238 içindekiler 6 D Dernekten ODTÜLÜLER BÜLTENİ NİSAN 2014 Dernek Ad›na Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü Himmet fiAH‹N (EDS’83) Yay›n Kurulu Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83) fiule fiAH‹N (PSY’85) Melda TANRIKULU (CP’06) Emrah DEL‹KAN (CE’06) Günay BULUT (ADM’85) Hilmi GÜVEN (EE’83) Melih VURKIR (OR/STAT’83) Erkan ÖZMACUN (EE’87) Erdem TÜFEKÇ‹ (ECE’05) fiule GÖKO⁄LU (ADM’85) Gökçen GÖKYER (CP’12) Kıvanç YILMAZ (IE’03) Yay›n ve Reklam Sorumlusu Aysun BÜYÜKCENG‹Z [email protected] Grafik, Tasar›m ve Bask› AJANS-TÜRK BASIN VE BASIM A.fi. ‹stanbul Yolu 7.km. No: 24 Bat›kent/Ankara Tel: 0312 278 08 24 Bask› Tarihi: 02.04.2014 ODTÜ Mezunlar› Derne€i Yönetim Kurulu Himmet ŞAHİN (EDS’83) Erdem TÜZÜN (ADM’82) Baki ARSLAN (CE’89) Kamil KANCOĞLU (ME’87) S. Melih ŞAHİN (ME’85) Melda TANRIKULU (CP’06) Emre GÜNER (CE’98) Ödentileriniz ‹çin T. ‹fl Bankas›, ODTÜ fiubesi TR 39 000 64 000 001 4229 0528642 Garanti Bankas› Maltepe fiubesi TR92 0006 2000 1140 0006 2011 60 Burs ve Yard›mlar Fonu T. ‹fl Barkas›, ODTÜ fiubesi TR 81 000 64 000 001 4229 0422059 (TL) TR 80 0006 4000 0024 2293 2824 08 (EUR) TR 81 0006 4000 0024 2293 1651 17 (USD) Garanti Bankas› Maltepe fiubesi TR 21 000 6 2000 1140 000 6 2995 35 (TL) Yönetim Yeri ODTÜ Mezunlar› Derne€i Viflnelik Tesisi 1540 Sk. No: 58 100. Y›l, 06530, Ankara Tel: (312) 286 79 79 Faks: (312) 287 75 00 E-posta: [email protected] www.odtumd.org.tr Dosya Konusu Sualtı Dünyası Kapak Konusu Gökçen Gökyer 24 V Vişnelik İzlencesi 26 Spor Sp Opera 27 O SSahnelerinden a 28 Vişnelik Mutfağından T 30 Teknoloji 31 Dosya D K 40 Kavramlar ODTÜ’den O 41 B Bir Köşe Hocam 42 İnecek Var Kitaplar 44 Arasında Yerel Süreli Yay›n ISSN 1303-7390 ODTÜ Mezunlar› Derne€i ayl›k yay›n organ›d›r. ODTÜ’lüler Bülteni her ay 5750 adet bas›lmakta ve Dernek üyelerine ücretsiz gönderilmektedir. 46 Güncel ‹mzal› yaz›lardaki görüfl ve düflünceler yazarlar›na ait olup, ODTÜ Mezunlar› Derne€i’ni ve ODTÜ’lüler Bülteni’ni sorumlu k›lmaz. Yay›mlanan yaz›lar ve foto€raflar, Derne€in ve yazarlar›n izni olmadan kullan›lamaz. 4 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Ç 48 Çizgiyle B‹ZDEN S‹ZE Sevgili üyelerimiz, “Toplumsal adalet algısı” kavramının içinde herkesin, dini, kökeni, cinsiyeti, fikri, dili, rengi ne olursa olsun hukuk karşısında eşit olması vardır. Söz konusu eşitlik siyasi iktidarların kendilerine biçtiği egemenlik alanında, uzlaşmadan çok baskıya ve bu baskı gücünü meşruluk ve düzen sayarak, bu durumu hukuk olarak göstermeleri ve uygulamaları ile bozulur. Seçim sonucunda eşitler arasında geçerli olan temel hakların görmezden gelinmesi, diğer tarafın ötekileştirilmesi ve kendini buna muktedir görmenin bir sonucudur. Hukuku kamu düzeni içine almayan bir iktidar, kendisini sürekli bir tehdidin altında görür; yargısal erkin oluşumunda bu egemenlik ilişkisini sonuna kadar kullanır; bu da yargının, ceberut devlet iktidarının bir aracı haline dönüşmesine yol açar. Bu durumda hukukun adaleti sağladığı savı, yönetimler tarafından kurgulanan düzenin bir parçası olur. Bu yaklaşıma karşı duranlar ise anarşist olarak nitelendirilir. Demokrasi ve onun dayandığı hukuksal altyapı farklı düşünce ve siyasetlerin de alanını belirler. Temel hak ve özgürlükler toplumda yaşayan tüm kesimlere ortak bir payda altında eşit yaşama hakkı verir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunun savunucusu ve koruyucusu olması gereken adalet ve devlet yapısı, toplanma ve ifade özgürlüğü, hukuk çerçevesinde olmayan tutukluluklar, adil yargılanma hakkının gaspı, yaşam hakkının daraltılması, özel hayata ve aile hayatına müdahale ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine yapılan ihlallerle çökmeye mahkûm olur. Anti demokratik yapılara karşı toplumcu ve sosyal bir yönetim biçimi bu çöküşü engelleyecek bir anlayış olarak ortaya çıkar. Demokratik bir devlet ve toplum olmanın başlangıç yolu vatandaşların talep ve beklentilerini, duygularını dikkate almaktır. Hukukun, toplum ve hayatın içinde bir sistem olarak alınması, evrensel hukukun üstünlüğüne olan inancın güçlendirilmesini getirir. Yönetenlerle vatandaş arasındaki ilişki ve vatandaşların birbirleri arasındaki ilişkisinde temel olan, sorunlar çıktığında hukuk sisteminin sorunları çözüme ulaştırmasıdır. Bu durum toplumsal barışın sağlanmasına büyük katkı da bulunur, toplumun hukuk sistemine güveninin azalması, güvenebileceği soyut veya manevi dünyadan bir takım durumlara anlamlar yüklemesine yol açar. Yargının siyasallaşması, hukukun devletten ve siyaseten güçlü olanlara doğru kayması, toplumsal ve sosyal yapının eğitim ve kentleşme bilincinin yükselmesi adalet algıları ve yargıya güvenin azalmasına neden olur. Hepimize sağlıklı bir gelecek diliyoruz. Sayg›lar›m›zla, ODTÜ Mezunlar› Derneği Yönetim Kurulu NİSAN 2014 5 Dernekten 6. Geleneksel Vişnelik Bahar Şenliği’nde Buluşalım! Geleneksel hale gelen Vişnelik Bahar Şenliği, bu yıl da gerçekleşeceği 1 Haziran Pazar gününü “yılın en eğlenceli günü” haline getirecek. Gelin birlikte eğlenelim! H er yıl yaz başında, bir yıl boyunca ODTÜ Mezunları Derneği bünyesinde yapılan tüm etkinlik, kurs, seminerlerin katılımcılarının da katkılarıyla sergilenmesi amacıyla yapılan Vişnelik Bahar Şenliği, tüm eğlencesiyle altıncı yaşını kutlamaya hazırlanıyor. Kış boyunca özlediğimiz yemyeşil çimenler üzerine uzanmak, piknik yapmak, güneşin tadını çıkarmak, belki de çocukluğumuzdan beri oynamadığımız sokak oyunlarını oynamak için çim amfi ve kır bahçesi sizi bekliyor. Oyunların ayrı bir heyecan kattığı Vişnelik Bahar Şenliği, uçurtmalarla, balonlarla, çim amfide kurulan satıcılar sokağındaki açık pazarda satılan birbirinden değişik eşyaların yarattığı renklerle Pazar gününü eğlenceye dönüştürüyor. Fotoğraf, resim ve heykel kurslarına ait sergiler şenlik günü katılımcılarımızın beğenisine sunuluyor. Burs fonu yararına yapılan çekilişin hediyeleriyle, gün boyu enfes barbekü ve sürpriz yemek mönüleriyle ve son olarak unutulmaz akşam kapanış konseriyle Vişnelik Bahar Şenliği bu yıl da çok eğlenceli olacak. Bu eğlenceyi kaçırmayın! 6 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Dernekten Gelin Farkındalıklarımızı Bir Arada Arttıralım! ODTÜ’den mezun olalı kaç yıl oldu? K aç yıl olursa olsun kendimizi daima ODTÜ’lü hissetmeye devam ediyoruz. İşte ODTÜ Mezunları Derneği, ODTÜ ile kurduğumuz aidiyet bağını güncel hayata taşıyan ve eski arkadaşların yeni bir sosyal ve mesleki çevre içinde yeniden bir araya gelmelerini sağlayan bir kurum olarak, biz ODTÜ’lüler için her zaman değerli bir yuva ve ikinci adres olmuştur. Üyelerimizin Derneğimizle daha yakın ilişkilerinin olması ve Vişnelik Tesisini daha sık kullanmaları ve böylece üyelerimiz için hazırladığımız paneller, kurslar, seminerler, geziler ve benzeri pek çok etkinlik konusunda bilgi sahibi olmalarını ve aktif katılımlarını sağlamak en önemli hedefimizdir. Bu amaçla, birlikteliğimizi desteklemek ve dayanışmamızı güçlendirmek için 2013 ve öncesi dönemlere ait yıllık ödentilerini tamamlamış üyelerimize, Tesisi kullandıkları sürece kendilerine, eş ve çocuklarına %10 indirim ve yaz boyunca hafta içi olmak kaydıyla havuzu ücretsiz olarak kullanabileceklerini müjdelemek isteriz. Bizler ODTÜ geleneğinden gelen mezunlar olarak kendimizi en iyi ifade ettiğimiz ortamlardan birisi olan Derneğimize sahip çıkmanın önemli unsuru olan aidiyet duygusunun, üyelik aidatımızı (yıllık 150 TL) ödememizle pekişeceğini düşünmekteyiz. İlginize şimdiden teşekkür ederiz. Dayanışmayla, ODTÜ Mezunları Derneği 8 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Dernekten Yücel ÇELİKLER ODTÜ Mezunları Derneği Tiyatro Atölyesi Yönetmeni Kurumsal Sorumluluklar Açısından Derneğimize Bir Bakış D ernekler, üyelerinin ihtiyaçlarını ve beklentilerini gözetirken, toplum sorunlarına duyarlı ve sorumluluklarının bilincinde çalışmalar yapan; sosyal ve kültürel bir etkileşim alanı yaratan; hem üyeler arasında hem de toplumla iletişimi ve dayanışmayı sağlayan kurumsal yapılardır. İlgi alanı, üye yapısı ya da büyüklüğü ne olursa olsun tüm derneklerin ulaşmayı hedeflediği amaçlar olabildiğince etkileyici anlatımlar eşliğinde tüzüklerinde yer alır. Ne var ki, bazılarında bu “parlatılmış” cümleler çoğu kez ‘temenni’den öteye geçmez ve oluşturulan yapı “tabela derneği” statüsünde varlığını sürdürmeye çalışır. ODTÜ Mezunları Derneği tam da bu noktada tüzüğü doğrultusunda bugün ulaştığı yerde, kurumsal kimliği, örgütlenme biçimi ve etkinlikleriyle yalnızca üyelerine karşı değil, bulunduğu kente ve içinde yaşadığı topluma karşı da sorumluluğunu ve duyarlılığını öne çıkarıyor. “Kurumsallaşmak” sözcüğünün yarattığı çağrışım öncelikle “örgütlenme”. “Üye sayısının mümkün mertebe arttırılması”, “kalıcılığın sağlanması” ya da “kurumun finansal yapısının güçlendirilmesi” düzleminde algılanmakta. Oysa “kurumsallaşma” tüm bunların yanı sıra, “kurumsal sorumluluk”ların belirlenmesi ve bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi yolunda politika üretilmesiyle gerçekleşmekte. 1965 yılından bu yana varlığını sürdüren derneğimiz hiç kuşku yok ki aradan geçen zamanda kurumsallaşma yönünde önemli ttüm etkinlikleri bu bakış açısıyla ortayya koyduğu gözlemleniyor. Bu durum ü üyeler arasında Derneğimize daha ççok sahip çıkmaları ve Dernek etkinlliklerine daha yoğun olarak katılmalarrıyla kendini gösteriyor. Üyeler arasında giderek yükselen memnuniyet de d bunun başka bir göstergesi. b l kkaydetti d tti ve kurumsal k l ki liği i aşamalar kimliğimizin oluşumunda küçümsenmeyecek kazanımlar elde etti. Son dönemlerde ise söz konusu süreç daha da ivme kazanarak, ODTÜ Mezunları Derneği’nin geniş kitlelerce tanınmasını ve ülke çapında saygın bir yer edinmesini sağladı. “Üyelerimize, çalışanlarımıza, üniversitemize, tüm ODTÜ camiasına, yaşadığımız kente ve toplumumuza karşı sorumluyuz” ilkesinden yola çıkan Derneğimizin üye sayısının arttırılarak üye kitlesinin olabildiğince geniş bir tabana yayılmasının öncelikli hedefi olduğu görülüyor. Derneğimizin hiçbir mezunumuzu ötekileştirmeyen tüm görüş ve düşüncelerin özgürce açıklanmasına ve tartışılmasına olanak sağlayan ‘birleştirici’ ve ‘bütünleştirici’ yaklaşımı da bunu kanıtlıyor. “Dayanışma” ve “paylaşım” gibi değerleri öne çıkaran Derneğimizin, planladığı Üyeler açısından sıradan bir ‘mezzunlar derneği’ olmaktan çıkıp, saygın bir ‘sivil toplum örgütü’ne evirilen g ODTÜ Mezunları Derneği söz konusu O dönüşümü yaşarken, üniversitemizde, d kkentimizde ve ülkemizde gelişen olayllara ve süreçlere kayıtsız kalmadıkça, düzenlediği forum, panel ve söyleşi gibi etkinliklerde elde edilen bilgi ve birikimin ışığında tutarlı bir politik duruş sergiledikçe ve ‘yaşananları edilgin bir konumda ‘uzaktan izleyen’ olmak yerine, ‘söyleyecek sözü olan ve süreçleri etkileyebilecek’ bir kurum olmayı yeğledikçe, üyeleri ve mezunları tarafından daha çok sahipleniliyor. Hic kuşku yok ki bu anlayış hem “kurumsal kimliğimizi” belirliyor, hem de toplum nezdindeki “kurumsal saygınlığımızı” birkaç kat daha arttırıyor. Bunun en belirgin kanıtı ise, artık bir demokratik kitle örgütü olan ODTÜ Mezunları Derneği’nin düzenlediği tüm etkinliklere ‘camia’mızın dışından dostlarımızın da katılması ve böylesi taleplerin her geçen gün artması olarak görülebilir. Topluma ve üyelerine karşı sorumluluklarını yerine getirebilmesi açısından, mezunuyla üyesiyle tüm ODTÜ’lüleri temsil eden ODTÜ Mezunları Derneği, ODTÜ mezunları ve Dernek üyelerimiz tarafından sahip çıkılmayı hak ediyor. NİSAN 2014 9 Dernekten Röportaj: Günay BULUT (ADM’85) Aysun BÜYÜKCENGİZ “Sorumluluklarımızın İ ster demokratik kitle örgütü, ister sivil toplum kuruluşu olarak adlandırın bir derneğin üyelerine olduğu kadar topluma karşı da sorumlulukları vardır. Bir mezun derneği olarak ODTÜ Mezunları Derneği, üyeleri, ODTÜ, ODTÜ mezunları ve öğrencileri arasında dayanışmayı amaç edinirken ülkenin içinde bulunduğu koşullara yabancılaşmadan çağdaş ve demokratik bir üslupla toplumsal sorunlara çözüm üretebilmekte ya da bu yönde çaba sarf etmekte midir? Bültenimizin Nisan sayısında Derneğimize bir de bu yönden bakmak istedik. Konuyu ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin ile konuştuk. ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu olarak üstlendiğiniz sorumluluklar nelerdir? için aracı olmak istedik. Bu suçlamaları kabul etmek mümkün değil. Yargılama süreci devam ettiği için bu kadarı yeterli. ODTÜ Mezunları Derneği’nin sorumluluklarını üç temel noktada sınıflandırabiliriz; Birincisi, mezunlarımızın birikimlerini paylaştığı, birlikte eğlenebildiği, yabancılaşmadan arınabildiği bir ortam sağlamak. İkincisi, diğer ODTÜ bileşenlerini (Rektörlük, öğretim kadrosu, öğrenciler ve çalışanlar) bir araya getirerek pratikte birlikteliği sağlamak. Üçüncüsü ise toplumsal sorunlara yönelik çözüm yolları üretmek, toplumun doğru bilgilenmesini sağlamak, gerektiğinde tepki ve karşı duruşu sergilemek. Bunu da başardığımızı sanıyorum. Öğrencilerin Jandarma Karakolu’nun boşaltılması ve kullanımlarına açılması istekleriyle ilgili süreci anlatır mısınız? Jandarma Binası “68 kuşağı”, “78 kuşağı” ve sonrası mezunlarımız için anılarla dolu bir karakoldu ve öğrenciler Rektörlükten bu binanın bir bölümünün sosyal etkinlikler için düzenlenmesini, bir bölümünün de müze yapılmasını talep ediyorlardı. Rektörlük binaya kendilerinin ihtiyacı olduğunu ifade ediyordu. Soruna dönüşen bu durumda o dönemin ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Melih Ersoy ve öğrencilerle birlikte bir kurul oluşturduk. Rektörlükle görüşmeler sonunda sorun çözüldü; bina öğrencilerin etkinliklerini yapabileceği bir öğrenci evine dönüştü. ODTÜ mezunları düşünce bazında farklı pencereden baktıkları için herkesi bir arada tutmak zor olmuyor mu? Tabii ki zorlandığımız zamanlar oluyor, demokrasinin ve bakış açısının gelişmesi için bu farklılıkların olması gerekiyor, ancak şiddete ve hakarete maruz kalmadan. ODTÜ’nün muhalif duruşu bir gelenek midir? Gelenek olarak yorumlamayalım, sorumluluk olarak konuyu ele alırsak daha anlamlı olur. ODTÜ’nün eğitim – öğretim modelini incelediğimizde pozitif bilimin öğelerini sorgulayan, araştıran, analiz eden, yorumlayan ve sonuçlandıran bir yaklaşımın temel alındığı görülür. Eğitimin yabancı dil olması ise bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, dünyadaki gelişmelerden de haberdar olmayı getirir. Böyle olunca, mukayese ve talep farklılığı oluşuyor. ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı ve Yönetim Kurulu olarak, toplumsal olaylar karşındaki duruşunuz sizi zora sokmuyor mu? Örneğin Gezi olayları, Dikmen Vadisi halkının, Üniversitemizin ve Tekel işçilerinin mücadelelerinde yanlarında yer almanız gibi… ODTÜ mezunları toplumun yaşamını direk etkileyen bölümlerin mezunlarıdır. Doğal olarak bu olayların içinde olacaklar. Derneğin bu davranışı derneği gerçek bir sivil toplum örgütü yapar. Tavrımız, aldığımız kültürün ve sorumluluk bilincinin bir parçasıdır. Biz Derneğimizde lokal işletmeciliği yapmak için bulunmuyoruz; topluma faydalı olmak için oradayız. Tercihimiz bu yönde olduğu için ödeyeceğimiz bedele de hazırız. 10 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Tekel işçilerine verdiğiniz destekten biraz bahseder misiniz? Tekel işçilerinin mücadelesi, öncelikle emek rejimindeki esneklik ve güvencesizliğin yarattığı bir durum olarak önemlidir. Çıkarılan 4C kodlu kanun maddesi, provokatif denebilecek bir hak ve güvence iptalini düzenliyor; her nevi keyfî düzenlemeyi meşrulaştırıyor. İşçilerin direnişi, her şeyden önce, bu keyfîliğe karşı bir hak öznesi olma talebini yansıtıyor. Parlamento dışı politikayı anarşi olarak gören sağ geleneğin izinde, her türlü hak talebi ve protestoya refleks halinde hıyanet atfediyorlar. Bir yıldan uzun bir süre işsiz kalan işçilerin desteğe ve morale ihtiyaçları vardı, her zaman hak ihlallerine karşı duruşumuz, sorumluluğumuz gereği yanlarında olduk. ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı olarak ODTÜ’de 5 Ocak 2011 tarihinde öğrencilerin “Baş Kaldırıyoruz” eyleminde ODTÜ’de olduğunuz için; polise mukavemet, kamu malına zarar ve izinsiz yürüyüş yapıldığı gerekçesiyle yargılanıyorsunuz… Kısacası öğrencilerimizin bir kısmı parasız ve ana dilde eğitim için hükümet politikalarına karşı basın açıklaması yapmak istemişler. Polis de A1 Kapısı’ndan çıkmalarına müsaade etmedi. Ben, Yönetim Kurulu’muzdan bir arkadaşım ve öğretim görevlileri herhangi bir şiddet yaşanmaması, kimseye zarar gelmemesi Daha yakın zamana gelirsek, 18 Aralık’ta Başbakan’ın ODTÜ’ye gelmesi ile başlayan olaylardan bahseder misiniz? Aslında olayın bir yıl öncesinde (15 Aralık 2010) Başbakan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’na toplantı için geldi. Emniyet Müdürlüğü tarafından koruma amaçlı görevlendirilen 1500 Çevik Kuvvet polisi ODTÜ yerleşkesine izin almadan girdi. O tarihte polisin ve Başbakan’ın gelişini protesto amaçlı gösteriler düzenlenmiş, bir takım olaylar yaşanmıştı. Bu yaşanmışlık varken 18 Aralık 2012’de Başbakan tekrar ODTÜ yerleşkesindeki TÜBİTAK Uzay Bilimleri Enstitüsü’ne Göktürk- 2’nin uzaya fırlatılması için gelmiş; Emniyet güçleri tarafından koruma amaçlı olduğunu söylenen 3.500 Çevik Kuvvet polisi ve ayrıca 250’ye yakın da Başbakanlık koruması üniversite içine yerleşmiş; YÖK uygulamalarını, parasız eğitim taleplerini Başbakana anlatmak isteyen öğrencilere yönelik kullanılan orantısız güç olayların başlamasına neden olmuştu. Hükümetin, yandaş rektörlerin ve yandaş basının gerçeği yansıtmayan aşağılayıcı söylemleri tüm ODTÜ bileşenlerini rahatsız etmiş ve öğretim elemanları, Mezunlar Derneği, öğrenciler ve çalışanları bu haksızlığa; bilgi kirliliğine karşı, olup bitenin topluma doğru anlatılması için kenetlenerek gerekli tavrı göstermiştir. Biliyoruz ki geçmiş yıllarda ODTÜ’nün akademik özgürlük mücadelesi, bilimsel düşünceye yapılan saldırılara muhalif duruşu, toplumsal sorunlarda halkın yanında olması ve dünya çapında Dernekten Bilincindeyiz” başarısı bazı kesimleri rahatsız etmekte ve ODTÜ’nün bu yapısını yok edip hegemonyaları altına alma hevesleri halen devam etmektedir. Sonuç olarak haklı olduğumuz konularda korkusuzca verdiğimiz mücadele, toplum tarafından da olumlu karşılandı. Bir de ODTÜ arazisinden geçen yolun yapılmasında yaşanan süreç var… Merkeziyetçi devlet yapısı dışında yerelde yaşayan insanların söz ve karar haklarını yok sayan, ekolojik dengeleri, demokratik katılımın gerekliliğini göz ardı eden otoriter ve hiyerarşik siyasetin tavrına karşı gösterilen tepkiler meşruiyet ve yaygınlık kazanmıştır. ODTÜ Yolu’nda yaşananları da bu çerçeveden soyutlayamayız. Yol projesi 90’lı yıllardan beri gündemde. Konu yol projesi olarak görünse de, altında yatan yaklaşıma bakmak gerekir. Üniversitemiz tarafından hazırlanan ve tüm araziyi kapsayan koruma amaçlı imar planının içerisine 1992 yılında uygun görülen yol işlenerek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na onaya sunulmuştur. A1 Kapısı ile Şap Enstitüsü arasında kalan, birinci derece sit alanı olan ve bir ekosisteme sahip bölgede Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından 2.500 ağacın kesilmesi, Eymir Gölü’nü ODTÜ’den alma çabası, diğer arazinin %35 kadarının DOP adı altında Bü- yükşehir Belediyesi’ne devredilmesi, Bilkent Kapısı ile Vişnelik Tesisi arasında (Hazırlık Binası’nın önünden ) yol geçirme talepleri, hukuki süreçlerin göz ardı edilmesi, “ben yaptım oldu” mantığı sorunların oluşmasına neden olmuştur. ODTÜ Yolu’nun yasal süreç tamamlanmadan açılışı yapılmıştır fakat mahkeme süreci devam etmektedir. Bununla beraber; bir bölgede yaşayan insanların duygularını, düşüncelerini, taleplerini hiçe sayan, her şeyi mekanik yasa yorumlarıyla anlamaya ve anlatmaya çalışan zihniyete itirazımız var. Mezunlar Derneğimizin kuruluş amacı ve temel sorumlulukları içinde Üniversitemize destek olmak da var. Destekten kasıt, Üniversitemizin ve öğrencilerimizin gelişimine katkıda bulunmak. Çünkü bizleri her anlamda başarılı kılan ODTÜ’dür. Üniversitenin genel anlamda bilime, akademik özgürlüğe ve ina ssan hakları ve özgürlüklerine duyarlı tutumu, bunların uygulanabilir olması için harcanan b ççaba, bizim de arzu ettiğimiz yaklaşım biçimidir. Ortak paydamız olan ODTÜ kimliğim nin sürdürülebilir kalması için tüm bileşenn ller “ODTÜ Bileşenleri” kavramıyla bir araya ttoplanmıştır. ODTÜ Bileşenlerini bir arada ttutmak için diyalog ortamı yaratıyoruz. Bu birlikteliğin oluşması için çeşitli toplantılar ve b ççalışmalarla yoğun çaba harcandığını söyleyyebilirim. ODTÜ ile ilişkilerin geliştirilmesi ve “ODTÜ Bileşenleri” kavramını ortaya çıkaran süreci anlatır mısınız? Dernek içinde faaliyetlerini sürdüren çalışma grupları hakkında bilgi verir miç siniz? s Çalışma gruplarını dört ana başlık altında değerlendirebiliriz: Birincisi, üyelerin bilgi d NİSAN 2014 11 Dernekten alışverişi sağlayabileceği gruplar. İkincisi, kültürel ve sanatsal çalışmaların sürdürüldüğü gruplar. Üçüncüsü, toplumsal sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştiren gruplar. Dördüncüsü, sportif faaliyetlerin devam ettiği gruplar. Çalışma gruplarımız, çalışma grupları yönetmeliğini temel alarak, üyelerimizin gönüllü katılımı ve her grubun kendi içinde seçtiği yönetim organları ile işliyor. Yapılan etkinlikler, eğitim programları, seminerler ile bilgi alışverişi ve kültürel alışveriş sağlanıyor. Yönetim olarak bir toplumun gelişip büyümesinde kültürel ve sanatsal etkinliklerin önemli olduğu bilinciyle Edebiyat Kulübü, Sinema Kulübü, Tiyatro Atölyesi, Felsefe Kulübü, Resim ve Heykel Atölyeleri gibi gruplarımızın çalışmalarını sürdürmesini önemsiyoruz. Toplumsal bilincin geliştirilmesi için oluşturulan YPDK (Yönetim Politikaları Danışma Komitesi), Enerji Komisyonu, BİLTEK (Bilgi ve İletişim Teknolojileri Komisyonu), AGT (500’e yakın öğrencimizin dar gelirli vatandaşların çocuklarına derslerinde yardımcı oldukları Ankara Gönüllü Takımı) paneller yaparak bilginin paylaşımını sağlamayı hedefliyor. Bunların yanında Derneğimiz imkânlarıyla spor salonu, tenis kortları ve basketbol sahası ile üyelerimizin ve ailelerinin tesis içinde rahatlıkla spor yapabilecekleri alanlar oluşturuldu. Bir çalışma grubu nasıl oluşturulur? Çalışma gruplarımız, üyelerimizin talepleri doğrultusunda oluşturulur. Dernekte bir 12 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 çalışma grubu altında etkinliklerini sürdürmek isteyen üyelerimiz, en az dört üye olmak kaydıyla kurmak istedikleri çalışma grubu ile ilgili Yönetim Kurulu’na müracaat ederek çalışma grubu kurabilirler. Çalışma gruplarımız çalışmalarını sürdürürken gerekli kararları iç mekanizmaları dâhilinde alırlar. Yönetim Kurulu, çalışma gruplarının kararlarına yalnızca etkinliklerinin gerçekleşmesine onay verme aşamasında dâhil olur. Her üye çalışma gruplarına katılabilir mi? Evet, üyeler istedikleri çalışma grubuna katılabilirler; bunun için yönetmeliklerimiz doğrultusunda hareket ediyoruz. Üye – Dernek ilişkileri nasıl sağlanıyor? Aylık bültenimiz ve maillerimiz ile üyelerimize faaliyetlerimizle ilgili sürekli bilgi akışı sağlıyoruz. Ayrıca, her Perşembe saat 21.00’dan 24.00’a kadar mutlaka bir Yönetim Kurulu üyesi görevli olarak tesiste bulunuyor ve üyelerin taleplerini, önerilerini dinliyorlar. Üyelerimiz düşüncelerini mail üzerinden de Yönetim Kurulu’na ulaştırabiliyorlar. Başkan olarak benim iş ve cep telefonu numaralarım dernek çalışanlarından rahatlıkla temin edilerek benimle de iletişim kurulabilir. D k il il i arasında d Dernek ile ODTÜ öğ öğrencileri nasıl bir iletişim var? Öğrencilerimizin maddi manevi ihtiyaçlarını karşılamak, onlara destek olmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bursiyer sayımız 180’lerden 533’e çıktı. Bursun yanı sıra barınma ihtiyaçlarına yardımcı olduğumuz gibi, son sınıf öğrencileri için hazırladığımız tesis kullanım kartı ile öğrencilerimiz tesisimizden yüzde 10 indirim ile yararlanabiliyorlar. Böylece henüz mezun olmadan bir oryantasyon çalışması yapmış oluyoruz. Ayrıca, öğrencilerimiz gerçekleştirmek istedikleri etkinlikler için yer bulamadıklarında, tesisimizin alanlarını kullanma olanağı sağlıyoruz. Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ile ilişkilerimiz de giderek gelişiyor… Dernekten Ortak paydada buluşabildiğimiz, “Nasıl bir Türkiye ve nasıl bir dünya istiyoruz?” sorusunun cevabıyla ilgili düşüncelerimizin örtüştüğü odalar, sendikalar ve çeşitli vakıflar ve derneklerle sürekli iletişim halindeyiz. Zaman zaman ortak etkinlikler yapıyoruz. Toprak Reformu, Kamusallık Yeniden, Toplumcu Belediyecilik Forumu, Sivil Toplum Diyaloğu, Başkent Dayanışması çalışmalarımız ortak çalışmalara örnek oluşturuyor. Bunların yanı sıra, yardım amaçlı konserler, ortak paneller düzenliyoruz. Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları tesisimizdeki toplantı salonlarını ücretini ödemek kaydıyla kullanabiliyor, etkinlik ve çalışmalarını burada yapabiliyorlar. Derneğimizin gençlere ve çocuklara yönelik ne gibi çalışmaları var? İLKYAR ve LÖSEV ile her yıl ortak çalışmalarımız oluyor. Çeşitli demokratik kitle örgütlerinin bir araya geldiği bir organizasyonla kimsesiz, ekonomik durumu zayıf çocuklarımızla kitap paylaşımı, tesiste çeşitli etkinlikler yapıyoruz. Diğer ODTÜ Mezun Dernekleri ile ilişkilerden ve ortak çalışmalardan söz eder misiniz? Derneğimizin konumu gereği Üniversitemize yakın olması dolayısıyla, ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olarak tüm mezun derneklerinin katılımıyla oluşmuş Konsey’in Başkanlığını da yürütüyorum. Önerimizle ortaya çıkan YÖNDER Programı Türkiye’de ilk defa uygulanmış bir programdır. Diğer üniversitelere ve belediyelere örnek olmuştur. YÖNDER Programı’yla ilgili bilgi vermek gerekirse; Üniversitemizi kazanan öğrenciler, önce bulundukları illerdeki mezun derneklerimiz tarafından yapılan toplantılarla Üniversite, yurtlar, branşlar hakkında bilgilendiriliyor. Ardından kayıtların başladığı gün Üniversitemizin ve programda gönüllü görev alan üyelerimizin desteği ile öğrencilerimiz otobüs terminalinde ve garda karşılanarak yerleşke içindeki kayıt kabul bürosuna ulaştırılıyor. ODTÜ Mezunları Derneği’ni özellikle son zamanlarda sık sık basında görüyoruz… ODTÜ’nün söyODTÜ’ ü ve ODTÜ mezunlarının l ö lemlerinin, görüş ve tepkilerinin toplum tarafından önemsendiği aşikârdır. Medyada basın açıklamalarımız, tepkilerimiz yer almaktadır. Bu çalışmalarımız karşı görüşe sahip olan Aksiyon Dergisi, Yeni Akit Gazetesi tarafından hedef gösterilmemize, karalama kampanyaları üretilmesine neden olmuştur. Bu da Derneğimizin duruşunun kamuoyu için ne denli önemli olduğunun göstergesi olmuştur. Derneğimizin hatırı sayılır miktarda personeli ve temizlik/bakım/onarım maliyetleri ile yatırımlar nasıl karşılanıyor? Zorlukları nasıl aşıyorsunuz? Derneğimizin gelirlerini dört ana başlıkta toplayabiliriz: Birincisi üye aidatları; Dokuz yıldır üye aidatlarına hiç zam yapılmadan dernek giderlerinin karşılanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu derneğin giderlerini karşılayabilmek ve ODTÜ bileşenlerinin ihtiyaçlarının giderilmesine katkı sağlamak için yeterli değil. İkincisi lokal işletmesi; Yapılan idari ve yapısal değişikliklerle, yemek ve servis kalitesindeki iyileşmeyle üyelerin tesisi kullanımı artmış, 2012 – 2013 bütçelerinde bu artış artı değer olarak yansımıştır. Yatırımlardaki tek amacımız aylık sabit gelir elde ederek personel gi- derlerimize bulunmaktır. Üçüncü d l i i kkatkıda tk d b l kt Ü ü ü gelir li başlığı bağış ve yardımlar; Çeşitli tedarikçilerden ve az da olsa üyelerimizden gördüğümüz destek sayesinde kayda değer bağışlar alarak işten ayrılan personelin kıdem ve ihbar tazminatları ödenmiştir. Böylece ileride doğabilecek borçlanmanın önüne geçilmiştir. Dördüncüsü burs bağışları; Üyelerimizin ve ODTÜ gönüllülerinin katkılarıyla oluşan, gelirleri sadece ve sadece bursiyerlere aktarılan, zaman geçtikçe büyüyüp gelişen bir yapı. ODTÜ mezunları neden ODTÜ Mezunları Derneği’ne üye olmalı? ODTÜ kültürü ve geleneğine baktığımızda, özünde dayanışma yatmaktadır. Dayanışmanın oluştuğu alan ise mezun dernekleridir. Mezunlarımız, Derneğimizde dönem arkadaşlarıyla bir araya gelme, birikimlerini diğer mezunlarla paylaşma, ortak etkinlikler ve projeler geliştirme olanağı buluyorlar. Ayrıca sosyal tesisimizde son zamanlarda yaptığımız çalışmalarla ve sportif yatırımlarla sunulan hizmetlerden piyasaya göre daha ekonomik yararlanma olanağı bulunuyor. Bu nedenle tüm mezunlarımızın aktif katılımını ve bu dayanışmanın içinde yer almalarını bekliyoruz. NİSAN 2014 13 Dernekten Bu Yıl Neler O DTÜ Mezunları Derneği, her dönem yenilerini eklediği proje ve etkinlikleriyle üretken bir çalışma alanı; toplumsal duyarlılığı ile saygın konumunu gün be gün yenileyen bir fikir önderi; hizmet kalitesi ile kullanıcı memnuniyetini giderek artıran bir tesis; kısaca yıllar geçtikçe gelişen ve güzelleşen bir yaşam alanı... Her yıl olduğu gibi, geçtiğimiz yıl da Derneğimiz yeni etkinlikleri, üyelerimizin özverili çalışmaları ve aramıza yeni katılan üyelerimizle gelişimine devam etti, bir yıl daha büyüdü; güzelleşti... Bizim için, Derneğimizin gelişmesi ve güzelleşmesi için birlikte attığımız her adımın anlamı büyüktü. Her bir adım, yeni bir kazanım, yeni bir deneyim oldu. Takdirle karşılanan gelişim çizgisiyle ODTÜ Mezunları Derneği, dernek çalışmalarıyla mezunlarımıza ve içinde bulunduğumuz topluma bir gelişim ve eğitim alanı yaratırken; tesiste yapılan düzenleme ve yenileme çalışmalarıyla üyelerimize sunduğu hizmetin kalitesini de artırıyor. Her geçen gün daha iyiye ulaşmak için, içinden geçilen gelişim sürecini bilmek de, yeni çalışmalar yapmak kadar önemli. Bu düşünceyle, geçtiğimiz dönemden bu yana Derneğimizde el birliğiyle yaptığımız çalışmaları anımsatmak istedik. Her yaz başında yapılan Geleneksel Vişnelik Bahar Şenliği ile etkinliklerine ara veren Derneğimiz, etkinlik katılımcılarının yerine yaz boyunca devam eden yaz kamplarıyla çocuklara ev sahipliği yapar. Geçtiğimiz yıl, yine şenliğin ardından etkinlik katılımcılarımızın ve üyelerimizin sohbetlerinin 14 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 yerini çocuk sesleri aldığı günlerde, Haziran’da gelişen toplumsal olaylarla birlikte, önceki yıllara göre daha hareketli bir yaz geçirdik. Türkiye’nin çeşitli illerinde pek çok mahallede halkı bir araya getiren Gezi Forumları, Derneğimizde de ODTÜ’lülerin ve mahalle halkının katılımıyla Çim Amfi’de devam etti. Bu yıl da Mezunlar Günü’nün akşamında Meuzunlar Gecesi ile Derneğimizde buluşan ODTÜ’lüler, güzel bir Ankara akşamında serin ve ışıl ışıl Havuzbaşı’nda sohbet etme olanağı buldular. Havuzbaşı ve Kır Düğünü alanlarında, bu yaz da birbirinden şık düğünlerle pek çok çift evliliğe adım attı. Gündüzleri yazı Ankara’da geçirenlerin havuz keyfi, çocukların koşuşturmaları; akşamları püfür püfür Havuzbaşı yemekleri, yazlık sinema günlerini geri getiren Dernekten Y ap t ık? Yıldızların Altında Film Şöleni ve Çim Amfi forumlarıyla yazı da dolu dolu geçiren Derneğimiz, Eylül geldiğinde yeni döneme hem yeni dönem etkinliklerinin hazırlıkları, hem de ağaç dikme etkinlikleriyle girdik. Derneğimizin önemli çalışmalarından biri olan “ODTÜ’ye Hoşgeldiniz Programı” ile yine yüzlerce yeni ODTÜ’lüye adım attıkları yeni hayatlarının başlangıcında yol gösterdik. AŞTİ’de karşılanan öğrenciler, okuldaki kayıt masalarına kadar götürülürken, ODTÜ ile ilgili bilmeleri gereken bilgileri de edindiler. Kurulduğu günden bu yana toplumsal duyarlılığı, özgür ve bilimsel düşüncenin savunucusu olan ODTÜ’nün mezunları olarak, ODTÜ felsefesinin doğaya ve çevreye verdiği önemin simgesi olan ODTÜ ormanında düzenlediğimiz orman yürüyüşünde öğrencisiyle, mezunuyla, akademik ve idari personeliyle ODTÜ bileşenleri olarak bir kez daha bir araya geldik. Anadolu Bulvarı’nın devamı niteliğindeki yolun ODTÜ arazisinden geçmesi ve burada bulunan ağaçlık alanın zarar görmesi konusundaki tartışmalar sürerken, 18 Ekim akşamı yapılan müdahaleyle tesisimizin arazisinin ODTÜ ormanı tarafına girildi. Bir gece yarısı başlayan çalışma tepki toplarken, ODTÜ, Ortadoğu Öğretim Elemanları Derneği ve Derneğimiz konuyla ilgili basın açıklamaları yaptılar. Düzenlenen ağaç dikme etkinliklerinde çeşitli sivil toplum kuruluşu ve demokratik kitle örgütlerinden, üniversitelerden ve mezunlarımızdan gelen binlerce fidan, yoğun ilgi ve katılımla, el birliği ile araziye dikildi. Yeni dönemle birlikte çalışma grupları ve kulüplerin de etkinlikleri başladı. “ODTÜ’lüler Gündemi Tartışıyor” etkinlik dizisi, gündeme dair değerlendirmeleri konuk konuşmacılar eşliğinde yaparken, Enerji Komisyonumuz, düzenlediği enerji panelleriyle Türkiye’nin enerji gündeminde önemli konuları tartışmaya devam diyor. ODTÜ Mezunları Derneği denince hemen akla gelen Edebiyat Kulübü, Arkeoloji Kulübü, Sinema Kulübü ve Felsefe Kulübü de çalışmalarına yoğun ilgi ve katılımla sürdürüyor. Bu yıl kulüplerimizin arasına iki yeni kulüp katıldı: Koleksiyon Kulübü ve Gezi Kulübü. Şimdiye kadar Etkinlikler Komitesi tarafından düzenlenen gezilerimizle Safranbolu, Kızılcahamam, Işıkdağı gibi pek çok yeri görme, fotoğraflama olanağı bulduk; bundan böyle gezilerimiz Gezi Kulübü ile devam edecek. Keşan- NİSAN 2014 15 Dernekten lı Ali Destanı ile büyük bir çıkış yapan ve tiyatro tarihi açısında çok önemli eserleri ardı ardına başarıyla sahneleyen Tiyatro Atölyemiz de “Çavuş Musgrave’in Dansı” adlı eserin başarılı temsillerinin ardından, izleyicileri yeni oyunlarla buluşturmaya hazırlanıyor. Etkinlikler Komitemiz tarafından düzenlenen kurslar ve seminer programları ile hem çocuklar, hem yetişkinler için farklı ilgi alanları yaratan Derneğimiz, çocuklara bilimsel bilgiyi ve öğrenmeyi sevdirmeyi amaçlayan “Bu Pazar Çocuklara” etkinlik dizisi ile DNA’dan robot yapımına yeni bilgiler edinmelerini sağlarken, çocukların vakit geçirmek istedikleri bir yer oldu. Bu yıl, resim ve heykel gibi sürekli kurslarımızın yanı sıra, “evde peynir yapımı”, “evde şarap yapımı”, “çağdaş mutfak lezzetleri kursu”, “robot atölyesi” ve sayamadığımız pek çok kurs programı ile farklı ilgi alanlarına yönelik çalışmalar yaptık. Salonlarımız kurslarımız ve etkinliklerimizle dolarken, Vişnelik Restoran’ın “sınırsız hamsi geceleri” yine döneme damgasını vurdu. Her yıl derneğimiz çalışanlarının bir araya gelerek güzel bir akşam geçirdiği, geleneksel hale gelen “Personel Gecesi” bu yıl da çok eğlenceliydi. Geçtiğimiz yıldan bu yana sportif faaliyetlerin arttığı, spor alanlarının daha verimli kullanıldığı tesisimiz, özellikle tenis ve eskrim alanında attığı adımlarla ödüllere de sahip oldu. Ve belki de spor alanında bu yılın en önemli adımı, 20 Aralık 2013 tarihinde törenle açılan ODTÜ Mezunları Derneği Prof. Dr. Rüştü Yüce Spor Salonu oldu. Spor salonumuzun açılmasıyla birlikte, Derneğimiz çatısı altında yapılan spor çalışmalarının yanında basketbol çalışmalarına da hız verildi. Bursiyer sayısını her yıl arttırarak daha fazla ODTÜ öğrencisine destek olmayı hedefleyen Derneğimiz, Burs ve Yardımlar Komitemizin yoğun çalışmaları sonucu bu yıl bursiyer sayısı 533’e yükseldi. Yılbaşı kutlamalarında ve Geleneksel Bahar Şenliği’nde Burs ve Yardımlar Fonu yararına yapılan çekilişlerle daha fazla ODTÜ’lüye elimizi uzatmak için çabalıyoruz. Derneğimizde çalışmalarına devam eden Türk Sanat Müziği Koromuz, Burs Fonu yararına verdiği konserlerle geçtiğimiz yıl da beğeni topladı. ODTÜ Mezunları Derneği olarak, yalnızca ODTÜ’lü öğrencileri değil, toplumsal sorumluluğumuz gereği geleceği oluşturacak tüm öğrencileri önemsiyoruz. Bu düşüncelerle yola çıkarak, ODTÜ mezunları olarak Derneğimiz çatısı altında geliştirilen ve sürdürülen proje ile 25 Kasım 2012’de açı- 16 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Dernekten lan ODTÜ Mezunları Ortaokulu eğitim – öğretim devam ediyor. Ayrıca, Ankara Gönüllü Takımımız, Ankara’nın çeşitli bölgelerinde desteğe ihtiyaç duyan çocuklara eğitim desteği veriyor, onları kültürel ve kişisel gelişimini destekleyecek etkinliklerle buluşturuyor. Van’da yaşanan depremin ardından Dernek olarak yürüttüğümüz kampanya ile toplanan yardımların Van’a ulaştırılmasının ardından, geçtiğimiz yılsonu gerçekleşen giysi yardımıyla depremzedelerin yanında olduk. Tüm bu çalışmaların yanında, buraya yazamadığımız pek çok çalışmanın olduğunu, üyelerimizin özverili çalışmasıyla yüksek tempolu, canlı bir çalışma ortamını yakaladığımızı görmek bizi mutlu ediyor. Giderek gelişen ve güzelleşen tesisimiz, her geçen gün sayısı artan üyelerimiz için kendi ilgi alanlarına uygun pek çok etkinliği bulabilecekleri bir alan haline geliyor. Böylece, tesisimizi kullanan üye sayısı arttıkça, Derneğimizin üyeleri açısından birleştirici ve eğitici yönü ön plana çıkıyor. ODTÜ’lüleri bir bütün yapan ODTÜ tarihinin canlı tutulması ve gelecek nesillere aktarılması konusunu çok önemseyen Derneğimiz, bu tutumunu tüm çalışmalarına yansıtmaya devam ediyor. 2 Aralık Anma Törenleri, bu çalışmaların en önemlilerinden biri belki de. Bu çabanın göstergelerinden biri olarak, ODTÜ’nün simgeleri arasında yerini almış mavi servis otobüslerinden biri artık Derneğimizin bahçesinde… Biliyoruz ki, geçmişimizi ne kadar iyi bilir, geleceğe ne kadar doğru aktarırsak, güzel bir geleceğin oluşmasına o kadar katkıda bulunmuş oluruz. Geçmişten geleni geleceğe aktarmak da, birbirimize ve Derneğimize sahip çıkmaktan geçiyor. Bu anlamda, hep birlikte yaptığımız çalışmaların verdiği manevi doyum, Derneğimizin her geçen gün gelişmesi ve güzelleşmesiyle artan üye memnuniyeti, bu amaçla gösterilen çabaların ödülü oluyor. Derneğimiz, hem toplum içinde fikir önderi olarak kabul gören bir sivil toplum kuruluşu olarak, hem de sosyal ve kültürel etkinlikleriyle zamanı değerlendirme alanı olarak her geçen gün katkılarınızla güçleniyor. Tüm faaliyetlerimizde gönüllü çalışmalarıyla gücümüze güç katan üyelerimize sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. NİSAN 2014 17 Dernekten Vişnelik’te “Havuz Keyfi” İçin Geri Sayım Başladı! A nkara’nın sıcak yaz günlerinde serinlemek, havuzun başında kitap okuyup sohbet ederek keyif yapmak için geri sayım başladı. Gelecek yazın hayalini kurmaya başladık, güneşli güzel günler, tiril tiril giysiler, eğlence… Ama yazın tadını çıkarmak için bunaltıcı sıcağa keyifli bir çözüm üretmeli; havuz belki de en iyisi. Her yaz olduğu gibi Vişnelik bu yaz da havuz kenarında sohbetler, kahkahalar ve çocuk cıvıltıları ile dolup taşmaya hazırlanıyor. Bu yıl başlayan uygulamayla, 2013 yılı ve önceki yıllara ait ödentilerini tamamlamış üyelerimiz, eşleri ve çocuklarıyla havuzu hafta içi ücretsiz kullanabilecek. Hem serinlemek hem eğlenmek için bu yaz sizi de Vişnelik’e bekliyoruz… 18 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237 “Kantin Sohbetleri” Devam Ediyor… D erneğimiz Yönetim Politikaları Danışma Komitesi tarafından düzenlenen ve ilki geçen ay gerçekleşen “Kantin Sohbetleri” etkinlik dizisi, bu ay 15 Mart Cumartesi günü Yalıncak Salonu’nda ODTÜ’lüleri bir araya getirdi. Öğrencilik günlerinin en sıcak ortamını, yurt ve bölüm kantinlerini anımsatan bir ortamda bir araya gelen konuklar, bu ayın tartışma konusu “Seçimler Süreci ve Sonrası” konusunda fikirlerini paylaştılar. Kolaylaştırıcılığını Mustafa Çobanoğlu’nun yaptığı etkinlikte, seçim öncesi yapılan araştırmalar ve tahminler değerlendirilirken; seçim sürecinde kamuoyunun eğilimlerinin nasıl şekillenebileceği; seçim sürecinde ve sonrasında siyasi ve ekonomik koşulların nasıl etkileneceği tartışıldı. Dernekten Macit ÖNCEL (CE’76) S inema Kulübümüz yine iki ilginç filme ev sahipliği yaptı geçen ayki toplantılarında. Katılımcıların severek izlediği filmlerden ilki Theo Angelopoulos’un 1991 yapımı “Leyleğin Geciken Adımı” isimli eseri idi. Başrollerini Marcello Mastroianni ve Jeanne Moreau’nun paylaştığı filmin konusunu kısaca paylaşmak isterim… TV Muhabiri Alexandre, kaçak göçmenlerin durumu hakkında çekimler yapmak üzere, Türkiye -Yunanistan sınırında, Meriç Nehri tarafından bölünmüş uzak ve yalıtılmış bir kasabaya gider. Doğu Bloğunun çökmesiyle beraber artan göçmen akımı bu küçük ve kasvetli kasabayı “Bekleme Salonu” denen bir Araf haline getirmiştir. Batı ülkelerine sığınmacı olarak geçebilmeyi uman ve bu uğurda zor koşullara katlanmak zorunda kalan kaçaklar burada toplanmıştır. İçlerinde Türkler, Kürtler, Araplar, Arnavutlar vs olan bu kaçaklar haklarında son karar verilene dek burada beklemektedirler. Alexandre, otel odasının balkonunda sigara içerken aşağıda yolda yürüyen ve kendisine tanıdık gelen bir adamı fark eder. Daha sonra ham film kayıtlarında da aynı yüzü, eski bir vagonda sigara içerken yine dikkatini çeker. Yıllar önce, kariyerinin doruğunda, kendisini parlak bir gelecek beklerken, parlamentoda, yazdığı konuşmayı okumadan katlayıp cebine koyan ve “Öyle zamanlar vardır ki, yağmurun gürültüsündeki musikiyi dinleyebilmek için susmasını bilmek gerekir” diyerek politik sistemi eleştirerek görevinden istifa edip, güzel Fransız eşini ve 20 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 yönetici sınıfa ait olmanın sağladığı bütün ayrıcalıkları terk ederek tamamen ortadan kaybolan ve bir daha kendisinden haber alınamayan ünlü politikacıdır bu; ya da Alexendre öyle sanmaktadır. Bütün ülkeyi derinden sarmış olan o skandal düzeyinde ani istifanın kahramanı, Tanrı’nın bile unuttuğu kasabada, toplumun en alt katmanında yer alan bu talihsiz insanlar arasında ne yapmaktadır? Alexandre, resmi görevini ihmal edip, sokakta gördüğü ve o ünlü politikacıya benzettiği adamın izini sürmeye başlar. Leyleğin Geciken Adımı, “sınırlar” üzerine bir filmdi. Bazen Meriç nehri gibi coğrafik, bazen kişinin taşıdığı ırksal özellikler gibi etnik, bazen sahip olduğu görüş kadar siyasal, bazen yaşadığı toplumdan öğrendiği değerler kadar kültürel sınırlar… İnsanlığın kendi özgürlüğünü kısıtlayan ne kadar çok sınır varmış meğerse! Mart ayının ikinci filmi Japon Vakfı’nın katkısı ile gösterilen “Mutluluk Veren Ekmek” isimli Yukiko Mishima’nın yazıp yönettiği bir Japon filmi idi. Hokkaido’da bulunan fırın - kafenin model alındığı sıcak, samimi bir film izledik. Kafe sahibi ve müşterilerin günlük yaşamını, dört mevsim görüntüleri ve yemek görüntüleriyle süsleyerek anlatılmıştı. Tokyo’dan Toya Gölü’nün kenarına taşınarak konaklamalı fırın - kafeyi açan Mizushima (Yo Oizumi) ve Rie (Tomoyo Harada); kafelerine gelenleri güleryüzle ağırlarlarken, konuklarının sorunlarını aşmada yaptıkları lezzetli ekmekleri bölüşme olanağı sağlayarak yardımcı olduklarını gördük. Yaşamdan zevk almayan, hatta ümidi kesmiş olarak fırın - kafeye gelen konuklar hep mutlu ayrıldılar: Sevgilisi tarafından terk edilen genç kız, annesinin evi terk etmesi sonucu babası ile yaşamak zorunda kalan ve annesizliğe alışamayan öğrenci kız, çocuklarını yitiren ihtiyar çift… Toya Gölü yakınında çekilen ve yılın dört mevsimini bizlere güzel görüntüler ve müzik eşliğinde sunan film; izleyiciye, acıların paylaşarak azaldığını, paylaşımın da ekmeğini paylaşmak gibi küçük bir adımla başlayabileceğini hüzünlü bir tavır ile zihinlerimize işliyordu. Dernekten Burs Komitesi’nden ODTÜ MEZUNLARI TÜRK MÜZİĞİ KOROSU’NDAN BURS FONU YARARINA “AKŞAM GÜNEŞİ” KONSERİ BURS FONU YARARINA “NAĞMEDEN GÖNÜLE-1” KONSERİ O DTÜ Mezunları Türk Müziği Koromuz, 31 Ocak Cuma günü, ODTÜ KKM’de, ilk bölümü Hicaz makamında eserlerden oluşan fasıldan, ikinci bölümü ise Osman Nihat Akın eserlerinden oluşan “Akşam Güneşi” adlı bir konser ile izleyicilere müzikle dolu hoş bir akşam yaşattı. “Seyre Daldık”, “Akşam Güneşi”, “Girdim Yârin Bahçesine”, “Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak Göreceksin”, “Bir İhtimal Daha Var O Da Ölmek mi Dersin”, “Göze mi Geldim Sen mi Unuttun”, “Yine Bu Yıl Ada Sensiz” eserlerinin de seslendirildiği konserin sonunda, Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet ŞAHİN ve ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ersan Akyıldız’a koroya verdikleri destek nedeniyle koro üyeleri tarafından teşekkür çiçeği takdim edildi. 2005 yılında kurulan ve o yıldan beri Derneğimiz bünyesinde çalışmalarına devam eden koro, bugüne kadar 16 farklı repertuar ile 24 konser vermiştir. Ankara’da verdiği 16 konserin yanı sıra, 5 turne ile çeşitli kentlerde de konser veren koro, Sahilkent Belediyesi’nin davetlisi olarak Finike’de, Kadıköy Belediyesi’nin davetlisi olarak İstanbul’da, Kuzey Kıbrıs ODTÜ Kampusun- da, Gaziantep de ve Ayvalık Belediyesi’nin davetlisi olarak Ayvalık da konserler vermiştir. ODTÜ mezunu ve mezun yakınlarından oluşan koroyu, kendisi de ODTÜ Fizik Bölümü mezunu olan, TRT Ankara Radyosu kanun sanatçısı Tahir AYDOĞDU çalıştırıyor. Koro konserleri Derneğimiz bünyesinde yer alan Burs Fonu yararına yapılıyor; konser bilet gelirlerinin tamamı, Burs Fonu’na aktarılıyor. B urs Fonu yararına gerçekleştirilen “Nağmeden Gönüle-1 adındaki etkinlikle 7 Mart Cuma günü şiir, sohbet ve musiki dolu bir akşam geçirdik. Divan Edebiyatı ve son dönem şiirlerinden çeşitli bestekârlarca bestelenmiş ve içinde “GÜL” kelimesinin işlendiği aşağıdaki eserlerin Prof. Dr. Yaşar Aydemir tarafından edebi, Prof. Dr. Ahmet İnam tarafından felsefi yorumu yapılan konserde, kanunda Tahir Aydoğdu, solist Hülya Aydoğdu, Yaylı Tanburda Bekir Güven, udda Jankat Eser yer aldı. Repertuar ise, Şevki Koro, 25 Mayıs Pazar akşamı ODTÜ KKM’de ünlü besteci Avni ANIL’ın eserlerinden oluşan bir konser vermek üzere, hazırlıklarını sürdürüyor. Konserde emeği geçen tüm koro üyelerine, ODTÜ KKM personeline, görev alan öğrencilerimiz Ahmet Güler, Şemsettin Cura ve Hasan Yılmaz’a teşekkür ediyoruz. Bey’in Hicaz şarkısı “Affeyle suçum ey gül-i ter başıma kakma”, Hicaz makamında bir Rumeli türküsü “Kırmızı gülün ali var”; Muhayyerkürdi makamında Nikoğos Ağa’nın bir şarkısı “Var mı hacet söyleyim ey gül-tenim”, Muallim İsmail Hakkı Bey’e ait Acemkürdi bir şarkı “Fikrimin ince gülü”, Nuri Halil Poyraz’ın Muhayyer makamındaki şarkısı “Sana gül gonca diyorlar”, Münir Nureddin Selçuk’un Rast karçesi “Gül yüzünde göreli zülfü semen say gönül”, bestesi Ahmet Rasim’e ait Rast makamındaki şarkı “Leb-i renginine bir gül konsun”, bestesi İsmail Baha Sürelsan’a ait Buselik makamındaki bir eser “Güle sor bülbüle sor halimi hicranımı dinle”den oluşuyordu. Şarkılarının yer aldığı konserin tüm geliri Burs Fonumuza aktarıldı. Emeği geçen herkese, yardımcı olan tüm personelimize ve görevli öğrencimiz Eda Sekmen’e teşekkür ediyoruz. DESTEKLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ… MART AYI İTİBARİ İLE BURS FONU’MUZA BAĞIŞTA BULUNUP ESKİ TALİMATLARINI GÜNCELLEYEN YENİ BAĞIŞ VEREN ÜYELERİMİZ VE MEZUNLARIMIZ BURS VERENLER BÖLÜM’MEZUN‹YET YILI BURS VERENLER BÖLÜM’MEZUN‹YET YILI ALİ CAVİT ÜN CE’76 İBRAHİM HALUK TÜRE AYSUN AYTAÇ ID’02 MEVLÜT AKDENİZ EE’06 ERCAN EROL CE’81 ÖZNUR AKCAKAYA MAN’07 ERTUĞRUL ERDİ CHE’79 FATMA TELEK MATH’81 SEFER CENGİZ ARCH’76 ES’86 SERAY KAYA METE’13 FERİDUN AKYÜZ ARCH’71 FERRUH BÜLENT BİNGÖL ARCH’71 ŞAFAK KOLAY CE’89 ME’93 ZEHRA KAYA HIST’90 GÜROL İPEK İSMİNİN AÇIKLANMASINI İSTEMEYEN 8 BURS VEREN BAĞIŞÇI BULUNMAKTADIR. ODTÜ DOSTLARI GÖKSUN ÜNGÜT KADRİYE BERRİN TEKİNER CUMHUR KUTLU CE’67 ANISINA FEYZA KUTLU SÜRÜCÜ CE’70 AYTEN SAN GÖKOĞLU ANISINA ŞULE GÖKOĞLU ADM’83 ALİ OYTUN GÖKHAN ANISINA ÇİĞDEM BERDİ GÖKHAN ARCH’71 ÇORBADA TUZ FONU BAĞIŞÇILARI HÜSEYİN KARAMAN UMUT ARTUK CAN PULAT ÖĞÜN ERDEM ARICI CEVDET UYGAR AKSOY BERK TAFTALI TUNCA ATAOĞLU KEMAL SİNECAN ODTÜMD OD TÜMD Ü BURS FONU HESAPLARI İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ 4229-422059 HESAP IBAN:TR 81000 6400 0001 4229 0422 059 GARANTİ BANKASI MALTEPE ŞUBESİ 114-6299535 HESAP IBAN:TR21 0006 2000 1140 0006 2995 35 YAPI KREDİ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ IBAN: TR74 0006 7010 0000 0072 4153 77 22 ODTÜLÜLER Ü Ü BÜLTENİ Ü İ 238 MURAT CAN ADABAĞ ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- EURO IBAN: TR39 0001 0015 3708 9762 9150 01 İŞ BANKASI ODTÜ ŞUBESİ – USD IBAN: TR81 0006 4000 0024 2293 1651 17 ZİRAAT BANKASI ODTÜ ŞUBESİ- TL IBAN NO : TR61 0001 0015 3735 4394 9650 01 Dernekten OMD Oyuncuları’ndan Yeni Oyun: “Evham” D ört yıldır bizleri birbirinden değerli eserlerle buluşturan OMD Oyuncuları, Nisan’da Umut Uğur’un “Evham” adlı oyunu Yücel Çelikler yönetiminde sahnelemeye hazırlanıyorlar. Yeni oyunlarını izleyici ile buluşturmadan önce, “Mockinpott Acılarından Kurtulacak mı?” oyununu da tekrar sahnelenecek. OMD Oyuncuları, 1 Nisan Salı ve 4 Nisan Cuma günleri “Mockinpott Acılarından Kurtulacak mı?”, 15 Nisan Salı ve 18 Nisan Cuma günleri ise “Evham” ile Devlet Tiyatroları 75. Yıl sahnesinde tiyatroseverlerle buluşacak. Ayrıca “Mockinpott Acılarından Kurtulacak mı?” Akdeniz Üniversitesi Şenliği’nin kapanış oyunu olarak 20 Nisan’da bir kez daha izleyici ile buluşacak. “Evham” ise ODTÜ Tiyatro Şenliği kapsamında sahnelenecek. İktidarın, gücünü elinde tutabilmesi için yarattığı sahte gündemi, bu gündemle oluşan kuruntuları sorgulayan “Evham”, günümüz dünyasını yeniden sorgulamanızı sağlayacak. “Üç Kuruşluk Opera” Rock – Opera Yorumuyla Geliyor Nisan programı için provalarına devam eden OMD Oyuncuları, yeni oyunlar için de çalışma yapıyor. Derneğimiz Tiyatro Atölyesi’nde Bertolt Brecht’in “Üç Kuruşluk Opera” adlı oyununu rock – opera formunda sahnelemek için çalışmalar devam ederken, John Hall’ın “İşbirlikçiler” adlı oyununun çevirisi tamamlanarak provalarına başlandı. Her yıl ODTÜ mezunlarından ve üniversite öğrencilerinden yeni başvurularla büyüyen OMD Oyuncuları kadrosunda, erkek oyuncu ihtiyacı olduğu bilgisini veren Yücel Çelikler, ODTÜ mezunlarının ve ODTÜ öğrencilerinin yanı sıra, diğer üniversite öğrencilerini de aralarında görmek istediklerini dile getirdi. NİSAN 2014 23 Dernekten izlencesi “Zor Işık Koşullarında Uygulamalı Fotoğraf Çekim Eğitimleri” D Başlıyor! erneğimizce düzenlenen fotoğraf eğitimleri Zor Işık Koşullarında Uygulamalı Fotoğraf Çekim Eğitimleri ile devam ediyor. Nisan’da başlayacak program kapsamında gece sokak çekimleri, teknikleri ve çekim ipuçları, tiyatro çekimleri, teknik ve ipuçları, ışıkla boyama ve gece yıldız izleri fotoğraf çalışması yapılacak. Katılımcıların temel fotoğraf eğitimi almış olmasının zorunlu olduğu eğitim programında, tiyatro oyunu fotoğraflanması ile başlanacak; gece ışık ve hareket uygulamaları ile devam edecek; yıldız izleri çekim teknikleri ve koşullarının anlatımı ise, Beynam Ormanı’nda, yıldız çekimleri konusunda profesyonel çalışmalar yapan konuk eğitimcilerimiz eşliğinde gerçekleşecek. 23 Nisan 24 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Dernekten GÜNÜN MÖNÜSÜ HAFTA ‹Ç‹ HERGÜN 12:00 - 14:00 SALI ÇARŞAMBA PERŞEMBE A’la Carte Mönü A’la Carte Mönü Açık Büfe Balık Keyfi Canlı Müzik 16 TL Resim ve Heykel Kursu Kayıtları Devam Ediyor... CUMA A’la Carte Mönü Canlı Müzik D erneğimiz tarafından düzenlenen Resim ve Heykel Kursu yeni dönem kayıtları devam ediyor. Kendinize zaman ayırın; bir hobi edi- nin. Haftanın stresinden, atölye ortamında resim ya da heykel yaparak uzaklaşın. Bireysel yeteneklerini sanata yöneltmek isteyen üyelerimizi ve yakınlarını resim ve heykel kursumuza bekliyoruz. Bilgi ve Kayıt için: Pınar Arpaçay, [email protected], CUMARTESİ A’la Carte Mönü Canlı Müzik 0.312 286 7979/1124 & 0.530 610 6433 Devam Eden Kurs ve Seminer Programları Mega Hızlı Okuma Eğitimi Resim Kursu (Çocuk) Arkeoloji Semineri Çağdaş Mutfak Lezzetleri Kursu Tiyatro Atölyesi Heykel Kursu (Yetişkin) Photoshop Kursu Heykel Kursu (Çocuk) Olta Balıkçılığı Kursu Resim Kursu (Yetişkin) Amatör Denizcilik Seminerleri PAZAR AÇIK BÜFE KAHVALTI 10:30 - 13:30 Üye: 27,5 TL, Katk› Payl› Üye: 22 TL, 7-12 Yafl: 18 TL (0-6 Yafl Ücretsiz) NİSAN 2014 25 Spor Body B d C Core Core yönelik (karın, yanlar ve arka) yoğunlaştırılmış bir grup dersi olup, spinning dersi ile birlikte yapıldığında daha sıkı bir vücuda sahip olabilirsiniz. Zumba Hareketli, kıvrak ve eğlenceli müzikler eşliğinde koreografileri belirlenmiş adımlarla bir parti havasında kas gruplarını çalıştırarak formunuzu daha eğlenceli koruyabilirsiniz. Aikido Vücudu ve aklı güçlendirmenin, bireyin fiziksel ve zihinsel gücünü birleştirmenin yolu Aikido derslerimiz hem yetişkinler hemde çocuklar için… Çocuk Cimnastik Çocuklarınızın fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden gelişimine katkıda bulunmak istiyorsanız motorik özelliklerin tamamını bünyesinde barındıran ve tüm spor branşlarının temeli sayılan dersimize bekliyoruz. Yoga Yoga duruşlalrını ve nefes alma tekniklerini öğreneceksiniz. Esnekliğiniz arttırmak, güçlenmek, kas dengenizi sağlamak ve rahatlamak istiyorsanız bu ders tam size göre. Hangi yaşta olursanız olun katılabilirsiniz. Spinning Kişiye göre ortalama 700-800 arası kalori yakabileceğiniz bu derste hem bisiklete binmenin keyfini yaşayacak hemde müzik eşliğinde topluca ter atacaksınız. Pilates Pilates tüm iskelet ve kas sisteminizle ilgili problemlerinizde rahatlama sağlar, duruş bozukluklarının düzelmesine yardımcı olur, eklemlerinizin hareketliliğini ve daha güçlü – esnek bir omurgaya sahip olmanızı kolaylaştırır. 26 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Opera Sahnelerinden Dernekten Haluk DİRESKENELİ (ME’73) ‘Macbeth’ Ankara Opera Sahnesi’nde A ssarımları makul olmuş, çok abartılı değil. d nkara Devlet Opera Sahnesi’nde Macbeth operası başlıyor, uvertür müziği ile birlikte karşımıza korkutucu bir görüntüde, önlükleri kan içinde ellerinde pırıldayan kasap satırlarıyla yirmiye yakın çıplak ayaklı cadı kadın ortaya çıkıyor. Göğüslerinde yukarı ışık veren cep fenerleri ile ortamda daha da korkunç hava estiriyorlar. Ellerindeki satırları havada sallarken her an bir kaza olacak gibi geliyor. “Ellerinden fırlamasa”, diye düşünüyorsunuz. Havada sallanan satırlardan biri ellerinden çıksa felaket olur. Bu görüntü sahneleme hüneri olarak netleşiyor. Münich Operası’nda aynı eseri geçen yıl seyrettim, bu derece dehşete düşmedim. Lady Macbeth rolündeki soprano (Iulia Maria Dan) sahnede uzun sarı saçlarını kesmiş, askısız mini etekli elbise içinde modern zamanların perişan zavallı deli karakterini oynamıştı. Macbeth rolünde güçlü Bariton Simon Keenlyside vardı. Cadı kadınların ellerinde korkutucu kasap satırları yoktu. Tüm sahne kurukafalarla doluydu. Önümüzdeki yaz iki sahnelemede Anna Netrebko sahne alacak. Bence Ankara sahnelenmesi Münih’ten çok daha iyiydi. William Shakespeare’in trajedisi ‘Macbeth’, Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından 2010 yılından beri son beş yıldır sahneleniyor. Her sezon seyrettim, kendime ait seyir sayısını ben de unuttum. Opera olarak daha öncesi son sahnelenme 1962’de yapılmış. William Shakespeare eseri, Guiseppe Verdi’nin melodileri ile opera sahnesine uyarlanmış. Tiyatro olarak da sahneleniyor; ancak benim için opera ayrı bir şaheser. Shakespeare bu eserini 1606 yılında yazmış. Kısa ama en önemli eserlerinden biri olmuş. “Macbeth” insan doğasını ortaya koyan, iktidar hırs, ihtiras, dizginlenemeyen kötülüklerin yumağı olmuş bir eser. Bu operada aşk, sevgi yok. Hırs, ihtiras, güç tapınması var. Her zaman için geçerli karşı konulmaz iktidar isteği, güç ihtirası var. “Macbeth”, 11. yüzyılda İskoçya’da geçen gerçek olayları anlatır. İktidarı ele geçirmek için insanların göze aldıkları mücadele, hırsın götürdüğü geri dönülmez nokta... Macbeth rolünde Çetin Kıranbay, Serkan Kocadere, şimdilerde Tamer S Peker, P Banco rolünde, Savaş Gençtürk, ssonraları Mithat Karakelle, İnsan doğası aradan on yüzyıl geçmesine rağmen değişmiyor. Bugün de aynı olayları görüyor, duyuyoruz. Eğitim ve kültür sayesinde bu tür ilkel duygular bir nebze kontrol altına alınabiliyor. Operanın başında “Kendini Doğrulayan Kehanet” cadılar tarafından Macbeth’e duyurulur. Lady Macbeth’in desteği, kışkırtması ile Macbeth, kendisine misafir gelen kralı öldürüp yerine kral olur. İktidara beraber cinayet işleyerek ulaşırlar. İşledikleri cinayet her ikisinin de sonlarını hazırlar. Kendi hırslarının kurbanı olurlar. Suçlarının cezası öbür dünyaya kalmaz, cezalarını bu dünyada bulurlar. Değerli Yönetmen Yekta Kara hanımın sahnelemelerinde zorlama, mevcut kalıpları- alışkanlıkları yıkma isteği hissetmişimdir. Bu eserde ölçülü bir zorlama yine var. Macbeth’i izlerken sahneleme beni rahatsız etmedi. Tersine hırsın zirvesini tasvirinde, Operayı nefesini tutarak izleyen biz seyirciyi çok etkiledi. Orkestrayı önceleri Lorenzo Castriota yönetiyordu. Şimdilerde Alessandro Cedrone harika yönetiyor. Dekor orijinal tasarımı, Michael Scott tarafından yapılmış. Dekorları yerinde uygulamayı Ferhat Karakaya gerçekleştirmiş. Hareketli beyaz panolar üstünde cadıların ve Lady Macbeth’in kan tablosu çok ürkütücü. Korku ve şaşkınlık içinde seyrediyorsunuz. Şanda Zipçi’nin 10.Yüzyıl İskoçya’sına uyumlu kostüm ta- Lady Macbeth rolünde Sayra Seyhan Geçim, Feryal Türkoğlu, Seda h Ortaç, O Dama rolünde, Sezin Güngören Kirişçi, Aslıhan Yıldırım, Macduff rolünde Murat Karahan, Ünüşan Kuloğlu, Göksay Yaran, Malcolm rolünde Barış Cark, Haser Tek, Medico, Emre Uluocak; Servo, Semih Aşık; Sicario, Mahir Kat, Apparizioni, Umut Kosman, Filiz Şamiloğlu oynadılar. Mükemmel koroyu ayrıca kutlamak gerek. Koronun kusursuz katkısı çok büyük. Bu sezon son temsil tarihi 8 Mart 2014 olacak. Umarım repertuarda devam eder. Eserden alınacak çok dersler var. Sahnede anlatılan dizginlenemeyen iktidar hırsını bugünlere taşımak çok kolay. Ortadoğu halkları askerler ve tarikatlar arasına sıkışmış kalmış. Ortadoğu halklarına uygun bir model “ılımlı demokrasi” şablonu yok. Biz onlar için bir model değiliz. İşler çalışır seküler demokrasiye sahip olmayan Ortadoğu ülkelerinin, onların “Macbeth” ihtiraslı yöneticilerinin, kendi vatandaşlarına zulümden başka vaatleri sunumları verebilecekleri olamıyor. Bütün bunları, zor, acı tecrübeleri günümüzde hep beraber yaşayarak, deneyerek gözlüyoruz. “Macbeth” operasını mutlaka görün. Kapalı gişe oynuyor, 15 gün öncesinden internet satışına açıldığı gün saat 09.30’da bilet alın. Yurdum gündeminden uzakb laşmanız çok zor. Bu eser sizi sarsala ccak, rahatsız edecek, ama yine de 11.Yüzyıl İskoçya’sı yerine 21. Yüzyıl 1 Türkiye’sinde yaşadığınız için şükreT deceksiniz. Verdi müziğinin keyfine d vvarın. Bu muhteşem eseri arka arkaya birçok kez seyretmek lazım. Gelecek b ssezon tekrar sahnelenmesi lazım. Kaççırmayın. En derin selam ve saygılarımla... NİSAN 2014 27 Dernekten Peynir Tatlısı Malzemeler: ✓ 250 gr Süt ✓ 50 gr Margarin ✓ 2 Yumurta ✓ 75 gr Un ✓ 100 gr İrmik ✓ 100 gr Labne ✓ 15 gr Kabartma Tozu Şurubu için: 1 litre su, 1 kg şeker, limon Haz›rlan›ş›: Süt, toz şeker ve margarin ocakta kaynatılır. Un ve irmik karıştırılarak kaynayan süte eklenir, 2 – 3 dakika pişirilir. Karışım ocaktan alındıktan sonra, ılıkken önce yumurtalar, sonra labne karışıma yedirilir. Kabartma tozu da eklenerek karıştırılır. Hazırlanan hamur, sıkma torbasına doldurularak tırtırlı dü ile tepsiye aralıklarla sıkılır. 200 derecede pişirilen tatlı fırından çıktıktan sonra, sıcakken su, şeker ve limonla hazırlanan sıcak şerbet üzerine dökülür. Şerbeti çekmesi için üzeri kapatılarak beklenir. Püf Noktası: Yumurtalar hamura teker teker eklenmeli ve çok iyi karıştırılmalıdır. Verilen tariften elde edilecek hamur, ortalama 25x30 cm ebadında fırın tepsisine uygundur. Tatlının şurubu dökülürken, mutlaka tatlı da şurup da sıcak olmalıdır ve şurup döküldükten sonra üzeri kapatılarak bekletilmelidir. Servis yaparken tabağı çikolata sos ile süslemek isterseniz yağlı kağıdı külah şekline getirerek içine çikolatayı doldurduktan sonra külahın ucunda küçük bir delik olacak şekilde keserseniz, elde ettiğiniz sıkma torbası ile servis tabağınızı değişik şekillerle süsleyebilirsiniz. Afiyet olsun... 28 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Teknoloji Adil HİNDİSTAN (CE’93) (CE’93), Twitter: T itt @AdilHindistan @AdilH Twitter Ferman Dinlemiyor “İnternet sansürü teknik bir arıza olarak görür ve etrafından dolaşır.” John Gilmore, TIME, 1993 G Hoş Türkiye’de insanların hepten t yabancı olduğu bir durum değil ğ bu. Yakın zamana kadar video servisi YouTube, yine Türkiye’ye s özgü çeşitli kanunlar sayesinde ö halkın erişimine kapalı idi. h eçen yılın ortalarında ‘Kitle haberleşme aracı olarak sosyal medya’ 1 başlıklı yazımıza, özgür yazılımın babası diye bilinen John Gilmore’un yukarıdaki meşhur deyişi ile başlamıştık. Bu yazıyı yazdığımız Mart 2014 ortasında hükümet Türkiye’den Twitter’a ulaşılmasını mahkeme kararıyla engelledi. Daha doğrusu engellemeye çalıştı. Teknoloji tarihinden öğrenilecek değerli dersler var. Bundan 20 - 30 yıl önce insanlar çok az kaynaktan haberlere ulaşabiliyordu, dolayısıyla medyayı kontrol altına alarak baskın sesle insanları yönlendirmek, alternatif sesleri boğmak pek zor değildi. Bugün akıllı telefonlar sayesinde vatandaş - haberciliği ve sosyal medya sayesinde ana akım medyanın haberleri sansürleme gayretleri sadece komik duruma düşmelerine (bkz. Penguen TV 2 )ve kendi markalarını zedelemelerine sebep oluyor. Biz isterseniz şimdilik sadece Twitter konusuna odaklanalım. Öncelikle şu konuyu açıklığa kavuşturalım. Türkiye Twitter’a ulaşımı yasaklamayı deneyen ilk ülke değil. 2011 başlarında Mısır’da halkın isyan ettiği hükümet tüm ana akım medyayı kontrol altında tutuyordu. Protestocuların Twitter üzerinden organize olmasını engellemek ve ‘dışarıya’ haber çıkmasını engellemek için Mısır hükümeti önce Twitter, Facebook gibi sosyal medya araçlarına erişimi, sonra tüm internet erişimini engelledi. Google ve Twitter hızlıca ‘speak-to-tweet’ adında bir servis ürettiler. İnsanlar telefon edip mesaj bırakıyorlar, bu mesajlar Twitter üzerinde yayınlanıyor ve yine telefonla internete bağlı olmadan başkaları bu servis numaraları üzerinden bırakılan mesajları dinleyebildi. Blokaj bir hafta içerisinde kalktı. Benzer şekilde hükümet karşıtlarının organize olmasını engellemek amacıyla İran seçimler esnasında Twitter erişimini engelledi. Çin hükümeti hala Twitter’a erişilmesine izin vermiyor. Bunların dışında genel olarak hükümetler spesifik hesaplara erişimin engellenmesini istiyorlar. Fransa anti-semitik ve Kaynakça (1) http://odtumd.org.tr/bulten/231/temagu2013.pdf (2) https://eksisozluk.com/penguen-tv--3858188 (3) http://goo.gl/NbleLq (4) http://en.wikipedia.org/wiki/Streisand_effect 30 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 2367 İnsanlar kor değil elbette, bu uygulamaların adalet arayışı adıu na n değil de baskıcı bir zihniyetin ürünü olduğu görüyorlar ve geliü şen ş teknoloji ile bu baskıcı uygulamaları aşmayı becerebiliyorlar. l ırkçı k söylemlerin l l i yasakk olduğu ld ğ bir bi ülke. lk Bu B tür söylemlerin Twitter üzerinde yapılması üzerine boş durmayan 2013’de Fransız mahkemeleri Twitter’i milyonlarca dolar para cezasına çarptırmakla tehdit etti ve bu yayınları yapan kişiler hakkında bilgileri istedi. Twitter bu hesapları kapattı ve istenen bilgileri ulaştırdı. Türkiye’de, hükümet 2013 Haziran’ında patlayan Gezi protestolarında zaten kontrolü altında olmayan sosyal medyadan ‘bilgi kirliliği’ bahanesi ile rahatsızlığını dile getirmişti. Son bir kaç aydır mevcut muhalif seslere eklenen yolsuzluk iddiaları ve ses kayıtları bu rahatsızlığı çok da yüksek olmayan dayanılmaz bir seviyeye ulaştırmış olacak ki Twitter’a erişim mahkeme kararıyla kapatıldı. Üstelik Fransa ve kimi diğer örneklerde olduğu gibi varsa ülkenin kanunlarına aykırı yayın yapan spesifik hesaplara ulaşımın engellenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Ülke vatandaşlarının ücretsiz kullandığı bir servise erişimin kesilmesinin, yüz milyonlarca kullanıcısı olan Twitter’a bir zarar vermeyeceği aşikar. Örneğin Twitter, bu erişim kısıtlamasını haber alır almaz, sms ile tweet gönderilmesini sağlayacak bir servisi hizmete sundu. İnsanlar hızlıca ISP’lerinin değil Google’in açık DNS’lerini kullanmaya başladılar. Önümüzdeki günlerde bu DNS’lere erişim kısıtlanırsa, VPN teknolojileri ile bunu aşabilecekler. Velhasıl, teknolojik çareler mevcut. Nostaljik olsun diye DNS’in ne olduğu nasıl çalıştığını yazdığım Ocak 2002 bültenini linkleyecektim ama o zaman kolayca erişilebilecek bir formatta tutmuyormuşuz sanırım. Bendeki kopyasını yayinladim3, oradaki bilgiler hala geçerli. #TwitterIsBannedInTurkey çığlıkları ile sansürün başlamasını takip eden 24 saat içinde Türkiye’den gelen günlük twitlerin toplam sayısı %130 arttı ve yasağı vurgulayan 3 ayrı hashtag Twitter’in Global Trend’lerinde ilk 3 sırayı aldı. Belki yasaklanmaya çalışılan bilginin ilgi çekici olduğunu, Streisand Effect4, bilmeyenler de artık öğrenmiştir. Dosya Boğaçhan TELERİ Ankara Sualtı ve Cankurtarma İhtisas Kulubu Başkanı CMAS *** Eğitmen Altın Cankurtaran Eğitmen Türkiye’de ve Dünya’da Dalış Fotoğraflar: Boğaçhan TELERİ ünyamızın büyük bir bölümü, ülkemizin de üç yanı denizlerle çevrili, böyle olunca da dalış sporu dünyada ve ülkemizde popülerbir hal alıyor. O yüzden ülkemizde sahil ve iç kesimlerde yaklaşık 350 ye yakın dalış merkezi bulunmakta; hatta Ankaramızda bile denize olan hasretten olsa gerek 16 dalış merkezi, dalış kulübü veya dalış topluluğu var. D Aslında ülkemizde ki denizlerde canlılık açısından söylenecek pek bir şey yok; yani ülkemizdeki denizler, batıkları, mağaraları ve yapay resifleri olmazsa çöl denecek kadar boş durumda, renk yok balık görselliği sıcak denizlere göre çok az; ama buna rağmen bilhassa Avrupa’dan turistler ülkemize gelip burada dalışı öğreniyorlar ve bu sayı hiç de azımsanacak bir sayı değil.,. Peki neden bu insanlar ülkemize gelip dalışı öğreniyorlar? Aslında sıcak sulara gidildiğinde - çok fazla uzak değil - Mısır’da Kızıldeniz’e gittiğinizde dahi tam bir renk cümbüşü ile karsılaşıyorsu32 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 nuz. Sert ve yumuşak mercanlar, rengarenk balıklar, batıklar ve niceleri ama bu zenginliğin bir çok da tehlikeleri var. Bu tehlikeler sualtındaki bütün canlılardan kaynaklanabiliyor o sevimli görünen rengarenk canlılar aslında dalgıçlar için tehlikeler içermekte. Bu canlılık eko sistemin en ufak canlılarından biri olan planktonlardan ve bunların o zengin ortamda çoğalıp, akıntılarla taşınmasından kaynaklanıyor. Daha sonra ise o besin zinciri birbirini takip ederek çoğalıyor ve zenginleşiyor. Bizim ülkemizde ise durum biraz daha farklı bizde bu renk cümbüşü yok, plankton denenen en ufak besin zinciri çok çok az, bunu taşıyacak akıntılarda çok yok, durum böyle olunca bizim ülkemizi dalış için önemli konuma getiren faktörler neler. Sebep aslında basit, öncelikle sularımızın temizliği buna bağlı olarak görüşün iyi olması bilhassa yaz aylarında havanın ve su sıcaklığı, Avrupalı turistleri ülkemize getiriyor ama sadece bunlar yeterli mi? Hayır değil, bunların yanında ülkemiz sularında çok fazla akıntıların olmaması, dalgalar ve en önemlisi zararlı deniz canlılarının da bulunmaması, yani ülkemiz sularının tehlikesiz olması, denizlerimizi dalış sporunu öğrenmek için gelen turistlerin ilgi odağı yapmakta. Son yıllarda ülkemizde dalış sporu için yapılan iyi şeylerin başında yapay resifler gelmekte, yapay resifler su içinde çeşitli materyallerden yapılan ve balıkların içinde saklanabileceği korunaklı yapay yuvalardır. Bununda amacı sualtı erozyonunu engellemek, balıkların rahatça saklanabileceği veya yumurtalarını saklayabileceği yerler oluşturmak en önemlisi de trol gibi zararlı avcılığın o bölgede yapılmamasını sağlamaktır. Ülkemizde değişik materyaller kullanıldığı gibi (büyük demir veya beton bloklar gibi) biz dalgıçların en çok ilgisini çekenler bu amaçla batırılan büyük nesnelerdir. Mesela Hava Kuvvetlerimiz bu konudaki en önemli destekçimizdir ellerindeki kal olmuş uçakları (hurdaya ayrılan) su altında yapay resif oluşturması amacıyla Dosya sahil kesimindeki birçok beldemize vermiştir. Bu da bize su altında inanılmaz bir görsellik sağlar; düşünsenize sualtında bir nakliye uçağı, koplite bakabiliyorsunuz, içinde gezebiliyorsunuz ve bunu yaparken sualtındasınız. Sadece uçakta değil, gemiler, sahil güvenlik botları hatta arabalar bile tabii ki bunları suyun altına indirmek ayrı bir prosedür gerektiriyor, sualtına indirilen bu araçların oraya zarar vermemesi için iyice temizlenmesi ve zararlı maddelerden arındırılması şarttır. Ülkemizde dalış sporu TSSF(Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu)bünyesinde yapılır. Bunun kontrolü de sahil bölgelerinde Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndadır. Dalış sporu aslında hepimizin sandığı gibi çok tehlikeli bir spor dalı değildir. Ama bütün sporlar gibi kuralları vardır. Bu kurallara mutlak uyulması lazımdır; eğer uymazsanız asıl tehlike o zaman başlar. Bir de dalış yapmamış ve bu konuda eğitim almamış kişileri en çok korkutan unsurların başında zararlı deniz canlıları gelir. Bunların içinde de tabii ki köpekbalıkları ilk sıradadır; ama şunu bilin ki köpekbalıkları bizler için korkutucu bir canlı değil, tam tersine görülesi bir canlıdır. Yaklaşık 85 cins köpekbalığı vardır, bunlardan sadece 3 – 4 cinsi insanlar için tehlike oluşturmaktadır. Ülkemizde sığ ve kıyıya yakın sularda köpek balığı görme şansımız yok denecek kadar az; zaten en son köpek balığı saldırısı 1972 yılında kayda geçirilmiş, ama kesinlik kazanmamış. Lütfen şunu da unutmayın; arılar tarafından öldürülen insan sayısı köpek balığı saldırılarından on kat daha fazladır. Dalış sporu da kendi içinde tecrübeye göre dalgıçlarını sınıflandırır ve tecrübe arttıkça bu spora duyulan sevgi ve saygıda beraberinde artar. Dalışta tecrübeyi arttıran dalış sayısıdır; ama lütfen şunu unutmayın, her şeyde olduğu gibi dalış sporunda da eğitim şarttır ve eğitimsizlik ve sualtı cehaletini, bu da beraberinde cesareti, kazaları ve hatta ölümleri getirir. Buda bizleri üzen bir olaydır çünkü bu kazalar sonucunda insanlarda dalıştan ve sualtından korkarlar ama bizlerin amacı sualtını daha çok insana sevdirmek ve o büyülü ortamla daha çok arkadaşımızın tanışmasını sağlamaktır. Dalış sporunun kesin kuralları vardır sizler bu kurallara uyduğunuz sürece dalış çok güvenli bir spor dalıdır. “Islak mavi”de buluşmak üzere… NİSAN 2014 33 Dosya Dr. Meltem OK ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Bir “Var”mış, Nesli tehlike altında deniz canlıları ve ODTÜ-DBE’nin bu konudaki çalışmaları K eşke dünyamızı paylaştığımız bitki ve hayvan türlerinin binlercesinin neslinin tehlike altında olduğu, her sene onlarcasının daha bu türlere eklendiği, bir kısmının ise çoktan kaybedilmiş olduğu gerçeği sadece bir masaldan ibaret olsaydı. Ancak ne yazık ki değil. Günümüzde doğayı ve doğal kaynakları kullanma şeklimiz türleri hızlı bir yok oluşa doğru sürüklüyor. Bu türler özellikle doğal yaşam alanlarının kaybedilmesi/ yokedilmesi, aşırı/yasadışı avcılık ve ticaret, kirlilik ve turizm gibi sorunlar nedeniyle tehlike altında. Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yayımlanan ve konusunda uzman bilim insanlarının araştırma, görüş ve önerileri ile her sene güncellenen IUCN Kırmızı listesi olarak isimlendirilen rehber bu konuda dünyada en kapsamlı koruma rehberi durumunda. Bunun yanında çeşitli uluslararası örgütler (WWF, Greenpeace, WCS, GEF), uluslararası sözleşme ve protokoller (Bern, Barselona, Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme (CITES), Biyolojik çeşitlilik sözleşmesi (CBD), Habitat Direktifi, Natura 2000) ve girişimlerle (SOS) türler ve yaşamalanları koruma altında. Ülkemizde ise türlerinin ve yaşam alanlarının korunması ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı için ulusal mevzuat, eylem ve strateji planları ile taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler çerçevesinde birçok kurum ve kuruluş, ünivesite ve STK (T.C. Orman ve Su işleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, DHKV, TUDAV, WWF Türkiye, SAD) yerel ve ulusal çapta farklı çalışmalar yürütüyor. IUCN 2013 Kırmızı Listesi’ne göre dünyada araştırılan yaklaşık 70.000 hayvan ve bitki 34 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 türünden 20.000’i yok olmak üzere, tehlike altında ya da hassas türler arasında yer alıyor. Bunların 800’ü ise tamamen yok olmuş, çoktan kaybedilmiş durumda. Türkiye’de küresel ölçekte tehlike altında 182 tür ve alt tür var. Ülkemiz denizlerinde de yaşayan 43 deniz canlısının nesli tehlike altında. Bu listeye neredeyse tehdit altında olan türler ile hakkında veri eksiliği olan türleri de eklediğimizde sayı 100’lere çıkıyor. Bu listede başı çeken türlerimiz arasında uzun balina, kaşalot, Akdeniz foku, deniz kaplumbağaları (yeşil deniz kaplumbağası ve iribaş deniz kaplumbağası), Atlantik Mavi Yüzgeçli Orkinosu, çeşitli köpekbalığı ve vatoz türleri (kum köpekbalığı, güneşlenen köpekbalığı, sapan balığı, kocaburunlu vatoz gibi) ile mersin balığı ve orfoz sayılabilir. IUCN kırmızı listesinde tehlike altında türler kategorisinde yer almayan ancak yüksek ekolojik önemi nedeni ile koruma altına alınmış olan Akdeniz’e endemik ve ekosistem için anahtar tür olan deniz çayırlarını (Posidonia oceanica) da bu kapsamda saymak mümkün. Mersin’in Erdemli ilçesinde bulunan ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü kurulduğu 1975 yılından bu yana gerçekleştirdiği araştırma, izleme ve koruma çalışmaları ile denizel türlerin ve yaşam alanlarının korunmasına direkt ve/ veya dolaylı olarak katkı sağlayan öncü kurumlardan biri durumunda. Enstitü’nün amacı sadece türü korumak değil; deniz ve kıyı ekosistemini bir bütün olarak korumak. Bu kapsamda deniz ve kıyı ekosistemlerinin sağlığı açısından gösterge türler arasında yer alan deniz kaplumbağaları, deniz çayırları ve akdeniz foku üzerine yapılan araştırmalar öne çıkan çalışmalar olarak verilebilir. Yukarıda da bahsedildiği gibideniz çayırları Akdeniz’e endemik bir tür olup denizin ormanları olarak nitelendirebileceğimiz sağlıklı deniz çayırları, suyun oksijenlenmesi, besin kaynağı sağlaması, yaşam ve üreme alanı oluşturmasının dışında, deniz suyunu temizlemesi, kıyıları dalgaların neden olduğu erozyona karşı koruması gibi pek çok önemli rol oynuyor. Ancak Batı Akdeniz’de Cebelitarık Boğazı’nın doğusuna kadar uzanırken Kuzey Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında Mersin ili sahillerinde sonlanmakta. ODTÜ - DBE TÜBİTAK desteği ile gerçekleştirdiği araştırmalar kapsamında deniz çayırlarının neden daha doğuda bulunmadığını bölgenin mevcut fiziksel özelliklerini de dikkate alarak araştırmış, bulunmaması için aslında bir neden olmaması olasılığını da göz önüne alarak uygun alanlarda, uygun derinlikte ve dip yapısında deniz çayırı ekimi gerçekleştirmiştir. Türkiye’de ilk defa denenen Posidonia oceanica transplantasyon yöntemi başarıyla uygulanmış ve türün yayılımını engelleyebilecek faktörler ortaya konmuştur. Sonuç olarak bu türün Doğu Akdeniz kıyılarımızda bulunmamasında en etkin faktörün sıcaklık olduğu tahmin edilirken bu deney sırasında en sıcak bölgede dahi ekilen filizlerin bir seneden fazla yaşaması türün coğrafik dağılımının sınırlanmasında sadece tek bir faktörün değil birçok etkileşimin birlikte rol oynuyor olabileceğini ortaya koymuştur. Ayrıca yine ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü tarafından yürütülen bir başka araştırma sonucunda bu türün Akdeniz kıyı ekosistemini, yabancı ve yayılımcı türlere karşı savunduğu da belirlenmiş. Denizlerin yaşayan fosilleri olarak da anılan deniz kaplumbağalarının günümüzde Dosya Bir “Yok”muş... dünya denizlerinde yaşayan 8 türünün tamamı tehlike altında. Deniz ve kıyı ekosisteminin korunması açısından “Posidona oceanica” gibi yine deniz kaplumbağaları da önem taşıyan türlerden. Nesli tehlike altında olan iki deniz kaplumbağası türünün - yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) ve iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) - Akdeniz’deki yuvalama kumsallarının büyük bir bölümü ülkemiz sahillerinde yer alıyor. Bu türler ve yuvalama kumsalları çeşitli statüler altında ülkemizde korunuyor ancak başta turizm kaynaklı yapılaşma olmak üzere birçok tehlike ile karşı karşıya olmalarını ne yazık ki engellemiyor. Yoğun kıyısal yapılaşmanın olduğu bölgede sahil şeridi boyunca bozulmadan kalabilmiş ODTU DBE Erdemli Yerleşkesi kumsalı her iki türün de yumurtladığı önemli bir kumsal niteliğinde ve koruma alanı olması isteniyor. 2011 yılında beri kapsamlı bir çalışma ile takip edilen kumsalda kaplumbağa yuvalama döneminde kamera ve gönüllüler ile 24 saat izleme çalışması yapılıyor. Deniz kaplumbağalarının geç ergenliğe ulaşması ve yumurtadan çıkan yavruların karşı karşıya olduğu doğal tehditler göz önünde bulundurulduğunda her 1.000 yumurtadan sadece bir tanesinin yetişkinliğe kadar ulaşabildiği tahmin ediliyor. Bu durumda her bir yuvanın popülasyonun geleceği açısından büyük önemi var. ODTÜ - DBE kumsalında yuva yoğunluğu 2012 yılında 19 yuva/km, ve 2013 yılında 40 yuva/km olarak tesbit edildi. Ayrıca kumsalın ekolojik özelliklerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar da yapılıyor. Bu çalışmalara ek olarak Enstitü web sayfasında yer alan “Kaplumbağa Gözlem (Turtle Watch)” isimli bölümden denizde ya da sahillerimizde görülen deniz kaplumbağalarının bölge halkı ve bölgeyi ziyaret edenler tarafından gözlem kaydı olarak bildirilmesi de mümkün. IUCN kırmızı listesinde tehlike altında türler kategorisinde yer almayan ancak yüksek ekolojik önemi nedeni ile koruma altına alınmış olan Akdeniz’e endemik ve ekosistem için anahtar tür olan deniz çayırlarını (Posidonia oceanica) da bu kapsamda saymak mümkün. ODTÜ - DBE Akdeniz fokları ile ilgili araş araştırma, izleme ve koruma çalışmaları ise bu sene 20. yılını kutluyor. ODTÜ - DBE bu bağlamda bölgedeki tek kurum olma niteliğinde. Fok denildiğinde çoğumuzun aklına buzlar üzerinde masumca bakarken fotoğraflanmış beyaz kürklü bir fok yavrusu gelebilir. Ancak ülkemiz kıyıları özellikle de Doğu Akdeniz sahilleri günümüzde ılıman denizlerde yaşayan sadece iki fok türünden biri olan ve IUCN kırmızı listesine göre nesli kritik derecede tehlike altında olan Akdeniz keşiş foklarının (Monachus monachus) önemli üreme ve yaşam alanlarını barındırıyor. Tüm dünyada sadece 300 ila 500 arası kaldığı tahmin edilen bu nadir deniz memelisi türünü yok olmaya sürükleyen ise sadece ve sadece insan! ODTÜ - DBE Akdeniz foku yaşam alanlarının belirlenmesi ve uygun mağaraların foto-kapanlar ile takibi ile bireyleri tanımlıyor, daha önce tanımlanan bireyler üzerinden popülasyondaki değişimleri izliyor, elde edilen veriler ışığında popülasyon büyüklüğü tahminleri, güncellenen veriler ile de risk analizleri yapıyor. Tüm bu çalışmalar Akdeniz foklarının ülke ve bölgemizde korunmasına dayanak oluşturulmakta. Üremek ve yavru büyütmek için kullandıkları deniz mağaralarının fokların varlıklarını devam ettirebilmeleri için önemi çok büyük. Ancak burada yeri gelmişken üzülerek belirtmek gerekiyor ki henüz 3 aylık bir fok yavrusu geçtiğimiz Şubat ayında Mersin ili Yeşilovacık beldesinde doğduğu mağara yakınlarında ölü bulundu. Dıştan bakıldığında dikkat çekici ölçüde zayıf olan yavru ile ilgili bu bulgu yapılan nektorpsi ile de doğrulandı. Bölgeyi özel kılan Doğu Akdeniz kıyılarımızdaki sayılı üreme mağarasından birinin bu alanda bulunması. Ancak tüm uyarı ve itirazlarına rağmen üreme mağarasının hemen yanı başında göz göre göre büyük bir endüstriyel liman kuruluyor. Yavru fokun öldüğü döneme baktığımızda artık bu dönem yavru fokların anne sütünden kesilip mağara dışında balık avlayarak beslenmeye başladğı dönem. Ancak bu yavru beslenememişti. Liman inşaatı ise halen çok yoğun bir şekilde devam ediyor. Fakat bu kritik yaşam alanı ve bölgede yaşayan Akdeniz foku popülasyonuna daha fazla zarar gelmemesi için bu faaliyetlerin acilen durdurulması gerekiyor. http://yesilovacik.tumblr.com/ adresinden detaylarına ulaşabileceğiniz bu konuda ve nesli tehlike altında olan diğer deniz canlılarının Doğu Akdeniz’de ve kıyılarımızda ilelebet varolabilmeleri ve yaşam alanlarıyla birlikte korunması için ODTÜ - DBE çalışmalarına aralıksız devam edecektir. NİSAN 2014 35 Dosya Dr.hc T. Oğuz ALPÖZEN Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Emekli Müdürü Mavi Arkeoloji Ve Müzecilik Fotoğraflar: Vasıf ŞAHOĞLU Y aşam öyküm Türkiye’deki Sualtı Arkeolojisi’nin tarihçesinin bir bölümünü kapsar. İzmir’de doğdum. İstanbul Bebek İlkokulu’nu bitirdim. Yüzmeyi Küçük Bebek’te, Uğursuz denen yerde öğrendim. Köpekleme yüzerek ulaşabildiğim ilk yer, kıyıdan 1520 metre uzaklıkta olan kırmızı bir dubaydı. Kurbağalama yüzmeyi öğrendikten sonraki hedefim, açıktaki Bebek Feneriydi. O yıllarda denizin 10 metre derinliği, deniz yüzeyinden çıplak gözle rahatlıkla görülüyordu. Deniz tabanı pek çok eserle doluydu. Bunlar üzeri çökelti ile kaplı tabancalar ve kılıçlardı. İstanbul’un işgali sırasında, halkın korkudan denize attığı silahlardı. Deniz altını keşfetme duygum bu buluntularla başladı. Yıllar geçti, kendimi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünde okurken buldum. Hocam Ord. Prof. Arif Müfit Mansel ve Dr. Metin Sözen (şimdi profesör) “Amerikalılar Bodrum’da sualtında kazı yapıyorlar. Sen iyi yüzüyorsun. Dalmasını biliyorsun. Güçlü kuvvetli bir adamsın. Onların yanına git.” diye beni yolladılar. 1962 yılının 5 Temmuz’unda Bodrum’daydım. Kimsenin varlığından haberdar olmadığı, ıssız bir balıkçı ve süngerci kasabasıydı. Şehrin tam ortasında yer alan orta çağ kalesini, deniz kucaklıyordu. Ertesi gün Karatoprak (şimdiki 36 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 Turgutreis) açıklarındaki, Yassıada’daydım. Kazı başkanı George F. Bass ve ekibi, denizin 30 metre dibinde yatan bir Bizans Gemisi’ni (M.S. VII. yüzyıl) kazıyorlardı. Kısa bir süre sonra, tüple dalmanın kolaylığını öğrenecek, gelecek yıllarda George ile birlikte kazılara heyet üyesi olarak katılacak, pek çok eseri Bodrum Müzesi’ne kazandıracaktım. Üniversiteyi bitirince çalışmak istediğim tek yer, Bodrum Kalesi içinde yer alan müzeydi. 1968 yılı Mayıs’ında göreve başladım. O yaz, Marmaris ve çevresinde, batıkların araştırılmasında çalıştım. Birkaç batık bulduk. Amacımız süngerci kaptanı Ahmet Erbin’in kangavasıyla çıkardığı, Klasik Çağ’a (M.Ö. IV. yüzyıl) tarihlenen Demeter Heykeli’nin batığını bulmaktı. Marmaris, Kızılada açıklarında olduğu söyleniyordu. Bulamadık. Bodrum, Yassıada çevresi batık gemilerle doluydu. 1969 yılında 36 metre derinlikte yatan IV. yüzyıl batığı kazısı sürdürüldü. Bu kazı, 1974 yılı Kıbrıs Harekatı nedeniyle yarım kalacaktı. 1975 yılında Bodrum yakınlarında Şeytan Deresi Batığı kazıldı. İlk defa bir kazıda Türk heyet üyelerinin sayısı, yabancıları geçti. Geleceğin yıldızı Texas A.M. Üniversitesi profesörlerinden Cemal Pulak, günümüzün şöhreti “Hastasıyım” deyiminin sahibi Ayhan Sicimoğlu, Japonya’da batan Türk Savaş Ge- misi “Ertuğrul”un kazı başkanı Tufan Turanlı bu kazının aydınlık yüzleriydi. 1971-77 yıllarında Antalya Müzesi’nde görevliydim. 1975 yılında bir yayınevinin Kültür Kitapları Serisi’nin ilki olarak “Türkiye’de Sualtı Arkeolojisi” adlı kitabım yayımlandı. Bu kitapta dalgıçlığın tarihçesini de anlatmıştım. Roma’lı Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın balık yakalama tutkularını, Antonius’un bir dalgıç yardımıyla hünerini gösterme çabasını, Kleopatra’nın dalgıcının, Antonius’un oltasına tuzlu balık takışını gülümseyerek hayalimde canlandırmaya çalışmıştım. George F. Bass’ın 1960 yılında Kaş, Gelidonya Burnu’nda 26-28 metre derinlikte yaptığı kazıdan da bahsettim. Bu batık ta, Yassıada Batıkları gibi Bodrum’lu süngerci kaptanı Kemal Aras tarafından, bilim adamlarına gösterilmişti. Kaptan Kemal Aras’ın “Oğuz, korkak dalgıç ol. Kendini farklı gören arkadaşlarım ya vurgun yiyip öldüler, ya da sakat kaldılar.” öğüdünü hiç bir zaman unutmadım. Gelidonya Burnu Batığı M.Ö. XII. yüzyıla ait bir ticaret gemisiydi. Dünyada ilk defa bir arkeoloğun başkanlığında yürütülen sualtı kazısıydı. Kara kazılarının bilimsel yöntemleri sualtında uygulanmıştı. Batıktan çıkarılan eserlerin Bodrum Kalesi’ne getirilmesi, müzenin doğumunu da sağlayacaktı. Dosya 1977-79 yıllarında Marmaris, Serçe Limanı’nda, Cam Batığı diye ünlenecek olan batığın kazısı yapıldı. Bu kazıda da yılın dört ayı bulundum. 30 metre derinlikte yatan gemiye, günde iki defa dalıyor, Dünyanın en büyük İslam Cam Koleksiyonunu ülkemize kazandırıyorduk. Bu gemi 1025 yılında liman içinde demirlemiş haldeyken, çıpanın kopması nedeniyle kıyıya çarparak batmıştı. Batıkta hiç insan kemiği yoktu. Bu da gemicilerin sağ kurtulduklarının kanıtıydı. Kazı eylül ortalarında bitti. lemekti. İngiliz Kulesi önündeki geniş alanda 1996-99 yıllarında binayı yaptık. Orta salonda geminin su üstündeki durumu, tabanda da George F. Bass’ın kurduğu Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (INA) kazıyor, eserleri çıkarıyor, ben sergiliyordum. Son sergi salonlarından biri, Tektaş Burnu Batığı Salonu’ydu. 1999-2001 yılları arasında kazısı yapılan bu batık, 38-45 metre derinlikteydi. M.Ö. V. yüzyıla aitti. Gemiden çıkarılan iki mermer göz, bana göre geminin en önemli eserleriydi. Bizim yolcu otobüslerinde görülen mavi boncuk anlayışının bir yansımasıydı. Gemi, yolunu bu gözlerle görüyordu. Vazo resimlerinden aşina olduğumuz çizimlerin ilk bulgusu, bu batıktan çıkmıştı. Ziyaretçiye bir fikir vermek için geminin baş kısmı replikasına bu gözleri yerleştirdik. İç salonda, vitrin içinde orijinalleri görülüyordu. Pek çok amphora, kap, şarap kadehleri, geminin çıpası buluntu topluluğunu tamamlıyordu. Bu salon 2004 yılında açıldı. Karyalı Prenses Kraliçe Ada Salonu, Sikke ve Takı Salonu, İngiliz Kulesi, Zindanlar yıllar içinde açtığım diğer yerlerdi. Benim için en büyük değişiklik, 1978 yılı Haziran’ında Bodrum Müzesi’ne müdür olarak atanmam oldu. Kendimi yavaş yavaş, Bodrum Kalesi’nin içinde yer alan müzeyi nasıl Sualtı Arkeoloji Müzesi yapacağım konusunda zihnen hazırlıyordum. 1971 yılında Antalya’ya giderken müzede bulunan üç salon aynen duruyordu. Yedi yıl içinde tek bir yeni yer açılmamıştı. Kaleyi süsleyen, ilk müdürüm Haluk Elbe’nin diktiği sardunyaların yerinde yeller esiyordu. Şimdi ben, kalenin komutanıydım. Amacım Bodrum Müzesi’ni, Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne dönüştürmek ve Dünyanın en büyüğü yapmaktı. Oldu. Danimarka Kraliçesi, Dünya kültürüne katkılarım nedeniyle “Şövalye” unvanı verdi. Müzenin depolarında, bilimsel sualtı kazılarından gelen eserler sergilenmek için beni bekliyordu. Bodrum’lu süngercilerin çıkardığı ve müzeye hediye ettiği amphoralar, “Bizi de sergile” diye beni teşvik ediyorlardı. Müze, Dünyanın en büyük amphora koleksiyonuna sahipti. Sergilendi. Hemen her yıl yeni bir salon açtım. Kale içinde, yeni sergi salonları yaptım. Serçe Limanı Cam Batığı’nı sergiledim. VII. yüzyıl Doğu Roma (Bizans)Gemisi’nin replikası ziyaretçileri bekliyordu. Geminin kaptanı Georgios’un ağzından, geminin batış hikayesini anlattım. Bu arada süngerci Mehmet Çakır’ın, müzemize gösterdiği Uluburun Batığı’na ekibimle daldım. Dünyanın en eski batığı (M.Ö.XIV. yüzyıl) diye tarihledim. Yıl 1982, aylardan Ekim’di. Kültür Bakanlığı, bu kazıyı benim yapmamı istedi. Böyle bir kazıyı yürütecek ne bilgimiz ne de paramız vardı. Sualtı arkeolojisinin babası varken, bize düşmezdi. Ben Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu olmama rağmen, artık bir müzeciydim. George F. Bass, sonra Cemal Pulak 1984 yılından başlayarak, Uluburun Batığı kazısını 11 yıl sürdürdüler. Bu batık ortalama 50 metre derinlikteydi. 15 metre uzunluğundaydı. Sedir ağacından yapılmıştı. Dünyanın bilinen en eski ticaret gemisiydi. XX. yüzyılın sonunda bulunmuş, yüzyılın en büyük buluşlarından biriydi. Kazıya fırsat buldukça gidiyor, onlarla dalıyordum. Benim için en büyük uğraş, çıkarılan eserleri kale içinde yapılacak yeni bir salonda sergi- rılmıştı. Tavus kuşu yumurtasından altın kadehe, Mikenlinin kılıcından Suriyeli tüccarın terazi ağırlıklarına kadar pek çok eser vardı. Bu sergi salonunu 2000 yılında uluslararası bir törenle açtık. Dünyanın birçok yerinden arkeologlar, bilim adamları geldiler. Ziyaretçileri o günün giysileri içinde geminin kaptanı ve gemiciler karşıladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle “mutluydum, çünkü başarmıştım”. Kazı yapmak kadar, kazıdan çıkarılan eserlerin sergilenmesi de önemliydi. Doç. Dr. Nergis Günsenin’in Marmara’da kazdığı batık sergilemeyi bekliyordu. Prof. Dr. Hayat Erkanal İzmir, Klazomenai’de sualtında kazı yapıyor, çıkarılan eserlerin sergilenmesi için çırpınıyordu. Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Dr. Harun Özdaş batıklar buluyordu. batık sergilendi. İlk salon Gelidonya Batığı ile Şeytan Deresi Batığı eserleri için hazırlandı. Son salon Uluburun Batığı buluntularına ay- 2005 yılı Nisan ayında, Muğla Üniversitesi beni, Onursal Doktorlukla taçlandırdı. Mayıs ayının sonunda yaş haddinden emekli oldum. Çalışma hayatım, Bozburun Batığı’nı sergilemeye yetmedi. 35 metre derinlikte yatan bu batık 199598 yıllarında kazılmıştı. 15 metre uzunlukta, 5 metre genişlikteydi. Geminin sancak kısmının % 70’i mevcuttu. Serçe Limanı Batığı’nın sadece % 25’i mevcutken, yeni bir yapı içinde sergilenmişti. Doğu Roma Gemisi’nin sergilendiği şapelle, Cam Batığı Salonu’nun arasındaki alanı hazırladım. 2005 Mayıs’ında buraya, yeni bir salon yapılması için Bakanlığa başvurdum. Bozburun Batığı M.S. IX. yüzyılın dünyadaki bilinen tek örneği olarak, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü Laboratuvarı’nda koruma altında, sergilenmek için yeni müdürünü bekliyor. Nice güvenli dalışlar. 30 metrenin altına inmeyin, “korkak dalgıç olun” temennisiyle… NİSAN 2014 37 Dosya Röportaj: Aysun BÜYÜKCENGİZ Sualtı Fotoğrafçılığı Levent Konuk: “Önce dalışı öğrenmek, sonra fotoğrafa yönelmek daha doğru” Fotoğrafl F t ğ flar: L Leventt KONUK R engarenk ve gizemlerle dolu sualtı dünyasını, önce sualtı fotoğraflarıyla tanıdık. Uçsuz bucaksız suların altında çıplak gözle gördüğümüz balıklardan ve yosunlardan başka renk renk, boy boy canlılarıyla bambaşka bir dünya keşfetmemizi sağlayan sualtı fotoğrafları, zamanla fotoğrafı iş edinenler için de özel bir alan yarattı. Hem denizi, dalmayı, hem de fotoğraf çekmeyi seven, sualtının büyüleyici dünyasından görüntülerle bizi buluşturanlardan biri de Fotoğrafçı Levent Konuk. Sualtında fotoğraf çekmenin inceliklerinden ülkemizin sualtı fotoğrafçılığı potansiyeline kadar, merak ettiklerimizi sorduk; Levent Konuk okurlarımız için yanıtladı. Sualtı fotoğrafçılığı nasıl başladı? Otuzlu yaşların sonlarına gelen birçok arkadaşım gibi benim de dalış yapma isteğim tek kanallı televizyon döneminde yayımlanan Kaptan Cousteau belgeselleri ile başladı. Özellikle “Sessiz Dünya” adlı belgesel beni 38 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 çok etkilemişti. O belgeselden sonra hep tüplü dalış yapmak istedim. Antalyalı olduğum için deniz kenarında büyüdüm. Çocukluğum hep denizde geçti. O zamanlar çok zor bulunan maske ve paletlerimizle saatlerce şnorkel yapardık. Dalmaya başladığım ilk günden beri sualtında fotoğraf çekmek aklımdaydı. Bu konuda herhangi bir eğitim aldınız mı? Dalış eğitimine Amerika’da başladım. Uzunca süren bir teorik eğitim ve havuz çalışmalarından sonra buz gibi sularda ilk dalışımı yaptım. 10 derece gibi soğuk bir deniz olmasına rağmen hiç üşümedim. Muhteşem bir olaydı sualtında nefes alabiliyor olmak. Neredeyse 15 sene oldu, o günü hala unutamam. Dalış eğitimimim bitince kendime dalış malzemesi alırken bir de bak-çek türü, çok basit bir kamera aldım. Uzun yıllar bu kamerayı kullanırken sualtı fotoğrafçılığı konusunda hiçbir eğitim almadım. Çünkü bundan 15 sene önce bu tür eğitim veren kişi veya kuruluşlar yoktu. Yabancı kaynaklı dergiler, kitaplar ve sonraları internetten kendim çalıştım. Sualtı fotoğrafçılığının incelikleri nedir? Sualtında fotoğraf çekmek sisli havada fotoğraf çekmeye benziyor. Işık az, derine indikçe renkler kayboluyor, sualtında objektif değiştirmek imkansız ve orada en fazla bir saat kalınabiliyor. Saymakla bitmez, ama hepsinden önemlisi iyi bir fotoğrafçı olmak için sualtında çok rahat olmak gerekiyor. Önce dalışı öğrenmek, sonra fotoğrafa yönelmek daha doğru. Canlı davranışlarını iyi bilmek, en uygun ekipmanı kullanmak, dalış noktası hakkında bilgi sahibi olmak, arka plana dikkat etmek, flaş kullanmak gerekiyor. Dalış yapacağınız ve fotoğraf çekeceğiniz bir gününüz nasıl geçiyor? Dalış yapılacak günün hazırlıkları çok önceden başlar. Filmler alınır, bataryalar şarj Dosya edilir, ekipmanlar akşamdan hazırlanır. Sabah erken kalkılır. Arabayla dalış yapılacak yere ulaştıktan sonra malzemeler tekneye taşınır. Buraya kadar geçen sürede 50 - 60 kiloyu bulan malzemeleri taşımak işin en eziyetli tarafı oluyor. Ancak bu saatten sonra keyif başlıyor: Tekne ile dalış noktalarına gitmek, dalış yapmak, fotoğraf çekmek, dalıştan sonra denizin keyfini çıkarırken bir sonraki dalışın programını yapmak. Tehlikeli bir durumla karşılaştığınız oldu mu? Endonezya’da özel rehberim Iwan ile ters profilli bir dalış yapmayı planladık. Önce 5 -6 metredeki karides ile 25 - 30 poz çekim yapacak, daha sonra kalan 5 poz ile denizatını görüntülemek için 30 metrelere inecektik. Karideslerle işimizi bitirdikten sonra yeterince zamanımız ve havamız olduğu halde derinlere çok hızlı inmeye başladık. Akıntıya karşı o kadar hızlı ilerledik ki solumamı kontrol edemez hale geldim. Iwan arkasından köpek koşturur gibi yüzmeye devam ediyordu. Deniz biraz bulanık olduğu için çok geride kalmamam gerekiyordu, aksi halde rehberi kaybedebilirdim. Neden bu kadar acele ettiğini anlayamadan onu takip etmek zorundaydım. Hedefimize ulaştığımızda nefes nefeseydim. Üzerimdeki elbiseler sıkmaya başladı. Bir an önce yüzeye çıkıp derin nefes almak istedim. Akıntıya karşı çok fazla efor harcarken düzenli nefes alamadığımı, hiperventilasyona girdiğimi ve beynime yetersiz oksijen gittiğini anladım. Gözlerim kararıyordu. Durup derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. O derinlikten yüzeye çıktığım anda çok ciddi problemler yaşayacaktım. Bana saatler gibi gelen sanırım 3 - 5 dakika boyunca hiçbir şey yapmadan nefes alıp verdim ve konsantre olmaya çalıştım. Bugüne kadar nerelerde dalış yapıp fotoğraflar çektiniz? Endonezya ve Mısır en sık ziyaret ettiğim ülkeler. Bunların dışında Sudan, Tanzanya, Amerika, İsrail, Palau, Yap ve Malezya gibi ülkelerde dalış yaptım. Türkiye’de ise Batı Akdeniz ve Ege’de dalışlar yaptım. 15 - 20 Bin slayttan oluşan bir sualtı arşivim var. Ama bu arşivi oluşturmak için kaç poz fotoğraf çektiğimi bilemiyorum, zira çekilen slaytların yarısı çöpe gidiyor. En sevdiğiniz dalış yerleri? Türkiye’de hiç tartışmasız Kaş. Kristal berraklığındaki denizi ve ilgi çekici dalış noktalarıyla Akdeniz’in en güzel dalış merkezlerinden birisi. Adrasan’da özellikle dalışa açılan yeni bölgeleri ve bakirliği ile beğendiğim yerlerden. Dışarıda ise Malezya’nın Sipadan Adası favorilerimden. Minik sualtı canlıları ile makro çekimler için uygun olmakla beraber her zaman ada etrafında görülebilen kaplumbağa ve balık sürüleri ile geniş açı çalışmalar için de uygun. Türkiye’deki sualtı fotoğrafçılığının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de sualtı fotoğrafçılığı kısa süre öncesine kadar yaygın değildi, çünkü bu işi yapmak çok zordu. Birkaç kez deneyen hayal kırıklığına uğruyor ve bu işle uğraşmaktan vazgeçiyordu. İki elin parmakları kadar sualtı fotoğrafçımız vardı. Şimdi dijital teknoloji sayesinde daha çok insan sualtında fotoğraf çekiyor. Maliyetler de çok azalınca ilgi ve gelişim çok arttı. Sualtında fotoğraf çekmeye yeni başlayan ve kısa sürede kendilerini çok geliştiren birçok genç var. Su altı zenginliği bakımından ülkemizi ve diğer ülkeleri karşılaştırır mısınız? Bizim denizlerimiz artık cansız. Ne yazık ki, canlılara yaşama imkanı vermedik, hepsini yok ettik. Denizleri kirlettik, yetmedi doldurduk, plajları yok ettik. Tropik denizlerde yaşayan rengarenk resif balıkları, mercanlar bizim denizlerimizde yaşamıyor. Bu yüzden burnumuzun dibindeki Mısır gibi ülkelerle rekabet etmemiz imkansız. Ama onlarda olmayıp bizde olan fakat değerini henüz fark etmediğimiz bir zenginliğimiz var; sualtındaki tarihi neden değerlendirmeyiz anlayamıyorum. “Denizi olmayan kentte yaşamak; bir sualtı fotoğrafçısı için aşkını özlemektir” Denizi olmayan bir kentte yaşamak bir sualtı fotoğrafçısını nasıl etkiliyor? Deniz kenarında yaşarken hep hayran olmuşumdur Ankaralı dalgıçlara. Cuma günü işten çıkıp güneye gelip iki gün dalış yaparak Pazar akşamı evlerine dönüşlerini şaşkınlıkla izlerdim; çok yorucu gibi görünürdü. Şimdi ben de onlardan birisi oldum. Çok sevdiğiniz bir kişi sürekli karşınızda duruyorsa onu özlemezsiniz, hatta bir süre sonra ihmal etmeye başlarsınız. Denizi olmayan kentte yaşamak; bir sualtı fotoğrafçısı için aşkını özlemektir. Dalış sporu her ne kadar yaz kış yapılabilen bir spor olsa da, gerek denizin daha durgun gerekse sualtındaki görüş mesafesinin daha uzun olduğu yaz ayları bizim için daha uygun. Geçen yaz işlerimin yoğunlu yüzünden sadece iki defa Kızıldeniz’e gidebildim. Haftalık turlarda bir gidişte yaklaşık 20 dalış yapıldığına göre geçen sene sadece 40 dalış yapabilmişim. Su altı fotoğrafçılığına başlamak isteyenlere neler önerirsiniz? Artık yeni başlayanlar çok şanslı. Dijital kameralar sayesinde o anda nasıl bir çekim yaptığına bakıp hatalarını düzeltme imkanına sahip oldukları için gelişimleri çok hızlı olabiliyor. Eskiden 36 Poz çek, karaya çık, filmi banyoya ver, sonuçlara bak, hatalarını gör… Hatalı çektiğin bir görüntüyü tekrar yakalama imkanı yok, çünkü balıklar kaçtı. Yeni başlayanlara dijital basit bir kamera ile başlamalarını, kendilerinde ilerisi için umut görürlerse mutlaka ders almalarını tavsiye ederim. Dalış ve sualtı fotoğrafçılığını bir bütün olarak düşününce, başlangıçta çok pahalı bir hobi olduğunu söyleyebiliriz. Ama ekipmanı aldıktan sonra çok ucuz. Tüpünüzü doldurup başka hiç para harcamadan Konyaaltı’ndan veya falezlerden dalış yapıp fotoğraf çekebilirsiniz. NİSAN 2014 39 Kavramlar Gökçen GÖKYER (CP’12) Fotoğraf: Levent KONUK Y aşam, kendi olay döngüsünde zaten belirli bir dozda heyecanı, ilginç olaylar zincirini barındırır kendi içinde. Ne var ki, gün geldiğinde bu ilginç olaylar biz insanlara yetmez, ekstra bir adrenalin arar, günlük rutinimizin arasında yer almayan, yapması gerçek anlamda sıra dışı olan aktivitelere yönelme ihtiyacı duyarız. Hepsi de aktivite değildir aslında, kimi zaman farklı duygular, farklı durumlar da heyecan katarlar hayatımıza. Bilmediğiniz yollarda kayboluruz, hava kararmış, aracımızdaki yakıt azalmıştır... Doğaçlama bir maceraya girmişizdir bile mesela... Yolumuzu bulamama korkusu, yakıtımızın bitmesi durumunda yolda kalma endişemiz ekstrem bir panik duygusu yaratır içimizde ki bu da adrenalimizi üst seviyelere ulaştırmayı başarmış olur. Ne zaman ki yolumuzu şans eseri kestirme güzergaha bağlayıp şehrin ışıklarına ulaşır, yolumuzu buluruz, o an itibariyle aklımızda tek bir şey kalır, o da: “Ne maceraydı be!” düşüncesi. Hoşunuza bile gitmeye başlamıştır sonraları yaşadığımız bu adrenalin, adını sonradan koyduğumuz bu ‘macera’. İnsanoğlunun ihtiyacı vardır zira farklılıklara, arada rutinini kırmaya, vücuduna fazladan endorfin salgılamaya... Macera da bunların en başında gelen bir kavramdır. Hani illa ki olumsuz koşulların getirdiği enerji fazlalığı değildir bu durum tabi ki... Bunu hobi haline dönüştürmek, ruhen ayrı fiziken ayrı fayda 40 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237 sağlayan düzenli maceralar oluşturabilmek de pekala mümkün... Su altı dünyası da bunlardan birisidir örneğin. Suyun dışındaki dünya, kara üzerinde yer aldığımız habitattan çok başkadır. Karanın da her ne kadar keşfedilecek, her seferinde hayretler uyandıracak başka başka olayları, tabiat harikalarını barındırsa da içinde, havası, suyu her gün gördüğümüz, bir şekilde deneyimlediğimiz bir dünyadır neticesinde. Ama suyun altı bambaşka bir dünyadır. Herkesin her istediği an görmesi mümkün olmayan, içinde karada asla rastlayamayacağımız başka bir habitatı vardır su altının; başka bir dünyası vardır. Uzaya çıkarken yaşamsal fonksiyonların devamı için gerekli ekipmanların bir başka versiyonu da suyun altı için gereklidir örneğin. İkisinde de oksijenini kendin sağlaman, öncesinde öğrenmen gereken kurallar vardır. Üstelik, karada taht kurmuş olduğun bir canlıyken, suyun altında tam anlamıyla bir azınlık gruba dönüşürsün. Keşfedilmeyi bekleyen binlerce farklı canlı, arkeoloji ve doku bulursun. Kendin değilsindir orada keza, bir turistsindir. Karşına neyin çıkacağını bilmeden derinlere gitme arzusunu hissedersin. Adrenalin salgıladıkça vücudun, daha da ilerlemek, daha fazla enerji üretmek istersin. Bu da bazılarında macerayı bir tutku haline dönüştürme sebebi teşkil etmeye başlar bir zaman sonra. İnsanların macera arzusu ve artık bir yerden sonra ihtiyaca dönüşmüş olduğu bu süreç, kendilerini keşfedebilmesi, daha iyi tanıyabilmesi adına da etkilidir. En başta, kişi kendini özgür hisseder yeni bir maceraya atıldığında. Sınırlarını keşfedecektir, neyi ne kadar zorlayabileceğini, hangi durumda ne kadar irade gösterebileceğini deneyimler. Daha önce hiç sınamadığı kendi rekorunu egale edecektir belki de. Bu da her yeni ‘macera’sında sınırlarını biraz daha genişletme isteği yaratacaktır kişinin bilincinde, belki de bilinçaltında. Endorfin salgılama, miktarını arttırma güdüleri belirmiştir artık zira... Bünye hep bir daha isteyecek, belki daha fazlasına zorlayacaktır kendini. Macera, her ne kadar olumlu bir olgu gibi görünse de -yazının ilk kısmı açısından en azından- bir yandan da kendi risk olasılığını taşır içinde aslında. Bu yüzden de, macera kavramı herkes için aynı enerjiyi ifade etmez, kişinin daha içine kapanmasına neden olur kimi zaman tam aksine. Cesaret, farklı heyecan arayışı kişinin karakterinde çeşitli hisler uyandırır ve kimilerinde bu durum korku ve paniği getirir. Bu da kişide başarısızlık duygusuna, özgüven kaybına ve fobi oluşumuna sebebiyet verebilir bu durumlarda. Önemli olan, macerayı hayata entegre edebilmek ama yalnızca bir şartla: kişinin bünyesine fazla gelmeyecek dozda, otokontrolü kaybetmemek kaydıyla... ODTÜ’den Bir Köse Aydın TİRYAKİ (ChE’81) Parlar Anıtı K afeteryadan Mühendislik bölümlerine doğru yürürken Elektrik Mühendisliği’nin çıplak tuğla duvarının hemen önünde bir masanın başında oturan sağ elini masaya koymuş, sol eliyle bir şeyler anlatan hocamız Mustafa Parlar’dır. Heykelin olduğu bölge, masa, sandalyeler, arka tarafta yitirdiğimiz ODTÜ hocalarının plaketleri bulunan duvarla bir park şeklinde düzenlenmiş… Duvarın yanındaki bilgi plaketinden heykeltıraşın Hüseyin Gezer olduğunu, anıt projesini Süha Özkan’ın yaptığını öğreniyoruz. Hocalarımızın adlarının bulunduğu alanın yanında, yeni adlar yazmak için bırakılmış boşluk anıtın en can sıkıcı görünümü… Gerçek ölçülere göre yapılan heykel Ferit Şen tarafından bronzdan dökülmüş. 1982 yılında şu anda bulunduğu yere konulan heykel, doğa koşullarında hiç zarar görmeden günümüze kadar ulaşmış. Prof.Dr. Mustafa Parlar, 1925 - 1980 yılları arasındaki 55 yıllık kısa ömre başarılarla dolu bir akademik yaşam sığdırdı. 60’lı yıllarda ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü Başkanlığı, Mühendislik Fakültesi Dekanlığı yaptı. 1981 yılında anısını yaşatmak için kurulan Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı, üniversite - endüstri ilişkilerini geliştirmek, bilimsel araştırmalara ve araştırmacılara destek olmak amacıyla her yıl ödüller vermektedir. Heykelin bulunduğu masanın başındaki dokuz sandalye, buranın gerçek bir masa gibi kullanılması için ahşaptan yapılmış. Zaman zaman bu sandalyelere oturup Mustafa Parlar hocayı dinleyerek ders çalışan, çayını içen, bir şeyler yiyen öğrencileri görürüz. Bir hoca için her zaman karşısında öğrenciler görmek, onları duymak çok güzel olmalı… Fotoğraflar (2013-2014): Aydın Tiryaki (ChE’81) Hüseyin Gezer (1920-2013) Sanatçı 1950 yılına dek süren öğrencilik yaşamı boyunca İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ve Paris Ulusal Sanat Akademisi’nde okur. Heykel eğitimi ve sanatıyla yarım asırlık bir sanat serüveni içinde asistanlıktan profesörlüğe, Akademi Müdürlüğü’nden İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğü’ne uzanan bir süreçte etkinliklerini sürdürür. Türkiye’nin değişik kentlerine 39 anıt yapar. En fazla işlediği temalardan birisi “Kadın ve Erkek diğeri ise “Ana ve Çocuk”tur. Kaynakça K k Prof. Dr. Ayla Ersoy “500 Türk Sanatçısı / Plastik Sanatlar” MART 2014 41 Hocam Inecek Var M.Bülent M Bül t VARLIK (E (Econ/Stat’ocak-76) /St t’ k 76) Adatepe A ssos ve Behramkale’yi gezdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Bu kez hedefimiz, Edremit Körfezi kıyılarında yer alan Küçükkuyu ve yakın çevresi. Bu arada yeri gelmişken belirtelim; yol boyunca bulunan satış merkezlerinden istediğiniz türden Ezine peyniri almanız mümkün. Küçükkuyu Kaz Dağı eteğinde bulunan Küçükkuyu, adıyla mütenasip olarak küçük bir yerleşim yeri. Antik dönemlerde Gargaros adını taşımaktaymış. Vaktiyle Rumların yoğun olarak bulunduğu bir yermiş. Yörenin zeytinyağı gerçekten son derece kaliteli. Küçükkuyu’da üretilen zeytinyağları başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasının pek çok yöresine ihraç edilirmiş. Öyle ki, 1980’li yıllarda limana açılan sokaklardan biri hala “Gümrük Sokağı” adını taşıyordu. 1990’lara kadar, Küçükkuyu içinde az olsa da Rumlardan kalan yapılara rastlamak mümkündü. Ama, artık bitti; “rant” yepyeni bir çevre yarattı! Küçükkuyu, 1990’larda sadece sahile paralel bir sokaktan ibaret bir balıkçı köyüydü. 10 yıl kadar sonra, “kasaba” Çanakkale otoyoluna kadar genişledi; 2000’li yıllardan sonra ise artık zeytin bahçeleri “yerleşim yeri” haline dönüştü! Velhasıl 20 – 30 yıl içinde 42 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 o küçücük balıkçı köyü yerini özellikle yaz aylarında inanılmaz büyüklükte bir “kent”e bıraktı. Zeytinyağı Müzesi Günümüzde Küçükkuyu’da görülmesi gereken en önemli yer zeytinyağı müzesi. Ülkemizde türünün ilk örneği olan müze 2001’de aralarında bir de ODTÜ’lünün bulunduğu beş arkadaş tarafından kurulmuş. Vaktiyle marangoz atölyesi ve sabunhane olarak kullanılan bir bina uzun uğraşlar sonucu müthiş bir müzeye dönüştürülmüş. Müzede, zeytin, zeytinyağı ve sabun üretimine ilişkin çeşitli araç – gereç ve aksesuarlar sergilenmekte. 1930’lu yıllardan kalma çeşitli belgeler de bulunmakta. Firmanın ürettiği ürünler de müzenin bahçesindeki satış mağazasından “Refika” markası ile satılmakta. Şimdi, biliyorum, “nereden çıkmış bu marka” ya da “kim bu ‘Refika’” diyeceksiniz. Müzede verilen bilgilere/belgelere sadık kalarak aktarmaya ve de anlatmaya çalışalım: Yörede vaktiyle nedense (!) “Refika” olarak anılan bir Rum hatunu yaşarmış. Yörenin halkları arasında çok sevilen Refika hem güzel, hem de çok neş’eli bir kızmış. Düğünlerde şarkılar söyler, çok da güzel dans edermiş. Refika’nın güzelliği ve iyilikseverliği bütün çevrede dillere destanmış. Özellikle zeytin zamanı Refika’nın çalıştığı tarlalarda köylüler zeytin toplarken onun çığırdığı şarkıları/türküleri dinlermiş; düğünlere mutlaka başmisafir olarak çağrılır, dans ettirilirmiş. Hayat hoş ve güzel bir şekilde devam ederken önce Dünya Savaşı çıkmış, ardından Milli Mücadele başlamış, sonrasında da “mübadele”ye karar verilmiş. Bunun sonucu olarak Refika da diğer Rumlarla birlikte köyü terk edip Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalmış. Ama Refika’nın köyden ayrılışı Türkler arasında büyük bir üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile onun adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküleri okunmuş. Ve ondan kalan bir fotoğraf bugün yaratılan markanın “yüz”ü olmuş. Ya, “işte, alt tarafı bir hikaye, doğru olsa ne olur, olmasa ne olur” demeyin. Boş verin gitsin! Ama zeytinyağı müzesinden “Refika” markasını taşıyan ürünleri gönül rahatlığı ile almayı ihmal etmeyin. Girişi ücretsiz olan müzeden zeytin ağacından yapılmış çeşitli hatıra eşyaları ve kitaplar alma imkanı da bulunmakta. Hocam Inecek Var Adatepe Zeus sunağını ziyaret ettikten sonra keyifli yürüyüş ile Adatepe Köyü’ne ulaşılmakta. Zeus Altarı Müzenin hemen karşısından tepelere doğru uzanan bir yolu takip eder ve işaretleri takip ederek sağa dönerseniz 3 kilometre kadar uzaklıkta olan Zeus altarı ya da sunağına ulaşırsınız. Bir rivayete göre tanrı Zeus Truvalılar ile Akhalar arasındaki savaşı burada bulunan yekpare bir kayanın üzerinden seyretmiş. Bir başka rivayet ise Zeus’un Hera’yı ilk kez burada gördüğünü ve ona aşık olduğunu anlatmakta. Kayanın tepesine, yan tarafa muhtemelen sonradan yapılmış olan merdivenlerden çıkılmakta. Tepeden bütün Edremit Körfezi’ni seyretmek mümkün. Sunağın altında da kayalara oyulmuş bir sarnıç mevcut. Tabii ki, böylesine güzel bir yerin “elin gavuruna” bırakılması olmaz. Bu nedenle sunağın hemen önüne yıllar sonra “alternatif” bir “yatır” konmuş! Burada Çanakkale savaşlarına katılan Erdem Dede’nin yattığına inanılmakta! Her ne kadar mezarın şekli yıldan yıla değişse de o güzelim tepede “bizim” de bir yatırımız bulunmakta! Adatepe, aslında bir Rum köyü. Ama mübadeleden sonra boşaltılmış ve köye Midilli ile Girit mübadilleri iskan edilmiş. Bu arada bazı Türkmen ve yörükler de köye yerleşmiş. Köye, ilk iş olarak Rum yapılarından kalan tuğlalar ile bir cami inşa edilmiş. Caminin avlusundaki duvarlardan bir kaç tuğlayı kaldırırsanız üzerlerinde Grek alfabesi ile yazılmış markaları görmek mümkün! Köy, zaman içinde terkedilmiş; yaşayanların sayısı birkaç haneye kadar inmiş. Ama 1990’ların başında bu “boş” köy, her nasılsa İstanbullular tarafından keşfedilmiş. Köyden birkaç ev alan İstanbullular, bunları restore edip yaz aylarını havası son derece temiz olan köyde geçirmeye başlayınca Adatepe yeniden kıymete binmiş. Hele birkaç filmin çekimi de bu köyde gerçekleştirilince ünü bütün çevreye yayılmış! Günümüzde, Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış olan köydeki taş binalar gerçekten dikkat çekici. Geçmişte okul olarak kullanılan “taş mektep” yaz aylarında seminerlerin, toplantıların yapıldığı bir kurum niteliğine dönüşmüş durumda. öneririm. Bu arada küçük bir not: Adatepe sağlık için yararlı olduğu belirtilen zeytin sütünün de üretim merkezi. Meraklısı için bir başka not: Adatepe köy mezarlığı bir kısmı ahşap olan “mezar taşları” ile dikkat çekici bir mekan! Ve Tahtakuşlar Küçükkuyu’dan Edremit’e doğru giderken solda Tahtakuşlar levhasını gördüğünüzde mutlaka sapmanızı öneririm. Birkaç kilometre gittikten sonra karşınıza iki katlı bir yapı çıkar. Burası Türkiye’nin ilk özel etnografya müzelerinden biridir ve bu niteliğinden dolayı UNESCO tarafından da desteklenmiştir. Alibey Kudar adlı bir ilkokul öğretmeni tarafından 1991’de kurulan ve “her gün güneş saati açık” olan bu müzede çevrede yaygın olan Türkmen kültürü ile ilgili pek çok etnografik eseri görebilirsiniz. Ayrıca, ressam Selim Turan’ın çok sayıda eseri de burada sergilenmekte. Müzenin satış bölümünde çevreden toplanmış çeşit çeşit otlardan alma imkanı bulunmakta. Gideceğimiz bir diğer diyarda karşılaşabilmek dileğiyle… Gittiğiniz zaman çevreyi dolaşmadan önce köy merkezindeki asırlık çınarın altında oturup bir çay ya da kahve içmenizi NİSAN 2014 43 Kitaplar Arasında Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83) İtalyan ‘Tatar pılacak bir iş yoktur. Tayinini isteyecektir ya da hasta raporu alacaktır. Bir şeyler yapmalıdır ve burada, bu küçük yerde asla kalmamalıdır. Bastiani kalesinde hareketsizlik ve sıkıntı vardır. Teğmen Drago gençtir, güçlüdür, enerji doludur. Yaşamına istediği gibi bir yön verebilecek yaştadır. B u yazımda biraz çağdaş İtalyan Edebiyatında dolaşmak istedim. Şaşırtıcı gözlemleri ve akıcı üslubu ile Elsa Morante’nun (1918-1985) ‘Ve Tarih Devam Ediyor’ adlı eseri, yalın ve gündelik konuşma dili ile yazılmış olan ‘Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’ eserinin sahibi Susanna Tomaro(1957 -), hepinizin tanıdığı Umberto Eco(1932 -) yazar, edebiyatçı, eleştirmen ’Gülün Adı’, ‘Baudolino’, ‘Foucault Sarkacı’ kitaplarının yazarı, Cesare Paves (1908-1950) şair ve romancı, akla gelen kitaplarından biri ‘Ay ve Şenlik Ateşi’, Antonio Tabucchi(1943-2012) oyun yazarı ve çevirmen, ‘Düşler Düşü’ adlı eseri, Leonardo Sciascia’nın (1921-1989) ‘Baykuşun Günü’ adlı romanı, yazar ve yönet- men olan Alessandro Baricco’nun (1958 -) ‘İpek’ adlı kitabı, Italo Svevo (1861-1928) romancı ve oyun yazarı, en ünlü eseri ise ‘ Zeno’nun Bilinci’, Dino Buzzati (19061972) ve ‘Tatar Çölü’, ‘Dağların Adamı Barnabo’ adlı yapıtları, Antonio Gramsci (1891-1937) ‘Hapishane Defterleri’ ve İtalyanların ünlü dil cambazı, modern dünyanın masal anlatıcısı Italo Calvino, hepsi birbirinden değerli muhteşem eserleri. Size, çok kısa şekilde çağdaş İtalyan romancılarının kısa bir anımsatmasını yapmak istedim. Eminim, içlerinden bir kaçı sizin favo- 44 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 238 ri r o mancılarınız arasındadır. Gelin bu romancıların içinden bir tanesine, Dino Buzzati’ye biraz daha yoğunlaşalım. Romancı, öykü yazarı, ressam, şair, gazeteci olan Dino Buzzati, 1906 ile 1972 yılları arasında yaşamıştır. 1940 yılında yayımladığı ‘Tatar Çölü’ romanı ile tanınır. Bu romanı ile İtalya’nın önde gelen yazarlarından bir haline dönüşür. Tatar Çölü’nün ‘Le Desert des Tartares’ adı ile 1949 yılında Fransa’da yayınlanması ile uluslar arası başarısı gelir ve kitap kısa sürede 20’den fazla dile çevrilir. Tatar Çölü, 1976 yılında sinema filmi haline getirilir. Yönetmenliğini Valerio Zurlini’nin yaptığı film, İran’ın Bem şehrindeki Bem Kalesi’nde çekilmiştir. Roman kahramanımız teğmen Giovanni Drago, okuldan yeni mezun olmuştur. Kendisine sınırda bulunan Bastiani kalesinde görev verilir. Amacı, onurlu ve başarılı bir asker olmaktır. Ailesinden ve sevdiklerinden oldukça uzakta bulunan kaleye ulaştığında, yaşamını bu ıssız kaleye saldırı yapılacağı duygusu içerisinde geçiren askerleri görür. İçini bir üzüntü, garip bir his kaplar. Askerlerin davranışlarını sorgulayarak, amaçsız bir yaşam içinde olduklarını düşünür. Onlardan biri olmamalıdır. Geri dönmelidir. Burada ya- Kalenin diğer yanında bulunan çöl kendisini etkiler. Orada, bir bilinmezlik vardır. Bu düşünceler içerisinde, komutanının söylediği “sadece dört ay kalın sonra gidersiniz” sözüyle kalmaya ikna olur. İşte bu karar tüm yaşamını etkileyecektir. Teğmen Drago’nun yaşamı, odasının bulunduğu duvarın arkasındaki su sarnıcından damlayan su sesleri gibi geçmeye başlar. İlk geldiği gece bu ses kendini çıldırtmış olmasına rağmen ilerleyen zamanlarda bu sesi hiç duymaz. Bastiani kalesi onun için, heyecanlı, neşeli, ya da sıkıcı ve gerilimli bir yer değildir. Artık, kalede yaşamaya alışmıştır. Tüm askerler gibi kendisini de en çok çeken yer Tatar Çölü’dür. Orası, gizemli bir yerdir. Herkesin gözü çölün üzerindedir. Orada yaşanılan en ufak bir değişim kalede olay yaratmaktadır. Çölde bir atın gözükmesi, atı kendisinin sanarak almaya giden askerin kaleye giriş parolasını anımsayamadığından vurulup öldürülmesi üzüntü yaratır. Ayrıca, sevdiği arkadaşı Angustina’nın hastalanarak ölmesi, çölde Tatarların yaptığı yol çalışmasının görüntüleri dışında olağanüstü bir durum, önemli bir olay yaşanmaz. Kalenin dışında atıyla dolaştığı bazı zamanlar aklından geri dönmemek geçer, bunun çelişkisini içinde yaşar ama kaleden uzaklaşmayı beceremez. Buraya geldikten yıllar sonra, ailesinin yaşadığı yere izinli olarak gider. Ama her şey değişmiştir. Hiçbir şey bıraktığı gibi değildir. Ailesi, çok sevdiği arkadaşları, sevgilisi... her şey değişmiştir. Artık onlara uyum sağlayamayacağını anlar ve tekrar kaleye geri döner. KitaplarDernekten Arasında Edebiyatından Çölü’ Drago’nun hayatı, damlaların çıkardığı su sesine benzer. Direnmez, karşı koyup düzeltebileceğini sandığı şeylere alışır. Yaşamının ne kadar farklı olmasını istese de kendisinden önce yaşananların aslında bir tekrarıdır. Drago’nun 35 yılı, Tatar saldırısını beklemekle geçer. Tatar’lar kaleye saldırdığında, Drago yaşlı ve hasta bir kişidir. Kendisi kaleden ayrılmak istemese de üstleri tarafından zorla uzaklaştırılır. 35 yıl, Tatar’larla savaşıp, kaleyi korumayı ve gerekirse onurlu bir asker gibi ölmeyi hayal etmiştir. Bir ömür boyu beklediğinden uzak bırakılmak onun tüm hayatını anlamsız kılmaktadır. Su sesinin aslında kendisini ne kadar rahatsız ettiğini, kaleden ayrılırken yeniden fark eder. İnsan yaşamını inceleyen bir kitap. Yaşamın farkına varmadan nasıl sıradanlaştığını, yok edildiğini anlatıyor. Hayatımızdaki küçücük kararların, bütün hayatımızı nasıl etkileyeceğini çok güzel bir şekilde gözler önüne seriyor. Ve kendimizi çok özel ve sıra dışı zannederken, geriye dönüp baktığımızda aslında ne kadar da sıradan, hatta gençken kınadığımız bir hayatı yaşadığımızı gösteriyor. Kitap, bir yerde insanın içinde var olan umudu anlatıyor. Umut, var olduğu sürece yaşamınızı sürdürüyorsunuz. Nasıl olsa yaparım, daha bunun için zamanım var dediğiniz an yaşadıklarınız sıradanlaşıyor, olanları kabul ediyorsunuz. Kitap, bizim mücadele gücümüzün yaşam boyu devam etmesi gerektiği gerçeğini gözler önüne seriyor İnsanların kendi inşa ettikleri kalelerde esir kalmaları ve bunun dışına çıkmamaları, bürokrasiye ya da sisteme takılı kalmış ve anlamsız da olsa bunu yerine getiren bürokrasinin ya da sistemin içindeki insanlar metafor olarak anlatılmaktadır. Bu roman ayrıca İtalya’da faşist rejimin hüküm sürdüğü yıllar içinde yazılmış olmasından dolayı yazarın, iktidarı rahatsız edici söylemlerden kaçındığı ve düşünce- lerini farklı bir şekilde anlattığı bir sorgulama romanı olarak da değerlendirilebilir. Yazar Mehmet Eroğlu, “İnsanlar ikiye ayrılır” der, “ Dino Buzatti’nin Tatar Çölü’nü okuyanlar ve okumayanlar’ Bu söz ülkemizde ‘Tatar Çölü’romanının önüne geçtiğini söylenebilir. Edebiyat Kulübü toplantısında, bu muhteşem sunumu yapan İbrahim Berksoy ve Oğuzhan Bal arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Arkadaşlarım, Tatar Çölü romanını okurken onun yanında Anouar Brahem’in ‘Le Voyage De Sahar ‘(2006) adlı müziğinin dinlenmesini öneriyorlar. Hoş bir uyum olduğunu söyleyebilirim. ………………………………………. Edebiyat Kulübü toplantılarımız son hızla devam etmekte ve sekiz yıldır her ay yapılan toplantılarımıza katılım her geçen gün artmaktadır. Bu da paylaşılan bilgi yoğunluğunu ve sunum kalitesini arttırmaktadır. Bundan sonraki toplantımızın konusu 1968 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Japon olan Yasunari Kavabata’nın ‘Dağın Sesi’ adlı romanı. Kitaplarında Japon geleneklerini, Japon insanının zarafetini, doğa düşkünlüğünü, duygusallığını, özlemle ve melankolik bir şiirsellikle anlatmaktadır. Kavabata, duru bir dil ile yazdığı eserleri Japon şiiri “haiku” geleneğinin sadeliğini yansıtmaktadır. Yaşlılık üzerine “melankolik bir meditasyon” olarak kabul gören “Dağın Sesi”, aynı zamanda 2. Dünya Savaşı etkisiyle değişmekte olan Japon aile yapısını ve geleneksel Japon değerlerini sorgulamaktadır. Mart ayındaki toplantımızda bu güzel eseri hep beraber konuşmaya ne dersiniz? NİSAN 2014 45 Güncel Fotoğraflarla Dünden Bugüne 23 Nisan 23 Nisan 1921 23 Nisan 1950 23 Nisan 1980 23 Nisan 2012 23 Nisan 1930 23 Nisan 1962 23 Nisan 1991 23 Nisan 2013 23 Nisan 1945 23 Nisan 1966 23 Nisan 2010 23 Nisan 2013 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun 46 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237 Güncel SUDOKU ÇOK ZOR Nilgün EKERMEN 7 (CHE’87) 9 1 3 8 1 2 4 7 2 6 Beyin gelifltirmede en iyi egzersizler aras›nda olan ve düflündürürken dinlendiren bir bulmaca 5 9 5 7 8 4 3 9 6 2 9 2 1 8 7 2 4 MART SUDOKU ÇÖZÜMÜ 439 278 651 862 315 479 571 649 283 284 937 165 917 586 324 653 421 798 325 794 816 146 852 937 798 163 542 AYIN BULMACASI Günay BULUT (ADM’85) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SOLDAN SA⁄A: 1) 7 Nisan 1978’de bir silahlı saldırı sonucu felç olan ve 29 Kasım 2011 tarihinde kaybettiğimiz Tanilli soyadlı hukukçu akademisyenimizin önadı; Halk ağzında ağabey 2) Mübalağa etmek 3) Sütyende veya gömlek yakalarının dik durması için kullanılan metal veya katı plastik parça; Bedava, fazladan 4) Eski dilde su; Üzeri kırmızı parafinle kaplanan bir tür Hollanda peyniri. 5) Liste başı; Çin ve Japonya’da oynanan iki kişilik bir strateji oyunu, Çin satrancı; Bir göz rengi 6) iyi tanımlanmış kuralların ve işlemlerin adım adım uygulanmasıyla bir sorunun giderilmesi veya sonuca en hızlı biçimde ulaşılması işlemi 7) Bir renk 8) Eski dilde uzlaştırma; Molibdenin simgesi 9) (Tersi) Yumurta biçiminde, söbe, oval; Köpek 10) Eski dilde bayındırlık işleri; Yemek. MART ÇÖZÜMÜ SOLDAN SA⁄A: 1) Çetin Emeç 2) Anakonda; 3) No; Nif; Fa 4) Algoritma 5) Karl; Yasak 6) Kg; Et; La 7) AA; Ja; Amid 8) Ly; İsaviye 9) Hakem 10) Parti; Ate YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1) Çanakkale 2) Enola Gay; 3) Ta; Gr; Ma 4) İknoloji 5) Noir; As 6) Enfiye; Ahi 7) Md; Tatava 8) Ea; MS; Mika 9) Faaliyet 10) Ra; Kademe. YUKARDAN AŞAĞIYA: 1) ………. Ali: 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırını geçmeye çalışırken öldürülen ünlü şair ve yazarımızın adı. 2) Dağkırlangıcı, keçisağan; 3) Akciğerleri dinlerken hekimin duyduğu patolojik ses; Togo’nun plaka imi; Her türlü maddeyi oluşturan çok ince ve uzun parça 4) Tıp dilinde vankomisin dirençli enterokoklar deyiminin kısaltması; Şamanist Türklerde kutsal sayılan dağın,ırmağın,pınarın,ağacın sahibi olduğuna inanılan ruhlara verilen ad 5) Kavimleri karşılaştırarak inceleyen, kültür oluşumlarını araştıran bilim, budun betimi, kavmiyat 6) Madagaskar’ın plaka imi; Fransa’nın kuzey yarısında konuşulan Roman dili lehçeleri 7) Teniste hızlı, iyi, karşılanamayan servis atışı; Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş; 8) Yüksekokul; 9) Halk ağzında yavru, çocuk; Bir nota 10) Taharri; Bir gemi veya uçağın gidiş yönü, izleyeceği yol. OCAK 2014 47 Çizgiyle 48 ODTÜLÜLER BÜLTENİ 237
© Copyright 2024 Paperzz