KRONİK 21. Yüzyılda Küresel Rekabetin Zemini Ukrayna Arş. Gör. Mühdan Sağlam, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Ukrayna bölünüyor mu? Rusya Doğu Ukrayna’yı sınırlarına katacak mı? Rusya neden Kırım’ı sınırlarına kattı? Bunun gibi pek çok soru 2014’te uluslararası gündemde cevap aranılan sorular oldu. Bu soruların en azından bir kısmının cevaplanabilmesi için öncelikle yaklaşık 8 aydır Ukrayna’da neler olduğuna bakmak gerekiyor. 23 Kasım 2013’te Ukrayna’nın o zamanki devlet başkanı Viktor Yanukoviç’in AB ile 2010’da paraf edilen Derinleştirilmiş Doğu Ortaklığı Projesi görüşmelerine katılmayacağını açıklaması üzerine Kiev’de başlayan toplumsal eylemler Ukrayna’da bir iç savaşa dönmüş durumda. Kiev meydanında toplanan Batı Ukraynalılar, Ukrayna’nın geleceğinin AB ile NATO’dan geçtiğini savunuyor. Buna karşın sanayi bölgesindeki Doğu Ukraynalılar daha iyi bir Ukrayna için Moskova’yla yakınlaşmaktan yana. Hatta Doğu Ukrayna bu yakınlığı Rusya’ya bağlanma boyutuna kadar taşımış görünüyor. Avrupa yanlısı Batı Ukraynalıların Kasım 2013’te Euro Meydan’da başlayan ve gittikçe sertleşen gösterileri, devlet başkanı Viktor Yanukoviç Şubat 2014’te azledilmesi ve ardından da nazi eğilimleriyle bilinen sağ sektörün etkin olduğu bir hükümetin iktidara gelmesiyle noktalandı. Gösterilerin ilk gününden itibaren Ukrayna’daki gelişmeler için AB ve ABD’yi suçlayan Rusya ise beklenenden sert bir tepki vererek Kırım’ın önce bağımsız olmasını ardından da Rusya topraklarına katılmasını sağladı. Öte yandan Ukrayna’nın sanayi ve ticaret bölgesi olan Doğu Ukrayna’daki Donetsk ve Luhansk bölgelerindeki göstericiler de Kırım gibi Rusya’ya katılmak istediklerini ifade ettiler. Tıpkı Batı Ukrayna’da olduğu gibi önce barışcıl gösterilerle başlayan Rusya’ya katılım isteği, meşruiyeti tartışmalı bir referandumun ardından silahlı milislerle hükümet güçleri arasındaki mücadele olarak devam ediyor. Ukrayna’da 25 Mayıs 2014’te yapılan devlet başkanlığı 436 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 69(2) seçimleri sonrasında iktidara gelen Viktor Poroşenko’nun Ukrayna’da iç istikrarı sağlayıp sağlayamacağı ise merak konusu. Kiev’de gösterilerin başladığı Kasım 2013’ten bu yana uluslararası gündemin de ilk başlıkları içerisinde yer alan bu gelişmeler her ne kadar bölgesel bir çatışma gibi sunulsa da, aslında söz konusu olan ekonomik ve askeri nitelikli küresel bir mücadele. Nitekim bu durumu büyük güçlerin çatışması olarak gören pek çok isim yeni bir Soğuk Savaş’a doğru gidildiği konusunu gündeme taşımaktan geri durmamıştı. Ukrayna’daki bu çatışma yeni bir Soğuk Savaş başlatır mı bilinmez; ancak bu çetin mücadelede, AB kanadı ekonomik gayelerle Ukrayna’yla yakın ilişkilerden yanayken, ABD güvenlik perspetifiyle Rusya’yı askeri olarak zayıflatmaktan yana. Kamplaşmanın öte yanında yer alan Rusya içinse, Ukrayna hem ekonomik hem de güvenlik açısından kolaylıkla gözden çıkarılabilecek bir ülke değil. Söz konusu faktörler ışığında, bu çalışmada ilk olarak Ukrayna çatışmasının ekonomik boyutu Brüksel’in Doğu Ortaklığı Projesi ve Rusya’nın Gümrük Birliği perspektifi üzerinden incelenecektir. Ardından Ukrayna’nın konumunun güvenlik politikalarındaki yeri Rusya ve NATO ekseninde mercek altına alınacak ve bunun küresel politikaya etkileri üzerinde durulacaktır. 1. Çatışmaya Götüren ilk Etap: Ekonomik Boyut Ukrayna, tıpkı diğer SSCB ülkeleri gibi, 1991’de bağımsızlığını kazandıktan sonra büyük bir ekonomik yıkımla karşı karşıya kaldı. Ülkenin batısının chernezyon olarak anılan ve yılda iki defa hasat imkanı veren değerli topraklara sahip olması, SSCB döneminde Ukrayna’nın tarım ülkesi ya da tahıl ambarı olarak konumlandırılmasının başlıca sebebi olmuştu. Buna karşılık, Doğu Ukrayna ise özellikle silah sanayi, nanoteknoloji ve ticaret ürünlerinin üretildiği bir endüstri bölgesi. Bağımsızlıktan sonra da Ukrayna tarım ve sanayi hattındaki bu bölünmeyi devam ettirdi. Ancak öncekinden farklı olarak pazar ekonomisine uyum sağlamak Kiev’in öncelikli hedefi oldu. Her ne kadar Ukrayna IMF önderliğinde serbest piyasa ekonomisine adapte olmaya çalışsa da bu tedbirler çıkmaza girdi ve ülkenin yabancı yatırıma muhtaç konumu, sınırlı ticareti ve sektörel kısıtlılığı, Ukrayna ekonomisinin inkâr edilemez gerçekleri olarak kaldı. Buna bir de Rusya’daki gibi çarpık özelleştirmelere bağlı olarak oligarklaşma ve yolsuzluklar eklenince, Kiev ekonomik kalkınma için farklı projeleri masaya yatırmaya başladı. Tam da bu noktada, Ukrayna’nın iki büyük ticaret ortağı AB ile Rusya, iki farklı projeyle Ukrayna’yı adeta yakın markaja aldı. Üstelik hem Brüksel’in hem de Moskova’nın “ya biz ya da onlar” biçimindeki tavrıyla Ukrayna’yı tercihe zorlaması, denge stratejisi gütmeye çalışan Ukraynalı yöneticileri köşeye sıkıştırmakla kalmadı, içinden çıkılması zor bir bölünmenin eşiğine getirdi. 437 a. Brüksel’in Doğu Ortaklığı AB’nin Doğu Ortaklığı Projesi (DOP) incelendiğinde, bunun SSCB’nin dağılmasının ardından eski Sovyetler Birliği coğrafyasına ilişkin yürütülen “Komşuluk Politikası”nın derinleştirilmiş hali olduğu söylenebilir. DOP’un temelleri, Rusya’nın 2008’de Gürcistan’a müdahalesinin ardından, kendisi de eski bir Doğu Bloğu ülkesi olan Polonya’nın, İsveç’in de desteğini alarak “Transkafkasya için yeni bir politika oluşturmalıyız” önerisiyle atıldı. Brüksel, Polonya’dan gelen bu teklifi dikkate alarak daha önce eski Doğu Bloğu ülkelerinin de yer aldığı Komşuluk Politikası’nı özelleştirdi. Bu doğrultuda, 16 ülkeyi kapsayan Komşuluk Politikası’nı altı ülkeyle (Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna) sınırlandırdı ve bunu Doğu Ortaklığı Projesi(DOP) olarak kamuoyuna duyurdu. Tam üyelik perspektifi olmadan siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin geliştirilmesini hedefleyen bu proje, bir anlamda Komşuluk Politikası’nın derinleştirilmiş hali. AB’nin bu projeyle doğu sınırında iyi ilişkilere sahip olduğu ve kendisiyle uyumlu ülkeler görmek istediği söylenebilir. Ancak AB’nin neden doğu sınırını bu kadar öncelediği sorusunun cevabı yine Moskova’yı işaret ediyor. Nitekim, AB yayın organları dâhil pek çok farklı mercii, bu yeni yönelimin hedefinde Rusya ile girilen nüfuz alanı mücadelesinin olduğunu ifade etmekten çekinmiyor. Küresel olarak Rusya’nın dengelenmesi gerektiğini düşünen AB, özetle işe Rusya’nın yakın çevresinden başladı. Moskova’nın ekonomik gücünü sınırlandırma potansiyeli taşıyan DOP, serbest ticaret anlaşması, aşamalı vize kolaylığı, ortak dış ve savunma politikasında işbirliği ile bilim-kültür ve eğitim alanında işbirliğini kapsıyor. Ancak DOP’un bileşenlerinden birisi olmak için sadece Rusya’ya komşu olmak yetmeyeceği için, AB mevzuatının da bu ülkelerde hayata geçirilmesi gerekiyor. Öyle ki, AB ile Doğu Ortaklığı Serbest Ticaret Anlaşması(DOPSTA) imzalayanlar devletler, yaklaşık 350 adet AB hukuku düzenlemesini hayata geçirmekle yükümlü bulunuyor. Ekonomide işlerin pek yolunda gitmediği Ukrayna, 500 milyon avroluk tüketici piyasası ve 12,9 katrilyonluk AB pazarına dahil olarak düzlüğe çıkmayı umuyor. Bunun için AB ile 2010’da DOP kapsamındaki serbest ticaret anlaşmasını paraf etti. Ancak Ukrayna ekonomisinin, rekabetin hayli çetin geçtiği Avrupa pazarında ne kadar dayanabileceği ve söz konusu uyum politikaları uygulandığı takdirde ekonomik daralmanın hangi formülle aşılacağı merak ediliyordu. Hali hazırda ülkedeki kamplaşma iç savaşa evrildiği için gündemde sınırlı yer tutsa da, rekabetin çetin olduğu AB pazarına eklemlenmenin anlamı Rusya’yla olan ticaret ilişkilerinin bitirilmesi demek. Çatışmaların gölgesindeyken Rusya’yla ticaretin Ukrayna ekonomisindeki yeri pek merak konusu olmasa da, doğuyla ticaretin Ukrayna 438 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 69(2) ekonomisi için hayati önem taşıdığını belirtmek gerekir. Nitekim, 2013’te Ukrayna-AB görüşmelerinin sıklaşması üzerine Rusya tarifelerde değişikliğe gitmiş ve Ukrayna-Rusya ticareti 2013’ün üçüncü çeyreğinde %18 gerilmişti. Ayrıca, Rusya’nın yanı sıra Gümrük Birliği çerçevesinde Belarus ve Kazakistan’ın da tarifelerde değişikliğe gitmesi durumunda Ukrayna ekonomisi hem daralmayla hem işsizlikle karşı karşıya kalabilir. İç istikrarsızlık sebebiyle Ukrayna ekonomisinin iflasın eşiğine gelmesi ve üstüne bir de ticaretinde %1.3’lük yer tutan Sivastopol’un Rusya’ya katılması, Ukrayna ekonomisine kalıcı hasar verecek gibi görünüyor. Ayrıca ülkenin sanayi bölgelerinde ayrılıkçı hareketlerle hükümetin girdiği askeri mücadele sanayinin durmasına neden oldu. Çare olarak IMF’nin kapısını çalan Kiev’in kartopu gibi büyüyen ekonomik buhranı aşıp aşamayacağı muamma. Üstelik kendi üyelerinin ekonomik sorunlarıyla mücadele ederken AB’nin yeni bir yük sırtlanıp sırtlanamayacağı da önemli bir soru işareti. Nitekim, AB denildiğinde gözlerin döndüğü Berlin’in Rusya ile ticaret hacmi ve enerji bağımlığı düşünüldüğünde, Almanya’nın Polonya’nın yanında olduğu kadar Ukrayna’nın yanında olmadığı dikkat çekiyor. Ayrıca, Merkel-Obama görüşmesinde Rusya’ya yaptırımların düzeyinin artırılmaması kararı da Almanya’nın tavrını göstermesi açısından önemli ipuçları sunuyor. b. Moskova’nın Gümrük Birliği Ukrayna için yol ayrımı anlamına gelen ikinci seçenek, en büyük doğu komşusu Rusya’nın önderliğinde örgütlenen Gümrük Birliği. SSCB’nin dağılmasından bu yana Rusya ile eski SSCB ülkeleri arasında siyasi ve ekonomik entegrasyona yönelik pek çok adım atıldı. Üst düzey toplantılar ve uluslararası anlaşmalarla gerçekleştirilmeye çalışılan bütünleşme projeleri genelde hayal kırıklığıyla noktalandı. Dahası, bu bütünleşme projeleri, özellikle Batılı devlet ve akademisyenler tarafından Rusya’nın ticari ve ekonomik gücünü kullanarak “yakın çevresi”nde yeni bir hegemonya kurma senaryosu olarak görüldü. Rusya ve diğer eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetlerinin (ESBC) bu çabasının arka planında, söz konusu coğrafyada yıkım yaşanan alanların başında ekonominin geliyor olması yatıyor. Tam da ekonomik kaygılardan hareketle, 1995’te bugünkü Avrasya Gümrük Birliği’nin temelleri atıldı. RusyaBelarus-Kazakistan arasında bir Gümrük Birliği kurulması için girişim başlatıldı. Bu girişim, söz konusu ülkelerden hareketle Avrasya’da bir ekonomik bütünleşme hedefliyor. Vladimir Putin’in 2000’de Rusya’da başkanlık koltuğuna oturmasıyla bu girişim de hızlandırıldı. Nitekim bu doğrultuda 2000’de Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı içine alan Avrasya Ekonomik 439 Topluluğu (AvET) kuruldu. 2002’de Moldova ile Ukrayna’nın ardından Ermenistan da örgüte gözlemci statüsüyle dâhil oldu. AvET, diğer girişimlerden farklı olarak ortak tarih ve kültürün ötesinde ekonomik kaygıları ön plana çıkararak pragmatizm şemsiyesi altında bütünleşmeyi hedeflemiş bir oluşum. Kısaca ülkeler arasında ekonomik işbirliğinin artırılması ve etkinleştirilmesi amacı taşıyan AvET’in hedeflerinden birisi de üyeleri arasında bir Gümrük Birliği’nin kurulmasıydı. Gümrük Birliği, taraf ülkeler arasında her çeşit tarife ve eşdeğer vergiden muaf bir ticari faaliyetin yürütülebildiği ve tarafların birlik dışında kalan ülkelere yönelik ortak bir gümrük tarifesi benimsedikleri bir ekonomik bütünleşme modeli. AvET’in bu hedefi, 2010’da Rusya-BelarusKazakistan’dan oluşan Gümrük Birliği ile hayat buldu. Yakın dönemde Kırgızistan, Tacikistan ve Ermenistan’ın da Gümrük Birliği içinde yerlerini alacak olması, Avrasya Birliği projesinin gerçekleşme ihtimalini güçlendiriyor. Söz konusu oluşumun Ukrayna için önemine bakıldığında, Kiev açısından Ukrayna’nın ekonomik olarak Rusya ve Gümrük Birliği’ne, hem de dikkat çekici boyutlarda bağımlı olduğu görülüyor. Şöyle ki, Ukrayna’nın 2012’deki dış ticaret verilerine bakıldığında, Rusya ile ihracat hacmi % 33 civarında. Rusya dışında BDT’nin payı ise ancak % 6. Buna karşın AB ile ihracat oranı % 25. İthalat verilerine bakıldığındaysa, Rusya’nın % 32’lik oranla Ukrayna ekonomisindeki en önemli tedarikçi olduğu görülüyor. Rusya dışında BDT’nin payı ise % 8. Bu tabloda AB % 31’lik payla Rusya’dan sonra Ukrayna ekonomisinde ikinci önemli paydaş. Benzer biçimde Ukrayna’ya yapılan yabancı yatırımda da Rusya’nın zirveyi kimseye kaptırmadığını söylemek gerekir. Ukrayna-Rusya ilişkilerinde bir diğer kritik konu başlığı da enerji. Zira Ukrayna gaz ihtiyacının % 80’ini Rusya’dan karşılıyor. Üstelik bu ciddi bağımlılık meselesi farklı boyutlara da sahip. Şöyle ki, Ukrayna sanayisinin büyük bir kısmı Rus doğalgazından sağlanan elektriğe dayanıyor. Yani, Rusya’nın gazı olmadan Ukrayna sanayisinde çarkların dönmesi de neredeyse olanaksız. Dahası, ekonomik göstergeleri pek parlak olmayan Kiev’in hâlihazırda Rus enerji devi Gazprom’a yaklaşık 1 milyar dolarlık enerji borcu bulunuyor. Özellikle Turuncu Devrim’in gölgesinde 2006 ve 2009’da yaşanan borç ve fiyat krizleri yahut bilinen adıyla gaz savaşları sebebiyle, Ukrayna bugün 1000 metreküp gaza 421 dolar ödeyerek gazı en pahalı satın alan müşteri konumda. Bu nedenle olsa gerek, Rusya eğer Gümrük Birliği’ne üye olursa gaz fiyatlandırması konusunu Ukrayna’yla yeniden ele alabileceklerini açıkça ifade etti. Ancak Ukrayna’nın iç savaşa sürüklenmesi ve istikrarsızlaşması söz konusu olunca, Rus enerji devi Gazprom farklı stratejileri devreye sokmaktan çekinmedi. İlk olarak Ukrayna üzerinden yapılan transit akıma kısa sürede son vermek için Karadeniz’den Bulgaristan’a aktarım yapacak olan Güney Akım 440 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 69(2) Projesi’ne hız vermeye başladı. İkincisi, Kırım’ın Rusya’ya katılmasının ardından 2047’ye kadar Sivastopol Limanı’nın kullanım hakkı için Ukrayna’ya tanınan % 30’luk gaz indirimini bitirdiğini ve Ukrayna’yla fiyat anlaşması ve borç tahsilatı için yeniden masaya oturacaklarını söyledi. Son olarak ise Ukrayna’nın Haziran 2014 sonuna kadar varolan borcunu ödememesi durumunda Ukrayna’ya aktarılacak gazın durdurulacağı, 2009’da olduğu gibi Ukrayna’nın Avrupa’ya giden gazı kullanması durumunda arza ara verileceği, bizzat devlet başkanı Vladimir Putin tarafından Rusya’dan gaz alan Avrupa devletlerine bir mektupla aktarıldı. Özetle Rusya cephesinde Ukrayna’nın Batı ile yakınlaşmayı tercih etmesi durumunda olabilecekler ve bunun Ukrayna ekonomisi üzerindeki etkisi, hem tarifeler hem de enerji üzerinden Ukrayna’ya hatırlatılıyor. Dolayısıyla Rusya ilerleme kaydedilebilmesi için yeni devlet başkanı Viktor Poroşenko’dan adım atmasını bekleniyor. 2. NATO-Rusya Gerilimi ve Ukrayna Ukrayna coğrafi bakımdan Avrasya ile Avrupa arasında tampon bölge olma özelliği taşır. Azak Denizi’ni Karadeniz’e bağlayan Kerç Boğazı, Karadeniz’den Orta Asya’ya kadar olan coğrafyayı kontrol edebilmesini sağlamaktadır. Benzer biçimde Karadeniz’deki Sivastopol Limanı tarihsel olarak Rus donanmasının konuşlandığı ve Akdeniz’e inmek için başlangıç noktası olarak kullandığı kritik bir yer. Ayrıca Ukrayna’nın Rusya ile en uzun doğu sınırına sahip olması, Rusya’yı dengelemek isteyen bir güç için Ukrayna’yı cazip bir yer kılarken, Rusya’nın da yumuşak karnı haline getiriyor. 21. yüzyılın en önemli değerlerinden birisi olan enerji için de Ukrayna önemli bir kordidor görevi üstlenmektedir. Hem SSCB hem de günümüzde Rusya, gaz ve petrolünü Druzba hattı aracılığıyla Ukrayna üzerinden aktarmaktadır. Üstelik Hazar ve Orta Asya’daki gaz ve petrollerin alternatif yollarla Avrupa’ya ulaştırılmasında Ukrayna yine vazgeçilmez bir güzergah olma özelliği taşır. Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru Brezezinski tarafından kaleme alınan “Büyük Satranç Tahtası” eserinde sıklıkla Ukrayna’nın bu stratejik önemine vurgu yapılmış ve Ukraynasız bir Rusya’nın imparatorluk olamayacağının altı çizilmişti. Kuşkusuz ki Rusya 21. yüzyılda imparatorluk kurma derdinde değil, ancak Ukrayna’nın Rusya ekseninden çıkarılmasının da Moskova’yı daha kırılgan kılacağı açık. Bir dönem ABD yönetimine danışmanlık da yapan Brezezinski’ye göre, Ukrayna’nın Rusya’dan uzaklaştırılması, Rusya’nın karaya sıkışıp kalmasına ve askeri olarak zayıflatılmasına olanak sağlayacaktır. Nitekim ABD’li pek çok yönetici de Brezezinski ile paralel bir yaklaşım içerisinde oldukları için, özellikle 2000’lerden sonra Rusya’nın çevrelenmesinde iki ülkenin NATO üyeliği gündeme taşındı: Gürcistan ve 441 Ukrayna. NATO, söz konusu iki ülkenin Rusya’nın güvenlik sahasından çıkarılmasını sağlayacak en önemli araç konumunda. NATO’nun Soğuk Savaş’ın ardından varlığını sürdürmek için yeni bir vizyonla yoluna devam etmesine karşın, bu yaklaşım yeni bir öteki ihtiyacının önüne geçemedi. Nitekim terörizm NATO’nun hedefinde olsa da, hem NATO üyeleri hem de dünya kamuoyunda örgütün varlık sebebi ABD dış politikasının kolaylaştırıcısı olmaktan öteye geçemedi. Bu bakımdan, Rusya’nın SSCB’nin ardılı olması, NATO için yeni ötekinin ve çevrelemenin önünü açtı. Bu çerçevede, 1991’den bugüne NATO farklı platformlar ve stratejilerle ESBC’leri yanında tutacak stratejilere hayat vermektedir. Soğuk Savaş’tan sonra NATO, değişen stratejisiyle beraber ESBC ile ortak hareket etmek için çeşitli platformlar kurmuştur. Bunlardan ilki, 1994’te eski Doğu Bloğu ülkeleriyle ortak askeri faaliyetler yürütmek için kurulan Barış İçin Ortaklık (BİO)’tır. Bunun ardından 1997’de Avrupa-Atlantik Ortalık Konseyi kurulmuş, işbirliği alanları genişletilerek askeri işbirliğinin yanında siyasi işbirliği de eklenmiştir. Rusya’nın diğer ESBC’lerden farklı konumu sebebiyle aynı yıl NATORusya Daimi Ortalık Konseyi’nin temelleri atılmıştır. 28+1 olarak anılan bu Konsey, Rusya’nın NATO kararlarına müdahele edemese bile NATO Zirvelerine katılımını sağlamıştır. Benzer biçimde Ukrayna’nın jeopolitik öneminden dolayı, NATO Ukrayna’yla da stratejik bir NATO-Ukrayna Komisyonu kurmuştur1. Ukrayna ile NATO üyeleri arasında güvenlik ve savunma alanında ortak kaygıların giderilmesi için forumlar yapılmasına dayanan bu komisyon yıllık toplantılar düzenlemektedir. Benzer biçimde Ukrayna ve NATO işbirliğini güçlendirmek için 2010’da Declaration to Complement the Charter’ı hayata geçirmişlerdir. Bu çerçevede Ukrayna’nın NATO üyeleriyle işbirliğinin zemini güçlendirilmiştir. NATO açısından Ukrayna’ya neden bu kadar önem verildiği sorusuna beş başlık altında cevap vermek mümkündür. İlk olarak, enerji güvenliği açısından Ukrayna sadece Rusya için değil, NATO açısından da önemli bir aktördür. Ukrayna’nın coğrafi konumu, özellikle Rusya’yı dengelemek için Kafkaslar ve Orta Asya’dan enerji alınması ve aktarılması açısından önemli bir ara durak niteliğindedir. Bu noktada dolaylı olarak enerji güvenliğinin de NATO güvenlik politikalarında yer aldığı söylenebilir. İkincisi, NATO’nun yeni misyonlar edinmesi çerçevesinde Kafkaslar ya da Orta Asya’da çıkacak bir karışıklığa müdahale edebilmesi için Ukrayna enerjide olduğu gibi önemli bir duraktır. Üçüncüsü, Ukrayna’nın bugün karşı karşıya olduğu Rusya’yla 1Detaylı bilgi için bkz: http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_37750.htm (30 Mayıs 2014). 442 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 69(2) doğrudan ilişkilidir. NATO doğrudan ya da dolaylı olarak kendisine yönelik tehditler içerisinde Rusya’yı da saymaktadır. Dolayısıyla NATO üyesi ya da NATO yandaşı bir Ukrayna, Rusya’nın Karadeniz’deki konumunu sınırlandırabileceği gibi kara sınırı üzerinden de Rusya’nın çevrelenmesi sağlanabilir. Dördüncüsü, Ukrayna’nın Azak Denizi’ne giriş ve çıkışı denetleyebilecek konumda bulunmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Ukrayna ile NATO arasındaki sıcak ilişkiler, 2002 Prag Zirvesi’nde Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılmak istediklerini ifade etmeleriyle en yüksek noktaya ulaşmıştır. Söz konusu dönem boyunca Rusya’nın çok sert biçimde eleştirdiği bu durum, Turuncu Devrim sonrasında daha yüksek perdeden dile getirilmiştir. Her ne kadar 2008’de Almanya ile Fransa’nın reddiyle bu teklif hayata geçmemişse de, Rusya bu konudaki tavrını 8 Ağustos 2008’de Gürcistan askeri müdahalesiyle ortaya koymuştur. Askeri müdahale sonrasında Gürcistan’ın üyeliği gündemdeki önceliğini kaybetmiş olmakla beraber, Ukrayna bu talep için beklemeyi tercih etti. 2010’da Rusya yanlısı olarak nitelenen Viktor Yanukoviç’in iktidara gelmesinin üzerine, Ukrayna-NATO ilişkilerinin seyri yavaşlamıştı. Ancak, AB’nin Ukrayna hamlesi üzerine, Rusya Mart 2014’te Kırım’ı topraklarına kattı. Katılım anlaşmalarının imzaladığı gün Vladimir Putin, dünya kamuoyuna “Ukrayna’yı bilierek kışkırtanlar ve iç karışıklığa sürükleyenler var. Ukrayna’nın bölünmesini istemeyiz, ancak Karadeniz’de NATO askerlerinin Rus donanmasını karşılamasına da izin vermeyeceğiz” sözleriyle seslendi. Kırım gelişmesiyle beraber gün aşırı kınma metni yayınlayan NATO, yeni bir metinle bu uyuşmazlıkta taraf olmaktan kaçınmayacağını açıkça ortaya koydu. Gerek Kremlin’den gelen tonu yüksek açıklamalar gerek NATO kanadının demeçleri dikkate alındığında, Ukrayna’daki çatışmanın taraflarının Rusya ile NATO olduğu net bir biçimde görülmektedir. Sonuç Yerine Soğuk Savaş’tan sonra ABD’nin başat rol üstelendiği tek kutuplu dünya düzenine başta Çin ve Rusya olmak üzere farklı ülkelerden itirazlar yükselmiştir. Aralarında Brezilya, Çin, Rusya, Hindistan gibi yükselen ekonomilerin olduğu ülkeler, tek kutuplu bir düzene karşı çok kutupluluktan yana olduklarını sıklıkla dile getirmektedirler. Bununla beraber, ABD’nin müttefiki Avrupalı devletlerinin bir kısmı özelllikle Irak İşgali’nden sonra ABD ile yol ayrımına geldi, ancak bu itiraz sınırlı kaldı. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana hem NATO hem de AB ve IMF gibi kurumlarca ESBC’lerle yakın ilişkiler geliştirme çabası, Rusya’nın askeri olarak sınırlandırılmasını ve Hazar ve Orta Asya enerji kaynakları üzerinden enerji kartının elinden alınmasını hedeflemiştir. Bu çerçevede Gürcistan, Ukrayna, 443 Kırgızistan’da renkli devrimlerle Batı yanlısı isimlerin iktidara gelmesi, genel olarak ABD ve AB’nin Rusya hamlesi olarak okundu. 2002’de NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a üyelik için göz kırpmasıysa 2008’de Rusya tarafından sert bir biçimde cevaplandırıldı. 1993’te yayınladığı Güvenlik Doktrini’nde Rusya, yakın çevresi olarak adlandırdığı eski Sovyet coğrafyasının kendisi için hayati önemde olduğunu açıkça ortaya koymuş ve gerektiğinde buraya müdahale etmekten çekinmeyeceğini de göstermiştir. Ukrayna’da 2013’ten beri yaşanan çatışma, Rusya tarafından yeni bir “Rusya’yı çevreleme” hamlesi olarak okundu. Moskova bu nedenle, tüm tepkilere rağmen, daha sert politikalar uygulamayı seçti. Ayrıca Rusya, 2000’lerden bu yana Rus diasporasının önemine değinen metinlerin ışığında, Rus nüfusunu korumak için ilk defa başka bir ülkenin topraklarına girmiş, bununla yetinmemiş Kırım gibi Rus nüfusun yoğun olduğu bir bölgeyi kendisine katmıştır. Kuşkusuz Rusya’nın bu politikası, ülkesinde Rus nüfus bulunduran Kazakistan başta olmak üzere yakın çevresine açık mesajlar taşımaktadır. Bu süreç boyunca dikkat çeken bir diğer gelişme, küresel düzende safların sıklaşmasıdır. Özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin Kırım’ın ilhakı konusunda hazırladığı tasarıların oylanmasında kendileri de ayrılıkçı hareketlerle mücadele eden Çin ve Hindistan’ın sessiz kalması ve “Evet” oyu kullanmamaları, Rusya-Çin-Hindistan hattındaki saflaşmayı göstermiştir. Benzer biçimde Latin Amerika ülkelerinin neredeyse tamamının Genel Kurul’da Ukrayna oylamalarına katılmamaları ve Kırım’ın özerkliğini tanımaları ABD için tehlikeyi bir saflaşmayı ifade etmektedir. Ayrıca Rusya’yı enerji üzerinden sıkıştırma stratejisi çerçevesinde ABD’nin gerekirse Avrupa’ya gaz satabileceğini alt perdeden ifade etmesi, Gazprom’un yönünü doğuya dönmesine neden oldu. Bu çerçevede daha önce fiyat anlaşmazlığına takılan gaz aktarımı sorunu çözülerek, tesadüf olmayan bir biçimde Rusya ile Çin arasında 30 yıllık gaz anlaşması yapıldı2. Gazprom bu hamlesiyle Avrupa’nın gazı almama tehdidini bertaraf ettiği gibi, MoskovaPekin arasında yeni bir ortalık zemini yarattı. Ukrayna’daki gelişmeler sonrasında Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulanması ve bunların giderek dozunun artırılması karşısında ABD’nin müttefiklerinden de itirazlar yükselmeye başlamıştır. Özellikle AB’nin ekonomik motoru Almanya’nın yaptırımların abartılmaması uyarısı, Ukrayna’daki milliyetçi eğilimlere yönelik eleştirileri ve Rusya’nın G8’den çıkarılması sürecinde buna muhalefet şerhi koyması, Batı yakasında da işlerin 2Anlaşmanın detayları için bkz: http://rt.com/business/161032-russia-china-gas-putin/ (1 Haziran 2014) 444 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 69(2) çok yolunda gitmediğini gösteriyor. Almanya’nın gaz tedarikçisi ve önemli ekonomik partnerlerinden Rusya’yı Ukrayna için feda etmekte isteksiz olduğu, Kırım krizi boyunca Putin ile en fazla görüşen ismin Merkel olmasından da anlaşılıyor. Güvenlik alanında da NATO içerisindeki eski Doğu Bloğu ülkeleri Ukrayna konusunda daha sert tedbirler alınmasından yanaysa da, özellikle ABD’nin ekonomik yatırımlarla sınırlı kalacağını ifade etmesi, benzer biçimde Almanya’nın Rusya’ya yönelik daha temkinli bir politikadan yana olması, NATO’nun eylem potansiyelini de şimdilik Doğu Ukrayna’daki operasyonlar için hükümete destek vermekle sınırlı kıldı. Sonuç olarak, yeni bir Soğuk Savaş dönemine mi giriliyor tartışmaları bile aslında Ukrayna’da meydana gelen gelişmelerin Kiev’den ziyade Rusya ile ABD arasındaki gerilimden kaynaklandığını gösteriyor. NATO için Ukrayna’nın varlığı her ne kadar önemliyse de, ABD’nin 2010 itibariyle önceliğinin Asya-Pasifik olduğunu ifade etmesi, Rusya’nın cezalandırılmasının Çin ile Rusya yakınlaşmasını hızlandıracağı kaygısı ve Almanya’dan gelen itirazlar, askeri operasyon seçeneğini gündem dışına itti. Bu durum ise, tıpkı Gürcistan’da yaşananlar gibi, Rusya’nın agresif tutumu karşısında Ukrayna’nın da kaderine terk edildiğini ve sınırlı mali destekten öte bir yardımın gelmeyeceğini göstermiş oldu.
© Copyright 2024 Paperzz