Beynelmilel 1 Yayın Kurulu Sahibi: Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü adına Doç .Dr. Metin Aksoy Doç.Dr. Davut ATEŞ Doç.Dr. Murat ÇEMREK Editör: Nezir AKYEŞİLMEN Doç.Dr Metin AKSOY Sayı Editörü: Sercan Semih AKUTAY Doç.Dr.Nezir AKYEŞİLMEN Yrd.Doç.Dr Arif Behiç ÖZCAN Yrd.Doç.Dr Erdem ÖZLÜK Öğr.Gör.Dr. Demet Şefika MANGIR Haber Birimleri Sorumluları: Ortadoğu: Sercan Semih AKUTAY Avrupa: Oğuz ÖZDAŞ Güneydoğu Asya: Duygu ÖZLÜK Avrasya: Kısmet METKİN Arş. Gör. Cihan DABAN Afrika: Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN Arş.Gör. Duygu ÖZLÜK Asya Pasifik/Amerika: Yasin AVCI Arş.Gör. Engin KILIÇARSLAN Kapak Tasarım: M.Mustafa KULU/ Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN Arş.Gör. Fazlı DOĞAN Arş.Gör. Kürşat KAN Arş.Gör. Muhammed Mustafa KULU Sayfa Tasarımı: Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN Yıl: 2 Sayı: 3 Ocak-Mart/2014 / 3 Yayın Türü Arş.Gör. Sercan Semih AKUTAY Online Yerel Süreli Arş.Gör. İbrahim KURNAZ Adres Selçuk Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Alaeddin Keykubat Kampüsü Selçuklu-KONYA Arş.Gör. Kısmet METKİN Web-adresi: www.ui.selcuk.edu.tr. Arş.Gör. Yusuf ÇINAR e-mail: [email protected]. Beynelmilel’de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Arş.Gör. Yasin AVCI Beynelmilel 2 ĠÇĠNDEKĠLER CHAMBERLAIN SĠYASETĠ VE PUTĠN’ĠN LEBENSRAUM ARAYIġI: RUSYA NE ĠSTĠYOR?..................................................................................................................................6 YATIġTIRMA SĠYASETĠ…………………………………………………………………...7 SURĠYE KRĠZĠ……………………………………………………………………………….8 RUSYA'NIN YAYILMA ARAYIġI…………………………………………………………9 UKRAYNA KRĠZĠ ÜZERĠNDEN RUSYA-BATI SAVAġI MI?......................................10 SARI ÖKÜZÜ (2008'DE GÜRCĠSTAN'I) VERMEYECEKLERDĠ…………………….11 HĠNTERLANDI KORUMAK……………………………………………………………...11 KIRIM TARĠHĠ ÜZERĠNE………………………………………………………………...13 UKRAYNA KRĠZĠ VE ULUSLAR ARASI SĠSTEM…………………………………….14 UKRAYNA KRĠZĠ VE AVRUPA BĠRLĠĞĠ……………………………………………………………………………………...16 KIRIM KRĠZĠ……………………………………………………………………………….22 ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI SURĠYE KRĠZĠ; NEDENLERĠ VE SONUÇLARI………………………………………………………………………………..26 SURĠYE KRĠZĠ ÜZERĠNDEN TÜRK DIġ POLĠTĠKASININ DEĞERLENDĠRĠLMESĠ…………………………………………………………………..31 TÜRKĠYE-SURĠYE ĠLĠġKĠLERĠ VE SURĠYE SORUNU ÜZERĠNE………………....35 SURĠYELĠ SIĞINMACILAR KONUSUNDA TÜRKĠYE’NĠN POLĠTĠKASI…………39 Türkiye’ye Sığınan Suriyelilerin Hukuki Statüsü………………………………...40 Beynelmilel 3 Mülteci Statüsü……………………………………………………………………...40 Geçici Koruma Rejimi……………………………………………………………...40 ÇÖZÜMSÜZLÜK SARMALINDA SURĠYE KRĠZĠ……………………….....................46 AFRĠKA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………………...51 ORTADOĞU HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)……………………………………...53 GÜNEYDOĞU ASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………….59 AVRUPA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………………..61 AVRASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)………………………………………...65 ASYA-PASĠFĠK HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………..71 ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLERE GĠRĠġ TARĠH, TEORĠ, KAVRAM VE KONULAR………………………………………………………………………………….76 Beynelmilel 4 EDĠTORYAL Devrik Cumhurbaşkanı Yanukoviç tarafından Ukrayna‟nın AB ile Ortaklık Antlaşması imzalaması ile ilintili Doç Dr. Metin AKSOY olarak Selçuk Üniversitesi/Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı kurulan hazırlık komisyonunun çalışmalarının dondurulduğunun deklare edilmesi, her biri uluslararası gündemi derinden sarsan gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Öyle ki; Ukrayna‟da patlak veren AB yanlısı gösteriler, protestolar akabinde yaşanan yönetim değişikliği ve tüm bu gelişmeler karşısında Rusya‟nın Kırım kartını kullanması birçok analize göre yeni bir soğuk savaşın başlangıcını teşkil etmektedir. Bu varsayımı öne sürenlere göre de Ukrayna yeni soğuk savaş sürecinin bölünmüşlüğünün tezahürüdür. Bu çerçevede Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Dimitriy Rogozin‟in Kırım ve Sivastopol‟ün Rusya ile birleşmesini „‟tek kutuplu uluslararası sistemin sonu‟‟ olarak nitelendirmesi oldukça dikkat çekicidir. krize küresel güçlerin Bununla birlikte; her ne kadar Ukrayna krizinin tüm müdahilliğini teşvik eden unsurlar aşamalarında -krizin sistemik etkilerde bulunma kapasitesini büyük ölçüde Ukrayna‟nın bölünmüş arttıracak düzeyde- krize küresel güçlerin iştiraki söz konusu ise sosyo-ekonomik yapısı ve kimliğinden de irdelenmesi kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, gerekmektedir. Zira krize küresel güçlerin müdahilliğini teşvik Ukrayna‟yı „‟ya Rusya ya da Avrupa‟‟ eden unsurlar büyük ölçüde Ukrayna‟nın bölünmüş sosyo- ikilemine sokan şartlar var olduğu ekonomik yapısı ve kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka sürece Ukrayna krizi mevcut seyrinde deyişle, Ukrayna‟yı „‟ya Rusya ya da Avrupa‟‟ ikilemine sokan devam edecektir….. yerel bazı parametrelerin de dikkatle şartlar var olduğu sürece Ukrayna krizi mevcut seyrinde devam edecektir. Özetle; Ukrayna‟da Kasım 2013‟te yerel nitelikli olarak başlayan kriz Rusya‟nın Kırım‟ı ilhak etmesiyle uluslararası bir nitelik kazanmış ve ülkedeki iç dinamikler üzerinden yürütülen „‟vekaleten savaş‟‟ artık gün yüzüne çıkmıştır: Bir yanda ABD-AB diğer yanda ise Rusya ve Çin. Bununla birlikte kriz küresel güçlerin iştiraki oranında sistemik düzeye taşınmış ve sistemik düzeye taşındığı ölçüde de sistem dışına itilmiştir. Bir başka deyişle krizin tarafları tarafından meseleye sıfır toplamlı oyun çerçevesinden bakılması –tıpkı Suriye krizinde olduğu gibi- krizin sürüncemede kalmasına sebep olmuştur. Beynelmilel 5 Tüm bu noktalardan hareketle; küresel ilişkilerin takip ve tahlili noktasında okuyucularına yardımcı olma gayesi güden Beynelmilel dergisinin üçüncü sayısı yeni bir soğuk savaşı tetiklediği iddia edilen Ukrayna Krizi‟ne ayrılmıştır. Meselesinin tüm yönlerinden ele alınmaya çalışıldığı sayımızın hâlihazırda var olan tartışmalara katkı sağlamasını ummaktayız. CHAMBERLAIN SĠYASETĠ VE PUTĠN’ĠN LEBENSRAUM ARAYIġI: RUSYA NE ĠSTĠYOR? Doç. Dr. Metin AKSOY Batılı devletlerin bugüne kadar uygulamaya koydukları yatıştırma politikası Ukrayna ve Kırım'da yaşanan gelişmelerde Rusya'ya Hitlerin elde ettiği gibi yaşam alanını genişletme imkânı sunmaktadır. Chamberlain'in Hitler'e gösterdiği tolerans bugün itibariyle NATO ve AB tarafından Putin'e gösterilmektedir. Bu nedenle, eğer kısa sürede Rusya'nın yayılma arayışı önlenemezse daha derin krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Chamberlain Bilindiği (1869-1940), üzere iki Neville savaş arası dönemde İngiltere başbakanlığı görevini (19371940) yürüten siyasetçidir. Bu dönem; İngiltere'nin hem Milletler Cemiyeti'nin (MC) hem de diğer Avrupa ülkelerinin liderliğini üstlendiği bir dönem olarak da anılmaktadır. Zira aynı dönemde İngiltere'nin uyguladığı veya uygulayacağı dış politika perspektifi hem Avrupa için hem de dünya için ayrı bir önem arz etmiştir. Bununla birlikte Chamberlain'in başbakanlık Chamberlain'in Hitler'e gösterdiği tolerans bugün itibariyle NATO ve AB tarafından Putin'e gösterilmektedir. Bu nedenle, eğer kısa sürede Rusya'nın yayılma arayışı önlenemezse daha derin krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bilindiği üzere Neville Chamberlain (18691940), iki savaş arası dönemde İngiltere başbakanlığı görevini (1937-1940) yürüten siyasetçidi. Bu dönem; İngiltere'nin hem Milletler Cemiyeti'nin (MC) hem de diğer Avrupa ülkelerinin liderliğini üstlendiği bir dönem olarak da anılmaktadır. görevini üstlendiği dönem Almanya'da Hitler iktidarının konsolide olduğu döneme tekabül etmesi hasebiyle ayrı bir öneme sahiptir. Dolayısıyla Chamberlain iktidarına yönelik tüm beklentiler Hitler ile ilintili olmuştur. Çünkü Hitler'in 'tek devlet tek ulus', 'Alman ordusunun yeniden güçlendirilmesi' ve 'Savaş tazminatların kaldırılması' gibi konuları ısrarla gündeme getirmesi ve adım adım bahsi geçen Beynelmilel 6 konular çerçevesinde somut adımlar atması Fransa ve Polonya gibi Avrupa ülkelerinde büyük tedirginlik yaratmıştır. Özetle yeniden güçlü bir orduya sahip olan Almanya -Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi- yeni bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak kendisine yönelik beklentilerin aksine Chamberlain, Hitler'in dünya barışını tehlikeye sokan adımlarını engellemek bir yana; gerek Almanya'yı Sovyetlere karşı kullanmak saikiyle gerekse de Sırbistan'a biraz daha müsamahakâr ve imtiyazlı olunması gerektiğini düşündüğü için Hitler ile olan ilişkilerinde tolere eden taraf olmuştur. Zira Chamberlain'in uygulanma çalıştığı politikanın temel motivasyon kaynağı, onun krizin tarafları arasındaki tolere etme eşiğinin düşük olması hasebiyle daha da tırmandığına yönelik inancıydı ve taraflar bu eşiği yükseltebilirler ise bir kriz –Balkan menşeli krizin Birinci Dünya Savaşı'na sebep olması gibipekala savaşa dönüşmeyebilirdi. Bu noktadan hareketle Chamberlain Hitler'in politikalarına karşı daha ılımlı olmaya ve özellikle Hitler'in politikalarının merkezinde yer alan Lebensraum (hayat sahası) politikasına karşı daha 'yatıştırmacı'' tutum sergilemeye dikkat etti. Bir başka deyişle Chamberlain, Hitler'in yayılma arayışlarını diplomatik yollarla kontrol etmenin ve onun Almanların yaşadığı şehirleri almasına bir ölçüde göz yummanın gerekliliğine inanıyordu. YATIġTIRMA SĠYASETĠ Chamberlain'in yatıştırmaya çalıştığı Hitler ise bu politikanın kendisine sağladığı avantajı da arkasına alarak 11 Mart 1938'de Avusturya'yı işgal etti. Bu duruma Batılı ve devletlerin tepkisizliği Hitler'i daha da cesaretlendirdi ve yatıştırma politikası sarmalına dolaşarak krize müdahil olma fırsatını elinden kaçıran Avrupalı devletlerin kabulüyle -29 Eylül 1938 Münih Konferansı neticesinde- Çekoslovakya toprağı olan ve nüfusunun çoğunluğu Alman olan Südetler bölgesi Almanlara verildi. Neticede Chamberlain şunu fark etti: Hitler beklenmedik oranda güçlenmiş, topraklarını genişletmiş ve Avrupa'nın göbeğinde önemli bir güç haline dönüşmüştü. Yatıştırma politikasının Hitler'e sağladığı avantaj onun önünün alınması da engelledi ve Hitler Polonya denetiminde olan Danzing bölgesini talep etti. Nihayetinde sonucunu hepimizin bildiği İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Özetle Chamberlain yatıştırma politikasını uygularken, yatıştırma politikasının yöneltildiği ülkenin kendisine tehdit oluşturacak kadar güçlendiğini fark edemedi ve bu tarihi bir hataya sebebiyet verdi. Beynelmilel 7 Chamberlin yukarıda özetlenen yatıştırma siyasetini izlemek noktasındaki zorunlulukları ve başka bir seçeneğinin olup olmadığı meselesi tartışmaya açılabilecek bir konu iken en azından bahsi geçen tarihi süreçten ders almak gerekmektedir. Zira 1949 - 1963 arasında Almanya Şansölyesi olan Konrad Adenauer'in dediği gibi 'dış politika tarihten bağımsız sürdürülemez'. Her ne kadar bahsi geçen söz, tek bir ulus için dillendirilmiş olsa da uluslararası toplumun da küresel çapta sonuçlar doğuran meselelerden gereken dersi alması gerekmektedir. Özetle tarihin yanlıca ''mış''ların ve ''miş''lerin irdelendiği bir platform olmadığı göz önüne alınarak geçmişte yaşananların muğlak geleceğin aydınlatılmasında kullanılması gerekmektedir. Tarihten alınan derslerin hatırlanması gerektiği üzerine bu kadar vurgu yapılmasına gelince; Rusya'nın Ukrayna konusundaki tavrı bizlere Chamberlain yatıştırma politikasının sonuçlarını hatırlatmaya başladı. Çünkü Rusya, Sovyetlerin dağılmasından sonra ilk olarak Çeçen sorununu nihayete erdirdi daha sonra da petrol ve doğal gazın getirdiği kazançla ekonomisini belirli seviyeye çıkardı. Balkanlarda Çarlık Rusya'sının Slav ırkını destekleme politikasına döndü, Kafkasya bölgesinde Bağımsız Devletler Topluluğunun (BDT) dağılmasını -'yeni Avrasyacılık' stratejisini temel alarak- varlığına yöneltilebilecek en büyük tehdit olarak belirledi. Zaten Rusya'nın algıladığı bu tehdide yönelik politikalarının Ukrayna özelinde tezahür ettiğini görüyoruz. SURĠYE KRĠZĠ Bu noktada bize yatıştırma politikasını anımsatan ilk gelişme Rusya-Gürcistan kriziydi. 2008'deki Güney Osetya Savaşı'nda Rusyanun sert güce başvurması, (08.08.08 savaşı) Rusya'nın hem belirli kazanımlar elde etmesini sağladı hem de –belki de bundan daha da önemlisi –kendisine olan güvenini tazeledi. Zira Osetya ve Abhazya bölgesinin bağımsızlığını tanıyan ve bu bölgelerin bir nevi kendisine bağlı hale gelmesini sağlayan Rusya'ya karşı, Chamberlain siyaseti yürüten NATO ve AB üyeleri yatıştırma politikasını yöneltmekten başka bir şey yapamadılar. Dolayısıyla tarih; ahmakların kendisinden ders almaması sebebiyle tekerrür etti: Geçmişte Hitler'in kendisinde bulduğu cesareti Gürcistan krizi vasıtasıyla Putin iliklerine kadar hissetti ve yeni Avrasyacılık politikasının uygulanabilirliğini kanıtladı. Yine Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte de kazançlı çıkan ülke Rusya oldu. Öyle ki Rusya, tarihi emelleri arasında yer alan sıcak denizlere inme siyasetinden, Suriye krizine rağmen geri adım atmadı ve Lazkiye Limanı üzerinden elde ettiği ayrıcalıklığı tehlikeye atmadı. Chamberlain'in geçmişte yatıştırma politikasının, Nazi Almanya'sının önünü Beynelmilel 8 alamaması gibi Batı da bugün, kimyasal silah kullanarak savaş suçu işleyen Esad yönetimine Rus desteğini kesmek adına bir girişimde bulunmadı. Nihayetinde Batı'nın Chamberlain siyasetini iyi kullanan Putin bahsi geçen kazanımlarını da arkasına alarak Ukrayna konusunda daha sert tavır takındı. Bir başka deyişle tıpkı Hitler gibi Putin de Rus ordusunun caydırıcılığını ve Batının yatıştırma politikasını Ukrayna sorununda da kullanma yolunu denedi. Çünkü elde ettiği kazanımlar ve tecrübeler batılı devletlerin tepkisizliğini test etmiş durumdaydı. Ne zaman ki kriz Avrupa Birliği'ni (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri'ni rahatsız edecek bir boyut kazandı işte o zaman batılı devletler Putin'i engelleme ve Kırım konusunda kararlı adım atma yoluna girdiler. Ancak yatıştırma politikasının sağladığı tüm avantajları arkasına alan Putin Üsküdar'ı geçti bile… Bununla birlikte Batı'nın yatıştırmacı tutumu yine Batı'nın kararlılığını da bize sorgulatmaktadır. RUSYA'NIN YAYILMA ARAYIġI Her minvalde geri adım atan bir Batının varlığı bugüne kadar Rusya'yı daha çok cesaretlendirmiştir. Chamberlain'in yatıştırma politikasıyla bugüne kadar Avrupa'nın Rusya'ya karşı uygulamaya çalıştığı yumuşak güç politikasının pek de bir farkı yoktur. Yumuşak güç eğer istenileni vermiyorsa daha sert adımlar atmayı içerir fakat bu güne kadar Batılı devletler içi boş yumuşak güçten farklı olarak herhangi bir adım atamamıştır. Suriye, konusunda Türkiye'nin dış politika yaklaşımının doğru olduğu Batılı devletler tarafından da tescil edildiği halde, Rusya ve Çin çekincesiyle bir türlü Esad'a karşı adım atılamamış olması Batılı devletlerin yumuşak güç algısının yatıştırma politikasına dönüştüğünü bizlere göstermektedir. Yatıştırma Politikası yumuşak gücün gerisinde bir yaklaşımdır. Yumuşak güç istediğini ekonomik, siyasi ya da fiili müdahale içermeden yaptırma iken, yatıştırma siyaseti istemediği durumlara pasif yöntemlerle barışçıl bir çözüm getirmektir. Batılı devletlerin bugüne kadar uygulamaya koydukları yatıştırma politikası Ukrayna ve Kırım'da yaşanan gelişmelerde Rusya'ya Hitlerin elde ettiği gibi yaşam alanını genişletme imkânı sunmaktadır. Chamberlain'in Hitler'e gösterdiği tolerans bugün itibariyle NATO ve AB tarafından Putin'e gösterilmektedir. Bu nedenle, eğer kısa sürede Rusya'nın yayılma arayışı önlenemezse daha derin krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Beynelmilel 9 UKRAYNA KRĠZĠ ÜZERĠNDEN RUSYA-BATI SAVAġI MI? Doç. Dr. Nezir AKYEġĠLMEN Rusya gelişen ekonomisi, artan siyasi gücü ve yükselen uluslararası prestiji ile tek süper güç olan ABD hegemonyasına ve müttefiki olan Avrupa'ya meydan okuyor. Küresel olmasa bile bölgesinde patron (bölgesel güç) olduğunu, hinterlandını korumak istediğini ve bölgesinde paralel bir otoriteye izin vermeyeceğini dünyaya göstermek istiyor.Ukrayna'da meydana gelen barışçıl protestoların şiddete evrilmesi, hükümetin düşmesi ve Kırım olayları, bir iç siyasi kriz olmasının ötesinde bir bölgesel hatta küresel hegemonya savaş sahasına dönüşmüş durumdadır. Bu durum belki yeni bir Soğuk Savaş değil, fakat Rusya ve Batı arasında ciddi bir güç mücadelesi olduğu apaçıktır. Rusya, hinterlandı olarak gördüğü Ukrayna'da söz sahibi olmak istiyor ve bu konuda gerekirse Batı ile her türlü bilek güreşine hazır olduğunu Parlamento'dan asker gönderme tezkeresi çıkararak dünyaya ilan ediyor. Daha ziyade Rusya'nın siyasi ve ekonomik baskısı sonucu, AB ile ortaklık anlaşması imzalamak istemeyen Rusya yanlısı Ukrayna lideri Yanukoviç, yaklaşık üç ay süren protestolar sonucu 2004'te olduğu gibi yine devrildi. 2004 yılında Rusya bu olayı sineye çekti, belki de çekmek zorunda kalmıştı. Zira o günkü Rusya ile bugünkü Rusya arasında çok büyük farklar var. 2004 yılında Rusya'da kişi Beynelmilel Rusya'nın siyasi ve ekonomik baskısı sonucu, AB ile ortaklık anlaşması imzalamak istemeyen Rusya yanlısı Ukrayna lideri Yanukoviç, yaklaşık üç ay süren protestolar sonucu 2004'te olduğu gibi yine devrildi. 2004 yılında Rusya bu olayı sineye çekti, belki de çekmek zorunda kalmıştı. Zira o günkü Rusya ile bugünkü Rusya arasında çok büyük farklar var. 2004 yılında Rusya'da kişi başı gelir 3000 dolar iken bugün tam 18.000 dolar (CIA tarafından hazırlanan World Factbook rakamları). 2000 yılında kişibaşı geliri 2000 dolar düzeyine inen Rusya petrol ve doğalgazdan gelen paralarla kısa sürede zenginleşti ve… 10 başı gelir 3000 dolar iken bugün tam 18.000 dolar (CIA tarafından hazırlanan World Factbook rakamları). 2000 yılında kişibaşı geliri 2000 dolar düzeyine inen Rusya petrol ve doğalgazdan gelen paralarla kısa sürede zenginleşti ve 2011 yılında 12.000 dolara yaklaştı. 2009 küresel kriziyle çok ciddi zarar gören Rusya ekonomisi (kişi başı gelir %25 düştü) kısa sürede toparlanmayı başaran nadir ekonomilerden biri oldu. Avrupa ülkeleri krizden perişan olurken, Rusya ekonomisini büyütmeye devam ediyor. Ukrayna'nın ihtiyacı olan mali destek Avrupa'dan değil Rusya'dan geliyor. Doğal olarak parayı veren düdüğü de çalmak istiyor. Tabii ki tek neden ekonomi değil. SARI ÖKÜZÜ (2008'DE GÜRCĠSTAN'I) VERMEYECEKLERDĠ Herkesin en çok merak ettiği soru: Bundan sonra ne olacak? Rusya yanlısı iktidarın devrilmesi ve yönetimin Batı yanlısı güçlere geçmesiyle Rusya Yanukoviç gibi Ukrayna'dan kaçmadı. Aksine ABD'nin tehdidine rağmen Ukrayna'ya girme kararı aldı. Neden? Nedeni 2008'de gizli… Bugünkü güçlü ekonomi önemli bir faktör fakat burada Rusya'yı siyaseten güçlendiren faktör 2008 yılında Gürcistan savaşında Batı'nın Rusya'nın müdahalesine ciddi tepki vermemesi, daha da önemlisi savaştan sonra Rusya ile yapılan pazarlıklar sonucu üyelik aşamasına gelmiş olan Gürcistan ve Ukrayna'yı NATO'ya almayacaklarını duyurmalarıdır. Rusya 2008 yılında resmen NATO'dan tapusunu aldığı bölgeleri renkli devrimlerle Batı'ya teslim etmek istemez. Kiev'de, muhalefet yönetimi ele geçirdiyse çoğunluğu etnik olarak Rus olan Kırım üzerinden bölgeye müdahale etmek istiyor. Rusya bu hamle ile birincisi, Ukraynalıları bölünme ile korkutuyor. İkincisi, Batı'ya bölgesinden uzak olması gerektiğini söylüyor ve üçüncüsü son çare olarak gerekirse Kiev'e de gireceğini dünyaya deklare etmiş oluyor. HĠNTERLANDI KORUMAK Ekonomi ve siyasi anlamda Avrupa'dan avantajlı konumda olan Rusya, ABD'yi de dinlemek istemiyor. Zira (Irak'tan zar zor ve Afganistan'dan hala çıkamayan) ABD'nin 2008 yılında Beynelmilel 11 vazgeçtiği bölge için bir maceraya girmeyeceğini tahmin ediyor ki büyük oranda yanılmadığı yakında görülecektir. Özetle Rusya gelişen ekonomisi, artan siyasi gücü ve yükselen uluslararası prestiji ile tek süper güç olan ABD hegemonyasına ve müttefiki olan Avrupa'ya meydan okuyor. Küresel olmasa bile bölgesinde patron (bölgesel güç) olduğunu, hinterlandını korumak istediğini ve bölgesinde paralel bir otoriteye izin vermeyeceğini dünyaya göstermek istiyor. 2008'de bunu başarmıştı, bugün de konumunu pekiştirmek istiyor. Bu yazının konusu değil belki, fakat bunun Türkiye'yi de kapsayan derin bölgesel etkileri de olacaktır. Bu yeni durum (aslında statükonun devamı olacak) bir yeni Soğuk Savaş değil, zira Rusya bir süper güç değil, fakat bunların ileride olmayacağı garantisini kimse veremez. Beynelmilel 12 Kırım Tarihi Üzerine Yrd. Doç. Dr. Arif Behiç ÖZCAN Kırım, siyasi tarih açısından yaklaşık 700 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu coğrafya da, dünyanın herhangi başka bir bölgesindeki coğrafyalar gibi insanlığın ortak tarihinin şekillenmesinde kendisine düşen rolü oynamıştır, oynamaya devam etmektedir. Bu metinde Kırım‟ın tarih içerisindeki rolünü değerlendirirken kronolojik olarak olayları art arda sıralamayacağız. Bunun yerine, bu rolü belirleyen ve / veya dönüştüren bazı olgu ve olaylardan bahsetmekle yetineceğiz. Kırım, başta Altın Ordulular ve Cenevizliler, sonrasında ise Osmanlılar, Çarlık Rusyası, SSCB, Avrupa Birliği ve ABD gibi büyük güçlerce her zaman önemli bir stratejik bölge olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme tarzlarına uygun olarak bölge Kırım, başta Altın Ordulular ve Cenevizliler, sonrasında ise Osmanlılar, Çarlık Rusyası, SSCB, Avrupa Birliği ve ABD gibi büyük güçlerce her zaman önemli bir stratejik bölge olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme tarzlarına uygun olarak bölge neredeyse bilinen bütün tarihsel mücadelelerde kilit bir bölge olarak var olmuştur. Ancak bu güçlerin bölgeye nasıl baktıkları, Kırım‟ı hangi açılardan değerli buldukları meselesi incelendiğinde aslında hepsi için farklı bir boyutun öne çıktığını görmek mümkündür neredeyse bilinen bütün tarihsel mücadelelerde kilit bir bölge olarak var olmuştur. Ancak bu güçlerin bölgeye nasıl baktıkları, Kırım‟ı hangi açılardan değerli buldukları meselesi incelendiğinde aslında hepsi için farklı bir boyutun öne çıktığını görmek mümkündür. Mesela Altın Ordu devleti için bir anavatan olarak değerlendirilen Kırım, Cenevizliler için bir ticaret limanı, Osmanlılar için cihanşümul tefekkürün hem fikir kaynağı hem de bu fikirlerin icra sahalarından biri, Çarlık Rusyası için sıcak denizlerin kontrolü için vazgeçilmez bir üs, 20. ve 21. yüzyıl aktörleri için ise daha çok enerji hatlarının bir bağlantı noktası olarak değerlendirilmiştir. Beynelmilel 13 Kırım, bu hassas önemi nedeniyle dünya politikasının her zaman gündeminde olmuş bir coğrafyadır. Gerçekten de bulunduğu coğrafi konum itibariyle yukarıda sıralanan özellikleri haiz olduğunu açıkça görmek mümkündür. Durum böyle olunca, bütün bu mücadeleler açısından bölge insanının da kaderi ona göre şekillenmiş ve Kırım, ilginç bir şekilde kendi isminin de çağrıştırdığı gibi, bölge insanlarının çoğu zaman kırıma uğradığı bir coğrafya olarak var olagelmiştir. Altın Ordu Devleti‟nin barış içinde yaşadığı dönemlerle Osmanlı hâkimiyetinin var olduğu dönemler ve Bolşevik Devrim‟in hemen sonrasındaki kısa bir sürelik barış dönemi dışında savaşlar, sürgünler ve asimilasyon politikaları da dâhil olmak üzere bu insanlar, şiddetin bütün boyutlarına tarih boyunca muhatap olagelmişlerdir. Bu olayların en çok dikkat çekenlerini şöyle özetlemek mümkündür. Altın Ordu Devleti‟ne yönelik Moğol saldırıları, Korkunç İvan, I. Petro ve II. Katerina dönemlerindeki Rus işgalleri ve Stalin‟in sürgün politikaları. Kırım‟ın Buna ek olarak ne yazık ki II. Viyana Kuşatması gibi çok tartışmalı bir başarısızlığının faturası bile bazı tarihçilerce Kırımlılara çıkartılacaktır. Kırım Balkanlar coğrafyasının Osmanlılardan daha önce İslam dini ile tanışmasını sağlayan aktördür. Kırım Osmanlı millet sisteminin en önemli parçalarından biri olmuştur. Kırım Karadeniz‟in hâkimiyetinin uzunca bir dönem Osmanlılarda olmasını sağlayan bir kale görevi yapmıştır. Kırım çökmekte olan koskoca bir imparatorluğun, Osmanlıların bu çöküşüne çare arayan Gaspıralı İsmail gibi büyük fikir adamları çıkarmış bir coğrafyadır. Kırım, hâlen hayatta olan Halil İnalcık gibi büyük tarihçilerin memleketidir. Kırım… Kırım 1475‟te Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlılara katılmıştır. 1774‟te Küçük Kaynarca Antlaşması ile ki bu antlaşma bir Osmanlı-Rus savaşı neticesinde imzalanmıştır, Osmalıların elinden kayıp gitmiş bir coğrafyadır. Kırım için asıl felaketler silsilesi bu tarihten sonra başlayacaktır. Neredeyse bütün 19. yüzyıl boyunca devam eden Osmanlı-Rus savaşlarının temel mücadele alanlarından biri olmuştur Kırım. Her ne kadar Rus Çarlığına karşı çoğu zaman kendi başına, zaman zaman da yanındaki müttefikleriyle mücadele eden Osmanlılar burayı artık tekrar elde edemeyecekler ve Kırım makûs talihi ile baş başa kalacaktır. Özellikle Stalin döneminde Ruslaştırma politikaları, din değiştirmeye zorlamalar, Asya‟daki diğer Rus topraklarına sürgünler yaşayacaklardır Kırımlılar. Bu açıdan bakıldığında Osmanlılar açısından Kırım sadece stratejik olarak “yitirilen” bir bölge olmayacaktır. Aynı zamanda bir zamanlar “hamisi” oldukları Kırımlı Müslüman kitleler de kaderleriyle baş başa bırakılmış olacaklardır. Nitekim çok zaman sonra, 1954 yılında Kruşçev Kırım‟ı Ukrayna Cumhuriyeti‟ne bağladığında eski vatanlarına dönmeye başlayan ve bugün bölgedeki nüfusun sadece %13‟üne tekabül edecek kadar buralara geri dönebilen bir kitleden bahsediyoruz. Şimdilerde Beynelmilel yaşanan krizle “hatırladığımız” Kırım‟da televizyonlarda 14 izlediğimiz ve Türkçe konuştuklarını gördüğümüz bu insanlar bütün sürgün ve asimilasyon politikalarına karşı varlığını koruyabilmiş insanların çocukları ve torunlarıdır. 1991‟de bağımsızlığını kazanan Ukrayna‟ya bağlı bir bölge olarak kalan ve şimdilerde bir Rusya toprağı haline geldiği iddia edilen Kırım, tarihin bize gösterdiği gibi, bugün ve gelecekte de büyük politikaların bir “test sahası” olarak varlığını devam ettirmektedir ve ettirecektir. Beynelmilel 15 Ukrayna Krizi ve Uluslararası Sistem Gülizar Samur GÖKMEN Ukrayna, son derece önem atfedilen bir kıtada, oldukça önemli coğrafi bir konuma sahiptir. Kuzeyinde Beyaz Rusya, Batısında Polonya, Romanya, Moldova, Macaristan ve Slovakya, doğusunda ise Rusya ile komşudur ve Karadeniz‟e kıyısı bulunan bir Doğu Avrupa ülkesidir. Tarım bakımından Avrupa‟nın en büyüklerinden biri sayılan Ukrayna, Avrupa ve Rusya‟nın buğday ambarı olarak dile getirilmektedir. Yaklaşık 45 milyonluk nüfusu ve yüzölçümüyle Avrupa‟nın en büyük ikincisi ülkesi olan Ukrayna, Avrupa‟ya doğalgaz taşıyan boru hatlarının bir kısmını da barındırması sebebiyle, bu denli karmaşık günler geçirmekte ve gerilimlere sahne olmaktadır. 2013 yılının Kasım ayının son günlerinde Ukrayna‟nın başkenti Kiev ve diğer bazı şehir meydanlarında gösterilerin başlamasıyla hafızalar tazelenmiş ve on yıl önceki Turuncu Devrim‟i zihinlere getirmiştir. Bugün gelinen nokta, Ukrayna halkının bir kısmının Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç‟in AB ile işbirliği anlaşmasını - Rusya ile daha sıkı ekonomik bağlar lehinde hareket ederek askıya almasını protesto etmesiyle başladı. Bu karar Ukrayna açısından ele alındığında uzun zamandan beri devam eden görüşmelerde AB‟den daha fazla imtiyaz elde etmek için pazarlık yapabilmek olarak değerlendirilebilir. Ancak AB ile ilişkiler Rusya ile olduğu kadar ilerletilememiştir. Özellikle Batı basını bu Çin‟in büyüyen gücüyle ve Doğu Asya‟daki mevcut düzene karşı meydan okumaya olan isteklilik ile birleşmektedir. Bu arada, ABD ise küresel bir “şerif” rolünü oynamaktan bıkkın ve isteksiz bir çizgide yer almaktadır. AB ise fonksiyonel bir pasifizm eğilimi sergilemektedir. Dolayısıyla sonuç olarak, yeni bir Soğuk Savaş ihtimalinden ziyade, eski bir uluslararası sistemin, çok kutuplu güç dengesinin, yeniden dirilişi daha muhtemel görülmektedir. askıya almayı Moskova‟ya bağlamıştır. Bu durum Soğuk Savaş‟tan bu yana Rusya ve Batı arasında belirginleşen en ciddi gerilimdir. Rusya‟nın Kırım‟a yönelik müdahalesi, Kırım yarımadasındaki hayati çıkarlarını risk altına sokmama kaygısından kaynaklanmıştır. Rusya Ukrayna doğrultusunda hedeflerinden vazgeçmemiş görünmektedir. Zbigniew Brzezinski‟nin dediği gibi, “Ukraynasız bir Rusya bir Asya İmparatorluğu olarak varlığını sürdürür; fakat Ukrayna ile birlikte Rusya bir Avrasya İmparatorluğu olma imkânına sahiptir”. Zbigniew Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” şeklinde adlandırdığı tezinde, ABD‟nin küresel güç Beynelmilel 16 pozisyonunu sürdürebilmesi için oynaması gereken en verimli oyun alanı olarak Avrasya‟yı tanımlar. Ukrayna da bu bölgenin en önemli ülkesi kabul edilir. Doğudan yaklaşacak bir güç için hem Doğu Avrupa‟nın hem Balkanlar‟ın kapısı ve kilidi; batıdan ilerleyecek bir güç için ise hem Karadeniz-Hazar Havzası‟nın ve Kafkasların hem de Rus steplerinin kilididir. Rusya ve AB arasındaki güç dengesi Ukrayna üzerinde düğümlenmektedir. Bunun sebebi ise Ukrayna'da oluşması muhtemel yönelimin bütün Doğu Avrupa‟yı da peşinden sürükleme ihtimalidir. Bugünkü haliyle modern Ukrayna, Yugoslavya gibi, 1945 Yalta Konferansı ve II. Dünya Savaşı sonrası düzenin yarattığı yapay bir olgudur. Maalesef yaşanan son istikrarsızlık artık jeolojik konumdan ve doğal gaz rezervlerinden ayrı düşünülemez hale gelmiştir. Doğal gaz boru hatları haritasına bakıldığında Putin‟in perspektifinden bölme stratejisinin rasyonel amaçları görülebilmektedir. Rusya en azından Doğu Ukrayna‟nın kontrolünü elinde bulundurmayı hedeflemektedir. Sivil savaştan ziyade yaşanacak bir de facto bölünme tarafların çıkarları doğrultusunda gibi görünse de, bu durumda istikrar ve uzun vadeli bir kontrolün sağlanması mümkün olmayacaktır. Özellikle Kırım krizi ABD‟nin uzun dönem planlarına nokta koyacak niteliktedir. Rusya‟nın Ukrayna‟da yaşananların başından beri takip ettiği yol, değişen bir global düzene işaret etmektedir. Ulusal güvenlik uzmanları yeni bir Soğuk Savaş ihtimalini tartışıyor olsa da, olup biten farklı bir bakış açısıyla ele alınabilir. Rusya‟nın artan agresif ve askeri yaklaşımı; yenilenmiş Japon milliyetçiliği ve girişkenliğiyle, Hindistan‟ın ekonomik ve askeri yükselişiyle, Çin‟in büyüyen gücüyle ve Doğu Asya‟daki mevcut düzene karşı meydan okumaya olan isteklilik ile birleşmektedir. Bu arada, ABD ise küresel bir “şerif” rolünü oynamaktan bıkkın ve isteksiz bir çizgide yer almaktadır. AB ise fonksiyonel bir pasifizm eğilimi sergilemektedir. Dolayısıyla sonuç olarak, yeni bir Soğuk Savaş ihtimalinden ziyade, eski bir uluslararası sistemin, çok kutuplu güç dengesinin, yeniden dirilişi daha muhtemel görülmektedir. Beynelmilel 17 Ukrayna Krizi ve Avrupa Birliği Ġlyas Ferhat DEMĠRBAġ Kırım krizi, algı ve refleks farklılıkları arasında beklenmedik şekilde gelişen ve sonuçlanan bir paradigma halini aldı. Devletlerin ve uluslararası/uluslarüstü unsurların sorunu ele alış biçimleri içinde derin kırılmaları barındırıyor. Rusya, krizi 19. yüzyıl mantığında kavrıyor ve tepkilerini o doğrultuda veriyor. 18. yüzyılın sonlarından itibaren hak sahibi olduğu bölgeyle ilgili kararları alırken Putin, Çar Petro‟dan veya Çariçe Katherina‟dan farklı düşünmüyor. Hatta açıklamalarını bile Kremlin'in parlak zaferlerinin kutlandığını salonlarında yapmaktan geri durmuyor. Rusya, Kosova için desteklenen kendi kaderini tayin hakkını Ukrayna içinde gerçekleştiriyor. Atlantik birliği ise konuyu tamamen 20. yüzyıl mantığına bağlı kalarak değerlendiriyor. 21. Yüzyıl beklentilerinin göz ardı edilmiş olması durumu bir belirsizliğe sevk ediyor. Ukrayna ve Avrupa Birliği 1998 yılında yürürlüğe giren Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması Komşuluk ile Politikası ile Ukrayna AB‟nin Doğu Ortaklığı Avrupa Birliği programlarının orak üyesi oldu. Bu anlaşma, İstihbarat Ukrayna ve AB arasındaki bütün temel reform Intcen, haftalar alanları için kapsamlı bir çerçeve sunmaktaydı. Yanukovych‟in 2008 yılındaki Paris Zirvesi‟nde yeni bir imzalayamayacağına dair bir Ortaklık Anlaşması‟nın 1998 yılındaki anlaşmanın yerini alması kararlaştırıldı. Ayrıca Derin ve Kapsamlı Serbest Anlaşması‟nın da çalışmalarına Görüşmelerin tamamlanmasının Ticaret Analiz Birimi- öncesinden anlaşmayı istihbarat raporu hazırlamıştı. Fakat AB çevreleri başlandı. Ukrayna‟nın Doğu ortaklığı ardından progamına ciddi bir zorlukla Ortaklık Anlaşması 2012 yılında paraf edildi. İlişkiler bu şekilde devam ederken 2012 yılının son Avrupa Konseyi başkanlık sonuç bildirisinde Ukrayna‟ya özel bir bölüm ayrıldı. “Ukrayna için Konsey Kararları” adlı bu karşılaşmadan dahil edilebileceğine dair iyimser havanın varlığı raporun göz ardı edilmesine neden oldu. yükümlülüklerini Başka bir ifadeyle, AB‟nin ivedilikle yerine getirmesi kaydıyla AB‟nin hantal bürokrasisi olası bir Ortaklık krizi önlemede yine geç kaldı. bölümde Beynelmilel Ukrayna‟nın Anlaşmasının ekleriyle birlikte 18 imzalama kararlılığında olduğu vurgulandı. Anlaşmanın 2014 Aralık ayı başında Litvanya'da toplanacak 3. Doğu Ortaklığı zirvesinde imzalanması beklenirken, Ukrayna Bakanlar Kurulu 21 Kasım 2013‟te Ortaklık Anlamasının askıya alınması yönünde bir karar aldı. Bu kararın hemen ardından Ukrayna Parlamentosu cezaevindeki eski başbakan Yuliya Timoşenko‟nun yurt dışına çıkmasına olanak sağlayan bir tasarıyı da veto etti. Bu gelişmeler üzerine ülkede küçük çaplı protesto gösterileri başladı. Olaylar kısa sürede yüz binlerin katıldığı geniş çaplı eylemlere dönüştü. Göstericilere yönelik sert müdahaleler uluslararası kamuoyunun tepkisini çekti. Yaşanan hükümet karşıtı gösterilerinin başladığı günlerde Avrupa Komisyonu başkanı J. M. Barroso protestocuları sonuna kadar desteklediğini açıklamıştı. Aradan geçen dört ayın sonunda Ukrayna‟da Batı yanlısı bir geçici hükümet kurulmuş durumda. Ukrayna bu değişimi çok ağır bir bedelle ödemek zorunda kaldı. Kırım özerk bölgesi kısa sürede referandumla Ukrayna‟dan ayrılarak Rusya‟ya bağlandı. Bununla beraber ülkenin geri kalan bölümlerine de genel bir huzursuzluk havası hakim olmuş durumda. Bölgede ve dünya genelinde gergin bekleyiş sürüyor. AB’nin Tutumu Anlaşmanın geri çevrilmiş olması her ne kadar dünya için sürpriz olarak değerlendirilse de durum AB için çok da beklenmedik bir durum değil. Avrupa Birliği İstihbarat Analiz Birimi-Intcen, haftalar öncesinden Yanukovych‟in anlaşmayı imzalayamayacağına dair bir istihbarat raporu hazırlamıştı. Fakat AB çevreleri Ukrayna‟nın Doğu ortaklığı progamına ciddi bir zorlukla karşılaşmadan dahil edilebileceğine dair iyimser havanın varlığı raporun göz ardı edilmesine neden oldu. Başka bir ifadeyle, AB‟nin hantal bürokrasisi olası bir krizi önlemede yine geç kaldı. AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle‟nin kasım ayı ortalarında Ukrayna‟ya gerçekleştirdiği resmi ziyarette Devlet Başkanı Yanukovych Vilnius‟ta imzalanması beklenen anlaşmayla ilgili çekincelerini Füle‟ye aktarmıştı. Füle‟nin resmi açıklamasına bir sorun olarak yansımasa da AB çevrelerini Ukrayna‟nın tavrı hakkında bilgilendirmişti. AB değerlerinin ve serbest ticaretin doğuya doğru genişletmek amacıyla 2008 yılında başlatılan ve Ukrayna, Belarus, Moldova, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan‟ın dahil olduğu Doğu Ortaklığı programı başlangıçtaki iddialı hedeflerinden zamanla uzaklaştı. Ukrayna kriziyle beraber programın başarısı tartışılmaya başlandı. Programın öncüsü olan İsveç dışişleri bakanı Carl Bildt yaptığı açıklamada; bu işe başlarken Rusya ile bazı anlaşmazlıklar yaşanacağını tahmin ettiklerini ama özellikle son bir yılda bambaşka bir Rusya Beynelmilel 19 ile karşı karşıya olduklarını söyledi. Bildt, bu konuda iki hata yaptıklarını bunlardan birincisinin Rusya‟nın Rusya dışında yaşayan Rusların haklarını korumakla mükellef olduğunu açıklamasını göz ardı etmelerini, ikincisinin ise Rusya‟nın 2013 yılında Ukrayna‟dan yapılan ithalatı durdurması ve AB ile yapılan görüşmelerin durdurulmaması halinde daha büyük sorunların çıkabileceği yönündeki tehdidi dikkate almamaları olduğunu belirtti. AB‟nin Ukrayna politikasında siyasi gerçekleri göz ardı ederek, ciddi bir zorlukla karşılaşmadan yürüyeceğini hesaplaması kendisi ciddi bir yanılgıya sürüklemiştir. Aslında AB olayların bu yönde ilerleyeceğini tahmin etmesinin güç olduğu, zira Ukrayna‟nın Rusya‟dan gelen baskıdan AB‟yi haberdar etmediği anlaşılmaktadır. Moskova‟nın uyguladığı ithalat yasağı Ukrayna sanayinde % 40 oranında bir kayba yol açmış olduğu ancak Füle‟nin kasım ayında ziyarette anlaşılmıştı. Beşinci genişleme öncesinde Doğu Avrupa Ülkeleri ile imzalanan Avrupa Anlaşmalarında imzalar atıldıktan sonra süreç 10 yıl içinde tamamlanmış ve bu ülkeler AB üyesi olmuşlardı. Bu durumu değerlendiren Rusya bu kez bu yönde bir hareket başlamadan önünü kesmek istedi. AB üyesi olan Doğu Avrupa Ülkerinin aynı zamanda NATO üyesi olmaları Rusya‟yı bu kez erken davranmaya itti. Her ne kadar durum bu şekilde değerlendirilse de Ukrayna sorunu kendine özgü bazı yönleri de içinde barındırıyor. AB bugüne kadar somut bir yol haritası, daha doğru bir ifadeyle gerçekleştirilebilir bir üyelik perspektifi sunmadı. NATO üyelik görüşmelerinin 2008 yılında askıya alınması AB‟yi Rusya‟nın olası tepkisi konusunda rahatlatmış, Rusya‟da AB‟nin Doğu ortaklığı girişimlerine sessiz kalmıştı. Bu olumlu hava Putin‟in 2012 yılında Kremlin‟e geri dönmesiyle bir anda dağıldı. Putin, özellikle Avrasya Birliği önerisinden sonra bölge ülkelerinin Avrupa ile yakın temas kurmalarını daha sert biçimde eleştirmeye başladı. Yaşanan bu gelişmeler ışığında AB Doğu Ortaklığı programından ayrılmaları sürpriz olmayacaktır. Ukrayna‟da göreve gelen geçici yönetim işbirliği anlaşmasını imzalamak istediğini bildirmiş olsa da, Avrupa Birliği mayıs ayındaki seçimlerden önce bunun mümkün olmadığını açıkladı. Birlik bunun yerine sadece siyasi işbirliğini içeren geçici bir anlaşma imzalanmasını önerdi ve bu anlaşma 21 Mart‟ta imzalandı. Yaptırımlar ve Beklentiler Avrupa Birliği‟nin Kırım krizi sonrasında Rusya‟ya karşı elindeki en güçlü kozun ekonomik, ticari ve finansal yaptırımlar olduğu söyleniyor. Fakat bu kozların ne derece etkili olabileceğini tartışmadan önce AB‟nin genel görünümüne bir göz atmakta fayda var. AB Beynelmilel 20 üyesi birçok devlet uzun süren ekonomik krizlerle halen mücadele ediyor. Fransa ve Hollanda‟da yakın zamanda yapılan yerel seçimlerde milliyetçi partilerin yüksek oylar alması toplumun bu durumdan rahatsız olduğunun bir göstergesi. Bu koşullar altında AB liderleri önümüzdeki Pazartesi günü Lahey‟de bir araya gelecekler. Toplantı nükleer güvenlikle ilgili olsa da Rusya‟ya karşı alınabilecek ek yaptırımlar da gündeme gelecek. Toplantı öncesinde NATO müttefik kuvvetler komutanının yaptığı “Ukrayna sınırına akın bölgelerde kalabalık Rus birliklerinin mevzilendiği ve savaşmaya hazır oldukları” açıklaması da tansiyonu artırdı. ABD Avrupalıları yaptırımlar konusunda zayıf kalmakla suçlasa da AB liderleri Rusya‟nın askeri bir hareketliliğe kalkışması durumunda yaptırımları ağırlaştıracaklarını açıkladılar. Kuşkusuz AB bu şekilde Rusya‟ya zarar verebilir, ama kendisinin de zarar göreceğinin farkında. 33 kişinin mal varlıklarının dondurulmasının kuvvetli bir mesaj olduğunu söylediler. Ukrayna ise aynı görüşte değil. Ukrayna‟nın Londra büyükelçisi Khandogiy AB‟nin Ukrayna‟ya yeterince yardım etmediğini, ABD‟nin söz ve eylemlerinde daha kararlı olduğunu açıkladı. ABD, Rusya‟nın güçlü bankalarından Bank Rossiya‟ya karşı harekete geçti. AB ise Rusya ile yapılan zirveleri askıya alma, G8‟in Rusyasız G7 olarak yola devam edeceğini beyan etmekle yetindi bu önlemlerin ne kadar etkisiz olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Burada AB‟yi daha sert önlemler almaktan alıkoyan sebeplerin ne olduğu üzerine durmak gerekiyor. Öncelikle belirtmek gerekir ki ambargo kararlarının etkili olabilmesi için tam bir birliktelik gerekiyor. Oysa AB ülkelerinin önemli bir bölümü enerji ithalatlarının neredeyse tamamını Rusya‟dan yapıyorlar. Fransa Rusya‟ya teslim etmek üzere iki yüksek teknolojili savaş gemisi ihalesi aldı ve bunları iptal etmek istemiyor. Putin‟e yakın oligarklarının birikimlerini değerlendirdikleri İngiltere‟deki finansal çevreleri olası yaptırımlara karşı olduklarını en başından beri Beynelmilel Avrupa Birliği bugüne kadar AB-Ukrayna ilişkilerinin Rusya için bir tehdit oluşturmayacağı mesajını vermeye çalıştı. Ama anlaşılan o ki Putin bu konuda Avrupa Birliği ile aynı fikirde değil. AB‟nin yaklaşımı son gelişmelerle çökmüş durumda ve şimdi yeni bir pozisyon oluşturması gerekiyor. Bununla ilgili olarak uzun ve zorlu bir Sovyet tecrübesi olan Litvanya‟nın dışişleri bakanı Linus Linkevicius‟un ilginç bir tespiti var: “Futbol oynarken oyunun kuralları vardır. Fakat rakip güreşle karışık rugby oynamaya başladı”. 21 ifade ettiler. Dolayısıyla üye ülkelerin AB çatısı altında ortak bir karar almaları çatışan çıkarlar nedeniyle son derece güç görünüyor. Kırım‟ın Rusya‟ya katılmasının ardından Avrupa Birliği üyesi devletlerin liderleri 6 Mart‟ta Brüksel‟de bir araya gelerek Rusya‟nın Ukrayna‟da girişebileceği yeni maceraları önlemek için alınabilecek tedbirleri görüştüler. Bu görüşme neticesinde bazı Rus yöneticiler ve Rusya yanlısı kimi Ukraynalı yetkililerin mal varlıklarını dondurma ve söz konusu kişilere AB‟ye seyahat yasağı getirilmesi kararı çıktı. Konu Rusya olduğunda siyasi ve ekonomik çıkarları birbirleriyle çatışmaya başlayan AB ülkelerinin bu zafiyeti, alınan yaptırım kararının da son derece zayıf olmasına yol açtı. Kırım‟ın Rusya‟ya bağlanması üzerine AB ülkeleri yaptırım kararlarının arkasında durarak ekonomik, ticari ve finansal ek önlemler alınabileceğini açıkladılar. Avrupa Birliği bugüne kadar AB-Ukrayna ilişkilerinin Rusya için bir tehdit oluşturmayacağı mesajını vermeye çalıştı. Ama anlaşılan o ki Putin bu konuda Avrupa Birliği ile aynı fikirde değil. AB‟nin yaklaşımı son gelişmelerle çökmüş durumda ve şimdi yeni bir pozisyon oluşturması gerekiyor. Bununla ilgili olarak uzun ve zorlu bir Sovyet tecrübesi olan Litvanya‟nın dışişleri bakanı Linus Linkevicius‟un ilginç bir tespiti var: “Futbol oynarken oyunun kuralları vardır. Fakat rakip güreşle karışık rugby oynamaya başladı”. Her şeyden önce bir hukuk düzeni olan ve belli kurallarla yönetilen AB bu krize en beklemediği anda yakalandı. Hem Ukrayna‟daki gelişmelerin akıbetini öngöremedi hem de Rusya‟dan böylesine bir Çarlık çıkışı beklemiyordu. Olumsuz tabloya rağmen Ukrayna krizi, batılı devletlere aynı zamanda bazı fırsatlar sunuyor. Öncelikle uzun zamandır ABD ile AB‟nin tek bir ağızdan konuştuğu görülmemişti. Putin‟in kırım hamlesi ABD ile AB‟yi yakınlaştırdığı hatta plan dahilinde olan Serbest Ticaret Anlaşmasına (Transatlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşması) ivme kazandırabileceği öngörülüyor. Cumhuriyetçi Milletvekili Charles Dent bile sürecin avantaja dönüşmesini “Bence bu süreci serbest ticaret anlaşması müzakerelerinde yol alınması ve aynı çizgiye gelebilmemiz için etkin bir biçimde kullanmalıyız. Bu kritik dönemde, ekonomik ittifakımızı güçlendirmek çok önemli. Daha yakın bir ekonomik bağlılık, güvenlik stratejimize katkı sağlayarak Putin'i izole edebilir" şeklinde açıklıyor. Ticaret Anlaşmasına yönelik AB içinden çatlak sesler çıksa da Almanya'nın ABD Büyükelçisi Peter Ammon, serbest ticaret anlaşmasının Ukrayna krizinden dolayı daha da önem kazandığını belirterek “Bence transatlantik bir bağ kurulmasının önemi, mevcut koşullar altında daha da öne çıkıyor” diyor. ABD, bu süreçte enerji konusunda da AB‟yi Rusya‟ya bağımlık olmaktan kurtarmak istiyor. Kolay gözükmese de Amerikan doğalgazının AB‟ye ihraç edilmesi konusunda Beynelmilel 22 görüşler dillendiriliyor. Fakat NSA skandalının etkilerinin henüz silinmediği bir ortamda bu işbirliği niyetinin ne yönde ilerleyeceğini de tam olarak kestirmek mümkün görünmüyor. Bu beklenmedik krizin Türkiye‟ye de bazı fırsatlar sunduğu aşikâr. Rusya‟nın agresif politikası NATO‟nun Soğuk Savaş sonrası gevşemiş olan ortak güvenlik anlayışını canlandırdığı söylenebilir. Soğuk Savaş sonrası, Türkiye‟nin jeostratejik öneminin kalmadığına dair tahminleri boşa çıkardığı değerlendirilebilir. Ayrıca, özellikle Avrupa‟nın ihtiyaç duyduğu enerji argümanlarının Türkiye üzerinden sağlanması konusunda batılıları cesaretlendirebilir. Rusya dışındaki Azeri, İran, Türkmen ve K. Irak enerji bölgelerinin ve bu hayati koridorun varlığının önemini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Beynelmilel 23 Kırım Krizi Muhammet Cemal ġahinoğlu Geçen yılın Kasım ayında Rus yanlısı Yanukoviç yönetimindeki Ukrayna hükümetinin Avrupa Birliği ile Ortaklık ve Serbest Ticaret anlaşmasını imzalamak yerine Rusya ile yakınlaşmayı tercih etmesi, ülkede protesto gösterilerine neden oldu. Gösterilerin şiddetlenmesi üzerine hükümetin protestolara son vermek için uygulamaya koyduğu yeni yasa, gerilimi daha fazla tırmandırdı. Polisin göstericilere müdahalesinde şiddetin dozajını arttırması sonucunda onlarca kişinin yaralanması ve hatta ölümlerin olması, Devlet Başkanı Yanukoviç‟e olan öfkeyi iyice arttırdı. Yanukoviç‟in muhaliflerle 21 Şubat tarihli uzlaşısı krizin büyümesini engelleyemedi. Parlamentoda çoğunluğa sahip muhaliflerin yönetimi ele geçirmesiyle Devlet Başkanı Yanukoviç Rusya‟ya kaçarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Rusya, Yanukoviç‟in azledilerek - ki Yanukoviç demokratik seçimle gelmişti- yerine Turiçinov‟un devlet başkan vekili ilan edilmesini tanımadı. Rusya için Ukrayna‟da olanlar –AB ve ABD destekli- bir hükümet darbesiydi. Yanukoviç‟in Kiev‟den ayrılması beklenilenin aksine krizi sonlandırmadı. Hatta bu durum mevcut krizi sonlandırmak yerine meseleyi uluslararası bir boyuta taşıdı. Rusya‟nın bu duruma cevabı gecikmedi ve Ukrayna sınırındaki askeri güçlerini teyakkuza geçirdi. Aynı zamanda Kırım‟da etnik olarak Rus kökenli silahlı gruplar Kırım parlamentosunu ve hükümet binalarını işgal etti. Sonrasında bu silahlı gruplar Kırım parlamentosuna Rus bayrağı astılar. Rusya-Ukrayna arasındaki başlayan kriz, işgal altındaki Kırım parlamentosunun Rusya‟ya bağlanmak için 16 Mart‟ta referandum yapılmasına karar verdiğini deklare etmesiyle çok karmaşık bir boyut kazandı. 12 Mart‟ta Kırım parlamentosu bağımsızlık kararı aldı. 16 Mart tarihinde yapılan –uluslararası gözlemcilerin olmadığı- referandumda (%95 evet kararı çıktı) Kırım parlamentosu Rusya‟ya bağlanmayı kabul etti. Beynelmilel Kırım, Rusya için stratejik açıdan çok önemlidir. Tarihsel açıdan da Rusya‟nın sıcak denizlere inmek için hayati öneme sahip olan bölge, aynı zamanda Rusya‟nın Karadeniz filosuna da ev sahipliği yapmaktadır. Buradaki üs aynı zamanda hem büyük bir deniz gücünü barındırma kapasitesine sahip hem de Rusya‟nın Akdeniz ve ötesine kolayca erişim imkânı sağlaması açısından oldukça önemlidir. 24 Rusya, bu durumu –kararı hukuken onaylaması gerekiyordu- koz olarak kullanabileceği yönündeki iddialara karşı hiç şakasının olmadığını 21 Mart‟ta Kırım‟ın resmen ilhakını kabul etmesiyle cevap verdi. Bu sadece Batı/ABD‟ye değil aynı zamanda tıpkı 2008 yılında Gürcistan‟da olduğu gibi eski Sovyet coğrafyasına da bir mesajdı. Her ne kadar Batılı ülkeler ve ABD referandumu kabul etmediklerini deklare etse de –şu ana kadar bir tek Kazakistan referandumu tanımıştır- Kırım artık Rusya topraklarına aittir. Fakat birkaç gün önce ABD Başkanı Barack Obama‟nın, Kırım konusunda Rusya‟ya karşı güç kullanılmayacağını ve Kırım‟ın Rusya‟nın kontrolünde kalmaya devam edeceğini açıkça ifade etmesi, ABD tarafından da ilhakın fiili olarak kabullenildiği anlamına gelmektedir. Ancak ABD Başkanı Obama, Rusya‟nın Ukrayna‟ya yönelik saldırgan müdahalelerden kaçınmasını gerektiğini ifade etmiştir. Böyle bir müdahalenin olması durumunda Rusya‟ya karşı sert yaptırımların olabileceğini de sözlerine eklemiştir. Dört aylık süreçte yaşanan krizin özeti bu şekildedir. Rusya’nın Dönüşü - ABD’nin Düşüşü Ukrayna/Kırım krizi –Kırım‟ın ilhakıBatı‟nın bir türlü yüzleşmek istemediği aynı zamanda da korktuğu gerçeğin, „yeni Rusya‟nın gün yüzüne çıkmış halidir. ABD ve Batı‟ya rağmen Kırım‟ın ilhak edilmesi, Rusya‟nın kendi bölgesindeki meydan okumalara izin vermeyeceğinin kanıtıdır. Kırım, Rusya için stratejik açıdan çok önemlidir. Tarihsel açıdan da Rusya‟nın sıcak denizlere inmek için hayati öneme sahip olan bölge, aynı zamanda Rusya‟nın Karadeniz filosuna da ev sahipliği yapmaktadır. Buradaki üs aynı zamanda hem büyük bir deniz gücünü barındırma kapasitesine sahip hem de Rusya‟nın Akdeniz ve ötesine kolayca erişim imkânı sağlaması açısından oldukça önemlidir. Kırım‟ın ilhakını sadece stratejik çıkarlar ya da bölgesel güç dengeleri açısından görmemek gerekmektedir. Bu durum, küresel güç Beynelmilel dengelerinin Gürcistan‟da olduğu gibi Kırım‟da da artık „eski Rusya‟ olmadığını göstermiş oldu. Böylece kendi sınırlarında herhangi bir oluşuma izin vermeyeceğini açıkça ortaya koyarak gerek Ukrayna‟ya gerekse de Avrupa ve ABD‟ye „haddinizi bilin‟ demiştir. Kırım‟ın Rusya‟ya katılımını onaylayan resmi antlaşmanın imzalanması esnasında yaptığı konuşmada Putin, Gürcistan ve Ukrayna‟nın NATO‟ya katılımının kırmızıçizgileri olduğunu ifade ederek bu ülkelerin kendi hinterlandında olduğunu açıkça deklare etmiştir. değişiminin 25 habercisidir. Kimi uzmanlara göre bu „yeni bir soğuk savaşın‟ habercisiyken, kimileri için de ABD hegemonyasındaki „yenidünya düzeninin‟ sona erdiğinin kanıtı. Bu durumu yeni bir soğuk savaş olarak okumak için erken. Çünkü Rusya henüz küresel süper güç değil. Fakat artan ekonomik ve siyasi gücüyle bölgesel güçtür. Ve kendi coğrafyasında başka bir yapılanmaya izin vermeyeceğini Kırım ile kanıtlamıştır. Önceki yılların aksine ABD ve NATO ile karşı karşıya kaldığında geri adım atmak zorunda kalmış olan Rusya, 2008 yılında Gürcistan‟da olduğu gibi Kırım‟da da artık „eski Rusya‟ olmadığını göstermiş oldu. Böylece kendi sınırlarında herhangi bir oluşuma izin vermeyeceğini açıkça ortaya koyarak gerek Ukrayna‟ya gerekse de Avrupa ve ABD‟ye „haddinizi bilin‟ demiştir. Kırım‟ın Rusya‟ya katılımını onaylayan resmi antlaşmanın imzalanması esnasında yaptığı konuşmada Putin, Gürcistan ve Ukrayna‟nın NATO‟ya katılımının kırmızıçizgileri olduğunu ifade ederek bu ülkelerin kendi hinterlandında olduğunu açıkça deklare etmiştir. Soğuk Savaş‟ın sona ermesiyle dünyada rakipsiz kalan ABD, küresel sistemi kendi belirlediği şekilde yönetti. 11 Eylül olayları sonrası Ortadoğu‟da başlatmış olduğu terörle küresel savaş ABD‟yi oldukça yıprattı. Suriye‟de geri adım atması ve İran ile de nükleer müzakerelere başlaması birçok uzman tarafından ABD‟nin görece düşüşünün resmi olarak yorumlanmıştı. Aynı ABD, Ukrayna/Kırım konusunda da kınamalardan ve yaptırımlardan öteye gidememiştir. Elbette ABD hala dünyanın tek küresel gücüdür. Ukrayna‟da yaşananlar belki de Moskova‟nın Suriye‟ye yönelik adımına, karşı bir adım olarak da görülebilir. Fakat ortaya çıkan resim şudur: Batı/ABD ne kadar güvenilir bir müttefiktir? Her ne kadar Kırım krizinin sorumlusu olarak Avrupa ve Ukrayna Putin‟i görmüş olsa da, Avrupa‟nın Ukrayna konusunda attığı yanlış adımlar ve anlamsız ısrarları krizin bu hale gelmesine neden olmuştur. Batı kendi çıkarları için Ukrayna‟yı ateşe atmaktan çekinmemiştir. Bu saatten sonra Ukrayna Batı‟ya ne kadar güvenmelidir? Rusya‟ya karşı ABD ve Batı için şimdilik bir koz bulunmamaktadır. Gerek AB ülkelerinin yaptırım konusundaki isteksizlikleri gerek ABD tarafından yapılan açıklamalar bu durumu doğrular niteliktedir. Fakat Rusya isterse Ukrayna‟yı işgal edebilir ve/ya ekonomisini felç edebilir. İran ve Suriye‟nin ABD/Batı ile yaptığı işbirliklerini baltalayabilir. Hatta bu ülkeler üzerinden Ortadoğu‟nun daha fazla karışmasına neden olabilir. Avrupa‟nın önemli ölçüde Rus enerjisine bağlı olduğu dikkate alınırsa Rusya, AB ülkelerine bile sorun yaratabilir. Ukrayna/Kırım krizi elbette çok boyutlu bir meseledir. Putin, Kırım‟ın ilhakını onayladığı konuşmasında da bunu açıkça ifade etmiştir. Ukrayna‟nın NATO‟ya dâhil olmasını kırmızıçizgi olarak görürken, Kırım bölgesine de tarihsel kökler üzerinden atıf yaparak Ukrayna/Kırım‟ın Rus siyasetinde nereye oturduğunu belirtmiştir. Beynelmilel 26 Meselenin diğer boyutu ise, Kırım üzerinden yaşanan bu kriz küresel dengelerin değişiminin sınırlarını çizmesi açısından önemlidir. Zira dengelerin değiştiği dünyada kartlar yeniden dağıtılırken ülkeler kendi etki alanlarını belirlemekte ve bir sonraki aşama için güçlerini koruma ya da arttırma çabası içerisindedirler. Rusya şimdilik Kırım üzerinden bir raund kazanmış görünmektedir. Aynı zamanda bu hem Rusya hem de kendi müttefikleri açısından bir prestij kazanımıdır. Rusya yavaş yavaş yükselirken ABD aynı şekilde düşmektedir. Kısacası Ukrayna‟da olan şey: „Yeni Rusya‟nın ayak sesleridir. Beynelmilel 27 Ortadoğu'nun Kanayan Yarası Suriye Krizi; Nedenleri ve Sonuçları Doç. Dr. Murat ERCAN1 Suriye halkı 40 yılı aşkın süredir Baas Partisi ve bu partinin kontrolünü elinde bulunduran Esed ailesi tarafından yönetilmektedir. Halk Esed rejiminden ve bu rejimin uyguladığı baskıdan bunalmış ve özgür Suriye devletini kurmak için silahlı mücadeleye başlamıştır. Krizin ilk başlarında Esed, Tunus, Mısır, Libya ve diğer ülkelerdeki ayaklanmaları görmüş ve bu ayaklanmaların kendi ülkesine de ulaşabileceği algılamıştı. Bu doğrultuda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, bölgede reform ve değişime yönelik ciddi bir talep olduğunu fark ettiğini ve bu talebi karşılamaya yönelik adımlar atacaklarını ifade etmişti. Esed‟ in bu korkusu uzun sürmedi ve bölgedeki ayaklanmalar, Suriye‟ye de sıçradı. Krizin başlangıcında Esed, reform ve değişim sinyalleri vermiş olmasına rağmen daha başta Suriye halkının reform taleplerini görmezlikten geldi.. Hatta uzun süredir Suriye yönetiminin gündeminde olan reform yasasını yürürlükten kaldırmış ve diğer taraftan da reform talebinde bulunan göstericilere karşı sert tedbirler almayı tercih etmiştir 2 . Gösteri yapan kitlelerin sayısı her geçen gün artıkça Suriye yönetimi, bu göstericileri bastırmak için önlemlerini de o derece arttırmış ve orduyu sivil halkın üzerine göndererek sivil halka karşı tank ve ağır makineler kullanılmasını tercih etmiştir. Suriye Gösteri yapan kitlelerin sayısı her geçen gün artıkça Suriye yönetimi, bu göstericileri bastırmak için önlemlerini de o derece arttırmış ve orduyu sivil halkın üzerine göndererek sivil halka karşı tank ve ağır makineler kullanılmasını tercih etmiştir. Suriye yönetiminin böyle bir politika tercih etmesi, ülke içerisinde iç savaş çıkmasına neden olmuştur yönetiminin böyle bir politika tercih etmesi, ülke içerisinde iç savaş çıkmasına neden olmuştur. Uzun yıllardır Baas Rejiminin baskısı altında yaşayan Suriye halkı neden sessiz kaldı? Suriye halkı neden 21. Yüzyılın başlarında sessizliğini bozdu? Bu nedenli soruların sayısını attırabiliriz. 21.Yüzyılın başlarında, Suriye halkını sokağa döken faktörleri, iç ve dış faktörler olarak incelediğimizde şu sonuçlar çıkmaktadır: İç Faktörler olarak devlet yönetiminin bozulması, rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırma, demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin ihlaller ve iktidarın babadan oğulla geçmesi ve en önemlisi de bilim ve teknolojinin gelişmesi 1 Doç. Dr., Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi. 2 Mohammed, Elrazzaz,” Arbeiterproteste im ‚Arabischen Frühling” Herrausgeber,: Bernd Thum, Instituts für Auslandsbeziehungen, Berlin, 2012, 50. Beynelmilel 28 ve Suriye halkının dünyada olup bitenlerden haberdar olmasını, gösterebiliriz. Dış Faktörler olarak ise Suriye, yıllardır komşuları ile ciddi sorunlar yaşamaktadır. Örneğin Suriye‟nin sürekli İsrail ile çatışma halinde olması, Soğuk Savaş Döneminde önce SSCB‟nin daha sonra da Rusya‟nın ekonomik ve siyasi yaptırımları altında tutulması, Lübnan ile çatışma halinde olması, yıllardır Türkiye‟ye karşı PKK‟yı desteklemesi ve yataklık etmesi, bunun haricinde Türkiye ile paylaşamadığı(anlaşamadığı mı) Hatay sorunu ve ABD ve İsrail‟in düşmanı olan İran ve Hizbullah ile iyi ilişkiler içerisinde olması, ayrıca ABD‟nin Ortadoğu politikasında sorun çıkarması ve ABD tarafından “ŞER EKSENİNE” koyulması olarak belirlenebilir. Burada vurgulanmak istenen şudur: Suriye, bölgede nüfus ve çıkar peşinde koşan ülkelerin hedefindedir. Bu ülkelerin bazıları mevcut iktidarı destekleyerek( Rusya, İran Çin gibi), bazı devletler ise Esed iktidarının devrilmesi ile politik amaçlarına ulaşabileceklerini vurgulamaktadırlar. Örneğin İran ve Rusya, bölgedeki mevcut iktidar ile ilişkilerini geliştirerek bölgede başka bir gücün olmasını ve doğal kaynakların üzerine oturmasını istememektedirler. ABD ise bölgeyi tam olarak kendi hegemonyası altına alabilmek ve İsrail‟in güvenliğini sağlayabilmek için Esed rejiminin gitmesi gerektiğini, bir ön şart olarak görmektedir. Suriye yönetimi, ayaklanmaları bastırmak için göstericilere karşı sert tedbirler almış ve ölen sivil insan sayısının artmasına neden olmuştur. Suriye‟de sivil halka karşı uygulanan sert ve acımasız politikalara uluslararası örgütler tarafsız kalmamıştır ya da öyle görülmektedir. Başta BM Güvenlik Konseyi, Suriye yönetiminin politikalarına karşın, karar alabilmek için toplanmış; fakat toplantıda Rusya ve Çin‟in vetosu nedeniyle, Suriye‟ye karşı herhangi bir yaptırım kararı alamamıştır. Arap Birliği, Avrupa Birliği ve Türkiye, Suriye‟ye karşı yaptırımlarını artırmış ve sert, ciddi kararlar almışlardır. Burada Arap Birliği, uzun bir aradan sonra ilk defa üyesi olan bir ülkeye yaptırım kararı almıştır 3 . Arap Birliği, Suriye yönetimine karşı ekonomik ve siyasi yaptırım kararı almıştır. Türkiye‟nin de desteklediği yaptırım kararlarının başında, Suriye yönetiminde yer alan üst düzey yöneticilere seyahat yasağı getirilmesi ve mal varlıklarının dondurulması gelmektedir. Alınan bu kararla hem Suriye Hükümetinin hem de hükümet yanlısı şirketlerin mal varlıkları dondurulmuş oluyordu. AB ve ABD ise Arap Birliği ve Türkiye‟nin almış olduğu kararlara yakın kararlar almıştır. Böylece Suriye‟nin yurt dışındaki tüm işbirlikleri, projeleri ve banklardaki mal varlıkları dondurulmuş oldu. Böylece uluslararası örgütler Suriye‟deki Esed iktidarını kontrol altında tutmaya çalıştılar. 3 Veysel, Ayhan, “Türkiye ve Arap Birliği'nin Suriye‟ye Yaptırım Kararları ve Olası Sonuçları ”IMPA Rapor,2011,s.11. Beynelmilel 29 Suriye‟deki çatışmalardan, uluslararası baskılara rağmen Esed rejimi mi yoksa uluslararası güçlerin desteğini alan muhalifler mi galip çıkacak? Suriye‟de sular ne zaman durulacaktır? Suriye halkı ne kadar da Tunus, Mısır ve Libya halkı gibi başarılı olacaklarına inansalar da Suriye‟nin bu ülkelerden faklı tarafları vardır. Öncelikle Tunus, Mısır ve Libya‟da liderler, halk desteğine dayanmamaktadır. Bu ülkelerin liderleri daha çok Batı desteğine ve işbirliğine dayanmaktadır. Söz konusu ülkelerin halkları ayaklanınca, Batılı devletler, bu ülkelerin liderlerinden desteğini çekince liderler yalnız kaldı ve ne kadar da ayaklanmaları bastırmak için güç kullanmayı tercih ettilerse de başarılı olamadılar ve baskılar neticesinde ya tahtı bırakıp ülkeyi terk ettiler ya da muhalifler tarafından öldürüldüler. Suriye‟de ise durum bu ülkelerden farklıdır. Bu farklılığı, Balıkesir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Muzaffer Ercan Yılmaz, “Suriye: Süreklilik ve Değişimin Çatışması” başlıklı makalesinde şu şekilde analiz etmektedir: Her şeyden önce Suriye‟de mevcut yönetim, Nusayrilerin desteğini arkasına almıştır. Nusayrilerin Esed yönetimine karşı desteğini uzun vadede çekmesi beklenmemektedir. Çünkü Nusayriler, Esed yönetiminde ordu ve kilit noktalarda görev yapmaktadırlar ve yönetimin gözünde ayrı bir konuma sahiplerdir4. Suriye yönetimini, Nusayrilerden başka Rusya, İran ve Çin desteklemektedir. Bilindiği üzere Rusya, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde de Suriye‟nin yanında olmaya devam etmiştir. Rusya, Suriye‟ye olası bir askeri müdahaleye karşı çıkmakta ve ülke içerisindeki sorunun çözümü için işbirliği yapılması gerektiğini dile getirmekte, ayrıca Suriye‟deki olayların Suriye‟nin kendi iç sorunu olduğunu dile getirmektedir. Rusya‟nın Suriye'nin yanında yer almasının nedeni, kendisinin de uzun bir süredir bölgesinde buna benzer sıkıntılar yaşamasıdır. Şayet Rusya, Suriye konusunda Batılıların yanında yer alır ise kendi bölgesine de örnek teşkil etmiş olur. Kendisinin de Çeçenistan ile yıllardır çatışma hâlinde olması, buna örnek olarak gösterilebilir. Moskova, Suriye halkının üzerindeki baskının ve şiddetin durulması gerektiği konusunda, Batı ile hemfikirdir; : Her şeyden önce Suriye‟de mevcut yönetim, Nusayrilerin desteğini arkasına almıştır. Nusayrilerin Esed yönetimine karşı desteğini uzun vadede çekmesi beklenmemektedir. Çünkü Nusayriler, Esed yönetiminde ordu ve kilit noktalarda görev yapmaktadırlar ve yönetimin gözünde ayrı bir konuma sahiplerdir fakat askeri bir müdahaleden sakınılması gerektiğine dile getirmektedir . Ayrıca Moskova, bölgeye başta ABD olmak üzere batılı devletlerin girmesine karşıdır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye‟deki gelişmeleri şu şekilde 4 Muzaffer Ercan Yılmaz, “Süreklilik ve Değişimin Çatışması”, Ortadoğu analizi, cilt. 3, Sayı 30, Haziran,2011.s. 19–20. Beynelmilel 30 yorumlamaktadır: “Şam yönetimini devirmek için yapılan girişimlerin büyük bir bölgesel jeopolitik oyunun bir parçası olduğu görülüyor. Bu planlar, açıkça İran‟ı hedefliyor. İçinde, ABD, NATO ülkeleri, İsrail, Türkiye ve bölgedeki bazı devletlerin yer aldığı bir büyük devletler gurubu, bu ülkenin bölgesel gücünü zayıflatmayı amaçlıyor 5 ”. Suriye‟ye destek veren bir diğer ülke ise İran‟dır. İran, Rusya gibi Suriye‟deki çatışmanın durdurulması gerektiğini belirtmekte; fakat çatışmaya bir üçüncü ve dördüncü ülkelerin müdahil olmasını istememektedir. 2012 yılında İran, Suriye‟deki olayların Suriye‟nin kendi iç işleri sorunu olduğunu ve ABD ile diğer ülkelerin bu soruna müdahil olamamaları gerektiğini açıklamıştır. İran, Suriye‟de muhaliflere destek veren ülkelere tavır sergilemekte ve muhaliflerin arkasındaki güçlerden dolayı ülke içerisindeki çatışmaların son bulamadığını ileri sürmektedir. İran‟ın en tepedeki lideri Ayetullah‟il Hamanei, ülkesinin Suriye politikasını Haziran 2011‟de net bir şekilde ortaya koymuş ve Suriye politikalarının çizgilerini çizmiştir. Hamanei, ABD ve İsrail‟in çıkarlarına hizmet eden eylemlerin tamamının hatalı olduğunu belirterek İran‟ın Suriye‟nin yanında yer alacağını belirtmiştir. Ayrıca Hamanei, Suriye‟deki olayların arkasında ABD, İsrail ve Arap ülkelerin bulunduğunu ve bu ülkelerin ABD ve İsrail‟in menfaatlerine hizmet ettiklerini, ABD ve İsrail menfaatine olan her şeyin karşısında yer alacaklarını ifade etmiştir 6 . İran‟ın endişesi, Suriye‟deki olayların İran‟a sıçrama ihtimalinin yüksek olması ve bu olayların arkasındaki güçlerin Suriye‟den sonra İran‟daki etnik grupları kışkırtarak mevcut yapıyı değiştirecek olma ihtimalidir7. Sonuç olarak söylenebilir ki, ne Suriye‟de ne de genel olarak bölgede, uzun bir süre daha suların durulması beklenemez, beklenmemelidir. Çünkü bir tarafta Rusya ve taraftarlarının, diğer tarafta ise bölgede bölgesel güç olma yolundaki ABD‟nin ve bundan faydalanmak isteyen Türkiye‟nin çıkar çatışmaları bulunmaktadır. Bu çıkar çatışmaları sürdükçe Suriye ve bölgenin barış ve istikrara kavuşması, zor görünmektedir. Diğer neden ise Suriye ve bölgenin demokrasi için bir altyapısının olmamasıdır. Bildiği üzere Suriye, yıllardır Baas rejimi ile yönetilmiş ve halk sürekli baskı altında yaşamıştır. Suriye‟de Esed iktidardan çekilmiş olsa dahi ülkede çatışmalar son bulmayacaktır. Esed‟den sonra bu sefer de Suriye içerisindeki farklı etnik gruplar arasında iktidar yarışının vuku bulacağı beklenmektedir. Ayrıca bu etnik gruplar arasında da özerklik talep edecek grupların çatışma çıkaracakları 5 Detaylı bilgi için bakınız, Sergei Lavrov,” On the Right Side of History”, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.htm, 18.03.2014. 6 Bayram Sinkaya, “Arap Baharı Sürecinde İran‟ın Suriye Politikası”, SETA Analiz, Sayı.3, Nisan 2012,s.11–12. 7 Deyatlı bilgi için bakınız, Bekir Ünal, “İran‟ın Suriye Krizindeki Tutumu”,BİLGESAM, http://www.bilgesam.org/tr/index.php? option=com_content&view=article&id=2240:rann-suriye-krizindeki-tutumu&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150, 18.03.2014. Beynelmilel 31 tahmin edilmektedir. Bu ise Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin parçalanması anlamına gelebilir. Beynelmilel 32 Suriye Krizi Üzerinden Türk DıĢ Politikasının Değerlendirilmesi Levent YĠĞĠTTEPE Suriye, son yıllarda Ortadoğu‟da yaşanan hemen hemen tüm olaylarda merkezi bir konumda yer almıştır. Coğrafi konumu itibariyle Suriye, Akdeniz‟den Ortadoğu‟ya açılan kilit bir ülke olarak karşımıza çıkmıştır. Aslında büyük Suriye ideolojisinin içinde Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail topraklarını kapsayan bir toprak alanı ifade edilmektedir. Bugüne kadar Suriye politikaları hep toprağa dayalı olarak oluşturulmaya çalışılmıştır. Suriye, coğrafi konumuna ilave olarak, ekonomisi, içinde bulunduğu siyasi sistem yapısı ve barındırdığı etnik çeşitlilik ( Türkmen, Kürt, Arap vd) itibariyle Ortadoğu‟da her zaman çok farklı bir yerde gösterilmiştir. Yine, sosyal ve kültürel çeşitliliği ve farklı dini mezheplere mensup halkıyla diğer Ortadoğu ülkelerinden ayrılmıştır. Çok gerilere gitmeden TürkiyeSuriye ilişkilerinde şu ana kadar gelinen noktayı göstermek ve bundan sonra yapılması gerekenler bir bütünlük içerisinde iyi sunmak krizin çözümüne yardımcı olabilir. Kısaca, yakın Ortadoğu tarihine bakarsak, Araplar Birinci Dünya Savaşı‟nda Osmanlı‟ya karşı başta İngilizler ve Fransızlar olmak üzere Batılı ülkelere destek olmuşlardır. Fakat daha sonra, Batılı ülkelerin, kendilerine destek amaçlarının bağımsızlıklarını sağlamaktan ziyade, bölgelerindeki petrolü sahiplenmek olduğunu anlayınca yönlerini özellikle Soğuk Savaş döneminin başlarında doğuya, Sovyetlere çevirmişlerdir. Araplar, bu dönemde kapitalizm karşıtı ve eşit özgürlükçü söylemlerden etkilenmişlerdir. Daha sonraki yıllarda Suriye‟den başlamak üzere, Ortadoğu, Arapların bağımsızlık mücadelesine sahne olmuştur. Soğuk Savaş‟ın ilk yıllarında bağımsızlığına kavuşan Soğuk Savaş‟ın ilk yıllarında bağımsızlığına kavuşan Suriye‟de bu dönemde çoğunluğu ülkedeki azınlıklardan oluşan Baas Partisi kurulmuştur. Suriye‟de bağımsızlık sonrası, Sovyetlerinde etkisiyle ardı adına kesilmeyen askeri darbeler olmuş, ülke bir türlü istikrara kavuşamamıştır. Özelikle Arap- İsrail savaşlarında öncü bir rol oynayan Suriye, bu savaşlardan hep zararlı çıkmıştır Suriye‟de bu dönemde çoğunluğu ülkedeki azınlıklardan oluşan Baas Partisi kurulmuştur. Suriye‟de bağımsızlık sonrası, Sovyetlerinde etkisiyle ardı adına kesilmeyen askeri darbeler olmuş, ülke bir türlü istikrara kavuşamamıştır. Özelikle Arap- İsrail savaşlarında öncü bir rol oynayan Suriye, bu savaşlardan hep zararlı çıkmıştır. 1960‟lı yılları büyük zorluklar içerisinde geçiren Suriye‟de Beynelmilel 33 Baas Partisi de Hafız Esad‟la birlikte yükselişe geçmiş ve 1970‟li yıllardan itibaren Hafız Esad‟lı Suriye, Ortadoğu‟daki yerini almıştır. Hafız Esad, özellikle Sovyetler Birliği‟yle dış politikada önemli gelişmeler kaydetmiştir. Özellikle ticari açıdan da Sovyetlerle ilişkilerini geliştirerek askeri ihtiyaçlarını bu ülkeden tedarik yoluna gitmiştir. Bu dönemde silah, uçak ve füze sistemlerini Sovyetlerden almış, Batı ile ilişkilerini, bu ülke ile oluşturduğu politikalar üzerinden şekillendirmiştir. Hafız Esad, Baas Partisi‟ni tek adama dayalı otoriter bir konuma getirerek, kendi içinde bir siyasi yapı oluşturmuştur. 1990‟lı yıllarda su meselesi ve PKK terörüne verdiği destek yüzünden Türkiye ile ilişkilerinde soğuk rüzgârlar esmesine sebep olmuş ve aralarında yeni krizlerin doğmasına yol açmıştır. Özellikle PKK liderinin Şam‟ı karargâh edinmesiyle başlayan bu süreçteki anlaşmazlıklar, iki ülke arasında bir askeri güvenlik krizinin doğmasına yol açmıştır. 1998 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye sınırlarına askeri birliklerini kaydırması olası bir savaşın işaretleri olmuş, bu dönemde Suriye ile tüm diplomatik ilişkiler sonlandırılmıştır. Bu kriz sürecine dâhil olan Amerika, krizin aşılması için Türkiye‟yi yeniden diplomatik ilişkilere ikna etmiş ve varılan anlaşmalarla kriz bir nebzede olsa aşılmıştır. Bunda PKK liderinin özellikle Suriye dışına çıkarılması önemli bir etken olmuştur. 2000 yılında Hafız Esad‟ın ölümüyle yeni bir döneme giren Suriye‟de oğul Beşar Esad yönetime geçmiştir. Beşar Esad‟la birlikte Suriye‟nin daha aktif bir dış politika izlendiği söylenebilir. Beşar Esad özellikle Rusya ve Çin‟i arkasına alarak, uluslararası arenada rol oynamaya çalışmıştır. Bu dönemde Suriye ile ilişkileri, Türk dış politikası açısından değerlendirecek olursak, önce askeri tedbirlerin alınıp savaşın eşiğinden dönülmesi kısmen saldırgan anlayışı bize gösterse de daha sonra yapılan diplomatik görüşmeler ve varılan anlaşma, Türkiye‟nin bölgesinde bir güç arayışında değil güvenlik arayışında olduğunu göstermiştir. Suriye ile uzun bir sınıra sahip olunması, sınır güvenliğini korumayı ön plana çıkarmıştır. Bu yüzden bu dönemde Türk dış politikasında Suriye konusunda daha çok savunmacı bir dış politika anlayışın izleri görülmüştür. 2002 yılının sonlarında Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesiyle yeni bir ivme kazanan Türkiye- Suriye ilişkileri inişli- çıkışlı seyir izlemiştir. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ilk yıllarında ilişkiler en üst seviyeye kadar çıkarılmış, bu durum iki ülke arasında vizelerin kaldırılması ve sınırların açılmasına kadar varmıştır. Bu gelişmeler, iki ülke iktidarları arasında oluşturulan iyi ilişkilerin göstergesi olarak karşımıza çıkmış, bu durum halklar arasında da memnuniyet verici olarak görülmüştür. Türkiye- Suriye ilişkileri özellikle Arap Baharı olarak anılan halk hareketlerinin başlamasıyla birlikte büyük yaralar almaya başlamış ve ilişkilerde tersine bir gidiş söz konusu olmuştur. Öyle ki iki ülke halkları arasında hiçbir sorun yokken bu ülke ile savaşın eşiğine Beynelmilel 34 gelinmiştir. Arap Baharı ile birlikte başlayan iç savaşta, Suriye halkının düştüğü trajik duruma bütün dünya seyirci kalmıştır. Amerika‟nın sınır güvenliği konusunda Türkiye‟nin yanında olmasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‟nden Rusya ve Çin vetosu yüzünden karar çıkartamaması, Suriye‟ye olası askeri bir müdahalenin önünü tıkamıştır. Türkiye her fırsatta Suriye halkının yanında olduğunu vurgulamış, sorunun Suriye‟deki rejimden kaynaklandığını her platformda dile getirmiştir. Halkına zulmeden bir iktidarın, daha fazla yönetimde kalmaması gerektiğini uluslararası örgütlerde sürekli gündemde tutmaya çalışmıştır. Türkiye, iç savaştan kaçan mültecilere de sınırlarını açmış, bir milyondan fazla Suriyeli sığınmacıyı topraklarında barındırmıştır. Rusya‟nın desteklediği Esad yönetiminin halkın reform taleplerini yerine getirmesi yakın gelecekte olası bir durum olarak gözükmemektedir. Üç yıldan uzun süredir devam eden iç savaşta, binlerce masum insan hayatını kaybetmiştir. Türkiye ise bu süreçte Suriye‟nin uzun sınır komşusu olması sebebiyle en çok etkilenen ülke konumundadır. Özellikle Hatay bölgesine yakın sınırdaki çatışmalardan, sivil vatandaşlarımız büyük ölçüde etkilenmiş ve can kayıpları da yaşanmıştır. Suriye bulunması, içerisinde Esad çok farklı muhalif yönetimine karşı güçlü grupların muhalefetin oluşmasına da bir engel teşkil etmiştir. Uluslararası örgütler tarafından şu ana kadar yapılan Esad yönetimine karşı muhalif güç oluşturma çabalarından herhangi bir sonuç elde edilememiştir. Suriye‟deki iç çatışmalardan en çok etkilenen Türkiye ise bu ülke konusundaki endişelerini hala ifade etmektedir. 2012 yılında değişen angajman kuralları gereğince Türkiye, uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını Suriye saldırılarına karşı kullanacağını belirtmiştir. 2012 Ortadoğu‟da söz sahibi olmak isteyen bir Türkiye, Suriye‟ye karşı alınan askeri tedbirlerin son aşamada gerekirse sorunun çözümünde güç kullanımının da söz konusu olabileceğini ifade etmektedir. Bu aşamaya gelinmeden önce Türkiye, krizin çözümü için gerekli yeni dış politikalar üretebilir ve harekete geçmeden önce küresel aktörlerin desteğinin yanı sıra bölgesinde bulunan diğer ülkelerinde desteğini arkasına alarak hareket edebilir. Son yıllarda siyasi ve ekonomik istikrar açısından önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, dış politika hedeflerini bölgesel güç olma yolunda belirleyip ve gücünü de buna göre kullanabilir. yılında Suriye tarafından, Türkiye‟ye ait bir F-4 tipi savaş uçağının düşürülmesinden sonra, geçen yıl sınır ihlali yapan Beynelmilel 35 Suriye helikopteri düşürülmüş, bu konuda yeni belirlenen angajman kuralları uygulamaya konulmuştur. Yine aynı şekilde sınırdan gelen top ve silah atışlarına anında karşılık verilmiştir. Son olarak, Türkiye hava sahasını ihlal eden iki MIG-23 tipi Suriye savaş uçağını uyarmış, ikazı dinlemeyen Suriye uçaklarından biri F-16‟lar tarafından füze ile düşürülmüştür. Türkiye‟nin son on yıldaki Ortadoğu politikaları ve Arap Baharı denilen olaylarda adı geçen ülkelere karşı izlemiş olduğu politikaların ülkelere göre farklılık arz ettiği görülmüştür. Türkiye‟nin Ortadoğu politikaları daha çok statükoyu değiştirme kapsamında değerlendirilmiş ve bölgede etkinliğini artırmak istemesi çabalarının bir sonucu olarak oluşmuştur. Türkiye, dış politika bağlamında, sınır güvenliğini ön plana çıkardığından sınır komşusu olduğu ülkelere karşı daha hassas ve saldırgan politikalar izlerken, diğerlerine karşı daha savunmacı bir dış politika anlayışı izlediği görülmüştür. Uzun sınır komşumuz olması sebebiyle, Suriye‟deki iç çatışmalar, Türkiye‟nin sınır güvenliği açısından hassas bir konu olarak değerlendirilmiştir. Türkiye- Suriye ilişkilerinde gelinen noktada ortaya çıkan şey, kanaatim odur ki olası muhtemel sıcak çatışmaların önlenmesi için uluslararası örgütlerin bir an önce harekete geçirilmesi ve bu yolda gerekli diplomatik çabaların hızlandırılması gerektiğidir. Ortadoğu‟da söz sahibi olmak isteyen bir Türkiye, Suriye‟ye karşı alınan askeri tedbirlerin son aşamada gerekirse sorunun çözümünde güç kullanımının da söz konusu olabileceğini ifade etmektedir. Bu aşamaya gelinmeden önce Türkiye, krizin çözümü için gerekli yeni dış politikalar üretebilir ve harekete geçmeden önce küresel aktörlerin desteğinin yanı sıra bölgesinde bulunan diğer ülkelerinde desteğini arkasına alarak hareket edebilir. Son yıllarda siyasi ve ekonomik istikrar açısından önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, dış politika hedeflerini bölgesel güç olma yolunda belirleyip ve gücünü de buna göre kullanabilir. Beynelmilel 36 Türkiye-Suriye ĠliĢkileri ve Suriye Sorunu Üzerine Yusuf SAYIN Türkiye–Suriye ilişkilerinde Türkiye‟nin, 2002 yılından bu yana izlediği komşularla sıfır sorun ve çok yönlü dış politika stratejisi ile son 10 yıl içinde geçmiş on yıllara nazaran daha çok ilerleme kaydedilmişti. Türkiye–Suriye arasında bir savaş ihtimalinin belirdiği bir zamanda Öcalan‟ın Suriye‟den çıkarılmasını, 1998 yılında Adana Mutabakatı izlemiş ve 2000 yılında hayatını kaybeden Suriye eski Cumhurbaşkanı Hafız Esad‟ın cenaze törenine katılmak üzere Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet N. Sezer‟in Suriye ziyareti takip etmişti. 1998 yılında taraflarca karşılıklı olarak imzalanan Adana Mutabakatı çerçevesinde Ortak Güvenlik Komitesi kurulmuş ve güvenlik alanında başlayan ilişkiler, özel temsilcilerin atanması ve karşılıklı olarak sık sık yüksek düzeyli ziyaretlerin yapılması ile devam etmişti. Böylece gittikçe iki taraf arasında diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler hız kazanmış ve geçmişe nazaran çok iyi bir seviyeye ulaşmıştı. Türkiye ve Suriye ilişkileri Mayıs 2009‟da Dışişleri Bakanı olarak kabinede yer alan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu‟nun aktif ve çok yönlü dış politika açılımları oldukça önemli bir seviye kazanmıştı. 1998 yılında savaşın eşiğinden dönen her iki ülkenin, 2010‟a gelindiğinde, aralarında bir “bakanlar kurulu” gibi görev yapan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi‟ni kurmasında, özellikle Davutoğlu‟nun uluslararası ilişkiler ve dış politika perspektifini ve özelde de “komşularla sıfır sorun” ve “çok yönlü dış Türk dış politikası bakış açısından Türkiye, bölgeyi daha büyük ölçekli bir Doğu Akdeniz politikasının ve bu politikanın dayandığı bir deniz stratejisinin parçası olarak değerlendirmeli ve bölgeyle doğrudan ve dolaylı olarak, ilgili bunalım alanları ve denge politikalarını birlikte ele almalıydı. Bu açıdan, Türkiye‟nin manevra alanını daraltacak kalıcı ikili kutuplardan kaçınarak oluşabilecek karşı denge grupları engellenmeli ve mümkün olan en geniş alanda bölgesel politikalar geliştirilmeye çalışılmalıydı. politika” hedefleri oldukça etkili olmuştu. Türkiye–Suriye ilişkisinin, Doğu Akdeniz politikası ve dengeleri açısından özel bir öneme sahip olduğunu ifade eden Davutoğlu8, Doğu Akdeniz merkezli, bir tür “Levant Stratejisi” geliştirmeye çalışan Suriye‟ye yönelik izlenecek bir politikanın, kaçınılmaz olarak doğu–batı ekseninde, İskenderun Körfezi‟nden Adriyatik‟e, kuzey–güney ekseninde Boğazlardan Süveyş‟e uzanan Doğu Akdeniz ile ilgili stratejik planlamanın oluşturduğunu belirtmiş ve bu 8 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001. s. 400–406. Beynelmilel 37 yönüyle ikili ilişkiler yanında bölgesel ilişkiler zemininin karşılıklı dengelerinin gözetilmek zorunda olduğunun altını çizmişti. Çünkü yeni dönemde kalıcı ittifak ilişkilerinden çok dinamik denge ilişkileri devrede olacak; aktörler de kendi çıkarlarını önceleyen değişken ve dinamik bir politika takip edeceklerdi. Türk dış politikası bakış açısından Türkiye, bölgeyi daha büyük ölçekli bir Doğu Akdeniz politikasının ve bu politikanın dayandığı bir deniz stratejisinin parçası olarak değerlendirmeli ve bölgeyle doğrudan ve dolaylı olarak, ilgili bunalım alanları ve denge politikalarını birlikte ele almalıydı. Bu açıdan, Türkiye‟nin manevra alanını daraltacak kalıcı ikili kutuplardan kaçınarak oluşabilecek karşı denge grupları engellenmeli ve mümkün olan en geniş alanda bölgesel politikalar geliştirilmeye çalışılmalıydı. Fakat 2000‟li yıllarla birlikte başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşması tam kemale ermemişti ki 2010 yılında baş gösteren Arap Uyanışı/Baharı, yukarıda ifade edilen dış politika perspektiflerini hayal kırıklığına uğrattı. Tunus'ta üniversite mezunu bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi'nin9 devlet görevlileri tarafından tezgâhına el konulması üzerine Aralık 2010‟da kendini yakması ve sonrasında başlayan Yasemin Devrimi10, işsizlik, yönetimlerin baskıcı uygulamaları ve gıda fiyatlarında yaşanan aşırı yükselişler gibi sebepler, genç gruplar başta olmak üzere, kitle iletişim araçlarının de etkisiyle 11 bütün bölgeyi çok kısa bir süre içinde büyük bir kaosa sürükledi. Bölgenin etkili aktörlerinden birisi olan Suriye ve bu bağlamda Türkiye-Suriye ilişkileri de bundan nasibini aldı. Suriye, yaraları onlarca yılda sarılamayacak bir kaosa sürüklenirken, bu süreçte Türkiye ve Suriye defalarca sıcak çatışmanın eşiğine geldi. Çok kısa bir süre önce her iki ülke halkında da birliktelik umutları yeşerirken, Arap Baharı ile iki ülke arasında zaman zaman sıcak çatışma ve savaş beklentileri ortaya çıktı. Türkiye ile Suriye‟nin vizeleri kaldırmasıyla binlerce insanın Suriye‟ye ve binlerce Suriyelinin de Türkiye‟ye geldiği ve aslında kendi kendine vuku bulan bir birleşme sürecinin yaşandığı bir anda Batı‟nın etkisiyle Suriye‟de çıkarılan iç ayaklanmanın bir içsavaşa dönüşmesi, Türkiye ile Suriye arasında ve dolaylı olarak İran‟la ciddi bir savaşın 9 Yasmine Ryan, “How Tunisia's Revolution Began”, 26 Jan. 2011, http://english.aljazeera.net/indepth/features/2011/01/2011126121815985483.html 10 Birol AKGÜN, “Yasemin Devrimi Sömürge Sonrası Düzenin Çöküşü mü?”, 18 Ocak 2011, http://www.sde.org.tr/tr/kose-yazilari/719/yasemin-devrimi-somurge-sonrasi-duzenin-cokusu-mu.aspx. 11 Timothy G. Ash, “Tunisia's Revolution Isn't a Product of Twitter or Wikileaks. But They Do Help”, 19 Jan. 2011, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/jan/19/tunisia-revolution-twitter-facebook. Beynelmilel 38 patlak verme riskini ortaya çıkarmış ve bir bölgesel birlikteliğin inşa edilme umutlarını söndürmüştür. Bugün, Türk dış politikasının en önemli gündem maddesi Suriye‟dir. Zaman zaman hükümetin Suriye‟ye dönük askeri müdahale söylemlerine rağmen askeri kesimin bu konudaki tavrının daha sükûnetli ve sıcak bir çatışmadan uzak durma yönünde olduğu görülmektedir. İşin belki de en vahametli tarafı, Suriye meselesinin barışçıl bir çözüme kavuşturulması yönünde bir irade beklentilerine rağmen, bölgenin güçlü aktörleri Türkiye, İran ve Suudi Arabistan başta olmak üzere, birçok ülke açısından meselenin bir iç politik konu olarak algılanmasıdır. Üzücü olan, Suriye sorununun, uluslararası sistemin aktörlerince ulusal çıkarlar çerçevesinden algılanıp, kendi karnelerine artı bir puan kazandırmak için kullanılmak istenmesidir. Hal böyle olunca, ne sayıları milyonlara ulaşan Suriyeli mültecilerin, ne de yaşlı, çocuk ve kadın demeden hayatını kaybeden onca insanın çığlıklarına kulak verilemiyor. Meselenin bu kadar trajik hale gelmesi konusundaki bir başka husus, Müslüman ülkelerin ve bölgenin temel aktörü olan devletlerin, Suriye konusunda faklı uluslararası politik görüşlere ve bloklara ait olması nedeniyle aralarında bir uzlaşmanın sağlanamamasıdır. Bu görüş ayrılığının en somutlaştığı durum, Türkiye ve İran‟ın Suriye konusunda aralarında bir uzlaşıya ulaşamamasında ortaya çıkmaktadır. İşin belki de en kritik yönü, Suriye‟de hâlihazırda birbirleriyle Üzücü olan, Suriye sorununun, uluslararası sistemin aktörlerince ulusal çıkarlar çerçevesinden algılanıp, kendi karnelerine artı bir puan kazandırmak için kullanılmak istenmesidir. Hal böyle olunca, ne sayıları milyonlara ulaşan Suriyeli mültecilerin, ne de yaşlı, çocuk ve kadın demeden hayatını kaybeden onca insanın çığlıklarına kulak verilemiyor savaşan taraflara Türkiye ve İran devletlerinin dolaylı olarak katkıda ve müdahalede bulunması olarak görülebilir. Tarihsel olarak birbirleriyle rakip olan ama sıcak bir çatışmadan hep kaçınmak isteyen iki ülkenin, Suriye konusunda defalarca karşı karşıya geldiğine şahit olunmuştur. Bu noktada, bölgede oluşturdukları etki ve liderlikleri açısından Türkiye ve İran‟ın Suriye konusunda varacakları devletlerarası bir işbirliğinin, Suriye krizini çözebileceği ve krizin aşılabileceği, Bosna müdahalesinde Türkiye ve İran‟ın rolünde görüldüğü gibi, yine İran ve Türkiye‟nin atacakları adımlara bağlı olacağı düşünülebilir. Zira Bosna-Hersek Savaşı esnasında siyasi, ekonomik ve askeri alanda işbirliğine giden iki ülke, sürmekte olan savaşa müdahalesiyle, savaşın sonlanmasında oldukça etkili olmuştur. Beynelmilel 39 Sonuç olarak, gelinen noktada Suriye‟deki iç savaş bütün şiddetiyle sürmektedir. Bölgesel ve küresel aktörler arasında krizin çözümüne ilişkin bir uzlaşma halen sağlanamamış durumdadır. Konuyla ilgili yaklaşımlar ise genellikle belirsiz ve soruna müdahil tarafların kendi ulusal çıkarlarıyla örtülü durumdadır. Kriz ve ilişkili risk ve tehditler ise hâlihazırda kontrol edilememektedir. Bugün Suriye günden güne bölünmekte ve sayılarının iki yüze vardığı ifade edilen hizipler, Suriye toprak bütünlüğüne ciddi tehditler oluşturmaktadır. Suriye meselesinde avantajlar ve dezavantajlar devşirilmeye çalışılırken, tarihin belki de gördüğü en büyük insanlık dramına dünya, belirsiz gelecekte sessizce şahitlik etmektedir. Beynelmilel 40 Suriyeli Sığınmacılar Konusunda Türkiye’nin Politikası Orhan BATTIR Arap toplumlarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden yola çıkarak giriştikleri ancak kısa süre içerisinde silahlı mücadeleye dönüşerek büyüyen protestolar ile ilk olarak 2010 yılı sonlarında Tunus‟ta başlayıp Mısır, Libya, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta olaylarla seyreden, Arap Baharı denilen ve başta uzun yıllar boyunca diktatör liderlerin yönetiminde bulunmak gibi belli ortak özelliklere sahip bazı devletlerin yönetimlerini tersyüz eden sosyo-politik süreç öngörüldüğü şekilde 2011 başlarında komşumuz Suriye‟yi de etkisi altına aldı. Suriye‟de sayıları artık kesin olarak tespit dahi edilemez hale gelen çoklukta -2013 yılı sonu itibarı ile 160.000‟i aştığı farklı kaynaklarda ifade edilen- insanın hayatını kaybetmesi, çok daha fazlasının yaralanması, geçici yada kalıcı olarak sakatlanması ve milyonlarca insanın evlerinden, yurtlarından zorunlu olarak uzaklaştırılmasına yol açan ve artık kesin bir iç savaşın hakim olduğu olayların başlamasının üzerinden 3 yıl geçti. Yaşanmakta olan iç savaş bugün artık sadece hükümet (Esed yönetimi) güçleri ile Esed karşıtı muhalifler arasındaki bir mücadele olmaktan çıkmış farklı etnik ve inanç grupları arasında çatışmaya dönüşmüş durumdadır ve bu da sorunun çözümünü herkes ve sürece etki etme potansiyeline sahip tüm yapılar için -tabi ki Türkiye için de- zorlaştıran bir durumdur. 2011 yılının ilk aylarında başlayan çatışmalar başta Suriye‟ye Suriye‟de sayıları artık kesin olarak tespit dahi edilemez hale gelen çoklukta -2013 yılı sonu itibarı ile 160.000‟i aştığı farklı kaynaklarda ifade edilen- insanın hayatını kaybetmesi, çok daha fazlasının yaralanması, geçici yada kalıcı olarak sakatlanması ve milyonlarca insanın evlerinden, yurtlarından zorunlu olarak uzaklaştırılmasına yol açan ve artık kesin bir iç savaşın hakim olduğu olayların başlamasının üzerinden 3 yıl geçti. sınırı olan komşu ülkeler ve giderek tüm Ortadoğu‟yu etkileyen dramatik insani sonuçlar da doğurmaya devam ediyor. Yaşanan iç savaşın kaçınılmaz sonucu olarak devam eden, komşu ülkelere sığınmacı akını ve zorunlu göç hareketleri en büyük sorunlardan birisidir. Türkiye de bu sorundan önemli düzeyde etkilenmiş/etkilenmeye devam etmektedir. Suriye sorunu nedenleri, etnik ve mezhepsel bağlamı, jeo-stratejik, askeri, ekonomik vb. açılardan yada Arap Baharı sürecine maruz kalan diğer ülkeler ile benzemezliği noktasında pek çok değerlendirmeye konu edilebilir, ancak bu çalışmada spesifik olarak, Suriye‟den gelen ve gelmeye devam eden sığınmacıların Türkiye‟deki durumlarını “insani” sonuçlar Beynelmilel 41 bakımından ele alınarak, yürütülen uygulamaların Türk Dış Politikası bağlamında yerindeliği, muhtemel sonuçları ve alternatif uygulama önerileri üzerinde durulacaktır. Türkiye’ye Sığınan Suriyelilerin Hukuki Statüsü Suriye‟de iç savaşın ve kısa bir süre içerisinde sivil kayıpların yaşanmaya başlaması ile birlikte başta Türkiye olmak üzere Suriye vatandaşları komşu ülkelere sığınmak durumunda kalmıştır. Başlangıçta –ilk bir yıl boyunca- Türk makamları ve kamuoyu sığınmacılardan “misafir” olarak bahsetse de ilerleyen süreçte Suriye krizinin kronik bir hal alması ve kimi öngörülerin aksine kısa süre içerisinde çözümün mümkün olmayacağının anlaşılması ile birlikte sürecin hukuki bir zeminde yürütülmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu noktada sığınmacılara sağlanabilecek alternatif iki statü mülteci statüsü ve geçici koruma uygulamasıdır. Mülteci Statüsü Mülteci kavramı; Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi‟nin 2. Maddesinde kapsamı “…ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs…” şeklinde tespit edilmiştir 12 . Türkiye Suriyeli sığınmacılara mülteci statüsü verildiği takdirde olası kalıcı sorunları değerlendirerek buna göre kısmen daha az edim altına gireceği öngörüsü ile geçici koruma rejimini benimsemiş ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği(BMMYK/UNHCR) ile bu yönde işbirliği içerisine girmiştir. Geçici Koruma Rejimi Geçici koruma statüsü 1951 Sözleşmesinde mülteci tanımlamasına giren kişileri kapsamakla birlikte, acil mülteci hareketliliği durumlarında kalıcı çözümün gecikmesinin yol açması muhtemel riskleri kısa vadede ortadan kaldırmaya yarayabilecek geçici bir koruma şeklidir. Geçici koruma uygulaması ile sığınmacı kabul eden hükümetler iç savaş ve diğer genelleşmiş şiddet sonucu yerinden edilmiş kişileri çok zaman harcayan ve pahalı olan bireysel izleme sorumluluğundan kurtulabilmektedirler13. 12 http://www.hyd.org.tr/?pid=294,Erişim Tarihi: 30.03.2014 13 http://www.unhcr.org.tr/?lang=en&content=43&page=29, Erişim Tarihi: 24.03.2014 Beynelmilel 42 Türkiye kendisine sığınan ve hal-i hazırda Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana, Mardin, Malatya illerinde oluşturulmuş çadır kent ve konteyner kentlerde barındırılan Suriyeli mülteciler için sınırların açık tutulması, zorla geri göndermeme ve temel ihtiyaçların karşılanmasını içeren bir “Geçici Koruma Rejimi”ni benimseyerek Suriye uyrukluların uluslararası koruma ihtiyaçlarına yanıt verilmesi konusunda liderlik rolünü Türk Hükümeti üstlenmiştir14. Buna göre Türkiye, Suriye‟den gelen mültecileri “geçici koruma” politikası çerçevesinde kabul etmekte ve temel ihtiyaçlarını karşılamakta, Suriyeliler Türkiye‟den sığınma talep eden başka ülke vatandaşlarının tabi olduğu bireysel başvuru prosedürüne tabi tutulmamaktadır. Yukarıda sayılan merkezlerde kurulmuş olan konteynır kent ve çadır kentlerde barınma, yiyecek, sağlık, eğitim, ibadet, haberleşme gibi temel hizmetlere erişim mümkün olan en iyi şartlarda sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu konuda koordinasyon görevi Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yürütülmektedir 15 . Geçici koruma politikası adından da anlaşıldığı üzere Suriyeli mültecilerin güvenlik sorunu ortadan kalktığında ülkelerine dönecekleri öngörüsüne dayanmaktadır. Asıl olan geçici statünün kalıcıya dönüşmemesidir ancak iç savaşın devam etmesi ve belirsizlik durumun öngörülenden farklı seyretmesine yol açmaktadır. Sığınmacılar için oluşturulan kampların doğal olarak, iç savaşın devam ettiği Suriye sınırına çok yakın olması, hal-i hazırda bölgedeki çatışma ve şiddet olaylarının ne zaman ve ne şekilde sonlanabileceğine ilişkin bir öngörünün bulunmaması, uluslararası toplum nezdinde çözüme yönelik kayda değer adımlar atılamaması, gün geçtikçe artan ekonomik yük ve yeni yabancıların bir ülke için bünyesinde barındırdığı diğer sosyal sorunlar hem sığınmacılar hem de Türkiye açısından sürecin giderek daha da zorlaşmasını beraberinde getirmektedir. Türkiye‟nin kapılarını açtığı sığınmacılara bir sayısal limit koyması ne hukuki ne de insani sorumluluk açısından mümkün görünmemektedir. Bu arada tüm sığınmacıların oluşturulan kamplarda bulunmadığını, kamplarda yaşayanlardan daha fazla sayıda sığınmacının Türkiye‟nin farklı şehirlerinde yerleşik olduklarını belirtmek gerekir. Burada en önemli sorun Türkiye topraklarına giriş yapan Suriyelilerin tespiti ve kayıt altına alınmasındaki zorluk/yetersizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk başlarda uygulanan açık kapı ya da açık sınır politikası özellikle bombalı Reyhanlı saldırısı ve sınır kapılarındaki şiddet eylemleri üzerine terk edilerek bir takım sıkı tedbirler alınma yolu benimsenmiştir. 14 UNHCR Türkiye Raporu, Ekim 2013 15 https://www.afad.gov.tr/TR/IcerikDetay1.aspx?IcerikID=747&ID=16, Erişim tarihi: 25.03.2014 Beynelmilel 43 Ancak fiili durum yine de çok sayıda kayıtsız sığınmacının varlığına engel olamamaktadır. 2014 yılı başı itibarı ile kayıtlı sığınmacı sayısı 625.000‟i geçmiş durumdadır16. Ancak kayıt dışılar ile bu sayının çok daha üzerinde sığınmacının Türkiye‟de bulunduğunu, giriş-çıkışlar nedeni ile net rakamlardan bahsetme imkânı olmadığını belirtmek yerinde olacaktır. AFAD tarafından sığınmacılar konusundaki koordinasyon görevi çerçevesinde kayıt altına alma işlemleri disipline edilmeye çalışılmakta; sığınmacıların giriş yaptığı sırada, kamplarda, AFAD Koordinasyon Merkezlerinde, illerde Emniyet Yabancılar Şubelerinde ya da sağlık hizmeti ihtiyacı duyan sığınmacıların herhangi bir sağlık hizmet birimine müracaatları durumunda vb. kayda alma yönünde bir takım düzenlemeler (genelgeler ile) yapılmaktadır. 2013 yılı sonu itibarı ile AFAD tarafından açıklanan rakamlara göre; barınma merkezlerine toplam 432.769 Suriye vatandaşı giriş yapmış bunlardan 222.411 tanesi barınma merkezlerinden ülkelerine dönmüştür. Buna göre; Hatay‟da 14.999, Gaziantep‟te 33.819 (9.779‟u İslahiye, 7.796‟sı Karkamış, 16.244‟ü Nizip barınma merkezlerinde), Kilis‟te 37.372 (14.067‟si Öncüpınar, 23.305‟i Elbeyli Beşiriye Konteyner kentlerinde), Şanlıurfa‟da 67.389 (20.496‟sı Ceylanpınar, 25.271‟i Akçakale, 7.811‟i Viranşehir çadır kentlerinde, 14.261‟i Harran Kökenli konteyner kentinde), Kahramanmaraş‟ta 15.052, Osmaniye‟de 9.098, Adıyaman‟da 9.851,Adana‟da 11.816, Mardin‟de 3.169, Malatya‟da 7.205 kişi olmak üzere, 2013 yılı sonu itibarı ile hastanelerde bulunan 127 hasta/yaralı ve 11 refakatçi ile birliktebarınma merkezlerinde toplam 210.358 Suriye vatandaşı bulunmaktadır.17 Sayıları pek çok ilimizin nüfusundan fazla olan ve giderek artmaya devam eden, kayıtlı olup kamplarda koruma altına alınanlar ve kamplara yerleşmediği halde farklı şehirlerde yaşayanların yanında tamamen kayıtsız ve belirsiz sayıdaki sığınmacılara verilmek durumunda kalınan hizmetlerin ekonomik ve sosyal maliyeti Türkiye hükümetinin önünde önemli bir sorun olarak durmaktadır. BMMYK sığınmacılar konusunda Türkiye ile yaptığı işbirliği çerçevesinde gözlemcilik, danışmanlık ve gıda dışı bir kısım ayni malzeme desteği vermekten öteye gitmemektedir. Temel ihtiyaçların karşılanması sorumluluğu tamamen Türkiye üzerinde bulunmaktadır. Türkiye bu konuda kamu kaynakları yanında kamu kurum 16 UNHCR Basın Bildirisi Üç Yıl ve Rakamlar: Suriye dünyada zorla yerinden edilenler listesinde en üst sıraya yerleşti, Cenevre/Beyrut, 14 Mart 2014 (UNHCR) 17 AFAD Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği tarafından yapılan 30 Aralık 2013 tarihli basın açıklaması, https://www.afad.gov.tr/TR/HaberDetay.aspx?IcerikID=2668&ID=12, Erişim Tarihi: 31.03.2014 Beynelmilel 44 ve kuruluşları aracılığı ile vatandaşlara ve STK‟lara yönelik yardım kampanyaları düzenleyerek yükün paylaşılması yoluna gitmiştir18. Türkiye‟ye sığınan ve barınma merkezlerine yerleştirilenlerin dışında kalan Suriyeliler daha çok büyük şehirlerde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bu durum işsizlik, kayıt dışı ve sosyal güvencesiz çalıştırılma, pek çok yasadışı şekli olan suç gelirlerine alet olma vs. yanında sosyokültürel yapı benzemezliği/uyuşmazlığı giderek büyüme potansiyeli olan sorunları beraberinde getirmektedir. Sonuç Yerine Buraya kadar değinilen hususlar ve paylaşılan veriler çerçevesinde bazı tespit ve öneriler ortaya koymak mümkündür. -Türkiye, Suriye krizinin ve sivil kayıpların başlaması ile birlikte sığınmacılara kapılarını açarak İnsani Diplomasinin bir ayağı sayılabilecek doğru davranışı sergilemiştir. -İlk başta yaşanan organizasyon sorunları -ilerleyen süreçte yük arttığı halde- tecrübe yolu ile ve mevzuat düzenlemeleri sayesinde peyderpey giderilmiştir. -Sığınmacılara mülteci statüsünde koruma yerine geçici koruma rejiminin benimsenmesi Türkiye açısından olumlu bir politikadır denilebilir. Ancak kayıt sorumluluğu ve temel ihtiyaçların karşılanması dâhil ağır bir yükün altına girildiği bir gerçektir. -BMMYK‟nin sürece katkısı son derece yetersizdir ve daha aktif roller içeren yeni politikalarla kuruluşun yapısında Sayıları pek çok ilimizin nüfusundan fazla olan ve giderek artmaya devam eden, kayıtlı olup kamplarda koruma altına alınanlar ve kamplara yerleşmediği halde farklı şehirlerde yaşayanların yanında tamamen kayıtsız ve belirsiz sayıdaki sığınmacılara verilmek durumunda kalınan hizmetlerin ekonomik ve sosyal maliyeti Türkiye hükümetinin önünde önemli bir sorun olarak durmaktadır. ve işbirliği imkânlarında revizyona gidilmelidir. -Türkiye Suriyeli sığınmacılar konusunda koordinasyon görevini üstlenen AFAD başta olmak üzere, Kızılay ve TİKA gibi tecrübeli kurumlarını ve STK‟ları aktive etmelidir. -İllerde Valilikler, yerel yöneticiler, STK‟lar vb. tarafından yürütülecek faaliyetlerin, kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile efektif sonuç alma adına eşgüdüm içerisinde organize edilmesi sağlanmalı, düzensiz çabaların ve kaynak israfının önüne geçilmelidir. 18 27.12.2012 tarih ve 28510 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanan 2012/24 sayılı Başbakanlık Genelgesi Beynelmilel 45 -Gelen sığınmacıların sadece sorun olan yönlerini görmek yerine tüm tarafların yararına olabilecek şekilde süreci fırsata dönüştürebilecek olumlu yönlerini değerlendirerek eğitim ve istihdam temelinde yapılacak düzenlemelerle gelecek planlaması yapılmalıdır. Beynelmilel 46 Çözümsüzlük Sarmalında Suriye Krizi Ahmet ATEġ Suriye‟de sorunlar Fransız sömürgesinden bu güne hiç bitmedi ve artarak günümüze ulaştı. Bugün yaşananlar Suriye tarihinin en kılcal damarlarına kadar işleyen sorunların gün yüzüne çıkmasından ya da çıkarılmasından başka birşey değil. Suriye toplumunun on yıllarca bir etnik gruba dayanan yönetimle baskılanması sorunların derinleşmesine neden olurken, bu durum aynı zamanda toplumsal ölçekte korkunun güçlenmesine ve yönetime karşı kinin artmasına neden olmuştur. Bugün ülkede yaşanalar, baskılanan toplumun bilinçaltında yatan bu algılamaların mezarından öç alma adına hortlamasını ifade etmektedir. Ülkede yaşananlar kimilerine göre dış mihrakların ülke üzerinde oynadığı oyunların sonucudur, kimilerine göre de toplumun özgürlük mücadelesidir. Bu noktada ülkenin neden böylesine bir çıkmaza girdiği konusu, iç ve dış dinamikler göz önüne alınarak analiz edilmelidir. Nitekim Suriye‟de yaşanan çatışma ortamının yalnızca iç dinamiklere indirgenerek açıklanmaya çalışılması, sorunun doğasının net olarak anlaşılamamasına neden olacaktır. Dolayısıyla bu çalışmada; ilk olarak dış dinamik nedenler üzerine bazı saptamalar geliştirilecek ve sonrasında iç dinamik nedenler üzerine yapılan saptamalarla, Suriye sorunu üzerine bir analize ulaşılacaktır. Suriye‟nin sahip olduğu stratejik konum nedeniyle küresel ve bölgesel güçler ülke üzerinden rekabete Yönetim karşıtı ayağını ise, bu süreç içerisinde kendini sürekli gösteren Türkiye, yönetime zaman zaman tehdit yağdıran ancak eyleme geçme noktasında tepkisiz kalan ABD ve genelde halk ayaklanmalarında yönetimi destekleyen Arap monarşileri oluşturmaktadır. Henüz tam olarak dış politikasında ne istediğini ortaya koyamayan İsrail ise bu çatışmanın neresinde olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. girişmişlerdir. Bu durum soğuk savaş dönemi proksilerinden pek farklı bir görüntü vermemektedir. Ancak bu kez proksiyi yürüten taraflar sayıca daha fazla görünmektedir. Bu rekabetin yönetim destekçisi ayağını İsrail-İran mücadelesi ve Rusya‟nın Suriye üzerinden bölgedeki çıkar alanlarını koruma girişimi oluşturmaktadır. Yönetim karşıtı ayağını ise, bu süreç içerisinde kendini sürekli gösteren Türkiye, yönetime zaman zaman tehdit yağdıran ancak eyleme geçme noktasında tepkisiz kalan ABD ve genelde halk ayaklanmalarında yönetimi destekleyen Arap monarşileri oluşturmaktadır. Henüz tam olarak dış politikasında ne istediğini ortaya koyamayan İsrail ise bu çatışmanın neresinde olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Ancak İsrail ilerleyen dönemlerde daha öncesinde olduğu gibi ABD‟nin dış politikası paralelinde bir yol haritası belirleyecektir. Beynelmilel 47 İran, Suriye‟deki Esad yönetimine en büyük desteği veren ülkelerin başında gelmektedir. Bu durum esasen ABD‟nin 2003‟te Irak‟ı işgal etmesi ve 2006‟da Lübnan-İsrail savaşı ile daha da belirginleşmiştir. İran bölgede İsrail ile giriştiği çıkar alanı mücadelesinde Suriye‟nin önemini fazlasıyla anlamış ve ikili ilişkilerini daha da derinleştirme adına Lübnan‟ı da içine alan bir takım politikalar uygulamaya koymuştur. Hizbullah‟a silah desteği sağlanması konusunda Suriye‟yi bir üs olarak kullanan İran, bu sayede bölgedeki nüfuz alanını genişletmeye çalışmıştır. Lübnan‟da büyük bir askeri güç olan Hizbullah‟ı bölgede kendi hedeflerine ulaşmada etkin bir araç olarak kullanan İran, bu sayede İsrail ve ABD‟nin bölgedeki politikalarına zaman zaman meydan okuyarak Körfezden Levant olarak tanımlanan bölgeye kadar çıkar alanı kapma mücadelesinde varlığını yinelemiştir. Bu açıdan İran‟ın Suriye‟yi her şart altında –Esad yönetiminin binlerce sivili gözü dönmüşçesine sistemli bir şekilde öldürmesine bile ses çıkarmamaktadır- ülke çıkarları doğrultusunda ekonomik, siyasi ve askeri anlamda desteklemeye devam etmesi bu politikaların doğal bir sonucudur. Suriye‟de Esad yönetimini destekleyen diğer önemli aktör kuşkusuz Rusya‟dır. Her ne kadar 2011‟de Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev tarafından Esad yönetimine reform çağrısı yapılmışsa da, 2012‟de işler Putin‟in cumhurbaşkanı olması sonucunda başkalaşmıştır. Putin‟in cumhurbaşkanı olması ile Rusya, Esad yönetimi ile ilişkilerini daha da derinleştirmiştir. Rusya Esad yönetimini askeri yardımlarla desteklerken, Arap Dünyası ve BM‟yi hiçe sayarak diplomatik bir koruma altına almıştır. Arap Ligi Suriye‟ye karşı yaptırım kararı aldığında ve Esad‟ı yoğun bir şekilde eleştirdiğinde de Rusya bu karara karşı bir takım adımlar atmaktan çekinmemiştir. Aynı şekilde BM Güvenlik konseyinden Suriye‟ye karşı bir yaptırım kararının çıkmasına engel olan Rusya, tüm kozlarını ileri sürerek Esad yönetiminin Suriye‟de ayakta kalması için çaba sarf etmiştir. Rusya‟nın Esad yönetimine her koşulda destek vermesinin iki temel nedeni vardır. İlk olarak Suriye Rusya için önemli bir askeri pazardır. Rusya‟da savunma sanayi patronları ülkenin dış politikasında oldukça etkili bir pozisyona sahiptirler ve Suriye Rus savunma sanayi için oldukça önemli bir pazarı işaret etmektedir. Rusya Suriye askeri ihracatının %72‟sini karşılarken iki ülke arasında -yalnızca 2012 yılında- 550 milyon dolarlık askeri ticaret anlaşması imzalamıştır. Bu rakam her ne kadarda Rusya için pek büyük olamasa da kendisine askeri anlamda her yönüyle bağımlı bir ülkenin varlığı Rusya için stratejik bir önem taşımaktadır.19 İkinci önemli neden ise Suriye limanlarının Rusya tarafından etkin bir şekilde kullanılmasıdır. Bu sayede Rusya, Akdeniz‟de 19 Roy Allison, Russia and Syria: explaining alignment with a regime in crisis, International Affairs, Vol. 89, No. 4, 2013, s. 795 Beynelmilel 48 rahatlıkla deniz gücü konuşlandırırken ABD ve müttefiki AB‟ye karşı bölgede kendi askeri varlığını ilan etmektedir. Bu durum esasen Rusya‟nın bir süper güç olmaktan düştüğü soğuk savaş travmasını üzerinden atmaya çalıştığının da bir örneğini temsil etmektedir. Suriye‟deki yönetime karşı küresel ölçekte mücadele veren Türkiye, esasen yanı başındaki sınırlarda kendi istediği bir yönetimin belirginleşmesi noktasında yola koyulmuş en önemli aktörlerin başında gelmektedir. Suriye‟de 2011‟de başlayan yönetim karşıtı eylemler karşısında yönetimin gösteriler karşısında takındığı sert tutum Türkiye tarafından sert bir dille eleştirilmiş ve bu kapsamda Suriye yönetimine karşı dokuz maddelik yaptırım kararları alınmıştır. 2012 yılında Suriye‟nin Türkiye savaş uçağını düşürmesi sonucunda ilişkiler tamamen kopmuş ve iki ülke arasında günümüze değin çatışma odaklı ilişkiler belirmiştir. Nitekim 2013 yılında bir Suriye helikopterinin ve 2014‟te Suriye jetinin Türkiye tarafından düşürülmesi, çatışma odaklı ilişkilerin boyutunu daha net ortaya koymuştur. Bölgesel ve küresel ölçekte Suriye‟de yönetim karşıtı bir tutum takınan Suudi Arabistan‟ın başını çektiği Arap monarşileri ise ülkede yönetimin değiştirilmesi konusunda tüm imkânlarını seferber etmişlerdir. Aynı Arap monarşilerinin Arap Baharının yaşandığı ülkelerde daha farklı bir tutum sergilemiş olmaları esasen Suriye‟de farklı bir çıkar çatışmasının varlığını ortaya koymaktadır. Burada önemle irdelenmesi gereken örnek Bahreyn‟de yaşanan gelişmeler olmalıdır. Bu kapsamda ulaşılacak sonuç Arap monarşilerinin bölgede İran‟ın güçlenmesine karşı Suriye‟de yönetimi düşürme adına harekete geçmeleridir. Amerikan dış politikası için ise Suriye sorunu günden güne daha komplike bir hal almıştır. ABD Rusya‟yı direk karşısına almamak adına uzunca bir süre Suriye konusunda dengeleme politikası izlemiştir. Cenevre‟de yapılan görüşmelerde aracı olamaya çalışarak dış politikada ki bu duruşunu pekiştirmiştir. Ancak son dönemde Ukrayna‟da yaşanan gelişmeler sonrasında bir anda beliren soğuk savaş havası, ABD‟nin ilerleyen dönemde Suriye‟de Rusya‟nın etkinliğini bitirmeye yönelik yeni doktriner politikalar geliştireceğinin sinyallerini vermektedir. ABD‟nin bölgedeki en yakın müttefiki İsrail için ise durum olduğundan daha karmaşık görünmektedir. Bu noktada Suriye konusu bir paradoksu içinde barındırmaktadır. İsrail Suriye‟de Esad yönetiminin varlığından kısmi olarak memnun görünmektedir. Suriye‟deki mevcut yönetimin kendi iktidar alanını pekiştirme adına izlediği yöntemler, ülkenin İsrail için bir tehdit olmasını engellemektedir. Nitekim Suriye toprağı olarak bilinen Golan tepelerinin İsrail işgali altında olması karşısında Esed yönetiminin tepkisizliği ve acizliği İsrail‟in işine gelmektedir. Ancak en yakın müttefikinin Esad yönetimi karşısında takındığı tavır İsrail‟in bu alandaki dış politikasını zora sokmuştur. Nitekim İsrail‟in Suriye‟de olası bir değişim Beynelmilel 49 konusunda oldukça büyük çekinceleri bulunmaktadır. Bunların başında Suriye‟de İsrail karşıtı ve daha dirençli bir yönetimin iş başına gelmesi meselesi başı çekmektedir. Suriye‟de yaşanan gelişmeler iç dinamikler kapsamında incelenecek olursa, karşımıza yine farklı bir tablo çıkacaktır. Ülkede 1970‟den itibaren Hafız Esad‟ın iktidara gelmesinden beri devam eden baskıcı yönetim, Alevi azınlığı siyasal, ekonomik ve askeri sisteme hâkim kıldı. Yaşanan insan hakları ihlalleri ile ülkeye hâkim kılınan korku iklimi toplumun büyük bir kısmının bastırılmasına neden oldu. Bunun yanında artan işsizlik ve ekonomik adaletsizlikler ülkede toplumun büyük bir kısmının hoşnutsuzluğunu daha da arttırdı. 2000 yılında Hafız Esad‟ın ölümünden sonra iktidara gelen Beşşar Esad ülkede reformların yapılması konusunda umutların doğmasına neden olsa da, bu umutlar hayal olmaktan öteye geçmedi. Kırılgan etnik ve dinsel bir yapıya sahip olan ülkede yönetimim artan baskısının dayanılmayacak seviyeye gelmesiyle, ülkede hızlı bir çözülme yaşandı. Nüfusunun büyük çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu ülkede iktidar olan azınlıklar – Aleviler iktidarı ellerinde tutan birincil mezhepsel grupken Hıristiyan, Dürzi ve bazı diğer etnik azınlıklarla işbirliğine gitmişlerdir- tarafından uygulanan anti demokratik ve çoğunlukla şiddete dayalı baskılar ülkedeki fay hatlarını tetikledi. 2011 yılında başlayan eylemler sonrasında ülke tam bir çıkmazın içine girdi. Suriye‟de bugün çatışmanın tarafı olan grup sayısının bir hayli fazla olması, çatışmanın çözüme doğru evirilmesini zorlaştıran ve yine çözümü imkânsız kılan nedenlerin başında gelmektedir. Kaldı ki ülkede yaşana çatışmada muhalif kanadı temsil eden gruplar beş yapılanma üzerinde analiz edilebilir. Bu beş yapılanma şu şekilde sıralanabilinir, Ana Muhalif yapılanma; Bağımsız Yapılanma; Cihatçı Yapılanma; Kürt Yapılanma. Her bir yapılanmanın altında farklı gruplar bulunmakla birlikte amaçlar ve metotlar kapsamında benzerlik gösterdikleri yapılar altında kendilerine yer edinmişlerdir. Ülkede çeşitlenen yapılanmalar çatışmanın daha da karmaşık bir hal almasına neden oldu. Suriye‟de yönetim karşıtı muhalif yapılar ile yönetim güçleri arasında yaşanan çatışmalar ülkede çatışmanın derinleşerek kronikleşmesine neden olurken, bu durum aynı zamanda gruplar arasında ilişkilerinde bozulmasına da neden oldu. Rejime muhalif olduğunu iddia eden grupların muhalefeti yalnızca yönetimle sınırla kalmazken, birbirlerine de muhalif bir tavır içine girmeleri kimin kime karşı olduğunu sorusunu daha da karmaşıklaştırdı. Ülkede baş gösteren şiddet eylemleri binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden olurken amaçlarından sapan örgütlerin yönetim karşısında başarıya ulaşması imkânsızlığa sürüklenmektedir. Sonuç olarak Suriye tam bir çıkmazın içindedir. Ülke içindeki karmaşa ülke dışı aktörler tarafından genelde negatif yönde desteklenerek çözümsüzlüğe itilmiştir. Bu durum beraberinde günümüz dünyasının ahlaki değerleri ile örtüşmeyecek düzeyde sonuçları Beynelmilel 50 doğururken uluslararası toplumun bu ve benzeri konulardaki acizliğini ortaya koymuştur. Bu açıdan İnsan hakları ihlalleri konusunda daha etkin uluslararası ve bölgesel bir yapılanmanın inşası gerekli görülmektedir. Diğer yandan son dönemde Suriye konusunda Rusya ile dengeleri koruma amacı güden Amerika‟dan dış politikasının Ukrayna krizi sonrasında Suriye konusunda daha aktif bir tutum sergileyeceğinin işaretleri de alınmaktadır. Bu kapsamda ABD‟nin uluslararası toplumu bir gayretle kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda harekete geçireceği kuşku götürmez bir gerçektir. Beynelmilel 51 AFRĠKA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) Nijerya: Nijerya’da Dinmeyen Olaylar Devam Ediyor Etnik çatışmaların sonlanmadığı Nijerya'da motosikletli saldırganlar tarafından köylere yapılan baskınlara bir yenisi daha eklendi. Nijerya'nın Kaduna eyaletindeki köylerde kimliği belirlenemeyen silahlı saldırganlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerde 100'den fazla kişi yaşamını yitirdi. Gece gerçekleşen saldırılarda köylülerin kaldığı saz evlerin ateşe verildiği ve insanların yanarak öldüğü belirtildi. Askeri darbelerin, çatışmaların, acımasızca ölümlerin ve etnik temizlik gibi olayların yoğun olarak yaşandığı Afrika kıtası, bugünlerde de Nijerya‟nın Kaduna eyaletindeki köylere sıçramış ve ne yazık ki etnik çatışmanın kötü sonuçlara sebebiyet verdiği bu durumla onlarca kişinin ölmesine neden olmuştur. Nijerya çok değişik etnik unsurların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Başta Hausalar ve Yorubalar olmak üzere 200‟den fazla kabile topluluğunun bulunması genellikle etnik çatışmaların sonlanamayacağını gösterir.Etnik çatışmalar bugün olduğu gibi gelecekte de devam edilmesi bekleniyor. Mali: Patlamalarla Uyanan Bir Mali Ülkesinde Olmak Mali'nin kuzeyindeki Tsalit ile Oglhok beldeleri arasında mayın patlaması sonucunda 4 Çad askerinin yaralandığı bildirildi. Mali'nin resmi televizyon kanalının haberine göre, Batı Afrika Müdahale Gücü'nde (MİSMA) görevli Çad askerlerini taşıyan aracın yoldan geçtiği sırada yola döşenen mayının patlaması sonucunda 4 asker yaralandı. Her ülkede olduğu gibi Mali‟de de hükümete karşıt olan guruplar hükümeti devirmek ya da ülkeyi bölmek amacıyla faaliyetlerde bulunurlar. Mali'de 2012 yılında gerçekleşen askeri darbenin ardından "Tevhid ve Cihad" hareketi ile "Ulusal Azavad Kurtuluş Hareketi" arasında ülkenin kuzeyini ele geçirmek için çatışmalar yaşanmıştı. Tevhid ve Cihad‟a destek veren Ensaruddin Hareketinin de olaya karışmasıyla ülke kaosa sürüklenmiş ve ciddi anlamda zarara uğramıştır. Olayların halen devam ediyor olması ülke bütünlüğünün zarar görmesine neden oluyor. Beynelmilel 52 Orta Afrika: Orta Afrika’dan İnsan Haklarına Bir Bakış Orta Afrika Cumhuriyeti‟nde iç savaş bir seneyi aşkın bir süredir devam ederken Birleşmiş Milletler, ülkedeki insan hakları ihlalleri karşısında uluslararası toplumun harekete geçmemesini kınadı. Bölgedeki Fransız ve Birlemiş Milletler güçleri de silahlı çatışmaları önlemede yetersiz kalıyor. Başkent Bangui başta olmak üzere binlerce kişinin insanlık dramı, açlık, sağlık hizmetlerinden yoksunluk ve çatışmanın hızlıca alevlenmesinden dolayı ülkeyi terk ettiği ve komşu ülkelere sığındığını görmek mümkün olup Orta Afrika Cumhuriyeti‟nin de diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi çok karışık bir yapıya sahiptir.Bu çatışmaların uzun bir süre devam etmesi bekleniyor. Ruanda: Ruanda’nın Fransız İmtihanı Ruanda‟da 1994 yılındaki soykırıma iştirak ettiği gerekçesiyle Fransa tarafından yargılanan eski asker Pascal Simbikangwa 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar Paris Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6 haftalık sürekli oturumların ardından alındı. Fransa‟ya soykırım sırasında çoğunluk durumundaki Hutularla işbirliği yaptığı suçlaması yapılırken soykırım şüphelileri de yine Fransız savcılarına ifade veriyor. Simbikangwa suçlamaları tümüyle reddederken “100 gün boyunca bir ceset bile görmedim” demişti. Fransa‟ya çok uzak görülse de sanki sınırları içerisinde bulunan bir şehir gibidir Ruanda. Ruanda‟nın içine girmiş ve istediği gibi davranan Fransa görüldüğü gibi herkesi kendi vatandaşıymış gibi yargılıyor. Aslında Ruanda hükümetinin de bu yargılamaya izin vermesi tamamen bağımsız olmadığını gösteriyor. Bu durum insan haklarının çiğnenmesine ve insanlık dramının yaşanmasına neden olmaktadır. Mısır: Mısır'da yasaklanan Müslüman Kardeşler hareketi üyesi bu grup 1200'den fazla Mursi taraftarını kapsayan daha geniş bir davaya bağlı olarak yargılanıyordu. Müslüman Kardeşler'in Londra'daki sözcülerinden Abdullah el Haddad, BBC'ye yaptığı açıklamada, idam kararlarının Mısır'ın bir diktatörlük olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Haddad, ''Sadece bir tehdit mesajı da olabilir bu. Temyiz başvuruları olacaktır, karar da değişecektir. Ama bu darbe sonrası yeni Mısır, el Sisi'nin kurmaya çalıştığı yeni diktatörlük'' dedi. Afrika‟nın en gözde ülkelerinden biri olan Mısır‟ın 21.yüzyılda askeri darbeyle karşı karşıya kalması insan haklarının ciddi anlamda ihlal edildiğini ve uluslar arası barış örgütlerinin de Beynelmilel 53 gerçek manada görevlerini ifa etmediği görülmektedir. Bu durum 21.yüzyılın Afrika‟sı için son derece tehlikeli ve kabul edilemez bir olgudur. ORTADOĞU HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) Suriye: “Cenevre II’de Türkiye-Suriye Restleşmesi” Suriye üzerinde üç yıldır devam eden kriz, şiddet dozunun da yükselmesine paralel bir biçimde giderek dünyanın önemli gündem maddelerinin biri olma özelliğini arttırıyor. Bu yoğun şiddet sarmalından çıkışın yollarını aramak üzere ABD ve Rusya dış işleri kurumsallarının inisiyatifi ile başlatılan Cenevre süreci 22 Ocak‟ta Cenevre II adı ile tekrar toplandı. Gündem yoğunluğunu Esad‟ın iktidar meşruiyeti ve çözüm formülasyonuna adayan Cenevre II, İran‟ın konferans dışında kalmış olmasına rağmen hayli hararetli bir ortamda gerçekleşti. Cenevre II konferanslarının açılışında söz alan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Suriye‟deki iç savaşın yabancı güçler tarafından şiddetlendirildiğini kaydettikten sonra hedef tahtasına Türkiye hükümetini ve dış işleri kurumsalını oturttu. Muallim‟in açıklamaları genel olarak Türkiye‟nin “terörist barındıran bir ülke olduğu” savı üzerine yoğunlaştı. AK Parti hükümetini ve Başbakan Erdoğan‟ın şahsını Suriye‟yi parçalamak arzusundaki batı ve İsrail‟in işbirlikçisi olmakla suçlayan Muallim, Suriye‟de yaşanan tüm olayların sorumlusu olarak da Türkiye‟yi ve AK Parti hükümetini ilan etti. Suriye cephesinden gelen bu doz aşımı açıklamaların ardından söz alan dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, ilk olarak teröristlere yardım meselesine değindi. “Topraklarımıza sığınan 8bin Suriyeli terörist çocuk olduğu doğrudur.” İfadesi ile Türkiye‟de yaşanan mülteci trajedisini vurgulayan Davutoğlu Suriye‟de kimin terörist olduğunu çok iyi bildiklerini kaydetti. Suriye‟de yaşananların uluslararası toplum için bir utanç sebebi olduğu yönündeki açıklamalarının ardından Davutoğlu, Esad hükümetinin kendini savunma biçiminin ise tam bir utanmazlık olduğu diktesini sundu. Davutoğlu‟nun açıklamalarının ardından söz alan BM Genel sekreteri Ban Ki-moon‟un mülteciler meselesine dair açıklamaları Davutoğlu‟nun açıklamalarına paralel bir biçimde geldi. Konferansın inisiyatif sahiplerinden olan Rusya dışişleri bakanı Sergey Lavrov Türkiye‟yi de kasteder bir biçimde dış aktörlerin iç işlere karışmaması gerektiğini vurguladı. Beynelmilel 54 Bir diğer inisiyatif sahibi ABD dışişleri bakanı Kerry ise konferans boyunca süren TürkiyeSuriye restleşmesinin dışına çıkarak meselenin özüne, çözüm sürecine yoğunlaşan açıklamalarda bulundu. Bir geçiş hükümeti olacaksa bu süreçte kesinlikle Esad‟ın yer almaması gerektiğini ifade eden Kerry, halkına zulmeden bir liderin yarattığı krizden çıkışın sağlıklı olabilmesi için o liderin süreç dışına itilmesinin insani zorunluluğunu vurguladı. Hayli zor şartlarda yürütülen görüşmeler tıkanma noktasına gelince BM Suriye özel temsilcisi Brahmi, 28 Ocak‟ta görüşmeleri sonlandırmış ve hemen ertesi gün yeniden başlatmışsa da “tarafların talep ve iddiaları arasındaki farkın uçurum boyutunda olduğunu ve bu şartlar altında görüşmelerden sağlıklı bir sonuç alınamadığını” kaydetti. Öte yandan Rusya ile ABD arasında varılan anlaşma uyarınca Esad yönetiminin, elindeki kimyasal silahları teslim etmesi gereğine yeterince samimi yaklaşmaması ABD‟yi kaygılandırmakta. 30 Ocak‟ta ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel Polonya‟da yaptığı açıklamada Rusya‟ya Şam yönetimi üzerindeki nüfuzunu kullanarak süreci hızlandırması çağrısında bulundu. Cenevre sürecinin dışında tutulmasına rağmen Suriye krizine yönelik açıcı bir aktör rolü oynamada istekli davranan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 23 Ocak‟taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısında sağlıklı bir çözümün ancak ve ancak serbest ve adil seçimlerle sağlanabileceğini ifade etti. Mısır: Sürüncemeden Nihayete: Sisi’nin Cumhurbaşkanlığı Adaylığı 3 Temmuz 2013 tarihinde Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi‟ye karşı gerçekleştirilen darbenin lideri Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi‟nin geçiş döneminin hemen ardından cumhurbaşkanlığı görevine soyunması beklenen bir gelişmeydi. Ancak Sisi‟nin başkanlığa aday olduğunu resmen açıklamasına kadar geçen süreç içindeki gelişmeler Mısır içinde sürüncemeli bir sürecin yaşandığına dair pek çok emare barındırmaktadır. 25 Ocak‟ta eski cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek‟in devrilmesinin ikinci yıl dönümünü kutlamak maksadıyla Kahire‟de toplanan on binlerin Sisi‟nin cumhurbaşkanı olması yönündeki talepleri, Nisan sonunda yapılması beklenen cumhurbaşkanlığı seçimleri için önemli bir kamuoyu yoklaması özelliği taşıdı. Birçok Mısırlının ülkenin içinde bulunduğu siyasi krizden çıkış adına kurtarıcı olarak Sisi‟yi görmesine karşın Mısır içi dinamikler bağlamında hatırı sayılır bir kitle de Sisi‟nin cumhurbaşkanlığının devrim sürecini sona erdirerek otoriterleşmenin önünü açacak bir gelişme olacağınıöne sürmekte. Beynelmilel 55 Toplumsal tabanda Sisi ve cumhurbaşkanlığı başlığı üzerine yaşanan bu ayrışma ordu içi dinamiklere de sirayet etmiş gibi bir görüntü çizdi. Kuveyt merkezli El Siyase gazetesinin Sisi ile yaptığı röportaj ve sonrasında yaşananlar Mısır gündeminde önemli bir tartışma meselesi oldu. El Siyase gazetesi muhabirinin muhtemel adaylıkla ilgili olarak yönelttiği bir soruya Sisi “Talebi geri çevirmeyeceğim. Mısır halkının güvenini serbest oyla yenilemesi için bu imkânı onlara sunacağım.” dedi.El Siyase gazetesinde yayınlanan röportajın hemen ardından Mısır Ordusu sözcüsü Albay Ahmed Ali‟nin yaptığı bilgilendirmede Sisi‟nin sözlerinin yanlış anlaşıldığı vurgulanarak Sisi‟nin aday olduğu yönündeki iddialara yalanlama geldi. Ocak ayı sonunda yapılan açıklamalarda Sisi‟nin olası cumhurbaşkanlığına yeşil ışık yakan ordudaki bu tavır değişikliği farklı yorumların türemesine olanak sağladı. Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi‟nin Rusya ile Mısır arasındaki işbirliğini artırmak ve hızlandırmak amacıyla düzenlediği Moskova ziyaretine Putin‟in açıklamaları damga vurdu. Sisi‟nin ve Mısır makamlarının cumhurbaşkanlığı adaylığına dair henüz resmi bir açıklama yapmadığı bir dönemde Putin “Sayın Savunma Bakanı, sizin Mısır cumhurbaşkanlığına aday olmaya karar verdiğinizi biliyorum. Hem kendim, hem de Rus halkı adına size şans dileriz” açıklamasında bulunarak hem Sisi‟ye açık bir destek sunmuş oldu hem de Mısır siyaseti ile ne denli iletişim halinde olunduğunu ortaya koydu. Ülke içindeki tartışmaları sonlandıran ve ordu içinde mutabakata varıldığının işaretlerini gösteren karar 26 Mart‟ta geldi. Tüm resmi görevlerinden istifa eden Sisi, Mısır cumhurbaşkanlığı için aday olduğunu resmen açıkladı. Gerek ülke içindeki popülaritesi gerek karşısında güçlü bir adayın bulunmaması neticesinde Abdülfettah el Sisi‟nin cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. “Meşru Cumhurbaşkanı, Gayr-ı Meşru Yargı” Serbest seçimlerle iş başına gelen ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, 3 Temmuz 2013 tarihinde iktidarına karşı düzenlenen darbe ile devrilmiş ve İskenderiye‟de tutsak hayatına başlamıştı.Tutukluluk süresi boyunca çıktığı her mahkemede mahkemeyi tanımadığını belirten Mursi, her fırsatta meşru cumhurbaşkanı olduğunu vurguladı. Son olarak 28 Ocak‟ta çıkarıldığı mahkemede mahkeme heyetini ve askeri yönetimi sert sözlerle eleştiren Mursi‟nin yargılanmasının sağlıklı şartlarda yürütülmediği kaydedildi. Mahkeme salonunda ses geçirmeyen bir kafes içinde tutulan Mursi ancak mahkeme yönetiminin gerekli ve uygun görmesi halinde söz alarak konuşabiliyor. Bu konuşmanın içeriğine göre ise mahkeme heyeti zaman zaman Mursi‟nin mikrofonunu kapatarak kayıt alınmasının önüne geçiyor. Beynelmilel 56 Mursi‟ye destek vermenin bile açık bir biçimde suç sayıldığı Mısır‟da yargılama sürecinin hukuki salahiyeti tartışmasız şekilde yara almış durumda. Mursi‟nin yargılanması sürecinde doğan hukuk krizini genişleten bir gelişme de Müslüman Kardeşler hareketi üzerinden gözlendi. Müslüman Kardeşlerin Mısır yönetimi tarafından “terör örgütü” olarak ilan edilmesinin hemen ardından Mısır yargısı 24 Martta Müslüman Kardeşler üyesi 528 kişi hakkındaki idam cezasını onadı. Mısır yargısının bu kararının BM, AB ve ABD nezdinde tepki toplamasına rağmen Mısır Başsavcılığının 25 Martta Müslüman Kardeşler hareketinin 919 üyesi hakkında iki yeni dava açması, askeri yönetimin Müslüman Kardeşlere yönelik başlattığı sürek avının yoğunlaşarak devam edeceğinin kanıtı oldu.Sisi‟nin devlet başkanı seçilmesinin ardından Müslüman Kardeşlere yönelik “hukuk” operasyonunun da yoğunlaştırıcı etkisi ile kitlesel gösterilerin artması bekleniyor. Grev Baskısı Hükümeti Düşürdü 24 Şubatta Mısır Başbakanı Hazım Beblavi, kamuoyuna yaptığı açıklamada istifa ettiğini duyurdu. Mısır‟ın ekonomik, siyasi ve güvenlik bağlamında dar bir tünelde olduğunu vurgulayan Beblavi, hiçbir hükümetin kısa bir sürede halkın taleplerini karşılamada başarılı olamayacağını belirterek kamu çalışanlarının grev ilan etmelerine göndermede bulundu. Medya organlarının büyük bir kısmında ise Beblavi‟nin ekonomik sıkıntılar ve bu paralelde yükselen grev krizini yönetmede başarısız olduğu vurgulanırken Beblavi‟nin açıklamalarının tam aksi yönde bir portre çizildi. Ocak ayında ilan edilen yeni anayasa uyarınca Nisan ayı ortalarında seçime gidilmesi öngörülen Mısır‟da geçici hükümeti kurma görevi Beblavi‟nin kabinesinde de yer alan İbrahim Mihlib‟e verildi. Hüsnü Mübarek dönemi kabinelerinde de görev alan Mihlib aynı zamanda Ortadoğu‟nun en büyük inşaat firmalarından biri olan Arab Contractors firmasının yönetim kurulu başkanı. Yemen: Uzlaşı Federatif Yapıda Ülke çapında farklı siyasi gruplara mensup çak sayıda katılımcının yer aldığı ve iki hafta süren panelin ardından Yemen resmi haber ajansı SABA tarafından yapılan bilgilendirmede ülkenin altı bölgeye ayrılarak federatif yapıya geçilmesi kararı alındığı duyuruldu. Beynelmilel 57 Yeni federatif yapılanmaya göre ülkenin başkenti Sana herhangi bir federal bölgenin içinde yer almaksızın ayrı bir federal şehir olarak kalırken Aden bölgesine bağımsız yargı ve yürütme yetkileri tanınacak. Panel sonunda varılan anlaşma uyarınca siyasi gruplar iktidar geçişinin sağlanabilmesi için Devlet Başkanı Mansur el Hadi‟ye bir yıl süre verdi. Katar: Körfez’de Dışlanan Ülke Müslüman Kardeşler başta olmak üzere İslamcı gruplar ile kurduğu ilişkiler nedeniyle Körfez bölgesinde yalnızlaştırılan Katar‟ın yaşadığı bölgesel kriz, son gelişmeler ışığında daha da derinleşme trendine girmiş durumda. Katar‟ın 2013 yılında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ile imzaladığı üçlü güvenlik anlaşmasını uygulamaya sokmadaki isteksiz tavrı sonrasında Suud ve BAE hükümetleri Doha‟daki büyükelçilerini çekme kararı aldılar. 5 Martta yapılan yazılı açıklamada söz konusu diplomatik hamlenin gerekçeleri sıralanırken amacın kriz çıkartmak değil güvenlik ve istikrarı sağlamak adına önlem almak olduğu vurgulandı. Suudi Arabistan ve BAE‟nin Katar‟a yönelik diplomatik hamlesinin ziyadesinde pek çok bölge ülkesi de Katar‟ın Müslüman Kardeşler ısrarından rahatsız durumdalar. Libya, Bahreyn ve askeri yönetim altındaki Mısır‟ın da Katar karşısındaki duruşlarının netleşmesi ile Katar-Hamas bağdaşmasının karşısında güçlü ve geniş bir bölgesel blok oluşmuş durumda. Diplomatik seviyede yoğunlaşan bu krize ek olarak Arap toplumları nezdinde de bir Katar karşıtlığı oluşmaya başlamış durumda. Özellikle Müslüman Kardeşlerin bölgedeki yıldızının sönmeye başlaması ile beraber Katar‟ın bölge halkları nezdindeki algılanırlığı basiret krizi yaşarken en ciddi tepkiyi Katar merkezli el Jeazzera televizyonu topluyor. Televizyonun yayın politikalarını eleştiren Arap kamuoyu Katar‟ın bölgeye uyumlu bir siyasi çizgiye çekilmesi için hükümetler üzerindeki baskıyı giderek yoğunlaştırmakta. BirleĢik Arap Emirlikleri: “Müslüman Kardeşler Adalet İstiyor” Müslüman Kardeşler hareketinin uluslararası kolunu kurmak ve güvenlik hizmetlerinde gizli belgeleri çalmak suçu ile yargılanan 30 Müslüman Kardeşler hareketi üyesi Birleşik Arap Emirlikleri‟nin başkenti Abu Dabi‟de çıkarıldıkları mahkemece beş yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Beynelmilel 58 Uluslararası AF Örgütü hazırladığı raporda yargılamanın “düzensiz ve gelişigüzel” yapıldığını kaydederek Müslüman Kardeşlere karşı yürütülen kampanyaya yönelik en ciddi eleştiriyi kurumsallaştırmış oldu. Uluslararası Af Örgütü‟nün raporuna ek olarak BAE yönetiminin Mursi sonrası Mısır‟da oluşturulan askeri yönetim ile diyalogu ve Müslüman Kardeşler karşıtı tavrı, mahkemenin verdiği hapis kararının sorgulanmasına yol açtı. BAE ve Mısır örneklerinde yaşananların oluşturduğu bölgesel tablodaki Müslüman Kardeşler karşıtı imaj, hiç kuşkusuz sağlıklı bir yargılama sürecinin önündeki en büyük engel olma özelliği taşıyor. Yargılama sürecinin yoğun bir şaibe barındırması orta vadede Müslüman Kardeşlerin kitlesel gösteri ve eylemleri yoğunlaştırmasına sebep olacak; bu yoğunlaşma ise Ortadoğu kazanının altındaki ateşin harlanmasına sebep olabilecek mahiyettedir. Tunus: Tunus Anayasasından Siyasette Kadın Açılımı Tunus, Ocak 2011‟de Zeynel bin Abidin‟in iktidardan indirilmesi sonrasında içine girdiği yeniden yapılanma sürecinde hem ülkesel hem de bölgesel bağlamda tarihi bir adım attı. Bin Abidin döneminde muhalif erkeklerin büyük bir kısmının hapiste olmasından dolayı direniş sürecinde önemli bir sosyo-politik figür haline gelen kadınlar, yeni anayasa ile şiddete karşı ekstra koruma altına alınacak ve meclis içinde de erkeklerle her manada eşitliği garantileyecek. Anayasa maddesinin mimarı olarak gösterilen Demokratik Forum Partili kurucu meclis üyesi Lobna Jeribi, “temsiliyette eşitliğin anayasal güvence altına alınmasını sağlayana bu madde tarihi bir adım; hem de sadece Tunuslu kadınlar için değil.” ifadeleri ile söz konusu siyasal açılımın bölge için ne denli anlamlı olduğunu vurguladı. Libya: Libya kimyasal Silah Noktasında Uyumlulaşıyor Libya Dışişleri Bakanı Muhammed Abdülaziz 5 Şubat‟ta Kimyasal silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü ile birlikte düzenlediği basın toplantısında Libya‟daki kimyasal silah stokunun imha edildiğini açıklarken; Ahmet Üzümcü‟de söz konusu silahların imha edildiği alanları gezdiğini belirterek Libya dışişleri bakanının açıklamalarını teyit etti. Söz konusu gelişme Libya‟nın uluslararası camiaya adapte olma sürecinde hayati bir dönüm noktası olma özelliği taşımaktadır. Beynelmilel 59 GÜNEYDOĞU ASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) Hindistan: Hindistan’da Yaklaşan Genel Seçimler Hindistan‟nın bağımsızlığını kazanmasının üzerinden geçen 67 senede Hint demokrasisinin temelleri sağlamlaşmış ve derinleşmiştir. Önümüzdeki günlerde dünyanın en geniş kapsamlı federal parlamento seçimine ev sahipliği yapacak olan Hindistan‟da 814 milyon seçmenin oy kullanacağı öngörülmektedir.Nisan ve Mayıs ayında 9 aşama halinde yapılacak olan 16. Genel seçimler dünyanın en kalabalık demokrasisi olan Hindistan‟da gerginliği arttırmaktadır. Ülkenin kuzeyindeki Uttar Pradeş eyaletinin başkenti Lucknow‟da rakip siyasi partilerin destekçileri arasında çatışmalar çıkarken Aam Aadmi Partisi (Halk partisi) üyeleri, Bharatiya Janata Partisi‟nin başkent Yeni Delhi‟deki bürosuna saldırı düzenlemişlerdir. Öte yandan Uttar Pradeş eyaletindeki Müslümanlar, bölgede yaşanan şiddet olaylarından dolayı genel seçimlerde temsil edilmeyecekleri endişesini taşımaktadırlar. Hindistan'da yaklaşık 200 milyon Müslüman yaşamaktadır ve Müslüman nüfus toplam nüfusun yaklaşık yüzde 14'üne tekabül etmektedir. Ülkede iktidarı elde etmek isteyen partiler Müslümanların da oylarını almak istemektedirler. Ne var ki Uttar Pradeş eyaletinin Muzaffarnagar kentinde Müslümanlarla Hindular arasında 3 hafta süren, 60 kişinin ölümü ve 60 binden fazla kişinin yerlerinden olmasıyla sonuçlanan şiddet olaylarının etkisini üzerlerinden atamayan Müslümanlar için genel seçimler pek anlam taşımamaktadır. Müslümanların büyük bölümü, 2002 yılında Gujarat'ta patlak veren ve yaklaşık 2 bin Müslümanın öldüğü şiddet olaylarından sorumlu tuttukları Ulusal Demokratik İttifak'ın başbakan adayı Narendra Modi‟ye oy vermeyeceğini söylemektedir. Kamuoyu yoklamalarında Başbakan adayı Narendra Modi liderliğindeki ana muhalefetteki (Bharatiya Janata Parti) BJP‟nin birinci parti olması, Kongre Partisi‟nin uzun süren iktidarının sona ereceğinin göstergesi olmaktadır. İktidarda bulunan Kongre Partisi liderliğindeki koalisyon hükümetinin de yolsuzluk skandalları, yüksek enflasyon ve küçülen ekonomi nedeniyle sert eleştirilere maruz kaldığı bilinmektedir. Bugüne kadar Kongre Partisi ve Bharatiya Janata Partisi (BJP) mücadelesine sahne olan Hindistan siyasetinin bu dönem yeni kurulan Aam Admee Partisi (Halk Partisi) (AAP) ile farklı bir yöne evrileceği konusunda görüşler gündemde yer bulmaktadır. Beynelmilel 60 Afganistan: Afganistan’da Cumhurbaşkanlığı Seçimi Ülke tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinde yapılacak seçimlerde 12 yıldır görevde olan Hamit Karzai‟nin yerini alabilecek 8 aday nihai listede bulunmaktadır. 2001 yılındaki ABD müdahalesi sonrası 3. kez cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı Afganistan‟da Cumhurbaşkanı adayları arasında eski Dışişleri Bakanları Abdullah Abdullah ve Zalmai Resul ile eski Maliye Bakanı Eşreg Ghani de bulunmaktadır. Seçimi sabote etme tehdidinde bulunan Taliban'a ve güvenlik kaygılarına rağmen, katılımın yüksek olduğu seçimde ülke genelinde 2001'de Taliban'ın devrilmesinden sonra görülen en büyük güvenlik operasyonunun yürütülmekte olduğu belirtilmektedir. NATO ve ABD güçleri ise telep olduğunda devreye gireceklerini bildirmişlerdir. Afgan Anayasası ise iki dönemdir cumhurbaşkanı olan Karzai'nin arka arkaya üçüncü kez aday olmasına izin vermemektedir. Pakistan: Pakistan Eski Askeri Lideri Müşerref Vatan Hainliği ile Suçlandı Pakistan‟ın asker kökenli eski cumhurbaşkanı Pervez Müşerref‟e, 2007 yılında ilan ettiği olağanüstü hal sırasında anayasanın altıncı maddesini ihlal ettiği gerekçesi ve vatana ihanet suçlamasıyla dava açıldı. 1999 yılında Genelkurmay başkanı iken askerî darbeyle başa geçen Müşerref‟in davası ülkedeki askerî vesayetin yıkılması yolunda sembolik bir adım olarak görülmektedir. Uzun yıllar askerî yönetimlerle idare edilen Pakistan‟da, devlet başkanlığı da yapmış yüksek rütbeli bir askerin yargılanması ülke için bir ilk olma özelliği taşımaktadır. 2001-2008 yılları arasında ülkeyi yöneten Pervez Müşerref Pakistan'ın en uzun süre iktidarda kalan liderlerinden biri olmuştur ve daha sonra ülkeyi terk etmiştir. 2013 Mart ayında ülkesine dönen Pervez Müşerref, partisinin başında seçimlere girmeyi ummuştur; ancak daha sonra seçime girmekten men edilmiştir. Yapılan duruşmada Müşerref suçlamaların hiçbirini kabul etmezken, kendisine nasıl vatan haini denebileceğini sorgulamıştır ve olağanüstü hal ilanında anayasaya uygun davrandığını öne sürmüştür. Beynelmilel 61 AVRUPA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) AVRUPA BĠRLĠĞĠ Dönem BaĢkanlığı DeğiĢimi 1 Ocak 2014’ ten itibaren AGĠT baĢkanlığı Ukrayna’dan Ġsviçre’ye geçti. Ġsviçre DıĢiĢleri Bakanı Didier Burkhalter’in baĢkanlığını yapacağı AGĠT’ de yeni dönemde temel nihai hedefin güvenliğin, istikrarın ve insanların refah düzeyinin artırılması olarak vurgulandı. 1 Ocak 2014 itibari ile Ukrayna Belarus’tan Bağımsız Devletler topluluğu(BDT) dönem baĢkanlığını devraldı. Özellikle bölgede ülkeler arasındaki karĢılıklı ticaretin önündeki setler ve BDT ülkeleri arasındaki çatıĢmalar Ģu anda bölgenin yüz yüze geldiği konuların baĢında geliyor. Bölgenin karĢılaĢtığı bu ihtilaflı sorunları kendi ülkesinde sorunlarla boğuĢan Yanukoviç’in nasıl çözeceği merak konusuydu. Ocak ayında AB dönem baĢkanlığını devralan Yunanistan, Avrupa Parlamentosunda 6 ay boyunca neler yapmayı planladığını açıkladı. Avrupa milletvekillerine seslenen Yunanistan baĢbakanı ülkesinde uygulanan kemer sıkma önlemlerinin oldukça etkili olduğunu söyledi. Ayrıca Yunanistan’ın öncelikleri arasında ekonomik büyüme ve istihdam olduğunu belirtti. Ukrayna: Ukrayna Yangın Yeri AB ile ortaklık anlaşması ve ilişkilerin onarılması umudu ile sokağa dökülen halkın taleplerinin karşılanmaması ve Ocak ayı ortalarında gösteri yasası ve vergi reformu içeren düzenlemelerin Ukrayna parlamentosunda torba yasası aracılığıyla geçmesi, kasım ayında başlayan protestoların ocak ayında da şiddetli bir şekilde devam etmesine neden oldu. 20 Ocak 2014 Kiev‟de her taraf yangın yerine döndü. Ukrayna parlamentosunda kabul edilen yasa tasarılarını protesto etmek amacıyla parlamento binasını işgal etmek isteyen göstericilerle polis arasında çatışmalar, Yanukoviç yönetiminin muhalefetle müzakerelere açık olduğunu belirtmesiyle bir nebze durdu. Ancak muhalefetin 24 saat içinde erken seçim kararı ültimatomuna karşılık Ukrayna Başbakanı Azarov‟un sert bir şekilde karşı çıkmasıyla ülke hızlı bir şekilde kargaşa ortamına evrildi. Erken seçim ve hükümetin koşulsuz istifasını isteyen meydanlara akın etmeye devam etti. Böylece 23 Ocak ta Ukrayna‟da protestoların Beynelmilel 62 şiddetli bir şekilde artması ile büyüyen krizlerin önüne geçmek isteyen hükümet ile muhalefet arasında gerçekleştirilen diyalog girişimleri sonuçsuz kaldı. Tam kapısının önünde bir demokratik ve ulusal devrim hareketi ile karşı karşıya olan doğu bloğunda yer alan Orta Avrupa ülkelerinin kurduğu Visegrad Grubu Budapeşte‟de Ukrayna krizi İçin acil 30 Ocak‟ta acil toplandı. Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya başbakanları Ukrayna‟daki artan hükümet karşıtı protestolardan ve siyasal krizden duydukları endişeleri dile getirip krizin çözümü için işbirliği çağrısı yaptılar. Yanukoviç 21 Şubat tarihinde ülkedeki yüksek tansiyonu düşürme adına Arseni Yatsenyuk‟a Başbakanlık, Vitali Kliçko‟ya ise Başbakan Yardımcılığı önermişti. Ancak Ukrayna muhalefetinin çok parçalı yapısı, krizin başından beri etkin olmaya çalışan AB‟nin Ukrayna-Rusya-AB müzakerelerine karşı çıkması ve Ukrayna'yı sıfır toplamlı bir oyun içerisine çekmesi söz konusu önerilerin kabul edilmemesine neden oldu. Tüm bu anlaşmazlıkların ötesinde bir de parlamentonun Yanukoviç'i azletmesi krizi başka bir boyuta sokmuş, Rusya‟nın meseleyi batılı istihbaratın organize ettiği bir darbe olarak görüp Batı ve Ukrayna tarafından bir meydan okuma olarak algılamasına sebebiyet vermiştir. Yine Rusya bu kararların arifesinde ekonomik yardımı askıya aldı ve doğalgaz indirimini gözden geçireceğini duyurdu. Tutuklu bulunan Yuliya Timoşenko‟nun serbest bırakılması ve 25 Mayıs 2014‟te erken seçime gidilmesi Ukrayna parlamentosunun Yanukoviç‟in azledilmesinin ardından almış olduğu iki diğer önemli karardı. Ukrayna‟da gelişen bu olayların ışığında bir de yeni hükümetin Kırım bölgesinin Sivastopol kentinde bulunan Rus Karadeniz Filosunun 2042'ye kadar orada kalmasına ilişkin düzenlemeyi iptal etme girişimi Rusya‟nın sert tepki vermesine vesile oldu. Rusya 21 Şubat antlaşmasına uyulmadığı gerekçesiyle Rusya yeni yönetimin meşru olmadığını ve Rus nüfusun güvenliği için askeri müdahalede bulunabileceğini belirtti. Kırım Üzerinden Bilek Güreşi Demografik ve kültürel yapısı Rusya ile uyumlu bir görünüm sergileyen Kırımda 27 Şubat 2014 tarihinde silahlı ve üniformalı kişiler başbakanlık ve parlamento binasını ele geçirdi. Aynı gün içinde 30 Mart‟ta yapılması planlanan(daha sonra Mart 16 ya alındı) ve Kırımın kaderini belirleyecek olan referandum kararı alındı. 16 Mart 2014'te Kırım'da yapılan referandum ile oylamaya katılanların %96'sı Rusya'ya bağlanılması yönünde oy kullandı.(Kırım Tatarları boykot kararı almışlardı.)17 Mart'ta ise Putin Kırım'ı bağımsız bir devlet olarak tanıyan kararı onayladı. Beynelmilel 63 Kırımın Ukrayna‟dan ayrılıp Rusya‟ya katılımı, Brüksel‟de düzenlenen iki günlük AB liderler zirvesinde Rusya‟ya yönelik yaptırımlar tartışıldı. Liderler zirvesi sonucunda Rusya‟ya karşı üç aşamalı bir yaptırım kararı çıktığını ifade eden Rompuy, öncelikle uzun süredir müzakereleri yürütülen AB ve Rusya arasındaki vize muafiyeti görüşmelerinin ve bu konuda imzalanması planlanan anlaşmanın askıya alındığını açıkladı. Diplomatik açıdan ise önümüzdeki Haziran ayında Soçi‟de düzenlenmesi planlanan G-8 zirvesine katılım hazırlıklarını erteleyen AB ülkelerinin kararının desteklendiği bildirildi. Zirvede AB‟nin Rusya‟ya enerji konusunda bağımlılığın nasıl azaltılacağına yönelik tartışmalar alevlendi. EnerjideRusya‟ya olan bağımlılıktan endişe duyan AB arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve enerji verimliliğinin artırılmasını gerektiği üzerinde de duruldu. Ukrayna Krizi’nin Gölgesinde Rusya ile Brüksel zirvesi 28 Ocak‟ta Sadece 2 saat süren Brüksel zirvesinde AB ile Rusya arasında yaşanan sorunlar ele alındı. AB‟li liderler Rusya‟nın Ukrayna‟ya baskı uygulamasını doğru bulmadıklarını belirttikleri zirvede, bir bölge kazandığı zaman diğerinin kaybettiği algısının değiştirilmesi gerektiğine vurgu yaparak AB‟ nin, blokların diğer bloklara karşı olduğu fikrine karşı olduklarını belirtti. Vladimir Putin ise, AB‟nin Rusya‟nın etkisi altında bulunan ülkelere müdahale etmemesi gerektiği mesajını verdi. Ukrayna‟nın ve diğer eski Sovyet hinterlandındaki doğu Avrupa ülkelerinin Rusya ile olan tarihsel ilişkilerine vurgu yaptığı konuşmasında Putin; kutuplaşma anlayışından vazgeçip bu ülkelerde ekonomik ve siyasal istikrarı temin etmeleri gerektiğinin altını çizdi. AB-Rusya Arasında Söz Dalaşı Şubat ayında Viktor Yanukoviç‟in kaçması siyasi kaosun sona ermesini sağlamadı. AB dış ilişkiler yüksek temsilcisi Catherine Ashton Ukrayna‟da serbest bırakılan turuncu devrimin simgelerinden YuliaTimoşenko ile bir araya geldi. Ukrayna‟ya her türlü yardımda bulunacaklarını belirten Ashton, Rusya‟nın Ukrayna‟nın seçtiği yolda ilerlemesine izin vermeleri gerektiğini belirtti. Ukrayna‟nın Rusya ile karşılıklı bağımlılığına vurgu yapan AB, Rusya‟nında nihai kaygılarının AB tarafından anlaşıldığını, ancak temel kaygının Ukrayna‟nın toprak bütünlüğünün, birliğinin ve özgürlüğünün sürdürülmesi gerektiği mesajını verdi. Lüksemburglu mevkidaşı Aselborn ile Lüksemburg da görüşen Lavrov ise AB ve ABD‟yi Ukrayna‟yı köşeye sıkıştırmakla suçladı. Ukrayna‟yı ya bizimlesiniz ya da değilsiniz şeklinde zorlamanın oldukça zarar verici ve tehlikeli olduğunu belirten Lavrov, Ukrayna‟nın küresel Avrupa ailesinin bir parçası olması gerektiğini belirtti. Beynelmilel 64 AB’ye İngiliz Resti Ocak ayının önemli gelişmelerinden biri Londra‟nın 2017‟de İngiltere‟nin AB üyeliğini referanduma götürmeyi planlamasıdır. İngiltere maliye bakanı AB‟ne ültimatom niteliğinde uyarıda bulundu. AB‟de derin reformların gerçekleştirilmemesi halinde birliği terk edebileceklerini söyledi. İngiltere özellikle AB‟de serbest dolaşımı kısıtlamak ve ab nin çöküşünü engellemek amacıyla reformların bir an önce yapılmasını dile getiriyor. BaĢbakan Erdoğan Brüksel’de Ocak ayında Brüksel‟de AB‟nin üç ana kurumunun başkanları ile görüşen başbakan Erdoğan AB‟den Türkiye ile yürütülen tam üyelik müzakerelerini hızlandırmasını istedi. Toplantı sonrası konuşan AB Konseyi Başkanı VanRompuy Türkiye‟ye reform sürecinde geri adım atmama çağrısı yaparak tam üyelik müzakerelerini devam ettirme konusunda AB‟nin isteğini dile getirdi. İklim Değişikliği AB Komisyonun iklim değişikliği ile ilgili açıklamaları çevrecileri tatmin etmedi. 2030 yılına kadar ulaşılması gereken hedefler çevrecilere göre yetersiz kalıyor. Ab komisyonu 2030 yılına kadar sera gazı salımının %40 oranında azaltılması ve yenilenebilir enerji payının da % 27 ye çıkarılmasını hedefliyor. Çevreciler için nihai kaygı alınan önlemlerin doğal felaketleri önlemek için yeterli olup olmayacağı. AB Komisyonu Ekonomik Tahminleri Açıklandı Şubat ayında, AB Komisyonun 2014 kış dönemi ekonomik tahminleri açıklandı. Kuzey ve güney Avrupa ülkeleri arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. AB‟nin krizden çıkıp çıkmadığı sorgulanıyor. Açıklamada Almanya ekonomisinin %1,8 oranında büyümesi bekleniyor. 2014 yılında Euro bölgesinde enflasyonun %1, 2015‟te ise bu oranın %1,3 oranına yükselmesi bekleniyor. Ancak Euro bölgesinin krizden çıktığı söylenemez. AB ülkeleri içindeki dengeli olmayan büyüme oranları iyileşmeyi yüzeysel kılıyor. AB Son iki yıl içinde yaşadığı zor dönemleri belki atlatmış gözükse de borç düzeyinin yüksek olması ve işsizlik oranının tavan yapması göz önünde bulundurulması gereken etkenler olarak AB ekonomisinin önünde duruyor İsviçre’de Göç Referandumu Brüksel İsviçre‟de göçe yönelik yapılan referandumun ardından İsviçre‟ye mesafeli davranmaya başladı. İsviçre şubat ayından itibaren belirsiz bir tarihe kadar öğrenci değişim programı olan Erasmus‟tan çıkartıldı. 2014 Eylül ayından itibaren öğrenciler Erasmus Beynelmilel 65 programından faydalanamayacak. İsviçre‟de yapılan halk oylamasında AB ülkelerinden göçe kısıtlama kararı çıkmıştı. AVRASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) Ukrayna: Ukrayna Krizi Yanukoviç liderliğindeki Ukrayna‟nın AB ile sürdürmekte olduğu serbest ticaret anlaşması görüşmelerinden çekilmesi sonrasında Kiev‟in Moskova ile yakınlaşmasına tepki olarak başlayan sokak gösterileri ve sonrasında yaşananların bölgedeyarattığı siyasi kriz devam ediyor. Kremlin yanlısı Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in aylar süren sokak gösterilerinin ardından devrilmesiyle başlayan süreç Rusya‟nın Kırım‟ı ilhak etmesiyle sonuçlanmıştı. Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç‟in devrilmesinin ardından Rusya Ukrayna‟daki yeni yönetimi tanımadı. Rus Parlamento‟sununUkrayna‟ya asker sevki için Putin‟e yetki vermesinden sonra Kırım işgal edildi. Ukrayna‟da yönetimi ele geçiren aşırı milliyetçilerin Rusların çıkarlarını ve Rusça konuşan nüfusun haklarını tehdit ettiğini öne süren Rusya, askerlerinin ülkenin çıkarlarını ve vatandaşlarını korumak için Ukrayna‟daki siyasi durum normalleşene kadar ülkede kalacağını açıkladı. Kırım, Ukrayna'da Rusça konuşanların çoğunlukta olduğu tek bölge. 1954'te Sovyetler Birliği tarafından Ukrayna'ya verilen bölgede, Rusların yanı sıra Ukraynalılar ve Kırım Tatarları da yaşıyor. Ukraynalıların çoğu, 1932-33 yıllarında yüz binlerce kişinin öldüğü kıtlıktan Sovyetler Birliğini sorumlu tutuyor. Kırım Tatarları ise bazı Tatar liderlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle yüz binlerce kişinin Orta Asya'ya sürülmesinin acıları unutulmuş değil. 1990'larda geri dönüş hakkı elde etmelerine rağmen Kırım Tatarları özerk bölgede nüfusun sadece yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor. Rusya‟nın Ukraynatopraklarındaki askeri hareketliliği nedeniyle G8'deki ortakları, Rusya‟yı kınadı. G7 ülkelerinin Beyaz Saray tarafından yayınlanan mesajında Rusya'nın, Ukrayna'nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü açıkça ihlal ettiği belirtilirken yedi ülke (ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada) haziran ayında Soçi'de yapılması planlanan G8 Zirvesi'nin hazırlıklarını da askıya aldı. Ayrıca G7 maliye bakanları Beynelmilel 66 Ukrayna'ya güçlü mali destek sağlama sözü de verdi. Rusya‟nın G8‟den çıkarılmasıyla ilgili konuşan Rusya dış işleri bakanı Lavrov, G8‟in resmi olmayan bir kulüp olduğunu, kimsenin elinde üyelik kartı olmadığını, hiç kimsenin de birilerini buradan kovamayacağını kaydetti.Batılı ortakların G8 formatında bir zirvenin gerekli olmadığını düşünüyorsa, Rusya‟nın da buna yapışma gibi bir ısrarı olmadığını belirten Lavrov, “Eğer Batılı ortaklarımız bu yapının tarihini tamamladığını düşünüyorsa, istedikleri gibi olsun… Birileri tecrübe için biri olmadan nasıl yaşandığını bir ya da bir buçuk yıl tecrübe edebilir.” eleştirisi getirdi. Rusya‟nın Kırım‟ı işgalinden sonra dış işleri bakanları düzeyinde ilk kez toplanan NATO üyesi ülkeler de Rusya‟nın Kırımı ilhakını kınadı ve Ukrayna yönetiminin itidalli duruşunu destekledi. Üye ülkeler zorunlu durumlar haricindeki tüm askeri ve sivil işbirliğini askıya aldığını açıkladılar. Kırım konusunda ABD ve AB‟nin uyarılarını dikkate almayan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kırım'da 16 Mart‟ta düzenlenen referandumda "yüzde 97 oranında Ukrayna'dan ayrılma" kararı çıkmasının ardından, Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılarak ülkesine bağlanmasını onaylayan anlaşmayı imzaladı. Böylece Kırım Özerk Cumhuriyeti, resmen Rusya'ya bağlanmış oldu. Ukrayna'nın toprağında gözümüz yok" diyen Putin, geçmişte Tatarların adaletsizlikle karşılaştığını, ancak bundan sonra Kırım Tatarlarının koşullarının iyileştirilmesi için gerekli adımların atılacağını dile getirdi. Kırım'da artık Rusça, Ukraynaca ve Tatarca olmak üzere üç dil olacak dedi. ABD ve Avrupa'nın "Referandumu tanımayacağız" açıklamalarına karşın "Kırım referandumu demokratik ve yasaldır" diyen Putin ayrıca Batılı müttefiklerin Ukrayna konusunda sorumsuz davrandığını, Soğuk Savaş söylemlerinin bir kenara bırakılması gerektiğinin altını çizdi. Kırım'da yaşananları Kosova‟da yaşananlarla eş tutan Putin, Kosova‟dakiArnavutlara tanınan hakların Kırım'daki Ruslara, Ukraynalılara ve Kırım Tatarlarına tanınmadığını ifade etti. Putin‟in Kırım politikasındaki ısrarı üzerine ABD ve AB Rusya lideri Vladimir Putin‟in yakın çevresindeki bazı isimlere ve diğer yetkililere “mal varlıklarının dondurulması ve seyahat yasağı”nı içeren bir ambargo uygulamaya başladı. Buna karşılık Rusya da ABD'li politikacılara kendi ambargolarını koyarak yanıt verdi. Bununla birlikte Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ulusal ödeme sistemi kuracaklarını da açıkladı. Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasının ardından ABD yaptırımları yüzünden bazı Rus bankalarının MasterCard ve Beynelmilel 67 Visa ödeme sistemiyle işlem yapmaları engellenmişti. Rusya parlamentosu üst kanadı Federasyon Konseyi üyeleriyle bir araya gelen Putin, Japonya ve Çin'de uygulanan çalışmaları örnek gösterdi ve konuyla ilgili Rusya Merkez Bankası'nın faal olarak çalışma yaptığını söyledi. Rusya‟ya konulan ambargonun yanında Batı dünyası Ukrayna‟yı desteklemeyi de ihmal etmiyor. ABD Kongresi Ukrayna için 1 milyar dolarlık kredi garantisi desteğini kanunlaştırdı. Ayrıca Uluslararası Para Fonu IMF, Ukrayna'nın geçici hükümeti ile bir yardım paketi üzerinde anlaştı. Bu anlaşmayla, Ukrayna'ya 14 ila 18 milyar ABD doları tutarında bir kredi programı uygulanacak. Ukrayna geçici hükümeti, IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde (devlet desteğinde reforma gidilmesi şartı), doğalgaz fiyatını 1 Mayıs tan itibaren Ukraynalı kullanıcılar için yüzde 50 artıracağını açıkladı. Ukraynalılar bugüne kadar doğalgazı devlet desteği nedeniyle çok ucuza alıyorlardı.(Ukrayna, doğalgazın yarısından fazlasını Rus şirketi Gazprom‟dan alıyor ve halka pazar fiyatının altında bir fiyata satıyor.) Öte yandan BM Genel Kurulu'nda yüz ülke, 16 Mart Kırım referandumunu yasadışı ilan eden ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü teyit eden karar lehinde oy kullandı. Ancak bağlayıcı olmadığı göz önüne alındığında, bu oylamanın Ukrayna‟ya büyük ölçüde sembolik bir destek olmaktan öteye geçmiyor. Kırımdaki referandum öncesinde, BM Güvenlik Konseyinde Kırım da gerçekleşecek referandum ve bu referandum sonucunda Kırım‟ın statüsünde yapılacak değişikliklerin geçersiz olacağını vurgulayan BMGK karar tasarısını ise Rusya veto etmişti. Karar tasarısına 15 üyeden 13‟ü destekverirken Rusya gibi veto hakkına sahip beş daimi üyeden biri olan Çin ise oylamada çekimser kaldı. Bununla birlikte Pekin, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü desteklediğini açıkladı. Tasarıyla ilgili konuşan ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Samantha Power, "Rusya'nın tasarıyı veto edebileceğini ancak gerçeği veto etmesinin mümkün olmadığını" söyledi.BMGK tasarısının Rusya'yı uluslararası toplumdan daha fazla izole edeceğini ifade eden Power, tasarının ayrıca uluslararası toplumun demokratik ve bağımsız Ukrayna'dan yana birleştiğini ortaya koyduğunu belirtti. Rus lider Putin ve ABD Başkanı Obama Kırım‟daki krizin diplomatik yollarla çözümüne ilişkin bir telefon görüşmesi yaptı. Rusya'nın Ukrayna sınırına yaptığı askeri yığınağın durdurulması, Kırım'dan asker çekilmesi ve bölgedeki Rus kökenlilerin korunması konularının ele alındığı bir saatlik görüşmeyle ilgili olarak Putin‟in Kiev'deki "aşırılık yanlılarının" oluşturduğu tehdidin altını çizdiği, Obama‟nın ise Ukrayna'nın egemenliği ve toprak bütünlüğünü vurguladığı ve Ukrayna sınırındaki askeri yığınağı durdurması çağrısında bulunduğu belirtildi. Beynelmilel 68 Putin Obama görüşmesinin ardından gerçekleşen dış işleri bakanları Kerry- Lavrov görüşmesinde de bir gelişme sağlanmış görünmüyor. Kerry, Lavrov'a ABD'nin hala Rusya'nın Kırım'ı almasını "yasa dışı ve gayri meşru" olarak gördüğünü, Ukrayna'nın geleceği konusunda hiçbir kararın Kiev hükümetinin katılımı olmadan alınamayacağını ilettiğini söyledi. Lavrov daha önce Ukrayna'da tarafsız ve federal bir yapının oluşturulması konusunda taleplerini açıklamıştı. Kerry Paris'teki basın toplantısında yaptığı açıklamada, "Ukrayna'nın meşru hükümetinin masada yer almadığı bir durumda ilerlemeyi kabul etmeyeceğiz. Prensibimiz bellidir: Ukrayna olmadan Ukrayna hakkında bir karar alınamaz." dedi. Kerry, Ukrayna sınırında "korku ve gözdağı atmosferi yaratan Rus askeri birliklerine ilişkin kaygılarını" da ilettiklerini ifade etti. Kırgızistan: Kırgızistan’da Siyasi Kriz Kırgızistan‟da 3 Eylül 2012‟den bu yana iktidardaolan koalisyon hükümetinin ortaklarından Ömürbek Tekebayev‟in liderliğindeki Sosyalist Ata Meken Partisinin başbakana güven kaybı gerekçesiyle 20 Mart‟ta koalisyondan çekilmesiyle Cantoro Satıbaldiyev başkanlığındaki hükümet düşmüş oldu. Başbakanlık'ta Satıbaldiyev başkanlığında yapılan son kabine toplantısında, Satıbaldiyev'in başbakanlık görevinden ayrıldığı, Başbakan Birinci Yardımcısı Coomart Otorbayev'in yeni hükümet kurulana kadar başbakanlık görevini yürüteceği bildirildi. Başbakanlık görevindeyken vaatlerini yerine getirememenin üzüntüsünü yaşadığını ifade eden ve bu nedenle halktan özür dileyen Satıbaldiyev, ülkede ekonomiyle ilgili birçok konunun "siyasallaştırılması" nedeniyle sitemde bulundu. Konuşmasının büyük bölümünü ülkedeki sosyo-ekonomik duruma ayıran Satıbaldiyev, ekonominin istikrarlı büyümesini koruduklarını ve tüm ödemelerin zamanında yapıldığını kaydetti. Satıbaldiyev hükümeti, 7 Nisan 2010'da meydana gelen kanlı halk ayaklanmasının ardından ülkede en uzun süre iktidarda kalan hükümet olmuştu. Sosyal Demokrat Parti (SDP), Ar-Namıs (Haysiyet) Partisi ile Sosyalist Ata Meken (Ata Vatan) Partisi'nden oluşan hükümet, ülkedeki ABD askeri hava üssünün kapatılmasını öngören ve Kumtor altın madenini işleten Kanadalı Centerra Gold şirketi ile yenilenen anlaşmayı meclisten geçirmeyi başarmıştı. Yeni bir koalisyon hükümeti kurulması konusunu görüşmek üzere parlamentodaki beş partinin grup başkanlarıyla bir araya gelen cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev, hükümeti kurma görevini Sosyal Demokrat Parti Meclis Grup Başkanı Çınabay Tursunbekov'a verdi. Beynelmilel 69 Atambayev, hükümeti oluşturacak partilere yolsuzluk konusunu göz önünde bulundurmaları uyarısında bulundu. Ayrıca hükümeti kurma görevini yürütecek partinin hazırlayacağı koalisyon anlaşmasında partilerin devletin güçlendirilmesi ve 2013-2017 dönemini kapsayan Ulusal Kalkınma Stratejisi'ni yerine getirmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Anayasaya göre yeni hükümetin en geç 11 Nisan‟a kadar kurulması gerekli. Ayrıca 120 sandalyeli mecliste hükümeti kuracak partilerin toplam milletvekili sayısının mevcut milletvekili sayısının yarısından bir fazla olması gerekiyor. Yeni hükümeti kurma çabalarının sonuçsuz kalması halinde ise parlamento dağılarak erken seçime gidilecek. Kırgızistan’daki ABDAskeri Hava Üssü Boşaltılıyor Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te 2001'den bu yana faaliyet gösteren ABD askeri hava üssü bünyesinde faaliyet gösteren İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün kapandığı bildirildi. ABD'nin Transit Sevkiyat Merkezi'ndeki İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün (askeri hava üssü) kapanması dolayısıyla Kırgız bakanların ve devlet kurumların yöneticileri yanı sıra ABD'nin Bişkek Büyükelçisi Pamela Splatlen'in de katıldığı bir tören düzenlendi. Kapanış töreninde İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün kapanmasıyla yakıt ikmali misyonunun da tamamlandığını ifade eden Transit Sevkiyat Merkezi Basın Sözcüsü Maks Dispeyn, 2001-2014 yılları arasında yakıt ikmali yapan uçakların, 33 bin 500 kez havalandığını ve 135 bin kez uçaklara havada yakıt ikmali gerçekleştirdiğini, ABD ordusuna ait Stratotanker KC-135 tipi ikmal uçakların Bişkek'ten Afganistan'a 12 milyar 200 milyon galon jet yakıtı taşıdığını belirtti. Bişkek Manas Uluslararası Havaalanı'ndaki Transit Sevkiyat Merkezi'nde bugün itibarıyla sadece kargo uçakların faaliyetlerinin kaldığını hatırlatan Dispeyn, "Kargo uçakların merkezin tamamen boşaltılmasına kadar kalacağını" söyledi. Ayrıca ABD askerlerinin, 2005'ten bu yana çeşitli sosyal program çerçevesinde yaklaşık 8 milyon dolar tutarında 39 projeyi hayata geçirdiği ve ABD askerleri ile Kırgızistan askerlerinin tecrübe paylaşımı için 223 defa bir araya geldiği belirtildi. ABD ve NATO birliklerinin Afganistan'daki operasyonları için kullandığı Manas üssü, 2001'deki 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık ayında kurulmuştu. Yaklaşık bin 500 askerin görev yaptığı üste 700 kişilik yerli sözleşmeli personel çalışıyordu. Kırgızistan‟ın ABD ve İran arasında olası bir savaş durumunda Bişkek'teki askeri üssün İran füzelerinin hedefi Beynelmilel 70 olabileceği yönündeki endişesi nedeniyle, ABD askeri hava üssünün 10 Temmuz 2014 e kadar tamamen boşaltılması bekleniyordu. Özbekistan: Özbekistan’dan Ukrayna’nın Toprak Bütünlüğüne Destek Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Orta Asya ülkelerinden Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasına ilişkin referandumu destekleyen açıklamalar yapılmasının ardından Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin dokunulmazlığını destekleyen ilk resmi açıklama Özbekistan'dan geldi. Özbekistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, Özbekistan'ın BM sözleşmesi esas prensipleri ve uluslararası hukuk normlarından yola çıkarak, "meydana gelen uluslararası sorunların barışçıl yolla halledilmesi, uluslararası ilişkilerde her bir devletin sınırlarının dokunulmazlığını veya siyasi egemenliğini güçle tehdit etme" konusundaki tutumunun kati ve değişmez olduğu" belirtildi. Daha önce aralarında Kazakistan, Kırgızistan, Belarus ve Ermenistan'ın bulunduğu bazı BDT ve Orta Asya ülkeleri, Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasına ilişkin referandumu destekleyen açıklamalarda bulunmuştu. Şu ana kadar Özbekistan dışında BDT ülkelerinden Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü destekleyen herhangi bir açıklama gelmedi. Bu yüzden BDT dönem başkanlığından çekildiğini açıklayan Ukrayna hükümeti, ayrıca BDT üyeliğinden de çıkacağını duyurmuştu. Ermenistan: Metzamor Nükleer santrali 10 Yıl daha Kullanımda olacak Ermenistan hükümeti, teknik ve fiziki olarak ömrünü tamamlayan Türkiye sınırındaki Metzamor Nükleer Santralini, 10 yıl daha kullanma kararı aldı. Ermenistan basınında yer alan haberlere göre, Ermenistan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının, ülkenin elektrik ihtiyacını karşılayan Metzamor Nükleer Santralin kullanım süresinin uzatılmasıyla ilgili teklifi, hükümet tarafından kabul edildi. Böylece, Ermeni hükümeti Rusya‟dan alacağı krediyle Metzamor Nükleer Santralini 10 yıl daha kullanabilecek. Santraldeki, 300 milyon dolar değerindeki modernizasyon projesini Rusya Nükleer Enerji Ajansı (Rosatom) yapacak. Modernleştirme çalışmaları bittikten sonra, nükleer santralin işletmesini Rosatom yapacak. Beynelmilel 71 Metzamor Nükleer Santralinin kullanım süresini uzatacak yenileme için Ermenistan ile Rusya arasında 1 Mayıs 2014′te anlaşma imzalanacağı belirtiliyor. Iğdır‟a 30 kilometre uzaklıkta bulunan Metzamor Nükleer Santrali 1979′da devreye alındı. Santralin teknik ömrü 2005 yılında tamamlandı ancak, dönemin Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan, tesisin 2016′ya kadar faaliyetini sürdüreceğini açıklamıştı. Eski Sovyet nükleer santral teknolojisiyle inşa edilen ve teknik olanakları yetersiz santral, birinci derece deprem bölgesinde bulunuyor. Bugün dünyadaki mevcut santraller içerisinde en güvensiz reaktör olma özelliğini taşıyan Metzamor Nükleer Santrali, bilim adamlarına göre her an büyük bir kazaya sebep olabilecek potansiyele sahip. Şu ana kadar 100 den fazla kaza geçirerek tehlike sinyalleri veren santralin bölge için çok tehlikeli olduğunu belirten AB, sürekli kapatılmasını istedi, ancak Ermenistan artan enerji ihtiyacını ileri sürerek burayı kapatmadı. ASYA-PASĠFĠK HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014) Japonya: Çin-Japonya Arasında Adalar Gerginliği Japonya‟nın Senkaku, Çinlilerin ise Diayou olarak adlandırdığı adalar üzerinde her iki ülke de hak iddia etmektedir. Adaların tarihi ise bu durumun karmaşıklığını ortaya koyuyor: 1895‟te Japonya‟nın hâkimiyetini ilan ettiği adalar, İkinci Dünya Savaşı akabinde –Japonya‟nın teslimiyeti neticesinde- ABD‟nin kontrolüne girdi. 1971 yılına gelindiğinde ABD adaların kontrolünü Japonya‟ya bırakacağını duyurdu fakat bu deklarasyon Çin‟in tepkisine neden oldu. Özetle bahsi geçen adalar üzerinde yürütülen tartışmalar 1972‟den bu yana devam ediyor. Bu noktada meselenin taraflarının argümanlarına bakıldığı zaman ise Japonya‟nın –ABD‟yi arkasına alarak- adaların sahipliğine ilişkin bir ihtilafın olmadığı kanısında olduğu fakat Çin‟in Japonya‟yı pazarlık masasına çekerek adaların sahipliği meselesini tartışmaya açmaya çalıştığı görülüyor. Bununla birlikte Japonya‟nın 2012‟de adaları millileştirdiğini duyurması, Çin‟in 2013 Kasım‟ında bölgeyi kapsayan „‟hava sahası kuralları‟‟nı ilan etmesine sebep oldu. Fakat bu durum ihtilafı derinleştirmekten başka bir işe yaramadı ve en son 29 Aralık 2013‟te Çin‟e ait 3 sahil güvenlik gemisi bölgeye girdi. Beynelmilel 72 12 Ocak 2014‟te Japonya, Çin gemilerinin Doğu Çin Denizi‟ndeki tartışmalı Senkaku/Diaoyu adalarının sularına girdiğini duyurdu. Japonya Savunma Bakanlığı, üç geminin bölgeye girmesi sonrası “ülke topraklarını koruyacaklarını” açıkladı. Sahil güvenlik gemilerinin yaklaşık 2 saat sonra bölgeyi terk ettiği belirtildi. Japonya Savunma Bakanı Itsunori Onodera konu üzerine yaptığı açıklamada “Karasularımıza yönelik devamlı gerçekleşen tacizlere asla göz yumamayız” dedi. Açıklamada “Bir taraftan diplomatik çabalarımızı sürdürürken aynı zamanda karasularımızı sahil güvenlikle işbirliği halinde çalışan savunma kuvvetlerimizle koruyacağız” ifadesi kullanıldı. Çin: Çin Okyanuslara Açılıyor Çin, güçlü ekonomisinin yanında siyasi anlamda elini güçlendirecek askeri varlığını okyanuslarda konsolide etme arayışı içerisine girdi. Özellikle uçak gemisi yapımında ABD donanmasının sahip olduğu rakamı yakalamaya çalışan Çin; nitelik açısından geri kalmış olsa da, ülkenin denizcilik alanındaki "haklarını korumak adına" okyanus filosunu güçlendireceğini duyurdu. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Çin Okyanus İdaresi Başkanı Liu Sıgui, açık sulardaki etkinliğini artırma kararı alan ülkenin, bu yıl 20 yeni keşif gemisinin yapımını bitirerek kullanıma hazır hale getirileceğini açıkladı. Bununla birlikte yeni devriye gemileri ve uçakları satın almayı planladıklarını belirten Liu, 10 Ocak'ta yeni bir devriye botunun Güney Çin Denizi'nde devriye misyonu yapan filoya dahil olduğunu belirttikten sonra Çin Sahil Güvenliği‟ ne teslim edilen 4 bin tonluk devriye botunun haricinde yeni takviyeler yapılacağının altı çizildi. Çin‟in okyanuslara yönelik bu hamlesinin ise özellikle Asya-Pasifik bölgesindeki mevcut krizleri derinleştireceği ve ABD-Çin kırılgan ilişkilerini sarsacağı yorumları yapılıyor. Zira hali hazırda -resmi verilere göre- ülkenin gözlem gemileri, geçen yıl açık denizlerde 36 keşif seferi uygularken, okyanus semalarında 402 devriye uçuşu yapıldı. Açık sularda geçen sene 262 gün geçiren gözlem gemileri, 188 yabancı gemi ve 21 uçağın, Çin deniz güvenliğini ihlal ettiğini tespit etti. Nihayet Çin‟in bu atılım vasıtasıyla taraf olduğu Çin Denizi odaklı ihtilaflarda elini güçlendirmeye çalıştığı görülmektedir. Beynelmilel 73 Kuzey Kore: Kuzey Kore ve Nükleer Silahlanma Meselesi Güney Kore-ABD ortak askeri tatbikatının ardından Kuzey Kore kısa menzilli dört füze denemesi yaptı. Kuzey Kore'nin füze denemesini ülkenin kuzey kıyısında gerçekleştirdiği belirtildi. Güney Kore Savunma Bakanlığı yetkilileri, füzelerin Scud-C tipi olduklarını ve Güney Kore'de herhangi bir hedefi vurabilecek menzile sahip olduklarını söylüyor. Seul'deki yetkililer, Kuzey Kore'nin doğu kıyılarının açıklarına fırlatılan füzelerin havada 500 km mesafe kat ettiklerini de aktarıyor. Füze denemesi Pyongyang'ın Güney Kore ve ABD ortak askeri tatbikatına öfkesinin bir göstergesi olarak görülüyor. ABD ve Güney Kore'nin ortaklaşa düzenlediği tatbikata tepki gösteren Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un, bir günde 30 füze denedi. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un'un "düşman kardeş" Güney Kore'nin ABD ile ortaklaşa düzenlediği askeri tatbikata tepki göstermek amacıyla, füze denemesi emrini verdiği belirtiliyor. Kuzey Kore, 27 Şubat, 3 Mart ve 16 Mart'ta doğu karasularına kısa menzilli oldukları sanılan 24 füze fırlatmıştı. Güney Kore ve ABD ise, Kuzey Kore'nin bu hareketin "Japonya, ABD ve Güney Kore arasında Hollanda'da düzenlenen zirveye yönelik meydan okuma" olarak niteliyor. Tüm bu gelişmeler neticesinde ABD'nin isteği üzerine toplanan BM Güvenlik Konseyi üyeleri, Kuzey Kore'yi balistik füze denemelerinden dolayı kınadı. Toplantıda, Kuzey Kore balistik füze denemesinden dolayı kınanırken, Büyükelçi Slyvie Lucas, Kuzey Kore'nin, BM kararlarını ihlal eden hareketleri gerekçesiyle ''uygun bir cevap'' niteliğindeki tasarılar üzerinde görüşmelere devam edileceğini ifade etti. Büyükelçi Lukas, gazetecilere toplantıyla ilgili yaptığı açıklamada, Kuzey Kore'nin oy birliğiyle kınandığını belirterek, bu konuda verilecek cevabın hızlı olması konusunda anlaşmaya vardıklarını ifade etti. BM'deki Kuzey Kore'ye yaptırımlar komitesinde, Kuzey Kore'nin en son füze programına katılanların da dâhil edilerek, daha önceki ''kara liste''nin genişletilmesinin gündeme getirilme ihtimali olduğu belirtiliyor. Kuzey Kore'nin birçok defa gerçekleştirdiği nükleer test ve balistik füze denemesinin ardından BMGK'nın kabul ettiği kararlar, bu tür füzelerin kullanımını yasaklıyor. Beynelmilel 74 Güney Kore: Güney Kore ve ABD’den Gözdağı Güney Kore ve ABD, yıllık ortak askeri tatbikatına Kuzey Kore‟nin tatbikatın aile buluşmalarının sonunda başlaması çağrısına rağmen 24 Şubat 2014‟te başladı. 18 Nisan‟a kadar sürecek olan ve „Key Resolve‟ adlı bilgisayar destekli simülasyon ve „Foal Eagle‟ adıyla havadan, karadan ve denizden yapılacak tatbikatlara 12.500 ABD askeri katılıyor. Tatbikata Kuzey Kore yönetimi şiddetle karşı çıkmış ve Kore yarımadasında savaşın ayrı düşürdüğü ailelerin buluşmasını erteleyeceği tehdidinde bulunmuştu. Tatbikatın taraflar için taşıdığı anlam ise Kore yarımadasındaki gerilimin daha da tırmanacağını gösteriyor. Zira ABD ve Güney Kore, yıllık askeri tatbikatı „tabiatı itibarıyla savunma amaçlı‟ olduğunu ifade ederken, Pyongyang ise „savaş tatbikatı‟ olarak tanımlıyor. Kuzey Kore ise, ABD-Güney Kore tatbikatına füze denemesiyle yanıt verdi. Kuzey Kore'nin Güney Kore ile ABD'nin düzenledikleri ortak askeri tatbikat sürerken, kısa menzilli iki füze denemesi gerçekleştirdiği bildirildi. Füze denemesi Pyongyang'ın Güney Kore ve ABD ortak askeri tatbikatına öfkesinin bir göstergesi olarak görülüyor. ABD ve Güney Kore'nin ortaklaşa düzenlediği tatbikata tepki gösteren Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un, bir günde 30 füze denedi. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un'un "düşman kardeş" Güney Kore'nin ABD ile ortaklaşa düzenlediği askeri tatbikata tepki göstermek amacıyla, füze denemesi emrini verdiği belirtiliyor. Kore Yarımadası: Bitmeyen Barış Süreci Güney ve Kuzey Kore'den üst yetkililer, 2007'den bu yana ilk üst düzey görüşme için bir araya geldi. Kuzey Kore tarafından talep edildiği belirtilen görüşmelerin, sınır kasabası Panmunjom'da yapıldığı, görüşmelerin belirli bir gündemi bulunmazken, ele alınacak konular arasında Kore Savaşı sırasında ayrılan ailelerin yeniden bir araya getirilmesinin yer aldığı sanılıyor. Geçen yıl Eylül ayında yapılması kararlaştırılan "aile buluşmasını" iki ülke arasındaki gerginliğin tırmanması üzerine son dakikada iptal eden Kuzey Kore, Güney Kore ve ABD'nin ortak askeri tatbikatlarını sürdürmesini gerekçe göstererek, bu ay içinde hayata geçirilmesi planlanan buluşmayı da iptal edebileceği tehdidinde bulunmuştu. Buna rağmen siyasi yorumcular, Güney Kore ile ilişkileri düzeltmek isteyen Pyongyang'ın "aile buluşmasını" iptal etmesinin bu kez düşük bir olasılık olduğunu düşünüyor. Kuzey ve Güney Kore, en son 2007'de bir dizi üst düzey görüşmede bulunmuş, 2011'de de iki ülkeden temsilciler Endonezya'daki bölgesel güvenlik forumu sırasında nükleer konuları ele almıştı. Beynelmilel 75 Bununla birlikte Kore meselesinin özellikle Çin ve ABD‟nin arasındaki küresel mücadelenin yerel tezahürü olduğu şeklindeki yorumlar barış görüşmelerinin bir kez daha istenilen sonucu vermeyeceği algısını oluşturmuş durumda. , Beynelmilel 76 ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLERE GĠRĠġ TARĠH, TEORĠ, KAVRAM VE KONULAR Editörler: ġaban KARDAġ-Ali BALCI, Küre Yayınları, 512 s. Yusuf ÇINAR Uluslararası İlişkilere Giriş Tarih Teori, Kavram ve Konular adı ile yayımlanan kitabın editörlüğünü Şaban Kardaş ve Ali Balcı yapmaktadır. Sunuş kısmında editörlerin belirttiği gibi kitabın Türkiye Uluslararası İlişkiler çalışmalarında büyük bir eksikliği gidereceği beklenmektedir. Uluslararası İlişkiler lisans öğrencileri uluslararası ilişkilerin kavramsal çerçevesini anlama konusunda elinde sınırlı kaynaklar bulunmaktadır. Öğrencilerin birinci sınıftan itibaren çevre üniversitelerde görev uluslararası ilişkiler disiplinini anlamaktan ziyade ders hocasının çizmiş olduğu sınırları dışına çıkamamaktadır. yapan Bunun en önemli nedeni lisans eğitimine yeni başlayan editörlüğünde bu denli geniş çaplı öğrencilerin “uluslararası ilişkiler disiplininin” içeriğini dahi ve geniş katılımlı bir çalışmanın ilişkilerin ile ortaya çıkartılması Uluslararası karşılaşmalarıdır. Bu bağlamda Uluslararası İlişkilere Giriş ilişkilere giriş kitabının Türkiye‟de kitabı ders kitabı olarak öğrencilerin rahatça anlayabileceği bir uluslararası ilişkiler çalışmaları konseptte hazırlanmıştır. Bu bağlamda kitap Tarih, Teori, yapan akademisyenler açısından Kavram çok önemli sembolik bir anlam bilemeden uluslararası ve Konular başlığı ağır altında ders dört yükü bölümden oluşmaktadır. Kitabı Türkçe uluslararası ilişkiler literatüründe iki akademisyenin ifade etmektedir. yazılmış diğer eserlerden ayıran en önemli özelliği, her biri kendi alanında öne çıkmış Türkiye ve yurt dışında görev yapan 50‟den fazla akademisyen tarafından yazılmış olmasıdır. Kitabın temel amaçlarından bir tanesi bugüne kadar yazılmış Uluslararası İlişkiler ders kitaplarının yeterince açık yazılmadığı ve temel konuları incelemelerde göze çarpan temel eksikliklerini gidermektir. Bu minvalde kitabın geniş bir konu dağılımı ile uluslararası ilişkiler çalışanlarına öz bilgi verme konusunda başarılı olduğu söylenebilir. Fakat Uluslararası İlişkilere Giriş kitabının teorik konulara daha fazla ağırlık verdiği görülmekle birlikte teorilerin pratiğini yansıtan konulara yeterince yer vermediği söylenebilir. Bölgesel sorunları ( Kosova Sorunu, Çeçenistan Sorunu, Kıbrıs Sorunu…) ele alacak çalışmaların kitapta olmaması, kitabın en büyük zaafı olduğu söylenebilir. Kitabın bir diğer eksikliği ise uluslararası örgütler konusunda sadece Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği dışında başka bir örgütün ele alınmamasıdır. Günümüzde devlet davranışlarında etkili olan güvenlik (NATO) ve ekonomik (Bretton Woods Sistemi Sonrası Kurulan Örgütler) kaygılar çerçevesinde oluşan örgütlerin Beynelmilel 77 Uluslararası İlişkilere Giriş kitabında incelenmemesi içerik bağlamında eserin eksiklikleri arasındadır. Kitap 4 bölümden oluşmasına rağmen bölümler arası bütünlüğün sağlanmış olması kitabın akıcı bir dille okunmasını sağlamaktadır. Buna rağmen makaleler arasında sık sık tekrarlara rastlanılmaktadır. Eser içerisinde başka bir yazar tarafından kutucuklarla anlatılmaya çalışılan detay bilgiler üzerine başka bir bölümde başka bir yazar tarafından o konu hakkında spesifik bir makalenin yazılmış olması eserin kutucuklarla boğulmasına sebep olmuştur. Bununla birlikte örneğin bir hegemonya, uluslararası sistem gibi kavramlar üzerine en az dört farklı akademisyen tarafından kutucuk verilmesi kitabın akıcılığını olumsuz etkilemiştir. Eserin berrak olmasına engel olan bir diğer olumsuz husus ise farklı teori konularını ele alan birçok yazarın makalelerde aynı örnekleri kullanması okuyucuların sık sık tekrar ile karşılaşmasına sebep olmaktadır. Özellikle eserin teori kısmında bir çok okur “Devlet, Sistem ve Kimlik” adlı kitabı okuyor gibi kendisini hissedebilir. Kitapta göze çarpan bir diğer eksiklik ise bazı kavramların yazılışında yanlışların sıklıkla yapılmış olmasıdır. Bununla birlikte Afrika‟nın doğusu ile Batısı‟nın karıştırılması ülkelerin yerlerinin yanlış yazılması okuyucuların hemen gözüne çarpabilecek yanlışlar arasındadır. Sonuç olarak çevre üniversitelerde görev yapan iki akademisyenin editörlüğünde bu denli geniş çaplı ve geniş katılımlı bir çalışmanın ortaya çıkartılması Uluslararası ilişkilere giriş kitabının Türkiye‟de uluslararası ilişkiler çalışmaları yapan akademisyenler açısından çok önemli sembolik bir anlam ifade etmektedir. Beynelmilel 78
© Copyright 2024 Paperzz