Pierre De Coubertin büyük ödülüne layık görülen yarış

Dünyadaki en şeffaf atçılık
Türkiye’de icra ediliyor
Pierre De Coubertin büyük
ödülüne layık görülen yarış
sahalarının başarılı ismi Jokey
Erhan Yavuz ile Mudanya’daki
evinde bir araya geldik. Güler
yüzlü eşi Özlem Yavuz ile bizleri
evlerinde ağırlayan Yavuz
Ailesinin minik ferdi Talha Deniz
röportajımızın neşe kaynağı oldu.
Survivor anılarını anlatırken
“Yarın çocuklarıma bırakacağım
güzel fotoğraf kareleri kaldı”
diyen Erhan Yavuz hobilerinden,
anılarından bahsederken 4 yıla
yaklaşan süredir yönetmelik
değişikliği ile aprantilere tanınan
5 kg eksik koşma avantajıyla
ilgili de önemli demeçlere
yer verdi. “Yarış severlerimiz
unutmasınlar ki; at yarışı,
Atla Gel Şaban filmindeki gibi
mafyaların döndüğü, yarışların
düzenlendiği bir camia değil.
Burada herkes ekmek davasında,
herkes kazanmak için mücadele
ediyor” ifadeleriyle sonlanan
röportajımızda Yavuz Ailesine
teşekkür ediyor ve sizleri Erhan
Yavuz’un samimi açıklamalarıyla
baş başa bırakıyoruz.
Kemal Akyer: Dünya Fair Play Konseyi tarafından, davranış dalında ‘’Pierre De Coubertin Büyük
Ödülü’’ne layık görüldünüz ve 28 Nisan Cumartesi
günü Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de düzenlenen törenle ödülünüzü aldınız. 2013 yılının Mart
ayında ise Survivor’a yarışmacı olarak katıldınız. Survivor maceranız nasıl başladı?
Erhan Yavuz: Survivor benim çok
istediğim bir şey idi. Kendi yaşam
tarzıma her daim Survivor’ı yansıtıyorum. Doğayı çok seviyorum,
başlıca sebeplerinden biri bu.
Öylesine bakir bir ortamdasınız
ki… Her daim başınıza bir şey
gelse başınızda bir doktorun
olabileceği, neredeyse canınızın
garanti altında olabileceği ama
aynı zamanda o kadar da vahşi
bir ortamda yalnız kalma ihtimalinizin başka bir atmosferde olabilmesi
söz konusu değil. Survivor’da yarışmacı olmak hayallerimden biriydi ve çok istiyordum. Hayatımda böyle bir kesit olmasını çok
istiyordum. Gerçekten ıssız bir adada, ilkel şartlarda
neler yapabileceğimi çok merak ediyordum. Doğayla
baş etme konusunda profesyonelleşmiş insanların
belgesellerini, internet ortamındaki paylaşımlarını
uzun zamandır takip ediyordum. Bundan dolayı da
kendimi böyle bir imtihanda görmeyi çok istiyordum.
Ben bundan 4 - 5 sene önceki Survivor’da, sanırım
Türkiye – Yunanistan idi. Böyle gayri ihtiyari otururken kendim bir başvuru formu gönderdim.
O zaman da görüşmelerimiz oldu ancak
bir takım pürüzler çıktı olmadı. 2013
sezonu Survivor yarışması için Acun
Medya’dan ulaştıklarında bana;
“Görüşebilir miyiz, tekrar düşünür müsünüz? Sizin böyle bir
başvurunuz olmuştu” dediler.
Tabii tereddüt etmeden o fırsatı değerlendirdim. Çok güzel
ve eğlenceli geçti benim için. 8
hafta yarışmacı olarak kaldım.
Ayrıldıktan sonra da iki hafta tatil yaptım. Çok keyifli bir süreçti.
Son derece memnunum. Sigara, içki,
alkol, trafik, egzoz, karbon monoksit
hepsinden tamamen uzak, güzel bir detoks
oldu benim için ve çok güzel anılarla döndüm.
Yarın çocuklarıma bırakacağım güzel fotoğraf kareleri
kaldı. Her şeyden ziyade, hayatımda elimde bir unvanım daha olmuş oldu. O süreci de öyle güzel değer-
lendirmiş oldum.
Kemal Akyer: Survivor’a katılmadan önce jokeylik
mesleğinize ara vermek zorunda kaldınız. Daha sonra ilk bindiğiniz ALWAYS PRESIDENT ile Ankara’da
Grup3 yarış kazandınız. Bu süreçte neler yaşadığınızı
anlatır mısınız?
Erhan Yavuz: Survivor maceram başlamadan önce
neredeyse bir ay önce at binmeyi bıraktım. Yarışmaya
gitmeden önce alabildiğim kadar kilo almaya çalıştım.
Açlığa dayanıklı olduğumu biliyordum. En azından
bünyem dayanıklı olsun, yağ stoklayıyım diye böyle
bir program uyguladım. Döndüğümde, orada çok aktif
durumdaydık. Hem yarışmalarda hem yarışma öncesi ada yaşantısında çok aktif olduğum için kondisyonumun iyi olduğunu biliyordum. Ancak at sporu çok
farklı. Bir hafta atın üzerine çıkmadığınız zaman yüzde yüz fark olur. Televizyon çekimleri, Acun Medya’yla
sürekli görüşmeler derken döner dönmez mesleğime
başlayamadım. 15 - 20 gün bir süreç geçti. Bu arada
ben antrenmana dahi çıkmadım. Ayhan Ağabey aradı
ve ALWAYS PRESIDEN’ı Ankara’da bir yarışa yazdığını,
benim binmemi istediğini söyledi. Ben de binemeyeceğimi söyledim. Dediğim gibi hiç antrenmana dahi
çıkmamıştım. Formdasın diyerek ısrar etti ve ben de:
“İyi, sonucundan beni mükellef tutmayacaksan, her
türlü sonuca razıysan ben bir şekilde tutunurum gelirim. Hiçbir şekilde düşmem, o kadar kondisyonumun
yeteceğini biliyorum en kötü şartlarda bile” dedim.
Önemli bir Grup3 yarıştı. ALWAYS PRESIDENT çok iyi
koştu, ben de kendimden beklediğimden çok iyi bir
performans sergiledim. Fotoyu geçtikten sonra nefes
almakta zorlanıyordum. Yine de iyi bir performans
sergiledim. Döndükten sonra, kazanarak başlamak
açıkçası benim için çok iyiydi. Anlamlı bir koşu oldu
benim için, ondan sonra da öyle devam etti.
Kemal Akyer: Bursa’nın yanı sıra geçtiğimiz kış
aylarında Adana, İzmir, İstanbul’da da at biniyordunuz. Bu kış neden Bursa Osmangazi Hipodromu’nda
daha fazla at binmeyi tercih ediyorsunuz? Anlaşmalı
olduğunu bir eküri var mı?
Erhan Yavuz: Evim ile Bursa Osmangazi
Hipodromu arasındaki mesafe 17 km. Sabah trafik
sorunu yok. Sabah idmanları için 17 dakikada hipodromda oluyorum. 53,5 kg ile at biniyorum Atçılık öyle
boyut değiştirdi ki. O kadar çok haksızlıklar, riyakarlıklar, vefasızlıklar olmaya başladı ki… Bu durumlar
benim yapımda olmayan bir atçılık tarzı. Sevgili Umur
Tamer, Erdoğan Şenocaklı, Aydın Ağabey, Sebahattin
Duman ile yıllarca çalıştım. Ekip çalışmasını her zaman tercih ettim, her zaman sevdim. Günlük her kazanacak ata bineyim, hep avanta ata bineyim derdim
hiç olmadı. Şimdiki atçılık, antrenör - jokey ilişkileri, at sahibi - jokey ilişkileri çok daha günlük olmaya
başladı. O tarz ilişkiler beni daha çok üzüyor. Ondan
dolayı artık her yere gidip, her ata binip emek vermek
açıkçası istemiyorum. Daha çok burada yine kendi
çalıştığım ekiplerle hakkıma razı oluyorum. Burada
şimdi ağabeyim de antrenörlük, menajerlik yapıyor.
Belirli bir eküri yok ama kendim de ağabeyimle beraber ilgilendiğimiz, menajerlik yaptığımız bir kadro var.
Bundan böyle öyle köklü bir eküriye çok bağlanmayı
düşünmüyorum açıkçası.
Kemal Akyer: Bursa Osmangazi Hipodromu haricinde diğer hipodromlarda menajerleriniz var mı?
Erhan Yavuz: Hayır şu an hiçbir yerde menajerim yok. Sadece burada bir yardımcı arkadaşım var,
bana ulaşamayanların ulaştığı. Onun harici menajerlik
sistemini artık kafamda bitirdim. En büyük nedenlerinden biri, zaman oluyor bir antrenör fark ediyorum
ki yanımdan geçiyor, yıllarca haşır neşir olduğum bir
antrenör selam vermiyor. Verdiğim selamı kabul etmez hale geliyor, ben nedenini bilmiyorum ama daha
sonra araştırdığımda meğer menajerim bir atına söz
vermiş. Benim haberim bile yok. O atından deklare
günü inmiş, başka bir atı tercih etmiş. Ondan dolayı
adam kızmış veya gayri ihtiyarı menajerle olan kendi
bir diyalogundan dolayı bana kızmış, benimle selam
sabahı kesmiş. Hal böyle olunca ilişkiler bozuluyor ve
son yıllarda çalıştığım neredeyse bütün menajerlerle
de bu sıkıntıları yaşadım. Binmek istemediğim birçok
ata bindim. Ondan dolayı da böyle bir karar aldım.
Artık kendim çalıştırmadığım, kendim birebir ilişkide
olmadığım neredeyse hiçbir ata binmek ve yarışmak
istemiyorum.
Kemal Akyer: İlkbahar, yaz yarış sezonunda
İstanbul, Ankara, İzmir’den gelen teklifleri değerlendirecek misiniz?
Erhan Yavuz: Tabii yazın klasik yarışlarda, teklif
gelen her yarışı mutlaka değerlendiririm. Öyle bir kriter koymadım kendime; İstanbul’a gitmem, İzmir’e
gitmem diye. Ya ağabeyime ya da bana bir şekilde
ulaşacaklardır.
Kemal Akyer: 1445 kez kazanma başarısı gösterdiniz. Hangi safkanı unutamadınız?
Erhan Yavuz: Unutamadığım çok at var tabii
ki. Aklımda kalanı sorduğunuz zaman, her zaman
ERYAVUZ derim. O da babamın atı olduğundan
dolayı değil, ERYAVUZ’la çok fazla vakit geçirdim.
Onunla aramızda çok sıkı bir bağ olduğuna inanıyordum. ERYAVUZ’la yarış içinde biz resmen konuşabiliyorduk. O istediklerini bana söyleyebiliyordu, ben
onun istediklerini anlayabiliyordum ve kendi istediğimi, istediğim anda ona aktarabiliyordum. Öyle çok iyi
bir bağ vardı aramızda ve çok iyi yarışlar da kazandık, çok zorlu yarışlar kazandık. Sadece benden bir at
ismi isterseniz; ERYAVUZ derim ama unutamadığınız
atlar, unutamadığınız yarışlar derseniz birçok at ismi
sayabilirim tabii ki.
Kemal Akyer: İstanbul Ataköy’deki dairenizden
Bursa Mudanya’da orman içerisindeki dairenize yerleşmenizdeki sebepler nelerdir?
Erhan Yavuz: Bu kararı almamdaki en büyük nedenlerden biri, çocuklarımın büyümeye başlamasıydı.
Daha sakin, doğayla iç içe bir ortamda çocuklarımı
büyütmeyi istediğimden dolayı bu kararı aldım. Çok
da memnunum, iyi ki böyle bir karar almışım. Keşke
üç sene önce bu kararı almış olsaydım, diyorum.
Kemal Akyer: Mudanya’daki evinizin içerisinde
marangoz atölyeniz var. Bu merak nasıl başladı?
Erhan Yavuz: Tamamen hobi amaçlı. Genel olarak ağaçlarla, ahşapla çok haşır neşirim. Evde gördüğünüz mesela Deniz’in sandalyesini, o küçük ağaçları,
odunlukları, dışarıda gördüğünüz bankların birçoğunu
kendim yaptım. Boş vakitlerimi evde atölyede değerlendirmeyi, bir şeyler üretmeyi seviyorum. Ağaç beni
her zaman daha çok sakinleştiriyor. Ondan dolayı
atölyemde boş vakitlerimi değerlendiriyor, zaman geçiriyorum.
Kemal Akyer: Okçuluğa olan merakınızı da biliyoruz. İstanbul’daki okçuluk sevdanızı Bursa’da devam
ettirebiliyor musunuz?
Erhan Yavuz: Devam ediyor, Yine oklarım, yaylarım burada. İstanbul’da çok daha fazla okçu arkadaşım vardı. Aynı objeye gönül vermiş insanlarla bir
arada olduğunuz zaman tabii ki daha çok vakit geçiriyorsunuz, daha çok eğleniyorsunuz. Burada motora
biniyorum, doğa yürüyüşleri yapıyorum, köpeğimle
vakit geçiriyorum, marangozhanede vakit geçiriyorum. Burada daha fazla hobim, daha fazla sosyal aktivitem var. O yüzden şu an birinci planda değil ama
okçuluğum da devam ediyor.
Kemal Akyer: Mudanya’ya geldikten sonra
İstanbul’daki aile dostlarınız ile görüşmeleriniz devam ediyor mu?
Erhan Yavuz: İstanbul’da yakın görüştüğüm, ailece görüştüğüm arkadaşlarım da geliyor. İstanbul’dan burası 1,5 saat ve feribotla çok yakın.
Feribot iskelesine de ortalama 7 - 8
kilometre uzaklıktayım. Gelen misafirlerimi kendi oturduğum balkonumdan penceremden görebiliyorum,
gidip karşılayabiliyorum. Çok büyük
sıkıntı olmuyor.
Kemal Akyer: Yalçın Akağaç ile iyi bir arkadaş olduğunuzu biliyoruz. Görüşmeleriniz devam
ediyor mu?
Erhan Yavuz: Yalçın Akağaç’ı İstanbul’a gittiğim
her gün mutlaka ziyaret etmeden kesinlikle geri dönmüyorum. Kalma imkanım olduğu her fırsatı değerlendirip onun yanında kalıyorum. Orada geçirebildiğim kadar Yalçın ile çok vakit geçiriyorum. Her zaman
da bu böyle devam edecek. Çocukluğumuzdan beri
benim belki de hiç tartışmadığım, hiç kavga etmediğim, hiç sorun yaşamadığım tek meslektaşımdı.
Camiadaki en iyi meslektaşım, en iyi arkadaşımdı.
Ölene kadar böyle devam edecek.
Kemal Akyer: Bursa Osmangazi Hipodromu’nun
kum, çim ve idman pisti sizce nasıl?
Erhan Yavuz: Harika idman pisti, kum pisti bence şahane bir pist. Çim pisti de şu son yıllarda daha
özenli kullanılıyor, daha çok dikkat ediliyor, bakımları daha düzenli yapılıyor. Çim pisti biraz dar olmasına rağmen yine de gayet
iyi olduğunu düşünüyorum.
Kemal Akyer: Yönetmelik değişikliği ile 4 yıla yaklaşan süredir aprantiler 5 kg eksik koşma avantajına
sahip. Siz bu uygulamayı nasıl karşılıyorsunuz?
Erhan Yavuz: Açıkçası bana göre
atçılığın ve jokeyliğin kalitesi çok düşüyor. Çünkü aprantiler çok iyi, hızlı bir
başlangıç yapıyor. Jokeyler Dayanışma
ve Yardımlaşma Derneği Genel Sekreteriyim
aynı zamanda biliyorsunuz. Onunla ilgili biz Yüksek
Komiserler’le, Sayın Müsteşar’la da görüştüğümüzde
de pek derdimizi anlatabildiğimi zannetmiyorum ama
bunun atçılığa, belki at sahiplerine günlük faydası
olur. Zira jokeylere ve jokeyliğin kalitesinin yükselmesine, kaliteli jokeylerin yetişmesine bence büyük zararı olduğunu düşünüyorum. Çok kısa zamanda çocuklar jokey oluyor. Şu son zamanlarda özellikle Bursa’da
çıkan, kısa zamanda jokey olan aprantilerle olan sohbetlerde hep aynı şeyi söylüyorum. Şimdi bir meslek düşünün ki, bir meslek icra ediyorsunuz ve
önünüzde büyük bir çıta var aşabilmeniz
gereken. Bir aprantinin en büyük hayali
nedir? Jokey olmak. Jokey olmak için
savaşır. Şimdi jokeyliğe son on yarış
kalan aprantilerin, son beş yarış kalan
aprantilerin yüzlerinin düştüklerini,
mutsuzluklaştıklarını görüyorum. Biz
sevinç çığlıkları atardık. Ondan sonra
daha kalıcı, daha ilerlemeniz gerektiği
yerde o gün neredeyse meslek hayatınız % 70 bitiyor. Bence çok mantıksız
bir sistem. Rakamsal baktığımızda son 5
kilo sistemi çıktığından beri 4 - 5 senedir çıkış
hızlarına, adetlerine bakın. Sonraki süreçte 5 ayda,
10 ayda jokey olan çocuklar var. Ondan sonraki üç
senede 6 tane kazanan jokey neredeyse yok.
Bu çok dramatik bir durum. Çocukları,
bu zaman da mecbur kalıp antrenman
jokeyliğine terfi ediyorlar. At sahipleri de doğal olarak, ben bir at sahibi
olsam 100 yarış kazanmış bir antrenman jokeyini, üç beş yarış binmiş
bir antrenman jokeyine her zaman
tercih ederim. Adam 1000 tane yarış binmiş, 100 tane yarış kazanmış.
Dolayısıyla bu da antrenman jokeyliği
sistemini düşürüyor. Antrenman jokeyliği sistemi düştükten sonra, jokeyler ve
antrenman jokeyleri alacakları maaşlardan
çok daha fazla feragat ediyor. Bugün düşünün ki milyonluk bir atı çalıştırıyor bir idman jokeyi, 200
TL maaşla çalıştırıyor. Bunu 300 TL, 500 TL
ben iyi at çalıştırıyorum diyemiyor. Çünkü
rekabet çok fazla ve çok fazla antrenman jokeyi olmaya başladı. Bu durum
jokeyliğin ve atçılığın kalitesinin düştüğünü, değerini kaybettiğini düşündürtüyor bana.
Kemal Akyer: Ekrem Kurt Apranti
Eğitim Merkezinden mezun olan genç
aprantilere bir mesajınız var mı?
Erhan Yavuz: Aprantilerin jokey olacak bir arkadaşın bir defa atı çok çok sevmesi lazım, ata aşık olması lazım ki bu süreçte
ayakta kalabilsin. Bir aprantiyi bir jokeyi, bir at sahibi
bir eküri sadece bir yere kadar taşıyabilir veya bir şahıs, bir antrenör ama ata sahip çıkarsa, atı severse at
ERHAN YAVUZ’ UN HAYATI BOYUNCA KARiYER KAZANCI
Jokey
Koşu
1.
2.
3.
4.
1.%
2.%
3.%
4.%
ERHAN YAVUZ
11191
1445
1400
1288
1188
13
13
12
11
onu bir ömür boyu mutlaka taşır. Hakkını verirse,
edebini bozmazsa, kişiliğini bozmazsa, günlük ilişkilere aldanmazsa, günü kurtarmanın derdine düşmezse,
uzun yıllar kalıcı olur, uzun yıllar ekmek yer diye düşünüyorum.
Kemal Akyer: İstanbul Veliefendi Hipodromu sentetik pistte at biniyorsunuz. Veliefendi Hipodromu’nun
sentetik pisttin şu anki durumunu nasıl buluyorsunuz?
Erhan Yavuz: Tabii yıpranmış. Sentetik pist o kadar antrenmanı, yarışı kaldıracak kapasiteye sahip
değildi. Ama genel olarak güzel bir alternatif. Dünya
ülkelerine göre bizim ülkemizde safkanlarımız daha
sık koşturuluyor. Koşan atların % 85’i neredeyse ufak
tefek sakatlıkları olan atlar. Bir tırnak sorunu olan ata,
at sahibi çim pisti tercih edemiyor. Çim pistte alternatif olarak İstanbul’da sentetik pist yapıldı. Sentetik
pistin çim pistten çok büyük bir farkı olduğunu -zemin
sertliği olarak- düşünmüyorum. Bu da kumcu atları,
kumdan daha çok sebeplenen atların yarış ömrünü
iyice kısalttı. Kazançlarını iyice kısıtladı. Ondan dolayı
çok fazla çim pistte alternatif olarak düşünmüyorum
ancak genel olarak mutlaka ülkede olması gereken
bir pist.
Kemal Akyer: Jokeylik mesleğini
günün birinde bırakmayı düşünürseniz
hangi mesleği yapmak istersiniz?
Erhan Yavuz: Gider miyim bilmiyorum ama çok da kalmak istemem.
Yine de atçılıkla ilgili bir şeyler yapmak isterim. Binicilik kulübü, kendime ait harayla beraber pisti ayrı bir
yetiştiricilik olabilir. Kendi yetiştirdiğim
atlarımı, kendi kompleksimde hazırlayıp
oralardan yarışlara getirmek, daha elit bir
atçılık kompleksinde kendi kurduğum, kendi
dizaynını yaptığım bir pistte, bir ahır sisteminde yine
atçılığı yapmak isterim. Yıllarca burada kalıp hem aynı
pistlerde hem aynı sistemde atçılığı devam ettirmek
istemem açıkçası.
Kemal Akyer: Yarış camiasına bir mesajınız var mı?
Erhan Yavuz: Yarış severlere her zaman diyeceğim ve dediğim; At yarışını bir kumar aracı değil de
bir hobi olarak aileleriyle gelip vakit geçirebilecekleri
bir yer gibi görsünler. Oynadıkları rakam akşam başlarını ellerinin arasına alıp düşündürecek kadar ciddi
rakamlar olmasın tabi ki. Hobinin ötesine geçmesin ama şunu da unutmasınlar ki; at yarışı, Atla Gel
Şaban filmindeki gibi mafyaların döndüğü, yarışların
düzenlendiği bir camia değil. Burada herkes ekmek
davasında, herkes kazanmak için mücadele ediyor.
Dünyadaki en şeffaf atçılık Türkiye’de icra ediliyor.
Ondan yana gönülleri rahat olsun ama yine de oyunu, eğlenceyi kumar bazına getirip kendilerine yara
versinler istemem.