YAŞ PASTALI DÜŞLER LOKANTASI İrem KIRBIYIK Daha on

YAŞ PASTALI DÜŞLER LOKANTASI
İrem KIRBIYIK
Daha on yaşındaydım bu hastalık beni bulduğunda. Ya da anlaşıldığında. Ki
anlaşılmadan o kadar mutluydum ki. İstediğim her şeyi yiyebiliyordum. En önemlisi
ne kadar çikolata yersem yiyeyim bana hiçbir şey olmuyordu, ben öyle
zannediyordum daha doğrusu.
Arkadaşlarım arasında pek popüler değildim. Hatta kimi kandırıyorum;
lakabım “Bücür Berk”ti. Sanki kendi boyları çok uzunmuş gibi benimle dalga
geçerlerdi hep. Günah keçisi bendim o sınıfın da. Evet, boyum kısaydı biraz, ne
var bunda? Sanki senin burnun çok güzel, sanki senin saçların ipek gibi, sanki sen
bitli değilsin… Hepsinin vardı bir kusuru, benimki de buydu işte. Üzülürdüm,
onların kusurlarını vurmak isterdim suratlarına üzülürlerse diye korkardım tek.
Yine bir gün oyunlarda ebe yapıp dalga geçmek için beni çağırmışlardı.
Doğum günlerini çok severdim. Her zaman pasta yenirdi çünkü. Beni ebe
yaparlarsa yapsınlardı, ne fark edecekti ki ben pastamı yiyip koştuktan ve hepsini
bulduktan sonra. Daha oyun oynamaya inmemiştik. Herkes pastasını yiyordu. Ben
ise birinci dilimi bitirmiş, ikincisini yemek için bekliyordum. Birden mideme bir
şey oldu, tuvalete koştum. Yediğim pastanın üzerine çektim sifonu. Çok mu
yemiştim acaba? Arkadaşımın annesine söyledim. Beni eve götürdü. O gün ebe
olmamıştım; ama okula döndüğümde bu durumla ne kadar dalga geçileceğini
düşündüm. En çok üzüldüğümse pastamı güzel güzel yiyememiş olmamdı. Belki de
be bu midemin çok dolu olmasındandı. Bana dolu gözükmüştü yani. Fındık yutmuş
solucan misali, şişti midem. Üstüne üstlük bulanıyordu.
Doktor doktor gezmemizin nedenini bilmiyordum o zamanlar. Meğer boyum
kısa diyeymiş. Çok sonra öğrendim bunu. Boy kısalığı şikayetimin yanına bir de
bunlar eklenince, ki ben bunun çok pasta yeme hastalanırsın çocuğum diyen
annemi dinlememekten olduğunu düşünüyordum, annem beni kaptığı gibi doktora
götürdü. Doktor bizi başka yerlere yollayıp testler istedi. Ben testlerden hep yüz
alırım siz bana verin ben çözerim evde dediysem de, dinletemedim.
Beni bir sedyeye yatırdılar, sonra uyumuşum. Rüyamda kocaman bir dev
olduğumu gördüm. Herkesten büyüktüm artık. Yalnız bu saltanatım kısa sürdü.
Uyandım. Biraz yattım hastanede, sonra eve gittik. Ben uyurken doktorlar da
benim içimde bir şey var mı diye bakmışlar. Hiç canım acımadı başta sonra ise
biraz acıdı. Yine de cesur davrandım ve hiç belli etmedim. Tıpkı rüyamdaki güçlü
dev gibi.
Birkaç gün geçti bunun üzerinden ve tekrar doktorun yanına gittik. Geçen
sefer masanın üzerinde duran ve midem bulanıyor diye yiyemediğim rengarenk
şekerler yoktu bu sefer masanın üzerinde. Halbuki ben buraya tekrar gelmeyi
sırf bu şekerler yüzünden kabul etmiştim. Doktor hepsini yemiş miydi yoksa?
Neden bana bırakmamıştı ki? Ben geçen haftadan beri mor renkli olanın neli
olacağını düşünüyordum. Patlıcanlı mıydı acaba? Bari onları bıraksaydı, yerdim
ben. Zaten kaç gündür çorba içiyorum hastayım diye. Azıcık da olsa yeseydim.
Doktor
hem
anneme
hem
bana
bir
şeyler
anlatıyordu,
benimse
aklım
şekerlerdeydi. Somurtup oturdum ben de. Annemle beraber çıktık sonra
doktordan.
Akşam yemeğinde patates salatası vardı o gün. Aslında sevmezdim annem
başka bir yemek yapmadığı için yedim. Belki yemekten sonra sürpriz yapardı bana
bu kadar güzel besleniyorum diye. Anneciğim tabağımı bitirdim, çikolata var mı,
diye sorduğumda babamla birbirlerine bakıp sustular. Babam sonra “Almayı
unutmuşum oğlum.” Dedi yavaşça, ki o bakışların anlamını hep büyüyünce
çözecektim. O günü de çikolatasız geçirdim. Ertesi gün okulda harçlığımla alırım
diyordum; ama annemle yeniden doktora gittik. Okula gidemedim. Birkaç gündür
çevremde bir şeyler oluyordu. Neler olduğu konusundaysa fikirlerim gerçeklerden
çok uzaktı. Dünyadaki tüm şekerler tükeniyor muydu, doktorlar tüm çikolataları
yakmışlar mıydı?
Bu doktor diğerlerinden farklıydı. Psikolog olduğunu biraz daha aklım
erince anladım. Beni muayene etmedi. Onun yerine bana sorular sordu, benimle
konuştu. Hayatıma yeni giren bu doktorla açıkladılar bana her şeyi. Çölyak
hastalığı varmış bende. O yüzdenmiş boyumun kısalığı. İçinde gluten denen madde
olan şeyleri yiyemezmişim. Çikolata, yaş pasta, bakkalda satılan şekerler… Yoksa
hep bulanırmış midem, boyum hep kısa kalırmış. Güzel güzel anlattılar bana
hepsini. Anlamıştım, üzülmüştüm de. Ama bu durum benim çikolata yeme
çabalarımı engelleyemedi. Herkesin hastalığımdan haberi olmuştu. Okuldaki
Kantinci Amca bana hiçbir şey satmıyordu. Arkadaşlarım benimle alay edecek yeni
bir konu bulmuşlardı. Bazıları da bu hastalığı ilginç bularak bana iyi davranmaya
başlamıştı. Belki de acıdıklarındandı bu iyi davranmaya başlama mevzuu; ama
benim işime yaramıştı. Ya da ben öyle zannetmiştim tabi o zamanlar. Yeni yakın
arkadaşlarıma aldırdım bir gün minik bir çikolata. Haftalar sonra yiyeceğim ilk
çikolataydı. Bir tanecikten bir şey olmaz diye düşünmüştüm. Ama yine midem
bulandı, yine kustum, yine annem beni doktorlara götürdü. Ben ağladıkça annem de
dayanamıyordu. En sonunda bir dernek buldu “Çölyakla Yaşam Derneği” adında.
Oradan aldığı tariflerle bana hep kekler yaptı. Beni, benim gibi çocuklarla
tanıştırdı. Ama ben pasta da yemek istiyordum.
Çocukluğum diğerlerinden farklı olduğumu gözüme sokar gibi her yere
yiyeceğimi götürmekle geçti. Annem elinden geleni yaptı bu farklı hissettirmemek
için; ama o zamanlar diğerlerinden farklı olmak çok da istediğim, gurur duyduğum
bir şey değildi. O yüzden farklı olmak değil, ben de dilediğimi yiyebilmek istedim.
Bir süre arkadaşlarımın yanına gitmek istemedim bu yüzden. Daha sonra ise
mecburen
alıştım.
Midemin
bulanmasını,
kusmayı
istemiyorsam,
böyle
yaşayacaktım artık.
On beş yaşıma geldiğimde, bu durumu tamamen kabullenmiştim artrık. Hem
boyum da uzuyordu. Artık bücür değildim. Diyetimi bozmak istemememin en
büyük nedeni de buydu. Halimden memnundum. Glutensiz unla yapılan kekler,
ekmekler yiyebiliyordum. Ailem de benim canım çekmesin diye çölyak hastası
olmamalarına
rağmen
gluten
içeren
şeyler
yemiyorlardı.
Annemin
aldığı
malzemelerle evde ekmek, kek yapıyorduk. Dışarıda bir şey yiyememek dışında
pek bir sorunum yoktu.
Annem anneanneme gitmişti bir gün. Evde yemek vardı; ama benim canım
makarna çekmişti. Bakkala inip almak aklıma bile gelmedi. Aman canım bu da unla
su değil mi su katıp yoğurunca, şekil de verince olur herhalde dedim. Evdeki
glutensiz unu kaptığım gibi başladım makarna yapmaya. Daha doğrusu yapmaya
çalışmaya. İşimi bitirdiğimde makarna olması gereken hamur makarnadan başka
her şey olmuştu ve mutfak imdat çığlıkları atıyordu. Mutfağı bir güzel
temizledim. Annem gelince de makarna istediğimi söyledim. Hep beraber erişte
yaptık. Başka yiyemediğim ne varsa hepsi bir bir geçti aklımdan. Bunların hepsinin
bir alternatifi olmalıydı. Bilinmiyorsa, ben bulup çıkarabilirdim. Yıllarca farklı
olduğumu hissetmiştim herkesten. Bu farklılığım da, benim gibi insanlara aslında
hiçbir şeyden mahrum olmadıklarını söylemeye itti beni. Onlara hiçbir yiyecekten
mahrum kalmayacakları bir dünya vermek isteğiyle doldum o an. Çok şeyden
mahrum değildik belki. Bu birazda benim abartmam; ama bizim kültürümüzde
mübah olan bize çoğunlukla günahtı. Buna karşı durabilmek ve gönlümce
yiyebilmek için aşçı olmaya karar verdim o an. Ailem bu konudaki en büyük
destekçimdi, her konuda olduğu gibi. O günden sonra yiyemediklerimizin
alternatifini bulmak, becerilerimi geliştirmek için üniversiteye gidene kadar
yemekleri ben yaptım. Başta annemin yardımlarıyla ilerlesem de bir süre sonra
her şeyi kendim yapar oldum.
İşin okuluna gidip de her şeyi öğrendikten ve ana yemeklerde uzmanlaştım.
Kendime de pasta yapabilmek için pasta yapımıyla da ilgilendim. Çölyak hastalığım,
bu hastalığa alıştıktan sonra oburluğumu engelleyememişti yani. Mezun olduktan
sonra bir çok otelde çalıştım. Çoğu yiyebileceğim şeyler değildi. Aşçılıkta beni
kurtaransa usta aşçı yemeği yaparken tadına değil kokusuna bakar kuralıydı.
Biraz para biriktirdikten sonra ilk önce kendi büfemi kurdum. Kendi
yaptığım makarnaları yine kendim haşlayıp sunuyordum müşterilerime. Bazen
glutensiz yiyecek diyeti yapanlar ya da doğal beslenmek isteyenler de uğruyordu
tabi. Onlar bu diyeti söyleyince anladım onca yıl neden bu kadar çok yiyip de kilo
almadığımı. Zorunlu olarak sağlıklı besleniyormuşum meğer.
Bugün ise Pastalı Düşler Lokantası’nın açılışında siz dostlarımla beraberim.
Lokantamda hastalığımdan dolayı yiyemediğim her şeyin yiyebildiğim uyarlaması
mevcut. Bu hastalığı fırsata dönüştürmemi her zaman destekleyen aileme çok
teşekkür ediyorum. Gerçi hastalık değil de artık yaşam tarzı demeyi daha uygun
buluyorum. Çölyak yaşam tarzına sahip arkadaşlarımaysa gönül rahatlığıyla
buradaki her şeyi yiyebileceklerini müjdeliyorum. Lokantamız hepimize hayırlı ve
bol pastalı olsun.