ÖRNEK HAYAT / Yusuf HALICI Çankırı Velileri Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi Çankırı’da yetişmiş mürşid-i kâmillerdendir. 1876 senesinde Çankırı’da dünyaya geldi. Daha çocuk yaşlarda bile kendisinden beklenmeyecek bir olgunlukla hareket ederdi. Özellikle annesinin özel gayretleri ile yetişen Mehmed Hilmi Efendi küçük yaşlarda Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti. Bir yandan manifatura dükkânı bulunan babasının yanında çalışırken diğer yandan da babasından gizli olarak yine annesinin desteğiyle Büyük Cami yanındaki medresede Mecburi Efendi’den sarf ve nahiv ilimlerini tahsil etti. Fakat okuduğu bu ilimler onda mevcut olan boşluğu dolduramadı. Çünkü o, ticaretten çok irfana meraklıydı. Mal almak için babasıyla birlikte gittikleri İstanbul’da yakaladığı tahsil imkânını çok iyi değerlendirerek önce tıp okuyup icazet aldı, daha sonra da astronomi, matematik ve hukuk gibi ilimleri okudu. Bu arada lisan eğitimine önem vererek Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce gibi dilleri öğrendi. Mehmed Hilmi Efendi, medrese eğitiminin yanında katıldığı tasavvufî sohbetlerde, çeşitli dua ve zikirlerle manevî hayatını zenginleştirerek ruhunu gıdalandırma ve gönlündeki yangını söndürme gayreti içinde oldu. Bir müddet sonra Çankırı’ya dönen Hilmi Efendi, Nakşibendi Şeyhi Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’ye intisap ederek Seyyid Muhammed bin Ali Dergâhı’na teslim olur ve burada seyr-i sülukunu tamamlar. 76 ARALIK 2014 Zahiri ilmiyle batıni ilmi birbirine karışır ve Astarlızade Mehmed Hilmi Efendi hakikat deryası olur. Hilmi Efendi, şeyhinin; “Benim gözüm senin gözün, benim dilim senin dilin, benim elim senin elin, bir posta iki aslan sığmaz. Ben Cidde’ye gideyim, sen burada irşada başla.” deyip dergâhtan ayrılmasıyla irşad görevine başlar. Şeyhinin bu yolculuk sırasında Rahmet-i Rahman’a kavuşmasıyla da dergâhı Çankırı’ya, Büyük Cami’nin yanına taşır ve burada irşada devam eder. Sünnet-i seniyyeye tamamı ile bağlı bir hayat süren Hilmi Efendi kemalin en yüksek derecesine ulaşmış edep timsali bir mürşid-i kâmildi. Dergâhına her gün her seviyeden insanlar ziyaretine gelirdi, hatta bunlar arasında çok yüksek düzeyde devlet yetkililerin olduğu da görülürdü. O, ziyaretine gelenler ile kendisine bağlı olan muhibbanlarına her zaman, insanlara hoşgörülü olmayı, birbirlerine karşı daima sevgi saygı çerçevesi içinde davranmaları gerektiğini söylemiş onlardan, başta namaz olmak üzere dinî vecibeleri tam olarak yerine getirmelerini ve Kur’an ile sünnet-i seniyyeye uymada gevşeklik göstermemelerini istemiştir. Mehmed Hilmi Efendi her daim postunda dizüstü oturur, zikirle ve tefekkürle meşgul olurdu. Kimsenin bulunmadığı ve isterse ayağını uzatabileceği söylendiği zamanlar da bile o ‘hiç kimse olmasa bile Allah’ın kendilerini daima gözlediğini’ söylerdi. Vakit namazlarını dergâhta kendisi kıldırırdı. Cuma namazlarını Büyük Cami’de kılar, namaz bitiminde cami cemaatiyle görüşürdü. Yetimler ve yoksullar en çok ilgilendiği kişilerdi. Mehmed Hilmi Efendi Çankırı’ya döndü ve bir müddet Mecbur Efendi Medresesi’ne devam ederek icazet aldı. Daha sonra zaman zaman bu medresede dersler verdi. Mehmed Hilmi Efendi’nin, tespit edilebildiği kadarıyla biri yarım defter olmak üzere değişik boyutlarda, te’lif ya da tercüme; Arapça, Farsça ve Osmanlıca eserleri yanında bir de on ciltlik defter halinde el yazması eseri vardır. Bir kısmının üzerine etiketle latin harfleriyle isimleri yazılmıştır: İnsan-ı Kamil Tercümesi, Mevlüt, Münacaat, Her Şeyin Özeti. Ayrıca çeşitli dua kitaplarının arasında ve sayfa kenarlarında yazılmış şerhler (açıklamalar) da mevcuttur. Hacı Mustafa Efendi, 1870 yılında Yapraklı’da doğmuştur. Devrin kadısı olan ağabeyi Rıfat Efendi tarafında ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gönderildi. İstanbul Fatih Medresesi’nde tahsilini tamamlayıp, bir müderris olarak tekrar Yapraklı’ya geldi. Hilmi Efendi’nin Astarlı soyadını almasıyla ilgili şöyle bir hatıra nakledilir: Kanuni Sultan Süleyman İran Seferi’ne giderken Çankırı’ya uğrar. Herkes bu ziyaretten memnun olarak padişahı ziyarete gelir. Padişah; “Beni ziyaret etmeyen kaldı mı?” diye sorar. Hacı Ömer isimli bir zatın halvette olduğu için gelmediği söylenir. Padişah; “O zaman biz onu ziyaret edelim.” der. O vakitler Hacı Ömer Efendi bu günkü dergâhın bulunduğu yerde küçük bir kulübede tefekkür ile meşguldür. Zatın yüzü ve bedeni beyaz bir astar ile örtülüdür. Padişah bu astarlı zatın huzurunu bozmayalım diyerek oraya cami, medrese ve hamam yapılmasını emreder. İşte Ömer Efendi, Mehmed Hilmi Efendi’nin o dönemdeki dedesidir. Astarlızade lakabı ve soyadı ondan yadigârdır. 1962 yılında ahirete irtihal eden Mehmed Hilmi Efendi, Büyük Cami avlusunda kılınan cenaze namazının ardından Sarıbaba Mezarlığı’na (Fatih Camii karşısına) defnedildi. Hacı Mustafa Efendi Kendilerine ait Eşrefoğlu (Eşrefiye) Medresesi’nde müderris olarak talebe yetiştirdi. Bu dönemde kutbu’l-azam olan Devrekânili Hacı Merdan-ı Veli Hazretleri’nden ders alan Hacı Mustafa Efendi, şeyhinin vefatından sonra halifesi olarak irşad görevini üslendi. Çok sade ve mütevazı, fakat dönemin şartları gereği çok sıkıntılı bir hayat sürdüren Hacı Mustafa Efendi’nin herhangi bir yazılı eseri mevcut değildir. Hac Risalesi ve İhlâs Risalesi adlarıyla kitaplar yazmaya başlamışsa da dönemin şartları nedeniyle bunların basımı gerçekleştirilememiştir. 1942 yılında yetmiş dört yaşındayken vefat etmiştir. Türbesi, Yapraklı mezarlığındadır. Kendisiyle ilgili şöyle bir kerameti anlatılır: Mustafa Efendi’ye civar köylerden insanlar, hediye göndermek isterler ve köyden bir kişiyi bu iş için görevlendirip birkaç bakraç yoğurtla bir miktar balı Mustafa Efendi’nin evine gönderirler. Ancak adam, hediyelerin bir kısmını kendine ayırmış, kalanını Mustafa Efendi’ye götürür. Duruma vâkıf olan Mustafa Efendi: “Oğlum, o sakladığın şeyleri al, evine götür, çocuklarınla birlikte ye.” diyerek o kişinin gönlünü incitmeden gerekli ikazını yapar. somuncubaba 77
© Copyright 2024 Paperzz