hayat kitabı kuran gerekçeli meal ön sözü

ABESE SÛRESİ
Nuzul 27 / Mushaf 80
Surenin Adı:
Adını başındaki “surat astı” anlamına gelen ‘abese fiilinden alır.
Surat asan ve sırtını dönüp uzaklaşan kimdir?

Birincisi; Hz Peygamberdir. O, müşrik kodamanlarından biriyle (Velid b. Muğire ya da Ubey b. Ka’b)
konuşurken İbnÜmmi Mektum’un gelip kendisinden nasihat istemesi üzerine buna canı sıkılan peygamber
surat asmış ve başını çevirmiştir.

İkincisi; Müşrik kodamandır. O kişi, Hz Peygamber ile onuştuğu sırada oraya nasihat istemek için gelmiş
gariban bir mü’min olan görme özürlü Abdullah İbn Mektum geldi diye canı sıkılmış v oradan
uzaklaşmıştır. Zira Kodamana göre Ümmi Mekum ayak takımından biridir. Cahiliye mantığına göre soylu
biri ile ayak takımından biri aynı kefeye konulmayı kabul etmezdi. O da kabul etmedi ve surat asıp oradan
uzaklaştı.
İsabetli olan hangisidir.?
İkincisidir. Bunun delili;

İlk iki ayetinin zamiri ile 3 ve 4. ayetlerin zamiri arasındaki bariz farktır. İlk iki ayetin zamiri ‘’Hüve’’ yani
‘’o’’ ien 3 ve 4.ayetlerin zamiri ise açıkça ‘’sen’’ dir. ‘’O’’ ile ‘’Sen’’ aynı şey olmasa gerek. Kişiler için
zamir değişikliği muhatabın da değişikliği anlamına gelir. Burada da zamir değişmiştir. İlk ayetteki ‘’o’
zamiri ile ‘surat asan ve sırtını dönen’’ kimse kastedilmektedir. O kimse ise Müşrik kodamanın ta
kendisidir. Müteaip ayetlerdeki (3 ve 4.ayetlerde) gelen ‘’Sen’’ ise Rasulullah’tır. Rasulullah bu ayetlerde,
surat asıp sırtını dönüp uzaklaşmasına sebep olan amanın münasebetsiz bulduğu bu gelişinden
hoşlanmamıştır. Bu yüzden de Rabbin’den uyarı almıştır.

‘’Abese (surat astı) ve tevella (sırtını dönüp uzaklaştı)’’ fiilleri Kur’an’da sadece iki yerde bir arada gelir.
Biri burada diğer Müddessir 23-24’tedir. Nuzul sebeplerine bakıldığında iki olayda da aynı iki isim, Muğire
b. Şube veya Ubey b. Ka’b. Dolayısıyla ‘’Abese (sırt döndü)’’ fiilinin öznesi Rasulllah değil müşrik
kodamanlardır.
Bazı otoritelerin farklı isim koyma teşebbüsleri hüsnü kabul görmemiştir.
Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:
Sûre, tartışmasız Mekkîdir.
MEKKE
Mina
Müzdelife
Arafat
KABE
Sûrenin ilk pasajında atıf yapılan âmâ İbn Ümmi Mektum’un kahramanı olduğu olay, bize sûrenin indiği zaman
dilimi hakkında ipucu verir. Buna göre Allah Rasulü müşrik kodamanlarla davet için bir araya gelmektedir.
Tüm tertiplerde Necm sûresinin ardına yerleştirilen bu sûre, muhtemelen Mekke müşrikleriyle köprülerin atılma
arefesinde nâzil olmuştur. Zira Necm sûresinin inişinin üzerinden çok geçmeden tüm diyalog kesilecektir. Şu
halde ‘Abese sûresi bireysel davet ile Habeşistan hicreti arasındaki bir dönemde, muhtemelen 4. yılda inmiş
olmalıdır.
Surenin Konusu:
Sûre, ilk bölümünde dolaylı diğer bölümlerinde doğrudan insan türünü (el-insan) muhatap alır. Öznesi tartışmalı
olan ilk iki âyeti istisna tutacak olursak, sûre Hz. Peygamberi uyaran bir pasajla söze girer (3-10).
‘’Ve (sna gelince Ey Nebi) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağına dair bir ihtimal bulunduğunu,
‘’Veya alacağı öütün kendisine yarar sağlayacağını?
‘’Fakat kendi kendine yettiğini sanan kimseye gelince:
‘’Sen bütün ilgini ona yönelttin;
‘’Oysa ki, onun arınmamasının sorumlusu sen değilsin;
‘’Fakat sana büyük bir iştiyakla gelen var ya;
‘’Ki o Allah’a saygıda kusur etmez,
‘’İşte sen onu ihmal ediyorsun. (3-10)
Bu uyarı,



Sorumluluk ahlâkı ile davranış ahlâkı arasındaki dengenin korunmasına yöneliktir.
Aynı zamanda toplum içinde özürlüye öncelik tanıyan bir tavır öne çıkarılır.
İlk pasajın ana teması, sosyal statü ve konumların kişinin değerini belirleyici olamayacağıdır.



Aynı hakikat Hümeze ve Hucurât’ta da vurgulanır.
Bu konuda Hz. Peygamberi uyaran âyetler bu sûrenin ilk pasajıyla sınırlı değildir. Tevbe 43 gibi doğrudan
ve
Nisâ 105-107 gibi dolaylı pasajlar da Allah Rasulü’ne yönelik uyarılar taşır.
Ardından söz insana getirilir. Zira sözün insanı vahiy (11-16), hayatın vahyi insandır (17-24). Sûrenin Hz.
Peygamber’i uyaran ilk pasajının da maksadını içeren berceste âyeti burada dile gelir:

“(Hiçbir insan) O’nun emirlerini asla kusursuz yerine getirememiştir” (22).

Bu “kul kusursuz olmaz”ın Kur’ancasıdır.
Son söz yeniden dirilişe aittir. Özellikle de en yakın akrabaların dâhi birbirinden kaçtığı Hesap Günü’ne:


Bazı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl ağardıkça ağaracak; şen-şakrak…
Bazı yüzler de vardır: o gün bütünüyle toz-toprak; karardıkça kararacak…” (38-41)
Rabbim! Yüzümüzü ak, özümüzü pak, sözümüzü hak eyle!
ٰ
‫للا حْٰمن ِْ ٰا ِر حْ نٰمِ ِم‬
ِ ّ ‫ِبسْ ِم‬
RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA
﴾١﴿ ‫س َو َت َو ّْٰى‬
َ ‫َع َب‬
1 O (KİBİRLİ ADAM) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı,
﴾٢﴿ ‫حَرْ َجا َءهُ ْحْلَعْ ٰاى‬
2 Yanına âmâ geldi diye… (1)
(1) Veya: “O (Peygamber) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanına âmâ geldi diye…”
Müteakip 3 ve 4. âyetlerin okunuşuna bağlı olarak ilk iki âyetin özneleri değişir.
Bu âyetlerin öznesinin Hz. Peygamber olduğunu ittifakla söyleyen klasik tefsirin tercihinde, Muvatta ve
Tirmizî’nin Sünen’inde nakledilen nüzul sebebi rivayeti belirleyici olmuştur. Fakat Tirmizî rivayeti sorunludur.
Mamafih bu rivayetler bile tercihimizi dolaylı olarak onaylar.

Tercihimizin birinci gerekçesi, “surat astı” (‘abese) ve “sırt dönüp uzaklaştı” (tevellâ) fiillerinin aynen
geçtiği Müddessir 23-24. âyetler ve orada anlatılan tiptir. Nüzul sebebi rivayetlerine dikkatle bakınca, Hem
Müddessir: 23-24’teki hem de buradaki olayda aynı isimlerin geçtiği görülür: Velid b. Muğire ve/veya Ubey
b. Ka’b.

Tercihimizin ikinci gerekçesi de şudur: İlk iki âyette özneden “o” diye söz edilirken, müteakip âyetlerde
“sen” diye söz edilmektedir. Bu da, ilk iki âyetle sonraki âyetlerin öznelerinin farklılığını teyit eder.
(Nuzul 4 / Mushaf 74 : Müddessir 23 Aşağıdadır.)
﴾٢٢﴿ َ‫ُث نم حَدْ بَٰمَ َوحسْ َت ْكبَٰم‬
23 En sonunda (hakikate) sırtını döndü ve kibir abidesi kesildi. (16)
(16) İdbar, istikbar’ın sebebi ve tevelli’nin sonucudur.
Bu üç hal;



Tevelli
İdbar
İstikbar,
kâfirin küfründe inadının üç aşamasıdır.
Tevelli’ye karşı mü’minin tavrı i’rad’dır. Nisâ 63’ün de gösterdiği gibi i’rad ilişki kesmeyi değil kontrollü ilişkiyi ifade eder.
Fakat idbar’a karşı ilişki kesme (zerhum) önerilmektedir (Me‘aric: 17 ve 42). Müstekbirin yeri ise cehennemdir.
(Nuzul 4 / Mushaf 74 : Müddessir 24 Aşağıdadır.)
﴾٢٢﴿ ‫َف َقا َل حِرْ ٰهـ َذح ح نِْل سِ ِْ ٌٰم ُْؤ َث ُٰم‬
24 Nihayet şöyle dedi: “Bu sadece geçmişten miras kalan bir büyüdür, (17)
(17) Veya: “göz kamaştırıcı bir büyüdür”. Sihr, nüzul sürecinde ilk kez burada geçer (krş. Bakara: 102 ; A’râf: 116).
Dilde;



Gizli bir sebeple insanın gözünü ya da gönlünü yanıltan şey” demektir.
Görenin görüleni olduğundan farklı algılamasıdır.
Görülen, aslında görüldüğü gibi değildir.
Eğer dişi keçinin memesi dolu dolu göründüğü halde sütü az çıkarsa Araplar ‘anzun meshurun derler.


Sabahın alaca karanlığına sehar (seher),
Seherde yenen Ramazan yemeğine de aynı kökten gelen “sahur” ismi verilmiştir.
Seher, karanlıkla aydınlığın birbirine karışmış olması halidir ki, hakikatle hayalin, hakla batılın, gerçekle yalanın birbirine karıştığı hali
çağrıştırır.
Sihir, sebebi bilinmeyen herhangi bir şey olarak da tanımlanmıştır.
Yukarıdaki birinci tanım özneyi (gören), bu ikinci tanım da nesneyi (görülen) esas alan tanımlardır ve ikisi de birbirini tamamlar. İster özne
açısından ister nesne açısından tanımlansın, sihir her halükarda;




Hakikatin zıddı olan hayali,
İlmin zıddı olan cehaleti,
Yakinin zıddı olan zannı ve
İtminanın zıddı olan vehmi ifade eder.
Bunlar bazen görenden, bazen görülenden bazen de her ikisinden kaynaklanır.
Mesela “Eğer onlara gökten bir kapı aralasak da onlar oraya çıkacak olsalardı ‘Herhalde gözlerimiz döndürüldü, biz sihirlenmiş bir
topluluğuz’ derlerdi.” (Hicr: 14-15) âyetinde geçen “sihir” gören açısındandır. Çünkü kaynağı hakikat olduğu halde gören farklı algılamıştır.
”Kimi (zaman) söz, bir büyüdür” hadisinde de dinleyen açısındandır.
Bu anlamda Türkçe’de “İki söz, bir büyü” atasözü vardır ve tabi ki mecazdır. şu âyette ise hem gören hem de görülen açısındandır: “(Musa)
bir de ne görsün: Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihir marifetiyle, ona hızla akıyormuş gibi göründü (yuhayyelu ileyhi)” (A’râf: 116;
Tâhâ: 66).
Velid, Allah Rasulü’nün ömründe sihre örnek gösterecek bir olağan dışılık bulamayınca “Ebeveynle evladın arasını ayırıyor” dedi. Hiç
şüphesiz müşrikler bu vahye sözlü bir sihir olarak bakıyorlardı.
﴾٢﴿ ‫ك َْ َعلن ُه َ نز ٰ ّكى‬
َ ‫َو َاا ُْدٰم‬
3 “Ve (sana gelince Ey Nebi!) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağına (2) dair bir ihtimal (3)
bulunduğunu;
(2) Yezzekkâ’nın aslı yetezekka’dır. Dönüşlü kiptir. Kipin bu bağlamdaki açılımı şudur:


Vahiy gibi arıtan bir öznenin varlığı tek başına yetmez.
Onun yanında insan da arınmaya gönüllü olmalıdır ki işlem tamamlansın.
(3) Lealle edatının bu bağlamdaki en uygun karşılığı.
ِّ ‫حَ ْو َ نذ نك ُٰم َف َت ْن َف َع ُه‬
﴾٢﴿ ‫حْذ ْك ٰٰمى‬
4 Veya alacağı öğütün kendisine yarar sağlayacağını? (4)
(4) Veya: “Ve (ey Peygamber); sen nereden bileceksin; belki de o arınacak veya alacağı öğüt kendisine bir yarar
sağlayacaktı?”
İki âyetlik bu uzun cümlenin i’rabı, mâna farklılığına izin verecek bir yapıdadır. Klasik tefsir iki hatta üç mef’ul
alan yudrîke geçişli fiilini ya biri zamir (ke/sen) diğeri mahzuf iki mef’ulle izah etmiş, ya da arkasından gelen
le‘alle edatının kalp fiillerinden olduğunu, üstelik talep ve temenni bildiren bir istifham olduğunu söyleyen Ebu
Ali Farisi’ye dayanarak, bu durumda yudrî fiilinin iki-üç değil, tek tümleç isteyen fiile dönüştüğünü, sonrasının
da müstakil bir cümle olduğunu savunmuşlardır (nkl. İbn Aşur).
Tercihimiz, yudrî fiilinin iki mef’ulüyle birlikte (biri ke zamiri diğeri müteakip iki cümle) tek bir cümle gibi
okunmasına dayanmaktadır.
Bu âyet İslâm’a davette seçkinci yaklaşımı reddetmektedir.
﴾٥﴿ ‫حَانا َا ِر حسْ َت ْغ ٰنى‬
5 Fakat, kendi kendine yettiğini sanan (5) kimseye gelince:
(5) İstiğna’daki sin ve te’nin mânaya kattığı yananlam.
﴾٦﴿ ‫ص ٰ ّدى‬
َ ‫َفا َ ْنتَ َْ ُه َت‬
6 Sen bütün ilgini ona yönelttin; (6)
(6) Zımnen: “böyle yapmak sana yakışmadı”. Bu Allah Rasulü’ne açıkça “Bir daha böyle yapma” uyarısıdır.
Burada soru şudur:
Vahiy seyrek de olsa ara sıra yer verdiği Hz. Peygamber’e ait bu gibi ‘zelle’leri örtemez miydi?
Eğer örtseydi, kimsenin haberi olmazdı. Peki, o zaman ne diye dile getirip onları ölümsüzleştirdi?
Bu ve buna benzer tüm soruların cevabı bu sûrenin 23. âyetinde verilmiştir:



Hatasız kul olmaz.
Peygamberler de buna dahildir.
Şu halde Hz. Peygamber’in görevi “Nasıl hatasız kul olunur?” sorusunun isbatını ortaya koymak değil,
“Hata yapılınca nasıl özür dilenir, nasıl tevbe edilir, nasıl geri dönülür?” sorularının isbatını ortaya
koymaktır.
Allah’ın kendi elçisine “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım” demesini emretmesinin temelinde yatan sebep de
bu olsa gerektir.
﴾٧﴿ ‫ْك حَ نْل َ نز ٰ ّكى‬
َ َ‫َو َاا َعل‬
7 Oysa ki, onun arınmamasının sorumlusu sen değilsin; (7)
(7) İlâhî şefkatin beliğ bir ifadesi. Demek ki uyarı alan bu davranışın temelinde Nebi’nin aşırı sorumluluk
duygusu vardı.
Bu âyet Rasulullah’ın içtihad ettiğinin ve içtihadında yanıldığında Allah’ın onu düzelttiğinin beyanıdır.
Düzeltilen o içtihat “varlıklı ve hatırlı kimselerle fazla ilgilenilirse imana geleceklerine dair” yanlış görüştür.
Eğer vahyin müdalahesi olmamış olsaydı, onun ictihadı “sünnet” olacaktı.
Hz. Peygamber Amiroğullarından olan babası yerine soylu Mahzumoğlullarından olan annesine nisbetle anılan
İbn Ümmi Mektum’u gördüğünde “Merhaba ey Rabbimin kendisi yüzünden beni uyardığı kişi” dermiş.
Biz Kur’an’da anlatılan diğer peygamberlerin kıssalarında da onaylanmayan içtihatlar görüyoruz.



Hz. Musa’nın bir kulun davranışlarına karşı içtihatları (Kehf: 71, 74, 77),
Hz. Nûh’un oğlu hakkındaki içtihadı (Hûd: 45),
Hz. İbrahim’in soyu ve babası hakkındaki içtihadı gibi (Tevbe: 114).
(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 71 Aşağıdadır.)
ٰ
﴾٧١﴿ ‫ج ْئتَ َش ْ پًا ِحاْ ٰمً ح‬
ِ ْ‫َفا ْن َطلَ َقا َِ ّتى ح َِذح ٰمَ ِكبَا فِى حْسنف َن ِة َخٰمَ َقهَا َقا َل حَ َخٰمَ ْق َتهَا ِْ ُت ْغ ِٰمقَ حَهْ لَهَا َْقَد‬
71 Birlikte yola koyuldular (ve) nihayet bir gemiye bindiler. O, gemide bir delik açtı.(75) (Musa) dedi ki: “Yolcuları boğmak için mi onu
deldin? Doğrusu, çok tehlikeli bir şey yaptın!”
(75) Meselin işaret ettiği hakikatin bir Hz. Musa’nın mücadelesine, bir de ilk muhatabı olan Hz. Peygamberin mücadelesine bakan yüzü
vardır:


Hz. Musa İsrâiloğullarını Firavun’dan kurtarmak için denize sürdü, onlar Musa’nın kendilerini boğacağını sandılar.
Hz. Peygamber Mekke’yi tevhide davet etti, Müşrikler bunu ekmek teknelerini batırmak olarak algılayıp ölümüne direndiler.
Hz Musa ve Hızır
Hz Musa ve Harun’un Mısır’dan Çıkışı
(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 74 Aşağıdadır.)
ٰ
﴾٧٢﴿ ‫ج ْئتَ َش ْ ًپا ُن ْكٰمً ح‬
ِ ْ‫س َْقَد‬
ٍ ‫َفا ْن َطلَ َقا َِ ّتى ح َِذح َْقِ َا ُغ ََلاًا َف َق َتلَ ُه َقا َل حَ َق َت ْلتَ َن ْفسًا َز ِك ًنة ِبغَ ِْٰم َن ْف‬
74 Tekrar yola koyuldular; en sonunda bir delikanlıya rastladılar; derken, o (âlim kişi) onu öldürüverdi.(76) (Musa) “Ne, sen bir cana karşılık
olmaksızın masum bir cana kıydın, öyle mi?” dedi; “Doğrusu sen çok büyük bir yasağı çiğnedin!”
(76) Bir Kul’un öldürdüğü ğulâm’ın (genç için de erişkin için de kulanılabilir), Musa’nın öldürdüğü Kıpti’ye işaret ettiği söylenebilir.
Musa’da görülen sert mizacın dayandığı nefis öldürülerek, ondan zarar gören ruhun saflaşma ve özgürleşme serüveni bu olayla başladı. Yani
şer gibi görünen bir olay, muhteşem bir dönüşümün ilk hayırlı adımı olmuştur.
(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 77 Aşağıdadır.)
ٰ
﴾٧٧﴿ ‫جدَ حٰمً ح ُٰم ُد حَرْ َ ْن َقضن َفا َ َقا َا ُه َقا َل َْ ْو شِ ْئتَ َْ نت َخ ْذتَ َعلَ ْ ِه حَجْ ٰمً ح‬
ِ ‫َفا ْن َطلَ َقا َِ ّتى ح َِذح حَ َت َا حَهْ َل َقٰمْ َ ٍة حسْ َت ْطعَ اَا حَهْ لَهَا َفاَب َْوح حَرْ ُضَ ِّفُو ُهاَا َفوَ جَ دَح ف هَا‬
77 Bunun ardından yeniden yola koyuldular; nihayet bir kasabanın sakinleriyle karşılaştılar; onlardan yiyecek bir şeyler istediler, fakat onlar
bu ikisine konukseverlik göstermediler. (78) Hal böyleyken, orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular; ve o (kişi), duvarı onarıverdi.
(Musa bunu görünce) “Eğer isteseydin, buna bedel olarak bir ücret alabilirdin” dedi.
(78) Kıssadaki unsurlar Hz. Musa’nın hayatına uyarlandığında, Allahu a’lem şu sonuç ortaya çıkar: Kendilerine ikram etmeyen köy halkı
İsrâiloğulları idi, iki yetim çocuk Musa ve Harun idi, bulunan hazine nübüvvet ve hikmet idi.
(Nuzul 70 / Mushaf 11 : Hud 45 Aşağıdadır.)
ٌ ‫َو َن ٰادى ُنو‬
﴾٢٥﴿ َ‫ح ٰمَ نب ُه َف َقا َل ٰمَ بِّ حِرن حبْنى اِرْ حَهْ لى وَ حِرن َوعْ دَ كَ ْحَِْ ُّق َوحَ ْنتَ حَِْ َك ُم ْحَِْ اكِا ر‬
45 Ve Nûh Rabbine yakardı ve “Rabbim” dedi, “o benim oğlumdu, ailemden biriydi!.. Bir kez daha anladım ki, senin sözün (herkesi
kapsayan) gerçeğin ta kendisiymiş; ve en hakkaniyetli hüküm veren de Senmişsin!”
Hz Nuh’un yaşadğı Yerler (Kufe ve Cudi)
(Nuzul 114 / Mushaf 9 : Tevbe 114 Aşağıdadır.)
﴾١١٢﴿ ٌ‫َواَا َكارَ حسْ ت ِْغ َفا ُٰم ِحب ْٰٰمه َم ِْلَب ِه ح نِْل عَرْ ا َْوعِ دَ ٍة َوعَ َدهَا ِح ناهُ َفلَانا َت َب نرَ َْ ُه حَ نن ُه َع ُدوٌّ ِ ٰ ّلِلِ َتبَٰمن حَ ِا ْن ُه حِرن ِحب ْٰٰمه َم َْلَون حهٌ َِ ل م‬
114 İbrahim’in babası için Allah’tan af dilemesinin nedeni, yalnızca berikinin diğerine (hayattayken) verdiği bir söze dayanıyordu. Fakat,
diğerinin Allah düşmanı olduğu onun için kesinlik kazanınca ondan hemen el çekti. (150)Zaten İbrahim çok yufka yürekli, yumuşak huylu
biriydi.
(150) İman etmeden ölmüş bir babaya, peygamber oğulun dua etmesi yasaklanıyor.
Hz İbrahim
Hz İbrahim
﴾٨﴿ ‫ك َ سْ ٰعى‬
َ ‫َوحَانا َارْ َجا َء‬
8 Fakat sana büyük bir iştiyakla gelen var ya:
﴾٩﴿ ‫َوه َُو َ ْخ ٰشى‬
9 Ki o Allah’a saygıda kusur etmez
﴾١١﴿ ‫َفا َ ْنتَ َع ْن ُه َتلَ ٰ ّهى‬
10 İşte sen onu ihmal ediyorsun.
﴾١١﴿ ٌ‫َك نَل ِح نن َها َت ْذك َِٰمة‬
11 ELBET bu hitab bir öğüt ve uyarıdan ibarettir: (8)
(8) Zımnen: Bu âyetler seni üzmek için değildir; zira uyarı dostluğun icabıdır: Allah senin dostundur.
﴾١٢﴿ ُ‫َف َارْ َشا َء َذ َك َٰمه‬
12 Gönüllü olan herkes ondan öğüt alabilir,
ُ ‫فى‬
﴾١٢﴿ ‫صُِفٍ ُا َكٰمن َا ٍة‬
13 Kutsal ve seçkin kayıtlar altında korunmuştur; (9)
9 Mukerreme, merfu‘ah, mutahhara gibi sıfatlarla anılan bu sayfalar elbette yerden biten kağıtlar değil arştan
inen vahyin dokunulmaz ve mukaddes kaynağıdır.
﴾١٢﴿ ‫وع ٍة ُا َطه َنٰم ٍة‬
َ ُ‫َاٰمْ ف‬
14 Yüce ve şaibesiz
﴾١٥﴿ ‫ِبا َ ْدى َس َف َٰم ٍة‬
15 Elçilerin elleriyle (taşınan);
﴾١٦﴿ ‫ك َِٰم ٍحم َب َٰم َٰم ٍة‬
16 Türünün en iyisi ve hata yapmayan (elçilerin).
﴾١٧﴿ ُ‫حْل ْن َسارُ َاا حَ ْك َف َٰمه‬
ِ ْ ‫قُ ِت َل‬
17 Hakkını vermediği hayattan mahrum kalası insanoğlu, nankörlükte (10) ne kadar da sınır tanımazdır?
(10) Veya: “küfürde..” Müteakip âyetler dikkate alındığında muhatap tür olarak insandır.
﴾١٨﴿ ‫ِارْ حَىِّ َشیْ ٍء َخلَ َق ُه‬
18 O, insanı neden yarattı?
﴾١٩﴿ ُ‫ِارْ ُن ْط َف ٍة َخلَ َق ُه َف َقد َنٰمه‬
19 (Elbette) basit bir hayat tohumundan. Önce yarattı, ardından ona takdir yeteneği bahşetti; (11)
(11) Kadderahu,



Hem “kaderini yaratmayı”,
Hem “miktarını takdir etmeyi”,
Hem de takdir yeteneği vermeyi” ifade eder.
Tercihimizin gerekçesi bir sonraki âyettir.
Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)
Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz
bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel
organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.
Embriyo (Alaka)
﴾٢١﴿ ُ‫ُث نم حْسنب َل َ س َنٰمه‬
20 Sonra ona yolu kolaylaştırdı; (12)
(12) Yani: Ebedi kurtuluşa ulaşan yolu,



Akıl,
İrade ve
Vahiy ile kolaylaştırdı (krş. Beled: 10).
(Nuzul 37 / Mushaf 90 : Beled 10 Aşağıdadır.)
﴾١١﴿ ‫ْر‬
ِ َ‫َوهَدَ ْ َناهُ حْ ننجْ د‬
10 Ve ona (iyilik ve kötülüğün) açık seçik iki yolunuda göstermedik mi? (10)
(10) Zımnen: “Ona kullanabileceği bir irade vermedik mi?” Krş. “sonra ona yolu kolaylaştırdı” (‘Abese: 20 ve İnsan: 3) Necdeyn (t. necd)
“görünen, belirgin yol”. Sadece burada geçer.
Zımnen: Ona iyiyi kötüden ayırma yeteneği olan iradeyi bahşetti.




Eşyada, hayır ve şer,
İmanda, hak ve batıl,
Sözde, doğru ve yalan,
Eylemde, güzel ve çirkin…
Geçmiş zaman kullanılması, şuur ve vicdanın gurur ve isyandan asli ve öncelikli olduğunu gösterir.
﴾٢١﴿ ُ‫ُث نم حَ َاا َت ُه َفا َ ْق َب َٰمه‬
21 En sonunda onun için ölümü takdir etti ve kabre koydurdu;
﴾٢٢﴿ ُ‫ُث نم ح َِذح َشا َء حَ ْن َش َٰمه‬
22 Nihayet dilediğinde onu tekrar diriltecektir.
﴾٢٢﴿ ُ‫ض َاا حَ َا َٰمه‬
ِ ‫َك نَل َْ ناا َ ْق‬
23 Evet, (13) (hiçbir insan) O’nun emirlerini asla kusursuz olarak yerine getirememiştir. (14)
(13) Kella’nın farklı anlamları için bkz. ‘Alak: 6
(14) 3-10. âyetlerde uyarılan Hz. Peygamber bu âyetle teselli edilmekte ve “kul kusursuz olmaz” denilmektedir.
Devamındaki âyetlerle birlikte zımnen: yaşamak için toprağa ve suya muhtaç olan bir varlık nasıl olur da
kusursuzluk iddiasında bulunur?
(Nuzul 1/ Mushaf 96 : Alak 6 Aşağıdadır.)
﴾٦﴿ ‫حْل ْنسَارَ َْ َْط ٰغى‬
ِ ْ ‫َك نَل حِرن‬
6 EVET, evet; (7) insan mutlaka azar,
(7) Kellâ: Muhtemelen edatın ilk geçtiği yer. Dilciler farklı mânalara geldiğini söylemişlerdir.




Basralılara göre “Yoo, hayır, asla” veya paragraf başı;
Kisai’ye göre “gerçekten de, hakikat şu ki”,
Sa’leb’e göre “değil mi ki”,
Ferrâ’ya göre “evet, kesinlikle” mânasına gelir.
Bizce edat bağlamına göre bu işlev ve anlamlardan bir veya bir kaçını kazanır. Tercüme boyunca tercihimiz de budur. Bir ara cümle gibi
öncesini de sonrasını da görür.
ُ ‫َف ْل َ ْن‬
﴾٢٢﴿ ‫حْل ْن َسارُ ح ِْٰى َط َعااِه‬
ِ ْ ‫ظ ِٰم‬
24 İnsanoğlu yediklerine bir baksın: (15)
(15) Yani: onların nasıl bir tek tohumdan yola çıkarak basitten mürekkebe doğru kemale ulaştığına bir baksın
Zımnen: İnsan da bir tek basit hücreden yola çıkıp bu hale gelmedi mi?
﴾٢٥﴿ ‫ص ًّبا‬
َ ‫ص َب ْب َنا ْحْ َاا َء‬
َ ‫حَ ننا‬
25 Elbet suyu tarifsiz bir cömertlikle Biz indirmekteyiz;
﴾٢٦﴿ ‫ض َش ًّقا‬
َ ْ‫ُث نم َش َق ْق َنا ْحْلَٰم‬
26 Sonra toprağı tarifsiz bir incelikle yarmaktayız;
﴾٢٧﴿ ‫َفا َ ْن َب ْت َنا ف َها َِ ًّبا‬
27 Derken orada tohumu yetiştirmekteyiz…
﴾٢٨﴿ ‫َوعِ َنبًا َو َقضْ بًا‬
28 Mesela (16) üzüm bağları, sebze bahçeleri, (17)
(16) Vav’ın bu vurgusuna Kur’an içi bir örnek için bkz. A’râf: 164.
(17) Kadb, sadece hayvan besini olan otlara değil, sebze türü insan besini otlara da denir.
(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 164 Aşağıdadır.)
ُ ‫ت حُا ٌنة ِا ْن ُه ْم ِْ َم َتع‬
ّ ٰ ‫ِظورَ َق ْواًا‬
ْ َْ‫َوح ِْذ َقا‬
﴾١٦٢﴿ َ‫للاُ ُا ْهلِ ُك ُه ْم حَ ْو اُعَ ِّذ ُب ُه ْم عَ َذحبًا َشد دًح َقاُْوح اَعْ ذِٰمَ ًة ح ِْٰى ٰمَ ِّب ُك ْم َوَْعَ لن ُه ْم َ نتقُور‬
164 Ne zaman ki onlardan bir topluluk (söz konusu sapkınlara karşı çıkanlara), “Niçin Allah’ın (bu dünyada) helâk edeceği, veya (âhirette)
şiddetli bir azaba uğratacağı birilerine öğüt verip duruyorsunuz ki?” dediklerinde, onlar şu cevabı verdiler: “Rabbinizin katında sorumlu
olmayalım diye; bir de, belki sorumluluklarını hatırlarlar umuduyla!”
﴾٢٩﴿ ‫َو َز ْ ُتو ًنا َو َن ْخ ًَل‬
29 Zeytinlik ve hurmalıklar,
Zeytinlik
Hurmalık
﴾٢١﴿ ‫َو َِدَ ح ِئقَ ُغ ْلبًا‬
30 Balta girmemiş sulak ormanlar, (18)
(18) Hadâik için bkz. Neml: 60. Metindeki ğulben, “balta girmemiş” ile karşılanmıştır.
(Nuzul 53 / Mushaf 27 : Neml 60 Aşağıdadır.)
َ ْ ‫ت َو‬
ِ ‫حَانرْ َخلَقَ حْس ٰنا َوح‬
َ‫حْلٰمْ ضَ َوحَ ْن َز َل َْ ُك ْم اِرَ حْ نساَا ِء اَا ًء َفا َ ْن َب ْت َنا بِه حَ دَ ائِقََ َذحتَ َبهْجَ ٍة اَا َكارَ َْ ُك ْم حَرْ تُ ْنبِ ُتوح َشجَ ٰمَ هَا َءح ِْٰ ٌه اَع‬
ٰ
﴾٦١﴿ َ‫للا َب ْل ُه ْم َق ْو ٌم َعْ ِدُْور‬
ِّ
60 (Allah) değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan? Dahası, gökten sizin için su indiren? Üstelik onunla sizin bir tek ağacını bile
yetiştiremeyeceğiniz, içinden su çıkan göz bebeği seçkin bahçeler yeşertmişiz.(62) Allah’la beraber başka bir ilâh ha?! Yoo, onlar yoldan
sapmış bir toplum olmalı.
(62) Hadîka (ç. hadâik) “içinden su çıkan sık ağaçlı bahçe/orman”. Hadkatu’l-‘ayn: “göz bebeği”. Kişi için “göz bebeği gibi kıymetli olan
bahçe”. Bu nedenle, cennât’a ilaveten kullanılan “tabanından ırmaklar akan” ifadesi, hadâik için kullanılmaz (bkz. Nebe‘: 33; ‘Abese: 30).
﴾٢١﴿ ‫َو َفا ِك َه ًة َوحَ ًّبا‬
31 Meyveli ve meyvesiz (19) bitkiler;
(19) Veya: “Gövdeli ve gövdesiz..”
﴾٢٢﴿ ‫َا َتاعً ا َْ ُك ْم َو ِْلَ ْن َعا ِا ُك ْم‬
32 Sizin ve hayvanlarınızın (beslenmesi) için…
‫ت حْص ن‬
﴾٢٢﴿ ‫ناخ ُة‬
ِ ‫َف ِا َذح َجا َء‬
33 VE NİHAYET kulakları sağır eden o (mahşer) çığlığı koptuğunda;
﴾٢٢﴿ ‫َ ْو َم َ فِٰمُّ ْحْ َاٰمْ ُء ِارْ حَخ ِه‬
34 O gün kişi kardeşinden kaçacak;
﴾٢٥﴿ ‫َوحُاِّه َوحَب ِه‬
35 Annesinden ve babasından;
﴾٢٦﴿ ‫صا ِِ َبتِه َو َبن ِه‬
َ ‫َو‬
36 Hanımından ve çocuklarından…(20)
(20) Zira o gün herkes kendi başının derdine düşecek. Hz. Peygamber’den ödünç alarak söylersek: Allah’ın
elinden nefsini satın almanın telaşıyla kimsenin gözü kimseyi görmeyecek.
Neden hanımı ve çocukları kişiden değil de, kişi hanmından ve çocuklarından kaçacak?
Bunun cevabı şu âyette saklıdır: “Kendinizi ve yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan tarifsiz bir ateşten
koruyunuz!” (Tahrîm: 6).
Bu emri dinlemeyip dünyada sorumluluktan kaçan kocalar ve babalar, ahirette hanımlarından ve çocuklarından
kaçacaklar. Onların yüzüne bakamayacaklar, “Bizi ateşten niçin koruyamadın?” sorgulamalarına muhatap olmak
istemeyecekler.
Bir önceki âyet sorumsuz çocukların da, sorumsuzluklarını yerine getiren anne-babalarından kaçacaklarını ifade
eder.
﴾٢٧﴿ ‫ئ ِا ْن ُه ْم َ ْو َا ِئ ٍذ َشاْرٌ ُْغن ِه‬
ٍ ‫ِْ ُك ِّل حاْ ِٰم‬
37 O gün herkesin birbirinden kaçmak için yeterli meşguliyyeti olacak.
﴾٢٨﴿ ٌ‫وُ جُوهٌ َ ْو َا ِئ ٍذ اُسْ ف َِٰمة‬
38 Bazı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl, ağardıkça ağaracak;
﴾٢٩﴿ ٌ‫ضا ِِ َك ٌة اُسْ َت ْبشِ َٰمة‬
َ
39 Şen-şakrak…
﴾٢١﴿ ٌ‫َووُ جُوهٌ َ ْو َا ِئ ٍذ َعلَ ْ َها غَ َب َٰمة‬
40 Bazı yüzler de vardır: o gün bütünüyle toztoprak;
﴾٢١﴿ ٌ‫َتٰمْ َهقُ َها َق َت َٰمة‬
41 Karardıkça kararacak…
ٰ ُ‫ح‬
﴾٢٢﴿ ُ‫ك ُه ُم ْحْ َك َف َٰمةُ ْحْ َف َج َٰمة‬
َ ‫وْ ِئ‬
42 İşte bunlar, inkârın dibini boylayan ve yoldan sapan sorumsuz kimseler olacak. (21)
(21) Fecerah, burada muttaki’nin mukabili olarak kullanılmıştır.