İŞLETME MAKRO İKTİSAT ÇIK VE UZ SA AK TE NE TA 1 ES 2010 T M FAK ÜL T UL ÜN VE ANB RS ST Yar.Doc.Dr.Hülya Kesici Çalışkan T.C . Makro İktisat 1.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 1 1.KISIM 1)MAKRO İKTİSAT NEDİR?............................................................2 2)MAKRO İKTİSADİ TEMEL KAVRAMLAR…………………….6 2.1)GAYRİ SAFİ YURT İÇİ MİLLİ HASILA…………………6 2.2) İKTİSADİ BÜYÜME ……………………………………….12 2.3) GAYRİSAFİ YURT İÇİ HASILA DEFLATÖRÜ ve ENFLASYON……………………………………………………..14 2.4) KONJONKTÜR DALGALANMA…………………………17 ÖZET: Makro iktisat ekonominin bir bütün olarak incelenmesidir. Bütün bir ekonominin anlaşılabilmesi için öncelikle bazı kavramların açıklanması gerekmektedir. Toplumun tümünü ilgilendiren önemli fakat az sayıdaki büyüklükler gayrisafi yurt içi milli hasıla, iktisadi büyüme, enflasyon ve konjonktür dalgalanma öncelikle irdelenmesi gerekenlerdir. 2 1. MAKRO İKTİSAT NEDİR? İnsanlar toplumda yaşar toplum bireylerden oluşur ancak yaşanan bu süre içerisinde insanların kurup oluşturduğu toplumsal kurumlar ve bu kurumlar da uyulan toplumsal kurallar vardır. İnsanlar tarım ile uğraşarak toplumsal düzene geçmişlerdir. Yerleşik,düzene geçilmesi ile birlikte korunma, barınma, beslenme, giyinme gibi günlük ihtiyaçların giderilmesi ile üretim tüketim,tasarruf dolayısıyla ekonomi başlamıştır.Tarım toplumu olarak başlayan ekonomik hayat sanayi devrimi ve teknolojide meydana gelen inanılmaz gelişmeler ile birlikte toplam üretim de tarımın payının düşmesine yol açtı.Üretkenlikteki yükseliş beraberinde refahı arttırdı,refahla beraber insan ömrünün artması da eğitimin artmasına neden oldu. İktisat bilimi kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçların karşılanması sorunu ile karşı karşıya kalan bir kişinin yada toplumun tatmin düzeyini en yüksek noktaya çıkarma yollarını arar. İktisat bilimi makro iktisat ve mikro iktisat olmak üzere ikiye ayrılır. Mikro iktisat tekil olarak bireyleri yada firmaları inceler.Makro iktisat ise bütün bir ekonomiyi inceler.Ekonomide yaşanan durgunluklar,krizler gibi konular makro iktisadın ilgilendiği konulardır. Makro iktisadın teorik çerçevesi gelişmiş ülkelerin karşılaştığı ekonomik sorunlara çözüm ararken oluşmuştur. Makro iktisat hem soyuttur ,hem somuttur. Makro iktisat az sayıda fakat önemli büyüklükleri içermektedir. Makro iktisat 20. Yüzyıl'da ayrı bir disiplin olarak ele alınmıştır. Makro iktisadın gelişmesinde üç olay özellikle önemlidir. Birincisi, ekonomi istatistikçilerinin, makro iktisadi araştırmaların bilimsel temelini oluşturan verileri toplamaya ve sistematikleştirmeye başlamalarıdır. İkincisi, ekonomik dalgalanmaların tekrarlanan ekonomik sorunlar üzerindeki etkilerinin tespit edilmesi. Üçüncüsü ve adeta bir katalizör işlevi gören olay Büyük Buhran(1929) olmuştur. Dünya’da çoğunlukla modern makro iktisadın başlangıcının Keynesyen iktisat olduğu kabul edilmiş durumdur.1883-1946 yılları arasında yaşayan ünlü İngiliz ekonomist John Maynard Keynes, Büyük Buhran'ı açıklayan ve devletin belli politikalarla ekonomik çöküntülerin üstesinden gelebileceğini iddia eden yeni bir teorik çerçeve ortaya koyarak modern makroekonominin öncülüğünü yapmıştır. Keynes'in ekonomik dalgalanmalara ilişkin temel düşünceleri, 1936 yılında yayımladığı "istihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi" Keynes'in ekonomik dalgalanmalara ilişkin temel düşünceleri, 1936 yılında yayımladığı "istihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi" “General Theory of Employment, Interest and Money” adlı eserinde yer almaktadır. 3 Bu eser yayınlandığı zaman iktisadi problemlerin anlaşılmasında ve çözümünde yeni bir ekol yaratmıştır. Keynes, Uluslararası Para Fonu'nun kurulmasına ve 2. Dünya Savaşı sonrası uluslararası para sisteminin oluşumuna da katkı sağlamıştır. Keynes'in temel tezi, piyasa ekonomilerinin her zaman kendilerini düzeltecek bir mekanizmaya sahip olmadığı, yani düşük işsizlik ve yüksek üretim düzeylerini her zaman garanti edemeyeceği biçimindedir. Dolayısıyla devlet müdahalesini savunmuştur. Bu çalışma da incelenecek olan makro iktisat okulları sırasıyla aşağıdaki gibidir. 1-Klasik Makro İktisat Okulu 2-Keynesyen Makro İktisat Okulu 3-Monetarist Makro İktisat Okulu 4-Yeni Klasik Makro İktisat Okulu 5-Yeni Keynesyen Makro İktisat Okulu M..Friedman Chicago Üniversitesi'ndeki meslektaşlarıyla beraber monetarizm (parasalcılık) olarak bilinen ve Keynesyenciliğin antitezi olan bir doktrini ortaya koydular. Monetaristler, ekonomilerin kendi hâline bırakılırsa tam istihdama dönme eğiliminde olduğunu iddia etmişlerdir. Keynesyen düşünceye karşı monetaristlerce başlatılan karşı atak 1970'li yılların başlarında, Robert Lucas, Thomas Sargent, Neil Wallace ve Robert Barro gibi ekonomistlerin öncülüğünde neo-klasik makro iktisatçılar tarafından sürdürülmüştür. Bu iktisatçılar piyasa ekonomilerinin müdahaleye gerek kalmadan kendi kendilerini düzeltebileceğini iddia etmişlerdir. Bu teoriyi savunanlar, John F. Muth tarafından ortaya atılan rasyonel beklentiler kavramını makroekonomik analizlerde kullanarak desteklemişlerdir. Rasyonel beklentiler hipotezi, bireylerin ve işletmelerin gelecekteki ekonomik olaylar hakkındaki beklentilerini oluştururken "rasyonel" bir biçimde davrandıklarını, yani mevcut bilgilerini en iyi biçimde kullanarak geçmişte yaptıkları hatalara düşmekten kaçındıklarını öne sürmektedir. 1970'lerde gelişmiş ekonomilerde verimlilik artışı ve ekonomik büyümedeki yavaşlama, bu soruna çözüm bulmak amacına yönelen ve oldukça farklı görüşleri olan, Robert L. Bartley ve Arthur Laffer gibi ekonomistlerce geliştirilen arz yönlü ekonomi yaklaşımını ön plana çıkartmıştır. ABD'de 1980'lerde Reagan yönetimi döneminde etkili olduğu için Reaganomics olarak da adlandırılan arz yönlü ekonomide, vergilemenin piyasalardaki itici güçler üzerindeki 4 etkisine büyük önem verilir. Vergi oranlarının düşürülmesinin ekonomiyi canlandıracağı, milli geliri ve vergi gelirlerini artıracağı ve enflasyonu azaltacağı iddia edilir. Son dönemlerde yeni düşünce okulları da tartışmaya dâhil olmuştur. Reel ekonomik dalgalanmalar teorisinin taraftarları hem Keynesyenlerin, hem de monetaristlerin ekonomiyle isabet eden şokların kaynağını belirlemede hatalı olduklarını iddia etmektedirler. Bunlar, şokların ekonomide gözlenen dalgalanmaların bunlarla açıklanabileceği biçiminde bir görüş ortaya koymuşlardır. Aktivist makroekonomik politikaları yeniden ön plana çıkarmaya çalışan Yeni Keynesyenler özellikle uzun dönemde monetarizmi ve rasyonel beklentiler yaklaşımını kabul ederler Yeni Keynesyenler, asimetrik bilgi, fiyatların ve ücretlerin yapışkanlıkları ve katılıkları gibi nedenlerle piyasaların temizlenmediğini (arz - talep dengesinin sağlanmadığını) ileri sürerler. Bunlara göre eksik rekabet ve piyasa başarısızlıkları önemlidir, hatta ekonomik dalgalanmaların nedeni olarak piyasa başarısızlıkları gösterilmektedir. 2) MAKRO İKTİSADİ TEMEL KAVRAMLAR Makro iktisat ekonomiyi bir bütün olarak inceler. Makro iktisat temelde ekonomide toplam üretim, istihdam düzeyi, faiz oranları v.b.diğer değişkenlerin belirlenmesiyle ilgilenir. Değerlendirmenin yapılabilmesi için bazı temel büyüklüklere ihtiyaç vardır. Bu değişkenlerin bir anlam ifade etmesi için, bir zaman boyutu içerisinde ve evrensel bir niteliği olmalıdır. Refahın artması azalması, üretimin artması azalması bir zaman boyutu içerisindeki durumları ifade etmektedir. Evrensellik niteliği taşıması da önemlidir. Zira ekonominin diğer ekonomilerle mukayesesi ve değerlendirilmesi değerlendirmeyi anlamlı kılar. 2.1) GAYRİSAFİ YURTİÇİ MİLLİ HASILA Bir ülkenin toplam üretimi ya da çıktısı ile ilgili çeşitli değişkenler vardır. En önemli milli gelir ölçüsü Gayrisafi Yurtiçi Hasıladır. GSYİH ekonomide üretilen ve hukuken serbestçe piyasalarda satılan bütün kalemleri kapsar. Bir ülke sınırları içerisinde belirli bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin, üretildikleri yılın piyasa fiyatı üzerinden değerine nominal gayri safi yurt içi hasıla denilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nominal kavramıdır. Örnekle açıklarsak, 2011 yılında sadece 2 TL değerinde 50 birim X malı üretilmiş olduğunu ve 2010 yılın da sadece aynı miktarda X malının üretildiğini fakat fiyatının 1 TL olduğunu varsayarak açıklamaya çalışalım.2011 yılındaki nominal GSYİH = 2 x 50=100 TL olacaktır. Oysa geçen yıl aynı miktarda mal üretilmiş olduğu halde fiyatı 1 TL olduğundan,2010 yılındaki nominal 5 GSYİH=5 x 1 = 50 TL olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla cari fiyatlarla ölçülen nominal GSYİH aynı miktarda üretimi ölçerken ekonomi iki kat büyümüş gibi göstermektedir. Zira, nominal GSYİH üretimi üretildiği yılın piyasa fiyatları ile ölçen bir kavramdır ve gerçekte iktisadi gelişim ile ilgili bir fikir vermez. Fakat ele aldığımız ülkedeki fiyatlar genel düzeyinin etkilerini ortadan kaldırarak üretim düzeyindeki gelişimi ele alacağımız reel gayri safi yurt içi hasıla bu yöndeki eksikliği ortadan kaldıracak niteliktedir. Bu durumda reel gayri safi yurt içi hasıla, bir ülkenin sınırları içerisinde belli bir yılda üretilen nihai malların temel bir yılın piyasa fiyatları üzerinden değerine verilen isimdir. GSYİH hesaplanırken tüm üretim cari piyasa fiyatlarından hesaba katılır. GSYİH sadece nihai malların piyasa değerini kapsar; ara malların piyasa değeri hesaba alınmaz GSYİH’nın içinde mallar kadar hizmetler de yer alır gıda, giyim, otomobil, deterjan, vs. elle tutulabilen mallardır, ev temizliği, doktor vizitesi, eğitim vs. elle tutulmayan hizmetlerdir. GSYİH cari dönemde üretilen tüm mal ve hizmetleri kapsar fakat geçmişte üretilmiş malların el değiştirmesi(ikinci el otomobil yada eski ev alım-satımı) hesaba girmez Nominal ve reel ayırımı matematiksel olarak aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz: Nominal GSYİH= ∑PiQi, i=1……..n Reel GSYİH=∑PiQBi, i=1……..n Yukarıda ele alınan durumu daha kapsayıcı bir örnekle ele alalım. Aşağıdaki tabloda nominal ve reel gayri safi yurt içi hasıla değerleri gösterilmiştir. Nominal ve Reel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla 2010 Miktar X malı 50 Y malı 10 2011 Fiyat Miktar 2TL 1TL 2012 Fiyat Miktar Fiyat 5TL 100 4TL 150 30 2TL 50 3TL Nominal GSYİH 110TL 460TL 600TL Reel GSYİH 110TL 230TL 350TL 6 Yukarıdaki tabloda da görüleceği gibi iki mal üreten bu ekonomide her bir yıl üretilen X malının miktarı (Qi) ve fiyatı (Pi) çarpılarak nominal gayrisafi yurtiçi hasılalar elde edilmiştir. (2010=(50x2)+(10x1), 2011=(100x4)+(30x2), 2012=(150x5)+(50x3)). Reel gayri safi yurt içi hasıla ise, her yıl üretilen miktarlar temel yıl olarak kabul edilen (baz yılı) 2010 yılı fiyatları ile çarpılarak oluşturulmuştur. (2010=(50x2)+(10x1), 2011=(100x2)+(30x1), 2012=(150x2)+(50x1) Yukarıdaki gayri safi yurt içi hasıla tanımında nominal kavramının dışında vurgulanması gereken bazı noktalar daha vardır. Hatırlanacağı üzere yukarıdaki tanımda, gayri safi yurtiçi hasılanın, “bir ülke sınırları” içerisinde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları üzerinden değerini ifade ettiği belirtilmişti. Dolayısıyla bir ülke sınırları burada önemlidir ve kullanılan üretim faktörlerinin yerli ya da yabancı sahipliğinden bağımsız bir durumu ifade etmektedir. Nominal Gayri Safi Yurt İçi Hasıla da(GDP) ülke sınırları içinde olması, belirli bir yılda üretilen olması, nihai mal olması gerekmektedir .Bu üç özelliğe bakacak olursak Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GDP) bir ülkede gerek o ülke vatandaşları gerekse diğer ülke vatandaşları tarafından üretilen nihai malların piyasa değerini kapsar. Örneğin Türkiye'nin 2008 yılı GDP'si, 2008 yılında Türkiye'de gerek Türk vatandaştan gerek diğer ülke vatandaşları tarafından (gerek Türk vatandaşlarının gerek yabancı ülke vatandaşlarının sahip oldukları emek, sermaye ve teşebbüs gücü kullanılarak) üretilen nihai malların piyasa değerini ifade eder. Buna karşılık GDP bir ülke vatandaşlarının diğer ülkelerde ürettikleri malların piyasa değerini kapsamaz: Bir ülke vatandaşlarının diğer ülkelerde ürettikleri malların piyasa değeri, ilgili ülkelerin GDP'sinde yer alır. Örneğin Türkiye'nin 2008 yılı GDP'si, 2008 yılında Türk vatandaşları tarafından Fransa'da üretilen malların değerini kapsamaz; söz konusu değer Fransa'nın 2008 yılı GDP'sinde yer alır. Bu açıklama ışığında nominal GDP'yi, bir ülkede belirli bir yılda hem o ülkenin vatandaşları hem diğer ülkelerin vatandaşları tarafından (hem o ülke hem diğer ülkeler vatandaşların sahip oldukları emek, sermaye ve teşebbüs gücü kullanılarak) üretilen nihai malların üretildikleri yılın piyasa fiyatları üzerinden değeri şeklinde tanımlamak mümkündür. Belirli bir yılda üretilen olması ifadesi, GDP'nin önceki yıllarda üretilen malların piyasa değerini kapsamadığını belirtir. Bu bağlamda 2008 yılı GDP'si 2007 yılında üretilen ve 2008 yılında satılan veya 2008 yılında yeniden satılan Honda marka bir arabanın piyasa değerini kapsamaz. Bir oto galerisinin 2007 model arabanın 2008 yılında satışı-yeniden satışı için 7 ürettiği hizmet 2008 yılı GDP'sinde yer almakla beraber, arabanın 2007 yılı GDP'sinde zaten kapsanan piyasa değeri 2008 GDP'sinde yer almaz. Dolayısıyla GDP, bir ülkenin sınırları içinde bir yılda üretilen yeni nihai malların ve hizmetlerin üretildikleri yılın piyasa fiyatları üzerinden değeri diye de tanımlanabilir . Nihai mal olması özelliği ise başka malların üretiminde girdi olarak kullanılan veya yeniden satılmak için satın alınan mallara ara mallar (intennediate goods), başka malların üretiminde girdi olarak kullanılmayan veya yeniden satılmak için satın alınmayan mallara da nihai mallar (final goods) denir. Bu bağlamda GDP kavramı, hem ara mallarını hem nihai malları değil, sadece nihai malları kapsar. Nitekim tüm mallar doğrudan tüketicinin kullanımına yönelik değillerdir. Bazı mallar, üretimde girdi olarak üretilirler veya yeniden satılmak için satın alınırlar. Ara mallar olarak kategorize edilen bu mallar gayrisafi yurtiçi hasıla içerisinde yer almazlar. Gayrisafi yurtiçi tanımı içerisinde bir başka malın üretiminde girdi olarak kullanılmayan veya yeniden satılmak için satın alınmayan nihai mallar kategorisindeki mallar yer almaktadır. Bu durumu ve aksi taktirde olabilecek hataları aşağıdaki örnekle değerlendirelim. Üretim Aşamaları Üretim Miktarı Piyasa Fiyatı Piyasa Değeri Katma Değer (Kg/Adet) (TL) (TL) (TL) Ara Mallar Buğday/Çiftçi 100 1 100 100 Un/ Değirmenci 90 3 270 170 Ekmek/Fırın 400 5 2000 1730 Nihai Mal Ekmek/Bakkal 400 6 2400 400 4770 2400 Yukarıdaki tabloda nihai ürünün piyasa değeri, bu ürünün üretimi için gerekli olan ara malların piyasa değerleri ile birlikte gösterilmiştir. Bir nihai ürün olan ekmeğin tüketiciye ulaşana kadar geçirdiği aşamalar şu şekilde gösterilmiştir. Çiftçi 100 kilo buğday üreterek kilosunu piyasa fiyatı 1TL’den satmış ve 100 TL değerinde bir piyasa değeri elde etmiştir. Üretimin bu aşamasında yaratılan katma değer 100TL’dir. Üretilen buğday çiftçi tarafından 8 90 kilo un haline getirilmiş ve kilosu piyasa fiyatı olan 3TL’den satılarak 270 TL piyasa değeri elde edilmiştir. Değirmencinin üretimin bu aşamasında yarattığı katma değer 170TL olarak gerçekleşmiştir. Nihayet elde edilen un fırıncı tarafından 400 ekmeğe dönüştürülmüş ve tanesi 5TL’den 2000TL piyasa değeri oluştururken 1730TL’lik bir katma değer meydana getirmiştir. Son olarak ekmeğin bakkala ulaşmasıyla ekmeklerin piyasa değerleri 2400TL’ye ulaşmış ve 400TL’lik bir katma değer yaratılmıştır. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi üretimin diğer tüm aşamaları ekmeğin üretiminde girdi olarak kullanılan ve yeniden satılmak için satın alınan ara malları kapsamaktadır. Dolayısıyla bunların gayrisafi yurtiçi hasıla hesabında yer alması söz konusu olamayacaktır. Katma değer, mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinde üretim sürecinin her bir aşamasında meydana gelen artışı ifade etmektedir. Yukarıdaki örnekte de görüleceği gibi bir ekonomideki katma değer toplamı, ekonomide üretilen gayrisafi yurtiçi hasıla değerine eşittir ve gayrisafi yurtiçi hasılayı doğru olarak hesaplayabilmek için ekmek üretim sürecinde katma değerlerin sadece bir kez sayılması gerekmektedir. 2.2) İKTİSADİ BÜYÜME Bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarının zaman içinde artmasına iktisadi büyüme (economic growth) denir.Büyümenin en önemli özelliği toplam kişi başına üretimde yaşanan artıştır.Uzun dönemde milli gelirin büyüme hızı toplumların yaşam kalitesini belirlemektedir. İktisadi büyüme reel GSYİH’ nın zaman içinde sürekli artması anlamına gelir, iktisadi büyüme, bir ülkede yaşayan insanların yaşam standartlarını sürekli biçimde yükseltmenin tek yoludur.Bu nedenle tüm ülkelerin temel makro ekonomik hedeflerinden bir tanesi,hızlı bir iktisadi büyüme gerçekleştirmektir. Türkiye'nin iktisadi büyüme deneyimi, 1968-2002 dönemi itibariyle Şekil 1.3'de gösterilmiştir. Şekil 1.3 incelendiğinde görüleceği gibi, Türkiye ekonomisi son 34 senede, 1968 yılında 31425 bin YTL olan reel GDP'nin 2002 yılında 118439 bin YTL düzeyine yükselmesini veya kısaca reel GDP'nin 3.8 kat artmasını sağlayan bir büyüme gerçekleştirmiştir. 9 Belirli bir yıldaki gayrisafi yurtiçi hasıla ile bir önceki dönemdeki gayrisafi yurtiçi hasıla arasındaki oransal fark, ekonominin büyüme hızını göstermektedir. Büyüme hızı ise, reel gayrisafi yurtiçi hasılanın yıllık artış oranını göstermektedir. Büyüme hızı reel ve nominal olarak ölçülebilen bir büyüklüktür. Ancak nominal gayrisafi yurtiçi hasıla içinde fiyat artışlarını da barındıran bir büyüklük ölçütü olduğundan dolayı büyüme ile ilgili yapılacak değerlendirmenin bir anlam ifade etmesi için büyüme oranının reel gayrisafi yurtiçi hasıla üzerinden yapılması gerekmektedir. Büyüme hızı aşağıdaki formülle hesaplanabilir; t yılındaki Büyüme Hızı= [ (GSYİHt-GSYİHt-1)/GSYİHt-1]x100 Aşağıdaki tabloda bu formüle göre hesaplanmış reel büyüme oranları verilmiştir. TABLO1 Cari GSYİH Reel GSYİH Reel Büyüme (2008 taban yılı) (% Değişim) 2008 75 75 - 2009 118 90 %20 2010 162 112 %24,4 Yukarıdaki verilere göre, 2009 ve 2010 yılındaki reel büyüme; 2009 yılındaki reel büyüme= [ (90-75)/75]x100=%20 ve 2010 yılındaki reel büyüme= [ (112-90)/90]x100=%24,4 olarak gerçekleşmiştir. Bir ülkede reel üretimin sürekli artması söz konusu olmadığından büyüme rakamları eksi işaretli de çıkabilecektir. Bu durum ekonominin küçüldüğünü ifade etmektedir. İktisatçılar ekonomik büyümeyi incelerken doğal olarak enflasyon oranını da incelerler. Bunun içinde gayri safi yurt içi hasıla deflatörünü kullanırlar. 2.3) GAYRİSAFİ YURT İÇİ HASILA DEFLATÖRÜ ve ENFLASYON İktisadi süreç içerisinde bir ekonominin başarı grafiği gayrisafi yurtiçi hasılanın büyümesi ve fiyatlar genel düzeyinin istikrarı ile ölçülür. Enflasyonun ölçümü ekonominin değerlendirilmesinde önemli bir kriterdir. Cari ve reel gayrisafi yurtiçi hasıla enflasyonun ölçülmesinde önemli bir gösterge niteliğindedir. Bu iki 10 göstergeden yararlanarak zımni gayrisafi yurtiçi hasıla fiyat deflatörüne ve bu yolla da enflasyon oranına ulaşılabilinir. Ekonomide yurtiçinde üretilen her şeyi içeren fiyat endeksine GSYİH deflatörü denir.Gayri safi yurt içi hasıla deflatöründe içeride üretilen tüm mal ve hizmetler yer alır,ithal mallar yer almaz,cari yılda üretilen mal ve hizmetlerle ölçülür. GSYİH Fiyat Deflatörü= (Cari GSYİH/Reel GSYİH)x100 Daha önce cari ve reel GSYİH hesabında kullanılan verileri bu kez enflasyon haddi konusunda fikir sahibi olmak için değerlendirebiliriz. TABLO 2 Cari GSYİH Reel GSYİH (2008 taban yılı) GSYİH Fiyat Enflasyon Deflatörü (%)Değişim - 2008 75 75 100 2009 118 90 131,1 31,1 2010 162 112 144,6 10,2 Yukarıdaki verileri zımni gayrisafi yurtiçi hasıla formülü içerisine yerleştirerek oluşturduğumuz deflatör endeksindeki (%) değişimlerle, enflasyon oranlarına ulaşılmıştır. Bu şekilde oluşturulan, GSYİH deflatörünün en önemli özelliği, bir ekonomide üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki değişimin yol açtığı enflasyonu kapsamasıdır. Nitekim yukarıdaki tabloda enflasyon oranları, cari gayrisafi yurtiçi hasılanın reel gayrisafi yurtiçi hasılaya oranıyla oluşturulan endeks değerlerindeki değişmelerden hareketle enflasyon oranları oluşturulmuştur. Ancak GSYİH deflatörü enflasyonun ölçümünde kullanılan tek araç değildir. Enflasyonu ölçmek için kullanılan diğer başlıca araçlar ise, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Üretici Fiyat Endeksidir (ÜFE). TÜFE:Bir tüketici tarafından satın alınan malları içeren tüketici fiyat endeksine denir. ÜFE’yi oluşturan beş ana kategori ve ağırlıkları şöyledir: tarım (% 20.23), Balıkçılık (% 0.42), Madencilik (% 1.51), İmalat Sanayi (% 72.07) ve Elektrik,gaz,su(% 5.77) ÜFE: Üreticiler tarafından satılan mal, hizmet bedeli üzerindeki vergiler ve ulaştırma giderleri göz önüne alınmaksızın hesaplanmaktadır. Devlet sektörü,özel sektör ayrımı ÜFE’de yer almamaktadır. ÜFE ve TÜFE arasındaki farklar şöyledir: ÜFE firma girdileri düzeyinde enf 11 lasyonu ölçer teorik olarak iki endeks arasında ayırım yapmak kolaydır. TÜFE’de sadece tüketicinin satın aldığı nihai ürünler, ÜFE’de sadece ara mal ve girdiler yer alır.Örneğin gömlek ve pantalon TÜFE’de, kumaş,iplik ÜFE’de olmalıdır. TÜFE’nin yarısından fazlası hizmetler ve kiradır ,ÜFE’de hizmetler ve işyeri kiraları yer almaz. Enflasyon haddi (ᴨ),ise cari dönemde meydana gelen artışla önceki dönem fiyat düzeyindeki artış oranının 100 ile çarpımına eşittir. ᴨ=[(Pt-Pt-1)/Pt-1]x100 ᴨ=(ΔP/Pt-1)x100 Enflasyon Oranı=(O dönemin fiyat düzeyi -_Geçen dönemin fiyat düzeyi) x100 Geçen dönemin fiyat düzeyi Yukarıdaki formül belli bir dönemdeki enflasyonun ölçülmesini sağlayacaktır. Bunun için bilinmesi gereken tek değişken cari dönemdeki ve geçmiş dönemdeki fiyatlar genel düzeyidir. 2.4) KONJONKTÜR DALGALANMA Konjonktür, ekonomik faaliyetlerde görülen dönemsel dalgalanmanın adıdır. Konjonktür Dalgalanma (İş Çevrimi); bir iktisadi zaman serisinde belli maksimum ve minimum değerler arasında birbirini takip eden, mükerrer olan fakat dönemsel olmayan, dalgalanmalara verilen isimdir. Bu dalgalanmalar esnasında zaman serisinin uzun dönem büyüme eğilimin ifade eden trendler oluşur.Trendleri etrafında oluşan dalgalanma oranını da volatilite ile ifade ederiz. “Boom”(Patlama) döneminde ekonomi hareketlidir: talep,tüketim ve yatırımlar yüksek, işsizlik oranı düşüktür. Sonra talep durağanlaşır ve işsizlik artmaya başlar,ekonomi “resesyon”(Durgunluk) dönemine girer.Bazen resesyon iyice derinleşir ve “kriz”e (Çöküntü) dönüşür.Çevrim bir süre sonra ekonominin tekrar canlanması yani yeni bir “boom” döneminin başlaması ile biter.Tam bir salınımın süresi, boom ve resesyon dönemlerinin süreleri ve yoğunluğu salınımdan salınıma büyük farklılıklar gösterir. Tüm bu kavramlar ile birlikte aşağıda konjonktür dalgalanmaları gösteren şekli açıklamak mümkündür. 12 ŞEKİL1 Zirve Reel GSYİH Reel GSYİH Patlama Genişleme Zirve Daralma Reel GSYİH Büyüme trendi Zirve Genişleme Toparlanma Toparlanma Dip 0 t1 Kriz(Çöküntü) t2 t3 t(Zaman) Yukarıdaki şekilde reel GSYİH uzun dönem büyüme trendi etrafında dalgalanmaktadır. Bu dalgalanmalarda aşağıya doğru olanı daralma (durgunluk), yukarı doğru olan ise genişlemedir. Ekonomiler kimi zaman ani beklenmedik çok sert düşüşler ile karşılaşılabilir. Bunlar kriz (çöküntü) olarak isimlendirilir. Tam tersi yönde yukarı yönlü hareketler de patlama noktalarıdır ve bu noktalar diğer zirve noktalarının daha üzerindeki GSYİH düzeylerini ifade etmektedir. Ekonomiler krizler ile patlamalar arasındaki dönemlerde çeşitli dalgalanmalar yaşarlar. Bu salınımlar içerisinde volatilite ne kadar düşük ve yumuşak karakterli ise ekonomi o kadar sağlıklıdır. 13 SONUÇ: Gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerin ekonomik hayatlarının daima olumlu olmadığını zaman zaman ekonomik dalgalanmaların yaşandığın görmekteyiz. Bu dalgalanmaların büyüklükleri sebepleri ve sonuçlarını incelerken makro iktisat ve makro iktisadın temel değişkenlerine ihtiyaç duymaktayız. Bu değişkenlerden gayrisafi yurtiçi hasıla, bize ülkedeki üretimin değerini göstermektedir. Üretim ile ülkede gerçekleşen büyüme ve büyüme oranı ne şekildedir. Meydana gelen ekonomik dalgalanmanın enflasyonun sonuçları nasıl yorumlanabilir. KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ Soru 1:Makro iktisat kaçıncı yüzyılda ayrı bir disiplin olarak ele alınmıştır? A.18 B.19 C.20 D.21 E.15 Soru 2:Büyük Buhran kaç yılında olmuştur? A.1987 B.1786 C.1453 D.1931 E.1929 Soru 3:Aşağıdakilerden hangisi makro iktisat okullarından değildir? A.Yeni Keynesyen B.Keynesyen 14 C.Yeni Klasikler D.Klasikler E.Fizyokratlar Okulu Soru 4: GSYİH hakkındaki bilgilerden aşağıdakilerden hangisi yanlıştır. A.Ekonomide üretilen ve hukuken serbestçe piyasalarda satılan bütün kalemleri kapsar B.Reel bir kavramdır. C. İlgili yılın piyasa fiyatları ile ölçülür. D. Milli gelir ölçüsü için kullanılır. E.Cari dönemde üretilen tüm mal ve hizmetleri kapsar fakat geçmişte üretilmiş malların el değiştirmesi hesaba girmez. Cevaplar:1-c 2-e 3-e 4-b Yaralanılan Kaynaklar: Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 15 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 16 2. KISIM Makro İktisat 2.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 3)GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILANIN ÖLÇÜLMESİ.…………21 3.1) ÜRETİM (KATMA DEĞER) YÖNTEMİ…………………21 3.2) TOPLAM HARCAMA YÖNTEMİ………………………...23 3.3) GELİR YAKLAŞIMI………………………………………..27 4)GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILA ile İLGİLİ BÜYÜKLÜKLER ………………………………………………………………………..30 4.1) GAYRİSAFİ MİLLİ GELİR (GSMG) ……………………30 4.2) NET YURTİÇİ HASILA (SAFİ YURTİÇİ HASILA)……31 4.3) YURTİÇİ GELİR …………………………………………...32 4.4) MİLLİ GELİR ………………………………………………32 4.5) KİŞİSEL GELİR ……………………………………………33 4.6) HARCANABİLİR KİŞİSEL GELİR ……………………...34 5)İŞSİZLİK…………………………………………………………..34 5.1) İŞSİZLİK TÜRLERİ …………………………………..…….36 5.1.1) AÇIK İŞSİZLİK………………………………………..…...36 5.1.2) GİZLİ İŞSİZLİK …………………………………………….37 ÖZET: 16 Bir ülkedeki üretimin ölçülmesinde çeşitli yöntemler söz konusudur. Aynı zamanda gayrisafi yurtiçi hasıladan türeyen bazı büyüklükler de söz konusudur. Ekonomideki üretim seviyesinin sonuçlarından işsizliğin tasnif edilmesi de makro iktisadın önemli konularındandır. 3) GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILANIN ÖLÇÜLMESİ Gayrisafi yurt içi hasıla üç farklı yöntemle hesaplanmaktadır. Bu yöntemler; 1) Üretim (Katma Değer) Yöntemi 2) Harcamalar Yöntemi 3) Gelir Yöntemi 3.1) ÜRETİM (KATMA DEĞER) YÖNTEMİ Milli gelir muhasebesinde önemli bir tehlike nihai mal ve hizmetlerin üretimde kullanılan girdilerin çok kere hesaba dahil edilmesidir (çifte kayıt).Örneğin ,ekmeğin içinde buğday, un, taşımacılık,enerji, fırın, vs. çok sayıda girdi vardır. Ekmeğe ek olarak onları da GSYİH’ya katarsak birden fazla kere saymış oluruz. Katma Değer satışlardan diğer firmalardan satın alınan girdilerin değeri çıkartılarak elde edilir Katma değer tanımı icabı faktör gelirlerine (ücret,kar, faiz ve rant) eşittir . Katma Değer Vergisi KDV bu sistemle çalışır. GSYİH katma değeri hesaplar. Bu yöntemde her bir sektördeki cari satışlardan cari girdi maliyetlerinin çıkarılmasıyla üretimin miktarı hesaplanmaktadır. Daha önce katma değerin, mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinde üretim sürecinin her bir aşamasında meydana gelen artışı ifade ettiği belirtilmişti. Bu yöntemde de, cari satışlardan cari girdilerin çıkarılmasıyla elde edilen miktarlar, her bir sektörün yarattığı katma değeri göstermektedir. Dolayısıyla üretim yöntemi her bir sektörün yarattığı katma değerler toplamını ifade etmektedir. Durumu bir örnekle açıklayalım. Aşağıdaki tabloda X firması deri üretmekte, Y firması ise boya üretmekte ve Z firması ise ayakkabı imal etmektedir. Z firması X ve Y firmalarının mallarını kullanarak üretim yapmaktadır. TABLO 3 17 X Firması (Deri) Satış Gelirleri 500 TL Ücret Ödemeleri 200 TL Amortisman Giderleri 50 TL Kira Giderleri 100 TL Y Firması (Boya) Satış Gelirleri 300 TL Ücret Ödemeleri 100 TL Amortisman Giderleri 30 TL Z Firması (Ayakkabı) Satış Gelirleri 1500TL Ücret Giderleri 200TL Deri Alımı 500TL Boya Alımı 300TL Amortisman Giderleri 200TL 18 Yukarıdaki verilerden yararlanarak üretim yöntemine göre GSYİH büyüklüğüne ulaşılması şu şekilde olacaktır: X Firması: Hiç ara mal (girdi) kullanmadan 500 TL değerinde satış hasılatı elde etmiştir (Bu durum gerçek hayatta mümkün olmasa da, örnek veriler üretim yönteminin açıklayabilmek için oluşturulmuştur). Bu durumda, X firmasının yarattığı katma değer 500 TL olarak gerçekleşmiştir. Yukarıdaki verilerde ücret ödemeleri ve amortisman giderleri de söz konusudur. Ancak bunlar X firmasının girdilerini değil, giderlerini teşkil etmektedir ve hesap içerisinde yer almayacaktır. Y Firması: Bu firmada hiç girdi kullanmamış ve 300 TL satış geliri elde etmiştir. Y Firmasının çeşitli giderleri söz konusu iken, girdi maliyeti sıfırdır. Bu durumda bu firmanın yarattığı katma değerde 300 TL olacaktır. Z Firması: Z Firması ayakkabı satışından 1500TL satış geliri elde etmiş ve bu satışı gerçekleştirebilmek için, çeşitli maliyetleri söz konusu olmuştur. Bu maliyetler içerisinde ücret ödemeleri, amortisman giderlerinin yanı sıra, deri ve boya alımı gibi girdi maliyetleri de söz konusudur. Dolayısıyla Z firmasının ürettiği katma değeri oluştururken, girdi maliyetlerinin düşülmesi gerekecektir. Bu durumda Z firmasının yarattığı katma değer 700 TL olacaktır ((1500-(500+300)). Bu durumda yukarıdaki örnekten hareketle sadece ayakkabı üreten bu ekonomide üretim yöntemiyle GSYİH, her üç firmanın yarattığı katma değerlerin toplamından oluşacaktır. GSYİH= Tüm Firmaların Katma Değerler Toplamı (X,Y ve Z Firması) GSYİH= 500+300+700=1500 Yukarıdaki eşitlikte de görüldüğü gibi ekonominin GSYİH değeri 1500TL olarak gerçekleşmiştir. Bir diğer GSYİH hesaplama yöntemi Toplam Harcama Yöntemidir. 3.2) TOPLAM HARCAMA YÖNTEMİ Bu yöntem, bir ekonomideki bir yıllık dönem içerisinde elde edilen gelirin harcanması üzerine kurulmuştur. Bir ekonomideki harcamalar ise, tüketim, özel yatırım, kamu harcamaları ve ihracat ithalat farkını ifade eden net ihracat kalemlerinden oluşmaktadır. GSYİH (Y)= C+I+G+(X-M) 19 Tüketim (C) haneler tarafından tüketim amacı ile satın alınan tüm mal ve hizmetleri kapsar (yeni konut hariç)Yatırım (I) firmalar, haneler ve devlet tarafından sermaye malları, binalar (yeni konut dahil) ve stoklar için yapılan tüm harcamaları kapsar.Kamu tüketimi (G) yerel ve merkezi idare tarafından satın alınan tüm mal ve hizmetleri kapsar fakat transfer harcamaları dahil değildir.Net ihracat (X-M) mal ve hizmet ihracatından mal ve hizmet ithalatının çıkarılması ile bulunur. Nitekim kişilerin yaptıkları harcamaların bir kısmı yurt dışında üretilen mal ve hizmetlere yönelikken, üretilen mal ve hizmetlerin tümü yurt içindeki iktisadi birimlerce harcamaya dönüştürülmez. Oysa GSYİH yönteminde aradığımız “yurtiçinde üretilen mal ve hizmetlerin” değeridir. Bu doğrultuda, üretilmiş ve yurt dışına satılmış olan mal ve hizmetlerle yurt dışında üretilmiş fakat ülke içerisinde harcanmış malların değeri de dikkate alınmalıdır. Daha önce üretim yöntemi ile yapılan hesaplamada kullandığımız örneği benzer verileri, bu yöntemle yapacağımız hesaplama için de kullanacak olursak aşağıdaki sonuçlara ulaşırız: TABLO 4 X Firması (Deri) Satış Gelirleri 500 TL Ücret Ödemeleri 200 TL Amortisman Giderleri 50 TL Kira Giderleri 100 TL Y Firması (Boya) Satış Gelirleri 300 TL Ücret Ödemeleri 20 100 TL İhracat 50 TL Amortisman Giderleri 30 TL Z Firması (Ayakkabı) Satış Gelirleri 1500TL Ücret Giderleri 200TL Deri Alımı 500TL Boya Alımı 300TL Boya Stoku 50 TL Amortisman Giderleri 200TL Kamu Harcamaları Ordu için ayakkabı alımı 300TL Yukarıdaki verilerden yararlanarak, harcama yöntemini değerlendirirken dikkate alacağımız değişkenler, tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracattır. Bu doğrultuda verileri değerlendirelim; Tüketim; Ekonomideki toplam tüketim harcamaları, tüketiciyle buluşan Z firmasının yaptığı 1200 TLdir. Çünkü ayakkabı satışlarının (1500TL) 300 TL kadar kısmı kamunun (ordunun gereksinimi için) yaptığı harcamalardan oluşmaktadır. Bu durumda hane halkının yaptığı ayakkabı harcaması 1200 TL olacaktır. Diğer firmaların yaptığı boya ve deri satışları tüketiciye yapılan satışlar içerisinde değerlendirilemeyeceği açıktır. 21 Yatırım: Yukarıdaki örnekte yatırım kapsamında değerlendirilecek tek kalem Z firmasının stok yatırımları olan 50 TL olmuştur. Z firması girdi olarak aldığı 300TL değerindeki boyanın 50 TL değerindeki kısmını kullanmamıştır. Dolayısıyla bu miktar firmanın stok yatırımını gösterecektir. Kamu Harcaması: Kamunun yapmış olduğu 300 TL değerinde ayakkabı alımı söz konusudur ve bunun dışında bir kamu harcaması söz konusu değildir. Net İhracat: Bu kapsamda ele alınması gereken ihracat ve ithalat değerlerinden sadece boya firması olan Y firmasının gerçekleştirdiği 50 TL kadar ihracat söz konusudur. Bu durumda; GSYİH= C+I+G+X-M GSYİH= 1200+50+300+50=1600 TL Yukarıdaki örnekte, harcama yöntemiyle oluşturulan GSYİH değeri 1600 TL olarak ölçülmüştür. 3.3) GELİR YAKLAŞIMI Gelir yönteminde, bir ekonomide bir yıllık süre içerisinde üretim sürecine katılan üretim faktörlerinin elde ettikleri gelirler dikkate alınmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için diğer tüm gelirleri brüt kar eşitliği biçiminde ifade edelim; Firmaların Brüt Karları= Üretilen Mal ve Hizmetin Piyasa Değeri- Firmaların Ödemeleri Firmaların brüt karları, ürettikleri mal ve hizmetin piyasa değerinden yaptıkları harcamalar düştükten sonra geriye kalan miktar olarak tanımlanabilir. Yukarıdaki eşitlikte firmaların yaptıkları ödemeler ise şöyle olabilecektir. Firmalar üretim sürecinde, diğer firmalara ödemelerde bulunurlarken, mal ve hizmet alımı sırasında, devlete dolaylı vergi ödemesinde bulunurlar. Ayrıca firmalar kullandıkları emek içinde ücret öderler ve kullanılan sermaye için bir faiz ödemesi söz konusudur. Bunların yanı sıra kullanılan bina ve arsa gibi varlıklar için kira ödemesi söz konusu olacaktır. Bu tür harcamalar için elde edilen gelire rant denilmektedir. Bu durumda firmaların brüt karları şu şekilde ifade edilebilinir; Firmaların Brüt Karları= Üretilen Mal ve Hizmetin Piyasa Değeri- Diğer Firmalara Ödenenler- (Ücret+Faiz+Rant)-Dolaylı Vergiler 22 Yukarıdaki eşitlikte üretilen mal ve hizmetin piyasa değeri ile diğer firmalara yapılan ödemeleri “katma değer” olarak ifade edebiliriz. Bu durumda, Firmaların Brüt Karları= Katma Değerler- (Ücret+Faiz+Rant)-Dolaylı Vergiler Eşitlik aşağıdaki şekilde de ifade edilebilinir; Firmaların Katma Değerleri= (Ücret+Faiz+Rant+ Brüt Kar)+Dolaylı Vergiler Firmaların sahip oldukları sermaye stoku zaman içerisinde eskir, sermaye stokunda bir yıl içerisinde meydana gelen bu eskimeye amortisman (yıpranma) adı verilir. Firmanın net karı ise brüt kardan bu yıpranmanın düşülmesiyle elde edilir. Net Kar= Brüt Kar-Amortisman(Yıpranma) Brüt Kar=Net Kar+ Amortisman (Yıpranma) Tekrar eşitliğe dönecek olursak; Firmaların Katma Değerleri= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergi- ler+Amortisman(Yıpranma) Firmaların katma değerler toplamının GSYİH değerine eşit olduğu daha önce ifade edilmişti. Bu durumda yukarıdaki eşitlik şöyle ifade edilecektir; GSYİH= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma) Şimdi X,Y ve Z firmalarından oluşan ekonomi varsayımına dayanan örneği gelir yöntemiyle çözelim; TABLO 5 X Firması (Deri) Satış Gelirleri 500 TL Ücret Ödemeleri 200 TL 23 Amortisman Giderleri 50 TL Kira Giderleri 100 TL Y Firması (Boya) Satış Gelirleri 300 TL Ücret Ödemeleri 100 TL İhracat 50 TL Amortisman Giderleri 30 TL Z Firması (Ayakkabı) Satış Gelirleri 1500TL Ücret Giderleri 200TL Deri Alımı 500TL Boya Alımı 300TL Boya Stoku 50 TL Amortisman Giderleri 200TL Kamu Harcamaları Ordu için ayakkabı 300TL 24 alımı Yukarıdaki örnekte elde edilen gelirleri şu şekilde ifade edebiliriz; Ücretler: X Firması 100TL ücret ödemesi yapmış ve Y ve Z firmaları ise 200TL ücret ödemesinde bulunmuştur. Bu ödemeler işçilerin gelirini oluşturmaktadır ve toplam emek geliri 500 TLdir. Kira (Rant): X Firmasının yaptığı 100TL kira ödemesi söz konusudur. Dolayısıyla ekonomide 100 TL değerinde kira geliri vardır. Kar: Sırasıyla X,Y ve Z firmalarının karları şöyledir; 150+220+350 =720 TL dir. Amortisman: Bu kalem bir harcama kalemi gibi görünmekle birlikte aslında elde edilen karın bir parçası niteliğindedir. Çünkü firmalar elde ettiği gelirin bir kısmını eskiyen makine ve teçhizatı için harcamakta ve bir muhasebe zorunluluğu olarak amortisman hesabında aktarmaktadırlar. Bu şekilde değerlendirilmesi gereken amortisman kalemi yukarıdaki örnek itibarıyla toplam 280 TL olarak gerçekleşmiştir(50+30+200=280). Bu durumda GSYİH toplamı, 1600 TL olacaktır(500+100+720+280=1600). 4) GAYRİSAFİ YURTİÇİ HASILA ile İLGİLİ BÜYÜKLÜKLER Gayrisafi yurtiçi hasıla bazı küçük ayarlamalarla başka büyüklükler haline getirilmesi mümkündür. Bunlar; gayrisafi milli gelir, net yurtiçi hasıla, yurtiçi gelir, milli gelir, kullanılabilir kişisel gelir ve harcanabilir kişisel gelirdir. 4.1) GAYRİSAFİ MİLLİ HASILA (GSMH) Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) bir ülkede yerleşik kişilerin elde ettikleri toplam gelirdir.GSYİH’ya yurt dışından net faktör gelirlerinin eklenmesi ile elde edilir. Bir ülke vatandaşları tarafından belirli bir dönemde (bir yıl) sahip oldukları doğal kaynaklar, emek ve sermaye ve teşebbüs gücü faktörlerini kullanarak, gerek o ülkede gerekse diğer ülkelerde üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerine gayrisafi milli gelir denmektedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, GSMH üretimin yapıldığı yer itibarıyla değil, üretim faktörlerinin sahipliği itibarıyla tanımlanan bir kavramdır. Bir diğer ifadeyle, GSMH ölçütünde, yabancı ülke vatandaşlarının ülke içerisindeki üretime katkıları hesaba katılmazken, ülke vatandaşlarının yabancı ülkedeki üretime katkılar hesaba dahil edilmektedir. Bu durum net faktör gelirleri kavramıyla daha net bir şekilde ifade edilebilinir. Bir ülke vatandaşlarının belirli bir dönemde (bir yıl) dış ülkelerden kazandıkları ve ülkelerine getirdik 25 leri üretim faktörü gelirleri (ücret,faiz,rant,kar) ile ülkede elde edilen üretim faktörü gelirleri (ücret, faiz, rant, kar) arasındaki farka net faktör gelirleri denmektedir. Bu durumda GSMH aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir; GSMH= GSYİH+ Net Faktör Gelirleri 4.2) NET YURTİÇİ HASILA (SAFİ YURTİÇİ HASILA) Bir ülkenin sınırlan içinde belirli bir yılda üretilen nihai mallann üretildikleri yılın piyasa fiyatlan üzerinden net değerine, net yurtiçi hasıla (net domestic product, NDP) denir. Daha önce GSYİH içerisinde yer alan büyüklüklerin tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracat olduğunu görmüştük (GSYİH=C+G+I+XN). Net Yurtiçi Hasıla değerine ise, GSYİH değerinden amortismanların çıkarılmasıyla ulaşabiliriz. Net Yurtiçi Hasıla (SYİH)= GSYİH-Amortismanlar GSYİH içindeki değişkenlerden, yatırım kalemi (I) brüt bir büyüklüktür. Bir diğer ifadeyle bu büyüklük hem üretim sürecinde kullanılacak makine teçhizat gibi net yatırımlardan hem de amortismanlardan oluşmaktadır. Bu durumda net yatırım, brüt yatırımdan, yıpranma (amortismanların) düşülmesiyle ulaşılabilecek bir büyüklüktür. Bir diğer ifadeyle net yatırımlar, üretim sürecinde sermayenin tüketilen kısmına yapılan yatırımların dışında kalan yatırımlardan oluşmaktadır. Net Yatırım (IN)= Brüt Yatırım-Amortisman (Yıpranma) Bu durumda SYİH aşağıdaki eşitlikle de ifade edilebilecektir; SYİH=C+ IN +G+XN Bu kategori ile yapılan değerlendirme içinde üretken sadece yatırım harcamaları yer aldığından, ekonominin net üretim gücünü göstermektedir. 4.3) YURTİÇİ GELİR Bir karşılığında ülkenin üretim sınırlan içinde faktörlerine bir yılda yapılan gerçekleştirilen ödemeler toplamına nihai mal üretimi (ücret-emek, doğal kaynaklar-faiz-sermaye, kâr-teşebbüs gücü), yurtiçi gelir denir. GSYİH’yi aşağıdaki biçimde de ifade edebileceğimizi daha önce belirtmiştik; GSYİH= (Ücret+Faiz+Rant+ Net Kar)+Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma) 26 rant Bu eşitliği aşağıdaki biçimde de ifade edebiliriz; (Ücret+Faiz+Rant+Net kar) = GSYİH +Dolaylı Vergiler+Amortisman(Yıpranma) Yukarıdaki tanımdan hareketle, ülke sınırları içerisinde, üretim faktörlerinin gelirleri (ücret+faiz+rant+ net kar) yurtiçi gelir olarak ifade edildiğine göre; YİG= GSYİH -Dolaylı Vergiler-Amortisman(Yıpranma) Eşitlik son halini, GSYİH ile amortisman farkı safi yurtiçi hasılayı oluşturduğuna göre (SYİH) aşağıdaki biçimde alacaktır (SYİH= GSYİH-Amortismanlar). YİG= SYİH-Dolaylı vergiler 4.4) MİLLİ GELİR Milli gelirde üretim faktörlerinin sahipliği cinsinden ifade edilen bir büyüklüktür. Bir ülke vatandaşlarının, bir yıllık bir dönemde, sahip oldukları üretim faktörleri karşılığında elde ettikleri gelirler toplamına milli gelir denilmektedir. Dikkat edilecek olursa, yurtiçi gelir (YİG) ile milli gelir (MG) arasındaki tek fark birinin ülke içerisinde olması koşulunu diğerinin de ülke vatandaşlığı koşulunu taşıyor olmasıdır. Bu durumda bir ülke vatandaşlarının belirli bir dönemde (bir yıl) dış ülkelerden kazandıkları ve ülkelerine getirdikleri üretim faktörü gelirleri (ücret,faiz,rant,kar) ile ülkede elde edilen üretim faktörü gelirleri (ücret, faiz, rant, kar) arasındaki farka net faktör gelirleri denildiği hesaba katılırsa aşağıdaki eşitlik ifade edilebilinir. MG=YİG-NFG 4.5) KİŞİSEL GELİR Yukarıdaki tanımlardaki gelir türleri üretim faktörlerinin üretim sürecine katılmaları yoluyla elde ettikleri gelirleri ifade etmektedir. Kişisel gelir ise (KG), üretim sürecinde elde edilip edilmediğine bakılmaksızın bir yıl içerisinde elde edilebilecek tüm gelirleri kapsamaktadır. Daha net bir ifadeyle, bir ülkede ülke vatandaşlarının gelir vergisi öncesi ellerine geçen gelirler toplamına kişisel gelir denmektedir. Bu gelirler kısaca, transfer ödemeleri ve kamu borçlanma faizleri olarak ifade edilebilinir. Kişilerin bu gelirleri elde etmek için üretim faaliyeti içerisinde yer almalarına gerek yoktur. 27 Milli gelir içerisinde yer almasına karşın, kişilerin ceplerine girmeyen gelir kalemleri de söz konusudur. Emeklilik kesintileri, sosyal güvenlik katkıları, dağıtılmayan şirket karları ve kurumlar vergisi gibi kalemler kişilerin ceplerine girmeyen gelirler olduğundan kişisel gelir ifadesinde yer almazlar. Yukarıda anlatılanlardan hareketle kişisel gelir aşağıdaki eşitlik biçiminde gösterilebilinir; KG= MG-( Sosyal Güvenlik Katkıları+Kurumlar Vergisi+Dağıtılmayan Kurum KarlarıTransfer Ödemeleri-Kamu Borçlanma Faizleri) 4.6) HARCANABİLİR KİŞİSEL GELİR Kullanılabilir gelirden gelir vergisi çıktıktan sonra kalan miktar harcanabilir kişisel gelir (HKG) olarak ifade edilmektedir. HKG=KG-Gelir Vergisi 5) İŞSİZLİK İşsizlik, iktisadi bir büyüklük olarak nüfus ve işgücü kavramları içerisinde ifade edilmesi gereken bir kavramdır. Nüfus kavramı içerisinden çıkarılan büyüklük olan kurumsal olmayan sivil nüfus, hapishane, hastane, otel, kışla, yurt gibi yerlerde yaşayanlar çıkarıldıktan sonra kalan kişi sayısını ifade eder. Bunun yanı sıra, geriye kalan kişi sayısından çalışma çağında olmayanlar (14 yaş altı) çıkarıldığı zaman geriye kalan nüfus sayısı ise, “kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus” veya çalışma çağı nüfusu” ifade etmektedir. Kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus, çalışanlar ve işsizler olarak ikiye ayrılan kısmı ise işgücü olarak ifade edilmektedir. Bu tanım içerisinde yer alan işsiz nüfus, çalışmak istediği halde iş bulamayanları göstermektedir. Dolayısıyla işsiz olduğu halde iş aramayanlar işgücü içerisinde değerlendirilecek bir büyüklük değildir. İşgücü miktarı sadece çalışanlar ve çalışmak istediği halde iş bulamayanlardan oluşmaktadır. Bir ekonomideki “çalışma çağındaki nüfus”un ne kadarının çalışmak istediğini yansıtan kavram işgücüne katılım haddi olarak nitelendirilir ve matematiksel ifadesi şöyledir; İşgücüne Katılım Haddi=(İşgücü/Kurumsal Olmayan Sivil Nüfus)x100 Çalışmak isteyen kişilerin (işgücünün) bir kısmının işsiz olması durumunu ise, işsizlik oranı ifade etmektedir. İşsizlik Haddi(u)=(İşsizler /İşgücü)x100 28 Yukarıdaki tabloda yer alan işgücü büyüklüğü çalışanlar ve işsizlerden oluştuğu için aşağıdaki biçimde de ifade edilebilir; İşsizlik Haddi(u)=(İşsizler /(Çalışanlar+İşsizler))x100 Bu büyüklüklerin ne anlama geldiğini bir örnek üzerinden değerlendirelim. Aşağıdaki tabloda X ülkedeki bazı emek piyasası verileri verilmiştir. TABLO 6 Çalışma Çağı Nüfusu İşgücü İstihdam İşgücü Katılım Oranı İşsizlik Oranı (milyon) (milyon) (milyon) (%) (%) 2008 50 45 41 %90 2009 51 44 42 %86 %4.5 2010 51,5 47,5 43 %92 %9.4 %8 Yukarıdaki verilerde işgücüne katılım oranı sırasıyla, %90,%86, %92dir (45/50=%90, 44/51=%86, 47.5/51.5=%92). İşsizlik ise işgücü içerisinde istihdam edilmeyenleri ifade ettiğine göre yıllar itibarıyla işsiz sayısı sırasıyla,4, 2, 4.5 milyondur. Bu durumda işsizlik oranları ise sırasıyla %8, %4.5, %9.4 (4/45=%8, 2/44=%4,5, 4.5/47.5=%9.4). 5.1) İŞSİZLİK TÜRLERİ Çok sayıda işsizlik tasnifi söz konusu olmakla birlikte burada başlıca iki işsizlik türü üzerinde durulacaktır. Bunlar açık işsizlik ve gizli işsizlik. 5.1.1) AÇIK İŞSİZLİK Çalışma istek ve yeteneğinde olup, cari ücret seviyesinde ve belirlenmiş çalışma saatlerinde, iş aradığı halde iş bulamayanların oluşturduğu işsizliğe açık işsizlik denir. Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı gibi bu işsizlik türünde, kişinin çalışma saatini çok bularak veya ücreti yeterli bulmayarak işi kabul etmemesi durumunda açık işsiz olarak değerlendirilmemektedir. İşçinin emek piyasasında belirlenmiş (veya kanunla) tüm şartları kabul etmemesi durumunda iş bulamaması açık işsizlik kategorisini ifade etmektedir. Başlıca açık işsizlik türleri geçici işsizlik (friksiyonel), yapısal işsizlik ve konjonktürel işsizliktir. 29 a) Geçici İşsizlik: Bazı durumlarda gerek işgücüne yeni katılanlar gerekse de işinden yeni ayrılanların niteliklerine göre iş bulmaları zaman alabilmektedir. Dolayısıyla bu kişiler iş bulana kadar işsizdirler ve bu gurubun oluşturduğu işsizlik türüne geçici veya friksiyonel işsizlik denir. Aynı zamanda makro iktisadi analizlerde geçici işsizliğin kapsadığı kabul edilen bir diğer işsizlik türü mevsimsel işsizliktir. Özellikle turizm ve inşat sektörlerinde üretim ve buna bağlı olarak istihdam düzeyi çeşitli dalgalanmalar gösterir. Bu dalgalanmaların sebep olduğu işsizlik mevsimsel işsizlik olarak tanımlanır. b) Yapısal İşsizlik: Tüm ekonomilerde zaman içerisinde talep yapısında ve tekno- loji düzeyi zaman içerisinde değişime uğramaktadır. İşgücünün bu değişime uyum sağlaması ise zaman alabilmektedir. Teknoloji ve talep yapısındaki değişime sonucu bir kısım kişinin işsiz kalması yapısal işsizlik olarak ifade edilir. Makro iktisadi analizde çokça kullanılan doğal işsizlik haddi kavramı da geçici ve yapısal işsizlik ile ilgili bir orandır. Bu oran aşağıdaki biçimde ifade edilebilinir: Doğal İşsizlik Haddi (uN)= (Geçici İşsizler+Yapısal İşsizler)/İşgücü c) Konjonktürel İşsizlik: Ekonomilerin gayrisafi yurtiçi hasılaları (üretimleri) be- lirli bir trend etrafında dalgalanır. Bu dalgalanmalar belirli daralma ve genişleme periyotlarından oluşmaktadır. Bu dalgalanmaların sebep olduğu işsizlik türüne konjontürel (devrevi) işsizlik denilmektedir. 5.1.2) GİZLİ İŞSİZLİK Açık işsizliğin dışında yer alan bir diğer işsizlik kategorisi gizli işsizliktir. Bu işsizlik türünde kişi aslında işsiz değildir. Ancak çalıştığı alandaki marjinal verimliliği sıfırdır. Bir diğer ifade ile, gizli işsizlerin çalıştıkları bir işleri vardır fakat üretime katkıları yoktur. Daha çok tarım kesimindeki ve yanlış istihdam politikaları izlenerek optimal sayının çok üzerinde işçi istihdam eden kamu kurumlarında görülen bu işsizlik türüne gizli işsizlik denilmektedir. 30 SONUÇ: Ekonominin makro dengesi birbiri ile iç içe çalışan bir dizi piyasa aracılığı ile gerçekleşir. Üretim, toplam harcama ve gelir yöntemleri gayrisafi yurtiçi hasılanın ölçülmesinde kullanılan yöntemlerdendir. GSYİH büyüklüğünden türetilen büyüklüklerden çeşitli iktisadi analizlerin yapılmasında yararlanılmaktadır. İktisadi analizlerde işsizlik ve işsizlik tasnifleri de çok önemlidir. Bunlardan açık işsizlik, çalışma istek ve yeteneğinde olup, cari ücret seviyesinde ve belirlenmiş çalışma saatlerinde iş aradığı halde iş bulamayanların oluşturduğu işsizliğe denilmektedir. Bir diğer işsizlik türü olan gizli işsizlik de, gizli işsizlerin işleri vardır, fakat üretime katkıları yoktur. KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ 1.Aşağıdaki yaklaşımlardan hangisi ile hesaplanan gayrisafi yurtiçi hasılada (GSYİH) tüketim, yatırım, kamu harcamaları ve net ihracat gibi büyüklükler dikkate alınır? A)Üretim Yöntemi B) Tüketim Yöntemi C) Gelir Yöntemi D)Karma Yöntem E) Harcama Yöntemi 2.Aşağıdakilerden hangisi yurtiçi geliri ifade eder? A.YİG= GSYİH+GSMG-Dolaylı Vergiler 31 B.YİG= GSYİH-Amortismanlar C.YİG= Safi Yurtiçi Hasıla- Dolaylı Vergiler D.YİG= MG-Dolaylı Vergiler E.YİG= Kişisel Gelir-Gelir Vergisi 3.Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? a) İşsiz nüfus sadece çalışmak istediği halde iş bulamayanları gösterir. b) Çalışanlar ve işsizlerden oluşan nüfus işgücü olarak ifade edilir. c) İşgücüne katılım haddi, işgücünün kurumsal olmayan sivil nüfusa oranıdır. d) İşsizlik haddi, işsizlerin işgücüne oranıdır. e) İşsiz olduğu halde iş aramayanlar gizli işsiz olarak kabul edilir. 4.Gayrisafi milli hasıla (GSMH) ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) için aşağıdakilerde hangisi söylenebilir? a) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) nihai malları, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ara malları temel almaktadır. b) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) üretim faktörlerinin sahipliğini, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ise üretimin yapıldığı yeri temel almaktadır. c) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) piyasa fiyatları üzerinden hesaplanırken, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) üretim mallarını temel almaktadır. d) Gayrisafi milli hasıla (GSMH) bütün ülkeyi kapsarken, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) yurtiçindeki kişi başına geliri temel almaktadır. 32 e) Hepsi Cevap anahtarı:1-E 2-B 3-C 4-E Yaralanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 33 Makro İktisat 3.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 3.KISIM 1)KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ ……………………………40 2)KLASİK SİSTEMİN TEMEL FELSEFESİ. ……………………….41 3)KLASİK SİSTEMİN VARSAYIMLARI ve DAYANDIĞI YASALAR …………………………………………………….……………..42 4)İSTİHDAM ve ÜCRET TEORİSİ ………………………………....44 4.1) İŞGÜCÜ TALEBİ. …………………………………………47 4.2) İŞGÜCÜ ARZI………………………………………………49 5)SAY KANUNU ………………………………………………..50 5.1)YATIRIM ve TASARRUF PİYASASI …………………51 5.1.1) YATIRIM ve TÜKETİM FONKSİYONU ve SAY KANUNUN İŞLEYİŞİ………………………………………51 6) PARANIN MİKTAR TEORİSİ ……………………………………56 6.1) FISHER YAKLAŞIMI ……………………………………56 6.2) CAMBRIDGE YAKLAŞIMI……………………………..58 34 ÖZET: Makro iktisatta hemen hemen bütün konularda iktisatçılar arasında görüş farklılığı vardır. Birbirine zıt görüşlerden biride Keynesyenler ve Klasiklerdir. Üretim ve bölüşümle ilgili yasaların belirlenmesinde ilk ele alınacak olan Klasik Okuldur. Bu okulun genel işleyiş yasalarının anlaşılabilmesi için İstihdam teorisi, Say Kanunu ve Miktar Kuramı son derece önem arz etmektedir. 1) KLASİK (NEOKLASİK YORUM) MAKRO İKTİSAT TEORİSİ İktisadi düşünce tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Klasik Dönem’in başlangıç tarihi 1776 yılı kabul edilir ve 1936 yılına kadar olan 160 yıl Makro İktisat teorisinde Klasik Dönem olarak kabul edilir. Adam Smith, David Ricardo, John Stuard Mill ve Jean-Babtiste Say ile başlayan Klasik iktisat geleneği, Leon Walras Alfred Marshall ve Arthur Cecil Pigou ile devam eder. Birçoklarınca yukarıda sayılan iktisatçılardan Arthur Cecil Pigou 20. Yüzyılın son klasik makro iktisatçısı olarak kabul edilmektedir. Aslında birçok konuda birbiriyle çatışan fikirlere sahip olsalar da Klasikleri belirli bir sınıflandırma içerisinde değerlendirmemizi sağlayacak bazı ortak özelliklere de sahiptirler. Öncelikle Klasik iktisatçılar kendilerinden önce gelen Merkantilist ve Fizyokratların görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir. Aslında iktisat biliminin olmasa da iktisadi konularla ilgili düşünceler üretmenin tarihi Aristoteles’e kadar dayandırılmaktadır ve Aristoteles’ten Klasiklere kadar filozof ve entelektüellerin cevabını aradıkları soru değişmemiştir; zenginliğin (servetin) kaynağı nedir? Değişen iktisadi koşullar, bu soruya kişilerin verdikleri cevabı da değiştirmiş ve birbirlerine belirli konularda benzeşen fikirler belirli ekoller etrafında toplanmıştır. Ekonomi politiğin konusu olan bu tartışmalara girmeden burada genel kabul görmüş haliyle Klasik okulun görüşlerine değineceğiz. 2) KLASİK SİSTEMİN TEMEL FELSEFESİ 35 Aşağıdaki gösterim doğada zaten var olduğu düşünülen “doğal düzen”in içinde yer alan insana ait bazı özelliklerin veri olması durumunu ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile, doğal düzen içerisinde insanda bir takım özellikler söz konusudur ve insanların bir araya gelerek oluşturdukları toplumsal düzen de, dolayısıyla bu doğal düzene uyum içerisinde hareket eder. Doğal düzen İnsanın Özellikleri Toplumun Özellikleri Klasikler XVI. ve XVII. yüzyıllarda gelişmekte olan doğa bilimleri ve doğal düzen fikirlerinin etkisi altındadırlar. Bu fikirlerin birleştiği durum toplumda bir doğal düzen olduğu yönündedir. Bu doğal düzenin bir parçası olan insan ise özellikle ekonomik faaliyetlerinde yalnız kendi çıkarlarını düşünür. Bir diğer ifade ile tüm insanlar ekonomik faaliyetlerinde bencildirler (bireysellik). Bu şekilde tanımlanan insana homo economicus denilmektedir. Gündelik hayatında çeşitli alternatifler ile karşılaşan homo economicus, bunlar içerisinde en iyisini seçebilme yeteneğine sahip olduğundan aynı zamanda rasyoneldir. Bir arada yaşayan bencil ve rasyonel insanlar topluluğunun bu özellikleri birbirleriyle işbölümü yapmalarını gerektirir. Aynı zamanda bu işbölümü içerisinde belirli bir alanda uzmanlaşmaları da rasyonel olmalarının doğal bir sonucu olacaktır. Ortaya çıkan toplum bireylerin iktisadi konularda kendi çıkarlarını gözettikleri, rasyonel olan belirli alanlarda uzmanlaşmış ve işbölümü içerisinde olan bir topluluktur. Tüm bu özellikler toplumların verimliliğinin artmasına yol açacaktır. Özetle doğanın insanlara bahşettiği özellikler toplumun (dolayısıyla insanların) verimlerini ve dolayısıyla refahlarını arttırırken aynı zamanda insanların bireysel özellikleri ile toplumun çıkarları bir ahenk içerisindedir. Sıkça kullanılan ifadesiyle, adeta bir “görünmez el” tüm bu toplumsal düzeni ve ahengi yönetmekte ve düzenlemektedir. 3) KLASİK SİSTEMİN VARSAYIMLARI ve DAYANDIĞI YASALAR 36 Diğer tüm makro iktisat okulları gibi Klasik sisteminde analizinde bazı soyutlamalar ve varsayımlar söz konusudur. Klasikler itibarıyla bunlar kurguladıkları felsefi tabanla da uyumludur. Örneğin, firmalar ve hanehalkları rasyoneldirler. Her iki iktisadi kategoride de “para yanılgısı” söz konusu değildir. Bir diğer ifade ile elde ettikleri ücret veya karı nominal değerleri itibarıyla değil bunların alım güçleriyle değerlendirebilirler. Aynı zamanda bu iktisadi birimlerden firmalar karlarını maksimize etmeye çalışırlarken, hanehalkı ise faydasını maksimize etmeye çalışır. Klasik sistemin makro iktisadi analizinde tüm piyasalarda tam rekabet koşullarının hakim olduğu kabul edilirken, ekonominin yabancı ülkelerle ihracat ve ithalat ilişkisinin olmadığı durumu kabul edilir. Bir diğer ifade ile ekonomi dışa kapalıdır. Gerek firmalar gerekse de hanehalkının tüm piyasa şartları ile ilgili tam bir bilgiye (tam enformasyon) sahiptirler. Tam bilgi şartlarına sahip olan firmalar ve hanehalklarının ne kadar üretip tüketeceklerine mal piyasasında oluşan tam esnek fiyatlara göre karar verirler. Ücretler ve faiz oranları da tam esnektir. İşçiler ne kadar çalışacaklarına ve işverenler ne kadar istihdam edeceklerine karar verirlerken emek piyasasında oluşan tam esnek reel ücretlere göre karar verirlerken, para piyasasında da dengeyi sağlayan faiz oranları tam esnektir. Bir diğer ifade ile, tasarruflar(ödünç verilebilir fon arzı) ve yatırımların(ödünç verilebilir fon talebi) oluşturdukları faiz oranları dengeyi sağlamaktadır. Klasiklere göre para emek ve mal piyasalarında oluşan denge ücret, denge faiz ve denge fiyat düzeyini sağlayan Walras tarafından makro sisteme dahil edilen müzayedecidir. Bu hayali aracı tarafların birbirleriyle yanlış alışverişi önlemekte ve denge ücret, denge faiz ve denge fiyatların oluşumunun sağlanmasına yardımcı olduğu varsayılmaktadır. Bu varsayımlar doğrultusunda hareken eden Klasiklerin iktisadi analizlerini kavrayabilmek için belirtilmesi gereken için bir diğer önemli nokta dikotomi ilkesi olarak ifade edilen parasal ve reel sektörün birbirinden ayrı değerlendirilmesidir. 37 Dikotomi ilkesine göre, parasal büyüklüklerdeki değişmeler reel büyüklüklerin değerlerini etkilemez. Örneğin, para arzının artması veya azalması sadece nominal milli gelirde bir değişikliğe sebep olurken, böyle bir değişiklik istihdam, üretim, büyüme gibi reel değişkenler üzerinde etkisi yoktur. Reel değişkenler parasal değişkenlerden etkilenmediğine göre, para nötr (yani yansız) bir değişkendir. Reel ve parasal sektörün iki ayrı parça olarak ele alındığı Klasik makro teorinin açıklanabilmesi için aşağıdaki üç ayrı teori ve yasa grubunun açıklanması gerekmektedir. 1) İstihdam ve Ücret Teorisi 2) Say Kanunu 3) Miktar Kuramı Yukarıda ifade edilen teorilerden İstihdam ve ücret teorisi ile Say kanunu reel sektörün denge şartlarını ortaya koyarken, Miktar kuramı parasal sektörün denge şartlarını açıklamaktadır. 4) İSTİHDAM ve ÜCRET TEORİSİ Klasik sistemde üretim fonksiyonu denge istihdam seviyesinde üretim hacminin ne olacağını göstermektedir. En genel anlamıyla üretim fonksiyonu ise, bir firmanın faktör girdileri (emek ve sermaye) miktarı ile üretebileceği maksimum üretim miktarını göstermektedir. Üretim sürecinde kullanılan işgücü ve sermaye (L ve K) ne kadar kullanılırsa bu iki girdinin etkin kullanımı durumunda üretilen çıktı (Y) miktarı o kadar büyük olacaktır. Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer durum ise, kısa dönemde sermaye (K) miktarının sabit kabul edilmesidir. Bu durumda artıp azaltılabilen tek üretim girdisi işgücü olmaktadır. Bu durumda üretim fonksiyonu; Y=F(K,L) Üretim fonksiyonunun iki özelliğinin burada belirtilmesinde fayda vardır. 38 1) Sermaye (K) değeri veridir ve işgücü (L) ile çıktı arasında doğrusal yönlü bir ilişki söz konusudur. 2) Fonksiyon azalan getiri yasasına tabidir. Bu durum tek değişken olan işgücü ar- tarken üretimin azalarak arttığını ifade etmektedir. Bu şekilde ifade edilebilinecek üretim fonksiyonun eğimi (ΔY/ ΔL) ile gösterilir. (ΔY/ ΔL) ise işgücünün marjinal getirisini ifade etmektedir. İşgücünün marjinal getirisi (marjinal product of labor,mpl) çalıştırılan son işçinin üretime katkısıdır. Azalan getiri durumu ile birlikte değerlendirildiğinde ise ortaya çıkan durum şöyle olacaktır; İstihdam seviyesindeki bir artış (L↑) işgücünün marjinal getirisini düşürecektir (mpl↓). Yukarıda anlatılanlar aşağıdaki şekilde gösterilebilinir. ŞEKİL 2 Y B Y1 Y=f(K,L) ΔY Y0 0 A L0 L1 L W/P,MPL (W/P)a=MPLa. A 39 (W/P)b=MPLb B DL=mpl L 0 L0 L1 Yukarıdaki grafikte de görüleceği gibi istihdam seviyesindeki bir artış (ΔL=L0-L1) üretimi ancak ΔY(ΔY=Y0-Y1) kadar arttırabilmektedir. Bu durumun yansıması olarak işgücünün marjinal verimliliğini ifade eden grafikte ise, işgücünün verimliliği gittikçe azalan bir eğriye sahip olmaktadır. Bunun nedeni işgücünün marjinal verimliliği ΔY/ΔL ile ifade edildiğinden her bir istihdam artışında paydanın değeri daha çok artacağından kesrin değerinin azalmasıdır (ΔY/ΔL↑)↓. Klasiklerin işgücü talebi incelendiğinde grafikte gösterilen işgücünün marjinal getirisi eğrisinin neden işgücü talep eğrisine eşit olduğu ve işgücünün marjinal getirisinin aynı zamanda reel ücretleri ifade ettiği anlaşılabilecektir. 4.1) İŞGÜCÜ TALEBİ İşgücü talebi ile ilgili ilk belirlenmesi gereken durum firmaların hangi saikle ve ne kadar işçi talep edeceği ve bunun nasıl belirlenebileceğidir. Bu sorunun cevabının anlaşılabilmesi için konunun mikro temelleri ile birlikte ele alınması gerekmektedir. Kuşkusuz kapitalist üretim ilişkilerinde firmalar kar maksimizasyonu ile hareket ederler. Bu maksimizasyon için ise gerekli olan koşul marjinal maliyetlerin marjinal gelire eşit olmasıdır. Daha açık bir ifade ile, firmalar emek kullanımlarını (emek talebini) kullandıkları emek miktarındaki bir birimlik artışın sağladığı getiri, bunun maliyetinden fazla olduğu sürece artar. Bunu eşitlikler halinde ifade edecek olursak; Son giren işçinin üretime katkısı= son giren işçinin firmaya maliyeti Firmanın Getirisi= Ürünün Piyasa Fiyatı(P) x Marjinal Ürün(ΔY)……………..(1) 40 Firmanın Maliyeti= İşçinin aldığı parasal ücret(W) x İşgücüne katılım miktarı (ΔL)……………………………………………………………………………..(2) Bu eşitliklerden hareketle aşağıdaki eşitlikler yazılabilir; P x ΔY=W x Δ L…………………………………….(3) ΔY/ ΔL=W/P………………………………………. (4) 4 numaralı denklemde eşitliğin sol tarafında emeğin marjinal getirisi (mpl) yer alırken eşitliğin sağ tarafında ise reel ücretler bulunmaktadır. Bir diğer ifade ile, firmalar için kar maksimizasyonu emeğin marjinal getirisinin reel ücrete eşitlendiği noktaya kadardır. Buradan elde edebileceğimiz bir diğer sonuç, firma eşitliğin sağlandığı noktada kar maksimizasyonunu sağladığından işgücünün marjinal getirisi doğrusu ile işgücü talep doğrusu aynı doğru olacaktır ve emek talebi reel ücretlerin bir fonksiyonu olacaktır. ŞEKİL 3 W/P A W/P1 B W/P2 DL 0 L1 L2 L 4.2) İŞGÜCÜ ARZI Klasik makro teoride emek arzı reel ücretin artan bir fonksiyonudur. Üretim ihtiyaçların karşılanması için yapılacağından emeğin ne kadar arz edileceği emek sahiplerinin ihtiyaç 41 larına bağlıdır. Bu durumda reel ücretler arttıkça kişilerin emek arzını arttırmaları rasyonellik ilkesine uygun bir davranış olacaktır. SL=f(W/P) Emek arzının reel ücretin bir fonksiyonu olması işçilerde bir “para yanılgısı” durumunun söz konusu olmadığını, yani, işçilerin fiyatlar genel seviyesindeki değişiklikleri dikkate aldıklarının da bir ifadesidir. Emek piyasasında; emek arzı ile emek talebi denge istihdam seviyesini ve denge reel ücret seviyesini oluşturmaktadırlar. ŞEKİL 4 Arz fazlası W/P (W/P) 1 E (W/P) 2 (W/P) 3 Talep fazlası 0 L1 L0 L2 L 5) SAY KANUNU Say Kanunu her arzın kendi talebini yarattığını ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile, çıktı seviyesi ne olursa olsun, bu çıktının üretimi sırasında yaratılan gelir kendisine eşit bir harcamaya yol açacak ve bu harcama üretilen çıktıya eşit olacağından, çıktının tamamının tüketilmesini sağlayacaktır. Bu durum şu şekilde ifade edilmektedir; 42 Çıktı≡Gelir≡Harcama Eşitliğin ilk kısmı ile anlatılan her bir liralık çıktıya bir liralık gelirin tekabül ettiğini göstermektedir. Eşitliğin ikinci kısmı ise, gelirdeki her artışın harcamada eşit miktarda bir artışa yol açtığını göstermektedir. Özetleyecek olursak, bireyler çalışarak mal üretirler ve elde ettikleri gelirle ürettikleri malların değeri kadar bir toplam talep yaratırlar. Bu nedenle yapılan toplam üretim daima yapılan toplam talebe eşittir. Genel bir toplam talep yetersizliği ise ortaya çıkmaz. Uygulamada bazı durumlarda kaynakların yanlış alanlara tahsis edilmesi mümkündür. Bir başka ifade ile bazen istenmeyen malların üretimine kaynak ayrılmış olabilir ve bu karar o malın talebinde bir eksiklik yaratılmış olabilir. Ancak bu durum, geçicidir ve kısmidir; yani bütün malları kapsamaz. Nitekim bu firmalar zarar ederler ve piyasadan silinirler. Reel ekonomide meydana gelen aksaklıklar yukarıda ifade edildiği gibi kendi dinamikleriyle sorunu çözmekte ve Say yasasının işlemesine engel bir duruma yol açmamaktadır. Oysa ilk etapta akla gelen bir başka sorun daha vardır. Kişiler tasarruf yaparlarsa Say Kanunu yine de işleyecek midir? Bu önemli bir aksaklığa sebep olabileceği gibi, Say yasasının işlememesine sebep olacak kadar önemlidir. Nitekim bu durumu bertaraf edici bir sigorta mekanizması yoksa denkliğin ikinci ve üçüncü terimi birbirine eşit olmayacaktır. Bu durumun Say yasasının işlemesini engelleyip engellemeyeceğini anlamamız için Klasiklerde faiz teorisini inceleyip, işleyişi test etmeliyiz. 5.1) YATIRIM ve TASARRUF PİYASASI Tüm iktisadi modeller için yatırım ve tasarruf hayati bir öneme sahiptirler. Nitekim iktisadi büyümenin lokomotifi niteliğindeki yatırımların hangi saiklerle hareket ettiği, nasıl arttırılabileceği v.b konular oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Bu durumun önemi Klasikler içinde söz konusudur. Nitekim Klasiklerin iktisadi modellerin can damarlarından birisi olan Say kanununun işleyip işlememesi bunun açıklanmasına bağlıdır. Yatırım ve tasarruf- 43 ların belirlediği faiz düzeyi ekonomide toplam talepte meydana gelebilecek bir talep açığını gidermede hayati bir rol oynamaktadır. 5.1.1) YATIRIM ve TÜKETİM FONKSİYONU ve SAY KANUNUN İŞLEYİŞİ Klasiklerde yatırım fonksiyonu faiz haddinin azalan bir fonksiyonudur, bir diğer ifade ile negatif eğimlidir. Yatırımların negatif olmasının en önemli sebebi her bir yükselen faiz düzeyinde daha fazla getirili yatırım projelerinin devreye girecek olması ve bunun da birçok firmanın yatırım yapamamasını sağlamasıdır. Kaldı ki, azalan verimler kanununa göre yatırımlar arttıkça elde edilen gelir de azalacak ve yüksek faizle borçlanmak firmalar için mümkün olamayacaktır. I=f(i) dI/di˂0 Yatırımın tersine tüketim ise pozitif eğimlidir. Tüketimin pozitif eğimli olmasının sebebi faiz yükseldikçe kişilerin tüketimden daha çok vazgeçebilecekleri ve tasarrufa yönelebilecekleridir. S=f(i) dS/di˃0 Her iki durum birlikte değerlendirildiğin de ise aşağıdaki grafikte de gösterildiği gibi denge faiz haddine ulaşabiliriz. 44 ŞEKİL 5 i S i0 E I 0 I= S I,S Yukarıdaki eşitlikte de görüldüğü gibi denge faiz haddi yatırım-tasarruf eşitliğinin sağlandığı noktada oluşmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz durumu matematiksel olarak da gösterebiliriz. Bunun için durumu basitleştirmek için kamu harcamalarının olmadığı kapalı bir ekonomiyi ele alalım. Böyle bir ekonomide yalnız firmalar ve tüketiciler söz konusu olacaktır. Böyle bir ekonomide Say Kanunun ileri sürüldüğü gibi toplam arzın toplam talebe eşit olması durumu aşağıdaki gibi ifade edilebilir; AD= C(i)+I(i)=Y………………………….(1) Yukarıdaki eşitlikte; AD= toplam talep C = tüketim harcamaları I = yatırım harcamaları i = faiz haddi Y = toplam arz 45 Yukarıdaki eşitlikte toplam talebi oluşturan büyüklüklerden birisi hanehalkının tüketimlerinden, bir diğeri de firmaların yaptıkları yatırımlardan oluşmaktadır. Bu iki büyüklükte faizin bir fonksiyonudur (Klasik sistemde tüketim harcamaları faiz haddinin azalan bir fonksiyonudur. Bir diğer ifade ile faiz artınca tüketim harcamaları azalır). Gelirin tüketilmeyen kısmı tasarruf olarak ifade edildiğine göre yukarıdaki denklem şu şekilde gösterilebilir. Y-C(i)=S(i)…………….................................. (2) 1ve 2 nolu denklemler birlikte değerlendirildiğinde ise; S(i)=I(i)……………………………………(3) Burada ortaya çıkan sonucun bize gösterdiği gelirin tüketilmeyen kısmının tasarrufa yönelmesiyle Say Kanunun etkilenmeyeceği ve ekonomide buna eşit miktarda bir yatırım gerçekleşeceğidir. Şimdi konuyu tasarrufların arttığı durumu gösteren bir örnekle aşağıdaki grafik üzerinde görelim. 46 ŞEKİL 6 i S0 S1 i1 a i0 b Io 0 450 I0 E I1 I,S,C,AD Y* e Y Yukarıdaki grafikte başlangıç denge noktası (a) ile gösterilmiştir. Bu noktada ekonomi I0 yatırım miktarı ve S0 yatırım düzeyindedir. Ekonomideki yatırım ve tasarruf miktarının oluşturduğu faiz ise i0 düzeyindedir. 450 doğrusu ile gösterilen grafik ise toplam arz toplam talep eşitliğini göstermek amacıyla kullanılmıştır. Hatırlanacak olursa, emek arz ve talebi ekonomideki reel ücret düzeyini ve istihdam düzeyini göstermekte idi. Kısa dönemde tek değişken olan emek miktarı ise üretim düzeyinin ne olacağını belirlemekteydi. Dolayısıyla veri durumda ekonominin toplam üretim, toplam arz miktarı belirlidir. Gelelim Say kanununa; Say kanunu gereği de her arz kendi talebini yaratacaktır. Bu doğrultuda toplam üretim toplam talep (AE) miktarına eşittir. Peki varsaydığımız gibi ekono 47 mideki tasarruf miktarı artar ise ne olacaktır? İlk bakışta tasarrufların artması çıktı karşılığında elde edilen gelirin tamamının harcamaya dönüşmediğini göstermektedir. Buradan sonrasını grafik üzerinden değerlendirelim. Hemen belirtmek gerekir ki başlangıçta ekonomideki tasarruf miktarı (0-Io) düzeyindedir ve bu noktada yatırım miktarı tasarruflara eşittir. Bu durumda geri kalan (E-Io ) aralığı ise tüketim miktarını (C) göstermek zorundadır (Y=AE=C+I basitleştirici varsayımıyla). Şimdi başlangıçtaki soruya geri dönelim, kişilerin gelirlerinin tamamını harcamaya dönüştürmemeleri, tasarruf yapmaları (veya tasarruflarını arttırmaları) çıktı≡gelir≡harcama şeklinde ifade edilen Say kanunun işlemesine engel olur mu? Şekilde görüldüğü gibi tasarrufların artması durumunda yatırım tasarruf eşitliği (0-I1) noktasında sağlanmıştır. Bu durumda tüketime giden kısım ise (E-I1) kadar olacaktır. Sonuç olarak ekonomideki tasarruf miktarı arttıkça tüketim azalmakta ve tasarruf kadar yatırım söz konusu olmaktadır. Bir diğer ifadeyle toplam harcama miktarı değişmemekte toplam harcamanın bileşenlerinin büyüklüğü değişmektedir (Y=AE=C+I). 6) PARANIN MİKTAR TEORİSİ Paranın miktar teorisi iktisat yazınında iki farklı biçimde ifade edilmektedir. Bunlardan birisi Irving Fisher’in Fisher Yaklaşımı diğeri ise, Alfred Marshall ve Cecil Pigou tarafından ortaya konulmuş olan Cambridge yaklaşımıdır. 6.1) FISHER YAKLAŞIMI Para miktarı ile fiyat düzeyi arasındaki birebir ilişkiiktisadın en eski teorilerinden birini oluşturur.Paranın miktar teorisi (Quantity Theory of Money)ekonomide para miktarının paranın değerini belirlediğini ifade eder. Para arzı ile paranın dolaşım hızının çarpımı bize fiyat düzeyi çarpı reel geliri verir MxV=Pxy Denklemin sağ tarafı nominal GSMH’dır.Eğer V ve y’nin sabit olduğunu düşünürsek, fiyat 48 düzeyi P’deki değişme para arzı M’deki değişmeye eşit olacaktır.Yani M iki katına çıkarsa, P de iki katı olur Yukarıda ifade edilen değişkenler; Ms= Nominal para arzı V= Paranın dolanım hızı P= Fiyatlar genel seviyesi y= Reel milli gelir düzeyini ifade etmektedir. Fisher denklemi bir takım varsayımları da içermektedir. Bunlar; (V) ile ifade edilen paranın dolanım hızı kurumsal unsurlar ve uzun yıllarda oluşmuş bazı alışkanlıklar tarafından belirlendiği için kısa dönemde değişmesi beklenmez ve sabit kabul edilir ( =V). Ekonominin tam istihdam düzeyinde dengede olduğu ve üretilen mal miktarının da tam istihdamda dengede olduğu düşünülür. Bu değişkende kısa dönemde sabittir. Bu varsayımların belirlenmesi ile aslında başlangıçta özdeşlik halinde olan formül bir değişim denklemi halini alır. Ancak burada belirtilmesi gereken önemli nokta para arzı ile fiyatların (M-P) arasındaki ilişkinin yönünün belirlenmesidir. Bir diğer ifade ile başlangıçta dört tane olan değişkenlerden ikisi kısa dönemde sabit olduğundan eşitlik (kısa dönemde) M=P şekline dönüşmüştür. Bu durum para arzının fiyatları belirlediği anlamına geldiği gibi fiyatların da para arzını belirlediği sonucunu çıkarmamıza yol açabilir. Oysa bu doğru değildir. Bunun için bir diğer varsayıma daha ihtiyaç duyulmaktadır. Burada ortaya koyabileceğimiz varsayım para arzı (M) ile fiyatlar (P) arasındaki ilişkinin yönünün para miktarından fiyatlara doğru olduğudur. Yani, dolaşımdaki para miktarının fiyatlar genel düzeyini belirlediğidir. Özetle piyasadaki para miktarı artınca fiyatlar genel düzeyi de aynı oranda artacaktır. Eşitlikte kritik öneme sahip unsurlardan birisi V terimi (paranın dolanım hızı)dır. Bu terim belirli bir dönemde piyasada var olan paranın (M) nominal milli geliri (Py) satın almak için kaç kez kullanıldığını göstermektedir. Örneğin, nominal geliri 5000 TL olan bir ekono 49 mideki para miktarı 100TL ise, paranın dolanım hızı (V) 50 dir. Bir diğer ifade ile, piyasadaki her TL milli gelirin satın alınmasında 50 kere kullanılmıştır. Fisher yaklaşımında ifade edilen denklemin en önemli özelliklerinden birisi de denklemin sol tarafının nominal para arzı ile paranın dolanım hızının çarpımından oluşan toplam satın alma gücünü yani toplam talebi gösteriyor olmasıdır. Piyasaya sürülen nominal para arzı, kaç kez dolaşıyorsa o büyüklükte bir satınalma gücü doğuracaktır. Denklemin sağ tarafı ise, üretim miktarı ile fiyatlar genel düzeyinin çarpımından oluşmaktadır ve toplam arzı göstermektedir. Dolayısıyla Fisher yaklaşımı toplam arz toplam talep teori olarak da değerlendirilebilir. 6.2) CAMBRIDGE YAKLAŞIMI Bu yaklaşımın Fisher yaklaşımından en büyük farkı, kişilerin ne kadar para tutmak istedikleri üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu yaklaşımda kişilerin iki sebeple para talep ettikleri kabul edilmektedir; Bunlardan birincisi paranın işlemlere aracılık etmesi fonksiyonu ile ilişkilidir. Bir diğer ifade ile bu, harcamaların finanse edilmesi için gelirin bir kısmını nakit ve vadesiz mevduatlarda tutulması durumudur. Bir diğer para tutma nedeni ise, paranın servet saklama fonksiyonu ile bağlantılıdır. Bu yaklaşımı benimseyenlere göre para aynı zamanda diğer birçok servet unsurundan farksızdır. Dolayısıyla kişilerin servetleri artınca diğer servet saklama unsurları gibi paraya da yönelebilirler. Cambridge para talebi fonksiyonu aşağıdaki gibi yazılabilinir; Md=kPy Bu eşitlikteki değişkenlerden Md para talebini ifade ederken, k katsayısı firmaların ve kişilerin yıllık nominal milli gelirlerinden ne kadarını nakit ve/veya vadesiz mevduat olarak tutmak istediklerini göstermektedir. 50 Cambridge denklemi de Fisher denklemi gibi bazı varsayımlara sahiptir. Bunlardan üretilen mal miktarının tam istihdam denge düzeyinde olması ve kısa dönemde sabitliği, Fisher denklemindeki gibidir. Cambridge denklemindeki en önemli unsurlardan birisi olan kişilerin para tutma isteğini ifade eden (k) katsayısıdır. Bu katsayının ifade ettiği durum nominal para talebinin nominal gelirin bir kısmından oluştuğunu ifade etmektedir. Ancak Cambridge’li iktisatçılara göre bu katsayı (k) çeşitli kurumsal unsurlar tarafından belirlenmektedir ve kısa dönemde sabittir. Bu katsayı ile anlatılmak isteneni bir örnekle anlatmak gerekirse; k=0,2 olması, kişilerin nominal gelirlerinin yüzde yirmisini ceplerinde veya vadesiz mevduatlarında tutmak istediklerini göstermektedir ve kısa dönemde değişebilir nitelikte değildir. Burada belirtilmesi gereken bir diğer nokta Klasiklerde para arzının dışsal (otonom) bir büyüklük olduğudur. Dolayısıyla para piyasası dengede iken para arzı para talebine eşit olduğundan Cambridge denklemi aşağıdaki gibi yazılabilir (Ms =Md ) ; Ms =kPy Bu şekilde başlangıçta bir para talebi teorisi olan denklem para arzı ile fiyatlar genel seviyesini açıklamaya yönelik bir hale sokulmuş da olmaktadır. Bu noktada elde ettiğimiz sonuç Fisher denklemiyle büyük bir benzerlik sergilemektedir. Her ikisinin de bize gösterdiği para arzı ne kadar artarsa fiyatlar genel seviyesinin aynı miktarda artacağıdır. Aslında denklemlerin birbirleriyle ilişki bununla da sınırlı değildir, paranın dolanım hızı (V) ile para tutma isteği (k) arasındaki ilişkinin de gösterdiği bir başka durum söz konusudur. Her iki denklemdeki gerekli işlemlerin yapılması durumunda görülecektir ki, paranın dolanım hızı ile para tutma isteğinin çarpımları bire eşittir. Ms =kPy (Cambridge), ve kPy=Py/V ise 51 Ms =Py/V (Fisher) V= 1/k Bu ilişkinin ifade ettiği durumu bir örnekle açıklayalım. Örneğin V=5 ise, bunun ifade ettiği durum, piyasadaki para miktarının nominal gelirin satın alınmasında 5 kez kullanıldığıdır. Cambridge denklemine göre ise, kişiler nominal gelirlerinin (1/5=0,2) %20’sini para olarak tutmak istemektedirler (V=1/k). SONUÇ: Klasik Sistem, her arz kendi talebini yaratır şeklinde ifade edilen Say Kanunu ile parasal büyüklüklerin reel kesim büyüklüklerini etkilememesi işleyişin ortaya çıkmasında büyük öneme sahiptir. Para piyasasının işleyişinde, Fisher ve Cambridge Yorumu olarak ifade edilen Miktar Kuramı para piyasasındaki dengenin oluşumunu göstermektedir. Miktar Kuramın da iki önemli varsayım vardır. Dolaşım hızı istikrarlı olmalıdır,gelir esas itibariyle üretim fonksiyonu tarafından belirlenmelidir. KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR 1)Aşağıdakilerden hangisi Klasik Sistemin varsayımlarından değildir? a) Tam rekabet koşulları söz konusudur. b) Piyasa aktörleri tam bir bilgiye sahiptir. c) Dikotomi ilkesi geçerlidir. d) Ücretler ve fiyatlar katıdır. e) Tüm piyasa aktörleri rasyoneldir. 2)Cambridge Yaklaşımdaki (k) katsayısı (kişilerin para tutma isteği) ile paranın dolanım hızı arasında nasıl bir ilişki vardır? a) k=1/V b) k=V+(k/V) c) k= V(1-k)/V 52 d) k= V/(k-V) e) k=V/(k+V) 3)Klasik Sistemde tasarrufların artması durumu için aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) Üretim artar, faizler düşer, nominal ücretler yükselir. b) Üretim azalır, faizler düşer, nominal ücretler yükselir. c) Üretim artar, faizler artar, nominal ücretler azalır. d) Üretim azalır, faizler artar, nominal ücretler azalır. e) Faizler düşer, üretim, reel ve nominal ücretler değişmez. Cevap Anahtarı: 1-D 2-A 3-E Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 53 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 54 Makro İktisat 4.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 4.KISIM 6.3) PARA PİYASASINDA DENGE ve CAMBRIDGE DENKLEMİ ………………………………………………………………………………….62 7) KLASİK SİSTEMDE GENEL DENGE ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ …………………………………………………………………………………64 7.1) PARA ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ………………………………………………………………………… …….66 7.2) EMEK ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ ……………………………………………………………………………….…68 8) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP …………………………………………………………………………………70 8.1) TOPLAM TALEP ………………………..……………...........70 8.2).TOPLAM ARZ…………………………………………………….72 9) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ VE TOPLAM TALEP EĞRİLERİ VE MALİYE POLİTİKASININ ETKİNLİĞİ …………………………………………………………………………………76 10) WALRAS KANUNU ve KLASİK MODELİN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ …………………………………………………………………78 11) KLASİK SİSTEMDE İKTİSAT POLİTİKALARI ve DEVLETİN EKONOMİDEKİ YERİ…………………………………………………….81 56 ÖZET: Klasik Sistemde mal ve para piyasası tanımlandıktan sonra, sistemin genel işleyişi gösterilebilinir. Toplam arz ve talep eğrilerinin gösterilmesiyle iktisat politikası uygulamalarının sonuçları daha net görülebilecektir. Grafiksel gösterimin yanı sıra, matematiksel gösterim de Klasik Sistem’in işleyişini özetler niteliktedir. 6.3) PARA PİYASASINDA DENGE ve CAMBRIDGE DENKLEMİ Para piyasasının dengede olduğu durumda fiyatlar genel seviyesinin nasıl arttığını ve parasal değişkenlerin reel değişkenler üzerinde bir etkisi olmadığını aşağıdaki grafik yardımıyla görebiliriz. Burada unutulmaması gereken sistemin işleyişinde para arzının dışsal (otonom) olduğudur. ŞEKİL 7 M0 * Y Y1=Py* Y0=Py* 0 M1 * Md=kY B A Ms=Md Ms=Md Yukarıdaki grafikte başlangıçta M0 para arzı ile para talebinin oluşturduğu denge (A) noktasında sağlanmıştır. Bu denge noktasında para arzı ve para talebi birbirine eşit olup, bu 56 57 denge noktasına tekabül eden nominal gelir düzeyi Y0 dır ( Burada unutulmaması gereken bir diğer nokta, nominal gelirin fiyatlar genel düzeyi reel çıktı miktarının çarpımına eşit olduğudur. Nitekim grafikte de anlatımı kolaylaştırmak için bu şekilde kullanılmıştır: Md=kPy ve Y=Py ise, Md=kY). Yukarıdaki grafikte para arzının artması durumunda ne olduğu gösterilmektedir. Şekilden de takip edilebileceği gibi para arzının artması durumunda yeni denge noktası artık (B) noktasıdır. Bu noktada da para arzı ve talebi birbirine eşittir ve bu noktanın sağladığı nominal gelir düzeyi Y1dir. Kısa dönemde reel çıktı miktarı emek piyasasında oluşan istihdam düzeyi (işgücü) tarafından belirlendiğinden para arzının reel çıktıyı değiştirmesi söz konusu değildir. Oysa şekilde de görüleceği gibi nominal gelir artmıştır. Bu durumda bu artışın kaynağının fiyatlar genel seviyesindeki artıştan kaynaklandığı açıktır. Dolayısıyla para arzındaki artış reel değişkenleri etkilememiş sadece nominal değişkenleri etkilemiştir. 57 58 58 59 7) KLASİK SİSTEMDE GENEL DENGE ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ Aşağıdaki gösterimde buraya kadar elde ettiğimiz sonuçlar toplu olarak gösterilmiştir. ŞEKİL 8 i (A) y S (B) Y y (D) Y=f(K,N) Ms Md=kY Y=P0 y* i I 0 I=S I,S 0 N0 N W/P 0 (C) MS=MD W NS (E ) W0/P0 W0 Nd 0 N0 59 M N 0 P0 W/P 60 Yukarıdaki gösterimde (A) panelinde yatırım tasarruf eşitliği görülmektedir. Ödünç verilebilir fonlar piyasasında yatırım ve tasarruflar arasında sağlanan eşitlik, denge faiz oranlarının da oluşmasına yol açmaktadır. Daha sonraki uygulamalarda da görüleceği gibi gerek tasarruf gerekse de yatırımlardaki bir artışın (kısa dönemde) ele alınan büyüklükler üzerinde arttırıcı veya azaltıcı yönde bir etkisi söz konusu değildir. (B) ve (C) panelleri ekonominin reel kısmını teşkil etmektedirler. Burada azalan verimler kanununa göre işleyen reel üretim ile bu üretimin seviyesini belirleyen emek arz ve talebi yer almaktadır. Kısa dönemde tek değişken olan emek arz ve talebindeki bir değişiklik üretim miktarının değişmesine yol açmaktadır. Varsayımsal olarak tam istihdam denge noktasındaki emek piyasasının oluşturduğu üretim miktarı kısa dönemde sabittir. Uzun dönemde ortaya çıkabilecek bir sermaye şoku (yeni fabrikaların açılması, savaş, deprem v.b) üretim fonksiyonunun değişmesine yol açabilecektir. (D) panelinde ise, para piyasasında oluşan denge durumu gösterilmiştir. Buradaki gösterim daha önce açıklanan Cambridge denkleminden yararlanılarak oluşturulmuş ve para arzı ve talebinin eşitliğini ve bunun belirlediği nominal milli gelir seviyesini ifade etmektedir. Buradaki denge ekonominin bir anlamda nominal dengesidir ve fiyatlar genel düzeyindeki değişimi göstermektedir. (E) paneli ise, reel ücret oranlarını ifade etmektedir. Bu şeklin uygulamada bize sağlayacağı katkı fiyatlar genel düzeyindeki değişimin nominal ücretleri nasıl etkileyeceğini net bir şekilde görebilmemiz olacaktır. Aşağıda yalnız iki örnek durum seçilerek ekonomi üzerindeki etkiler tartışılacaktır. 60 61 7.1) PARA ARZINDAKİ ARTIŞ ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ ŞEKİL 9 i (A) y S (B) Y y Y=f(K,N) (D) Ms0 MS1 Md=kY Y=P0 y* i I 0 I=S I,S 0 N0 N W/P 0 (C) MS=MD MS=MD W NS W1 W0/P0 (E ) W/P W0 Nd 0 N0 61 M N 0 P0 P1 62 Yukarıdaki grafikte para arzındaki bir artışın etkileri ele alınmıştır. Konunun beşli diyagram ile gösterilmesi yoluyla, bu artışın etkilerinin sadece para piyasası ile sınırlı olmayacak şekilde tüm ekonomi için görebilmek mümkündür. Şekilde de görüleceği gibi para arzındaki artışın ilk etkisi para piyasasında artan para talebi ile yeni bir dengenin meydana gelmiş olmasıdır. Artan nominal gelir kişilerin servet saklama nedeniyle tutmak istedikleri para miktarının artmasına neden olmuştur. Burada vurgulanması gereken nokta, reel değişkenlerin etkilenmediği yalnız fiyatlar genel seviyesinin artmış olduğudur. Bu çeşitli konularda tekrarlanmış olan bir durumdur. Oysa şimdi ortaya çıkan durum bunun şüpheli hale gelmesine yol açmıştır. Çünkü fiyatlar genel seviyesindeki bir artış, aynı zamanda reel gelirin düşmesi anlamına gelmektedir (W/P )↓. Bu durumda ortaya çıkan du- rum tüm Klasik sistem argümanlarını çökertebilecek güçtedir. Nitekim reel ücretlerin azalmasıyla, reel ücretlerin fonksiyonu olan emek arz ve talebi etkilenebilecektir. Bir diğer ifade ile reel üretim miktarı değişecek, nominal değişkenler reel değişkenleri etkilemiş olacaktır. Bu durumda ne olacağını ve hangi koşulda sistemin dengeye kavuşabileceği (E) panelindeki gösterimden anlaşılabilmektedir. Reel üretim düzeyindeki dengeyi gösteren (W/P) reel ücret seviyesi ancak fiyatlar genel seviyesindekine eşit bir nominal ücret artışı durumunda ekonomik sistemin reel değişkenlerini etkilemeyebilecektir. Nitekim (E) panelinde de bu durum gösterilmiştir. 62 63 7.2) EMEK ARZINDAKİ ARTIŞIN ve SİSTEMİN İŞLEYİŞİ (ŞEKİL 10) i (A) y S (B) y Y Y=f(K,N) i Ms Md=kY Y=P0 y I 0 I=S I,S Y=P1↓y↑ 0 N0 N W/P (C) NS0 MS=MD (E ) NS1 W0 W1/P1 0 0 Nd0 N0 N1 63 M W W0/P0 (D) (W/P)1 W1 N 0 (W/P)0 P1 P0 64 Yukarıdaki grafikte emek arzında bir artış olması durumunda nasıl değişikliklerin olabileceği ele alınmıştır. Öncelikle (C) panelinde de görülebileceği gibi emek arzındaki artış bir taraftan çalışan işgücünün artmasına diğer taraftan da reel ücretlerin düşmesine yol açmıştır. Reel üretim miktarını kısa dönemde çalışan emek miktarı belirlediğinden üretimde de bir artış söz konusudur. Azalan verimler kanunu geçerli olduğundan artan emek miktarı çıktıyı daha az miktarda arttırmıştır. Daha önce reel ücretlerin arttığını görmüş bulunuyoruz. Ancak bu artış nereden kaynaklanmaktadır? Zira böyle bir artışı fiyatlar sabitken nominal ücret artışı sağlayabileceği gibi nominal ücretler değişmese bile fiyatlar genel düzeyindeki azalma da sağlayabilecektir. Bunun için para piyasasına bakmamız faydalı olacaktır. Burada fiyatlar genel seviyesinin değişip değişmediğini değiştiyse bu değişimin artış yönünde mi yoksa azalış yönünde mi olduğu tespit edilebilecektir. (D) panelinde de görüleceği gibi nominal gelir seviyesi değişmemiştir, çünkü para arzında bir değişim söz konusu değildir. Bu durumda daha önceki bulgularımıza geri dönelim. Daha önceden biliyoruz ki reel çıktı miktarı artmıştır. Oysa para piyasası dengesinden gördüğümüz nominal çıktı miktarının artmadığıdır. Bu durumda, Y=P.y olduğuna göre, nominal çıktı miktarının değişmeden kalabilmesi için fiyatlar genel seviyesinin bu eşitliği sağlayacak biçimde azalmış olması gerekmektedir. Bu durumda tek eksik nominal ücretlerin ne olduğudur. Reel ücretler azalmış ve fiyatlarda düşmüş olması durumu kaçınılmaz olarak reel ücretlerin fiyatlardaki azalmadan çok daha fazla azalmış olmasının gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Zira nominal ücretler fiyatlar kadar azalmış olsa idi reel ücretler değişmeyecekti. 8) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP 64 65 Yukarıdaki anlatımlarda para politikasının etkinsiz olduğu sonucuna ulaşabildik. Nitekim para arzının artması sonucunda ne üretim düzeyi ne de istihdam miktarında bir artış gerçekleşti. Ancak bununla yetinilmesi durumunda devletin ekonomiye maliye politikası yoluyla müdahale edebileceği gibi bir sonuçla karşılaşabiliriz. Oysa Klasikler için bu doğru değildir. Bunun anlaşılabilmesi için toplam arz ve toplam talep eğrilerinden yararlanmamız faydalı olacaktır. 8.1) TOPLAM TALEP Toplam talep eğrisinin oluşturulmasında miktar kuramından yararlanabiliriz. Hatırlanacağı gibi Fisher yaklaşımından bahsederken burada elde ettiğimiz denklemin aslında bir toplam arz toplam talep denklemi olduğunu belirtmiştik. Burada Fisher denklemindeki MV=Py eşitliğinden yararlanarak P=MV/y sonucuna ulaşmamız mümkündür. 65 66 ŞEKİL 11 P P2= M2V/y* P1= M1V/y* P2 P1 AD2(M2) AD1(M1) 0 y* y Ekonomi tam istihdam noktasında dengede ve paranın dolanım hızı sabit iken, veri para arzı ile satın alınabilecek çıktı miktarı fiyatlar genel düzeyinin ne olacağını göstermektedir. Şekildeki gösterimle ifade edecek olursak emek piyasasındaki istihdam düzeyinin belirlediği üretim düzeyi, M1 kadar para arzıyla satın alınmak istendiğinde fiyatlar genel düzeyi P1 olacaktır. Para arzının artması durumunda ise, üretim miktarı ve paranın dolanım hızı değişmediğine göre fiyatlar genel seviyesinin artması gerekmektedir (P2). Bir diğer ifade ile fiyatlar genel seviyesiyle üretim düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur ve toplam talep eğrisinin konumunun değişmesi para arzının artmasına bağlıdır. 8.2) TOPLAM ARZ 66 67 Klasik sistemde toplam arz eğrisi emek piyasası ve buna bağlı olarak üretim seviyesine göre belirlenmektedir. Piyasada bilginin tam olduğu ve ücretlerin esnekliği varsayımlarına bağlı olarak oluşan bu denge noktasından hareketle fiyatlar genel seviyesinin değişmesi durumunda fiyat ve çıktı arasında nasıl bir ilişkinin ortaya çıkacağı, bize toplam arz eğrinin biçimi hakkında fikir verebilecektir. Aşağıdaki şekilde fiyatlar genel seviyesinin artmış olduğu varsayımı ile bu ilişkinin nasıl olduğu anlaşılmaya çalışılacaktır. 67 68 ŞEKİL 12 Y (B) Y y Y=f(K*,N) 0 N0 Y=Y N 450 0 (A) W W1 (D) b a 0 NS1 (P1) P NS0 (P0) P1 B Ns=Nd AS P0 A Nd1(P1) Nd0(P0) W0 (C) N 0 Y 68 Y 69 Yukarıdaki gösterimde şeklin (A) panelinde emek piyasası yer almaktadır. Amaçlanan fiyat değişmeleri karşısında üretimin nasıl değişeceğinin tespit edilmesi olduğundan emek piyasası niteliği değişmeyecek şekilde farklı bir biçimde gösterilmiştir. Burada belirli bir nominal ücret(W0) ve fiyat(P0) seviyesinde ekonomi (a) noktasında dengeye gelmektedir. Bu denge noktasındaki reel ücretler (W0/P0) kadardır. Bu denge noktasında Ns0 kadar emek arzı Nd0 kadarda emek talebi söz konusudur. Bu miktarda emek arz ve talebinin oluşturduğu üretim miktarı ise yo kadar gerçekleşmiştir. Şimdi fiyatlar genel seviyesindeki değişim karşısında emek piyasasında dolayısıyla üretim miktarında nasıl bir değişiklik olduğuna bakalım. Fiyatlar genel seviyesi P0’dan P1’e yükseldiğinde bunun anlamı reel ücretlerin düşmesidir. Düşen reel ücretler bir taraftan emek arzının azalmasına yol açacak diğer taraftan da emek talebinin artmasına yol açacaktır. Böylece emek arzı azalarak sola doğru kayarken emek talebi artarak sağa doğru kayacak ve emek arz ve talebinin bu şekilde hareketi (b) noktasına kadar devam edecektir. Bu noktada istihdam miktarı değişmediğinden üretim düzeyinde de bir değişiklik söz konusu değildir. Ancak burada önemli bir nokta vardır. Neden gerek emek arzı gerekse de emek talebi eski istihdam seviyesinin ve dolayısıyla üretim düzeyinin değişmeyeceği bir noktaya kadar hareket etmiştir? Nitekim bu noktanın dışındaki herhangi bir noktada hem istihdam hem de üretim düzeyi değişmektedir. Bu soruyu yanıtlayabilmek için alternatif durumlarda ne olacağını inceleyelim. Emek arz eğrisinin daha az miktarda sola gitmesi gibi bir durumda işçiler eskisine göre daha düşük bir reel ücret seviyesinde daha düşük bir reel ücret seviyesinde daha düşük bir seviyede emek arz edecekleri gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz bu durum rasyonellik ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Daha fazla sola kayma durumu daya yüksek bir reel ücreti ifade etmektedir. Aslında bu durum işçiler için oldukça rasyoneldir. Böyle bir durumda işçiler daha yüksek 69 70 bir reel ücret seviyesinden, daha az emek arz etmektedirler. Oysa bu durum da işverenler için rasyonel değildir. Ayrıca bu noktada da hem tam istihdam noktasının altındadır hem de işsiz kalanların daha düşük ücretten çalışma isteklerinin yaratacağı baskı reel ücretleri aşağı çekecektir. Sonuçta başlangıçtaki ilke ve varsayımlara da bağlı kalarak fiyatlardaki değişimin istihdam ve üretim düzeyini etkilemeyeceğini gördük. Buradan sonra yapmamız gereken elde ettiğimiz sonuçları fiyat ve üretim miktarlarındaki değişmeleri aynı düzlem üzerinde gösterebileceğimiz bir toplam arz grafiğine taşımak olmalıdır. Şeklin (C) paneli elde edilen sonuçları toplam arz eğrisine ulaştırmaya yarayan 450li bir ayna fonksiyondur. Bu ayna fonksiyon ile ulaştığımız toplam arz eğrisi bir tarafta fiyatlar genel seviyesi artarken diğer tarafta üretimin değişmediği durumu yansıtır niteliktedir. Bir diğer ifade ile toplam arz eğrisi uygulamamız sonucunda elde ettiğimiz noktaların bileşimlerinin geometrik gösterimi şeklindedir. Şimdi hem toplam arz ve talep eğrilerinin birlikte gösterimini sağlamak hem de şu ana kadar yapılmamış olan bir maliye politikalarının etkileri daha açık bir biçimde ifade edilebilinecektir. 9) KLASİK SİSTEMDE TOPLAM ARZ VE TOPLAM TALEP EĞRİLERİ VE MALİYE POLİTİKASININ ETKİNLİĞİ Maliye politikası yani kabaca kamunun harcamaları, transfer ödemelerini veya vergileri artırıp azaltması yoluyla uyguladığı politikaların etkilerine geçmeden önce bir konunun 70 71 açıklanması gerekmektedir. Klasiklere göre maliye politikası da aslında para arzının arttırılması demektir. Bir diğer ifade ile para arzını arttırmadan yapılacak maliye politikalarının tanım gereği hiçbir etkisi yoktur. Örneğin devletin para arzını arttırmak dışında gerçekleştirdiği harcamaları finanse ederse bunu gerçekleştirebileceği uygulamalar tahvil arz etmek ya da vergileri arttırmak olacaktır. Her iki yöntemde de harcamaların karşılığı halktan alınmış olacağından, kişilerin harcamalarının azalmasına yol açacaktır. Sonuç olarak toplam harcama miktarı değişmemektedir. Dolayısıyla da maliye politikası tanım gereği etkin değildir. Aslında bu durumun tersi de özellikle Klasik iktisatçıların bulundukları dönem dikkate alındığında pek mümkün görülmemektedir. Daha açık bir ifade ile daraltıcı maliye politikası devletin yalnız savunma, eğitim gibi asgari düzeyde iktisadi hayata bulunduğu dönemlerde harcamaların azaltılması söz konusu değildir. Kaldı ki bunu bir iktisat politikası aracı olarak ele almak dönemin iktisat anlayışının da çok ötesindedir. Yine de şu ana kadarki bilgilerimizle böyle bir durumun gerçekleşmesi durumunda Klasiklere göre üretim miktarının değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Bir diğer ifade ile devletin harcamalarını azaltması, örneğin, daha az vergi alması kişilerin harcamalarını arttırırken Klasiklere göre üretim miktarı değişmeyeceğinden değişecek olan fiyatlar genel seviyesi olacaktır. 71 72 Y (A) y 0 W Y (B) Y=f(K*,N) N0 N (C ) 450 0 P Y* (D) AS NS(P1) W1/P0 b NS(P0) P1 B P0 A a W0/P0 Nd(P1) AD1 N d (P 0 ) 0 Ns=Nd AD0 N 0 Y 72 * Y 73 Şeklin oluşumu daha önce belirtilen toplam arz eğrisi ile aynıdır. Buradan sonra yapılacak olan kamunun uyguladığı genişletici bir maliye politikası durumda ne gibi değişiklikler olduğunu incelemektir. Genişletici maliye politikası durumunda artan toplam talep (D) panelinden izlenebileceği gibi fiyatlar genel seviyesinin artmasına yol açarken üretim seviyesi değişmemiştir. Fiyatlar genel seviyesinin yükselmesinin emek piyasasındaki yansıması ise reel ücretlerin düşmesi şeklinde olacaktır (W1/P1). Bu durumun doğal sonucu da işverenlerin emek talebini arttırması (Nd1) ve emek arzının azalması (Ns1) olacaktır. Daha öncede belirtildiği gibi bunun daha az veya daha çok istihdama yol açması kişilerin ve firmaların rasyonelliği ile bağdaşmayacaktır. Emek piyasası değişmediği için tam istihdam seviyesinde dengede olan ekonomideki dengenin değişmesi de söz konusu değildir. Sonuçta istihdam ve üretim seviyesi değişmemiş, sadece fiyatlar genel seviyesi yükselmiştir. Dolayısıyla Klasiklere göre uygulanan bir maliye politikasının etkisizdir ve sadece fiyatların artmasına yol açmıştır. 10) WALRAS KANUNU ve KLASİK MODELİN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ Klasiklere göre, reel piyasalarla birlikte para piyasası da dengeye gelmektedir. Örneğin, mal piyasasında bir arz fazlasının olması durumunda para piyasasında bu arz fazlasını karşılayacak bir talep fazlası vardır. Bir diğer ifadeyle piyasalardan birinde arz veya talep fazlası olması durumunda diğer piyasada ters yönlü bir etki bu arz veya talep fazlasının etkilerinin ortadan kalkmasına yol açacaktır ve bunu sağlayacak eğilim sistemin içerisinde mevcuttur. Walras Kanunu olarak ifade edilen bu durum (n-1) piyasa dengede iken (n) inci piyasada dengededir şeklinde ifade edilir. 73 74 Walras kanunun daha geniş bir analizine girmeden Klasik sistemin bir bütün olarak matematiksel gösteriminde yeterli olacak biçimiyle değinilmiştir. Aşağıdaki matematiksel ifadeler en son aşamada Walras Kanundan yararlanılarak çözüme kavuşturulacaktır. 1) ND=ND (W/P)…………Emek talebi reel ücretin fonksiyonudur. 2) NS=NS(W/P)……………..Emek arzı reel ücretin bir fonksiyonudur. 3) ND=NS…………………..Emek piyasasında denge 4) ΔODm= f(i)……………… Hanehalkının tahvil talebi (ΔODm) faizin bir fonksi- yonudur. 5) ΔOSe= f(i)……………….. Firmaların tahvil arzı (ΔOSe) faizin bir fonksiyonu- 6) ΔOSe+ ΔOSg= ΔOSm…………Toplam tahvil arzı= Firmaların ve devletin dur. (ΔOSg) tahvil arzlarından oluşur. 7) MS=M-1+ΔMS………………….Miktar kuramı 8) MD= (1/V)Py………………… Miktar kuramı 9) MS= MD……………………….Para piyasasında denge 10) y= f(K*N)……………………..Üretim fonksiyonu 11) Py=WND+R…………………..Bölüşüm denklemi;emeğe ödenen ücret ve üc- ret dışı gelirler (kar,faiz,rant) 12) PCD= WNS+R-Em-Tm………..Tüketim harcamaları(PC), ücretlere ödenenler ve ücret dışı gelirlerden, hanehalkı tasarrufları (Em) ve vergilerin (Tm) farkına eşittir. 13) PGD= Tm-Eg……………………Kamu harcamaları; vergilerden kamu tasarruf- larının (Eg) farkına eşittir. 74 75 PID=ΔOeS……………………….Yatırımların parasal değeri, özel firmaların 14) tahvil arzına(ΔOeS) eşittir. Em=ΔOmD+ΔMmD………………..Hanehalkının tasarrufları (Em)hanehalkının 15) tahvil talebi ve para talebinden oluşur (ΔMmD). -Eg=ΔMS+ΔOgS…………………..Kamu kesiminin tasarruf açığı (-Eg), para 16) arzı (ΔMS)ve iç borcun (ΔOgS)toplamından oluşur. Py=PID+PCD+PG………………..Mal piyasasında denge 17) Yukarıdaki denklemlerden 17. Denklem yerine karşılıkları olan diğer eşitlikleri kullanacak olursak; WND+R= ΔOeS+ WNS+R-Em-Tm+ Tm-Eg Yukarıdaki eşitlikte gerekli sadeleştirme yapıldıktan sonra Em ve Eg değerleri yerine karşılıkları olan 15 ve 16. Denklemler yerleştirilirse aşağıdaki denklemlere ulaşılır. WND= ΔOeS+ WNS-(ΔOmD+ΔMmD)+( ΔMS+ΔOgS) Yukarıdaki eşitlikte ücret arz ve talebi, tahvil arz ve talebi ile para arz ve talep değişkinlerinin kaldığı görülmektedir. Bu eşitliklerdeki her bir ilgili değişkeni bir araya getirirsek; W(ND+NS)= ( ΔOeS -ΔOmD+ΔOgS) +ΔMS- ΔMmD Yukarıdaki eşitliği aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz; W(ND+NS)- ( ΔOeS -ΔOmD+ΔOgS) +(ΔMS- ΔMmD)=0 X Y Z X-Y-Z=0 75 76 X-Y=0 Z=0 (WALRAS KANUNU) Yukarıda görüleceği Klasik sistemin bir bütün olarak ele alındığında bir piyasada talep fazlası varsa diğer piyasalarda ise arz fazlası vardır. Bir diğer ifade ile (n-1) piyasa dengede ise sonuncu piyasa da (n.) dengede olacaktır. Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise Walras Kanununda Say Kanunundan farklı olarak para arz ve talebi diğer malların arz ve talebinden ayrılmaktadır. Yukarıdaki gösterim cinsinden ifade edersek, (n-1) piyasaların reel piyasalar olduğu varsayılmaktadır ve dengede olmak zorunda olan sonuncu piyasa (n.) para piyasasıdır. 11) KLASİK SİSTEMDE İKTİSAT POLİTİKALARI ve DEVLETİN EKONOMİDEKİ YERİ Klasik sistemde çıkartılabilecek en önemli sonuç devletin ekonomiye müdahale etmesinin faydalı olmayacağıdır. Aslında faydalı olmak bir tarafa yukarıdaki analizlerde detaylı bir şekilde gördüğümüz gibi zararlı sonuçlara da yol açmaktadır. Yukarıdaki analizlerimizde ele aldığımız konuları statik bir şekilde ele aldık. Böyle bir yöntemde yeni denge oluşana kadar ekonomideki dinamik süreçleri izleyebilmek mümkün değildir. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak uygulanan bir para politikasında üretim artmamasına karşın fiyatlardaki artış kaçınılmaz olarak reel ücretleri de etkileyecektir. Dolayısıyla emek arz ve talep eski üretim düzeyini tutturabilecekleri yeni denge noktasına kadar bir belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Klasikler sadece böyle durumlarda olmasa da, tüm piyasalarda denge fiyat, ücret, faiz değerlerini belirlediği varsayılan ve yanlış alışverişleri önlediği düşünülen bir müzayedeci (auctioneer) olduğunu varsaymışlardır. Walras tarafından makro sisteme sokulan müzayedecinin bugünkü fiyatları doğru olarak bilmekte ve yarınki fiyatları da önceden öngörebildiği varsayılmaktadır. Buradaki amaç piyasadaki doğal fiyatların piyasa fiyatlarından sapmayacağını ve denge noktalarının herhangi bir gecikmeye mahal vermeyecek çabuklukta sağlana 76 77 bileceği bir doğal düzen vurgusunu güçlendirmektir. Böylece sistemde kısa dönemde de bir aksama söz konusu değildir. Böyle bir varsayıma rağmen devletin ekonomiye müdahalesinin ortaya çıkarabileceği açıktır. Ancak her şeye rağmen devletin ekonomiye müdahalesini gerektiren savaş, kıtlık gibi durumlar ile ani değişebilecek konjonktürel durumlarda devlet ekonomiye müdahale edecektir. Zorunlu durumlardaki devlet müdahalelerinde ise uygulanması gereken iktisat politikası mutlaka para politikası olmalıdır. Bir diğer ifade ile sadece bir iktisat politikası aracı olarak değil, devletin harcamalarını arttırmak zorunda olduğu dönemlerde de bu harcamalar para arzı artışı ile finanse edilmelidir. Çünkü aksi taktirde, vergilerin arttırılması ve tahvil arzı gibi durumlar kişilerin harcayabilecekleri miktarı azaltmakta ve sadece harcayan iktisadi birim değişmektedir. Ancak bu devletin hiçbir şekilde normal koşullarda hiçbir zaman iktisat politikası araçlarına başvurmaması gerektiği anlamına gelmemelidir. Nitekim para arzı artışı Miktar kuramına göre büyüme oranına yakın bir ölçüde arttırılması gerekmektedir. Burada kısa dönemde sabit kabul edilen üretimin artması durumu kastedilmektedir. Miktar kuramından hareketle (ΔM x V =P x Δy), üretim artışı kadar (Δy) para arzı arttırılmalıdır. Sonuçta devlet bütçesi küçük ve denk olalı ve devletin ekonomiye müdahalesi ancak iktisadi gerekliliklerde ve zorunlu durumlarda ve yalnız para arzı arttırılarak yapılmalıdır. Burada belirtilmesi gereken en önemli durumlardan birisi sendikaların varlığıdır. Klasiklere göre sistemin (mükemmel) işleyişindeki aksaklıklardan birisi sendikalardır. Monopolcü işçi sendikaları emek piyasasına müdahale ederek reel ücretlerin denge reel ücret seviyesinin yükselmesine, bu da işsizliğe sebep olduğu gibi ekonomi potansiyel üretim miktarının altında kalacaktır. Böyle bir durumda önerilen devlet müdahalelerinden(!) sadece iktisat politikalarına değinecek olursak, devletin para miktarını arttırarak fiyatları yükseltmesi halinde 77 78 reel ücretler düşecek ve tam istihdam yeniden sağlanacaktır. Ancak böyle bir durumda sendikaların nominal ücretleri arttırmaları durumda yine tam istihdamın altında bir noktaya ulaşılacak ve potansiyelin altında bir üretim gerçekleşecektir. Dolayısıyla işleyişi bozan sendikaların gücünün kırılması Klasikler için çok bu durum sadece karları azaltan bir durum olmanın ötesinde sistemin işleyişini etkileyen bir durumdur. Her şeye rağmen Klasiklerin öngördüğü şekilde işlemeyen sistem, işsizlik ve konjonktürel dalgalanmalara sebep olmuştur. Oysa Klasiklere göre, bunlar kısa dönemde mümkün olsa da uzun dönemde söz konusu bile değildir. Konjonktürel dalgalanmalar bir tarafa, birçok iktisadi kriz ortaya çıkmıştır. Bunlardan Büyük Dünya Bunalımı (1929-1934) yıllarında işsizlik yüzde 25’lere çıkmış ve ekonomi işlemez hale gelmiştir. Klasiklerin böylesi durumlarda önerecekleri iktisat politikaları olmadığı gibi, iktisadi sistem onların öngördüğü biçimde de işlememektedir. Sistemin işleyişinin önündeki tek engel olarak görülen sendikaların güçlerinin kırılması ve devletin ekonomiye gereksiz müdahaleleri olarak görülmesine karşın, 1929 bunalımında devletin ekonomiye müdahalesi söz konusu olmadığı gibi reel ücretler de düşürülmüştür. Her şeye rağmen kriz ortadan kalkmamıştır ve bu Klasikler için sözün bittiği yerdir. Özellikle 1929 bunalımı Klasik sistemin gözden düşmesine sebep olmuştur. SONUÇ: Klasik sistemde çıkartılabilecek en önemli sonuç devletin ekonomiye müdahale etmesinin faydalı olmayacağıdır. Zorunlu durumlardaki devlet müdahalelerinde ise uygulanması gereken iktisat politikası mutlaka para politikası olmalıdır. Bir diğer ifade ile sadece bir iktisat politikası aracı olarak değil, devletin harcamalarını arttırmak zorunda olduğu dönemlerde de bu harcamalar para arzı artışı ile finanse edilmelidir. Çünkü aksi takdirde, vergilerin arttırılması ve tahvil arzı gibi durumlar kişilerin harcayabilecekleri miktarı azaltmakta ve sadece harcayan iktisadi birim değişmektedir. 78 79 KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR 1)Aşağıdakilerden hangisi Klasik Sistemin sonuçlarından değildir? a) Maliye politikası etkin değildir. b) Devlet zorunlu ihtiyaçlar dışında ekonomiye müdahale etmemelidir. c) Para arzı büyüme oranındaki artış kadar arttırılmalıdır. d) Para ve maliye politikaları birlikte kullanılmalıdır. e) Devlet bütçesi denk olmalıdır. 2)Klasik Sistemde genişletici bir maliye politikası sonucu olarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir. a) Reel ücretler azalır. b) Reel ücretler artar. c) Reel ücretler değişmez. d) Nominal ücretler artar. e) Fiyatlar genel seviyesi düşer. 3.) (n-1) piyasa dengede ise, n. piyasanın da dengede olması hangi kanun veya ilkeyle ifade edilir? a) Walras Kanunu d) Say Kanunu b) Dikotomi İlkesi c) Azalan Verimler Kanunu e) Etkin Piyasalar İlkesi 79 80 4.)Klasik Sistemde toplam arz eğrisi için aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı artar. b) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı azalır. c) Fiyatlar genel seviyesi arttıkça üretim miktarı değişmez. d) Fiyatlar genel seviyesi hiçbir şekilde değişmez. e) Üretim düzeyi yükseldikçe fiyatlar da artar. Cevap Anahtarı:1d -2c-3a-4-c Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 80 81 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 81 Makro İktisat 5.Hafta e-Ders Kitap Bölümü 5. Bölüm 1) KEYNES …………………………………………………………….86 2)KEYNEZYEN ve KLASİK SİSTEMİN FARKLILIKLARI …………..……………………………………………………………………88 3) KEYNESYEN ANALİZ ve YÖNTEM……………………………..91 4)BASİT KEYNESYEN MODEL I ve VARSAYIMLARI…………..91 4.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ ………………….……..………………………………………………………92 4.2) TÜKETİM FONKSİYONU …….………………………………..92 4.3) TASARRUF FONKSİYONU ………..……………………………97 4.4)TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ ……….……………………101 83 ÖZET: Modern Makro İktisadın temeli olarak kabul edilebilecek Keynesyen Sistem’in analizi çok önemlidir. Keynesyen Sistemin analizi, bir iktisat okulunun analizinden çok daha fazla şey ifade etmektedir. Nitekim bu analizin sonucu olarak ulaşılabilecek olan toplam talep diğer analiz yöntemlerinde de temel alınacaktır. Bu kısımda ele alınacak olan analizde, dış alem yoktur, devletin iktisadi sistem içerisinde olmadığı kabul edilecektir, para ve kredi piyasası yoktur ve yatırımlar otonomdur. 1) KEYNES Klasik iktisat ideolojisinin hakim olduğu dönemlerde çeşitli büyüklüklerde krizler yaşanmıştır. Piyasa ekonomisi iki asırlık tarihinin en büyük krizini 1930’larda yaşadı 1929 yılında New York borsasında ani ve büyük bir düşüş oldu.Ancak kısa sürede dünya ekonomisini etkisi altına alan büyük bir talep yetersizliğine dönüştü.Başta ABD ‘de ve sanayi ülkelerinde milli gelir, dış ticaret ve fiyatları hızla gerilerken işsizlik hızla rekor düzeylere tırmandı.Banka iflasları krizi derinleştirdi,etkileri dünya savaşına kadar sürdü 1929 Büyük Dünya Bunalımı olarak adlandırılan bu kriz tartışmasız gerek etkileri gerekse de süresi itibarıyla günümüze değin kapitalizmin en büyük krizi olmuştur. Konumuz açısından Büyük Bunalımın en önemli sonucu Klasik argümanların iflas etmesidir. Bu krizde Klasik iktisatçıların hiçbir çözüm önerisi olmadıkları gibi, o güne kadar sistemin işleyişi ile ilgili tüm görüşleri de iflas etmiştir. Nedenleri bugün dahi tartışma konusu olan Büyük Bunalım sadece iktisadi yaşamda değil iktisadi düşüncede de büyük bir deprem etkisi yaratmıştır. 84 Keynes işte böyle bir dönemde ortaya çıkmış ve çeşitli versiyonlarıyla uzunca sayılabilecek bir dönem gerek iktisadi düşünce ortamına gerekse de iktisadi yaşama egemen olmuştur. Keynesyen analize geçmeden önce belirtilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Günümüzde özellikle ders kitaplarında yaygın olarak Keynesyen iktisat olarak sunulanlar Keynes’in sadece bir yorumudur. Hidrolik yorum, Neoklasik Keynesyen yorum, Melezlenmiş yorum gibi çeşitli isimlerle anılan bu yaygın yorum Hicks, Modigliani, Samuelson, Hansen gibi iktisatçılar tarafından oluşturulmuştur. Günümüzde IS-LM analizi ile ifade edilen bu yorumun Keynes’in iktisadını ifade etmediği yönünde şiddetli eleştiriler söz konusudur. Nitekim bu eleştiriler Post Keynesyen İktisat olarak anılan yeni bir iktisat okulunun doğmasına yol açmıştır. Bizim de burada anlatacağımız yukarıda ifade edilen Neo-klasik Keynesyen İktisat olacaktır. Konuya ilgi duyanların yapması gereken Keynes’in kısaca Genel Teori olarak bilinen, İstihdamın, Faizin ve Paranın Genel Teorisi isimli kitabını okumasıdır. Keynesyen sistemin analizine daha önce ele alınan Klasik Sistem ile Keynes’in görüşlerinin karşılaştırması ile başlamak faydalı olacaktır. 2) KEYNESYEN ve KLASİK SİSTEMİN FARKLILIKLARI 1) Klasik sistemde tüketim faizin bir fonksiyonudur. Keynesyen sistemde içsel bir değişken olan tüketim harcanabilir kişisel gelirin bir fonksiyonudur. 2) Klasiklerde yatırım faizin bir fonksiyonudur. Keynesyen sistemde ise, yatırımlar konusunda sermayenin marjinal etkinliği kavramı çok büyük bir önem taşımaktadır. Bir diğer ifade ile yatırım yapılmasında yatırımdan beklenen karlılık büyük önem taşırken, yatırımlar konusunda faizin oranı borcun maliyetini göstermesi açısından önem taşımaktadır. 85 3) Klasiklerde tüketim ve yatırım miktarı toplam harcamaları oluştururken, bunlar toplam üretime eşittir. Keynes’deki en büyük yeniliklerden birisi efektif talep karamıdır. Efektif talep; cari istihdam seviyesinde girişimciler tarafından satılacağı düşünülen yani talep edileceği düşünülen tüketim ve yatırım toplamını ifade etmektedir. Burada efektif talep bir beklenti büyüklüğü olarak düşünülmektedir. Efektif talep miktarı ise üretim düzeyi ve istihdam düzeyini belirlemektedir. 4) Tüketim Talebi Düzeyi 5) Yatırım Talebi Düzeyi Efektif Talep Üretim İstihdam Düzeyi Düzeyi Düzeyi Klasiklerde kısa dönemde tüketim ve yatırım miktarının artması (toplam talep artışı) üretimi değil fiyatlar genel seviyesini arttırır. Keynes de ise eksik istihdam seviyesindeki ekonomideki efektif talep artışı üretimi arttırmaktadır. 6) Klasiklerde yatırımlar ve tasarruflar birbirine eşittir ve tasarruf artınca eşit miktarda yatırımlar artar. Keynes de tasarruflar sürekli yatırımları aşma eğilimindedir. Ayrıca yatırım miktarında ani ve hızlı değişiklikler söz konusu olabilmektedir. 7) Klasiklere göre ekonomi daima tam istihdam seviyesinde dengededir. Keynesde ise dengenin mutlaka tam istihdam seviyesinde olmasını gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. 8) Klasiklerde devletin iktisadi hayatın içerisinde aktif bir aktör olarak gir- mesi doğru değildir. Keynes de ise, yatırımları arttırarak tam istihdam seviyesine ulaşılmasını sağlamak devletin görevidir. Bu durum aşağıdaki gösterilen ilişkilerde çok daha açık bir şekilde görülebilecektir. Y=C+I+G Yukarıdaki denklem şu şekilde gösterebilinir. 86 (Y/Y)=(C/Y)+(I/Y)+(G/Y) 1=apc+(I/Y)+(G/Y) Keynes’e göre gelir arttıkça ortalama tüketim eğilimini ifade eden (C/Y,apc,average propensity to consume) azalacaktır. (I/Y) ise istikrarsız bir büyüklüktür. Bu durumda kontrol altında tutulabilecek tek büyüklük kamu harcamaları (yatırımları da kapsayan) ile devletin iktisadi sürece katılması bir zorunluluktur. 9) Klasiklerde faizler yatırım ve tasarruflar tarafından belirlenmektedir. Keyneste faiz parasal bir olgudur ve likidite tercihi ve para arzı tarafından belirlenir. Bir başka boyutuyla Klasiklerde faiz bugünkü tüketimi ertelemenin bir ödülü (pozitif zaman tercihi) iken Keyneste parayı likit olarak tutmamanın ödülüdür. 10) Klasiklerde para talebi istikrarlı bir büyüklüktür. Keynesteki yeniliklerden biri olan spekülasyon saikiyle para talebi para talebinin istikrarlılığını bozar. Bu durumda Klasiklerin kısa dönemde sabit kabul ettikleri paranın dolanım hızının (V) kısa dönemde sabit ve istikrarlı olması durumu ortadan kalkmaktadır. Bu durumda para arzındaki bir artış Klasiklerde olduğu gibi sadece fiyatları etkilemez, böyle bir artış hem paranın dolanım hızını (V), hem fiyatları hem de üretimi etkileyebilir. 11) Klasiklerde para yansızdır, üretim ve istihdam üzerinde hiçbir etkisi yok- tur. Keynesde ise para arzı ile üretim arasında faiz ve çarpan mekanizmasıyla işleyen bir aktarım mekanizması söz konusudur. 12) Klasikler gerektiği durumlarda para politikasının önemine vurgu yap- maktadırlar. Keynesde ise maliye politikası daha ön plandadır. 13) Klasiklerde emek piyasasında ücretler esnektir ve bu esneklik tam istih- damı sağlar. Keyneste ise ücretler katıdır fakat ücretler esnekte olsa bu kendiliğinden tam istihdamı sağlamaz. Bir diğer ifade ile ücretlerin katı olması tam istihdamın oluşmasına yol açarken, esnek olması durumunda da bu otomatik olarak tam istihdamı sağlayacak olması 87 anlamına gelmez. Parasal ücretlerin azalması durumunda ortaya çıkacak durum firmaların maliyetlerinin azalması ve bu firmaların ürettikleri ürünlerin fiyatlarının düşmesine sebep olur. Bu durumda düşen fiyatlar reel para arzını artırarak faizlerin düşmesine ve yatırımların artmasına yol açar (Keynes Etkisi). Ancak para arzını doğrudan arttırmak bir alternatifken ve sendikaların düşen ücretlere tepkisi hesaba katıldığında bu bir iktisat politikası olarak değerlendirilemez. 3) KEYNESYEN ANALİZ ve YÖNTEM Öncelikle belirtilmesi gereken, tüm iktisadi modeller oluşturulurken bazı soyutlamalar ve varsayımların yapılması kaçınılmazdır. İktisadi model, gerçek hayatın basitleştirilmiş bir kopyası olarak düşünülebilinir. Gerçek hayatın bu şekilde basitleştirilmesi bazı varsayımların yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Soyutlamada ise, bir olguyu belirleyebilecek birçok değişken söz konusu olabilir. Ancak bunlar içerisinden bazıları önemsiz ve/veya daha az önemli kabul edilerek modele dahil edilmez. Örneğin gerçek hayatta seçimlerin veya önemli iklim olaylarının v.b ekonomi üzerinde çeşitli etkilerinin söz konusu olduğu açıktır. Ancak bir model bu etkileri hesaba katarak oluşturulamaz. Bizim için şu aşamada önemli olan durum varsayımlardır. Basitleştirici nitelikte olan bu yöntem ile gerekli sonuçlar elde edildikten sonra ortadan kaldırılarak daha geniş bir açıklayıcılığa kavuşulması amaçlanır. 4) BASİT KEYNESYEN MODEL I ve VARSAYIMLARI Basit Keynesyen Model Keynesyen modelin genel işleyişini göstermek amacıyla kurgulanmış ve ekonomide sadece mal piyasasının olduğunu varsayan bir modeldir. Bu piyasada üretim veri fiyatlardan sınırsız üretim söz konusudur. Burada Basit Keynesyen Model üç bölüme ayrılarak analiz edilecektir. Birinci kısımda incelenecek olan modelin varsayımları aşağıdaki gibidir. 88 1) Modelde dış alem yoktur. Bir diğer ifadeyle model yabancı ülkelerle ihracat, ithalat, sermaye hareketleri gibi durumlar inceleme dışı tutulmuştur. 2) Modelde devlet ve devlet harcamaları yoktur. Devlet sadece iktisat politikası araçlarına sahip bir iktisadi aktör değildir. Aynı zamanda gelirleri ve zorunlu harcamaları olan bir iktisadi aktördür. Model daha sonra modele dahil edecek olmasına karşın şimdilik bu iktisadi birimin etkisini yok kabul etmektedir. Dolayısıyla ilk kısımda sadece tüketiciler ve firmalar söz konusudur. 3) Para ve kredi piyasası modele dahil edilmemiştir. Bu durum aynı zamanda faiz haddinin veri olması durumunu ifade etmektedir. 4) Yatırım harcamaları (I) modelin dışsal değişkeni (otonom değişken) olarak ka- bul edilir. Dışsal değişkenler değeri modelin dışında belirlenen büyüklüklerdir. Bu doğrultuda yatırım harcamaları modelin içindeki değerleri etkileyebilecekken, kendisi modelin dışında belirlenir ve veridir. 4.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ Bir ekonomide tüm sektörler tarafından satın alınmak istenen net hasılaya toplam harcama (aggregate expenditure,AE) denilmektedir. Bunlar yukarıdaki varsayımlar çerçevesinde tüketim ve yatırım harcamalarından oluşmaktadırlar. Bu durumda; AE=C+I0 Yukarıdaki eşitlik milli gelirin tüketim ve otonom yatırımlardan oluştuğunu göstermektedir. Burada yatırımlar otonom olduğu için tüketimin incelenmesi ile denge gelir düzeyini belirleyebiliriz. 4.2) TÜKETİM FONKSİYONU 89 Tüketim, hane halkı tarafından mal ve hizmet alımı için yapılan harcamaları ifade etmektedir. Keynesyen modelde tüketimi belirleyen unsur ise harcanabilir kişisel gelirdir (disposable personel income,DPI). Bir diğer ifade ile tüketim harcanabilir kişisel gelirin bir fonksiyonudur. Keynesyen sistemde tüketim ile harcanabilir kişisel gelir arasında doğrusal bir ilişki söz konusudur. Yani, harcanabilir kişisel gelir artınca tüketim de artar, azalınca azalır. Bu bilgiler doğrultusunda; C=C0+c(DPI) Burada, C=tüketim harcamalarını C0= otonom tüketim harcamalarını c= marjinal tüketim eğilimini DPI= harcanabilir kişisel geliri göstermektedir. Burada belirtilmesi gereken en önemli durumlardan birisi bu noktadan sonra harcanabilir kişisel gelir yerine milli gelir kullanılacağıdır. Çünkü başlangıçta ortaya koyduğumuz varsayımlardan birisi devletin olmadığı ekonominin firmalardan ve kişilerden oluştuğu şeklindedir. Harcanabilir kişisel gelir ise milli gelire transfer harcamalarının ilave edilmesi ve vergilerin çıkartılması ile elde edilir (DPI=Y+TR-T). (Bu tanım sosyal güvenlik katkıları, dağıtılmayan kurum karları ve borçlanma faizlerinin olmadığı varsayımıyla yapılmıştır. Dolayısıyla devletin olmadığı modelimizde kullanılabilir kişisel gelir yerine milli gelir kullanılabilecektir (DPI=Y) Denklemdeki otonom tüketim (C0), sıfırdan büyük ve pozitif bir sayıdır ve milli gelir (harcanabilir kişisel gelir) sıfırda olsa kişilerin tüketim harcamalarını ifade etmektedir. 90 Denklemdeki otonom tüketim harcamaları dışında milli gelire (harcanabilir kişisel gelire) bağlı olarak değişen tüketim miktarına ise uyarılmış tüketim denmektedir (cDPI=cY). Uyarılmış tüketim, milli gelirin (harcanabilir kişisel gelirin) ne kadarının tüketime ayrıldığını göstermektedir. Bu noktada uyarılmış tüketimin parametrelerinden marjinal tüketim eğiliminin de (c) açıklanması gerekmektedir. Marjinal tüketim eğilimi, reel milli gelirdeki bir artışın ne kadarının tüketim harcamalarına gideceğini gösteren bir katsayıdır. Kısa dönemde sabit olan bu katsayı aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir. c= ΔC/ΔY Yukarıdaki eşitliğin anlamını bir örnekle açıklayacak olursak; c=0.6 ise 100TL’lik bir harcanabilir kişisel gelir artışı 60TL’lik bir tüketim harcamasına yol açacaktır. Yukarıdaki şekilde ifade edilen tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekilde gösterilebilinir. ŞEKİL 14 C C= C0+c(Y) b a C0 c 0 d Y0 C0 Y1 Y 91 Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi gelir sıfır olduğunda da kişilerin yapmış oldukları tüketim 0-C0 kadardır. Her bir artan gelir miktarı kişilerin tüketim miktarlarını arttırmaktadır. Şekilde görülen Y0 gelir düzeyinde tüketim miktarı (a-Y0) kadarken bunun (c-Y0) kadarını otonom tüketimler (a-c) kadarını ise uyarılmış tüketimler oluşturmaktadır. Milli gelir miktarı Y1 düzeyine yükseldiğinde ise otonom tüketim miktarı değişmezken (0C0) gelir artışına bağlı olan tüketim miktarı (b-d) kadardır. Bir diğer ifadeyle milli gelir artışının yarattığı ilave tüketim miktarı (a+b)-(b+d) kadar olacaktır. Şekil de görüleceği gibi tüketim doğrusu ile milli gelir arasındaki ilişkiyi ifade eden pozitif yönlü tüketim doğrusu belirli bir eğime sahiptir. Bu doğrunun eğimi marjinal tüketim eğilimine bağlıdır. Marjinal tüketim eğilimi ne kadar artarsa tüketim doğrusunun eğimi o kadar artar ve tüketim doğrusu dikleşir. Tersi durumda da tüketim doğrusu yatıklaşacaktır. Aşağıdaki şekilde farklı eğimlere sahip iki tüketim doğrusu görülmektedir. ŞEKİL 15 C C1= C0+c1(Y) C0= C0+c0(Y) a c C0 C0 0 Y Y 92 Şekilde görüleceği gibi C0 ve C1 ile gösterilen iki tüketim doğrusu söz konusudur. Bu doğruların eğimleri, marjinal tüketim eğilimleri, birbirinden farklıdır. Gelir düzeyi her ne olursa olsun iki tüketim doğrusuda (c-Y) kadarlık bir otonom tüketime sahiptir. Belirli bir gelir düzeyinde C0 ile gösterilen ve daha küçük eğime (dolayısıyla marjinal tüketim eğilimine) sahip olan tüketim doğrusunda uyarılmış tüketim (c-Y) kadarken C1 ile gösterilen ve daha büyük eğime sahip (dolayısıyla marjinal tüketim eğilimine) tüketim doğrusundaki uyarılmış tüketim (a-Y) kadardır. Dolayısıyla marjinal tüketim eğilimlerinin farklı olması (c1˃c0) tüketim miktarını (a-c) ölçümü kadar değiştirmiştir. Tüketim doğrusu bütün ülkelerde ve tüm koşullarda aynı olması da söz konusu değildir. Yukarıdaki şekilde marjinal tüketim eğiliminin büyüklüğünün yarattığı etkileri gördük. Aynı durum otonom tüketim için de geçerlidir. Ayrıca otonom tüketim miktarının değişmesi tüketim doğrusunun konumunu da değiştirecektir. ŞEKİL 16 C C2= C02+c(Y) d C02 C1= C01+c(Y) a C01 0 C2 b C1 Y Y 93 Yukarıdaki şekilde gösterilmek istenen otonom tüketim miktarındaki değişimin tüketim miktarını nasıl etkileyeceğidir. Başlangıçta C01 otonom tüketim miktarına sahip olan ekonominin (a-Y) kadarlık bir tüketimi söz konusudur. Bu tüketimin (b-Y) kadarlık kısmını otonom tüketim (a-b) kadarlık kısmını da uyarılmış tüketim oluşturmaktadır. Otonom tüketimin artması ile birlikte eğimi değişmeyen tüketim doğrusu da sağa doğru kayacaktır. Bu durumda Y gelir düzeyindeki tüketim miktarı da (a-Y)’dan (d-Y)’ ya yükselmiş olacaktır. Yukarıdaki gösterimlerden de anlaşılacağı gibi tüketim doğrusunun eğimi tüketim doğrusunun konumunu değiştirmemektedir. Tüketim doğrusunun konumu ancak otonom tüketim miktarının değişmesiyle değişmektedir. 4.3) TASARRUF FONKSİYONU Harcanabilir kişisel gelirin tüketilmeyen kısmı olarak ifade edilebilen tasarruf da Keynesyen modelde harcanabilir kişisel gelirin (bu modelde milli gelirin) bir fonksiyonudur. Tasarruf konusunda da (tüketimde olduğu gibi) kritik öneme sahip bir kavram söz konusudur. Marjinal tasarruf eğilimi (s) olarak isimlendirilen bu katsayı tasarruflardaki değişmenin harcanabilir kişisel gelirdeki değişime oranını ifade etmektedir. Marjinal Tasarruf Eğilimi (s)= ΔS/ ΔDPI (veya bu modelin varsayımları gereği, s= ΔS/ ΔY) Sıfırdan büyük olan marjinal tasarruf eğilimi katsayısı tanım gereği birden küçüktür. Bu durum aşağıdaki denklemler yardımıyla anlaşılabilir. Y= C+S ΔDPI=C+S(=Y) ΔDPI/ ΔDPI =C/ ΔDPI +S /ΔDPI 1=c+s, 94 s=1-c Aynı şekilde yine harcanabilir kişisel gelirden yararlanarak tasarruf fonksiyonu denklemini elde edebiliriz. DPI= C+S DPI=C0+c(DPI)+S S=-C0+DPI-c(DPI) S=-C0+DPI(1-c) S=- C0+SDPI (modelin varsayımları gereği, S=- C0+SY) Yukarıdaki denklemde milli gelirin (harcanabilir kişisel gelirin) tüketim ve tasarruf toplamından oluşması durumundan hareket edilmiştir. Tüketim büyüklüğü yerine daha önce elde ettiğimiz tüketim eşitliği yerleştirilmiş ve tasarruf denklemine ulaşılmıştır. Tasarruf eşitliğinin de otonom ve uyarılmış kısımlardan oluşmaktadır. Denklemdeki otonom tasarrufu ifade eden (C0) teriminin negatif işaretli olması gelirin sıfır olması durumunda kişilerin harcayabilecekleri gelirlerinin kaynağının tasarruflar olduğunu göstermektedir. Nitekim kişilerin gelirlerinin (milli gelirin) sıfır olması durumunda tüketim yapacakları miktar ya daha önceki tasarruflarından karşılanacak ya da borçlanılacaktır. Borçlanmanın da bir başkasının tasarrufunun kullanılması olduğu durumunu göz önünde bulundurduğumuzda denklemin otonom kısmının negatif işaretli olması anlaşılabilir. Denklemdeki ikinci terim denklemin uyarılmış tasarruflar kısmını ifade etmektedir. Buradaki ifade gelirin ne kadarının tasarruf olarak tutulacağını göstermektedir. 95 Aşağıdaki şekil yardımıyla tüketim ve tasarruf arasındaki ilişki ortaya konabilir. ŞEKİL 17 C 450 (A) Y=C Y˂C A C=C0+C(Y) C0 Y˃C 450 0 Y Y C0= - C0 S (B) S= -C0+s(Y) S˃0 0 S˂0 Y (Y) S=0 -C0 96 Yukarıda tüketim ve tasarruf eşitliklerinin birlikte gösterilmiştir. Şeklin (A) panelinde tüketim doğrusu, tüketim ve gelirin eşit olduğu noktanın tespit edilmesi için 450 doğrusu ile birlikte gösterilmiştir. Bir diğer ifade ile 450 doğrusu üzerindeki her bir noktada harcanabilir kişisel gelir ile tüketim birbirine eşit olmak zorundadır. Dolayısıyla bu doğrunun tüketim eğrisiyle kesiştiği nokta da bu eşitliği gösterecektir. Yukarıdaki çizimde bu eşitliğin sağlandığı noktanın (A) noktası olduğu görülmektedir. Ayrıca bu noktanın belirlenmesi tüketim doğrusu üzerinde bu noktanın sağında ve solunda kalan noktaların durumunu belirlememiz açısından da önemlidir. Şekilde de belirtildiği gibi bu noktanın solunda kalan alandaki tüketim doğrusu üzerindeki her bir noktada tüketim milli gelirden büyük iken (Y˂C) sağında kalan noktalarda ise tüketim milli gelirden küçüktür (Y˃C). Şeklin (B) panelinde ise tasarruf fonksiyonu yer almaktadır. Burada ise şeklin takip edilmesiyle anlaşılacağı gibi, gelirin sıfır olduğu noktada tasarruf miktarı sıfırdır. Bu noktanın solundaki noktalarda negatif tasarruf söz konusudur. Bir diğer ifade ile daha önceki tasarruflar kullanılmaktadır. Eşitliğin sağlandığı noktanın sağında ise tasarruflar artmaktadır. Şimdi bu iki şekli birlikte değerlendirelim. Önce milli gelirin sıfır olduğu durumu ele alalım. Böyle bir durumda kişilerin varlıklarını sürdürebilmek için gelirden bağımsız harcayacakları miktar (C0) kadardır. Bu tüketimin karşılanacağı yer ise tasarruflardır. Nitekim gelirin sıfır olduğu noktada buradaki tasarruflar da (-C0) kadardır. Dolayısıyla iki terim de mutlak olarak birbirlerine eşittirler. Şimdi de gelirin arttığını varsayalım. Dikkat edilecek olursa gelir artarken tüketim de artmakta ve sonuçta gelir tüketime eşit olmaktadır. Aynı şekilde tüketimin gelirden büyük olduğu noktalarda aradaki fark tasarruflardan karşılanmaktadır. Eşitliğin sağlandığı (A) noktasında milli gelirlerin tümün tüketime ayrıldığında tasarrufları da sıfır olacaktır. Eşitliğin 97 sağındaki noktalarda ise milli gelir tüketimden büyüktür. Dolayısıyla gelirin tüketilmeyen kısmı tasarruf olduğundan bu noktanın karşılığı (B panelinde) olan noktalarda tasarrufların sıfırdan büyük olduğu, yani kişilerin tasarruf yaptıkları görülür. 4.4) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ Başlangıçta koyduğumuz sadece firmaların ve kişilerin olduğu ekonomi varsayımından hareketle analizimizi sürdürecek olursak yapmamız gereken toplam harcamanın neye eşit olduğunu bulmaktır. AE=C+I0 AE=C0+c(Y)+I0 Yukarıdaki eşitlikteki otonom terimleri otonom harcamaları ifade eden bir terim içerisinde toplarsak; A0=( C0+I0) AE= A0+c(Y) Bu eşitlik aşağıdaki şekilde gösterilebilinir. ŞEKİL 18 AE AE=A0+cY b A0 a e c d A0 I0 C0 0 Y0 Y1 Y 98 Şekilde farklı gelir düzeylerinde gelir ve harcama arasındaki ilişki görülmektedir. Toplam harcama doğrusu otonom tüketim ve otonom harcamaların toplamından oluşan otonom harcamalar noktasından başlamaktadır (A0). Bu noktadan hareketle gelir ile doğrusal bir ilişkiye sahip olan toplam harcama eğrisi, Y0 gelir düzeyinde (a-Y0) kadarlık bir toplam harcama gerçekleştirmiştir. Bu harcamaların (Y0-c) kadarı otonom tüketim ve otonom yatırımlardan oluşurken (a-c) kadarlık kısmı gelirdeki artıştan kaynaklanmaktadır. Nitekim gelirdeki artış ile birlikte (Y1) otonom harcamalar değişmezken, gelir artışının uyardığı harcama artışı (b-e) kadardır. Yeni gelir düzeyindeki toplam harcamalar artık (a-c) kadar değil (b-d) kadar olmuştur. Bu şekilde ifade edilebilecek tüketim fonksiyonunun eğimi belirli bir gelir düzeyindeki toplam harcama miktarını da etkileyecektir. ŞEKİL 19 AE AE2=A0+c2Y AE1=A0+c1Y b a A0 0 Y1 Y Şekilde iki farklı eğime sahip olan durumlarda toplam harcamaların nasıl değiştiği görülmektedir. Böyle bir durumda daha büyük eğime sahip toplam harcama eğrisi (AE2) belirli bir gelir düzeyinde (b-Y1) kadarlık bir harcamayı ifade ederken, eğimin daha küçük olması durumunda gelir seciyesi değişmemesine karşın toplam harcama miktarı (a-Y1) kadar gerçekleşmektedir. Bu doğruların eğimini belirleyen ise marjinal tüketim eğilimidir. 99 Tüketim fonksiyonunda olduğu gibi burada da toplam harcama eğrisinin konumunu belirleyen otonom harcamalar olacaktır. ŞEKİL 20 AE AE2=A02+cY AE1=A01+cY A02 ΔA0 b A01 a 0 Y1 Y Grafikte eğimleri aynı fakat otonom harcama miktarları farklı iki toplam harcama eğrisi söz konusudur. Burada belirli bir gelir düzeyinde daha fazla otonom harcama miktarına sahip olan AE2 eğrisinin (a-b) aralığı kadar fazla toplam harcamaya sebep olduğu görülmektedir. Yukarıdaki şekilden elde edilebilecek bir diğer sonuç ise toplam harcama eğrisinin konumunun ancak otonom harcama miktarının değişimiyle mümkün olabileceğidir. 100 SONUÇ: İktisat teorisinin mikro ve makro adı altında ikiye bölünmesini Keynes’e ve Büyük Bunalıma borçluyuz. Keynes kamu müdahalesinin işsizlik ve bunalımla mücadele yaralı olabileceğini gösterdi.Para arzı ,faiz,istihdam,bütçe dengesi v.s bugün makro büyüklük adını verdiğimiz temeldeğişkenlerde uzmanlaşan yeni bir teori oluştu.Ekonomide dış alemin, devletin ve para piyasasının olmadığı varsayımında toplam harcamalar sadece tüketim ve yatırımlardan (varsayım gereği otonom) oluşmaktadır. Toplam harcama eğrisinin konumunu otonom tüketim ve yatırım belirlerken, bu eğrinin eğimi ise marjinal tüketim eğilimi tarafından belirlenmektedir. KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ Soru 1: 1929 Büyük Dünya Bunalımının ana sebebi nedir? A.Arzın fazla olması B.Talebin az olması C.Arzın az olması D.Talebin fazla olması E.2. Dünya Savaşı Soru2: Aşağıdakilerden hangisi tüketim eğrisinin eğimini belirlemektedir? 101 a) Otonom Tüketim b) Marjinal Tüketim Eğilimi c) Kullanılabilir Kişisel Gelir d) Milli Gelir e) Tasarruf Düzeyi Soru 3. Toplam harcama denklemi (Model I) içerisinde hangisi yer almaz? a) Otonom yatırımlar b) Otonom tüketim c) Marjinal tüketim eğilimi d) Marjinal tasarruf eğilimi e) Gelir seviyesi Soru 4.Tüketim ve tasarruf arasındaki ilişki için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? a) Tüketim gelire eşit olduğu noktada tasarruf miktarı sıfırdır. b) Tasarrufların negatif olması durumunda gelir tüketimden büyüktür. c) Tasarrufların pozitif olması durumda gelir tüketimden küçüktür. d) Tüketim ve tasarruf her zaman birbirine eşittir. e) Tüketim tasarrufun artan bir fonksiyonudur. Cevaplar:1-B 2-B 3-D 4-A 102 KAYNAKÇA: Blanchard O.; Macroeconomics, Second Edition, Prentice Hall, New Jersey, 2000 Bocutoğlu E.; Karşılaştırmalı Makro İktisat Teorisi ve Politikalar, Derya Kitapevi, Trabzon, 2003 Bocutoğlu E.; Makro İktisat: Keynesyen Teori ve Politikalar, Derya Kitabevi, Trabzon, 2001 Dornbush R., Fisher S.; Macroeconomics, Fifth Edition, Mc Graw-Hill Book Co., New York,1990 Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 103 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 104 Makro İktisat 6.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 6.KISIM 4.5) BASİT KEYNESYEN MODEL ve MİLLİ GELİR DENGESİ……………………………………………………………….105 4.6) ÇARPAN MEKANİZMASI ………………………………...109 5)BASİT KEYNESYEN MODEL II ve VARSAYIMLARI ………...114 5.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ ……………….……………………………………………………..114 5.2) TÜKETİM FONKSİYONU ………………………………115 5.3) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ……………………...116 5.4) ÇARPAN……………………………………………………...119 105 ÖZET: Modelin devam eden aşamasında, toplam harcama ve milli gelir eşitliğinin sağlanması ile Model I ile ifade edilen yapının çarpan katsayısına ulaşılmaktadır. Model I varsayımlarından farklı olarak, burada ele alınacak Model II’de devlet sektörü de ele alınmaktadır. Bu şekilde genişletilen analiz ile de mal piyasasındaki denge oluşturulmuş ve bu modelin çarpan katsayısına ulaşılmıştır. 4.5) BASİT KEYNESYEN MODEL ve MİLLİ GELİR DENGESİ Başlangıç varsayımlarına bağlı olarak oluşturulan durumda oluşan toplam harcama ile gerçekleşen milli gelir arasındaki ilişki bize denge durumunu gösterecektir. Keynesyen modelde mal piyasasındaki denge koşulu toplam harcamalarla reel milli gelirin eşit olmasıdır. AE=Y, AE= A0+c Y Burada Y’yi yalnız bırakarak denklemi çözecek olursak; Y= A0+c Y ise (Y-c) Y=A0 Y(1-c)=A0 Y=A0/(1-c) Y=A0/(1-c) ile ifade edilen durum mal piyasasındaki denge koşuludur. Bu denge koşulu üretim düzeyinin marjinal tüketim haddine ve otonom harcamalara bağlı olduğunu göstermektedir. Bu eşitlik marjinal tüketim haddi ve otonom harcamalar arttıkça hasılanın denge düzeyinin artacağını göstermektedir. Burada unutulmaması gereken önemli bir noktayı tekrar hatırlatmakta fayda vardır. Başlangıçtan beridir uyguladığımız analizde devlet modelin dışındadır. Daha sonra bu varsayım kaldırılarak, yani modelin içerisine kamu sektörü de sokularak analiz geliştirilecektir. 106 Şekil üzerinden analize geçmeden önce elde ettiğimiz eşitlik üzerinden bazı durumların açıklanması gerekmektedir. Öncelikle yukarıdaki denklemdeki eşitlik mal piyasasının dengede olduğu durumu ifade etmektedir. Oysa toplam harcamalar ile toplam üretimin eşit olmasını gerektirecek bir durum yoktur. Böyle bir durumda ne olacaktır sorusunun da yanıtlanması gerekmektedir. Bir ekonomide toplam harcamalar reel milli hasıladan fazla ise (AE˃Y), firmalar kendilerine yönelik talebi karşılamak için stoklarını kullanacaklardır. Bir diğer ifade ile böyle durumlarda firmalar ürettiklerinden fazla mal satarlar ve stoklarında bir azalma meydana gelir. Harcama fazlasının olduğu böyle bir durumda ise, doğal olarak beklenen firmaların üretimlerini arttırmalarıdır. Bu durum kısaca şöyle ifade edilebilinir; AE˃Y Stok Azalması, Y Tam tersi bir durumda, kişilerin harcamalarının üretilen reel hasıladan daha düşük olması durumunda ise (AE˂Y) firmaların ürettikleri ürünlerin bir kısmı satın alınmamıştır. Bu durum firmaların stoklarındaki (satılmayan mallar) bir artışı ifade edecektir. Üretilen mal miktarına göre harcama açığının olduğu böyle bir durumda ise firmaların üretimlerini arttırmaları değil azaltmaları beklenmelidir. Bu durumu da şöyle ifade edebiliriz; AE˂Y Stok Artışı, Y Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi ekonomide denge dışı durumlar söz konusu olabilmektedir. Böylesi denge dışı durumların kendiliğinden dengeye yöneldiği durumlara istikrarlı denge (stable equilibrium) denilmektedir. Keynesyen modelde, mal piyasasında istikrarlı bir denge durumu söz konusudur ve denge dışı durumlar kendiliğinden dengeye doğru yönelmektedir. Bu yönelmenin firmalar tarafından toplam harcama miktarına bağlı olarak, el yordamı bir süreçle sağlanmaktadır. Bir diğer ifade ile harcama miktarına göre üretim artırılıp azaltılarak dengeye ulaşılacaktır. Bu şekilde oluşturulan durum, bir diğer ifadeyle, değişme 107 eğiliminde olmayan bu duruma denge denirken böyle bir durumda milli hasıla da değişme eğiliminde değildir. AE=Y Stok değişimi yok, Y Şimdi elde ettiğimiz bu sonuçları şekil üzerinde inceleyelim: ŞEKİL 21 AE Y=AE E AE=A0+cY F STOK ARTIŞI STOK DEĞİŞİMİ YOK A B A0 C STOK AZALIŞI 0 Y1 Y0 Y2 Yukarıdaki şekilde 450’lik doğruyla gösterilen doğru üzerindeki her bir noktada toplam harcamayla reel toplam hasıla eşittir. Bu matematiksel gerçekten hareket ederek toplam harcama doğrusunun bu noktayla kesişen (A) noktası içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Bu nokta üzerinde de toplam harcama ile reel milli hasıla birbirine eşittir. Bir diğer ifade ile bu nokta üzerinde mal piyasası dengededir ve bu nokta dışındaki tüm noktalarda bu eşitlik bozulmaktadır. Şimdi eşit olmayan noktalardan birisini seçip bu durumu tahlil edelim. Örneğin, (B) noktasında Y1 gelir düzeyinde toplam harcama reel hasıladan büyüktür. Bu noktada bir eşitlik söz konusu olsaydı 450’lik doğru ile toplam harcama doğrusunun kesişmesi gerekirdi. Oysa toplam harcamalar reel milli hasılanın (B-C) aralığı kadar üzerindedir. Yukarıda anlatılanlar 108 ışığında böyle bir durumda firmaların kendilerine yönelik bu talep artışını stoklarından karşılamaları gerekecektir. Bir diğer ifade ile firmaların stokları azalacaktır. Böyle bir durumda ise firmalardan beklenen üretimlerini arttırmalarıdır. Dikkat edilecek olursa üretimin artması denge noktasına (A) doğru yönelmeyi gerektirecek bir durumdur. Şimdi de eşitliğin sağındaki bir noktayı seçelim. Örneğin, (F) noktasında ise Y2 gelir düzeyinde Bu nokta üzerinde ise ekonominin reel hasıla düzeyi toplam harcamadan (E-F) aralığı kadar büyüktür. Bu durumda da firmalar ürettiklerini satamamaktadırlar. Firmaların stoklarındaki artış anlamına gelecek böyle bir durumda firmaların üretimlerini azaltılmaları doğal bir sonuçtur. Burada da benzeri bir durum söz konusudur. Firmalar denge noktasına (A) doğru yönelmektedirler. Sonuç olarak, (A) noktasının dışındaki her bir noktada ekonomideki dengeye doğru yönelme eğilimi devam edecektir. Bir diğer ifade ile denge dışı durumlar kendiliğinden dengeye doğru yönelmektedirler. Yukarıda anlatılan Keynesyen modelde kabul edilen denge dışı durumların dengeye yönelmesi ve dolayısıyla mal piyasasında istikrarlı bir dengenin olmasının işleyiş mekanizması böyledir. 4.6) ÇARPAN MEKANİZMASI Mal piyasası dengesinin oluşturduğu denklemde reel milli hasıla ile otonom harcamalar arasında bir ilişki ortaya konmuştu. Bu ilişkiden yararlanarak ortaya konabilecek bir diğer sonuç söz konusudur. Bu sonuç aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir. Y= (1/1-c).A0 denklemini değişim cinsinden ifade edecek olursak, ΔY= (1/1-c). Δ A0 şeklinde bir eşitliğe ulaşırız. Burada da görüleceği gibi otonom harcamalardaki değişim ile reel milli hasılanın değişimi arasındaki ilişkiyi belirleyen (1/1-c) ile ifade edilen katsayıdır. Matematiksel olarak (1/1 109 c) şeklinde ifade edilen bu katsayı otonom harcamalardaki artış ve azalışların reel milli hasıla üzerinde yaratacağı etkinin derecesini belirlemektedir. Bu noktada bu katsayının aldığı değer itibarıyla konunun tartışılması faydalı olacaktır. Hatırlanacağı üzere (1/1-c) teriminde (c) ile ifade edilen marjinal tüketim eğilimi sıfır ile bir arasında bir değerdir. Bu (1/1-c) teriminin her durumda birden büyük olacağı anlamına gelecektir. Bir diğer ifade ile otonom harcamalardaki bir artışın (veya azalışın) reel milli hasıladaki etkisi daha fazla olacaktır. Dolayısıyla otonom harcamalardaki bir artışın sonucu olarak reel milli gelirdeki değişme ile otonom harcamalar arasındaki ilişkiyi gösteren bu terime harcama çarpanı (veya harcama çoğaltanı) denir ve bu katsayı otonom harcamalardaki artışın milli hasıla üzerindeki etkisini arttırır. Örneğin, marjinal tüketim eğilimini 0,5 (c=0,5) olan bir ekonomide otonom harcamalar 100 birim artmışsa, bunun milli gelir üzerindeki etkisi 200 birim olacaktır (Y=(1/1-0,5)100, Y=200). Aşağıda vereceğimiz sayısal örnek yardımıyla hem çarpan formülünün elde edilişini hem de mekanizmanın işleyişini görebiliriz. Diyelim ki bir ekonomideki marjinal tüketim eğilimi 0,9 dir (c=0,9) ve bu ekonomideki otonom harcamaların 1000 birim artmış olduğunu (varsayım gereği ekonomide sadece firmalar ve kişiler vardır) varsayalım. Böyle bir temsili durumda milli gelirdeki değişim aşağıdaki şekilde olacaktır. Birinci Aşama; öncelikle otonom harcamalardaki 1000 birimlik artış toplam harcamaları bu ölçüde arttırmış ve buna bağlı olarak milli gelirde de 1000 birimlik bir genişleme olmuştur (ΔAE= ΔA0+cY). İkinci Aşama; birinci aşamada elimizde 1000 birimlik bir milli gelir artışı kalmıştır. Bu aşamada beklenen bu artışın tüketim harcamalarını uyarması ve bu yolla milli gelir artışının 110 devam etmesi olacaktır (ΔAE= ΔA0+cY). Bu şekilde toplam harcamalardaki değişim (ΔAE=1000+0,9.1000) 1900 birim olacaktır. Üçüncü aşama; benzer şekilde milli gelirdeki artışın harcamalar ve takip eden dönemdeki milli gelir artışı sürecektir (ΔAE= 1000+0,9.1900=2710). Dördüncü aşama; toplam harcama miktarı ve buna bağlı olarak artan milli gelir miktarı bu dönemde kümülatif olarak artmaktadır (ΔAE=1000+0,9.2710=3439) olarak geçekleşmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta her bir aşamadaki milli gelir artışının marjinal tüketim eğilimi ile ilişkisidir. Şöyle ki, birinci dönemde ΔA0 kadar olan toplam harcama ve milli gelir artışı ikinci dönemde milli geliri 900 birim arttırmıştır(1900-1000= 900). Dolayısıyla artış miktarı cinsinden bu durum (c ΔA0) şeklinde ifade edilebilir. Üçüncü dönemde ise artış miktarı 810 birimdir (2710-1900=810). Bir diğer ifadeyle bir önceki dönem artışı olan (c. ΔA0)’nin marjinal tüketim eğilimi ile çarpımı kadar bir artış olmuştur. Bu durumda artış miktarı: c(c. ΔA0)=c2. ΔA0 kadardır. Aynı şekilde takip eden dönemde de bu artış miktarı, c.( c(c. ΔA0)=c3 ΔA0 şeklinde gerçekleşecektir. Otonom harcamalardaki artışın sonucu olarak ortaya çıkan durum şu şekilde ifade edilebilinir. ΔY=[1+c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn-1] ΔA0 Bu ifade sınırsız bir geometrik dizidir ve bir geometrik dizinin toplamı aşağıdaki gibidir: ΔY=[1+c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn-1] ΔA0 Eşitliğin her iki tarafını (c) ile çarpacak olursak; c ΔY=[c+c2+c3+c4+c5…………………….+cn] ΔA0 Eşitliğin her iki tarafından cΔY’yi çıkartırsak; 111 ΔY- c ΔY= ΔY=[1+c+c2+c3+c4+cn-1] ΔA0 -[c+c2+c3+c4+cn] ΔA0 Geriye kalan büyüklük aşağıdaki gibi olacaktır; ΔY- c ΔY=(1- cn) ΔA0 ΔY(1-c)= =(1- cn) ΔA0 Burada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta c’nin sürekli küçülmesi ve sıfıra yaklaşmasıdır (0.9-0.81-0,72-0,59…). Dolayısıyla cn, sıfır kabul edilebilir. Bu durumda; ΔY(1-c)= ΔA0 ΔY = ΔA0/(1-c) olacaktır. Bu durum aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. TABLO 8 Matematiksel Gösterim Aşamalar AE Artışı Y Artışı Kümülatif (Y) Artışı 1 ΔA0 ΔA0 2 cΔ A0 cΔ A0 3 c2A0 c2A0 (1+c+c2) ΔA0 4 c3A0 c3A0 (1+c+c2+c3) ΔA0 5 c4A0 c4A0 (1+c+c2+c3+ c4) ΔA0 ……. …… 0 (1/1-c). ΔA0 n 0 ΔA0 (1+c) ΔA0 Sayısal örnek Aşamalar AE Artışı Y Artışı Kümülatif (Y) Artışı 1 1000 1000 1000 2 (0,9)*1000 (0,9)*1000 1900 112 3 (0,81)*1000 (0,81)*1000 2710 4 ….. …… ……. 0 0 10000 5 …… n 1931 yılında F.Kahn tarafından geliştirilen çarpan etkisi bugün Keynesyen sistem olarak adlandırılan makro ekonomik yapının çok önemli bir yapı taşı niteliğindedir. Aşağıdaki şekil hem çarpan etkisinin hem de mal piyasasındaki dengenin işleyişinin görülebilmesi açısından faydalı olacaktır. ŞEKİL 21 AE Y=AE AE2=A02+cY AE1=A01+cY A2 A1 450 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde otonom harcamaların arttığı varsayımından hareketle çarpan etkisinin işleyişi ve mal piyasasındaki dengeye gelinmesi gösterilmiştir. Sürecin işleyişi şöyle olmaktadır; 113 Başlangıçta otonom harcamalardaki artış toplam harcama eğrisinin A1 konumundan A2 konumuna gelmesiyle ifade edilebilecektir. Harcamaların üretimden yüksek olduğu bu noktada firmalar üretimi aşan harcamalarını stoklarından karşılamaktadırlar. Üretimin artmasını gerektirecek bu durumda üretim artışı toplam harcamaları marjinal tüketim eğilimi ile çarpımı kadar uyaracaktır. Artan harcamaların uyarması sonucu artan üretim bir önceki dönemin stok erimesini karşılayabilecek ölçüdedir. Ancak üretimdeki artış karşılığında oluşan gelir tüketim harcamalarını ve dolayısıyla toplam harcamaları da uyarmıştır. Takip eden dönemde üretim yine artmaya devam edecek ve üretimdeki artış harcamaları uyaracaktır. Bu durum dengeye gelinen noktaya kadar devam edecektir. 1) BASİT KEYNESYEN MODEL II ve VARSAYIMLARI Basit Keynesyen Model I’de konunun basitleştirilmesi için bazı varsayımlar yapılmıştı. Şimdi bu varsayımlardan kamunun olmadığının varsayıldığı durum ortadan kaldırılacaktır. Bir diğer ifade ile bu modelin içerisinde firmalar, kişiler ve devlet söz konusudur. Fakat modelde dış alem yoktur. Bu durumda ele alınacak durumlar içerisinde döviz kuru, ödemeler dengesi gibi büyüklükler söz konusu değildir. Ve hala sadece mal piyasasının ele alındığı bir durum söz konusudur. Para piyasasının da modele dahil edilmesi daha sonra ele alınacak ISLM modeli içerisinde söz konusu olacaktır. Yatırımlar da bu modelde otonom kabul edilmektedir. Şimdi daha önceki sistematiği takip ederek yeni durumda ortaya çıkan değişmeleri ortaya koyarak, devletin iktisadi sürecin içerisine girmesinin makro modelde nasıl değişikliklere yol açacağını inceleyelim. 5.1) TOPLAM HARCAMA ve DENGE GELİR DÜZEYİ Bir ekonomide tüm sektörler tarafından satın alınmak istenen net hasılaya toplam harcama (AE) olarak tanımlamıştık. Ancak birinci modelimizde kamuyu bir iktisadi aktör olarak 114 modelimize sokmamıştık, şimdiki modelimizde ise devlet çeşitli harcamalar yapan ve vergi toplayan bir iktisadi aktördür. Bu durumda toplam harcama denklemimiz aşağıdaki gibi olacaktır. AE=C+I0+G Yukarıdaki eşitlik milli gelirin tüketim ve otonom yatırımlar ve kamu harcamalarından (G) oluştuğunu göstermektedir. 5.2) TÜKETİM FONKSİYONU Daha önceki modelde Keynesyen tüketimi belirleyen unsurun harcanabilir kişisel gelir (DPI) olduğu belirtilmiş ve devletin olmadığı bir modelde bunun milli gelire eşit kabul edilebilir olduğunu ifade etmiştik(Y=DPI). Oysa şimdiki modelimizde devlet modelin içerisine dahil edilmiştir. Bu durumda milli gelirle kullanılabilir kişisel geliri eşit kabul edemeyiz. Bunun yerine aşağıdaki eşitliklerden yararlanmak durumundayız. C=C0+c(DPI) Kullanılabilir kişisel gelir aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir. DPI=Y+TR-T TR= Transfer harcamaları T= Vergiler Bu durumda tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekli alacaktır. C=C0+c(Y+TR-T) 115 Konuyla ilgili yaygın görüş, transfer harcamalarının otonom olduğu ve vergilerin ise otonom ve gelire bağlı iki kısımdan oluştuğu yönündedir. Biz de takip eden kısımlarda aynı yöntemi uygulayacağız. TR=TR0 T=T0+tY, t=ΔT/ ΔY Yukarıdaki eşitlikteki T0 terimi otonom tüketimleri, (tY) terimi ise milli gelire bağlı olarak değişen vergileri ifade etmektedir. (t) katsayısı ise reel milli gelirdeki artışın ne kadarlık bir vergi artışına yol açtığını göstermektedir. Sıfırdan büyük ve birden küçük olan bu terim marjinal vergi haddi olarak isimlendirilmektedir. Bu eşitliklerin yardımıyla tüketim fonksiyonu aşağıdaki şekilde gösterilebilinir: C=C0+c(Y+TR0-T0-tY) 5.3) TOPLAM HARCAMA DENKLEMİ Tüketim fonksiyonu denkleminin değişmesi ile toplam harcama denkleminin de değişeceği açıktır. Ancak burada belirtilmesi gereken bir diğer durum kamu harcamalarının gelirdeki değişmeye bağlı olarak değişmediği, yani otonom bir büyüklük olduğudur (burada ve ilerleyen IS-LM analizinde kamu harcamalarının bir politika aracı olma özelliğine vurgu yapılacaktır). Bu bilgiler ışığında toplam harcama denklemi; AE=C+I0+G0 AE =C0+c(Y+TR0-T0-tY) +I0+G0 AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0 Yukarıdaki denklemde otonom harcamaları A0 teriminin içerisinde toplarsak aşağıdaki denklemlere ulaşabiliriz. 116 AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0, A0= cTR0-cT0+I0+G0 AE= A0+cY-ctY AE= A0+c(1-t)Y Bu durumda oluşan toplam harcama denkleminin belirleyicileri arasında artık marjinal vergi haddi de söz konusudur. Bu durumda elde edeceğimiz toplam harcama eğrisinin şekli nicelik itibarıyla değişmese de daha önce uyguladığımız modeldekinden farklı parametrelerle çalışır hale gelmiştir. ŞEKİL 22 AEMODEL(I)=A0+cY AE a A0 (C0+I0+Adiğer) G0,cTR0,T0 A0 (C0+I0) AEMODEL(II)=A0+c(1-t)Y b e d A0MODEL(II) f A0MODEL(I) I0 C0 0 Y0 Y1 Y Yukarıdaki grafikte daha önceki varsayımlara dayalı olan Basit Keynesyen Model ile (Model I) ile devletin de dahil olduğu model (Model II) birlikte verilmiştir. Şekilde ilk dikkat çeken nokta Model II’deki toplam harcamaların daha yukarıdan başlamasıdır. Yukarıdaki gösterimde A0 teriminin içerisinde yer alan otonom harcamaların toplamı Model I’dekilerden daha büyüktür. C0+I0+ G0+cTR0+T0˃ C0+I0 Bu durumun doğal bir sonucu olarak Model II’deki toplam harcamaları ifade eden doğrusu daha yukarıdan başlamaktadır. 117 Bir diğer belirtilmesi gereken durum ise modele devletin de dahil olmasıyla toplam harcama doğrusu daha yatık bir hal almıştır. Hatırlanacağı üzere Model I ele alınırken toplam harcama eğrisinin eğiminin marjinal tüketim eğilimi tarafından belirlendiği ifade edilmişti. Yeni durumda ise marjinal tüketim eğrisinin yanı sıra marjinal vergi haddi (t) eğimin oluşumuna katkı sağlamaktadır. Bu durumda her şekilde (marjinal vergi haddi sıfır olmadıkça) Model I Model II’ye göre daha dik olacaktır. Örneğin, her iki model için de marjinal tüketim haddinin 0,7 olduğunu varsayalım(c=0,7). Marjinal vergi haddinin de 0,1 olduğunu kabul edelim. Bu durumda devletin de modele dahil olduğu Model II’nin eğimi 0,63 olacaktır (c(1t)=0,63). Bir diğer ifadeyle c(1-t)˂ c olduğundan Model II’nin toplam harcama doğrusu Model I’e göre daha yatık olacaktır. Bu durumda ortaya çıkan yeni durumdaki toplam harcama doğrularının eğimi ve konumu aşağıdaki gibidir. ŞEKİL 23 AE AE2=A0+c2 (1-t2)Y AE1=A0+c1(1-t1)Y b a A0 0 Y1 Y Yukarıdaki şekilde ifade edilen duruma göre, farklı eğimlere sahip iki toplam harcama eğrisi söz konusudur. Reel milli gelirin meydana getirdiği toplam harcamanın değeri c(1-t) değerine bağlıdır. Daha önceki modelimizde bunun sadece marjinal tüketim eğilimini ifade eden (c) terimi ile ilişkili olduğunu belirtmiş ve (c) terimi ne kadar büyükse toplam harcama 118 eğrisinin o kadar dik olduğunu belirtmiştik. Nitekim bu durum belirli bir gelir seviyesinde daha fazla bir toplam harcamayı ifade etmekte idi. Şimdi ortaya çıkan marjinal vergi haddi (t) için ise tersi bir durum söz konusudur. Bir diğer ifade ile nispi olarak daha düşük bir marjinal vergi haddinin oluşturacağı toplam harcama miktarı daha büyük olacaktır. Yukarıdaki gösterim itibarıyla ifade edecek olursak, (c2˃c1) olduğundan daha dik ve sebep olduğu toplam harcama daha fazla olup, (t2˂t1) olduğundan daha dik ve yarattığı toplam harcama miktarı daha fazladır. ŞEKİL 24 AE AE2=A02+c(1-t)Y AE1=A01+c(1-t)Y A02 ΔA0 b A01 a 0 Y1 Y Gerek Model I gerekse de Model II için geçerli olan durum toplam harcama eğrisinin kayması için otonom harcamaların değişmesi gerektiğidir. Devletin modelin içerisine dahil olmasıyla değişen toplam harcama doğrusunun eğimi ve toplam harcama doğrusunun daha yukarıdaki bir noktadan başlaması durumudur. 5.4) ÇARPAN Yukarıda çarpan katsayısını yalnız iki iktisadi birimin varlığı varsayımına göre yapmıştık burada devletin de modele dahil hale gelmesiyle, çarpan aşağıdaki biçimi alacaktır. AE= Y (Mal piyasasında denge koşulu) AE= A0+c(1-t)Y 119 Y= A0+c(1-t)Y Y- c(1-t)Y= A0 Y[(1-c(1-t)]= A0 Y=[1/1-c(1-t)] A0 Konunun anlaşılması için bazı sayısal örnekler yapalım. Sayısal Örnek: Temsili kapalı bir ekonomide marjinal tüketim eğilimi 0,7 dir. Marjinal vergi haddinin 0,2 olması durumunda kamu harcamalarının 100 birimlik artışının milli gelir üzerindeki etkisi nedir? ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔA0 ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔG0 ΔY=1/(1-0,7(1-0,2))* 100 ΔY=2,27* 100 ΔY=227 birim Yukarıdaki örnekte çarpanın değeri 2,27 dir ve bu değer kamu harcamalarındaki bir artış milli gelirin değerini artışın iki katından fazla arttırmıştır. Burada belirtilmesi gereken bir diğer durum tüm otonom harcamalardaki artışın milli geliri eşit miktarda etkilemeyeceğidir. Nitekim yukarıdaki örnekte artan kamu harcamaları bu etkiye sebep olmuştur. Ancak kamunun elindeki milli gelir seviyesini etkileyebilecek diğer araçlar için bu durum farklı sonuçlar verecektir. Örneğin yukarıdaki örnekte kamu harcamaları değil de transfer harcamalarının aynı miktarda artması durumunda sonuç aşağıdaki gibi olacaktır. 120 ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔA0 ΔY=1/(1-c(1-t))* ΔcTR0 Yukarıdaki ifadedeki farklılığın sebebini anlamak için otonom harcamalar terimi içerisindeki terimleri hatırlamak faydalı olacaktır. A0= cTR0-cT0+I0+G0 bu terimlerden transfer harcamaları artmıştır. Dolayısıyla doğru sonuca ulaşabilmek için transfer harcamalarındaki değişimin marjinal tüketim eğilimi ile çarpılması gerekmektedir. Bu durumda ΔY=1/(1-0,7(1-0,2))* (0,7)*100 ΔY=2,27* (0,7)*100 ΔY=159 birim Görülmektedir ki uygulanan politikanın milli gelir üzerindeki etkisi de farklı olabilmektedir. Örneklerde de görüleceği gibi tek bir çarpan söz konusu değildir ve uygulanan politika aracına göre çarpan katsayısının değeri gibi ismi de değişmektedir. Birinci uygulamamızdaki, yani kamu harcamalarının değiştirilmesi yoluyla milli gelirin etkilenmesinde kullandığımız çarpan harcama çarpanı olarak isimlendirilirken, daha sonraki uygulamamızdaki çarpan transfer harcamaları çarpanıdır. Bir diğer iktisat politikası aracı olan otonom vergileri değiştirerek bir politika uygulamış olsa idik bu durumda karşılaşacağımız çarpan vergi çarpanı olacaktır. 121 SONUÇ: Model I varsayımları ile oluşturulan analizde, mal piyasasındaki denge, üretim düzeyinin marjinal tüketim haddine ve otonom harcamalara bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede ortaya çıkan çarpan katsayısı (1/1-c) otonom harcamalardaki bir değişimin durumunda, bunun milli gelir üzerindeki etkisinin otonom harcamalardaki değişimin çarpan katsayısı ile çarpım kadar olduğunu göstermektedir. Model II varsayımlarında da benzer bir durum ele alındığında çarpan katsayısının değeri 1/1-c(1-t) biçiminde gerçekleşmektedir. KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ 1)Basit Keynesyen Modelde (Model I) harcama çarpanı katsayısı aşağıdakilerden hangisidir? a) 1/c b) 1/(1-c) c) 1/(1+c) d) c/(1-c) e) c/(1+c) 2) Toplam harcama denklemi (Model I) içerisinde hangisi yer almaz? a) Otonom yatırımlar b) Otonom tüketim c) Marjinal tüketim eğilimi d) Marjinal tasarruf eğilimi e) Gelir seviyesi 3) Aşağıdakilerden hangisi Model I varsayımları gereği mal piyasasındaki dengeyi gösterir? 122 a) Y=A0/(1-c) b) Y=(A0/c)-(1-c) c) Y= A0+(1+c) d) Y=(A0+1)/c e) Y= (A0/c)-c 4) Marjinal tüketim eğilimi aşağıdakilerden hangisidir? a) c=C/Y b) c=ΔC/ ΔY c) c= S/Y d) c= ΔS/ ΔY e) c=(ΔC+ ΔS)/ ΔY Cevap Anahtarı 1-B 2 D-3 A-4-B Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 123 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 124 Makro İktisat 7.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 7.KISIM 5.5) OTOMATİK STABİLİZATÖRLER……………………….124 5.6) ENFLASYONİST AÇIK DEFLASYONİST AÇIK ………126 5.6.1) ENFLASYONİST AÇIK ….………………………127 5.6.2) DEFLASYONİST AÇIK…………………………..129 6)IS-LM ANALİZİ……………………………………………………..132 6.1)IS LM MODELİN VARSAYIMLARI…………………..…..133 6.2) YATIRIM FONKSİYONU…………………..……………..133 6.3) IS EĞRİSİNİN OLUŞUMU………………………...............137 6.4) IS DOĞRUSUNUN KONUMU…………………..………….143 125 ÖZET: Mal piyasasında dengenin gösterilmesi ile Keynesyen analizin bazı sonuçları görünür hale gelebilmiştir. Otomatik stabilizatörler, Enflasyon ve Deflasyonist açık bunlardan bazılarıdır. IS-LM analizi ise, diğer modellerden farklı olarak yatırımlar otonom değildir ve para piyasası modele dahil edilmiştir. 5.5) OTOMATİK STABİLİZATÖRLER Tüm ekonomilerin reel milli gelirleri belirli bir uzun dönem trend etrafında dalgalanmaktadırlar. Otomatik stabilizatörler ise, otonom harcamalardan kaynaklanan bu dalgalanmaların etkilerini hafifleten mekanizmalardır. Bir diğer ifade ile bunlar kendiliğinden dalgalanmaları önleyici bir rol oynamaktadırlar. Otomatik stabilizatör kavramının ardındaki süreç şöyle işlemektedir; daha önce ele alındığı gibi toplam harcama kalemlerindeki otonom harcamalardaki artış ve azalışlar milli gelirin değerini arttırmakta ve azaltmaktadırlar. İktisadi sistemlerde ise bu dalgalanmaların (artış ya da azalış yönünde) büyük ölçüde dalgalanması istenen bir durum değildir. Böyle bir durum daha çok ekonomideki istikrarsızlığın bir işareti olarak kabul edilebilir. Böyle bir durumda ilk akla gelen otonom harcamalardaki artışın hangi mekanizmayla milli gelirdeki etkiyi yumuşatacağı olacaktır. Sorunun cevabı açıktır: çarpan katsayısı. Dolayısıyla çarpan katsayısı ne kadar düşük olursa milli gelirdeki dalgalanma ve milli gelirdeki değişim o kadar az olacaktır. Konu bu doğrultuda düşünüldüğünde Model I ve Model II arasındaki en önemli farklardan birisi çarpan katsayılarının farklı olduğunun hatırlanması gerekmektedir. Model II’de bir diğer ifadeyle devletin iktisadi bir aktör olarak modele dahil edilmesiyle elde edilen çarpan 126 katsayısı daha düşük çıkmaktaydı. Buradaki farka sebep olan tek unsur ise marjinal vergi haddini ifade eden (t) terimi olduğu da açıktır. Bu durumda en önemli otomatik stabilizatörün ne olduğu konusu netleşmeye başlamış olmalıdır. Gelir düzeyine bağlı olarak alınan vergi, yani gelir vergisi en önemli otomatik stabilizatördür. Bu durumu bir örnekle açıklayalım; Diyelim ki Keynesyen sistemde en istikrarsız toplam harcama kalemi olan otonom yatırımlarda bir azalma meydana gelmiştir ve yatırım miktarı 100 birim azalmıştır. Ekonomideki marjinal tüketim eğilimi ise 0,8dir(c=0,8). Durumu birinci modele göre ele alırsak, bu modelde devlet yoktur ve dolayısıyla vergide yoktur. Böyle bir durumda çarpanın değeri aşağıdaki gibi olacaktır. I.Model Çarpan Değeri= 1/1-c I.Model Çarpan Değeri= 1/(1-0,8) ise çarpanın değeri 5 olacaktır. Bu durumda milli gelirdeki etki; ΔY= (1/(1-c))* ΔI0 ΔY=5*-100=-500 Bu örnekte otonom yatırım kalemlerinden birinde 100 birimlik bir azalmanın milli gelirin 500 birim azalmasına yol açtığı görülmektedir. Şimdi ikinci modele yani devletin olduğu ve gelir vergisi aldığı modelimize geçelim. Burada ise devletin aldığı gelir vergisi %10 olsun (t=0,10). Bu durumda çarpan katsayısı; Model II çarpan katsayısı=1/1-c(1-t) Model II çarpan katsayısı= 1,82 Bu durumda milli gelirdeki etki; ΔY= 1/1-c(1-t) * ΔI0 127 ΔY=1,82*-100=-182 Örnekten de anlaşılacağı gibi gelir vergisi bir otomatik istikrar unsuru şeklinde işlemekte ve milli gelirdeki dalgalanmayı önemli ölçüde engellemektedir. Burada vurgulanması gereken nokta buradaki olası etkilerin bir hükümet müdahalesi olmaksızın işliyor olmasıdır. Aynı şekilde işsizlik sigortası, sübvansiyonlar da otomatik stabilizatörler arasında kabul edilebilirler. Devletin modele sokulmasıyla sadece mal piyasası ele alınıyor olmasına karşın Keynesyen sistemle ilgili fikir elde etmeye başladık. Otomatik stabilizatör bunun örneklerinden birisidir. Konu ile ilgili IS-LM analizinde detaylı analizler yapılacaktır. Ancak şimdilik elimizdeki araçlarla mal piyasasında dengenin sağlanamadığı durumlarda uygulanabilecek yöntemlerle ilgili ilk işaretleri de elde etmek mümkündür. Enflasyonist ve Deflasyonist araçlar ve mal piyasasında dengenin sağlanması bunlara verilecek örneklerden birisidir. 5.6) ENFLASYONİST AÇIK DEFLASYONİST AÇIK Klasiklerin tersine Keynes’e göre ekonominin kendiliğinden tam istihdam denge noktasında bulunmasını gerektirecek hiçbir neden yoktur. Denge dışı durumlarda ise ekonomi enflasyonist ya da deflasyonist boşluk olarak ifade edilen alanlarda yer almaktadır. Bu konu bir aktarım mekanizması sunması açısından olmasa da devletin denge dışı durumlara müdahalesinin görülmesi açısından faydalı olacaktır. 5.6.1) ENFLASYONİST AÇIK Ekonominin kendiliğinden tam istihdam üretim düzeyinde dengede olması için hiçbir sebebin olmadığı Keynesyen modelde, tam istihdam düzeyindeki toplam harcama tam istihdam reel milli gelir seviyesinden büyük olabilir. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmiştir. 128 Şekilden de anlaşılacağı gibi Yf tam istihdam reel milli gelir seviyesindeki toplam harcama miktarı Yf-B kadarken bu tam istihdam harcama düzeyinden (B-C) kadar daha büyüktür. Enflasyonist açık bu tür farkları ifade etmek için kullanılmaktadır. Özetle tam istihdam denge reel milli gelir seviyesinde toplam harcamanın reel milli gelirden büyük olması durumunda aradaki bu fark enflasyonist açığı ifade etmektedir. ŞEKİL 25 AE AE=Y AE B A0 0 A C Enflasyonist Açık YF Y1 Kurulan model gereği para politikasının olmaması nedeniyle enflasyonist açığı ortadan kaldırmak ve tam istihdam denge seviyesine ulaşmak için eldeki tek araç daraltıcı maliye politikasıdır. Hatırlanacağı üzere otonom harcamalardaki bir artış ve/veya azalış toplam harcama doğrusunun konumunu değiştirmekte idi. Bu durumda toplam harcamaların azaltılması gerekmektedir. Böyle bir durumda devletin elinde maliye politikası kapsamındaki araçlardan birisi kamu harcamalarını azaltmaktır(G0). Diğer araçlar ise transfer harcamalarının kısılması veya otonom vergilerin arttırılması olacaktır (TR0, T0). 129 ŞEKİL 26 AE AE=Y AE1 B A0 C D AE2 E A1 0 YF Y1 Y Benzer şekilde bir diğer uygulama alanı marjinal vergi haddindin (t) yükseltilmesi suretiyle de tam istihdam reel milli gelir seviyesine gelinmesi amaçlanabilir. Marjinal vergi haddi toplam harcama eğrisinin eğimini verdiğinden bunun artması veya azalması toplam harcama doğrusunun eğimini değiştirecektir. Aşağıdaki şekilde marjinal vergi haddi arttırılarak toplam harcama doğrusunun tam istihdam üretimi sağlayacak şekilde (c) noktasından (AE2) şeklini alması sağlanmıştır. 130 ŞEKİL 27 AE AE=Y AE1 B A0 0 C YF AE2 D E Y1 Y 5.6.2) DEFLASYONİST AÇIK Enflasyonist açıktan farklı olarak tam istihdam denge üretim düzeyinde reel üretim düzeyinin harcamalardan büyük olduğu durum ise deflasyonist açığı ifade etmektedir. Aşağıdaki şekilde (B-C) aralığını ifade eden bu durumda para politikası dışında kullanılabilecek maliye politikaları ise genişletici nitelikte olmalıdır. 131 ŞEKİL 28 AE AE=Y B A C AE Deflasyonist Açık A0 0 Y1 YF Aşağıdaki şekilde tam istihdam denge reel milli gelir seviyesine ulaşmak için gerçekleştirilen genişletici maliye politikasını sonuçları görülmektedir. Daha önce belirtilen (B-C) kadarlık üretim ve tüketim arasındaki fark kamunun otonom harcamalar kapsamındaki araçlarını kullanmak suretiyle giderilmektedir. Şekil üzerinde de görüleceği gibi genişletici maliye politikası araçları ile toplam harcama eğrisinin konumu değiştirilerek deflasyonist açık ortadan kaldırılmakta ve ekonomi tam istihdam reel milli gelir seviyesine ulaştırılmaktadır. 132 ŞEKİL 29 AE AE=Y B A AE2 AE1 C A0 0 Y1 YF Benzer bir durum aşağıdaki şekil için de geçerlidir. Deflasyonist açığı temsil eden Y1 üretim düzeyi gelir vergisi oranları azaltılarak toplam harcamaların uyarılması şeklinde ortadan kaldırılmıştır. Marjinal vergi haddi ile ifade (t) edilen gelir vergisinin değişmesi toplam harcama eğrisinin eğimini değiştireceğinden şekildeki gösterimde de azalan vergi oranı toplam harcama eğrisi daha dik hale gelmesini sağlamış ve ekonomi tam istihdam reel milli gelir seviyesine ulaşmıştır. 133 ŞEKİL 30 AE AE=Y B A AE2 AE1 C A0 0 1) Y1 YF IS-LM ANALİZİ 1960’ların ortalarına kadar makro ekonomi politikalarına damgasını vuran Keynesyen İktisat yalnız Keynes’in 1936 yılında yazdığı meşhur Genel Teori’den oluşmamaktadır. Birçok iktisatçının da Keynesyen iktisat olarak ifade edilen bu disipline katkıları söz konusudur. Bu bölümde ele alınacak IS-LM modeli bu katkıların en fazla olduğu alanlardan birisidir. Bu analiz bizzat birçok Keynesyen iktisatçının yoğun eleştirisine sebep olmuştur. Bir diğer ifade ile John Hicks tarafından başlatılıp Franco Modigliani tarafından geliştirilen ve 1950’li yıllarda Alvin Hansen tarafından popülerleştirilen IS-LM modeli birçok Keynesyen için Keynesyen iktisat değildir. IS-LM modelinin Keynes’in orijinal fikirlerinden büyük sapmaları ifade ettiği öne sürülse de günümüzde özellikle ders kitaplarında Keynesyen iktisat anlatılırken yaygın biçimde kullanılmaktadır. Biz de konuyla ilgili tartışmalara girmeden bundan sonraki kısımlarda bu model tanıtmaya çalışacağız. 6.1) IS-LM MODELİN VARSAYIMLARI 134 1) Bu model, kapalı bir ekonomi varsayımından hareketle oluşturulmuştur. 2) Modele fiyatlar genel seviyesi dahil edilmemiştir. Daha sonraki kısımlarda bu varsayım kaldırılarak Keynesyen modelin tanıtılacağı kısım, AS-AD analizi olacaktır. 3) Modelde yatırım harcamaları önceki modellerden farklı olarak içsel olarak be- lirlenmektedir. 4) Modele para piyasası da dahil edilmiştir. Dolayısıyla faiz haddi de IS-LM ana- lizi çerçevesinde içsel olarak oluşturulacaktır. IS-LM analizini daha önce ele alınan Model I ve Model II’de oluşturduğumuz yapı üzerine burada sadece bazı ufak ilavelerle oluşturabiliriz. Kaldı ki daha önceki modellerde mal piyasasındaki denge durumunu detaylı bir şekilde ele almıştık. Burada mal piyasasındaki denge durumunu ifade eden IS doğrusuna ulaşabilmek için tek eksiğimiz daha önce otonom kabul ettiğimiz yatırım harcamalarını otonom olmaktan çıkarıp içsel bir değişken olarak ele almak olacaktır. LM doğrusunu türetmek için ise reel para talebini incelememiz gerekmektedir. 6.2) YATIRIM FONKSİYONU IS-LM modeli çerçevesinde yatırımı belirleyen unsur faiz haddidir. Yatırımın faizle ters yönlü bir ilişkiye sahip olduğu kabul edilen IS-LM modelinde yatırımlar otonom ve faize bağlı olarak değişen iki kısımdan oluşmaktadır. IS-LM modelinde yatırım fonksiyonu aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir; I=I0-bi b˃0 Yukarıdaki eşitlikte I terimi yatırım harcamalarını ifade etmektedir. I0 terimi ise otonom yatırımları göstermekte olup, faizden bağımsız olarak yatırım harcamaları üzerinde etki yapmaktadır. Uyarılmış yatırımları ifade eden (bi) terimleri içerisindeki (i) terimi faiz haddini 135 gösterirken (b) katsayısı yatırımların faize duyarlılığını ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile örneğin, eşit otonom yatırıma sahip iki ülkede faizlerdeki eşit ölçüdeki bir azalmanın yatırımlar üzerindeki etkisini bu ülkelerdeki yatırımların faizdeki azalmaya nasıl tepki göstereceklerine bağlıdır. Bunu belirleyen ise yatırımların faize duyarlılığıdır. Kısaca yatırımların faize duyarlılığı faizdeki bir birimlik değişme karşısında yatırımların ne kadar değişeceğini göstermektedir (b=ΔI/Δi). Aşağıdaki şekil yukarıda açıkladığımız yatırım fonksiyonunu göstermektedir. ŞEKİL 31 i I0 I=I0-bi i2 B i1 A y 0 I1 x I2 I0 I Yukarıdaki şekil de görüleceği gibi faiz haddi sıfır da olsa I0 miktarında bir yatırım söz konusudur. Yukarıdaki anlatımlarda otonom yatırımlar için yatırımların faizden bağımsız olan kısmı ifadesi kullanılmıştı. Burada da görüleceği gibi ekonomide I0 kadar bir yatırım söz konusudur. Ancak faiz haddi ile birlikte değerlendirildiğinde her bir faiz artışı toplam yatırım miktarını azaltıcı bir etki yapmaktadır. Bu etkinin azaltıcı yönde olması tanım gereğidir. Nitekim yatırımlarla faiz haddi arasında ters yönde bir ilişkinin olduğu durumu kabul edilmektedir. Ancak faizlerdeki her bir artışın yatırımları ne kadar etkileyeceğini belirleyen unsur 136 yatırımların faize duyarlılığı paremetresidir. Bir diğer ifadeyle yukarıdaki şeklin eğimini belirleyen yatırımların faize duyarlılığıdır (b). Yukarıdaki gösterime göre faizlerdeki bir birim artmanın faizler üzerindeki etkisi, yani b=ΔI/Δi formülüne göre oluşacak değer (x) ise yatırım eşitliği ile birlikte değerlendirildiğinde otonom yatırımlardan çıkarılacak değeri ifade edecektir (I=I0-bi, I=I0-x). Dolayısıyla bu faiz haddinde yatırım miktarı (I0-x) kadar olacaktır. Faizlerin i2 seviyesine yükselmesi durumunda ise bu miktar (I0-y) kadardır. Yatırımların faize duyarlılığının yatırım miktarı üzerindeki etkisini daha detaylı açıklayabilmek için aşağıdaki şekilde farklı eğimlerde (farklı yatırımın faize duyarlılığı) doğrusuna sahip iki örnek durumu ele alalım. ŞEKİL 32 i I0 I2=I0-b2i I1=I0-b1i i1 A B 137 0 I1 I2 I0 I Yukarıdaki şekilde iki farklı yatırımım faize duyarlılığına sahip yatırım fonksiyonu söz konusudur. Bunlardan daha yatık olan I1 yatırım fonksiyonunda faizdeki artış (şekildeki gösterimde sıfır faiz seviyesinden i1 seviyesine) yatırımların I1 seviyesinde oluşmasını sağlamıştır. Bir diğer ifadeyle faizin etkisi söz konusu değilken, (yani faiz sıfırken) otonom yatırımların toplam yatırım miktarını belirlediği bir durumdan (I=I0-bi, I=I0-b*0, I=I0) I1 seviyesine gerilemiştir. Bunu sağlayan ise bir birim faiz değişiminin ne kadar yatırım değişmesine yol açtığını gösteren yatırımın faize duyarlılığıdır (b). Bir diğer yatırımın faize duyarlılığı katsayısında ise bu değişme daha az miktarda gerçekleşmiştir. Bu durumda ortaya çıkan sonuç, yatırımın faize duyarlılığı ne kadar büyükse her bir alternatif faiz haddindeki yatırım miktarı da o kadar küçük olacaktır (b1˃b2). Keynesyen iktisatta istikrarsız bir büyüklük olarak görülen yatırım harcamalarında bu istikrarsızlığın en önemli nedenlerinden birisi otonom yatırımlardır. Nitekim otonom yatırımların artıp azalması yatırım doğrusunun konumunu belirlemektedir. ŞEKİL 33 i I01 I02 I2=I02-bi I1=I01-bi ΔI 138 0 I01 I02 I Şekilde farklı otonom yatırım düzeylerine sahip iki yatırım fonksiyonu verilmiştir. Bunlardan I1 şeklinde verilmiş olan yatırım fonksiyonunda otonom yatırım düzeyi I01 kadardır. I2 yatırım fonksiyonunda ise otonom yatırım miktarının I02 kadardır. Şekilde görüldüğü gibi otonom yatırımların artmasıyla yatırım doğrusu sağa doğru kaymakta ve yatırım miktarı otonom yatırımlardaki artış miktarı kadar artmaktadır. 6.3) IS EĞRİSİNİN OLUŞUMU Yatırım fonksiyonun elde edilmesinden sonra Model II’de elde ettiğimiz toplam harcama denklemini yeniden hatırlayalım. Burada elde ettiğimiz toplam harcama denklemi aşağıdaki gibi idi: AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0+G0, A0= cTR0-cT0+I0+G0 AE= A0+cY-ctY AE= A0+c(1-t)Y Burada mevcut bilgilerimize bir ilave söz konusudur. Bu da yukarıda anlatılan yatırım fonksiyonudur. Dikkat edilecek olursa yukarıdaki eşitlikte yatırım harcamaları otonomdur. Oysa şimdi oluşturacağımız IS-LM modelinde bu durumu ortadan kaldırdık ve yatırımları sadece otonom olarak değil faize bağlıda değiştiğini ifade ettik (I=I0-bi). Bu durumda toplam harcama denklemimiz aşağıdaki şekli alacaktır. AE= C0+cY+cTR0-cT0-ctY +I0-bi+G0, AE= A0-bi+cY-ctY AE= A0-bi +c(1-t)Y 139 A0= cTR0-cT0+I0+G0 Şimdi artık yukarıdaki ilişkiye dayalı olarak mal piyasasındaki dengenin faiz ve gelir ile ilişkisini ele alabiliriz; ŞEKİL 34 AE Y=AE B A0-bi2+ c(1-t)Y A0-bi1+ c(1-t)Y A0-bi2 A 140 A0-bi1 450 0 Y1 Y2 Y i i1 A i2 B IS 0 Y1 Y2 Y Daha önceki ele aldığımız durumlarda görmüş olduğumuz durum toplam harcama doğrusunun konumunun otonom harcama kalemindeki artış ve azalışla değişeceği idi. Nitekim bu doğrunun eğimi marjinal tüketim eğilimi ve marjinal vergi haddi tarafından belirlenmekte idi. Burada karşımıza çıkan ilk durum artık konumu belirleyen sadece otonom harcamaların olmamasıdır (A0-bi). Yatırım harcamaları incelenirken görülmüştü ki faiz haddinin sıfır olduğu bir durumda yatırımları tek belirleyen otonom harcamalar iken otonom yatırım miktarı faizlerin her bir artışında yatırımın faize duyarlılığı katsayısı ile faiz seviyesiyle çarpımı kadar azalmakta idi (I=I0-bi). Bu durumun bize gösterdiği durum faizler genel seviyesi arttıkça otonom harcamaların azalacağıdır. Çünkü hatırlanacağı üzere bu büyüklük içerisinde otonom yatırımlarda söz konusudur (A0= cTR0-cT0+I0+G0). Nitekim yukarıdaki temsili gösterimde de faizlerin i1 seviyesinden i2 seviyesine yükselmesiyle toplam harcama doğrusunun konumu değişmiştir. Bu du- 141 rumun arkasındaki iktisadi mantık ise faiz miktarı yükseldiğinde artan maliyetlerin daha az yatırım yapmayı gerektirmesidir. Bizim IS eğrisini oluştururken aradığımız mal piyasasındaki dengeyi oluşturan noktaların da tespit edilmesidir. Bu 450’lik bir doğru yardımıyla anlaşılmaktadır. 450’lik doğru üzerindeki her bir noktada milli gelir ile toplam harcamalar birbirine eşit olduğu açıktır. Bu durumda toplam harcama doğrusu üzerindeki A ve B noktalarında da toplam harcama ile gelir birbirine eşittir. Şekilde bu eşitliklere karşılık gelen gelir düzeyleri Y1 ve Y2 dir. Bir diğer ifade ile faiz haddi i1 ve gelir düzeyi Y1 iken ve faiz haddi i2 ve gelir düzeyi Y2 iken mal piyasası dengededir. Toplam harcama doğrusu üzerinde bu iki noktanın dışındaki hiçbir noktada eşitlik söz konusu değildir. Şimdi elimizde hangi faiz ve hangi gelir düzeylerinde mal piyasasının harcama ve gelirin eşit olduğunu gösteren veriler mevcuttur. Aşağıdaki şekilde bunu göstermektedir. Çeşitli faiz haddi ve hasıla düzeylerinde mal piyasasındaki dengeyi gösteren noktaların geometrik yerleri IS doğrusunu vermektedir. Bu doğru üzerindeki her bir noktada mal piyasası dengede olacaktır. Bir diğer ifade ile IS doğrusu üzerinde ki noktalar dışındaki noktalarda mal piyasasında arz veya talep fazlası söz konusu olacaktır. Bu durum aşağıdaki şekil yardımıyla gösterilebilinir. ŞEKİL 35 AE Y=AE (A) MAL TALEP FAZLASI B C A0-bi2 A A0-bi2+ c(1-t)Y A0-bi1+ c(1-t)Y D 142 A0-bi1 MAL TALEP FAZLASI 0 45 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde mal piyasasının denge durumunu gösteren A ve B noktalarının yanı sıra denge dışı durumları ifade eden C ve D noktaları ifade edilmiştir. C ve D noktaların seçilmesinin sebebi, bu noktalardaki faiz oranı ve gelir düzeylerinin görülebilecek olmasıdır. Önce (C) noktasından başlayalım. Bu nokta 450’lik doğru üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda mal piyasasında eşitliği temsil eden bir nokta değildir. Bu noktanın bir başka özelliği de bu noktada toplam harcamaların gelirden büyük olmasıdır (AE˃Y). Bir diğer ifade ile (C) noktasında mal talep fazlası söz konusudur. (D) noktası da 450’lik doğru üzerinde yer almamaktadır. Bu durumda bu noktada da mal piyasasında bir eşitsizlik durumu söz konusu olacaktır. Bu noktada ise gelir toplam harcamalardan büyüktür. Dolayısıyla bir mal arz fazlası durumu söz konusu olacaktır. Kısaca i2 faiz haddi ve Y1 gelir düzeyinin deki (C) noktasında mal talep fazlası varken, i1 faiz haddi ve Y2 gelir düzeyinin deki (D) noktasında mal arz fazlası söz konusudur. Şimdi bu noktaların IS denklemindeki karşılıklarının nereler olduğunu bulalım. ŞEKİL 36 i (B) i1 A D MAL ARZ FAZLASI 143 i2 C B MAL TALEP FAZLASI 0 Y1 IS Y2 Y Yukarıdaki IS eğrisinde daha önce belirlemiş olduğumuz (C) ve (D) noktaları gösterilmiştir. IS doğrusu üzerinde her bir noktada mal piyasası dengede iken bu noktalarda mal arz ve talep fazlaları söz konusudur. Bu durumda matematiksel olarak mal arz ve talep fazlası durumu söz konusu olduğunda dengeye gelinmesi için ya faizlerin değişmesi gerekecek ya da gelirin değişmesi gerekecektir. Ancak daha önceki konularda da değinildiği gibi mal piyasasındaki denge gelirdeki artış ve azalışlarla sağlanacaktır. Bir diğer ifade mal piyasasında bir dengesizlik olması durumunda firmalar üretim miktarını arttırıp azaltarak dengenin oluşmasını sağlarlar. Örneğin ekonomideki toplam harcamaların üretimden fazla olması durumunda (mal talep fazlası) firmalar üretimlerini arttırarak bu durumu ortadan kaldırmaya çalışacaklardır. Tersi bir durumda ise firmaların üretimleri azalacaktır. Sonuç olarak ele aldığımız noktalarda; C noktası Mal Talep Fazlası (AE˃Y) ve Y↑ D noktası Mal Arz Fazlası (AE˂Y) ve Y↓ (IS modelinde denge hemen anında (instantaneously) gerçekleşmektedir. Milli gelir ve harcama (AE=Y) eşitliği statik (durağan) olarak tanımlanmıştır ve statik modellerin içerisinde zaman değişkeni (time variable) yer almadığı için denge hemen anında gerçekleşmektedir). 6.4) IS DOĞRUSUNUN KONUMU IS eğrisini oluştururken toplam harcama eğrisinin konumunun (A0) teriminin içinde yer alan değişkenlerin belirlediğine değinmiştik. Nitekim IS eğrisi de bu değişkenlerden birisi olan faizlerdeki değişim sonucunda elde edilmişti. Şimdiye kadar elde ettiğimiz bilgiler bize IS doğrusunun belirli bir faiz haddi ile üretim miktarında mal piyasasının dengede olduğu 144 noktalardan oluştuğunu göstermektedir. Şimdi ise bu faiz haddi değişmeden otonom harcamalar değişirse toplam harcama ve gelir arasındaki ilişkinin nasıl şekilleneceğini inceleyeceğiz. Aşağıdaki şekilde belirli bir faiz haddinde otonom harcamaların değişmesi durumunda IS eğrisinin nasıl şekilleneceğini göstermektedir. ŞEKİL 37 AE Y=AE (A) B A02-bi1+ c(1-t)Y A01-bi1+ c(1-t)Y A02-bi1 A A01-bi1 145 450 0 Y1 Y2 Y i (B) i1 A B IS1 0 Y1 IS2 Y2 Y Şeklin (A) panelinde bi1 faiz haddinde ve Y1 gelir düzeyinde toplam harcama ve gelirin (A) noktasında oluştuğu görülmektedir. Bu durumda şeklin (B) panelinde gösterilen IS doğrusunun da i1 ve Y1 noktalarının kesiştiği yerden geçeceği açıktır. IS doğrusunu oluştururken bildiğimiz bir diğer durum ise gelir ile faiz arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğudur. Sonuç olarak belirli bir eğimdeki (eğim konusuna daha sonra değinilecektir) IS doğrusu (A) noktasından geçecektir. Şimdi otonom harcamaların arttığı varsayımında bulunalım. Bu durumda ise yine i1 faiz haddinde mal piyasasındaki yeni denge (B) noktasında sağlanmaktadır. Bu noktadaki gelir düzeyinin ise Y2 olduğu görülmektedir. Şeklin (B) panelinde ise bu faiz ve gelir düzeylerine karşılık gelen nokta mal piyasasındaki dengeyi göstermektedir. Bu durumda buradan da geçecek bir IS doğrusu olmak zorundadır. Sonuç olarak (A0) terimi ile ifade edilen otonom harcamalar değişince IS eğrisinin konumu da değişmektedir. 146 IS doğrunun denklemi ise mal piyasasında dengenin sağlandığı durumun ifade edilmesiyle elde edilebilinecektir. SONUÇ: Otomatik stabilizatörler ise, otonom harcamalardan kaynaklanan bu dalgalanmaların etkilerini hafifleten mekanizmalardır. Kurulan model gereği para politikasının olmaması nedeniyle enflasyonist ve deflasyonist açığı ortadan kaldırmak ve tam istihdam denge seviyesine ulaşmak için eldeki tek araç genişletici ve daraltıcı maliye politikalarıdır. IS-LM analizinde, mal piyasası dengesini gösteren IS eğrisinin sağında mal arz fazlası, solunda ise mal talep fazlası söz konusudur. Bu eğrinin konumu otonom harcamalar tarafından belirlenmektedir. KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ 1)Belirli bir gelir düzeyinde para arzının azalması durumunda; a)LM eğrisi sağa doğru kayar ve faizler düşer. b)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler düşer. c)LM eğrisi sağa doğru kayar ve faizler yükselir. d)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler sabit kalır. e)LM eğrisi sola doğru kayar ve faizler yükselir. 2)Aşağıdakilerden hangisi IS-LM varsayımlarından hareketle oluşturulacak toplam harcama denklemini ifade eder? a) AE=A0-bi+c(1-t)Y b) AE=A0+bi+c(1-t)Y 147 c) AE=A0-bi-c(1-t)Y d) AE=A0+bi-c(1-t)Y e) AE=A0-bi+c(1+t)Y 3) IS’in konumunun değişmesi için aşağıdakilerden hangisi gerçekleşir? a)Otonom harcamaların ve faizlerin değişmesi gerekir. b)Yalnız otonom harcamaların değişmesi gerekir. c)Yalnız faizlerin değişmesi gerekir. d)LM’ deki faizlere bağlı olarak faizlerin değişmesi gerekir. e)Yukarıdakilerin hepsi 4 IS doğrusu için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a) IS doğrusu üzerindeki her bir noktada toplam harcama gelire eşittir. b) IS doğrusunun solunda mal talep fazlası vardır. c) IS doğrusunun sağında mal arz fazlası vardır. d) IS doğrusunun konumunu otonom harcamalar belirler. e) IS doğrusunun eğimini para talebinin faize duyarlılığı belirler. Cevap anahtarı 1e-2a-3b-4e Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 148 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 149 Makro İktisat 8.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 8.KISIM 6.5) IS DOĞRUSUNUN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ…147 6.6) IS DOĞRUSUNUN EĞİMİ ………………………………..148 6.7) LM EĞRİSİ VE PARA PİYASASI………………………..149 6.7.1)İHTİYAT VE İŞLEM NEDENİYLE PARA TALEBİ………………………………………………………………………….150 6.7.2) SPEKÜLASYON NEDENİYLE PARA TALEBİ…………………………………………………………………151 6.8) TOPLAM PARA TALEBİ ……………………………….154 6.9) PARA ve TAHVİL TALEBİNİN KARŞILIKLI İLİŞKİSİ VE PARA PİYASASI DENGESİ ……………………………………..155 6.10) LM EĞRİSİNİN TÜRETİMESİ………………………..158 6.11) LM EĞRİSİNİN ÖZELLİKLERİ………………………161 ÖZET: Keynesyen Sistemin analiz edilebilmesi için IS eğrisinin eğiminin belirlenmesi gerekecektir. Para piyasasının denge durumunu ifade eden LM eğrisinin analizinde ise, para talebinin sebeplerinin ele alınması gerekmektedir. LM eğrisinin oluşturulmasının ardından, bu eğrinin eğimi ve konumu da belirlenmelidir. 6.5) IS EĞRİSİNİN MATEMATİKSEL GÖSTERİMİ Yukarıda toplam harcama doğrusunun denkleminin aşağıdaki gibi ifade edilebileceğini görmüştük; AE= A0-bi +c(1-t)Y, A0= C0+cTR0-cT0+I0+G0 150 Mal piyasasında denge koşulu ise Y=AE eşitliğinin sağlanması durumunda gerçekleşeceğinden toplam harcama (AE) yerine gelir (Y) büyüklüğünü yerleştirebiliriz: Y= A0-bi +c(1-t)Y, A0= C0+cTR0-cT0+I0+G0 Y- c(1-t)Y= A0-bi Y [1-c(1-t)] = A0-bi Y=1/[1-c(1-t)]*A0-bi Yukarıdaki eşitlik IS denklemi olarak ifade edilmektedir. Bu eşitlik içerisinde yer alan 1/[1-c(1-t)] terimi çarpan katsayısını göstermektedir. Bu katsayının yerine gösterimi kolaylaştırmak amacıyla em (harcama çarpanı, expenditure multiplier) terimi kullanılacaktır. Bu durumda IS denklemi aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilinir. Y= em (A0-bi) , em=1/[1-c(1-t)] Yukarıdaki denklemin gösterdiği durumlardan birisi de IS’in eğiminin em terimine bağlı olarak değiştiğidir. 6.6) IS DOĞRUSUNUN EĞİMİ Şimdi ise gerek faiz haddini gerekse de otonom harcamaları değiştirmeden oluşturulan bir IS doğrusunda tek değişikliğin yatırımın faize duyarlılığı (bi) ve harcama çarpanı (em ) olduğunu varsayalım. Bu durumda elde edeceğimiz şekil aşağıdaki gibi olacaktır. ŞEKİL 38 i (B) i1 A B IS2(em2,b2) IS1 (em1,b1) 0 Y1 Y2 Y Şekilde de görüleceği gibi daha yatık olan IS doğrusunda belirli bir faiz haddinde oluşan gelir daha fazladır. Bu duruma neyin sebep olduğunu IS denklemini yeniden değerlendirerek anlayabiliriz. Y= em (A0-bi) IS denklemi 151 Denklemde de görüleceği gibi harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse belirli bir faiz haddinde gelir daha fazla olacaktır. Bir diğer ifadeyle IS eğrisi daha yatık olacaktır. Bundan farklı olarak yatırımın faize duyarlılığı ise ne kadar büyükse milli gelir düzeyi daha düşük olacaktır. Şekil itibarıyla ise IS eğrisi daha dik olacaktır. Dolayısıyla buradan elde edeceğimiz sonuç IS doğrusunun eğiminin harcama çarpanı ve yatırımın faize duyarlılığına bağlı olduğu ve harcama çarpanı ne kadar büyük ve yatırımın faize duyarlılığı ne kadar küçük olursa IS eğrisi o kadar yatık olacağı ve belirli bir faiz düzeyinde gelir düzeyinin o kadar fazla olacağıdır: (em2 ˃em1) ,(b1˃b2) 6.7) LM EĞRİSİ VE PARA PİYASASI Bir ekonomide reel aktiflerin yanı sıra para, tahvil ve hisse senetlerinden oluşan finansal aktifler de söz konusudur. Kişiler servetleriyle çeşitli reel aktiflere sahip olurlarken, finansal servetlere de yönelirler. Bir diğer ifadeyle kişilerin para tahvil ve hisse senetlerinden oluşan portföyleri vardır. Bu finansal portföy içerisinde para dışındaki diğer varlıkların bir getirisi varken paranın ise bir getirisi yoktur. Bu durumda kişilerin nakit ve/veya vadesiz mevduatlarında harcanabilir şekilde tuttukları para miktarına para talebi dendiğine göre, kişiler neden para talep ederler? Keynesyen sistemde bu soruya verilecek cevap ile para piyasasındaki işleyiş mekanizması çözümlenebilirken para arz ve talebinin eşitlendiği noktaları ifade eden LM doğrusuna da ulaşılabilinir. Burada belirtilmesi gereken noktalardan birisi Keynesyen para piyasası ele alınırken finansal piyasanın yalnız para ve tahvilden (bond) oluştuğu varsayılmaktadır. Ayrıca faizlerin belirleneceği bu piyasada paranın faizi belirlemekteki gücü aslında tahvil piyasasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla para piyasasını temsil eden LM doğrusu incelenirken aslında bir başka piyasa olan tahvil piyasası da (bond market) analiz edilmektedir. Keynesyen sisteme göre kişiler üç sebeple para talep etmektedirler. Bunlar; 1)İhtiyat nedeniyle 2)İşlem nedeniyle 3)Spekülasyon nedeniyle 6.7.1) İHTİYAT VE İŞLEM NEDENİYLE PARA TALEBİ Yukarıda ifade edilen ilk sıradaki para talebi geleceğin belirsizliği ile ilişkilidir. Ortaya çıkabilecek planlanmayan durumlara karşı kişiler yanlarında para bulundurmak isterler. Kuşkusuz bu saikle para talep edilmesinin kişilerin gelirleriyle kuvvetli bir ilişkisi vardır. Dolayısıyla ihtiyat nedeniyle para talebi milli gelirin bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. 152 İkinci sıradaki işlem nedeniyle para talebinin nedeni ise parasal gelirin elde edilmesi (ayda veya haftada) bir günü ifade etmesine karşın harcamanın sürekli olmasıdır. Bu durum firmalar içinde söz konusudur. Kazançlar ve harcamalar çoğu kez eşanlı yürümemektedirler. Gerek kişiler gerekse de firmalar için işlem nedeniyle para talebi gelir düzeyine olduğu kadar ödeme alışkanlıkları, bankacılık sisteminin gelişmişlik düzeyi faktörlerine de bağlıdır. Ancak Keynes’e göre gelir düzeyi dışındaki faktörlerin kısa dönemde sabit olduğu kabul edilir. Dolayısıyla gerek işlem gerekse de ihtiyat saikiyle para talebi gelirin bir fonksiyonudur. İşlem ve muamele nedeniyle para talebinin faizle ilişkisi aşağıdaki şekilde gösterilmektedir. ŞEKİL 39 i L1(Y1) L2(Y2) i1 0 L1 L2 L Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi ihtiyat ve muamele saikiyle para talebi faizden bağımsızdır. Gelir düzeyi (Y1) seviyesindeyken L1 kadarlık para talebi söz konusu iken, gelirin artması ile (Y2) talep edilen para miktarı da artmaktadır. 6.7.2) SPEKÜLASYON NEDENİYLE PARA TALEBİ Spekülasyon nedeniyle para talebi ise faizin bir fonksiyonu olarak görülmektedir. Bu şekilde oluşan para talebi Keynesyen modelin en çarpıcı tarafı olduğu açıktır. Çünkü bu şekilde para ve mal piyasaları belirli bir etkileşim içerisinde birlikte hareket edebilmektedir. Burada çapıcı olan bir diğer durum faiz getirmeyen bir finansal aktifin (para) faiz oranını belirlemesidir. Keynesyen sistemde bu durumun oluşması tahvil piyasası ile gerçekleşmektedir. Bir diğer ifade ile tahvile olan talep para talebini belirlemektedir. 153 Keynesyen sistemde kişilerin mali servetlerini para ya da tahvil olarak tuttukları varsayılmaktadır. Tahvil ise, aynı zamanda, piyasada alınıp satılabilen bir finansal varlıktır. Finansal piyasada satılan bu tahvilin fiyatı ile faizler arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Dolayısıyla faizler düştüğü zaman tahvil fiyatları yükselecektir. Piyasadaki tüm aktörlerin ise “normal” olarak belirledikleri bir faiz haddi söz konusudur. Faiz bu kişilere göre “normal” olarak belirlenen seviyenin altına düştüğünde tahvil almak rasyonel olmayacaktır. Çünkü faiz “normal” seviyeye geldiğinde, yani yükseldiğinde eldeki tahvil fiyatı da düşecek ve bir sermaye kaybı söz konusu olacaktır. Durumun açıklığa kavuşturulması için tahvil (konsol) üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Tahvil finansal kaynak temini için devletin ya da özel şirketlerin çıkarttıkları bir senettir. Tahvillerin satılma prensibi ise “ıskonto”(discount) esasına dayanmaktadır. Bir diğer ifade ile borç alan kişi tahvili alıcıya eksik bir ödemeyle satar ve vade sonunda tahvili alan kişi tahvilin nominal değerini tahvil çıkarandan geri alır. Örneğin, 1000 TL nominal değerli bir tahvile, tahvili alan kişi veya kurum 900TL ödemiştir. Dönem sonunda tahvili alan kişi 1000TLsini geri aldığında ise 100TL kazanmış olacaktır. Şimdi tahville ve paranın para talebiyle olan ilişkisini bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki, 1000TL nominal değerli bir tahvil vardır. Bu tahvilin fiyatı 900TL ıskonto değerli olarak satılmış ise aslında kişinin elde edeceği faiz %11,1dir ((1000-900)/90=%11,1). Şimdi bu tahvilin fiyatının piyasadaki arz talep ilişkilerine göre oluşmuş fiyatının) 950TL olduğunu varsayalım. Bir diğer ifadeyle tahvili 950TL’ye alan kişi dönem sonunda tahvili borçlu kuruma iade ettiğinde alacağı para 1000TLdir. Bu durumda 950TL’ye çıkmış tahvilin faizi %5,26’ya düşmüş olacaktır ((1000-950)/950=%5,26). Bir başka örneği de tahvilin fiyatının 800TL’ye düşmesi durumdan verelim. Bu durumda ise kişinin faiz kazancı %25 olacaktır ((1000800)/800=%25). Aynı durumun bir başka boyutu da yeni çıkacak tahvilin ne kadardan ıskonto edileceği olacaktır. Yeni çıkacak tahvil, örneğin, 800 TL’den çıkar ise 950TL’ye tahvil alan kişi hem faiz hem de sermaye kaybına uğrayacaktır. Aynı şekilde 700TL olursa da 800TL’ye tahvil alan kişi hem faiz hem de sermaye kaybına uğrayacaktır. Yukarıdaki örnekler göstermektedir ki tahvil fiyatı ile faiz arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Burada ise başka bir durum ortaya çıkmaktadır. Verilen örneklerde tahvil 950 TL de olsa 800 TL’de olsa birileri alıp satmaktadır. Dolayısıyla alış veriş içerisinde olan kişilerin beklentileri farklıdır. Bu durumda kişilerin “normal” kabul ettikleri bir faiz haddi söz konusudur. Faiz bu seviyenin altına düştüğünde kişilerde faizlerin yeniden yükseleceği bek- 154 lentisi hakim olacağından finansal servetlerini tahvil olarak değil para olarak tutacaklardır. Bu durum aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. ŞEKİL 40 i LİKİDİTE TUZAĞI ilt Md Yukarıdaki şekil para talebi eğrisini ifade etmektedir. Görüldüğü gibi faiz haddi düştüğünde yeniden yükseleceği beklentisinde olanlar faiz ve sermaye kaybına uğramamak için finansal servetlerini tahvil olarak değil para olarak tutmaktadırlar. Likidite tuzağı ile ifade edilen nokta ise piyasadaki tüm kişilerin hepsinde faizlerin düşebileceği en son nokta olarak gördükleri bir sınırın olduğunu ve faizlerin yeniden yükselmesini beklemelerinden kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki örneklerden hareketle bu oran %5 ise, en son tahvil 950 TL’den alıcı bulmuş ve %5,26’lık bir getiri elde etmeye razı olunmuştur. Ancak faizlerin daha fazla düşmesi beklenmiyorsa piyasadaki tüm aktörler tahvil almayacaktır ve herkes finansal aktiflerini para olarak tutacaktır. 6.8) TOPLAM PARA TALEBİ İhtiyat ve işlem ile spekülasyon nedeniyle para talebinin oluşturduğu toplam para talebi Keynesyen modelin işleyişinde hayati bir öneme haizdir. Nitekim bu şekilde para talebinin hem gelirle hem de faizle ilişkisi kurulmuş olmaktadır. Bu şekilde ele alınan para talebi aşağıdaki şekilde değerlendirilebilinir. Md=f(Y+,i-) Para talebinin gelirle ve faizle olan ilişkisi aşağıdaki eşitlikle gösterilebilinir: Md =kY-hi Para talebinin gelirle pozitif faizle ise negatif ilişkisi aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. 155 ŞEKİL 41 i i1 L2i,m i2 L1i,m Ls1 0 L1i,m Ls2 L2i,m Lt1 Lt2 L Likidite tuzağı durumunun ihmal edilerek gösterildiği yukarıdaki şekilde ihtiyat ve işlem nedeniyle para talebi ile spekülasyon nedeniyle para talebi birlikte gösterilmiştir. Gelir düzeyine bağlı olarak değişen ihtiyat ve işlem motifli para talebi gelirden bağımsızdır. Nitekim faiz haddi i1 ve i2 olduğu durumlarda L1 para talebi değişmemektedir ve i1 faiz haddinde spekülasyon nedeniyle para talebi ise Ls kadardır. Dolayısıyla toplam para talebi ise Lt kadar olacaktır. Gelirin artması durumunda ise ihtiyat ve işlem nedeniyle para talebi artmaktadır. Böyle bir durumda faizlerinde düşmesi spekülasyon nedeniyle para talebini de arttıracak ve toplam para talebi Lt2 seviyesine yükselecektir. 6.9) PARA ve TAHVİL TALEBİNİN KARŞILIKLI İLİŞKİSİ VE PARA PİYASASI DENGESİ Karşımızda finansal aktif olarak ele aldığımız iki değer vardır; tahvil ve para. Bir diğer ifade ile kişiler reel servetlerini ya para ya da tahvil olarak tutmaktadır. Ancak varsayım gereği servetin bir kısmının para bir kısmının da tahvil olarak tutulması söz konusu değildir. Ancak duruma toplamda iktisadi aktörler olarak bakıldığında kişilerin reel servetlerini para veya tahvil olarak tuttuklarını söylenebiliriz. Reel Finansal Servet=Bd +Md , (Bd =Tahvil talebi, Md= Para talebi) Aynı şekilde tanım gereği finansal aktif olarak sadece para ve tahvil söz konusu ise, 156 Reel Finansal Servet=Bs +Ms , (Bd =Tahvil arzı, Md= Para arzı) Bu durumda, Bd +Md= Bs +Ms Yukarıda ele alınan eşitlik gerek para piyasasındaki dengenin oluşumunda ve faizlerin belirlenmesinin de belirleyicisidir. Durumu aşağıdaki şekil yardımıyla açıklayalım. ŞEKİL 42 i Ms i1 B i0 D A i2 0 C Ms˃Md Ms=Md Md Ms˂Md Md,Ms Şekilde ele alınan i0 faiz düzeyinde (A) noktasında para arz ve talebi birbirine eşittir. Bu noktanın oluşturduğu faiz haddi denge faiz haddidir. Dengenin olmadığı durumlardan (B) noktasını ele aldığımızda ise bu noktada para arzının para talebinden fazla olduğu görülmektedir. Böyle bir durumda ne olacağını yukarıda oluşturduğumuz eşitlik yardımıyla çözümleyelim; Bd +Md= Bs +Ms Eşitliğini aşağıdaki eşitlik şekline dönüştürebiliriz. Bd - Bs = Ms -Md Bu durumda para arzı para talebinden büyük ise tahvil talebi de tahvil arzından büyük olacaktır. Ms ˃ Md ise Bd ˃ Bs Tekrar yukarıdaki gösterime geri dönecek olursak (B-D) kadarlık bir para arz fazlası söz konusudur. Bu durumda kişiler bir diğer finansal aktif olan tahvil piyasasına yöneleceklerdir. Tahvil talebinin artması anlamına gelen bu süreç tahvilin fiyatının artması anlamına gelmektedir. Tahvil ile faiz arasında ters yönlü bir ilişki olduğundan tahvilin fiyatı arttıkça faizi düşe 157 cektir. Düşen faiz ise spekülasyon nedeniyle para talebinin artmasına yol açacaktır. Bu süreç para arz ve talebinin eşitleneceği denge faiz haddine kadar devam edecektir. Ms ˃ Md ise Bs ˃ Bd→PB↑ →i↓ → Md↑ Tersi bir durumda ise, yani para talebinin para arzından fazla olduğu bir durumda ise (C noktası); Ms ˂Md ise Bd ˂Bs Ms ˂Md ise Bd ˂Bs → PB ↓→i ↑→ Md ↓ Yukarıdaki ilişkilerde de sırasıyla izlenebileceği gibi, para talebi para arzından fazla ise, kişiler paraya olan gereksinimlerini tahvil piyasasına yönelerek çözmeye çalışacaklardır. Bu durum tahvil satışları artacak, kişiler elerindeki tahvilleri satarak para taleplerini karşılamaya çalışacaklardır. Tahvil arzının tahvil talebinden fazla olması ise tahvil fiyatlarını düşürecek ve faizlerin yükselmesine yol açacaktır. Yükselen faizler ise para talebinin azalmasına yola açacak ve para arzı ile para talebi arasındaki denge kurulmuş olacaktır. 6.10) LM EĞRİSİNİN TÜRETİMESİ Para piyasasındaki dengeyi gösteren LM eğrisi faiz haddi ve gelir düzeyindeki ilişkiye bağlı olarak oluşacak para arz ve talebini göstermektedir. LM eğrisi oluşturulurken bir kez daha hatırlatılması gereken durumlardan birisi Keynesyen sistemde para arzının Merkez Bankası tarafından belirlenen dışsal bir değişken olduğudur. Para arzı ile ilgili söylenmesi gereken bir diğer önemli ayrıntı IS-LM modelinde fiyatlar dahil olmadığından para arzı reel para arzını ifade ediyor olmasıdır (M=M/P). 158 ŞEKİL 43 i Ms/P i LM i2 i1 C A i2 Aı B i1 A Md2(Y1) Md1(Y1) 0 Md =Ms Md,Ms 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde para arzı ve para talebi başlangıçta (A) noktasında dengededir. Bu denge noktasındaki faiz haddi i1 ve gelir düzeyi Y1 dir. Burada unutulmaması gereken nokta, (A) ile ifade edilen denge noktasındaki para talebi toplam para talebidir. Nitekim toplam para talebinin gelire ve faize bağlı olan iki kısımdan oluştuğu daha önce de belirtilmişti. Burada LM eğrisi oluşturulurken bulmaya çalıştığımız gelir seviyesi değiştiğinde faizlerin ne yönde değişeceğidir. Sistemin işleyişini anlayabilmek için gelir düzeyinin Y1 seviyesinden Y2 seviyesine yükseldiğini varsayalım. Bu durumda gelire bağlı olarak ihtiyat ve muamele nedeniyle olan para talebi artacak ve para talebi eğrisi de sağa doğru kayacaktır (Aı). Yeni oluşan durumda ise para arz ve talebi dengede değildir. Bir diğer ifadeyle para talebi para arzından büyüktür (Ms ˂Md). Para talebinin para arzından büyük olması durumunda kişilerin bu talep fazlasını karşılayacakları tek piyasa söz konusudur, tahvil piyasası. Kişilerin ellerindeki tahvilleri para çevirmek amacıyla yöneldikleri tahvil piyasasında ise tahvil arzı tahvil talebinden büyük olacak bu da faizlerin artmasına yol açacaktır. Başlangıçta tüm bu sürece sebep olan durum para talebinin para arzından büyük olması idi. Bu durumda matematiksel olarak yeniden eşitliğin sağlanabilmesi için ya para arzı artacak ya da para talebi azalacaktır. Oysa para arzı değişmemiştir. Bu durumda para talebinin azalması gerekmektedir. Şimdi gelinen noktada da faizlerin yükseldiğini belirtmiştik. Bunun do- 159 ğal sonucu olarak da para talebi azalacaktır. Bu azalma yeniden para talebi ile para arzı eşit olana kadar sürecektir (B). Bu süreç aşağıdaki şekilde özetlenebilinir; Ms ˂Md ise Bd ˂Bs → PB ↓→i ↑→ Md ↓ Gelinen noktada gelirin artması sonucu faiz haddi yükselmiş ve para arz ve talebi dengededir. Şimdi para arz ve talebinin eşit olduğu iki noktaya sahibiz. Bunlardan birisi (A)ve diğeri (B) noktalarıdır. İşte bu noktaların geometrik yerleri LM eğrisini ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile, LM eğrisi para arz ve talebini eşit kılan alternatif gelir ve faiz düzeylerinin geometrik yeridir ve şekilde bu durumu ifade eden (A) ve(B) noktalarıdır. 6.11) LM EĞRİSİNİN ÖZELLİKLERİ 1) Yukarıda oluşturulan LM eğrinin (A) ve (B) noktalarından geçmesi gerektiğini gördük ancak bu eğrinin eğimi nasıl olacaktır? LM doğrusunu oluştururken başlangıçta “gelir arttığı için artan para talebi” ve sonuçta “faiz düştüğü için azalan para talebinden” bahsettik. Bu durumda bu artış ve azalışların şiddeti de önemlidir. Örneğin gelirdeki artışın sebep olduğu para talebi çok zayıfsa veya çok kuvvetli ise yeni oluşacak denge noktası bundan hiç etkilenmeyecek midir? Kuşkusuz burada vereceğimiz cevap evet olmalıdır. Bu durumda karşımıza iki kavram çıkmaktadır. Bunlar para talebinin gelire duyarlılığı ve para talebinin faize duyarlılıklarıdır. Bu iki katsayıyı LM eşitliği üzerinden tartışalım. ΔMd=kΔY-hΔi ΔMd=kΔY-hΔi Yukarıdaki LM eşitliği bize bu iki ayrı katsayıyı göstermektedir (k,h). Yukarıdaki eşitliğin bir diğer okunuşu da şöyle yapılabilir. Para talebindeki artış, gelirdeki artışın para talebinin gelire duyarlılığı ile çarpımı ve para talebinin faize duyarlılığının faize duyarlılığının değişen faiz ile çarpımınca belirlenmektedir. Bu durumda, örneğin, para talebinin gelire duyarlılığı ne kadar büyükse para talebi de o kadar çok artıracaktır. Yeniden dengeyi sağlayacak olan faiz ise o ölçüde fazla düşmelidir ki denge yeniden sağlanabilsin. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir. 160 ŞEKİL 44 LM1(k 1) i LM2(k2) i2 i1 k1 ˃k2 iB iA ΔY 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi LM1 eğrisi için gelirin Y1 düzeyinde olması para piyasasında dengenin sağlanabilmesi için faizlerin i1 seviyesinde olmasını gerektirmektedir. Aynı gelir seviyesinde LM2 eğrisinde faizler sadece iA seviyesindedir. Bir diğer ifade ile LM1 eğrisi ile ifade edilen durumda Y1 gelir düzeyi çok daha yüksek bir para talebi artışına sebep olmuş ve bunu ortadan kaldıracak olan faizde o ölçüde çok yükselmiştir. Bu durum gelirde ΔY kadarlık bir artış gerçekleşmesi durumunda artan para talebini karşılayabilecek olan faiz haddindeki artış için de geçerlidir. Bu durumda para talebinin gelire duyarlılığı ne kadar yüksekse, LM ne kadar dikse, faizler genel seviyesi o kadar yüksek olacaktır. LM eğrisinin eğimini belirleyen bir diğer katsayı ise para talebinin faize duyarlılığını ifade eden (h) terimidir. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir. 161 ŞEKİL 45 LM1(b1 ) i LM2(b2) i2 i1 b2 ˃b1 iB iA ΔY 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde gelirdeki bir artışın faizler üzerindeki etkisi gösterilmiştir. Para talebinin gelire duyarlılığının her iki LM eğrisi için eşit olduğu durum da sadece para talebinin gelire olan duyarlılığının farklı olması durumunu ifade eden durum şöyle açıklanabilir; Her iki para piyasasında da gelirdeki artış para talebini eşit ölçüde arttırmıştır. Her iki piyasada da kişiler artan para taleplerini karşılamak için tahvil piyasasında tahvil satışına yönelmişlerdir. Böylece tahvil fiyatları düşmüş ve faiz yükseliş eğilimine girmiştir. Ancak LM1 ile ifade edilen durumda dengenin yeniden sağlanabilmesi için faizlerin daha fazla yükselmesi gerekmektedir. Ancak LM1 ile ifade edilen durumda para talebinin faize duyarlılığı daha düşük olduğundan (h terimi küçük olduğundan) para arz ve talebinin eşitlenmesi için faizlerin çok daha fazla yükselmesi gerekmektedir. Sonuç olarak para talebinin faize duyarlılığı ne kadar düşük, LM ne kadar dikse, belirli bir gelir düzeyinde para piyasasında para arz ve talebini eşitlemek için faiz haddinin de o kadar yüksek olması gerekmektedir. 2) LM eğrisinin belirli bir faiz ve gelir düzeyindeki para arz ve talebini eşitleyen noktaların geometrik ifadesi olduğunu belirtmiştik. Dikkat edilecek olursa şu ana kadar bahsedilen para arz ve talebinden para talebinin veri para arzına nasıl uyum sağlayacağı olmuştur. Nitekim LM doğrusunu oluştururken ve eğimleri açıklarken belirli bir para arzı söz konusudur ve bu para arzı karşısında faizlerin ve gelirin değişmesinin etkileri çeşitli boyutlarıyla ele 162 alınmıştır. Dolayısıyla burada ele alınması gereken bir diğer durum ise para arzının değişmesi durumunda yeni dengenin nasıl oluşacağı olmalıdır. Öncelikle Keynesyen sistemde para arzının dışsal bir değişken olduğunu ve fiyatlar genel seviyesinin veri olduğunu bir kez daha hatırlatarak başlayalım. Bu durumda reel para arzının artması ve/veya azalması durumunda ne olacaktır? Yukarıdaki aktarım mekanizmaları sunulurken gelirdeki artışın etkilerini ele almıştık ve bu etkiler ilk etapta para talebini etkilemişti. Buna bağlı olarak da faiz oranları değişmişti. Burada ise para piyasası dengede iken para arzının artması durumunu ele almaktayız. Böyle bir durumda para arzının para talebinden büyük olacağı açıktır. Para arzının para talebinden büyük olması durumunda, kişilerin yöneleceği piyasa yine tahvil piyasası olacak ve kişiler talep ettiklerinden fazla olan para yerine artan para miktarını tahvil alımında kullanmak isteyeceklerdir. Tahvil piyasasında da eşit olan tahvil arz ve talebi ise tahvil talebinin lehine bozulmuş olacaktır. Bu durumda artan para arzı tahvil talebini arttırmış ve buna bağlı olarak tahvil fiyatları yükselerek faizler düşmüştür. Faiz ile para talebi ters yönlü bir ilişkiye sahip olduğundan para talebi artacak ve başlangıçta para arzının para talebinden fazla olmasından kaynaklanan eşitsizlik para talebinin yükselmesiyle sağlanmış olacaktır. Yukarıda ifade edilen durum LM eğrisi üzerinde nasıl bir değişikliğe sebep olabilir? Dikkat edilecek olursa gelir düzeyinde bir değişiklik söz konusu değildir değişen sadece faizdir. Bir diğer ifade ile para arzı arttığı için faizler genel seviyesi düşmüş fakat gelir düzeyi değişmemiştir. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir. ŞEKİL 46 i LM2(M2) LM0(M0) i2 C i0 A i1 0 LM1(M1) B Y0 Y Para arzındaki artış ve/veya azalışın etkileri yukarıda gösterilmiştir. Para arzı ve talebi eşitliği başlangıçta (A) denge seviyesinde i0 denge faiz haddi ve Y0 denge gelir seviyesinde 163 sağlanmıştır. Artan para arzı gelirde bir değişikliğe yol açmaksızın, yukarıda anlatılan aktarım mekanizmasının etkisiyle, faizlerin yükselmesine sebep olmuştur. Bu durumda düşen faiz haddi ve değişmeyen gelir düzeyinden geçen bir LM eğrisinin de olması gerekmektedir. Çünkü LM eğrisi alternatif faiz ve gelir düzeyinin her birinde bir para arz ve talebi söz konusudur ve LM bu eşitlikleri ifade etmektedir. Bu durum (B) noktası için de geçerlidir. (B) noktası alternatif faiz ve gelir düzeylerinden sadece bir tanesidir ve para arzının artması ile düşen faiz haddi böyle bir noktayı işaret etmektedir. Dolayısıyla LM eğrisinin geçmesi gereken noktalardan birisi (B) noktası olmalıdır. Bu eğrinin eğimi ise yukarıda ifade edilen para talebinin gelire ve faize duyarlılığınca belirlenecektir. Aynı durum para arzının azalmasını ifade eden (C) noktası için de geçerlidir. Burada da benzer şekilde gelir değişmeksizin (Y0) faizlerin i2 seviyesine yükseldiği görülmektedir. Dolayısıyla i2 faiz ve Y0 gelir düzeyinden geçen bir LM eğrisi söz konusu olacaktır. Sonuç olarak reel para arzındaki bir artış LM eğrisini sağa doğru kaydırmakta, reel para arzındaki bir azalma ise sola doğru kaymasına yol açmaktadır. 3)Yukarıdaki tüm ifadeler para arz ve talebindeki değişmeler ile para piyasasının nasıl dengeye geldiğini göstermektedir. Dengeye gelinmesini sağlayan ise faizlerin değişmesi ve buna bağlı olarak para talebinin değişmesiyle sağlanmaktadır. Bu durumda buradan çıkan sonuçlardan birisi de para piyasası dengede değilken mutlaka para arz ve talebinin eşit olmadığı durumudur. Bu eşitsizlik noktalarında ya para arzı para talebinden büyük ya da para arzı para talebinden büyüktür. 164 ŞEKİL 47 i REEL PARA ARZ FAZLASI i1 A REEL PARA TALEP FAZLASI 0 Y1 Yukarıdaki şekilde (Şekil 46) (B) noktası denge dışı bir durumu ifade etmektedir. Bu denge dışı durumda faiz olması gereken noktanın üzerindedir. Dolayısıyla faizler genel seviyesi düşecek ve denge sağlanacaktır. Faizlerin düşmesine yol açan mekanizma ise para arzının para talebinden fazla olması durumu olduğu daha önce belirtilmişti. Faiz denge faiz haddinin üzerinde ise para arzının para talebinden fazla olması gerekmektedir. Nitekim bu durumda faiz düşerek denge sağlanabilecektir. (C) noktasında ise faizler denge faiz haddinin altındaki bir seviyededir. Hangi durumda faiz denge seviyesinin altında olabilir? Yukarıdaki anlatımlarda gelir düzeyinin artması koşulunu tartışırken artan para talebinin tahvil piyasasında tahvil arzında bir artışa yol açtığını bunun da faizleri arttıracağını belirtmiştik. Dolayısıyla belirli bir gelir seviyesinde faiz denge faiz haddinin altında ise para talep fazlası söz konu olmalı ve bununda faizleri yükselterek dengeyi sağlaması gerekmektedir. 165 SONUÇ: IS eğrisinin eğimi, harcama çarpanı ve yatırımın faize duyarlılığına bağlıdır. Keynesyen Sistemde para talebi, ihtiyat, işlem ve spekülasyon nedeniyle gerçekleşmektedir. Sonuçta para talebi gelir ve faizin bir fonksiyonudur. Para piyasasındaki dengeyi gösteren LM eğrisinin eğimi ise para talebinin gelire ve faize duyarlılığına, konumu ise para arzındaki değişime bağlıdır. LM eğrisinin solunda para arzı fazlası sağında ise para talep fazlası söz konusudur. Para piyasası para arzı = para talebi ise dengededir. KONUYLA İLGİLİ SORULAR 1. İhtiyat ve muamele saikiyle para talebinin faizle durumu nasıldı? A.Faize duyarsızdır B.Sonsuz esnek durumundadır C.Tam esnek durumundadır D.Esnekliği birebirdir. E.Hiçbiri 2. ‘Ortaya çıkabilecek planlanmayan durumlara karşı kişiler yanlarında para bulundurmak isterler.’ifadesi aşağıdakilerden Keynes para talebi çeşidinin anlamına gelmektedir. A.İhtiyat B.İşlem C.Spekülasyon D.Piyasa E.Döviz 3.Aşağıdakilerden hangisi IS veya LM’ nin eğimini etkileyen etkenlerden değildir? A. Harcama çarpanı B. Yatırımın faize duyarlılığına 166 C Para talebinin gelire duyarlılığı D. Faize duyarlılığına E.Para arzının gelire duyarlılığı Cevap Anahtarı:1-a 2-a 3-e Yaralanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 167 168 Makro İktisat 9.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 9.KISIM 6.12) IS- LM SAYISAL ÖRNEKLER. ………………………..170 6.13) IS-LM ve İKTİSAT POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ……..174 6.13.1) IS-LM MODELİ ve PARA POLİTİKASININ İŞLEYİ Şİ……………………………………………………………………....175 6.13.2) PARA POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL DURUMLAR…………………………....................................179 6.14) IS-LM ve MALİYE POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ……..183 168 ÖZET: IS ve LM eğrilerinin denklemleri oluşturulduktan sonra bu eğrileri oluşturan matematiksel denklemler bazı sayısal öneklerle pekiştirilmelidir. Aynı zamanda IS ve LM eğrilerinin eşanlı dengesinin gösterilmesi ile iktisat politikaları durumunda işleyiş görülebilecektir. Burada bazı uç durumlarda Keynesyen İktisadın bazı özellikler de ele alınabilecektir. 6.12) IS- LM SAYISAL ÖRNEKLER: 1.a) Aşağıdaki veriler doğrultusunda denge faiz ve denge gelir seviyelerini oluşturunuz. Tüketim fonksiyonu; C= 90+0,625Y Yatırım fonksiyonu; I= 150-100i İhtiyat ve işlem nedeniyle para talebi; M1=0,25Y Spekülasyon nedeniyle para talebi; M2=50-200i Para arzı; Ms=180 CEVAP: Bu ekonomideki parasal denge; Mal Piyasası Dengesi; Ms=M1+M2 Y=C+I 180=0,25Y+50-200i Y=90+0,625Y+150-100i 200i=0,25Y-130 100i=240-0,375Y (IS) 100i=0,125Y-65 (LM) IS=LM 100i=0,125Y-65 169 100i=-0,375Y+240 0= 0,500Y-305 0,5Y=305 Y=610 100i=0,125Y-65 100i=0,125(610)-65 i=0,1125 1.b) Denge faiz ve gelir düzeyini gösteriniz. CEVAP: ŞEKİL 48 i LM i*=0,1125 IS 0 Y*=610 Y 1.c) Yukarıdaki veriler doğrultusunda otonom yatırımlarda 10TL azalma durumunda denge gelir ve denge faiz üzerindeki etkisini hesaplayınız. CEVAP: Parasal Denge Mal Piyasası Dengesi 100i= 0,125Y-65 Y=90+0,625Y+140-100i 100i= 0,125Y-65 100i=230-0,375Y 170 100i= 0,125Y-65 100i=230-0,375Y 0=0,500Y-295 Y=590 100i=0,125-65 i=0,0875 3)Bir ekonomide likidite tuzağı yoktur ve faiz haddi sıfıra düştüğünde 500 birimlik yatırım talebi ve 400 birimlik spekülasyon güdüsüyle para talebi olmaktadır. Yatırım fonksiyonunun eğimi 10000 birimdir. Faiz oranında bir birimlik değişme spekülasyon güdüsüyle para talebinde 10000 birimlik değişime yaratmaktadır. Marjinal tasarruf eğilimi 0,2 dir. İhtiyat ve işlem nedeniyle para talebi gelirin %20’sine eşittir. Tasarrufların gelirden bağımsız kısmı 200 birimdir. Para arzı 500 birimdir. Bu ekonomide IS-LM eğrilerini ve ekonominin denge koşullarını bulunuz? CEVAP: I= 500-10000i (yatırım fonksiyonu) M2=400-10000i (spekülasyon nedeniyle para talebi) s= 0,2 ise (s=1-c olduğundan) c=0,8 (marjinal tüketim eğilimi) M1=0,2Y (ihtiyat ve işlem nedeniyle para talebi) C0=200 (otonom tüketim) Ms=500 (para arzı) 171 Para piyasası Mal Piyasası Ms=M1+M2 Y=C0+cY 500= 400-10000i+0,2Y Y=200+0,8Y+500-10000i 10000i= -100+0,2Y (LM) 0,2Y= 700-10000i 10000i= 700-0,2Y (IS) 10000i= -100+0,2Y 10000i= 700-0,2Y 20000i= 600-0 i= 0,03 10000i= -100+0,2Y 10000*(0,03)= -100+0,2Y 300= -100+0,2Y Y=2000 ŞEKİL 49 i LM i*=%3 IS 172 0 Y*=2000 Y 6.13) IS-LM ve İKTİSAT POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ İktisat politikası aracı olarak kullanılan para ve maliye politikasının gerek işleyişi gerekse de bu işleyişin mekanizmaları çeşitli iktisat disiplinlerinde farklılıklar sergilemektedir. Akademik çalışmalarda bu farklılıklar çeşitli ekonometrik tekniklerle teste tabi tutulmakla birlikte burada konumuz gereği sadece uygulanan politikalarının işleyişi ve etkinliği ele alınacaktır. Bir diğer ifadeyle uygulamaya konu olacak olan para ve maliye politikalarının denge faiz ve denge gelir düzeyleri itibarıyla aktarım mekanizmaları ve etkinlikleri değerlendirilecektir. Etkinlik konusu ilerleyen bölümlerde daha çok ön plana çıkacak bir kavram olmakla birlikte burada sadece uygulanacak politikanın denge milli gelir seviyesini arttırıp arttırmaması açısından önemlidir. Nitekim aslında bu kavramın önemi uygulanan iktisat politikasının gerek istihdam ve üretim seviyesini arttırması gerekse de enflasyona yol açmadan bu artışı sağlaması açısından bir değerlendirme sunmasıdır. Fakat IS-LM modelinde fiyatlar genel seviyesi veri olduğundan şimdilik gerçek anlamda bir “etkinlik” analizi yapabilmemiz söz konusu olamayacaktır. Ancak ilerleyen modellerde ve diğer iktisat okulları açısından bu oldukça büyük bir öneme kavuşacaktır. 6.13.1) IS-LM MODELİ ve PARA POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ Para politikası, Merkez Bankasının belirlediği amaçlara ulaşmak için para arzını değiştirmesi durumunu ifade etmektedir. Bu politika para arzını arttırmaya yönelik genişletici para politikası şeklinde olabileceği gibi para arzını azaltarak daraltıcı bir nitelikte de olabilecektir. Merkez Bankasının reel para arzını etkilemekte kullandığı en önemli politika araçları emisyon ve açık piyasa işlemleridir. Bunlardan emisyon piyasaya yeni para sunumu şeklinde mevcut para stokunun arttırılması şeklinde gerçekleştirilir. Açık Piyasa İşlemlerinde ise, Mer- 173 kez Bankasının tahvil alıp satarak piyasadaki para miktarını etkilemesi söz konusudur. Örneğin, Merkez Bankasının tahvil satın alarak piyasadaki para arzını istediği seviyeye çekmeye çalışması durumunda öncelikle piyasadan aldığı tahvile karşısında para vereceğinden, para miktarı artmış olacaktır. Burada ortaya çıkacak bir diğer sonuç ise, tahvil alımına yönelince tahvilin piyasa fiyatının yükselmesi ve faizi düşmesidir. Tahvil fiyatı ile faiz arasındaki ilişki bir iktisadi kuraldan çok matematiksel bir durumu ifade etmektedir. Örneğin, 1000TL nominal değerli bir tahvil %80 faiz getiriyorsa ve Merkez bankasının piyasaya girerek tahvil alımına yönelmesiyle tahvil fiyatları 1500 TL’ye yükselmişse artık, 800TL, 1500 TL’lik tahvilin faiz getirisidir. Bir diğer ifade ile tahvilini satmayan bir kişi dönem sonunda faizini almak istediğinde 1500 TL değeri olan bir finansal aktiften 800 TL(1000TL’nin %80’i) faiz geliri elde edecektir. Bu durumda açıktır ki, faiz basit bir orantıyla hesaplayacak olursak; 1500TL 800 TL faiz getirirse 100TL kaç TL faiz getirir? Basit orantı bize faizlerin %53,3 seviyesine gerilediğini göstermektedir. Sonuç olarak tahvil fiyatı yükseldiğinde faizi düşmüştür. Aynı zamanda da bir diğer etki de para arzının artmış olmasıdır. Ancak IS-LM analizinde genişletici veya daraltıcı para politikası ile ifade edilen durum işleyiş mekanizmasını görebilmemiz için açık piyasa işlemleriyle değil emisyon yoluyla para arzının artması veya azalması durumudur. Aşağıdaki şekil bu durumu ifade etmektedir; 174 ŞEKİL 50 i LM1(M1) LM2(M2) i1 A C i2 B 0 Y1 IS Y2 Y Yukarıdaki şekilde başlangıçta denge (A) noktasıyla ifade edilen i1 ve Y1 denge faiz ve gelir seviyesinde kurulmuştur. Merkez Bankası genişletici para politikası ile para arzını arttırdığında fiyatlar genel seviyesi sabit kabul edildiğinden reel para arzı artmıştır. Dikkat edilecek olursa başlangıçta dengede olan bir ekonomi söz konusudur. Bir diğer ifade ile para arzı para talebine eşit ve toplam harcamalar milli gelire eşittir. Böyle bir durumdaki bir ekonomide para arzı arttırılmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak para arzı artık para talebine eşit değildir, yani para arzı para talebinden büyüktür. Para arzı para talebinden büyük ise (LM konusundan hatırlanacağı gibi) dengedeki tahvil piyasasında tahvil arzı tahvil talebinden büyük olacak, tahvil fiyatları yükselerek faizler düşecek ve para talebi artacaktır. Aşağıda simgelerle gösterilen bu durum para arz ve talebinin eşitlendiği noktaya kadar sürecek ve para piyasası (B) noktasında dengeye gelecektir. Ms ˃Md Bd˃ Bs Pb ↑ i↓ Md ↑ Gelinen (B) noktası para piyasasında dengeyi ifade ederken mal piyasasında toplam harcama ve gelir eşitliğini ifade etmemektedir. Bu noktada mal talep fazlası söz konusudur 175 (AE˃Y). Mal talep fazlası durumu da milli geliri arttırıcı yönde bir baskıya sebep olacak ve eşanlı denge (C) noktasında sağlanacaktır. Bu şekilde başlangıçta faizlerin düşmesine sebep olan etkiye likidite etkisi denirken, milli gelirin artması durumu hasıla etkisi ile ifade edilmektedir. Şimdi ortaya çıkan durumu IS ve LM denklemleri yardımıyla inceleyelim; Md=kY-hi Y= em (A0-bi) 1) Ms ˃Md→ Bd˃ Bs→ Pb↑ → i↓ → Md ↑ Faizler genel seviyesi düşmüştür, bunun mal piyasasındaki etkisi gelirin artması yönünde olacaktır (Y↑) Y= em (A0-bΔi), (Y↑) 2) Gelirdeki artış dengede olan para piyasasında (B noktası) dengenin bu kez para talebinin para arzından büyük olması şeklinde bozacaktır. Md ˃Ms Bs˃ Bd Pb ↓ i↑ Md ↓ Faizler bir miktar yükselmeye başlamış ve buna bağlı olarak mal piyasasında bunun etkisi gelirin artış hızının azalması yönünde olmaktadır. (Şekilde yukarı yönlü hareketle ifade edilen durum) 3) Ekonomide bir taraftan başlangıçtaki faiz düşüşünün bir kısmını ortadan kaldırıcı bir etki söz konusu iken diğer taraftan gelir artışı söz konusudur. Bu dinamik süreç (C) noktasına gelindiğinde son bulacak yeni denge gelir ve faiz haddi oluşmuş olacaktır. Kuşkusuz burada dikkat edilmesi gereken nokta gerek IS gerekse de LM eğrisi eşitliklerindeki katsayıların değerleridir. Bu konunun detaylı analizine girmeden katsayılarla ilgili 176 özet bir bilgi verilecek ve konu para politikasındaki özel durumlarla açıklanmaya çalışılacaktır. 6.13.2) PARA POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL DURUMLAR IS-LM eğrilerinin katsayılarından hareketle gerek para politikasının ne kadar etkin olacağını gerekse de her bir katsayının uygulanacak para politikası üzerinde ne kadarlık bir etkiye sahip olduğunu ortaya koyabiliriz. Bunun için IS ve LM’in eşit olduğu denge durumundan hareket edebiliriz; Y=emA0-embi (IS) i=(k/h)Y-(1/h)M/P (LM) Y=emA0-emb[(k/h)Y-(1/h)M/P] (IS=LM) Y=emA0-emb(k/h)Y+emb(1/h)M/P Denklemin her iki tarafını para talebinin faize duyarlılığı (h) ile çarparsak; hY= emhA0-embkY+emb(M/P) Y terimlerinin eşitliğin solunda toplanması durumunda; hY+ embkY= emhA0+emb(M/P) Y(h+embk)= emhA0+emb(M/P) Bu durumda IS-LM eşitlikleri denge durumunda gelir cinsinden şöyle ifade edilebilir; Y= [(emh)/ (h+embk) ] A0+[(emb)/ (h+embk)](M/P) Otonom harcamalarda bir değişiklik yoksa; (ΔA0=0) Y/ (M/P)= [(emb)/ (h+embk)] Yukarıdaki denklemi değişim cinsinden ifade edecek olursak; ΔY/ Δ(M/P)= [(emb)/ (h+embk)] (PARA POLİTİKASI ÇARPANI) 177 Yukarıdaki durumun ifade ettiği durum şöyle değerlendirilebilir; para arzındaki bir artışın hasıla üzerindeki etkisi [(emb)/ (h+embk)] teriminin değerine bağlıdır. Para politikası çarpanını olarak tanımlanan eşitlik içerisindeki terimlerden (em) ve (b) terimleri ne kadar yüksek olursa (IS ne kadar yatık olursa) çarpanın değeri o kadar yüksek ve para politikası o kadar etkin olur. Buna mukabil (h) ve (k) terimleri ne kadar büyük olursa hasıla o kadar az değişecektir. Durumu uç durumlar olarak ifade edilen yatırımın faize duyarlılığı ve para talebinin faize duyarlılıklarının sıfır olduğu durumlara göre değerlendirecek olursak; ŞEKİL 51 i IS b=0 i LM1 LM2 h=0 LM1 LM2 i1 A i2 i1 B i2 IS 0 Y1 Y 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekillerden yatırımın faize duyarlılığının sıfır olması (b=0) uç durumu ile ifade edilen durumda genişletici para politikası uygulamasına rağmen milli gelirde bir artış söz konusu değildir. Şimdi ortaya çıkan durumu IS ve LM denklemleri yardımıyla inceleyelim; Md=kY-hi (LM) Y= em (A0-bi) (IS) 178 Uygulanan genişletici politika (A) noktası ile ifade edilen başlangıç dengesinin bozulmasına yol açmıştır: Ms ˃Md → Bd˃ Bs → Pb↑ → i↓ → Md ↑ Faizler genel seviyesi düşmüştür, bunun mal piyasasındaki etkisi gelirin artması yönünde olacaktır (Y↑). Ancak bu uç durumda faizlerin düşmesinin gelir üzerinde hiçbir etkisi söz konusu olmayacaktır. Çünkü yatırımın faize duyarlılığı sıfırdır. Y= em (A0-bΔi), (ΔY=0) Bu durumda sadece faizlerin düşmesine sebep olacak likidite etkisi ortaya çıkacak fakat hasıla etkisi söz konusu olmayacaktır. Bir diğer uç durum da ise, para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır (h=0). Ortaya çıkan etkiler şöyle ifade edilebilinir; Normal koşullarda para piyasasında başlangıçtaki dengenin (A) para arzının artmasıyla bozulması ve faizlerin düşerek para talebinin artmasıyla neticelenen süreç ortaya çıkmıası beklenmektedir. Ancak, Md=kY-hi şeklinde ifade edilen denklemde para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır. Bu durumda para arzı artışı hasıla artışını (1/k) kadar arttıracaktır. Ms=Md=kY-hi Ms=Md=kY-(0).i ΔY/ΔMs=1/k Bir diğer uç durum ise ekonomideki likidite tuzağının varlığıdır. 179 ŞEKİL 52 i LM1 h=∞ LM2 i1 0 A Y1 Y Yatırımın faize duyarlılığının sonsuz olduğu ve dolayısıyla para piyasasında likidite etkisinin ortaya çıkmadığı bu durumda, piyasanın tüm aktörleri için faizler “normal” olarak kabul edilebilecek sınırdadır. Bu durumda herkes için faizlerin yeniden yükseleceği beklentisi söz konusudur. Böyle bir durumda tahvil piyasasına yönelmek ve tahvil talep etmek hem sermaye hem de faiz kaybı anlamına gelecektir. Bu durumda kişiler artan para miktarını atıl ankeslerinde tutacak ve tahvil piyasasına yönelmeyeceklerdir. Faizlerin para arzı artışına duyarsız kaldığı bu likidite tuzağı durumunda para arzı artışının hasıla üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Ortadoks Keynesyen teori, yatırımların faize duyarlılığının düşük olduğunu ve para talebinin faize duyarlılığının ise yüksek olduğunu kabul ederler. Bu durumda LM doğrusunun eğimi düşüktür ve dolayısıyla daha yatıktır. Buna karşılık IS doğrusu daha diktir. Bu durumu ifade eden şekil aşağıda verilmiştir; 180 ŞEKİL 53 i LM1 LM2 A B IS 0 Y1 Y2 Y Keynesyenlerin kabul ettiği biçimde gösterilmeye çalışılan şekilde uygulanan bir genişletici para politikasının hasılayı sadece Y1-Y2 aralığı kadar arttırdığı görülmektedir. Bu durum para politikasının doğası gereği etkin olmadığı bir durumu ifade ederken, özellikle likidite tuzağı ve yatırımın faize duyarlılığının çok daha düşük olduğu depresyon dönemlerinde hiç etkin olmayacağı anlamına gelmektedir. 6.14) IS-LM ve MALİYE POLİTİKASININ İŞLEYİŞİ Özellikle ekonominin kendiliğinden tam istihdama gelemeyeceğini öne süren Keynesyen iktisat için maliye politikası büyük önem taşımaktadır. Maliye politikası en genel tanımıyla kamu harcamaları, transfer harcamaları ve vergi oranlarını değiştirmesidir. Kamu harcamaları ile transfer harcamalarının arttırılması ve vergi oranlarının azaltılmasına dayanan maliye politikasına genişletici maliye politikası denir. Buna karşılık, kamu harcamaları ile transfer harcamalarının azaltılması ve vergi oranlarının artırılmasına dayanan maliye politikasına daraltıcı maliye politikası olarak isimlendirilmektedir. Aşağıdaki şekilde genişletici maliye politikasının milli gelir denge seviyesi üzerindeki etkisi gösterilmiştir. 181 ŞEKİL 54 i LM i2 C A i1 B ΔY=emΔA0 IS2 IS1 0 Y1 Y2 Y3 Y Yukarıda gösterilen genişletici maliye politikası uygulanmasından önce ekonominin (A) noktasında dengede olduğu görülmektedir. Bu noktada para ve mal piyasaları dengededir. Böyle bir durumda uygulanan maliye politikasının etkilerine geçmeden bir hatırlatma yapmakta fayda vardır. Basit Keyesyen Model I ve II olarak sunduğumuz durumlarda faiz haddi veri olduğu için hasıladaki artış (Y1-Y3) aralığı kadar olacaktır. Bir diğer ifade ile A0 teriminin içerisinde yer alan kamu harcamaları, transfer harcamaları ve vergileri ifade eden terimlerdeki artışın çarpan katsayısıyla çarpımı kadar hasıla artışı söz konusu olacaktır. Oysa şimdi kullanmakta olduğumuz IS-LM modelinde faizler sabit değildir ve bunun nihai olarak hasıla düzeyinin belirlenmesinde önemli etkileri söz konusudur. Hatırlanacağı üzere otonom harcamalardaki bir artış IS eğrisinin sağa doğru kaymasına yol açmakta idi. Böylece IS1 konumundan IS2 konumuna gelen IS eğrisi üzerindeki (B) noktası mal piyasasındaki denge durumunu ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile mal piyasasında toplam harcamalar ile hasıla dengede iken toplam harcamalar kamu yoluyla arttırılmış ve bu da çarpan etkisiyle çarpım kadar hasılayı arttırmıştır. Ancak yeni gelinen (B) noktasında para piyasası dengede değildir. Bu noktada artan gelir ihtiyat ve işlem motifiyle para talebini 182 arttırmıştır. Artan para talebi tahvil piyasasında tahvil arzını arttırarak tahvil fiyatlarının düşmesine yol açarken faizlerinde yükselmesine neden olmaktadır. Faizlerdeki bu artışın mal piyasasındaki etkisi ise artan faizlerle yatırımın faize duyarlılığıyla çarpım kadar hasılanın azalması yönünde olacaktır. Böylece artan para talebini dengeleyecek faiz yükselmesi para piyasasını dengeye gelmesine yol açarken diğer taraftan hasılada da bir azalma durumu söz konusudur. Faizlerdeki bu artışın yatırımın karlılığını azaltarak özel sektör yatırımlarını azaltmasına silme-dışlama (crowding-out) etkisi denilmektedir. Buraya kadar anlatılanları ISLM denklemleri ile ifade edelim 1) Başlangıçta A0 teriminin içerisinde yer alan terimlerden maliye politikası aracı olarak kullanılan kamu harcamalarının arttığını varsayalım (A0=C0+cTR0-cT0+I0+G0). Bu durumda mal piyasasındaki hasıla artışı şöyle olacaktır; Y=em(A0-bi) ΔY=em(ΔG0-bi) ΔY=emΔG0 2) Para piyasasındaki etki ise gelir artışına bağlı olarak para talebinin artmış olmasıdır. Md=k ΔY –hi Md˃Ms→Bs˃Bd→Pb↓→i↑→Md↓ 3) Faiz artışı bir taraftan artarken diğer taraftan mal piyasasında da etkileri söz konusudur. Gelirdeki ilk etapta ortaya çıkan artışın bir kısmı ortadan kalkmaktadır (crowding out). Bu durumun da para piyasasında bir etkisi olacak ve karşılıklı etkileşim her iki piyasanın da dengeye gelmesiyle son bulacaktır. ΔY=em(G0-bΔi) 183 SONUÇ: Keynesyen sistemde bir para politikası uygulamasında, para politikası çarpanı [(emb)/ (h+embk)] biçiminde ifade edilebilinir. Dolayısıyla eşitlik içerisindeki terimlerden (em) ve (b) terimleri ne kadar yüksek olursa (IS ne kadar yatık olursa) çarpanın değeri o kadar yüksek ve para politikası o kadar etkin olur. Buna mukabil (h) ve (k) terimleri ne kadar büyük olursa hasıla o kadar az değişecektir. Uç durumlar olarak ifade edilen yatırımın faize duyarlılığının sıfır ve para talebinin sonsuz olması durumunda para politikası etkin değilken, para talebinin faize duyarlılığının sıfır olması durumunda tam etkindir. KONUYLA İLGİLİ SORULAR 1.Keynesyen sistemde para politikası çarpanı nasıl gösterilir? A. [(emb)/ (h+embk)] B. [(emb)*(h+embk)] C. [(emb)-(h+embk)] D. [(emb)+ (h+embk)] E. 2[(emb)/(h+embk)] 3) Likidite tuzağı durumunda para talebinin faize duyarlılığı için ne söylenebilir? a) Para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır. b) Para talebinin faize duyarlılığı birdir. 184 c) Para talebinin faize duyarlılığı sıfırla bir arasındadır. d) Para talebinin faize duyarlılığı sonsuzdur. e) Para talebi tuzaklara karşı duyarlıdır. 3.) Aşağıdakilerden hangisi likidite etkisini ifade etmektedir? a) Uygulanan bir maliye politikası sonucu hasıla düzeyinin artmasıdır. b) Uygulanan bir para politikasının hasıla düzeyini arttırmasıdır. c) Uygulanan para ve maliye politikasının faizleri değiştirmesidir. d) Uygulanan para ve maliye politikasının faizleri ve hasılayı değiştirmesidir. e) Hiçbiri Cevap Anahtarı: 1-A 2-D 3-C Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 185 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 186 Makro İktisat 10.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 10.KISIM 6.14.1) MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL DURUMLAR…………………………………………….……188 6.15) TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP MODELİ ………….192 6.15.1) TOPLAM TALEP EĞRİSİ…………………….............192 6.15.2) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN ELDE EDİLMESİ………………………………………………………………………. .194 6.15.3) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN EĞİMİ …………………………………………………………………………...197 6.15.4) TOPLAM TALEP EĞRİSİNDEKİ KAYMALAR ve KEYNESYEN SİSTEM………………………………………………..197 6.16) TOPLAM ARZ……………………………………………...202 187 ÖZET: Keynesyen Sistemde bir diğer iktisat politikası aracı olan maliye politikasındaki sonuçlar da değerlendirilmelidir. Ayrıca IS-LM analizinde varsayım gereği sabit kabul edilen fiyatlar genel düzeyi toplam arz ve toplam talep eğrileri analizinde ortadan kaldırılmakta ve fiyatlar ile üretim arasındaki ilişki ele alınmaktadır. 6.14.1) MALİYE POLİTİKASI UYGULAMASINDA ETKİNLİK VE ÖZEL DURUMLAR Para politikasında ortaya konulan duruma benzer şekilde maliye politikası uygulamasında da hasıla üzerindeki etkiler IS-LM eğrilerinin katsayıları tarafından belirlenmektedir. Etkinliği belirleyecek olan katsayıları bir diğer ifade ile maliye politikası çarpanını IS ve LM’in eşit olduğu denge durumundan hareketle oluşturabiliriz; Y=emA0-embi (IS) i=(k/h)Y-(1/h)M/P (LM) Y=emA0-emb[(k/h)Y-(1/h)M/P] (IS=LM) Y=emA0-emb(k/h)Y+emb(1/h)M/P Denklemin her iki tarafını para talebinin faize duyarlılığı (h) ile çarparsak; hY= emhA0-embkY+emb(M/P) Y terimlerinin eşitliğin solunda toplanması durumunda; hY+ embkY= emhA0+emb(M/P) Y(h+embk)= emhA0+emb(M/P) Bu durumda IS-LM eşitlikleri denge durumunda gelir cinsinden şöyle ifade edilebilir; 188 Y= [(emh)/ (h+embk) ] A0+[(emb)/ (h+embk)](M/P) Para arzında bir değişiklik yoksa; (ΔM/P=0) Y/ (A0)= [(emb)/ (h+embk)] Yukarıdaki denklemi değişim cinsinden ifade edecek olursak; ΔY/ Δ(A0)= [(emh)/ (h+embk)] (MALİYE POLİTİKASI ÇARPANI) Yukarıda eşitlik görüleceği gibi çarpanın değeri (em) ve para talebini faize duyarlılığı (h) ne kadar yüksek ise maliye politikası o kadar etkin olacaktır. Bundan farklı olarak para talebinin gelire duyarlılığı (k) ve yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar yüksekse maliye politikası o kadar az etkin olacaktır. Aşağıda gösterilecek bazı uç durumlarda bu etkilerin izlenmesi mümkündür. ŞEKİL55 i IS1 b=0 IS2 i LM1 h=0 i2 B i1 A LM i2 i1 B A IS1 0 Y1 Y2 Y 0 Y1 IS2 Y Yukarıdaki şekillerden yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu (b=0) durumda, genişletici maliye politikası sonucu artan hasıla para talebinde de artışa yol açmakta ve buna bağlı olarak faizler yükselmektedir. Ancak faizdeki yükselmenin milli gelirdeki artışın bir kısmını ortadan kaldırmasına neden olabilecek olan durum yatırımın faize duyarlılığının olmaması 189 nedeniyle söz konusu değildir. Bu durumda kamu harcamaları artışı çarpanla kadar hasıla artışına neden olmaktadır. Y=em(A0-bi) olduğundan, A0 terimi içerisindeki kamu harcamaları artışı ile çarpım kadar bir hasıla artışı söz konusudur (ΔY=emA0). Bu durumun para piyasasında yaratacağı etki para talebinin artması ve faizlerin yükselmesi olacaktır; ΔMd=kΔY-hi, Md˃Ms→Bs˃Bd→Pb↓→i↑→Md↓ Ancak faizdeki yükselmeye karşın bu durum yatırımın faize duyarlılığının sıfır olması nedeniyle hasılayı etkilememektedir. Bir diğer ifade ile crowding-out etkisi söz konusu olmamaktadır. ΔY=em(A0-bΔi) ΔY=em(A0-0Δi) Bir diğer uç durumda ise, para talebinin faize duyarlılığı sıfırdır. Bu durumda ise, hasıladaki artış para talebinin artmasına yol açmakta ve faizler yükselmektedir. Ancak bu durumda faizler yatırımların kamu harcamalarındaki artışı ortadan kaldıracak kadar yükselmektedir. Buradaki durumda ise kamu harcamalarındaki artış kadar özel sektörün yükselen faizler nedeniyle yatırımlarını azaltmaları söz konusudur. Bir diğer ifade ile tam bir dışlama (crowding-out) etkisi meydana gelmektedir. Keynesyenler’e göre yatırımın faize duyarlılığının düşük olduğunu kabul ettiklerini daha önce belirtmiştik. Ancak yukarıdaki örnekte de görülmektedir ki bu durumda da maliye politikası tam bir etkinlik sağlamaktadır. Oysa bu durumda para politikası etkin değildi. Bu Keynesyenlerin maliye politikasını daha üstün bir politika aracı olarak görmelerinin sebeplerinden birisidir. Bir diğer neden ise likidite tuzağı durumunda maliye politikasının tam etkin olmasıdır. 190 ŞEKİL 56 i h=∞ i1 LM IS1 0 Y1 IS2 Y2 Y Kişilerin servetlerini tümüyle para olarak tuttukları bu özel durumda, faizler tüm kesimler için düşebileceği en alt sınırdadır ve herkeste faizlerin yeniden yükseleceği beklentisi söz konusudur. Böyle bir durumda genişletici maliye politikasının yarattığı hasıla artışı para talep fazlasının tahvil piyasasında tahvil arzı ile karşılanması mümkün değildir. Bu durumda faiz artışı söz konusu olmayacak ve dolayısıyla özel sektörün yatırımlarının azalmasına yol açacak etkilerde oluşmayacaktır. Bir diğer ifade ile sadece hasıladaki artış durumu söz konusudur, hasıla kamu harcamalarındaki artışın çarpan katsayısıyla çarpımı kadar artmıştır. 6.15) TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP MODELİ Toplam arz toplam talep modeli, iktisadi analizin merkezine fiyatlar genel seviyesindeki değişmeleri yerleştirmektedir. Özetle Basit Keynesyen Modeller toplam harcama ve üretim arasındaki ilişkileri, IS-LM Modelleri faiz oranları ile üretim arasındaki ilişkileri incelerken; toplam arz-toplam talep modeli fiyatlar genel seviyesi ile üretim arasındaki ilişkileri temel almaktadır. 191 Bu modelde IS-LM modelinin tüm varsayımları sabit kabul edilerek yalnız fiyatlar genel düzeyinin sabit olduğu varsayımı ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca emek piyasası da inceleme alanı içerisine dahil edilmektedir. 6.15.1) TOPLAM TALEP EĞRİSİ Bir ekonomide tüketiciler tarafından talep edilen tüketim mallarının, firmalar tarafından talep edilen yatırım mallarının, devlet tarafından talep edilen mal ve hizmetlerin ve dış alem tarafından talep edilen net ihracatın değerleri toplamına toplam talep denir. Toplam talep eğrisi, fiyatlar genel seviyesi ile üretim arasında ters yönlü bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Bu eğrinin negatif eğimli olmasının üç nedeni vardır. Bunlar; 1)Reel Balans Etkisi: 2)Zaman İkame Etkisi 3)Uluslar arası İkame Etkisi 1)Reel balans etkisi, reel servet etkisi, para-mal ikame etkisi, Pigou etkisi olarak da ifade edilen bu durum, fiyatlar genel düzeyindeki değişmelerin toplam talebi etkileme derecesini ifade etmektedir. Bir diğer ifade ile fiyatlardaki değişim kişilerin reel servetlerini etkilemekte ve bu durum kişilerin harcama miktarı artıp azalmaktadır. (P)↓→ (W/P)↑→(C)↑→(AE)↑ (P)↑→(W/P)↓→(C)↓→(AE)↓ Yukarıdaki ilişkilerin gösterdiği birinci durum şöyle ifade edilebilinir; fiyatlar genel seviyesi düşmüş ve kişilerin reel servetleri (W,wealth) artmıştır. Reel servetleri artan kişilerin tüketim harcamalarına arttırırlar ve dolayısıyla toplam harcama (toplam talep) artar. Tersi bir durumda ise reel servet ve buna bağlı olarak tüketim ve harcamalar azalacaktır. 192 Burada anlatılmak istenen kişilerin varlıklarını para ve mal şeklinde tuttukları ve bunun bir dengede olduğudur. Fiyatlar genel seviyesinin artıp azalmasıyla değişen satın alma gücü ile bu denge daha fazla veya daha az mal alarak yeniden kurulur. 2)Zaman İkame Etkisi, pozitif zaman tercihi veya faiz etkisi ile ifade edilen durum ise, şu anda satın almak ile gelecekte satın alma seçeneklerinin toplam talep üzerindeki etkisini ifade etmektedir. Aslında tüketimi faizin bir fonksiyonu olarak gören neoklasik bakış açısını çağrıştırsa da, Keynesyen sistem bu etkiyle faizlerin yatırım üzerindeki etkisine vurgu yapmaktadır; (P)↑→(M/P)↓→(i)↑→(I)↓→(AE)↓ (P)↓→(M/P)↑ →(i) ↓ →(I)↑ →(AE)↑ Simgesel gösterimde de görüleceği gibi, fiyatlar genel seviyesindeki artış veya azalış reel para arzını etkilemektedir. Hatırlanacağı üzere IS-LM analizi uygulanırken para arzının artıp azalması LM eğrisini sağa sola kaydırmakta ve bu da likidite etkisine yol açarak faizlerin düşmesini sağlamakta idi. IS-LM uygulamasında nominal para arzı artışı (fiyatlar genel seviyesi sabit kabul edildiğinden) reel bir artış olarak kabul edilmekte idi. Oysa fiyatlar genel düzeyindeki bir artma veya azalma nominal para arzı artmasa da reel para arzının değişmesine sebep olacaktır. Bir diğer ifade ile,örneğin, fiyatlar genel seviyesi azaldığında reel para arzı artarak, LM eğrisinin sağa doğru kaymasına ve faizlerin düşmesine yol açmaktadır. Düşen faizler ise yatırımları uyararak toplam harcamaların artmasına yol açmaktadır. 3)Her ne kadar kullandığımız varsayım gereği ekonomi dışa kapalı olsa da burada belirtilmesi gereken bir diğer durum fiyatlardaki değişimin yerli üretim ve ithalat talebi üzerindeki etkisi nedeniyle toplam talebin artıp azalmasıdır. (P)↑→(CD)↓→(CM)↑→(AE)↓ (P)↓→(CD)↑→(CM)↓→(AE)↑ 193 Fiyatlar genel seviyesi düştüğü durumda, tüm sektörlerin yerli mal talebi (yukarıda sadece tüketim itibarıyla gösterilmiştir) artarken ithal mal talebi azalmaktadır. Tam tersi durumda ise ithal mal talebi artmaktadır. 6.15.2) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN ELDE EDİLMESİ Yukarıda ifade edilen etkiler göstermektedir ki fiyatlar genel seviyesiyle toplam harcamalar (toplam talep) arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Toplam talep eğrisi, para ve mal piyasalarını eşanlı olarak dengeye getiren fiyatlar genel seviyesi ve milli gelir bileşimlerini göstermektedir. Bu doğrultuda yapılması gereken para ve mal piyasalarını dengeye getiren noktaların fiyat değişimleri neticesinde nasıl hareket edeceğinin ortaya konmasıdır. Daha önce fiyatlar ile toplam harcamalar arasındaki ilişki ele alınmış ve ters yönlü ilişki ortaya konmuştu. Şimdi bu ilişkilerden faiz etkisini ele alarak toplam talep eğrisini oluşturalım; 194 ŞEKİL 57 i LM1(M1/P1) LM2(M1/P2) i1 A i2 B 0 Y1 Y2 Y P P1 A P2 B AD 0 Y1 Y2 Y Yukarıdaki şekilde başlangıçta para ve mal piyasalarındaki dengeyi gösteren (A) noktasında denge faiz haddi i1 ve denge gelir düzeyi Y1dir. LM eğrisi ise nominal para arzı değişmemesine karşın fiyatlar genel seviyesi düştüğü (P↓) için reel olarak artmıştır (M/P↓)↑. Daha önce incelenen IS-LM analizinde hatırlanacağı üzere fiyatlar genel seviyesi modelin 195 içerisine alınmadığı için nominal para arzı artışı reel para arzı artışı olarak ele alınmaktadır. Oysa AS-AD analizinde fiyatlar genel seviyesi modelin içerisinde değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda LM1 olarak ifade edilen eğride nominal para miktarı (M1) ve fiyatlar genel seviyesi ise P1 dir. Burada toplam talebi oluştururken ihtiyacımız olan büyüklükleri hatırlayalım; denge seviyelerindeki fiyat ve hasıla (P ve Y). Bu durumda toplam talep eğrimiz için gerekli olan ilk denge noktalarımız P1 ve Y1 noktalarını aşağıdaki şekilde belirleyelim. Şimdi fiyatlar genel seviyesinin düştüğü varsayımıyla hasılanın nasıl değişeceğini belirleyelim. Fiyatlar genel seviyesi düşünce reel para arzı artmış olacağından LM eğrisi sağa doğru kayacaktır. Bu durumda mal ve para piyasalarının karşılıklı etkileşimi (B) noktasına gelene kadar devam edecektir. Bir diğer ifade ile yeni denge noktasındaki (B) faiz ve gelir düzeyi i2 ve Y2 olmuştur. Fiyatlar genel seviyesini düşmesi denge gelir seviyesinin Y2 seviyesine gelmesine yol açmıştır. Toplam talep eğrisinin oluşumu için bir diğer nokta daha belirlenmiştir; P2 ve Y2. Bu işlemi ne kadar artırırsak artıralım bu ters yönlü ilişkiyi elde edecek yeni denge noktalarına ulaşacağımız açıktır. Bu durumda elde edeceğimiz denge noktalarını birleştirerek toplam talep eğrisine ulaşabiliriz. Elde ettiğimiz bu doğru, alternatif fiyat ve hasıla düzeylerinde, üzerindeki her bir noktada para ve mal piyasalarının dengede olduğunu göstermektedir. 6.15.3) TOPLAM TALEP EĞRİSİNİN EĞİMİ Öncelikle toplam talep eğrisinin IS-LM eğrisinden türettiğimizi unutmamalıyız. Bu şu açıdan önemlidir; buradaki IS ve LM eğrilerinin eğimleri toplam talep eğrisinin de eğimini belirleyecektir. Bu doğrultuda eğimi belirleyen katsayıları hatırlamak faydalı olacaktır: (ΔY/ Δ(M/P)= [(emb)/ (h+embk)]). a) Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır. 196 b) Harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır. c) Para talebinin faize duyarlılığı (h) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik olacaktır. d) Para talebinin gelire duyarlılığı (k) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik olacaktır. 6.15.4) TOPLAM TALEP EĞRİSİNDEKİ KAYMALAR ve KEYNESYEN SİSTEM Yukarıda toplam talep eğrisinin nasıl oluştuğunu ve eğiminin neler tarafından belirlendiğini gördük. Şimdi ise bu eğrinin hangi koşullarda kayacağını belirlememiz gerekmektedir. Burada önemli bir noktanın ortaya konması gerekmektedir. Toplam talep eğrisinin oluşumu ve hangi koşullarda sağa sola kayacağı genel olarak diğer iktisat okullarınca da kabul edilen bir konudur. Ancak bu kaymanın derecesini belirleyen IS ve LM eğrilerinin eğimleridir ve bu çeşitli iktisat okullarında önemli farklılıklar söz konusudur. Bu durumda hangi iktisat politikası aracıyla toplam talebin daha çok etkileneceği de iktisat okullarına göre farklılaşabilecektir. Ortadoks Keynesyen teoride, yatırımın faize duyarlılığı düşük ve para talebinin faize duyarlılığı yüksek olarak kabul edilmekte olduğu daha önce belirtilmişti. Buradan sonraki toplam talepteki kaymaları bu doğrultuda değerlendirerek konuyu açıklamaya devam edelim. 197 ŞEKİL 58 i LM(M/P1) i2 B i1 A IS2 IS1 0 Y1 Y2 Y P P1 A B AD2 AD1 0 Y1 Y2 Y 198 Toplam talep eğrisinin konumunun IS-LM eğrileri tarafından belirlendiği daha önce belirtilmişti. Yukarıdaki şekilde gösterilen durumu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Başlangıçta para ve mal piyasalarının denge noktasındaki (A) faiz oranı i1 ve gelir düzeyi Y1 olarak ifade edilmiştir. Bu noktadaki fiyat düzeyi ise P1dir. Bu verilerden hareketle Toplam talep eğrisinin P1 ve Y1 noktalarının kesiştiği noktadan geçeceği sonucuna ulaşabiliriz. Nitekim yukarıdaki toplam talep eğrisi (A) noktasından geçen bir eğri ile ifade edilmiştir. Şimdi genişletici bir maliye politikası uygulandığı varsayımından hareket ederek bunun toplam talep eğrisi üzerindeki etkilerini ele alalım. Bu durumda IS eğrisi dışa doğru kayacaktır. Yeni oluşan denge noktası olan (B) noktası da para ve mal piyasalarının dengede olduğu durumu ifade etmektedir. Bu durumda denge gelir düzeyi artık Y2 olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta fiyat düzeyinin değişmemiş olduğudur. Bir diğer ifade ile IS eğrisinin dışa doğru kaymasıyla fiyat düzeyi değişmemiş olduğu halde gelir düzeyi Y2’ye yükselmiştir. Bu durumda P1 fiyat ve Y2 gelir düzeylerinden de geçecek bir başka toplam talep eğrisi de olmak zorunda olduğundan toplam talep eğrisi dışa doğru kayacaktır. Bu noktada hatırlatılması gereken nokta Keynesyen sistemde yatırımın faize duyarlılığının ve çarpanın değerinin büyük kabul edildiği için IS eğrisi daha yatık olacağı ve bu nedenle de AD eğrisinin de daha yatık olması gerektiğidir. Bir diğer ifade ile genişletici bir maliye politikası durumunda alternatif fiyat seviyelerinde toplam talep eğrisi daha fazla hasılayı ifade edecektir. Genişletici para politikalarının toplam talep üzerindeki etkisi ise aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. 199 ŞEKİL 59 i LM1(M1/P1) LM2(M2/P1) i1 A i2 B 0 Y1 Y2 Y P P1 A B AD1 0 Y1 Y2 AD2 Y 200 Şekilde görüleceği gibi fiyat düzeyi değişmeden nominal para arzı arttırılmıştır (dolayısıyla reel para arzı). Bu durumda başlangıçtaki denge noktası (A) noktasından (B) noktasına kaymıştır. Bu noktanın ifade ettiği gelir düzeyi ise Y1 den Y2’ye yükselmiştir. Bu durumda toplam talep eğrisi başlangıçta P1 ve Y1 doğrularını oluşturduğu (A) noktasından geçen bir eğri iken genişleyici para politikası uygulaması ile (B) noktasından geçen bir eğriye dönüşmüştür. Hatırlanacağı üzere Keynesyen sistemde özellikle para talebinin faize duyarlılığı yüksek olduğundan LM eğrisi yatıktır. Bu nedenle de toplam talep eğrisi de alternatif fiyat düzeylerinde genişleyici para politikalarıyla daha az artan hasıla noktalarını ifade edecektir. 6.16) TOPLAM ARZ Toplam arz doğrusu farklı fiyat düzeylerinde firmaların satmak/üretmek istedikleri toplam hasılayı göstermektedir. Toplam talep eğrisinin aksine toplam arz eğrisinin şekli konusunda iktisat okullarında bir fikir birliği yoktur. Bu durum çeşitli yaklaşımların emek arz ve talebine ilişkin farklı görüş ve varsayımlarından, beklentilerin modele farklı varsayımlarla dahil edilmesi gibi sebeplerden kaynaklandığı gibi ele alınan zaman dilimine göre de farklılaşabilmektedir. Örneğin Basit Keynesyen Model’de fiyatlar genel düzeyi sabit kabul edildiğinden firmaların bu fiyattan istenildiği kadar üretim yaptıkları kabul edilir. Bu durumda ortaya çıkacak toplam arz emek arzı ve talebi tarafından belirlenecek ve aşağıdaki gibi olacaktır: 201 W/P ŞEKİL 60 W0/P0 Ns Nd2 Nd1 0 N0 N1 Nf N Y Y2 Y=f(K*,N) Y1 0 N1 N2 N P AS P0 202 0 Y1 Y2 Yf Y Keynesyenlerin emek piyasası ile ilgili bakış açıları iki farklı zaman aralığında değerlendirilebilinir: çok kısa dönem ve kısa dönem. Keynesyenler çok kısa dönemde reel ücretlerin ve reel ücretlerin, dolayısıyla fiyatlar genel seviyesinin sabit olduğunu kabul ederler. Bu durumda üretim, fiyat ve ücretlerde bir değişim olmadan istenildiği kadar değiştirilebilir. Yukarıdaki şekilde bu durum gösterilmektedir. Emek arzı veri ücret seviyesinden sınırsız emek arz etmektedir. Böyle bir durumda emek talebinin arttığını varsayarsak emek arz ve talebi daha yüksek bir istihdam seviyesinde dengeye gelecektir (N2). Üretim azalan verimler kanununa tabidir. Kısa dönemde sermaye sabit olduğundan tek değişken emek miktarı üretim seviyesini belirlemektedir. Bu doğrultuda üretim seviyesi daha fazla emek girdisi kullanıldığından Y1 seviyesinden Y2 seviyesine yükselmiştir. Dolayısıyla veri fiyat seviyesinde ve sınırsız emek arzı koşullarında işverenler üretimi istedikleri kadar arttırabilmektedirler. Bu da toplam arz eğrisinin eksene paralel bir biçimde gösterilmesiyle mümkündür. Şekilde gerek emek arzının gerekse de toplam arz eğrisinin yukarı doğru kıvrılmasının nedeni tama istihdam denge noktasının ifade edilebilmesi içindir. Ekonomi tam istihdam seviyesine geldiğinde, artık ekonomide emek arz edecek de kimse yoktur. Dolayısıyla böyle bir noktadan sonra üretimi belirleyecek emek ve sermaye miktarının kısa dönemde değişmesi de mümkün değildir. Keynesyenlerin kısa dönem analizlerinde ise, fiyatların değişiminin özellikle emek talebi üzerindeki etkisi emek arz eğrisinin oluşumunu da belirlemektedir. Bu noktada belirtilmesi gereken iki farklı yorum söz konusudur. Birincisi fiyatların ve nominal ücretlerin arması durumunda fiyat artışları nominal ücret artışlarından çok daha hızlı ve esnek olduğudur. Dolayısıyla her iki değerde de bir artış olduğunda reel ücret düşmekte ve emek talebi artmaktadır. Buna bağlı olarak da artan fiyatlar üretimi arttırmaktadır. Bu noktada işçiler bir para yanılgısı içerisindedirler ve nominal ücretlerdeki artışı reel ücret artışı olarak algılamakta ve 203 emek arzlarını arttırmaktadırlar. Bir diğer yorum ise, işçilerin nominal ücret düzeyindeki bir azalmayı kabul etmedikleri ve bu nedenle de emek arzı belirli bir nominal ücret seviyesinde aşağıya doğru katı ve sonsuz esnek kabul edilmesidir. Bir diğer ifade ile, nominal ücretlerde aşağıya doğru bir azalma olduğu zaman emek arzı sıfıra inmektedir. ŞEKİL 61 (A) (B) W/P W1/P1 W/P Ns1(W1/P1) Ns0(W0/P0) Ns W0/P0 e Nd1(W1/P1) W* Nd0(W0/P0) a b c N(P0) 0 N0 N1 N 0 Y=f(K*,N) Y Y3,4 Y2 Y Y1 Y0 N0 N1 d Nd(P4) Nd(P3) Nd(P1) Nd(P2) N2 N3,4 N Y=f(K*,N) Y0 0 N0 N1 P P2 P1 N 0 AS AS P3,4 P1 P0 N2 N3,4 W/P P2 P0 N0 N1 204 N 0 Y0 Y1 Yf Y 0 Y0 Y1 Y2 Y3,4 Y Her iki yorumla oluşacak emek arz eğrisi yukarıda gösterilmiştir: Şeklin (A) panelinde görüleceği gibi, kısa dönemde fiyatlar genel seviyesindeki yükselme, fiyat artışı nominal ücret artışından daha hızlı olduğu için, reel ücretlerin azalmasına neden olmuştur. Düşen reel ücretler denge ücret seviyesinin (A) noktasından (B) noktasına kaymasına yol açmış, istihdam düzeyi ve buna bağlı olarak üretim seviyesi Y0’den Y1 seviyesine yükselmiştir. Bu durumda artan fiyatlar genel düzeyi (P0-P1) üretim miktarının yükselmesine yol açmıştır. Bir diğer ifadeyle artan fiyatlar genel düzeyinde firmalar daha fazla mal üretip satmak eğilimindedirler. Elde ettiğimiz noktalar fiyat ve hasıla arasında, işçilerin artan fiyatlar karşısında ücretlerini reel ücretlerini eski seviyesinde koruyamamaları nedeniyle, doğrusal yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu şekilde oluşacak olan noktaların geometrik ifadesi toplam arz eğrisini göstermektedir. Şeklin (B) panelinde ise, emek arzı reel ücrete değil nominal ücrete bağlı olarak değişmektedir. Ayrıca işçiler nominal ücret düzeylerinde bir azalmayı kabul etmeyecekleri için aşağıya doğru katıdır. Emek arzının sadece nominal ücrete bağlı olması, fiyat düzeyindeki değişmelerden etkilenmediği anlamına gelmektedir. Bu durum işçilerde bir “para yanılgısı” durumunun varlığını ifade etmektedir. Sonuç olarak, aşağıya doğru katı olan nominal ücret seviyesinde, tam istihdam noktasına kadar belirli bir nominal ücret seviyesinde iş aleminin istediği kadar emek arzı söz konusudur. Emek talebi ise reel ücretin ters bir fonksiyonudur. Bir diğer ifadeyle reel ücret artınca emek talebi azalmaktadır. Bu şekilde tanımlanan emek arz ve talebinin başlangıçta oluşturduğu istihdam düzeyi (a) noktasıyla ifade edilmiştir. Bu noktadaki fiyatlar genel düzeyi P0dır ve dolayısıyla reel ücretler (W*/P0) düzeyindedir. Bu ücret seviyesinde emek arz ve talebinin oluşturduğu N0 istihdam düzeyinin oluşturduğu denge üretim miktarı ise Y0 kadardır. 205 Şimdi fiyatlar genel düzeyinin arttığını varsayalım. Bu durumda işçilerde para yanılgısı olduğu için ve dolayısıyla nominal ücretler değişmediği için veri ücret seviyesinden emek arz etmeye devam edeceklerdir. İşçiler artan fiyatların reel ücretlerini azalttığını fark etmemişlerdir. Emek arzının nominal ücretlerin fonksiyonu olmasının tersine, emek talebi reel ücretlerin fonksiyonu olduğundan, artan fiyatlar reel ücretleri azaltmış (W*/P1) ve dolayısıyla emek talebini arttırmıştır. Bu durumda istihdam miktarı ve buna bağlı olarak üretim düzeyi artmıştır. Fiyatların artması durumunun devam etmesi halinde bu süreç tam istihdam noktasına kadar üretimin artmasına devam edecek ve bu noktadan sonra istihdam miktarı artamayacağı için üretim de artmayacaktır. Elde ettiğimiz sonuçlar itibarıyla görülmektedir ki, fiyatlardaki artış üretim düzeyini tam istihdam noktasına kadar arttırmakta ve bu noktadan sonra fiyat artışlarının üretim düzeyini etkilemesi mümkün olmamaktadır. Bu doğrultuda, elde edilecek noktaların geometrik ifadesi toplam arz eğrisini vermektedir. 206 SONUÇ: Maliye politikası uygulamasının etkinliğini maliye politikası çarpanı belirlemektedir [(emh)/ (h+embk)]. Eşitlikte (em) ve para talebini faize duyarlılığı (h) ne kadar yüksek ise maliye politikası o kadar etkin olacaktır. Bundan farklı olarak para talebinin gelire duyarlılığı (k) ve yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar yüksekse maliye politikası o kadar az etkin olacaktır. Toplam talep eğrisinin eğimi ise fiyat ve üretim arasındaki ilişkiyi göstermekte olup negatif yönlüdür. Bu eğimi sağlayan ise, reel balan etkisi ile faiz etkisi olarak ifade edilebilinir. Keynesyen sistemde, emek talebi reel ücretin emek arzı ise nominal ücretin bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Bu varsayımdan hareketle oluşturulan toplam arz eğrisi ise sonsuz esnektir. KONUYLA İLGİ SORULAR 1) Aşağıdakilerden hangisi dışlama etkisini (crowding-out) ifade etmektedir? a) Faizlerdeki artışın yatırımların karlılığını azaltarak özel sektörün yatırımlarını azaltmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir. b) Kar oranlarındaki artışın faiz oranındaki artışı geçmesi durumuna dışlama etkisi (crowding-out) denir. c) Uygulanan maliye politikasının etkilerinin para politikası uygulaması ile ortadan kalkmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir. 207 d) Likidite ve hasıla etkilerinin birbirine eşit hale gelerek birbirlerinin etkilerini ortadan kaldırmasına dışlama etkisi (crowding-out) denir. e) Ekonomik etkileri itibarıyla diğer parametrelerin etkilerini ortadan kaldıran her türlü değişkenin yarattığı etkiye dışlama etkisi (crowding-out) denir. 2) Reel balans etkisi için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? a)Fiyatlardaki değişimin reel serveti değiştirmesi ve bunun tüketimi ve dolayısıyla toplam harcamaları tetikleyerek üretimi etkilemesi durumudur. b) Faizlerdeki değişimin reel serveti değiştirmesi ve bunun tüketimi ve dolayısıyla toplam harcamaları tetikleyerek üretimi etkilemesi durumudur. c) Fiyatlardaki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha fazla tasarruf yapmalarına yol açarak servetlerin değişmesine yol açmasıdır. d) Faizlerdeki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha fazla tasarruf yapmalarına yol açarak servet düzeyinin değişmesine yol açmasıdır. e) Faiz ve fiyatlardaki değişmenin reel serveti değiştirmesi ve bunun kişilerin daha fazla tasarruf yapmalarına yol açarak servetlerin değişmesine yol açmasıdır. 3.Aşağıdakilerden hangisi toplam talep eğrisini etkileyen etmenlerden değildir? A.Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır. B.Harcama çarpanı (em) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar yatık olacaktır. C.Para talebinin faize duyarlılığı (h) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik olacaktır. D.Para talebinin gelire duyarlılığı (k) ne kadar büyükse toplam talep eğrisi o kadar dik olacaktır. 208 E. Yatırımın faize duyarlılığı (b) ne kadar büyüklüğü ile harcama çarpanının (em) küçük olması toplam talep eğrisi o kadar dik oluşturacaktır. 4) Klasik sistemde toplam talebin artması durumunda; a)Yalnız fiyatlar genel düzeyi artar b)Yalnız üretim artar. c)Fiyatlar genel düzeyi ve üretim düzeyi birlikte artar. d)Talebin eğimine bağlı olarak değişir. e)Faiz oranının değişimine bağlı olarak üretim artar. Cevap Anahtarı:1A- 2D- 3E- 4A Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 209 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 210 Makro İktisat 11.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 11.KISIM 6.16.1) TOPLAM ARZ –TOPLAM TALEP ve MİLLİ GELİR DENGE SEVİYESİ……………………………………………………..………..211 6.17) KEYNEZYEN SİSTEM TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP ve UÇ DURUMLAR ………………………………………………………….214 7)PHILLIP EĞRİSİ ve KEYNEZYEN İKTİSAT …………………..219 211 ÖZET: Keynesyen Sisteme göre ekonominin kendiliğinden tam istihdamda olmasını gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. Bu durumda iktisat politikası uygulayanların yapması gerekenler için, toplam arz-toplam talep eğrileri ile gösterim çok açıklayıcı olmaktadır. Ayrıca Phillips eğrisi analizinin de Keynesyen politikaların uygulama alanı içerisinde yer almasıyla Keynesyen sistem çok daha anlaşılır hale gelmektedir. 6.16.1) TOPLAM ARZ –TOPLAM TALEP ve MİLLİ GELİR DENGE SEVİYESİ Toplam arz ve toplam talep modelinin amacı, milli gelir denge seviyesini belirlemek, fiyatlar genel seviyesi ile milli gelir arasındaki ilişkiyi göstermektir. Bu doğrultuda, toplam arz- toplam talep modelinde milli gelirin denge şartı, toplam talep ile kısa dönem toplam arzının birbirine eşit olması ve bu eşitlikte stok değişmelerinin sıfır olmasıdır. Aşağıdaki şekilde toplam arz ve toplam talep eğrileri birlikte ele alınmıştır. ŞEKİL 62 AS P P1 A P0 AD 0 Y1 YF Y Yukarıdaki şekilde görüleceği gibi ekonomi tam istihdam denge seviyesinin altında bir noktadadır. Toplam arz ve toplam talep eğrilerinin kesiştiği (A) noktasında Y1 kadar bir üretim söz 212 konusu iken ekonominin tam istihdam denge üretim düzeyi YF kadardır. Keynes’e göre ekonominin tam noktasında kendiliğinden dengede olmasını gerektirecek hiçbir durum söz konusu değildir. Şekilde (A) noktası ile ifade edilen dengede emek piyasasında emek arzı emek talebinden fazladır. Böyle bir durumda emek talebini arttırıcı politikalar yoluyla emek talebi tam istihdam denge seviyesine kadar arttırmak da mümkün değildir. Bu durum şöyle açıklanabilir; eğer emek arzı reel ücretler ile ters yönlü bir ilişkiye sahipse nominal ücretler düşürülerek bu durum gerçekleşebilecektir. Ancak bu çeşitli sebeplerle mümkün değildir. Bunlardan birisi nominal ücretlerdeki azalma işçi sendikalarının güçlü tepkisi ile karşılaşacaktır. Dolayısıyla nominal ücretlerin düşürülmesinin sistemin işleyişinde önemli sorunlara yol açabilecektir. Bir diğer sebep ise, teknik bir nedenden kaynaklanır. Keyes’e göre, nominal ücretlerin azaltılması sonucu işletmelerin maliyetleri de düşecek ve piyasadaki rekabet fiyatların da düşmesine yol açacaktır. Bir taraftan nominal ücretlerin düşmesi diğer taraftan fiyatların düşmesi (W↓/P↓) reel ücretlerin değişmemesine dolayısıyla da emek talebinin aynı kalmasına yol açacaktır. Ancak bu durum dolaylı olarak toplam talebin artmasına yol açabilecek bir durumdur. Düşen nominal ücretler, fiyatlarında düşmesine yol açınca bu durum reel para arzının arması anlamına gelecektir (M/ P↓). Artan reel para arzı ise, faizlerin düşmesine ve yatırımların artmasına yol açar. Toplam talebin artmasına yol açacak bu durum hasıla düzeyinin artmasına neden olacaktır. Bu durum Keynes Etkisi olarak ifade edilmektedir. Yukarıdaki ifadeler emek piyasasında geçerli olan veri ücret seviyesinde dengede olan ekonominin hangi hasıla düzeyinde faaliyet göstereceğinin toplam talep eğrisine bağlı olduğunu göstermektedir. Bu durumda ekonominin tam istihdam denge seviyesine karşılık gelen üretim düzeyinde bulunması toplam talebi genişletici politikalarla mümkün olabilecektir. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmiştir. 213 ŞEKİL 63 AS P Z A AD 0 Y1 YF Y 6.17) KEYNESYEN SİSTEM TOPLAM ARZ TOPLAM TALEP ve UÇ DURUMLAR Keynesyen sistemde yatırımın faize duyarlılığının düşük ve para talebinin faize duyarlılığının yüksek kabul edildiği daha önce ifade edilmişti. Bu durum üzerinden hükümetlerin uygulayacağı politikaların etkinliği toplam arz-toplam talep eğrileri üzerinden tartışmak mümkündür. Aşağıdaki şekilde tam istihdama ulaşmak için uygulanacak aktivist politikalar yatırımın faize duyarlılığının sıfır (b=0) olduğu uç durumlar üzerinden tartışılacaktır. 214 ŞEKİL 64 b=0 i IS LM(M/P1) LM(M/P1) Y1 AD P 0 Y1 Y AS YF Y Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi, yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu durumda fiyat düzeyinin düşmesi sonucunda artan reel para arzının faizleri düşürmesiyle likidite etkisi oluşmaktadır. Ancak toplam talep yatırımların faize duyarlılığı olmadığından artmamakta ve dolayısıyla hasıla da yükselmemektedir. Ayrıca böyle bir durumda fiyat düzeyinin düşmesi sonucu toplam hasıla artmayacağı için toplam arz eğrisi de dik bir doğru şeklinde ifade edilecektir. Sonuç olarak böyle bir durumda uygulanacak para politikası etkin değildir. Oysa böyle bir durumda uygulanacak maliye politikası hasılayı arttıracaktır. 215 Benzer şekilde düşük para talebinin faize duyarlılığının uç noktasını ifade eden likidite tuzağı durumunda genişletici para politikası işlemeyecektir. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmiştir. ŞEKİL 65 i h=∞ LM(M/P1) LM(M/P2) IS Y1 P AS AD 0 Y Y1 YF Y Yukarıdaki şekilde para talebinin faize duyarlılığının sonsuz olduğu likidite tuzağı durumunda fiyat düzeyinin düşmesi sonucunda reel para arzının artması faiz haddini değiştirmemektedir. Bunun sonucu olarak yatırımlar ve toplam talep artmayacaktır. Görüldüğü gibi bu durumda da para politikası etkin değildir. Bu nedenlerle, Ortodoks Keynesyenlere göre, maliye politikası üretim ve istihdamı arttırmada, para politikasından daha etkindir. 216 Ancak Keynesyenlerin bu görüşleri makro iktisat literatüründe oldukça büyük tartışmalara sebep olmuştur. Örneğin, ilerleyen bölümde ele alınacak çeşitli sebeplerle, Monetaristler maliye politikalarının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerine vurgu yaparak, para politikasının üstünlüğünü öne sürmüşlerdir. Keynesyen iktisatçılar ise, Pigou etkisi (reel servet,reel balans etkisi) hesaba katıldığında yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu ve likidite tuzağı durumlarında da toplam talep eğrisinin negatif eğimli olduğunu öne sürmektedirler. Aşağıdaki şekilde bu durum gösterilmektedir. ŞEKİL 66 i h=∞ LM(M/P1) LM(M/P2) IS Y1 YF Y AS P P1 P2 AD 0 Y1 YF Y 217 Yukarıdaki şekilde fiyat düzeyindeki düşme özel durumunda da yatırım ve böylece toplam talep artmamakla birlikte ortaya çıkacak servet etkisi kişilerin reel servetlerinin artmasına yol açmaktadır. Reel serveti artan kişiler ise tüketimlerini arttıracak ve böylece toplam talep artmış olacaktır. (P)↓→ (W/P)↑→(C)↑→(AE)↑ Dolayısıyla servet etkisi hesaba katıldığında, fiyat düşünce toplam talep artmaktadır. Burada öncelikle anlatılmak istenen her şekilde toplam talep eğrisinin negatif eğimli olduğu ve en uç durumlarda dahi maliye politikasının etkinliğinin ortaya konmasıdır. 7.)PHILLIP EĞRİSİ ve KEYNESYEN İKTİSAT Makro iktisat teorisinde ve iktisat politikasında önemli bir yere sahip Phillips eğrisi olarak bilinen konu çeşitli iktisat okullarınca farklı şekillerde ele alınmaktadır. Phillips eğrisinin ortaya çıkışı, Phillips’in parasal ücretlerdeki değişme ile işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi İngiltere’nin 1861-1913 yılları arasındaki dönem için incelemesiyle ortaya çıkmıştır. Bu dönem için yapılan çalışma, bu iki değişken arasında doğrusal olmayan ters yönlü bir ilişkinin mevcut olduğu yönündedir. Bir diğer ifade ile işsizlik oranı yükseldikçe parasal ücretlerdeki artış oranı da azalmaktadır. 218 ŞEKİL 67 w=ΔW/W 0 u0 5.5 u Yukarıdaki Orijinal Phillips eğrisi, parasal ücretlerdeki yüzde değişme ile işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Bu ilişkiye göre, işsizlik oranı %5.5 iken ücretler değişmemektedir (w=0). Bir diğer sonuç ise, parasal ücretler işsizlik oranı düşerken hızlı, işsizlik oranı artarken ise yavaş hareket ettiği yönündedir. Phillips eğrisinin tarihsel süreç içerisinde üç farklı yorumu söz konusudur. Bunlar; 1) Enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü ve istikrarlı bir ilişkinin varlığının kabulünden hareketle Lipsey ve Samuelson tarafından oluşturulmuş olan Keynesyen yorum. 2) Phillips eğrisinde kısa ve uzun dönem ayırımı yapan Friedman ve Phelps tarafından geliştirilmiş Monetarist yaklaşım 3) Phillips eğrisindeki enflasyon ve işsizlik arasında bir ilişkinin olmadığını öne süren Rasyonel Beklentiler Okulu yaklaşımı. 219 Biz burada sadece Keynesyen yaklaşımın konuya yaklaşımını net bir şekilde görebilmek için diğer katkıları ele almadan, sadece Samuelson ve Sollow’un Phillips eğrisine katkısını ve Phillips eğrisi modelinin Keynesyen yorumunu ele alacağız. Samuelson ve Sollow’in modele katkısı, parasal ücretlerdeki değişim yerine enflasyon oranı ile işsizlik arasındaki ilişkinin ele alınması olmuştur. Böylece iktisat politikaları oluşturulurken alternatif işsizlik ve enflasyon oranlarının bileşimlerini içeren politika seçenekleri elde edilebilmiştir. Burada yeniden tanımlanan ilişki, “markup” fiyatlama varsayımıyla kurulmaktadır. “Markup” fiyatlama, firmaların üretim maliyetleri üzerine sabit bir kar marjı ilave ederek belirlenmesi esasına dayanmaktadır. “Markup” oranının (z) olduğunu varsayarsak, birim ürünün fiyatı aşağıdaki gibi olacaktır; P=(1+z)WL/Y P= Ürün fiyatı W= Birim emeğe ödenen parasal(nominal) ücret L= İstihdam edilen işgücü miktarı Y= reel hasıla düzeyi Bu durumda yukarıdaki ilişkideki fiyat düzeyi, birim emek maliyetinin (WL/Y), (1+z) katına eşit olmaktadır. Y/L birim emek başına üretilen hasıla miktarını, yani emek verimliliğini göstermektedir. Bunu (α) ile gösterecek olursak; P= (1+z) (WL)/Y=(1+z).W/(Y/L)= (1+z) W/ α Yukarıdaki eşitlikteki değişkenlerin logaritmasını alırsak; lnP=ln[(1+z)]+ [lnW-ln α] 220 Bu logaritmik denklemin diferansiyelini alarak her bir değişkendeki nispi değişmeyi birbiriyle ilişkilendirirsek; dP/P=dW/W-d α/ α ᴨ=w- α Yukarıdaki eşitlikte ifade edilen durum, verimlilik artışı oranında ücret artışının enflasyona sebep olmamasıdır. Örneğin, emek verimliliğinin %2 olduğu durumda ücretlerde %2 oranında arttırılırsa fiyatlar genel düzeyi artmayacaktır. Bu yorumların Keynesyen analize dahil edilmesi ile hükümetler belirledikleri enflasyon oranının ne ölçüde işsizliğe sebep olabileceğini ve bunun hangi verimlilik düzeyinde gerçekleşebileceği ortaya konmuş olmaktadır. Bu durumu aşağıdaki şekil üzerinden açıklayalım; ŞEKİL 68 ᴨ w %4,5 B %3 %6 C %4,5 A 0 %2 %3,5 %1,5 u %6 Şekilde (A) noktası ile ifade edilen noktada işsizlik %6 ve enflasyon sıfırdır.(B) ve (C) noktalarında ise sırasıyla %2 ve %3,5 işsizlik söz konusudur. (B) ve (C) noktalarında %2 ve %3,5işsizlik seviyelerine karşılık gelen enflasyon oranları ise %3 ve %4 dür. Şekilde %2’lik işsizlik tam istihdam durumunu temsil etmektedir. Bu işsizlik seviyesinde talep yetersizliğinden doğan bir işsizlik olmadığını ve %2’nin friksiyonel ve yapısal işsizlik olduğunu kabul 221 edelim. Bu durumda yukarıdaki şekilde gösterilen Phillips eğrisi aşağıdaki eşitlikle ifade edilebilir; ᴨ=- (u-uN) Şekilde ifade edilen bu noktalar arasında hükümetlerin seçiş durumu söz konusudur (trade off). Hükümet önceliklerine göre, daha yüksek bir enflasyon oranını ve buna karşılık daha düşük bir işsizlik oranını seçebilecektir (C). Enflasyonun çok yüksek olduğunu düşünüyorsa işsizliğin bir miktar yükselmesi pahasına enflasyonu düşürebilecektir (B). Şimdi yukarıda oluşturduğumuz eşitlikten hareketle bu seçimlere uygun ücret artışlarının ne olabileceğini ele alalım. Varsayalım ki bu ekonomideki verimlilik artışı %1,5 dir. Bu durumda (A),(B) ve (C) noktalarında bulunulabilmesi için gerekli olan ücret artışları aşağıdaki gibi olacaktır. ᴨ=w- α olduğuna göre, A noktası için→ %0=%1,5-%1,5 Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında sıfır enflasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %1,5 arttırmalıdır. Bu durum yukarıdaki şekilde dikey olarak çizilmiş nominal ücret artışını gösteren doğru ile gösterilmiştir. B noktası için→ %4,5=%6-%1,5 Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında %4,5 enflasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %6, arttırmalıdır. C noktası için→ %3=%4,5-%1,5 Hükümetin %1,5 emek verimliliği olan bir durumda veri Phillips eğrisi koşullarında %3, enflasyon tercih etmesi durumunda nominal ücretleri %4,5 arttırmalıdır. Enflasyonbüyüme ilişkisini gösteren önemli bir analitik ve ampirik araç Phillips eğrisidir. Phillips, İngiltere’de yüksek işsizlik oranlarına da daha düşük enflasyon, düşü işsizlik oranlarına da ise 222 daha yüksek enflasyon gözlemlemişti işsizlik oranını ekonominin büyüme hızının bir göstergesi olduğunu kabul edebiliriz. SONUÇ: Keynesyen sistemde kendiliğinden tam istihdam seviyesinde olmayan ekonominin tam istihdam seviyesine ulaşması için, toplam talep artışını sağlayan genişletici para ve maliye politikalarıyla ekonomi tam istihdam seviyesine ulaşmaktadır. Ancak Keynesyenler’e göre ekonomide yatırımın faize duyarlılığının düşük olması ve para talebinin faize duyarlılığının sonsuz olduğu durumlarda para politikalarının etkisi yoktur. Phillips eğrisi enflasyon ile büyüme ilişkisini gösteren önemli amprik ve analitik bir araçtır. Yüksek işsizlik oranlarında daha düşük enflasyon,düşük işsizlik oranlarında daha yüksek enflasyon tesbit edilmiştir. Phillips eğrisinin de Keynesyen analizlere dahil edilmesiyle Keynesyen iktisat politikaları şekillenmeye başlamış, iktisat politikası uygulayıcıları politika uygulamalarında enflasyon ve işsizlik arasında seçim yapabilme olanağına kavuşmuşlardır. 223 KONUYLA İLGİ SORULAR 1) Aşağıdakilerden hangisi Yeni Keynesyenlerin varsayımlarındandır? a) Uyarlayıcı bekleyişler b) Piyasaların sürekli temizlenmesi c) Ücret katılıkları d) Mal piyasasında eksik rekabet e) İşçi yanılma modeli 2) Aşağıdakilerden hangisi Klasik ve Keynesyen Sistemin farkları için aşağıdakilerden hangisi söylenemez? a) Klasiklerde faiz ve yatırım ve tasarruf tarafından belirlenmekte iken Keyneste faiz parasal bir olgudur. b) Klasiklerde para talebi istikrarlı bir büyüklük iken Keyneste değildir. c) Klasikler uyarlayıcı bekleyişler varsayımını Keynes ise rasyonel bekleyişler varsayımı benimsenir. d) Klasik Sistemde tüketim faizin Keyneste ise gelirin fonksiyonudur. e) Hiçbiri 3) Aşağıdakilerden hangisi Keynesyen Sistemde üretimin temel belirleyicisidir? a) Efektif Talep b) Toplam Arz c) Spekülasyon Motifi nal Etkinliği e) Sermayenin Arz Fiyatı 224 d) Sermayenin Marji- 4) Keynesyen iktisatçılar’da Pigou etkisi (reel servet,reel balans etkisi) hesaba katıldığında yatırımın faize duyarlılığının sıfır olduğu ve likidite tuzağı durumlarında toplam talep eğrisinin nasıl olur? A.Sonsuz B.Dik C.Esnek D.Negatif eğimli E.Pozitif eğimli Cevap Anahtarı:1 C-2 C-3-A 4-D Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 225 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 226 Makro İktisat 12.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 12.KISIM 1)MONETARİST SİSTEM…………………………………………………………226 1.1) DOĞAL İŞSİZLİK ORANI………………………………………………....227 1.2) YENİ MİKTAR KURAMI…………………………………………………..228 1.2.1) YENİ MİKTAR KURAMININ İŞLEYİŞİ ve KURAMIN TEMEL İŞLEYİŞİ…………………………………………………………………………………...231 1.2.2) MONETARİST VE KEYNEZYEN BAKIŞ AÇILARIYLA ISLM…………………………………………………………………………………….…...234 1.3) UYARLANMIŞ BEKLENTİLER………………………………..………….235 1.4) İŞÇİ YANILMA MODELİ……………………………………………………237 1.4.1) KISA VE UZUN DÖNEM ARZ EĞRİLERİ ve GENİŞLETİCİ POLİTİKANIN SONUÇLARI………………..…………………………………………242 1.5) UZUN ve KISA DÖNEM PHILLIPS EĞRİSİ……………………………....245 2)MONETARİSTLER ve ARZ YANLI POLİTİKALAR………………………......252 256 ÖZET: Keynesyen sistemin elde ettiği işleyiş yasalarından büyük ölçüde farklılıklar içeren Monetarist modellerin iktisat politikası sonuçları da önemli farklılıklar içermektedir. Makro iktisat modelleri açısından Monetarizm’in kurucusu Friedman’ın en önemli katkılarından birisi makro iktisat konularını dinamik bir model çerçevesinde ele alması olmuştur. Bu doğrultuda uygulanacak bir iktisat politikasının etkilerinin bir süreç çerçevesinde irdelenmesi mümkün hale gelmiştir. 1) MONETARİST SİSTEM Monetarist (Paracı) İktisat Teorisi, 1955 ve 1965 yılları arasında Milton Friedman tarafından kurulmuştur. Ortadoks Paracı İktisat okulunun gelişimine katkıda bulunan çok sayıda kişi olmasına karşın önde gelenler, Karl Brunner, Alan Meltzer, Harry Johnson, Michael Parkin ve David Laidler olarak kabul edilebilir. Friedman’ın kurucusu olduğu Monetarizm iktisat literatürüne yeni kavramlar getirmiştir. Bunlar; 1) Doğal İşsizlik Oranı 2) Modern (Yeni) Miktar Kuramı 3) Uyarlanmış Beklentiler 4) İşçi Yanılma Modeli 5) Uzun ve Kısa Dönem Phillips Eğrisi 6) Ödemeler Dengesine Paracı Yaklaşım 257 1.1) DOĞAL İŞSİZLİK ORANI Bu kavram ile ifade edilen, herhangi bir andaki fiyatlar genel seviyesinin değişmesi yönünde baskısı yaratmayan işsizlik düzeyidir. Aslında, Milton Friedman ve Edmund Phelps tarafından geliştirilen doğal işsizlik oranı “gönüllü işsizlik oranı” ile aynı anlamda bir ifade olarak kabul edilebilir. Bu kavram ile ekonomide gözlemlenen işsizliğin bir kısmının geçici işsizlik (frictional unemployment), bir kısmının da yapısal işsizlikten (structural unemployment) kaynaklandığı kastedilmektedir. ᴨ= (u-uN) şeklinde ifade edilen Phillips Eğrisi denkleminde (uN) terimi, doğal işsizlik düzeyini ifade etmektedir. Bu denklemden de anlaşılacağı gibi işsizlik (u) doğal işsizlik düzeyindeki kadar olursa enflasyon artmayacaktır (ᴨ=0). Yukarıda ifade edilen Phillips Eğrisi denkleminin ifade ettiği durum 1970’lerde yaşanan petrol krizine kadar geçerli olan bir durumu ifade etmektedir. Oysa bu dönemde yaşanan kronik enflasyondan sonra ekonomide sürekli bir enflasyon beklentisinin pozitif olması durumu söz konusudur. Daha sonra ele alınacak olan bu durumda, Monetaristler Phillips Eğrisine beklenen enflasyon oranını da ilave etmişlerdir ᴨ= ᴨe+ (u-uN). Dolayısıyla bu durumda işsizliğin doğal işsizlik oranı kadar olması cari dönemde beklenen enflasyon kadar bir enflasyon olmasını gerektirmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir diğer durum vardır. İşsizlik doğal işsizlik haddine eşit olduğunda enflasyon artmamaktadır. Çünkü Monetaristler’e göre beklenen enflasyon bir önceki dönemin enflasyonuna eşit olacaktır. Özellikle 1960’ların ikinci yarısından sonra Monetarist modele dahil edilen Beklentilerle Genişletilmiş Phillips Eğrisinden sonra doğal işsizlik oranı yerine Enflasyonu Arttırmayan İşsizlik Oranı (Non-Accelerating Inflation Rate of Unemployment-NAIRU) kullanılmaya başlanmıştır. 258 1.2) YENİ MİKTAR KURAMI Milton Friedman, Klasiklerin miktar kuramında bazı değişiklikler yaparak, bu kuramı farklı bir şekilde ifade etmiştir. Öncelikle Friedman parayı diğer mallar gibi ele alarak bir para talebi teorisi oluşturmaktadır. Herhangi bir malın talebini belirleyen gelir, para talebi için de geçerlidir. Para öylesine diğer mallardan ayrılmamaktadır ki, diğer malların talep fonksiyonları içerisinde yer alan zevk ve tercihler gibi faktörler para talebi için de geçerlidir. Para talebini belirleyen diğer faktörler, servet ve paraya kıyasla diğer finansal ve reel aktiflerin getirileri tarafından belirlenmektedir. Bu durumda nominal para talebi; Md= f(P,W,im,ib,ie,ᴨe,u) Yukarıdaki fonksiyonel ilişkide; Md= Nominal para talebi P=Fiyatlar genel seviyesi W=Servet im=Paranın getirisi ib=Tahvilin getirisi ie=Hisse senedinin getirisi u= Zevk ve tercihler Bu durumda reel para talebi; 259 Md/P= f(W,im,ib,ie,ᴨe,u) Yukarıdaki eşitlikte W, serveti ifade etmektedir. Servetin ölçülen bir büyüklük olan ifadesi edilmesi ise neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle kişilerin sahip oldukları beşeri ve beşeri olmayan servet ile her yıl sürekli olarak beklenen ortalama geliri ifade eden “sürekli gelir”(Yp) servetin bir göstergesi olarak kabul edilmekte ve sürekli gelir arttıkça para talebinin arttığı kabul edilmektedir. Bu durumda yukarıdaki ilişki şu şekilde ifade edilebilir; Md/P= f(Yp,im,ib,ie,ᴨe,u) Denklemdeki diğer değişkenlere geçmeden önce, “paranın beklenen getirisi”nden bahsetmek faydalı olacaktır. “Paranın beklenen getirisi” veya “paranın faydası” ile ifade edilen, paranın likiditesidir. En likit finansal varlık olarak para gerek kişiler gerekse de firmalara bazı imkanlar sunmaktadır. Bu kişiler için beklenmedik, öngörülmeyen acil durumların daha kolay aşılması imkanını sağlarken firmalar için aniden ortaya çıkan kar fırsatlarının aşılmasını olanaklı kılmaktadır. Yukarıdaki eşitlikteki diğer değişkenler ise tahvil ve hisse senedinin (ib,ie) getirisi de para talebini belirleyen unsurlardandır. Nitekim bu finansal aktiflerin getirilerinin artması para talebinin azalmasına yol açacaktır. Yeni Miktar Kuramı’nın en önemli farklılıklarından birisi de beklenen enflasyon haddinin (ᴨe) para talebi denklemine dahil edilmesidir. Bu büyüklükte ile para talebi arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Bir diğer ifade ile beklenen enflasyon oranı arttıkça para talebi azalmaktadır. Bu eşitliği Klasik Para Talebi eşitliği ile karşılaştırabilmek için P ve Y dışındaki faktörleri “k” terimi ile gösterecek olursak; Md=kPy k= f(im, ib, + ie, - 260 ᴨe , u) - Öncelikle hatırlanacağı üzere, “k” katsayısı Klasik Miktar Kuramı’nda sabit bir katsayı idi. Yeni Miktar Kuramında ise, yukarıdaki büyüklüklere bağlı istikrarlı bir büyüklüktür. Burada istikrar ile kastedilen bu katsayının kendi kendine belirsiz biçimde değişmemesidir. Nitekim yukarıda da belirtildiği gibi, tahvilin getirisi (faiz) ve beklenen enflasyon oranı düştüğünde para talebi artmaktadır. Bu durumda para talebi k,P ve y artınca artacaktır. Yukarıdaki eşitlik k=1/V olmasından hareketle aşağıdaki biçimde de ifade edilebilinir; Md1/k=Py MdV=Py Md= Ms MsV=Py Para talebinin paranın dolanım hızıyla ifade edilmesi durumunda da (k=1/V) olduğundan “k”yı belirleyen faktörler “V” yi ters yönde etkileyecektir. V= f(im, ib, + ie, + ᴨe , u) + Yukarıdaki eşitlikte görüleceği gibi, tahvilin getirisi (faiz) azaldığında “k” artarken, “V” azalmaktadır. “V” terimi de belirli sayıda değişkenin istikrarlı bir fonksiyonudur. Keynes’de istikrarsız bir büyüklük olan ve para arzındaki değişmelerden ters yönde etkilenen “V” teriminin Yeni Miktar Kuramındaki rolü Keynes’in yorumundan taban tabana zıttır ve aktarım mekanizmasının işleyişinde büyük önemi vardır. 1.2.1) YENİ MİKTAR KURAMI ve KURAMIN TEMEL İŞLEYİŞİ Yeni Miktar Kuramında, kişinin fayda maksimizasyonu yaptığı varsayılarak, paranın finansal ve reel aktiflerin marjinal getirilerinin eşit olmaması durumunda kişilerin eşitlik sağlanana kadar servetin para ve farklı aktifler arasında paylaştıracağı kabul edilir. Buna portfolyo ayarlama süreci denilmektedir. 261 Bu durumda ekonomideki para arzının artması durumunda bireylerin ellerindeki para miktarı artınca (para talebinin) paranın marjinal getirisi azalacaktır. Portfolyo ayarlama sürecine girişecek olan kişiler ellerine geçen fazla para (para balansı fazlalığı) ile hisse senedi ve tahvil gibi finansal aktiflere ve ev, araba gibi reel aktiflere yöneleceklerdir. (Hatırlanacağı gibi, daha önceki analizlerde para arzında bir artış olduğunda çeşitli aktarım mekanizmalarıyla para talebi de artmakta ve para arz ve talebi arasında denge yeniden kurulmaktaydı. Oysa burada para arzı artarken, para talebi azaldı. Dolayısıyla bu dengenin yeniden sağlanmasını sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyaç vardır). Para arzındaki fazlalık hem finansal hem de reel aktiflere yönelince bir taraftan finansal aktiflerin fiyatları artıp, faiz oranları düşerken, diğer taraftan reel malların da fiyatları artmaya başlamaktadır. Fiyatlardaki bu artış ise mal ve hizmet üretiminin artmasını teşvik edebilecektir. Kısa dönemde gerçekleşecek bu üretim artışı daha yüksek bir milli gelir seviyesinde para arzı ve para talebinin eşitlenmesini sağlayacaktır. Bu durum aşağıdaki şekilde gösterilmiştir; ŞEKİL 69 İ Ms1 Ms2 i Ms1 (A) Ms2 (B) i1 i1 i2 i2 0 Md1(P1,Y1) Ms,Md 262 0 Md2(P2,Y2) Ms,Md Yukarıdaki şekillerden (A) Keynesyen durumu göstermektedir. Para arzının artması finansal aktiflerden tahvil alımında kullanılacağı ve bu nedenle tahvil fiyatları yükselerek faiz düşmektedir. Sistemde para sadece finansal aktiflerin ikamesi olduğundan faize duyarlılığı da fazladır. Monetaristlerde ise, para sadece finansal aktiflerin değil tüm aktiflerin ikamesi olduğundan para arz ve talebi sadece faizdeki değişimle kurulamayacaktır. Nitekim şekilde de görüldüğü gibi, artan tüketim harcamaları fiyatları arttırmış ve geliri uyarmıştır. Diğer taraftan faizlerde de bir miktar azalma söz konusudur. Ancak Friedman’ın ilk çalışmalarında para talebinin faize duyarlılığının hesaba katmaya değer bir özellikte dahi olmadığını belirtmektedir. Sonuç olarak para arz ve talep dengesi daha yüksek bir nominal gelir seviyesinde kurulmaktadır. Aktarım mekanizması ele alınırken paranın dolanım hızı ile para arzının nominal milli gelirle olan ilişkisine özel bir vurgu yapmak gerekmektedir. Çünkü Ms.V ekonomideki toplam harcamaları ifade etmektedir. Monetarist sistemde para arzında bir artış durumunda, paranın dolanım hızı da (V) aynı yönde değişmektedir. Bir diğer ifade ile, genişleme dönemlerinde (V) artarken, gerileme dönemlerinde (V) azalmaktadır. Bu nedenle, para arzındaki bir artış kısa dönemde (V)deki artış nedeniyle daha yüksek oranda toplam harcamaları arttırmaktadır. Toplam harcamalardaki değişmeler de nominal geliri (Py) belirlemektedir. Kısa dönemde nominal gelir büyüklüklerinden P ve y’nin her ikisi de artabilir. Ancak uzun dönemde yalnız fiyatlar değişmektedir (P). Bu durumda para kısa dönemde nötr değildir; yani, reel değişkenleri etkilemektedir. Buna karşılık uzun dönemde nötr’dür. Sonuç olarak Yeni Miktar Kuramı’nın özellikleri şöyle özetlenebilir; 1.Nominal milli gelirdeki değişmeleri açıklayan ana unsur para arzındaki değişmelerdir. 2.Ekonomideki istikrarsızlığın kaynağı merkez bankasının para arzı ile oynamasıdır. 263 3.Para arzındaki değişmeler ile nominal milli gelirdeki değişmeler arasındaki zaman gecikmesi uzun ve değişkendir. Bu nedenle ekonomiyi düzenleyecek bir müdahaleci para politikası ekonomide istikrar bozucu bir etki yaratabilir. 4.Uzun dönem fiyat istikrarını sağlamak için, para arzı iktisadi büyüme hızı oranında arttırılmalıdır. Örneğin iktisadi büyüme oranı %4 ise, para arzı artış oranı da %4 olmalıdır. Buna, sabit parasal genişleme oranı kuralı denir. 1.2.2) MONETARİST VE KEYNESYEN BAKIŞ AÇILARIYLA IS-LM Öncelikle her iki okulu IS-LM analizi doğrultusunda ele almanın sadece pratik bir faydası söz konusudur. Bu da farklı eğimlere sahip olunduğunu göstermekten ibarettir. Çünkü Monetarist ve Keynesyen analiz, farklı modellerle ele alınmaktadır. Keynesyen IS-LM modeli, para arzındaki değişmelerin etkilerini incelerken, para arzının bir kez (sürekli değil) arttığını varsayar ve bunun yarattığı etkileri statik bir yapı içerisinde gösterir. Monetarizm’in kurucusu Friedman ise konuyu, dinamik bir model çerçevesinde ele almaktadır. Friedman modelinde, para arzının, belli bir hızda sürekli arttığı denge sürecinden, para arzı artış hızının yükseldiği yeni denge sürecini ve yeni denge sürecinin etkilerini inceler. Her şeye rağmen uygulanacak politikanın etkinliğinin görülmesi açısından Monetarist görüşleri IS-LM analizi ile göstermek faydalı olacaktır. 264 ŞEKİL 70 i LM i2 i1 IS2 IS1 0 Y1 Y2 Y Şekilde Monetarist görüşler IS-LM analizine uyarlanarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla para talebinin faize duyarlılığı düşük olduğundan LM daha dik bir şekilde gösterilmektedir. Buna karşılık yatırımların faize duyarlılığı yüksek olduğu için IS eğrisi oldukça yatık bir biçimdedir. Yukarıdaki şekilde genişletici maliye politikasının etkileri de ele alınmıştır. Görülmektedir ki, Monetarist görüşler doğrultusunda oluşturulan maliye politikasında hasıla üzerindeki etki oldukça sınırlı olmaktadır. Bir diğer ifadeyle kamu harcamalarının dışlama etkisi çok fazla olmaktadır. 1.3) UYARLANMIŞ BEKLENTİLER Ortodoks Keynes sonrası iktisat teorisinde beklentilerin iktisat modellerinin içine dahil edilmesi çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak enflasyon beklentisinin modelin işleyişi açısından bir sonuç verebilmesi için birtakım varsayımlara ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, beklenen enflasyonun ne olduğu konusunda bir fikre sahip olunması mümkün değildir. Monetarist modelde, beklenen enflasyon aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir; Et(Pt+1)=Et-1(Pt)+β[Pt-Et-1(Pt)] 265 Yukarıdaki denklemdeki terimler aşağıdaki şekilde ifade edilebilinir: Et: (t+1) dönemindeki fiyat düzeyi (Pt+1) ile ilgili olarak (t) dönemindeki beklentileri ifade etmektedir. Et-1: Cari dönemdeki fiyat düzeyi (Pt) ile ilgili olarak önceki dönem beklentileri ifade etmektedir. β[Pt-Et-1(Pt)]: Cari dönem fiyat düzeyi ve cari dönem beklenen fiyat düzeyi arasındaki farkın belirli bir kısmını göstermektedir. Bu durum aslında kişilerin fiyat düzeyinin tahmini konusunda hata yaptıklarının da ifadesi olarak kabul edilebilinir. Monetarist yaklaşımda, (β) katsayısı bire eşit (β=1) kabul edilmektedir. Böylece aşağıdaki denkleme ulaşılırken, kişilerin fiyat düzeyleri ile ilgili yaptıkları hataların sistematik hatalar olmadığının da ifadesi olacaktır. Et(Pt+1)=Pt Bu eşitlik şu şekilde de ifade edilebilinir; Pe=Pt-1 Yukarıdaki eşitliklerin gösterdiği durum (t+1) dönemindeki fiyat düzeylerinin (t) dönemindeki veya (t) dönemindeki fiyatların (t-1) dönemindeki fiyatlara eşit olduğunu göstermektedir. 1.4) İŞÇİ YANILMA MODELİ Monetarist modelin toplam arz ve talep eğrileri ile gösterilmesinde sıklıkla kullanılan modellerden birisi işçi yanılma modelidir. Bu model ile Monetaristlerin emek piyasası ile ilgili varsayımlarının ortaya konması olanaklı hale gelirken kısa ve uzun dönem arz eğrilerine ulaşılabilmektedir. 266 İşçi yanılma modeli fiyatlar genel seviyesi hakkında firmaların işçilere göre daha doğru tahminlerde bulunduklarını varsaymaktadır. Bir diğer ifade ile firmalar üretim sürecinde diğer girdi fiyatlarını ve kendi mallarına benzer veya yakın ikame malların fiyatlarını doğru ve net olarak bilmektedirler. İşçiler ise emek arz ederlerken fiyat düzeyinin ne olduğunu tam olarak bilemezler. Bu durumda emek arz eden işçilerin ve emek talep eden firmaların emek arz ve talep fonksiyonları aşağıdaki gibi olacaktır. LDt=f(Wt/Pt) LSt=f(Wt/Pte) Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, emek talebi reel ücretlerin fonksiyonu iken emek arzı beklenen reel ücretlerin bir fonksiyonudur. Yukarıdaki eşitliği uyarlayıcı bekleyişler modeli çerçevesinde değerlendirecek olursak (Pte =Pt-1); LDt=f(Wt/Pt) LSt=f(Wt/Pt-1) Dolayısıyla (t) dönemindeki firmaların emek talebini reel ücret belirlerken, işçilerin emek arzı ise bu dönemin nominal ücretleri ve geçen dönemin fiyatlar genel düzeyi tarafından belirlenmektedir. Bu durumu ekonomideki fiyat düzeyinin ve nominal ücretlerin arttığı fakat fiyatlardaki artışın nominal ücretlerden daha fazla artması varsayımıyla aşağıdaki şekilde gösterebiliriz (ΔP˃ ΔW). 267 ŞEKİL 71 W/P LD1 LD2 W1/P0 W0/P0 C A W1/P1 B Ls 0 L1 L2 L Şekilde görüldüğü gibi emek piyasası başlangıçta (A) noktasında dengededir. Bu denge noktasında fiyatlar genel düzeyi (P0) iken nominal ücret düzeyi ise (W0) seviyesindedir. Böyle bir durumdaki ekonomide fiyatlar genel düzeyinin yükseldiğini ve artan ürün fiyatları karşılığında nominal ücretlerin fiyatlardaki artıştan daha az miktarda arttığını varsayalım (ΔP˃ ΔW). Bu durumda fiyatlardaki artış nominal ücretlerdekinden fazla olduğundan reel ücretler düşecektir. Firmalar fiyat artışlarını doğru olarak tahmin ettiklerinden emek talebi reel ücretlerin düşmesiyle daha fazla emek talep edeceklerdir. İşçiler ise, parasal ücretlerdeki artışı reel ücret artışı olarak algılayacaklarından emek arzını arttıracaklardır. Ortaya çıkan yeni durumda işçiler fiyatlar genel seviyesiyle yanlış öngörüde bulunmuş ve emek arzını arttırmışlardır. Bu yanılgı ile reel ücretlerin arttığını düşünmeleri, şekilde (C) noktası ile ifade edilmiştir. Oysa gelinen nokta (B) noktasıdır ve bu noktada reel ücretler düşmüştür. Yukarıda elde edilen sonuçlara bu yanılgının ne kadar süreceğini belirleyebileceğimiz uyarlayıcı bekleyişleri ilave ederek (Pe=Pt-1) kısa dönem arz eğrisine ulaşabiliriz. 268 ŞEKİL 72 Y (B) y Y1 Y1 Y0 (C) Y0 450 0 W/P L0 L1 0 Y0 SRAS(Pe=P0) (D) P1 Ls1 W1/P1 Y (A) Ls0 W0/P0 Y1 A B A P0 B Ld 0 L0 L1 L 0 269 Y0 Y1 Y Yukarıdaki şeklin (A) panelinde emek piyasasında emek arz ve talebinin oluşturduğu denge reel ücret seviyesindeki istihdam düzeyi gösterilmiştir. Bu şekilde oluşmuş istihdam düzeyinin meydana getirebileceği hasıla düzeyi azalan verimler kanununa göre Y0 düzeyinde bir hasılaya sebep olacaktır (B paneli). Şeklin (C) panelinde 450’lik doğru ile ifade edilen bir ayna fonksiyon görevini görmektedir. (D) paneline geçişi sağlayan bu ayna fonksiyonda hasıla düzeyinin Y0 olduğu görülmektedir. Kısa dönem arz eğrisini gösteren (D) panelinde ise, P0 fiyat düzeyindeki hasıla miktarının Y0 olduğu görülmektedir. Bu iki denge noktasının kesişim noktası (A) olarak belirtilmiştir. Şekilde fiyat değişimlerinin hasıla üzerindeki etkilerinin izlenebilmesi ve bu yolla kısa dönem arz eğrisinin oluşturulabilmesi için fiyatların ve nominal ücretlerin arttığı varsayılmıştır (ΔP˃ ΔW). Böyle bir durumda daha önce ifade edildiği gibi, reel ücretler düşecek ve istihdam düzeyi artacaktır (A paneli). Artan istihdamın yol açtığı hasıla düzeyinin (B paneli) ayna fonksiyon aracılığıyla, kısa dönem arz eğrisi şekline taşınması durumunda (D paneli) bir diğer kesişim noktası elde edilmiş olunmaktadır. Yeni denge noktasında (B noktası) fiyat düzeyi (P1) ve hasıla düzeyi (Y1) dir. Böylece işçi yanılma modeli çerçevesinde elde edilecek noktaların geometrik noktalarının birleştirilmesiyle kısa dönem arz eğrisine ulaşmış olmaktayız (SRAS). Kısa dönem arz eğrisi ile beklenen fiyat seviyesinin P0 olduğu durumda fiyatlar arttıkça hasılanın da arttığını göstermektedir (Pe=P0). Ekonominin başlangıçta doğal işsizliğe karşılık gelen doğal hasıla noktasında dengede olduğu varsayımı altında bu durum matematiksel olarak şöyle ifade edilebilinir: Y=YN+α(P-Pe) 270 Denklemle, ifade edilmek istenen beklenen enflasyon haddinin gerçekleşen enflasyona eşit olması durumunda doğal hasıla düzeyinin gerçekleşen hasılaya eşit olacağıdır, Pe=P ise Y=YN Bu durumun ifade edilmesi kısa dönem arz eğrisinin ne yönde ve nasıl hareket edeceğinin belirlenmesi ve uzun dönem arz eğrisinin oluşturulması açısından çok belirleyicidir. Çünkü artık her bir fiyat seviyesinden geçecek kısa dönem arz eğrisinin eğimi bilinmektedir. Ayrıca her bir fiyat seviyesinde beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyonun eşitliğini sağlayan noktalar, aynı zamanda doğal hasıla noktalarını da ifade etmektedir. ŞEKİL 73 P LRAS SRAS1(Pe=P1) SRAS0(Pe=P0) P1 P0 0 YN Y Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı gibi, her bir fiyat seviyesinde beklenen enflasyon haddini gerçekleşen fiyat seviyesine eşitleyen noktalar aynı zamanda da hasılayı doğal hasıla seviyesine eşitlemektedir. İşte bu noktaların oluşturduğu noktaların geometrik ifadesi uzun dönem arz eğrisi olarak ifade edilmektedir (LRAS). Şekilden elde edebileceğimiz bir diğer sonuç ise, kısa dönem arz eğrisinin konumunu yalnız beklenen fiyat seviyesinin belirleyeceğidir (Pe). Her bir fiyat seviyesinden geçecek bir kısa dönem arz eğrisi oluşturabileceğimizden fiyat düzeyi yükseldikçe kısa dönem arz eğrisi 271 sola doğru kayacaktır. Nitekim bu koşullarda başlangıçta oluşturduğumuz matematiksel eşitlik de bu durumu desteklemektedir. Y=YN+α(P-Pe) şeklinde ifade ettiğimiz ilişki ile yukarıda ifade edilen durum karşılaştırıldığında bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Gerek P0 gerekse de P1 fiyat seviyelerinde beklenen ve gerçekleşen fiyatlar birbirine eşit olduğundan, hasıla da doğal hasılaya eşit olmuştur. 1.4.1) KISA VE UZUN DÖNEM ARZ EĞRİLERİ VE GENİŞLETİCİ POLİTİKANIN SONUÇLARI Yukarıda elde edilen bilgilere uyarlayıcı bekleyişler varsayımı sonucu elde ettiğimiz durumun (Pe=Pt-1) uygulanmasıyla bir iktisat politikasının ekonomi üzerinde nasıl etkiler yaptığını görebiliriz. Aşağıdaki şekilde genişletici bir para politikanın etkileri ele alınmaktadır. ŞEKİL 74 SRASz(Pe=PZ) P SRAS2(Pe=P1) LRAS SRAS0,1(Pe=P0) z PZ c P2 P1 P0 b a AD1 AD0 0 YN Y2 Y1 Y 272 Şekilde başlangıçtaki denge noktasındaki (a) durum şunu ifade etmektedir. Bu nokta beklenen enflasyon haddinin P0 olduğu durumu ifade eden kısa dönem arz eğrisinin geçtiği noktadır(Pe=P0). Ayrıca bu nokta ile ifade edilen durum sadece bu noktada beklenen ve gerçekleşen enflasyon haddi (Pe=P0) birbirine eşit ve dolayısıyla da hasıla doğal hasılaya eşittir. Böyle bir noktada (a) dengede olan ekonomide genişletici para politikanın uygulanması sonucunda toplam talep eğrisi (AD0) konumundan (AD1) konumuna geçecektir. AD1 konumuna geçilmesiyle ortaya çıkan yeni durumda fiyatlar genel seviyesi ve hasıla düzeyi artmıştır (P1 ve Y1). Oysa uyarlayıcı bekleyişler varsayımı gereği kısa dönem arz eğrisinin kaymasına yol açabilecek olan beklenen fiyat seviyesi hala P0 düzeyindedir (Pet=Pt-1 ). Bir diğer ifadeyle birinci dönemde (t=1), beklenen enflasyon bir önceki dönemin enflasyonuna eşittir (Pe1=P1-1 olduğundan Pe1=P0 olacaktır). Bu doğrultuda birinci dönemde kısa dönem arz eğrisinin konumu değişmemiştir (SRAS0,1). İkinci dönemde bu durum değişecektir. Yine uyarlayıcı bekleyişler varsayımı gereği fiyatlar genel düzeyi ile ilgili beklentiler bir önceki dönem gerçekleşen fiyatlar seviyesine eşit olacağından artık beklenen enflasyon haddi bir önceki dönemin gerçekleşen fiyat düzeyi olan P1 olarak gerçekleşmiştir (Pe2=P2-1 olduğundan Pe2=P1 olacaktır). Devam eden dönemlerde de bir taraftan hasıla düşerken diğer taraftan fiyatlar genel seviyesi artmaktadır. Nitekim (c) noktasının ifade ettiği durum bunu göstermektedir. Sonuç olarak bu durum (z) noktasına kadar devam edecek ve ekonomi bu nokta aynı zamanda kısa dönem ve uzun dönem arz eğrileri ile toplam talep eğrilerinin kesiştikleri noktayı da ifade etmektedir. 273 Yukarıdaki şekilde ortaya çıkan sonuçlardan birisi de bir taraftan fiyatlar genel seviyesi yükselirken diğer taraftan hasılanın düşmesidir (Y2-Y1). Bu durum stagflasyon olgusunu ifade etmektedir. Bir diğer ifadeyle, fiyatlar genel seviyesi yükselirken hasılanın düşmesi veya değişmemesi durumunu ifade eden stagflasyon olgusu uygulanan genişletici para politikasının sonuçlarından birisidir. Yukarıdaki ilişki dinamik bir analiz doğrultusunda ele alınmış olsa idi, ekonominin yeni denge merkezine (z noktası) intibak edene kadar enflasyonun, başlangıçta arttırılan para arzından daha fazla artarak yeni denge noktasına fiyatların düşmesiyle ulaşılabileceği görülebilecekti. Bir diğer ifadeyle fiyatların yeni denge noktası olan Pz noktasının üzerine çıkıp sonra yeniden düşerek gelmesi durumu söz konusu olacaktır. Bu durum enflasyonun sınır aşımı (overshooting of inflation rate) olarak ifade edilmektedir. (Bu çalışmada dinamik süreçler ele alınmayacaktır). Parasal genişlemenin enflasyon ve hasıla üzerindeki etkileri ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir diğer konu ise Fisher etkisi olarak ifade edilen durumdur. Fisher etkisi, uzun dönemde nominal faizlerin de enflasyon oranı kadar artacağını ifade etmektedir. Bu sonuca şöyle ulaşılabilmektedir; Bir ekonomide reel faiz haddi (r), nominal faiz haddi ile beklenen enflasyon haddi (ᴨe) arasındaki farka eşittir; r= i- ᴨe Yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi uzun dönemde beklenen fiyatlar düzeyinin gerçekleşen fiyatlara eşit olması durumu söz konusudur (ᴨe =ᴨ). Bu durumda; r= i- ᴨ Eşitlikte yer alan reel faiz düzeyini (r), ekonominin doğal hasıla düzeyinde olmasını sağlayan reel faiz düzeyi (rN) ile gösterilmesi, parasal bir genişleme sonrası ekonominin doğal 274 hasıla düzeyinde durağan denge durumuna geri dönmesi, reel faiz haddinin rN düzeyine geri dönmesi anlamına gelecektir. Bu durumda eşitlik aşağıdaki şekli alacaktır: rN =i- ᴨ , i=rN+ ᴨ Uzun dönemde enflasyon haddi nominal para arzı büyüme haddine (m) eşit olacağından (ᴨ=m); i=rN+ m Yukarıdaki denklemin ifade ettiği durum, reel faiz haddinin doğal hasıla düzeyinde sabit olduğu uzun dönemdei (i) nominal faiz haddi (m) nominal para arzı büyüme haddiyle ve enflasyon haddiyle aynı ölçüde değişecektir. 1.5) UZUN ve KISA DÖNEM PHILLIPS EĞRİSİ Daha önceki Phillips eğrisi analizinde kurulan modelde fiyat beklentileri modelin içerisinde yer almamakta idi. Oysa Monetaristler için Phillips eğrisinin ne anlam taşıdığını ve nasıl çalıştığının açıklanması için beklentilerin modelin içerisine alınması gerekmektedir. Zira, bu modellerde emek arzı reel ücretin bir fonksiyonu olmakla birlikte, işçilerin gerçekleşen fiyatlar konusunda tam bir bilgiye sahip olmadıkları ve beklenen fiyatlar üzerinden emek arz ettikleri kabul edilmiştir. Dolayısıyla daha önce matematiksel yapısı ᴨ=- (u-uN) şeklinde ifade edilen Phillips eğrisine beklenen enflasyon haddinin de (ᴨe) ilave edilmesi gerekmektedir; ᴨ= ᴨe- (u-uN) Bu şekilde ifade edilen Phillips Eğrisine, beklentilerle genişletilmiş Phillips Eğrisi (expectations augmented Phillips Curve) denilmektedir. Aşağıdaki şekilde beklentilerle genişletilmiş Phillips Eğrisine dayanılarak oluşturulmuş kısa ve uzun dönem Phillips Eğrileri gösterilmektedir. 275 ŞEKİL 75 ᴨ LRPC ᴨ2 C ᴨ1 B SRPC(ᴨe= ᴨ2) A 0 uN u SRPC(ᴨe=ᴨ1) SRPC(ᴨe=%0) Yukarıdaki şekilde ifade edilen durum, beklenen enflasyon haddinin gerçekleşen enflasyon haddine eşit olması durumunda işsizlik de doğal işsizlik düzeyine eşit olduğunun gösterilmesidir (ᴨe=ᴨ, u=uN). Bu ilişki Phillips eğrisine beklentilerin dahil edilmesiyle ortaya çıkan durumu ifade etmektedir. Nitekim [ᴨ= ᴨe- (u-uN)] şeklinde ifade edilen beklentilerle genişletilmiş Phillips eğrisinde, beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona eşit olduğunda işsizliğin de doğal işsizliğe eşit olduğunu göstermektedir. Şekilde ifade edilen A,B ve C noktaları bu eşitlik (ᴨe=ᴨ, u=uN) noktalarını göstermektedir. Uzun dönem Phillips Eğrisi (LRPC) ise, her bir enflasyon seviyesindeki eşitlik noktalarının geometrik ifadesidir. Bu doğrultuda daha sonraki uygulamalarda faydalı olacak bir diğer durumun da belirtilmesi gerekmektedir. Kısa dönem Phillips Eğrisi beklenen enflasyon düzeyi yükseldikçe sola doğru kaymaktadır ve her bir enflasyon düzeyinden geçecek bir kısa dönem Phillips Eğrisi olmak zorundadır. Zira her bir enflasyon seviyesi aynı zamanda beklenen enflasyon 276 olabilecek niteliktedir ve beklenen enflasyon seviyesinin değişmesiyle kısa dönem Phillips eğrisinin konumu değişmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda genişletici bir politikanın enflasyon ve işsizlik üzerindeki etkileri aşağıdaki şekilde olacaktır. ŞEKİL 76 ᴨ ᴨ1 LRPC B C A 0 u1 uN u SRPC2(ᴨe=ᴨ1) SRPC0,1(ᴨe=%0) Yukarıdaki şekilde ekonomi başlangıçta (A) noktasındadır. Bu noktada enflasyon beklentisi %0dır (ᴨe=%0) ve işsizlik doğal işsizlik düzeyindedir (u=uN). Bu durumda kısa dönem Phillips eğrisi beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona eşit olduğu noktada işsizliğin de doğal işsizlik düzeyinde olduğu noktadan geçecek bir eğri şeklinde olacaktır. Bu ekonomide genişletici bir politikanın uygulanması durumunda başlangıçta hasıla artacağından işsizlik de doğal işsizlik haddinin altına inecektir (u1). Ancak uyarlayıcı bekleyişler varsayımı gereği beklenen enflasyon bir önceki dönemin gerçekleşen enflasyonuna eşit olacağından (ᴨe=ᴨt-1) kısa dönem Phillips Eğrisinin konumunun değişmesi söz konusu değildir. Nitekim kısa dönem Phillips Eğrisinin konumu ancak beklenen enflasyon 277 haddi değiştirdiğinde değişecektir. Bu durumda genişletici politikanın sonuçlarının ortaya çıktığı birinci dönemdeki sonuçlar şunlardır: 1) İşsizlik doğal işsizlik seviyesinin altındadır (uN˃u1). 2) Enflasyon seviyesi yükselmiştir (ᴨ1˃ %0). 3) Beklenen enflasyon seviyesi değişmediğinden kısa dönem Phillips Eğrisinin konumu değişmemiştir (SRPC0=SRPC1). Takip eden dönemde ise, kişilerin beklenen enflasyon seviyesi artık bir önceki dönemin enflasyon seviyesi olacaktır (ᴨ2e=ᴨ2-1, ᴨ2e=ᴨ1). Bu durumda beklenen durum kısa dönem Phillips Eğrisinin konumunun değişmesidir. Phillips eğrisinin yeni konumu ise, beklenen ve gerçekleşen enflasyon haddinin birbirine eşitlendiği ve işsizliğin doğal işsizliğe eşit olduğu noktadan geçecek bir Phillips eğrisi olacaktır. Şekilde (C) noktası ile ifade edilen bu nokta ekonominin yeni denge noktası olacaktır. Uygulanan genişletici politika sonrası ulaşılan bu yeni denge noktasında ise genişletici politika öncesine göre tek değişiklik enflasyon düzeyidir. Sonuç olarak uygulanan genişletici politikanın işsizlik üzerinde bir etkisi olmamış sadece enflasyonun artması yönünde bir etki yaratmıştır. İktisat politikası uygulamalarında sıkça görülen durumlardan birisi de, hükümetlerin belirli dönemlerde sürekli genişletici para politikaları uygulayarak işsizliği çok daha düşük seviyelerde tutmak yönündeki istekleridir. Böyle bir politikanın etkileri ise aşağıdaki şekilde ifade edileceği gibi hiperenflasyona gidebilecek bir sürece sebep olacaktır. 278 ŞEKİL 77 ᴨ LRPC ᴨ4 D ᴨ3 C ᴨ2 B ᴨ1 A SRPC(ᴨe= ᴨ3) 0 u1 uN u SRPC(ᴨe=ᴨ1) SRPC(ᴨe=ᴨ2) SRPC(ᴨe=ᴨ0) Yukarıdaki şekilde işsizlik devamlı doğal işsizlik haddinin altında (u1) bir noktada tutulmak için sürekli olarak genişletici para politikası uygulanması durumunun sonuçları ele alınmıştır. Bir diğer ifade ile kamu uyguladığı para arzını arttırma politikasıyla nominal ücret artışının üzerinde bir fiyat artışına sebep olmaktadır. İşçilerin fiyatlar konusunda tam bilgiye sahip olmamaları bunun reel ücret artışı olarak algılanmasına sebep olmakta ve böylece emek arzının artması yoluyla üretim artışı sağlamaktadırlar. Şekilde A,B,C,D ile gösterilen noktalar ekonominin geldiği değil, gelme eğiliminde olduğu noktaları ifade etmektedir. Zira bu noktalar, her bir genişletici para politikasını takip eden dönemde genişletici politikaların son bulması durumunda, ekonominin yöneleceği noktalardır. Örneğin, birinci dönemin sonunda para arzı bir kez daha arttırılmaz ise, işçiler daha önceki dönemde fiyatların ücretlerden daha hızlı arttığını anlayacak ve beklenen enflasyon oranları ile gerçekleşen enflasyon oranı eşitlenecektir. Dolayısıyla da işsizlik doğal işsizlik haddine eşit hale gelecektir. Oysa buradaki durumda sürekli genişleyen bir para arzı 279 vardır. İşçiler her bir yeni dönemde fiyatların arttığını fark etmelerine rağmen para arzının artması nedeniyle yeniden yanılabilecekleri bir sürecin içerisine girmektedirler. Böyle bir politika uygulamasının bazı sonuçları söz konusudur. Bunlardan birisi ekonominin sürekli olarak doğal işsizlik haddinin altında tutulmak istenmesi durumunda enflasyonun sürekli yükselmesi durumudur. Şekilde de, ᴨ 1, ᴨ 2, ᴨ 3, ᴨ 4 ile gösterilen enflasyon oranları böyle bir politikanın sonucunda ortaya çıkan ve hiperenflasyona giden bir süreci ifade etmektedir. Bu durum hızlandırıcı enflasyon hipotezi (accelerationist hypothesis) olarak ifade edilir. Ortaya çıkan bir diğer durum da sabit bir enflasyon hızının sağlanabilmesi için gerekli olan işsizlik oranının doğal işsizlik oranı olduğudur. Nitekim A,B,C,D noktalarında da enflasyon söz konusudur. Ancak bu noktalarda beklenen ve gerçekleşen enflasyon oranları eşit olduğundan enflasyonu arttırıcı bir dinamik mevcut değildir. Bu nedenle de ekonominin doğal işsizlik haddi, bu düzeyde bulunan bir ekonomide enflasyon oranının artmayacağını ifade eden NAIRU (nonaccelerating inflation rate of unemployment) ile isimlendirilir. Kuşkusuz bir diğer ve en önemli sonuç ise, enflasyonun sadece parasal bir olgu olmasıdır. Kaldı ki, buradan bir diğer sonuca da ulaşılması mümkündür. Eğer enflasyon parasal bir olgu ise, enflasyonu düşürmek de parasal bir olgu olmalıdır. Bir diğer ifadeyle, enflasyonu düşürmek için uygulanacak politikalar da bu kez daraltıcı para politikaları olmalıdır. Ancak bu kez de bir takım ters yönlü etkiler ortaya çıkacaktır. Bunların en önemlisi işsizliğin artması ve doğal işsizlik seviyesinin üzerinde bir işsizlik yaratılmasıdır. Ayrıca para arzının ne kadar azaltılacağına bağlı olarak gerek anti-enflasyon politikalarının süresi gerekse de katlanılacak işsizlik oranı değişecektir. Bir diğer ifadeyle para arzı artış hızı tedrici bir yaklaşımla zamana yayılarak mı yoksa ani bir şokla mı aşağıya 280 çekilecektir? Para arzının zamana yayılarak aşağıya çekilmesi ve bu yolla enflasyonun azaltılmasına tedrici/aşamalı yaklaşım denmektedir (gradualist policy). Bunun yanı sıra uygulanacak politikanın zamana yayarak değil de aniden ve bir defada uygulanmasına ise, şok politika veya soğuk hindi yaklaşımını ifade etmektedir. Parasal bir olgu olan enflasyonu düşürmenin toplum üzerindeki etkileri de önemli olmaktadır. Bir diğer ifadeyle enflasyonu düşürmenin bir maliyeti söz konusudur. Bu maliyet fedakarlık haddi ile ifade edilmekte (sacrifice ratio) ve aşağıdaki formülle hesaplanmaktadır; Fedakarlık Haddi=[(Y1-YN)/YN+(Y2-YN)/YN+(Y3-YN)/YN]/( ᴨ1-ᴨ3) Bu oran, hangi anti enflasyon politikası uygulanırsa uygulansın (şok veya tedrici) bir dönemde enflasyonu %1 indirmek için bu dönem içerisinde doğal hasılanın (%) kaçından yoksun kalınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Örneğin, hasıla doğal hasıladan sırasıyla %12,%10,%8,%5 daha düşük olarak gerçekleşmişse ve enflasyon %5 azalmışsa; Fedakarlık Haddi=(12+10+8+5)/5=7 Bu örnekteki fedakarlık oranın ifade ettiği duruma göre, ekonomi dört yıl süren anti enflasyon politikaları sonucunda her dönem (her yıl) doğal hasılasının %7’sini feda etmiştir. Friedman başta olmak üzere birçok Monetarist, tedrici politikaların uygulanması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu politikaların yanı sıra enflasyonun düşeceğine yönelik inancın yerleşmesi de bu konuda uygulanacak politikaların başarısını belirleyecektir. 2) MONETARİSTLER ve ARZ YANLI POLİTİKALAR Daha önce Monetaristlere göre, ekonomideki istikrarsızlığın sebebinin merkez bankasının para arzı ile oynaması olduğu ve uzun dönemde fiyat istikrarının sağlanabilmesi için para arzının iktisadi büyüme hızı oranında arttırılması gerektiği ifade edilmişti. Ancak devletin daha yüksek bir üretim ve istihdam düzeyine ulaşmak için bir niyeti varsa bunun yolu talep yönlü politikalar olmayacağı açıktır. Bunun yerine devletin (hükümetlerin) arz yönlü 281 politikaları tercih etmesi gerekmektedir. Bunlar kısaca emek ve mal piyasalarındaki etkinliğin arttırılmasıyla gerçekleştirilebilinir; 1) Özelleştirme ile mal piyasasındaki etkinlik arttırılabilinir. 2) Kurumsal yapıda düzenlemeler yapılabilinir. İşsizlik ve sosyal güvenlik ödemelerinde indirim yapmak bunlardan birisidir. 3) Vergi oranlarında da indirimler hem işvereni teşvik edecektir hem de bu indirim gelir vergisiyse işçiler de daha çok çalışmak isteyeceklerdir. 4) Devlet özel sektörün ihtiyacı olan alanlarda mesleki yeterliliğini arttırarak özel sektörü teşvik edebilir. 5) Sendikaların da işçiler üzerinde monopol gücü kırılmalıdır. Böylece emek piyasasındaki ücretler esnek hale getirilebilir ve çalışma şartları firmaların lehine değiştirilebilinir. 282 SONUÇ: Monetarist sistemin elde ettiği sonuçlara göre, ekonomilerde kısa dönem ve uzun dönem arz eğrileri söz konusudur. Bunlardan uzun dönem arz eğrisi ekonominin normal koşullarda bulunması gereken üretim düzeyini ve bu üretim düzeyine karşılık gelen işsizlik düzeyini göstermektedir. Uygulanacak para ve maliye politikaları beklentilere bağlı olarak kısa dönemde üretim düzeyini değiştirse de, uzun dönemde ekonominin geleceği nokta uzun dönem arz eğrisi ile toplam talebin kesiştiği nokta olacaktır. Dolayısıyla üretimi arttırmak ve işsizliği düşürmeye yönelik olarak uygulanacak iktisat politikalarının uzun dönemde bir etkisi yoktur. Devletin daha yüksek bir üretim ve istihdam düzeyine ulaşmak için talep yönlü politikaları değil arz yönlü politikaları tercih etmesi gerekmektedir.Kısa dönem Phillips eğrisi büyüme ile enflasyon arasındaki ilişkiyi yansıtır.Uzun dönemde Phillips eğrisi diktir ve enflasyon düzeyinin konjonktürel işsizliğe etkisi yoktur. KONUYA İLİŞKİN ÖRNEK SORULAR Monetarist (Paracı) İktisat Teorisinin kurucusu kimdir? A. Milton Friedman B. Karl Brunner C.Alan Meltzer D. Harry Johnson E. Michael Parkin 2.Friedman’ın kurucusu olduğu Monetarizm iktisat literatürüne yeni kavramlar getirmiştir. Aşağıdakilerden hangisi bunlardan değildir? A. Doğal İşsizlik Oranı 283 B.Modern (Yeni) Miktar Kuramı C.Uyarlanmış Beklentiler D.İşçi Yanılma Modeli E.Ortalama Maliyet Kavramı 3.Beklenen enflasyon ile gerçekleşen enflasyon oranın eşit olması durumunda Aşağıdakilerden hangisi ortaya çıkar? A.Doğal işsizlik oranındadır B.İşsizlik oranı yüksektir C.İşsizlik beklenen orandan daha düşüktür D.İşsizlik sıfırdır. E.Ekonomi tam istihdamdadır Cevap Anahtarı:1-a 2-e 3-a Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 284 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 285 Makro İktisat 13.Bölüm e-Ders Kitap Bölümü 13. KISIM 1)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ…………………….255 1.1) RASYONEL BEKLENTİLER HİPOTEZİ………………...........256 1.2) ARTIKSIZ PİYASA MODELİ……………………………....257 1.3)SÜRPRİZ ARZ FONKSİYONU ve TOPLAM ARZ………..258 2)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİNİN POLİTİK SONUÇLARI………………………………………………………………………………..26 1 3)YENİ KLASİK REEL İŞ ÇEVRİMLERİ TEORİSİ…………….....263 286 ÖZET: Monetarizmden sonra iktisat bilimin de önemli bir yer tutan Yeni Klasik iktisat modelleri kendinden önce gelen iktisat okullarından gerek kurdukları modellerdeki varsayımları gerekse de ulaştıkları sonuçlar itibarıyla önemli farklılıklar göstermektedirler. Benzer bir durum Yeni Klasikler içerisinden çıkan Reel İş Çevrimleri teorileri için de geçerlidir. Her iki okulda da iktisat politikaları etkisizdir. Ancak Reel İş Çevrimlerinde bu vurgu çok daha kuvvetlidir. 1) YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİ 1970’lerde Monetarist iktisadın içinden çıkmış olan Yeni Klasik okulun önemli temsilcileri, Robert Lucas, Edward Prescott, Thomas Sargent, Robert Barro ve Patrick Minford ve Neil Wallace’dir. Yeni Klasikler enflasyon analizinde Monetaristler ile aynı görüşlere sahip olmakla birlikte önemli farklılıkları da söz konusudur. Yeni Klasik okulun iktisat teorisinin temelleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir: 1) Rasyonel Beklentiler Hipotezi 2) Artıksız Piyasa (market clearing) modeli (Piyasaların sürekli dengelenmesi hi- potezi) 3) Sürpriz arz fonksiyonu 1.1) RASYONEL BEKLENTİLER HİPOTEZİ 287 Daha önce ele aldığımız uyarlayıcı bekleyişler varsayımında, emek talep edenlerin fiyat beklentileri doğru olmakla birlikte, emek arz edenler sürekli olarak geçmiş fiyatları temel almaktadırlar. Bu nedenle de fiyatlar genel düzeyindeki artışı gecikmeyle öğrendiklerinden artan parasal ücretleri reel ücret artışı olarak algıladıklarından emek arzlarını arttırmaktadırlar. Yeni Klasikler’de emek arz edenlerin eksik bilgiden dolayı yanılmalarını ve geçmiş fiyatları referans alarak fiyatlar hakkında fikir sahibi olmaları durumunu ifade eden uyarlayıcı bekleyişler hipotezi yerine, rasyonel bekleyişler hipotezi kullanılmaktadır. Bu hipoteze göre, tüm iktisadi birimler bir değişkenin gelecekte alacağı değerle ilişkili olarak tahminlerinde, eldeki tüm bilgileri kullanarak tahmin yaparlar. Bu tahminler, sübjektif tahminler olmaktan çok, objektif ve tahmini yapılan değişkeni etkileyebilecek tüm diğer değişkenlerdeki değişimleri de hesaba katarak gerçekleştirilir. Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ne göre, iktisadi birimlerin iktisadi değişkenlerle ilgili beklentileri ortalama olarak doğru olacaktır. Hipotezin en önemli vurgusu, kişilerin tahminlerinde sistematik (sürekli) hata yapmayacaklarıdır. Bir diğer ifade ile tahminlerle gerçekleşen değerler arasında fark varsa, tahmin yöntemleri değiştirilecek ve sistematik hatalar ortadan kaldırılacaktır. Bu hipotezin matematiksel ifadesi genellikle aşağıdaki şekilde gösterilmektedir; P et+1= Pt+1+ɛt Burada; P et+1= gelecek yılki fiyatlar genel seviyesi tahmini P t+1= gelecek yılki gerçekleşen fiyatlar genel seviyesi ɛ= rastgele hata terimi 288 Rasyonel Beklentiler Hipotezi’ne göre, rastgele hata terimleri sıfır ortalamaya sahiptir. Bu durumda karar birimleri gelecekteki fiyatları bugünden doğru ve tam olarak değerlendirebilecekleri sonucuna ulaşılabilinir. 1.2) ARTIKSIZ PİYASA MODELİ Bu modele göre, tüm piyasalar sürekli olarak dengededir. “Sürekli olarak dengede olmak” ile kastedilen, denge durumunda bir bozulma olması durumunda piyasa mekanizmasının anında devreye girerek denge değerleri hızla gerçekleştirecek olmasıdır. Fiyatların ve ücretlerin esnek olması ve piyasada arz ve talep fazlasının bulunmaması piyasa modeline artıksız piyasa modeli (market clearing model) adı verilmektedir. Arz ve talebin tüm piyasalarda dengeyi hızla oluşturması durumu, Yeni Klasiklerin kendinden önceki teorilerden en önemli farklılıklarındandır. Örneğin Yeni Klasiklerin içinden çıktıkları Monetaristlerde bu durum ancak uzun dönemde gerçekleşebilmektedir. Bu modelin meydana getirdiği çeşitli sonuçlar olmakla birlikte en çok tartışılanlardan birisi, emek piyasasına yönelik olanıdır. Artıksız Piyasa Modeli’ne göre, veri ücret seviyesinde iş arayan herkesin iş bulabileceği varsayılmaktadır. Bir diğer ifade ile eğer ekonomide bir işsizlik varsa bu gönüllü işsizliktir. Yeni Klasiklerin artıksız piyasa modelinde diğer okullardan bir diğer önemli farklılıklardan bir diğeri ise, fiyatlar ve miktarların eşanlı olarak değişmesi durumudur. Oysa yine içlerinden çıktıkları Monetaristler’de bu, önce miktarların değişmesi ücret ve fiyatların bunu izlemesi yönündedir. 1.3) SÜRPRİZ ARZ FONKSİYONU ve TOPLAM ARZ Lucas’ın sürpriz arz fonksiyonuna göre, işletmeler ellerindeki tüm verileri değerlendirmekle birlikte bazı durumlardaki tahminlerinde yanılabilirler. Örneğin para arzındaki beklenmedik bir artış karşısında fiyatlar genel düzeyini doğru bir şekilde öngöremezler. 289 Bunun en önemli sebebi firmaların en iyi ve net bir şekilde kendi ürettikleri malların fiyatlarını bilmeleri ve diğer fiyatlarla ilgili olarak ise sahip oldukları bir enformasyon setindeki verilerden hareketle tahminde bulunmalarıdır. Örneğin para arzındaki beklenmedik bir artış karşısında artan fiyatlar, firmaları şu ikilem içerisinde bırakacaktır. Kendi mallarına yönelen ve fiyat artışına yol açan talep artışı sadece kendi mallarına yönelik bir talep artışımıdır yoksa tüm mallara yönelik bir artıştan mı kaynaklanmaktadır? Bu noktada verilecek karar tüm ekonomi ölçeğinde önemli sonuçlara yol açabilecektir. Zira talep artışının sadece kendi mallarına yönelik bir artış olduğunu değerlendiren firmalar üretimini arttıracaklardır. Bu durum tüm ekonomideki firmalar ölçeğinde düşünüldüğünde ekonomideki hasıla düzeyi artabilecektir. İşte bu noktada para arzındaki artışın beklenen daha önceden açıklanmış bir para arzı artışı olması durumunda firmaların enformasyon setinde yer alan bu bilgi tüm ekonomide fiyatların artacağı yönünde değerlendirilecek ve üretimin artmasını gerektirmeyecektir. Aksi durumda ise, firmalar eksik bilgi nedeniyle artışın reel bir artış olduğunu, sadece kendi mallarına yönelik bir artış olduğu şeklinde bir değerlendirmeyle üretimlerini arttıracaklardır. Çünkü para arzı artışı konusunda eksik bilgiye sahip olan firmalar için bekledikleri fiyatlar genel düzeyini değiştirmelerini gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Oysa ortada somut bir durum vardır ki kendi mallarının fiyatları artmıştır. Bu şekilde oluşan yanlış sinyal üretimin artmasına yol açmıştır. Bu durum aşağıdaki grafiklerle gösterilmektedir; 290 ŞEKİL 78 SRAS1(Pe=P1) LRAS P LRAS SRAS0(Pe=P0) (A) P1 P SRAS2(Pe=P2) (B) SRAS0,1(Pe=P0) B P2 C P1 P0 B A P0 A AD1(m1) AD1(m1) AD0(m0) 0 YN AD0(m0) Y 0 YN Y1 Y Şeklin (A) panelindeki durum şunu yansıtmaktadır; başlangıçta (A) noktasında dengede olan ekonomide, karar birimlerinin bilgisi dahilinde para arzı artışı (m0-m1) oranı yükseltilmiştir. Para arzındaki artışın sonucu olarak fiyatlar genel seviyesinin yükseleceğini doğru olarak öngören tüm iktisadi birimlerin bekledikleri fiyat seviyesini P1 olarak belirlemişlerdir. Bir diğer ifadeyle rasyonel bekleyişler hipotezine göre, Pte=Pt+1 olacağından, kişiler fiyat düzeyinin artacağını doğru olarak tahmin etmekte ve üretimlerini arttırmamaktadırlar. Durumu matematiksel ifadelerle şöyle gösterebiliriz; Y=YN+ (P-Pe) Yukarıdaki şekillerde de görüleceği gibi beklenen ve gerçekleşen fiyatlar eşit olduğunda hasıla doğal hasılaya eşittir. Nitekim Friedman’ın doğal işsizlik hipotezi Yeni Klasiklerde de 291 kabul edilmektedir. Ancak aradaki en belirleyici farklardan birisi olan rasyonel beklentiler hipotezine göre (Pte=Pt+1) beklenmedik bir para arzı artışı durumunda kişiler fiyatların ne ölçüde artacağını öngörebildiklerinden beklenen ve gerçekleşen fiyatlar aynı olacağından hasıla miktarı değişmemektedir (Y=YN). Şeklin (B) panelinde ise, para arzı artış hızının artması kişilerin ve firmaların beklemedikleri bir durumdur. Dolayısıyla fiyatlar genel seviyesi artmış olmasına karşın bu durum firmalar tarafından kendi mallarına yönelik reel bir artış olarak algılanmış ve üretimlerinin artmasına yol açmıştır. Ancak takip eden dönemde kendi mallarına yönelik olan talebin genel bir talep artışından kaynaklandığı anlaşılmış olduğundan üretim düzeyi eski seviyesine geri çekilmiştir. Matematiksel denklem itibarıyla değerlendirildiğinde ise beklenmedik fiyat artışı kişilerin bekledikleri ve gerçekleşen fiyatların farklılaşmasına yol açmaktadır (P˃Pe). Bu durumda hasıla da doğal hasıladan büyük olmaktadır (Y˃YN). İlerleyen dönemde ise fiyatlarla ilgili yanılgı ortadan kalkacak ve kısa dönem eğrisi beklenen fiyatlar gerçekleşen fiyatlara eşit olacak şekilde yukarı doğru kayacaktır. Nitekim bu nokta (C) beklenen fiyatların gerçekleşen fiyatlara eşit olduğu dolayısıyla da hasılanın doğal hasılaya eşit olduğu bir durumu ifade etmektedir. 2)YENİ KLASİK MAKRO İKTİSAT TEORİSİNİN POLİTİK SONUÇLARI Yeni Klasiklere göre, toplam hasılayı arttırmaya yönelik olarak ele alınabilecek maliye politikaları hiçbir koşulda başvurulmaması gereken bir politikadır. Nihayetinde bu politikaların uygulanmasının uzun dönemde fiyat artışlarının yanı sıra istihdam ve üretimi azaltıcı etkileri de söz konusudur. Para politikası ile ilgili olarak ise, yukarıdaki uygulamadan da an 292 laşılacağı üzere önceden ilan edilen bir para politikasının reel değişkenler üzerinde kısa dönemde de hiçbir etkisi yoktur. Bir diğer ifadeyle gerek para gerekse de maliye politikaları hasıla üzerinde etkisizdir. Bu durum Politika Etkisizliği Hipotezi olarak isimlendirilmektedir. Yeni Klasikler, 1960’lı yıllara kadar yaygın olarak kullanılan optimal kontrol modellemesine de şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Belirli iktisadi amaçlar doğrultusunda, kullanılacak olan parasal ve mali araçlar seti ile oluşturulan optimal kontrol modellemesine karşı Yeni Klasiklerin en temel karşı çıkış sebebi beklentiler rasyonel olduğundan bu modellerin çoğu durumda işlemeyecektir. Bu durumda ise, merkez bankaları önceden ilan ettikleri politikaları haber vermeden değiştirmeyi düşünebilecektir. İlan edilen ile uygulanan politika arasında bir farkın oluşması durumuna yol açan bu durum ise piyasada güveni ve kırılganlığı artırabileceği gibi politikaların da etkinliğini ortadan kaldıracaktır. İlan edilen ve uygulanan politikaların faklılığı dinamik zaman tutarsızlığı olarak ifade edilmektedir. Yeni Klasiklerde rasyonel bekleyişler hipotezi sadece genişleyici politikalarda değil anti enflasyonist politikalarda da işlemektedir. Dolayısıyla enflasyonu düşürme yönünde bir politika uygulamasında da kişiler fiyatların düşeceğini doğru tahmin ettiklerinden fedakarlık haddi sıfır olacaktır. Fedakarlık Haddi=[(Y1-YN)/YN+(Y2-YN)/YN+(Y3-YN)/YN]/( ᴨ1-ᴨ3) Yukarıdaki eşitlikte ifade edilen Fedakarlık Haddi hasıla doğal hasıladan sapmayacağı ve dolayısıyla sadece fiyatlar düşeceği için sıfır olacaktır. Dolayısıyla anti enflasyonist bir politikanın ne cari üretim ne de doğal hasıla üzerinde hiçbir etkisi söz konusu değildir. Yeni Klasiklerin politika uygulamalarına karşı yönelttikleri eleştirilerden birisi de ekonomik modellemenin yapısıyla ilişkilidir. Zira ekonomik modeller içsel olarak belirlenen belirli büyüklükleri ifade etmektedir. Oysa Lucas eleştirisi olarak ifade edilen duruma göre, po- 293 litika değişikliklerinde sadece ele alınan büyüklükler değil bunları belirleyen katsayılar da değişecektir. Dolayısıyla gerek ekonomik modeller gerekse de bu modellere dayalı olarak oluşturulan ekonometrik modeller alternatif politika senaryolarını değerlendirmede yetersiz kalacaktır. Bu durumda uygulanacak politika teorik olarak öngörülen sonuçları da yansıtmayacaktır. Yeni Klasikler’e göre ekonomide Phillips Eğrisi ilişkisi söz konusu değildir. Kaldı ki, işsizliği açıklamak için sıkça kullanılan “zamanlar arası ikame modeli”nde işsizlik ancak isteğe bağlı olarak gerçekleşebilecek olan bir durumdur. Tüm diğer iktisadi birimler gibi rasyonel olan işçilerin önünde iki seçenek vardır: çalışmak veya boş zaman. Bu iki seçenek arasındaki ikame ilişkisi zamanlar arası ikame olarak isimlendirilir. İşçiler reel ücretlerdeki değişim karşısında bu iki durumdan birisini seçebilirler. Dolayısıyla boş zamanlarını tercihini gönüllü olarak seçmiş bir işçi reel ücretler yükselince çalışmayı tercih edebilir. Veya reel ücretler düşünce işçilerin bir kısmı çalışmak yerine boş zamanı tercih edebilirler. Her iki durumda da istihdamı belirleyen rasyonel işçilerin seçişleri olmaktadır. Dolayısıyla işsizliği ortadan kaldırmaya yönelik politikalar anlamsızdır. Ancak hükümetlerin yine de ekonomi için yapacağı şeyler söz konusudur. Bunlar ise Monetaristlerin ileri sürdüğü politika önerileri ile aynıdır. Burada da tüm piyasaların etkin şekilde işlemesine yönelik politikalar ile firmaların önünü açacak koşulların yaratılması ön plandadır. 3)YENİ KLASİK REEL İŞ ÇEVRİMLERİ TEORİSİ 1970’ler boyunca hakim olan Yeni Klasik Teori kendi içinden çıkan bazı iktisatçıların iktisadi dalgalanmaların sebeplerini reel şoklara dayandıran farklı bir anlayışla tanıklık etmiştir. Bu okulun temsilcileri olarak Edward Prescott, Charles Plosser, Finn Kydland, Nelson ve Robert Barro en bilinen iktisatçılarındandır. 294 Yeni Klasik makro teoriden filizlenen ve ekonomideki istikrarsızlığın sebebini parasal şoklardan çok reel şoklara dayandıran Reel İş Çevrimcilerine göre, ekonominin talep yanına değil arz yanına önem verilmelidir. Reel İş Çevrimcileri ile Yeni Klasikler arasındaki en önemli farklılık, Yeni Klasiklerin üretim ve istihdamdaki dalgalanmaların sebebi olarak para arzında beklenmedik değişimler olarak görmelerine karşılık Reel İş Çevrimcileri bunu teknoloji seviyesindeki rastgele değişmelere bağlı olduğunu ileri sürmektedirler. Bu önemli bir ayırım noktasıdır. Çünkü kendinden önceki neredeyse tüm yaklaşımlara göre, ekonomi trend büyüme oranı etrafında bir yol izleyerek büyümekte olduğu kabul edilmektedir. Solow’un büyüme modelindeki genel kabul görmüş bu duruma göre, üretimin uzun dönemdeki trend bileşenleri doğrusaldır ve üretimin de bu trend etrafındaki kısa dönem dalgalanmaları esasen talep şokları tarafından belirlenmektedir. Bu durum 1980’lere kadar Keynesyenler, Monetaristler ve Yeni Klasikler tarafından da kabul edildi. Tüm iktisat okulları da üretimin trend seviyesinden sapmasını geçici olarak kabul ettiler. Keynesyenler daha çok sapmaların tüketim yatırım gibi IS doğrusunun bazı bileşenlerinden doğduğunu kabul etmektedirler. Ayrıca, Keynesyenlere göre, bu sapmalar geçici olmakla birlikte uzun sürebileceğini ve bu nedenle de kamunun müdahale etmesi gerektiğini öne sürmektedirler. Monetaristler ve Yeni Klasikler ise, sapmalar para arzı gibi LM doğrusunun bazı bileşenlerinden kaynaklanmaktadır ve kamu müdahalesi olmaksızın piyasanın kendi kendini dengeleyebileceğini kabul etmektedirler. 1982’de Nelson ve Plosser bu yaklaşıma karşı çıkarak üretimdeki dalgalanmaların parasal şoklardan oluştuğunu gösteren modellerin dalgalanmaların sebeplerini açıklayamayacağını ve dalgalanmaların temel sebebinin reel şoklardan kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Ayrıca üretimdeki değişmelerin çoğunun geçici değil kalıcı olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bir anlamda trend ile dalgalanma arasındaki ayırıma son veren bu anlayışa göre, üretimdeki dalga 295 lanmalar doğal üretimdeki dalgalanmalar olup, üretimdeki sapmalar doğrusal ve deterministik (düzenli) türden sapmalar değildir. SONUÇ: Ekonomik karar alıcılar daima bir bilinmeyen gelecek hakkında karar almak zorundadır. Kararlar gelecek hakkındaki beklentilerini yansıtır. Tüketicilerin harcama, firmaların yatırım ve maliyet kararları ekonominin seyri hakkındaki bekleyişlerine çok yakından bağlıdır. Faiz, enflasyon,döviz kuru beklentileri mali piyasanın davranışlarını çok etkiler. Yeni Klasik iktisat okulunun elde ettiği sonuçlara göre, maliye politikası hiçbir şekilde uygulanmaması gereken bir iktisat politikasıdır. Aynı durum bazı istisnalar dışında para politikası için de geçerlidir. Para politikasının reel değişkenler üzerinde kısa dönemde de hiçbir etkisi yoktur. Yeni Klasiklere göre, ilan edilen ile uygulanan politika arasında bir farkın oluşması durumuna yol açan durumlarda piyasalardaki güven ve kırılganlık artırabileceği gibi politikaların da etkinliğini ortadan kalkacaktır. Yeni Klasik makro teoriden filizlenen ve ekonomideki istikrarsızlığın sebebini parasal şoklardan çok reel şoklara dayandıran Reel İş Çevrimcilerine göre, ekonominin talep yanına değil arz yanına önem verilmelidir. KONUYLA İLGİ SORULAR 1.Aşağıdakilerden hangisi Yeni Klasik Teorinin temsilcilerinden değildir? A. Edward Prescott, B. Charles Plosser C.Finn Kydland, 296 D. Robert Barro E. Alban William Housego 2.Aşağıdakilerden hangisi Yeni Keynesyenlerin görüşlerinden değildir? A.Piyasanın sürekli dengeye geleceği B.İşsizlik yoktur, olsa bile gönüllü işsizliktir C.Fiyatlar esnektir D.Ücretler katıdır E.Arz ve talep fazlası yoktur 3. Yeni Klasiklerin kendinden önceki teorilerden en önemli farkı nedir? A. Arz ve talebin tüm piyasalarda dengeyi hızla oluşturması B.Eninde sonunda piyasada dengenin oluşması C.İşsizliğin olmaması D.Arz ve talebin hiçbir zaman dengede olmaması E.Sadece gönüllü işsizlik olması Cevap Anahtarı:1-e 2-d 3-a Yararlanılan Kaynaklar Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 297 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 298 Makro İktisat 14.Hafta e-Ders Kitap Bölümü 14. Bölüm 1)YENİ KEYNESYENLER……………………………………………267 2)YENİ KEYNESYENLERİN DİĞER OKULLAR ile FARKLILIK ve BENZERLİKLERİ…………………………………………………….268 3)YENİ KEYNESYENLERİN BAŞLICA HİPOTEZLERİ………...271 3.1) KATI YAPIŞKAN FİYAT VE ÜCRET MODELLERİ………..272 3.1.1) NOMİNAL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI………..272 3.1.2) REEL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI………….…...277 3.1.3) FİYATLARIN KATILIĞI…………………………..…..279 4)HYSTERESIS ETKİSİ ve YENİ KEYNESYENLER……………..284 299 ÖZET: Yeniklasiklerin kullandığı birçok varsayımı kullanarak çalışmalar yapan Yeni Keynesyenler, mevcut iktisat literatüründe Yeni Klasiklerin en önemli karşıtlarındandır. Yeni Keynesyenler birçok konuda diğer iktisat okullarından farklılaşmaktadır. Bu iktisat okulunun en önemli motivasyonunun Keynesyen modelin arz yönünün zayıflığı üzerine yapılan eleştirilere karşılık bu zayıflığı ortadan kaldırmak ve Keynesyen iktisadın mikro temellerini güçlendirmek olduğu söylenebilir. Ancak belirtilmelidir ki, Yeni Keynesyenlerin bu bakış açısı birçok kesim tarafından kabul görmediği gibi, özellikle Keynesyen iktisat ile ilişkilendirilmemesi gerektiği yönünde güçlü bir karşı cephede söz konusudur. Nitekim Post Keynesyen iktisat bu cephenin en önemli savunucusu olarak ortaya çıkmış ve Keynes’in orijinal fikirlerinden hareketle bu mirası devam ettirmeyi amaçlayan bir iktisat okuludur. 1) YENİ KEYNESYENLER 1980’li yılların başlarında eksik olduğunu iddia ettikleri Keynesyen iktisadın mikro temellerini kurmak ve Keynesyen modelin arz yanını güçlendirmeyi amaç edinmiş olan Yeni Keynesyenler’in ortaya çıkışındaki bir diğer motivasyon Yeni Klasik okula karşı bir tez olarak ortaya çıkmaktır. Birçoklarınca kökleri 1970’lere dayandırılsa da Yeni Keynesyen ifadesi 1984 yılında ilk kez Parkin tarafından kullanılmıştır. Yeni Keynesyenleri diğerlerinden ayıran en önemli farklardan birisi de literatürlerinin daha ziyade makale ağırlıklı olması ve tek bir Yeni Keynesyen teoriden bahsedilemeyecek olmasıdır. Bir diğer ifade ile bir yönüyle heterojen iktisatçılar gurubu şeklinde görülebilecek olan bu ekolün başta gelen temsilcileri şunlardır: Stanley Fischer, Ben Bernanke, George Akerloff, Gregory Mankiw, David Romer, Joseph 300 Stiglitz, John Taylor, Olivier Blanchard, Robert Hall, Janet Yellen, Edmund Phelps, Bruce Greenwald, Dennis Snower, Laurence Ball. 2) YENİ KEYNESYENLERİN DİĞER OKULLAR ile FARKLILIK ve BENZERLİKLERİ Yeni Keynesyenler birçok konuda diğer iktisat okullarından farklılaşmaktadır. Burada diğer okullarla kastedilen karşı tez olarak çıktıkları Yeni Keynesyenler ve kendilerini yakın gördükleri Keynesyen iktisattır. Keynesyen İktisat ve Yeni Keynesyenler: Ortodoks Keynesyen iktisatla ile Yeni Keynesyen iktisat arasındaki temel fark, Neoklasik Sentezle birleşen Ortodoks Keynesyen iktisadın sabit parasal ücret varsayımı yapmasıdır. Yeni Keynesyenler ise, ücret ve fiyat katılıklarını açıklamaya yönelik olarak mikro temeller getirmeye çalışmaktadırlar. Gerek Ortodoks Keynesyen iktisat (Neoklasik Sentez) gerekse de Yeni Keynesyenlerde fiyatlar ve ücretler kısa sürede arz talep dengesini sağlayacak hız ve ölçüde değişmemektedir. Bu noktada en önemli farklılıkları, nominal ücret ve fiyatların sabit varsayıldığı Ortodoks Keynesyen iktisattın (IS-LM modeli) aksine, Yeni Keynesyenler, hem ücret hem de fiyatların dengenin bozulmasından sonraki şartlara geç ayarlanmasının mikro temellerini aramaktadırlar. Ancak her ikisinde de para kısa dönemde nötr değildir ve ekonomiye gelen tüm şoklar reel etkiler yapmaktadır. Yeni Keynesyenler diğer tüm Keynesyen modellerde olduğu gibi istek dışı işsizliğin varlığını kabul ederler. Bir diğer ifadeyle her iki yaklaşımın ortak noktası ekonomide iş arayanların kendi arzuları dışında işsiz kalabilecekleridir. Yeni Keynesyen modellere gelene kadarki Keynesyen modellerin konjonktür kuramları da önemli farklılıklar göstermektedir. Keynesyen modellerde, talep şokları karşısında üretim 301 düşüp işsizlik arttıkça değişmeyen nominal ücretler nedeniyle reel ücretler yükselmektedir. Bir diğer ifadeyle üretim ve reel ücretler arasında ters çevrimsel (counter-cyclical) bir ilişki söz konusudur. Yeni Keynesyenlerde ise, çevrim süreçlerinde üretim ve reel ücretler arasında bir ilişkinin olmadığı (acyclical) öne sürülmektedir. Her iki yaklaşımda da parasal değişkenler kısa dönemde reel değişkenleri etkilediğinden, para kısa dönemde nötr değildir. Yeni Keynesyen modeller, diğer Keynesyen modeller gibi aktivist politikaların önemine ve gerekliliğine vurgu yaparlarken, politika etkinliği tezini benimsemektedirler. Yeni Klasikler ve Yeni Keynesyenler: Yeni Klasikler ile Yeni Keynesyenler arasındaki en önemli farklılıkların başında fiyatların oluşumu gelmektedir. Yeni Klasiklerde fiyat tam rekabet şartlarında belirlenirken, Yeni Keynesyenlerde, fiyat tam rekabetçi değil tekelci firmalar tarafından belirlenir. Bu nedenle Yeni Klasiklerde fiyat alıcısı olan firmalar, Yeni Keynesyenlerde fiyat yapıcısıdır. Yeni Keynesyenler Yeni Klasiklerden farklı olarak artıklı piyasa (nonmarket clearing) tezini benimserler. Bu farklılık çok temel bir farklılıktır. Yeni Klasiklerin tüm modelleri esnek ücret ve fiyatlara dayanırken, Yeni Keynesyenler ücret ve fiyat yapışkanlıklarını veri olarak almakla kalmaz bunun mikro temellerini incelerler. Yeni Klasiklerde uygulanacak iktisat politikaları etkinsiz iken, Yeni Keynesyenlerde iktisat politikaları etkindir. Bir diğer ifade ile Yeni Klasikler Politika etkinsizliği tezini kabul ederken, Yeni Keynesyenlerde Politika etkinliği tezi kabul edilmektedir. Yeni Keynesyenler, Yeni Klasiklere tam ters tezleri savunmakla birlikte beklentilerin rasyonel olduğunu, yani rasyonel beklentiler hipotezini savunmaktadırlar. Ancak bu hipotezin modellere dahil edilmesi bir normdur, yoksa her durum için geçerli olan bir durum değildir. Her iki modelde NAIRU (doğal işsizlik oranı tezini) kabul etmektedirler. 302 Tüm bu farklılık ve benzeşmelerden ortaya çıkan sonuca göre, Yeni Keynesyenler birçok alanda Yeni Klasiklerin araçlarını kullanarak önemli ölçüde Keynes’in orijinal görüşlerini ve hatta Neoklasik Keynesyen görüşleri tahrip etmek pahasına Keynesyen iktisadı geliştirmeye yönelmektedirler. Bu çaba gerek Yeni Keynesyen cepheden gerekse de Keynes’in orijinal fikirlerine sahip çıkanların önemli ölçüde tepkisini çekmiş bir durumdur. Nitekim Post Keynesyen okul bu tepkinin ortaya çıkardığı bir okul olup, Keynesyen iktisadı aslına sahip kalmak, bizzat Keynes’in görüşlerine sadık bir şekilde, yeniden gündeme getirmeyi amaçlamaktadır. 3) YENİ KEYNESYENLERİN BAŞLICA HİPOTEZLERİ Oldukça geniş bir alana yayılmış olmakla birlikte Yeni Keynesyenler, aşağıdaki görüşleri benimsemektedirler. 1. Katı yapışkan ücret ve fiyat modelleri 2. Artıklı Piyasa (Piyasaların Sürekli Temizlenmemesi, nonmarket clearing) 3. Mal Piyasalarında Eksik Rekabet 4. Rasyonel Beklentiler Hipotezi 5. NAIRU veya doğal işsizlik oranının kabul edilmesi 303 Konu ile ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli nokta şudur. Yeni Keynesyenler, çoğunlukla Yeni Klasik bir dil ve araçlar kullanmanın yanı sıra, onların asla kabul edemeyecekleri diğer hipotezlerle kendi tezlerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Rasyonel Beklentiler Hipotezi ve NAIRU bu ortak dil ve araçların örneklerinden sayılabilir. Diğer bütün hipotez ve varsayımlar ise tam tersi sonuçlara varılmasına yol açacak niteliktedir. Örneğin, mal piyasalarında eksik rekabet (tekelci rekabet) durumunu ele alan Yeni Keynesyen kimi modellerde, fiyatların brüt kar payı (mark-up) yöntemiyle saptanması, daha başından, Yeni Klasiklerin varoluşuna aykırı olan ve tüm argümanlarını ters-düz edecek olan durumdur. Şimdi kısaca temel farklılıklar üzerinden hareketle, oldukça dağınık nitelikteki bu hipotezlerin mikro temellerini özetlemeye çalışalım. 3.1) KATI YAPIŞKAN FİYAT VE ÜCRET MODELLERİ Fiyat ve ücretlerin katı ve yapışkanlığını açıklamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Burada fiyat ve ücretlerin yapışkanlığı ayrı ayrı ele alınacaktır 3.1.1) NOMİNAL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI Sanayileşmiş ekonomiler, önemli ölçüde, örgütlü piyasalardan oluşmaktadırlar. Bu piyasalarda nominal ücretler, gelecekteki belli bir süre için toplu sözleşmelerle belirlenmekte ve toplu sözleşme süresince bu ücretler değişmemektedir. Bu durum gerek toplam arz eğrisinin belirlenmesinde gerekse de işleyiş mekanizmasında önemli farklılıklara yol açmaktadır. Konuyla ilgili en bilinen örneklerden birisi, Stanley Fisher’in 1977 yılında geliştirdiği modeldir. Modelde işçiler ve firmaların rasyonel olmalarına karşın veya işçilerin “para haya- 304 li” içinde olmamaları durumunda da iktisat politikaları etkin bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Bir diğer ifade ile Yeni Klasiklerin argümanları doğrultusunda, rasyonellik ilkesi çerçevesinde dahi, Keynes’in ileri sürdüğü aktivist politikalar gerekli hale gelmektedir. Modelde firmalar ve işçilerin emek arz ve talebi beklenen reel ücretin bir fonksiyonudur. Bir diğer ifadeyle işçiler ve firmalar, sözleşme dönemi boyunca, fiyat düzeyinin ne olacağını bilmezler ancak tahminde bulunurlar. Dolayısıyla gerek işçilerin gerekse de işverenlerin bekledikleri bir reel ücret söz konusudur (wt). Bu durumda beklenen reel ücret aşağıdaki eşitlikle gösterilebilinir: wt=W/Pe ise W= wt Pe Nominal ücretler bu şekilde tanımlandığına göre, eşitliğin her iki tarafı fiyatlar genel düzeyine bölünerek aşağıdaki eşitlik elde edilebilinir: W/P= wt (Pe/P) Yukarıdaki eşitliğin ifade ettiği duruma göre, beklenen fiyatlar (Pe) gerçekleşen fiyatlardan farklılaşırsa reel ücretlerde (W/P) beklenen reel ücretlerden(wt) farklı olacaktır. Modeldeki bir diğer varsayım ise, istihdam düzeyinin firmalar tarafından belirlendiğidir. Bu iki koşul bir arada değerlendirildiğinde fiyatlar genel seviyesinin beklenen fiyatlardan daha yüksek bir seviyeye ulaşması durumunda (P˃Pe), reel ücretlerin de beklenen reel ücretlerden (W/P˃ wt) küçük olacağıdır. Bu durumun doğal sonucu ise firmaların daha az emek talep etmesi olacaktır. Bu durumda oluşacak emek arz eğrisi aşağıdaki şekilde gösterilmiştir; 305 ŞEKİL 79 Y Y (B) (C) Y1 Y0 450 0 N0 N1 N W/P 0 Y 0Y 1 Y P (A) (D) SRAS(Pe=P0) P1 W0/P0 a P0 W0/P1 0 b N0 N0 N 0 Y0 Y1 Y Yukarıdaki şeklin (A) panelinde, sadece emek talebinin belirlediği bir emek piyasası söz konusudur. Reel ücretlerin ters yönlü bir ilişkiye sahip emek talebinde başlangıçta W0/P0 reel ücretlerin oluşturduğu emek talebi N0 kadardır. Şeklin (B) paneli ise, azalan verimler kanununa tabii olan ekonomide, kısa dönemde sermaye sabit olduğundan tek değişken olan emek ile üretim arasındaki ilişkiyi göstermektedir. (C) paneli ise 450’lik doğruyla ifade edilen bir ayna fonksiyondur. Bu doğru ile elde edilen noktaların bir diğer panele geçmesi amaçlanmaktadır. 306 Şeklin (D) paneli fiyat ve hasıla arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya yönelik olarak oluşturulan kısa dönem arz eğrisini ifade etmektedir. Nitekim başlangıçta elde edilen noktalar, P0 fiyat düzeyinde Y0 kadar bir hasılanın olduğudur. Bu şekilde tanımlanmış ekonomide fiyatlar ile hasılanın nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu ve dolayısıyla nasıl bir kısa dönem arz eğrisine ulaşılabileceğini anlayabilmek için fiyatlar genel seviyesinin arttığını varsayalım; Böyle bir durumda fiyatlar yükseldiği için reel ücretler düşecek (W/P) ve dolayısıyla emek talebi artacaktır. Ekonominin tam istihdamın altındaki bir noktada olduğu varsayımıyla, mevcut reel ücret seviyesine (b noktası) karşılık gelen istihdam düzeyi N1 olacaktır. N1 düzeyine yükselen emek miktarı (A paneli) azalan verimler kanununa göre işleyen ekonomide Y1 kadar bir hasılaya sebep olacaktır (B paneli). Varsayılan fiyat artışı, hasılanın da artışına yol açmıştır (D paneli). Sonuç olarak başlangıçtaki fiyat ve hasıla noktalarının yanı sıra fiyat artışından sonra yeni bir hasıla noktasına ulaşılmıştır. Bu şekilde oluşturulan noktaların geometrik ifadesi ise kısa dönem arz eğrisini vermektedir (SRAS). Bu şekilde ifade edilen kısa dönem arz eğrisi ile oluşturulacak olan bir denge durumunda ekonominin işleyişi de önemli farklılıklar gösterebilecektir. Görünüşte Yeni Klasiklerin kısa dönem arz eğrilerinden farklı olmayan bu kısa dönem arz eğrisinin farkı işleyişi itibarıyla önemli farklılıklar gösterecektir. 307 ŞEKİL 80 P LRAS SRAS(Pe=P0,w0) SRAS(Pe=P2,w1) A P0 P1 B P2 C AD0 AD1 0 Y1 YN Y Yukarıdaki şekilde başlangıç dengesi (A) noktasında oluşmuştur. Bu nokta fiyat beklentilerinin P0 olduğu durumda (Pe=P0) ve buna bağlı olarak w0 reel ücret düzeyindeki kısa dönem arz eğrisi ile toplam talep (AD0) ve uzun dönem arz eğrilerinin kesiştiği yeri göstermektedir. Bir diğer ifade ile işçi ve işverenler w0 reel ücret beklentisiyle uzlaştıkları toplu sözleşme sürecinde YN kadar bir üretim gerçekleştirmektedirler. Böyle bir durumda ekonomiye gelen bir talep şoku ile toplam talep eğrisinin AD0’dan AD1 konumuna gerilediğini varsayalım. Fiyatların düşmesine yol açacak bu durumda gerçekleşen reel ücretler (W/P) artarken, gerçekleşen ve beklenen reel ücretler farklılaşacaktır (W/P˃ wt). Bu durumda firmalar da istihdam ve üretimi azaltacaklardır. Ekonomi sözleşme döneminin sonuna kadar Y1 istihdam seviyesinde kalacağı böyle bir durumda, sözleşme dönemi sonunda gerek işçiler gerekse de işverenler rasyonel beklentiler hipotezine göre davranarak fiyat beklentilerini doğru olarak öngöreceklerdir. Sözleşme döne- 308 minin sonunda w1 beklenen ücret seviyesine göre yeniden sözleşme imzalınca ekonomi yeniden doğal işsizlik seviyesinde dengeye gelecektir. Yeni Keynesyen nominal ücretlerin yapışkanlığı modeline göre, sözleşme döneminin sonuna kadar daha düşük bir üretim ve istihdam düzeyine katlanmayı gerekli kılacak hiçbir durum söz konusu değildir. Böyle bir durumda devlet toplam harcamaları arttıracak politikalar uygulayarak ekonominin eski dengesine daha kısa sürede ulaşmasını sağlayabilir. Bir diğer ifade ile AD1 seviyesine düşmüş olan toplam talep yeniden AD0 konumuna gelinceye kadar genişletici politikalar uygulanmalıdır. 3.1.2) REEL ÜCRETLERİN YAPIŞKANLIĞI Yeni Keynesyenler tam istihdamdan sapmaları açıklarken tüm dikkatlerini emek piyasasına çevirmektedirler. Burada göstermeye çalıştıkları durumların başında, ücret ve fiyat katılıkları (sticky) sebebiyle emek piyasasında emek arz ve talebinin dengesinin sağlanamayacağını göstermektir. Böyle bir durum ise piyasaların sürekli temizlenemediği artıklı piyasada özellikle toplam talep şokları karşısında ekonominin yeniden dengeye gelmesi yavaş olmaktadır. Yukarıda nominal ücret yapışkanlığı durumunda nasıl işsizliğin oluştuğunu gösterdik. Yeni Keynesyenler’in reel ücretlerin yapışkanlığı konusunda da çeşitli modelleri söz konusudur. Bunları üzerinde fazla detaya girmeden aşağıdaki modelleri özetleyerek açıklamaya çalışalım. Etkin Ücret Modeli (Efficiency Wages): Aslında bu teorinin temelleri H.Leibensein’in 1950’lerde az gelişmiş ülkelerdeki işçilere daha yüksek ücret ve beslenme imkanları tanınmasıyla verimliliğin artacağı iddiasına dayanmaktadır. Yeni Keynesyenler bu iddiayı genişleterek gelişmiş ülkelere taşımışlardır. 309 Bu modelde, reel ücretlerle işçilerden sağlanan verim arasındaki ilişki ele alınmaktadır. Model, maksimum verimi sağlayan reel ücret düzeyi ile emek arz ve talebinin sağladığı ücret düzeyinin uyuşması gibi bir zorunluluğun söz konusu olamayacağını göstermektedir. Bu durumda emek piyasasında arz ve talep dengesi oluşamayacak ve arz fazlasının ifade ettiği durumda istek dışı işsizlik söz konusu olacaktır. İçerdekiler Dışarıdakiler (Insider Outsider) veya İşçi Giriş Çıkış Maliyetleri (Turnover Costs): Her iki model de firmaların işsizleri işe alıp istihdam etmektense, halen çalışmakta olanları muhafaza etme eğiliminin daha güçlü ve rasyonel bir davranış olduğunu farklı gerekçelerle ileri sürmektedir. Kısaca içerdekiler dışarıdakiler modelinde, içerdekilerin ücret düşürülmesine karşı direneceklerini ancak dışarıdakilerin yarattığı korkuyla bunu kabul etseler de bunun verimlilik düşüşü ile sonlanacağını ileri sürmektedir. Bu durumda reel ücretlerin düşürülmesi firmalar için rasyonel bir davranış olmayacaktır. Kaldı ki, her şeye rağmen, firma yüksek ücretli işçileri çıkararak (içerdekiler) düşük ücretlileri (dışarıdakiler) istihdam etmesi durumunda, bu kez de, dışarıdakiler içerdeki konumuna gelecek ve reel ücret düşürülmesine karşı direneceklerdir. İşe giriş çıkış maliyetleri modeli ise bir yönüyle içerdekiler- dışarıdakiler modelini tamamlayıcı niteliktedir. Nitekim işten ayrılmalar nedeniyle doğan işçi giriş ve çıkışları firmalara ek bir maliyet getirecektir. Bu maliyet hukuki zorunluluklardan kaynaklandığı gibi, yeni girecek olana verilecek eğitim ve bunların yeni işlerine uyum sağlamalarının firmaya yüklediği çeşitli maliyetler olabilecektir. Böylesi durumlarda piyasaların tekelci yapısı da göz önünde bulundurulduğunda, tekelci firmaların rakiplerinden yüksek ücretler vererek işten ayrılmayı azaltmayı ve işe giriş çıkış hızını azaltmayı seçmeleri rasyonel bir davranış olacaktır. Bu durumda da reel ücretlerin hem arz talep dengesinin üzerinde olunmasını hem de bunun sonucu olarak istek dışı işsizliğin oluşmasına yol açacaktır. 310 İşten Kaçma Modeli (Shirking Model): Bu model yüksek reel ücret alanların işini kaybetme korkusuyla işine daha sıkı sarılacağını varsaymaktadır. Bu durum tersten okunursa, işçilerin düşük olduğunu düşündükleri ücret düzeylerinde iş verimi düşecektir. Dolayısıyla bu durum firmalara reel ücretlerin makul bir seviyeye yükselmesi ve belli bir seviyenin altına düşürememeleri yönünde bir baskı yapacaktır. Bu durumun doğal sonucu da reel ücretlerin katılığı ve emek piyasasında arz talep dengesinin sağlanamamasıdır. 3.1.3) FİYATLARIN KATILIĞI Birçok Yeni Keynesyen üretim düzeyindeki dalgalanmaların açıklanmasında ücretlerden ziyade fiyatların katı olmasının daha önemli olduğunu ileri sürmektedir. Zira fiyatların katı olduğu durumda, toplam talepteki bir artış ancak üretim ve istihdamın artmasıyla sağlanabilecektedir. Bir diğer ifade ile eksik istihdam seviyesinde dengede olan bir ekonomide talep şokları, fiyatların katı olması nedeniyle üretimi etkileyecektir. Aslında nominal ücretlerin yapışkanlığı aynı zamanda fiyatların da katılığı anlamına gelmektedir. Ancak konuya farklı yönleriyle ele alan çeşitli yaklaşımlar söz konusudur. Bunların başında mal piyasalarının tekelci koşulları gelmektedir. Diğer yaklaşımlar ise koordinasyon eksikliği ve menü maliyetler yaklaşımlarıdır. Koordinasyon Yetersizliği: Fiyatların değişen iktisadi koşullara hızlı bir şekilde uyum sağlayamaması durumunu ifade eden koordinasyon yetersizliği modelleri, Walras’ın müzayedeci sisteminin reddinin mikro temellerini ortaya koymaktadır. Bu modelde ekonomide fiyatların artmasına yönelik bir gelişme olduğunda, firmalar rasyonel olduklarından bunu biliyor ve doğru olarak öngörüyor olsalar bile ürettikleri ürünlerin fiyatlarını arttırmayabileceklerini ifade etmektedir. Örneğin, para arzının arttığı bir ekonomide, fiyatlar genel seviyesinin artacağını öngören firmaların diğer firmalar fiyatlarını arttırmadan arttırmasının bazı sıkıntılara yol açabilecektir. İlk fiyatı arttıran firmanın müşteri kaybedebileceği gibi, piyasadaki imajı da zedelenebilmektir. Tüm firmaların aynı anda fiyatlarını arttırabilecekleri bir yapı fiyatların 311 değişen koşullara anında intibak etmesini sağlayabilecekken, iktisadi yapıda firmalar arasında bu koordinasyonu sağlayacak mekanizmalar bulunmamaktadır. Bu nedenle de fiyatlar belirli süreler için katı olarak kabul edilmektedir. Menü Maliyetler: Kısa dönemde fiyatların hemen ayarlanamamasının bir diğer nedeni de fiyat değişikliklerinin bir maliyet içermesidir. İktisadi hayat içerisinde üretim ve satış kesikli bir süreci değil bir devamlılığı ifade etmektedir. Bir diğer ifadeyle firmalar bir taraftan üretimlerine devam ederlerken diğer taraftan bu ürünleri satmak için çeşitli yöntemler belirlemektedirler. Örneğin, pazarlama stratejileri, reklam kampanyaları, fiyat listeleri(menüler) gibi uygulamalar bir taraftan mallarının tüketici için ne kadar büyük kullanım değerleri ifade ettiğini gösterirken diğer taraftan bunlar bir maliyeti ifade etmektedir. Örneğin bir malın satışı için ışıklı reklam panoları hazırlamış, televizyonlar için reklam filmleri yapmış ve herkese kolaylıkla ulaşabilecek fiyat listeleri oluşturmuş bir firma fiyatlar arttığı durumda hemen fiyatlarını arttıramayacaktır. Nitekim tüm bu satış çabaları bir maliyet içermektedir ve bunları değiştirmek bu maliyetlere bir kez daha katlanmayı gerektirmektedir. Gündelik hayat içerisinde neredeyse tüm mal ve hizmetler için bu koşullar geçerli olduğundan fiyatların artması durumunda, kısa dönemde, fiyatların hemen artması bu nedenle söz konusu olamayabilecektir. Aşağıdaki şekillerde fiyat katılıklarının nasıl iktisadi dalgalanmalara ve üretim kayıplarına yol açabileceği açıklanacaktır. 312 ŞEKİL 81 P W N (D) (A) Ls K LRAS SRAS(P0) P0 W0 E1 E1 E0 E0 E2 AD0 LD 0 L1 Y L0 0 (C) Y Y0 Y1 AD1 E0 Y1 Y0 (B) Y0 E1 E0 Y1 E1 450 0 L1 L0 0 Y1 Y0 Şeklin (A) panelinde ekonomi (E0) denge seviyesindeyken, para arzındaki bir azalmanın toplam talebi AD0’dan AD1’e düşürdüğünü varsayalım. Eğer fiyat katılıkları söz konusuysa toplam talepteki bu azalma ekonominin E0 seviyesinden E1 seviyesine gerilemesine yol açacaktır. Üretimin Y0’dan Y1 seviyesine gerilemesi efektif emek talebini L0’dan L1 seviyesine gelmesine yol açacaktır. Burada vurgulanması gereken noktalardan birisi; efektif emek talebidir. Zira efektif emek talebi, firmaların gerçekleşen emek talebini ifade ederken, nominal emek talebi, firmaların çalıştırmak niyetinde oldukları emek talebini göstermektedir. 313 (C) panelinde, efektif emek talebi doğrusu (LD), farklı seviyelerde üretim yapmak için gerekli işgücü miktarını göstermektedir. Y1 kadar üretim yapmak için gerekli emek miktarı L1 olmaktadır. Reel ve nominal katılıklar nedeniyle fiyat ve ücretler P0 ve W0 seviyelerinde sabittir ve bu nedenle firmalar nominal emek taleplerini, (D) panelindeki NKL1 ile gösterilen efektif talep doğrusu üzerindeki E1 noktasına doğru hareket ettirirler. Katı (W0) nominal ücret seviyesinde, firmalar L0 kadar emek istihdam etmek isterler fakat istihdam etmek istedikleri bu emek gücü ile yapacakları üretimi satabilecekleri bir pazar yoktur. Negatif talep şoku, L0L1 kadar bir istek dışı işsizliğe yol açmıştır. Yeni Keynesyen kısa dönem toplam arz eğrisi SRAS, P0 sabit fiyat seviyesinde sonsuz esnektir. Bir diğer ifadeyle, P0 fiyat seviyesinden sonsuz mal arz edilebilir. Bu mal bolluğunun fiyatlar ve ücretler üzerinde yapacağı baskı ekonomiyi E1 noktasından E2 noktasındaki tam istihdam dengesine götürebilir. Ancak ekonominin kendiliğinden tam istihdam seviyesine gitmesi çok uzun zaman alabilecek bir süreç olabilecektir. Bu tür durumlarda Yeni Keynesyenler müdahaleci politikaların gerekli olduğunu savunmaktadırlar. Nitekim şekilde görüldüğü gibi parasal şoklar kısa dönemde üretim ve istihdam üzerinde reel etkiler doğurmaktadırlar ve bu etkiler uygulanacak ters yönlü etki yapacak politikalarla ortadan kalkabilecektir. 4) HİSTERESİS (HYSTERESIS) ETKİSİ ve YENİ KEYNESYENLER Daha önceki konularda Yeni Keynesyenler Yeni Klasiklerin bazı kavramlarını kullanarak onların tam tersi sonuçlara ulaştıklarını belirtmiştik. Enflasyonu hızlandırmayan işsizlik oranı olan, NAIRU kavramı da bunlardan birisidir. Genellikle kısa dönemde sabit kabul edi 314 len bu büyüklük, yapılan çalışmalarda tam tersi sonuçlar verdiği görülmüştür. Bir diğer ifadeyle, fiili işsizlik haddi doğal işsizlik haddinden (NAIRU) yüksekse, takip eden dönemde doğal işsizlik haddi de yükselmektedir. Yeni Keynesyenler önceki dönem fiili işsizlik haddinin (ut-1) önceki dönem doğal işsizlik haddinden büyük olması durumunda (uNt-1), cari dönemki doğal işsizlik haddinin önceki dönem doğal işsizlik haddinden büyük olması durumuna histeresiz (çekim) etkisi veya histeresiz (çekim) hipotezi olarak isimlendirmişlerdir. Bu ifade ile anlatılmak istenen durum cari işsizlik haddinin bir çekim merkezi olarak hareket etmesi ve doğal işsizlik haddini peşi sıra sürüklemesidir. Histeresiz (çekim) etkisi veya histeresiz (çekim) hipotezi aşağıdaki matematiksel terimlerle şöyle ifade edilebilinir. ut-1>uN-1 uN>uNt-1 Bu birçok yönden çok önemli sonuçlar verecek bir durumdur. Örneğin, anti-enflasyon politikalarının uygulanması durumunda hesaba katılan fedakârlık haddi kapsamında değerlendirildiğinde sürekli olarak artan bir işsizlik ve üretim kaybı toplumun katlanması gereken bedelin çok daha büyük olmasına yol açacaktır. 315 SONUÇ: Yeni Keynesyenler, çoğunlukla Yeni Klasik bir dil ve araçlar kullanmanın yanı sıra, onların asla kabul edemeyecekleri diğer hipotezlerle kendi tezlerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Rasyonel Beklentiler Hipotezi ve NAIRU(Enflasyon yaramayan işsizlik) bu ortak dil ve araçların örneklerinden sayılabilir. Diğer bütün hipotez ve varsayımlar ise tam tersi sonuçlara varılmasına yol açacak niteliktedir. Örneğin, mal piyasalarında eksik rekabet (tekelci rekabet) durumunu ele alan Yeni Keynesyen kimi modellerde, fiyatların brüt kar payı (mark-up) yöntemiyle saptanması, daha başından, Yeni Klasiklerin varoluşuna aykırı olan ve tüm argümanlarını ters-düz edecek olan durumdur. Bir cümle ile ifade etmek gerekirse, Yeni Keynesyenler piyasa aksaklıkları, emek piyasasının özel durumu, fiyat katılıkları gibi çeşitli sebeplerle, bazı durumlarda devletin ekonomiye müdahalesinin olumlu sonuçlar verebileceğini ileri sürmektedirler. KONUYLA İLGİ SORULAR 1.Yeni Keynesyen, hangi okula karşı ortaya çıkmıştır? A. Yeni Klasik B.Keynesyen C.Klasikler D. Monetarist (Paracı) İktisat Teorisi E.Arz Yanlı İktisat Okulu 2. Yeni Keynesyenler önceki dönem fiili işsizlik haddinin önceki dönem doğal işsizlik haddinden büyük olması durumunda, cari dönemki doğal işsizlik haddinin önceki dönem doğal işsizlik haddinden büyük olması durumuna ne demişlerdir? A. Histeresiz (çekim) Etkisi B.Gizli işsizlik C.Normal Etki D.Koordinasyon Yetersizliği E.Etkin Ücret Modeli 3. Yeni Keynesyenlerin benimsediği görüşlerden değildir A. Katı yapışkan ücret ve fiyat modelleri B.Artıklı Piyasa (Piyasaların Sürekli Temizlenmemesi, nonmarket clearing) 316 C.Mal Piyasalarında Tam Rekabet D.Rasyonel Beklentiler Hipotezi E.NAIRU veya doğal işsizlik oranının kabul edilmesi Cevap Anahtarı:1-a 2-a 3-c KAYNAKÇA: Blanchard O.; Macroeconomics, Second Edition, Prentice Hall, New Jersey, 2000 Bocutoğlu E.; Karşılaştırmalı Makro İktisat Teorisi ve Politikalar, Derya Kitapevi, Trabzon, 2003 Bocutoğlu E.; Makro İktisat: Keynesyen Teori ve Politikalar, Derya Kitabevi, Trabzon, 2001 Dornbush R., Fisher S.; Macroeconomics, Fifth Edition, Mc Graw-Hill Book Co., New York,1990 Heilbroner R.L.; İktisadi Sorun II., Makro İktisat, (Çeviren: D.Demirgil), Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1974 Paya M.; Makro İktisat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2001 Pentecost E.; Macroeconomics, Mac Millan, London, 2000 Phelps E.S.; Seven Schools of Macroeconomic, The Arne Ryde Memorial Series, Clarendon Press, Oxford, 1990 Savaş V.; Keynesyen İktisat Yıkılırken, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1986 Savaş V.; Politik İktisat, Beta Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994 Shaw G.K.; Keynesian Economics: The Permanent Revolution, Edward Elgar, Alders hot, 1998 317 Snowdown B., Howard R.V.; Reflections on the Development of Modern Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Co. Cheltenham, 1997 Snowdown B., Vane B., Wynarczyk P.; A Modern Guide to Macroeconomics, An Introduction to Competing School of Thought, Edward Elgar Publishing Limited, Cambridge, 1994 Tunca Z.; Makro İktisat, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1997 Ünsal E.; Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2000 Yetkiner H.; Sorularla Makro İktisat, Efil Yayınevi, Ankara, 2010 318
© Copyright 2024 Paperzz