Enformasyon Toplumu Belgelerinin “Güvencesiz ve Esnek” İnsanı Hakan Yüksel Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi Giriş Kapitalizmin 1970’lerdeki krizinin ardından sermaye birikimindeki tıkanıklığı aşabilmek adına kapsamlı bir yeniden yapılandırma sürecine girilirken, bu dönemde fikirleri baskın çıkmaya başlayan bazı kuramcıların yaşanan meşakkatli dönüşümü daha adil ve müreffeh enformasyon toplumunun doğum sancısı olarak nitelendirmesi, krizin nedenlerini örtmüş ve yeniden yapılandırmayı meşrulaştırmıştır. Oysa sanayi toplumu gibi üzerinde uzlaşılan tarihsel-toplumsal bir olgunun aksine, literatürde kapitalist toplumların üretim kalıplarındaki değişimi kabul eden ama buna dayanarak yeni bir toplum doğduğunu iddia etmenin yanılgı olacağını dile getiren, toplumsal gerçekliği farklı bir perspektiften anlamlandıran görüşler de bulunmaktadır. Dolayısıyla, enformasyon toplumu kavramsallaştırmasının, toplumsal mücadele sürecinde toplumsal gerçekliği belli bir perspektiften anlamlandıran ideoloji yüklü bir söylem olduğu iddia edilebilir. Yeniden yapılandırma-enformasyon toplumu ilişkisi literatürde kapsamlı biçimde ele alınmıştır. Enformasyon toplumunun, kapitalizmin yeniden yapılandırılma sürecinde sermayenin çıkarlarını doğallaştıran bir söylem olduğunu baştan ortaya koyan bu çalışmada konunun görece az çalışılmış bir boyutuna odaklanılacaktır. Çalışmanın temel varsayımı, yeniden yapılandırmanın sembolik ayağındaki önemli unsurlardan biri olan enformasyon toplumu söyleminin, ideoloji yüklü anlamlarla insanları belli yönde düşünmeye ve davranmaya ittiği, belli bir “ideal insan” tasavvurunu öne çıkardığı, söylemin somutlaştığı enformasyon toplumu politika belgelerinde de gerçek yaşam koşulları içindeki gerçek insanların değil, belli şekilde düşünen ve eyleyen söz konusu “ideal insanın” esas alındığı ve toplumsal düzenlemelerin bu doğrultuda gerçekleştirildiğidir. Makro düzeydeki toplumsal dönüşümler, mikro düzeyde insanların anlamlandırmaları ve eylemleriyle mümkün olduğundan, günümüz kapitalizmini ve bu çerçevede insanların güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına sevk edilmesini anlamak açısından böylesi bir çözümleme önemlidir. Varsayımın doğruluğu, 1990’lı yıllarda yayınlanan Avrupa Birliği (AB) enformasyon toplumu politika belgeleri incelenerek somutlaştırılmaya çalışılacaktır. Zira AB kapitalizmin ileri aşamasındaki pek çok ulusu bünyesinde topladığı gibi benimsediği enformasyon toplumu politikaları küresel eğilimleri yansıtmaktadır (Kaitatzi-Whitlock, 2000, s. 53; Başaran, 2004, ss.11-12). AB’nin oldukça geniş ve karmaşık bir örgütlenme olması nedeniyle AB içinde de Komisyon’a odaklanılacaktır.1 Bütçeyi denetleyen, ortak politikaların yönetimi ve icrasında 1 Komisyon metinlerine odaklanmakla birlikte, 1994 tarihli Bangemann Raporu önemli bir istisna teşkil eder. Doğrudan Komisyon tarafından değil de, Komisyon’un etkin üyelerinden Martin Bangemann’ın liderliğindeki Üst Düzey Uzmanlar Grubu’nca (ÜDUG) hazırlanan belge, 1990’larda AB’nin “İncil”i hâline gelmiş (Preston, 2003, s. 40) ve sonraki yıllarda hazırlanan Komisyon belgelerine dayanak oluşturmuştur. Bu yüzden çalışmaya dâhil edilmiştir. 1 geniş yetkileri olan, AB çapındaki görüşleri topladıktan sonra mevzuat oluşturma süreçlerini başlatan Komisyon (Goodwin ve Spittle, 2002, s. 231; Başaran, 2004, s. 29), en yüksek yönetim ve icra organı olarak AB’nin “kalbi ya da beyni” olarak nitelenir (Koray, 2005, s. 261). Komisyon’un AB’de enformasyon toplumu projesinin “sahiplenicisi” olduğu (Törenli, 2004, s. 197), AB’nin önceliklerini yansıttığı gibi üye ülkelerin politikalarının eşgüdümünü sağladığı da belirtilir (Henten vd., 1996, s. 178; Preston, 2003, s. 34). Çalışmanın kapsamının 1990’larsa sınırlandırılması, AB’de enformasyon toplumunu anlamlandırmaya yönelik söylemsel mücadelenin hararetli tartışmalar eşliğinde bu dönemde gerçekleşmesi nedeniyledir. Bunun sonucunda 1990’ların sonunda enformasyon toplumuna ilişkin belli bir anlam çerçevesi oluşturulmuştur ki, politikalarda toplumsal kaygılardan ziyade piyasa güçlerine öncelik verilmesini (Michalis, 2007, s. 139) bununla ilişkilendirebiliriz. Dahası, 1990’lar gibi toplumsal dönüşümün hızlı seyrettiği, çatışan aktörlerin yeni anlamlar için mücadele ettiği kırılma anları söylemleri çözümlemek açısından daha elverişlidir çünkü egemen anlamlar henüz doğallaşmadığından ideolojik niteliklerini tespit etmek daha kolaydır (Fairclough, 1996, s. 106). 1990’larda AB’de yaşanan söylemsel mücadele bir kırılmayken, söylemin kökeni daha öncesine, 1970’lerde bazı kuramcıların enformasyon toplumunun doğuşunu öne sürmelerine kadar uzanır ki, onların eserleri söyleme üzerinde yükseldiği bilgi temelini sunar.2 Söylemin toplumsal planda zemin kazanması bu sayede gerçekleşir. 1970’lerdeki kuram metinlerini söylemin ilk dönemiyle ve kapitalizmin yeniden yapılandırılmasının başlangıçtaki meşrulaştırılmasıyla ilişkilendirmek mümkünken, 1990’lardaki enformasyon toplumu politika belgelerini söylemin ikinci dönemiyle ve yeniden yapılandırmanın konsolidasyonuyla ilişkilendirebiliriz. Burada 1990’lara odaklanıyor olsak da, enformasyon toplumu dolayımıyla politika belgelerinde toplumsal faaliyetlerin yeniden düzenlenmesini etkin biçimde çözümleyebilmek ve tutarlı çıkarımlarda bulunmak için söylemin gelişimine değinmek ve kuramcıların metinlerini incelemek gerekir. Bu ilk dönemde enformasyon toplumuna ilişkin getirilen anlam çerçevesi sonraki gelişmeleri etkilemiştir. Ayrıca baştan belirtmek gerekir ki, toplumsal mücadele sürecinde farklı söylemlerin varlığını ve nesnel dünyadaki söylemsel olmayan maddi unsurların belirleyiciliğini hesaba kattığımızda insanların illâ enformasyon toplumu gibi egemen çıkarlarla ilişkili söylemler doğrultusunda hareket eden programlanmış robotlara dönüştüklerini söylemek mümkün değildir. Buna karşılık, kapitalist toplumlardaki eşitsiz güç ilişkilerini göz önüne aldığımızda, toplumsal gerçekliği birebir biçimlendirmeseler bile egemen söylemleri yadsımak zordur çünkü – enformasyon toplumu örneğinde görüldüğü üzere – insanların faaliyetlerine ilişkin toplumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde bunların belli bir etkinliği söz konusudur. Bu kapsamda çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Konunun tarihsel-toplumsal bağlamını aktarabilmek için öncelikle kapitalizmin yeniden yapılandırılması ve enformasyon toplumu söyleminin gelişimine değinilecektir. Ardından söylemin politika süreçlerine yansımasına bakılacak ve son olarak politika belgelerinde yer alan insan tasavvuru çözümlenecektir. 2 ABD’de 1950’lerin sonundan itibaren ekonomide ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde bilginin, enformasyonun ve teknolojinin giderek önem kazandığını belirten bazı iktisatçıların bulunduğunu belirtmek gerekir. Bunların içinde en önemlisi 1962’de ABD’de Bilginin Üretimi ve Dağıtımı isimli bir eser yayınlayan Fritz Machlup’tur. Ancak Machlup’un amacı ekonomide bilginin/enformasyonun ağırlığını ölçmektir. Yeni bir toplumun doğduğu iddiasında bulunmaz. 2 Kapitalizmin Yeniden Yapılandırılması İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Taylorizm ve Fordizm’in fabrikalardaki (ve toplum genelindeki) hâkimiyetinin genişlemesiyle kitlesel üretilen malların, Refah Devleti politikalarıyla garantilenen kitlesel taleple tüketildiği döngü üstünde yükselen kesintisiz ve yüksek ekonomik büyüme dönemi, 1970’lerin başında sona erer ve kapitalizm krize girer.3 Krizin ardından başlayan yeniden yapılandırma sürecini kabaca şu başlıklarla ele alabiliriz; Küresel piyasa ve belirsizlikleri öne çıkar. Kitlesel üretim-kitlesel tüketim döngüsünün kırılmasıyla şirketler ulusal sınırlar dâhilindeki devletçe garantilenmiş talep yerine, küresel piyasadaki belirsiz ve değişken talebe göre üretime yönelirler. Buna koşut olarak uluslararası alanda serbest ticaret öncelikli gündem maddelerinden biri hâline gelir ve gümrük duvarlarının düşürülmesi için çoktaraflı görüşmelere başlanır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) bu sürecin sonunda 1994’te kurulur. Gelişmekte olan ülkelere (GOÜ) ithal ikamesini bırakarak, dışa açık büyümeyi benimsemeleri tavsiye edilir, şart koşulur (Keyder, 1981, s. 38). Hizmetler sektörü ve teknoloji öne çıkar. Küresel piyasadaki gelişmeleri yakından izlemek, talepteki değişimleri hızlıca saptadıktan sonra üretimi anında buna göre uyarlamak belirleyici olunca şu teknolojiler ve hizmetler önem kazanır; Piyasayı izlemek ve (farklı ülkelere yayılan) üretimi yönlendirmek için dört bir yandan enformasyon aktarımı ve işlenmesine imkân tanıyan enformasyon ve iletişim teknolojileri (EİT) ve telekomünikasyon hizmetleri öne çıkar (Harvey, 2010, s. 183; Kumar, 2004, s. 20; Geray, 2003, ss. 79-81). Üretimi hızla ayarlayabilmek ve stokları anlık biçimde izleyebilmek için otomasyon üretim sistemleri, yazılım ve teknoloji hizmetleri önem kazanır (Hobsbawm, 1996, s. 466; Harvey, 2010, ss. 168, 180); Küresel piyasadaki değişken talebi yanıtlayabilmek, gerektiğinde talep yaratmak adına için ürün geliştirme süreçleri hızlanır ve ürün yelpazesi genişlerken (Hobsbawm, 1996: s. 466; Taymaz, 1993, ss. 32-33; Harvey, 2010, s. 168), tüketicileri etkilemek için tasarım, paketleme ve reklam hizmetleri öne çıkar (Geray, 2003, ss. 69-70). Üretim ve tüketimin küreselleşmesine koşut olarak arka plandaki bankacılık, sigortacılık, lojistik gibi hizmetler de sınırlar ötesine taşar (Geray, 2003, s. 63; Harvey, 2010, s. 185). Hizmetler ticaretinin uluslararası planda önem kazanması nedeniyle DTÖ’nün kurulduğu dönemde çoktaraflı Hizmetler Ticareti Genel Anlaşması (GATS) da imzalanır (Geray, 2003, ss. 63, 65; Kıyan ve Yüksel, 2011). 3 Esnek üretim yöntemleri öne çıkar. Kitlesel üretim-kitlesel tüketim döngüsü, üretimdeki vasıfsız, rutin ve yabancılaştırıcı işi yapan işçilerin, üretim katlanırken isyan etmelerini önlemek için güçlü sendikalar çevresinde örgütlenerek, toplu sözleşme yoluyla yüksek ücretler almasıyla mümkün oluyordu (Holloway, 2006, s. 368; Koch, 2006, ss. 2627; Ansal, 2013, s. 11). Döngü kırılınca emek sermayenin sırtındaki yüke dönüşür. Sendikaları kenara iterek, emeği diğer üretim faktörleri gibi talebe göre ayarlamak isteyen şirketler (Harvey, 2010, s. 174) şu uygulamalara yönelirler; Taymaz (1993), krize dair farklı kuramsal perspektiflerden yapılan farklı açıklamaları özetler. 3 Taşeronlaşma yaygınlaşır (Harvey, 2010, ss. 171, 174, 179; Geray, 2003, s. 69). Şirketler böylece çalışanlarına karşı sosyal güvenlik, kıdem gibi sorumluluklarından sıyrılır. Doğrudan üretim faaliyetleri kadar eskiden şirket bünyesinde sağlanan hukuk, muhasebe, pazarlama gibi hizmetler de dışarıya ihale edilir (Harvey, 2010, ss. 180-181) ki, bu da hizmetler ticaretinin bir diğer boyutudur. İşçilerden esneklik beklenir. Kendi işleri yanında başka işleri yapmaları (işlevsel esneklik), talebe göre çalışmaları ve gerektiğinde işten çıkarılmaya direnmemeleri (sayısal esneklik), ücretlerin kâra göre ayarlanmasını kabul etmeleri (ücret esnekliği) istenir (Taymaz, 1993, s. 33; Harvey, 2010, ss. 174-175). Emek maliyeti düşük olduğundan doğrudan yatırımlar ya da taşeronlar vasıtasıyla üretim GOÜ’lere kaydırılır (Hobsbawm, 1996, s. 477; Taymaz, 1993, s. 33). Bu yüzden gelişmiş ülkelerdeki fabrikalar azalır, işsizlik yükselir (Hobsbawm, 1996, s. 478; Harvey, 2010, ss. 174-175). Devletin ekonomiden çekilmesi söz konusu olur. Kriz öncesinde gelişmiş ülkelerde devlet, artı-değerden aldığı yüksek vergilerle kitlesel talebi ve geniş sosyal harcamaları finanse ediyordu. Krizle birlikte Refah Devleti yükünden kurtulan sermayenin daha fazla yatırım yapacağı, yeni işlerin çıkacağı ve refahın yayılacağı öne sürülür (Keyder, 1981, s. 29). Eğitim, sağlık, güvenlik, iletişim gibi devletçe sunulan kamu hizmetlerinin, kâr mantığıyla hareket eden özel sektöre bakir birikim alanları olarak açılması için geniş kapsamlı özelleştirmeler ve serbestleştirmeler gerçekleştirilir (Geray, 2003, ss. 62-63, 95-97). Kamu hizmetlerinin sermayeye açılması hizmetler ticaretinin bir diğer boyutudur. Piyasanın önünü açan neo-liberal düzenlemeler gerçekleştirilirken, iş yasaları “esnekleştirilir”.4 Enformasyon Toplumu Söyleminin Gelişimi Söylemi toplumsal mücadele sürecinde toplumsal gerçekliğin belli bir perspektiften anlamlandırılması olarak tanımlarsak, enformasyon toplumunun söylem olmadığını iddia etmek zordur. Enformasyon toplumu kavramsallaştırmasını getiren kuramcılar, yeniden yapılandırmayı öyle bir şekilde anlamlandırırlar ki, toplumsal dönüşümü coşkuyla karşılanması gereken bir ilerleme olarak görmek gerekir. Esasında onların çalışmaları sosyal bilimlerin egemen çıkarlar doğrultusunda seferber edilmesinin tipik örneklerindendir.5 4 Başka bir açıdan bakınca devletin ekonomiden çekildiğini söylemenin kısmen doğru olduğu iddia edilebilir; sonuçta şirketlerin önünü açan düzenlemelerin gerçekleştirilmesi için piyasanın devlete ihtiyacı vardır. Aynı durum uluslararası planda da geçerlidir; küreselleşme nedeniyle ulus-devletlerin etkinlik alanı kısıtlanırken (Hobsbawm, 1996: 489; Harvey, 2010: 189), küreselleşmenin önünü açan da başta gelişmiş ülkeler olmak üzere ulus-devletlerin hükümetleridir. Ayrıca sermayenin ihtiyaç duyduğu her anda (mesela 1980’lerdeki bütçe/borç krizlerinde, borsa çöküşlerin, vs...) devletin ekonomiye müdahale etmekten geri kalmadığına da dikkat çekilir (Hobsbawm, 1996: 475; Harvey, 2010: 193). Üşür (1997: 317) ise, devletin müdahalelerinin arttığını, değişenin müdahale biçimleri olduğunu vurgular. 5 Sosyal bilimlerin kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştikleri, toplumu yönlendirmeye yarayan “yönetim teknolojileri” işlevi gördükleri, ürettikleri bilgilerin insanları belli konumlara yerleştiren söylemlere dayanak sağladığı Foucault’ya atıf yapılarak sıkça vurgulanır (Hall, 1997, s. 49; Cevizci, 1999, s. 364; Tekelioğlu, 1999, s. 47; Atayurt, 2003, s. 8). Fairclough (1995, ss. 87, 91, 103-105) da egemenlerin bir tür toplumsal mühendislik çabası olarak nitelendirilebilecek “söylemin teknolojizasyonuna” başvurduklarını, mevcut toplumsal pratiklerin değişimi için bilgi ürettiklerini aktarır. Lichtman (2012, ss. 146-147) ise, artan insan olanaklarına karşın, bu olanakları fiilen engelleyen ve çarpıtan toplumsal yapılar arasındaki çelişki derinleşirken, kapitalizmin kendisi hakkındaki eleştirileri etkisiz kılacak ve meşruiyetini yeniden üretecek kuramlara ihtiyaç duyduğunu belirtir. 4 Toplumsal dönüşümü anlamlandırma gayretindeki insanların kapitalizmin yeniden yapılandırılmasını görmelerini engelleyen bir anlam çerçevesi sunan enformasyon toplumu kuramcılarının savlarını kabaca şu başlıklarla aktarabiliriz; Sanayiden hizmetler sektörüne istihdam kayışı, tarımdan sanayiye doğru olandan geri kalmayan bir dönüşümdür (Bell, 1973, ss. 124-128; Toffler, 1981a, ss. 31-34; Toffler, 1981b, ss. 19-20). Bu nedenle istihdamdaki kayışı gösteren istatistikler sıkça vurgulanır (Bell, 1973, ss. 129-132; Bell, 1999, ss. 218, 221; Toffler, 1981a, s. 251). Yükselen hizmetler sektöründeki insanlar enformasyon işlerler (Bell, 1973, ss. 116, 127-128, 467; Bell, 1999, s. 219). Şirketler ürün geliştirme ve üretimi yönlendirmeyle ilgilendiğinden, sanayi üretimi bile aslında enformasyona tâbidir (McLuhan, 2009, s. 28). EİT’ler multimedya, veri depolama, uzaktan alışveriş gibi yeni hizmet alanları açmaktadır (McLuhan ve Powers, 2001, ss. 139, 147). Refahın artmasıyla eğitim, sağlık ve eğlence hizmetleri de yaygınlaşacaktır (Bell’den aktaran Webster, 2006, ss. 50-51). Zenginlik kaynağı olarak emeğin yerini enformasyon almaktadır (Bell, 1999, s. 217). Mülkiyet, iktidar ve sömürünün sonu gelmiştir. Enformasyon işleyerek üretimi planlamak ve yönlendirmek, bilfiil üretimden önemli olunca üretim araçlarının mülkiyeti kadük kalır.6 Toplum, devlette ve özel sektörde kilit konumlarda bulunan yüksek eğitimli uzmanların kuramsal bilgiye dayanarak aldığı, nesnel ve tarafsız kararlarla yönlendirilmektedir (Bell, 1973, ss. 34-35, 43, 51-52, 99-100, 164, 362). Dolayısıyla bu kararlara karşı çıkmaya gerek yoktur. Koşulların hızla değiştiği yeni toplumda hızla enformasyon işlemek yaşamsalken, iş yerlerindeki hiyerarşi ve kurallarda diretmek de boşunadır (Toffler, 1981b, ss. 121-125; McLuhan, 2009, s. 27).7 Enformasyon işleyenler, akılcı ve yaratıcı işlerle kendilerini geliştirdiklerinden (McLuhan, 1964, s. 58; Toffler, 1981b, s. 335), yabancılaşma ve sömürüden bahsetmek zordur. Gerçek anlamda toplumsal eşitliğin sağlanması yakındır. İşlendikçe eksilmek yerine artan enformasyonu (Bell, 1999, s. 217; Masuda, 2009, s. 132) saklamak gereksizdir. İnsanlar, ilkel çağlardaki besin toplayıcıları gibi bilgi/enformasyon toplayacaklardır (McLuhan, 1964, s. 358). Uzak yerlerde yaşayanlar, ‘eve bağımlı’ engelliler ve kadınlar, EİT’ler sayesinde toplumsal faaliyetlere istedikleri zaman ve yerden katılabileceklerdir (Bell, 1999, s. 219; Toffler, 1981a, s. 395; McLuhan ve Powers, 2001, s. 192). Demokrasi gelişecektir çünkü EİT’ler sayesinde insanlar seslerini başkalarına ve yöneticilere kolayca duyurabileceklerdir (Toffler, 1981b, s. 236; McLuhan ve Powers, 2001, ss. 141-142, 193; Masuda, 2009, s. 133). EİT yatırımları, büyük sanayi tesisleri kurmaktan daha ucuz olduğundan GOÜ’lerin geri kalmışlıktan kurtulması daha kolay olacaktır (Toffler, 1981a, ss. 396, 403; 6 Bell (1973, s. 294) “Günümüzde mülkiyet sadece yasal bir kurgudur” derken, McLuhan ve Powers (2001, s. 219) EİT’lerle birbirine bağlanan “Küresel Köy”de mülkiyetin ortaklaşa olduğunu belirtirler. Toffler (1981b, s. 187) bolluk nedeniyle mal-mülk kavramlarının önemsizleşeceğini vurgular. 7 Bu koşullar altında şirketlerin örgütlenmelerini anlatmak için McLuhan (1964, s. 356) “Her ne kadar otomatize fabrika sürekli girdi ve çıktılar yüzünden bir ağaç gibi olsa da, bu gerektiğinde meşeden akça ağaca ya da cevize dönüşebilen bir ağaçtır” derken, Toffler (1981a, s. 327) “Örgütler, koşullar gerektirdiğinde, duruma göre değişik biçimler alabilirler, tıpkı ısı değişince şekil değiştiren, ısı eski haline dönünce de yine eski şeklini alan plastik bir madde gibi. […] Bir futbol takımı düşünün, yalnız çeşitli ekollere göre futbol oynamakla kalmıyor, bir düdük çalınca basketbol, bir düdük çalınca voleybol takımı olabiliyor” ifadelerini kullanır. 5 McLuhan ve Powers, 2001, s. 167). Toplumsal eşitlik ve demokrasi bu ülkelerde de sağlanacaktır. Yeniden yapılandırma kapsamında fabrikaların kapanmasına veya GOÜ’lere gönderilmesine, küreselleşen ve esnekleşen üretimi planlama ve denetlemenin enformasyon yoğun işleri artırmasına, bu kapsamda hizmetler sektörünün istihdam ve hacim anlamında yükselişine, EİT’lerin yaygınlaşmasına ve etkileşimli yayın imkânı sunmasına, dolaşımdaki enformasyonun artmasına şahit olan gelişmiş ülkelerdeki sıradan insanlar için enformasyon toplumu kuramcılarının söyledikleri birer savdan öte gerçeğin kendisi gibi görünür. Oysa yaşanan toplumsal dönüşümün bu şekilde anlamlandırılması oldukça tartışmalıdır. Enformasyon toplumu kuramcılarına yöneltilen eleştiriler şu başlıklar altında toplanabilir: Teknolojik belirleyicilikten muzdarip oldukları öne sürülebilir (Üşür, 1997, ss. 306, 312-313) çünkü teknolojiyi boşlukta gelişmiş ve sonradan topluma dâhil olarak tüm düzeni değiştirmiş bir güç olarak değerlendirirler.8 EİT’lerin kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştiğini ve evrildiğini göremezler.9 Hizmetler sektörüyle sanayinin sistematik bağını göremezler. Sanayi şirketlerinde hizmetlerin daha önceden de önem arz ettiğini, hizmetler sektöründeki istihdamın aslan payının aslında sanayi üretimiyle ilgili hizmetlerde yer aldığını, istihdamdaki asıl kayışın sanayiden değil, tarımdan hizmetlere doğru olduğunu gösteren kanıtlar vardır.10 Hizmetler sektöründeki işlerin niteliğini abarttıkları belirtilir. Yeni hizmet işlerinin hepsinde enformasyon işlenmediği gibi, çoğunluğu rutin, vasıf gerektirmeyen, geçici niteliktedir, tıpkı fast-food restoranlarda veya veri girişinde çalışmak gibi (Kumar, 2004, ss. 40-41). Enformasyon işleyen beyaz yakalıların da taylorizasyondan muzdarip olduğu belirtilir (Kumar, 2004, ss. 33-34).11 8 Toffler (1981, s. 29) “Önemli ekonomik gerçeklerin arkasında değişimin o büyük, homurdanan makinesi, teknoloji yatıyor” der. McLuhan, “Teknoloji, insan duyularından herhangi bir tanesini öne çıkmaya zorlar; aynı anda öteki duyular ise ya zayıflatılır ya da geçici olarak tümüyle ortadan kaldırılır. Bu süreç, insanoğlunun kendi uzantılarına, ilahi niteliğin bir biçimi olarak tapınma eğilimini bir kez daha hayata geçirir. Yeterince ileri gidildiğinde de böylelikle insanoğlu ‘kendi makinesinin bir yaratığı’ haline gelir” ifadelerini kullanır. (McLuhan ve Powers, 2001, s. 25). Bell ise temkinli bir tavırla değişimin rasyonelleşmeden kaynaklandığını belirtir ancak bunu sağlayan teknolojik verimlilik olduğu için aynı teknolojik belirleyici tavır onda da görülür (Webster, 2006, ss. 44-45). Bell (1999, ss. 213, 216), Sanayi Sonrası Toplumun Gelişi kitabının 1976 tarihli baskısında da ikircikli bir tavır sergiler. Sanayi öncesi toplumdan sanayi toplumuna ve daha sonra da sanayi sonrası topluma geçişi teknolojinin karakterindeki önemli değişikliklere bağlar. Sanayi sonrası toplumunun ana ekseni olarak fikri teknolojiyi [intellectual technology] gösterir. Ama ardından yine teknolojinin tüm toplumsal değişimlerin birincil belirleyicisi olmadığını vurgular. 9 Mimarisi ve standartları toplumsal güç ilişkileri doğrultusunda gelişen teknolojiye ilişkin düzenlemeler de yansız değildir. Örneğin, internetten veri alma hızını artıran ama veri göndermeyi azaltan ADSL teknolojisi, kurumsal yayıncılara avantaj sağlamaktadır (Geray, 2003, s. 137). Telekomünikasyon ağının mülkiyetine sahip işleticiler ve yayıncı şirketler de, ağ tarafsızlığını kaldırarak, bedelini ödeyenlerin verilerinin internette daha hızlı iletilmesini talep etmektedirler (Mirrless, 2009, ss. 30-31). 10 McKinlay ve Starkey (2006, ss. 346-347, 350-351), 1950 ve 1960’larda otomobil üreticisi Ford’ta finans bölümünün, üretim ve ürün geliştirmeden daha önemli hâle geldiğini, her kararın finansal açıdan meşrulaştırılması gerektiğini belirtirler. Diğer yandan 1971’de çalışan nüfusun yarısı hizmetler sektöründe görünmesine rağmen bunun ancak yüzde 23,1’lik kısmı nihai tüketime dair hizmetlerde, gerisiyse sanayi üretimiyle ilişkili hizmetlerdedir (Webster, 2006, s. 50). Britanya gibi sanayileşmiş bir ülkede 1840-1980 yıllarında mavi yakalıların sayısının aynı kaldığını, istihdam kayışının tarımdan hizmetler sektörüne olduğunu gösteren veriler vardır (Webster, 2006, s. 47). 11 EİT’lerle Taylorizm’in daha önceleri dokunulmayan faaliyet alanlarına ve işçi gruplarına uzandığını söyleyebiliriz ki, zaten bu teknolojileri üreten şirketlerden Olivetti de ürünlerini bu gerekçeyle pazarlamaktadır. 6 Patent ve fikri mülkiyet hakları enformasyonun serbest dolaşımını engellemektedir (Geray, 2003, ss. 70-71; Üşür, 1997, s. 313; Nalbantoğlu, 2001, s. 15). Bilginin iktidarla ilişkili biçimde geliştiğine dair savlar dikkate alındığında, uzmanların sahip olduğu “nesnel kuramsal” bilgiye dayanarak iktidarın aşılmasını öne sürmek zordur. Teknoloji, yayıncılığı ve herkesin sesini duyurmasını kolaylaştırsa da, bazı görüşlerin bastırılması teknik bir mesele değildir. Ayrıca bolca bulunan enformasyonun niteliği düşük olduğundan beyinleri çöple dolacak insanların bilinçlenmekten uzak oldukları iddia edilebilir (Nalbantoğlu, 2001, s. 22; Nalbantoğlu, 2009, s. 420; Üşür, 1997, s. 320). GOÜ’lerdeki azgelişmişliğin nedenlerini anlamaktan acizdirler çünkü uluslararası güç ilişkilerine ve politika süreçlerine değinmemektedirler (Başaran, 2004). Keza, gelişmiş ülkelerin önde gittiği, GOÜ’lerinse geriden geldiği, enformasyon toplumuna doğru giden çizgisel bir tarih anlayışından muzdariptirler. Şirket başkanı Franco de Benedetti şöyle demektedir: “İlk fabrikaların taylorizasyonu… emek gücünün denetlenmesini sağladı ve üretim süreçlerinin bunu izleyen mekanizasyonu ve otomasyonu açısından zorunlu bir öngereklilikti… Enformasyon teknolojisi, temelde Taylorcu örgütlenmenin ilişmediği beyaz yakalı işçiler düzeyinde emek gücünün eşgüdümüne ve denetimine yönelik bir teknolojidir” (aktaran Kumar, 2004, ss. 33-34). Hizmetler sektöründeki çalışma koşullarının ağırlığını gösteren en iyi örneklerden biri Türkiye’nin en büyük telekomünikasyon şirketlerinden Turkcell’in çağrı merkezlerine ilişkindir. Çalışanlar günde 11-12 saat konuşmak zorunda kalmakta, kendilerinden her aramada sanki saatlerdir telefon başında değillermiş gibi aynı performansı göstermeleri beklenmekte, her gün gelen 200 aramayı 2 dakika içinde sonuçlandırmaları istenmekte, tuvalet için sadece 4-7 dakika izin alabilmekte, çeşitli performans testlerinden geçmeleri gerekmektedir (Ekrem ve Sarısaltık, 2006). Bunun yanında üretim hattında da Taylorizm’in konumu pekişmiştir. Stoksuz ve piyasadaki anlık talebe göre üretim yapılan düzende, mal ve hizmet akışının kesintisiz olması gerekir ki, bu durum işçilerin tavır ve davranışlarının sürekli uyumunu şart koşar. Batılı ülkelerden çok daha önce bu tarz bir üretime yönelen Japonların bunu sağlamak için attıkları adımlarla işçilerin kendi çıkarlarının şirketle bütünleştiğini düşünmesini sağladıkları, Taylorizm’e zihinsel ve manevi bir boyut ekleyerek işçileri durmaksızın çalışan ama aynı zamanda “gülümseyen robotlar” hâline soktukları öne sürülür (Boje ve Winsor, 2006, s. 332). 7 Söylemin Politika Süreçlerine Yansıması Belirttiğimiz üzere enformasyon toplumu söylemini iki dönemde inceleyebiliriz ki, literatürde bu yönde başka eğilimler de vardır. Geray (2003, ss. 123-124) enformasyon toplumu literatürünü, 1970’lerdeki kuram metinleri ve 1990’lardaki politika belgeleri şeklinde ikiye ayırır. Enformasyon toplumu politikaları da ikiye ayrılarak, ilk dönemin kuramcıların 1970’lerdeki yükselişini izlediği, ikincininse 1990’lara tekabül ettiği belirtilir (Ducatel vd., 2000, ss. 2-6). Burada söylemin 1990’lardaki vurgularını ve politika süreçlerine yansımasını AB belgelerine bakarak sorgulayacağız.12 Söylemin siyasete etkisi 1990’larda tavan yapar. Akademi, medya ve sanayideki “itibarlı” kişiler yeni bir devrimden konuşurken, siyasetçiler kayıtsız kalamamış ve pek çok ülkede enformasyon toplumu politikaları hazırlanmıştır (Goodwin ve Spittle, 2002, s. 226; Henten vd., 1996, s. 177). Büyük anlatıların “buharlaştığı” bu dönemde enformasyon toplumu en yeni ve en etkin büyük anlatı olmuştur (Servaes, 2003, ss. 18, 27). Egemenler farklı platformlarda enformasyon toplumunun amaç bellenmesini sağlamaya ve karşıt anlamlandırmaları bastırmaya çalışmışlardır.13 Enformasyon toplumu 1990’larda AB için iktisadi ve siyasi bütünleşme perspektifinin göbeğine oturur, Ortak Pazar’dan sonraki en önemli ortak hedefe dönüşür (Michalis, 2007, s. 153) çünkü AB’nin kronik dertlerinin devası görülür. 1990’larda AB’de işsizlik ve büyümeye dair sorunlar ağırlaşırken, ticari rakipler ABD ile Japonya’nın gerisinde kalma tehlikesi peyda olmuştur (European Commission [EC], 1993, ss. 1d, 2-4, 40; EC, 1995, s. 1; EC, 1996a, ss. 2, 12-15). Bunun karşısında, kuram metinlerini hatırlatır biçimde, dünya ekonomisinin bağımlı olduğu ana kaynağın enformasyon olduğu (EC, 1997a, s. 12), ekonomik başarının enformasyon işlemek ve iletmekten geçtiği (EC, 1993, ss. 3, 60-61, 104, 107) belirtilir. Enformasyon toplumunu gündeme getiren EİT’ler “ekonomik büyümeyi teşvik etmekte, rekabet gücünü artırmakta, yeni fırsatlar yaratmakta ve istihdam potansiyeli sunmaktadır” (EC, 1993, ss. 104-105; EC, 1994, s. 1; EC, 1996a, ss. 12-13). 12 Enformasyon toplumu hedefiyle 1970 ve 1980’lerde gerçekleştirilen siyasi girişimlerden öne çıkanları şöyledir; 1972’de Japonya Bilgisayar Kullanımını Geliştirme Enstitüsü’nün hükümete sunduğu Enformasyon Toplumu Planı – 2000 Yılına Doğru Ulusal Bir Amaç isimli rapor ve ardından gelen Fifth Generation Computing Initiative, Wired Cities ve HDTV programları; 1978’de Fransa’da hazırlanan Toplumun Enformatizasyonu raporu (diğer adıyla Nora-Minc Raporu) ve bunu izleyen Minitel’i yaygınlaştırma girişimleri; Almanya’daki genişbant erişim planları; Danimarka’daki televizyonu ve telekomünikasyonu bütünleştirilmiş ağda sunmaya dair eylem planı; Britanya’da 1982’nin “enformasyon teknolojileri yılı” ilanı; Britanya ve ABD’deki telekomünikasyonu özelleştirmeye yönelik girişimler (Başaran, 2004, ss. 9-10). AB’de öne çıkansa, 1979’da Komisyon’un Yeni Enformasyon Teknolojisinin Meydan Okuması Karşısında Avrupa Toplumu: Komisyon’un Yanıtı belgesini yayınlanması ve 1983’te Enformasyon Teknolojisi ve Telekomünikasyon Görev Gücü’nün kurulmasıdır ki, bu oluşum 1986’da 13’üncü Genel Müdürlüğe [Directorate General] dönüşür (Garnham, 1997, s. 325). AB’de telekomünikasyon sektörünün serbestleştirilmesi girişimleri 1980’lerin ortasında başlarken, söylemsel düzeyde “Avrupa’nın sinir ağları” metaforu sıkça kullanılır (Kaitatzi-Whitlock, 2000, s. 51; Preston, 2003, s. 39). 1980’lerdeki ar-ge programlarında “ağ toplumundan” ve “genişbant bağlantılardan” bahsedilir (Servaes, 2003, s. 11). 13 Geray ve Başaran-Özdemir (2011, s. 615), 1990’ların başından beri küresel siyasette “bilgi tabanlı ekonomi” söyleminin başrolde olduğu belirtirler. Enformasyon toplumu söyleminin “bilgi tabanlı ekonomi söyleminin” şemsiyesi altındaki pek çok söylemden biri olduğunu belirten Geray ve Başaran-Özdemir, AB, Dünya Bankası, IMF gibi kapitalizmin önde gelen aktörlerinin kendi söylemlerini nasıl uluslararası dolaşıma soktuklarını ve kabul ettirdiklerini sorgularlar. Bilgi tabanlı ekonomi söyleminin söylemsel ve maddi düzeylerde bağımlılık ilişkilerini yeniden ürettiğini ortaya koydukları gibi Türkiye’de karşı-hegemonik söylemlerin nasıl marjinalleştirildiğini gösterirler. 8 Teknolojinin getirilerinin gerçekleşmesi, hızla gerekli düzenlemelerin gerçekleştirilmesine, yani piyasanın önünün açılmasına bağlıdır. Enformasyon toplumunu kurma görevini özel sektöre veren AB, kamunun rolünü şirketlerin işini kolaylaştırmakla sınırlandırır (EC, 1993, s. 109; EC, 1994, ss. 1, 2, 8; EC, 1997a, s. 9; ÜDUG [Bangemann Raporu] , 1994, ss. 35, 40). Eski düzenlemelerin hükümsüz kaldığı, rekabeti sağlayacak “açık ve şeffaf” yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğu belirtilir (EC, 1993, ss. 23, 49, 52, 71, 104-105; EC, 1996b, ss. 2-5; ÜDUG, 1994, s. 12). En başta yapılması gerekense – enformasyon toplumunun altyapısını oluşturan – telekomünikasyonun serbestleştirilmesidir ki, bunun “enformasyon toplumuna yönelişin göbeğinde” yer aldığı (EC, 1996a, s. 22), “enformasyon toplumundaki piyasa güçlerinin böylece serbest kalabileceği” (EC, 1993, s. 109) belirtilir. Serbestleşmeyle gelecek rekabet sayesinde fiyatlar düşecek, hizmet kalitesi artacak, yeni hizmet ve uygulamalar ortaya çıkacaktır (EC, 1996b, ss. 3, 8; EC, 1996d, s. 2; ÜDUG, 1994, s. 14). “Gerekenler” hızla yapılmadığında AB’yi “ekonomik yıkım” beklemektedir. Enformasyon toplumuna ilk girenler ödülleri kaparken, geride kalanlar 10 yıl içinde yatırım ve istihdamda büyük sorunlarla karşılaşacaktır (ÜDUG, 1994, ss. 6, 8). Bu nedenle, ABD ve Japonya, enformasyon altyapılarına ve hizmetlerine yatırım yaparak geçişi hızlandırmaya çalışmaktadır (EC; 1993, ss. 21, 29, 107-108; ÜDUG, 1994, ss. 10, 24).14 Tüm bunlara bakarak, AB’nin 1990’larda enformasyon toplumuna ilişkin çizdiği çerçeveyi şu şekilde özetleyebiliriz; Enformasyon toplumuna teknolojinin getirilerine uygun düzenlemelerle yanıt verildiğinde geçilecektir. Düzenlemeler özel sektörün önünü açmaya yönelik olduğundan enformasyon toplumu piyasa üstünde yükselecektir. Piyasa yanlısı düzenlemeler hemen yapılmazsa ekonomik gerçekleşeceğinden başka türlü bir enformasyon toplumu mümkün değildir. 14 yıkım 1993’te ABD Başkan Yardımcısı Al Gore tarafından açıklanan Ulusal Enformasyon Altyapısı: Eylem Gündemi başlıklı raporda enformasyon toplumu politikalarına çok daha geniş devlet desteği vaat edilir (Başaran, 2004, s. 10). Sınırlı enerji kaynaklarına sahip olmasının yarattığı zorlukları enformasyon hizmetlerine yoğunlaşarak aşmaktan yana olan Japonya, stratejisini tamamlamak için mikroçipler, bilgisayarlar ve robotlar geliştirmeye yönelir, tüketici elektroniğinde öne çıkar (Garnham, 1997, s. 324). 9 Enformasyon toplumunun bu şekilde tanımlanması, anlamın kapanmasına yol açmaktadır. Bunu perçinlemek için enformasyon toplumuna geçiş sıkça Sanayi Devrimi’yle kıyaslanır (EC, 1993, ss. 20, 52, 104; EC, 1994, s. 1; EC, 1995, s. 6; EC, 1996a, s. 1; EC, 1996d, s. 3; ÜDUG, 1994, s. 5). Sanayi Devrimi’ni kaçıranların akıbeti ortadayken, enformasyon toplumunun başka türlü bir tanımı için müzakere talep etmek zorlaşır. Bu açıdan AB belgelerinde de uyum gösterilmesi gereken kaçınılmaz bir süreç vardır. AB belgelerinde toplumsal uyumun güçleneceği, insanların toplumsal ve ekonomik hayata katılımının artacağı (EC, 1996a, ss. 2, 23), kültürel çeşitliliğin güçleneceği ve herkesin sesini duyurabileceği (EC, 1993, s. 108; EC, 1996b, ss. 10-11; ÜDUG, 1994, s. 6), siyasete katılımın artacağı (EC, 1996a, s. 24), devletin daha etkin ve şeffaf hâle geleceği (EC, 1996b, s. 10; EC, 1997a, s. 4) de vurgulanır. Ancak bunlar kendi başlarına birer amaç olmaktan çok, piyasanın işleyişiyle yakalanacak refahın ve teknolojik gelişmenin sonuçlarıdır. Enformasyon Toplumundaki İnsana Dair Tasavvurlar Enformasyon toplumu kuramları ve politika belgelerinde yeniden yapılandırılan kapitalizmin piyasayı iyice toplumsal hayatın merkezine yerleştirmesi meşrulaştırılmaktadır. Ancak kuram metinlerine ve politika belgelerine daha farklı bir gözle baktığımızda aynı zamanda farklılaşan toplumsal faaliyetleri yerine getirmeleri için insanların daha farklı niteliklerle tasavvur edildikleri de görebiliriz. Öncelikle kuram metinlerindeki insan tasavvurlarına bakacak olursak, kabaca şu başlıkların öne çıktığını söyleyebiliriz; Tarihinin en eğitimli insanları enformasyon toplumundakilerdir. EİT’lerle hızla enformasyon işlemek eğitimli olmayı gerektirmektedir. Üniversite eğitimi alanların sayısı artarken (Bell, 1973, ss. 216-217, 234-239), iş yerinde çalışırken enformasyon işlemek de insanları eğitmektedir (McLuhan, 1964, s. 58). Toplumsal statünün tepesine tırmanmak da artık mülkiyetten değil, eğitimden geçmektedir ki, bunu üniversitelerde kuramsal bilgiyle donanan ve karar alıcı konumuna gelen uzmanlar örneğinde görürüz. Koşulların değişkenliği nedeniyle yıllarca aynı işte çalışarak emekli olmak imkânsız olmuştur. İşin sürekli farklılaşması söz konusudur (Toffler, 1981b, ss. 99-102). Dönemsel sözleşmeler ve proje bazlı işler bunun yansımasıdır. Bu, monotonluktan kurtulma ve özgürleşme olarak görülür (Toffler, 1981b, s. 131). Dönemsel çalışacak insanların yeniden işgücünü katılabilmeleri sürekli kendilerini geliştirmelerini bağlıdır. Hayat boyu eğitim kaçınılmazdır (Toffler, 1981b, ss. 340-346). EİT’ler uzaktan eğitim fırsatları sunmaktadır. İnsanlar işleri üzerinde denetim kurmuştur. Taylorizm ve Fordizm’i tarihe gömecek şekilde, değişimin hızı karşısında hızla yanıt verebilmek için eğitimli insanlar inisiyatif almaktadırlar (Toffler, 1981a, s. 439; Toffler, 1981b, s. 336). İnsanlar kendilerini tatmin ettikleri işlerde, kendilerini gerçekleştirmek için çalışınca (McLuhan, 1964, s. 347), iş zamanı-boş zaman ayrımı ortadan kalkmıştır (Toffler, 1981a, ss. 308-311, 343-344). İnsanlar evden çalışabileceklerinden (Toffler, 1981b, s. 335; McLuhan ve Power, 2001, s. 147), yaşadıkları yere aidiyetleri ve cemaat ilişkileri güçlenecektir. Ancak hızlı değişim nedeniyle çekirdek ailenin tehdit altında olduğu, boşanmaların artacağı da vurgulanır (Toffler, 1981a, ss. 282-283, 301; McLuhan ve Powers, 2001, s. 147). Herkesin sesini duyurabilmesiyle “alt-kültür patlaması” yaşanacaktır (Toffler, 1981b, ss. 238, 252, 256). Herkesi denetleyen ve kısıtlayan Büyük Birader’den korkmaya gerek yoktur. Herkes kendine göre ürün ve hizmetlere ulaşabilecektir (McLuhan ve Powers, 2001, ss. 141-142). 10 Bolluğun artması ve mülkiyetin önemi kaybetmesiyle insanlar birbirleriyle kıyasıya rekabet eden bireyler olmaktan çıkmıştır (Bell, 1973, ss. 303-309, 362, 425, 433, 444, 481-482). Değişimin hızlı seyretmesi yüzünden insanların uyum sağlama yetilerini geliştirmeleri ve esnek olmaları gerekmektedir.15 Kuramdaki yaklaşım belli ölçüde politika belgelerinde de korunur. Ancak yeniden yapılandırmanın önündeki muhalefetin kalkması ve konsolidasyon sürecine girilmesi nedeniyle piyasanın artık insan hayatında daha da belirleyici olduğu çok daha net ifade edilir. Hemen enformasyon toplumuna geçmek isteyen AB, insanların enformasyon tabanlı yeni ürün ve hizmetleri kullanması ister ama beklediğini bulamaz. AB, değişim yüzünden insanların kendilerini “tehdit altında” hissettiğini saptadıktan sonra (EC, 1995, ss. 8, 50) bunu gidermek için 1990’ların ikinci yarısında “umutlarına ve endişelerine daha iyi yanıt vererek, insanı enformasyon toplumu politikasının merkezine koymayı” öncelik olarak kabul eder (EC; 1996b, s. 1; EC, 1996d, ss. 4-5). “Önce İnsan” anlayışı belgelerin başlığına çıkar (EC, 1996a; EC, 1997b) ve “enformasyon toplumu insanlar için olmalı, enformasyonun gücünü serbest bırakmak amacıyla insanlar için ve insanlar tarafından kullanılmalı” denir (EC, 1996a, ss. 2, 23). Artık “toplumsal kabul görmesi” enformasyon toplumuna geçiş açısından kilit önemde görülmektedir (EC, 1996d, s. 3; Törenli, 2004, s. 198) ve insanların istihdam, eğitim ve uyumu sorgulanmaktadır. Törenli (2004, ss. 198, 200) 2000 yılından sonraki belgelerde “insan mühendisliğine yönelişten” bahseder. Ancak Preston (2003), AB’deki değişimin retorik düzeyde kaldığını, altyapı yatırımları ve piyasa yanlısı düzenlemelere öncelik tanınmasının sürdüğünü, mali kaynakların bu alanlara ayrıldığını belirtir. Enformasyon toplumuna geçişte AB’nin insandan yana dertleri bundan ibaret değildir; ihtiyaç duyduğu insanlar ortada yoktur. Bunu “iki vitesli emek pazarı” yakınmasında, demode olan eski vasıflara kolayca ulaşılırken, talep edilen yeni vasıfları taşıyanların bulunamamasında görürüz (EC, 1993, ss. 138, 140, 146; EC, 1996a, ss. 1, 16). EİT’leri herkes satın alıp kullanabileceğinden, uzun vadede bir ülkenin başarısı, halkının bilgisi ve EİT’leri kullanmadaki yetkinliğiyle belirlenecektir (EC, 1996a, s. 23) ve bu yüzden insan kaynaklarına yatırım yapılmalıdır (EC, 1993, ss. 137, 155; EC, 1996a, ss. 2, 10; EC, 1997b, ss. 14-15). İnsanların öncelikle yeni teknolojileri bilmesi, bilgisayar okuryazarı olması gerekmektedir (EC, 1995, s. 13; EC, 1996a, s. 16; EC, 1996c, s. 18; EC, 1997a, s. 11). Zira yeni işler EİT’lerle ilişkili olacaktır (EC, 1993, ss. 21, 121; EC, 1996a, ss. 13-14; EC, 1996d, ss. 2, 10; EC, 1997b, s. 13).16 Bunun yanında esnek, hareketli, dile dair yetenekleri olan, Avrupa’nın avantajlarını kullanabilecek (EC, 1993, s. 164), yaratıcılığa, yeni fikirlere, hızlı iletişim kurma 15 Toffler (1981b, s. 38) “Yaşamını sürdürebilmek ve gelecek korkusuna yakalanmamak için birey, eskisine göre daha kolay uyum yapabilmeli, daha yetenekli olmalıdır. Hız dürtüsü nedeniyle şimdi sallanan eskimiş temellerin – din, ulus, topluluk, aile veya meslek – yerine üstüne basabileceği, tümüyle yeni kavramlar bulmalıdır” demektedir. Uyum sağlayamayanların akıbetini McLuhan ve Powers’dan (2001, s. 186) öğreniriz; “Hızla yaklaşan bu gelecekte, rolünü […] iyi oynamayan kişinin durumu ne olacaktır? Bugün olduğu gibi o zaman da o varolmayan bir kişi olacaktır”. Toffler (1981b, s. 63) ayrıca “Geleceğin insanları geçmişin insanlarından daha hızlı yaşayacaklarsa, esnek olmak zorundalar. Engel koşucularına benzerler: Eğer engelleri aşmak istiyorlarsa, öteberiyle yüklü olmamaları gerekir. Teknolojinin yararlarını elde ederken, öteberiyle yüklenme sorumluluğunu da taşımamalıdırlar. Hızlı değişimin belirsizlikleri arasında yaşamlarını sürdürebilmeleri için, hafif yolculuk etmesini öğrenmek zorundadırlar” demektedir. 16 AB, EİT’lerle bağlantılı yeni hizmetlerin istihdam yaratacağını sıkça ifade eder (EC, 1993, ss. 21, 121; EC, 1996a, ss. 13-14; EC, 1996d, ss. 2, 10; EC, 1997b, s. 13). İleri teknoloji kullanan ülkelerde ve şirketlerde istihdamın azalmadığı, aksine kullanmayanlara kıyasla olumlu olduğu belirtilir (EC, 1993, s. 105; EC, 1996a, s. 13). Teknoloji nedeniyle kaybedilecek işler vasıfsız ve istenmeyen türdendir (EC, 1996a, s. 13). 11 ve ekip çalışmasında bulunma yetisine sahip insanlar arzulanmaktadır (EC, 1995, ss. 13, 37; EC, 1996b, s. 5). Yeni dönemin başarılı iş örgütlenmesi olarak “esnek şirkete” işaret edilir (EC, 1996a, s. 7) ki, burada hiyerarşi son bulmuş, pek çok farklı birimi bünyesinde barındıran ağ yapısı ve ademimerkeziyet öne çıkmıştır (EC, 1993, s. 8; EC, 1995, s. 6). Bu yapıda statik işlev tabanlı vasıflar işe yaramadığından, esneklik ve değişimi öngörme yetisi önem kazanmıştır (EC, 1996a, s. 6). Başka bir deyişle, koşulları kestirdikten sonra buna göre kendini ayarlayan ve gerekli vasıfları geliştiren bir insana vurgu yapılmaktadır. İşin farklılaşmasının Taylorizm ve Fordizm’i bitirdiği, insanların işleri üzerinde denetim sahibi olduğu (EC, 1993, ss. 68, 178; EC, 1995, s. 37), işin entelektüel nitelik kazanmasıyla (EC, 1995, s. 6) verimlilik ve iş tatmininin arttığı (EC, 1996a, s. 1) belirtilir. AB, kuramdaki iyimserliği paylaşmaktadır. Ancak dönüşümün tamamen olumlu yönde olmadığı da belirtilir. Yeni teknolojilerin üretim sürecinde insanın önemini artırmasına karşın işçileri iş örgütlenmesindeki değişikliklerden daha fazla zarar görebilir hâle getirdiği çünkü “işçilerin karmaşık bir ağın içindeki yalnız bireyler” olduğu belirtilir (EC, 1995, s. 6). Ayrıca enformasyon toplumunda “insanlar giderek artan çeşitlilikte fiziksel nesne, toplumsal durum, coğrafi ve kültürel bağlamla karşı karşıya kalacakları” gibi “farklı yorumlamalara ve kısmi çözümlemelere açık bölük pörçük ve eksik enformasyon yığınıyla uğraşmak zorunda kalacaklardır” (EC, 1995, s. 9). Dolayısıyla tüm bileşenlerin farkında olmak ve doğruyu bulmak kolay değildir. Yine de insanlardan değişimi izlemeleri, anlamaları ve yönetmeleri istenir (EC, 1995, s. 9). Diğer yandan hızlı değişen koşullara göre esnekliğin, iş güvencesinin tırpanlanması olduğu AB belgelerinde açıkça ortaya konur. “İnsanların yaşamları boyunca dört ya da beş kez iş alanlarını değiştirmek zorunda kalacakları” belirtilir (EC, 1993, s. 140), işlerin garanti olmadığı vurgulanır (EC, 1996c, s. 5). Bu açıdan bakınca Refah Devleti döneminden kalma iş güvencesi ve sosyal güvenlik anlayışı kadük kalır. Zaten AB de işsizlik sorununun kökeninde eskiden kalma düzenlemeleri ve insanların buna dayanarak yanlış davranışlar geliştirmelerini görür. “Yeni bir başlangıç için yeni vasıflar sunmak yerine işsizlerin çoğuna genellikle gelir yardımı sağlandığından, işsizlik uzun dönemli işsizliğe ve toplumsal dışlanmaya dönüşmüştür” (EC, 1996a, s. 15). Yani, tembellik için para ödenen insanlar tembelliğe alışmaktadır. Oysa AB, “uzun süreli işsizlik ve vasıf kaybından muzdarip 9 milyon kişi ve uzun dönemli işsizliğe ilerleyen daha milyonlarcası yerine okuryazarlık, hesaplama ve bilgisayar okuryazarlığı geliştirmeye çalışan 9 milyon kişiye sahip olmak” istemektedir (EC, 1996a, ss. 18-19). Yeni ihtiyaçlara ve değişime uygun yeni istihdam politikaları, işsizlikten “kısmen sorumlu olan davranışsal ve yapısal katılıkları ortadan kaldıracaktır” (EC, 1993, s. 18). Bu yüzden “Avrupa için hiçbir şey teslimiyet, taahhütten kaçınma ve pasifliği besleyen yapılar ve görenekleri korumaktan daha tehlikeli olamaz” denir (EC, 1993, s. 1). Enformasyon toplumu için gerekli vasıfları geliştirmek tüm işsizler için “bir hak ve zorunluluk” olarak görülür (EC, 1996a, s. 19). Kamunun cebini boşaltan ama işsizliğe çare olamayan doğrudan yardımların kesilmesi, bunun yerine vasıf edindirme çabalarının desteklenmesi istenir (EC, 1993, ss. 13, 15, 137, 141, 147; EC, 1997a, s. 12). Dahası AB, sosyal güvenliği toplumsal adaletsizliğin kaynağında görür; çalışanları korurken, iş arayanlara ve emek pazarına yeni girenlere köstek olduğu, işsizlerin aleyhine çifte standart yarattığı belirtilir (EC, 1993, ss. 146, 153). Başka bir deyişle AB, toplumsal eşitliği sosyal güvencelerin tırpanlanmasında bulur. Keza, kısmi zamanlı çalışmayı ve süreli sözleşmeleri zorlaştıran toplu sözleşme kuralları ve sisteminin dönüştürülmesi talep edilir (EC, 1993, s. 146; EC, 1996a, s. 11; EC, 1997b, s. 10). Yeni iş örgütlenmesinde işveren olgusunun karmaşıklaştığı, işin mekânının ve zamanının farklılaştığı, ücretlendirme biçimlerinin değiştiği, eskiden net olan tanımların muğlaklaştığı belirtilerek, iş yasalarının demode ve hükümsüz kaldıkları vurgulanır (EC, 1996a, ss. 8-9). 12 AB belgelerindeki piyasa odaklı anlayışın iyice belirginleştiği ifadelerden biri iş güvencesinin kaynağının da piyasada görülmesidir; “Çalışanlar için güvence kavramının tekil iş yerindeki güvencenin ötesinde, istihdam edilebilme ve emek piyasasına dayanan bir güvenceye daha fazla odaklanarak geliştirilmesi ve genişletilmesi gerekiyor. Değişim dâhilinde bir güvenceye odaklanmalı, değişime karşı güvenceye değil” denir. (EC, 1996a, s. 10). Ancak AB, iş güvencesini emek piyasasında istihdam edilebilir konumda olmak diye tanımlarken, insanı olduğu kadar piyasayı da idealize etmekte, piyasanın tökezlemelerini görmemektedir. İnsanlar kendilerini geliştirseler bile makroekonomik dengeler uygun olmadığında yeni bir iş olmayacağından işsizlik sorununun süreceği eleştirisine tatmin edici bir yanıt verememektedir (EC, 1996a, s. 19). Bunun yerine insanların esnek emek piyasası için sürekli kendilerini geliştirmelerine zemin oluşturacak hayat boyu eğitim vurgulanır (EC, 1993, s. 12), 1996 yılı AB çapında “Hayat Boyu Eğitim Yılı” ilan edilir. Keza şirketlerden çalışanların eğitimine önem vermeleri istenir (EC, 1993, s. 142; EC, 1995, ss. 25-26, 49). Ancak AB’nin kendisi bile sözleşmelerin kısa dönemli yapıldığı ortamda şirketlerden bir süre sonra gidecek çalışanların eğitimine harcamada bulunmalarını istemenin sorunlu olduğunu kabul ederek, yatırımı şirketin çekirdeğindeki çalışanlarla sınırlandırır (EC, 1996a, s. 18). Yani “insana yatırım” esasında sadece seçkinlere yatırımdan ibarettir. ‘Sıradan’ insanlarsa kendi başlarınadır. Bununla birlikte AB toplumsal eşitsizliklerin giderilmesinde önemli yol alındığı düşüncesindedir. EİT’lerin sunduğu uzaktan eğitim olanağıyla kendini geliştirmek isteyenlerin önü açılmıştır. Kırsal bölgelerde yaşayanlar, engelliler ve ev kadınları için uzaktan eğitim imkânları vurgulanır (EC, 1993, s. 88; ÜDUG, 1994, s. 26). Keza, EİT’ler uzaktan iş yapmaya da olanak tanımaktadır ki, AB bunun geliştirilmesini hedefler (EC, 1993, ss. 23, 25, 88, 111; EC, 1997a, s. 11; EC, 1997b, ss. 9-10; ÜDUG, 1994, s. 25). Yani, AB’nin amaçladığı enformasyon toplumunda herkesin kendini eğitme imkânı olduğu gibi, her yerde de iş vardır. Fakat bu tasavvurun keskinleştirilmesi için herkesin EİT’lerle erişim imkânına sahip olması gerekmektedir ki, bu yüzden enformasyon toplumunun önündeki “en büyük risk çift katmanlılık” olarak tanımlanır (ÜDUG, 1994, s. 7). Sonuç 1990’lı yıllara ait AB enformasyon toplumu politika belgelerinde insanlar – hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde – EİT’lere hâkim olan, bunları etkin biçimde kullanarak enformasyon işleyen ve zenginlik üreten bireyler olarak tasavvur edilirler. İnsanlar artık kol emeği yerine zihinsel emek harcanan, daha tatminkâr işlerde çalışmaktadır. AB’ye göre Taylorizm ve Fordizm’in sonu gelmiştir. Ancak insanı bu şekilde tasavvur eden AB’nin taylorizasyonun artık beyaz yakalılara da sirayet ettiği, üretim hattındaysa daha da baskın hâle geldiği yönündeki eleştirileri dikkate aldığını pek göremeyiz. İnsanların EİT’lere hâkimiyeti de yeniden yapılandırılan kapitalizmin işleyişi açısından üzerinde durulması gereken bir noktadır. Zira AB’nin hemen enformasyon toplumuna geçebilmesi için insanların enformasyon tabanlı yeni ürün ve hizmetleri sıkça kullanması gerekmektedir. Enformasyon toplumu ancak bu taleple kök salabilecektir. Ancak bu noktada Pleios (2012, s. 246) önemli bir değerlendirmede bulunur; günümüzde üretimde ve tüketimde kullanılan teknolojiler giderek benzeşmektedir ve iş yerinde teknolojiye dair gereken pek çok vasıf iş dışında toplumsallaşarak öğrenilmektedir. Yani insanlar satın alacakları ürün ve hizmetlerle sadece şirketlerin serpilmesini sağlamayacaklar aynı zamanda vasıf edineceklerdir. 13 İnsana dair özellikle vurgulanan bir başka unsursa çalışma koşulların kökten değişmesidir. Değişimin hızlanması koşut olarak aynı iş yerinde bir ömür boyu aynı işi yaptıktan sonra emekli olmanın artık mümkün olmadığı, insanların yaptıkları işlerin ve çalıştıkları şirketlerin sürekli değiştiği belirtilir. Kısa dönemli sözleşmeler ve proje çalışmaları bunun yansıması olarak görülür. Ancak işin bu şekilde değerlendirilmesi insanın – sözleşmesi ya da projesi bitince – düzenli olarak işsiz kalmasını getirir ki, AB de bunu açıkça kabul eder. Bununla birlikte istihdam edilebilme umuduyla yeniden emek piyasasına dönenlerin, tekrar işe girebilmelerinin talep edilen yeni vasıfları edinebilmelerine bağlı olduğunu da belirtir. Bu yüzden enformasyon toplumundaki insanların sürekli kendilerini geliştirmeleri gerekmektedir. Hayat boyu eğitimin onca vurgulanmasını bu tasavvurlarla ilişkilendirebileceğimiz gibi günümüzde sayıları artan sertifika programlarını, kursları, dershaneleri, sınavları buna bağlayabiliriz. Nasıl ki, Taylorizm ve Fordizm insanın ruhunu ezmiş ve makinenin değiştirilebilir birer dişlisi hâline getirmişse, enformasyon toplumu da insanı kişisel gelişim makinesine dönüştürmektedir. Böylesi bir tasavvur, insanı muktedir ve piyasayı da sorunlardan muaf almaktadır. Öncelikle AB kendini geliştiren herkesin emek piyasasında istihdam edilebilme imkânı yakalayacağını düşünmektedir. Bu nedenle makro ekonomik dengeler istihdam yaratmaya uygun değilse, kendilerini geliştirseler bile insanların işsiz kalmaya devam edeceği eleştirilerine yanıt vermekten kaçınmaktadır. Bu noktada AB’nin EİT’ler sayesinde yeni istihdam alanları açılacağını umduğunu ve uzaktan çalışmanın gelişmesini beklediğine dikkat etmek gerekir. Keza teknoloji aynı zamanda herkesin kendini geliştirme imkânına sahip olmasının da anahtarı olarak görülür çünkü uzaktan eğitim istenilen yer ve zamanda vasıf edinmeyi mümkün kılmaktadır. Tüm bunlar kapitalizmin ekmeğine yağ sürecek şekilde enformasyon toplumunda toplumsal sorunların kişiselleştirildiğini ve eşitsizliğin gizlendiğini göstermektedir. Buna göre etrafta onca iş olmasına ve herkes için kendini geliştirme imkânı bulunması rağmen hâlâ işsiz insanlar varsa, bunlar iş edinememelerinin sebebini kendilerinde aramalıdırlar. İşsizliği kişiselleştirilmesini, Refah Devleti döneminde kalma sosyal güvenlik rejiminin mahkûm edilmesinde, insanlara verilen işsizlik yardımlarının insanların tembelleşmesinin ve işsizliği tercih etmelerinin nedeni olarak gösterilmesinde de görürüz. AB’ye göre yapılması gereken işsizlerin cebine para koymak yerine onların talep edilen vasıfları edinmesini sağlamaktır. Böylece insanların emek piyasasında istihdam edilebilme umuduyla birbiriyle rekabet eden bireyler olarak tasavvur edildiklerini söyleyebiliriz. Yeni iş güvencesi AB’ye göre istihdam edilebilir konumda olmak, talep edilen vasıflara sahip olmaktır. Kapitalizm, piyasadaki herkesin eşit koşullarda olup olmadığını bakmaksızın, eşitliği insanların piyasaya eşit erişime sahip olmalarıyla tanımlar. Bu noktada enformasyon toplumunda EİT’ler herkese iş ve eğitim imkânı sunuyorsa, ekonomik ve toplumsal faaliyetler giderek bunlar aracılığıyla gerçekleşiyorsa, o zaman eşitlik adına EİT’lere herkesin erişimini sağlamak gerekir ki, AB de zaten bunu başlıca amaçlarından biri olarak kabul eder. Ancak yine EİT’lere erişim imkânına sahip olan herkesin eşit koşullarda olup olmadığına bakılmamaktadır. Keza, kapitalizmin üstünde yükseldiği liberal öğreti açısından insanların eşit koşullarda rekabet ettiği yerlerden birisi piyasaysa, diğeri de seçim sandığıdır ki, EİT’ler sayesinde artık insanların tercihlerini çok kolay ve sık duyurması mümkün olmuştur. Dolayısıyla AB belgelerine göre esnek çalışma nedeniyle iş güvencesinin yitirilmesinden korkmaya gerek yoktur. Piyasada talep edilen vasıfları edinmek için kendini geliştirenler ve bu noktada diğer insanlardan daha iyi olanlar için her zaman iş güvencesi olacaktır. İnsana dair böylesi bir tasavvur, gerçek dünyadaki olumsuzlukları görmezden geldiği gibi kapitalizmin dünya görüşünden kaynaklanmakta ve onu güçlendirmektedir. 14 Kaynakça Adomi, E. E. (der.) (2011). Handbook of Research on Information Communication Technology Policy: Trends, Issues and Advancements, Volume 2. Hershey & New York: Information Science Reference. Ansal, H. (2013). Esnek Üretimde İşçiler ve Sendikalar (Post-Fordizm’de Üretim Esnekleşirken İşçiye Neler Oluyor?). http://www.birlesikmetal.org/kitap/kitap_99/1999-3.pdf adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 4 Nisan 2013). Atayurt, U. (2003). Ferda Keskin ile Michel Foucault’nun Eseri Üzerine. Virgül, 67, 8-11. Başaran, F. (2004). Enformasyon Toplumu Politikaları ve Gelişmekte Olan Ülkeler. İletişim Araştırmaları, 2(2), 7-31. Bell, D. (1973). The Coming of Post Industrial Society. New York: Basic Books. Bell, D. (1999). The Coming of Post Industrial Society, Modernity, Critical Concepts, Volume 4. Waters, M. (der.) içinde London & New York: Routledge. 213-224. Beynon, H ve Nichols, T. (der.) (2006a). The Fordism of Ford and Modern Management: Fordism and Post-Fordism, Volume 1. Cheltenham & Northampton: Edward Elgar Publishing. Beynon, H. ve Nichols, T. (der.) (2006b). Patterns of Work in the Post-Fordist Era: Fordism and Post-Fordism, Volume 1. Cheltenham & Northampton: Edward Elgar Publishing. Boje, D. M. ve Winsor, R. D. (2006). The Resurrection of Taylorism: Total Quality Management’s Hidden Agenda”, The Fordism of Ford and Modern Management: Fordism and Post-Fordism, Volume 1. Beynon, H. ve Nichols, T. (der.) içinde Cheltenham & Northampton: Edward Elgar Publishing. 329-342. Cevizci, A. (1999). Felsefe Sözlüğü. Paradigma, İstanbul. Ducatel, K, Webster, J. ve Herrmann, W. (der.) (2000). The Information Society in Europe. Lanham: Rowman & Littlefield Publishers. Ducatel, K., Webster, J. ve Herrmann, W. (2000). Information Infrastructures or Societies? The Information Society in Europe. Ducatel, K, Webster, J. ve Herrmann, W. (der.) içinde Lanham: Rowman & Littlefield Publishers. 1-17. Ekrem, E. ve Sarısaltık, S. (2006). Turkcell Kuralsız http://www.gercegecagrimerkezi.org/2006/09/turkcell-kuralsyz-calythyyor/ alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) Çalışıyor. adresinden European Commission. (1993). Growth, Competitivenes, Employment; The Challenges and Ways Forward into the 21st Century. [COM(93) 700 Final], Brussel. European Commission. (1994). Europe’s Way to the Information Society; An Action Plan. [COM (94) 347 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1994:0347:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1995). Teaching and Learning; Towards the Learning Society. [COM(95) 590 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1995:0590:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) 15 European Commission. (1996a). Living and Working in the Information Society; People First. [COM(96) 389 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1996:0389:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1996b). The Information Society: From Corfu to Dublin; The New Emerging Priorities & The Implications of the Information Society for European Union Policies – Preparing the Next Steps. [COM(96) 395 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1996:0395:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1996c). Learning in the Information Society; Action Plan for a European Education Initiative (1996-98). [COM(96) 471 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1996:0471:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1996d). Europe at the Forefront of the Global Information Society; Rolling Action Plan. [COM(96) 607 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1996:0607:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1997a). Cohesion and the Information Society. [COM(97) 7 Final]. http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1997:0007:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) European Commission. (1997b). The Social and Labour Market Dimension of the Information Society; People First – The Next Steps. [COM(97) 390 Final]. http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:1997:0390:FIN:EN:PDF adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) Fairclough, N. (1995). Critical Discourse Analysis: The critical study of language. London & New York: Longman. Fairclough, N. (1996), Language and Powerb New York: Longman. Garnham, N. (1997). Europe and the Global Information Society: The History of a Troubled Relationship. Telematics and Informatics, 14(4), 323-327. Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji: Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları. Ankara: Ütopya. Geray, H. ve Başaran-Özdemir, F. (2011), Reproducing Dependency: How Hegemonic Discourses Shape ICT Policies in the Periphery. Handbook of Research on Information Communication Technology Policy: Trends, Issues and Advancements, Volume 2. Adomi, E. E. (der.) içinde. Hershey & New York: Information Science Reference. 599-615. Goodwin, I. ve Spittle, S.(2002). The European Union and the information society: Discourse, power and policy. New Media & Society, 4(2), 225-249. Hall, S. (1997). The Work of Representation. Representation: Cultural Representations and Signifying Practices. Hall, S. (der) içinde. London: Sage. 13-65. Hall, S. (der) (1997). Representation: Cultural Representations and Signifying Practices. London: Sage. Harvey, D. (2010). Postmodernliğin Durumu: Kültürel Değişimin Kökenleri. Çev., Sungur Savran. İstanbul: Metis. 16 Henten, A., Skouby, K. E. ve Falch, M. (1996). European Planning for an Information Society. Telematics and Informatics, 13 (2-3), 177-190. Hobsbawm, E. (1996). Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991, Aşırılıklar Çağı. İstanbul: Sarmal Yayınevi. Holloway, J. (2006). The Red Rose of Nissan. Patterns of Work in the Post-Fordist Era: Fordism and Post-Fordism, Volume 1. Beynon, H. ve Nichols, T. (der.) içinde Cheltenham & Northampton: Edward Elgar Publishing. 367-389. Kaitatzi-Whitlock, S. (2000). A ‘redundant information society’ for the European Union? Telematics and Informatics, 17(1-2), 39-75. Keyder, Ç. (1981). Kriz Üzerine Notlar. Toplum ve Bilim, 14, 3-43. Kıyan, Z. ve Yüksel, H. (2011). GATS ve Küreselleşen Kamu Hizmetleri: Türkiye ve Türk Telekom Örneği. Amme İdaresi Dergisi, 44(1), 25-49. Koch, M. (2006). Roads to Post-Fordism: Labour Markets and Social Structures in Europe. Hampshire & Burlington: Ashgate. Koray, M. (2005). Avrupa Toplum Modeli. Ankara: İmge. Kumar, K. (2004). Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma, Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları. Çev., Mehmet Küçük. Ankara: Dost Kitabevi. Lichtman, R. (2012). Liberal İdeolojinin Marksist Eleştirisi: Eleştirel Toplumsal Kuram Üzerine Denemeler. Çev., Şükrü Alpagut. İstanbul: Yordam Kitap. Mansell, R. (der.) (2009). The Information Society: Critical Concepts in Sociology, Volume 1. London & New York: Routledge. Masuda, Y. (2009). Computopia, Rebirth of Theological Synergism. The Information Society: Critical Concepts in Sociology, Volume 1. Mansell, R. (der.) içinde London & New York: Routledge. 128-138. McKinlay, A. Ve Starkey, K. (2006). After Henry: Continuity and Change in Ford Motor Company. Patterns of Work in the Post-Fordist Era: Fordism and Post-Fordism, Volume 1. Beynon, H. ve Nichols, T. (der.) içinde Cheltenham & Northampton: Edward Elgar Publishing. 345-366. McLuhan, M. (1964). Understanding Media. New York: McGraw-Hill. McLuhan, M. (2009). Effects of the Improvements of Communication Media. , The Information Society: Critical Concepts in Sociology, Volume 1. Mansell, R. (der.) içinde London & New York: Routledge. 27-36. McLuhan, M. ve Powers, B. R. (2001). Global Köy. Çev., Bahar Öcal Düzgören. İstanbul: Scala Yayıncılık. Michalis, M. (2007). From Unification Communications. Lanham: Lexington Books. to Coordination: Governing European Mirrlees, T. (2009). Media Capitalism, the State and 21st Century Media Democracy Struggles, An Interview with Robert McChesney. Relay, A Socialist Project Review, 26, 3035. Nalbantoğlu, H. Ü. (2001). Yeni’ Ekonomi Koşullarında ‘İnsan’. Defter, 44, 11-23. Nalbantoğlu, H. Ü. (2009). Arayışlar: Bilim, Kültür, Üniversite. İstanbul: İletişim. 17 Pleios, G. (2012). Communication and Symbolic Capitalism: Rethinking Marxist Communication Theory in the Light of the Information Society. tripleC., 10(2), 230-252. Preston, P. (2003). European Union ICT Policies: Neglected Social and Cultural Dimensions. The European Information Society: A Reality Check. Servaes, J. (der.) içinde Bristol & Portland: Intellect. 33-57. Servaes, J. (2003). The European Information Society: A Wake-Up Call. The European Information Society: A Reality Check. Servaes, J. (der.) içinde Bristol & Portland: Intellect. 11-32. Servaes, J. (der.) (2003). The European Information Society: A Reality Check. Bristol & Portland: Intellect. Taymaz, E. (1993). Kriz ve Teknoloji. Toplum ve Bilim, 56-61, 5-41. Tekelioğlu, O. (1999). Moderniteye Sıkışan Teknolojileri”ne Bir Bakış. Doğu-Batı, 9, 41-50. Özgürlük: Foucault’nun “Kendilik Toffler, A. (1981a). Üçüncü Dalga. Çev., Ali Seden. İstanbul: Altın Kitaplar. Toffler, A. (1981b). Şok. Çev., Selâmi Sargut. İstanbul: Altın Kitaplar. Törenli, N. (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat. ÜDUG (1994). Europe and the Global Information Society. (Bangemann Raporu). http://www.epractice.eu/files/media/media_694.pdf adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2013) Üşür, İ. (1997). Ma’lûmât Toplumu ya da Buharlaşan Herşey Katılaşıyor. Türk-İş Yıllığı 97: 1990’ların Bilançosu [Değerlendirme Yazıları]. Ankara: Türk-İş Araştırma Merkezi. Waters, M. (der.) (1999). Modernity, Critical Concepts, Volume 4. London & New York: Routledge. Webster, F. (2006). Theories of the Information Society. London: Routledge. 18
© Copyright 2024 Paperzz