Türkiye’de İslami Finansın Tarihsel Kökenleri Süleyman Kaya • İslam faizi kesin olarak yasaklamıştır. • Osmanlı ulemasının da faizin meşru olmadığına dair açık ve kesin ifadeleri vardır. • Ancak ulema muamele-i şer‘iyye, bey bi’listiğlâl gibi hile-i şer‘iyyelerle icareteyn, iltizâm, malikâne, eshâm gibi finansman sağlayan bazı uygulamalara cevaz vermiştir. 1. Muamele-i şer‘iyye 2. Bey‘ bi’l-vefâ ve bey‘ bi’l-istiğlâl 3. Murabaha 4. Selem 5. İcareteyn 6. Kredi kaynağı olarak mali araçlar: iltizâm, malikâne, eshâm 7. Mudârebe 8. Kredi temini karşılığında ücret alma Para vakıfları • Para vakfı isimlendirmesi modern döneme ait. • Bu isimlendirme müstakil bir kredi kurumunu çağrıştırıyor. • Vakıfların mal varlıkları içerisinde arazi ve binaların yanı sıra para da var. • Kredi veriyor olmak vakıfların ikincil belki üçüncül işlevi. • Vakıfların nakit işletme yöntemleri; muamele-i şer‘iyye, bey bi’l-istiğlâl. • Vakıflar mudârebe, bidâa gibi yöntemleri kullanmamış. MUAMELE-İ ŞER‘İYYE • Kredi verirken haram olan faizden kurtulmak için tahakkuk edecek fazlalığın satım akdinden kaynaklanmış olmasını sağlamak üzere yapılan işlem. • 16. yüzyılda para vakfının meşruiyetinin tartışıldığı dönemde vakfedilen paraların muamele-i şer‘iyye ile işletilmesi meselesinin pek tartışma konusu yapılmaması, Osmanlı öncesi Hanefi otoritelerin bu uygulamayı meşru görmüş olmalarına bağlanabilir. • Osmanlı devletinin, hem bu yolla gelir elde etmeyi denetim altında tutmaya hem de taraflardan birinin haksızlığa uğramasını engellemeye çalıştığı görülür. Muamele-i şer‘iyyeye dair bazı düzenlemeler • Vade dolduğunda ribhin kendiliğinden işlemesi söz konusu değildir. • Her yıl şu kadar ribh şeklinde bir muamele-i şer‘iyye olmaz. • Borçlu vadeyi uzatıp tekrar artı bir miktar borçlanmak zorunda değildir, şayet borcunu ödeyemeyecek durumda ise borç herhangi bir ilave yapılmaksızın tecil edilir. • Geriye dönük olarak ribh tahakkuk ettirilemez. • Mürekkep ribh söz konusu değildir. • Devletin belirlediği bir üst sınır vardır; % 15. • Kredi alarak büyük ölçekli yatırım yapan kapitalist bir zümrenin doğması mevcut sistem içerisinde mümkün değildir. BEY‘ Bİ’L-VEFÂ VE BEY‘ Bİ’L-İSTİĞLÂL • Bey‘ bi’l-vefâ Mecelle’de; “Bir kimse bir malı ahara semeni reddettikde geri vermek üzere şu kadar guruşa satmaktır” şeklinde tanımlanmıştır. • Mecelle bey‘ bi’l-istiğlâli ise şöyle tanımlar; “Bayi‘ bir malı isticar etmek üzere vefâen bey‘ etmektir”. • Bey‘ bi’l-vefânın meşruiyeti Osmanlı öncesi Hanefi otoriteler tarafından kabul edilmiştir. Ancak hangi akdin hükümlerine tabi olacağı konusunda süregelen tartışmalar Osmanlı döneminde de devam etmiş, nihayet mezheb-i câmi‘ diye isimlendirilen sonuca ulaşılmıştır. • Damân sorumluluğu müşteriye/alacaklıya aittir. Bu hükmün, özellikle bey‘ bi’l-istiğlâlde müşterinin elde ettiği gelirin meşruiyetini artırdığı söylenebilir. • Mîrî arazi ve icareteynli vakıf mallar üzerindeki tasarruf hakkı için ferâğ bi’l-vefâ, ferâğ bi’l-istiğlâl söz konusu olur. • Muamele-i şer‘iyye ile belli bir oranda ribh elde edildiği gibi bey‘ bi’l-istiğlâlle de benzer şekilde belli bir oranda kira geliri elde edilir. MURABAHA • Özellikle sefer yıllarında yüksek askerî zümrenin ihtiyaç duyduğu malları sarrafları satın alıyor ve belli bir kârla vadeli olarak askerî zümreye satıyorlardı. • Bu işlem için Osmanlı toplumunda kullanılan farklı bir kavram tespit edilemedi. Diğerlerinden ayırt etmek üzere günümüz murabaha işlemlerine benzerliğinden ötürü aynı kavram tercih edildi. SELEM • Selem, Mecelle’nin tanımıyla; “Müecceli muaccele satmak, yani peşin para ile veresiye mal satmaktır.” • Selem akdinin meşruiyeti nassla sabittir. • Selem akdinin ziraat alanında nispeten daha yaygın olduğu görülür. • Maddi sıkıntı içinde olan çiftçiler, sermaye sahipleri tarafından istismar edilebiliyordu. Bu tür durumlarda devlet çiftçiyle selem yaparak onları sermayecilerin eline düşmekten kurtarıyordu. İCARETEYN • İcareteyn; bir vakıf akarın, icare-i muaccele ve icare-i müeccele diye adlandırılan iki ayrı kira bedeli karşılığında kiraya verilmesidir. • İcâreteynde mutasarrıf, vakfa bir miktar muaccele, her yıl belli bir müeccele ödeme ve gereken tamir masraflarını üstlenme karşılığında kayd-ı hayat şartıyla tasarruf, evlada intikal ve başkasına ferağ etme gibi haklar elde eder. • İcareteyn akdi, vakıfların finans ihtiyacını gidermek üzere vakıf mülklerin tasarruf hakkının özel şahıslara devri şeklinde olabileceği gibi özel şahısların finans temin etmek üzere gayrimenkullerinin rakabe mülkiyetini vakfa devrederek tasarruf hakkını almaları şeklinde de olabilir. Şahısların finans temini için icâreteyn şu şekilde yapılır: - Şahıs bir gayrimenkulünü vakfa belli bir bedel karşılığında satar, - Mütevelli aynı mülkün tasarruf hakkını icareteyn ile satıcıya devreder, - Muaccele bedeli satım bedelinin bir kısmına takas edilir ve mütevelli satıcıya bu iki bedel arasındaki farkı öder. - Sonuçta ilgili şahıs, gayrimenkulünün rakabe mülkiyetini vakfa devretmiş, vakıftan belli bir nakit para almış ve her yıl cüzi bir müeccele ödemeyi borçlanmış olur. MUDÂREBE • Mudârebe, bir tarafın sermaye koyması, diğer tarafın bu sermayeyi işletmesi şeklinde kurulan bir ortaklıktır. • Araştırmalar, mudarebe uygulamasının Osmanlı toplumunda oldukça yaygın bir uygulama alanı bulduğunu göstermektedir. • Ancak vakıfların çeşitli sebeplerle mudarebe akdini kullanmadıkları görülmektedir. FİNANS TEMİNİ KARŞILIĞINDA ÜCRET ALMA • Belli bir şahsın kredi ihtiyacını karşılayan kişilerin bazen bu hizmetleri karşılığında ücret aldıkları görülür. • Bazı mültezimler ile maden eminlerinin sarrafları, onlar adına her türlü peşin ödemeyi yapar, onlara ait gelirleri tahsil eder ve tüm bu hizmetlerinin karşılığında aylık belli bir maaş alırlar. • Hammadde alımı noktasında krediye ihtiyaç duyan esnaf loncası, bir sermayedarın loncaya baş usta olarak tayin edilmesini sağlar. Bu sermayedar loncaya mensup esnafın hammadde alımında ödemesi gereken meblağı öder ve bunun bir kısmını peşin bir kısmını ise taksitle esnaftan tahsil eder. Bu hizmetine karşılık belli bir birim hammadde başına esnaftan ücret alır. FİNANS KAYNAĞI OLARAK MALİ ARAÇLAR: İLTİZÂM, MALİKÂNE, ESHÂM • İltizâm; devletin, vergi birimi olan belirli bir mukâtaayı vergilendirme hakkını, şahıslara bir bölümü peşin ödenen belirli bir bedel karşılığında devretmesidir. • Devlet, 1695 yılında ek gelir elde etmek üzere malikâne uygulamasına geçti. • Malikâneyi iltizâmdan ayıran en temel fark, vergi toplama yetkisinin daha yüksek bir peşinle kayd-ı hayat şartıyla devredilmesiydi. • Devlet, zamanla ek gelire ihtiyaç duyunca her yıl alınan miktarı düşürerek peşin alınan miktar arttırdı. • 1775’te daha fazla gelire ihtiyaç duyan devlet eshâm uygulamasına geçti. • Buna göre bazı mukâtaalara ait yıllık gelirin belli bir bölümü, sehimler halinde özel şahıslara belli bir peşin meblağ karşılığında kayd-ı hayat şartıyla satıldı. • Şahıslar devraldıkları hisseye tekabül eden sabit bir geliri her yıl alma garantisi elde etti. • Bu uygulamayla devlet daha fazla borcu A’dan Z’ye herkesten alabilmişti. KREDİ İLİŞKİLERİNDE SARRAFLARIN ROLÜ • Sarraflar, kredi vermenin yanı sıra muhtelif kurum ve şahıslardan topladıkları paraları da işletiyorlardı. • Sarrafların finansman sağladığı kurum ve şahıslar arasında en önemli olanı devlet maliyesi idi. İltizam ve malikane ihalesini alan kişinin güvenilir bir sarrafı kefil göstermesi zorunluydu. • Askerî zümrenin, savaş gibi kısa sürede yüksek meblağlar gerektiren durumlarda başvurdukları kredi kaynağı sarraflarıydı. Dolayısıyla ağır mali yük getiren, yenilgiyle sonuçlanan savaşlar sarrafları da zor duruma sokuyordu. • Çok çeşitli paranın tedavülde olduğu Osmanlı toplumunda bu paraların birbiriyle değiştirilmesini de sarraflar yapıyordu. • Paranın şehirler ve ülkeler arası naklinde de sarrafların önemli bir rolü vardı. • Güvenlik sorunu olmaması hasebiyle sarraflara sadece muhafaza amaçlı para verenler de vardı. • Yüksek askerî zümreye mensup herkesin bir sarraf edinmesi zorunluydu. • Sarrafları onların gelirlerini tahsil ettiği gibi, tasarruf ettikleri paralarını da işletiyorlardı.
© Copyright 2024 Paperzz