Kaldır Benliği Aradan!

HULÛSİ KALB’DEN / Hüseyin ALPSOY
T
asavvuf anlayışında sen (senlik) ile ben
(benlik) aynı anlamda kullanılan terimlerdir. Bunlar haddizatında kişinin kendine
olan güveni ile sahip olduğu bilgiye, güzelliğe,
güce, mala mülke güvenip kendine varlık vermek demektir. Ancak Hakk’a varmanın tek yolu
önce benliği unutmaktan geçmektedir. Çünkü
tasavvufa göre, Hakk’ın varlığından başka varlık
yoktur. Varlık onun olduğu gibi varlığın bizatihi
kendisi de ‘O’dur. Tasavvufta sen ve ben düşüncesi ikiliğe sebep olur. Kişi, Vahdet deryasına
gark olunduktan sonra sen-ben yok olur, göze
sadece Hak görünür.
Kaldır Benliği
Aradan!
“Sâlik ile Allah arasındaki
en büyük engel, sâlikteki
benlik düşüncesidir.
Zira benlik/senlik, ikilik
anlamına gelmektedir.
Bu sebeple Hallâc-ı
Mansûr‘un, “Benliğinle
benliğimi aradan kaldır.”
şeklinde Hakk’a dua
ettiği rivayet edilir.
Benlikten vazgeçilince
yani ben, sen olunca
ortada hiçbir engel
kalmamış olur. İşte
o zaman fenâfillah
hakîkatı gerçekleşir.“
Zira ehl-i aşka göre ikilik; Allah’ın varlığına
karşılık, insanın varlık davasına kalkışmasıdır.
Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır. Vahdette
ikilik düşüncesi söz konusu olamaz. İnsanın
gözü, sözü, yüzü ve kendisi tamamen ondandır. Bu sır iyi anlaşılmalı, ikilikten vazgeçilmelidir. Hulûsi Efendi’nin bu ay ele alacağımız
gazelinde vahdet ve ikilik düşüncesi etrafında
sâliklerin ihtiyacı olan nasihatler işlenmektedir.
Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama
Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama
(Ey gönül senin talebin sensin, başka bir söz
arama. O görülecek gerçek yüz sendedir, dışarıda bir başka yüz arama.)
Sâlik ile Allah arasındaki en büyük engel,
sâlikteki benlik düşüncesidir. Zira benlik/senlik, ikilik anlamına gelmektedir. Bu sebeple
Hallâc-ı Mansûr‘un, “Benliğinle benliğimi aradan kaldır.” şeklinde Hakk’a dua ettiği rivayet
edilir. Benlikten vazgeçilince yani ben, sen
olunca ortada hiçbir engel kalmamış olur. İşte o
zaman fenâfillah hakîkatı gerçekleşir.
Bu beyitde Hulûsi Efendi (k.s.) böyle bir hakikati ifade etmektedir. Ve kendini aradan kaldırarak Allah tarafından bütün gizli hazinelerin
anahtarı hükmünde olan ‘ene’ ile baş başa kalmayı arzulamaktadır. Ene, Allah tarafından bize
verilmiş bir lütufdur. Ene eğer Hakk’ı bulmak
için gizli hazinelerin anahtarı olarak kullanılır-
6 MART 2014
sa problem olmayacaktır. Ancak ene ile insanın
Firavunlaşması da mümkündür. Ve sâlik bu durumdan daima Rabbine sığınmalı ve mağfiret
dilemelidir. Bu nedenle kendi gönlüne bakan
âşık orada Hakk’ı görecek ve O’nunla hem-hâl
olacaktır. Ve belki de Hallacı Mansur’un katline sebep olan o meşhur hakikati haykıracaktır:
“En-el Hak!”
Kendi mir’âtına nazar eylesen yârı görürsün
Cân gözünden gayrı ana açacak göz arama
(Kendi gönül aynana baksan orada sadece
‘Sevgili’yi görürsün. Fakat ona açmak için can
gözünden başka göz aramamalısın.)
Ayna/âyîne/mir’at, tasavvufî sembolizmde bütün âlem, kâinat, masiva; gönül ve insan-ı kâmili
temsil eder. Tasavvufta Allah‘ın kendilerinde zuhûr
ve tecellî ettiği her şey (mezâhir, mecâlî) birer ayna
olarak telakki edilir. Mutasavvıflara göre bitkiler,
hayvanlar ve insanlar, Hakk’ın isim ve sıfatlarını aksettiren aynalardır. Kâinat, Hakk’ın cemâl ve celâl
tecellîlerinin göründüğü bir ayna gibidir.
İnsanın manevî yükselişinin gönülde gerçekleşmesi nedeniyle, ayna bunu başarabilmiş
olan gönlü simgeler. Nitekim “Yerlere ve göklere sığamadım, mü’min kulumun kalbine sığdım.”
ifadesinde gönül-tecelli ilişkisini güçlendirmektedir. Hadislerde, mirat kelimesinin zaman
zaman mecazi anlamlarda kullanılmasından
dolayı, ayna sembolü tasavvuf düşüncesinde
büyük ilgi görmüş ve anlaşılması güç birçok
nazarî düşünceler ayna ile yapılan teşbih ve
temsillerle izah edilmiştir. Ancak Hulûsi Efendi
(k.s.) gönül aynasına bakılırken kendi can gözünü işaret etmiştir. Ve sâlikin kendi can gözünden başka göz aramamasını tembihlemiştir.
Sıdk u ihlâs ile koy gel kapısında baş u cân
Tâ sana râm ola dil-ber gece gündüz arama
(Gel sıdk ve ihlâs ile kapısına başını ve canını
koy. Böylelikle gönlünü kaptırdığın sevgili seninle birlikte olsun ve artık onu gece gündüz
aramayasın.)
somuncubaba 7
Sıdk, sözlüklerde doğruluk, gerçeklik ve kalp
temizliği şeklinde geçmektedir. Tasavvufta ise
sâlikin yalandan kaçınıp doğruluktan ayrılmaması mânâsında kullanılır. Sıdk, kulları Allah‘a
ulaştıran bir makamdır. İhlâsın sözlük anlamı
ise, bir şeyi içine karışmış ve değerini düşürmüş
olan başka şeylerden temizleyip arındırmak;
saf, temiz, halis, samimiyettir. Kavram olarak
ibadet ve iyilikleri, riyâdan ve menfaatten arındırıp sadece Allah rızası için yapmak demektir.
Kapı ve eşik kültürümüzde önemli unsurlardır. Bunlar şiirimize ve edebiyatımıza da yansımıştır. Eşik, kültürümüzde kutsal kabul edilmiştir. Hatta birçok yörede evin eşiğine basmak ayıp
karşılanmıştır. Ve bu görenek günümüzde hala
devam etmektedir. Büyük velilerin eşiğine yüz
sürmek veya başını eşiğine koymak ifadeleri de
yine aynı kültüre atıftan dolayıdır. Hulûsi Efendi
(k.s.) aradığı gerçek sevgiliye ulaştıracak bir mürşit bulunmuş ise onun kapısına başını ve canını
koymayı tavsiye etmektedir. Fakat bunu sıdk ve
ihlâs ile yapmasını tavsiye etmiştir. İhlâs aynı zamanda yapılan icraatlarda karşılık beklememeyi
ifade eder. Bu fedâ etmenin karşılığında Hakk’ın
rızası bile talep edilmemelidir. Çünkü bu bile bir
beklentinin varlığını göstermektedir.
‘Eşiğe baş koymak’ ifadesi pek çok tarikat
ve tasavvuf erbabının hayatında karşımıza çıkar. Ancak akıllara ilk gelen Yunus Emre’nin
meşhur menkıbesi olmalıdır. Yunus dergâhtan
ayrılıp uzun zaman sonra geri gelmiştir. Taptuk
Emre ise artık gözleri görmeyen bir pîr-i fâni
durumundadır. Yunus kendisinden bağışlanma
dilemek için başını Taptuk’un kapısının eşiğine
koyar ve bekler. Bir zaman sonra dışarı çıkmak
isteyen Taptuk Emre eşikte bir nesneye ayağının takıldığını hisseder. Ve etrafındakilere sorar,
“Bu ayağıma takılan nedir?” diye.
Etrafındakiler “Yunus gelmiş efendim.” şeklinde cevap verirler.
Taptuk Emre “Bizim Yunus mu?” cevabını verir.
Ve Yunus Emre bu cevap ile dergâha tekrardan kabul edildiğini anlamış olur. Ayrıca
mutasavvıflar arasında ‘Bizim Yunus’ ifadesi af-
fedilmenin ve bağışlanmanın sembolü şeklinde kullanılmıştır. Hikâyenin özünde eşiğe baş
koymanın kelimeler ve ifadeler üstü bir anlam
taşıdığı görülmektedir.
Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise
Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama
(Sen eğer bu yolun merdi olup nefsini körelttinse artık cihan meydanının yiğidi olmuşsun
artık gel kolay zor arama.)
Tarikatta ilk iş nefsin tezkiyesidir. Çünkü bu
hallolmadan diğer hiç bir mesele hallolmayacaktır. O nedenle bir dervişin yanında yetişmek
isteyen sâlik ilk önce nefsinin terbiyesiyle işe
başlayacak ve sonra kademe kademe bir noktaya ulaşacaktır. Ancak nefsin tezkiyesi öyle ifade
edildiği kadar kolay bir mesele değildir. Nefs
kelimesi Arapçada nefese kökünden türeyen
nefs/nefis, bir şeyin varlığı/kendisi, kişi, can, ruh,
izzet gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılan bir
kelimedir. Kur’ân’da zâtullâh, insan ruhu, kalp,
insan bedeni, insan bedeninde bulunan ve ona
kötülük emreden cevher gibi mânâlarla yer alır.
Nefsin yukarıdaki tanımlarına bakılınca
onun ne olduğu ve nasıl bir meseleyle karşı
karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Ancak tasavvufta, nefsin ne olduğundan çok onun nasıl
terbiye edilip güzel huylarla donatılabileceği
konusu üzerinde durulmuştur. Mutasavvıflar
az yemek, az içmek, az konuşmak, az uyumak
ve sürekli ibadet etmek suretiyle yani riyâzetle
nefsi terbiye etmeye ve ahlakı güzelleştirmeye
çalışırlar. Özellikle aç kalmaya özen gösterirler
ve açlık ile imtihanın nefsi öldürmekteki en etkili yöntem olduğunu ifade ederler.
Mutasavvıflar yaptıkları mücâhede ile nefsi
öldürmeyi en büyük görev saymışlardır. Nefsi
öldürmek ile nefsin kendisini yok etmeyi değil,
eğilimlerinden kaynaklanan kötü huyları düzeltip denetim altına almayı kastetmişlerdir. Eğer
nefis öldürülmez, yani onun kötü isteklerine
uymaya devam edilirse; sonsuza kadar ateşte
yanma durumuyla karşı karşıya kalınacaktır.
8 MART 2014
Bu beyitte ifade edilen mertlik ve cihan meydanı ifadeleri gözümüzde bir savaş sahnesi canlandırmaktadır. Hulûsi Efendi (k.s.) bu ifadeleri
nefis ile mücâdelenin ne denli zor olduğunu anlatmak için bilinçli olarak tercih etmiştir. Ancak
bu ifadeler telmih yolu ile bizlere Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)’in nefisle ilgili bir hadis-i şeriflerini hatırlatmaktadır. Peygamber Efendimiz’in
(s.a.v.) Tebük Seferi sonrası geri dönüş yolunda
yanındakilere “Küçük cihaddan büyük cihada
döndük. Büyük cihad nefisle mücadeledir.” dediği nakledilmektedir. İşte nefsini yenen sâlik bu
cihan meydanının yiğidi olur ki, bu mücâdele
bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından
Tebük Seferi’nden daha zor addedilmiştir.
Gazelin son beyti bir dua ve temenni niteliğindedir. Hulûsi Efendi (k.s.) eğer senin kalbine
Allah aşkı girdiyse masivâdan sıyrıl ve artık ondan başka sevgili ve dost arama, diyerek ehl-i
aşk için nihaî bir hedef çizmektedir.
Sînene yazdınsa eğer nakş-ı hayâl-i dil-beri
Gayrıya bakma Hulûsî var şeb ü rûz arama
(Eğer sînene sevgilinin hayalinin nakşını yazdın
ise Hulûsi, artık gayrıya bakma gece gündüz bir
başka sevgili arama.)
somuncubaba 9