262 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ İNSANLIĞIN KAZANIMLARI YA DA MEDENİYET Arzu Gündüzhev* Tarihsel Arkaplan İnsanlık, bir eşi daha yaşanmamış bir maceranın içinde hayat sürmektedir. Uygarlık macerası… Bu macerada insan hem etken hem edilgen konumda. Kimi zaman insan medeniyeti şekillendirmiş, kimi zaman medeniyet insanı. Tarihçiler, insanlık tarihinin iki milyon belki üç milyon yıl öncesine dayandığını söylemektedir. Yazılı tarihimiz ise iki milyona nispeten dakika sayılabilecek kadar bir zamanı kapsar: 6000 yıl. 6000 yıllık tarihin ve medeniyetin, ilk mensupları, konukları da diyebiliriz, Sümerlerdir. Sümerler medeniyetin temelini oluşturan yazıyı ilk kullanan topluluktur. İlk siyasi yapılanmalar da Sümerlerle başlar. İlk hukuk kuralları da. Gelişmiş ticaret hayatı Sümerleri ekonomi alanında da öne çıkarmıştır. Matematik sayı sistemini uygulayan Sümerler, “Ziggurat” adını verdikleri kulelerle uzayı da gözlemlemişlerdir.311 Zannedildiği gibi ilkçağ medeniyetleri ilkel ve teknik yönden geri değildi. Pi sayısını bulan Mısırlılar hayatlarını Nil Nehri’nin yükselip alçalmasına göre düzenledikleri için geometri, matematik ve astronomide ilerlemişlerdir. Nil Nehri’nin taşma zamanlarını tespit edebilmek amacıyla kurdukları rasathanelerde Ay ve Güneş tutulması zamanlarını tespit etmişlerdir. Güneş yılı esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar kullanmıştır. Romalılar, Mısırlılardan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Gregoryen Takvimini oluşturdular. Kimya ve eczacılıkta da iyi olan Mısırlılar özellikle Tıp alanında insanlık için önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Mısırlıların ne kadar gelişmiş tekniklere sahip olduğunu bilgisayar çağında olunmasına ve ileri teknolojiye sahip olunmasına rağmen Mısırlıların inşa ettikleri Piramitlerin sırrının hala çözülememiş olması göstermektedir. Orta Amerika’da yer alan Mayalar da Mısır, Yunan ve Mezopotamya medeniyetleri gibi gelişmiş bir medeniyete sahiplerdi. Matematik ve astronomide iyi olan Mayalar sıfır kavramını Avrupalı matematikçilerden bin yıl önce kullanıyorlardı. Peru’nun liman şehrinde yer alan, kilometreler boyunca uzanan Mayalar tarafından yapılmış, kimi zaman bir havaalanını, kimi zaman çeşitli kuşları, kimi zaman maymunları, kimi zaman da örümcekleri andıran çizgiler, yapım tekniğiyle bilim adamlarını şaşırtan ve hala açıklanamayan bulgulardandır ve Mayaların ne kadar gelişmiş bir medeniyete sahip olduğunu göstermektedir. Antik Yunan ve Çin Medeniyetleri de insanlığa siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanda önemli katkılar sağlayan medeniyetlerdendir. Mezopotamya, Mısır ve Çin Medeniyetleri gelişmiş medeniyet ve kültürlerine rağmen ticari hayatta aynı sorunda duraklamışlardır. Ticari hayatı hareketlendiren, kolaylaştıran, kolay taşınabilir para hususunda. Üç köklü medeniyetin duraksadığı sorun farklı bir medeniyetin taşıyıcısı olan Lidyalılar tarafından aşılmış ve insanlık macerasına kaldığı yerden devam etmiştir * Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Öğrencisi S.N.Kramer, Tarih Sümer'de Başlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara: 1990, sf. 224-231 311 263 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Görüldüğü gibi ilk medeniyet olan Sümerlerden sonra farklı medeniyetler doğmuştur farklı coğrafyalarda ve bu medeniyetler Sümerlerin ve kendinden önceki medeniyetlerin insanlık kazanımlarının üzerine basarak yükselmiştir. Her topluluk medeniyet oluşturabilir mi? Her coğrafya medeniyet oluşumuna müsait midir? Medeniyetin oluşmasında hangi faktörler etkili olmaktadır? Medeniyet tarihçilerinin üzerinde uzlaştığı, medeniyetlerin meydana gelmesinde etkili olan faktörlerden biri coğrafi çevre faktörüdür. Özellikle canlılar için hayati önem taşıyan su medeniyetlere de hayat kaynağı olmuştur. Üzerinde önemli medeniyetlerin yetiştiği Mezopotamya Grekçede “ırmaklar arasındaki ülke” manasına gelmektedir. Mısır Medeniyeti’nin çevresinde geliştiği Nil ise “hayat kaynağı” demektir. Medeniyetlerin oluşmasında etkili olan bir diğer faktör ırki faktörlerdir. Tarihte her ırk alt düzeyde de olsa bir medeniyet oluşturmuştur. Irklar, sosyal genlerinin gerektirdiği ve ben idraklerine göre medeniyet oluşturmuşlardır. Kimi ırklar farklı kültürleri de bünyesinde barındırabilen geniş medeniyet havzaları meydana getirirken kimileri de ancak yerel çapta medeniyet oluşturabilmiştir. Geniş ve güçlü medeniyete Büyük İskender’in oluşturduğu medeniyet ve İslam medeniyeti örnek gösterilebilir. Güçlü ve yerel medeniyetin ise en güzel örneği Çin Medeniyetidir.312 Medeniyetin meydana gelmesinde etkili bir diğer faktör toplumsal mukavele aracılığıyla insan topluluğunun şuurluca bir hayat sürerek medeniyet meydana getirmesidir. Sosyal bir varlık olan insanın mevcut içgüdüsü, toplumun kendi kendine gelişmesine ve sosyal sistemler açısından ileriye gitmesine sebep olmaktadır. Mevcut içgüdü, muhakkak medeniyet yapıcı ve şehir yerleşimini gerektirici bir tarzdadır.313 Şüphesiz medeniyet oluşumunda en etkili faktörlerden, biri belki de ilk sırada sayılması gereken faktör ihtiyaçtır. İnsanın maddi, manevi ihtiyaçları. İhtiyaçlar insanı harekete mecbur etmiştir. Tabii bir şeyin üretiminde ve yapılmasında insanın müdahale ettiği ölçü oranında o şey, insan medeniyetinin parçası olur. Medeniyetlerin oluşumunda sosyal diyalektiğe dayanan son bir faktör daha sayılmaktadır. Savunma ve saldırı hali. İnsan, hayatında ya saldırı halindedir veya savunma halinde. Bu saldırı ve savunma hali insanı buluşa ve yaratıcılığa mecbur etmiştir. Bu görüşe göre saldırı tez, savunma antitez ve medeniyet sentezdir.314 Medeniyet Tanımı Bugün medeniyet dendiğinde zihnimizde nasıl çağrışımlar yapmaktadır bu kavram? Medeniyet nedir, ne değildir? Medeniyet, kelime anlamı olarak “insanca iyi ve ferah yaşayış, adalet severlik, şehirlilik, yaşayış ve sosyal ilişkilerde, ilim, fen ve sanatta ilerleme” olarak geçmektedir. Medeniyet kavramını İngilizce olarak karşılayan ‘civilization’ kelimesi ise “kibar, nazik, ince, şehirli” anlamlarına gelen mastar isimdir. Fransızca, Latince ve Arapçada da aynı görüş baz alınarak medeniyet isimlendirilmiştir. Şehirlilik… Medeni olma, şehirde oturma değil, şehirde oturma seviyesine ulaşmak demektir. 312 Ahmet Davutoğlu, “Medeniyetlerin Ben İdraki”, Divan Dergisi, Sayı:2 Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi I,s.19 314 Şeraiti,a.g.e., s. 20 313 264 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Medeniyetin bütünsel anlamı ise; insan toplumunun, bütün insanlığın tarih boyunca yaptıkları buluşlar, icatlar, keşifler gibi maddi eserleri ile resim, edebiyat, sanat gibi manevi eserlerin toplamıdır. Medeniyet bir birikimdir. İnsanlığın maddi ve manevi birikimi… Medeniyet, insanlığın birikimiyken, kültür, bir milletin birikimidir. Bir milletin tarih boyunca oluşturduğu nesilden nesile aktardığı maddi ve manevi eserler bütünüdür. Kültürün tanımında Doğu ve Batı arasında fark yoktur. Kültürler medeniyet taşıyıcısıdır. Çerçeveyi daha da daraltıp, kültür taşıyıcı unsura baktığımızda ise devletler çıkmaktadır karşımıza. Bulunduğu asırda ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel olarak gücü elinde bulunduran devlet, bünyesinde bulunduğu kültürün ve dolayısıyla medeniyetin taşıyıcılığını yapmaktadır. Ve bu devletler bulunduğu çağın medeniyetine kendi kültürünün rengini verdiği gibi ismini de vermektedir. Mısır Medeniyeti, Roma Medeniyeti, Osmanlı Medeniyeti gibi. Devletler, medeniyetin bağrında yetişen geçici siyasi fenomenlerdir.315 Devletlerin siyasi ömürlerini tamamlamaları medeniyetin ömrünü etkilemez. Daha güçlü ve daha anlamlı amaçları olan bir diğer kültür tarafından bugün yaşanan medeniyet geleceğe miras bırakılmak üzere yoluna devam eder. Çünkü “Uygarlık bir harekettir, bir durum değildir; bir yolculuktur, bir durgunluk değildir.”316 Medeniyetler Çatışması Tezi Yaptığımız bu tanımlar bize kısaca medeniyetin ne olduğu hakkında fikir vermektedir. Medeniyetin ne olmadığı hakkında ise medeniyetin “me”sini çıkardığımızda elde ettiğimiz “deniyet” ifadesi bizi aydınlatacaktır. Deniyet, “alçaklık, vahşet, ahlaksızlık” manalarına gelmektedir. Tam da bu noktada karşımıza şöyle bir soru çıkmaktadır: Medeniyet, epistemolojik olarak adalet severlik, insanca, iyi, ferah yaşama, ilim, sanatta ilerleme ise vahşice bir eylem olan çatışmaya nasıl taraf olabilir? Şöyle de sorabiliriz: Nasıl çatışmayla yan yana anılabilir? Bu cümleden olarak Medeniyetler Çatışmasının epistemolojik olarak mümkün olmadığı açıktır. Medeniyet kavramı adaleti, sanatı, bilimi kısacası yapıcılığı ifade ederken yıkıcılık olan çatışmayla birlikte anılamaz. Bu ifadede ya medeniyet medeni değil ya da çatışma çatışma değil. Varlık felsefesi de bahsi geçen tezin geçersizliğini ilan etmektedir. Çünkü medeniyet bir harekettir, yolculuktur… Eğer bir çatışma olacaksa kültür ve medeniyetin taşıyıcısı olan devletler arasında olacaktır. Devletler ise çıkarlarını gözetir, uluslar arası ilişkilerde pragmatistçe hareket ederler. O halde medeniyetler çatışması ifadesinden kasıt nedir? Kültür çatışmaları mı? Kültür, bir topluluğun sahip olduğu dil, din, gelenek ve değer hükümlerinin toplamıdır. Her topluluk kadar kültür vardır. Bu cümleden olarak dünyada kaç farklı kültür olduğunu düşündüğümüzde karşımıza Huntington’ın iddia ettiği gibi ve farklı medeniyetler olarak nitelediği sadece 6 ya da 8 kültür çıkmayacağı su götürmez bir gerçektir. Huntington, burada kültürleri analojik yöntemle sınıflama yoluna gitmiştir. Önce kültür yerine medeniyet ifadesini tercih eden Hungtinton, daha sonra kültürleri sekize indirgemiştir. Daireyi daha da daraltan Huntington, özellikle iki kültürü karşı karşıya getirmiştir. Batı Medeniyeti ile İslam Medeniyeti (Medeniyet, kavramı Huntington’a atfen kullanılmıştır.) Batı ve İslam’ın karşı karşıya getirilmesi, Hungtinton’ın makalesinde sık sık 315 316 Arnold J. Toynbee, Uygarlık Yargılanıyor, s. 188 Toynbee,a.g.e, s. 52 265 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Batı ve diğerleri (The West and The Rest) ifadelerine yer vermesi tipik oryantalist bir refleksin ürünüdür ve “biz” ve “öteki” dualist yaklaşımı oryantalizmin karakteristik özelliklerindendir. Diğer bir oryantalist refleks “varlık sebebini oluşturmak için düşman aramak ve tanımlamak”. Bugünün reel politiği analiz edildiğinde, Huntington’ın iddia ettiği gibi Batı ve İslam Medeniyetinin topyekun karşı karşıya gelmelerinin mümkün olmadığı görülecektir. Küçük bir olayda dahi çıkarları çakıştığı için birbirine muhalefet eden Batı Medeniyetinin tek vücut olarak İslam’a karşı durması realist bir yaklaşım değildir. Aynı durum İslam Medeniyeti için de geçerlidir. Bugün İslam Medeniyeti tek vücut değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a müdahalesi ve sonrasında yaşananlar bu anlatılanları net bir biçimde destekler niteliktedir. Irak müdahalesinde, bütün Batılı devletler Birleşik Devletleri desteklemediği gibi her Müslüman devlet de Amerika’ya karşı savaşa girişmemiştir. Ünlü İngiliz tarihçi ve uygarlıkların gelişmeleri konularında dünya çapında otorite olan Arnold Toynbee, Yunan-Roma dünyası tarihi eğitiminin, Batı tarihi eğitiminden daha kolay olduğunu ifade etmektedir. Toynbee, “Yunan-Roma tarihine belli bir uzaklıktan bakıyoruz. Artık ‘tamamlanmış’ olduğundan, onu bütünlüğü içinde görebiliyoruz. Oysa sonunun ne olacağını hala bilemediğimiz, bitmemiş bir oyun olan Batı tarihimiz böyle değildir. Gelip geçici oyuncular olarak yer aldığımız kalabalık ve karışık sahneden baktığımız zaman şu andaki genel görünümün ne olduğunu bile kestiremiyoruz.” diyerek Batı tarihinin daha tamamlanmamış olduğunu ifade etmektedir ve bu nedenle Batı tarihinden medeniyet olarak bahsedilmesine temkinle yaklaşmaktadır.317 Toynbee’nin üzerinde durduğu ve onu çağdaşlarından da ayıran bir yaklaşımı daha vardır. Bütün uygarlıkların felsefi çağdaşlığı düşüncesi… Yazar Uygarlık Yargılanıyor isimli kitabında onu bu yaklaşıma sevk eden olayı şöyle izah ediyor: “ 1914 Savaşı beni, Balliol’de örgencilere Thukydides’i yorumlarken yakaladı. Birdenbire her şey aydınlanıvermişti. Şu anda biz de, Thukydides’in kendi döneminde yaşadığı bir deneyi yaşıyorduk. Artık Thukydides’i yepyeni bir gözle, kelimelerin altındaki anlamı, sözün gerisindeki duyguları sezinleyerek okuyordum. Anlıyordum ki, ona eserini yazdıran tarihsel bunalımın içine düşmeden onu hiç anlamamıştım. Artık açıkça görülüyordu: Thukydides bu aşamayı daha önce geçirmişti. O ve onun kuşağı, bizim yeni yeni vardığımız bu yere çok daha önceden varmışlardı. Gerçekte onun yaşadığı an benim geleceğim olmuştu. Ama bu durum, benim dünyamı modern Thukydides’in dünyasını ise eski diye nitelendiren kronolojik yaklaşımı anlamsız duruma getirivermişti. Kronoloji ne derse desin, Thukydides’in dünyasıyla benim dünyamın felsefi anlamda çağdaş oldukları kanıtlanmış oluyordu. YunanRoma uygarlığıyla Batı uygarlığı arasındaki ilişki gerçekten böyleyse, bildiğimiz bütün uygarlıklar arasındaki ilişkiler de böyle değil midir?”318 İnsanlık tarihinin iki milyon yıl olduğu fakat yazılı tarihimizin buna nispeten sadece 6000 yıllık bir süreyi kapsadığı düşünüldüğünde uygarlıkların felsefi çağdaşlığı fikrinin ne kadar isabetli bir yaklaşım olduğu ortadadır. Toynbee, aynı eserinde uluslar arası ilişkilerle alakalı bir yaklaşımını ve onu bu yaklaşıma sevk eden olayı şöyle anlatmaktadır: “İyi hatırlıyorum, 1908-1909 Bosna bunalımı sırasında L.B. Namier (ki o zamanlar Balliol’da üniversite öğrencisiydi ve Avusturya’nın Galiçya sınırındaki evlerinde geçirdiği tatilden yeni dönmüştü.) bize ve öteki Balliol’lilere çok havalı bir tutumla ‘Avusturya ordusu babamın malikanesinde seferber olmuştu… rus 317 318 Toynbee, a.g.e, s. 10 Toynbee,a.g.e, s.13 266 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ ordusu ise sınırın karşısında, bir buçuk saatlik yolda hazırdı’ demişti. Bu bize “kurşun askerler”den bir sahne gibi gelmişti, fakat anlayışsızlık tek yanlı değildi. Uluslar arası gelişmeleri gözleyen keskin bakışlı bir Orta Avrupalı, Galiçya’da başlayan yangının kendi evlerine de sıçrayacağını göremeyen bu İngiliz öğrencilerin kavrayışsızlığını inanılmayacak bir şey gibi görüyordu.”319 Giderek küçük bir köy halini alan, Batı’da olan bir hadiseye Doğu’nun, Kuzey’de olan bir hadiseye Güneyin kayıtsız kalamayacağı küreselleşen Dünyamızda, yanı başındaki evi yakan ateşin bir gün bütün köyü yakabileceği aşikar bir gerçektir. Bu gerçeği görmek için keskin bakışlı değil objektif olmak yeterlidir. İddia edildiği gibi medeniyetler çatışması yaşanacaksa Toynbee’nin 1914’te yaşadığı an bizlerin geleceği olacak ve küçük bir evde başlayan yangın bütün köyü yakabilecektir. İki şey vardır, ne kadar yayılacağı önceden kestirilemeyen ve sonucunun öngörülemediği; yangın ve savaş… Medeniyet İttifakı “Savaşmaktan ve yönetmekten başka bir şey bilmeyen her toplum dayanıksız ve kırılgandır.”320 Sanayi Devrimi ile büyük güç elde eden Batı dünyası sömürge imparatorlukları kurarak dünyayı ekonomik ve siyasi olarak kontrol altına aldı. Fakat sömürgeciliğin bedeli dünya için ağır oldu. İnsanlık iki dünya savaşına ve milyonlarca insanın hayatlarını kaybetmesine ve sakat kalmasına, hayatını devam ettiremeyecek duruma gelmesine sebep oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürülen devletler bir bir bağımsızlıklarını kazandı. İki kutuplu dünyada Batı dünyasının varlık sebebi ve ortak düşmanı komünizmdi. Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrası süreç Batı dünyası için “yeni dünya düzeni arayışlarının” olduğu bir süreç oldu. Batı dünyası bu süreçte bütün dünyaya demokrasi getirme iddiasıyla bir medeniyet kurma edimi içine girdi. Fakat savaşmak ve yönetmekten başka bir şey bilmeyen her toplum dayanıksız ve kırılgandır demiştik. Bu cümleden olarak geldiğimiz noktada şu soruyu sormamız gerekiyor peki Batı dünyası bu sorunun farkında mı, bu son Batı için kaçınılmaz mı, bu sondan kurtulması için doğru hamleler nelerdir? Bazı düşünürlerin bu soruya cevabı, Batı Medeniyeti ile İslam Medeniyeti çatışması özelinde bir medeniyetler çatışması. Çatışma yanlısı düşünürler karşılık, dayanıksızlık ve kırılganlığın farkında olan Batılı entelektüellerden Toynbee üç alanda üç tavsiyede bulunuyor Batı dünyasına. “Ekonomik alanda, sermest yatırım ile sosyalizm arasında uzlaştırıcı (yer ve zamana göre değişebilme esnekliği olan) çalışma düzenleri bulunmalı. Ruh alanında, laik üstyapı dinsel kurumlarla birleştirilmeli. Siyasi alanda, hazırlanmalı.”321 dünya hükümetini kurmayı başaracak kurucu bir sistem Toynbee’nin sözünü ettiği, dünya hükümetini kuracak sistemin en temel öğesi hiç şüphesiz ‘barış’tır. Çünkü sulh, ıslahtan önce gelir. Daha sonra ‘adalet, her insanın hakkına saygı ve farklılıkları yaşatmak’tır. 319 Toynbee,a.g.e, s.12 Roger Garaudy, İnsanlığın Medeniyet Destanı, s. 64 321 Toynbee,a.g.e, s.40 320 267 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Eğer “her insanın farklılığını yaşatarak kendisini içinde emin hissedebileceği bir toplum projeniz yoksa bir medeniyet iddianız da yok demektir.”322 Medeniyet iddiasında olan bir toplumun, medeniyetin taşıyıcı unsuru olan kültür alanında gelişmesi ve derinleşmesi gerekir. Kültürlerin gelişmesi ise medeni halkların az ya da çok yakınlaşmasına bağlıdır.323 Hakiki diyalog ise ancak herkes, başkasından öğreneceği bir şey olduğuna kesinlikle inandığı zaman gerçekleşir. “Yalnız olduğunu bilen ve bir başkasını arayan tek varlık insandır.” Bu cümleden olarak, insanın her türlü maddi ve manevi gereksinmelerini karşılama, insanın özündeki güzellikleri ortaya çıkarıp tüm insanlığı huzura ulaştırma süreci olan “medeniyet” serüveninin yalnız tamamlanması düşünülemez. Bütün insanlığı içine alacak bir Medeniyet ittifakı, her bir ferde sorumluluk yüklemektedir. Şimdi yapılması gereken insanlığı bu sorumluluğundan haberdar etmektir. Bu görev ise biz sosyal bilimcilere düşmektedir. Konuşmamı Erasmus’un ünlü bir sözüyle bitirmek istiyorum: “En kötü barış bile en haklı savaştan iyidir.” 322 323 Mümtaz’er Türköne, “Bursa’nın Gözü Yaşlıları”, Zaman, 9 Eylül 008 V.V. Barthold, Rusya ve Avrupa’da Oryantalizm, s.76
© Copyright 2024 Paperzz