biz de fotoğraflarını çekeriz. GALATA KÖPRÜSÜ 16 “… ve Haliç çocuk dişleri gibi dedim. Gülünce çıkan. Esmer.” İlhan Berk 17 “Balıklar yunuslardan kaçıp geliyor, biz hanım dırdırından kaçıp geliyoruz, her sabah Haliç’te buluşuyoruz!” 07.45 BALIKÇILARLA MİNİ FELSEFE MOLASI Köprüdeki yem satan ablaya yanaşıyoruz. Kendisiyle konuşmak isteyince tersliyor bizi. Yanındakiler gülerek “Yine psikoya bağladı, zorlamayın konuşmaz” diyorlar. Bu kez muhabbeti koyu bir gruba yanaşıyoruz. “Hannover Üniversitesi’nden bile gelip röportaj yaptılar bizimle!” diyorlar. “Her sabah burada mısınız?” diye soruyoruz, “Evet” diyorlar. “Niye?” diyoruz, cevap şahane: 18 GALATA KÖPRÜSÜ 19 Leonardo soruyor: “Galata Köprüsü’nü ben yapsam?” Leonardo da Vinci 1502’de Haliç’te dünyanın en büyük ve en güzel köprüsünü inşa etmek ister. Sultan II. Bayezid’e bir mektup yazar ama istediğini elde edemez. “Ceneviz’den Licardo (?) adlı kâfirin gönderdiği mektubun suretidir: Ben kulunuz, değirmen hakkında şimdiye kadar düşündüm ve Allah’ın inayetiyle şöyle bir çare buldum: Bir tertib ile susuz ve yalnız rüzgârla bir değirmen yapayım ki denizde olan değirmenden daha az (masraf) ile yapılsın ve halka da daha kolay olsun ve her yerde kurulabilsin, (bundan başka) Allahü teâlâ ipsiz ve urgansız geminin suyunu kendi kendine dönen bir dolab ile boşaltmak tertibini bana nasib etmiştir. Bu kulunuz şunu işittim ki İstanbul’dan Galata’ya bir köprü yapmak kasdinde imişsiniz. Ama bilir kişi bulamadığınızdan yapamamışsınız. Ben kulunuz bilirim, (köprü)yü bir yay gibi yüksek kaldırayım ki hiç kimse yüksekliğinden dolayı üzerinden geçmeye razı olmaya. Ama düşündüm ki bir çıkma (dalgakıran - rıhtım) yaparak ondan sonra suyu çıkarayım ve kazıklar koyayım. Şöyle yapayım ki altından hemen yelken ile bir gemi çıka ve öyle bir şekil vereyim ki kalktığı zaman istedikleri vakit (gemiler) Halic’den Anadolu yakasına geçeler. Ama sular daim aktığı için kenarlar yenir. Bu husus için bir tertib yapayım ki o akan su aşağıdan akıp kenara zarar etmiye. Senden sonra olan padişahlar kolay harcla yapalar. Bu sözlerin doğruluğuna inşallah inanırsınız ve ben kulunuzu daima hizmetinizde bilip emredersiniz. Bu mektup temmuz ayının üçünde yazılmıştır.” Abdülhak Adnan Adıvar / Hakikat Peşinde Emeklemeler, 1954 20 21 EMİNÖNÜ 08.00 22 YENİ CAMİSİZ OLUR MU? İstanbul’un -herhalde- en çok fotoğraflanan camisinin avlusu henüz bomboş. Temizlik yapan bir görevli ve abdest alan bir kişi var yalnızca. Yan tarafa geçiyoruz, güvercinlerden oluşan bir halı bizi karşılıyor. Güvercinler de yem satıcısıyla birlikte turistleri bekliyor. 23 40 YILLIK BOYACI FEYZİ USTA’NIN ATEŞLE İMTİHANI Yeni Cami’nin yanındaki ayakkabı boyacılarına yaklaşıyoruz. Ateşle elindeki ayakkabıyı yakan Feyzi Usta ilgimizi çekiyor. Ne yaptığını soruyoruz, ayakkabının rengini değiştirdiğini söylüyor. Bunu ilk kez duymuş olmamız tuhafına gidiyor. Bildik bir usulmüş! “Ya alevler büyür de yakarsan Yeni Cami’yi?” diye soruyoruz, “Hiç öyle düşünmemiştim” diyerek gülüyor. 08.30 24 HALİÇ’E ÇİFTE KORUMA Yürürken surlardaki güvenlik kameraları gözümüze takılıyor. Bir an Malkoçoğlu surların arkasından Bizans tekfuruyla çıkacak mı diye bekliyoruz. Çıkmıyor. Biz de çiziyoruz, “ya çıksaydı” diyerek. MISIR ÇARŞISI 08.45 MISIR ÇARŞISI’NIN HASIRCILAR KAPISI’NIN ÖNÜNDEYİZ Sol taraftan baharat, sağ taraftan Kurukahveci Mehmet Efendi’den gelen kahve kokuları... Tam ortalarında durup havayı içimize çekiyoruz. Burası dünyanın en güzel kokan yerlerinden biri olmalı. 26 27 69’dan beri aynı dükkânda baharatçılık yapıyoruz. Her şey gibi Haliç de çok değişti. Evvelden motorla dışarıya sevkiyat yapardık buradan. Sonra Boğaz Köprüsü açıldı, deniz trafiği karaya kaydı. (…) Zamanla satılan baharat çeşitleri de değişiklik gösterdi. Organik durumu çıktı. Daha çok otlar tercih edilir oldu. Büyük marketlerle birlikte buraların müşteri profili de değişti. (…) Çocukluğumda Haliç Hali vardı burada. Sahil yörelerinden mavralara yüklenerek hale mal gelirdi, buradan tüm İstanbul’a dağılırdı. (…) Haliç’in kokusu meşhurdu bildiğiniz gibi. Düşünün, 30 metre aşağıda Haliç kokarken burada baharat kokuları arasında yaşıyorduk. Türkiye tezatlar ülkesi. (…) Haliç’in çehresi değişmeye başladı. Koku yavaş yavaş gitti. TAHTAKALE 09.00 28 BAHARAT MOLASI İstanbul da bizim gibi uyku mahmurluğunu tamamen üzerinden atmış görünüyor. Sokaklar tıklım tıklım. Tahtakale’ye doğru yürürken baharatçı Yunus Bey’in dükkânında durup laflıyoruz. TAHTAKALE 30 31 SÜLEYMANİYE 09.30 32 SÜLEYMANİYE’NİN DAR SOKAKLARINDAYIZ Çevredeki tarihi binalara bakınırken birden tepemizde süzülen yeşil papağanı fark ediyoruz. Bu papağanlar uzun süredir İstanbul semalarını mesken edinmiş durumdalar. 33 09.45 SÜLEYMANİYE CAMİSİ’NDE MOLA Caminin uzun zamandır devam eden restorasyon çalışmaları bitmek üzere. Yan tarafındaki mezarlığa geçiyoruz. Gökyüzüne doğru uzanan ince uzun mezar taşları arasında onlarca hayalet sanki bizi bekliyor. 34 En son yanımızdan geçen “Türkiye Cumhuriyeti’nin yalancısı benim!” diye bağırıyor. Tam ona gülerken bu kez de elinde kelle olan bir adam “Amanını kelle kelle, gel beni yelle yelle!” diye şarkı söyleyerek geçiyor. 4 SAATTE 4 DELİ Vefa’ya uğramaya karar veriyoruz. Yürürken karşımıza bir deli çıkıyor. Sabah 06.00’dan 10.00’a kadar 4 saat içinde 4 deli gördüğümüzü fark ediyoruz. Tövbe tövbe... 10.15 36 ÇAY TİRYAKİSİ KÖPEK Deliler üzerine konuşurken karşımıza devasa bir köpek çıkıyor. Köpeği sevmek için eğildiğimizde sokağın karşısından bir ses duyuyoruz: “Ellemeyin, çay içiyor!” Dönüp bakıyoruz, köpeğin yanında gerçekten de bir bardak çay var. Tam fotoğrafını çekecekken adamın sesinden korkan köpek uzaklaşıyor. Deliler listemize bu adamı da eklemeli miyiz, yoksa biz de yavaş yavaş deliriyor muyuz, tartışarak ilerliyoruz. Güneş tepemizde yükseliyor. 37 VEFA BOZACISI 10.30 Boza molası veren temizlik işçileri bir yandan bozalarını içerken bir yandan da bize poz veriyorlar. “Hiç içmemiş olana bozayı nasıl anlatmalı?” Orhan Pamuk BOZA MOLASI Vefa Bozacısı’na varıyoruz. Çoğumuz bugüne kadar burada boza içmediğimizi fark ediyoruz. Dükkânda bizim dışımızda bir de belediye temizlik görevlisi var. O da çöp toplamaya gelen arkadaşlarına boza alıp çıkıyor. Atatürk’ün boza içtiği köşeye oturup birer bardak boza içiyoruz. 38 39 11.00 UNKAPANI 40 5 ATIŞ 1 LİRA, VURANA BEDAVA Vefa’dan çıkıp Unkapanı’na doğru ilerlerken su kemerinin altında tüfekle atış yaptıran bir amcaya rastlıyoruz. Rastlamasak şaşardık. Tüfeği elimize alıp duvardaki şişelerden birkaçını da biz indiriyoruz. Amcaya adını soruyoruz, “Söylersem bana zarar verirler” diyerek adını söylemiyor. Ne demek istediğini tam anlamıyoruz. 41 1970 yılından beri baba mesleği bu. Türkiye’nin ilklerindeniz biz. (...) 80’li yıllarda bu çarşı müthişti, içeri girilmiyordu ama internet bitirdi bizi. (...) Meşhur olmak için eskisi kadar çok insan gelmese de arada tek tük birileri geliyor. (...) Şimdi bizim albümlerin en iyi müşterisi turistler. Bu yüzden ağırlıklı olarak etnik işler yapıyoruz. (...) Haliç çevresi çok değerlendi. Bazen niye buralardan bir ev almadım diye düşünüyorum. 30 yıldır buradayım, işimizle uğraşmaktan önümüzdeki fırsatı göremedik. İMÇ 11.15 42 MÜZİKLERİN EFENDİSİYLE SOHBET Yolumuz düşmüşken İMÇ’ye uğruyoruz. Çarşıda çıt çıkmıyor. Sorup soruşturup çarşının en eski plakçılarından birine giriyoruz. Plak şirketinin sahibi beyle laflıyoruz. Yaptığı albümlerden, çarşıda ilk olduğunu iddia ettiği akımlardan bahsediyor. Çoğu kendisinin eseri, o piyasanın öncülerinden biri. Hatta bize küresel ısınmayla ilgili yaptırdığı yeni şarkıyı dinletiyor. 43 44 EKMEK TEKNELERİ İŞ BAŞINDA İMÇ’den çıkıp arka sokaklarda yürüyoruz. Sokak boyunca tespihçiden fırıncıya, balıkçıdan berbere birçok farklı esnafa rastlıyoruz. Elektrik kablolarını falan çıkarırsak burası adeta bir dönem filminin seti gibi. Bir balıkçının tabelasına gözümüz takılıyor. Tabelada güzel bir söz: “En rahat yastık vicdanındır.” 45 11.45 46 KAVUNCU ALİ BABA VE MAHDUMLARI Arka sokaklardan Haliç’e doğru yürürken seyyar bir kavuncu görüyoruz. Tezgâha davet ediyorlar bizi. “Ali Baba kavuncusudur bu, meşhurdur” diyorlar. Hatta “Kavunlar Ali Baba’nın çiftliğinden” diye ekliyorlar. “Ali Baba nerede?” diyoruz, “Adıyaman’da” diyorlar, “ama mahdumları burada.” Söylenenlere pek inanmıyoruz. Ama olsun, 1 liraya bal gibi bir kavun yiyoruz. “Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi Senin sayende. Bütün yemişler elime güneştenmişim gibi uzanıyor Senin sayende. Senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı. Yüreğimin çalışı senin sayende.” Nâzım Hikmet Ran 47 12.00 48 KÜÇÜKMUSTAFAPAŞA’NIN KÜÇÜKLERİ Yıkık dökük binalarla dolu Küçükmustafapaşa sokaklarındayız. Binalar adeta insana “Çekme kardeşim” dercesine bakıyor. Hangi sokağa girsek yalnızca çocuk var. Bizi turist sanıyorlar ve hepsi söz birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyorlar: “Hello hello! Money money!” 49 12.15 KIYI GÖRÜNDÜ Tekrar deniz kıyısındayız. Tarihi yarımada tarafında tüm kıyı şeridi boyunca, balık avlayanların karşısında tersanenin vinçleri dev oltalarını denize sallamış gibi duruyor. Haliç’in iki yakasında da balıkçılar var sanki. Haliç kimseyi eli boş göndermiyor. Her olta sallayana her çekişte mutlaka en az 2-3 istavrit veriyor. Kimisi orada kurduğu derme çatma mangalda balıkları pişiriyor, kimi eve saklıyor. 50 51 12.30 ÖĞLE MOLASI Cibali’de kısa bir yemek molası veriyoruz. Ekibin tercihi kokoreç ve köfte. Yemek boyunca Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi kitabında bahsettiği Haliç’le ilgili hikâyeleri konuşuyoruz. Cibali Bu ad, İstanbul’un fethiyle ilgili bir efsaneden kalmıştır. Fatih’in ordusunda Cebe Ali adında bir derviş varmış. Kuşatma sırasında elindeki postu denize atıp üstünde ayakta durmuş. Yanındaki müritleri de aynı şeyi yapmış. Böylece, su üstünde yürüyerek karşı kıyıya varmışlar ve surlardaki Bizanslı muhafızları dehşet içinde bırakmışlar. Cebe Ali’nin mezarı, Muammer Karaca’nın meşhur ettiği Cibali Karakolu’nun içindedir (ama Cibali Karakolu şimdi içerilere, Zeyrek taraflarına taşınmış). Murat Belge / İstanbul Gezi Rehberi 52 53 13.00 FENER’E GELİP DE RUM PATRİKHANESİ’Nİ ZİYARET ETMEMEK OLMAZ Oldukça mütevazı bir bina. Bizimle birlikte birkaç turist var sadece. 200 yıla yakın bir süredir kapalı duran ana kapının önünde güvenlikçilerle laflıyoruz. Kapının hikâyesini bir kez de onlardan dinliyoruz. Yanımızdan bize gülümseyerek bir papaz geçiyor. Az sonra kafamızı kaldırdığımızda o papazı balkonda iPhone’unu kurcalarken görüyoruz. 54 FENER 55 13.30 FENER 56 Eskiden Moda’da oturuyordum. Bu sene evimi de, atölyemi de buralara taşıdım. (...) Buralar çok keyifli. Bazen Balat’taki evimden Fener’deki atölyeme yolda keyif yapmaktan 3 saatte ancak gelebiliyorum. (...) Buralar Moda’dan daha güvenli geliyor. Ama ilginç, bir arka sokakta silah sesleri duyuyorsunuz, polisler devriye geziyor, bizim sokakta hayat sessiz sakin ilerliyor. (...) Balat’a biz gelince binalar daha değerlenmeye başladı. Bundan bazıları rahatsız oluyor tabii... TEPEDEKİ İLGİNÇ BİNA: FENER RUM LİSESİ Fener’in sırtlarından Haliç’i seyreden Fener Rum Lisesi’ne doğru tırmanıyoruz. Burası “Kırmızı Mektep” olarak da anılıyor. 1881 yılında mimar Dimadis tarafından yapılmış. Osmanlı toprakları içinde felsefe ve modern fen eğitimi verilen ilk okulmuş. Halen okulda yalnızca 10 kadar öğrenci eğitim görüyormuş. Binanın önünde bizimle birlikte Rum bir turist grubu da fotoğraf çekiyor. 14.00 FENER 58 59 Arsen Lüpen (Arsène Lupin), bir Fransız roman karakteri. Yazarı Maurice Leblanc, bu karakteri oluştururken ünlü Fransız anarşist ve akıllı hırsız Marius Jacob’dan esinlenmiş. Her zaman esprili ve kibar olan Arsen Lüpen, kandan nefret eder, silah kullanmamaya çalışır, jiu jitsu bilir, iyi rol yapar, iyi nişancıdır. Daima istediğini elde eder. Kadınları kendine aşık etmekte üzerine yoktur, fakat her zaman bir şekilde onları kaybeder. Arsen Lüpen, 2004 yılında yönetmen Jean-Paul Salomé tarafından yeniden beyaz perdeye aktarılmıştır. Film, serinin tüm kitaplarından kesitler içerir. Peyami Safa, “Cingöz Recai” isimli karakteri Lüpen’den etkilenerek oluşturmuştur. FENER Vikipedi 14.30 TENHA BİR SOKAKTA ARSEN LÜPEN’E RASTLADIK Yürümeye devam ediyoruz. Birden yıkık dökük bir binanın yanında hırsızların piri Arsen Lüpen’i görüyoruz. Sokağın dokusuna oldukça yapıştırma duran bir posterin üzerinde! Posterin gizemini çözemiyoruz. Tahminimiz bir film setinden kalmış olduğu. Ama niye burada? Kim, ne çekmiş? Ne zaman? Sorularımızı da alıp yola devam ediyoruz. 60 61 HALİÇ’TE AYAKKABI BOYACILARININ OYUNUNA GELDİĞİMİZİN RESİMLİ ROMANIDIR Olaylar göz açıp kapayıncaya kadar gelişti. Birine yardım etmenin gururuyla boyacıya fırçasını uzattık. Pamuk ellerimizi cebe attık ve gak guk ederek istediği parayı çıkarıp verdik. 62 Parkta yürürken birden önümüzdeki boyacı fırçasını düşürdü. Elimizi uzattığımız boyacı kolumuzu, hatta ayağımızı kaptı ve “Abi gel, ayakkabını temizleyeyim” diyerek spor ayakkabıyı cilalamaya başladı. Boyacılar artlarına bile bakmadan olay mahallini hızla terk etti. Nasıl bir tuzağa düştüğümüzü anlamadan yere düşen fırçayı alıp boyacının arkasından seslendik. Birden hasta olan çocuğundan bahsetmeye başladı ve 20 lira istedi. O sırada sanki bir gerilim filmi karakteri gibi arkamızda bir boyacı daha belirdi. Biz de cilalanmış spor ayakkabılarla öylece arkalarından bakakaldık. Sonradan duyduk ki bu çokça yapılan bir numaraymış. 63 15.00 BALAT’IN ARKA SOKAKLARINA DALIYORUZ 1 dakika içinde karşımıza 2 hurdacı çıkıyor. Biri darbuka satıyor, diğerinin sattığı tenekeleri çocuklar darbuka yapıyor. Darbukanın Balat’ın gündelik hayatındaki yeri üzerine tespitler yaparak sahile inerken yandaki eve rastlıyoruz. Sanırız Balat’taki değişime dair Balat sakinlerinin neler hissettiğini açık ve net bir şekilde anlatıyor. BALAT 65 FESHANE 15.30 66 67 16.30 PIERRE LOTI 68 NİHAYET PIERRE LOTI Epey yürümüşüz. Buradan daha da iyi anlaşılıyor. Sağ tarafımızda mezarlıkların ardından güneş batarken karşımızda Haliç benzersiz manzarasıyla arzıendam ediyor. Dilimize “Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul” şarkısı takılıyor. Pierre Loti’nin sanki güneşi batırmak gibi bir görevi var. Hava kararmaya başlayınca teleferikle tekrar Haliç kıyısına iniyoruz. Dört tarafı şeffaf teleferikle mezarlıkların üzerinde ilerlemek oldukça garip hissetiriyor. 69 HALİÇ YAVAŞ YAVAŞ KARANLIĞA GÖMÜLÜYOR Akşam ezanı okunuyor. Bir motor kiralayarak Haliç turu yapmaya karar veriyoruz. Sıkı bir pazarlık yapıp Şükrü Kaptan’la anlaşıyoruz. 1 saat boyunca Haliç’i turlamak için yola çıkıyoruz. 17.00 HALİÇ 70 Azapkapı Camii’nin karşısında, sebze halinin önünden başlayıp Haliç’in ortasına kadar arka arkaya, borda bordaya yanaştırılmış eski, karanlık, katran kokulu Laz takalarının buğulu kokusu, ağırlığı, bitkinliği içinde birbirlerine sokulmuş, uyumuşlardı, şafakla birlikte vapur düdükleriyle uyandılar. Bu eski takalarda insanlar oturuyorlardı, bekârlar, gurbetçiler, işsizler. Birbirlerine, özellikle kadınlara sonsuz saygılı. Kıyıdaki esrarkeşler, sigara kaçakçıları, hırsızlar, yankesiciler buraya giremiyorlardı. Haliç ne kadar kirliyse bu takalara sığınmışlar o kadar aydınlıktı. Yaşar Kemal / Deniz Küstü 71 Haliç’le ilgili etraftan duyduğumuz lüzumlu lüzumsuz bilgiler: Bahariye Adaları’na yabani tavşanlar ve kazlar ev sahipliği yapıyor. 4 Ocak 1755’te Haliç’in tamamen donduğu söyleniyor. 72 Haliç’in ortasındaki adacıklara “Bahariye Adaları” deniyor. Lumiére Kardeşler kamerayla kaydırma hareketini dünyada ikinci kez Haliç’te çektikleri Haliç Manzarası adlı kısa filmde kullanıyor. 73 17.30 Ardımızda altın rengi bir güneş batarken Haliç’in altındaki altınları konuşuyoruz. 74 75 18.45 SANTRALİSTANBUL 76 77 BİRAZ DA SERGİ GEZELİM 1910-2010 Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü Sergisi’ni geziyoruz. Santralistanbul’daki sergi, İstanbul’un son yüzyıl içindeki mimari değişimini fotoğraflar, çizimler ve belgelerle çok etkili bir şekilde anlatıyor. Haliç’in büyük yangınlar sonrasında yaşadığı dönüşüm inanılmaz. Adım adım dolaştığımız yerlerin 100 yıl önceki hallerini görmek ilginç. 19.30 SANTRALİSTANBUL 78 79 HALİÇ TARAFINDAKİ KALEYE YOĞUN ATAKLAR Santralistanbul’da akşam yemeğimizi de yiyip (bugün ne çok yedik) Koç Müzesi’ne doğru ilerliyoruz. Bu saatte sokaklarda in cin top oynar diye düşünürken karşımıza gecenin karanlığında halı saha maçı yapanlar çıkıyor. Bizim fotoğraf çektiğimizi gören defans duvara, forvet rüzgâra, kaleci pantere dönüşüyor. 23.00 HALICIOĞLU 80 81 GECE YARISI MÜZE ZİYARETİ Koç Müzesi kapalı ama güvenlikçilere gezimizin nedenini anlatınca bizi içeri alıyorlar. Eskiden “Haliç” kokan bu bölge artık tarih kokuyor. Koşarak, karanlığın içinde her an gökyüzüne doğru fırlayacakmış gibi duran uçakların yanına gidiyoruz. Sonra eski arabalara göz atarken müzenin barı Barbarossa’yı fark ediyoruz. 24.00 KOÇ MÜZESİ 82 83 01.00 Koç Müzesi’nin, müdavimleri ne zaman giderse o zaman kapanan barındayız: Barbarossa... İçeride birkaç müşteri var. Barmen Murat barın arkasından müşterilere sataşıp duruyor. Elimizdeki fotoğraf makinelerini görünce koyu bir muhabbete başlıyor. BARBAROSSA 84 10 yıldır burada çalışıyorum. Haliç’te çalışmanın önemini çok sonradan fark ettim. Kimse burnunun dibindekini görmez. (...) Amerikalılar geliyor ellerinde haritayla, “Golden Horn” diyorlar. Buradan bir adamı çevirip “Golden Horn”u sorsan karşıdaki birahaneyi gösterir. (...) Kıymetini bilmiyoruz bu hazinenin. Thames Nehri’yle Haliç’in yoğunluğu aynıymış. Orada dünyaca ünlü kürek yarışı yapılırken neden Haliç’te yapılmaz ki? 60 yıldır Hasköylüyüz. Aslen Rizeliyiz. (...) Çocukluğumda burada dere olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Şimdi Dereiçi diyorlar ama ortada dere mere yok tabii. (...) Buralar raspa denilen, gemilerin ziftlenme yeriydi. Eskiden geceleri cam açamazdık kokudan. O eski Haliç’ten eser yok şimdi. (...) Eskiden herkesin bir lakabı vardı. Mesela Patrik Hasan. Karşı kıyıdaki patrik gelirdi ara sıra bu yakaya. Cebinde şekerlerle. Hasan’a cebindeki şekerlerden verirdi her seferinde, Patrik Hasan kaldı adı öyle. Barın müdavimlerinden Mustafa Bey muhabbetimizi duyunca yanımıza gelip anlatmaya başlıyor: 86 87 02.00 UYKUDAN ÖNCE UYKULUK ZAMANI Daha 24 saati dolduramadık ama ekipte uyku emareleri başlıyor. Organizasyon şart. Sütlüce’ye gelip de uykuluk yemezsek olmaz. Sadrazam Mahmut’un yerine girip hemen uykuluk siparişi veriyoruz. Mekânın sahibi Ilgın Bey fotoğraf makinelerimizi görünce geliyor masamıza. Bir yanda mangalda pişen uykulukların, bir yanda sacda pişen özel bulgur pilavının kokusu eşliğinde koyu bir sohbete dalıyoruz. Mekânın şöhreti malum, biraz da sahibinden dinliyoruz. SÜTLÜCE 88 Şu an Haliç Kongre Merkezi’nin bulunduğu Sütlüce Mezbahası’nın yanında açmıştık ilk dükkânı. Sütlüce Mezbahası kapanınca buraya taşındık. Şu dükkândan azıcık da olsa Haliç’i görmek bize yetiyor. (...) Haliç yeni keşfediliyor, biz Haliç’te köpek leşleri yüzerken, işkembeler yüzerken buradaydık. (...) Haliç’in bizim için anlamı büyük. Ablam vefat ettiğinde ne yaptım ne ettim, Eyüp’te mezar yeri buldum. (...) Haliç’te en büyük hayalim, bir zamanlar Pierre Loti’nin yaptığı gibi tepedeki kahvenin orada bir duble rakımı kavunla birlikte içmek. 89 04.00 EZGER SİNAGOGU 90 ESKİ SİNAGOG, YENİ KAFE Eski bir sinagog (Ezger Sinagogu) olan Safiye Sultan Kafe’ye rastlıyoruz. Burası yıkık dökük bir binayken 2001 yılında restore edilmiş. Sonrasında kafe olmuş. Kalın duvarlara bakarak kahvelerimizi içerken fonda Yeni Türkü’den Yedikule çalıyor. Tesadüf mü? Bilmiyoruz. 91 04.30 HASKÖY KASIMPAŞA’YA DOĞRU BOŞ CADDELERDE YÜRÜYORUZ Başımıza hiçbir şey gelmiyor. 92 93 05.00 KASIMPAŞA 94 SON DURAĞIMIZ: DENİZ TAKSİ Deniz Taksi bizim ajans olarak da çalıştığımız durak. Bizi görünce hemen buyur ediyorlar. Deniz Taksi (kendilerinin söylediğine göre) İstanbul’un en eski taksi durağıymış (1968). Çay ikram ediyorlar, uykumuz yine açılıyor, hemen sıcak bir muhabbete başlıyoruz. Siz iyi günlerinde geldiniz buranın. Burnunda mandalla gezerdin buralarda. Kasımpaşa bir ailedir. Burada doğdum, büyüdüm. Haliç’te denize bile girdim küçükken... 1 sene Kadıköy’e gittim, dayanamadım, geri geldim. Biz burada toprakla bir olmuşuz. Burada hayat durmaz! Canın ne istedi? Tatlı mı? Eğlence mi? Namaz mı? Çık, bulursun. 24 saat yaşar burası. Az önce bir aileyi Halkalı’ya götürdüm. Evini bulamadı adam. Evler hep aynı oralarda. Kasımpaşa öyle değil. Ama hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz. Eski tarihi binaları yıktık, yerine ev yaptık! Tarihi komple harcadık. Kazdıkça Bizans kanalları çıkardı buralardan. Şimdi şimdi sahip çıkılıyor. Haliç’in yeni sakinleri canlandırdı buraları. 95 05.30 KASIMPAŞA 96 SON DÜZLÜKTEYİZ Kalan son enerjimizle yorgun argın Tuzambarı’na doğru yürüyoruz. Gökyüzü aydınlanmaya başlıyor. Tüm şehir hâlâ uykuda. Yanımızdan şehri güne hazırlayan bir çöp kamyonu geçiyor. 97 06.00 KASIMPAŞA DÖNÜP DOLAŞIP AYNI YERE GELİYORUZ: TUZAMBARI’NA 24 saatlik 360 derece Haliç turumuz sona eriyor. Aynı saatte aynı yerdeyiz. Balıkçısından bozacısına, heykeltıraşından delisine birçok yeni insan, papağandan martıya birçok hayvan girdi hayatımıza (Çay içen köpeği de unutmamalı). Hazırlanacak bir kitabımız, anlatacak bir dolu öykümüz, bir o kadar da uykumuz var. Yeni bir güne uyanan Haliç’i geride bırakıyor, sessiz sedasız evlere dağılıyoruz. 98 99 Yazılar: Arda Erdik, Kurtcebe Turgul Tasarım: Barış Sarhan, Esma Suna Erdoğan Fotoğraf: Gülüm İmrat İllüstrasyon: Caner Atakul, Murat Kalkavan Grafik Uygulama: Derya Bolluk, Orhan Öztürk e-kitap Uygulama: Tolga Toykoç Organizasyon: Gürgel Özver Düzelti: Banu Yantur 2010, İstanbul 100
© Copyright 2024 Paperzz