Coğrafya FİZİKİ COĞRAFYAYA GİRİŞ ÇIK VE UZ Sa aK TE NE Ta 1 ES 2010 T M faK ÜL T UL ÜN VE aNB rS ST Doç. Dr. Deniz EKİNCİ T.C . 1.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 1. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Fiziki Coğrafya ana hatlarıyla açıklanacaktır. Coğrafyadaki algı içerisinde Fiziki Coğrafyanın konumu değerlendirilecektir. Fiziki Coğrafyanın alt dalları belirtilecektir. Yardımcı bilim dalları ifade edilecektir. Ayrıca yine burada Fiziki Coğrafyayı akla getirecek görsellere de yer verilecektir. BÖLÜM 1: GİRİŞ 1.1. FİZİKİ COĞRAFYA NEDİR? 1.2. FİZİKİ COĞRAFYANIN ALT BRANŞLARI 1.3. FİZİKİ COĞRAFYAYA YARDIMCI DİSİPLİNLER 1.4. FİZİKİ COĞRAFYA KONSEPTİNİ YANSITAN GÖRSELLER ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ “1965 Nobel Ödülü’nün sahiplerinden ünlü fizikçi Richard Feynman, söyleşinin bir yerinde babasını anlatmaya başlıyor… Bir gün 1 öteki çocuklarla ormana gitmiştik, bir tanesi oradaki bir kuşu gösterip bana ‘Bu ne kuşu biliyor musun?’ diye sordu. ‘Bilmiyorum’ dedim, o da bana bilgiççe kuşun adını söyledi, babası ona öğretmişti. Oysa benim babam şöyle yapardı: ‘Bak bu kuşun adı şu… İtalyancada şu… Portekizcede şu… Fransızcada şu… İstersen bunların hepsini ezberleyebilirsin ama bunu yaparak kuş hakkında değil insanların ona verdiği isimler hakkında bir şey öğrenmiş olursun… Onun için istersen gel şu kuşa bir daha bakalım…” Bana bir şey fark etmeyi öğretti babam. En önemli şey de bu.” Dr. Deniz Ekinci, 2005, Zonguldak-Hisarönü Arasındaki Karadeniz Akaçlama Havzasının Kütle Hareketleri Duyarlılık Analizi, Çantay, İstanbul. Daha bir yüz yıl öncesine kadar iklim olaylarından, yerşekillerinin açıklanmasına kadar bir dizi tabiat olayı büyük oranda sırf farazi ve müphem yaklaşımlara istinaden gerçekleştiriliyordu. Fakat son yüz yılda bu bakımdan önemli adımlar atılmış ve birçok tabiat olayının en azından nasıl gerçekleştiği konusunda bazı hipotezler yaygın olarak kabul görmüştür. Bugün bizim bildiğimiz birçok mekanizma geçmiş yüzyılda bilinmemekte idi. Örnek olarak bugün ayağımız bastığımız yerin plakalardan oluştuğunu ve bu plakaların magma üzerinde yüzdüğünü söyleyebiliyoruz. Biraz önce bulunduğumuz noktada artık bulunmadığımız açıktır. 1908 yılında Alfred Wegener ayağımızı bastığımız kayaçların bir levha olduğuna ve bu levhanın yüzdüğüne işaret etmesi bu bilgiler doğrultusunda 2. Dünya savaşı sonrası levha tektoniği kuramının sağlam temellere oturtulması yerşekilleri hakkında birçok sorunun cevap bulmasına imkân hazırlamıştır. Bu bakımdan Fiziki Coğrafyaya Giriş dersi ile önümüzdeki 3 yıl boyunca göreceğimiz Fiziki Coğrafyaya ait dersler hakkında giriş mahiyetinde panoramik bir algı oluşturulmasını hedeflemektedir. Örnek olarak burada birkaç ders halinde ele alınacak olan Jeomorfoloji; önümüzdeki yıllarda çok ayrıntılı olarak işlenecektir. Jeomorfolojiye 2 Giriş, Kurak ve Yarıkurak Bölge Topografyası, Glasyal ve Perigalasyal Bölge Topografyası, Flüvyal Topografya, Neotektonik, ilk akla gelen konulardır. Benzer durum Klimatoloji, Biyocoğrafya ve Hidrografya için de söz konusudur. Hatırlanacağı üzere önceki dönemde Yer Sistemleri dersini almıştık ve burada doğal ortamı inceleyen Fiziki Coğrafyayı, insan ve ona ait özellikleri inceleyen Beşeri Coğrafyayı algılayabilmek, fiziki ortam ile insan arasındaki ilişkileri ortaya koyabilmek için yer sistemlerinin ana hatları ile bilinmesinde yarar olduğunu vurgulamıştık. Bu sürecin ikinci safhası veya aşaması giriş mahiyetinde Fiziki Coğrafyanın açıklığa kavuşturulmasıdır. Açıklığa kavuşturmaktan kastedilen ise tabiatta olup bitenleri algılama ve algıladığımız ölçüde sizlerle paylaşma çabasından ibarettir. Amacımız ise bu öğrenme sürecinde her bilgiyi ait olduğu yere yerleştirmek, bir mantık sırasına koymak ve önemli hiçbir şeyi atlamamaktır. Dolayısıyla asıl ve spesifik konulara girmeden önce bunları kuşatan kavramlar ve bilgiler anlatmak ve ön bilgi olarak burada sunmaktır. 1.1. FİZİKİ COĞRAFYA NEDİR? Doğal ortam ve süreçleri inceleyen Fiziki Coğrafya, Coğrafya Biliminin iki alt dalından birisidir. Fiziki Coğrafya mekânın, tabiatın veya doğal ortamın anlaşılmasını ve tanıtılmasını hedeflemektedir. Burada doğal ortamdan kastedilen yer sistemlerini oluşturan gaz tabakasından müteşekkil Atmosfer, yerin katı kısmına karşılık gelen Litosfer, sıvı kısmına karşılık gelen Hidrosfer ve nihayet yaşayan organizmaları kapsayan Biyosferdir. Dolayısıyla bu kürelerin her birinin Fiziki Coğrafyada bir anlamı ve mahiyeti bulunmaktadır. Litosfer Jeomorfoloji ile, Hidrosfer Hidrografya ile, Atmosfer Klimatoloji ile, Biyosfer ise Biyocoğrafya ile sıkı sıkıya bağlı olarak bulunur (Şekil 1). BİYOCOĞRAFYA HİDROGRAFYA 3 Biyosfer Hidrosfer Litosfer Atmosfer JEOMORFOLOJİ KLİMATOLOJİ Şekil 1. Yer Sistemlerinin Unsurları ve Fiziki Coğrafyanın Temel Branşları Arasındaki İlişki Yeni mekânların keşfedilmesinin hedeflenmesi ve coğrafi keşifler, harita yapımının ilerlemesi, dünyanın boyutunun hesap edilme gayretleri, askerlerin ve yöneticilerin kendi ülkelerini genişletme gayeleri, insan ve doğayı tanıma gayretleri, dünya ve onun olgusuyla ilgili çalışmalar Fiziki Coğrafyanın ilerlemesinde önemli merhaleler olarak ifade edilebilir. Fiziki Coğrafyanın son dönemde mahiyeti giderek önem kazanmış durumdadır. Küresel çevre sorunları, insan kaynaklı doğal sorunlar, iklimdeki salınımlar, buzulların erimesi, ekolojik sorunlar, sürdürülebilir çevre algısı, yenilenebilir enerji arayışları, okyanuslardaki gizem, volkanik aktiviteler, depremler, su taşkınları, erozyon, kütle hareketleri, kentleşme ve doğal ortamlarda arazi kullanımı, toprakların tuzlulaşması, çoraklaşması,…. yaşandıkça Fiziki Coğrafyanın önemi de artacaktır. Yine gelişen bilgi birikimi insanın merak duygularını sürekli motive etmektedir. İnsanlar sadece günümüzde gözümüz önünde cereyan eden olayları değil geçmişte olup bitenleri de anlama çabası içindedir. Paleocoğrafya ve Paleoiklimlerin değerlendirilmesi, Jeolojik geçmişin analiz edilme çabaları dikkate değerdir. Böylece, Fiziki Coğrafyanın kapsamı salt mekânsal tasvirlerin ötesine taşarak 4 çok daha geniş bir muhteva kazanacaktır. Gün geçtikçe ilerleyen teknoloji de bu gelişmeye zemin hazırlamaktadır. Uyduların varlığı, bunların sürekli yer sistemlerini takip etmesi, fotoğraflaması, Coğrafi Bilgi Teknolojileri, yaşlandırma yöntemleri, kimyasal ve fiziksel analizler bu ilerleme sahalarından sadece bir kaçı olarak ifade edilebilir. Fiziki Coğrafya çalışmalarında bazı temel eğilimler dikkati çekmektedir. Bunlar; mekânsal gelenek, alan çalışmaları, insan çevre ilişkileri, yer bilimi geleneği olarak ifade edilebilir. Strabon, Eratosthenes, Bernhardus Varenius, James Hutton, Georges Cuvier, Mikhail Lomonosov, Vasili Dokuchaev, Wladimir Köppen, Fredrich Ratzel, Alexander von Humboldt, William Morris Davis, Curtis Marbut Fiziki Coğrafya Biliminin gelişmesine katkı yapmış isimler olarak sayılabilir. 1.2. FİZİKİ COĞRAFYANIN ALT BRANŞLARI Fiziki Coğrafyanın alt branşları olarak; 1. Yerşekillerini inceleyen Jeomorfoloji 2. Suları inceleyen Hidrografya 3. Uzun süreli atmosfer olaylarını inceleyen Klimatoloji 4. Bitki ve hayvanların dağılışlarını inceleyen Biyocoğrafya 5. İnorganik litolojik yapının üzerinde toprakları inceleyen Pedoloji sayılabilir. Bunlardan başka Harita Bilgisi olarak bilinen Kartografya’da geleneksel olarak Fiziki Coğrafyanın bir alt disiplini olarak değerlendirile gelmiştir. Oysa Harita konusu Fiziki Coğrafyada kullanıldığı kadar Beşeri Coğrafyada da kullanılmaktadır. Bu yönüyle esasında bu branşı yardımcı bilim dalları içerisinde değerlendirmenin daha adaletli ve hakça olacağı kanaatindeyim. Ancak Kartografyadan anlaşılan bir diğer hususta yere ait matematiksel özellikler ile yerin hareketleridir. Sadece bu bakımdan ise Kartografya Fiziki Coğrafyanın bir alt dalı olarak kabul edilebilir. 1.3. FİZİKİ COĞRAFYAYA YARDIMCI DİSİPLİNLER Fiziki Coğrafyaya yardımcı olan branşların bazıları aşağıda belirtilmiştir; 5 1. Kısa zaman aralıkları içindeki atmosfer olaylarını inceleyen Meteoroloji 2. Yerin içyapısını inceleyen Jeoloji 3. Harita tekniklerini inceleyen Kartografya 4. gök cisimleri ve kozmosu inceleyen Astronomi 5. Suları inceleyen Hidroloji 6. Bitkileri inceleyen Botanik,… 1.4. FİZİKİ COĞRAFYA KONSEPTİNİ YANSITAN GÖRSELLER Fiziki Coğrafya yer sistemlerini inceler. Yer sistemleri ise büyük oranda çevremizde gördüğümüz unsurlardır. Bu bakımdan aşinalık kazandırmak bakımından bazı Fiziki Coğrafya görselleri aşağıda bulunmaktadır1. 1 Bu görsellerin açıklamaları ve ne oldukları özellikle belirtilmemiştir. Bunlara bakmanızı ve ne olduklarını şu anki bilgilerinizle vermenizi istiyorum. Fiziki Coğrafya Dersi tamamlandığı zaman tekrar bunlara dönerek ne ifade ettiklerini değerlendirmenizi isteyeceğim. Böylece ilk değerlendirmelerinize göre kat ettiğiniz mesafeyi fark etmiş olacaksınız. 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 ÇALIŞMA SORULARI 1. “Fiziki Coğrafya doğal ortam ve süreçleri inceleyen bir bilim dalıdır.” Aşağıdakilerden hangisi fiziki coğrafyanın hedeflerinden biri değildir? A ) Doğal ortamın anlaşılması B ) Mekânın tanıtılması C ) Okyanusların anlaşılması D ) Mekânın anlaşılması E ) Tarım faaliyetlerinin incelenmesi 2. Aşağıdakilerden hangisi doğal ortamlardan biri değildir? A ) Atmosfer B ) Litosfer C ) Biyosfer D ) Kartografa E ) Hidrosfer Cevaplar: 1e- 2d 47 2.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 2. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Jeomorfolojinin tanımı yapılacaktır. Kapsamı ve özellikleri ortaya konulacaktır. Jeomorfolojinin ilişkili olduğu yan bilim dalları belirtilecektir. Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinin nasıl gerçekleştiği vurgulanacaktır. Yapı, Süreç ve Zaman kavramları açıklanacaktır. Ayrıca jeolojik zaman tablosu da bu derste ana çizgileri ile belirtilecektir. BÖLÜM 2: GİRİŞ 2.1. JEOMORFOLOJİ NEDİR? 2.2. JEOMORFOLOJİNİN İLİŞKİLİ OLDUĞU BİLİM DALLARI NELERDİR? 2.3. YERŞEKİLLERİ NASIL OLUŞUR? ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Arazi ekskürsiyonu esnasında Mencilis mağarasını ziyaretimizde görevli, işte bu kavalı elinde olan çoban, bunlar koyunları diye tanıtmaya 1 başladı mağarayı. Ben, prehistorik insanlara ait bir kalıntı mı söz konusu diye söyleneni anlamaya çalışırken, görevli elindeki aydınlatıcıyı mağaranın tavanına tutarak işte bu da kurt diye devam etti. O an görevlinin ne ifade etmek istediğini fark ettim. Yüzyıllar boyunca insanlar havada bıraktıkları cisimlerin aşağıya düştüğünü söylediler. Bu ifade son derece doğal ve basit gibi görünüyordu. Elbette ki her şey aşağıya düşerdi. Su aşağıya doğru akar, yağmur yukarıdan aşağıya doğru yağardı. Ama bu insanlardan farklı olarak birisi bu Newton’du “havada bırakılan bir cisim, yerin merkezine, dünyaya, doğru çekiliyor” dedi. Bu, olaya farklı bir bakış tarzıydı ve birincisine göre çok daha doğruydu. Bu bakımdan okumakta olduğunuz çalışma da coğrafyanın buradaki karanlık noktalarına ışık tutmayı ve aydınlatmayı amaçlamaktadır. Dr. Deniz Ekinci, 2005, Safranbolu ve Çevresinin Jeomorfoloji Özellikleri, Çantay Yayınevi, İstanbul. Etrafımızda gördüğümüz yerşekillerinin nasıl oluştuğu hemen hemen herkesin merak ettiği ve kendisine göre cevap verdiği konulardandır. Oysa bunların doğru cevaplarını ancak jeomorfologlar verebilir. Yerkabuğu üzerinde ve kısmen de içinde, iç ve dış etmen ve süreçler tarafından oluşturulan yer şekillerini tasvir etmek, onların oluşum ve gelişimleri ile coğrafi dağılışlarını nedenleriyle birlikte ortaya koymak jeomorfoloji biliminin temel amacıdır. Dağ, plato ve ova olmak üzere ana ve çok sayıda ikincil yerşekillerine sahip yer kabuğu jeomorfolojik özellikleri bakımından ortaya konulması gereken birçok tema içermektedir. Dağlık arazilerin nasıl yükseldiği, kireçtaşları üzerinde gelişen karst topografyası ve bunun özellikleri, Akarsuların alüvyal dolgulu vadileri ve mevcut ise bunların kenarındaki taraça seviyelerinin gelişim süreci, akarsu ağının oluşum ve gelişimi ile etkinlik durumu, aşınım yüzeylerinin yaşlarının tespiti, rölyefin ana ve elemanter unsurlarının belirlenmesi ile bunların jeomorfolojik tarihçesi, var ise fayların mekanizması, fayların topografya üzerindeki etkileri, orojenik ve eprirojenik karakterdeki hareketlerin belirlenmesi, paleotektonik ve neotektonik hareketler, yapısal unsurlarının aydınlatılması, 2 volkanizma ve volkanik yerşekilleri, kıyı yer şekilleri, kurak ve yarı kurak bölgeler, buzul ve buzul çevresi bölgeler, akarsuların etkin olduğu flüvyal bölgeler bu sahalardaki yerşekillerinin tanımlanması jeomorfolojideki başlıca konulardan sadece bir kaçıdır. “Türk Boğazlarının oluşumu ve gelişimi jeomorfologlar arasında merak edilen, karanlık noktalarına ışık tutulmak ve açıklığa kavuşturulmak istenen öncelikli konulardan birisi olagelmiştir. Bu bakımdan çok sayıda öngörü ve teori ortaya atılmıştır. Oluşumu insanlık tarihinden eski olan boğazların, nasıl oluştuğu ve hangi süreçleri yaşadığı konusunda müphem yaklaşımlar olduğu gibi, jeomorfolojik kuram içerisinde yer bulabilen öngörüler de yok değildir. İlk dönem çalışmalar genellikle müşahedelere göre ve sırf nazarî mülâhazalara istinaden ortaya atılmıştır. Ayrıca bu ilk değerlendirmeler genellikle sahanın, çevresi ile birlikte ele alınması şeklinde olmuş, burada boğazlar ve çevresi sınırlı bir çerçeve dâhilinde değerlendirilmiş, fakat yalnızca Türk Boğazlarını özellikle ele alan detaylı çalışmalar ve eserler kısıtlı kalmıştır. Öyle ki birkaç on yıl öncesine kadar cevap bekleyen bu jeomorfolojik problem genel eserlerin veya jeolojik çalışmaların ilgili bölümleri içerisinde mahdut satırlardan ibaret kalmış ve hatta belirtildiği gibi bütün bu sahayı kapsayacak derecede geniş ve detaylı bilgileri ihtiva etmediklerinden, meselenin tamamını izaha yeterli olamamıştır. Kuşkusuz bu durumda, boğazların paleo-jeomorfolojik hususlarının ve kompleks karakterinin genellikle sanıldığı kadar basit olmamasının da rolü olmuştur. Türk Boğazlarının oluşumu ve bunların gelişiminde tektonik ve litolojik yapının ne dereceye kadar etkin olduğunun tespiti, yöredeki akarsu ağının durumu, yereyin maruz kaldığı deformasyonlar, boğazların her iki yakasındaki aşınım yüzeyleri ve onların yaşlarının tespiti, izöstatik ve öztatik hareketler ile çok döngülü gelişim süreci ilk akla gelen belirsiz noktalar ve kayda değer problemler olarak dikkat çekmektedir. Bu bakımdan konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikli olarak bu noktaları hareket başlangıcı olarak ele almak gerekir.” Deniz Ekinci, 2011, Türk Boğazlarının Temel Coğrafi Karakterleri, Türk Boğazları (Ed. Ece, N.J.), Engin Yayıncılık, İstanbul, 2.1. JEOMORFOLOJİ NEDİR? Jeomorfoloji üç farklı kelimeden oluşmaktadır. Bunlar; 3 geo: yer, morpho: şekil, logos: bilim Dolayısıyla Jeomorfoloji kelime anlamı ile Yerşekilleri Bilimi’dir. Türkçe karşılığı olarak yerşekli terimi yerine rölyef şekli, yüzey şekli, yeryüzeyi şekli ve topografya şekli gibi terimler de kullanılmaktadır. Yine orografi, fizyografi, jeomorfojeni ve morfoloji de Jeomorfolojinin yerine kullanılan terimlerdir. Ancak bugün yaygın olarak Jeomorfoloji tercih edilmektedir. Tanım olarak ise jeomorfoloji gerek deniz altında gerekse de üzerinde bulunan yer kabuğunda, iç ve dış etmen ve süreçler tarafından meydana getirilen yerşekillerini inceleyen bir bilim dalıdır. Yerşekillerini tasvir eder, onların oluşum ve gelişimleri ile coğrafi dağılışlarını nedenleriyle birlikte ortaya koyar. 2.2. JEOMORFOLOJİNİN İLİŞKİLİ OLDUĞU BİLİM DALLARI NELERDİR? Multidisipliner bir bilim olan Jeomorfoloji, konusu gereği olarak, bazı bilim dalları ile sıkı ilişki içinde bulunur. Bu bilim dallarındaki çalışmaların sonuçlarını kendi alanında değerlendirdiği gibi, kendi çalışmalarının sonuçlarını da bu bilimlerin faydalanmasına sunar. Bu bilim dallarından bazıları aşağıdaki gibidir; Jeoloji (mineraloji, petrografi, sedimantoloji, stratigrafi, tektonik, paleontoloji, hidrojeoloji vb.) • Klimatoloji, • Hidrografya, • Jeofizik, • Jeokimya, • Pedoloji, 4 • Kartografya, • Antropoloji,… 2.3. YERŞEKİLLERİ NASIL OLUŞUR? Bu sorunun cevabını bulmak için çok sayıda öneri ortaya atılmış ve tartışılmıştır. Kuruluşundan günümüze kadar jeomorfoloji biliminde, yerşekillerinin meydana gelişinde farklı görüşleri savunan, çeşitli ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları aşağıdaki, gibidir; • Plütonizm Ekolü, • Neptünizm Ekolü, • Davis Ekolü, • Yapısal Jeomorfoloji Ekolü • Klimatik Jeomorfoloji Ekolü 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan Plütonizm ekolüne göre yerşekillerinin meydana gelişinde esas rol iç etmen ve süreçlere aittir. Aynı yüzyıllarda görülen Neptünizm ekolüne göre ise esas rolü, özellikle akarsular olmak üzere, dış etmen ve süreçler oynar. Davis ekolü zamanın etkisine önem vermiş ve akarsu aşındırmasına bağlı olarak meydana gelen yerşekillerini normal saymıştır. Diğer bir ifade ile Davis ekolüne göre akarsu topografyası normal topografyadır. Bunun dışındaki topografyalar geri planda kalır. Yapısal jeomorfoloji ekolü yerşekillerinin meydana gelişinde esas rolün yapıya ait olduğunu savunur. Klimatik jeomorfoloji ekolü ise yerşekillerinin oluşumunda esas rolün iklime ait olduğunu savunur. Günümüz bilgileri ışığında bu ekollerden birinin görüşünü benimsemek 5 diğerlerininkini kabul etmemek doğru olmasa gerektir. Çünkü yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan etmen ve süreçler bölgeden bölgeye değişebilecekleri gibi, aynı bölge içinde farklı derecelerde pay sahibi de olabilirler. Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde veya yeryüzünün şekillenmesinde çok çeşitli etmen ve süreçler rol oynamaktadır. Bunların bir kısmı, faaliyetleri için gerekli olan enerjiyi yerkürenin iç kısımlarından, esas olarak, manto adı verilen jeosferden almaktadır. Bu etmen ve süreçlere iç etmen ve süreçler adı verilir. Yerkabuğu parçalarının yatay hareketleri ile yine yerkabuğunun epirojenez, orojenez, faylanma şeklindeki düşey hareketleri, depremler, volkanizma, iç etmen ve süreçlere örnek olarak gösterilebilir. Bunlar yeryüzünde çeşitli boyutta değişiklik ve yerşekilleri meydana getirirler. Örneğin levha hareketleriyle okyanus çanakları oluşur veya ortadan kalkar; kıtaların ve okyanusların yerleri tayin edilir; epirojenik hareketlerle geniş yerkabuğu parçaları kubbeleşerek yükselir, çanaklaşarak alçalır; orojenik hareketlerle dağ sıraları ve bunlar arasındaki oluk şeklinde çukur alanlar, senklinaller, teşekkül eder; düşey doğrultulu faylanmalarla yerkabuğu blokları yükselir ve horst adı verilen dağlık kütleler meydana gelir; horstlar arasında kalan ve çöken yerkabuğu bloklarına tekabül eden kısımlar, graben adı verilen çöküntü hendeklerini oluşturur; volkanizmaya bağlı olarak volkan konileri, lav akıntıları, lav örtüleri gibi yerşekilleri hasıl olur. İç etmen ve süreçler aynı zamanda yerkabuğunun yapısını da tayin ederler. Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan etmen ve süreçlerin diğer kısmı ise, faaliyetleri için gerekli olan enerjiyi güneşten alırlar. Bunlara da dış etmen ve süreçler denir. Başlıcalarını fiziksel (mekanik) parçalanma, kimyasal ayrışma, yeraltısuları, akarsular, buzullar, dalgalar, rüzgârlar ve canlıların teşkil etliği dış etmen ve süreçler, iç etmen ve süreçler tarafından meydana getirilen yerşekillerini aşındırarak ortadan kaldırmaya, sahayı taban seviyesine yakın bir seviyeye kadar alçaltıp düzleştirmeye çalışırlar. Aşındırma etmen ve süreçleri olarak adlandırılabilecek olan bu etmen ve süreçler, karalar yüzeyini alçaltıp düzleştirirken, iç etmen ve süreçlerce meydana getirilen farklı yapılar üzerinde çeşitli yerşekillerini de oluştururlar. Yer şekillerinin nasıl ve hangi süreçlerin kontrolünde oluştuğunu ortaya koymak onların çok kompleks etkenlerin altında ve karmaşık süreçler yaşayarak meydana gelmeleri 6 nedeniyle oldukça zordur. Bu güçlüğün üstesinden gelmek için önce Grove Karl Gilbert daha sonra da William Morris Davis tarafından önerilen Topografya Şekilleri = f (yapı+süreç+zaman) formülünü kullanabiliriz. Bu formülde; Yapı; Yapı yerşekillerinin oluşum ve gelişiminde rol oynayan önemli etmenlerden biridir. Yerkabuğunun tektonik ve litolojik özelliklerini kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Litolojik yapı kayaçları ifade eder; tektonik yapı ise bu kayaçların dizilişleri ve tabaka özelliklerini belirtir. Diğer bir ifade ile yapı denilince hem yereyi (araziyi) meydana getiren kayaçların cinsi, onların fiziksel ve kimyasal özellikleri, hem de, bu kayaçların meydana getirdiği tabakaların birbirlerine göre durumları anlaşılır. Litolojik Bakımdan Yapı; Kayaçlar su, gaz ve organik varlıkların dışında yerkabuğunu meydana getiren unsurlardır. Yol yarmaları, maden ocakları ve taş ocakları gibi yerler ile toprak veya enkaz örtüsünden yoksun topografya yüzeylerinde mostralarına rastladığımız kayaçlar, yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan önemli etmenlerden biridir. Onların fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki farklılıklar yerşekillerinin de farklı olmalarına sebep olur. Çünkü bu özellikler, kayaçların aşındırma etmen ve süreçlerine karşı dayanıklı veya dayanıksız olmalarını tayin eder. Örneğin kalker, tebeşir, jips gibi suda eriyebilen veya çözünebilen kayaçların bulunduğu sahalarda lapya, dolin, uvala gibi özel yerşekillerini içeren karst topografyası oluşur. Genel olarak, tektonik hareketlerle ters durumlar meydana gelmemişse, aşınmaya karşı dayanıklı kayaçlar nispeten yüksek yerşekillerini, kolay aşınan ve parçalanan kayaçlar ise alçak yerşekillerini meydana getirir. Aşınım yüzeyleri veya peneplenler üzerinde yer alan ve sert kayaçlardan oluşan monadnoklar bu şekildeki 7 nispeten yüksek rölyefe örnek teşkil eder. Sert-yumuşak tabakaların ardışık olarak üst üste bulunduğu, Örneğin, yatay yapılı sahalarda sert tabakalar vadi yamaçlarında dik çıkıntılar, kornişler oluşturur. Granitlerden müteşekkil sahalarda granit topografyası adı verilen özel bir topografya tipi oluşur. Benzer şekillere siyenit, diorit, andezit, bazalt ve gnays gibi heterojen kayaçlar üzerinde de rastlanır. Kayaçlar, genellikle, bir veya birkaç mineralin bir araya gelmesi sonucu oluşmuşlardır ve mineral içerikleri onların dış etmenlere karşı dayanıklılıklarını tayin eder. Çünkü kayaçlar aynı fiziksel ve kimyasal özellikte değildirler; Katılaşım, Tortul ve Metamorfik olmak üzere üç ana grubu ve bunlarında altında çok çeşitli tipleri vardır. Örneğin yoğun olabildikleri gibi (bazalt..) gevşek de olabilirler (kum deposu, çakıl deposu..). Bir kısmı tabakalıdır (kumtaşı, gnays..) bir kısmı ise tabakalanma göstermez (granit..). Kristalize minerallerden müteşekkil olanların yanı sıra (granit, gabro..) cam yapısında olanlar da vardır (obsidyen, pekştayn..). Bir kısmı tek mineralden müteşekkildir (kalker, jips..), bir kısmı ise çeşitli minerallerden oluşmuştur (granit, andezit..). Etmen ve süreçlerin etkisi yeryüzeyinde ve yerin iç kısımlarında kayaçlar üzerinde olur. Şekillendirici bu etmen ve süreçlere karşı kayaçların göstermiş oldukları direnç veya tepki bu bakımdan önem arz eder. Belirtildiği gibi kayaçlar, mineral veya minerallerin biraraya gelmesi ile oluşmuşlardır. Bu nedenle aralarında kimyasal bileşim farkları olduğu gibi, fiziksel özellikleri de başkadır. Dolayısı ile kayaların çözülmeye karşı dirençleri çok değişiktir. Fakat aynı kayacı oluşturan farklı minerallerin çözülmeye dirençleri de, aynı değildir. Bunun sonucunda kayalar, belli bir süre dış süreçlerin etkisinde kaldıklarında, bunların yüzeylerinde pürüzler meydana gelir. Farklı çözülmeye bağlı olarak dirençli minerallerden oluşan kısımlar belirgin noktalar, çabuk çözülmüş kısımlar ise çukurluklar halinde belirir. Bir kayanın üzerinde farklı çözülme sonucunda oluşan bu tür pürüzler daha küçük ölçüdedir. Fakat bileşim ve yapı bakımından ayrı olan kayalar arasında çözülme ve sonuçta, aşınma ve parçalanmaya karşı direnç bakımından var olan ayrıcalıklar zamanla büyük ölçüde seviye farklarının oluşmasına neden olabilir. Farklı aşınma ve parçalanma ile dirençli kayalar yüksek sahalar halinde belirir, bunlar arasında 8 veya çevresindeki dirençsiz kayalar ise hızla çözülerek ve aşınarak alçalırlar (Erinç, 2000). Kayaçlar, doğal bir malzeme olmaları ve katı, sıvı, gaz gibi üç değişik fazda bileşenlerden meydana gelmeleri nedeni ile onların dış etmen ve süreçlere karşı davranışlarının ortaya konulması oldukça zordur. Bunlar; genel olarak homojen olmayan, ayrıca özellikleri çevre koşullarına, jeolojik zamana bağlı olarak büyük değişiklikler gösteren oluşuklardır. Bu açıdan, yapıların dış etmen ve süreçlere karşı davranışlarını ifade eden genel analitik modellerin ve sabit kayaç katsayılarının kesin olarak belirlenmesi mümkün olmamaktadır. Ayrıca bundan dolayı litolojik istifin değişik klimatik şartlarda jeomorfoloji üzerindeki etkileri de farklı olmaktadır. Kayaçların ayrışmasına ve parçalanmasına yol açan etkenler, mekanik ve kimyasal olarak iki ayrı grupta değerlendirilir. Bunlardan birincisi; ısı farklılıkları, don, rüzgâr, su ve bitki köklerinin etkisi gibi, fiziksel nedenlerin yol açtığı mekanik parçalanma, diğeri ise; kayaçların ve bu kayaçları oluşturan unsurları birbirine bağlayan çimentonun kimyasal bileşiminin bozulmasına bağlı olarak meydana gelen kimyasal ayrışmadır. Kayaçların içerisinde yer alan bazı yarı duraylı mineraller de kimyasal ayrışmaya uğrayarak birtakım ikincil minerallere dönüşmektedir. Dayanıklılığı daha az olan bu ikincil mineraller ise tekrar mekanik parçalanmaya uğrayarak daha küçük parçalara ayrılabilir. Sonuç olarak; kayaçlar parçalanmaya yol açan farklı nedenlerin etkisi altında boyutları ve biçimleri birbirinden farklı çok sayıda, küçük tanelere ayrılmaktadır. Litolojik istiflerin, etmen ve süreçlere karşı davranışlarını analiz edebilmek, jeomorfolojik gelişim bakımından gerekli etmenleri saptayabilmek için; onların yaşı, dokusu, içyapısı ve bunlardan katı tanelerin boyutları, biçimleri, yoğunlukları ve mineralojik karakteristikleri gibi özelliklerinin belirlenmesi gerekmektedir. Yeryuvarın jeolojik geçmişi boyunca oluşmuş malzemelerin taşınması, değişik çevre koşulları altında çökelmesi, sıkışması ve çimentolaşması yer yer de metamorfizmaya maruz kalması, yer yer de oluşan bu litolojik istiflerin tekrar tekrar parçalanması, ayrışması, taşınması ve birikmesi ile çok değişik jeolojik istifler meydana gelmiştir. Bu kayalar zaman zaman da basınç ve gerilmelere maruz kalarak kırılmış ve kıvrımlanmışlardır. Dolayısıyla her kayaç şekillenmeye karşı kendine has özellikler göstereceğinden litolojik yapının açıklığa kavuşturulması gerekir. 9 Tektonik Bakımdan Yapı; Kayaçların meydana getirdiği tabakaların özelliklerini tektonik yapı ifade eder. Tektonik bakımdan çeşitli yapı tipleri bulunmaktadır. Bunlar ise aşağıdaki gibidir; 1. Yatay Yapı 2. Monoklinal Yapı 3. Kıvrımlı Yapı 4. Faylı Yapı 5. Dom Yapısı 6. Diskordant Örtülü Yapı Süreç; Yüzey şekilleri üzerinde mekanik ve kimyasal yolarla değişiklikler meydana gelmesine sebep olan olayları ifade eder. Bu süreçler bazı etkenlerin kontrolünde gerçekleşir. Akarsular, buzullar, dalgalar, rüzgârlar, akıntılar birer etkendir. Kayaçların ayrışması, parçalanması, taşınması, taşınan unsurların birikmesi ve depolanması ise süreçtir. Etken ve süreçler iki farklı şekildedir. Bunlar; 1. İç Etken ve İç Süreçler 2. Dış Etken ve Dış Süreçler’dir. Belirtildiği gibi kuvvet kaynağını yeryuvarın iç kısmından alan etken ve süreçlere, iç etkenler ve iç süreçler adı verilir. Yerkabuğunun çeşitli hareketleri, kıvrılmalar, kırılmalar, epirojenik çanaklaşma, kubbeleşme veya çarpılmalar ve volkanizma iç etken ve süreçleri meydana getirir. İç kuvvetler, kaynaklarını yerin derinliklerinden almak ve genellikle yapıcı olmak gibi ortak karakterler göstermekle birlikte, bunların 10 oluşum şekilleri ve yerkabuğunu şekillendirmedeki etkileri aynı değildir. Bu bakımdan iç kuvvetlere bağlı olarak meydana gelen süreçler epirojenez, orojenez, kırılma, faylanma, deprem ve volkanizma olmak üzere gruplandırılabilir. Kuvvet kaynağını yeryuvarın iç kısımlarından almayan etken ve süreçler ise, dış etkenler ve dış süreçler adı altında ifade edilen fiziksel parçalanma, kimyasal ayrışma, yeraltısuları, akarsular ve seyelân, buzullar, dalgalar ve akıntılar, rüzgâr ile canlılar’ (bitkiler, hayvanlar ve insanlar) dır. İç etmen ve süreçlerin oluşturduğu yerşekillerini aşındırarak ortadan kaldırmaya ve yer aldıkları sahaları alçaltıp düzleştirmeye çalışan bu aşındırma etmen ve süreçlerinin, yerkabuğu ve dolayısıyla onun malzemesi üzerindeki etkileri, birbirinden farklı olarak meydana gelir. Diğer bir ifade ile belirtilen dış etmen ve süreçlerin hepsinin yeryüzünde etkin olmadığı, etkin etmen ve süreçlerin ise farklı derecelerde olduğu söylenebilir. Zaman; Bugün hâlihazırda etrafımızda gördüğümüz yerşekilleri uzun bir jeolojik geçmiş boyunca ancak oluşmuşlardır. Yerşekilleri belirli bir zaman dilimi içerisinde oluşur, gelişir ve ortadan kaybolur. Bir vadinin akarsularca işlenmesi ve oluşması birkaç yüz bin yılı kapsar. Örnek olarak 4000 metre yükseltiye sahip bir dağı ele alacak olursak dış olaylarla yılda 0,5 milimetre aşınan bu yüksek kütle 8 milyon yıl sonra deniz seviyesine indirgenmiş olur. Diğer bir ifade ile zaman jeomorfolojik oluşum ve gelişimi kapsar ve değişik yerşekillerinin oluşmasına imkân veren farklı litolojik istifler çok yönlü şekillendirici faktörler denetiminde, geçmişten günümüze yerkabuğunun geçirdiği jeomorfolojik gelişimi, başka bir ifade ile jeomorfolojik tarihçeyi kapsar. Türkiye’de her ne kadar bugün var olan yerşekilleri büyük oranda en azından Miyosen'den beri gelişimini sürdüre gelen rölyef sistemlerinden meydana geliyor olsa dahi, bu oluşum esasında ilk litolojik birimin oluştuğu zamana kadar götürülebilir. İlk litolojik birimin oluşmasıyla jeomorfolojik gelişim başlamışsa da sonradan etkin olan etmen ve süreçlere bağlı olarak bu şekiller ortadan kaldırılmış ve yenileri oluşmuştur. Bu aşınım döngüsü süreci 11 günümüze kadar sürekli olarak tekrarlanmış ve günümüzde de bu süreç hala devam etmektedir. Big Bang modeline göre günümüzdeki evren 13,7 milyar yıldan biraz daha fazla zaman önce son derece yoğun ve sıcak bir halden büyük bir patlamayla ortaya çıkmıştır. Yapılan radyometrik ölçümlere göre de yerkabuğunun oluşumundan bugüne kadar geçen süreyi 4,6. 109 yıl olarak vermektedir. Bu uzun dönem içerisinde yeryuvarı üzerinde henüz yerkabuğunun oluşmadığı, ısının çok yüksek olduğu kozmik bir evreden çok çeşitli ve değişik yerşekillerinin mevcut bulunduğu günümüze kadar gelinmiştir. Bu bakımdan yerkabuğunun ve onun üzerindeki ilk yerşekillerinin başlangıcı esas olarak sedimanter evre’nin başlamasına kadar götürülebilir. Prekambriyen olarak bilinen bu zamanda kabuğun oluşup dış etkenlerle şekillenmeye başlaması ile birlikte, ilk kıta çekirdekleri de meydana gelmiştir. Birinci zaman Paleozoyik’te, karaların giderek yüzölçümü artmış, Pangea adındaki tek kıta parçası oluşmuş, Kaledoniyen ve Hersiniyen Orojenezleri meydana gelmiş, kıta içi gerilim hareketleri başlamış ve ilk rift sistemleri oluşmuştur. Bu zamanda buzullaşma hareketlerinin yanı sıra, şiddetli ısı artışı da meydana gelmiş böylece, Nemli Tropikal İklim ekvatorun her iki yanında büyük yayılış göstermiştir. Yaklaşık 200 milyon yıl önce İkinci zaman, Mezosoyik’te, Pangea iki parçaya ayrılmış, takip eden dönemde iki kıta parçası da giderek parçalanmış ve birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Bu zamanın bir devri olan Kretase’de Nemli Tropikal kuşak kutuplara doğru genişlemiştir. Alçak ve çukurluk sahalar sıcak denizlerin istilasına uğramışlardır. Bundan sonra, bugünkü büyük sıradağların birçoğunun meydana geldiği Üçüncü Zaman, Senozyoiyik’te Alp Orojenezi ile büyük kıvrımlı sıradağlar oluşmuştur. Arkasından Kuvaterner’de tektonik hareketlerin yanı sıra büyük buzullaşmalar meydana gelmiş, karalar yüzölçümünün büyük bölümü buzul örtüleri altında kalmıştır. Yaşanan buzul dönemleri arasında iklim de ısınmalar meydana gelmiş ve buzullar erimiştir. Tekrar soğumayla birlikte buzullaşmalar oluşmuştur. Böylece öztatik kökenli olarak deniz seviyelerinde yükselme ve alçalmalar meydana gelmiştir. Yaşanan bu milyonlar yıl içerisinde, büyük tektonik hareketlere bağlı olarak geniş kara parçalarını etkileyen yükselmeler, alçalmalar, kıvrılmalar, kırılmalar, çanaklaşmalar, kubbeleşmeler meydana gelmiş, volkanik faaliyetler zaman zaman 12 suların altında zaman zamanda suların üzerinde etkinliğini sürdürmüştür. Böylece Büyük kara parçaları ve yükseltiler oluşmuştur. Sular gerek öztatik gerek tektonik nedenlerle zaman zaman yükselerek karaları işgal etmiş zaman zaman da alçalarak karalardan çekilmiştir. Bu hareketlere bağlı olarak yeryuvarın jeomorfolojik gelişimi birçok sahada kesintiye uğramış, yeni oluşum ve gelişim devreleri ile çok farklı yerşekilleri oluşmuştur. Atmosfer koşullarına bağlı olarak farklı iklim bölgelerinde farklı aşındırma etmen ve süreçleri hâkim olmuştur. Bu bölgeler kendilerini aşındıran farklı aşındırma etmen ve süreçlerine bağlı olarak yerşekli bakımından değişik görünüm kazanmıştır. Nemli bölgelerde akarsular, kurak bölgelerde rüzgârlar, soğuk iklim bölgelerinde buzullar faaliyetlerini sürdürmüştür. Bununla birlikte yer yer aynı bölgede farklı etmen ve süreçler değişik zamanlarda rol oynayarak polijenik topografyaların oluşmasına imkân vermiştir. Genel olarak son 10000 yılında insanla tanışan ve yaklaşık 4570 milyon yılı geride bırakan yeryuvarı; bu uzun kronolojisi boyunca kıvrılma, kırılma gibi tektonik hareketler, magma çıkışlarına sahne olan volkanik faaliyetler, iklimde ısınma ve soğumalar ile bunların ortaya çıkardığı klimatik koşulları doğal süreçler olarak yaşamış ve yaşamaktadır. Bu koşulların kontrolünde ise yerşekilleri oluşup gelişmektedir. Jeologlar ve jeomorfologlar Dünya'nın jeolojik tarihini açıklamak için Jeolojik Zaman Tablosu saptamışlardır. Bu tasnif yapılırken önemli jeolojik olaylar, yeni canlıların var olması, iklimdeki değişimler gibi hususlar dikkate alınmıştır. Ana çizgileri ile 4,6 milyar yıllık geçmişi gösteren sadeleştirilmiş jeolojik zaman tablosu aşağıdaki gibidir; Jeolojik Zaman Cetveli 13 Süre Zaman Devir Devre-Çağ Eon Era Period Epok Holosen Kuvaterner Senozoik Tersiyer Fanerozoik Mezozoik Paleozoik Arkeen Hadeyan 10. 000 yıl Pleistosen 1.600.000 yıl Pliyosen 5.300.000 yıl Miyosen 24.000.000 yıl Oligosen 37.000.000 yıl Eosen 58.000.000 yıl Paleosen 65.000.000 yıl Kretase 144.000.000 yıl Jura 208.000.000 yıl Triyas 245.000.000 yıl Permiyen 286.000.000 yıl Karbonifer 360.000.000 yıl Devoniyen 408.000.000 yıl Silüriyen 438.000.000 yıl Ordovisyen 505.000.000 yıl Kambriyen 570.000.000 yıl 2,5 milyar yıl Proterozoik Kriptozoik Günümüz Prekambriyen 3,8 milyar yıl 4,6 milyar yıl 14 ÇALIŞMA SORULARI 1. Jeomorfolojinin kelime anlamı yerşekilleri bilimidir. Aşağıdakilerden hangisi Jeomorfolojiyi ifade eden bir terim değildir? A ) Yüzey şekli B ) Rölyef şekli C ) Kartografya D ) Yeryüzü şekli E ) Topografya 2. Gerek deniz altında gerekse deniz üstünde bulunan yerkabuğunda iç ve dış etmen süreçler tarafından meydana getirilen yer şekillerini inceleyen bilim dalı aşağıdakilerden hangisidir? A ) Klimatoloji B ) Jeomorfoloji C ) Pedoloji D ) Jeoloji E ) Hidroloji Cevaplar: 1c – 2b 15 3.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 3. BÖLÜM ÖZET: Bu derste ölçeği bakımından yerşekilleri ortaya konulacaktır. Ayrıca küresel boyutta Dünyanın ana yerşekilleri belirtilecektir. Kıtalar ve okyanus tabanlarında bulunan çok büyük yerşekilleri açıklanacaktır. Bunlardan kıvrımlı sıradağlar, yüksek platolar ile ovalar ve büyük havzalar değerlendirilecektir. BÖLÜM 3: GİRİŞ 3.1.ÖLÇEĞİ BAKIMINDAN YERŞEKİLLERİ 3.2. YERYÜZÜNDEKİ RÖLYEFİN ANA ÇİZGİLERİ 3.2.1. KITALAR ÜZERİNDEKİ YERŞEKİLLERİ 3.2.2. OKYANUS TABANLARININ YERŞEKİLLERİ ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ 1 Yerşekilleri farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Bunlar yapısal, klimatik veya bölgesel olabilecekleri gibi büyüklükleri bakımından ve küresel olarak da ele alınabilir. Bu bakımdan yapılacak sınıflandırmalar aşağıdaki gibidir. 3.1.ÖLÇEĞİ BAKIMINDAN YERŞEKİLLERİ Ölçeği bakımından yerşekilleri en küçük çizikten, oluktan başlayarak levhalara kadar değişen büyüklükte bulunur. Büyük yer şekilleri kendisinden daha küçük yer şekillerini de ihtiva eder (Tablo 1). Tablo 1. Ölçeği Bakımından Yerşekilleri Mekânsal Boyutları Yerşekli Örnekleri Başlıca Ölçek Micro kontrol Eden Etmen ve Süreç Uzunluk Alan (km) (km²) < 0,5 <0,25 Küçük Yapısal Flüvyal Glasyal Kurak Dış Kuvvet Kuvvet Çok Küçük Küçük Lokal ve sığ Mikro iklim, küçük fay havuzcukl moren depremler, hava olayları ar, sırtları volkanik yüzeyleri Ripilmark İç oluklar, aktiviteler kanallar Meso 0,5-10 Orta Makro 10-10³ Büyük 0,25- Küçük Menderesl Küçük Yerel iklim, 10² volkanlar er buzul Kumullar bölgesel kısa süreli vadileri izostatik iklim hareketler değişimi Bölgesel Bölgesel yükselme ve iklimler, alçalmalar, Uzun 10²- Blok- Büyük ve Zirvelerdek Kum 106 havza sürekli i büyük denizleri fayları akarsuları buz n taşkın kütleleri Lokal ve süreli iklim ovaları değişimleri, osilasyonlar Mega Çok Büyük >10³ >106 Kıtalar ve Dünyanın Kıtasal büyük en büyük buzullar büyük bölgeleri, kıvrımlı akarsuları (Şekil 1) yükselme ve Uzun dağ na ait alçalmalar, iklim büyük Büyük salınımları, drenaj izostatik Buzul çağları sıraları havzaları Ergler Uzun süreli Büyük iklim süreli hareketler 2 Şekil 1 . Antarktika Kıtası ve Buzul Örtüsü 3.2.YERYÜZÜNDEKİ RÖLYEFİN ANA ÇİZGİLERİ Dünyanın en büyük yer şekli plakalardır (Şekil 2). Plakaların bazı kısımları su yüzeyindedir. Bunlar kıtalara karşılık gelir. Diğer kısmı ise okyanusların altında bulunur. Okyanusun altındaki kısımlar ise okyanus ve denizaltı morfolojisini meydana getirir. Bu bakımdan yerküremiz sular ve karalardan müteşekkil iki ünite olarak dikkat çeker. Dolayısıyla okyanus çukurları ve bunlar arasındaki kıtalar en büyük yer şekillerini teşkil eder (Şekil 3, Şekil 4). 3 Şekil 2. Dünyanın Başlıca Plaka Sınırları Şekil 3. Dünyanın Başlıca Plakaları, Diverjans ve Konverjans Levha Sınırları 4 Şekil 4 . Okyanuslar ve Bunların Arasında Kalan Kıtalar Yerküremizin toplam yüzölçümü 500.960.083 km² olup bunun % 75,45’i okyanusları, %24,55 i ise kıtaları meydana getirmektedir. Bu bakımdan karalardaki yerşekillerinden daha büyük kısmı yaklaşık 3 misli okyanusların altındadır (Tablo 1). Tablo 1. Kıta ve Okyanusların Yüzölçümleri Okyanuslar Yüzölçümleri Kıtalar (km2) Yüzölçümleri (km2) Arktik Okyanusu 14.056.000 Avrupa 10.180.000 Atlantik Okyanusu 106.400.000 Afrika 30.221.53 Hint Okyanusu 73.556.000 Antarktika 14.000.000 Pasifik Okyanusu 165.200.000 Asya 44.579.000 Güney Okyanusu 18.800.000 Amerika 42.549.000 Avustralya 8.617.930 Okyanuslar Toplamı 378. 012.000 Kıtalar Toplamı 122.948.083 5 Karalar daha çok ekvatorun kuzey tarafında, denizler ise ekvatorun güneyinde yer almış bulunurlar. Karalar kuzey yarımkürede dağılmış fakat güney yarımkürede güney kutbuna doğru daralmış olarak bulunur. Kıtaların ortalama yükseltisi 850 metredir. Okyanuslarda ise ortalama derinlik 3800 metredir. İki ortalama değer arasındaki fark 4650 metredir. Fakat karaların en yüksek noktası ile denizlerin en derim noktası arasındaki fark ise hemen hemen 20000 metreyi bulur. 3.2.1. Kıtalar Üzerindeki Yerşekilleri Kıtalar üzerinde esas olarak dağlar, ovalar ve platolar ana yerşekilleri olarak yerini alır. Ovalar en yaygın yerşekilleridir (Şekil 5). Bunu platolar ve dağlar takip eder. Bununla birlikte kıtalarda üç mega yer şekli bulunur. Bunlar kratonlara karşılık gelen yüksek platolar, büyük kıvrımlı dağlar ile ovalar ve havzalara karşılık gelen kıta platformlarıdır. Alçak Ovalar Alçak Dağlar Yüksek Ovalar Orta Yükseltide Dağlar Platolar Yüksek Dağlar Şekil 5. Dünyanın Başlıca Yerşekilleri 6 Yüksek Platolar Kratonlar olarak bilinen eski kıta çekirdekleri veya kıta kalkanları yüksek platoları oluştururlar. Ortalama yükseltileri 1000 metreyi geçmez. Dünyanın en yaşlı kayaçları buralarda görülür Metamorfik şist, gnays, mermer, kuvarsit gibi metamorfik kayaçlarla bunların arasına sokulmuş granit, diorit gibi katılaşım kayaçlarından müteşekkildirler. Çeşitli tektonik hareketlere maruz kalarak kıvrılma özelliğini yitirmiş, sertleşmiş, duraylı kütleleri meydana getirirler. Bu nedenle sonraki orojenez devrelerinde tekrar kıvrılmaya maruz kalmamışlar, yer yer kırılmış ve epirojenik olarak kubbeleşmiş veya çanaklaşmışlardır. Bu arada yeni orojenik hareketlerle meydana gelen kıvrımlara kalıp hizmeti görmüşlerdir. Gerçekten Kaledonien ve Hersinien orojenezleri ile meydana gelen kıvrımlı yerey bu kıta çekirdeklerini kuşatarak onlara eklenmişlerdir. Böylece eski karaların sahası genişlemiştir. Kıta çekirdeklerinin üzeri, genellikle, Paleozoik veya daha genç yaştaki tortul tabakalarla örtülü bulunur. Bu örtü tabakaları, katı ve durağan bir temel üzerinde yer aldıklarından, yatay durumlarını korurlar veya tektonik hareketlerle çok az deformasyona uğramışlar, hafifçe eğimlenmiş veya kıvrılmışlardır. Asya, Avustralya, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Afrika kıtaları her biri kendi çekirdeğini oluşturan kratonlara sahiptir. Bunlar Prekambrien kıvrımlarından oluşmuşlardır ve yeryüzünde görüldüğü başlıca sahalar şunlardır: • Avrupa'da İsveç'in büyük bir kısmını Finlandiya'yı, Baltık Denizi'ni ve Doğu Avrupa'yı içine alan Fenno-Sarmatya (Bunun Botni körfezi çevresindeki İsveç ve Finlandiya'yı içine alan kısmına Baltık Kalkanı denir), Hebrid adaları • Asya'da Angara kalkanı, Hint kalkanı, Arabistan - Suriye platformu • Afrika kalkanı • Avusturalya kalkanı • Kuzey Amerika'da, Hudson körfezi çevresinde, Kanada'nın büyük bir kısmını ve Grönland adasını içine alan Kanada kalkanı 7 • Güney Amerika'da Brezilya kalkanı (Amazon kalkanı), Güyan kalkanı ve Arjantin'in güneyinde Platyan kalkanı • Antarktik kalkanı Büyük Kıvrımlı Dağ Sıraları Çok sayıda kıvrımlı dağ sistemleri kıtaların üzerinde bulunurlar. Bunların yükseltileri 1000 ila 6000 metre arasında değişen yükseltiye sahiptirler. Bunlar genellikle Kratonların kenarında yer almaktadır. Bu sistemler plakaların çarpışmaları ile oluşmuştur. İki kıtanın çarpışması ile kıta içi kıvrımlı dağlar oluşur. Alp-Himalaya sistemi bu şekildedir. Bir okyanusal bir kıtasal levhanın çarpışmasıyla da kenar kıvrımları oluşur. Alaska, Kayalık ve And Dağları gibi. Bu iki sistem dünyanın en büyük kuşağı olarak da belirtilebilir. Başlıca kıvrım sistemleri aşağıdaki gibidir; Kaledonien kıvrımları; Yukarıda da belirtildiği gibi kıta çekirdeklerinin etrafında yer alırlar. Avrupa'da, güneyindeki küçük bir kesim dışında bütün İrlanda, orta İngiltere, İskoçya, İskandinavya dağları Asya'da, Baykal gölü çevresinde yer alan dağlık saha Kuzey Amerika'da, Kanada kalkanının güney kenarı; Güney Amerika'da, Brezilya'nın güneydoğu kısımları Hersinien kıvrımları; Avrupa'da birbirinden farklı iki doğrultu gösterirler. Bunlardan SE-NW doğrultusunda olanı Armoriken doğrultusu, SW- NE doğrultusunda olanı ise Varisk doğrultusudur. Avrupa'da Galler, Güney İrlanda, Armoriken masifi, Masif Santral, Arden'ler, Voj'lar, Karaorman, Bohemya masifi, Harz, İspanya Mesetası Asya'da Ural dağları, Tien- Şan dağları Afrika'da Fas Mesetası, Kap dağları Kuzey Amerika'da Appalaş dağları 8 Alp kıvrımları; En son orojenezdir ve bu nedenle izleri henüz yenidir. En büyük yayılış alanına sahip kıvrımlardır. Avrupa'da Betik dağları, Pirene dağları, Alp dağları, Apeninler, Dinar dağları, Pindus dağları, Karpatlar, Balkan dağları Asya'da Kuzey Anadolu dağları, Toroslar, Kafkasya dağları, Zagros dağları, Himalaya dağları, Altay dağları, Birmanya dağları, Endonezya adaları, Filipinler, Japonya adaları, Kamçatka dağları Kuzey Amerika'da Kayalık dağlar Güney Amerika'da And dağları Afrika'da Atlas dağları Alp kıvrımlarının görüldüğü yerlerdir (Şekil 6). A:Prekambrien kıvrımları sahası (Eski kıta çekirdekleri veya kalkanları); B:Kaledonmien ve Hersinien kıvrımları; C: Alp Kıvrımları Şekil 6. Kratonlar ve Kıvrım Kuşakları Alp – Himalaya kuşağı Batı Avrupa’daki Pirenelerle Fas’taki yüksek atlas silsilesinden başlar. Tel Atlaslarını, Alpleri, Apeninleri, Karpatları, Dinarik Alpleri, 9 Balkan ve Rodop Dağlarını, Kuzey Anadolu ve Güney Anadolu Kıvrım sistemlerini, Kafkasları, Elbruz dağlarını, Zağros ve Güney İran silsilesini, Hindikuş dağlarını, Karanlık ve Tanrı dağlarını, Himalayaları Çin silsilesini içine alır. Alaska ve And kuşağı ise Kuzey güney istikamette Amerika kıtasının batısında yer alır. Alaska silsilesi, Kayalık dağları, Sahil kıvrımları, Sierre Nevada dağları, Güney Amerika’da And dağları bu kıvrıma dâhildir. Bu iki büyük sistem kuzeyde birleşir ve tek bir hat meydana getirir (Şekil 7). Şekil 7. Alp-Himalaya ve Alaska-And Kıvrım Kuşakları Kıta Platformları Yerkabuğunda çok yüksek karalar, silsile ve platolar, tek dağlar ve çok büyük derinlikler ile kıta kenarlarında kıta basamakları veya yamaçları da yer alır. Deniz seviyesinden yaklaşık 1000 metreye kadar çıkan bu seviyelerde genellikle ova ve havzalar yer yer de platolar bulunur. Yine deniz seviyesinden -200 metreye kadar ine ikinci bir basamak mevcuttur. Burası adaların üzerinde yükseldiği kıta şelfi veya sahanlığıdır. +1000 ila -200 metre arasındaki sürekli bu yamaca kıta platformu ismi verilir. -200 metreden başlayarak hemen hemen - 5000 metre derinlere kadar inen bir 10 yamaç daha söz konusudur. -2500 metre sevşyesine kadar olan kısım kıta yamacıdır. Kıta yamacının genişliği ise hemen hemen 500 km yi bulur. Kıta yamacının altında 5000 metreye kadar inen yamaçlar ise derin deniz platformu olarak isimlendirilir. Bunlardan aşağıda ise derin deniz hendekleri yer alır. Aktif ve pasif olmak üzere iki temel tipi bilinmektedir. Aktif kıta kenarları Pasifik okyanusunda dikkat çeker. Genellikle tektonik olarak aktif bölgeler de görülür. Depremler, okyanus hendekleri ve volkanlar ile ilişkilidirler. Pasif kıta kenarları oldukça geniş bir sahada tektonik bakımdan sakin bölgelerde bulunur. Bunlardan başka kıtaların içindeki büyük havzalarda önemli yerşekillerindendir. Aral Gölü, Hazar Gölü, Orta Avrupa havzaları Alp kuşağının kuzeyinde bulunur. Ganj ve İndus ile Mezopotamya ise Himalaya kuşağının güneyinde bulunur. Kuzey Amerikada Missisipi havzası, Güney Amerikada Orinoko, Amazon, Parana havzaları ovalara ve alçalan çukur sahalara karşılık gelir. Güney Afrika’da Kongo havzası kıtanın çukur kısmını teşkil eder. Buralar sedimentlerin hala depolandığı sahalardır. Bu depolanmaya bağlı olarak çökme gerçekleşmektedir. 3.2.2. OKYANUS TABANLARININ YERŞEKİLLERİ Okyanus havzaları ve tabanlarında da yerşekilleri bulunur. Karalardan yaklaşık 3 kat daha büyük yüzölçüme sahip bulunan okyanuslarda bu bakımdan kıtalardakilerden daha büyük ve etkileyici yerşekillerinin mevcut olduğu söylenebilir. Okyanus diplerindeki sıradağlar, deniz altı dağları, eşikler ve kanyon şeklindeki deniz altı olukları dikkat çeker. Okyanus tabanlarında da tektonik etken ve süreçler rol oynamaktadır. Levha sınırlarında volkanik aktivite ve tektonik faaliyetler çok etkindir. Diverjans levha sınırlarından çıkan lavlar büyük deniz altı dağlarının ve hatta geleceğin kıtalarını oluşturmaktadır. Bunlar okyanus ortası sırtlarıdır. Atlas okyanusunun ortasındaki oluşum buna örnek teşkil eder. Okyanus ortası sırtı Dünya yüzeyinin % 23'ünü oluşturmaktadır (Şekil 8). 11 Şekil 8. Atlas Okyanusu Orta Sırtı (Dorsali) Kıta şelfleri ve yamaçları esasında okyanusların içinde yer alır. Bunun yanı sıra denizaltı kanyonları dikkat çekicidir. Bunlar genellikle “V” şekillidir. Kıta şelfinden 1500 metre derinliğe kadar inmektedir. Birçok kanyon Kongo, Hudson gibi büyük nehirler ile ilişkilidir. Bunların abisal bölgelerde abisal fanlar oluşturduğu gözlenir. -4000 metreden aşağıda okyanus tabanları yer alır. Okyanus tabanı tüm yeryüzünün % 30 unu teşkil eder. Okyanus tabanı genellikle incedir. (ortalama 5 kilometre kalınlığında) Yoğunluğu 3-3,5 gr/cm³ olan Bazaltik kayaçlar bulunur. Ayrıca sayısız volkan konileri mevcuttur. Bunların sayısının 10.000 i aştığı ifade edilmektedir. İki okyanusal levhanın çarpıştığı konverjans levha sınırlarında derin okyanus çukurları oluşur. Batı Pasifikte -11000 metreye kadar inen uzun, dar, dik yamaçlı depresyonlar bulunmaktadır. Bunlar okyanus çukurları olarak isimlendirilirler. Atlas 12 Okyanusu'nda 3, Hint Okyanusu'nda 1 ve Pasifik Okyanusu'nda 22 adet okyanus hendeği bulunmaktadır (Şekil 9). Şekil 9. Dünyanın Başlıca Derin Okyanus Hendekleri 13 ÇALIŞMA SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi orojenik safhalardan biri değildir? A ) Hüron B ) Kaledonyen C ) Kambriyen D ) Hersinyen E ) Alp 2. Aşağıdakilerden hangisi kıtalar üzerindeki ana yer şekillerinden biri değildir? A ) Dağlar B ) Okyanus Hendekleri C ) Platolar D ) Ovalar E ) Kıta platformları Cevaplar: 1c – 2b 14 4.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 4. BÖLÜM ÖZET: Yapı hem yüzeyi oluşturan kayaçların, hem de onların meydana getirdiği tabakaların özelliklerini ifade eder. Bu bakımdan yapının hem litolojik hem de tektonik anlamı olduğu daha önce vurgulanmıştı. Bu başlık altında tektonik yapıya veya tabaka özelliklerine bağlı olarak meydana gelen yapısal yerşekilleri üzerinde durulacaktır. Ayrıca yatay yapı, monoklinal yapı, kıvrımlı yapı, diskordant örtülü yapı ve dom yapısı ile bu yapı tipleri üzerinde gelişen yerşekilleri belirtilecektir. BÖLÜM 4: GİRİŞ 4.1. BAŞLICA YAPI TİPLERİ VE YERŞEKİLLERİ 4.1.1. YATAY YAPI 4.1.2. MONOKLİNAL YAPI 4.1.3. KIVRIMLI YAPI 4.1.4. FAYLI YAPI 4.1.5. DOM YAPISI 4.1.6. DİSKORDANT YAPI (DİSKORDANT ÖRTÜLÜ YAPI) ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Jeolojik devirler esnasında oluşmuş bulunan tabakaların, oluşturdukları sırada ve ondan sonraki etkenler sonucunda almış oldukları son duruma yapı (strüktür, bünye) denilmektedir. Yapısal etkilerle meydana gelen şekillere de yapısal şekiller veya 1 strüktüral şekiller denilmektedir. Bu şekiller hem tabakaları hem de bunların oluşumuna imkân veren etmen ve süreçleri ifade ederler. Örnek olarak tortul tabakaların ilksel durumları yatay, tabaka temas yüzeyleri ise birbirine paraleldir. Ancak gerek yatay yöndeki gerek se dikey yöndeki tektonik hareketlere bağlı olarak bu ilksel durum bozulur ve farklı yapılar oluşur. Alpler, Juralar, Toroslar, Pontidler bu şekildedir. Böylece yapı çeşitleri dolayısıyla da yerşekilleri çeşitlenmiş olur. 4.1.Başlıca Yapı Tipleri ve Yerşekilleri • Yatay Yapı, • Monoklinal Yapı, • Kıvrımlı Yapı • Faylı Yapı • Dom Yapısı • Diskordant Yapı (Diskordant Örtülü Yapı) başlıca yapı tipleridir. 4.1.1. Yatay Yapı Yatay Yapı birbiri üzerinde yer alan farklı yapıdaki tabakaların yatay veya yataya çok yakın durduğu yapı şeklidir. Bu tabakaların en eskisi en altta, en yenisi en üstte bulunur. Yatay yapılı sahalarda; • Kornişli Vadi, • Yapı Platformu, • Yapı Platosu, • Mesa, • Büt gibi yerşekilleri bulunur (Şekil 1, 2, 3). 2 Yapı Platosu Kornişli Vadi Şekil 1. Yatay Yapılı Bir Saha (Burada farklı renklerin her biri farklı bir kayaç tabakasına işaret etmektedir. Tabakaların hepsinin yatay bir konumda olduğu dikkat çekmektedir). Büt Mesa Büt Kornişli Vadi Şekil 2. Yataya Yapılı Sahadan Bir Kesit 3 Büt Mesa Şekil 2. Yataya Yapılı Sahaların Karakteristik Yerşekillerinden Mesa ve Büt 4.1.2. Monoklinal Yapı Monoklinal Yapı birbiri üzerinde yer alan farklı dayanıklıktaki tabakaların bir yöne doğru eğimli olduğu yapı tipidir. Buna bağlı olarak yerşekilleri de disimetriktir. Eğim yönünde akan akarsuların sert tabakaları kestiği yerlerde kornişli vadiler görülür.. Monoklinal yapılı bir sahada tabakaların eğimi yönünde ilerledikçe yaşlı tabakalardan genç tabakalara geçilir. Monoklinal yapının özel yerşeklini kuestalar meydana getirir. bunlar 3 kısımdan müteşekkil disimetrik yerşekilleridir (Şekil 4). 1. Kuesta cephesi 2. Kuesta sırtı 3. Subsekant depresyon 4 Kuesta Cephesi Kuesta Sırtı Subsekant Depresyon Yumuşak, Dirençsiz Tabakalar Sert, Dirençli Tabakalar Şekil 4. Monoklinal Yapılı Sahadan Bir Kesit 4.1.3. Kıvrımlı Yapı Kıvrımlı yapıda yatay olan tabakalar yan basınçlara maruz kalarak kıvrılmışlardır. Bir kıvrımda tabakaların yukarıya doğru kıvrılıp yükselmesiyle dış bükey bir şekil almış kısmına antiklinal, buna karşılık aşağıya doğru kıvrılıp alçalmasıyla oluşan iç bükey şeklini almış kısmına da senklinal ismi verilir (Şekil 5). antiklinalleri doruk noktalarından ikiye böldüğü varsayılan düzleme antiklinal eksen düzlemi, bu düzlemin topoğrafya yüzeyi ile yaptığı ara kesite antiklinal ekseni; senklinali ikiye böldüğü düşünülen düzleme senklinal eksen düzlemi, bu düzlemin topoğrafya yüzeyi ile yaptığı ara kesite senklinal ekseni denir. 5 Senklinal Antiklinal Şekil 5. Monoklinal Yapılı Sahadan Bir Kesit 4.1.4. Faylı Yapı Bir düzlem boyunca birbirine göre yer değiştiren yerkabuğu bloklarının meydana getirdiği yerşekline fay denir. Bir fayda yer değiştirme hareketinin meydana geldiği düzleme fay düzlemi, üzeri çizikli ve cilalı fay düzlemine fay aynası, fay düzleminin meydana getirdiği dikliğe fay dikliği, aynı düzlemin topografya ile yaptığı ara kesite fay çizgisi, fay düzlemi boyunca alçalmış olan bloğa alçalmış blok, yükselmiş olanına yükselmiş blok, iki blok arasındaki seviye farkına ise düşey atım veya fay yüksekliği (reje) adı verilir. Fay düzlemi düşey değilse bu düzlemin üstünde yer alan bloğa tavan bloğu, altında yer alanına ise taban bloğu denir. Blok Havza faylanmalarında yükselen blok Horst, alçalan blok ise Graben olarak isimlendirilir (Şekil 6, 7,8). 6 Şekil 6. Faylı Yapıya Ait Bir Kesit Şekil 7. Faylı Yapı 7 Şekil 8. Faylı Yapıda Yerşekilleri 4.1.5. Dom Yapısı Yatay kesitleri daire veya elipse benzeyen kubbe şeklindeki tek antiklinallere dom denir. domların oluşumunda çeşitli etmenler rol oynamaktadır. Domlar, tektonik hareketler sonucu meydana gelebildikleri gibi magma intrüzyonu sonucu da oluşabilirler. Domlar topografya yüzeyinde yayvan ve az yüksek bir kabartı şeklinde olabileceği gibi yüksek bir tepe veya dağ görünümünde de belirebilir (Şekil 9). 8 Şekil 9. Domlu (Kubbeli) Faylı Yapı 4.1.6. Diskordant Yapı (Diskordant Örtülü Yapı) Kara halinde iken deniz ve göllerle işgal edilen sahalarda topografya yüzeyi, bu deniz ve göllere ait depolarla kaplanır. Eskiden aşınımın hâkim olduğu sahalar artık bir birikme ortamıdır. Böyle bir saha tekrar kara haline geldiğinde altta kıvrımlı, kırıklı, monoklinal gibi herhangi bir yapıda olabilen temel ile onun üzerinde yer alan örtü tabakalarından müteşekkil bir yapı tipi meydana gelir. Bu yapıda temel ile örtü tabakaları arasında bir uyumsuzluk, diskordans vardır. Bu nedenle bu tür yapılara diskordant örtülü yapılar ya da kısaca diskordant yapılar denir (Şekil 10,11,12). 9 Üstteki Tabakalar Yatay Alttaki Tabakalar Eğimli Şekil 10. Diskordant Örtülü Yapı Şekil 11. Diskordant Örtülü Yapı (Altta Kıvrımlı, Kırıklı Tabakalar, Üstte ise Yatay Tabaka Bulunmaktadır) 10 ÇALIŞMA SORULARI 1. Yatay yapı, birbiri üzerinde yer alan farklı yapıdaki tabakaların yatay veya yataya çok yakın durduğu yapı tipidir. Bu tabakaların en eskisi en altta, en yenisi ise en üstte bulunur. Yatay yapılı bir sahada aşağıdaki yer şekillerinden hangisi bulunmaz? A ) Kornişli vadi B ) Kuesta C ) Mesa D ) Büt E ) Yapı platosu 2. Birbiri üzerinde yer alan farklı dayanaklıktaki tabakaların bir yöne doğru eğimli olduğu yapı tipi aşağıdakilerden hangisidir? A ) Monoklinal yapı B ) Yatay yapı C ) Kıvrımlı yapı D ) Dom yapı E ) Diskordant yapı Cevaplar: 1b – 2a 11 5.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 5. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Morfoklimatik bölgeler üzerinde durulacaktır. Kurak, yarı kurak, buzul, buzul çevresi ve flüvyal bölgelerin sahalarının belirlenmesinde kullanılan yaklaşımlar kısaca açıklanacaktır. BÖLÜM 5: GİRİŞ 5.1. MORFOKLİMATİK JEOMORFOLOJİ 5.2. MORFOKLİMATİK BÖLGELER NASIL BELİRLENİR? 5.2.1. PELTİER (1950) SINIFLANDIRMASINA GÖRE MORFOJENETİK BÖLGELER 5.2.2. WİLSON (1968) SINIFLANDIRMASINA GÖRE MORFOJENETİK BÖLGELER 5.2.3. CAİLLEUX VE TRİCART (1958) SINIFLANDIRMASINA GÖRE MORFOJENETİK BÖLGELER ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Yerşekilleri, çeşitli iklim bölgelerinde, bu iklimlerin özelliklerine bağlı etmen ve süreçlere göre şekillenmektedir. Ayrıca dış süreçler büyük oranda iklim tarafından 1 belirlendiği gibi bunların etkinlik, süre ve derecesi de gene iklime bağlı olarak şekillenmektedir. Örneğin; su sıfır derecenin üzerinde ve her derecede buharlaşır. Sıcaklık değerleri arttıkça buharlaşma oranı da artar. Bu bakımdan yerşekillerinin oluşup gelişmesinde önemli role sahip akarsular, diğer özelliklerinin yanı sıra, taşıdıkları su miktarına bağlı olarak da etki ederler. Bu su miktarı ise büyük oranda iklime bağlıdır. Ayrıca sıcaklık arttıkça kimyasal ayrışma da artar. Buna karşın sıcaklık farklılıkları arttıkça mekanik parçalanma da artar. Özellikle şiddetli günlük ve mevsimlik sıcaklık farkları (termik genlik) mekanik parçalanma üzerinde önemli rol oynar. İklim elemanlarından yağış inceleme alanındaki aşındırma, taşıma ve biriktirme faaliyetinin hızı ve şiddeti üzerinde önemli bir etkendir. Bu bakımdan drenaj sistemi de büyük oranda yağışa bağlı olarak gelişme göstermektedir. Su seviyesinin artması akarsuların tahrip gücünü de arttırmaktadır. Böylece akarsular daha fazla alüvyon taşıdıkları gibi, tane boyutu daha büyük olan malzeme de taşıyabilmektedir. Mekanik parçalanma bakımından en önemli etken sıcaklık farklarının fazlalığı ve don olaylarıdır. Don özelliklerinin ve süresinin araştırılması, parçalanmanın tipi ve etkinliğini belirlemede faydalı olmaktadır. Bunlardan başka uzun süre zemin üzerinde kalan kar bu yüzeyleri dış etkilerden kısmen koruma görevi görür. Buna karşın kayaçlarda mekanik olarak parçalanmaya da neden olur. Kar olayının yoğun olduğu sahalarda günlük ve yıllık sıcaklık farkları büyük değerlerdedir. Bu koşullar ise kayaçların dirençlerinin azalmasına, çatlak sistemlerinin gelişmesine neden olmaktadır. Devamlı ve şiddetli rüzgârlar mekanik parçalanma ile ayrışmış küçük boyutta taneleri taşıma özelliğine sahip bulunmaktadır. Anlaşıldığı üzere iç etmen ve süreçlerin oluşturduğu yerşekillerini aşındırarak ortadan kaldırmaya ve yer aldıkları sahaları alçaltıp düzleştirmeye çalışan bu aşındırma etmen ve süreçlerinin, yerkabuğu ve onun malzemesi üzerindeki etkileri, birbirinden farklı olarak meydana gelir. Diğer bir ifade ile belirtilen dış etmen ve süreçlerin hepsinin dünyanın her tarafında etkin olmadığı, etkin etmen ve süreçlerin ise farklı derecelerde olduğu bu bakımdan dış etmen ve süreçlerin neler olduğunun ve şekillenmede hangi süreçlerin ne derece etkin olduklarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu ise bölgenin hangi morfoklimatik bölge içerisinde kaldığının belirlenmesi ile açıklığa 2 kavuşturulabilir. 5.1. Morfoklimatik Jeomorfoloji İklimin etkisiyle oluşan ve gelişen yüzey şekillerini inceleyen bilim dalı Klimatik jeomorfoloji’dir. Morfojenetik Bölgeler veya Morfoklimatik Bölgeler Klimatolojik Jeomorfolojinin çalışma alanıdır. Kurak, yarı kurak, buzul, buzul çevresi ve flüvyal bölgeler morfoklimatik bölgelerdir ve bunların her birinde kendine has topografya şekilleri görülür (Foto 1,2,3,4,5). Foto 1. Yarı Kurak Bölgelerden Görünüş 3 Foto 2. Kurak Bölgelerden Görünüş Foto 3. Glasyal (Buzul) Bölgelerden Görünüş 4 Foto 4. Zirveler Glasyal (Buzul), Etekler ise Periglasyal (Buzul Çevresi) Foto 5. Flüvyal Bölgelerden Görünüş 5 Foto 6. Flüvyal Bölgelerden Görünüş 5.2. Morfoklimatik Bölgeler Nasıl Belirlenir? Morfoklimatik Bölgeler iklime bağlı oldukları için iklim bölgeleri ile paralellik gösterirler (Şekil 1) Tropikal Kurak Ilıman Soğuk Buzul Şekil 1. Köpen İklim Sınıflandırmasına Göre Global İklim Tipleri 6 Bununla birlikte morfoklimatik bölgelerin sınırlarını belirlemek için bazı yaklaşımlar da söz konusudur. Bunun için; iklim elemanlarını ve bunlardan yıllık ortalama sıcaklık ve yağışın kullanılarak çeşitli süreçlerin belirlenmesini sağlayan Peltier (1950) ve Wilson (1968) yaklaşımları ile, iklim, bitki örtüsü ve toprak gibi faktörlerin bir arada değerlendirildiği ve daha sağlıklı sonuçların elde edildiği Cailleux ve Tricart (1958) gibi sınıflandırma sistemleri kullanılmaktadır. 5.2.1. Peltier (1950) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,2 Cº, yıllık yağış toplamı ise 506,9 mm olan Bir Bölge (Safranbolu) Savan Morfoklimatik Bölgesi’nde kalmaktadır (Şekil 2). Yıllık Yağış Toplamı (cm) Şeklil 2. Peltier (1950) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler 7 5.2.2. Wilson (1968) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,2 Cº, yıllık yağış toplamı ise 506,9 mm olan Bir Bölge (Safranbolu) Yarı kurak Morfoklimatik Bölgesi’nde kalmaktadır (Şekil 3). Şekil 3. Wilson (1968) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler 5.2.3. Cailleux ve Tricart (1958) Sınıflandırmasına Göre Morfojenetik Bölgeler Yeryüzünün iklim, vejetasyon ve toprak kuşaklarına göre yapılan morfojenetik bölge sınıflandırmasıdır. Burada öncelikli olarak yağış etkinliğinin belirlenerek, örnek sahanın nemli veya kurak bölgelerden hangisinde yer aldığının tespit edilmesi gerekmektedir. Kurak ve yarı kurak bölgelerle nemli bölgelerinin sınırlarının saptanmasında sıcaklık, buharlaşma, terleme, yağış rejimi, sızma ve yağış miktarı gibi faktörlerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Yine örnek saha olarak Safranbolu tercih edilecektir. Bunun için Erinç (1965) yağış etkinlik formülü kullanılmıştır. Bu ise gelir kaynağı olarak yağış, buharlaşma bakımından gideri belirleyen temel faktör olarak da 8 P sıcaklığa dayanan İm= formülüne göredir. Burada; İm: Yağış etkinliği, P: Yıllık Tom yağış miktarı (mm), Tom: Yıllık ortalama maksimum sıcaklık (Cº)’tır. Sonuçta İm 8’den küçük ise Tam Kurak, 8–15 arasında ise Kurak, 15–23 arasında Yarı Kurak, 23–40 arasında Yarı Nemli, 40–55 arasında Nemli, 55’den büyük ise Çok Nemli olarak sınıflandırılmaktadır. Safranbolu için; İm = P 506,90 = =27,55 olarak bulunmuştur. Dolayısıyla Tom 18,40 burası yarı nemli iklim tipi ve kuru orman örtüsünün bulunduğu alanlara dâhil olmaktadır. Aylık sıcaklık ortalaması en yüksek olan Temmuz ayının değerleri; 21,8 C°, Ortalama en soğuk ay ise 2,8 C° ile Ocak ayıdır. Bu değerlere göre termik amplütüd 19 Cº’ dir. En az yağışlı ay olan Ağustos (20,50 mm) ve en çok yağışlı ay Ocak (60 mm) arasındaki miktar oranı ise 1 ’tür. 2,93 Bu değerlendirmelere göre Safranbolu Karadeniz kıyılarındaki nemli kuşak ile iç kısımlardaki kurak bölge arasında bir geçiş sahası özelliği taşımaktadır. Yıllık yağış toplamı ile yıllık sıcaklık ortalamasından da anlaşıldığı gibi Karadeniz kıyılarına ait iklim özelliklerinden farklı bir iklim söz konusudur. Burada aylık ve mevsimlik sıcaklık farkları daha büyük değerler göstermektedir. Bitki örtüsünün esası orman olmakla birlikte Karadeniz kıyı kuşağına göre daha kurakçıl bir karakter taşır ve orman altı formasyonu bakımından daha fakirdir ve hatta orman örtüsü dağlık alanlar hariç büyük oranda tahrip edilmiş olarak bulunur. Toprak tipi yüksek kesimlerde podzolik diğer kısımlarda ise yaygın olarak kahverengi orman toprağı karakterindedir. Bu değerlendirmeler ışığında, orman örtüsünün kapalılık değerlerinin düşük ve yıkanmanın az olduğu kısımlarda orta derecede kimyasal ayrışma ve mekanik parçalanma söz konusudur. Ancak orman örtüsünün tamamen tahrip edildiği sahalar ise seyelan etkisinin şiddetli olduğu kısımlardır. Dolayısıyla bu sahada akarsuların şekillenmede etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Orta değerin biraz altında düşük derecede bir kimyasal ayrışma, zayıf don etkisi nedeniyle yine orta değerlere yakın mekanik parçalanma görülmektedir. Ayrıca kütle 9 hareketlerinin de orta değerden biraz düşük olduğu dikkat çekmektedir. Flüvyal aşınım etkisinin yüksek olduğu yarı kurak, yarı nemli olan Safranbolu’da rüzgâr etkisi ise orta dereceden biraz yüksek olarak etkili olmaktadır (Şekil 4). Ayrıca süreçlerde devresellik yani kurak mevsimlerde mekanik parçalanma, sıcak mevsimlerde kimyasal ayrışma etkindir. 10 Şekil 4. Peltier sınıflandırmasına göre, bazı süreçlerin yayılışı ve şiddeti ile sıcaklık ve yağış arasındaki ilişkiler ve inceleme alanındaki etkinliği 11 Burada hatırlanması gereken bir hususta söz konusu sahada yükseltinin durumudur. Hatırlanacağı üzere her 200 metre yükseldikçe 1 derece sıcaklıkta azalış olmaktadır. Dolayısıyla belli bir yükseltiden sonra zirveler kalıcı kar sınırının üzerine çıkar ise buzul çevresi ve buzul bölgelerine geçilmiş olur. Yükseltinin etkisine dayanılarak yapılan Morfoklimatik katlar sınıflandırmasına göre de en yüksek zirvesi 1755 m olan Safranbolu’da glasyal ve periglasyal katların oluşması için yeterli yükselti değerleri mevcut değildir. Bu bakımdan düşey doğrultuda tek katın varlığı görülür. Ancak burada ifade edilmesi gereken bir özellikte yükseltiye bağlı olarak sıcaklık değerlerinin azalması, buna karşın yağış değerlerinin ise artış göstermesidir. Kullanılan verilerin ait olduğu Safranbolu meteoroloji istasyonun 400 metrede olmasına karşın sahadaki yükselti değerleri 1755 metreyi bulmaktadır. Böylece sahada yağış değerlerinin artışı ve sıcaklık değerlerinin düşüşü ile birlikte daha nemli morfoklimatik katların varlığı söz konusudur. Yine, mevcut topografya şekillerinin oluşumunun salt bu günkü iklim koşulları ile açıklanması mümkün olmadığı gibi, bugün görülen rölyef şekillerinin, yalnızca günümüz iklim koşullarına bağlı olarak gelişmiş oldukları da söylenemez. Jeolojik mazide, meydana gelmiş olan iklim değişiklikleri, diğer bir ifade ile süregelen değişik iklim şartları, şekillendirme sürecinin de değişiklikler göstermesine yol açmış olabilir. Bu bakımdan geçmiş iklim özelliklerinin de etkisini göz önünde bulundurma zorunluluğu Paleoklimatolojik özelliklerin değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Geçmiş dönemlere ait iklim verilerinin olmayışı bu dönemin iklim özellikleri hakkında kesin bir değerlendirme yapmamız için engel teşkil etmektedir. Bununla beraber bu konudaki tespitlerimiz eski yerşekillerinin, paleontoloji vb özelliklerin değerlendirilmesine dayanmaktadır. Belirtilmesi gereken bir diğer husus da morfojenetik bölgelerin sınırlarının kesin olmadığı, diğer bir ifadeyle bir morfojenetik bölgeden komşu bölgeye geçerken arada geçiş alanlarının yer almasıdır. Yine bir morfojenetik bölgede yalnız bir etmen söz konusu değildir, fakat baskın veya egemen etmenden söz edilebilir. Söz konusu saha sadece bir morfojenetik bölge içinde kalışa Monojenik birden fazla morfoklimatik bölge içinde kalırsa Polijenik topografyalardan söz edebiliriz. Bu bakımdan İstanbul ve çevresi tamamen flüvyal 12 koşulların kontrolündedir. Dolayısıyla İstanbul’un morfolojisi monojeniktir. Fakat Uludağ ve çevresinde flüvyal, glasyal ve periglasyal koşullar etkili olmuştur. Dolayısıyla Uludağ’ın morfolojisi ise Polijeniktir. ÇALIŞMA SORULARI 1. Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? A ) İklimin etkisiyle oluşan ve gelişen yüzey şekillerini inceleyen bilim dalı klimatik jeomorfolojidir. B ) Morfoklimatik bölgeler iklime bağlı oldukları için iklim bölgeleri ile paralellik gösterir. C ) Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,20, yıllık yağış miktarı ise 506,9 mm olan bir bölge yarı nemli morfoklimatik bölgede kalmaktadır. D ) Yıllık ortalama sıcaklık değeri 12,20, yıllık yağış toplamı 506,9 mm olan bir bölge buzul morfoklimatik bölgesinde kalmaktadır. E ) Morfojenetik bölgeler veya morfoklimatik bölgeler klimatolojik jeomorfolojinin çalışma alanıdır. 2. Kurak ve yarıkurak topografyalarla ilgili aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? A ) Yıllık yağış miktarı azdır. B ) Asıl yayılış alanları subtropikal kuşaktadır. C ) Tropikal bölgelerle orta iklim kuşağının karasal özellikler gösteren sahalarında da yer alırlar. D ) Yıllık yağış miktarı 700 mm nin altında olan tüm sahalar kurak ve yarıkuraktır. E ) Taşların fiziksel parçalanması fazladır. Cevaplar: 1d – 2d 13 6. Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 6. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Fiziki Coğrafya konsepti içerisinde morfoklimatik bölgelerden kurak, yarı kurak, glasyal, periglasyal ve flüvyal topografyaların genel özellikleri ile bunlara ait yerşekli örnekleri verilecektir. BÖLÜM 6: GİRİŞ 6.1. KURAK VE YARIKURAK TOPOGRAFYALAR 6.2. GLASYAL TOPOGRAFYALAR 6.3. PERİGLASYAL TOPOGRAFYALAR 6.4. FLÜVYAL TOPOGRAFYALAR ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ İç etmen ve süreçler tarafından oluşturulan büyük yerşekilleri dış etmen ve süreçler tarafından işlenerek şekillendirilir. Bunlardan iklime bağlı olanlar Morfoklimatik yerşekillerini teşkil eder. Ekvatordan kutuplara ve deniz seviyesinden 1 zirvelere doğru farklı iklim katları bulunur ve bu çeşitlilik altında farklı yerşekilleri görülür. Bunlar ana çizgileri ile ele alınarak üzerinde durulmuştur. 6.1. KURAK VE YARIKURAK TOPOGRAFYALAR • Bu bölgelerde yıllık yağış miktarları yetersizdir. • Yetersiz olan bu yağış miktarları da, özellikle sıcaklık ve buna bağlı buharlaşma fazlalığı nedeniyle, büyük ölçüde kayba uğramaktadır. • Asıl yayılış alanları subtropikal kuşaktadır. • Tropikal bölgelerle orta iklim kuşağının karasal (kontinental) özellikler gösteren sahalarında da yer alırlar. • Çok geniş ve hemen hemen kesintisiz bir kurak ve yarıkurak saha, yaklaşık olarak Afrika'nın kuzey yarısını, Arabistan yarımadasını ve Orta Asya'yı içine alacak şekilde Eski Dünya Karaları üzerinde güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanır. • Diğer önemli kurak ve yarıkurak sahalar Kuzey Amerika ile Güney Amerika kıtalarının subtropikal iklim özelliklerine sahip batı kısımları, Afrika Kıtasının güneybatısı ve Avustralya'nın batı ve iç bölgeleridir Kurak ve Yarıkurak Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve Süreçler • Fiziksel Parçalanma ve Kimyasal Ayrışma • Rüzgâr • Seyelan Kurak ve Yarıkurak Topografyaların Görüldüğü Yerler • Şili ve Peru kıyıları, • Güney Arjantin, • Güneybatı Afrika, 2 • Kuzey Afrika, • Arabistan, • İran, • Meksika’nın İç Kısmı, • İç Asya, • ABD’nin batı kısımları, Kaliforniya,… (Şekil 1). • Şekil 1. Kurak ve Yarıkurak Sahalar Kurak ve Yarıkurak Bölgelerin Yerşekilleri • Deflasyon Çukurları • Yardanglar • Tanık (Şahit) Tepeler 3 • Hamada ve Regler • Façetalı Çakıllar (Ventifactlar) • Bolsonlar • Playalar • Pedimentler • Bahadalar • İnselbergler • Kanyonlar • Enine Kumullar; Kum denizi, Barkanlar, Parabolik kumullar • Boyuna Kumullar; Seyfler, Gassiler • Yıldız Kumulları • Ripplemarklar, Kurak ve Yarıkurak Bölgelerin başlıca yerşekilleridir (Foto 1- 11). Foto 1. Namib Çölü (Arkada Barkanlar dikkat çekiyor) 4 Foto 2. Gobi Çölü Foto 3. Libya Çölü 5 Foto 4. Yardanglar Foto 5. Tanık Tepe Foto 6. Reg 6 Foto 7. Ventifakt Foto 8. Bolson (Havzanın merkezinde playa bulunmaktadır) 7 Foto 9. İnselberg Foto 10. Bir Kum Denizi (Erg) ve Üzerindeki Barkanlar 8 Foto 11. Yıldız Kumulu 6.2. GLASYAL TOPOGRAFYALAR Glasyal topografyalar buzullar tarafından oluşturulan şekillerdir. Bunun için buzul topografyası ismi de verilir. Buzullar normal buzdan farklı, kendilerine has özellikleri olan buz kütleleridir. Bunlar, rekristalize (yeniden kristalleşmiş) kardan müteşekkildirler ve akış hareketine sahip bulunurlar. Günümüz karalarının % 10'a yakın bir kısmı buzullarla örtülü bulunmakta ve bu sahalarda, esas olarak, buzul aşındırma ve biriktirme faaliyetlerine bağlı olarak meydana gelmiş yerşekiIleri yer almaktadır. Bunlara ait genel özellikler ise aşağıdaki gibidir. Glasyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve Süreçler; • Fiziksel Parçalanma • Buzullar 9 Glasyal Topografyaların Görüldüğü Yerler • Arktik Adalar (Grönland Adası, İslanda, Jan Mayen Adası, Spitsberg Adaları, Franz Josef Adaları, Novaya Zemlya Adaları, Severneya Zemlya Adaları ve Kanada'nın kuzeyindeki Baffin, Bylot, Ellesmere gibi adalar, • Antarktika, • Kuzey Amerika’da Chugach, Steller, Miller, Augusta, Logan, St.FJias gibi Alaska Dağları, Kayalık Dağları, Kaskad Dağları, • Güney Amerika’da And Dağları • Avrupa'da İskandinavya Dağları, Alp Dağları, Pirene Dağları • Asya'da Kafkas Dağları, Elbruz Dağları, Zagros Dağları, Himalayalar ve Sibirya'nın kuzeydoğusundaki alanlar, Çerski ve Koryak dağları • Afrika'da Klimanjaro, Kenya ve Ruwonzori dağları, • Türkiye "de ise buzulların yer aldığı başlıca sahalar, Büyük Ağrı Dağı, Buzul Dağı, Kaçkar Dağı, Erciyes Dağı başlıca buzul sahalarıdır (Şekil 2). Şekil 2. Glasyal Sahalar 10 Glasyal Bölgelerin Yerşekilleri Aşındırma Şekilleri • Çizik, Oluk ve Çentikler • Hörgüçkayalar • Sürgüler • Buzu Vadileri • Asılı Vadiler • Fiyordlar • Sirkler • Sirk gölleri (Tarn) • Horn (Boynuz) • Aret (sırt) Biriktirme Şekilleri • Morenler; taban morenleri, yan morenleri, orta morenleri, cephe morenleri ve ablasyon morenleri • Drumlinler • Cephe Moreni Sırtları • Kameler • Asar veya Eskerler • Ketlle veya Söller • Sandurlar (Foto 12- 20) 11 Foto 12. Çizik ve Çentikler Aret (Sırt) Asılı Vadi Foto 13. Asılı Vadi, Aret (Sırt) 12 Foto 14. Sirk Gölü Foto 15. Aret 13 Foto 16. Sirk Foto 17. Morenler 14 Foto 18. Cephe Morenleri ve Cephe Moreni Sırtı Foto 19. Asar 15 Foto 20. Drumlinler 6.3. PERİGLASYAL TOPOGRAFYALAR Buzul çevresi bölgeler veya Periglasyal bölgeler morfojenetik bölgelerden birini teşkil ederler ve buzul sahalarıyla sürekli kar sahalarının çevrelerinde yer alırlar. Periglasyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen Ve Süreçler • Etkin Fiziksel Parçalanma • Orta ve Kuvvetli derecede Rüzgar • Kütle Hareketleri • Karlar • Zayıf Akarsu etkisi Periglasyal Topografyaların Görüldüğü Yerler Kuzey yarımkürede, iğne yapraklı ormanların (konifer ormanların) kuzey sınırının ötesindeki tundra adı verilen soğuk steplere karşılık gelirler (Avrasya'da, kabaca kuzey kutup dairesinin kuzeyi; Kuzey Amerika'da ise, 60. Paralelin kuzeyi). Bu sahaların dışında, ayrıca, yüksek dağlık kütleler üzerinde ve orman üst sınırının yukarısında yer alan Alpin bitkiler katı da buzul çevresi bölgelere dâhildir. 16 Periglasyal Bölgelerin Yerşekilleri • Erime Çukurları (Alla) • Pingolor • Tufur • Buz Kamaları • Buz Çivileri • Yoğurulmuş Topraklar • Çelenkli Topraklar • Poligonal Topraklar (Taş Poligonları) • Taş Kümeleri • Şeritli Topraklar veya Taş Şeritleri • Soliflüksiyon Taraçaları • Periglasyal Kaldırımlar (Şekil 21-26). Foto 21. Erime Çukurları Allalar 17 Foto 22. Periglasyal Kaldırımlar Foto 23. Pingo 18 Foto 24. Taş Kümeleri Foto 25. Taş Halkaları 19 Foto 26. Periglasyal Kaldırımlar 6.4 FLÜVYAL TOPOGRAFYALAR Akarsuların aşındırma, taşıma ve biriktirme faaliyetleri sonucu meydana gelen yerşekillerinin tümü flüvyal topografyaları meydana getirir. Flüvyal Bölgelerde Başlıca Şekillendirici Etmen ve Süreçler • Kimyasal Ayrışma • Fiziksel Parçalanma • Erozyon • Kütle Hareketleri • Akarsular • Seyelanlar 20 Flüvyal Topografyaların Görüldüğü Yerler Akarsular, yerşekillerinin meydana gelmesinde rol oynayan dış etmenlerin yeryüzünde en geniş sahaya yayılmış olanıdır. De Martonne’ e göre; Denizlere dökülen (92 milyon km²); İç Havzalara Dökülen (14 milyon km²) Toplam (106 milyon km²) alana sahip bulunur. Bu değer kabaca karalar yüzölçümünün 2/3 üne karşılık gelir. Böylece akarsuların yer aldığı bütün sahaların toplam alanı 106 milyon km2 dir ve karalar yüzeyinin % 71'ini teşkil eder. Ancak akarsuların hâkim aşındırma etmeni olarak yer aldığı sahaların alanı, diğer bir ifade ile akarsu topografyasının asıl görüldüğü flüvyal morfojenetik sahanın alanı yaklaşık olarak 50 milyon km² dir. Bu karalar yüzeyinin % 33,3'ünü meydana getirir. Bu sebeple onların meydana getirdiği yerşekilleri de yeryüzünde çok yaygın olarak bulunur. Kısaca Dünyada akarsuların etkin olduğu sahalarda akarsulara ait yerşekilleri bulunur. Flüvyal Bölgelerin Yerşekilleri Aşındırma Şekilleri • Vadiler, • Aşınım Yüzeyleri, • Peneplenler, • Yerlikaya Taraçaları, Biriktirme Şekilleri • Birikinti Konileri, • Birikinti Yelpazeleri, • Dağ Eteği Ovaları (Piedmont Ovaları), • Dağ İçi Ovaları, • Taban Seviyesi Ovaları, • Deltalar, • Alüvyal Taraçalar başlıca yerşekilleridir (Foto 27- 32) 21 Foto 27. Akarsu Vadisi Foto 28. Aşınım Yüzeyi 22 Foto 29. Taraçalar Foto 30. Birikinti Yelpazesi 23 Foto 31. Dağ Eteği Ovası Foto 32. Alüvyal Taşkın Ovası 24 ÇALIŞMA SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi kurak ve yarıkurak bölgelerin yer şekillerinden biri değildir? A ) Yardang B ) Tanık tepe C ) Hamada D ) Fiyord E ) Bahada 2. Aşağıdakilerden hangisi glasyal topografyanın görüldüğü yerlerden biri değildir? A ) Antarktika B ) İskandinav dağları C ) Arktik adalar D ) Himalayalar E ) Amazon havzası Cevaplar: 1d – 2e 25 7.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 7. BÖLÜM ÖZET: Bu derste kıyı, karst ve volkan morfolojisine ait temel özellikler ile bunların kontrolünde oluşup gelişen yerşekilleri üzerinde durulacaktır. BÖLÜM 7: GİRİŞ 7.1. KIYI TOPOGRAFYASI 7.2. KARST TOPOGRAFYASI 7.3. VOLKAN TOPOGRAFYASI ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Kıyı, Kart ve volkanik yerşekilleri belirli bir iklime bağlı olmaksızın oluşan topografya şekilleridir. Bu topografyalara ait yerşekillerini, kıyının, karstın veya volkanizmanın var olduğu her iklim altında görmek mümkündür. Ancak burada iklimin 1 kıyı topografyası üzerindeki etkisi, örnek olarak soğuk iklim bölgelerinde denizin donması ve dolayısıyla dalga aşındırmasının durması: kurak iklim bölgelerinde, allojen akarsuların dışında, akarsularla kıyılara taşınan yük miktarının az olması ve buna bağlı olarak kıyılardaki biriktirme şekillerinin fakirliği; çözülme ve kütle hareketlerinin nitelik ve etkinlik derecelerinin saptanması gibi hususlarda kendisini gösterir. 7.1. KIYI TOPOGRAFYASI Kıyı bölgelerindeki yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde, esas olarak dalgaların aşındırma, taşıma ve biriktirme faaliyetlerinin rolü görülür. Dalga aşındırması gerek su kütlesinin, gerekse, bu su kütlesiyle birlikte taşınan kum, çakıl, blok gibi unsurların kıyılara çarpması ve onları tahrip etmesi yoluyla gerçekleşir. Kıyı bölgelerindeki yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde rol oynayan diğer etmenlere örnek olarak akıntılar, canlılar, rüzgâr, deniz buzları ve karasal etmenler gösterilebilir. Örneğin akıntılar kıyılarda aşındırma faaliyetlerinde bulundukları gibi bol miktarda yük taşıyıp biriktirerek biriktirme şekillerinin oluşumlarına da imkân sağlarlar. Uygun koşullarda, canlılar (alg ve liken gibi bitkilerle bazı gastropoda türleri gibi hayvanlar) tarafından meydana getirilen çeşitli, küçük biyojenetik yerşekilleri görülmektedir. İnsanlarda, çeşitli yollardan kıyı şekillenmesi üzerinde etkili olurlar. Gerçekten insanlar kıyılarda inşa ettikleri rıhtım, dalgakıran, liman gibi tesislerle kıyıların şekillerini değiştirdikleri gibi buralardaki doğal jeomorfolojik gelişim sürecinde bir takım kesinti ve bozulmalara da yol açarlar. Rüzgârlar, kıyı kumullarının oluşumlarında rol oynarlar. Deniz buzlarından bankizler, oluşumları sırasında kıyılara basınç yaparak onları tahrip ettikleri gibi çarpma yoluyla da aşındırmada bulunabilirler. Sel ve seyelân suları falezleri yarıp parçalayarak onların alçaltılıp yatıklaştırılmaları ve geriletmelerinde rol oynarlar. Akarsuların kıyıya bol miktarda alüvyon getirmeleri ve bunların uygun koşullarda kıyıda birikmeleriyle taban seviyesi ovaları veya delta ovaları meydana gelir. Kıyı Bölgesinin Profiline Göre Kıyılar • Alçak kıyılar • Yüksek kıyılar 2 Genelleştirilmiş Kıyı Tipleri • 1.Fiyordlu Kıyılar • 2.Skayerli (Skyerli) Kıyı • 3.Rialı Kıyı • 4.Koylu, Haliçli Kıyı • 5.Limanlı Kıyı • 6.Kalanklı Kıyı • 7.Setli veya Lidolu (Kordonlu ve Lagünlü) Kıyı • 8.Alüvyal Birikimli (Delta) Kıyıları • 9.Boyuna (Pasifik Tipi) Kıyı • 10.Dalmaçya Tipi Kıyı • 11.Faylı Tektonik Kıyı • 12.Enine Yapılı (Atlantik Tipi) Kıyı • 13.Verev Yapılı Kıyı • 14.Diskordant Yapılı veya Sürempoze Kıyı • 15.Volkanik Kıyı • 16.Mercan ve Resif Kıyı Gelişim Dönemi Bakımından Kıyılar • Genç Kıyılar • Olgun Kıyılar • Yaşlı Kıyılar Kıyı Bölgesinde Rölyefin Elemanları (Başlıca Yerşekilleri) Aşınım Şekilleri • Falez (Yalıyar):10 M, 20 M, 30 M, 50 M… o Çamur Akıntılı Falez 3 o Heyelanlı Falez o Farklı Dirençteki Tabakalarda Falez o Dirençli Kayaçlarda Falez o Sözde Falez o Ölü Falez • Abrazyon Platformu • Abrazyon Ovası • Denge Profilindeki Kıyı • Progradasyon Sahası • Çentikli Kıyı • Cepli Kıyı • Düzenlenmiş Kıyı • Boğaz • Oyuk, Asılı Kayaç • Aşınım Artığı Kayaç Birikim Şekilleri • Art Kıyı Seti • Ön Kıyı Seti • Kıyı Oku o Kancalı Ok o Birleşik Ok • Birikim Platformu • Bağlama Seti o Kıyı Kordonu o Koy Seti, Koy Dili o Koy Ortası Seti • Tombolo • Tek Tombolo • Birleşik Tombolo 4 • Çifte Tombolo • Delta • Basit Delta • Birleşik Delta • Koy İçinde Delta • 8.Yalıtaşları • Kıyı Kumulları • Lagün • Plaj • Kumlu Plaj • Çakıllı Plaj • İlmik • Marsh • Bataklık C. Antropojenik Kıyı Şekilleri • Liman • Dalgakıran, Mendirek • Havuz • Karayolu • Deniz Duvarları D.Biyoerozyon Şekilleri • Track; Sürtünme İzleri • Pit; Küçük Çukurlar • Rock Pool; Kaya Havuzcukları • Notch; Çentik E.Gelişim Sürecini İfade Eden Şekiller • Boğulmuş Kıyılar • Kıyı Taraçaları ( 10 M, 20m,30m,…) (Teras, Seki) o Sicilien Taraçaları 5 § Tyrrhenien I Taraçaları o Tyrrhenien II Taraçaları o Pleistosen Taraçaları… • Asılı Vadiler • Eski Kıyı Çizgileri F. Kıyıların Litolojik Yapısı • Kil • Kum • Çakıl • Kayaç • Kireçtaşı • Kumtaşı • Andezit • Bazalt • Aglomera • Tüf • Tebeşir • Fliş • Marn • Kuvarsit • Şist • Granit… (Şekil 1; Foto 1-12). 6 Foto 1. Koy, Burun, Plaj, Falez İçeren Bir Kıyı Örneği (Ayrıca kıyıda beşeri müdahalelerde dikkat çekmektedir) Foto 2. Aşınım Artığı Kayaçlar İle Çakıllı Kıyılar 7 Foto 3. Önde Plajlı Alçak Kıyı Arkada ise Falezli Yüksek Kıyılar Uzanmakta Foto 4. Kıyı Oku 8 Foto 5. Kıyı Seddi ve Lagün (Küçükçekmece Lagünü) Şekil 1. Kıyı Seddi ve Küçükçekmece Lagünü 9 Foto 6. Tombolo Foto 7. Killi Kıyı 10 Foto 8. Kıyı Kordonu Foto 9. Kıyı Kordonu ve Küçükçekmece Lagün 11 Foto 10. Kıyı Kordonu ve Lagün Foto 11. Lagün 12 Foto 12. Tombolo 7.2.KARST TOPOGRAFYASI Yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde kayaçların önemli rolleri vardır. Onların fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki farklılıklar, farklı yerşekillerinin meydana gelmelerine sebep olabilir. Kalkerlerin çözülme özelliklerine (ya da suda çözünme özelliklerine) bağlı olarak meydana gelen yerşekillerinin oluşturduğu karst topografyası buna güzel bir örnek teşkil eder. Bu topografyaya ait yerşekilleri, daha az yaygın ve daha az gelişmiş bir şekilde jips, dolomit, tebeşir ve kayatuzu gibi suda eriyebilen kayaçlar üzerinde de meydana gelir. Kartlaşmanın ve dolayısıyla karst topografyasının gelişebilmesi için bir takım koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bugün kalkerlerin bulunduğu her sahada karst topografyasına ait yerşekillerinin görülmeyişi, hiç değilse, onların tam olarak gelişmiş bulunmamaları bunun bir kanıtıdır. Karstlaşma üzerinde etkili olan etmenler, esas olarak, • Kayaç Cinsi, • İklim, • Tabakalanma Özellikleri, • Jeomorfolojik Özellikler, • Zaman’dır. 13 Başlıca Karstik Yerşekilleri • Lapya • Obruk • Düden • Dolin • Uvala • Polye • Mağara • Kör ve Kuru Vadi • Çıkmaz Vadi • Doğal Tünel ve Köprü • Traverten • Sarkıt • Dikit • Damlataşı Sütunu • Traverten Taraçası • Traverten Konisi • Traverten Seti • Traverten Seti Gölü • Birikme Filonu • Kalker Kabuk (Foto 13- 19). 14 Foto 13. Traverten Foto 14. Kuleli Karst 15 Foto 15. Obruk Foto 16. Lapyalar 16 Foto 17. Karrenfeld (çapır arazi) Foto 18. Gölova (Polye) 17 Foto 19. Sarkıtlar 7.3. VOLKAN TOPOGRAFYASI Volkanizma yerin iç kısmında yer alan magmanın, yerkabuğu içine doğru sokulması veya yeryüzüne doğru yükselmesi sürecidir. Bu sürece bağlı olarak meydana gelen yerşekillerini içeren topografyaya volkan topografyası denir. Volkan topografyasının oluşumunda, aşınım şekillerinin (barrancoslar ve aşınım kalderaları gibi) dışında, iklimin etkisi yoktur. Volkanik yerşekillerini, çeşitli İklimler altında ve dolayısıyla çeşitli morfojenetik bölgeler dâhilinde görmek mümkündür. Volkanların yaklaşık olarak % 75'i Büyük Okyanus'un kenarlarında Ateş Çemberi olarak adlandırılan kuşakta yer almaktadır. Yeryüzünün volkanların çok bulunduğu diğer yerleri, Afrika'nın doğusu, Alp-Himalaya kuşağı ile Atlas Okyanusu'nun Asor Adaları, Kanarya Adaları, Antil Adaları ve İzlanda gibi bazı kesimleridir (Şekil 2). 18 Şekil 2. Dünyadaki Başlıca Volkan Sahaları Başlıca Volkanik Yerşekilleri • Diatrema, • Kaldera, • Somma, • Volkan, o Piroklastik Volkan o Lav Volkanı o Stratovolkan • Krater ve Kaldera • Volkanik Dom ve Kule • Lav Akıntıları ve Lav Örtüsü • Lav Tünelleri • Barrancos • Planez • Aşınım Kalderası • Neck ve Dayk • Plato, Kornişli Vadi ve Mesa (Şekil 3; Foto 20- 23). 19 Şekil 3. Stratovolkan Foto 20. Krater 20 Foto 21. Maar Foto 22. Maar 21 Foto 23. Volkanik Dom 22 ÇALIŞMA SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi kıyılarda oluşmuş birikinti şekillerinden biri değildir? A ) Falez B ) Tombolo C ) Kıyı oku D ) Delta E ) Kıyı kordonu 2. Karstlaşmanın ve dolayısıyla karst topografyasının gelişebilmesi için birtakım koşulların birlikte meydana gelmesi gerekir. Buna göre derinlik karstlaşması üzerinde aşağıdakilerden hangisi etkili değildir? A ) İklim B ) Kayacın yapısı C ) Tabakaların özellikleri D ) Jeomorfolojik özellikler E ) Rüzgâr Cevaplar: 1a – 2e 23 8.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 8. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Hidrografyanın tanımı yapılacaktır. Kapsamı ve özellikleri ortaya konulacaktır. Hidrografyanın alt ve ilişkili olduğu yan bilim dalları belirtilecektir. Ayrıca Hidrografya biliminin gelişme süreçleri ve bu süreçte rol oynayan önemli isimler belirtilecektir. BÖLÜM 8: GİRİŞ 8.1. HİDROGRAFYA NEDİR? 8.2. HİDROGRAFYAYI OLUŞTURAN VE HİDROGRAFYA İLE İLİŞKİLİ BİLİM DALLARI NELERDİR? 8.3. HİDROGRAFYA BİLİMİNİN GELİŞME SÜRECİ ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için en çok ihtiyaç duyduğu unsurlardan biri ‘su’ dur. Su insan yaşamında, tüm canlılarda, kısacası doğada vazgeçilmez değerli 1 doğal kaynaklardan biridir. Günümüzde nüfusun artması, çoğalan sanayi tesisleri gibi sebepler su ihtiyacının sürekli olarak artmasına neden olmaktadır. Çoğu gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de meydana gelen hızlı nüfus artısı, çarpık kentleşme ve sanayileşme, yaşamımızı sürdürebilmemiz için gereken ‘su’ kavramını değiştirmiştir. ‘Su’ kavramı tek başına yetersiz hale gelmiş ve önüne ‘temiz - kullanılabilir’ terimlerini ekleme gerekliliği doğmuştur. Son yıllarda sıkça bahsedilen ve yaygın bir sorun haline gelen iklim değişimleri ve bu iklim değişimlerinin olumsuz etkileri karşısında daha da önem kazanan su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ulusal ve uluslararası gündemin en önemli maddesi durumundadır. Birleşmiş Milletler, 2005 – 2015 döneminde çalışmalarının ana temasını ‘yasam için su’ seklinde tanımlamıştır. Su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi her şeyden önce etkin bir korumayı gerektirmektedir. Artan nüfus artışı ve olası kuraklıklar nedeniyle dünyamızda su açığı ortaya çıkmaktadır. Bu talebe cevap verebilmek için planlanan yüzey su kaynaklarının devreye sokulmasının yanı sıra hâlihazır kaynakların korunması ve verimli kullanılması önem arz etmektedir. Su ihtiyacını karşılamak için suyun bol olduğu yerlerden az olduğu yerlere taşınması ve su biriktirme hazneleri oluşturulması gibi önlemler tartışılmaktadır. Fakat en etkili yol suyun geçmişteki davranışını inceleyip gelecekteki davranışını tahmin etmektir. Zaman içerisinde su miktarındaki değişimin bilinmesi depolanan ve depolanacak suyun daha dikkatli olarak kullanılmasına ve planlanmasına yardımcı olacaktır. Planlama da su kaynaklarının miktar ve kalite açısından etkin bir koruma ve yönetim modelinin oluşturulması, su kaynağının bulunduğu sistemin, lito-stratigrafi, tektonik, morfolojik fiziksel parametreleri ile iklim, akarsular, kaynaklar, yeraltısuları 2 ve göller gibi dinamik özelliklerinin belirlenmesi, bunların ilişkilendirilmesi ve bu ilişkilerin bir hidrografik model çerçevesinde analiz edilmesi gerekmektedir. Bütün bunlar hidrografya bilimini tartışmasız önemde bir konuma çıkarmaktadır. Görüldüğü üzere iki Hidrojen ve bir Oksijenden oluşan su (Şekil 1) dünyada günden güne petrolden daha kıymetli bir zenginlik haline gelmektedir. Günümüzde, dünya çapında çok özel öneme sahip olan taze ve içilebilir su kaynakları maddi değerle ifade edilemeyecek kadar paha biçilmez bir öneme sahiptir (Şekil 2). Şekil 1. Suyun İçindeki Hidrojen ve Oksijen ile bunların bağlarını ifade eden 3 Boyutlu Modellemesi 3 Şekil 2. Çevremizde görmeye alıştığımız suyun önemini ifade eden bir görüntü 8.1. HİDROGRAFYA NEDİR? Hidro; Su Graphein; Tasvir anlamına gelmektedir. Bu terimler ışığında Hidrografya yeraltısularını, kaynakları, akarsuları, gölleri, denizleri ve okyanusları dolayısıyla tüm yerküre üzerindeki suları inceleyen bir bilim dalıdır. Hidrografya kamsam olarak Fiziki Coğrafyanın bir alt disiplinidir ve görüldüğü üzere suların coğrafyasıdır (Şekil 3). 4 Şekil 3. Hidrosferi meydana getiren sular Hidrografyanın konusu içindedir. Coğrafyanın sularla ilgili konularını inceleyen Hidrografyayı Kara Hidrografyası ve Deniz Hidrografyası olmak üzer iki kısma ayırmak mümkündür. Karalar üzerindeki ve içindeki yeraltısuları, kaynaklar, akarsular, göller ve buzullardan oluşan sular Kara Hidrografyası dâhilindedir. Okyanus ve denizleri meydana getiren sular ise Deniz ve Okyanus Hidrografyasını meydana getirir. Suların fiziksel, kimyasal özelliklerinin yanı sıra onların dağılışlarını, bulundukları ortamları, suların hareketlerini, bunların nedenlerini ve insan ile olan ilişkilerini inceler. Ayrıca su taşkınları ve çekikler gibi konularda Uygulamalı Hidrografya kapsamında hidrografyanın konuları dâhilindedir. Bunun yanı sıra enerji üretimi konusunda da önemli bir konuma sahip bulunan sular beşeri ve ekonomik hayat içinde de tartışmasız öneme sahiptir. Ayrıca sınır aşan ve sınır oluşturan sular, uluslararası akarsu havzaları ve havza yönetimi gibi su konuları hidropolitik kapsamında uluslararası siyasete konu olmaktadır. Termal sular sağlık açısından dikkate değerdir. Bu bakımdan tıp ve sağlık turizminin konu olmaktadır. Aynı şekilde raftingden yüzmeye kadar birçok sportif faaliyetlerde su ile ilişkilidir. Bunlardan başka tarım ve hayvancılık ta suya bağımlı 5 bulunmaktadır. Aynı şekilde insanlar ve tüm fauna ve flora unsurları da suya bağımlıdır. Bu bakımdan balıkçılıktan, hububat tarımına ve diğer tüm gıdalara kadar geniş bir yelpazede suyun vazgeçilmez olduğu açıktır. Son olarak akarsularda, göllerde, denizlerde ve okyanuslarda gerçekleştirilen ulaşım da kayda değer bir konu olarak sular coğrafyasının kapsamı dâhilindedir. 8.2. HİDROGRAFYAYI OLUŞTURAN VE HİDROGRAFYA İLE İLİŞKİLİ BİLİM DALLARI NELERDİR? Hidroloji: Su Bilimi Meteoroloji; Atmosfer Bilimidir. Yağış, sıcaklık, basın ve rüzgâr gibi atmosfer olaylarını kapsar. Hidrometeoroloji; Su ile Meteorolojik olaylar arasındaki ilişkileri inceler. Hidrojeoloji; jeolojik bilimler ile su arasındaki ilişkileri inceler. Özellikle yeraltısuları ve jeoloji arasındaki ilişkiler hidrojeolojinin konusunu meydana getirir. Hidroekoloji; Flora, fauna ve insan müdahalesi ile bu koşullarda ortaya çıkabilecek değişiklikler hayatta kalması için gerekli su habitatları ile ilgilidir. Organizmalar ve hidrolojik çevrim arasındaki etkileşimler hidroekolojinin konusu dâhilindedir. Hidrokimya; suyun kimyasal özelliklerini inceler. Hidroinformatik; Hidroloji ve su kaynakları uygulamaları için bilgi teknolojileri uygulamalarını içerir. Hidrooizotop; Suyun atomik ve izotop yapılarını inceler. Oseonografya (Oşinografi); Okyanus ve denizlerdeki suları inceleyen bilim dalıdır. Limnoloji; Göllerdeki suları inceleyen bilim dalıdır. Göllerdeki suların biyolojik, kimyasal, fiziksel, jeolojik ve diğer özelliklerini kapsar. 6 Bunlardan başka; tarım ve hayvancılık, ormancılık, su ürünleri, taşkından korunma, akarsu taşımacılığı, su enerjisi üretimi, su temini ve üretimi, akarsu jeomorfolojisi, kıyı jeomorfolojisi, buzul ve buzul çevresi jeomorfolojisi, karst jeomorfolojisi, havza yönetimi, su mühendislik yapıları gibi konularda sularla yakın ilişki içinde bulunmaktadır. 8.3. HİDROGRAFYA BİLİMİNİN GELİŞME SÜRECİ Son yüz yılda analiz ve mühendislik konularını da içeren Hidrografya ilk çağdan beri bilinen bir disiplin olmuştur. İlk çağlardan beri insanlar günlük hayatlarını sürdürebilmek için özellikle nehir ve göl kenarlarında yerleşim bölgeleri kurmuştur. Böylece suyun içme, tarım ve ulaşımda sağladığı faydaların yanında ticaret faaliyetlerini de geliştirmiştir. İnsanlar su enerjisinden yararlanarak yelken açıp gemilerin hızlı seyir ve seferlerini temin etmek, sular yardımıyla değirmenler kurarak tahılları öğütmek ve un üretmek için sürekli su kuvvetinden yararlanmışlardır. Yaklaşık MÖ 4000 yıllarında çorak toprakların tarımsal verimliliğini artırmak için akarsular üzerinde barajlar inşa edilmiştir. Mezopotamya’da yerleşmeler su baskınlarından korunsun diye yüksek toprak duvarlar ile koruma altına alınmıştır. Çin’de hala ayakta bulunan su kemerleri ve su kontrol yapıları su ile ilgili eski çalışmalara örnek teşkil eder. Yaklaşık 1200 yıllarında Diyarbakır’da Artuk Türkleri zamanında yaşayan Ebul İz El-Cezeri’nin yaptığı suyla ilişkili otomasyon araçları, günümüzde Sibernatik (Kendi kendine çalışan mekanizmalar) araçların başlangıcı sayılabilir. Yağış, sıcaklık ve buharlaşma gibi faktörlerdeki değişimlerin suyun bolluğunu ve kıtlığını etkilediği anlaşılmış ve bu atmosfer olayları izlenmeye ve değerlendirilmeye başlanmıştır. İbn-i Sina suyun yerşekillerinin oluşum ve gelişimine etki ettiğini ve yeryüzünü şekillendirdiğini yaklaşık 1000 yıl önce ifade etmiştir. Benzer yaklaşımları son bir kaç yüz yılda Marcus Vitruvius, Leonardo da Vinci, William Morris Davis ve Bernard Palissy gibi batılı bilim adamlarının da ileri sürdüğünü görmekteyiz. 7 Yağış, akış ve drenaj alanı ölçümleri yapan Pierre Perrault, akarsularda akış ve hız kontrolleri yapan Edme Marriotte, Nehirlerde buharlaşma miktarları ve denize akan su miktarları üzerinde bütçe hesapları yapan Edmund Halley modern Hidroloji biliminin öncülerinden bazıları olarak sayılabilir. 18. yüzyılda Daniel Bernoulli, Bernoulli piyezometresini ve Bernoulli denklemini geliştirmiştir. 19. Yüzyılda yeraltısularında akış ve hız konusunda bilgi veren Darcy yasası, Dupuit-Thiem formülü ve Hagen-Poiseuille kapiler akışı denklemi geliştirilmiştir. 20. yüzyılda Kamu kurumları kendi hidrolojik araştırma programlarını başlatmış ve böylece amprik formüller ileri sürülmüş ve rasyonel analizler gerçekleştirilmiştir. Leroy Sherman'ın birim hidrografı, Robert E. Horton infiltrasyonu teorisi ve C.V. Theis’in akifer testi ve kuyu hidroliği denklemleri bu bakımdan dikkate değerdir. 1950'lerden bu yana hidroloji çalışmaları daha çok analizlere dayanmaktadır. Hidrolojik analiz süreçleri daha çok bilgisayar tabanlı ve özellikle Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Bunlara ek olarak su üzerlerinde kurulan bentler, barajlar, köprüler gibi mühendislik yapıları, suda hareket eden araçların geliştirilmesi, sulardaki kirlilik ve önlenmesi gibi konularda yine su bilimi ile ilişkili hususlar kapsamındadır. Su taşkınlarına ait özelliklerin saptanmasında, önceleri, genellikle mahalli soruşturma ve incelemelere göre elde edilen bulgular değerlendirile gelmiştir. Son dönemlerde ise yer yer bununla beraber birtakım analitik yaklaşımlar da söz konusudur. İlk analitik çalışmalara örnek olarak, 1889 yılında Kuichling tarafından ileri sürülmüş ve 1968’de geliştirilmiş olan rasyonel metod verilebilir. 1914’te Fuller, 1924’de Foster, 1930’da Hazen’ in ortaya attığı formül ve 1932’de Sherman’ın geliştirdiği birim hidrograf kavramı o zamana kadar olan çalışmalara yenilik getirmiştir. 1936’da Slade, 1938’de Snyder ilk sentetik birim hidrografın adımını atmıştır. 1941’de Gumbel ve daha sonra Frechert, 1952’de Taylor ve Schwarz, 1954’de Soil Conservation Service’nin geliştirdiği üçgen birim hidrograf ve 1957’de Mockus’un uygulamaları taşkın çalışmalarının gelişmesinde önemli adımlar olmuştur. 1959’da Hickok, Keppel 8 ve Rafferty boyutsuz birim hidrograf kavramını ortaya atmışlar ve aynı yıl Nash tarafından geliştirilerek yağış ve akış arasındaki ilişkileri ifade etmede kullanılmıştır. 1961’de Gray küçük drenaj alanlarında sentetik birim hidrograf metodu, 1961’de Potter yöntemi uygulama alanına girmiştir. 1962’de Chow SCS yöntemini yeniden düzenlemiş, aynı yıl Reich Pearson-III dağılımından küçük havzalar için proje hidrografları geliştirmiştir. 1963 yılında Wu, Nash, Edson ve Gray yöntemlerine benzer şekilde gamma dağılımı ile bir çalışma ortaya koymuştur. Reich ve Hiemstra 1965’de küçük drenaj alanlarında maksimum taşkın tahmin çalışmasını yapmış, 1966’da Grawfort ve Linsley bilgisayar ortamında Stanfort modelini geliştirmiştir. 1967’de Newton ve Vinyard karmaşık yağışlardan yine bilgisayarla birim hidrograf çıkarmış, 1968’de Mc Sparsan, Moore ve Bell taşkın hidrografı çalışmaları yapmışlardır. Aynı yıl Schultz bilgisayar ortamında yağıştan Hyreun modelini taşkın hidrografına ait bir çalışma olarak ortaya koymuştur. 1969’da Merva, Brazee, Schwab ve Curry küçük yağış alanları için birtakım çalışmalar yapmışlar ve aynı yıl Surkan, sentetik hidrograflar geliştirmiştir. Yine 1969’da Holton bazı bağıntılar tespit etmiş, Hudlow ve Clark yağış alanı, akarsu boyu, havza merkezinin havza çıkışından uzaklığı ve eğimi kullanarak ve Snyder metodunu bilgisayara uygulayarak birim hidrograf elde etmişlerdir. Aynı yıl Fogel özellikle konveksiyonel yağışlardan oluşan taşkınlar için bir bağıntı ortaya atmıştır. 1964 de Weiss, her gün 07,00 den yine 07,00 ye kadar olan yağışların günlük en yüksek yağışı vermesi için belli bir katsayı ile çarpılmasının gerektiğini ileri sürmüştür. 1970 yılında Cordery, zeminin yağış öncesi nem durumu ile sızma arasında bir bağıntı elde etmiş, 1971 de Fleming ve Franz eski yöntemlerden başlıcalarının karşılaştırmalarını yapmışlardır. Bir drenaj alanından gelmesi beklenen taşkınların hesabı için, günümüze dek yukarıda belirtilen teorik, amprik veya bunların karışımı olarak pek çok formül ortaya atılmıştır. Ancak bunların çoğunluğu denendikleri drenaj alanlarının özellikleri ile iklim şartları aynı olmadığından, aynı büyüklükteki drenaj alanları için her birinin verdiği sonuçlar da farklı olmaktadır. Ayrıca yukarıda belirtilen formüllerin çoğunluğu sadece drenaj alanı büyüklüğünün fonksiyonunu esas aldığından, drenaj alanındaki bazı özelliklerin dikkate alındığı formüllerin dahi hemen çoğunda olasılık ve yinelenme 9 olgularına yer verilmediğinden, bu gün artık kullanılmamaktadırlar. Örnek olarak Hofbauer, Kresnik, Myers, Iskowki formülleri verilebilir. Bunlardan havza alanı ve ana yer şeklilerine göre ortaya atılan Hofbauer formülü (Qp=60β√A) şeklindedir. Qp: Taşkına neden olabilecek birim zamandaki su miktarı (m³ /sn) β: Yerşekillerini karakterize eden sabit katsayı değeri (ova:0,25-0,35; plato:0,35-0,50; dağ:0,50-0,70). A: Havza alanı (km²) Yalnızca alanın büyüklüğüne dayanan bir diğer yaklaşımda Kresnik’e aittir. Ona göre taşkın formülü (Qp=XA.32/0,5+√A) şeklindedir. Burada X genellikle 1 olarak alınmaktadır. A ise havza yüzölçümünü belirtmektedir. Yine alana bağlı ortaya konulan bir formül (Qp=0,0176C√A) Myers’e aittir. Formülde kullanılan C genellikle 2500’dür. A ise alanı ifade etmektedir. Son olarak değişik katsayılar ile yağış miktarının da hesaba katıldığı Iskowki formülü (Qp=Ch.m.h.A)’ne değinilecektir. Ch: Havza katsayısı( bataklık, havza tabanı için:0,017-0,030; dalgalı arazi:0,035-0,125; Yüksek dağlar:0,080-0,800). m: Yağış alanı indeksi (havza alanı 100 km² ise m:7,40; 1000 km² ise m:4,70; 10000 km² ise m:3,017) h: Yıllık ortalama yağış (m) Görüldüğü gibi artık kullanılmayan bu formüllerin, bugünkü yaklaşımlara kaynak teşkil ederek onlar için temel oluşturduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Belirtildiği gibi son 20 yıl içinde ise, Coğrafi Bilgi Sistemleri, Uzaktan Algılama Teknikleri ve İstatistik Yöntemleri ile taşkın çalışmaları daha objektif ve güvenilir hale gelmiştir. Gelişmiş ülkelerde artık bu çalışmalar taşkın şeklinde bir başlık altında değerlendirilmesinin yanı sıra, yukarıda belirtilen modern teknikler ışığında “Su Yönetimi” başlığı altında da sıkça kullanılmaktadır. Örnek olarak Clark’ın ortaya koyduğu “Su Yönetimi ve Hidrolojiye CBS Tabanlı Bir Yaklaşım” adlı makalesi verilebilir. “Taşkın Alanları ve Depresyonlar Boyunca Raster Sayısal Yükselti Modelleri Kullanılarak Drenaj Analizinin Otomatik Olarak Belirlenmesi” adlı makalede 10 aynı doğrultuda değerlendirmeler yapılmıştır. Sayısal yükselti modelleri kullanılarak benzer çalışmaların çokça yapıldığını görmekteyiz. Bu çalışmalarda topografya objektif olarak analiz edilmiş ve buna bağlı olarak birçok tespit yapılmıştır. Özellikle büyük akarsu havzalarında ortalama ölçümler, akarsu ağlarının gücü ve havza etki faktörleri ile taşkın süreleri ortaya konulmuştur. ÇALIŞMA SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi Kara Hidrografyasının unsurlarından biri değildir? A. Akarsular B. Kaynaklar C. Yeraltısuları D. Göller E. Okyanuslar 2. Yeraltına sızan suların bir kısmı, yerin nispeten derin kısımlarına sokularak orada bulunan geçirimli kayaçların gözenek, yarık, çatlak gibi boşluklarını tamamen doldurmuş bir şekilde bulunur. Alt kısımlarından, geçirimsiz kayaçların teşkil ettiği bir zonla sınırlanan bu su tabakası, dar anlamda yeraltısuyu veya taban suyu olarak adlandırılmaktadır. Yeraltında su birkaç zonda bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, asıl yeraltısuyunun yani alttan geçirimsiz zon ile sınırlanan su kütlesinin yer aldığı ve buradaki kayaçların bütün boşluklarının su ile dolu olduğu suya doygun zondur. Bu zon aşağıdakilerden hangisi ile isimlendirilmektedir? A. Satürasyon B. Aerasyon C. Kılcal D. Higroskopik E. Tünemiş Cevaplar: 1e – 2a 11 9.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 9. BÖLÜM ÖZET: Bu derste Kara hidrografyası açıklanacaktır. Kara hidrografyasını oluşturan unsurlar ve temel özellikleri değerlendirilecektir. Bunlardan yeraltısuları, akifer ve akifer tipleri, kaynaklar ve kaynak tipleri üzerinde durulacaktır. BÖLÜM 9: GİRİŞ 9.1. YERALTISULARI 9.2. AKİFER VE AKİFER TİPLERİ 9.3. KAYNAKLAR 9.4. KAYNAK TİPLERİ ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Kara yüzeyleri ve içindeki sular kara hidrografyasını meydana getirir. Bunlar yeraltısuları, kaynaklar, akarsular ve göllerdir. Bunlar aynı zamanda tatlı su 1 kaynaklarıdır. İnsanların ilişkileri daha çok bu sularla gerçekleşir. Günlük su kullanımından, karstik sahalardaki şekillendirmeye veya flüvyal bölgelerdeki şekillenmeye kadar karasal sular dikkate değerdir. Bunların gerek yüzeyde gerekse yeraltında bulunmaları zeminin jeolojik özellikleri ile ilgilidir. Suyun yeryüzünden yeraltına geçmesine sızma (infiltrasyon) denir. Yağış sırasında ve birim zamanda zemine sızabilecek maksimum yağmur suyu miktarı sızma kapasitesini teşkil eder ve suyun bir saatteki yüksekliği veya hacmi olarak ifade edilir. Herhangi bir sahadaki sızma kapasitesi değeri; o sahaya düşen yağmur miktarından; akış, buharlaşma, terleme, bitki örtüsü tarafından tutulma (intersepsiyon), göllerime ve kullanma gibi çeşitli yollarla olan toplam su kaybını çıkarmak suretiyle bulunabileceği gibi, laboratuarlarda meydana getirilen ve infiltrometre veya Lizimetre adı verilen küçük modeller üzerinde de saptanabilir. Sızma kapasitesi, boşlukların daha çok olması veya diğer bir deyişle açık olması nedeniyle, yağış başlangıcında fazladır. Fakat o, boşlukların bir kısmının, gerek sızan sular veya yukarıdan taşınan küçük unsurlarla doldurulmaları ve gerekse, toprağın bünyesinde yer alan killerin suyla temas sonucu şişmeleri sonucunda tıkanmalarıyla, hızla azalır. Ortalama olarak birkaç saat sonra, sızma kapasitesi, sabit bir değer kazanır. Yerüstüsularının yeraltına sızması ve sızma kapasitesi üzerinde çeşitli etmenler rol oynar. Sızma her şeyden önce yerçekimi ve kapilarite kuvvetlerinin etkilerine bağlıdır. Özellikle yerçekimi kuvveti önemli bir rol oynar. Gerçekten bu kuvvet olmasa, diğer bir ifade ile suyun herhangi bir ağırlığı bulunmasa, onun yerin derin kısımlarına doğru hareketi de söz konusu olamaz. Kapilarite kuvveti ise, yüzey sularının sınırlı bir miktarının kılcal boşluklarla belirli bir derinliğe kadar sokulmasını sağlar. Sızmanın meydana gelebilmesi ve miktarı üzerinde, ayrıca, zemini meydana getiren kayaç ve toprakların gözenek, yarık, çatlak gibi suyun geçmesine olanak sağlayacak nitelikte bir takım boşluklar içermesi ve dolayısıyla geçirimli olması gerekir. Herhangi bir kayaçta yer alan tüm boşlukların hacminin, kayacın toplam hacmine oranına gözeneklilik (porozite) denir ve yüzde (%) olarak ifade edilir. Örneğin boşlukların toplam hacmi 100 olan bir kayaç parçasının toplam hacmi 1000 ise, bu kayacın gözenekliliği % 10'dur. Gözeneklilik farklı kayaç ve topraklarda farklı değerler gösterir. Çünkü bu 2 hususta rol oynayan çeşitli etmenler kayaçtan kayaca ve topraktan toprağa değişir. Örneğin tortul kayaçlarda gözeneklilik; kayacı oluşturan unsurların şekillerine, tertiplenme düzenlerine (tekstür), elenme derecelerine, çimento ile birbirlerine bağlı bulunup bulunmamalarına, yıkanma sonucu mineral gibi bir takım unsurların eritilerek uzaklaştırılmalarına veya unsurlar arasındaki boşlukların sızan suların çökelttiği yeni mineraller veya küçük unsurlarla doldurulmalarına, kalker gibi suda eriyebilen kayaçlarda erime sonucu oluşan galeri, mağara gibi boşlukların varlığına ve basınç veya gerilmeler sonucu oluşan bir takım kırık ve çatlaklar içermelerine bağlı olarak değişir. İyi elenmiş, yani, unsurları hemen hemen aynı boyutta olan, çimentosuz çakıl, kum ve silt depoları yüksek gözenekliliğe sahiptirler. Depoyu meydana getiren unsurlar iyi elenmemişse, diğer bir deyişle, iri unsurlar arasındaki boşluklar küçük unsurlarla doldurulmuşsa, gözeneklilik azalır. Unsurların doğal bir çimento maddesiyle birbirlerine bağlanmaları, onların aralarındaki boşlukları ortadan kaldıracağından gözeneklilik düşüktür. Erimelere ve kırılma veya çatlamalara bağlı olarak bir takım yeni boşlukların meydana gelmesi veya mevcut boşlukların genişlemesi gözenekliliği arttırır. Kuruma çatlakları, ölü bitki köklerinin yerlerine karşılık gelen boşluklar veya hayvanlar tarafından açılan oyuk, delik, tünel gibi boşluklar toprakların gözenekliliğini arttırır. Buna karşılık, toprağın, yağmur damlalarının darbe etkisiyle veya hayvanlar vs tarafından çiğnenerek sıkıştırılması, var olan boşlukların hacmini küçülteceğinden, hatta onların bir kısmını tamamen ortadan kaldıracağından gözeneklilik değeri azalır. Geçirimlilik ise, hem gözenekliliğe hem de boşlukların boyut ve niteliklerine bağlı olarak değişir. Gözeneklilik ne kadar yüksek ve boşluklar ne kadar büyük ve birbirleri ile bağlantılı İse geçirimlilik de o oranda fazladır. Diğer bir ifade ile çok sayıda ve suyun geçmesine olanak verecek nitelik ve boyutta boşluk içeren zeminler çok geçirimlidirler; bu tür zeminlerin sızma kapasiteleri de yüksektir. Buna karşılık, Örneğin killi topraklarda, çok küçük olan boşluklar, suyla temas eden kil zerrelerinin şişmeleri nedeniyle, hızla kapanırlar ve sonuç olarak sızma üzerinde olumsuz etki yaparlar. Sızma üzerinde rol oynayan etmenlerden biri yağışların özelliğidir. Yağışların sürekli ve az şiddette olması sızmayı arttırır. Aynı yağış miktarı, diğer koşullar aynı kalmak üzere, bir yere çiseleme bir başka yere ise sağanak şeklinde yağsa, çiseleme 3 yağışın olduğu yerde sızma miktarı daha fazladır. Sağanak yağışlarında sızma miktarı azalır. Çünkü bu tür yağışlar sırasında, suyun büyük bir kısmı, yerüstüsuları şeklinde topografya yüzeyinin eğimi boyunca akar gider. Topografya yüzeyinin eğimi, dolaylı yoldan sızma üzerinde etkili olur. Eğim ne kadar fazla ise, düşen yağışın büyük bir kısmı yüzeysel akışa geçeceğinden sızma olanağı bulamaz. Zeminin yağışlardan önceki nem içeriği de sızma üzerinde etkili olur. Zemin nem bakımından zengin ise sızma miktarı azalır. Yağışlardan önce zeminin donmuş bulunması da sızmayı olumsuz yönde etkiler. Yoğun şehirsel yerleşmelerin yer aldığı zeminlerde sızma miktarı minimum değerdedir. Zeminin bitki örtüsü ile kaplı bulunduğu yerlerde, yerüstü akışı nispeten engelleneceğinden, diğer koşullar da elverişli ise, sızma artar. Ayrıca, bitki örtüsü zemini yağmur damlalarının darbe etkisinden korur ve böylece, gözeneklilik oranı yoluyla da, sızma üzerinde etkili olur. Yağmur damlalarını toprağa kolayca sızabilecek ince zerreciklere parçalar. Bitki örtüsü, aynı zamanda, ilkbahar mevsiminde karların erimesini yavaşlatır; sızmayı teşvik eder. Bu bilgiler ışığında sahada geçirimlilik söz konusu ise yeraltısuları ve kaynaklar bakımından elverişli koşulların söz konusu olduğu söylenebilir. Geçirimsiz sahalarda ise yerüstüsuları diğer bir ifade ile akarsular ve seyelenlar için uygun koşulların olduğu ifade edilebilir. 9.1. YERALTISULARI Yeraltısuları okyanuslar - denizler, atmosfer ve karalar arasında var olan su dolaşımının (hidrolojik devrenin) bir unsurunu meydana getirir. Yağmur şeklinde karalar yüzeyine düşen yağışların bir kısmı ile kar şeklindeki yağışların oluşturduğu kar örtüleri ve buzulların erime devrelerinde hâsıl olan suların bir kısmı, uygun koşullarda yeraltına sızar ve geniş anlamda yeraltı sularını oluşturur. Yeraltına sızan suların bir kısmı, yerin nispeten derin kısımlarına sokularak orada bulunan geçirimli kayaçların gözenek, yarık, çatlak gibi boşluklarını tamamen doldurmuş bir şekilde bulunur. Alt kısımlarından, geçirimsiz kayaçların teşkil ettiği bir zonla sınırlanan bu su tabakası, dar anlamda yeraltısuyu veya taban suyu olarak adlandırılmaktadır. Yeraltında su birkaç 4 zonda bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, asıl yeraltısuyunun yani alttan geçirimsiz zon ile sınırlanan su kütlesinin yer aldığı ve buradaki kayaçların bütün boşluklarının su ile dolu olduğu suya doygun (satürasyon) zonudur. İkincisi, su tablası ile yeryüzeyi arasındaki zonda asılı olarak bulunan suların bulunduğu havalandırma (aerasyon) zonudur (Şekil 1). Havalandırma Zonu Suya Doygun Zon Temel Kayaç Şekil 1. Yeraltısuyu ve Zonları Yeraltısularının esas kaynağını meteorik sular (vadoz sular) meydana getirir. Bu sular, atmosferden gelen sulardır ve gerek sıvı (yağmur) gerekse katı (kar, dolu) haldeki yağışlarla karalar yüzeyine düşer. Karalar yüzeyine düşen bu meteorik sular, daha sonra, 5 gerek doğrudan doğruya gerekse yer yüzeyinde var olan akarsu, göl, baraj gibi su kütlelerinin tabanlarından olmak üzere dolaylı bir şekilde, zeminde mevcut boşluklardan yeraltına geçerler ve oradaki yeraltısularını beslerler. Alüvyal depolar, gevşek ve çimentosuz kumtaşları, alüvyal ovalar, karstik araziler, deniz ve göl kıyıları yeraltısuyu bakımından zengin alanlardır. Yeraltısularının miktarını; esas olarak beslenme (gelir) ve boşalma (gider) unsurları belirler. Beslenme (Gelir) Unsurları olarak; • Yağıştan sızma, • Akıştan sızma, • Kar erimesi, sızması, • Buz erimesi, sızması, • Göl tabanlarından sızma, • Yapay beslenme olarak ifade edilebilir. Boşalma (Gider) Unsurları ise; • Buharlaşma (Evoporasyon) • Terleme (Transipirasyon) • Kaynaklar ile boşalma • Su çekme ile boşalma • Akarsu tabanlarına olan kaçaklar • Göl tabanlarına olan kaçaklar’dır. 9.2.AKİFER VE AKİFER TİPLERİ Aqua; su, Ferre; taşımak olan ve bu iki terimden oluşan akifer içlerinde yeraltısuyu bulunduran veya taşıyan jeolojik birim veya ortamlara verilen isimdir. Türkçe olarak su taşıyan veya su veren şeklinde adlandırılabilecek olan akiferler, 6 içlerine suyun serbestçe girebileceği ve hareket edebileceği boyut ve miktarda, birbirleri ile bağlantılı boşluk içeren kayaçlardan oluşmuş geçirimli kesimlerdir Altlarından geçirimsiz veya yarı geçirimsiz bir zonla sınırlandırılmış bulunurlar. Boşluksuz veya kısmen boşluklu oldukları halde, bu boşlukların su taşıyacak nitelikte olmamaları nedeniyle, yeraltısuyu bulundurmayan kütleler de vardır. Bunlara akifüj ismi verilir. Üç tip akifer sınıflandırması yapılabilir. Bunlar; 1. Serbest akifer 2. Tünemiş akifer 3. Tutuklu akifer (mahpus akifer) Serbest Akifer; asıl yeraltısuyunu (taban suyunu) içeren ve üst sınırı su tablası tarafından meydana getirilen akiferdir (Şekil 2). Tünemiş Akifer ana serbest akiferin üst kısmında, ondan ayrı ve çok daha küçük sahalı bir serbest akiferdir (Şekil 2). Tünemiş akiferler havalanma zonunu oluşturan geçirimli unsurların arasında yer alan geçirimsiz seviye veya tabakalara (kil seviyesi, kil merceği veya kil tabakası gibi) bağlı olarak oluşurlar. Bu yerel geçirimsiz seviyeler, yeraltına sızan suların ana akifere inmelerine engel olur ve onların bir kısmını kendi üzerlerinde toplarlar. 7 Şekil 2. Serbest ve Tünemiş Akifer Tutuklu Akifer (Mahpus Akifer) geçirimsiz iki tabaka arasında yer alır (Şekil 3). Basınçlı akifer veya artezyen olarak da bilinen bu akiferin taşıdığı su geçirimsiz tabakalar arasında hapsedilmiştir ve bu nedenle tutuklu su adını alır. Şekil 3. Mahpus Akifer 8 9.3. KAYNAKLAR Yeraltısularının, doğal olarak, yer yüzeyine çıktıkları yerlere kaynak denir (Şekil 4). Yeraltısularının doğal yollardan yer yüzeyine çıkmaları, su tablasının topografya yüzeyi tarafından kesilmesi yolu ile olabileceği gibi, artezyen kaynaklarında olduğu şekilde, tutuklu yeraltısularının kendilerine ulaşan kırık veya fay düzlemleri boyunca yükselmeleri yolu ile de olabilir. Farklı formasyon sınırları boyunca veya farklı tabaka sınırlarınmdan da yeraltısuları yeryüzeyine çıkabilir (Şekil 5) Şekil 4. Kaynak Şekil 5. Kaynak 9 9.4. KAYNAK TİPLERİ Kaynaklar; • Akifer tipine veya bu bakımdan ayrılabilen yeraltısuyu tipine; • Karstik sahalardaki, erimelere bağlı yeraltı boşluk, galeri veya su yollarından gelip gelmemelerine; • Kırılmalar veya faylanmalara bağlı bulunup bulunmamalarına; • Akım (debi) miktarlarına; • Rejimlerine; • Sularının sıcaklıklarına, • Suların kimyasal bileşimlerine • Suların yeryüzüne çıkış tarzlarına göre sınıflandırılabilir. Akifer Tiplerine Göre Kaynaklar Akifer tiplerine veya bu akiferlerde yer alan yeraltısuyu tiplerine göre ayrılabilecek kaynaklar şunlardır: • Serbest akifer kaynakları veya serbest yeraltısuyu kaynakları, • Tünemiş akifer kaynakları veya tünemiş yeraltısuyu kaynakları • Artezyen kaynakları. Karstik Kaynaklar Bunlar, karstik sahalarda, kalkerlerin çatlak, yarık, düden (ponor, subatan, suyutan), obruk (aven, jama) gibi boşluklarından yeraltına sızan suların, gerek derin kısımlarda yer alan ve kalkerlerin erimesine bağlı olarak meydana gelen nispeten geniş suyollarında, gerekse, herhangi bir geçirimsiz zon üzerinde toplanmaları ve daha sonra yeryüzüne çıkmalarıyla meydana gelen kaynaklardır. Fay Kaynakları Bunlar, yeraltısularının, kırılmalara veya faylanmalara bağlı olarak yeryüzüne çıktıkları kaynaklardır. Artezyen kaynaklarında açıklandığı gibi, şayet tutuklu 10 yeraltısuyu, kendisine ulaşan bir kırık veya fay düzlemi varsa, bu düzlem boyunca yol bularak yeryüzüne çıkabilir. Suyun bu çıkışı faylanmaya bağlı olduğundan bu tür kaynaklar aynı zamanda fay kaynağıdırlar. Akımlarına (Debilerine) Göre Kaynaklar Kaynaklar akım miktarları bakımından büyük değişiklik gösterirler. Akım miktarı az olan cılız kaynaklar olduğu gibi çok yüksek akımlı kaynaklar da vardır Sıcaklıklarına Göre Kaynaklar Kaynak sularının bir kısmı soğuk, bir kısmı ise, ılık veya sıcaktır. Suları ılık veya sıcak olan kaynaklar sıcak kaynak veya termal kaynak olarak adlandırılırlar. Sıcak kaynakların büyük bir kısmının kökenini meteorik sular meydana getirir. Suyun Çıkış Tarzına Göre Kaynaklar Bu bakımdan ayrılabilecek kaynakların en tipik olanlarını gayzerler meydana getirir. Gayzerler suları aralıklı ve kuvvetle fışkırarak çıkan sıcak kaynaklardır (Foto 1). Suları aralıklı olarak yeryüzüne çıkan kaynaklardan bir diğeri, karstik kaynaklarda söz konusu edilen, aralı kaynaklardır. Foto 1. Gayzer 11 Kimyasal Bileşimlerine Göre Kaynaklar Kaynak suları; kökenlerini yeraltısuları meydana getirdiğine ve bu sular da içlerinde oksitler, klorürler, karbonatlar, sülfatlar, gibi erimiş ya da çözünmüş halde çeşitli kimyasal bileşikler içerdiklerine göre çok ender olarak saf halde bulunurlar. İçlerinde erimiş halde mineral maddeler bulunan sulara maden suyu denir. Maden sularının içindeki erimiş mineral madde miktarı 1 gr/lt'den daha fazladır. Maden suları soğuk veya sıcak olabilir. Kimyasal bileşimlerine göre ayrılabilecek başlıca kaynak tipleri şunlardır: tatlı kaynaklar: bunların içlerinde yer alan erimiş madde miktarı son derece azdır; tuzlu kaynaklar: suyu tuzlu olan kaynaklardır; kireçli kaynaklar: içlerinde bol miktarda kalsiyum karbonat bulunan kaynaklardır; kükürtlü kaynaklar; demirli kaynaklar; arsenikli kaynaklar. 12 ÇALIŞMA SORULARI 1. İçlerinde yeraltısuyu bulunduran veya taşıyan jeolojik birim veya ortamlara verilen isim aşağıdakilerden hangisidir? A. Aquasefer B. Akifer C. Akifüj D. Suveren E. Sututan 2. Yeraltısularının, doğal olarak, yer yüzeyine çıktıkları yerler aşağıdakilerden hangisi ile isimlendirilmektedir? A. Kaynak B. Akıntı C. Çeşme D. Kuyu E. Su veren Cevaplar: 1b – 2a 13 10.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 10. BÖLÜM ÖZET: Bu derste karasal sulardan akarsular üzerinde durulacaktır. Akarsuların tipleri, debileri, rejimleri, havzaları, ağları açıklanacaktır. BÖLÜM 10: GİRİŞ 10.1. AKARSULAR 10.2. AKARSU TİPLERİ 10.3. AKARSULARDA AKIM 10.4. AKARSULARDA REJİM VE REJİM TİPLERİ 10.5. AKARSU AĞLARI 10.6. AKARSU HAVZALARI ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Su hayatın bir parçasıdır ve onsuz hayat olmaz. İnsanlar suyu çeşitli amaçlarla kullanırlar ve onun elde edilmesinde doğal su kaynakları olan akarsulardan geniş çapta 1 yararlanırlar. Bu yararlanma yollarının başında, içme ve evlerde kullanma suyunun sağlanması gelir. Bunun yanı sıra, akarsular, endüstrinin su gereksiniminin karşılanmasında da kullanılırlar. Örneğin, 1 kilogram kağıt elde etmek için 800 litre ve 1 kilogram çelik üretimi için 260 litre suya ihtiyaç vardır. Akarsular büyük bir güç kaynağıdırlar. Onlar vasıtasıyla beyaz kömür adı verilen elektrik enerjisi elde edilir. Yurdumuzda, üzerlerinde barajlı ve barajsız (nehir ve kanal tipi) hidroelektrik santralleri kurularak elektrik enerjisi elde edilen çeşitli akarsular vardır. Akarsular sulamalı tarım ve hayvancılık için gerekli olan suyu da sağlarlar. Akarsulardan, bütün bu hizmetlerinin dışında, ulaşım, turizm, spor, rekreasyon ve balıkçılık gibi alanlarda da yararlanılır. Bu kullanım faydalarına ek olarak akarsular yerşekillerinin oluşum ve gelişimlerinde de önemli bir yere sahip bulunurlar. Akarsuların bazı teknik özellikleri bulunmaktadır. Bunlar ana hatları ile aşağıda açıklanmıştır. 10.1. AKARSULAR Doğal bir yatak içinde akan su kütlelerine akarsu ismi verilmektedir. Akarsu terimi, doğal bir yatak içinde akan küçük, büyük bütün su kütlelerini kapsamına alır (Foto 1, Foto 2). Akarsular, yeraltısuları gibi, okyanuslar-denizler, atmosfer ve karalar arasında var olan hidrolojik devrenin bir unsurunu meydana getirirler. Yağmur suları ile kar ve buzul suları, topografya yüzeyinin eğimini takip ederek akar. Topografya yüzeyinde akan bu suların bir kısmında akış bütün yüzeyi örtü gibi kaplayacak şekildedir. Bu tür akışa seyelan denir, Diğer kısmında ise akış, belirli bir çizgi, bir yatak boyunca gerçekleşir. Suların belirli bir çizgi veya bir yatak boyunca akmasıyla akarsular meydana gelmiş olur. 2 Foto 1. Ova üzerinde menderesli akışa sahip akarsu Foto 2. Plato üzerinde dar ve derin vadisi içinde akarsu 3 Akarsuların oluşumlarında iklim, zeminin litolojik özellikleri, jeomorfolojik özellikler, yeraltısuları ve kaynaklar, göl gideğenleri olmak üzere çeşitli etmenler rol oynamaktadır. 10.2. AKARSU TİPLERİ Akarsular uzunluk, akım miktarı, akış şekli ve akış süresi gibi çeşitli özelliklerine göre sınıflandırılabilirler. Böylece; • Kısa akarsu • Uzun akarsu • Düşük akımlı akarsu • Yüksek akımlı akarsu • Düzgün akışlı akarsu • Menderesli akarsu • Sürekli akarsu • Süreksiz akarsu gibi çeşitli tipler ayırmak mümkündür. Bunlardan sürekli akarsular bütün bir yıl akışa sahip olan akarsulardır. Süreksiz akarsular ise, yılın belirli zamanlarında akarlar. Yağışlı mevsimlerde akıp kurak mevsimlerde kuruyan akarsular bu tiptendir. Bunlara mevsimlik akarsular ismi de verilir. 10.3. AKARSULARDA AKIM Akarsuyun herhangi bir yerdeki enine kesitinden 1 saniyede geçen su hacmine akım (debi) denir ve m3/sn olarak ifade edilir Akarsuların akım değerleri çeşitli yollarla tespit edilir. Bunlardan biri, akarsu üzerinde doğrudan doğruya yapılan ölçmelerdir. Akım, yukarıda görüldüğü gibi, su kütlesinin enine kesitinin alanı ile hızın çarpımına eşit olduğundan (Q=A.V), bu ölçmelerde, akarsuyun akım miktarı saptanacak yerindeki enine kesitinin hızı tespit edilir. Bu hız değeri, akarsuyun o yerdeki enine kesitinin alanıyla çarpılır. Elde edilen değer akımı verir. 4 Bir akarsuyun herhangi bir noktasındaki akım değerini tespit etmek için anahtar eğrilerinden de yararlanılır. Bu eğriler akarsuyun o noktadaki su seviyesi ile akım miktarı arasındaki ilişkiyi gösteren eğrilerdir ve akım miktarının tespitinde kolaylık ve çabukluk sağlarlar. Burada belirli su seviyeleri belirli akım miktarlarına karşılık gelir. Dolayısıyla akım miktarını tespit etmek için sadece su seviyesini bilmek yeterlidir. Su seviyesinin değeri tespit edildikten sonra, ordinatta yer alan bu değere ait noktadan bir dikme çıkılır. Dikme anahtar eğrisini bir noktada keser. Bu noktadan apsis eksenine indirilen dikme ile eksenin kesişme noktasındaki değer akım miktarını verir. Fakat anahtar eğrilerinin çizilebilmesi için önceden yeterli sayıda ölçmenin yapılması zorunludur. Ayrıca, anahtar eğrisinin ait olduğu noktadaki yatak derinliğinin, akarsuyun yaptığı aşındırma veya biriktirme faaliyetleri sonucu değişmemesi gerekir. Böyle bir durum meydana geldiğinde, yeni bir anahtar eğrisi meydana getirilir. Yamaçların aşınım sonucu geriletilmeleri de su seviyesinin değişmesine yol açar. Bu durum da yeni bir anahtar eğrisi yapılmasını gerektirir. Akım değerleri zaman içinde azalır ve çoğalır. Bu nedenle akım değerleri ortalama olarak ifade edilir. Bir gün içindeki akım değişmelerinin ortalamasına günlük ortalama akım; ayı teşkil eden günlerin ortalama akım miktarlarının toplanıp gün sayısına bölünmesiyle elde edilen akıma aylık ortalama akım; aylık ortalama akımların toplanıp, yılın ay sayısı olan 12'ye bölünmesiyle bulunan akım değerine ise, yıllık ortalama akım denir. Uzun yıllara ait ortalama akım miktarlarının toplanıp yıl sayısına bölünmesiyle de uzun süreli ortalama akımlar elde edilir. Akım akıma etki eden faktörlerin kontrolünde sürekli olarak değişir. Akıma etki yapan etmenler şunlardır: • İklim • Jeomorfolojik Özellikler • Zeminin Litolojik Özellikleri • Bitki Örtüsü • Yeraltısuları • Kaynaklar • Göller • İnsan 5 10.4. AKARSULARDA REJİM VE REJİM TİPLERİ Bir akarsuyun akım miktarı, yıl içinde, daima aynı değerde kalmaz; zaman zaman azalır ve çoğalır. Akım miktarının yıl içinde gösterdiği bu değişmelere rejim denir. Rejim yıl içindeki akım değişmeleri olduğuna göre, akımın az veya çok olmasında etkili olan etmenler, diğer bir ifade ile akıma etki eden etmenler, rejim üzerinde de etkilidirler ve rejim tiplerini tayin ederler. Akım miktarındaki artma ve azalmaların, her yıl, belirli dönemlerde gerçekleştiği rejim tipine düzenli rejim denir. Akım miktarındaki artma ve azalmaların yılın hangi dönemlerinde meydana geleceğinin belli olmadığı rejim tipine ise düzensiz rejim denir. Düzenli rejim kavramı, yıl içinde, akım miktarında görülen artma ve azalmaların önemsiz olduğu, akım miktarının hemen hemen aynı kararda kaldığı rejim tipi İçin de kullanılmaktadır. Rejim üzerinde sadece bir etmen hâkim rol oynuyorsa bu rejim tipine basit rejim, birden çok etmen rol oynuyorsa, bu rejim ipine de karmaşık rejim ismi verilir. Basit rejimli akarsuların akım miktarlarında ve dolayısıyla seviyelerinde, yıl içinde, bir yükselme bir de alçalma görülür. Buna karşılık karmaşık rejimli akarsularda, yıl içindeki yükselme ve alçalma sayıları birden fazladır. Basit ve karmaşık rejimlerin çeşitli tipleri vardır. Bunlardan başlıcaları aşağıdaki gibidir; 6 1. Basit Rejimler a. Buzul Rejimi b. Kar Rejimi c. i. Karlı-dağ rejimi ii. Karlı-ova rejimi Yağmur Rejimi i.Yağmurlu-Okyanus Rejimi ii.Yağmurlu-Akdeniz Rejimi iii.Yağmurlu Tropikal Rejim 2. 10.5. Karmaşık Rejimler a. Yağmurlu Karmaşık Rejim b. Karlı-Yağmurlu Karmaşık Rejim c. Yağmurlu Karlı Karmaşık Rejim AKARSU AĞLARI Karalar yüzeyine düşen yağmur sularının sızma, buharlaşma vs. yollarıyla kayba uğrayan kısmından geriye kalanı, topografya yüzeyinin eğimini takip ederek alçak yerlere doğru akar. Bu akış, bazen, adeta bütün topografya yüzeyini kaplarcasınadır. Buna seyelan ismi verilir. Suların bu şekilde değil de belirli bir çizgi boyunca toplanıp akması sonucu ise, akarsular meydana gelir. Bazı bölgelerde akarsu ağları çok gelişmiştir. Bu bölgelerde yer yüzeyinde çok sayıda akarsu bulunur. Bazı bölgeler ise, akarsu bakımından fakirdir. Bir bölgenin akarsu bakımından zengin veya fakir oluşu, akarsu yoğunluğu (akarsu sıklığı) ile saptanır. Akarsu yoğunluğu, herhangi bir bölgede, birim alanda (örneğin 1 km2 de) yer alan akarsuların toplam uzunluğudur. Akarsu yoğunluğu üzerinde, iklim, zeminin litolojik özelikleri, jeomorfolojik özellikler, bitki örtüsü, süre ve insan gibi çeşitli etmenlerin rolleri vardır. 7 Akarsu ağlarının oluşum ve gelişimlerinde çeşitli etmenler rol oynar ve onlar, rol oynayan etmenler ve etkinlik derecelerine bağlı olarak çeşitli tipler gösterirler. Bu hususta en önemli roller yapı (litolojik-tektonik) ve topografya özelliklerine aittir. Gerçekten farklı yapılar üzerinde farklı akarsu ağları meydana gelmektedir (Şekil 1). Şekil 1. Akarsu ağları A. Dandreitik, B. Ortogonal, C. Romboidal, D. Halkalı, E. Radyal, F. Sentripetal, G. Paralel, H. Kancalı 8 Homojen yapılı sahalarda dandritik akarsu ağı görülür. Bu tip akarsu ağının havadan, kuşbakışı görünüşü bir ağaca benzer (Şekil 2, Şekil 3). Şekil 2. Dandritik akarsu ağı Şekil 3. Dandritik akarsu ağı (Shaanxi, China) Monoklinal yapılı sahalarla muntazam kıvrımların yer aldığı sahalarda kafesli akarsu ağı tipi gelişir. Aynı tip akarsu ağı birbirlerini kafes şeklinde kesen kırık veya fayların yer aldığı sahalarda da görülür. Kafesli akarsu ağı iki tipe ayrılır: 1- Ortogonal 9 kafesli akarsu ağı ve 2- Romboidal kafesli akarsu ağı. Tepe kısımları aşındırılarak ortadan kaldırılmış antiklinaller ile domlar (boşaltılmış antiklinaller ve domlar) üzerinde halkalı akarsu ağları ve eliptik akarsu ağları gelişir. Bu akarsu ağlarının kuşbakışı görünümleri halka veya elips şeklindedir. Çevrelerinde alçak sahalar bulunan yüksek kütleler üzerinde radyal akarsu ağı (ışınsal akarsu ağı) gelişir. Örneğin volkan konileri üzerinde durum böyledir. Radyal akarsu ağında merkezde yer alan yüksek noktadan doğan akarsular, eğimi takiben aşağıya ve çevreye doğru gittikçe birbirlerinde uzaklaşarak ilerler. Merkezde alçak, çevrede yüksek sahaların bulunduğu yerlerde ise, durum, radyal akarsu ağında olduğunun tamamen tersidir. Bu gibi yerlerde akarsular, çevredeki yüksek sahalardan iç kısımda yer alan ve kendilerine taban seviyesi görevi yapan alçak sahaya doru akarlar ve gittikçe birbirlerine yaklaşırlar. Kapalı havzalar, kalderalar, karstik depresyonlar gibi çevresi yüksek merkezi kısmı alçak olan yerlerde durum bu şekildedir. Bu tip akarsu ağlarına sentripetal akarsu ağı ismi verilir. Akarsuların birbirlerine paralele olarak bulundukları ağ tipi paralel akarsu ağını meydana getirir. Aynı yönde ve düzgün eğime sahip yamaçlar üzerinde görülen bu akarsu ağı tipinde, henüz, akarsuların yapıya uymaları söz konusu değildir. Zamanla akarsuların yapıya uyması ve subsekant kolların gelişmesiyle akarsu ağının paralel görünümü bozulabilir. Akarsu ağlarının bir kısmında, ana akarsuya bağlanan kolların çoğunluğu, onun akış yönünün tersi yönde bir akışa sahip bulunurlar. Böylece ana akarsu, bu kollan aldığı kısımlarında, onlarla birlikte birer kanca görünümünü kazanır. Bu nedenle bu tip akarsu ağlarına kancalı akarsu ağı adı verilir. Şekil 4. Paralel akarsu ağı 10 Akarsu ağları, zamanla, bir takım değişmelere uğrayabilirler. Bu değişmeler, kendilerini oluşturan bir kısım vadilerin kurumaları, tıkanarak göl veya bataklık haline geçmeleri veya parçalanmaları gibi çeşitli şekillerde meydana gelirler. Akarsu ağlarındaki bu değişmeler, esas olarak, tektonik hareketler, iklim değişmeleri, kapma olayları, volkanizma, heyelanlar, birikinti konilerinin oluşumu ve karstlaşma gibi etmen ve süreçler nedeniyle meydana gelirler. 10.6. AKARSU HAVZALARI Herhangi bir akarsuyun kolları ile birlikte yayılmış olduğu sahaya veya başka bir ifade ile, bir akarsu tarafından suları boşaltılan sahaya akarsu havzası ismi verilir (Şekil 5). Akaçlama havzası olarak da adlandırılan akarsu havzalarının içinde, ana akarsuyun kollarına ait akarsu havzaları da ayrılabilir. Bunlar ikincil akarsu havzalarını meydana getirirler (Şekil 6). Şekil 5. Akarsu havzası 11 Şekil 6. Ana ve tali (ikincil) akarsu havzaları (Iberian Yarımadası, Castilla) Akarsu havzaları, bir ülkede veya bir kıtada, ana akarsuların dökülmüş oldukları taban seviyelerine göre de ayrılmaktadırlar. Bu bakımdan akarsu havzalarını İkiye ayırmak mümkündür. Onların bir kısmı dışa akışlı (ekzoreik), bir kısmı ise içe akıştı (andoreik) sahalar halindedir. Dışa akışlı sahalarda yer alan akarsular denize kadar ulaşırlar ve dolayısıyla bu sahaların sularını denize boşaltırlar. İçe akışlı sahalardaki akarsular ise, denize kadar ulaşamazlar. Akarsuların denize ulaşamamaları kapalı havzalarda bulunmalarından ileri geldiği gibi, kurak iklim koşullarına bağlı da olabilir. Akarsu havzaları bazı özelliklerine göre sınıflandırılabilirler. 12 Bunlar; • Havzanın şekli • Havzanın alanı • Havzanın ortalama yükseltisi • Havzanın eğimi • Havzanın yapısal özellikleri • Havzanın bitki örtüsü • Havzanın akarsu ağı tipi • Havzanın akarsu yoğunluğu • Havzadaki akarsuların çatallanma oranı 13 ÇALIŞMA SORULARI 1. Doğal bir yatak içinde akan su kütlelerine verilen genel isim aşağıdakilerden hangisidir? A. Çay B. Seyelan C. Akarsu D. Dere E. Nehir 2. Akarsu havzaları, bir ülkede veya bir kıtada, ana akarsuların dökülmüş oldukları taban seviyelerine göre de ayrılmaktadırlar. Akarsular denize kadar ulaşamazlar ise alacakları isim aşağıdakilerden hangisidir? A. Eksoreik Havza B. Areik Havza C. Andoreik Havza D. Allojen Akarsu E. Yarı kapalı havza Cevaplar: 1c – 2c 14 11.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 11. BÖLÜM ÖZET: Bu derste göller, üzerinde durulacaktır. Oluşum tiplerine göre göller sınıflandırılacak ve açıklanacaktır. BÖLÜM 11: GİRİŞ 11.1. GÖL NEDİR? 11.2. GÖLLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR? 11.3. GÖL TİPLERİ ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Yeryüzünün % 29 luk kısmı karalardan oluşur. Bu kara parçalarının üzerlerinde de, irili ufaklı su kütleleri yer alır. Göller içme ve kullanma suyu gereksiniminin karşılanması, enerji elde edilmesi, balıkçılık, avcılık, turizm, ulaşım, spor ve eğlence 1 gibi çeşitli alanlarda insanların faydalanmasına açıktır. Göller sularının fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından, oluşum ve kökenleri bakımından değişik özelliklere sahip bulunur. Bunların bir kısmı aşağıda açıklanmıştır. 11.1. GÖL NEDİR? Karalar üzerindeki çukur yerleri veya çanakları doldurmuş olan su kütlelerine göl adı verilmektedir. Karayla çevrili, oldukça derin ve geniş su alanlarıdır. Arazi yapısı bakımından akıntısı bulunan veya bulunmayan çukur yerlerde, zamanla su birikmiş ve göller teşekkül etmiştir. Göl çukurları, birbirine benzemeyen çeşitli olaylar sonucunda ortaya çıkmıştır. Eski vadi buzullarının aşındırdıkları yerlerde, kraterlerin ağızlarında, kalkerlerin geniş sahalar kapladıkları bölgelerde, tektonik olayların hazırlamış olduğu depresyonlarla suların dolması ile göller meydana gelmiştir. 11.2. GÖLLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ NELERDİR? Göllerin yüzölçümleri birbirlerinin aynı değildir. Çok geniş alan kaplayan büyük göller olduğu gibi küçük göller de vardır (Tablo 1). Asya Kıtası'nda yer alan Hazar Gölü 436.400 km2 lik alanıyla dünyanın en büyük gölüdür. Kuzey Amerika Kıtası'nda, ABD-Kanada sınırında yer alan Superior Gölü 82.700 km2 lik bir yüzölçümüne sahiptir ve dünyanın ikinci büyük gölünü meydana getirir. Van Gölü'nün yüzölçümü 3713 km2 dir ve yurdumuzun en büyük gölünü teşkil eder. Moğan Gölü ise küçük bir gölümüzdür ve 6 km2 lik bir alan kaplar. Bazı göllerin yüzölçümleri mevsimlik değişmeler gösterir. Beslenmenin az, buharlaşma ve/veya diğer yolarla su kaybının fazla olduğu kurak devrelerde yüzölçümü çok küçülen göller vardır. Afrika Kıtası'nda, Büyük Sahra Çölü'nün güney sınırı yakınında yer alan Çad Gölü ile yurdumuzun İç Anadolu Bölgesi'ndeki Tuz Gölü bunlara tipik örneklerdir. Bunlardan Çad Gölü'nün yüzölçümü 10.000-26.000 km2 ler arasında değişir. 1620 km2 lik yüzölçümüne sahip olan Tuz Gölü ise, yaz mevsimi 2 sonlarında, yaklaşık olarak, 200 km2 lik bir alan kaplar. Hatta bazı yıllar, arada yer yer küçük su birikintilerinin bulunduğu bir tuz çölü haline dönüşür. Tablo 1. Yeryüzünün başlıca göllerinin yüzölçümleri Göller, yüzölçümleri bakımından farklı oldukları gibi, yağış alanlarının yani havzalarının büyüklüğü, yer aldıkları çanakların kökeni, şekilleri, kıyı çizgilerinin uzunlukları, derinlikleri, yükseltileri, süreklilikleri ve sularının fiziksel-kimyasal özellikleri bakımlarından da birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler. 3 Diğer bir deyişle havza büyüklüğü bakımından göller arasında büyük farklar vardır. Bazı göllerin yağış alanları çok geniştir. Bu göller çevrelerinde yer alan çok geniş alanların sularını kendilerinde toplarlar. Bazı göllerin yağış alanları ise küçüktür. Bir kısım göller tektonik kökenli çanaklarda yer alırlar, Bir kısmı akarsu ve buzul vadileri ile koy veya körfezlerin doğal setlerle kapanmaları sonucu oluşmuşlardır. Bazı göller eski buzul vadilerinin aşın oyulmuş ve çukurlaştırılmış kısımlarının sular tarafından işgal edilmeleriyle teşekkül etmişlerdir. Bunların yanı sıra bir kısım göller eski sirklerin ve kraterlerin sularla dolması; diğer bir kısmı ise karstik çukurlarda suların birikmesiyle meydana gelmişlerdir. Göl çanaklarının taban kısımları düz olabildikleri gibi engebeli de olabilirler ve dolayısıyla çukur, tümsek veya tepeler içerebilirler. Göllerin şekilleri de değişiktir. Göl çanaklarının morfolojik özeliklerine bağlı olarak, uzun, ana hatlarıyla çubuğa benzer şekilli göller bulunduğu gibi oval veya daire şeklinde göller de vardır. Bazı göllerin kıyıları çok girintili çıkıntılıdır. Bazı göller halka şeklindedir. Diğer bazı göller ise, bir kısmı kopmuş halka veya at nalına benzer. Göllerin bazıları çok derindir. Yeryüzünün en derin gölü olan Baykal'ın en derin yeri 1741 metreyi bulur. Derinlik bakımından ikinci gelen Tanganika Gölü'nün maksimum derinliği ise 1435 m'dir (Tablo 2). Tablo 2. Yeryüzünün başlıca derin gölleri 4 Bazı göl çanaklarının tabanları deniz seviyesinden daha aşağıda bulunur. Bu özelliği taşıyan göl çanaklarına kriptodepresyon adı verilmektedir (Tablo 3). Tablo 3. Bazı krtiptodepresyon göller ve kriptodepresyon derinlikleri Buzullar tarafından yereyin aşırı kazılması sonucu da kriptodepresyonlar meydana 5 gelebilir. Fiyord gölleri ile bazı subalpin göllerin çanakları bu şekilde oluşmuştur. Fiyord göllerine örnek olarak Norveç'teki Hornindals, Sals ve Mjös gölleri; subalpin göllere örnek olarak da İtalya'da, Po Nehri'nin kuzeyden aldığı kollan üzerinde bulunan Garda, Como ve Maggiore gölleri gösterilebilir. Bir kısım kriptodepresyonlar maar ve kalderalara karşılık gelirler. Bunlara örnek olarak da Japonya'daki Tazawako ve Toyako gölleri ile Nikaragua'daki Apoyo Gölü çanakları verilebilir. Bazı kriptodepresyonlar ise, karstlaşma olayına bağlı olarak meydana gelmişlerdir. Bunlar tabanları deniz seviyesinden daha alçakta olan karstik depresyonlara karşılık gelirler. İşkodra Gölü'nün yer aldığı kriptodepresyon bu şekildedir. Kriptodepresyonların diğer bir kısmı ise, uzun bir şekilde kara İçine sokulan körfezlerin uç kısımlarının doğal setlerle denizden ayrılmaları yoluyla oluşmuşlardır. Sapanca Gölü'nün yer aldığı çanak bu tipe güzel bir örnektir. Göllerin yükseltileri de birbirinden farklıdır. Örneğin deniz kıyısında yer alan lagünlerde su seviyesi deniz seviyesinde veya ona çok yakın bir seviyede bulunur. Buna karşılık yüksek kütlelerin üzerinde yer alan göllerin yüzey yükseltileri büyük değerlere erişir. Örneğin Tibet'te bulunan P'u-Mo Ts'o Gölü'nün yükseltisi 5025 m, Montcalm Gölü'nün yükseltisi ise, 4949 metredir. Güney Amerika'da, And Dağları üzerindeki Titicaca Gölü'nün seviyesi denizden 3812 m yüksekte bulunur (Tablo 4). Buna karşılık, Lut, Taberiye, Harun ve Hazar gölleri gibi bazı kriptodepresyon göllerinin seviyeleri deniz seviyesinin aşağısındadır (Tablo 5). Tablo 4. Yeryüzünün başlıca göllerinin yükseltileri 6 Tablo 5. Su seviyeleri deniz seviyesinden aşağıda olan başlıca kriptodepresyon gölleri Göllerin sürekli olanlarının yanı sıra, beslenmenin su kaybından az olduğu 7 devrede kuruyanları da vardır, Bu tür göllere süreksiz göl ismi verilmektedir. Bazı göller kurak devrelerde bataklık halini alırlar. Göller sularının fiziksel ve kimyasal özellikleri bakımından da bir takım farklılıklar gösterirler. Suları tatlı olan göller olduğu gibi, tuzlu veya acı göller de vardır. Örneğin yurdumuzdaki Beyşehir, Eğirdir (Eğridir), İznik ve Kuş (Manyas) göllerinin suları tatlı; Van Gölü'nünki tuzlu-sodalı ve Tuz Gölü'nünki ise çok tuzludur. Esas olarak, gideğeni bulunmayan göllerin suları az veya çok tuzludur. Buna karşılık sularının fazlasını dışa akıtan göller tatlı sulara sahip bulunurlar. 11.3. GÖL TİPLERİ Göllerin sınıflandırılmalarında, daha çok, onların yer aldıkları çanakların oluşum şekilleri dikkate alınmaktadır. Bu bakımdan gölleri iki büyük gruba ayırmak mümkündür. Ayrıca günümüze ait olmayan, önceki jeolojik devirlerde meydana gelmiş, eski iç denizler gibi çok geniş su kütlelerinin kalıntılarına karşılık gelen Relikt göller de diğer bir grubu oluşturur. 1. Yerlikaya gölleri 2. Set gölleri 3. Relikt göller Yerlikaya Gölleri tektonik hareketler, volkanizma, karstlaşma gibi olaylar ile aşındırma etmenleri tarafından yerlikayada meydana getirilen çanakların sular tarafından doldurulmalarıyla oluşmuş göllerdir. Bunlar; • Tektonik göller, • Karstik göller, • Krater gölleri, • Buzul aşındırmasına bağlı göller, • Meteorit gölleridir. Set Gölleri çeşitli kökendeki doğal setlerin, vadi, tektonik oluk veya koy gibi 8 çevrelerine göre alçak olan yerlerin ön kısımlarını tıkamaları sonucu oluşan göllerdir. Setin gerisinde suların toplanmasıyla meydana gelirler. Doğal setlerin yanı sıra insanlar tarafından yapılan yapay setler yani barajlar da vardır. Bunların gerisinde toplanan sular ise yapay set göllerini veya baraj göllerini oluştururlar. Set gölleri, setin kökenine göre, çeşitli tiplere ayrılırlar. Bunlar; • Volkan ve lav seti gölleri • Alüvyon seti gölleri • Moren seti gölleri • Buzul seti gölleri • Heyelan seti gölleri • Lagünler • Resif gölleri • Traverten seti gölleri • Yapay set gölleridir. 9 ÇALIŞMA SORULARI 1. Bazı göl çanaklarının tabanları deniz seviyesinden daha aşağıda bulunur. Bu özelliği taşıyan göl çanaklarına verilen isim aşağıdakilerden hangisidir? A. Relikt B. Endemik C. Tektonik D. Glasyal E. Kriptodepresyon 2. Aşağıda belirtilen göl gruplarından hangisi diğerlerinden farklıdır? A. Tektonik göller B. Karstik göller C. Alüvyal set gölü D. Krater gölleri E. Meteorit gölleri Cevaplar: 1e – 2c 10 12.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 12. Bölüm ÖZET: Bu derste denizel hidrografya üzerinde durulacaktır. Okyanuslar ve denizler tanıtılacak, buralardaki suların kimyasal özellikleri vurgulanacak, bu sulardaki gelgit, dalga ve akıntılar hakkında bilgi verilecektir. i BÖLÜM 12: GİRİŞ 12.1. OKYANUSLAR VE DENİZLER? 12.2. OKYANSULARDA SICAKLIK DAĞILIŞI 12.3. OKYANUS AKINTILARI ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Yeryüzünün % 71'e yakın bir kısmı sularla kaplı bulunmaktadır. Geniş ve derin çanakları doldurmuş olan bu su kütlesi okyanus ve denizleri oluşturmaktadır. Okyanus ve denizlerin suyu tuzlu olarak bulunur. Ulaşım, balıkçılık, spor gibi 1 kullanım alanları bulunmaktadır. Ayrıca okyanus altındaki yer şekilleri, canlılar hala merak konusudur. Buralardaki suların özellikleri de dikkate değerdir. Bu bakımdan bazı özellikleri aşağıdaki gibidir. 12.1. OKYANUSLAR VE DENİZLER Deniz, bir okyanus ile bağı olan ve büyük bir alanı kaplayan ve genellikle tuzlu olan su birikintisidir. Kıtalar arasındaki büyük çukurlarda kalan geniş ve derin su kütlelerine okyanus denir. Okyanuslar diverjans levhalara ve transform fay mekanizmalarına bağlı olarak sürekli olarak büyümektedir. Bu suların kimyasal bileşiminde tuzlar (Tablo 1) ve erimiş gazlar (Tablo 2) bulunur. Tablo 1. Deniz suyunda bulunan başlıca tuzlar İsmi Litrede gr. % Klor 18,98 55,04 Sodyum 10,556 30,61 Magnezyum 1,272 3,69 Sülfatlar 2,649 7,68 Potasyum 0,380 1,10 Kalsiyum 0,400 1,16 Bikarbonatlar 0,140 0,41 Stronsiyum 0,013 0,04 Tablo 2. Deniz suyu ve atmosferdeki başlıca gazlar İsmi Atmosferdeki oranı Deniz suyundaki Oranı Azot 78,09 62,6 Oksijen 20,95 34,2 2 Argon 0,93 1,6 Karbon dioksit 0,03 1,5 Okyanuslardaki suyun yoğunluğu da her yerde aynı değildir ve farklı değerlere sahip bulunur. (Şekil 1) Şekil 1. Okyanusların yoğunluk haritası (kg m -3) 12.2. OKYANSULARDA SICAKLIK DAĞILIŞI Okyanusların yüzeyinde sıcaklık genel olarak ekvatordan kutuplara gidildikçe azalır (Tablo 3, Şekil 2). Bu özellik Dünyanın yuvarlaklığı, dünya ekseninin eğik duruşu vb. gibi platener sebeplerden ileri gelmiştir. Tablo 3. Okyanus yüzeyinde enlemlere göre sıcaklık durumu 3 Enlem Kuzey Yarımküre Güney Yarımküre 90 1,7 1,7 80 1,7 1,7 70 0,7 1,3 60 4,8 0 50 7,9 6,4 40 14,1 13,3 30 21,3 19,5 20 25,4 24 10 27,2 25,8 0 27,1 27,1 Şekil 2. Okyanuslardaki yüzey sıcaklığı ( C° ) Bu tabloda Ekvator’dan kutuplara doğru sıcaklık azalışı açıkça belli olmakta, aynı zamanda Güney Yarımkürede sıcaklığın daha düşük olduğu da görülmektedir. Bu durum güneydeki denizlerin kutup bölgesine geniş ölçüde açık olmalarından ileri gelmiştir. Atlantik Okyanusunda Ekvator’dan kutuplara doğru sıcaklık azalması, açıkça görülmektedir. Atlantik Okyanusunda Ortalama Yıllık İzotermler; Kuzey yarımkürede 45. paralel dairesinin ötesinde izotermlerin gidişi, okyanusun doğu kısmının batıya 4 nazaran daha sıcak olduğunu gösterir. Gerçekten, izotermler Ekvator’un hemen kuzeyinde güneydoğu kuzeybatı doğrultusunda iken 45. paralelden ötede izotermlerin gidişi oldukça muntazamdır ve bu durumları ile kuzeydekinden epeyce farklı bir sıcaklık dağılışını gösterirler. Burada Arjantin kıyıları açıklarındaki sıcaklık düşüklüğü dikkati çekmektedir. Atlantik Okyanusunda bu tarzda sıcaklık dağılışında, deniz akıntıları ile dipten yüzeye çıkan sular başlıca etkiyi yapmaktadır. Afrika kıyılarında Fas’tan Morintanya’ya kadar ve Angola’da Kap’a kadar olan kesimlerde denizin yüzeyinde sıcaklık aynı paralel dairesi arasında bulunan batı taraftaki sulara nazara düşüktür. Bunun sebebi bu kıyılarda soğuk yerlerin sularını getiren akıntılar da burada sıcaklığın düşmesine yardım etmektedir. Diğer taraftan, 50. paralel kuzeyinde Batı Avrupa açıklarında deniz sıcaklığının 70. paralele kadar 5°C'nin altına düşmemesi, hareket yeri Ekvator olan Gulf-Stream sıcak su akıntısından ileri gelmektedir. Buna karşılık Labrador kıyıları boyunca güneye doğru ilerleyen ve Kuzey Kutup bölgesinin soğuk sularını New York açıklarına kadar getiren soğuk akıntı, sıcaklığın doğuya nazaran daha düşük olmasına sebebiyet vermiştir. Newfoundland açıklarında bu durum çok bariz olarak görülür. Burada 50. paralel üzerinde denizin yıllık ortalama sıcaklığı 3°C'dir. Hâlbuki İngiltere’nin hemen güneyinde, aynı paralel üzerinde sıcaklık 12°C'dir. Kuzey Amerika kıyılarında kara tarafından gelen rüzgârların etkisi ile açığa sürüklenen suların yerine dipten soğuk duvara girildiği zaman denizin sıcaklığı 10 derece kadar azalmaktadır. Bütün bu özellikler yılın her mevsiminde görülür. Fakat yaz esnasında denizler kışa nazaran daha sıcaktırlar. Mesela Ağustos ayında 15°C izoterm eğrisi İrlanda kıyılarından geçmektedir. Şubat ayında ise Fas kıyılarındadır. Atlantik Okyanusunun güney yarımkürede kalan kısmında yıllık sıcaklık değişmeleri daha azdır. Bilhassa 40. paralel dairesinin güneyinde Ağustos ve Şubat ayları arasındaki sıcaklık farkları iyice azalmıştır. Ekvator’un iki tarafında 5. paralel daireleri arasında kalan kesimlerde denizin sıcaklığı bütün yıl boyunca 27°C civarındadır. Yalnız kıyı yakınlarında yaz ile kış arasında 3°C kadar bir sıcaklık farkı görülür. 5 Okyanusların yüzeyinde sıcaklık dağılışı üzerinde akıntıların ve dip sularının etkilerini daha açık olarak görmek için yüzeye ait anomali değerlerine bakmamız gerekmektedir. Termik anomali bir paralel dairesinin ortalama sıcaklığını, o paralel üzerinde bulunan bir yerin ortalama sıcaklığı ile karşılaştırarak bulunmaktadır. Böyle bir karşılaştırma o yerde coğrafi enlemin etkisini bertaraf etmek ve sıcaklık üzerinde etkisi olan diğer faktörü bariz olarak belirtmek için yapılmaktadır. Paralel dairesinin ortalama sıcaklığı ile paralel üzerindeki bir yerin ortalama sıcaklığı eşit olduğu takdirde anomali mevcut değildir. Yani kozmik faktörlerin etkisi hâkimdir. Fakat gerçek ortalama sıcaklık paralel dairesinin ortalamasından fazla ise pozitif bir anomali mevcuttur. Yani burada, bulunan paralelin gerektirdiğinden daha yüksek bir sıcaklık vardır. Buna karşılık gerçek ortalama paralel dairesinin ortalama sıcaklığından düşük ise negatif anomali vardır. Bu takdirde, bulunan paralelin getirdiği sıcaklıktan daha düşük bir sıcaklık mevcuttur. Atlantik Okyanusunda genellikle pozitif termik anomali sahaları batıda 35. paralel kuzeyinde, doğu da ise 43. paralel güneyinde bulunmaktadır. En önemli anomalilere Kuzey Amerika’da New Foundland açıklarında, Afrika’nın Moritanya ve Altın Sahili açıklarında rastlanır. Bu yüksek anomaliler Labrador ve Kanarya soğuk akıntılarının en fazla etkilediği yerlere tekabül eder. Pozitif anomali sahaları batıda 35. paralel güneyinde okyanusun batı yarısını, doğuda 43. paralel kuzeyinde okyanusun doğu yarısını kaplamaktadır. Sıcak akıntılarla ilgilidir. Güney yarıkürede okyanusun doğu yarısı Benguela soğuk akıntı etkisiyle negatif anomali sahasıdır. Okyanusun batı yarısı Brezilya sıcak akıntısı etkisiyle pozitif anomali sahasıdır. Yalnız Arjantin-Uruguay-Brezilya açıklarında soğuk Falkland akıntısının etkisi altında bir negatif anomali sahası teşekkül etmiştir. Kuzeyde olduğu gibi güneyde de negatif anomaliler daha kuvvetlidir. Namib açıklarında –9 gibi önemli bir negatif anomali vardır. Pasifik Okyanusunda Sıcaklık Dağılışı ise yüzeyde sıcaklık dağılışı bakımından Pasifik Okyanusunun Ekvator’un iki tarafında bulunan kısımları arasında Atlantik’tekine benzeyen özellikler vardır. Fakat bu okyanusun daha geniş oluşu ve 6 kuzey kutup havzasına pek dar bir boğaz ile bağlı bulunuşu, ayrıca buradaki kenar denizlerin özel durumları her iki okyanus arasında bazı farkların belirmesine imkân hazırlamıştır. Genel olarak Pasifik Okyanusunun Ekvator kuzeyinde bulunan kısmı güneye nazaran daha sıcaktır. Bunu termik Ekvator’un durumu da açıkça göstermektedir. Gerçekten, termik Ekvator okyanusun doğu yarısında bütün sene kuzey yarı kürede bulunur. Okyanusun 170. meridyen batısında kalan diğer yarısında termik Ekvator yalnız kış mevsiminde Ekvator’un güneyindedir. Diğer taraftan yıllık ortalama izotermler, okyanusun kuzey yarı kürede bulunan kısmında 45. paralel dairesi ötesinde doğu tarafların batıya nazaran daha sıcak olduğunu göstermektedir. Bu durum Atlantik'te olduğu gibi, sıcak ve soğuk akıntılarla ilgilidir. Pasifik Okyanusunda yıllık ortalama izotermlere göre Pasifik Okyanusunun büyük bir kısmında yıllık sıcaklık farkı 5°C den azdır. Ekvatorun iki tarafında 20. paralel dairelerine kadar olan geniş bir saha dâhilinde yüzey sularındaki yıllık sıcaklık farkı 2°C'yi bile bulmamaktadır. Fakat kuzey ve batı taraflarında yıllık sıcaklık farkları bunlardan daha fazladır. Pasifik Okyanusunda yüzey sıcaklığı kış ve yaz esnasında şu tarzda bir dağılış gösterir: Şubat ayında kuzey yarıkürede 15-45 paralelleri arasındaki kesimde sıcaklık dağılışında büyük bir düzen vardır. Kıyılar yakınındaki sapmalar dışında izoterm eğrileri doğu-batı doğrultusunda uzanırlar. Fakat 45. paralel dairesinin kuzeyinde durum değişir. Bu kısımda okyanusun doğu tarafları batısından daha sıcaktır. Okyanusun doğusunda Alaska körfezi güneyinde Şubat ortalama sıcaklığı 3°Colduğu halde, batıda Kamçatka açıklarında –1°C'dir. Ağustos ayında kuzey yarımkürede okyanusun batı kısmında 40. paralel dairesine kadar olan kesimde sıcaklık doğuya nazaran daha fazladır. Fakat 45. paralel kuzeyinde durum bunun aksi olur. Burada okyanusun doğu kısmı batıdan daha sıcaktır. Bu ayda okyanusun kuzeyinde en düşük sıcaklığı temsil eden 10°C izotermi Aleut adaları dizisini takip ederek uzanmakta ve Kamçatka kıyıları boyunca güneye dönerek 46. paralel dairesine kadar sokulmaktadır. 7 Güney yarımkürede okyanusun batı yarısı daha sıcaktır. Avustralya kıyıları açıklarında 31. paralel civarında şubat ayında sıcaklık 25+ dir. Halbuki aynı derecedeki sıcaklığa okyanusun doğu tarafında 5. ve 10. paraleller üzerinde rastlanmaktadır. Okyanusun doğu ile batısı arasındaki bu sıcaklık farkları Ağustos ayında da bariz olarak görülür. Atlantik Okyanusunda olduğu gibi Pasifik Okyanusunda da sıcaklık dağılışı üzerinde akıntıların ve dipten gelen soğuk suların etkisi vardır. Okyanusun batısına, yani Asya, Adalar ve Avustralya kıyılarına doğru ilerleyen bir sıcak akıntı ile kuzey kısımlar da Amerika kıyılarına yönelmiş bir diğer sıcak akıntı mevcuttur. Bu sonucu okyanusun doğu kısmının yüksek dereceli enlemlerde normalinden daha sıcak olmasına imkan vermiştir. Fakat etkisi Gulf-Stream inki kadar kuvvetli değildir. Okyanusun kuzeyinde Bering boğazı yoluyla Japonya ve Kore kıyılarına kadar sokulan soğuk akıntı ise sıcaklık üzerinde negatif etki yaparak suların normalinden daha düşük değerler göstermesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca Kaliforniya ve Peru açıklarında soğuk akınılar ile dipten yüzeye çıkan soğuk sular da mevzii olarak önemli sıcaklık düşüklükleri meydana getirmişlerdir. Pasifik Okyanusundaki Termik Anomali Sahaları ise Peru kıyıları açıklarında –8 °C'lik Kaliforniya açıklarında –6°C'lik negatif anomali sahaları vardır. Bunların mevcudiyeti soğuk suların bulunuşuna bağlıdır. Kamçatka kıyılarındaki –1°C'lik zayıf bir negatif anomali sahası da soğuk akıntılarla ilgilidir. Bunlara karşılık, Alaska açıklarında 11°C'yi bulan pozitif anomali sahası ile güney Japonya açıklarında 5°C'lik pozitif anomali sahası mevcuttur. Bunların teşekkülü sıcak akıntılara bağlı bulunmaktadır. Hint Okyanusunda Sıcaklık Dağılışı bakımından coğrafi konumun etkisiyle sıcak bir okyanus özelliği kazanmıştır. Okyanusun büyük bir kısmında sıcaklık 27°C'den aşağı değildir. Hint Okyanusunda yıllık sıcaklık farkları önemsizdir. 60. paralel doğrultusunda, Ekvator’un iki tarafında oldukça geniş bir saha içinde yıllık sıcaklık farkı 2°C'den azdır. Bunun dışında kala kısımda da yıllık fark 2°C ila 6°C arasında değişir. 8 Hint Okyanusunun Ekvator kuzeyinde bulunan kısmı daha sıcaktır. Burada geniş bir saha içinde sıcaklık 28°C'nin altına düşmez. Ekvator güneyinde okyanusun daha geniş oluşu ve Antarktik Okyanusuna açık bulunuşu sıcaklık şartlarını değiştirmiştir. Bu kısımda sıcaklık Ekvator’dan 30. paralele kadar yavaş bir biçimde azalır ve 28°C'den 20°C'ye düşer. Fakat daha güneyde süratli bir soğuma kendini gösterir. 50. paralel civarında sıcaklık 3,5 derecededir. Hint Okyanusunda termik Ekvator’un durumu da ayrıca dikkate değer. Şubat ayında termik Ekvator Afrika kıyılarında 10. güney paralel dairesine iyice yaklaşmıştır. Doğu tarafta Sumatra Adası açıklarında termik Ekvator gerçek Ekvator’a intibak ederse de, ada yakınında termik Ekvator’un birdenbire güneydoğusu doğrultusunu aldığı ve 10. paralel dairesinin güneyine geçerek Yeni Gine adasının güneyine kadar uzandığı görülmektedir. Ağustos ayında ise termik Ekvator Malaka yarımadası civarında 10. kuzey paraleline yaklaşmış, batıda Afrika kıyıları arasında Ekvator’un biraz güneyine geçmiştir. Hint Okyanusu soğuk akıntıların etkisinden uzak olduğu için devamlı negatif anomali sahaları yalnız güneyde Avustralya ile Güney Afrika arasında bulunmaktadır. Okyanusun batı tarafında Somali ve Arabistan arasında Mayıs’tan Eylül’e kadar olan devre zarfında negatif anomali sahaları teşekkül eder. Bu devrede Somali kıyılarından Hindistan’a doğru esen muson rüzgarları suları doğuya sürükleyerek, derinlerden soğuk suların yüzeye çıkmasına sebebiyet vermektedir. Bunun neticesi olarak Somali kıyılarında –5°C'lik bir negatif anomali sahası meydana gelmiştir. 12.3. OKYANUS AKINTILARI Okyanuslardaki sular gelgit, dalgalar ve akıntılar nedeniyle sürekli hareket halindedir. Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 70'ini kaplayan okyanus suları, yeryüzünde, belirli bir düzende sürekli hareket eder. Küçük akıntıları gelgitler oluşturur. Ancak başlıca akıntıların nedeni rüzgârlardır. Rüzgârlar deniz yüzeyinde estikçe su parçacıklarını da beraberlerinde sürükler. Bu nedenle başlıca önemli okyanus akıntıları yeryüzündeki rüzgârlara bağlıdır. 9 Okyanusların üst iki metresi tüm atmosfere daha fazla yakın olduğu için daha sıcaktır. Örnek olarak tropikal sular 25 C° olup sıcak sular grubundadır. Aynı sahada 1000 metre aşağıda sıcaklık 5 C° ve bunun da altında 1-2 C° dir (Şekil 3). Bu katmanlar Epilimniyon, termoklin ve Hipolimniyon olarak tanımlanır. Bu tabakalar tuzluluk, basınç ve yoğunluk farkı ile rüzgâr ve akıntıların etkisiyle karışır. Sıcaklık Derinlik (m) Şekil 3. Derinliğe bağlı olarak sıcaklığın değişimi Esas olarak okyanuslarda iki tip akıntı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi daha çok rüzgârların hareketlerinden etkilenmekte olan yatay yöndeki hareketlerdir. İkincisi ise düşey hareketlerle başlayan termohalin (termoklin) dolaşımıdır. Çok geniş ve ağır akışlıdır. Yatay yöndeki okyanus akıntıları dairesel bir yol izler. Bu dairesel hareket bir okyanusun yarısını kapsayacak kadar büyüktür. Yüzeyde, okyanus suları ekvatorda Alizeler'e bağlı olarak batıya, orta enlemlerde ise batı rüzgârlarının önünde güneydoğu 10 ve kuzeydoğuya doğru sürüklenir. Daha sonra bu sular okyanusların doğu kıyılarını izleyerek ekvatora döner. Yüzey okyanus akıntıları genellikle düzenli bir akışa sahiptir fakat yer yer bazı akıntılar genellikle okyanus tabanının şeklinden etkilendiği için türbülans gösterebilir, sığ ve geniş akıntıların aksine dar ve derin akıntı halini alabilir. Yüzey okyanus akıntıları çok büyük olabilir. Kuzey Atlantikteki Gulf Stream akıntısı Mississippi Nehrine göre 4500 kat daha fazla su taşır. Her saniyede doksan milyon metreküp su taşınmış olur. Yüzey okyanus akıntıları aynı zamanda dünya sisteminde bir yerden diğer bir yere ısı taşır. Bu durum bölgesel iklimi etkiler. Güneş ekvator ve çevresinde daha fazla ısıtma yapar kutup bölgelerine göre. Sıcak akıntılar ise ekvatordan kutuplara doğru hareket eder. Böylece yüksek enlemlere sıcaklık getirir (Şekil 4). ------ Sıcak akıntı ------ Soğuk akıntı Şekil 4. Okyanus akıntıları ve sıcaklık ilişkisi Yüzey okyanus akıntıları döngüler ve girdaplar oluşturabilir. Bu durum okyanus üzerinden hareket eden gemiler için önem arz eder. Bu bakımdan rota planlaması denizciler için önemlidir. Bu durum aynı zamanda ekosistemler ve deniz yaşamı için de önemlidir. Bu akıntılar batıda rüzgârların ve dünyanın dönüş yönüne bağlı olarak daha dar bir alanı kapsar ve daha hızlı hareket eder. Buralarda hızları günde 160 kilometreye ulaşır. Kıtaların doğu kıyılarında bu biçimde oluşan güçlü akıntılar arasında Atlas 11 Okyanus'undaki Gulf Stream ve Büyük Okyanus'un kuzeyindeki Kuro Şiyo akıntılarını sayabiliriz. Antarktika kıtasını çevreleyen su kütlesindeki sürekli genişlemeden dolayı, burada sık esen rüzgârlar dünyanın çevresinde doğuya doğru yol alan Kutup Çevresi Akıntısı'nı doğurur. Okyanusun derinliklerinde akıntıların hareketleri daha değişiktir. Bu farklılığı, Dünya'nın dönüşünden kaynaklanan Coriolis (koriyolis) kuvveti oluşturur. Okyanus akıntısında suyun her katmanı, bir üsttekine göre, saat yelkovanı yönünde biraz daha fazla kıvrılır. Güney yarıkürede bu hareket tersine olur. Coriolis kuvveti, dönen bir cisim üzerinde hareket eden bir nesnenin doğrultusundan sapmasına neden olan bir kuvvet olarak tanımlanabilir. Kendi çevresinde dönen yerküre üzerinde boylamlar boyunca, kuzey-güney doğrultusunda hareket eden bir cisim ilerledikçe kuzey yarıkürede saat yönünde, güney yarıkürede ise saatin tersi yönde sapar. Bu kuvveti ilk tanımlayan Fransız Gustave-Gaspard Coriolis olmuştur. Dünyada bu gücün etkisini esen rüzgârların izledikleri yolda, okyanus akıntılarında gözlemleyebiliriz. Yüzey okyanus akıntıları gyres denilen geniş yuvarlak desenler oluşturur. Gyresler koriolis kuvvetinin etkisiyle Kuzey Yarımküredeki okyanuslarda saat yönünde, Güney Yarımküredeki okyanuslarda ise tersi yönde hareket eder. Yüzey okyanus akıntıları Dünya'nın kutup yakınlarında sat yönünün tersi istikamette akma eğilimindedir (Şekil 5). 12 Şekil 5. Okyanus akıntıları ve yönleri Okyanus akıntılarında bu etki derinlere gittikçe artar. Akıntı 90 metre derinde, yukarıda esen rüzgâra tam zıt yönde hareket edebilir. 90 metrenin altında ise rüzgâr etkisini tamamen yitirir. Büyük deniz dibi akıntılarının birçoğunu da sıcaklık farkları oluşturur. Soğuk su sıcak sudan daha ağırdır. Bu nedenle, kutuplardaki soğuk su denizin derinliklerine iner ve alttan ekvatora doğru hareket eder. Okyanus dibindeki akıntıların izledikleri yol yüzeydekinden oldukça farklıdır. Deniz akıntılarının bir başka nedeni de tuzluluk farklarıdır. Tuzlulukları farklı iki denizi ya da bir denizle bir okyanusu birbirine bağlayan boğazlarda, suyun yüzeyinde ve dibinde ters yönde hareket eden akıntılar oluşur. Marmara Denizi'ni Ege'ye bağlayan Çanakkale Boğazı'nda Marmara' dan gelen daha az tuzlu sular üstten Ege Denizi'ne akarken; Ege'nin daha tuzlu suları alttan Marmara'ya geçer. Akdeniz'i Atlas Okyanusu'na bağlayan Cebelitarık Boğazı'nda da benzer bir durum vardır. Akdeniz'in tuzlu suları ile okyanusun tuzu az suları Cebelitarık'ta birbirine zıt yönde, üst üste iki akıntı oluşturur. Karalardan esen sürekli rüzgârlar karadan uzakta bir yüzey akıntısı doğurur. Bu, okyanusta dipten üste doğru bir hareket oluşturur ve çok sayıda balığı besleyebilecek besinler suların yüzeyine çıkar. Peru'da hamsi balıkçılığı buna dayanır. 13 Dünya'nın spin (dönmesi) ve koriyolis etkisi nedeniyle okyanus yüzeyinde su öncelikle rüzgârlar tarafından taşınır. Rüzgârlar yüzey okyanus akıntıları oluşturarak okyanusun üst 400 metresinde suyu hareket ettirebilmektedir. Bunun dışında sıcaklık ve tuzluluk farkına bağlı olarak ta sularda hareket meydana gelir. Böylece okyanuslarda akıntılar oluşur (Şekil 6). Bunların başlıcaları; Kuzey ekvator akıntısı Güney ekvator akıntısı Ekvator karşı akıntısı Gulf stream akıntısı Brezilya akıntısı Benguela akıntısı Falkland akıntısı Ekvatoral akıntılar Kuzey pasifik akıntıları (Kuro Shio, Oya Shio, Aleut akıntısı, Kaliforniya akıntısı) Güney pasifik akıntısı (Peru veya Humbolt akıntısı) dır. Şekil 6. Başlıca okyanus akıntıları 14 Bunların dışında kıyılarda kırılan dalgalar kıyı boyunca ilerleyen akıntıların teşekkülüne sebebiyet vermektedir. Kıyıya verev olarak gelen ve kırılan dalgalar plaj üzerinde kırılmanın neticesi olan bir ilerleme yapmakta ve geriye dönerek plajın eğimi boyunca hareket etmekte, denize karışmaktadır. Bu tarzdaki kırılma ve geri çekilmeler plaj boyunca bir akıntı meydana getirir. Dalgalar kıyıya ne kadar verev gelirse ve plaj ne kadar eğimli olursa akıntılar da o kadar süratli olmaktadır. Akıntının hareket doğrultusu da dalgaların kıyıya yaklaşma ve kırılma durumuna bağlıdır. Mesela kıyıya kuzeydoğu doğrultusundan verev olarak gelen dalgalar batıya doğru hareket eden akıntıların teşekkülüne sebebiyet verir. Dalgalar kıyıya karşı geldikleri takdirde dip taraftan açığa doğru su hareketleri olmaktadır. Daha ziyade büyük dalgaların görüldüğü zamanlarda plajlara cepheden yaklaşarak kırılan dalgalar geriye doğru su hareketleri meydana getirmekte ve plaj materyalinin bir kısmını da açıklara sürükleyerek plaj zayıflamalarına da sebebiyet vermektedir. 15 ÇALIŞMA SORULARI 1. Dünya'nın spin (dönmesi) ve koriyolis etkisi nedeniyle okyanus yüzeyinde su öncelikle rüzgârlar tarafından taşınır. Rüzgârlar yüzey okyanus akıntıları oluşturarak okyanusun suyunu hareket ettirebilmektedir. Bunun dışında sıcaklık ve tuzluluk farkına bağlı olarak ta sularda hareket meydana gelir. Böylece okyanuslarda akıntılar oluşur. Aşağıdakilerden hangisi bu akıntılardan değildir? A. Gulf stream akıntısı B. Brezilya akıntısı C. Benguela akıntısı D. Falkland akıntısı E. Penck Akıntısı 2. Aşağıdakilerden hangisi Kuzey pasifik akıntılarından birisi değildir? A. Kuro Shio B. Oya Shio C. Aleut akıntısı D. Kaliforniya akıntısı E. Peru akıntısı Cevaplar: 1f – 2e 16 13.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 13. BÖLÜM ÖZET: Bu derste klimatolojinin tanımı yapılacaktır. İklim, iklime etki eden faktörler ve iklim elemanları açıklanacaktır. BÖLÜM 13: GİRİŞ 13.1. KLİMATOLOJİ NEDİR? 13.2. İKLİME ETKİ EDEN FAKTÖRLER 13.3. İKLİMİN ELEMANLARI 13.4. DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ ÇALIŞMA SORULARI GİRİŞ Meteorolojik olaylar, insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş, insanlar günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten olayların nedenlerini zamanın koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır. Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler 1 yaparak hava olaylarını önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlar, bunların olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden de kurtulma ve korunma yollarını aramışlardır. Meteoroloji, insanlık tarihi kadar eski bir bilim olmasına karşın, gerçek kimliğine 19. yüzyıl sonlarına doğru kavuşmuştur. İlk meteorolojik haritalar 1869 yılında Cleveland Abbe ve Alexander Buchan tarafından yapılmıştır. 1882 yılında Elias Loomis, ilk dünya yağış dağılım haritasını, 1887 yılında ise Julius Hann, ilk meteoroloji atlasını hazırlamışlardır. Günümüzde meteorolojik hizmetler tamamen bilimsel yöntemlerle ve uluslararası işbirliği içerisinde yürütülmektedir. Bugün dünyada, 24 saat sürekli çalışan on bin civarında kara istasyonu, açık denizlerde görev yapan altı binden fazla gözlem gemisi ve yüksek hava sondajları yapan binden fazla meteoroloji istasyonu vardır. İnsan ve faaliyetleri hava olayları ile sıkı sıkıya bağlıdır ve ondan fazlasıyla etkilenmektedir. Dolayısıyla iklim, doğal çevreyi ve insan hayatını etkileyen bir faktördür. Akarsuların oluşumu, onların debileri, rejimleri, taşkın ve çekik özellikleri, veya göllerin oluşumu,ve özellikleri iklime bağlıdır. Doğal bitki örtüsünün türü, yayılışı iklime bağlıdır. Bunların yanısıra iklim, tarım faaliyetlerini de etkileyen en önemli faktördür. İklim, insanların yasayışını, kültürünü, giyimlerini, fizyolojik özelliklerini ve ekonomik faaliyetlerini etkilemektedir. Bu örnekleri arttırabiliriz. Dolayısıyla meteoroloji ve klimatoloji son derce önemli bir konuma sahip bulunur. 13.1. KLİMATOLOJİ NEDİR? Climate, İklim; Logos-Loji ise bilimdir. Dolayısıyla klimatoloji iklim bilimi anlamına gelmektedir. İklim bilimi ya da klimatoloji, atmosfer içerisinde meydana gelen uzun dönemlerdeki hava olayları ile yeryüzünde görülen iklim tiplerini inceleyen bilim dalıdır. Yeryüzünde görülen başlıca iklim tiplerini, oluşum nedenlerini, özelliklerini ve insan yaşamı üzerine etkilerini, iklim elemanlarını (sıcaklık, basınç ve rüzgârlar, nemlilik ve yağış) konularını inceleyen Fiziki Coğrafyanın bir alt dalıdır. Asgari olara 30 yıllık hava durumu ortalamaları alınarak iklim hakkında ancak sağlıklı bilgiler oluşturulabilir. Klimatoloji iklim bilimidir ve konusu olan iklim, geniş bir sahada uzun yıllar 2 boyunca görülen atmosfer olaylarının ortalama hâlidir. İklim coğrafi yeryüzünün şekillenmesi ve tüm yaşamı çok yakından kontrol etmektedir. İklim bilimi, hava olaylarını yakından tanımak için meteorolojinin verilerinden geniş ölçüde yararlanır. Meteorolojinin yaptığı gözlemleri alır ve insan, canlı yaşamı açısından inceleyerek açıklamaya çalışır. 13.2. İKLİME ETKİ EDEN FAKTÖRLER Yer yüzünde sıcaklık dağılışını etkileyen en önemli faktör, Güneş ışınlarının geliş açısıdır. Güneşten birim alana düşen enerji miktarı, Güneş ışınlarının geliş açısına göre değişir. Güneş ışınlarının yere değme açısı büyüdükçe, birim alana düşen enerji miktarı artar ve sıcaklık değeri yükselir. Güneş ışınlarının yere düşmesi azaldıkça birim alana düşen enerji miktarı azaldığından sıcaklık değerleri düşer. Güneş ışınlarının yere değme açısı zamana ve yere göre farklılık gösterir. Yerin geoid şekli, her enlemim güneş ışınlarını farklı açılarla almasına neden olur. Güneş ışınları Dünya'nın yörüngesine paralel olarak gelir. Ekliptik'e paralel gelen ışık demetleri, Ekvator çevresine dik açılarla düşerken, kutuplara goğru gittikçe daha dar açılarla düşer. Güneş ışınlarının geliş açısının değişimine bağlı olarak, aynı güçte enerji taşıyan ışık demetleri Ekvator çevresini daha fazla ısıtıp aydınlatırken, kutuplar çevresinde daha geniş alanları ısıtıp aydınlatır. Böylece birim alana düşen enerji miktarı Ekvator'dan kutuplara doğru gittikçe azalır ve buna bağlı olarak sıcaklık değerleri düşer. Dünyanın yörüngesinden geçen ekliptik düzlemi ile Ekvator düzlemi çakışık değildir. Aralarında değişmeyen 23° 27' lık bir açı vardır. Bu açı nedeniyle Güneş ışınlarının dik düştüğü noktalar yıl içinde Ekvator'dan eğrilik açısı kadar kuzeye ve güneye kayar. Böylece Güneş ışınları, dönencelere yıl içinde bir defa dönenceler arasına ise iki defa dik düşer. Güneş ışınlarının dik düştüğü noktaların yıl içerisinde değişmesi, Dünya üzerinde diğer herhangi bir noktada da Güneş ışınlarının geliş açısının değişmesine neden olur. Böylece herhangi bir noktaya güneş ışınlarının dik geldiği dönemlerde sıcaklık değerleri arttığından yaz yaşanır. Dünya'nın şekline bağlı olarak tam yarısı karanlık, bir tam yarısı da aydınlıktır. Dünya'nın 24 saat içinde ekseni çevresindeki dönüşünü tamamlaması, karanlık taraf ile 3 aydınlık tarafın yer değiştirmesine neden olur. Güneş'ten doğrudan alınan enerji geceleri sıfıra indiğinden, ışıma nedeniyle ısı enerjisi sürekli kaybedildiğinden sıcaklık değerleri sürekli olarak düşer. Gün içerisinde en düşük sıcaklık bu nedenle gecenin son anıdır. Güneş'in ufukta görünmeye başlamasıyla sıcaklık değerleri tekrar yükselmeye başlar. Günün en sıcak anı ise, güneş ışınlarının en dik açıyla geldiği öğle vakti değildir. Öğle vakti, birim alana düşen enerji miktarının en yüksek olduğu andır. Ancak bu andan itibaren birim alana düşen enerji miktarı azalmasına rağmen, kazanılan toplam enerji, kaybedilen enerjiden yüksektir. Bu nedenle sıcaklık değerleri yükselmeye devam eder. Bir diğer faktör jeomorfolojik özelliklerden bakıdır. Herhangi bir noktanın güneş ışınlarına olan konumuna bakı denir. Güneşe dönük yamaçlar, Güneş ışınlarını daha dilk açıyla alacaklarından, sıcaklığı etkileyen diğer şartların eşit olduğu değer bir yamaca göre daha yüksek sıcaklıklara sahiptir. Güneş'e dönük olmayan yamaçlar ise Güneş ışınlarını daha dar açıyla alacaklarından, sıcaklık değerleri daha düşüktür. Dönenceler arasında dağların her iki yamacı yılın bir döneminde güneş ışınlarını daha dik açıyla aldığından, bakının etkisi belirgin olarak görülmez. Kutuplara yakın bölgelerde güneş ışınlarının çok dar açıyla gelmesi bakının etkisini azalttığından, dağların her iki yamacı da düşük sıcaklıklara sahiptir. Jeomorfolojik özelliklerden bnirisi olan yükseltide iklim üzerinde etkili olur. Yeryüzü şekillerinin yükselti ve bakı gibi özellikleri, sıcaklığı önemli ölçüde etkiler. Sıcaklık atmosferde yükseldikçe düşer ve yükseklere çıkıldıkça atmosferin yoğunluğu, nem oranı ve kalınlığı azalır. Bu nedenle yüksek kesimler güneşten daha fazla enerji aldıkları halde ışıma ile daha fazla enerji kaybettiklerinden sıcaklık değişimi daha fazladır. Gündüz kısa sürede ısınan bu yerler gece hızlıca soğur. Böylece her ikiyüz metrede 1 C° sıcaklık azalması gerçekleşir. Karasallık ve denizellikte iklim üzerinde etkili olur. Kara ve denizlerin özgül ısıları farklıdır. 1 gr ağırlığında bir cismin 1 C° sıcaklığa ulaşabilmesi için gerekli olan enerji miktarına özgül ısı denir. Kara ve denizlerin özgül ısılarının farklı oluşu, aynı miktar ısı enerjisine de farklı sıcaklık değerlerine sahip olur. Örneğin, suyun ısınma ısısı karalardan fazladır. Bu nedenle aynı sıcaklığa, karalara göre daha geç ulaşırlar, aynı zamanda daha geç soğurlar. Kara ve denizler arasındaki ısınma ve soğuma süreleri arasındaki fark, gündüz ve yaz mevsimde karaların daha çabuk ve daha fazla 4 ısınmasına, gece ve kış mevsiminde ise daha hızlı ve daha fazla soğumasına neden olur. Sonuç olarak, karalar ile denizler arasında her zaman bir sıcaklık farkı oluşur. Bu durum üzerinde atmosferdeki nem miktarı da etkili olmaktadır. Nemin ısınma ısısı yüksektir. Bu nedenle nemin fazla olduğu yerlerde günlük ve yıllık sıcaklık değişimi daha azdır. Nem, yer yüzüne çarparak geriye yansıyan güneş ışınlarını daha fazla absorbe eder. Ayrıca koruyucu bir örtü oluşturarak sıcaklığın uzaya kaçmasını önler. Denizel sahalar nem bnakımından zengin karasal alanlar ise karasalllaşma derecesine bağlı olarak daha azdır. Nem bir yerin fazla ısınmasını ve soğumasını önler. Sıcaklık dengesini sağlar. Nemliliğin fazla olduğu bir yerde hava geç ısınır, geç soğur. Sıcaklık farkı az olur. Nemlilik az ise hava çabuk ısınır, çabuk soğur. Sıcaklık farkı fazla olur. Yükseklere çıkıldıkça nem oranı azalır. Bu sebeple yüksek bir yerde hava çabuk ısınır, çabuk soğur. İklim üzerinde okyansulardaki sıcak ve soğuk su akıntılarının da etkisi bnulunmaktadır. Okyanus akıntıları, ilk harekete geçtikleri denizlerin sıcaklıklarını, ulaştıkları alanlara taşırlar.Buna bağlı olarak dünya sıcaklık dağılımını etkilerler.Öncelikle farklı iklim bölgeleri arasında görülen akıntılar sıcaklıkları daha belirgin olarak değiştirirler. Hava kütleleri üzerinde bulunduğu yüzeylerin sıcaklıklarından etkilenir. Hava kütleleri, sahip oldukları sıcaklıkları ulaştıkları alanlara taşırlar. Bu nedenle, hareket halindeki hava kütlesi sıcaklık dağılışını doğrudan etkiler. Enlem-sıcaklık ilişkisine bağlı olarak yüksek enlemlerden alçak enlemlere doğru esen rüzgarlar, sıcaklık değerlerini düşürürken alçak enlemlerden yüksek enlemlere doğru esen rüzgarlar sıcaklığı arttırıcı etki yaparlar. Fön karakteri kazanmıs rüzgarlar da en son ulaştıkları alanlarda sıcaklığı arttırırlar. Türkiye ye güneyden gelen Basra kökenlki sıcak hava kütlesi sıcaklığı arttırırken kuzeyden gelen Sibirya kökenli soğuk hava kütleleri ise soğutucu etki yapmaktadır. 13.3. İKLİMİN ELEMANLARI Sıcaklık, yağış, basınç ve rüzgar gibi atmosfer olaylarına iklim elemanları denir. Bir cismin sahip olduğu ortalama kinetik enerjiye sıcaklık denir. Isı ise bir enerji çeşididir. 1 gr suyun sıcaklığını 1 C° yükselten enerji miktarıdır. Yeryüzündeki 5 sıcaklığın kaynağı Güneş’tir. Yeryüzünün Güneş’ten aldığı ısı miktarına sıcaklık denir. Termometre ile ölçülür. Sıcaklığın birimi santigrat derece (°C) dir. En önemli iklim elemanıdır. Güneş etrafına yaydığı ışınlara güneş radyasyonu denir. Güneş ışınları dalga demetleri halinde yer yüzüne ulaşır. Dalga demetleri, çevreyi aydınlatan ve renklerin algılanmasını sağlayan ışık ışınları, ısı enerjisini taşıyan kızıl ötesi ışınlar ve bitkilerde özümlemeyi sağlayan mor ötesi ışınlarından oluşur. Güneş'ten atmosferin üst katlarına gelen ışık demetlerinin tamamı yeryüzüne ulaşmaz. Bir kısmı atmosfere, bulutlara ve yer yüzüne çarparak geriye yansır. Işınların geriye yansıması olayına albedo denir. Albedo her zaman sabit değildir. Güneş ışınlarının su, kar, buz gibi pürüzsüz yüzeylere değdiği yerlerde ve dar açıyla geldiği dönemlerde albedo fazla iken, dik açıyla geldiği dönemlerde ve pürüzlü yüzeylere çarptığı yerlerde azalır. Güneş ışınlarının yaklaşık % 33'ü albedoya uğrar. Güneş ışınlarının albedodan arta kalan % 67'si atmosferi ve yeryüzünü ısıtır, aydınlatır. Atmsofere ulaşan güneş ışınlarının; % 25'i yoğunluk farkından ve bulutlara çarparak uzaya yansır, % 25'i atmsofer içinde difüzyon yoluyla dağılır, % 15'i atmsofer tarafından absorbe edilir, % 8'i yeryüzüne çarpınca uzaya yansır ve % 27'si yer yüzü tarafından ancak tutulur. Güneş ışınlarının atmosfer içinde kırılıp dağılmasına difüzyon denir. Difuzyona ugrayan ışınlar, gölgede kalan kısımların ve gecelerin çok soğuk olmasını önler. Aynı zamanda gölgelerin yarı aydınlık olmasını sağlarken, gökyüzünün de mavi görünmesini sağlar. Yükseklere doğru çıkıldıkça tutulma azaldığından sıcaklık düşer. Sıcaklık düşmesi ortalama her 200 m de ortalama 1 °C kadardır. Kış mevsiminde bazı günler soğuk hava kütleleri alçalır, alçak kesimlere ve vadi içlerinde sıkışırlar. Buralarda alçak kesimler soğukken, yükseklerde daha sıcak hava kütlelerine bulunabilir. Bu olaya sıcaklık terselmesi ismi verilir. Sıcaklığın dağılışı izoterm haritaları ile gösterilir. Aynı sıcaklığa sahip noktaların bir çizgi ile birleştirilmesi ile izotermler veya eş sıcaklık eğrileri oluşur. İzoterm haritaları iç içe kapalı eğrilerden oluşur. Komşu iki izoterm arasındaki sıcaklık farkı sabittir. İzotermelrin sıklaştıkları yerlerde kısa mesafelerde sıcaklık farkı artarken, izotermlerin uzaklaştığı yerlerde aynı mesafedeki sıcaklık farkı da azalır. İzoterm haritalarında termometreden ölçülen gerçek sıcaklıkların yanısıra, indirgenmiş sıcaklık 6 değerleri de kullanılır. Gerçek sıcaklık değerleri ile çizilen haritaya gerçek izoterm haritası denir. Yağış ise bir diğer iklim elemanıdır. Havadaki nemin doyma noktasını aşıp, su damlacıkları, buz kristalleri veya buz parçacıkları şeklinde yoğuşmasına yağış denir. Gerek havanın yükselerek soğuması gerekse de havanın doyma noktasına ulaşması ile yağış meydana gelir. Çiğ, kırağı ve kırç subuharının yer üzerinde yoğuşması ile oluşurlar. Çiğ havanın açık ve durgun olduğu gecelerde, havadaki su buharının soğuk cisimler üzerinde su damlacıkları biçiminde yoğuşmasıdır. İlkbahar ve yaz aylarında görülür. Kırağı, soğuyan zeminler üzerindeki yoğuşmanın buz kristalleri şeklinde olmasıdır. Kırç, aşırı soğumuş su taneciklerinden oluşan bir sis uzun süre yerde kaldığında, su taneciklerinin soğuk cisimlere çarparak buz haline geçmesidir. Yağmur, kar ve dolu ise subnuharının Atmosferde (Troposferde) yoğuşması ile oluşur. Yağmur, bnuluttaki su taneciklerinin damlalar halinde birleşerek yeryüzüne düşmesidir. Kar, havadaki su buharının 0 C°'nin altında yoğunlaşarak ince taneli buz kristallerine dönüşmesidir. Dolu, dikey yönlü hava hareketlerinin çok güçlü olduğu bulutlarda, sıcaklığın birdenbire 0 C°'nin altına düşmesiyle su tanecikleri donması ile oluşan yağıştır. Yağış Miktarı plüviyometre ile ölçülür, kg/m² ya da mm olarak ifade edilir. Hava kütleleri, yer şekilleri, denizelik ve karasallık, akıntılar yağış miktarı üzerinde etkili olan faktörlerdir. Bir yerin yağış alabilmesi için uygun hava kütlelerinin ve buna bağlı cephe sistemlerinin etkisi altında bulunması gerekir. Hava kütlesi nemli ise yağış miktarı artar. Türkiye'de kış yağışlarının fazlalığı İzlanda Gezici Alçak Basıncı'nın kışın daha etkili olmasının bir sonucudur. Deniz seviyesinden yükseldikçe yağış miktarı artar. Kabnaca 2000 metreden itibnaren ise yağışlar azalır ve karakteri değişir. Çünkü içindeki nemin büyük bölümünü 7 yamacın orta bölümlerine bırakan hava kütlesi zirveleri ve sırtları kuru olarak geçer. Denizden uzaklaştıkça yağış miktarı azalmaktadır. Çünkü, nemli hava kütleleri, içindeki nemin büyük bir bölümünü kıyı kesimlerinde bırakır ve içerilere daha kuru olarak sokulur. Sıcak su akıntılarının etkisiyle ısınıp nemlenen hava kütleleri serin kara üzerine geldiğinde yağış bırakır. Örneğin, İngiltere ve Japonya kıyılarında yağış miktarının fazla olmasında sıcak su akıntıları etkilidir. Soğuk su akıntılarının geçtiği kıyılarda ise yağış miktarının azaldığı görülür. Oluşumu bnakımından üç tip yağış bulunmaktadır. Bunlar; • Frontal (Cephe) Yağışı • Orografik (Yamaç) Yağışı • Konveksiyonel (Yükselici Hava Hareketleri) Yağışıdır. Sıcak ve soğuk hava kütlelerinin karşılaşma alanlarında oluşan yağışlar Frontal (Cephe) yağışlarıdır (Şekil 1). Yeryüzündeki yağışların önemli bir bölümünü bu tip yağışlar oluşturur. Akdeniz iklim bölgelerinde kış aylarında cephesel yağışlar görülür. Soğuk Hava Sıcak Hava Kütlesi Soğuk Hava Kütlesi Soğuk Hava Yağış Sıcak Hava Şekil 1. Frontal yağışın şematik gösterimi Nemli hava kütlelerinin bir dağ yamacına çarparak yükselmesi sonucunda oluşan yağışlar Orografik (Yamaç) yağışlarıdır (Şekil 2) Orografik yağışlar en çok kıyıya paralel uzanan dağların denize dönük yamaçlarında görülür. 8 Şekil 2. Orografik yağışın şematik gösterimi Isınarak yükselen havanın soğuması ile oluşan yağışlar yükselici hava hareketlerina bnağlı olarak oluşan (Konveksiyonel) yağışlardır (Şekil 3). Ekvator çevresinde yıl boyunca orta enlemlerde ilkbahar ve yaz aylarında bu tip yağışlar görülür. Şekil 3. Konveksiyonel yağışın şematik gösterimi Yer çekiminin etkisi ile yer küreyi çepeçevre saran gaz kütlesinin ağırlığına, ya da atmosferi oluşturan gazların üstünde bulunduğu yüzeylere yaptığı etkiye hava basıncı denir. Basınç barometre denilen aletle ölçülür.Hava basıncı, ilk kez 1643 yılında Torriçelli tarafından civalı bir barometre ile ölçülmüştür. 45 derece enleminde, 0 C° 9 sıcaklıkta, 0m deniz kıyısında ölçülen 760 mm veya 1013 mb basınç normal atmosfer basıncı kabul edilir. 1013 milibardan daha yüksek basınçlara yüksek basınç (antisiklon), daha düşük değerlere alçak basınç ismi verilir. Atmosfer basıncının yer yüzündeki dağılışı üzerinde bazı faktörler etkilidir. Hava basıncının ortaya çıkmasında etkili olan en temel faktör yerçekimidir. Dünya'da yerçekimi olmasaydı, Dünyayı çepeçevre saran ve Dünya yüzeyine etki yapan bir hava küre olmayacaktı.Yer çekiminin etkisiyle havaküre, Dünya yüzeyinin her yerine sabit bir etki yapar. Ancak Dünya'nın şeklinden dolayı yer çekimi her yerinde aynı değildir. Ekvator'dan kutuplara doğru gittikçe yer çekimi artar. Bu nedenle yerçekimi alçak enlemlerden yüksek enlemlere gittikçe küçük değişimler gösterir. Atmosferde ağır gazlar alt katlarda, hafif gazlar daha üst katlarda bulunur. Ayrıca yer çekiminin etkisiyle, yükseklere doğru ağırlığı ve yoğunluğu azalan atmosferin yere yaptığı etki azalır. Atmosferin en alt katında yer alan Troposfer katında yaklaşık her 10,5 m de, hava basıncı 1 mb değişir. Her hangi bir noktanın yükseltisi sabit olduğundan yükseltiye bağlı olarak yıl içerisinde basınç değişimi olmaz. Sıcaklık değiştikçe atmosferin yoğunluğu değişir.Yoğunluğun değişmesi de basıncın değişmesine neden olur. Her hangi bir yerde sıcaklığın artması ile hava moleküllerinin titreşimleri artar, moleküller birbirinden uzaklaşır. Genişleyip hafifleyen hava kütlesinin yere yaptığı etki azalır, yani alçak basınç alanları oluşur. Bu merkezlere termik alçak basınç merkezi denir. Sıcaklığın artması basıncın düşmesine neden olurken, sıcaklığın azalması basınç değerlerinin yükselmesine neden olur. Sıcaklığın düşüşüyle hava kütlesi yoğunlaşır, ağırlaşır ve alçalarak sıkışır. Alçalan hava kütlesinin yere yaptığı etki arttığından termik yüksek basınç merkezi oluşur (Şekil 4). Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşüne bağlı olarak ortaya çıkan savrulma kuvveti veya merkezkaç kuvveti, hava kütlelerinin bazı enlemlerde yığılıp sıkşmasına, bazı enlemlerde de yükselerek gevşemelerine neden olur. Dünyanın dönmesi ile Dinamik kökenli olarak sürekli basınç kuşakları oluşur. 10 Şekil 4. Termik ve dinamik kökenli basınç sahaları Yüksek Basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru olan, yatay yönlü hava hareketlerine rüzgar denir (Foto 1). Rüzgarların hızı anemometre adı verilen aletlerle ölçülür. Rüzgarların oluşmasının nedeni komşu iki yer arasındaki basınç farkıdır. İki yer arasındaki basınç eşitlenince rüzgar durur. Foto 1. Rüzgarın Esmesi 11 Rüzgarlar başlıca üç gruba ayrılır: • Sürekli rüzgarlar • Mevsimlik rüzgarlar • Yerel rüzgarlar Sürekli Rüzgarlar yıl boyunca aynı yönde esen rüzgarlardır. Diğer bir deyişle daimi yüksek basınç alanlarından daimi alçak basınç alanlarına doğru esen rüzgarlardır. Dünyanın günlük hareketinin etkisiyle hareket ettikleri yönün kuzey yarımkürede sağına, güney yarımkürede sola saparlar. Sürekli rüzgarlar; alizeler, batı rüzgarları ve kutup rüzgarları olmak üzere üçe ayrılır. Alizeler, 30° kuzey ve 30° güney paralelleri çevresindeki dinamik yüksek basınç kuşağından ekvatordaki alçak basınç kuşağına doğru yıl boyunca esen rüzgarlardır. Dünyanın günlük hareketine bağlı olarak kuzey yarımkürede kuzeydoğudan, güney yarımkürede güneydoğudan eserler. Alizeler, tropikal kuşaktaki karaların doğu kıyılarına yağış bırakır. Sıcak kuşaktaki okyanus akıntılarının oluşmasında ve yönlerinde etkilidir. Batı Rüzgarları, 30° enlemlerindeki dinamik alçak basınç kuşaklarından 60° enlemlerindeki dinamik alçak basınç kuşaklarına doğru esen rüzgarlardır. Dünyanın ekseni etrafındaki hareketinin etkisiyle kuzey yarımkürede güneybatıdan, güney yarımkürede kuzeybatıdan eserler. Orta kuşak karalarının batı kıyılarına bol yağış bırakırlar. 60° enlemlerinde kutup rüzgarları ile karşılaşarak cephe yağışlarına yol açarlar. Orta kuşaktaki okyanus akıntılarını ve yönlerini etkiler. Kutup Rüzgarları, kutuplardaki termik yüksek basınç alanlarından 60° enlemlerindeki dinamik alçak basınç alanlarına doğru esen soğuk rüzgarlardır. Mevsimlik Rüzgarlar ise birbirine komşu olan büyük kara parçaları ile okyanusların yıl içerisindeki farklı oranda ısınma ve soğumalarına bağlı olarak oluşan basınç alanları arasında eserler. Muson rüzgarları bnuna en iyi örnektir. Yaz mevsiminde çabuk ısınan Asya içlerinde alçak basınç alanı oluşur. Geç ısınan Hint okyanusu ise yüksek basınç alanı halindedir. Bu nedenle denizden karaya doğru rüzgar eser. Buna Yaz Musonu denir. Mayıs-Ekim ayları arasında etkili olur. Yaz musonları deniz ve okyanuslardan kaynaklandıkları için bol nem taşır ve etkili olduğu yerlere bol yağış bırakırlar. 12 Kış mevsiminde Asya’nın iç kısımları çok soğur ve burada güçlü bir yüksek basınç alanı oluşur. Güneyindeki Hint Okyanusu ile güneydoğusundaki Büyük Okyanus ise geç soğudukları için birer alçak basınç alanı halindedir. Bu basınç farklılığı, kış mevsiminde Asya içlerinden Hint ve Büyük Okyanus’a doğru esen rüzgarların oluşmasına neden olur. Bunlara kış musonları adı verilir. Kış musonları karadan geldikleri için soğuk ve kurudurlar. Bu nedenle yağış getirmezler. Ancak okyanusu geçerken nem aldıkları için Asya’nın güneydoğusundaki adalara yağış bırakırlar. Yerel Rüzgarların bir kısmı, genel hava dolaşımına bağlı rüzgarların yerel olarak bazı değişikliklere uğramasıyla oluşur. Bazıları da tamamen yöresel basınç farkları sonucunda oluşurlar. Meltemler, Fön Rüzgarları, Sirokko, Hamsin, Samyeli, BNora, Mistral bnuna örnek verilebilir. Meltemler birbirine yakın iki ayrı özellikteki alanın, gün içerisinde farklı derecede ısınıp soğumasına bağlı olarak oluşur ve gece ile gündüz arasında yön değiştirir. Gündüz, karalar daha fazla ısınarak alçak basınç alanı oluşur. Denizler ise daha serin olduğu için yüksek basınç alanıdır. Bunun sonucunda denizden karaya doğru serin bir rüzgar eser. Buna deniz meltemi denir. Deniz melteminin ege kıyılarındaki adı İmbat’tır. Deniz meltemi yağış getirmez. Gece ise, karalar daha fazla soğur ve yüksek basınç alanı oluşur. Denizler daha sıcaktır ve basınç azdır. Bunun sonucunda da, karadan denize doğru rüzgar eser. Bu rüzgarlara kara meltemi denir. Yanyana bulunan dağlarla alçak düzlüklerin gün içinde farklı ısınma ve soğumalarına bağlı olarak dağ ve vadi (yamaç) meltemleri oluşur. Gündüz, dağ yamaçları vadilerden daha çok ısındığı için basınç azdır. Bu nedenle rüzgar, vadiden yamaç yukarı eser. Bu rüzgara vadi meltemi denir. Gece ise yamaçlar vadilere oranla fazla soğuduğu için rüzgar dağdan vadiye doğru eser. Bu rüzgara dağ veya yamaç meltemi denir. Fön Rüzgarı ise yamaç boyunca yükselen hava kütlesinin bir dağı aşarak diğer yamaçta alçalmasıyla oluşur. Yükselen hava her 100 m’de 0,5 °C soğur. Oysa dağın diğer yamacında alçalmaya başlayınca her 100 m’de 1°C ısınır. Bunun nedeni kuru havanın alçalırken sürtünmenin de etkisiyle daha çok ısınmasıdır. İşte bu hava akımına fön rüzgarı denir. 13 Sirokko, Büyük Sahra’dan kaynaklanan Cezayir ve Tunus üzerinden Akdeniz’e doğru esen sıcak ve kuru bir rüzgardır. Akdeniz’i geçerken nem alarak İspanya, Fransa ve İtalya’nın güney kıyılarına yağış bırakır. Hamsin, Afrika’nın kuzeyindeki kara içlerinden Libya ve Mısır’ın kıyıya yakın bölgelerine doğru eser. Sıcak, kuru ve bunaltıcıdır. Samyeli (Keşişleme), Türkiye’nin güney bölgelerinde esen sıcak bir rüzgardır. Sıcak, kuru ve bunaltıcıdır. Özellikle yaz aylarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde buharlaşmayı aşırı derecede artırarak kuraklığa neden olur. Bora, Dalmaçya kıyılarında, Dinar Alpleri’nden Adriyatik Denizi’ne doğru esen soğuk ve kuru rüzgarlardır. Mistral, Fransa’nın Rhone vadisini izleyerek Akdeniz’e doğru esen soğuk ve kuru rüzgardır. Krivetz, Romanya’da aşağı Tuna ovasından Karadeniz’e doğru esen soğuk ve kuru rüzgardır. Sıcak kuşakta, ani basınç farklarından kaynaklanan ve hızları saatte 100-150 km’ye kadar çıkabilen tropikal rüzgarlar da yerel rüzgarlardadndır. Daha çok okyanuslar üzerinde oluşurlar. Sarmal hava hareketleri halinde olduklarından, genellikle hortumlara neden olurlar. Tropikal rüzgarlara, Asya kıyılarında Tayfun, Meksika Körfezi kıyılarında Hurricane, Afrika’nın bazı kesimlerinde ve Latin Amerika kıyılarında da Tornado adı verilir. 13.4. DÜNYA İKLİM BÖLGELERİ Dünya'nın hemen her bölgesinin kendine özgü bir iklimi bulunmaktadır. Ancak, benzer iklim kuşaklarına sahip alanlar büyük iklim kuşakları oluşturur. Büyük iklim gruplarına makroklima adı verilmektedir. İklimler kabaca ekvatordan kutuplara doğru sıcak, ılıman ve soğuk olmak üzere üç guruba ayrılabilir (Şekil 5). Ekvatoral, Subtropikal, Muson ve Kurak İklimler Sıcak İklim grubu içindedir. Akdeniz, Okyanusal, Karasal ve Yarıkurak İklimler ise Ilıman İklim kuşağı içinde kalmaktadır. Tundra ve Kutup İklimleri ise Soğuk İkimler dahilindedir. 14 Soğuk Kuşak Ilıman Kuşak Sıcak Kuşak Sıcak Kuşak Ilıman Kuşak Soğuk Kuşak Şekil 5. Dünyadaki en temel iklim bölgeleri İklimlerin sınıflandırılmasında sıcaklık, yağış miktarı, yağış rejimi ve yağış buharlaşma ilişkisi gibi ölçütler dikkate alınır. Buna göre ise en fazla kabul gören yaklaşım Köppene aittir (Şekil 6). Tropikal Kurak Ilıman Soğuk Kutup Şekil 6. Köppen’e göre Dünya iklim bölgeleri 15 Ekvatoral İklim, yıllık sıcaklık ortalaması 25 °C ’nin üstündedir. Yıllık ve günlük sıcaklık farkı en az olan iklimdir (1–2 °C civarında). Bu durumun nedeni Güneş ışınlarının bütün yıl dike yakın açıyla düşmesi ve nemliliğin fazla olmasıdır. Ekvator çevresinde 0˚ ve 10˚ enlemleri arasında görülür. Ekvatoral iklim, Amazon ve Kongo havzalarının büyük bir kesiminde, Gine Körfezi kıyılarına yakın bölgelerde, Endonezya ve Malezya’nın büyük bir bölümünde etkili olmaktadır. Her mevsim düzenli yağış alır. Fakat en fazla yağış güneş ışınlarının Ekvatora dik geldiği tarihlerde görülür. Buharlaşma arttığı için. Yağışlar oluşum bakımından Konveksiyonel yağışlarına örnektir. Yıllık yağış miktarı 2000 mm‘nin üstündedir. Bitki örtüsü bütün yıl yeşil kalan sık ve uzun boylu yağmur ormanlarıdır. Yağışların fazla olması ve yüksek sıcaklık kimyasal çözülmeyi artırmıştır. Topraklar fazla yıkandığı için verimi düşüktür ve kırmızı renkli Laterit topraklarıdır. Subtropikal İklim 10˚-30˚ kuzey ve güney enlemlerinde görülür. Sudan, Çad, Nijerya, Mali, Moritanya, Brezilya, Venezuela, Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde etkili olmaktadır. Sıcaklık ortalaması bütün yıl 20 °C’nin üstündedir. Bu iklim bölgesinde güneş ışınları yılda iki kez dik açıyla düşer. Güneş ışınlarının dik geldiği yaz dönemi Konveksiyonel yağışlı, kışlar kuraktır. Yıllık yağış miktarı 1000–1200 mm arasındadır. Bitki örtüsü savan adı verilen otsu bitkilerden ve yer yer akasya ve baobap ağaçlarından oluşur. Savanlar uzun süre yeşil kalan, gür ve uzun boylu ot topluluklarıdır. Savan bitki örtüsü içinde yeraltı sularının yüzeye çıktığı yerlerde ve akarsu boylarında Galeri ormanları görülür. Muson İklimi yıllık basınç farkına bağlı olarak oluşur.Güney Hindistan, Güney Çin, Güneydoğu Asya, Japonya ve Mançurya gibi bölgelerde görülür. Bu alanlar Muson rüzgârlarının etkisi altındadır. Yıllık ortalama sıcaklık 15 – 20°C dir. Yıllık sıcaklık farkı 10°C civarındadır. Alçak enlemlerde sıcaklık yüksektir. Kuzeye doğru kışlar daha sert geçer. Muson rüzgârlarının esme yönüne paralel olarak yazlar yağışlı kışlar kurak geçer. Yıllık yağışların % 85'i yaz aylarında düşer.Yıllık yağış miktarı ortalama 1000 1500 mm civarındadır. Kıyı bölgeleri ve dağların denize bakan yamaçlarında yağış miktarı artar. Örneğin Hindistan’ın kuzey doğusunda yer alan Çerapunçi 12000 mm yağış ile dünyanın en fazla yağış alan yeridir. Kıyı kesimlerinde kışın yaprağını döken ormanlar, kuzeye doğru ise savanlar görülür. 16 Kurak İklim dönenceler civarında kıta içlerinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda görülür. Afrika’da B. Sahra, Ortadoğu’da Necef, Asya’da Gobi, Taklamakan, Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Güney Afrika’da Kalahari ve Namib, Güney Amerika’da Patagonya, Atacama ve Peru yeryüzündeki başlıca çöl alanlarıdır. Gece ile gündüz arasında sıcaklık farkları çok fazladır. Günlük sıcaklık farkının 50°C yi bulduğu zamanlar olmaktadır. Çöllerdeki nem yetersizliği, günlük sıcaklık farkının büyümesine zemin hazırlamıştır. Yağışlar yok denecek kadar azdır. Yıllık yağış miktarı genellikle 100mm’ den azdır. Doğal bitki örtüsü bazı kurakçıl otlar ve kaktüs gibi bitkileridir. Bitki örtüsü çok zayıftır. Susuzluğa dayanıklı bitki türleri görülür. Akdeniz İklimi Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, Avustralya’nın güneybatısı, G. Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri ve Kuzey Amerika’da Kaliforniya çevresinde etkilidir. Türkiye de genel olarak bu iklim kuşağının etkisi altındadır. Yıllık ortalama 18°C’dir. En sıcak ay ortalaması 28–30°C, en soğuk ay ortalaması 8–10 °C’dir. Yıllık yağış miktarı yükseltiye göre değişir. Ortalama 600– 1000 mm arasındadır. Yaz ayları kurak kış ayları yağışlıdır.Yaz sıcaklığı güneş ışınlarının düşme açısına, kuraklık ise alçalıcı hava hareketlerine bağlıdır. Kıyı kesimlerde ılıman geçen kışlar iç kesimlere doğru sertleşir. Kar yağışı ve don olayı çok ender görülür. Kışın görülen yağışlar cephesel kökenlidir. Cephesel yağışlar en fazla bu ikimde görülür. Karakteristik bitki örtüsü, kızılçam ormanlarının tahrip edilmesiyle ortaya çıkan makilerdir. Makiler, sürekli yeşil kalabilen, kısa boylu, sert yapraklı, kuraklığa dayanabilen, çalımsı bodur bitkilerdir. Akdeniz ikliminde yağışın az çok yeterli olduğu orta yükseklikteki yamaçlarda iğne yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlar (Kızılçam, sarıçam, karaçam ormanları gibi) yer alır. Okyanusal İklim, 30° - 60° enlemleri arasında, karaların batı kıyılarında görülür. Okyanusal iklim Batı Avrupa, Batı Kanada ve Güney Alaska kıyılarında, Güney Şili, Avustralya’nın kuzeydoğusu ve Yeni Zelanda’da etkili olmaktadır. En sıcak ay ortalaması 24–25 °C, en soğuk ay ortalaması 5-6 °C dir. Yıllık ortalama 13–15 °C dir. Kıtaların batı kıyılarındaki sıcak su akıntıları ve nemli batı rüzgârları iklimin oluşumunda önemli rol oynarlar. Yıllık sıcaklık farkları 10–15˚ ‘yi geçmez. Her mevsim yağışlıdır. Nemlilik fazla olduğu için yıllık yağış miktarı 1500 mm civarındadır En fazla yağış Sonbaharda, en az yağış ilkbaharda görülür. Yağış oluşumu yamaç yağışı 17 şeklindedir. Bitki örtüsü kışın yaprağını döken yayvan yapraklı ormanlardır. Ormanların tahrip edildiği yerlerde çayırlar bulunur. Karasal İklim 30° - 65° enlemleri arasında, karaların deniz etkisinden uzak iç kısımlarında ve kıtaların doğu kıyılarında görülmektedir. Karasal iklim, Sibirya, Kanada ve Doğu Avrupa’da geniş bir yayılış sahasına sahiptir. En soğuk ay ortalaması –10 °C civarındadır. Bazı günler –40 °C ye kadar sıcaklığın düştüğü de gözlenebilmektedir. Yıllık sıcaklık ortalaması 0–10 °C dır. En sıcak ay ortalaması 20 °C civarındadır. Kışlar çok soğuk geçer ve uzun sürer. Yazlar ise sıcaktır. Yıllık sıcaklık ortalaması 0 – 10°C arasında değişir. Yıllık sıcaklık farkı 20 – 40°C dır. Kar ortalama 80–90 gün toprak üstünde kalır. Denizden uzaklaşıldıkça ve kutba doğru gidildikçe sıcaklıklar çok düşer. Dünyanın kışları en soğuk ve yıllık sıcaklık farkının en fazla olduğu bölgeleri bu iklim alanının denizlerden uzak ve daha kuzeyde olan iç kesimleri ile yüksek kesimlerdir. Yıllık yağış miktarı 500 – 600 mm dolayındadır. En fazla yağış yazın, en az yağış kışın düşer. Kış yağışları daha çok kar şeklindedir. Doğal bitki örtüsü iğne yapraklı ormanlardır. Yağışın azaldığı kesimlerde de bozkırlar görülür. Sibirya ve Kanada da iğne yapraklı ormanlara tayga ormanları adı verilir. Kıyıya yakın olan daha ılıman kesimlerde yayvan ve iğne yapraklı ormanlar yaygındır. Kışların çok soğuk geçtiği iç ve yüksek kesimlerde soğuğa dayanıklı iğne yapraklılar geniş yer kaplar. Yüksek kesimlerde üstünde alpin kat denilen dağ çayırları yer alır. Yarıkurak İklim geçiş iklim özelliği gösterir. Yaru kurak iklimlerde yıllık ortalama sıcaklık 10° - 12°C, sıcaklık farkı ise 15 - 30°C’dir. Yıllık yağış miktarı 250 500 mm’dir. En fazla yağış ilkbaharda ve yazın düşmektedir. Doğal bitki örtüsü yağışlı mevsimde yeşeren, kurak mevsimde sararan step’tir. Tundra İklimi İskandinavya Yarımadasıyla, Kanada’nın kuzeyinde, Sibirya’ da ve Grönland Adası’nın kıyı kesimlerinde görülür. En sıcak ay ortalaması 10 °C yi geçmez. Kışın sıcaklık –30, -40 °C'lere kadar iner. Toprak yılın büyük bir kesiminde donmuş haldedir. Kışlar çok soğuktur. Sadece yazın sıcaklığın artması ile toprağın üst kısmındaki buzlar erir ve bataklıklar oluşur.Yıllık yağış miktarı 200–250 mm civarındadır. Bitki örtüsü yosun ot ve cılız çalılıklardan oluşan Tundra bitki örtüsüdür. Düşük sıcaklıklara dayanabilen otlar çalılar ve yosunlardan oluşur. 18 Kutup İklimi Dünyanın sürekli olarak karlar ve buzlarla kaplı olan kutup bölgelerinde görülen iklim tipidir. Kuzey Kutbu çevresinde Grönland Adası’nın iç kısımlarında ve Antarktika’da etkilidir. Sıcaklık ortalaması bütün yıl boyunca 0°C nin altındadır. Sıcaklık, çoğu zaman -40°C ye, hatta daha altına iner. Yıllık sıcaklık farkı 30°C dolaylarındadır. Güneşlenme süresi çok uzun olmasına rağmen sıcaklık yükselemez. Çünkü güneş ışınları yıl boyunca bu bölgelere eğik açılarla gelir. Sıcaklık düşük olduğundan buharlaşma ile atmosfere karışan nem azdır. Dolayısıyla yağışlar son derece az ve her zaman kar şeklindedir. Ortalama yağış yıllık 200 mm civarındadır. Bu sebeple kutup iklimine soğuk çöl iklimi de denir. Zemin buzlarla kaplı olduğu için bitki örtüsü yoktur. 19 ÇALIŞMA SORULARI 1. Kutuplar hangi basınç alanıdırlar? A. Termik alçak basınç B. Termik yüksek basınç C. Dinamik alçak basınç D. Dinamik yüksek basınç E. Termik normal basınç 2. Aşağıdaki rüzgarlardan farklı olanı hangisidir? A. Sirokko B. Hamsin C. Alize D. Bora E. Mistral Cevaplar: 1b – 2c 20 14.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 14. BÖLÜM ÖZET: Bu derste kıyı, karst ve volkan morfolojisine ait temel özellikler ile bunların kontrolünde oluşup gelişen yerşekilleri üzerinde durulacaktır. GİRİŞ Fiziki Coğrafyanın önemli bir alt disiplini de Biyocoğrafyadır. Biyocoğrafya çevreyle çok yakın olarak ilişkilidir. İklim, sular, toprak, yerşekilleri Biyocoğrafya’yı etkilemektedir. Dolayısıyla Biyocoğrafya diğer koşulları yansıtan bir özelliğe sahiptir. Bitkiler ekosistemin temeli olup, canlılığın kaynağını oluştururlar. Bu bağlamda, yaşamın sürdürülebilirliği, bitki örtüsünün sürekliliğine, arttırılmasına, insanoğlunun bitkileri yakından tanıyarak önemini kavramasına ve çoğaltılması yönündeki çabaları ile doğru orantılıdır. Hızla artan nüfus, çarpık kentleşme ve yanlış sanayileşme ve çevre kirlenmesi ile ekosistemin dengesi bozulmuştur. Bu aşamada, doğal bitki materyali kaynakları olan başta ormanlar olmak üzere savan, maki, step, çöl, tundra ve alpin çayırlar ile bataklıklarda yetişen bitkilerin işlevleri büyük önem kazanmıştır. Bitkiler insanoğluna, doğrudan doğruya sağladığı gıda, barınma ve beslenme gibi binlerce somut yararlarının dışında, yeşil bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez işlevi sonucu, yaşamın kaynağı olan soluduğumuz oksijeni üretmektedir. 14.1. BİYOCOĞRAFYA NEDİR Biyocoğrafya canlı türlerin, organizmaların ve ekosistemlerin coğrafi olarak dağılışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. Biyocoğrafya, canlıların (bitkilerin ve hayvanların) dünya üzerindeki dağılış sebeplerini ve bunların değişimlerini nedenleriyle birlikte ele alıp inceler (Şekil 1). Dolayısıyla türlerin coğrafi dağılımını araştıran ve türlerin yeryüzü üzerindeki konumlarını haritalandırarak burayı nasıl yaşam alanı 1 edinmiş olabilecekleri sorusuna cevap arayan bir disiplindir. Şekil 1. Canlı türleri Biyocoğrafya ekoloji, botanik, zooloji, fizyoloji, biyoloji, jeoloji, klimatoloji, pedoloji, hidrografya gibi fiziki coğrafya bilgilerini bir çatı altında toplayan bir yaklaşıma sahiptir. Coğrafi bölgelerde türlerin dağılış kalıpları genellikle etkili faktörlerin jeolojik tarihçe boyunca gerçekleşen kombinasyonu ile açıklanabilir: Bunların başlıcaları kıtaların kayması, buzullaşma, deniz seviyesi değişimleri, akarsu ağlarına olan uzaklık, yeraltısuları ile olan ilişki, yaşanan izolasyonlardır. Modern Biyocoğrafya genellikle organizmanın dağılımını etkileyen faktörleri ortaya koymak ve gelecekteki eğilimleri tahmin etmek üzere değerlendirmeler yapmaktadır. Edward O. Wilson, Alexander von Humboldt, Hewett Cottrell Watson, Alphonse de Candolle, Alfred Russel Wallace, Philip Lutley Sclater bu sahadaki önemli isimlerdir. Biyocoğrafya; Fitocoğrafya (Vejetasyon Coğrafyası) ve Zoocoğrafya olmak üzere iki alt gruba ayrılmaktadır. Biyocoğrafya canlıların genel dağılışını bitki ve hayvan topluluklarını meydana getiren taksonları ayrı ayrı flora ve faunayı sistematik ve dünya üzerindeki dağılışları bakımından ekolojik yönden değerlendirir. Zoocoğrafya ise hayvanların dağılışını inceler. 2 14.2. VEJETASYON (BİTKİ) COĞRAFYASI Vejetasyon Coğrafyası (fitocoğrafya, Bitki Coğrafyası) yeryüzünün bitki örtüsünü, bitki topluluklarının dağılışını, bu dağılışı etkileyen faktörleri, insan, hayvan, iklim, toprak, yeryüzü şekilleri ve diğer çevresel etkenlerle karşılıklı etkileşimini inceleyen bilim dalıdır. Yeryüzünün bitki örtüsünü, bu örtünün çevre ile ilgisini araştıran bir disiplindir. Bu bilim, bitki bilimi (Botanik) ile coğrafya arasında yer tutmakla beraber, coğrafyanın araştırma yollarına uyması derecesinde onun bir kolu durumunda bulunur. Bitki coğrafyasının konusu iklim, toprak ve başka canlılarla doğruca ilgisi bulunan, çok çeşitlilik gösteren bitkilerin yaşayışını incelemek, çok sayıdaki tek tek olayların ortak sebeplerini arayıp bunları toplu olarak göz önüne almaktadır. Bitki coğrafyasının bazı alt dalları bulunmaktadır. Bunlardan biri floristik bitki coğrafyasıdır. Bunda bir bölgede yetişen bitki türleri, bunların yayılış yerleri incelenir. Yerli bitkilerle oraya sonradan gelme yabancı bitkiler ayırt edilmeye çalışılır. Bu dallardan ikincisi ekolojik bitki coğrafyası Bunda bitkinin iklim, toprak, yeryüzü şekilleri, başka canlılarla ilişkisi araştırılır. Her bitkinin kendine has bir iklim özelliği vardır. Başka bir ifadeyle benzer iklim şartlarında benzer bitki türleri görülür. Farklı bölgedeki iklimin benzerliği doğal bitki örtüsünün benzerliğini ıspatlar. Yer şekillerinin kısa mesafeler dâhilinde değişmesi bitki örtülerinin de kısa mesafeler dâhilinde değişmesini sağlar. Bitki örtüleri yeryüzüne dağılışlarında aralıksız kuşaklar oluşturmazlar. Enlem farkı arttıkça ve farklı enlemlerden oluştukça bitki örtüsü de çeşitlenir. Bunlara ek olarak burada belirtilmesi gereken bir kaç hususta endemik, relikt, kozmopolit kavramlarıdır. Jeolojik Dönemler boyunca meydana gelen büyük çaplı iklim değişmeleri çeşitli iklimlerin etki alanlarını büyük ölçüde değiştirerek bitki türlerinin dağılışı üzerinde etkili olmuştur. Ülkemizde özellikle Kuvaterner devrinde yaşanan iklim değişiklikleri bitki örtülerinin yayılış alanlarında değişiklikler meydana getirmiştir. Bunun sonucunda ülkemizde, soğuk ve nemli iklim şartlarının egemen olduğu dönemlerde kuzeyde var olan bitkiler güneyde, sıcak iklim şartlarının egemen olduğu dönemde ise güneyde yaşayan bitkiler kuzey kıyılarımızda yaşama imkânı bulmuşlardır. Ülkemiz arazisin oldukça dağlık ve engebeli olması geçmiş yer değiştirmelerden 3 etkilenen çeşitli bitki türlerinin günümüzde kendi yaşam alanlarının dışında varlıklarını sürdürmelerine imkân vermiştir. Bunlara kalıntı (relikt) bitkiler denir. Dünya’nın belli bölgelerinde, belli ekolojik özelliklere sahip ortamlarda yetişebilen, yetişme alanı oldukça dar olan bitkilere endemik bitki denir. Dolayısıyla bir tür bir yerde bulunuyor başka bir yerde bulunamıyorsa buna endemik tür denir. Ülkemiz endemik bitkiler açısından oldukça zengindir. Türkiye’de 3022 civarında endemik bitki çeşidi olduğu sanılmaktadır. Endemik türler açısından en zengin alan, Amanos Dağları’dır. Bunun dışında, Ege Bölgesi’nin güney kesimleri, Akdeniz Bölgesi’nin batısında bulunan dağlar, Uludağ, Kaz Dağı, Erciyes Dağı, Rize ve Artvin çevresinde yer alan dağlar, Munzur Dağları ve Ilgaz Dağlarıdır. Yeryüzünde oldukça geniş alanlara yayılmış farklı yetişme koşullarında varlığını sürdürebilen bitki türleri Kozmopolit bitkiler olarak isimlendirilmektedir. 14.2.1. VEJETASYONUN YETİŞME ORTAM ŞARTLARI Bitki örtüsünün dağılışını etkileyen en önemli faktör iklimdir. İklim ve bitki topluluklarının dağılışı arasında sıkı bir ilişki vardır. Işık, sıcaklık, yağış, basınç ve rüzgârlar bitki örtüsünün yetişme ortam şartları üzerinde etkilidirler. Kutup ikliminin egemen olduğu alanlar dışında bütün iklimlerin kendine has karakteristik bitki örtüsü vardır. Farklı bölgeler arasında benzer iklim şartlarının yaşanması bitki çeşitleri açısından benzerlik olduğunu gösterir. Farklı bitkiler yetişebilmek için farklı miktarda sıcaklık ve neme ihtiyaç duyarlar. Sıcak ve nemli bölgelerde bitki örtüleri çeşit bakımından daha zengin ve daha gür topluluklar şeklindedir. Bitki kuşakları genel olarak sıcaklık kuşaklarına uyum gösterirler. Bitkilerin gelişebilmesi için belli bir sıcaklığın olması gerekir. Sıcaklık bir yerdeki bitki türlerini belirler örneğin ağaçların iğne yada geniş yapraklı olmasını belirler. Bunma bağlı olarak bitkiler; • Sıcaklık isteği yüksek olanml bnitkiler (Megatermler) • Sıcaklık isteği orta derecede olan bitkiler (Mezotermler) • Sıcaklık isteği düşük olan bitkiler (Mikrotermler) • Sıcaklık isteği düşük olan bitkiler (Heksistotermler) şeklinde sınmıflanmdırılırlar. Sıcak orta kuşakta her tür bitki yetişme alanı bulabilirken soğuk kutup 4 bölgelerinde ve yükseklerde düşük sıcaklık şartları nedeniyle bir çok bitkiye rastlanmaz. Işık vasıtasıyla bitkiler fotosentez yaparlar. Bu bakımdan bitkiler; • Güneş bitkileri, • Gölge bitkileri olarak sınıflandırılırlar. Yağış miktarı ve yağışın oluştuğu dönem bitki türleri ve bunların dağılışı açısından büyük öneme sahiptir. Yağış bir yerdeki bitki yoğunluğunu yani bitkilerin ot, çalı veya ağaç olmasını ve bunların miktarının az ya da çok olmasını belirler. Her bitkinin istediği su miktarı farklıdır. Yağışlı bölgelerde gür bitki toplulukları görülürken kurak bölgelerde bitki örtüsü seyrekleşir, çöllerde kurakçıl ve seyrek bazı otlara ve çalılara rastlanır. Su ihtiyaçlarınma göre bitkiler aşağıdaki gibi sınıflandırılırlar; • Hidrofitler • Higrofitler • Mezofitler • Kserofitler • Kseofiller • Halofitler Bitki örtüsünün yetişme ortam şartlarını teşkil eden bir diğer unsur topraktır. Toprağın özellikleri kendisini oluşturan ana kaya, iklim ve diğer faktörlerin etkisiyle meydana gelir. Bu nedenle toprağın kalınlığı onu oluşturan ana kayanın özellikleri ve su tutma kapasitesi yer yer farklılık gösterir. Bitkiler ancak yaşama imkânı buldukları ve kendi ihtiyaçlarına uygun toprak yapılarında varlıklarını sürdürebilirler. Bitkiler kökleriyle toprakta tutunur ve gıdalarını topraktan alırlar. Bu nedenle yeterli kalınlıkta toprak örtüsü olmayan yerlerde bitkilerde yaşayamaz. Bitki türlerinin dağılışında, yükselti, bakı ve eğim gibi jeomorfolojik özelliklerde büyük rol oynar. Dağ sıraları ve dağların uzanışı bitki örtüsünün yayılışını etkiler. Kıyıya paralel uzanan dağlar deniz etkisini iç kesimlere sokmadığı için iç kesimler bitki bakımından fakirleşirken, dağların denize bakan yamaçları daha zengin bitki örtüsüne sahip olur. Yüksekliğin artması, sıcaklığın düşmesine neden olmaktadır. Bu durum çeşitli bitkilerin belli yükseltilerde yetişebilmesine neden olur. Yükselti, bitkilerin 5 yaprak, kök ve gövde gibi ana özellikleri üzerinde etkili olur. Yükseklere çıkıldıkça sıcaklıklar azaldığı için bitki örtüsü türü ve yoğunluğu azalır. Belli bir yükseltiden sonra artık bitki yetişmez. Yükselti arttıkça sıcaklığın yanı sıra nem de azalır. Bu durum, bitki hayatını büyük oranda etkiler. Bitkiler belli bir yükseklikten sonra cılızlaşır ve doğal olarak ortadan kalkar. Bitki toplulukları, yükseklik arttıkça sıcaklık ve nem miktarının azalmasına bağlı olarak, geniş yapraklı ormanlar, karışık ormanlar, iğne yapraklı ormanlar ve dağ çayırları biçiminde kuşaklar meydana getirir. Aynı miktarda yağış alan bir yamaçta, yükseklik arttıkça bitki örtüsünde değişme meydana gelmesi sıcaklığın azalmasından kaynaklanır. Sıcaklık şartları aynı ise, bitkisel farklılaşma nem miktarının değişmesiyle ilgilidir. Eğim doğrudan toprak özelliklerini, dolaylı olarak da bitkilerin yetişmesini etkiler. Ayrıca eğim güneş ışınlarının herhangi bir noktaya düşme açısı üzerinde etkili olarak, sıcaklık seviyesinde rol oynar. Eğimli yamaçlarda gür bitki örtüsü görülür çünkü düz alanlar insanlar tarafından işgal edilmiştir. Herhangi bir sahanın Güneş’e göre konumu olan bakı vejetasyon yetişme şartlarını etkiler. Bu bakımdan bakı bitki örtüsünün yayılışında en önemli faktörlerden birisidir. Güneş ışınlarını direk alan yamaçlarda ısınma ve buna bağlı buharlaşma fazla olduğundan topraktaki nem oranı düşer. Güneş ışınlarını direk almayan yamaçlarda toprak nemliliği daha fazla olur. Güneşe dönük yamaçlar uygun sıcaklık şartları sayesinde hem bitki türü hem de bitki yoğunluğu bakımından daha zengindir. Dağların Güneş'e bakan yamaçlarında bitkilerin olgunlaşma süreleri daha kısadır. Ormanın ve ağacın yetişme sınırı daha yüksektir. Bitki yetişme ortam şartlarından birisi de insan ve hayvanlardır. Bunlar biyotik faktörler olarak bilinir. İnsanlar tarafından meydana getirilen orman tahribatları, ormanlarda ve otlak alanlarında aşırı hayvan otlatılması doğal bitki örtülerinin büyük miktarda zarar görmesine sebep olur. Arazi kullanımında yanlış yöntemlerin kullanılması, toprak örtüsünün ve sonuç olarak bitki örtülerinin yok olmasına neden olmaktadır. Yeraltı sularından aşırı ve yanlış yararlanma yöntemleri nedeniyle toprak yapısı bozulmakta mevcut doğal bitki örtüleri büyük zarar görmektedir. Yerleşme alanları, sanayi alanları ve ulaşım hatlarının yer tercihinde sadece maliyet hesaplarına bakılması doğal bitki örtülerinin ve bu alanlardaki canlı yaşamının geri dönülmez 6 şekilde yok olmasına neden olmaktadır. 14.2.2. BİTKİ TOPLULUKLARININ SINIFLANDIRILMASI Herhangi bir yerin iklim, toprak, arazi yapısı ve diğer tüm özelliklerinin meydana getirdiği, mevcut alanın karakterini yansıtan bitki örtüsüne o yerin doğal bitki örtüsü denir. Ağaç toplulukları ve ot toplulukları doğal bitki örtüsünü meydana getirir. Ormanların temel unsuru ağaçtır. Ağaçların oluşturduğu topluluklara orman denir. Ormanlar bol yağış ve toprak neminin yüksek olduğu sıcaklık koşullarının uygun olduğu ortamlarda zengin olarak görülen bitki topluluklarıdır. Yağış, sıcaklık ve toprak şartlarının elverişli, yetişme devresinin uzun olduğu her yerde ağaç yetişir. Yağış azlığı, şiddetli buharlaşma ağaç yetişmesine engel olur. Ekvatoral Yağmur Ormanları, Muson Ormanları, Orta Kuşağın Karışık Ormanları, Tayga Ormanları önemli ormanlardır. Yaprak biçimine göre genmiş yapraklı ormanlar ve iğne yapraklı ormanlar olmak üzere iki tipe ayrılır. İğne yapraklı ormanlar düşük sıcaklık koşullarına uymuş, nemli-soğuk iklim bölgelerinde yaygın olan ormanlardır. Geniş yapraklı ormanlar genellikle kışın yapraklarını döken ağaçlardan oluşan ormanlardır. Ekvatoral ve okyanus ikliminin etki olduğu alanlarda yaygın olarak görülür. Ormanlardan başka ağaç topluluklarının bir diğer unsurunu çalılar veya makiler oluşturur. Makiler Akdeniz ikliminin doğal bitki örtüsüdür. Genel olarak 500 m’ ye kadar bazı alanlarda ise 1000 m’ ye kadar görülebilmektedir. Asli ormanın tahrip edilmesiyle gelişmiş ikincil bir bitki özelliği taşır. Kuraklığa dayanıklı, yıl boyunca yeşil kalan, kısa boylu ağaçlardır. Yaprakları dar, cilâlı ve tüylüdür. Karakteristik özellikleri, kışın yapraklarını dökmemeleri ve yaz kuraklığına dayanıklı olmak için yaprak, gövde ve kök sistemlerinin su kaybını önleyecek yapıda olmalarıdır. Genelde Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde ve orman tahribinin yoğun olduğu sahalarda ince gövdeli, sert, bazen kenarları dikensi, cilalı daimi yeşil yapraklı 2-3 m. boyları olan, çalı görünüşlü ya da ağaççık şeklindeki bitki toplulukları maki formasyonu olarak adlandırılır. Başlıca maki türleri; Zeytin, Sandal, 7 Kocayemiş, Defne, Kermes meşesi, Mersin, Yabani zeytin, Zakkum, Sandal, Menengiç, Karaçalı, Sakız, Keçiboynuzu, Akçakesme, Süpürge çalısı, Pırnal meşesi, Erguvan, Katran ardıcı, Tesbih Laden’dir. Makinin tahrip edildiği, toprak örtüsünün zayıfladığı alanlarda varlığını koruyabilen cılız maki türlerine garig denir. Genel olarak iklim, toprak ve arazi koşullarının ağaç yetişmesine uygun olmadığı alanlarda oluşurlar. Ağaçlar gibi çok derin kök sistemine sahip değildirler. Geniş gövdeye sahip olamazlar, bu nedenlerle ancak yağışlı dönemde gelişme imkânı bulur, kuraklığın egemen olmasıyla yok olurlar. Dağların yüksek alanlarında, yaz aylarının serin ve nemli geçtiği, orman örtüsünün son bulduğu üst sınırından sonra ortaya çıkan ot örtüsü Alpin Çayırlardır. Orta kuşakta, özellikle yağış miktarının düşük olduğu, karaların iç kısımlarında özellikle ilkbahar yağışlarıyla yeşeren, yaz kuraklığının başlamasıyla ortadan kalkan steplerde ot topluluğudur. Subtropikal kuşakta, yazı yağışlı geçen iklim bölgelerinde oluşan uzun boylu ot 8 topluluğu ise savandır. Kuzey Yarım Küre’de, ılıman kuşağın kuzeyinden kutuplara doğru ormanlar ortadan kalkar. Kutup altı bölgelerinde, kısa süren yaz ayı süresince oluşan sıcaklıklara bağlı olarak eriyen buzlar bataklıkların oluşmasına neden olur. Bu alanlarda düşük sıcaklığa uyum sağlamış cılız, seyrek, kurakçıl, otsu bitkiler ve kısa boylu çalılar oluşur. Bu bitki topluluğuna Tundra adı verilir. 14.2.3. VEJETASYON KUŞAKLARI Ekvator'dan kutuplara doğru enlemin etkisine bağlı olarak sıcaklık azalır. Belirli bir noktadan sonra bitkilerin yetişme koşulları ortadan kalkar. Bitki türlerine göre değişmekle beraber genel olarak bu sınıra, bitki örtüsünün enlem sınırı denir. Orman örtülerinin kutuplara doğru ve yükseltiye göre oluşabildiği son sınırlar orman üst sınırı olarak bilinir. Bu sınırın oluşumunda ana neden doğal şartlar olmakla beraber, insanlardan kaynaklanan nedenlerde etkili olabilmektedir. Orman üst sınırı Ekvator’dan kutuplara doğru düşer. Orman üst sınırı, Ekvatoral bölgede en yüksek seviyeye ulaşır 3500-4000 m, Subtropikal bölgelerde 3000-3500 m, Ilıman kuşakta 1500-2000 m olarak gerçekleşirken, Kutup kuşağında 500-1000 m ye iner. Gerek enlemlere bağlı olarak gerekse de yükseltiye bağlı olarak bazı bitki zonları meydana gelir (Şekil 2). Dünya üzerindeki iklim tiplerine bağlı olarak bitki örtüsü ekvatordan kutuplara doğru: • Daimi yeşil nemli tropikal yağmur ormanları • Yaprağını döken yazı yağışlı nemli-kurak tropikal bölgelerin vajetasyonu (Savan) • Subtropikal kurak iklimin vejetasyonu (Çöl bitkileri) • Kışı yağışlı nemli-kurak dönemli iklimin vejetasyonu (Maki) • Orta kuşağın ılık-nemli iklim bölgelerinin vejetasyonu • Ilıman iklimin yaprağını döken vejetasyonu • Kurak ılıman iklimin vejetasyonu • Soğuk orta kuşak iklimin vejetasyunu • Arktik tundranın vejetasyonu 9 Şekil 2. Doğal Bitki Örtüsünün Dağılışı Lokasyonlarına göre ise bitki coğrafyası aşağıdaki gibi bir diziliş gösterir; Amazon Havzası, Senegal’den Gine körfezine kadar olan saha Kongo Havzası, Güneydoğu Asya adaları Ekvatoral yağmur ormanları bölgesidir. Güneydoğu ve Doğu Asya’da Hindistan, Japonya, Tayland, Vietnam, Endonezya, Doğu Çin, Kore, Avustralya’nın kuzeybatısı, Filipinler, Güneydoğu Afrika Muson Ormanları kuşağıdır. Batı Rüzgarları sebebiyle Ilıman Kuşak karalarının batısında Orta Kuşağın Karışık Ormanları görülür. Deniz etkisinden uzak kara içlerinde ve ılıman kuşak karalarının doğu kıyılarında Tayga Ormanları görülür. Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde Avustralya’nın güneybatısı, Güney Afrika Cumhuriyetinde Kap bölgesi, Şili’nin orta kesimleri, Kuzey Amerika’da Kaliforniya çevresinde makiler dikkat çeker. Güney ve Orta Afrika, Sudan, Güney Amerika‘da Brezilya’daVenezüella, Kolombiya, Peru ve Bolivya’da savanlar mevcuttur. Ekvatoral iklim ile Kurak iklim arasında (10-20° kuzey ve güney enlemleri arasında görülür. Step yarıkurak kuşak kara içlerinde görülür. Çayırlar batı rüzgarları sebebiyle Ilıman Kuşak karalarının batısında ve dağların kalıcı kar sınmırının bnulunduğu yüksek kesimlerinde görülür. Tundralar Sibirya, İskandinavya Yarımadasının kuzeyinde, Kanada’nın kuzeyinde, Grönland adasının kıyı 10 kesimlerinmde yaklaşık olarak 70-80 enlemleri çevresinde dikkat çeker. Çöl Bitkileri, Kızılkum (Özbekistan), Karakum (Türkmenistan), Gobi (Moğolistan), Taklamakan (Çin), Arizona çölleri, Kuzey Afrika Arap yarımadası, Avustralya’nın iç kesimlerinmde ki çöllerde yayılış gösterir 14.3. ZOOCOĞRAFYA Zooco rafya, yeryüzündeki canlıların co almakla birlikte bunu geçmi de i imlerle ba da ten ba latıp geli tırarak bugüne ta rafik da ılımını ve ili im süreci içinde co ımaya çalı an co kilerini konu rafik hareket ve rafyanın alt bilimidir. Canlıların yeryüzündeki dağılımına bakıldığında türlerin genellikle global bir dağılım ortaya koymadıkları görülür. Türler daha çok belli iklim ve çevre şartlarına sahip alanlarda kümeler halinde yayılmışlardır. Hayvanların dağılışı bakımından bazı bölgeler ayırt edilmiştir. Bunlar; • Palearktik bölge • Oryantal bölge • Avustralyen bölge • Etiyopyen bölge • Nearktik bölge • Antartika bölgesi • Neotropikal bölge 11 ÇALIŞMA SORULARI 1. Bitkilerin gelişebilmesi için belli bir sıcaklığın olması gerekir. Sıcaklık bir yerdeki bitki türlerini belirler. Örneğin ağaçların iğne yada geniş yapraklı olmasını belirler. Aşağıdakilerden hangisi buna bağlı olarak yapılan bir sınıflandırmaya dahil değildir? 2. A. Megatermler B. Mezotermler C. Haloterm D. Mikrotermler E. Heksistotermler Yağış miktarı ve yağışın oluştuğu dönem bitki türleri ve bunların dağılışı açısından büyük öneme sahiptir. Yağış bir yerdeki bitki yoğunluğunu yani bitkilerin ot, çalı veya ağaç olmasını ve bunların miktarının az ya da çok olmasını belirler. Her bitkinin istediği su miktarı farklıdır. Yağışlı bölgelerde gür bitki toplulukları görülürken kurak bölgelerde bitki örtüsü seyrekleşir, çöllerde kurakçıl ve seyrek bazı otlara ve çalılara rastlanır. Aşağıdakilerden hangisi su ihtiyaçlarınma göre yapılan bir sınıflandırmaya dahil değildir? A. Hidrofitler B. Higrofitler C. Hegzofitler D. Mezofitler E. Kserofitler Cevaplar: 1c – 2c 12 13
© Copyright 2024 Paperzz