Kasım 2014

KAYRAM
KASIM 2014
M UHARREM EROĞLU
ŞIMARIK ÇOCUK SENDROMU
S
on zamanlarda en sık karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi, aklından geçenlerin hemen yerine gelmesini isteyen ve isteklerinde sınır tanımayan çocuklardır.
Davranış açısından belli sınırları yoktur ve
oldukça sabırsızdırlar. Sıra beklemeyi,
paylaşımda bulunmayı pek sevmezler.
Empati güçleri zayıftır ve hayır ifadelerini
çok da dikkate almazlar. Normal çocuklarda görülebilen bencillik seviyesinin çok
üstünde abartılı davranışlar sergilerler.
Şımarık çocuk, genellikle gereksinimlerinin
karşılanması konusunda belirli bir düzen
bulunmayan çocuktur.
Çok kere kendi istediğinin yerine, anne babasının kendisine vermek istedikleriyle yetinmek zorunda kalan, yanlış şeyler aldığı için de devamlı istekte bulunan çocuk şımarıktır.
Şımarık çocuklarda, canının istediğini istediği zaman yaptırmaya çalışma, devamlı tutturma, gereken saatte yatmaya karşı aşırı direnç, sık sık ağlama, tepinme, arkadaşları ile
uyum sağlayamama vb. gibi tepkilere sıkça rastlanır.
Çocuklar şımarık doğmazlar. Peki, biz neler yapıyoruz da bu çocuklar, sınır tanımayan,
otoriteyle ilişkisini dengeleyemeyen çocuklara dönüşüyorlar?
Çocuk yetiştirmek oldukça zor ve sabır gerektiren bir durum. Özellikle günümüzde çocukların dikkatini dağıtacak, onların motivasyonunu düşürecek birçok uyaran mevcut.
İletişim teknolojilerindeki inanılmaz gelişimler ve çocukların istediklerini hemen yerine getiriliyor olması kontrolümüzü oldukça zayıflatıyor.
Anne babanın çalışıyor olması, çocuklarıyla yeterince ilgilenemediklerini düşündürmektedir. Buradaki eksikliği gidermek için de çocuğun ihtiyacı olmasa da çocuğa birçok şey
alınmakta ve bu durum abartılmaktadır.
Geçmişte kendi çocukluğunda yaşayamadıklarını, günümüzde çocuklarına maddi konularda sınırsızlıkla telafi etmeye çalışmak büyük bir hata olacaktır. Aileler arasında
maddi yarış ve gösteriş meraklısı tavırlar ancak daha beceriksiz çocuklar yetiştirmemize
neden olur.
Bir çocukta görülebilecek en büyük psikolojik problemlerden birisi de sınırsızlıktır. Eğer gerekli tedbirler alınmazsa psiyatrik yöntemlere başvurmamız gerekir. Çocuğumuzun yaşına
uygun, kabul edebileceği kurallar koymalıyız. Bu kurallar hem okul hayatına olumlu yansıyacak hem de sınırlarının farkına varmasını sağlayacaktır. Bu kurallar işbirliği halinde ve
karşılıklı anlaşma şeklinde olmalıdır.
Tüm çocuklar dikkat çekmek ister. Bazıları bunu ders çalışarak, ödevlerini yaparak ve çevreyle uyumlu olarak sağlar. Ama bazıları da vardır ki kolay yolu seçer ve tüm istenenleri
yapmayarak, geciktirerek, sorumluluklardan kaçarak, şımarık davranışlar sergileyerek yapar. İşte burada, çocuğumuz bu olumsuz davranışları sergilediğinde ona prim vermemeli
ve şantajlarına boyun eğmemeliyiz. Bize karşı sergilediği ve bizi zor durumda bırakabilecek davranışları ya görmezden gelmeli ya da bununla ilgili daha önce düşünülmüş tedbirler almalıyız.
Yapılan tüm araştırmalarda, çocukların tam özgürlük yerine kendisiyle ilgilenilmesini ve
bazı sınırlar konulmasını istedikleri ortaya çıkmıştır. Yaptığımız erkinliklerde, ev içerisinde ve
dış dünyada mutlaka belli oranda onu takip etmeli ve sınırlarını ona hatırlatmalıyız. Tatlısert bir disiplin anlayışı işimizi kolaylaştıracaktır.
Son olarak; çocuklara karşı gerekli olan bu disiplin anlayışını kazandırırken, ödül ve cezadan ziyade pekiştireçleri kullanmalıyız. Yani çocuğumuzun daha önceden bilgisi ve onayı
dâhilinde anlaştığımız konularda olumlu veya olumsuz pekiştireçlerle süreci yönetebiliriz.
Olumsuz davranışlar sergilediğinde yaşamında onun hoşlandığı bazı şeyleri azaltabiliriz veya olumlu davranışlar sergilediğinde yaşamında zaten var olan ve hoşuna gidenlerin sayısını ve miktarını arttırabiliriz.
Ona kızmadan, onu rencide etmeden, sadece sayı ve miktarlarla oynayarak disiplin anlayışını kazandırmak mümkündür.
M UHARREM EROĞLU
GÖRSEL ZEKA
G
örsel zekâ, insanın beyin gelişimindeki ilk aşamadır. Görüntülere ve
resimlere tepki verir ve buna göre öğrenmeler gerçekleştiririz. Gördüğümüz
her şey bizim için bir öğrenme ve kodlama sürecidir. Bu aşamadan sonra sadece somut bir süreçle değil, hayal dünyamızla da görmeye ve çevremizi yorumlamaya başlarız.
Etrafımızda olup bitenleri görüp düşünerek daha fazlasını hayal dünyamızda
gerçekleştiririz. İşte bu gelişmeyi, araştırmayı, keşifleri beraberinde getirir. Kısacası insanoğlunun yaşamında kullandığı
tüm yeteneklerin başlangıç noktası hayal edebilmek ve bunun da başlangıç
noktası gerçekten görebilmekten geçer.
Görsel zekâ, insanın çevresini gözlemlemesini ve görsel matematiksel fikirlerini ortaya koyabilme yeteneğini içermektedir. Bu zekânın daha ağır bastığı insanlar, çizgilere, renklere,
şekillere, uzaya ve bunlar arasındaki ilişkilere oldukça duyarlıdırlar.
Bu tür bir zekâya sahip insanlar varlıkları ve durumları görselleştirerek, resimlerle, renklerle
çok hızlı öğrenmektedirler. Haritaları ve çizgileri yazılı kaynaklardan daha hızlı kavrarlar.
Çok kuvvetli hayal gücüne sahiptirler. Filmleri, görsel sunuları daha çok severler ve bu
yöntemler öğrenme hızlarını arttırır. Görsel olarak hafızalarını daha etkin kullanırlar. Üç boyutlu yapıları ve modelleri çok rahat oluşturabilirler. Genellikle mimar, sanatsal içeriği olan
tüm meslekler, fotoğrafçı, tasarımcı, çevre düzenleme gibi meslekler ve birçok mühendislik alanlarında başarılı olurlar.
Gelişimin ve ilerlemenin ilk aşaması hayal etmektir. Yeni ürünler ortaya koyabilme, farklı
düşünerek, daha önce yapılmamış olanı yapma ancak bu tür bir zekâ alanının kullanılmasıyla mümkündür. Bu noktada üstümüze düşen önemli görevler vardır. Öncelikle öğrenme faaliyetlerinde görsel, işitsel, hem görsel hem işitsel araç ve gereçler kullanılmalıdır.
Bu yöntem daha çok duyu organına hitap ettiği için, öğrencinin dikkatini çeker ve öğrenmeyi kolaylaştırıp, hızlandırır. Öğrencinin güdülenmesi artar, dikkat süresi uzar, duygusal
olarak tepki vermesini sağlar, kavramlar somutlaşır ve basitleşir.
Bu araç ve gereçler seçilip kullanılırken, konuya uygun olarak seçilmelidir. Aynı zamanda
bu seçilen araç ve gereçler öğrencinin seviyesine ve kapasitesine uygun olarak seçilmelidir. Bu araçlar seçilirken çekici olmalı ve yeni bilgi ve görsellerle sürekli güncellenmelidir.
Bilgisayar destekli tahtalar ve projektörler öğretim faaliyeti içerisinde aktif olarak kullanılmalıdır.
Tüm bunlardan öte, öğretmenlerin ve velilerin üzerinde durması gereken en önemli konu
öğrencinin zekâ yapısının ve öğrenme yönteminin bilinmesidir. Öğrenmeyi hızlandırmak
ve etkili hale getirmek öğrenciyi tanımakla başlar.
Aynı zamanda hem görsel zekâsı yüksek olan öğrencilerde hem de diğer tüm öğrencilerde, görsel yöntemler ve bunun bir ötesi olan ‘gösterip yaptırma’ yöntemi kullanılmalıdır.
Hayal etme ve bu hayali gerçekleştirme ancak doğru yöntemleri kullanarak gerçekleşebilir. Bunun içinde, bu yönü güçlü ve zekâ yapısı bu anlamda önde olan çocuklarımızı asla gözden kaçırmamamız gerekmemektedir. Bu konuda hepimizin uyanık olması, hayati
öneme sahip…
(Aşağıdaki resimde, kaç tane yüz görüyorsunuz?)
M UHARREM EROĞLU
T.V...
1961 yılında "gözlemleyerek öğrenme" kavramını bir deneyle ispatlayan Albert
Bandura'nın yaptığı çalışma, sonuçlarının televizyon programlarının çocuklar üzerindeki
etkisine gönderme yapması açısından oldukça önemli.
Bandura, deneyinde bazı çocuklara
bir film izlettiriyor. İzlettirdiği filmde,
"Bobo doll" adı verilen bir oyuncağa
bağırıp söven, onu tekmeleyen bir
genç görülüyor. Bunu izleyen çocuklar, daha sonra teker teker oyuncakla
dolu bir odaya alınıyorlar.
Tam oyunlarının ortasında, biri gelerek bu oyuncaklarla artık başka bir
çocuğun oynayacağını söylüyor. İlgi
çekici bu odadan çıkarılan ve hayal
kırıklığına uğratılan çocuk, içinde az
oyuncağın bulunduğu bir başka odaya alınıyor. Bu odadaki oyuncakların
arasında "Bobo doll" da bulunuyor.
Filmi izleyen gruptaki çocukların,
"Bobo doll"a daha saldırgan davrandıkları gözlemleniyor.
Bandura, bir sonraki deneyinde, bir yönlendirme daha yapıyor. Şiddeti uygulayan kişi, bir
grup çocuğa izletilen filmde ödüllendiriliyorken, diğer çocuklara izletilen filmde cezalandırılıyor. Sonunda ödül olan filmi izleyen çocuklarda, şiddet davranışı daha fazla gözlemleniyor. Ancak sonunda ceza gören birini izleyen çocuklar, davranışı yapmaktan kaçınıyor.
Deneyde de görebildiğimiz gibi davranışlarımızın büyük bir kısmı öğrenmelerle oluşmaktadır. Bu anlamda özellikle şiddet ve olumsuz davranışlar gözlemle, izleyerek meydana geldiğinden, hem ailenin hem de çevrenin bu açıdan düşünülmesi gerekiyor.
Günümüzde bu öğrenmeler en fazla bilinçsiz bir şekilde, televizyon izlemekten kaynaklanmaktadır. Televizyon karşısında büyüyen çocukların sosyalleşme, bireyselleşme ve
psikososyal yönlerinin hepsi eksik ya da yetersiz kalmaktadır. Duygusal ilgi, sevgi ve birlikte
geçirilecek vakit yerine, çocuğun televizyon karşısında kalması çok sakıncalı bir durumdur.
Üç – yedi yaş arası çocuklarda TV’nin çok fazla izlenmesi, çocuğun dil ve sosyal gelişiminde birtakım sıkıntıların oluşmasına sebep olur. Çocuk bu dönemde, TV’ de gördüğü görüntüleri tamamen somut olarak yorumlar. Örneğin, bir çizgi filmde gördüğü bir sahneyi
kendiside yapmaya çalışabilir. Ayrıca çocukların bu dönemde izleyeceği korku, gerilim
ya da aşırı şiddet içeren görüntülerden aşırı derecede etkilenebilir ve bunun sonucunda
çocukta uykusuzluk gibi problemler baş gösterebilir.
TV’ izlerken zihinsel gelişim noktasında problem, çocuğun beyninin tek taraflı iletişim nedeniyle gelişiminde eksiklikler olmasıdır. Çünkü çocuk karşıdaki kişi veya olaylarla tek taraflı ilişki kurmakta, bu da onun iletişim yeteneklerini köreltmektedir. Monolitik bir iletişim
tarzı TV’nin kaçınılmaz sonucudur.
Birçok TV programı insanların ve çocukların gerçeklik algısını bozmaktadır. Özellikle kendi
hayatındaki problemlerle uğraşmak, alternatif çözüm yolları bulmak yerine kendisini tamamen kurgu olan programlara vererek bu mücadeleden kaçınmaktadır.
Farklı yöntemlerle, içerisinde ahlaki değerleri zayıflatıcı, kişilerin ve çocukların bilinçaltına
olumsuz mesajlar yollayan çok sayıda dizi ve program vardır. Eleştirdiğimiz, kendi kültürümüze ters gelen konular zamanla normalleşmekte ve bizim tepki eşiğimizi düşürmektedir.
Her gün hayatın olumsuzlularını, aldatmaları, bencilliği anlatan yapımlar, bilerek ya da
bilmeyerek insanların yaşam dengelerini bozabilmektedirler.
Ayrıca TV karşısında uzun vakitler geçirme çocukta fiziksel rahatsızlıklara yol açtığı gibi,
gelişim çağındaki çocuklarda hiperaktiviteyi ve otizmi tetikleyebilir. Uzun süre TV’ye odaklanma okul başarısını ve planlı çalışmayı da olumsuz etkileyecektir. Kitap okuma ve hayal
gücünü güçlendirici aktivite zamanlarını yok edecek veya zaman yönetiminin dengesini
bozacaktır.
Tüm bunlarla birlikte, burada asıl mesele TV’yi tamamen ortadan kaldırmadan, eleştirel
bir gözle televizyon izlenmesini öğretmektir. Zaman yönetimi doğru yapıldığında ve doğru
programlar seçildiğinde TV’nin birçok faydası da olacaktır. Bir reklam filminde veya bir
çizgi filmdeki problem görüntüleri, yanlış mesajları fark etmeyi, erken çocukluk döneminden itibaren çocuklarımıza, bunun nasıl yapılabileceğini göstermeliyiz.
Aksi takdirde ilerleyen zamanlarda, televizyonla hiç ilişkisi olmamış, onu nasıl yöneteceğini
bilmeyen bir çocuk daha çok problem yaşayabilir. Yapılması gereken televizyonu yasaklamak değil, onu kontrol altına alabilmektir. Tabi bu da öğrenilebilir ve öğretilebilir.