Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?

Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi,
Cilt 68, No. 4, 2013, s. 147 - 184
KAMU MALLARI:
PİYASA BAŞARISIZLIĞI MI TEORİLERİN BAŞARISIZLIĞI MI?
Yrd. Doç. Dr. Meltem Kayıran
Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi
● ● ●
Özet
Kamu malları genellikle bir piyasa başarısızlığı olarak ortaya konulan ve bu nedenle devlet
müdahalesini gerektiren bir konu olarak görülmektedir. Fakat anaakım kamu malları teorileri derinlemesine
incelendiğinde kamu mallarının devlet sunumuna gerekçe oluşturacak özellikleri konusunda bir uzlaşma
olmadığı ve genellikle kamusal sunumun onaylanmadığı görülmektedir. Çalışmanın temel tezi, kamu malı
kavramının malların kamusallığını açıklamada yetersiz olduğu ve kamu malı teorilerinin açıklamayı
amaçladığı konularda bile yeterli bir açıklama getiremediğidir. Bu tezi araştırmak üzere, malların
kamusallığı, kamu mallarının optimum üretim düzeyi, piyasa dışı karar alma süreçleri ve piyasa
başarısızlıkları konularında kamu malları teorisinin yeterli açıklama getirip getirmediği incelenmektedir.
Kamu malları konusunda katkıda bulunmuş olan farklı iktisat okullarının -geleneksel neoklasik iktisat, kamu
tercihi okulu ve yeni kurumsalcı iktisadın- bu konulardaki yaklaşımları karşılaştırmalı bir şekilde ele
alınmakta, son olarak da teorilerin ortaklaştığı temeller üzerinden eleştirel bir değerlendirme yapılmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Kamu malları kavramı, bedavacılık, gönüllü katkı, piyasa başarısızlığı, kolektif
karar alma
Public Goods: Market Failure or the Failure of the Theories?
Abstract
Public goods are generally perceived as market failure and consequently are thought to be subject to
public intervention. However, when mainstream theories are closely examined, one can see that there is no
consensus on the characteristics of public goods that would justify public provision, hence there are many
objections to the public provision of such goods. The main thesis of this study is that the concept of public
goods is inadequate to describe the publicness of goods, and corresponding theories also fail to clearly
explain even what they themselves theoretically devised. To investigate this thesis, it is examined whether
public goods theory has a satisfactory explanation about publicness of goods as well as optimal provision,
collective decision making processes and market failure. These are comparatively studied by the views of
main economic schools of thought that contribute to the theory of public goods - traditional neoclassical
economics, public choice school and new institutionalist economics. Finally, the basis common to all these
theories are critically evaluated.
Keywords: Public goods concept, free riding, voluntary contribution, market failure, collective
decision making
148
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin
Başarısızlığı mı?
Giriş
Kamu malları teriminin genellikle kamu kesiminin sunduğu, kişilerin
bundan bedelsiz olarak yararlandığı kamu hizmetlerini ifade ettiği düşünülür.
Savunma, güvenlik, adalet, yollar, köprüler ile eğitim, sağlık gibi kamu yararı
için devletin üstlendiği birtakım faaliyetler kamu mallarının çağrıştırdığı
şeylerdir. Fakat kamu malları, anaakım iktisatta daha dar bir çerçevede
tanımlanmakta ve genellikle bir piyasa başarısızlığı olarak ele alınmaktadır.
Kamu mal ve hizmetleri, sadece akademik değil, aynı zamanda pratik sonuçları
olan ve politik bir konudur. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanlarda
yapılan reformlar, geleneksel olarak kamu hizmeti olarak sunulan hizmetlerin
özelleştirilmesi, katkı payları uygulamaları gibi politika değişiklikleri kamu
malları teorileri çerçevesinde tartışılır. Kısacası kamu malları teorisi özel sektör
ile kamu sektörünün sınırlarının belirlenmesi, özelleştirme, kamu hizmetlerinin
piyasaya açılması ve kamu hizmetlerinin fiyatlandırılması tartışmalarında kritik
bir öneme sahiptir.
Kamu malları kapitalist bir ekonomide devletin varlık nedenine ilişkin
bir tartışmayı da beraberinde getirdiği için akademik alanda farklı iktisat
okullarının en canlı tartışmalarına sahne olmuştur. İktisat Nobel ödülünü
kazanan çok sayıda iktisatçının 1 bu konuya doğrudan veya dolaylı şekilde
katkıda bulunmuş olması da konunun önemini göstermektedir.
Kapitalist bir sistemde sermaye birikim süreçlerine bağlı olarak dönemin
egemen paradigması da belirlendiğinden, ön plana çıkarılan kuramsal analizler
1Nobel
iktisat ödülü alanlardan kamu malları konusuna katkıda bulunanlar arasında P.
Samuelson, J. M. Buchanan, D. North, J. E. Stiglitz, D. Kahneman, V. L. Smith ve E.
Ostrom sayılabilir.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
149
zaman içerisinde farklılaşmaktadır. Bu açıdan en önemli devlet müdahalesi
gerekçesi olarak görülen kamu malları konusunun ilk ortaya konulduğu
zamandan günümüze kadar geçirdiği değişimi incelemek, sermayenin devletin
dönüşümü konusunda anaakım paradigmayı nasıl belirlediğini ve sermayenin
devlete biçtiği rolü göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Kamu malları teorisinin tarihi çok eskilere dayandırılabilse de anaakım
iktisatta konunun sistematik biçimde ilk olarak ele alınışının Samuelson’un
1950’li yılların ortalarında yazdığı makalelerle (1954, 1955) başladığı kabul
edilir. Bu yıllar, ulusal ve uluslar arası düzeyde Keynesyen politikaların
uygulandığı, işsizlik oranlarının çok düştüğü, hızlı büyüme artışlarının
kaydedildiği, soğuk savaşın da etkisiyle refah devleti uygulamalarının
yaygınlaştığı, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hamleleri yaptığı bir döneme
denk düşmektedir. Genel olarak devletin ekonomideki rolünün ve kamu
harcamalarının arttığı bu dönemde kuramsal analizlerin de kamu harcamalarını
açıklamaya yönelmesi şaşırtıcı değildir. 1945-1970 yılları arasında akademik
alanda yaygın biçimde kabul edilen Keynesyen makroiktisatla Marshall’cı
mikroiktisadı birleştiren neoklasik sentezin, P. Samuelson’un ve R.
Musgrave’in çalışmalarında somutlaştığı söylenebilir. Bu dönem, kamu malları
konusunun piyasa başarısızlığı olarak ele alındığı ve “iyiliksever devlet”in bu
piyasa başarısızlığını ortadan kaldırmak üzere kamu mal ve hizmeti üretmesi
gerektiği konusundaki teorilerin egemen olduğu dönemdir.
1960’ların sonlarından itibaren kapitalist birikim rejiminin sorunları,
iktisadi krizler, yüksek işsizlik ve kronik enflasyonla görünür olmuş, buna
toplumsal, ideolojik ve siyasi krizler de eşlik etmiştir. Bu dönemde Keynesyen
politikaların ve devlet müdahalelerinin etkinliğine olan inanç sarsılmış,
sorunların kaynağı olarak aşırı genişlemiş kamu kesimi görülmeye
başlanmıştır. Bunun sonucunda 1970’lerden itibaren akademik alanda
Avusturya ve Chicago okulları hakim olmuş, devletin rolüne ilişkin
tartışmalarda ise bu yaklaşım Kamu Tercihi Okulu’nda vücut bulmuştur. Knut
Wicksell’in görüşlerini temel alarak J. Buchanan, G. Tullock, A. Downs, M.
Olson gibi iktisatçıların geliştirdikleri kamu tercihi okuluna mensup iktisatçılar,
devletin işleyiş mekanizmasını ve kamu harcamalarının artışını açıklamak
üzere yola çıktıklarını iddia ederek, Keynesyen dönemin “iyiliksever devlet”
anlayışının yerini “Leviathan devlet” anlayışının almasına yol açan teoriler
ortaya koymuştur. Üretilen modellerde bireyler yalnızca piyasa alanında değil
kamusal alanda da kendi çıkarını kollayan ajanlar olarak davranmakta, devlet
de kendi çıkarını kollayan politikacı ve bürokratlardan oluşan bir yapı olarak
kamu harcamalarının artmasının, etkinsizliğin ve istikrarsızlığın asıl nedeni
olmaktadır. Kamu tercihi yazınının kamu malları teorisine ilişkin olarak ortaya
koyduğu sonuçlar, oybirliği ilkesinin geçerli olmadığı durumda kamusal
kararların olanaksızlığı/etkinsizliği ve kamu malları konusunda devletin
150
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
yapacağı müdahalelerin maliyetleri ve olumsuz sonuçları konularında
yoğunlaşmış, Buchanan’ın geliştirdiği kulüp malları teorisi en çok tartışılan
konulardan birisi olmuştur. 1970’lerin sonlarından 1990’lara kadar kamu
harcamalarının kısıldığı, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin özelleştirildiği,
kuralsızlaştırma politikalarının uygulandığı, kısacası devletin alanının
kısıtlanarak piyasaların önünün açılmaya çalışıldığı neoliberal dönemde
akademik alanda bu bakış açısının ağırlık kazanması şaşırtıcı değildir. 2
1980’ler boyunca uygulanan politikaların bir sonucu olarak ortaya çıkan
istikrarsızlık, krizler, artan yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik, neoliberal
politikalara güveni sarsmamış fakat küreselleşmenin sermaye için doğurduğu
yeni ihtiyaçlar, daha farklı bir düzenlemeyi gerekli kılmıştır. “İyi yönetişim”,
ve “kurumsal kapasitenin geliştirilmesi” konusu bütün alanlarda egemen olan
bir anlayış halini almış, bu anlayışın devlete yansıması ise emreden veya
dayatan değil sivil toplum kuruluşları ve piyasa aktörleriyle birlikte karar alan
“yönetişimci devlet” olmuştur. Kuramsal alanda bu ihtiyaca cevap verecek
çözüm, Chicago Okulu’nun temsilcilerinden R. Coase’ın mülkiyet hakkı, işlem
maliyetleri ve özel piyasa çözümlerine dayalı çalışmalarını temel alan ve
özellikle A. Alchian, H. Demsetz, D. North ve E. Ostrom’un katkılarıyla
geliştirilen yeni kurumsalcı iktisatta bulunmuştur. Yeni kurumsalcı iktisat,
bireylerin belirsizliği azaltmak ve kendi çevrelerini kontrol etmek için
kullandığı yazılı ve yazılı olmayan kurallar, normlar ve sınırlamalar olarak
tanımladıkları kurumları ve kurumların örgütsel düzenlemelerle ilişkisini
inceleyen ve kamu tercihi, anayasal iktisat, mülkiyet hakları ve işlem
maliyetleri okulu gibi iktisat okullarını bir araya getiren bir alandır. Yeni
kurumsalcılar, anayasa, kanun, sözleşmeler gibi formel olan ve normlar,
inançlar gibi formel olmayan kurumların nasıl ortaya çıktığını, nasıl işlediğini,
değiştiğini ve bunların üretim ve mübadeleyi destekleyen farklı düzenlemeleri
nasıl biçimlendirdiğini araştırmaktadırlar (Menard ve Shirley, 2005: 1-2). Bu
açıdan işlem maliyetleri, mülkiyet hakları, örgütsel düzenlemeler, sosyal
sermaye, yönetişim biçimleri, asimetrik bilgi, müşevvikler gibi konular en çok
üzerinde durulan konulardır. Yeni kurumsalcı iktisat “kamu”yu firmalar, sivil
toplum kuruluşları, devlet ve ailelerden oluşan bir topluluk olarak ele alarak,
kamu mallarını kamusal alanda olan mallar olarak tanımlamakta, özel ile
kamusalın sınırlarının muğlaklaştığı bu çerçevede devletin kamu malı
sunumundan bahsetmek çok zor görünmektedir.
2Kamu
hizmetlerinin kamusallığını azaltmak ve piyasa yanlısı reformlarla kamusal
alanı dönüştürmek üzere siyasetçilerin söylemleriyle, kuramsal yaklaşımlarla ve IMF
Dünya Bankası gibi örgütler eliyle egemen paradigmanın nasıl belirlendiğini ve
kamuya olan güvenin nasıl azaltıldığını kamu yönetimi çerçevesinde ampirik olarak
açıklayan bir çalışma için bkz. Haque (2001).
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
151
Görüldüğü gibi kamu malları teorisi Samuelson’un bu teoriyi ilk ortaya
koyduğu günden bu yana her zaman iktisatçıların ele aldığı bir konu olmuş,
yaşanan tarihsel ve kurumsal gelişmelerle birlikte teorinin odak noktası
değişmiştir. Kamu malları konusunda ilk ortaya konulan çerçevede devletin
rolü konusundaki yaklaşım piyasa başarısızlığından devlet başarısızlığına ve
yönetişimci devlete doğru bir değişim göstermiştir. Fakat, kamu malının
tanımlanması, etkinlik koşulları ve kamusal karar mekanizmaları konusundaki
temel çerçeve çok fazla değişmemiş, birçok eksikliği, yetersizliği ve tutarsızlığı
günümüze kadar getirmiştir.
Bu çalışma, anaakım kamu malları teorilerinin başarısı veya
başarısızlığını tartışmak üzere yukarıda söz edilen farklı iktisat okullarının
konuya yaklaşımlarını belli sorunsallar çerçevesinde eleştirel bir
değerlendirmeye tabi tutmayı amaçlamaktadır. Bu açıdan çalışmaya yön veren
temel sorular şunlardır: Kamu malları teorisi malların kamusallığını ve buna
bağlı olarak özel kesimle kamu kesiminin sınırlarını belirlemek açısından
anlamlı bir ölçüt geliştirmiş midir? Kamu malları teorisi açıklamayı hedeflediği
–kamu mallarının optimal düzeyi, piyasa başarısızlığı ve piyasa dışı karar
süreçleri gibi- konularda başarılı olmuş mudur?
Bu çalışmanın temel tezi, kamu malları teorisinin hizmetlerin özel veya
kamusal niteliklerini ayırt etmede ve açıklamayı amaçladığı diğer konularda
başarısız olduğu ve üstelik, kamu mallarının özelleştirilmesi için ideolojik bir
araç olarak işlev gördüğüdür. Kamu malları teorisi konusundaki eleştiriler
genellikle bu teorinin kamusal sunumu meşrulaştırmak için yanlış bir şekilde
kullanıldığı yönündedir. Oysa bu çalışma, tam tersi bir argümanı savunarak
kamu malları teorisinin baştan itibaren kamu mal ve hizmetlerinin
özelleştirilmesine ve ticarileştirilmesine zemin hazırlayacak şekilde
tasarlandığını ve zaman içinde devlet sunumunu daha da sınırlandıracak şekilde
dönüştürüldüğünü göstermeyi hedeflemektedir. Buna ek olarak, anaakım kamu
malları teorilerinin açıklamayı hedeflediği konulardaki yetersizliği, tutarsızlığı
veya yanlılığı gösterilerek bu teorilerin dayandığı liberal bakış açısının bu
başarısızlıklardaki rolü sorgulanacaktır.
Bu amaçla planlanan çalışma, iki temel bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde farklı yaklaşımların ortaya koyduğu kamu malları tanımı ve bu
tanımların özel olan ile kamusal olanı ayırt etmedeki açıklayıcılığı
tartışılacaktır. İkinci bölümde kamu malları teorisinin açıklamayı amaçladığı
konular olan etkinlik koşulu, piyasa başarısızlığı ve kamusal karar alma
süreçleri konusunda yeterli bir açıklama getirip getiremediği araştırılacaktır.
Sonuç bölümde ise farklı okulların görüşlerinin ortaklaşan yanları ele alınarak
kamu malları teorilerinin başarısının değerlendirilmesinde genel bir sonuca
ulaşılmaya çalışılacaktır.
152
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
1. Kamu Malları Kavramı
Kamu malları (public goods) terimi için başlangıçta Samuelson (1954),
“kolektif tüketim malları”, Musgrave (1959) “sosyal ihtiyaçlar” ve “sosyal
mallar” (1969) kavramını kullansa da zaman içinde bu kavram literatürde
“kamu malları” olarak yerleşmiştir. Kavramı oluşturan mal sözcüğü iktisatta
goods sözcüğünün karşılığı olarak genellikle mal ve hizmetler yerine
kullanılmaktadır, fakat sözcük Türkçeye çevrilirken kamu hizmeti yerine kamu
malı kavramı tercih edilmiştir. 3 “Kamu” sözcüğü ise bir yandan bir ortaklığı,
kolektifliği, topluluğu, bir yandan da kamu kesimini ve devlet organlarını ifade
etmektedir. Kamu sözcüğünün içerdiği bu ikili anlam kamu malları teorisine de
yansımış, kamu kimi zaman devleti, kimi zaman -yeni kurumsalcı iktisatta
olduğu gibi- bir kolektifliği ima etmiştir.
Kamu malları kavramının malların kamusallığını açıklamadaki
yeterliliğini tartışabilmek için öncelikle kamu malını tanımlamak
gerekmektedir. İktisat yazınında birbirinden çok farklı kamu malı
tanımlamalarının mevcut olduğunu, fakat genelde kamu mallarının
tanımlanmasında iki farklı yol izlendiğini söyleyebiliriz. Birincisi, malın
özelliklerine bağlı olarak bir belirleme yapılmasıdır. İkinci yoldan giden
iktisatçılar ise kamu mallarının belirlenmesinde kurumsal yapıların önemini
vurgulamakta, toplumca kamusal olarak sunulmasına karar verilmiş olan
malların kamu malı olduğunu iddia etmekte ve ne tür bir kurumsal yapının bu
malların etkin sunumunu sağlayacağını araştırmaktadırlar.
1.1. Malların Teknik Özellikleriyle Açıklama
Kamu ekonomisi, kamu maliyesi ve mikroiktisat kitaplarında kamu
mallarının standartlaştırılmış bir tanımı vardır. Neoklasik iktisatta mallar,
teknik veya içsel özelliklerine göre bir sınıflandırmaya tabi tutulmakta ve
belirlenen bu özellik veya ölçütler malların kamusallığını belirlemektedir.
Kamu malları genellikle tüketiminde rekabet olmayan ve faydasından kimsenin
dışlanamadığı mallar olarak tanımlanır. Fakat ders kitaplarının ötesine geçilip
konuya katkıda bulunan iktisatçıların yayınları incelendiğinde kamu malını
tanımlamak için çok sayıda özellikten bahsedildiği ve üzerinde uzlaşılmış net
3Çeviriyle
ilgili bir başka tercih, “failure” sözcüğünün Türkçeye çevrilmesiyle ilgilidir.
Bu sözcük market failure için genellikle “piyasa aksaklıkları”, government failure için
kullanıldığında ise “devlet başarısızlığı” şeklinde çevrilmektedir. Bu çalışmada failure
sözcüğünün doğru karşılığı olması açısından piyasa başarısızlığı kavramının
kullanılması tercih edilmiştir.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
153
bir tanım bulmanın neredeyse olanaksız olduğu, teorinin sorunlarla dolu olduğu
görülmektedir.
Kamu mallarını tanımlamak için farklı kaynaklarda saptadığımız
özellikler arasında tüketimde rakip olmama, bölünemezlik, azalan üretim
maliyetleri, toplu arz (joint supply), toplu tüketim (joint consumption), dışta
tutulamama, bedavacılık, fayda yayılmaları, tıkanıklığa konu olmamak gibi
özellikler sayılabilir. Bunun yanı sıra telafiye zorlanamama, dışsallıklar,
reddetmenin olanaksızlığı, ölçek ekonomileri, sahiplenilememe, çok
kullanıcılılık (multiple user) gibi bazen birbiriyle çelişebilen özelliklerden yola
çıkılarak kamu mallarının tanımlandığı da görülmektedir. Farklı biçimde
adlandırılan bazı özelliklerin aynı anlamda kullanılması söz konusu olabildiği
gibi, aynı kavramın farklı şekilde tarif edilmesi durumuna da rastlanmaktadır. 4
Bu nedenle kamu malının ayırt edici özelliğinin ne olduğunu saptamak, buna
ilişkin net bir karar vermek olanaksız görünmektedir. Bu kavram bolluğuna ek
olarak bazı iktisatçılar bir tek özelliğe vurgu yapmış, bazıları ise iki ya da üç
özellik öne sürerek bunlardan birisinin daha önemli olduğunu iddia etmiştir. Bu
durumda öncelikle kamu malları konusunu ilk geliştiren Samuelson ve
Musgrave’in çalışmalarında kamu mallarının nasıl tanımlandığını incelemek
anlamlı olacaktır.
Samuelson, bu konudaki ilk makalesinde özel tüketim malları ve kolektif
tüketim malları şeklinde ikili bir ayrım yapmış, özel tüketim mallarını farklı
bireyler arasında bölünebilen mallar olarak, kolektif tüketim mallarını ise
“herkesin toplu olarak yararlandığı, bir bireyin bu maldan tüketiminin diğer
bireyin tüketiminde bir azalmaya yol açmadığı mallar” olarak tanımlamıştır
(Samuelson, 1954: 387). X1 özel malı için bu malın toplam miktarı 1 ve 2 nolu
bireyin tüketimlerinin toplamı iken (X1= X11 + X12) ; X2 kamu malı için bu
malın toplam miktarı bireylerin tüketimleri açısından eşitlik olarak ifade
edilmektedir. (X2= X21 = X22 ) (Samuelson, 1955: 350). Bu tanımlama, kamu
mallarını eşit ve toplu tüketime konu olan mallar olarak ele almakta,
dışlanamazlık özelliğinden bahsedilmemektedir.
Samuelson, ilk makalesinde hiç örnek vermediği kamu mallarına ikinci
makalesinde (1955) açık hava sirki ve milli savunma örneklerini vermiş ancak
örnekler üzerinden bir açıklama yapmamıştır. İlk makalesinde iki kutuplu bir
ayrım yapması konusundaki eleştiriler doğrultusunda, 1955’te devlet
faaliyetinin reel örneklerinin birçoğunun bu iki uç durum arasında kaldığını
4Kamu
mallarının ayrıntılı bir analizi ve bu özelliklerden bazılarının açıklaması için
Head (1974)’e bakılabilir. Ver Eecke, (1999), Head’in kitabında en azından onüç tane
özellik saydığını belirtiyor. Bu kavramların bir kısmının dökümünü yaptığı ve bir
sınıflandırmaya tabi tutarak açıkladığı çalışması için bkz. Ver Eecke(1999).
154
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
belirtmiştir. Daha sonra yazdığı bir makalesinde, 1955’te yaptığı düzeltmenin
“uygun bir semantik” olup olmadığından endişe duyduğunu ifade ederek
başlangıçtaki iki kutuplu tanımını savunmuş, fakat bu kez tüketim
dışsallıklarına vurgu yapmıştır (Samuelson, 1969: 108-109).
“Bir kamu malı, iki veya daha fazla kişinin faydasına giren bir maldır.
Elimizde ne var? İki kutup ve bunlar arasında bir süreklilik mi? Hayır.
Özel mallar için bir bıçak sırtı durum ve dünyanın geri kalanında
“tüketim dışsallığı” içermesi dolayısıyla bir kamu malları alanı.
…
Bu yüzden, bu alandaki kullanışlı terminolojinin şu olduğunu
düşünüyorum: piyasa mekanizmasının optimal işlediği özel mallar, ve
…bunun karşısında bütün bir tüketim dışsallıkları veya kamu malları
alanı.”
Görüldüğü gibi Samuelson kamu mallarını açıklarken konuyu tüketim
yönden ele almakta, kamu mallarının ayırt edici özelliği olarak toplu tüketim,
bölünemezlik ve tüketim dışsallıklarından bahsetmekte, aynı zamanda kamu
mallarının eşit tüketime konu olduğunu belirtmektedir.
Samuelson (1954)’un kamu malları tanımında en çok eleştirilen
noktalardan birisi eşit tüketim konusudur. Her ne kadar Samuelson eşit
tüketimin bireylerin bundan eşit fayda elde etmesi anlamına gelmediğini,
bireylerin o malla ilgili değerlendirmelerinin farklı olabileceğini, hatta o malı
istemeyen kişilerin faydasının negatif olacağını belirtse de esas eleştirilen nokta
eşit miktarda tüketim konusudur. Örneğin Buchanan (1999b) bir kamu malı
sunulduğunda bireylerin bunu eşit tüketmesinin söz konusu olmadığını
söyleyerek bireylerin bu maldan yararlanma miktarlarının, arz edilen malların
mekânsal ve teknolojik özelliklerine bağlı olduğunu ifade etmektedir. Örneğin
itfaiye merkezine daha yakın yerde oturan birisi yangından korunma
hizmetinden daha çok yararlanacak, benzer şekilde karakola yakın yerde oturan
kişinin evine hırsız girme ihtimali daha az olacaktır. Bu konuda Musgrave de
ilk başta -kendi deyimiyle- sosyal ihtiyaçları “herkes tarafından eşit miktarda
tüketilmek zorunda olan hizmetlerle karşılanan ihtiyaçlar” olarak tanımlamış
(Musgrave, 1959: 8), fakat daha sonra (1969: 126) bir düzeltme yaparak herkes
için “aynı ürün kalitesinin mevcut olmayacağını” savunmuştur.
Kamu mallarının ayırt edici özelliği olarak tüketimde rekabet olmaması
ve bölünemezlik ölçütünü eleştiren iktisatçıların bir kısmı konunun tüketim
değil, üretim yönünden ele alınması gerektiğini savunmaktadırlar. Örneğin
Buchanan (1999b)’a göre “kamu malları teorisi ancak birimler, toplu arz edilen
birimler olarak tanımlandığında, ve ‘eşit mevcudiyet’ ve, daha az doğrusu ‘eşit
tüketim’ yalnızca topluca arz edilen üretim birimlerini veya girdilerini işaret
ettiğinde, …. anlamlı bir şekilde tartışılabilir.” Fakat Head (1974:168), toplu
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
155
tüketimin toplu arzı 5 işaret ettiğini, bu nedenle bu kavramlar arasında bir
çelişki olmadığını savunmaktadır. Aslında toplu tüketim ve toplu arzın bir
arada mevcut olduğu durumlar söz konusu olabilir ancak her zaman bu
özelliklerin aynı şeyi anlatmadığı durumlar da olabilir. Toplu tüketimin toplu
arzı işaret etmesi, sunulan kamu mallarından topluca yararlanan kişilerin malın
arzına da topluca katılması durumunda mümkündür 6. Ayrıca ortak mallar
olarak kabul edilen hava, okyanus, vs. toplu tüketime konu iken burada bir
toplu arz durumu söz konusu değildir.
Kısacası, Samuelson’un ortaya koyduğu şekliyle bile kolektif tüketim
mallarının ayırt edici özelliğinin toplu tüketim mi, tüketim dışsallıkları mı
olduğu belirli değildir. Üstelik, toplu arz yerine toplu tüketim açısından konuya
yaklaşılması ve kamu mallarının eşit tüketimi ciddi biçimde eleştirilmiştir.
Samuelson, dışta tutulamama özelliğinden bahsetmemiş, kamu
mallarının özelliklerine dışta tutulamamayı ekleyen, Musgrave (1959)
olmuştur. Özel mallarda tüketiciler istedikleri mallar için bir ödeme yaparak bu
mallar hakkındaki tercihlerini ortaya koymuş olurlar. Yani bir mal veya hizmet
için ödeme yapmadıkça onun faydasının dışında kalırlar (dışlama ilkesi). Oysa
sosyal ihtiyaçları karşılayan hizmetlerde bu hizmetler için ödeme yapmayanlar
bu hizmetlerin faydasından dışlanamazlar; faydalardan dışlanamadıkları için de
gönüllü ödemelere tabi tutulamazlar (Musgrave,1959: 8-9).
Musgrave (1959)’un kamu malları tanımında dışta tutulamazlık
özelliğinin yanı sıra toplu tüketim özelliği de yer almakta, ancak toplu
tüketimin kamu mallarını (Musgrave’in deyimiyle sosyal ihtiyaçları) kapsaması
gerekmediği belirtilmektedir (Musgrave, 1959: 10):
“Bir sirk gösterisi buna katılanlar için toplu tüketim [özelliği] içerir.
Fakat giriş ücreti uygulanabilir, farklı kişilerce farklı miktarlar
tüketilebilir ve hizmet piyasa yoluyla sunulabilir. Talep eğrileri yatay
olarak toplanabilir. Sosyal ihtiyacın ortaya çıkması için, ödeme yapsınyapmasın eşit tüketim koşulu herkese uygulanmalıdır. Diğer bir deyişle,
toplu tüketim koşulunu dışta tutma ilkesinin uygulanamazlığı ile
birleştirmemiz gerekir.”
5Burada
kastedilen toplu arz terimi, Marshall’cı anlamda bir üretim sürecinde birden
fazla ürün üretilmesi anlamına gelmemektedir. Bu iki terim arasındaki farkın ayrıntılı
açıklaması için bkz. Sönmez (1987:111-113).
6Kamu malları teorisinde son dönemdeki tartışmalar bireylerin kamu malı
finansmanına gönüllü katkısı üzerinde yoğunlaştığından, toplu arz kavramının daha
çok tercih edildiği görülmektedir.
156
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
Bu anlamda dışta tutulamama özelliği kamu malının ayırt edici özelliği
olarak vurgulanmakta, dışta tutma sorununun toplu tüketimi içerdiği iddia
edilmektedir. Musgrave (1969) daha sonra toplu tüketim yerine tüketimde rakip
olmama 7 (ve yararlı tüketim dışsallığı) 8 kavramını kullanmış, yine dışta
tutulamamanın daha önemli bir özellik olduğunu belirtmiş, ancak bu kez rakip
olmamanın dışta tutulamamaya yol açtığını savunmuştur.
Kısacası Musgrave kamu mallarını eşit tüketim, tüketimde rakip
olmama, yararlı tüketim dışsallıkları ve dışta tutulamama özellikleriyle
tanımlamakta, saf kamu mallarının, tüketiminde rekabet olmayan ve dışta
tutulamayan mallar olduğunu ifade etmektedir. Buna ek olarak Musgrave
(1969), Samuelson’un kolektif tüketim malları ve özel tüketim malları
şeklindeki iki kutuplu tanımını genişleterek yarı kamusal malları da bu
çerçeveye oturtmaya çalışmıştır. Mal ve hizmetlerin yarattığı pozitif dışsallıklar
ve fayda yayılmalarına dayalı bir analiz çerçevesinde “karma durumlar” başlığı
altında sınırlı yayılmalı sosyal mallar, ikame edilemeyen dışsallıklar ve karma
faydalı mallar gibi kategoriler ortaya koymuştur. 9
Şimdiye kadar kamu malları konusunda en çok referans verilen iki
önemli iktisatçının bile kamu mallarını açıklamak için toplu tüketim, toplu arz,
bölünememe, tüketim dışsallıkları, eşit tüketim, tüketimde rekabetin olmaması
gibi çok sayıda kavram kullandığını göstermeye çalıştık. Üstelik Samuelson saf
kamu mallarını tek bir özellikle açıklarken Musgrave iki özelliğin birden
geçerli olması gerektiğini savunmuştur. Ancak, tanım çeşitliliği bu kadarla da
sınırlı değildir. Örneğin Demsetz (1970), kamu malları ve kolektif mallar
arasında bir ayrım yapmış; kamu mallarını maliyete yol açmadan ek alıcıların
aynı birim kamu malından yararlanmasının mümkün olduğu mallar, kolektif
malları ise malı satın almayanları onu tüketmenin dışında tutmanın olanaksız
olduğu mallar olarak tanımlamıştır. Barr (1987: 83)’e göre kamu malları
tüketiminde rekabet olmayan, dışta tutulamaz ve reddedilemeyen mallardır.
7Samuelson
(1969), kendisinin “tüketim dışsallığı” olarak adlandırdığı özelliği
Musgrave’in şüpheli bir kavram olan tüketimde rakip olmama olarak adlandırdığını
ifade etmiştir. (1969:110 dipnot)
8Musgrave (1969:126), “yararlı tüketim dışsallıklarının varlığı”nın (beneficial
consumption externalities) “tüketimde rakip olmama”yla aynı şeyi ifade ettiğini ve
aynı fiziksel çıktıdan herkesin yararlanması anlamına geldiğini belirtmektedir.
9Buna ek olarak Musgrave’in ortaya koyduğu, tüketici tercihlerine göre arz edilmeyen,
empoze edilmiş tercihlere dayanan erdemli mallar kategorisinden de söz edilebilir.
Fakat erdemli mallar, birçok iktisatçı tarafından tüketici egemenliği varsayımını
ortadan kaldırması, paternalist devlet görüşüne dayanması gibi nedenlerle çok
eleştirilmiş bir kategoridir. Bu konu, ayrı bir çalışmanın konusu olacak kadar geniş bir
tartışmayı hak ettiğinden, burada üzerinde durulmayacaktır.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
157
Çok kullanılan ders kitaplarından birisi olan Stiglitz’in Kamu Sektörü
Ekonomisi kitabında saf kamu mallarının iki temel özelliği olduğu
belirtilmiştir: “Birincisi, bunların kullanımını tayınlamak (rationing) mümkün
değildir. İkincisi bunların kullanımını tayınlamak istenir değildir.” (Stiglitz,
1988: 119). Görüldüğü gibi kamu malını tanımlayan özelliğin ne olduğu, kamu
malları için bir özelliğin mi birden çok özelliğin mi geçerli olduğu konusunda
bir uzlaşma yoktur.
1.2. “Pozitif” Kamu Malları Teorisi
Geleneksel neoklasik kamu malı tanımını ve “hangi mallar kamu malı
olmalı” sorusunun normatif karakterini eleştiren iktisatçılar, aralarında
farklılıklar olsa da genel olarak konuya pozitif analiz çerçevesinde yaklaşılması
gerektiğini savunmaktadırlar. Siyasi süreçlerin ve kamu tercihi konusunun
kamu malları teorisine dâhil edilmesi gerektiğini savunarak kamu malları
konusunda yazdığı bir kitapla kamu malı tartışmalarına katkıda bulunan J.
Buchanan, bu çerçevede en çok referans verilen yazarlardan birisidir.
Buchanan’ın çalışmaları, kamu tercihi, anayasal iktisat, hukuk ve iktisat ve
yeni kurumsalcı iktisat okuluna dahil iktisatçıların çalışmalarında önemli bir
etkiye sahiptir.
J. Buchanan’ın kamu malları konusunda esas olarak üzerinde durduğu
konu mal ve hizmetleri özelliklerine göre sınıflandırmak değil, fiilen malların
arz edilme tarzıdır. Bu yaklaşımda bir mal veya hizmeti kamu malı yapan şey
onun teknik, fiziksel veya içsel özellikleri değildir. Örgütlenme biçiminin
bizzat kendisi birçok mal ve hizmetin teknik özelliklerini belirlediği için
kurumsal yapıdan bağımsız bir kamu malları tanımı yapılamaz. Buchanan
(1999b: 49), malların özelliklerinden yola çıkarak bunların sunumunda –piyasa
ve devlet gibi- farklı kurumsal düzenlemelerin uygunluğunu araştıran
geleneksel modeli tersine çevirdiğini, herhangi bir nedenle kamusal olarak
sunulan ve örgütlenen bütün mallar için bir kamu malları teorisi geliştirdiğini
iddia etmektedir.
Buchanan, 1967’deki çalışmasında kamu mallarını “Bireyler grubu ya da
topluluğunun herhangi bir nedenle kolektif örgütlenme yoluyla sağlanmasına
karar verdiği herhangi bir mal veya hizmet kamu malıdır” 10 (Buchanan, 1999a:
11) şeklinde tanımlamıştır. 1968 yılında yayınladığı “Kamu Malları Arz ve
Talebi” adlı kitapta ise özel mallar ve kamu malları ayrımını benzer biçimde
ortaya koymuştur: “Bireylerin belli mal ve hizmetleri piyasa kurumları
aracılığıyla arz ve talep ettikleri gözlenmektedir. Bireylerin diğer mal ve
10Vurgular
Buchanan’a aittir.
158
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
hizmetleri ise siyasi kurumlar yoluyla arz ve talep ettikleri gözlenmektedir.
Birincisi özel mallar, ikincisi kamu malları olarak adlandırılır” (Buchanan,
1999b: 3).
Bir mal veya hizmetin kamusal olması siyasi süreçlerle belirlenmiş bir
durumdur ve mal ve hizmetleri, kurumlardan ve örgütlenme yapısından
bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Bu anlamda araştırılması gereken
şey, hangi malların kamu malı olarak nitelendirilmesi gerektiği değil, kamu
malı sunumundaki örgütlenme biçimleridir. Fakat Buchanan hangi malların
kamusal sunuma konu olduğunu araştırırken geleneksel analizin kullandığı
özelliklere başvurmakta, bölünemezlik derecesi ve -bölünemezliğin geçerli
olduğu alan anlamında- grup hacmine bağlı olarak malların kamusallığını
tartışmaktadır. Örneğin Buchanan’ın geliştirdiği kulüp malları, sınırlı sayıda
kişi için tamamen bölünemeyen ve bu anlamda saf kamusal nitelik gösteren,
ancak bu grubun dışına çıkıldığında kamusallık özelliğinin tamamen ortadan
kalktığı mallar olarak tanımlanmaktadır 11. Saf kamusal mallar ise sınırsız
sayıda üyesi olan bir grup için faydası tamamen bölünemez olan mallardır
(Buchanan, 1999b: 164-167). Yalnız, bu sınıflandırmanın, hangi mal ve
hizmetlerin kolektif olarak örgütlenmesi gerektiğini belirleyecek bir araç olarak
ele alınmaması gerekiyor 12. Bu yaklaşımda özel kesim ile kamu kesiminin
sınırlarının belirlenmesi, kamusal sunum ve finansman anayasal bir tercihtir;
hangi mal ve hizmetlerin kamu tarafından örgütleneceği tercihi kesin değildir
ve zaman içinde değişebilir. Bu konuda Marmolo (1999) da Buchanan’ı
izleyerek kamu malları konusunu anayasal bir tercih süreci çerçevesinde ele
almakta, fakat kamusal sunumun nedenini bireylerin faydalarının karşılıklı
bağımlılığına veya bu inanca bağlamaktadır. Holcombe (1997) ise devletin
kamu malı sunumunun devleti idare edenlerin özel çıkarlarını geliştirdiği için
yapıldığını iddia ederek, savunma hizmetinin bile devlet tarafından sunulma
nedeninin devleti yönetenlerin kendi refahlarını korumak ve geliştirmek
olduğunu iddia etmektedir 13.
11Buchanan,
kulüp malları için üyelik esasına göre işleyen yüzme havuzu örneğini
vermektedir.
12Buchanan(1999b: 49), en azından kamu mallarının sunumu açısından böyle bir
ayrımdan kaçınılması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.
13Kamu malları teorisinin en keskin eleştirisini libertarian iktisatçılar yapmaktadır. Bu
konuda Hoppe (1989:27)’un eleştirisi çarpıcıdır: “Birçok takipçisi olmasına rağmen
bütün kamu malları teorisi yanlıştır, göz boyayan bir mantık yürütmedir, içsel
tutarsızlıklar ve mantıksız sözlerle idare edilmekte, popüler önyargılar ve tahmini
inançlar üzerinden oynamakta, fakat herhangi bir bilimsel değer içermemektedir.”
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
159
Yeni kurumsalcı iktisatçıların kamu mallarına bakış açısı, yine pozitif bir
kamu malları teorisi ortaya koyma iddiasıyla Buchanan’ın çerçevesini daha da
genişletmiştir. Geleneksel kamu malları teorisindeki “kamu” sözcüğü ile
“devlet”in kastedildiği ve bu nedenle devletin bu malları sunmasının
özendirildiği, bu iktisatçıların en önemli eleştirilerinden birisidir. Desai (2003),
mevcut kamu malları teorisinin devletçi olduğunu, artık kamu ile özel
arasındaki sınırların belirsizleştiğini, kamu-özel ortaklıklarının ve kamu
mallarının özel ve gönüllü sunumunun daha yaygın olduğunu belirterek
kamusal mal sunumuna devlet dışı aktörlerin de katıldığını belirtmektedir. Bu
nedenle yeni kurumsalcı iktisadın çerçevesine uygun olarak kamusallık, artık
devletle özdeşleştirilmemekte, kamusal alanın devlet, işletmeler, sivil toplum
kuruluşları ve hanehalklarından oluştuğu savunulmaktadır (Kaul ve Mendoza,
2003).
Kaul ve Mendoza (2003), gerçek hayatta kamu malı olarak sunulan
mallarla potansiyel olarak kamu malı olabilecek malları betimlemek üzere iki
tür kamu malından söz etmektedir. Birincisi, “Dışta tutulamaz faydalara, rakip
olmayan faydalara veya her ikisine sahip malların kamusal olması için özel bir
potansiyeli vardır.” Burada yine geleneksel tanımdaki özellikler gündeme
gelmekte fakat bu özelliklerin o malları otomatik olarak özel veya kamusal
yapmadığı öne sürülmektedir. Ayrıca bu özelliklerin politika tercihine bağlı
olarak biçimlendirilebileceği ve değişebileceği ifade edilmektedir. Kamu
malları için ikinci tanım, “dışta tutulamaz ve herkesin tüketimi için mevcut
mallar fiilen kamu malıdır” şeklindedir. Fiilen kamusal alanda olan malların da
zaman içinde değişebileceği, kamusallığın esas belirleyicisinin kapsayıcılık
olduğu belirtilmektedir. “Özetle, kamu malları teknik olarak dışta tutulamaz
olduğu için, politika tercihi nedeniyle oraya yerleştirilmiş veya bırakılmış
olduğu için, veya bilmeden orada olmasına izin verilmiş olduğu için kamusal
alanda olan mallardır. Erişim sınırlamaları bu malların tüketimini kısıtladığı
ölçüde bunlar kısmen kamusaldır” (Kaul ve Mendoza, 2003: 89). Görüldüğü
gibi, kamusal alanda olan malların kamu malı olduğunu, ancak bu durumun da
değişebileceğini söyleyen bir perspektifle konuya yaklaşılmaktadır.
Kısacası, kamu malları ve bunları tarif eden özelliklerinin, o malların
içsel özelliği olmadığı, sosyal olarak inşa edildiği, genellikle politikalarla ve
kolektif eylemlerle belirlendiği iddia edilmektedir. Bu anlamda yeni
kurumsalcı iktisadın konuya yaklaşımı malların özelliklerine dayanarak bir
tanım yapmadığını iddia etmesi, kamusallığı geniş anlamda ve anayasal seçim,
siyasi tercih veya sosyal inşa süreci olarak açıklaması ve bu kamusallığın
zaman içinde değişebileceğini vurgulaması açısından geleneksel kamu malları
teorisinden farklılık göstermekte fakat konu, hangi malların kamusal olduğunu
160
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
tartışmaya gelince bölünemezlik, dışlanamazlık, faydaların
bağımlılığı gibi tartışmalı özellikler tekrar gündeme gelmektedir. 14
karşılıklı
1.3. Saf Kamu Malı Var mı?
Kamu mallarını tanımlamak için ister malların içsel-teknik
özelliklerinden hareket edilsin, isterse pozitif bir yaklaşımla kamusallık
tartışması yapılsın, mallar için öne sürülen özelliklerin kamusallık
tartışmasında kritik bir öneme sahip olduğu görülmektedir. Bu nedenle
öncelikle bu özellikler üzerinden bir tartışma yürütmek anlamlı olacaktır.
Eğer malların kamusallığını belirleyen şey, onların içsel veya teknik
özellikleri ise hangi özellik veya özellikler kamu malını tanımlamaktadır?
Tüketimde rakip olmama, toplu arz, toplu tüketim, fayda yayılmaları,
sahiplenilememe,…vs. ölçütlerinden hangisi kamu malının ayırt edici
özelliğidir? Bu konudaki kavram bolluğundan ve iktisatçılar arasında bir
anlaşma olmadığından önceki bölümde söz etmiştik. Eğer ders kitaplarında yer
alan standartlaşmış tanımı kabul edersek, tüketimde rakip olmama ve/veya
dışta tutulamama özellikleri malların kamusallığını belirliyor mu? Bu soruya
verilecek cevap aynı zamanda fiyat mekanizmasına ve piyasaya dayalı bir
sunumun mümkün olup olmadığını göstereceğinden hangi malları kamu
kesiminin, hangi malları özel kesimin sunacağını belirlemek açısından büyük
önem taşıyor.
Tüketimde rekabetin olmaması, bir mal sunulduğunda herkesin bundan
topluca yararlanması, o malı ek bir kişiye daha sunmanın marjinal maliyetinin
sıfır olması ise 15 bu özelliğe uygun bir mal veya hizmet var mıdır? Samuelson
(1955)’in verdiği açık hava sirki ve savunma örneğini ele alalım. Sirk
gösterisini izlemekten elde edilecek fayda, bunu izlemeye gelen kişilerin
sayısından bağımsız mıdır? Belli bir noktadan sonra ek izleyicilerin gelmesi bir
kalabalığa, izdihama yol açıp diğerlerinin yararlanacağı miktarı azaltmaz mı?
Aynı şey kalabalık yollar, köprüler, hastaneler, mahkemeler,…vs. için de
geçerlidir. Aslında bütün kamu malları veya hizmetleri için bir kapasite sınırı
vardır ve bu sınır aşıldıktan sonra, bir kişinin tüketimi diğer kişinin tüketimini
(veya o hizmetten yararlanmasını) azaltacaktır. Tartışmasız şekilde saf kamu
14Cornes
ve Sandler (1994), kurumsal yapılar kamu mallarının özelliklerini
belirlemede bir etkiye sahip olsa bile, bir malın kamusallığının her zaman sosyal
olarak içsel olmadığını iddia etmekte, bu anlamda rakip olmama ve dışlanamama
özelliklerinin hala geçerli ve önemli olduğunu savunmaktadır.
15Bu tanımın ilk kısmını konuyu tüketim yönünden, ikinci kısmının ise üretim
yönünden ele aldığına dikkat etmek gerekiyor. Ancak bu konuyu daha önce
tartıştığımız için şimdilik bu ayrımın önemsiz olduğunu varsayıyoruz.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
161
malı kabul edilen milli savunma için bile bu durum geçerli olabilir. Ülkenin
topraklarının genişlediği, nüfusun öngörülemez oranda arttığı veya bir sınırda
ciddi bir tehditle karşılaşıldığı örneklerde milli savunma hizmetinden
yararlanmada kişilerin birbirine rakip olacağı açıktır.
Bu konuyu Samuelson kamu malları teorisini henüz ortaya attığında
Margolis (1955), Colm (1956) ve diğer bazı iktisatçılar gündeme getirmiş,
fakat dönemin iktisatçıları tarafından tartışma konusu bile yapılmamıştır.
Margolis (1955: 347), bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaktadır:
“Kolektif tüketim malı var mıdır? Bunlar tipik kamu hizmetleri midir?
(…) Samuelson kolektif malların tayınlanmayacağını, A’nın bir malı
kullanmasının B’ye bir maliyet yüklemeyeceğini belirtmiştir. Açıkçası,
bu durum, kapasite sınırlamaları ve tıkanıklığın gazetelere konu olduğu
eğitim, hastaneler ve otoyollar gibi tipik kamu hizmetleri için geçerli
değildir. Peki bu durum egemenliğe dayanan adalet ve polis gibi
fonksiyonlar için geçerli midir? Mahkemelerin kalabalık takvimleri,
A’ya sunulan bir hizmetin B’ye sunulacak miktarı azalttığını
göstermektedir. Benzer şekilde polise yapılan bir şikâyet, memurları
tartışmalar,
doldurulacak
formlar,
katılınacak
duruşmalarla
bağlayacağından, diğerlerine sunulacak miktarı azaltacaktır.”
Benzer şekilde Colm (1956: 408) da “bölünebilirlik kriterinin
ekonomideki özel sektör ve kamu sektörü arasındaki ayrımı ortaya
koymadığını”, sadece üretim ve tüketimin belirlenmesinde fiyatların ne ölçüde
kullanılabileceğini gösteren mal ve hizmetler hakkında bir ayrım yapıldığını
belirtmektedir.
Bir kez sunulduğunda bundan herkesin eşit biçimde yararlanacağı bir
kamu hizmeti var mıdır? Eşit tüketim konusunda gelen eleştiriler
doğrultusunda genellikle eşit tüketim yerine “eşit mevcudiyet” (equal
availability) veya “eşzamanlı tüketim” (simultaneous consumption) gibi
terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Fakat eşit mevcudiyet gibi başka bir
kavram kullanılsa da optimalite için yapılan analizler eşit tüketime
dayanmaktadır. Çünkü günümüzde hala geçerli olarak kabul edilen kamu
mallarında optimalite koşulunun elde edilebilmesi için, açıkça ifade edilmese
de X2= X21 = X22 denkliği kullanılmak zorundadır. Eşit mevcudiyet terimiyle
ifade edilen şey pek net olmamakla birlikte eğer bir mal veya hizmetin herkesin
yararlanmasına açık olduğu kastediliyorsa, özel kesimin sunduğu çok sayıda
hizmet bu kriteri karşılamaktadır. Radyo ve televizyon yayınları, sokaklara özel
şahıs veya firmaların yaptırdığı çeşmeler, internette paylaşılan bilgiler…
Bu noktada Musgrave’den alıntıladığımız sirk örneğindeki gibi toplu
tüketimin kendi başına kamu mallarını açıklamadığı, dışta tutulamama
özelliğinin kamu malının ayırt edici özelliği olduğu düşünülebilir. Dışta
162
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
tutulamama özelliğinin, tüketimde rekabetin olmaması özelliğinden farklı
olduğu, her zaman bu iki özelliğin bir arada bulunması gerekmediği genel
kabul görmekte ve televizyon yayınlarının kablolu hale getirilerek veya sirk
gösterisini izleyenlerden para alınması örneklerinde olduğu gibi tüketimlerinde
rekabet olmayan bu iki maldan tüketicilerin dışlanabilmesi mümkün
olabilmektedir. Fakat kamu mallarının tanımlanması konusunda bazı yazarların
tüketimde rekabet olmaması bazılarının ise dışta tutulamama özelliğine vurgu
yaptığı, bazılarının ise iki özelliğin birden geçerli olması gerektiğini savunduğu
görülmektedir. Birinci özelliği taşıyan neredeyse hiç kamu malı olmadığına
göre iki özelliği birden taşıyan bir kamu malından bahsetmek imkânsız
görünmektedir. Bu durumda sadece dışta tutulamama özelliğini taşıyan bir
kamu malı olup olmadığını tartışmak bile anlamlı olacaktır.
Dışta tutulamama özelliği bedelini ödemeyenlerin o mal veya hizmetin
faydasından dışlanmasının mümkün olmaması veya çok maliyetli olması olarak
tanımlandığına göre öncelikle dışta tutmanın olanaksız olduğu durumları ele
almamız gerekiyor. Bu özelliği anlatmak için verilen klasik örnekler deniz
feneri ve havai fişek gösterisidir. Deniz fenerinden yararlanmak için bir bedel
ödemeyenler bile bu fenerin sağladığı ışıktan faydalanabilirler. Fakat, deniz
fenerlerinin sunduğu hizmet bir yol yardımı olarak düşünüldüğünde artık bu
yardımın GPS sinyalleriyle sadece o hizmet için ödeme yapanların
yararlanmasına sunulmasının mümkün olduğu görülecektir 16. Bu anlamda
havai fişek gösterisini sadece ödeme yapanların izleyebileceği bir teknoloji
geliştirilmesi de çok uzak görünmemektedir. Bu örnekler geleneksel olarak
kamu hizmeti olarak sunulan hizmetleri kapsamadığından, kamu kesiminin
sunduğu hizmetlerden dışta tutmanın olanaksız olduğu bir kamu hizmeti olup
olmadığına bakalım: Bir hırsızlık veya trafik kazası durumunda polis çağırmak
için bir ödeme yapıldığı durumlar, mahkemelere dava açılması için yatırılması
gereken dava harçları, okullara kaydolmak için yatırılan kayıt bedelleri, özel
güvenlik şirketleri yoluyla verilen güvenlik hizmeti, parklara giriş ücreti
konulması,…vs. mümkün olmayan uygulamalar gibi görünmemektedir. Dışta
tutmanın çok maliyetli olması kriteri ise maliyetin yüksekliğini saptayacak bir
kriter olmaması nedeniyle ve gelişen teknolojilerin her geçen gün dışta tutmaya
olanak sağlayacak yeni araçlar geliştirmesiyle geçerli bir kriter olma özelliği
göstermemektedir.
16Deniz
feneri örneği konusunda Hoppe (1989) okyanusun belli bölgelere ayrılıp
buralarda mülkiyet hakkı kurulması durumunda deniz fenerinin sadece o bölgeden
geçen gemilere hizmet verebileceğini ifade ediyor.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
163
Dışta tutulamama özelliği için bir tek milli savunma örneği kalmış gibi
görünmektedir. Bu konuda Malkin ve Wildawsky (1991: 363) savunmanın bile
dışta tutulabilir olduğunu şu şekilde savunuyor:
“Birincisi, bir kişi, kendisini korumanın dışında tutabilir. Son zamanlarda
San Francisco’lular bir zırhlının limanlarına bağlanmasına izin
vermediklerinde benzer bir durum yaşanmıştı. İkincisi, birisi başka bir
kişiyi korumanın dışında tutabilir. Örneğin ödeme yapmayanları ülkeden
sınır dışı ederek dışta tutmak mümkündür. Üstelik, Mary Douglas’ın
iddia ettiği gibi, ‘askeri tarih, savunma zorunluluklarına göre sınır
bölgelerden korumanın çekildiği durumları kaydetmektedir’..”
Özetle, eğer dışta tutulamama kamu mallarının ayırt edici özelliği ise
dışta tutmanın mümkün olmadığı bir kamu hizmetinden bahsetmek çok zor
görünüyor. Ödeme yapmayanlar dışta tutulmak istenirse, birçok hizmet için
dışta tutmaya olanak sağlayacak yöntemler geliştirmek mümkündür. Anaakım
iktisat literatürü, özellikle kamu tercihi okuluna yakın iktisatçıların bu konuda
verdiği tarihi, güncel veya olası örneklerle doludur. 17
Kamu tercihi ve yeni kurumsalcı iktisat okullarına dahil iktisatçıların
neoklasik kamu malları teorisine yönelttikleri en önemli eleştirilerden birisi,
kamu malı-özel mal arasındaki ayrımın devletin geleneksel olarak sunduğu
hizmetleri açıklamadığı yönündedir. Devletin sunduğu bazı hizmetlerin aslında
özel mal niteliği gösterdiği, buna karşılık özel kesimce sunulan bazı
hizmetlerin de kamu malı özelliği gösterdiği belirtilmektedir. Örneğin eğitim,
kamu televizyonculuğu gibi hizmetler 18 tüketiminde rekabet olmayan ve
dışlanabilir hizmetler olmasına rağmen devlet tarafından sunulmakta, bazı
bilgisayar yazılımları 19, internetten bedava indirilen müzikler… rakip olmayan
ve dışta tutulamaz olmasına rağmen özel kesim tarafından sunulmaktadır.
Neoklasik kamu malları teorisini savunmak üzere geliştirilecek son bir
argüman kamu mallarının kamusallık özelliğinin tüketim dışsallıklarından
17Farklı
örnekler için bkz. Holcombe (1997), Block (1983), Malkin ve Wildavsky
(1991), Hoppe (1989).
18Kaul ve Mendoza (2003) bu örnekleri tablolar biçiminde göstermektedir. Aynı
tablolar için Göker (2008)’e de bakılabilir.
19Hoppe (1989:7), özel kesimin de kamu malı sunabilmesine örnek olarak bilgisayar
yazılımlarını göstermekte ve bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Bir program
yazıldığında ek kullanıcılar programı kopyalayabilir, bu mal mevcut kullanıcılara ek
bir maliyet yüklemeksizin diğerleri için de mevcut hale gelir; böylece bilgisayar
yazılımları Samuelson’cu kamu malıdır. Bu kopyalamayı önlemek çok maliyetli
olduğu için aynı zamanda dışta tutulamaz. Fakat, Bill Gates bir kamu malı satarak
yaklaşık 10 yıldır dünyanın en zengin adamı olmuştur. ”!
164
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
kaynaklandığı olabilir. Bu durumda bir kamu malının %100 dışsallık
içermesinin (eşit tüketim) mümkün olmadığını gösterdiğimize göre, bir malın
kamu malı olması için hangi düzeyde dışsallık içermesi gerektiği sorusu
gündeme gelebilir. Bunu belirlemek olanaksız olduğu gibi özel kesim
faaliyetlerinde de önemli ölçüde tüketim dışsallıkları veya fayda yayılmaları
yaratan hizmetler söz konusu olabilir. Bu nedenle bu özellik de kamu
mallarının ayırt edici özelliği olarak görülemez. Üstelik, elimizde sadece
tüketim dışsallıkları kriteri kaldıysa piyasa aksaklıkları teorisinde dışsallıklar
dışında ayrı bir kamu malları kategorisine neden gerek olduğu sorgulanmalıdır.
Sonuç olarak neoklasik kamu malları teorisi kamu malı özel mal
ayrımını bu malların içsel özelliklerine dayandırmış fakat kamu malları
yazınında hangi özelliğin kamu malını tanımladığı konusunda bir anlaşma
sağlanamamıştır. Bu özellikleri tüketimde rekabetin olmaması ve/veya dışta
tutulamazlık olarak alsak bile bu özellikleri sağlayan saf bir kamu malı bulmak
olanaksız görünmektedir. Genellikle kamu malları literatüründe bu özellikleri
açıklamak için sirk, TV yayını, havai fişek gösterisi gibi gerçek anlamda kamu
hizmetini yansıtmayan örneklerin verilmesi daha da büyük karışıklık
yaratmaktadır. Hatta özel mal-kamu malı karşılaştırması yapılırken en temel
kamu hizmeti sayılan savunma örneğinin verildiği durumda da bunun karşısına
özel kesimin sunduğu bir hizmet değil, özel bir mal olan “ekmek”
konulmaktadır. Hizmetlerle malları değil de kamu kesiminin sunduğu
hizmetlerle özel kesimin sunduğu hizmetleri karşılaştırmaya çalışsak öne
sürülen kriterlerin iyice anlamsızlaşacağı açıktır.
Kamu tercihi ve yeni kurumsalcı iktisat okuluna mensup iktisatçıların
neoklasik kamu malları teorisinin malları özelliklerine göre sınıflandırma
konusunda yaptıkları eleştirileri doğru olmakla birlikte, bu yaklaşımlara göre
yapılan tanımlardan da kamu mallarının ne olduğu anlaşılamamaktadır. Kamu
mallarını toplumun kamusal olarak sunulmasını istediği veya kamusal alanda
olan mallar olarak tarif etmek totolojik bir ifade olduğu gibi, buradaki
“kamu”yu da neredeyse herkesten oluşan bir grup olarak tanımlamak konuyu
iyice bulanıklaştırmaktadır. Öyleyse toplum, neyin kamu malı olacağına nasıl
ve neden karar vermektedir? Bunu açıklamak için toplu arz, bölünememe gibi
kriterler ortaya konulduğu andan itibaren başlangıç noktasına dönmüş
oluyoruz.
Bir kamu malları teorisinin kamusal olanla özel olanı ayırt etmesi, bazı
hizmetlerin neden devlet, bazı hizmetlerin neden kamu kesimi tarafından
sunulduğunu, kamusal faaliyetlerin en azından iktisadi temellerini
açıklayabilmesi gerekir. Aynı zamanda bir kamu malları teorisinin bazı kamu
hizmetlerinin neden zorunlu, tayınlanmış veya bedava sunulduğunu açıklaması
beklenir. Oysa ne geleneksel neoklasik iktisat, ne kamu tercihi ne de yeni
kurumsalcı iktisat malların kamusallığının belirlenmesi için anlamlı bir kriter
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
165
öne sürememiştir. Belirtilen özellikleri taşıyan saf bir kamu malı olmadığına
veya “kamu” herkesi kapsayan bir kolektifliği temsil ettiğine göre kamu
mallarını devletin sunması da gerekmemektedir. Bu durum, başlangıçta iddia
ettiğimiz gibi kamu malları teorisinin kamusal sunuma bir gerekçe
oluşturamadığını açık biçimde göstermektedir. Bu konudaki tartışmayı kamu
mallarının belki de en önemli ortaya konuluş nedeni olarak gösterilen piyasa
başarısızlıkları bölümünde detaylandıracağız. Bu noktada, kamu malları
kavramlaştırmasının malların kamusallığını belirlemede başarısız olduğunu
gördüğümüze göre, bu teorinin neden ortaya konulduğunu araştırmak anlamlı
olacaktır.
2. Kamu Malları Teorisinin Amaçları
Kamu malları teorisinin ortaya konulma amacı nedir? Kamu malları
konusunda bir milat kabul edilen Samuelson’un makalesinde ilk cümle optimal
kamu harcamaları teorisinin ihmal edildiğini söyleyerek başlamaktadır: “Sax,
Wicksell, Lindahl, Musgrave ve Bowen hariç, iktisatçılar optimal kamu
harcamaları teorisini ihmal etmiş, enerjilerinin çoğunu vergileme teorisine
harcamışlardır.” (Samuelson, 1954:387). Samuelson, buradan hareketle özel
tüketim malları ve kolektif tüketim malları şeklinde bir ayrıma giderek Pareto
optimumu çerçevesinde kamu malları için 20 optimum koşulları ortaya
koyacağını ifade etmektedir. Gerçekten, Samuelson’un bu konudaki
çalışmalarına bakıldığında kamu harcamaları veya kamu mallarını tartışmaktan
çok optimal koşullar üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Pickhardt (2006) da
Samuelson’u bu makaleyi (1954) yazmaya iten nedenlerin, matematiğin
iktisatta kullanışlı bir yöntem olduğunu göstermek, tercih açıklama sorunu
hakkında Lindahl’in modelinin yetersizliğini göstermek ve daha önce
çalışmasını yaptığı yeni refah iktisadı konusunu genişletmek olduğunu;
Samuelson’un kamu harcamalarını açıklama gibi temel bir amacı olmadığını
iddia etmektedir.
Zaman içinde gelişen kamu malları teorisini incelediğimizde kamu
malları analizinin üç farklı amaçtan yola çıktığını söyleyebiliriz. Bunlardan
20Samuelson’un
bu konudaki ilk makalesinin başlığı “The Pure Theory of Public
Expenditure” yani Kamu Harcamalarının Saf Teorisi’dir. Samuelson, aslında kolektif
tüketim malları olarak adlandırdığı mal ve hizmet kategorisi için etkinlik koşullarını
ortaya koymasına rağmen makalesinin başlığında kamu harcamaları kavramını
kullanmıştır. Daha sonra bütün kamu harcamalarının kolektif tüketim harcamaları
olmadığı yönünde gelen eleştiriler doğrultusunda bu konuda bir açıklama yapmış,
fakat daha sonra bu konudaki çalışmalarının başlığında kamu harcamaları sözcüğünü
kullanmaktan vazgeçmemiştir.
166
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
birincisi kamu mallarının normatif teorisini oluşturan kamu mallarının etkin
sunum koşullarının belirlenmesine yöneliktir. İkincisi, piyasa aksaklıkları
teorileri çerçevesinde, kamu mallarını piyasa mekanizmasının etkin olarak
üretememe nedenlerinin araştırılmasıdır (Head, 1974: 69). Üçüncüsü ise piyasa
dışı karar alma süreçleri ve kurumsal düzenlemelerle kamu mallarının nasıl
sunulduğunun ve etkin sunumunu sağlamaya yönelik yöntemlerin
araştırılmasıdır. İlk iki amaç refah iktisadı, üçüncü amaç ise kamusal tercih,
kurumsalcı iktisat ve deneysel iktisat yoluyla incelenmeye çalışılmaktadır. Bu
bölümde kamu malları teorilerinin başarısını değerlendirmek üzere bu üç
konuda yeterli açıklama getirip getirmediği tartışılmaya çalışılacaktır.
2. 1. Optimum Üretim Koşulları
Neoklasik iktisadın piyasanın etkinliğini göstermede mihenk taşı kabul
edilen Pareto optimumu, kamu malları konusunda da bir etkinlik kriteri olarak
ele alınmaktadır. Pareto etkinlik kriteri tam rekabetçi piyasaların kaynak
tahsisinde etkinliği sağlaması için gereken koşulları ortaya koymaktadır.
Pareto optimumunun elde edilebilmesi için çok sayıda varsayımdan yola
çıkılmaktadır. Tam ve mükemmel rekabet, tam bilgi, üretim faktörlerinin ve
malların tam bölünebilirliği, malların ve üretim faktörlerinin tam akışkanlığı,
tüketici kayıtsızlık eğrilerinin orijine dışbükey olması, ölçeğe göre artan
getirinin olmaması….vs. etkinlik koşullarının elde edilmesi için gerekli
başlangıç varsayımlarıdır (Sönmez, 1987: 56-57). Buna ek olarak dışsallıkların
ve devletin (dolayısıyla kamu mallarının) olmadığı bir ekonomide şu üç
koşulun aynı anda yerine gelmesi durumunda “kimsenin durumunu
kötüleştirmeden bir kişinin bile durumunun iyileştirilemeyeceği” Pareto
optimumu elde edilir:
Mübadelede etkinlik: Bu koşul, X ve Y gibi iki malın A ve B gibi iki tüketici
için marjinal ikame oranlarının (MRS) aynı olmasını gerektirir.
MRSAxy = MRSBxy = Px/Py
Üretimde etkinlik: Bu iki malın üretimi için, K ve L gibi iki üretim faktörünün
marjinal teknik ikame oranlarının (MRTS) aynı olması gerekmektedir.
MRTSXLK = MRTSYLK = w/r
Üst düzey optimum: Bireylerin 2 mal için marjinal ikame oranlarının
ekonominin tümü için üretim olanaklarını işaret eden marjinal dönüşüm
oranına (MRT) eşitlenmesi, yani talep ve arzın eşitlenmesi gerekmektedir:
MRSAxy = MRSBxy = MRTxy = Px/Py
Kamu mallarının optimum üretim koşullarını ortaya koyan Samuelson
(1954) de bu çerçeveden hareket ederek kamu malları için Pareto optimumuyla
uyumlu bir etkinlik koşulu geliştirmiştir. İlk makalesinde matematiksel
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
167
terimlerle ifade ettiği etkinlik koşulunu ikinci makalesinde (Samuelson, 1955)
daha anlaşılır kılmak için grafiklerle açıklamıştır. Samuelson, daha önce
Bowen’in kısmi denge modeliyle gösterdiği, Musgrave’in ve Lindahl’in
gönüllü değişim modelleriyle ipuçlarını verdiği kamu mallarına ilişkin denge
koşulunu, Pareto optimumu çerçevesine yerleştirmiştir. Samuelson’un denge
koşulu günümüzde kamu malları için hala kullanılan bir etkinlik kriteridir. Özel
(X) ve kamusal (G) iki mal ve A ve B gibi iki bireyin olduğu bir ekonomide
kamu malları için etkinlik koşulu 21:
MRSAXG + MRSBXG = MRTXG
olarak elde edilmektedir. Bunun anlamı, bireylerin özel ve kamusal mal
arasındaki marjinal ikame hadleri toplamının bu iki mal arasındaki marjinal
dönüşüm haddine eşit olmasıdır. Yani bireylerin ek bir birim kamu malı elde
etmek için vazgeçmek isteyecekleri özel mal miktarlarının toplamı, ek bir birim
kamu malı üretilmesi için vazgeçilmesi gereken özel mal miktarına eşit
olmalıdır. Özel mal miktarlarını bir hesap birimi (numeraire) olarak ele
aldığımızda marjinal ikame haddi, bireyin kamu malının bir birim
artırılmasından elde edeceği marjinal faydayı vermekte ve optimalite koşulu
bireylerin kamu malından elde ettikleri marjinal faydaların (MF) toplamının
marjinal maliyete (MC) eşitlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır ( MFAG +
MFBG = MC).
Özel mallarda marjinal ikame hadlerinin birbirine eşit olmasını
gerektiren koşulun burada bu hadlerin toplamı olarak karşımıza çıkma nedeni,
kamu mallarının bölünemezlik özelliğidir. Kamu malları bir kez sunulduğunda
bundan herkesin eşit olarak yararlanması bireylerin kamu malı miktarını veri
olarak almasına ve bireyler için farklılaştırılmış bir fiyat uygulanması yoluyla
dengenin sağlanmasına yol açmaktadır 22. Oysa tam rekabetçi piyasaların
geçerli olduğu özel mallarda fiyat veri olarak alınmakta ve tüketiciler miktar
ayarlaması yapmaktadır. İdealize edilmiş hayali bir dünyada özel mallar için
gerekli olan koşul kamu mallarına çok benzer bir şekilde uyarlanmış, böylece
sorun çözülmüş görülmektedir. Ancak esas sorun burada başlamaktadır.
Neoklasik iktisatta talep eğrilerinin veya bu eğrilerin elde edilmesini
sağlayan kayıtsızlık eğrilerinin bireylerin o mal veya hizmete atfettikleri değeri
gösterdiğini biliyoruz. Kamu mallarının olduğu durumda da denge, bireylerin
21Aynı
koşul, Buchanan’ın analizinde refah bağlamında bir Pareto etkinlik koşulu
olarak değil, az sayıda kişiyle kamu malları için bir gönüllü değişim modeli olarak
elde edilmektedir (Head, 1974:153).
22Samuelson (1955)’in kamu mallarını tanımlamak için kullandığı (X = X 1 = X 2 )
2
2
2
eşitliği, bu koşulun elde edilmesini sağlamaktadır.
168
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
kamu mallarından elde ettikleri marjinal faydalardan 23 yola çıkılarak elde
edilmektedir. En basit biçimiyle bu analiz, bireylerin kamu mallarından elde
ettikleri marjinal faydaları toplayıp marjinal maliyete eşitlediğimizde optimal
kamu malı miktarını bulacağımızı söylemektedir.
Bu noktada bunun totolojik bir çözüm olup olmadığı sorusu bir yana, iki
temel soruyla karşı karşıyayız: Birincisi kamu malları, tanımı gereği (toplu
tüketim ya da dışlanamazlık özelliği nedeniyle) bireylerin tercihlerini
açıklamadıkları mallar olduğuna göre, analizin bireylerin marjinal
değerlendirmelerinden başlaması ne derece anlamlıdır? Diğer bir deyişle
bireylerin taleplerini açıklamadıkları bir dünyada, kamu malları talebi
belirliymiş gibi varsayıp sonra bunu arza eşitlemek bir çözüm müdür? İkincisi,
piyasa fiyatlarının olmadığı bir durumda marjinal faydaları nasıl ölçeceğimiz
ve bunlara göre bir ödemenin nasıl yapılacağı sorusudur. Sorunun çözümü,
bireylerin kamu malları için gönüllülük esasına göre fiyat benzeri bir ödemede
bulunmasını gerektirmektedir. Bireylerin kamu malları için kendi
değerlendirmelerine göre bir fiyat belirlemeleri söz konusu olamayacağından
her şeyi bilen bir hakemin veya plancının 24 bu denge koşulunu sağlayacak
farklılaştırılmış bir vergi fiyatı uygulaması gerekecektir. Bu ise bireylerin
yararlanma ilkesine göre vergi ödedikleri bir durumu işaret etmektedir.
Bireylerin topluca yararlandığı ve tüketiminden dışlanamadığı saf kamusal
mallarda, yararlanma ilkesi uyarınca vergi almak mümkün müdür? Samuelson
(1954: 389)’un bu soruya cevabı, yararlanma ilkesine göre vergilemenin
hesaplama problemlerini merkezi olmayan bir tarzda çözemeyeceği, fakat
“ütopik oylama ve sinyal formları”nın düşünülebileceği şeklindedir.
Samuelson, “çözüm mevcuttur; sorun bunu nasıl bulacağımızdır” diyerek
ortaya koyduğu denklemin bir çözümü gösterdiğini, ancak bunun nasıl elde
edileceğinin belirli olmadığını söylüyor. Musgrave (1969: 125-6) ise özel ve
sosyal mallar arasındaki kaynak tahsisinin bireysel tüketici tercihlerine göre
yapılması gerektiğini ve sosyal malların bireysel tercihlerle bağlantılı bir grup
kararı gerektiren mallar olduğunu ifade ediyor. Musgrave (1969: 134), sosyal
mallar durumunda fiyatlama kuralı uygulamak dışta tutulamazlık ve tercih
açıklama sorunları nedeniyle zor olmasına rağmen bunun etkinlik için önemli
23Bireylerin
özel mal ile kamu malı arasındaki marjinal ikame hadlerinin, bireylerin bu
mallara atfettikleri göreli değerleri yansıttığı kabul edilmektedir. Kayıtsızlık
eğrilerinin miktar-fiyat eksenine aktarılmasıyla bireylerin talep eğrileri elde edilir.
Talep eğrileri ise bireylerin o maldan elde ettikleri marjinal faydaları, dolayısıyla
ödeme istekliliğini gösterir.
24Samuelson (1954:388)’un ifadesiyle “etik gözlemcinin memuru” (the servant of the
ethical observer) veya “planlama otoritesi tarafından atanan hakem” (Samuelson,
1969:103).
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
169
olduğunu, bu alandaki çalışmalar hakkında Samuelson kadar nihilist olmadığını
belirtiyor. Samuelson (1969), daha sonraki bir makalesinde genel denge, talep,
vergi fiyatı ve çözüm sözcüklerinin başına sahte, hayali, gölge anlamlarına
gelen pseudo sözcüğünü ekleyerek bu konudaki karamsarlığını sürdürüyor.
Hatta siyasi süreçlerin Arrow’un olanaksızlık teoremine takılacağını, oyun
teorisinin ise sorunu çözmekten çok paradokslar yaratacağını öne sürüyor
(1969: 106).
Sorun burada da bitmemektedir. Taleplerin açıklanması sorununu
çözsek bile klasik Pareto optimumu analizinde olduğu gibi sonsuz sayıda
Pareto optimum nokta karşımıza çıkmaktadır ve bunlardan birisini seçmek için
bir kritere ihtiyacımız vardır. Samuelson, bunun için “tutarlı bir etik tercih
kümesini yansıtan bir sosyal refah fonksiyonuna” ihtiyacımız olduğunu fakat
bu tür bir fonksiyon oluşturmanın, iktisatçının “bilimsel” bir görevi olmadığını
ifade etmektedir (Samuelson, 1954: 387). Böylece sorunun etikle, siyasetle ve
bölüşümle ilgili kısmını bilimsel olmadığı ve iktisatçının işi olmadığı
gerekçesiyle analizin dışına atmaktadır.
Kamu malları için özel malların bir tür hesap birimi olarak ele alınması,
özel mallarla kamu malları arasında bir ikame ilişkisi kurulması konusuna da
dikkatle yaklaşmak gerekir. Bu analizde kamu mal ve hizmetlerinin
sunulmasının özel mallar açısından bir tür bedeli olduğu varsayılmaktadır.
Daha açık bir ifadeyle eğer daha fazla adalet, güvenlik, savunma istiyorsanız
daha az ekmek, giysi, otomobil gibi özel mal alabileceğinizi söyleyen bir
mantık çerçevesinde kurgulanmış bir analiz söz konusudur. Neoklasik iktisadın
piyasa-devlet ikiliği şeklindeki düşünce biçiminin bir yansıması burada da
karşımıza çıkmaktadır. Oysa özel ve kamusal mallar arasında bir
tamamlayıcılık ilişkisinin olduğu pek çok durum mevcuttur. Ayrıca bu mantık,
her tür kamusal mal üretiminin özel piyasadan çekilecek bir kaynak olarak
görüldüğünü göstermektedir.
Sonuç olarak, kamu mallarının optimal düzeyde üretimi için elimizde
kamu malı tanımıyla çelişen bir varsayım yapılarak elde edilen ve çözümü
olmayan bir formülden başka bir şey yoktur. Farklılaştırılmış fiyat uygulaması
yapılamadığından ne kadar kamu malı üretileceği sorunu da çözülememektedir.
Kamu malları için denge koşulu, hala bir etkinlik koşulu olarak varlığını
sürdürmekte, Samuelson’un tahmin ettiği gibi oyun teorisi ve deneysel iktisat
yazarları, gönüllü katkılara dayanan kamu malı sunumunun Samuelson’un
formülündeki etkinlik koşulundan daha düşük düzeyde bir kamu malları
sunumunu gerçekleştirdiğini kanıtlayan veya Buchanan’ın kulüp malları
kategorisindeki gibi gönüllü katkılarla sunumun olanaklılığını araştıran
170
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
çalışmalar ortaya koymaktadır 25. Hirschleifer (1983)’ün ortaya koyduğu kamu
malı sunum koşullarına ilişkin toplama (aggregation), en iyi vuruş (best shot)
ve en zayıf halka (weakest link) teknolojileri konusundaki çalışmalarda da
optimal çözümün elde edilemediği görülmektedir. Kamu malı sunumunda
siyasi süreçleri ele alan kamu tercihi yazarları ise pozitif bir kamu malları
analizi yaptıklarını iddia ederek devletin kamu malı sunumunun da etkinlik
kaybına yol açtığını göstermektedirler.
2.2. Piyasa Başarısızlığı
Piyasa başarısızlıkları, Pareto optimumunun sağlanmasını engelleyen
koşulların varlığında devlet müdahalesinin bir gerekçesi olarak ortaya çıkar ve
kamu malları en önemli piyasa başarısızlıklarından birisi olarak görülür. Bu
durumda öncelikle kamu mallarının neden bir piyasa başarısızlığı olduğuna,
daha sonra ise bu durumda devletin rolüne ilişkin bir tartışma yürütmek
gerekiyor.
Kamu mallarının piyasa başarısızlığı olması, taşıdığı öne sürülen
özelliklerle ve tutuklunun çıkmazı oyunu çerçevesinde açıklanmaktadır. Kamu
mallarının neden bir piyasa başarısızlığı oluşturduğunu tartışmak için bir
zemine ihtiyacımız olduğundan kamu malı tanımındaki bütün karmaşıklığa
rağmen en yaygın olarak kullanılan iki temel özelliği dikkate alacağız.
Toplu arz: Bölünememe, tüketimde rekabetin olmaması gibi birbirinden
farklı ve tartışmalı kavramlar çerçevesinde ele alınsa da literatürde en çok
kabul gören birinci özelliğin toplu arz (joint supply) olduğunu söyleyebiliriz.
Genellikle “bir bireyin bu maldan tüketiminin diğer bireyin tüketiminde bir
azalmaya yol açmaması veya ek bir maliyete yol açmaması” olarak tanımlanan
bu özellik, kamu mallarından topluca yararlanıldığını belirtmektedir. Mal bir
kez sunulduğunda bireylerin bundan eşit biçimde yararlanması, bireylerin
taleplerini daha düşük göstererek “yanlış sinyaller vermesine” yol açmaktadır
(Samuelson, 1954: 387). Tercih açıklamayla ilgili bu sorun nedeniyle bireylerin
marjinal değerlendirmelerine bağlı, piyasa fiyatı benzeri farklılaştırılmış bir
fiyat uygulanmasının imkânı yoktur. Bir kez bu malı sunduğunda bundan bütün
bireylerin eşit bir biçimde yararlanacağını bilen ikinci bir üretici piyasaya
girmeyecektir. Bu durum mümkün olsa bile mal hakkında daha yüksek
marjinal değerlendirmeye sahip kişi, sürekli başka arz edicilere yönelecektir.
Bu noktada tam rekabetçi bir piyasa işlemeyecektir. Bu kamu malının üretimini
25Bu
konuda yapılmış çok sayıda çalışma mevcuttur. Bunlardan bazıları için
Hirschleifer (1983), Bergstrom, Blume, Varian (1986) ve Ledyard(1994)’e
bakılabilir.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
171
tek bir üreticiye vererek bir tekel oluşturulsa bile bu tekelcinin bireylerin
marjinal değerlendirmelerini bilerek buna göre bir fiyat uygulaması, bilgi
sorunları nedeniyle olanaksızdır (Head, 1974: 79).
Bir kişinin kamu malından yararlanmasının marjinal maliyeti sıfır
olduğu sürece, bu hizmetten yararlanmaktan marjinal fayda elde edecek bir
kişiyi dışlamak Pareto koşulunu ihlal edecektir. Bu nedenle toplu arz kendi
başına Pareto optimumunu sağlamayı olanaksız kılan bir durum olarak
görülmektedir.
Dışlanamazlık: Dışta tutulamama, dışsallık, fayda yayılmaları şeklinde
ele alınan ikinci özellik, ödeme yapmayanların belli bir mal veya hizmetin
faydalarının dışında tutulamaması olarak tanımlanmaktadır. Bu özellik,
Musgrave (1959) tarafından tüketimden dışlamanın olanaksızlığı şeklinde ifade
edilse de dışta tutmanın çok maliyetli olması da bu çerçevede ele alınmaktadır.
Bir mal veya hizmet sunulduğunda bundan eşit bir biçimde yararlanacağını
bilen bireylerin o mal veya hizmetin finansmanına katkı yapması için hiçbir
neden olmadığı savunulmaktadır. Dışlanamazlık özelliği, bireylerin kamu
mallarına olan taleplerini açıklamamalarına, bu mallardan kimin ne ölçüde
yararlandığının bilinememesine ve bedavacılığa yol açmaktadır. Özellikle grup
hacmi arttıkça bu sorun daha da çözülemez bir boyut almakta, dışlanamazlık
özelliği gösteren malların bireylerin fiyat benzeri gönüllü katkılarına dayanan
bir yöntemle sunulması olanaksız olmaktadır. Tam rekabetçi piyasalarda kişiler
mallara olan taleplerini o mala bir bedel ödeyerek göstermekte, fiyatlar da
malın azlığı, çokluğu ve kalitesi hakkında bir bilgi sunmaktadır. Tercihlerin
açıklanmadığı ve fiyatlandırmanın yapılamadığı kamu mallarında Pareto
etkinlik koşulları da ortadan kalkmakta, bir piyasa başarısızlığı ortaya
çıkmaktadır.
Kısacası, her iki özelliğin de bir piyasa başarısızlığına yol açma nedeni
esas olarak bireylerin tercihlerini açıklaması sorunuyla ilgilidir. Bireylerin
kamu mallarına olan tercihlerini açıklamamaları, taleplerini belirleyecek bir
mekanizma olmaması, kendi çıkarını düşünen bireylerin bedavacılık yapmasına
neden olmakta, bu nedenle fiyat gibi gönüllü katkılara dayanan bir sistem
işlememektedir. Sonuçta bu durum piyasanın saf kamu mallarını arz
etmemesine, yarı kamusal malları ise etkin düzeyin altında arz etmesine yol
açmaktadır. Samuelson (1954: 388)’un “adem-i merkezi, kendiliğinden bir
çözümün olanaksızlığı” sonucuna varmasındaki neden de rasyonel ve kendi
çıkarını düşünen bireylerin kamu malları konusunda tercihlerini
açıklamamaları ve kamu mallarının finansmanına gönüllü katkıda
bulunmamalarıdır. Musgrave (1969) ise rakip olamama ve dışta tutulamama
özelliklerini bir arada ele almakta ve dışta tutulamama özelliğine vurgu yaparak
bunun yol açtığı bedavacılık sorununun piyasa başarısızlığına neden olduğunu
belirtmektedir.
172
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
Günümüzde kamu mallarının bir piyasa başarısızlığına yol açtığı
genellikle tutuklunun çıkmazı oyunu çerçevesinde açıklanmaktadırlar. A ve B
gibi iki kişinin bahçeleri arasına çit yaptırmasının bu iki kişi için bir kamu malı
niteliğinde olduğunu düşünelim. Bu çiti yaptırmanın maliyeti 100, faydası 80
olduğu durumda aşağıdaki matristeki her bir hücre bu bireylerin çit yapımına
katkı yapması veya yapmaması durumunda elde edecekleri kazancı
vermektedir.
Tablo.1. Tutuklunun çıkmazı ve kamu malları
B
A
Katkı yapma
Katkı yapmama
Katkı yapma
1
Katkı yapmama
4
(30, 30)
2
(-20, 80)
3
(80, -20)
(0, 0)
Kişisel çıkar güdüsü nedeniyle işbirliği yapmamak, her iki birey için de
baskın strateji olduğundan iki birey de katkı yapmamayı seçeceklerdir. Diğer
bireyin durumunu dikkate almadan yaptıkları bu seçim sonucunda ikisinin de
katkı yapmadığı durumda (3 no’lu hücrede) denge oluşur. Tutuklunun çıkmazı
oyununda Cournot-Nash dengesi olarak adlandırılan tek denge noktası budur
ve bu, Pareto optimal olmayan bir noktadır. Bu örnek, bedavacılık nedeniyle
kamu mallarının gönüllü katkılarla sunulamadığını ve kamu malları durumunda
neden piyasa başarısızlığı olduğunu göstermektedir.
Kamu malları sunumu, eğer piyasanın başarısız olduğu veya fiyatlara
dayalı bir sistemin çözemediği bir sorun yaratıyorsa, kamu mallarını devletin
sunması sonucunu çıkarmamız gerekmez mi? Samuelson, ilk iki makalesinde
(1954, 1955) bu konuya ilişkin bir açıklama yapmamış, yalnızca bu durumun
bir piyasa başarısızlığı oluşturduğunu belirtmiştir. Fakat daha sonra (1969: 108)
bu konudaki fikrini bir dipnotta ifade etmektedir: “(n+1) inci kez şu uyarımı
tekrar etmek isterim ki bir kamu malının özel işletme yerine kamu işletmesi
tarafından sunulması gerekli değildir.” Kısacası Samuelson, kamu mallarını
piyasanın sunamayacağını göstermekte, fakat kamu kesiminin de sunması
gerekmediğini ifade etmektedir. Musgrave (1969: 124) ise bu konuda nettir:
“Kamu sunumu belli malların tüketicilere … bütçe süreci yoluyla
doğrudan ödemeler olmaksızın sağlanması anlamına gelir. … Özel ve
sosyal mallar arasındaki kaynak tahsisi (özel veya kamusal olarak
üretilsin) sorunu ... kamu maliyesi veya kamu ekonomisinin merkezi
teorik sorunudur. Bu, üretimin özel veya kamu tarafından yönetiminden
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
173
(özel veya kamu malı olsa da) yani sosyalizm ve kapitalizm arasındaki
geleneksel ayrımdan tamamen bağımsız ve ilgisizdir.
…
Sosyal malların bazı özellikleri bütçe süreci yoluyla kamu sunumunu
gerektirir.”
Musgrave (1969)’un tüketiminde rekabet olmayan ve dışta tutulamayan
malları devletin sunması gerektiğine ilişkin çıkarımı da gerçekte fazla bir
anlam ifade etmemektedir. Daha önce tartıştığımız gibi eğer kamu mallarını bu
iki özelliği taşıyan mallar olarak tanımlarsak gerçek hayatta buna uygun bir
kamu mal veya hizmeti bulmak neredeyse olanaksızdır. Kamu malları
teorisinde Musgrave-Samuelson çizgisini devlet sunumunu özendirmek ve
kamu harcamalarının artışına yol açmakla eleştirenlerin 26 gözden kaçırdıkları
veya tutarsızlığa düştükleri nokta burasıdır. Birincisi, Samuelson’un
çalışmalarında kamu mallarını devletin sunması gerektiğine ilişkin doğrudan
bir ifade bulunmadığı için Musgrave-Samuelson çizgisi gibi bir yaklaşımdan
bahsedilmesi tartışmalıdır. İkincisi, Musgrave’in kamu mallarını iki özelliği
birden taşıyan mallar olarak dar bir çerçeveye hapsetmesi, kamusal sunumu
özendirmemekte, aksine bu özellikleri taşımayan malların özel kesim
tarafından da sunulabileceğini ima etmektedir. Üçüncüsü ise bir yandan malları
içsel özelliklerine göre tanımlamanın doğru olmadığı ve gerçek hayatta bu
özellikleri taşıyan kamu malları olmadığı iddia edilmesine rağmen, bu
yaklaşımın devlet sunumunu özendirdiğini savunmak ciddi bir tutarsızlık
içermektedir.
Tutuklunun çıkmazı oyununda ortaya çıkan durum, bazı iktisatçılar
tarafından bu malların devlet tarafından sunulması ve finansmanının vergilerle
yapılmasının nedeni olarak gösterilmektedir. Fakat, libertarian ve kamu tercihi
okuluna yakın iktisatçılar, bu piyasa başarısızlığından devletin bu malları
sunması için bir sonuç çıkarılmaması gerektiğini, devlet müdahalesinin de
maliyetleri olduğunu öne sürmektedirler. Kamu tercihi okuluna göre
politikacılar oy, bürokratlar gelir ve yetki alanı maksimizasyonu çerçevesinde
hareket ettiklerinden kamu malları sunumu optimal düzeyin çok üzerinde
gerçekleşmektedir. 27 Yeni kurumsalcı iktisatçılar ise optimal düzeyde kamu
malı üretimi yerine yeterli düzeyde kamu malı üretiminin temel alınması
gerektiğini öne sürmekte ve bu amaçla bedavacılık durumunda kamu malları
26Örneğin
Malkin ve Wildawsky (1991), Holcombe (1997), Block (1983), Hoppe
(1989).
27Özellikle kamu mallarının sunumunda bürokrasi teorisini ortaya koyan Niskanen
(1971)’in, bürokratik üretim modelinin kamu harcamalarının artışına nasıl yol
açtığını gösteren çalışması önemlidir.
174
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
sunumu için en iyi örgütlenme biçiminin ve kamu mallarının gönüllü katkılarla
finansmanının ne olacağı üzerinde çalışmaktadırlar.
Görüldüğü gibi kamu mallarının bir piyasa başarısızlığı olduğu gösterilse
bile buradan kamusal sunum ve finansman sonucu çıkarılamamakta, bu
sonucun çıkarılmaması gerektiği önemle vurgulanmaktadır. Bu durum, kamu
malları teorisinin devlet sunumuna gerekçe oluşturmak için değil, tam tersine
kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine zemin hazırlayacak şekilde
tasarlandığını göstermektedir. Kamu malları için denge koşulunun sağlanması
da ancak kamu mallarının fiyatlandırılabilmesi durumunda mümkündür. Bu
durum, ilk formülasyonun neden hala geçerli bir koşul olarak görüldüğünü ve
son zamanlarda iktisat yazınının neden kamu mallarının gönüllü katkılarla
finansmanı sorununa yöneldiğini de açıklamaktadır.
2.3. Kamu Malları Sunumunda Piyasa Dışı Karar
Süreçleri ve Kurumlar
Kamu malları teorisinde tercih açıklama ve bedavacılık sorunları
nedeniyle denge koşulunun elde edilememesi ve piyasa başarısızlığının ortaya
çıkması, kamu malları yazınının odak noktasını değiştirmiştir. Bu sorunlar,
kamu malları çalışmalarının farklı kamu mallarının sunumunda fiyat benzeri
bir piyasa dışı karar almanın olanaklılığı, bireylerin gönüllü katkılarla kamu
malı sunumuna katılmaları için gerekli müşevviklerin nasıl oluşturulacağı, bu
konuda kurumsal yapıların nasıl oluştuğu ve bu kurumsal yapıların en etkin
biçiminin ne olacağı konularına yönelmesine yol açmıştır. Aynı zamanda
bireylerin bedavacılık davranışları ve gönüllü katkıyı teşvik eden
mekanizmaların neler olduğu üzerine geniş bir deneysel iktisat yazını
oluşmuştur. Kamu tercihi okulu, anayasal iktisat, davranışçı iktisat, oyun
teorisi, bilgi ekonomisi ve nihayet yeni kurumsalcı iktisat kamu mallarında
tercih açıklama, siyasi süreçler ve üretim koşullarına yönelik kuramlar
geliştirmişlerdir. Bu alandaki çalışmalar çok geniş bir yelpazeyi içerdiğinden
ve bunları özetlemek yazının sınırlarını aşacağından, yalnızca bu çalışmaların
bazı sonuçları üzerinde kısaca durulacaktır.
Tutuklunun çıkmazı oyununda bireyler için en iyi durum işbirliği yapılan
1 no’lu hücre olmasına rağmen 3 no’lu hücrede dengenin oluşması, kolektif bir
eylemin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu işbirlikçi çözümün ortaya çıkması
için farklı seçim-oylama sistemlerinin veya kurumsal yapıların araştırılması
kamu tercihi yazınının araştırma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Aynı
zamanda kamu tercihi okulu, rasyonel ve kendi çıkarını düşünen birey
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
175
varsayımını politikacılar, bürokratlar ve seçmenler için genişleterek karar alma
mekanizmalarını kişisel çıkar motifi çerçevesinde incelemektedir. 28
Kamu tercihi yazarlarının en çok başvurduğu Knut Wicksell ve onun
çalışmalarını geliştiren Buchanan ve Tullock (1962), Pareto etkin kamu malı
miktarı sunumunun ancak oybirliği durumunda mümkün olduğunu ifade
etmiştir (Mueller, 1984: 24). Bir kamu malı sunulduğunda bireylerin bu malın
finansmanına zorlanması, bunu istemeyen veya yaptığı katkıdan daha az fayda
elde eden bireylerin daha kötü duruma geçmesine neden olacak, bu da Pareto
koşulunu ihlal edecektir. Ancak oybirliği ilkesinin tek bir bireye veto hakkı
vermesi, oybirliğine ulaşmanın neden olacağı maliyetler ve bu nedenle bu
kuralın uygulanmasının zorluğu, kamu tercihi yazınının oyçokluğu sistemi
konusunda yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Oyçokluğu sistemine yönelik araştırmalar, oylama sonucunun
irrasyonelliği ve bir kısır döngü oluşturması, Arrow’un olanaksızlık teoreminde
olduğu gibi bireysel tercihlerin sosyal tercihlere aktarılmasının olanaksızlığı,
stratejik davranış ve oy ticareti nedeniyle tercihlerin doğru yansıtılmaması,
medyan seçmenin tercihlerinin seçim sonucunu belirlemesi gibi genellikle
çözümsüzlüğü işaret eden sonuçlar ortaya koymuştur.
Temsili demokrasilerde karar alma süreçlerine ilişkin çalışmalarda ise
genellikle Downs (1957)’nin öne sürdüğü model temel alınmış, rasyonel ve
kendi çıkarını kollayan politikacı, seçmen ve bürokratların olduğu bir sistemde
temsili demokrasilerin kamu harcamalarının artışına, etkinsizliğe, israfa ve
istikrarsızlığa nasıl yol açtığı gösterilmiştir.
Dışta tutmanın mümkün olduğu, üyelerinin gönüllü katkılarına dayanan
ve optimalite koşullarının sağlanabildiği kulüp malları (Buchanan,1965), bazı
kamu malları için devlet dışı bir alternatif sunduğundan, en çok rağbet gören
konulardan biri olmuştur 29. Daha sonra kulüp malları teorisi, Tiebout
hipotezi 30 ve Olson’un çalışmaları 31 grup hacmi, tahsis kararları, işlem
28Kamu
tercihi yazınının geniş bir taraması için bkz. Mueller (2003).
mallarının kamu mallarıyla karşılaştırmalı bir şekilde detaylı analizi için bkz.
Mc Nutt (2000).
30“Voting by the feet” olarak da bilinen Tiebout (1956) hipotezi, bireylerin kendilerine
en uygun vergi-harcama bileşimini sunan bölgelere yerleşerek faydalarını maksimize
ettikleri ve böylece Pareto etkinliğe ulaşıldığı esasına dayanır.
31M. Olson (1965)’un “The Logic of Collective Action” isimli çalışması kamu tercihi
yazınının temel çalışmalarından birisidir. Kolektif eylemin örgütlenmesi, grup hacmi,
çıkar ve baskı gruplarının oluşumu konusundaki çalışmaları bedavacılık davranışının
kolektif eylemlerin örgütlenmesinde de ortaya çıkabileceğini göstermesi açısından bu
alanda çok referans verilen çalışmalardan biri olmuştur.
29Kulüp
176
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
maliyetleri ve bilgi sorunlarını da kapsayacak şekilde geliştirilerek birçok alana
uygulanmıştır. Askeri ittifaklar, uluslararası örgütler, dinlenme tesisleri, ulusal
parklar, hastaneler, sağlık kulüpleri, kütüphaneler, tiyatrolar, telefon sistemleri
ve toplu taşımacılık bunlar arasında sayılmaktadır (Sandler ve Tschirhart, 1997:
335-336).
Yeni kurumsalcı iktisatta ise siyasal karar alma süreçleri devlet-kamu
özdeşliğinin bir kenara bırakılmasının bir sonucu olarak, “paydaşlar”ın hangi
malların üretileceğine, bunların ne kadar üretileceğine ve net faydalarının nasıl
dağıtılacağına karar verme süreçleri olarak ele alınmaktadır. Kamu malları
sunumunda siyasi karar almanın iki önemli yönü olduğu belirtilmektedir
(Desai, 2003). Birincisi, “kamu”nun, hangi malların kamusal alanda olmasını
istediği ve onların bu mallar için ödeme yapmak istemesini sağlayan şey nedir
sorusuna yönelik olarak tercih açıklama konusudur. İkincisi, siyasi pazarlık
sürecini ele almaktadır. Burada hangi malların kamusal alanda içerileceğine
dair kararların nasıl alındığı, bu malların ne kadarının kapsanacağı ve bunlara
herkesin erişiminin nasıl sağlanacağı (müzakere yapan siyasi partilerin
uygulayabilecekleri oy ticareti, bedavacılık, yolsuzluk ve diğer stratejileri de
kapsayacak şekilde) araştırılmaktadır. Ayrıca karar alma konusunda farklı aktör
ve paydaş gruplarının siyasi katılımı da incelenen konular arasındadır.
Deneysel iktisat ise, farklı kurumsal bağlamlarda kamu mallarının varlığı
durumunda bireylerin davranışlarını incelemeye yönelmiştir. Bu açıdan insan
doğasının bencil mi paylaşımcı mı olduğu, bireylerin özel mal ve kamusal mal
kararlarını alırken farklı davranıp davranmadıkları, kamu mallarının istenen
düzeyde sunumu için kurumsal düzenlemelerin nasıl yapılacağı ve kurumsal
değişikliklerin bireysel tercihleri nasıl değiştirdiği gibi konularda deneyler
yapılmaktadır.
En basit şekliyle kamu malları deneylerinde32, deneklere belli miktarda
bir para verilmekte ve isterlerse bu paranın bir miktarını ortak havuza (kamu
malı) yatırmaları istenmektedir. Bu işlemin sonucunda ortak havuzda toplanan
paralar bir katsayıyla çarpılarak kimin katkıda bulunduğuna bakılmaksızın
denekler arasında paylaştırılmaktadır. Burada araştırılan, kamu mallarının
dayandığı tutuklunun çıkmazı oyunundaki bedavacılık güdüsünün ne kadar
geçerli olduğudur. Saf kamu malları durumunda herkesin bedavacılık yapacağı
ve havuzda toplanan paranın sıfır olacağı kabul edilmektedir. Oysa deneylerin
sonuçları, çok farklı bulgular ortaya koymaktadır. Bunun nedeni, deney
dizaynlarının birbirinden çok farklı olması ve bunların her birinin, sonuçları
önemli ölçüde etkilemesidir. Ledyard (1995: 115), deneyler tasarlanırken en
azından 12 temel tercihin yapıldığını belirtmektedir. Bunlardan bazıları denek
32Kamu
malları deneylerinin ayrıntılı bir derlemesi için bkz. Ledyard (1995).
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
177
sayısı, deneklerin eğitim durumu, bireylerin birbiriyle yüzyüze ilişkide bulunup
bulunmamaları, başlangıçta herkese ne kadar ve hangi biçimde ne (nakit, pul,
söz..) verileceği, tartışmaya izin verilip verilmeyeceği, havuzda toplanan
miktarın nasıl paylaşılacağı, vs.’dir.
Kamu malları konusundaki deneyler dört temel başlık altında
incelenebilir. Bunlar, 1) gönüllü katkı mekanizmaları ve bedavacılık davranışı
üzerine yapılan deneyler, 2) bireylerin temel müşevvikleri tersine olsa da
sosyal olarak optimal sonuçları elde etmeye yönelik mekanizmaları araştıran
deneyler, 3) siyasi çevrelerde karşılıklı pazarlık süreci çerçevesinde karar alma
süreçlerini araştıran deneyler ve 4) gündelik hayattaki politika sorunlarını ve
uygulamaları konu alan deneylerdir (Ledyard, 2003: 119-120).
Kamu malları deneylerinde çok farklı deney dizaynları ve çok farklı
sonuçlar elde edildiği için bu konuda ancak birkaç genelleme yapmakla
yetineceğiz. Yapılan deneylerin ortak sonucu, bedavacılık davranışının tahmin
edildiği gibi %100 olmadığı, oyun bir kez oynandığında deneklerin %50
civarında bir işbirliğine gittikleridir. Fakat oyunun aynı oyuncularla oynanması
durumunda katkının giderek azaldığı, oyuncu sayısı arttıkça bedavacılığın
arttığı gözlenmiştir (Mueller, 2003: 40-42).
Deneylerde farklı kurumsal yapıları temsil etmek üzere farklı dizaynların
yapılması ve ceza/ödül sistemlerinin devreye sokulması gerçek hayatta kamu
mallarının gönüllü katkılarla sunumuna ilişkin arayışı göstermektedir. Bu
açıdan gönüllü katkılarla sunulan bir özel mal olan kulüp mallarının referans
noktası olması şaşırtıcı değildir. Son dönemde tercihlerin açıklanması ve
gönüllü katkı mekanizmalarının araştırılması, kamu malları yazınının en
önemli sorun alanı haline gelmiş, oyun teorisi ve deneysel iktisat bu konunun
araştırılmasında en çok kullanılan yöntemler olmuştur.
Sonuç olarak, piyasa dışı karar alma konusundaki çalışmalar ve bunların
yöntemleri ve amaçları birbirinden bir hayli farklıdır. Kamu tercihi
teorisyenleri, piyasa dışı karar alma sürecinin nasıl etkinsizlik, istikrarsızlık ve
israf yarattığını gösteren çalışmalar ortaya koyarak piyasa aksaklığı durumunda
devlet müdahalesini savunanların tezlerini çürütmüştür. Kamu tercihi teorisine
göre kamu malları ve bunları sunmak için gerekli karar mekanizması sorunlarla
doludur ve ancak devlet dışında, katkıda bulunmayanların dışlanabileceği
kurumsal yapılar (kulüp malları gibi) etkin çözüm sunacaktır. Yeni kurumsalcı
iktisat ve deneysel iktisat ise teorilerde ve deney tasarımlarında grup hacmi,
işlem maliyetleri, asimetrik bilgi, müşevvikler, pazarlık süreçleri, mülkiyet
hakları gibi konuları dikkate alarak karar süreçlerini incelemektedirler. Bu
konularda yapılan araştırmaların, kamu malları sunumuna ilişkin kararlar ve
buna uygun kurumsal yapıların örgütlenmesi açısından genel bir sonuca
ulaştığını söylemek çok zordur. Günümüzde kamu mallarıyla ilgili en önemli
178
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
sorun bireylerin tercihlerini açıklamaması olarak görülmekte ve gönüllü
katkılara dayanan kolektif bir çözümün nasıl mümkün olacağına dair
araştırmalar sürmektedir.
Sonuç: Kamu Malları Teorilerinin Başarısı veya
Başarısızlığı Üzerine
Kamu malları teorilerinin değerlendirilmeye çalışıldığı bu çalışmada
yanıtlanmamış birçok soru kalmış gibi görünmektedir. Kamu malı deyince ne
anlaşılması gerekir? Bunlar eğer kamu hizmetleri ise kamu hizmetlerini özel
kesimin sunduğu hizmetlerden ayırt etmek için elimizde herhangi bir ölçüt var
mıdır? Çalışmanın ilk bölümünde yanıt aradığımız bu soruların doyurucu bir
yanıtı olmadığını, kamu malı tanımının farklı okullarca farklı biçimlerde
tanımlanması bir yana, tanımların birçok belirsizliği, karmaşayı ve tutarsızlığı
içerdiğini ve buradan devlet sunumu için bir sonuç çıkarılamayacağını
göstermeye çalıştık. Bu durumda gündeme gelmesi gereken ikinci soru
“öyleyse kamu malları teorisinin amaçları nelerdir” sorusu olmalıydı. Bu
konuda anaakım kamu malları kuramcılarının kendi ortaya koydukları nedenler
üzerinden üç başlık altında bir sınıflandırma yaparak bu kuramların açıklamayı
amaçladıkları konulardaki yanıtlarını ortaya koymaya çalıştık. Bunlar, kamu
mallarının optimal üretim düzeyleri, piyasa başarısızlığı ve kamusal karar
süreçleridir.
Kamu mallarının optimum üretim düzeylerinin belirlenmesi için
Samuelson (1954)’ün geliştirdiği ve hâlâ kullanılan koşul, kamu mallarında
tercihlerin açıklandığı şeklinde kamu malı tanımıyla çelişen bir varsayımdan
yola çıkılarak oluşturulmuş bir denklem ortaya koyduğundan, daha en baştan
bir tutarsızlık taşımaktadır. Formülü olan ama çözümü olmayan bu denklem,
anaakım iktisatta hala çözülmeye çalışılmakta, çözümü sağlamak için de
tercihlerin nasıl açıklanacağı ve bu sayede kamu mallarının gönüllü katkılarla
finansmanı sorununun nasıl çözüleceği araştırılmaktadır. Kısacası, denklemin
çözümü bulunamadığından etkin miktarda kamu malı sunumu ne olmalıdır
sorusu da yanıtsız kalmaktadır.
Kamu malları en çok piyasa başarısızlığı olarak gündeme gelen bir
konudur. Yukarıda bahsettiğimiz denklemin çözümsüzlüğü, tüketiminde
rekabetin olmadığı ve dışta tutulamayan mallarda fiyat sisteminin
işlememesinden kaynaklanmaktadır. Birinci bölümde bu özelliklerin kamu
malının ayırt edici özelliği olmadığını ve iki özelliği birden taşıyan bir kamu
malı olmadığını gösterdiğimizden piyasa başarısızlığı konusu yalnızca bazı
özellikleri taşıyan mal veya hizmetlerde fiyatlama sorunuyla ilgili gibi
görünmektedir. Üstelik teoride bu özelliklerin bir piyasa başarısızlığı olduğu
iddia edilmesine rağmen buradan devletin bu malları sunmasına ilişkin bir
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
179
sonuç çıkarılmaması gerektiği (Musgrave hariç) ısrarla vurgulanmaktadır.
Öyleyse geleneksel kamu hizmetlerinin piyasa başarısızlığına yol açıp
açmadığı ve bu durumda devletin bu durumu düzeltip düzeltemeyeceği
sorusunun cevabı da açık değildir.
Üçüncü soru, kamu mallarında piyasa dışı bir karar mekanizmasının
nasıl oluştuğu ve ne olması gerektiğine ilişkindir. Bu konuda yapılan
çalışmalardan çıkarılabilecek en temel sonuçlar, kamusal kararların
alınmasında uygun bir çoğunluk yönteminin olmaması, kamu mallarının
miktarının belirlenmesi, sunumu ve finansmanında devletin yarattığı
etkinsizlikler ve bedavacılık sorununun çözülememiş olmasıdır denilebilir.
Bütün bu sorular yanıtsız kaldığına veya yanıtları yeterince açık
olmadığına göre anaakım literatürde yer alan teorilerin dayanakları ve özüne
ilişkin bir tartışma yürütmenin gerekli olduğu açıktır. Her ne kadar anaakım
içerisindeki okulların konuya yaklaşımları ve yöntemleri birbirinden farklı olsa
da bu yaklaşımların ortaklaştığı bazı temel noktalar da vardır. Bu temelleri
ortaya koyduğumuzda belki de kamu malları teorisinin neden bu kadar
cevapsız soruyu barındırdığı anlaşılabilir.
Kapitalist bir sistemde anaakım haline gelmiş bir teorinin, sistemin
ihtiyaçlarından bağımsız bir çerçeve üretmemesi düşünülemez. Giriş kısmında
da görüldüğü gibi geleneksel neoklasik teorinin Keynesyen yorumu, 1970’lere
kadar genişleyen bir kamu kesiminin gerekçelerini oluşturmakta, 1980’lerden
itibaren uygulanan serbestleştirme, kuralsızlaştırma ve özelleştirme politikaları
kamu tercihi yazınından destek almakta, 1990’lara gelindiğinde ise tamamen
serbestleştirilmiş ve küreselleştirilmiş piyasaların düzenlenme ihtiyacı, devlet
dışı kurumların önemini vurgulayan yeni kurumsalcı iktisadı gündeme
getirmekteydi. Anaakım iktisattaki bu farklılıklara rağmen hepsinin ortak
noktası, kapitalist bir sistem için üretilecek bir teorinin vazgeçilmez öğeleri
olan özel mülkiyetin önemi, metodolojik bireycilik (bencil, kendi çıkarı
peşinde koşan homoeconomicus) ve serbest piyasa idealidir. Bu üç öğenin bir
arada bulunduğu bir durum devlete gerek olmaksızın kapitalist bir sistemin
doğal evrensel uyumunun gösterilmesine yaramaktadır.
Özel mülkiyet, kapitalist sistemin özünde yer alan bir konudur.
Hobbes’cu doğal anarşi durumundan bireylerin birbirlerine ve birbirlerinin
mallarına zarar vermemek için anlaşmalarına ve kendilerini bağlamalarına
geçiş, mülkiyet haklarının kurulması için yapılmış bir tür anayasal sözleşme
gibi görülmektedir. Bu hakların varlığı, gönüllü mübadelenin sağlanabilmesi
için bir ön koşuldur. Bireylerin mübadeleye girişmesi, ancak piyasanın
kendilerine adil bir şekilde dağıttığı kazançların sahiplenilebilmesiyle
mümkündür. Samuelson’un modelinde kamu mallarının ortak tüketime konu
olması ve kamu tercihinde bölünemezlik özelliğiyle anlatılan, aslında bunların
180
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
üzerinde özel mülkiyet hakkının kurulamamasıdır. Anayasal iktisat, kamu
tercihi ve yeni kurumsalcı iktisatta bu konu özellikle vurgulanmakta, ortak
malların ve kolektif tüketimin, kaynakların aşırı kullanımına ve etkinsizliğe
nasıl yol açtığı gösterilmektedir. Bu noktada kamu mallarının sunumu için
genellikle R. Coase’ın ortaya koyduğu işlem maliyetleri ve mülkiyet hakları
konusundaki çalışmalar temel alınarak özel piyasa çözümleri araştırılmaktadır.
Mübadelenin, tarafların karşılıklı yarar sağladıkları bir süreç olması ve
rekabetçi piyasaların her zaman dengeyi ve etkinliği sağlayacağı inancı,
kapitalist bir ekonomide serbest piyasa savunusu için vazgeçilmezdir. Gerçek
dışı varsayımlara dayalı, güç ilişkilerinden bağımsız, herkesin tam bilgiye ve
eşit güce sahip olduğu piyasalarda kendi çıkarını maksimize eden üretici ve
tüketicilerin dengeyi ve etkinliği sağlayacağı, anaakım teorilerin referans
noktasını oluşturmaktadır. Mükemmel işleyen bu makinenin sırrı, üreticilerin
kar, tüketicilerin fayda peşinde koşmaları ve piyasalara hiç bir müdahalenin
olmamasıdır. Böylece iktisadi analizlerdeki referans noktası, devletin olmadığı
bir ekonominin mükemmel işlediği konusundaki ideolojik bir tercihten
başlamaktadır. Müdahaleci devleti savunduğu iddia edilen Musgrave’in
yaklaşımında bile piyasalar başat bir role sahiptir, devlet ancak etkinlik
durumundan bir sapma olduğunda piyasa dışı bir çözüm olarak gündeme
gelmektedir. Avusturya ve Chicago okullarından beslenen kamu tercihi ve yeni
kurumsalcı iktisat savunucuları için piyasalar neredeyse doğal bir düzeni temsil
etmektedir. Değer yargısından bağımsız, pozitif bir kamu malları teorisi ortaya
koyduğunu öne süren iktisatçıların analizlerinde piyasa konusundaki bu
ideolojik tercih, objektiflik maskesi altına gizlenmektedir. Kamu malları
alanında devlete gerek olmadan piyasanın sağlayacağı müşevvikler sayesinde
piyasa fiyatlarına dayalı bir çözümün nasıl mümkün olacağı gösterilmeye
çalışılmaktadır.
Kendi çıkarını kollayan, bencil ve rasyonel birey, anaakım iktisat
teorisinin dayandığı en önemli varsayımlardan birisidir 33. Bireylerin her zaman
fayda maksimizasyonu peşinde koştuğu, faydasını değerlendirecek en iyi
yargıcın kendisi olduğu, faydanın ise tüketilen mal ve hizmetlere bağlı olduğu
bir sistem, rekabetçi kapitalist sistemin etkinliğini ve verimliliğini
sağlamaktadır. Adam Smith’in kendi çıkarı peşinde koşan bireyin toplumsal
refahı artıran sanki “görünmez bir el” tarafından yönlendirildiği konusundaki
yaklaşımı hala en geçerli anlayıştır. Kamu malları teorisinde bireylerin
33Günümüzde
deneysel iktisat ve bazı yeni kurumsalcı iktisat yazarları bireylerin tam
bilgiye sahip olmadıkları ve sınırlı bir rasyonelliğe sahip oldukları varsayımını
yapmaktadır (Menard ve Shirley, 2005). Fakat bu durum henüz anaakım iktisatta
yeterince yer bulmamıştır.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
181
tercihlerini açıklamaması, bedavacılık yapmaları ve kamu mallarının
finansmanına katkıda bulunmaktan kaçınmalarının temel nedeni bencil,
rasyonel ve kişisel çıkarından başka bir şey düşünmeyen birey varsayımıdır. 34
Bireyleri yönlendiren temel güdü daha çok tüketmek ve kendi çıkarını
düşünmek olunca böyle bir sonucun çıkması doğaldır. Kamu tercihi yazınına
dayanarak politikacı ve bürokratların da sadece kendi çıkarını düşünen bireyler
olduğu temel modele eklenince, bedavacılık sorununun çözümünün devlet
müdahalesi olamayacağı kanıtlanmış olmaktadır. Oysa, gerek gündelik
yaşamımızda gerekse kamu malları deneylerinde bireylerin yalnızca kişisel
çıkar güdüsüyle hareket etmediği gözlemlenen bir olgu olmuştur. Buna rağmen
bireyin bu şekilde modellenmesinin bireyin ne olduğunu tarif etmekten çok ne
olması gerektiğini ve kapitalist bir sistem için gerekli insan tipini ortaya
koyduğunu iddia edebiliriz. Kamu malları deneylerinin aynı grupla
tekrarlanması durumunda bireylerin bedavacılık davranışını öğrenmesi ve
iktisat öğrencilerinin 35 daha çok bedavacılık eğiliminde olduğu şeklinde ortaya
çıkan sonuçlar, bunun öğrenilen bir davranış olduğu şeklinde yorumlanmakta
ve iddiamızı desteklemektedir.
Kamu malları teorisi ister normatif refah iktisadına dayansın, ister değer
yargısından bağımsız pür bilim yaptığını iddia eden iktisatçıların pozitif
analizine dayansın piyasaların üstünlüğü, bireyin bencilliği ve özel mülkiyetin
vazgeçilmezliği konusundaki ön kabullerden yola çıkılmaktadır. Durum böyle
olunca devlet ya piyasanın aksaklıklarını düzelten bir aletler bütünü, ya
Leviathan, ya da işlem maliyetlerini azaltan bir tür kulüp (Mueller, 2003: 40)
olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki kamu ekonomisi kitaplarında veya
kamu mallarıyla ilgili makalelerde devletin ne olduğuna ve nasıl
kurgulandığına ilişkin bir tartışma yer almamaktadır. Araştırma biraz
derinleştirilip bu alana katkıda bulunan yazarların referanslarına bakıldığında,
toplumsal sözleşme çerçevesinde kurgulanmış, evrensel ve soyut bir devlet
anlayışına sahip oldukları görülmektedir. Tarihten, güç ilişkilerinden, sınıf
çatışmalarından ve kurumsal yapılardan soyutlanmış böyle bir devlet
anlayışının kapitalist bir ekonomide bazı hizmetleri neden devletin sunduğunu,
malların kamusallığını sağlayan şeyin ne olduğunu, kamusal olarak üretilen
hizmetlerin değişik coğrafyalarda ve tarih içinde neden farklılaştığını
açıklaması beklenemez (Kayıran, 2008: 657). Örneğin Margolis’in bundan
yaklaşık 60 yıl önce ifade ettiği gibi bölünebilir olduğu için tamamen özel mal
34Kamu
malları teorisinde kişisel çıkar konusunun analizi için bkz. Pickhardt (2005).
olarak Marvel ve Ames(1981) iktisat lisansüstü öğrencilerinin diğer öğrenci
gruplarına göre daha fazla bedavacılık yaptıklarını göstermiş, daha sonra bu konuda
çok sayıda deney yapılarak benzer sonuçlara ulaşılmıştır.
35İlk
182
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
niteliği gösterdiği iddia edilen eğitimin kamusal olarak sunulmasının
nedeninin, “mülksüz sınıfların politik güç mücadelesinin bir sonucu” olması
(Margolis, 1955: 348) veya sanayileşmenin gerektirdiği nitelikli işgücünün
maliyetinin sosyalleştirilmesi olduğu düşünülemez mi? İktisat teorisi, iktisadi
ve siyasi gücü, sınıf çatışmalarını ve kapitalist sistemin işleyiş dinamiklerini
dikkate almadığı ve tarihsel bir perspektifle bir devlet tartışması yapmaktan
kaçındığı sürece bazı soruları yanıtsız bırakmaya devam edecektir.
Görüldüğü gibi anaakım kamu malları teorisi objektif ve bilimsel bir
analiz yaptığı iddiasında bulunduğu halde liberal iktisadın varsayımlarını,
kavramlarını ve analiz araçlarını kullanarak ideolojik bir tercih yapmış
olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında kamu malları teorisinin, bencil ve kendi
çıkarı peşinde koşan bireylerden yola çıkarak, piyasaları kutsayan, özel
mülkiyetin vazgeçilmezliğini vurgulayan ve devlet tartışmasının üstünü örten
kurgusuyla sistemin ihtiyaçlarına uygun teoriler ürettiği için başarılı olduğunu
söyleyebiliriz. Üstelik, ortaya konulduğu 1950’lerden günümüze dek
kapitalizmin değişik dönemlerinde teorinin odak noktasının değiştirilerek
güncellenmesi anlamında da önemli ölçüde başarılı olunmuştur. Bu süreçte
refah devleti ortadan kalkmış, zaten saf kamu malı olarak görülmeyen eğitim,
sağlık, yollar, köprüler,.., özel piyasalara devredilerek fiyatlandırılmış, iç
güvenliğin özel güvenlik şirketlerine, hapishanelerin özel işletmelere, dış
güvenliğin özel askeri şirketlere devredilme süreci başlamıştır. Fakat henüz
savunma, adalet, iç güvenlik gibi hizmetlerin vergiler yerine fiyat benzeri
gönüllü katkılarla finansmanı başarılmamıştır. Bu nedenle son zamanlarda
üzerinde en çok çalışılan gönüllü katkılarla finansman konusunda önümüzdeki
dönemde de çalışmaların yoğunlaşarak süreceğini, bu alanda çalışma
yapanların Nobel iktisat ödüllerine aday olacağını söyleyebiliriz.
Kaynakça
Barr, Nicholas (1987), The Economics of the Welfare State, (California: Stanford University Press).
Bergstrom, Theodore, Lawrence Blume ve Hal R. Varian (1986), “On the Private Provision of
Public Goods”, Journal of Public Economics, 29: 25-49.
Block, Walter (1983), “Public Goods and Externalities: The Case of Roads”, The Journal of
Libertarian Studies, 11: 1-34.
Buchanan, James M. (1965), “An EconomicTheory of Clubs”, Economica 32(1): 1–14.
Meltem Kayıran
Kamu Malları: Piyasa Başarısızlığı mı Teorilerin Başarısızlığı mı?
183
Buchanan, James M. (1999a), Public Finance in Democratic Process, The Collected Works of
]ames M. Buchanan Cilt 4, (USA: Liberty Fund), (Orijinal baskı: Chapel Hill : University of
North Carolina Press, 1967).
Buchanan, James M. (1999b), The Demand and Supply of Public Goods, The Collected Works of
]ames M. Buchanan Cilt 5, (USA: Liberty Fund), (Orijinal baskı: Chicago: Rand McNally,
1968).
Buchanan, James M. ve Gordon Tullock (1962), The Calculus of Consent, Ann Arbor: University of
Michigan Press.
Coase, Ronald (1960), “The Problem of Social Cost”, Journal of Law and Economics, 3: 1-44.
Colm, Gerhard (1956), “Comments on Samuelson's Theory of Public Finance”, The Review of
Economics and Statistics, 38(4): 408-412.
Cornes, Richard ve Sandler, Todd (1994), “Are Public Goods Myths?”, Journal of Theoretical
Politics, 6(3): 369-385.
Demsetz, Harold (1970), “The Private Production of Public Goods”, Journal of Law and Economics,
13: 293-306.
Desai,Meghnad (2003), “Public Goods: A Historical Perspective” I. Kaul, P.Conceiçao, K.Goulven
ve R.Mendoza (der.) Providing Global Public Goods: Managing Globalization içinde, (US:
Oxford University Press): 63-77.
Downs, Anthony (1957), An Economic Theory of Democracy, (New York: Harper and Row).
Göker, Zeliha (2008), “Kamusal Mallar Tanımında Farklı Görüşler”, Maliye Dergisi, Sayı:155: 108118.
Haque, M. S. (2001), “The Diminishing Publicness of Public Service under the Current Mode of
Governance”, Public Administration Review, 61(1): 65-82.
Head, John G. (1974), Public Goods and Public Welfare, (Durham: Duke University Press).
Hirshleifer, Jack (1983), “From Weakest-Link to Best-Shot: The Voluntary Provision of Public
Goods.” Public Choice 41, s.371-386.
Holcombe, Randall G. (1997), “A Theory of the Theory of Public Goods”, Review of Austrian
Economics, 10(1): 1-22.
Hoppe, Hans-Hermann (1989), “Fallacies of the Public Goods Theory and the Production of
Security”, The Journal of Libertarian Studies, 9 (1): 27-46.
Kaul, Inge. ve Ronald U. Mendoza (2003), “Advancing the Concept of Public Goods” I.Kaul,
P.Conceiçao, K. Le Goulven ve R.U. Mendoza (der.) Providing Global Public Goods:
Managing Globalization içinde, (US: Oxford University Press): 78-111.
Kayıran, Meltem (2008), “Kamu Maliyesi” F. Başkaya ve A. Ördek (ed) “Ekonomik Kurumlar ve
Kavramlar Sözlüğü, Eleştirel Bir Giriş” içinde, (Ankara: Maki Basın Yayın): 651-658.
Ledyard, John O.(1995), "Public Goods: A Survey of Experimental Research", John Kagel and
Alvin Roth, eds., Handbook of Experimental Economics.içinde, (Princeton: Princeton
University Press): 111-194.
Malkin, Jesse ve Wildavsky, Aaron (1991), “Why the Traditional Distinction between Public and
Private Goods Should be Abandoned?” Journal of Theoretical Politics, 3 (4): 355-78.
Margolis, Julius (1955), “A Comment on the Pure Theory of Public Expenditure”. The Review of
Economics and Statistics, 37(4): 347-349.
184
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi
68-4
Marvel, Gerald ve Ames, Ruth E. (1981) “Economists free ride, does anyone else?: Experiments
on the provision of public goods, IV”, Journal of Public Economics, 15 (3): 295-310.
McNutt, Paddy (2000), “Public Goods and Club Goods”, Bouckaert, B., G. De Geest (Eds),
Encyclopedia of Law and Economics, (Cheltenham: Edward Elgar Publishing), 1: 927951.
Marmolo, Elisabetta (1998), “A Constitutional Theory of Public Goods”, Journal of Economic
Behaviour and Organization, 38: 27-42.
Menard, Claude ve Mary M. Shirley (2005), Handbook of New Institutional Economics,
(Netherlands: Springer).
Mueller, Dennis. C. (1984), “Public Choice: A Survey”, Buchanan, J. M. ve R. D. Tollison (ed)
(1984), The Theory of Public Choice II, içinde, (USA: The University of Michigan Press):
23-67.
Mueller, Dennis C. (2003), Public Choice III, (Cambridge: Cambridge University Press).
Musgrave, Richard A. (1959), The Theory of Public Finance, (New York: McGraw Hill Book
Company).
Musgrave, Richard A. (1969), “Provision for Public Goods”, Margolis, J ve H. Guitton (ed), Public
Economics, içinde, (H. London: Mac Millan): 124-145.
Niskanen, William A. (1971), Bureaucracy and Representative Government, (Chicago: AldineAtherton).
Olson, Mancur Jr. (1965), The Logic of Collective Action, (Cambridge, Mass: Harvard University
Press).
Pickhardt, Michael (2005), “Some Remarks on Self-Interest, The Historical Schools and the
Evolution of the Theory of Public Goods”, Journal of Economic Studies, 32 (3): 275-293.
Pickhardt, Michael (2006), “Fifty Years After Samuelson’s ‘The Pure Theory of Public Expenditure’:
What Are We Left With?” Journal of History of Economic Thought, 28(4): 439-460.
Samuelson, Paul A. (1954), “The Pure Theory of Public Expenditure”, The Review of Economics
and Statistics, 36(4): 387-389.
Samuelson, Paul A. (1955), “Diagrammatic Exposition of a Theory of Public Expenditure”, The
Review of Economics and Statistics, 37(4): 350-356.
Samuelson , Paul A. (1969), “Pure Theory of Public Expenditure and Taxation”, Margolis, J ve H.
Guitton (ed), Public Economics, içinde, (H. London: Mac Millan): 98-123.
Sandler, Todd ve John Tschirhart (1997), “Club Theory: Thirty Years Later”, Public Choice, 93:
335-355.
Sönmez, Sinan (1987), Kamu Ekonomisi Teorisi, Kamu Harcamalarında Etkinlik Arayışı, (Ankara:
V Yayınları-Teori).
Stiglitz, Jozeph (1988), Economics of the Public Sector. Second Edition. (New York: W.W. Norton
and Company).
Tiebout, Charles M. (1956), “A Pure Theory of Local Expenditures”, Journal of Political Economy,
64: 416-424.
Ver Eecke, Wilfried (1999), “Public Goods: An Ideal Concept”, Journal of Socio-Economics, 28 (2):
139-156.