YAŞAMA SANATI I II YAŞAMA SANATI YAŞAMA SANATI 1 TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ Sağlık, Kültür, Sanat ve Magazin Dergisi Sahibi Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adına İçindekiler Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Mikdat BOZER Yayın Kurulu Dr. Mikdat Bozer Dr. Şenol Dane Dr. Mustafa Yıldırım Dr. Bünyamin Işık Dr. Ömer Faruk Karataş Dr. Kadir Demircan ERİŞKİN DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU Dr. Meryem Gül TEKSİN Yrd. Doç. Dr. Ercan DALBUDAK Yrd. Doç. Dr. Seçil ALDEMİR Dr. Şule AKINCI 06 Tasarım İmajans Ltd. Şti. Cinnah Cad. Kırkpınar Sok. 8 / 4 Tel : 0312 447 1 777 Fax: 0312 465 00 92 www.imajans.com.tr 8 Matbaa - Baskı Başak Matbaacılık ve Tan. Ltd.Şti. Macun Mah. Anadolu Bulv. No:5/15 Gimat-Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 16 17 Fax: 0312 397 03 07 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın ISSN 1305-3787 Basım Tarihi 15.02.2014 İdare Adresi Misket Sokak No: 28/1 Beştepe/ANKARA Tel: 0312 203 55 55 Fax: 0312 221 32 76 www.turgutozal.edu.tr 2 YAŞAMA SANATI 12 14 20 23 24 KORONER ANJİYOGRAFİ VE RADYOLOJİK İŞLEMLER SONRASI SIK GÖRÜLEN BİR PROBLEM: OPAK MADDEYE BAĞLI AKUT BÖBREK HASARI Dr. Derya AKDENİZ Prof. Dr. Ali AKÇAY 18 DİSK HERNİLERİ Prof. Dr. Bülent ERDOĞAN - Doç. Dr. Duran Berker CEMİL Yrd. Doç. Dr. E. Cemal GÖKÇE ÖNEMLİ BİR AKCİĞER PROBLEMİ: BRONŞEKTAZİ Doç. Dr. Aydın NADİR YÜRÜYEN (!) HÜCRELER Prof. Dr. Şenol DANE DİZİN MENİSKÜS YIRTIKLARI Prof.Dr. Mahmut KÖMÜRCÜ - Yrd. Doç.Dr. Osman Yüksel YAVUZ Yrd. Doç. Dr. İsmail URAŞ - Op. Dr. Murat UYGUN Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ - Dr. Hamdullah YILDIRIM Dr. Eralp ERDOĞAN - Dr. Ebubekir PASLIOĞLU - İnt.Dr. Talha KÜTÜK DENEME / NE KADAR “BİLİMSEL” KONUŞUYORUZ? Senai DEMİRCİ ŞİFALI BİTKİLER Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU 26 ÖKSÜREN ÇOCUK Yrd. Doç. Dr. Suzan GÜNDÜZ 28 KRONİK AĞRINIZIN NEDENİ FİBROMİYALJİ Mİ? Yrd. Doç. Dr. Özlem CEMEROĞLU 30 HABER / ANDROLOJİ MERKEZİMİZ HİZMETE AÇILDI yaşama sanatı EVLERDEKİ GİZLİ TEHLİKE: RADON GAZI Prof. Dr. Duygu ÖZOL 34 32 36 ÇOCUKLARIMIZI KİTAPLARLA NE ZAMAN VE NASIL TANIŞTIRALIM? Doç. Dr. Emel ÖRÜN Yrd. Doç. Dr. Bülent TEKEREKOĞLU 40 50 GÜNCEL / KALPLER BİRLEŞMEDEN BEDENLER BİRLEŞMİYOR Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ ERKEK İNFERTİLİTESİ VE AKUPUNKTUR Prof. Dr. Osman ÖZCAN 39 KARİKATÜR / Dr. Doğan ÜNAL 42 HİKAYE / DÜĞÜN FOTOĞRAFÇISI Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ 46 48 52 56 58 PLASTİK, REKONSTRÜKTİF VE ESTETİK CERRAHİ NEDİR? TÜP BEBEK TEDAVİSİ NEDİR? Doç. Dr. Zehra Candan İLTEMİR DUVAN - Emb. Aslıhan PEKEL DENEME / DURSUN ZAMAN Mücahit ŞENTÜRK PRENATAL TANI VE YÖNTEMLERİ Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZNUR - Ümmü Gülsüm ERCAN AİLE / İNSAN HAKLI OLDUĞUNA İNANMIŞSA... Nazlı ÖZBURUN BEHÇET HASTALIĞI Doç. Dr. Evren SARIFAKIOĞLU 60 TÜRKÜ HİKAYESİ / KIRMIZI GÜL DEMET DEMET Ahmet KARABUDAK 62 BASINDAN 64 DOKTORLARIMIZ YAŞAMA SANATI 3 4 YAŞAMA SANATI »» EDİTÖRDEN Prof. Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU Sonunda Aldanan Olmamak İçin... M Kibir bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne uçulur. Hacı Bayram Veli eşhur Einstein’ın kapısı çalınmış bir gün. Bakmış ki, kapıyı çalan, ihtiyaç sahibi bir adam…Einstein’ın canı sıkılmış... Çünkü, kimbilir ne ile meşgulken, yardım isteyen bu adam onun konsantrasyonunu bozmuş bir anda. Ve adama söylenip, kızmış. Adam, kapıyı çalmakta ısrar etmiş ve kapı açılınca yardım istemekten vazgeçerek: ˗ Sana bir sual soracağım, başka bir şey istemiyorum! ˗ Sor, demiş Einstein. ˗ Hayır, demiş adam: Burada olmaz... Çalışma odana geçelim. Büyüklerimiz: (Her kilidin bir anahtarı vardır. İlmin anahtarı da sormaktır!) demişlerdir. İşte, bir düşünen kafa, bir dehâ olduğu için; kendisine sual sorulması Einstein’ın ilgisini çekmiş: ˗ Haydi, demiş, soracağın neyse sor! Adam, kendinden emîn bir hâlde: ˗ Sen, demiş, şu kara tahtanın başına geç! Geçmiş Einstein. Adam ilk sualini sormuş: ˗ Bu kara tahta kâinat olsa… bu kâinata oranla dünyayı bana gösterebilir misin? Eline tebeşiri alan Einstein, kara tahtanın üzerine bir nokta koyup: ˗ İşte, demiş, kâinat kara tahta kadar olsa, dünya da ancak bir nokta kadardır. Adam gülümsemiş: ˗ Peki! Şimdi bu dünya içinde, bana kendini gösterebilir misin? Adamın kendisine verdiği bu dersle Einstein gibi bir adam silkelenip; ona karşı gurur, kibir hissettiği ve adama tepeden baktığı için utanmış. • Evet, sevgili dostlar, insan şu koskoca kainat içinde eli kısa, ömrü kısa, gücü çok az bir varlık olmasına rağmen, bazen bunu unutuyor ya zekasına, ya servetine veya makamına güvenerek kendini gurur ve kibire kaptırabiliyor... Ama en sonunda aldandığını anlıyor... Tıpkı daha önce yaşamış ve aldanarak bu dünyadan göç edip gitmiş milyonlarca insan gibi. • Sonunda aldananlardan olmamak ve “˗ Eyvah aldandık! Şu dünya hayatını hiç bitmeyecek zannettik...” dememek için mütevazi bir hayat yaşamalı, gururdan, kibirden, yalandan ve kötülüklerden uzak durmalıyız. • Yaşama Sanatı’nın birbirinden güzel yazılar içeren 33. sayısı ile sizleri başbaşa bırakırken sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler dilerim. YAŞAMA SANATI 5 »» PSİKİYATRİ Dr. Meryem Gül TEKSİN Yrd. Doç. Dr. Ercan DALBUDAK Yrd. Doç. Dr. Seçil ALDEMİR Dr. Şule AKINCI Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Ülkemizde yetişkin psikiyatrisi alanında son on yılda gittikçe daha fazla önem kazanan bu bozukluk sıklıkla Depresyon, Anksiyete bozuklukları gibi tanılarla karıştırılmıştır. D ikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağında başlayan, etkisi tüm yaşama yayılabilen, süreğen bir psikiyatrik bozukluktur. Bu bozukluğun biyolojik kökenleri üzerine yapılan genetik ve beyin görüntüleme araştırmaları hastalığı anlayabilmemiz yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Ülkemizde yetişkin psikiyatrisi alanında son on yılda gittikçe daha fazla önem kazanan bu bozukluk sıklıkla Depresyon, Anksiyete bozuklukları gibi tanılarla karıştırılmıştır. Ayrıca çoğunlukla bu gibi tanılara ek olarak görüldüğü için zaman zaman tanının atlanması ya da konmaması gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Sanıldığının aksine DEHB ile baş etmek yaşın 6 YAŞAMA SANATI ilerlemesi ile kolaylaşan bir durum değildir. Aşırı hareketlilik veya dürtüsellik gibi fizyolojik belirtiler yetişkinlik yıllarında azalsa da, ailenin ve toplumun bireyden beklentileri üniversite ve iş yaşamıyla birlikte aynı oranda artar. Dolayısı ile yaş ile birlikte baş edilmesi gereken sorunların sayısı kişinin kendisinden ve çevrenin kişiden beklentisi de artmaktadır. Çocukluk çağında başlayan DEHB’nun yaklaşık 2/3’ünün erişkinlikte de devam ettiği, kişinin okul ve iş yaşamında kayıplara yol açtığı söylenebilir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda tanının erken konması ve bu kişilerin psikiyatrik tedavi görmeleri son derece önemlidir. Yaygınlık Toplumdaki DEHB yaygınlığı yaklaşık olarak çocuklukta %8, ergenlikte %6 ve erişkinlikte %4 olarak bildirilmektedir. Çocukluk çağında zaten var olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsel davranışlar ilk olarak okula başlamayla fark edilir bir hale gelmektedir. Sınıfta oturamayan, oyunlarda arkadaşları ile yoğun sorunlar yaşayan ve okuma faaliyetlerinde gecikebilen çocuklar görece hızlı fark edilip tıbbi yardım almaları için yönlendirilebilmektedir. Yani önde gelen belirtiler hiperaktivite olduğunda, dikkatsizlikle ilgili belirtilerin önde olduğu durumlara göre daha erken tedavi başvurusu olmaktadır. Yine de tedavi Aşırı hareketlilik ve sonuçlarını düşünmeden yani dürtüsel davranışlarda bulunmanın zaman içerisinde azalma eğiliminde olduğu söylenebilir. arayışı ve etkin tedavilere ulaşma sayıları bozukluğun yaygınlığı değerlendirildiğinde oldukça düşüktür. Çocukluk döneminde çeşitli çalışmalarda erkek:kız oranı 2:1 ile 6:1 arasında bildirilirken erişkinlerde eşit (1:1) bulunmuştur. Yaşla birlikte ortaya çıkan cinsiyet oranlarındaki bu değişimin çeşitli açıklamaları olabilir. Bunlardan biri erişkin dönemde özellikle dikkat eksikliği semptomlarının soruna yol açması ve kadınlarda dikkat eksikliği belirtilerinin baskın olmasıyla cinsiyet oranının eşitlenmesidir. Diğer bir olasılık da çocukların yakınları tarafından getirilmesi, erişkinlerin ise kendilerinin başvurması ve yakınmalarını dile getirmesidir. Belirtiler Yaşın ilerlemesiyle birlikte görülme sıklığındaki azalma aslında rahatsızlık belirtilerinde azalma olduğuna işaret eder. Sıklıkla belirtiler tamamen ortadan kalkmamıştır. Yine de iyi bilinen aşırı hareketlilik ve sonuçlarını düşünmeden yani dürtüsel davranışlarda bulunmanın zaman içerisinde azalma eğiliminde olduğu söylenebilir. Ancak bu azalma eğilimine rağmen erişkin DEHB olan bireylerde bir işe başlayamama, iş yerinde verimsizlik ve kötü zaman yönetimi, çok sayıda işe başlanmasına rağmen bir çoğunu bitirememe, bir toplantı boyunca oturamama, stresle baş edememe ve öfke atakları, aklına ilk geleni söyleme eğilimi, trafikte dikkat sorunları, evlilik ve sorumluluklarının idaresi ile ilgili yoğun sorunlar sıklıkla ortaya çıkar ya da sürer gider. Bu bozukluk yetişkinlerde ele alınırken çocukluk döneminden farklı olarak erişkin yaşamının karmaşıklığı gözetilmeli ve yaşla birlikte belirtilerdeki değişime önem gösterilmelidir. Çok konuşma, heyecan arayışı, bir anda bir çok işi yapmaya çalışma, risk almaya çok meyilli olma, çok çabuk sıkılma gibi hiperaktivite özelliklerinin yaşla birlikte azalması beklense de bazı yetişkinlerde iş ve ilişki yaşamında sorun yaratacak ölçüde devam ettiği gözlenmektedir. Yetişkin DEHB’lilerin çoğu trafikte diğer yetişkinlere oranla dikkatsizlikten dolayı daha çok güçlük yaşamaktadır. Ayrıca eleştiriye tahammülsüzlük, başarısızlık karşısında çabuk hayal kırıklığına uğrama, çabuk sinirlenme ve duygulanımsal dalgalanmalar gibi bir takım duygusal belirtiler de eşlik edebilmektedir. Tedavi Erişkin dönemde neredeyse bir kural olan psikiyatrik eş tanı ve erişkin yaşamın karmaşıklığı çocuklardan farklı olarak erişkin DEHB tedavisinde daha kapsamlı tedavi yaklaşımlarını gerekli kılmaktadır. Biyolojik zemini olan DEHB için ilaç tedavileri bütüncül tedavi yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. İlaçların erişkinde tıbbi ve ruhsal eş tanıları gözeterek planlanması gereklidir. Bundan sonra sıra sorun odaklı, yapılandırılmış bilişsel davranışçı psikoterapileri tedaviye eklemeye gelmektedir. Erişkin dönemde DEHB kişinin davranışları, duyguları, ilişkilerini ve kendisini nasıl değerlendirdiğini güçlü biçimde etkiler. Erişkin dönemde özsaygı ve utancın birincil belirleyicisi kişinin kendini çocukluk ve ergenlik döneminde nasıl değerlendirdiğidir. Erişkin DEHB vakaları çocukluk çağından beri başlamış olan ve etkili başa çıkma becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahiptirler. Dikkatin çelinebilirliği, organize olamama, verilen görevleri sürdürme güçlüğü ve dürtüsellik gibi özgül belirtiler DEHB olan bireylerin etkili başa çıkma becerileri geliştirmelerini öğrenme ya da kullanmalarını önleyebilir. Etkili başa çıkma becerilerinin yokluğu nedeniyle bu bozukluğa sahip kişilerin çoğu yineleyen başarısızlıklar yaşamıştır ya da yenilgi olarak adlandırabilecekleri deneyimleri olmuştur. Bu başarısızlık öyküleri kişinin kendi hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açabilir. Bunun yanı sıra üstlendikleri görevler konusunda da DEHB; yaşama, kişiler arası ilişkilere, okul ve iş dünyasına yansıyan olumsuz etkileri açısından toplumun ve sağlık hizmetlerinin önemli sorunlarından birisidir. işlevsel olmayan düşünceler geliştirebilirler. Sonuç olarak ortaya çıkan bu olumsuz düşünce ve inançlar var olan kaçınma davranışları ya da çelinebilirliği arttırabilir. Bu düşünce ve inançların sonucu olarak kişiler görev ya da sorunla karşı karşıya kaldığında dikkatleri daha çok kayabilir. Ayrıca ek olarak depresyon, anksiyete, alkol/madde kullanımı, ve İnternet bağımlılığı gibi psikiyatrik sorunların varlığı da tanının atlanmasına ve tedavinin zorlaşmasına neden olan faktörler olarak karşımıza çıkabilir. Tedavide bu ek psikiyatrik rahatsızlıkların varlığı araştırılmalı, ilaç tedavisi ve bilişsel davranışçı terapi uygun hastalarda tercih edilmelidir. Sonuç Yaşam boyu devam eden dikkatsizlik, dürtüsellik ya da hiperaktivite yakınmaları olan tüm erişkinlerde DEHB tanısı akla gelmelidir. DEHB; yaşama, kişiler arası ilişkilere, okul ve iş dünyasına yansıyan olumsuz etkileri açısından toplumun ve sağlık hizmetlerinin önemli sorunlarından birisidir. DEHB ister çocukluk ister erişkinlik döneminde olsun sadece hastaları değil çevrelerini, ailelerini, ebeveynlerini de etkiler. Riskli sağlık davranışları açısından tehdit altında olan ergen ve genç erişkinlerde DEHB varlığında sigara ve madde kötüye kullanımı, yasal sorunlar, internet bağımlılığı, kötü akran ilişkileri, kendine güven kaybı, okul ve iş başarısında düşüklük ve psikiyatrik eş tanılar gözlenir. Erişkin dönemde neredeyse bir kural olan başka ruhsal bozuklukların eşlik etmesi, diğer bir deyişle psikiyatrik eş tanı varlığı ve erişkin yaşamının karmaşıklığı çocuklardan farklı olarak erişkin DEHB tedavisinde daha kapsamlı tedavi yaklaşımlarının uygulanmasını gerekli kılıyor. Hastanemiz bünyesinde Erişkin ADHD hastaları ile ilgilenen özel bir poliklinik açılmıştır. Başvuran kişilere ayrıntılı bir psikiyatrik ve psikometrik inceleme sonucunda en uygun tedavi hizmetinin sunulması amaçlanmaktadır. Temel amacımız atlanan ya da tanı konması zor vakaların tedavisi için bir fırsat sunmaktır. YAŞAMA SANATI 7 »» BEYİN CERRAHİSİ Prof. Dr. Bülent ERDOĞAN Doç. Dr. Duran Berker CEMİL Yrd. Doç. Dr. E. Cemal GÖKÇE Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı Disk Hernileri Disk hernileri, omurgalar arasındaki disk yapısının yaşa bağlı aşınma ve aşırı zorlanması sebebiyle aşama aşama dejenere olması neticesinde gelişir. O murgalar arasında bir nevi yastık görevi gören disk adı verilen kıkırdak yapıların muhteviyatında bir bozulma olması, yapının fıtıklaşmasına neden olmaktadır. Diskin iç kısmında çekirdek bir yapı (nukleus pulposus) ve bu çekirdeği saran sağlam bir kılıf (anulus fibrosus) bulunmaktadır (Şekil 1). Bazı durumlarda çekirdek yapı etraf kılıfta sonradan oluşabilecek bir yırtıktan dışarıya taşabilir (fıtıklaşma). Bu taşma sonucunda oluşan disk hernisi komşu sinirlerde basıya neden olarak uyarımını sağladığı bölgede ağrı-uyuşmakuvvetsizlik şikâyetlerine yol açabileceği gibi bazen de hiçbir şikayete neden olmayabilir. Disk hernisi tanısı olan hastaların büyük bir kısmı cerrahi tedaviye gerek kalmaksızın konservatif tedaviler ile sağlıklarına kavuşabilmektedirler. 8 YAŞAMA SANATI OMURGA NUCLEUS PULPOSUS ANULUS FİBROSUS Şekil 1. Omurga ve disk yapısının şematik resmi Semptomlar: Nedenleri: Bir kişide lomber disk hernisi olsa bile herhangi bir bulgu görülmeyebilir ve raslantısal olarak çekilen manyetik rezonans görüntüleme tetkiklerinde saptanabilirler. Semptomatik hale geldiğinde disk hernileri çok şiddetli ağrıya yol açabilirler. Ağrı vücudun değişik bölgelerinde olabilir. Ağrının yayılımı, disk hernisinin bulunduğu seviyeye göre değişmektedir. Lomber disk hernileri çoğunlukla alt lomber seviyelerde görülebilmekle birlikte daha nadir olarak boyun (servikal) bölgesinde de oluşabilir. Disk hernileri, omurgalar arasındaki disk yapısının yaşa bağlı aşınma ve aşırı zorlanması sebebiyle aşama aşama dejenere olması neticesinde gelişir. Yaş arttıkça spinal diskler yapılarındaki su muhteviyatını kaybederler. Bu durumda, disklerin yırtılma-çatlama durumlarına daha yatkın bir hale gelmesine neden olur. Sonuçta ani ve aşırı bir harekete maruz kaldıklarında yırtılma durumu gelişir. Disk hernilerinde gözlenebilen bulgular: Kol ve bacaklarda ağrı; disk hernisi lomber bölgede ise ağrı genellikle kalçada, kasıkta, bacakların yan-ön-arka kısmında olmaktadır. Ağrı kalçadan ayakların arkasına veya ön yüzüne yayılabilir. Eğer disk hernisi boyunda ise ağrı tipik olarak omuzda başlar ve kola yayılır. Ağrılar özellikle hapşırık ve öksürük sonrası veya başka ani pozisyon değişikliklerinde şiddetlenerek kola ve bacağa yayılabilir. Aşırı kilolu olmak, tekrarlayıcı kaldırma, çekme, itme, yanlara doğru eğilme ve bükülme hareketleri bel fıtığı gelişme riskini arttırabilir. Uyuşukluk, karıncalanma; disk hernisinin basısına maruz kalan sinirin vücuttaki yayılma alanında, uyuşma ve karıncalanma hissi olabilir. Kuvvetsizlik; etkilenen sinirin uyardığı kas grubunda kuvvetsizlik gelişebilir. Bu durum yürürken ayağın takılmasına, ellerle bir eşyanın kavranamamasına ve tutulamamasına yol açabilir. Doktora ne zaman gidilmeli? Boyunda ve belde başlayan ağrıların kola ve/veya bacağa yayılması ve bu ağrılara uyuşma-karıncalanma ve kuvvetsizlik eşlik etmesi durumunda uzman doktora başvurmak gerekir. Çoğu hasta, disk hernilerinin gerçek sebebini bilemezler. Kalça ve dizi kırmadan yerden bir eşya kaldırılması yada bel ve sırt üzerine düşülmesi gibi bir neden bile dejenere haldeki disk yapının fıtıklaşmasına yol açabilir. Risk faktörleri Yaş; sıklıkla 35-45 arası orta yaşlarda görülürler. Ağırlık; aşırı kiloya sahip olmak bel bölgesine ekstra bir yük getirmesinden dolayı ciddi bir risk faktörüdür. Meslek; fiziksel güç gerektiren işlerde çalışan kişilerde disk hernisi gelişme riski daha fazladır. Tekrarlayıcı kaldırma, çekme, itme, yanlara doğru eğilme ve bükülme hareketleri bel fıtığı gelişme riskini arttırabilir. Komplikasyonlar Omuriliğiniz omurganızın alt kısmına kadar uzanmamaktadır. Belinizin alt kısımlarında (erişkinlerde Lomber 1-2 seviyesi) omurilik at kuyruğuna benzer şekilde sinir liflerine ayrılmaktadır (cauda equina). Nadiren de olsa disk hernileri cauda equina bölgesine baskı yapabilirler. Böylesi bir durumda ACİL CERRAHİ tedavi kalıcı kuvvet kaybı ve his kaybını önlemek için gerekli olabilir. Bir işi bilen yapar Az BİLEN akıl verir BİLMEYEN eleştirir Yapamayan çamur atar! Muayeneye hazırlık Yukarıda sayılan şikayet ve semptomların bulunması durumunda ilk olarak Aile hekimine başvurulmalıdır. Doktor gerekli görmesi halinde hastayı Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Nöroloji veya Beyin ve Sinir Cerrahisi uzmanlarına yönlendirecektir. Doktora başvurulduğunda hastaya sorulması muhtemel sorular şunlardır: (Randevu öncesi bu soruların yanıtlarını hastanın önceden listelemesi, mevcut hastalıkla ilgili önemli ipuçlarının muayene sırasında atlanmadan ortaya konabilmesi açısından yararlı olacaktır). • Şikâyetleriniz ne zaman başladı? • Semptomları ilk hissettiğinizde ağır kaldırma, itme veya çekme gibi zorlayıcı bir hareket yapmış mıydınız? Dikkat edilmesi gerekli durumlar: • Ağrı, uyuşukluk veya kuvvetsizlik günlük işlerin yerine getirilmesini engelleyecek kadar fazla artmış ise • Büyük abdesti tutamama (gayta inkontinansı) ve idrar kesesi tam dolu olsa bile idrar yapamama şikayeti (Cauda equina sendromu) olması • Eyer şeklinde bacak arası ve kasıklarda, kalça bölgesinde his kaybı olması YAŞAMA SANATI 9 »» BEYİN CERRAHİSİ »» DİSK HERNİLERİ • Ağrı sizi günlük işlerinizi yapmaktan alıkoyuyor mu? • Ağrılarınız kola veya bacağınıza yayılıyor mu? • Kol veya bacaklarınızda kuvvetsizlik veya uyuşukluk hissediyor musunuz? • Tuvalet alışkanlıklarınızda bir değişiklik oldu mu? • Öksürmek, hapşırmak veya ıkınmak bacak ağrınızda bir artışa yol açıyor mu? • Hangi durumlarda ağrınız azalıyor ve artıyor? • Ağrılarınız çalışırken veya uyurken ne durumda? • Herhangi bir tedavi uygulandı mı? Fizik muayene sırasında doktor hastanın düz bir zemine sırt üstü yatmasını ister ve bacakları çeşitli pozisyonlara getirerek ağrının nereden kaynaklandığını tespit etmeye çalışır. Nörolojik muayenede refleks, kas kuvveti, yürüme kabiliyeti ve dokunma-ağrı-ısı duyularını değerlendirir. Tanıda kullanılan testler Bel veya boyun fıtığı vakasının tanısının konulabilmesi için hikâyenin eksiksiz alınması ve iyi bir fizik muayene ile nörolojik muayene yapılması yeterlidir. Ancak altta yatan benzer semptomlara neden olan başka bir patolojiden şüphelenilmesi durumunda veya fıtığın hangi siniri etkilediği daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konması amacıyla aşağıdaki testlerden bir veya daha fazlası doktor tarafından istenebilir. Görüntüleme testleri: X ray: Direk grafiler disk hernilerini göstermekte yeterli değildir. Bel ağrısının diğer sebeplerini (enfeksiyon, tümör, spinal dizilim bozuklukları veya kırıklar) ekarte etmek için kullanılır. Bilgisayar Tomografi (BT): Omurga ve etrafındaki dokusal yapıların bir çok farklı açıdan seri X-ray görüntülerinin alınması ve bilgisayarda birleştirilip işlenmesi esasına dayanan bir görüntüleme tekniğidir. 10 YAŞAMA SANATI Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG): Doku ve organların radyo dalgaları ve kuvvetli manyetik alan teknolojisi kullanılarak görüntülenme yöntemidir. Bu görüntüleme tetkiki ile disk hernilerinin seviyesi ve bası yaptığı sinir kökü net olarak tespit edilebilmektedir. Myelografi: Belden genellikle lomber 4. ve 5. omurgalar arasından beyin omurilik sıvısına kontrast madde verilmesi ve sonrasında X-ray ile spinal bölgenin görüntülerinin alınması işlemidir. Bu test ile beyin omurilik sıvısının spinal kanal boyunca bloke olup olmadığına bakılarak bloke olan bölgede omurilik veya spinal sinir köklerinin basısı olduğu tanısına varılır. Sinir testleri: Elektromyografi ve sinir iletim çalışmaları, sinir dokusu boyunca elektrik uyarılarının ne kadar sağlıklı bir şekilde iletildiği hakkında bilgi vermektedir. Bu metot ile hangi sinir kökünün hangi bölgede hasar gördüğü gösterilebilmektedir. Tedavi ve ilaçlar: Konservatif tedavi: Ağrı verici hareketlerden sakınmak, ağrı kesici ilaçlar kullanmak, planlı egzersiz yapmak disk hernisi olan hastaların %90’ında semptomların hafiflemesine yol açar. Hastaların büyük çoğunluğunda 1-2 ay içerisinde konservatif tedavi ile iyileş- me görülür. Görüntüleme tetkiklerinde, hafif-orta düzeyde kabarıklaşma gösteren disk (protrüzyon) veya yer değiştiren disk parçasının (sekestre) zamanla suyunu kaybettiği ve küçüldüğü gözlenir. Buda hastaların şikayetlerinin zamanla azalmasına neden olur. İlaçlar: Ağrı kesici ilaçlar: Hafif ve orta dereceli ağrılarda ibuprofen, asetominofen veya naproksen yeterli olmaktadır. Ancak ağrı kesici ilaçların bir çoğunun gastrointestinal sistemde kanamaya neden olabileceği ve asetaminofenin karaciğerde hasarlanmaya yol açabileceği bilinmelidir. Narkotikler: Ağrılar ağrı kesici ile düzelmezse narkotik ilaçlar kısa süreli olarak reçete edilebilmektedir. Halsizlik, bulantı, konfüzyon ve kabızlık bu tür ilaçları kullananlarda görülebilecek yan etkilerdir. Nöropatik ağrı ilaçları: Gabapentin, pregabalin, duloxetine, tramadol ve amitriptilin nöropatik ağrılarda kullanılan ilaçlardandır. Bu ilaçlar, narkotik ilaçlardan daha az yan etkilere yol açarlar. Günümüzde disk hernisi olan hastalarda ilk seçenek ilaç olarak kullanılmaktadır. kuvvet kaybı zaman içerisinde artış gösteriyorsa, • Yürüme ve ayakta durma gibi en temel hareketlerin yapılmasını engelleyecek derecede şiddetli ağrılar varsa, Kas gevşeticiler: Diazepam veya siklobenzaprine bel ve sırt kaslarında spazm gelişmesi durumunda reçete edilmektedir. Bu tür ilaçlarında sedasyon ve baş dönmesi gibi yan etkileri görülebilir. Kortizon enjeksiyonları: Anti-inflamatuvar özelliği olan steroidler spinal sinir etrafına görüntüleme tetkikleri eşliğinde enjekte edilmektedir. Fizik tedavi: Fizik Tedavi Rehabilitasyon uzmanları ilk olarak disk hernisi kaynaklı ağrıları azaltmak için hastaya uygun pozisyonel hareketleri önerir ve egzersiz programı başlatır. Ağrıların azalması sonrası bel kaslarının hayatın sonraki döneminde bel sağlığının devamını sağlaması için gerekli olan gücü ve esnekliği kazanması amacıyla hasta rehabilitasyon programına sokulmaktadır. Fizik tedavi rehabilitasyon programında uygulanan tedaviler: • Sıcak veya soğuk uygulanması • Traksiyon • Ultrason • Elektrik uyarımı • Kısa süreli korse veya boyunluk kullanımı Cerrahi: Disk hernisi olan hastaların çok az bir kısmı cerrahi tedaviye gereksinim duyarlar. Cerrahi tedavi aşağıdaki durumlarda önerilir: • Konservatif yöntemler ve fizik tedavi ile 3-4 hafta içinde şikayetlerin düzelmemesi, • Spinal kanal içerisine uzanan ve sinir kökünde basıya neden olan disk hernisi kuvvet kaybına yol açıyorsa ve bu Çoğu cerrahi tedavide sadece disklerin herniye olan kısımları çıkartılır. Nadiren de olsa tüm diskin çıkartılması gerekli olabilir. Bu vakalarda, spinal stabilitenin sağlanması için omurganın birbirine kaynamasını sağlayacak enstrümanların kullanımı gerekli olabilir. Yaşam tarzı ve evde kullanılacak ilaçlar Ağrı kesiciler: Disk kaynaklı ağrılar ibuprofen, asetaminofen veya naproksen gibi ağrı kesiciler ile hafifletilebilir. Sıcak veya soğuk uygulama: Başlangıçta ağrı olan bölgeye soğuk uygulanması ağrı ve inflamasyonu hafifletmek için yararlı olacaktır. İlerleyen günlerde ağrıyan bölgeye sıcak uygulanması ise hastaya daha fazla konfor ve rahatlama sağlar. Uzun süreli yatak istirahatinden sakınmak: Uzun süreli yatak istirahati eklemlerde sertlik ve kaslarda zayıflamaya yol açabilir. Sonuçta hastanın tedavisi daha zor bir hal alacaktır. Onun yerine 30 dakika istirahat ve takibinde kısa süreli bir yürüyüş yapmak daha faydalıdır. Ağrıyı arttırıcı pozisyon ve hareketlerden sakınmak gerekir. Ağrı ile baş edebilme ve destek tedavisi Ağrının üzerinizde fiziksel etkilerinden daha fazla psikolojik etkileri de olmaktadır. Tekrar eden disk herniniz veya diğer tekrarlayıcı bel şikâyetleriniz varsa psikolojik ve ruh sağlığınızda bozulmaya yol açabilir. Aşağıdaki ipuçları bu ağrılar ile baş etmenizde size yardımcı olabilir: • Ağrıyı kabullenme: Bazı insanlar kendilerindeki şikayeti görmezden gelerek yok sayarlar. Bu geçen süre, onları mevcut durumlarından daha kötü hale getirebilir. Şikayetlerin kabullenilerek, tedavileri için ge- rekli olan adımların gecikmeden atılması oluşabilecek zararları önler ve kısa sürede sağlığa kavuşulmasına neden olur. • Stres yönetimi: Stres ağrıyı artıran çok önemli bir faktördür. Bu gibi durumlarda derin nefes alma egzersizleri ve diğer gevşeme tekniklerinin uygulanması hastaları çok rahatlatacaktır. • Ağrıyı tetikleyen durumların tanımlanması: Bazı hareket veya davranışlar ağrıyı arttırabilirler. Bu durumların tanımlanıp, yapılmasından kaçınmak gerekmektedir. • Bir danışmana başvurmak: Bir ruh sağlığı danışmanına başvurulması hastanın kendisi hakkında gerçekçi olmayan durumları tanımasına ve yeniden düşünmesine yardımcı olur. Eğer kronik ağrıyı değiştiremeseniz de, bu ağrıyı hissetme biçimini değiştirebilirsiniz. Korunma: Disk hernilerinden korunmak için: • Egzersiz: Sırt kaslarının güçlenmesi omurgayı destekler ve sağlamlığını arttırır. Özellikle omurga problemi tecrübe etmiş kişilerin yüksek düzeyde efor gerektirecek sporları (futbol, basketbol, tenis) yapmadan önce doktora danışması gerekir. • Postürü düzenleme: Düzgün bir postür omurga ve diskler üzerine olan basıncı azaltır. Hem ayakta hem de uzun süreli oturma pozisyonlarında belin düzgün bir postürde tutulması gerekmektedir. Yerden bir şey alınacağı zaman belin kırılmadan düz bir postürde tutularak dizlerin kırılması yöntemi ile yerden alınması çok önemlidir. • Kiloyu koruma: Aşırı kilo alımı bel üzerine olan yüklenmeyi arttırarak var olan şikayetlerin artmasına ve hastalığın ilerlemesine neden olduğundan dolayı eğer kişi kilolu ise profesyonel bir yardım ile kilo vermeli ve ideal kilosunu korumalıdır. YAŞAMA SANATI 11 »» GÖĞÜS CERRAHİSİ Doç. Dr. Aydın NADİR Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi A.D. Önemli Bir Akciğer Problemi: BRONŞEKTAZİ Bronşektazi tek bir hastalığın tanımı değil, çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan akciğerin anatomik bozukluğudur. B ronşektazi, çoğu zaman uzun süreli bakteriyel akciğer enfeksiyonları sonucu hava yollarının geriye dönüşümsüz olarak harap olması ve genişlemesi ile karakterize süpüratif (enfektif) bir akciğer hastalığıdır. Günümüzde gelişmiş ülkelerde boğmaca ve kızamık gibi hastalıkların sayısının aşılamalarla azaltılması, tüberkülozun çok iyi tedavi edilmesi bronşektazi gelişme sıklığını düşürmüştür. Ülkemizde özellikle çocukluk çağı akciğer enfeksiyonlarının önemini koruması nedeniyle halen önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Bronşektazi tek bir hastalığın tanımı değil, çeşitli hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan akciğerin anatomik bozukluğudur. Çoğu zaman çocukluk çağında sık geçirilmiş akciğer enfeksiyonu sonucu 12 YAŞAMA SANATI ortaya çıksa da doğumsal nedenlerle de nadir kalıtsal bazı durumlarda da görülebilir. Orta çaplı hava yollarının etkilendiği bronşektazilerde hava yollarının silier aktivite dediğimiz temizleme mekanizması bozulur. Hava yollarının esnek dokusu ve kas yapısı harabiyete uğrayarak yerini fibrozise bırakır. Oluşan harabiyet sonucu hava yollarının elastik yapısı, fonksiyonunu kaybeder. Bu durum sık akciğer enfeksiyonlarına yol açarak kısır döngüye dönüşür. Her enfeksiyon sonucu komşu normal akciğerlerde etkilenir. Enfeksiyon her seferinde daha ciddi hal alır. Bronşektazi nedenleri • Pnömoniler (Bakteriyel, viral, fungal pnömoniler) • İmmun Yetmezlikler (İmmotil silia sendromu, Kartagener sendromu) • Konjenital nedenler (Kistik fibrozis, sekestrasyonlar) • Mekanik hava yolu tıkanıklığı (yabancı cisimler, tümörler) • Bazı sistemik hastalıklar (Romatoid artrit, Ankilozan spondilit) Klinik: Hastaların şikayetleri etkilenen akciğerin tekrarlayan enfeksiyonları ve pürülan aşırı balgam çıkarma ile karakterizedir. Balgam koyu, sarıdan yeşile her türlü renkte ve kötü kokulu olabilir. Enfeksiyon olduğu dönemlerde ateş, öksürük, nefes darlığı eşlik eder. Hastalığın ilerleyen dönemlerinde hemoptizi (öksürükle solunum yollarından kan gelmesi) hayatı tehdit edebilir. Ancak çoğu zaman balgama bulaşık, kanlı balgam şeklinde görülür. Tanı: Tekrarlayan enfeksiyon öyküleri, öksürük ve balgam çıkarma bronşektaziyi akla getirmelidir. Tanıya yönelik spesifik kan ve biyokimyasal testler yoktur. Alevlenme görülen dönemlerde enfeksiyon parametreleri (lökositoz, sedimentasyon) yükselir. Balgam kültürleri uygun antibiyotiğin verilmesini sağlar. Özellikle çocuklarda bronşektazi saptanan olgularda yabancı cisimler akla gelmeli ve hava yolları bronkoskopi ile kontrol edilmelidir. Yine erişkinlerde altta yatan tümör gibi hastalıkların fark edilmesinde bronkoskopi faydalıdır. Teşhiste ilk yapılması gereken radyolojik işlem direk akciğer grafileridir. Bronşektazili hastaların %90’ınında akciğer grafileri anormal olsa da tanıda spesifik değildir. Kolay tekrarlanabilmesi ve sağlam akciğer alanlarını da değerlendirme imkanı sunan bilgisayarlı tomografi tüm dünyada kullanılan kesin tanı yöntemidir. Yüksek çözünürlüklü toraks bilgisayarlı tomografi tanıda altın standart yöntemdir. Geçmişte antibiyotik tedavisinin olmadığı dönemlerde hastaların seyri oldukça kötü idi. Günümüzde etkili antibiyotik tedavileri ile hastaların seyrinde görülebilecek tekrarlayan pnömoniler, akciğer apsesi, ampiyem (akciğeri saran zarların iltihabı), hemoptizi, beyin apsesi, sepsis ve böbrek amiloidozisi gibi ciddi komplikasyonlar daha nadir görülmektedir. Tedavi: Cerrahi tekniklerdeki gelişmelere bağlı olarak bronşektazinin tedavisinde önemli mesafeler alınmıştır. Bakıldığında medikal tedavilerde ki (antibiyoterapi) gelişmelere rağmen lokalize bronşektazilerde cerrahi tedavi gereklidir. Başlangıçta altta yatan hastalığın tedavisi, hastaların hastalıkla ilgili eğitilmesi, hava yolu temizliği (postural Hem sağ hem de sol akciğeri etkilenen yaygın bronşektazisi olan hastalarda cerrahi tedavi yapılması uygun değildir. Bu hastalar hayatlarının ileriki dönemlerinde akciğer transplantasyonu açısından takibe alınmalıdır. direnaj, zorlu ekspirasyon egzersizleri, mukolitik ve hiperozmolar nemlendirme tedavileri), nefes açıcı bronkodilatatör tedaviler düzenlenmelidir. Enfeksiyonun alevlendiği dönemlerde uygun antibiyotik tedavisi şarttır. Antibiyotik seçimi balgam kültür sonuçlarına göre düzenlenmelidir. Bronşektazinin seyri sırasında iyi tedavi edilmeyen hastalarda ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, akciğer apsesi, hayatı tehdit eden hemoptizi, beyin apsesi, sepsis ve nadir olarak amiloidozise bağlı gelişen böbrek yetmezliğidir. Bronşektazide cerrahi yaklaşım iyi tetkik edilmiş vakalarda başarılı sonuçlar veren tedavi şeklidir. Ancak her hastaya cerrahi tedavi yapılamaz. Burada amaç hastalığın lokalize olması ve yapılacak cerrahi tedavi ile hastalıklı akciğer dokusunun tamamının çıkarılabilir olmasıdır. Yılda 3-4 den fazla atak geçiren ve medikal tedavi ile başarı sağlanamayan lokal hastalığı olan hastalarda cerrahi tedavi iyi bir seçenektir. Şu benzetmeyi yapmak doğrudur. “Bronşektazi saptanan hastalarda akciğerin hasarlı olan bölgesi bataklığa benzetilirse, bataklık kurutulmadan hastalıkla başa çıkmak zor olur. Bu nedenle cerrahi tedavi seçilmiş hastalarda oldukça faydalıdır.” Hem sağ hem de sol akciğeri etkilenen yaygın bronşektazisi olan hastalarda cerrahi tedavi yapılması uygun değildir. Bu hastalar hayatlarının ileriki dönemlerinde akciğer transplantasyonu açısından takibe alınmalıdır. Ancak tek akciğerin tamamının etkilendiği hastalarda da cerrahi tedavi başarılı sonuçlar vermektedir. Masif hemoptizi (hava yollarından öksürükle aşırı miktarda kan gelmesi) gelişen olgularda günümüzde artık ilk seçenek kanayan damarın radyolojik görüntüler eşliğinde tıkaçlarla kapatılmasıdır. Sonuç olarak cerrahi tedavi ile seçilmiş hastalarda şikayetlerin düzelmesi ve yaşam kalitesinde iyileşme sağlanır. Kaynaklar: - Miller JI. Bacterial infections of the lungs and bronchial compressive disorders. In: Shields T W, ed. General Thoracic Surg e r y. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 2000:103952. - Ashour M, Al-Kattan KM, Jain SK, et al. Surgery for unilateral bronchiectasis: Results and prognostic factors. Tuber Lung Dis 1996;77:168-72. - Sethi GR, Batra V. Bronchiectasis: Causes and management. Indian J Pediatr 2000;67:133-9. - Doğan R, Alp M, Süzer K, et al. Surgical treatment of bronchiectasis: A collective rewiev of 487 cases. Thorac Cardiovasc Surgeon 1989;37:183-6. - Kutlay H, Cangir AK, Enon S, et al. Surgical treatment in bronchiectasis: Analysis of 166 patients. Eur J Cardiothorac Surg 2002;21:634-7 - Agasthian T, Deschamps C, Trastek VF et al. Surgical management of bronchiectasis. Ann Thorac Surg 1996;62:976-80. - Pare JAP. Diseases of the airways. In: Faser RS, Pare JAP, Fraser RG, eds. Synopsis of the Chest. Philadelphia: WB Saunders, 1994:622703. Sağlıklı Bronşçuk Sağlıklı hava keseleri iltihap ve aşırı mukus oluşmuş bronşçuk Hasarlı hava keseleri YAŞAMA SANATI 13 »» FİZYOLOJİ Prof. Dr. Şenol DANE Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Yürüyen (!) Hücreler Bu en küçük parçadan başlayarak vücudun tamamında ve hatta bedenin yaşadığı atmosfer, dünya ve kainatın tamamında olan bu insicam ve mükemmellik bize tüm bu sistemi evirip çeviren sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcıyı daima hatırlatmaktadır. 14 YAŞAMA SANATI İ nsan vücudunda her yapı ve işleyen sistem mükemmel ve kusursuzdur. İnsana parçalara ayrılamaz bir küll olarak bakıldığında bunu kolaylıkla görebildiğimiz gibi, sistem sistem veya organ organ hatta hücre hücre olarak ele alındığında bu kusursuzluğun kaybolmadığını görürüz. Hatta beden hücrelerini oluşturan daha küçük parçacıklar olan, kromozomlar, genler, proteinler, yağlar, karbonhidratlar ve hatta su ve hatta bu molekülleri oluşturan atomların davranışlarında veya kendilerine verilen görevleri yapmada kusursuz işlemekte olduklarını müşahede ederiz. Bu mucize ister bilim adamı, ister öğretmen ve öğrenci ve hatta bu çalışma prensiplerinden derinlemesine bilgisi olmayan okumamış insanlar tarafından hemen itiraf edilmektedir. Aslında bu atomlar taş, toprak gibi cansızların içinde de bulunan atomlardan farklı değiller. Mesela toprakta ve suda bulunan demir, iyot gibi iyonlar vücuda girdiklerinde adeta olağan üstü güçler, sırlar ve kerametler kazanıvermekte ve kendilerinden beklenmeyen görevler yaparak çok önemli hastalıklardan kişiyi uzak tutmakla vazifeli oluvermektedirler. Bu en küçük parçadan başlayarak vücudun tamamında ve hatta bedenin yaşadığı atmosfer, dünya ve kainatın tamamında olan bu insicam ve mükemmellik bize tüm bu sistemi evirip çeviren sonsuz ilim, hikmet ve kudret sahibi bir yaratıcıyı daima hatırlatmaktadır. Burada hemen bir soru akla gelmektedir. Peki o zaman niçin hastalıklar ve ölüm oluyor? Madem sistem parçadan bütüne kusursuz o zaman neden bozuluyor ve tedavi edilmezse dağılıp tekrar toprak oluyor? Burada şunu net olarak söylemek mümkündür ki, hayatı veren ve hatta hayatı an be an yaratan kim ise hastalıkları, bozulmaları da o yaratmaktadır. İnsan ölümlü bir varlık olarak yaratıldığından hastalıklardan ve en sonunda da ölümden kurtulamamaktadır. Vücutta yaratma işlemi an be an olmaktadır. Burada an diye ifade ettiğimiz zaman biriminin küçüklüğünü ifade etmek mümkün değildir. O zaman daha açık ifade edersek Akyuvarın kemotaktik madde ile teması ona bir emirnamedir. Akyuvar kemotaktik maddeden emri alınca damar duvarında bulunan bir deliğe tutunur ve kılcal damar duvarından dışarı çıkar. Allah insana ve o insanı oluşturan sistemlere, organlara, hücrelere, ve hatta Akyuvarlar kandan dokuya, hücreleri oluşturan tüm ince yapılara, yani hücrelerin arasına, atomlara ve atomların parçalarına sürekli müdahale etmektedir. Mesela çok geçerler ve hücrelerin garip ve şaşırtıcı mekanizmalardan bir arasında yürüyerek mikroba tanesi de hücrelerin yürümesi veya daha doğru ifadeyle yürütülmesi muci- ulaşırlar, mikrobu fagositoz zesidir. Bu yürütülme mekanizması en adı verilen mekanizmayla mükemmel şekilde savunma hücreleri olan akyuvarlarda ortaya çıkmaktadır. yutarlar ve parçalayarak Kanda sürekli dolaşan akyuvarlardan öldürürler. iki tanesi nötrofil ve monositlerdir. Bu hücreler kemik iliğinde üretilmektedir- boğumlanmış iki tarafta iki ayrı keseler. En başta bu hücrelerin kemik iliğin- den ibaret hale gelir. Bir taraftaki kese den kan kılcal damarlarına geçmeleri gittikçe büyümekte bir taraftaki kese de gerekmektedir. Kılcal damarların de- gittikçe küçülmektedir. Böylece hücre likleri bu hücrelerin büyüklüklerinden damara geçmiş olur. Bu şekilde kemik onlarca kat daha küçüktür. Hücreler iliğinden kana geçen bu akyuvarlar önce kılcal damarın delik bölgesine kanda dolaşarak vücudun tamamını tatutunurlar. Daha sonra hücre zarının rarlar. Kan damarlarında dolaşırken bir eldiven parmağı şeklinde delik içinde dokuda mikrop istilası varsa damarın ilerletilmesi sonucunda kılcal damar dışına çıkması gereklidir. Mikrop istiduvarının karşı tarafında bir tomurcuk la bölgesinden bazı kimyasal maddeler oluşur. Hücreyi bir balona benzetirsek etrafa ve sonuçta kana yayılır. Bu madbunu balonun iğne ucu şeklinde bir çı- delere kemotaktik maddeler denilmekkıntısı olarak kabul edebiliriz. Şimdi tedir. Akyuvarın kemotaktik madde ile balonun kalan kısmının bu iğne ucu teması ona bir emirnamedir. Akyuvar büyüklüğündeki delikten geçirilmesi kemotaktik maddeden emri alınca dagereklidir. Çıkıntı bir bütün olarak iler- mar duvarında bulunan bir deliğe tuletilmeye çalışılsa bu mümkün olmaz. tunur. Ancak delik yukarıdaki gibi çok Bunun yerine hücrenin sadece zarı kıs- çok küçük olduğundan aynı işlem bumi itilerek tomurcuk yavaş bir şekilde rada da gerçekleşir ve akyuvar hücresi büyütülür. Adeta hücre ortadan ikiye kılcal damar duvarından dışarı çıkar. YAŞAMA SANATI 15 »» FİZYOLOJİ Hücre içi yürüme için yakın zamanlarda bir Türk bilim adamının keşfettiği insan şeklindeki proteinler görev yapmaktadırlar. Adeta insan yürüyüşüne benzer şekilde yürüyerek keseciğin hücre içinde bir yönden diğer yöne doğru taşınması gerçekleştirilir. Şimdi sıra mikropla vücut hücreleri arasında devam eden savaş bölgesine yürümeye gelmiştir. Gerçekten de akyuvarlar kandan dokuya, yani hücrelerin arasına, geçerler ve hücrelerin arasında yürüyerek mikroba ulaşırlar, mikrobu fagositoz adı verilen mekanizmayla yutarlar ve parçalayarak öldürürler. Yürüme, bir taraftan yutma (endositoz) ve yutmanın tam zıt tarafından çıkarma (ekzositoz) ile yaptırılmaktadır. Endositoz öncelikle büyük molekül veya bakteri, ölü hücre gibi çok büyük parçacıkların içeriye alınarak sindirildiği, parçalandığı bir mekanizmadır. Eğer büyük ve hücre zarından direk içeri alınması mümkün olmayan 16 YAŞAMA SANATI »» YÜRÜYEN (!) HÜCRELER proteinler içeri alınacaksa buna pinositoz, ancak bakteri, parazit, ölü hücre kalıntıları ve virüslerle istila edilmiş hücreler yutulacaksa buna da fagositoz denilmektedir. İster pinositoz ister fagositoz şeklinde olsun yutma işleminde alınacak parçacık önce hücre zarının dış yüzeyinde bulunan reseptörü ile birleşir. Birleşme hücre için sinyal anlamına gelir ve zarın hemen altında bulunan aktin-miyozin iplikçikleri kasılarak zarın o bölgesinde bir çukurlaşma meydana getirilir. Çukurun zar tarafı birbirine yaklaştırılır ve çukurluk adeta bir kese haline çevrilir. Kesenin ağzına yakın zar birbirine temas ettirilir ve kese hücrenin zarından koparılır. Bu esnada hücrenin zarından epeyce zar koparılmış ve zar aslında azaltılmış olur. Hücrenin içine kese şeklinde alınan zar içerde çeşitli sindirim faaliyetlerinden sonra yutma işleminin tam zıt tarafından çıkarma işlemi sonucunda zar tekrar hücrenin dış zarına geri iade edilmiş olur. Yutma esnasında zarın koparılması veya çıkarma esnasında zarın geri yamanması tam bir yaratılış mucizesidir. İşte bir hücre bir tarafa doğru yürütülecekse, ki bu genellikle mikropla savaşın devam ettiği doku bölgesine doğru olur, yürüme yönünde egzositoz ve yürümenin zıt yönünde de Keseciğin hücre içinde yürütülmesi esnasında mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, çekirdek ve lizozom gibi etrafı aynı zardan meydana getirilmiş olan organellere temas ettirilmemesi gereklidir. endositoz ile hücrenin yürütülmesi sağlanmış olur. Bunu hücreyi bir oda veya vagona benzetme yoluyla hayalimizi işleterek daha anlaşılır hale getirebiliriz. Bir binayı meydana getiren odacıkların yerini değiştirirken odanın bir taraftaki duvarından bir kısmı yerinden koparıp odanın yürütülmek istenen taraftaki duvar kısmına ilave edilmesini hayal edersek ne olacaktır. Kopardığımız kısımdaki duvar azalacak ve orada bir büzülme ve küçülme olacaktır, buna karşılık zıt tarafta duvar genişleyecek ve bir ilerleme sağlanacaktır. Yukarıda söylendiği üzere aslında yürüme yutma ve çıkarma ile sağlanmaktadır. Burada bir problem daha var. Yürüme yönünün zıd tarafındaki zardan koparılan içi sıvı ve madde dolu kesecik hücrenin diğer tarafına doğru nasıl hareket ettirilmektedir. Bu bir hücre içi kesecik hareketidir. Yani hücrenin içinde bir başka odacık yürütülmesi gerekmektedir. Bu hücre içi yürüme için yakın zamanlarda bir Türk bilim adamının keşfettiği insan şeklindeki proteinler görev yapmaktadırlar. Proteinin keseciği yakalayan ellere benzeyen ve bir borucuk (mikrotubul) üzerinde yürümek üzere bacaklara benzeyen çıkıntıları vardır. Adeta insan yürüyüşüne benzer şekilde yürüyerek keseciğin hücre içinde bir yönden diğer yöne doğru taşınması gerçekleştirilir. Keseciğin hücre içinde yürütülmesi esnasında mitokondri, endoplazmik retikulum, golgi aygıtı, çekirdek ve lizozom gibi etrafı aynı zardan meydana getirilmiş olan organellere temas ettirilmemesi gereklidir. Organellere temas ederse onlarla kaynaşır, hem organel zarar görür ve hem de yürüme işi gerçekleşemez. Burada İstanbul’un üzerinde uçakların birbirine temas ettirilmeden hava alanına indirilmesi ve kaldırılmasının son yıllarda trafiğin artması sebebiyle ne kadar zor olduğu aklıma geliyor. Hatta bir keresinde uçak sayısının fazlalığı sebebiyle 1 saate yakın havada turlar atmıştık. Hücre içinde salisenin binlere bölünmüş dilimleri içinde bu keseciklerin binlercesi bir uçtan diğer uca birbirleriyle ve diğer organellerle çarpıştırılmadan taşınmaktadırlar. İlik naklinde mucize İnsanoğlu insan vücudunda cereyan eden yaratılış mucizelerini keşfettikçe bunlardan tedavide faydalanma yollarına da gitmektedir. Bilindiği üzere çeşitli kan ve lenf kanserlerinde kemik iliği nakli yapılmaktadır. İlik naklinde asıl olan başka bir kişiden alınan kemik iliği dokusunun bir başka kişinin kemik iliğine nakledilmesi hadisesidir. Kemik iliğinden kök hücrelerini almak ve hastaya vermek ilk planda kolay gibi ancak kemik iliğine girerek nakil olmayacağından bu işte de bu hücre yürütülmesinden faydalanılmaktadır. Kana kolaylıkla verilen kemik iliği kök hücreleri kan ile vücudu dolaşırken kemik iliğinden geçerken kılcal damar duvarına tutunurlar. Kemik iliğinden kana ve kandan hücrelerin arasına akyuvarların geçmesi için kullandığı metodu kullanarak çok çok küçük kılcal damar duvarı deliklerinden tam tersine olarak kandan kemik iliği dokusuna geçirilirler. Burada hayretengiz olan kök hücrelerinin aslında sadece dev hücre ile tabir edilebilecek çok büyük hücreler olmasıdır. Bu devasa hücreler kendilerinden çok küçük kılcal damar deliklerinden kemik iliğine geçmekte orada kendisine oturacak bir mekan bulmakta, oraya yerleşmekte ve hemen faaliyetlerine başlayarak kişinin kanserden kurtulmasına vesile olmaktadırlar. GURBET Gurbetin cemresi düştü içime Karardı yine gökler Yalnızım bu şehirde, yapayalnızım. Ne ben kimseyi beklerim, Ne kimse beni bekler. Ayrılık bir sızı gibi nabzımda Ve şakaklarımda domur domur ter Her derdi çekmeye razıyım ama Bulaşmasaydı keşke dudaklarıma Bu isimsiz paramparça türküler Yavuz Bülent BAKİLER Sonuç olarak bu yürüyen (!) veya daha doğrusu yürütülen hücreler tabiatta sel gibi akan, hemen dağılmaya müsait akıllı ve şuurlu hareket etmesi mümkün olmayan atomlar ve onlardan teşekkül ettirilmiş moleküllerden ibarettirler. Hücrelerdeki bu son derecede akıllı, şuurlu, mantıklı mucizeli hareketlerin kendi kendine ve hayal edemeyeceğimiz derecede hızlı gerçekleştirilmeleri Hakim ve Alim ve Kadir sıfatları olan bir Zat-ı Zülcelal ve Kemal’in idaresi haricinde olmadan olamaz. YAŞAMA SANATI 17 »» NEFROLOJİ Dr. Derya AKDENİZ Prof. Dr. Ali AKÇAY Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları A.D./ Nefroloji B. D. Koroner Anjiyografi ve Radyolojik İşlemler Sonrası Sık Görülen Bir Problem: Opak Maddeye Bağlı AKUT BÖBREK HASARI Radyokontrast (radyo-opak) madde, vücuda gönderilen X ışınlarını tutan, o bölgeden ışınların geçişine izin vermeyen, içi boş organları ve damarları daha iyi görünür hale getiren görüntüleyici maddelerdir. K oroner anjiyografi; kalbi besleyen damarların görüntülenmesi yöntemidir. Kalp damarlarının içine X-ışınlarınca görüntülenebilen opak madde (kontrast madde) verilerek kalp damarlarının anatomisi gözlenir. Kalp damarlarının kalp kasını beslemede yetersiz kaldığının düşünüldüğü, buna ait deliller olduğu durumlarda yapılan bu işlem, eforla oluşan göğüs ağrısı olan hastalarda ve bu sebeple uygulanan efor testinin anormal olduğu durumlarda giderek daha sık kullanılan bir tanı ve tedavi yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Girişimsel bir işlem olan an- 18 YAŞAMA SANATI jiyografi, tamamen risksiz bir uygulama değildir. En ciddi riskleri: ölüm, inme ve anjiyografi sırasında kalp krizi geçirme olasılığıdır; ancak bu riskler toplamda 1/1000’den azdır. Bunların dışında genelde gözden kaçan, yaklaşık %4 sıklığı ile yukarıda sayılan komplikasyonlardan daha fazla görülen bir yan etkisi daha mevcuttur ki; bu da opak madde kullanımına bağlı akut böbrek yetmezliğidir. Radyokontrast (radyo-opak) madde, vücuda gönderilen X ışınlarını tutan, o bölgeden ışınların geçişine izin vermeyen, içi boş organları ve damarları daha iyi görünür hale getiren görüntüleyici maddelere denir. Radyokontrast maddeler, %90 böbrekler aracılığıyla vücuttan atılır. Böbrek yetmezliği, tipik olarak opak madde verilmesinden 12-24 saat sonra belirgin hale gelir. Çoğu olguda kalıcı hasar olmamakla birlikte, bazı kanıtlar bu durumun gelişmesinin olumsuz sonuçlarla ilgili olduğunu göstermiştir. Tüm risk faktörlerini bir arada taşıyan hastalarda böbrek hasarı olasılığı %50-80’lere kadar çıkabilir. Anjiyografi işleminin yanı sıra daha düşük dozlarda opak kullanılan başka radyolojik görüntüleme tetkikleri de mevcuttur. Bunlar arasında; ♦♦ Bilgisayarlı tomografi (BT) ♦♦ Periferik anjiografi ♦♦ İntravenöz ürografi (İVU), ♦♦ İntravenöz pyelografi (İVP) ♦♦ Miyelografi sayılabilir. 1954’te ilk olarak kullanılmaya başlanan opak madde kullanımının 1970’den itibaren artmasıyla, opak maddeye bağlı böbrek hasarı sıklığı da belirgin olarak artmıştır. Özellikle mevcut böbrek yetmezliği ya da diyabet hastalığı olanlarda, tomografi ve anjiyografi işlemlerinin giderek yaygınlaşan kullanımı bu riski belirgin arttırmaktadır. Malesef günümüzde hasta yoğunluğunun artması veya hekimlerin bu riski yeterince önemsememesi nedeniyle birçok hasta opak maddeden olumsuz etkilenerek kalıcı böbrek hasarına maruz kalmaktadır. Sıklığı ne kadardır? Raporlanmış olan opak maddeye bağlı böbrek hasarı olguları %0-50 arasındadır. Yatan hastalardaki böbrek yetmezliği olguları içinde, opak maddeye bağlı böbrek hasarı %11-12 oranıyla üçüncü sıklıktadır. Hastanede yatış süresinin uzaması, artmış risk, hastane içi enfeksiyonlar, diyaliz gereksinimi olasılığı ve ölüm riskinde artışla birebir ilişkili olduğu gösterilmiştir. Tüm risk faktörlerini bir arada taşıyan hastalarda böbrek hasarı olasılığı %50-80’lere kadar çıkabilir. Önceden mevcut olan risk faktörlerinin varlığı ve ciddiyeti, opak madde ilişkili böbrek hasarının tanımlanmasındaki farklılıklar, kullanılan maddenin cinsi, miktarı ve özelliklerinin farklı olması, çalışmalarda kullanılan yöntemlerin ileriye ya da geriye dönük olmasına bağlı olarak değişik çalışmalarda farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle risk grubu olan hastaların tanımlanması önemlidir. Kimler risk altındadır? Opak maddeye bağlı böbrek hasarıyla ilişkili olan risk faktörleri şöyle sıralanabilir; ♦♦ Altta yatan herhangi bir böbrek yetmezliği durumu, Ne diye büyükleniyorsun! DOĞUMUN bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi? Şems-i Tebrizi ♦♦ Diyabet hastalığı, ♦♦ İleri yaş, ♦♦ Kalp yetmezliği, ♦♦ Sürekli olarak ağrı kesici kullanan hastalar, ♦♦ Hipertansiyon hastaları, ♦♦ Yüksek doz ya da yüksek yoğunlukta opak madde kullanımı olarak sayılabilir. Opak maddeye bağlı böbrek hasarından korunmak için neler yapılmalı? Öncelikle yukarıda saymış olduğumuz gruba giren hastaların kontrast madde kullanımından önce mutlaka bir nefroloji uzmanı tarafında incelenmesi çok önemlidir. Nefroloji uzmanının yönlendirmesi ile opak maddeye bağlı böbrek hasarı ya hiç olmayacak ya da çok az bir hasarla bu komplikasyonun savuşturulması sağlanacaktır. Opak madde nefrotoksisitesi açısından riskli olan hasta grubunda önerilen koruyucu önlemler; mümkünse görüntüleme yöntemi olarak ultrasonografinin tercih edilmesi, manyetik rezonans görüntüleme çekimlerinin gadolinyum, bilgisayarlı tomografi çekimlerinin opak madde kullanılmadan yapılması, yüksek yoğunluk (osmolal) özellikteki opak maddelerin kullanılmaması, düşük dozda opak madde verilme- si, tekrarlayan, yakın aralıklı çekimlerden kaçınılması (48 saatten önce), sıvı kaybı ve böbrek hasarı yapabilen ilaçlardan sakınılmasıdır. Sıvı desteği verilmesinde engel durum yoksa opak madde uygulanmasından önce ve sonra, birkaç saat kadar damar içine izotonik sıvı desteği önerilir. Malesef günümüzde hasta yoğunluğunun artması veya hekimlerin bu riski yeterince önemsememesi nedeniyle birçok hasta opak maddeden olumsuz etkilenerek kalıcı böbrek hasarına maruz kalmaktadır. Çoğu tetkikte istenen 8 saatlik aç kalma zorunluluğu nedeniyle hasta sıvı almamakta, bu nedenle böbrek hasarına açık hale gelmektedir. Hâlbuki açlık gerektiren tetkiklerin birçoğunda susuz kalmak gerekmemektedir. Bu nedenle, hastalarımızın mutlaka dikkatli olmaları, kesin gereklilik olmadığı sürece doktorlarından anjiyografi yada tomografi gibi opak madde gerektiren işlemlerin tetkikini istememeleri, açlık gerektiren durumlarda mutlaka yeterince su alımı sağlayarak işlem öncesi en az 2 lt sıvı almış olarak opak maddeye maruz kalmaları böbrek hasarından korunmaları için önemlidir. YAŞAMA SANATI 19 »» ORTOPEDİ ve TRAVMATOLOJİ Prof. Dr. Mahmut KÖMÜRCÜ Yrd. Doç. Dr. Osman Yüksel YAVUZ Yrd. Doç. Dr. İsmail URAŞ Op. Dr. Murat UYGUN Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ Dr. Hamdullah YILDIRIM Dr. Eralp ERDOĞAN Dr. Ebubekir PASLIOĞLU İnt. Dr. Talha KÜTÜK Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji A.D. n i z Di MENİSKÜS Yırtıkları Genç yaşlarda daha dayanıklı olsa da, kolaylıkla yırtılabilen bir dokudur. Daha çok dizin makaslama (tek ayak üzerinde vücudu döndürme) hareketleri ile yırtılabilen menisküs, düşme, çarpma gibi travmalar ile de yırtılabilir. M enisküsten bahsedebilmek için öncelikle dizden bahsetmek gerekir. Diz; ayakta durmamızda, yürümemizde, koşmamızda hatta oturmamız ve kalkmamızda çok önemli rolleri olduğu gibi, iskele kenarında denize karşı ayağımızı sallamamızda, çocuklarımızla beraber bisiklet sürmemizde de etkisi vardır. Tüm bunları yapabilmek için diz, kabaca 2 tip hareket yapar; dizin kırılması (fleksiyon) ve açılması (ekstansiyon) hareketleri. Bu hareketler, dizde yaklaşık 0 ile 130 derece aralığında hareket açıklığı sağlar. Diz; kabaca iki yapıdan oluşur, kemik doku ve yumuşak doku. Kemik dokuyu oluşturan 3 adet kemik vardır. Uyluk kemiği (femur), kaval kemiği (tibya) ve ayna kemiği (patella), bu kemiklerin birbirleri ile eklem yaptıkları yüzeyleri kıkırdak tabaka ile kapdış menisküs önden Kıkırdak dokudan yapılmış olan menisküsler, yumuşak plastik kıvamında olup, hem dış tarafta hem de iç tarafta olacak şekilde her bir dizde iki adet vardır (şekil 1), yukarıdan bakıldığında açıklığı birbirine bakan iki hilal şeklinde olan menisküsler kaval kemiğinin üst yüzü üzerinde yere paralel şekilde bulunur. Kesitinde ise, kalın kenarı dış tarafta olan üçgen şeklindedir (şekil 2). üstten görünüm dış ön çapraz bağ menisküs dış ve iç yan bağlar Şekil 1: Menisküslerin şekil ve yerleşimi. 20 YAŞAMA SANATI lanmıştır. Yumuşak dokular ise kaslar, lifler (tendon), bağlar, eklem kapsülü, sinovya ve menisküsler. Burada da görüldüğü gibi, menisküs normal diz ekleminin bir parçası olup bir hastalık adı değildir, hatta dizin dışında benzer dokular omuz ve kalça gibi eklemlerde de vardır. Diğer eklemlerde ki yapıların farklı görevleri vardır, dizdeki menisküslerin görevi ise, uyluk ve kaval kemikleri arasındaki yük aktarımını kolaylaştırmaktır. Her menisküs yırtığı belirti vermeyebilir, özellikle şekli tarif edilen menisküsün, dizin içine bakan ince kenarında olan yırtıklar ağrı yapmayabilir, çünkü menisküste ağrı yapan sinir uçları daha çok dış kenarlardadır, dolayısı ile küçük yırtıklarda ağrı olmayabilir. Diz ekleminde bir nevi yastık görevi gören menisküsler, iki kemik arasında yük aktarımında, aktarma yüzeyini genişleterek birim yüzeye binen yükü azaltmış olur. Böylece aktarılan yük tek bir noktadan değil, geniş bir yüzeyden aktarılmış olur (şekil 3). Bu anlamda önemli görevleri olan menisküs, travmaya karşı bir o kadar hassastır. Genç yaşlarda daha dayanıklı olsa d a , DİZ EKLEMİNDE YÜK AKTARIMI iç menisküs Şekil 2: Menisküsün kesiti ve kan ile beslenmesi Şekil 3: Diz ekleminde yük aktarımı ve menisküslerin görevi. YIRTIK MENİSKÜS TİPLERİ Yırtık Menisküs Şekil 4: Menisküs yırtık tipleri kolaylıkla yırtılabilen bir dokudur. Daha çok dizin makaslama (tek ayak üzerinde vücudu döndürme) hareketleri ile yırtılabilen menisküs, düşme, çarpma gibi travmalar ile de yırtılabilir. Dış tarafa göre daha az hareketli olan iç menisküste yırtık daha fazla görülür, genelde travmaya en çok maruz kalan kısım ise, iç menisküsün boynuz olarak ifade edilen arka bölümüdür. Her menisküs yırtığı belirti vermeyebilir, özellikle şekli tarif edilen menisküsün, dizin içine bakan ince kenarında olan yırtıklar ağrı yapmayabilir, çünkü menisküste ağrı yapan sinir uçları daha çok dış kenarlardadır, dolayısı ile küçük yırtıklarda ağrı olmayabilir. En çok iç menisküs arka boynuz yırtığı görüldüğü için (şekil 4), en sık karşılaşılan ağrılı hareket, merdiven inme, yerde dizler üzerine oturma gibi yırtık bölgenin iki kemik arasında sıkıştığı durumlardır. Bu hareketlerde keskin ve yanma tarzında ağrı olduğu gibi, diz muayenesinde yırtık bölgenin cilt üzerinden parmakla basılması ile de benzer ağrılar olabilir. Bunun yanında, her ağrılı durum yırtık anlamına gelmez. Menisküsün iç bölümünde meydana gelen zedelenme ve hasarlanmalarda benzer bulgular verebilir, ancak yırtıkta olduğu kadar keskin değildir (şekil 5). Şikayetleri olan ve doktora başvuran hastalar, öncelikle muayene edilir, menisküsün hasarlanmış olduğu ya da yırtılmış olduğu şüphesi uyanırsa, he- Normal Menisküs Boylamasına Yırtık Kova Sapı Yırtık Kanat Tipi Yırtık Enlemesine Yırtık Yırtık Boynuz kim hastanın durumunu netleştirmek için ileri tetkikler ister, en çok başvurulan ileri tetkik, manyetik rezonans görüntüleme (MRG)dir. Ancak bu tetkikte bile %10-20 arasında yanlış sonuç elde edildiği, yapılan yayınlarda bildirilmiştir. Kıkırdak doku, tamir kapasitesi son derece zayıf bir dokudur, yırtıldığı zaman kendi kendine iyileşme şansı çok düşüktür. Bu nedenle menisküs yırtığı olduğu tespit edilen ve belirgin şikayetleri olan hastalar için, ameliyatı engelleyecek başka bir rahatsızlığı yoksa ve ameliyatsız tedavilere cevap alınamıyorsa, ameliyat en iyi tedavi seçeneğidir. “Kapalı ameliyat” olarak bilinen artroskopik cerrahi, bu hastalar için en iyi yöntemdir. Sadece bacaklar uyuşturularak da yapılabilen artroskopik cerrahide, diz içine, açılan 2 adet delikten (portal) girilerek ameliyat yapılır. Şekil 5: Normal ve yırtık menisküslerin artroskopik görüntüsü. Artroskopik cerrahinin en önemli avantajları, küçük cerrahi kesilerle yapıldığı için dokularda iyileşmenin açık cerrahiye göre çok hızlı olması ve küçük kamera ucunun eklem içinde gezdirilebilmesi sayesinde eklemin her bölgesinin görüntülenmesi ve ulaşılabilmesidir. Artroskopik Alet Görüntüleme Aleti Şekil 6: Artroskopik cerrahi YAŞAMA SANATI 21 »» ORTOPEDİ ve TRAVMATOLOJİ Portallerden birinden kamera girilirken diğerinden ise işlemin yapılacağı el aletleri girilir (şekil 6). Diz içi değerlendirildikten sonra, eğer menisküs yırtığı varsa, yırtığın şekli, büyüklüğü, yeri ve hastanın yaşına göre, yırtık olan menisküs çeşitli teknikler ile dikilebilir ya da etrafında yırtık doku kalmayacak şekilde kesilir/ traşlanır. Amaç yırtık olan bölgenin iyileşmesini sağlamak ya da yırtık bölgenin dahada büyümesini önlemektir. Bu cerrahi sırasında sadece menisküsler değil, aynı zamanda eklem kıkırdağı, eklem içerisindeki ön ve arka çapraz bağlar, eklem kapsülü, diz kapağının Menisküs yırtıkları halk arasında sporcu hastalığı olarak da bilinir, çünkü sporcular, yırtılmaya neden olabilecek hareketlere, her idmanda ya da müsabakada sıkça maruz kalıyorlar. Dolayısı ile bu ameliyatlar da özellikle spor cerrahisi alanında deneyimi olan hekimlerin başarısı çok daha yüksektir. Şekil 7: Uyluk kaslarını geliştiren egzersiz hareketleri 22 YAŞAMA SANATI »» DİZİN MENİSKÜS YIRTIKLARI (patella) durumu ile genel değerlendirme de yapılır (şekil 6). Hastalar eğer sadece bacaklarından uyuşturularak bu işlemler yapılırsa, hekimin işlemi görüntülediği monitörden, hastanın da operasyonu izleme şansı olabilmektedir (Bu durum hekimin inisiyatifindedir). Ameliyat yaklaşık 30-60 dakika arasında sürer. Ameliyat bittikten sonra, hastanın bacağı elastik bandajla sarılır ve anestezinin etkisi geçtikten sonra egzersiz programı başlatılır. Aynı gün akşamına ya da ertesi sabaha hasta yürümeye başlayabilir, kontrollü bir şekilde yürüyebilen hastalara yaklaşık 3 hafta çömelmemesi önerilir. Hasta ameliyat olduğu günün ertesinde evine taburcu edilebilir. Günaşırı pansumanlarını yaptıran hastalar yaklaşık 2. haftada dikişlerini aldırmak için ve kontrol için tekrar hastaneye gider. Ortalama 3-4 haftada normal hayatına dönebilen hastalarda ameliyat sonrası memnuniyet çok yüksek oranlardadır. Ancak unutmamak gereken bir husus ise, hastalarımızın pek sevmediği egzersiz ve kas güçlendirme programdır ki bu program hastalar ameliyat olsa da olmasa da mutlaka yapması gereken bir programdır. Kısaca bu program şekilde anlatılmıştır (şekil 7). Ameliyatsız yöntemlerin başında olan fizik tedavinin içeriğini bu egzersiz ve kas güçlendirme programları oluşturmak- tadır. Ameliyatsız yöntemler ameliyatın alternatifi gibi algılanmamalı, zira ameliyatsız tedaviler, halen ameliyat aşamasına gelmemiş menisküs zedelenmelerinde uyguladığımız bir tedavidir. Akıldan çıkarılmaması gereken en önemli şey; egzersizlerin her halükarda mutlak yapılması gerektiğidir. Unutulmaması gereken bir diğer konu ise; menisküs bir kıkırdak dokudur, yani yumuşak lastik kıvamında olup, ameliyattan sonra da başka bir bölgeden yırtılabileceğidir. Ameliyattan sonra tekrar yırtılmayacağı gibi bir yanlış algının olmaması gerekir. Aynen, yırtılan bir kumaşın tamiri sonrasında başka bir yerinden tekrar yırtılabileceği gibi. Menisküs yırtıkları halk arasında sporcu hastalığı olarak da bilinir, çünkü sporcular, yırtılmaya neden olabilecek hareketlere, her idmanda ya da müsabakada sıkça maruz kalıyorlar. Dolayısı ile bu ameliyatlar da özellikle spor cerrahisi alanında deneyimi olan hekimlerin başarısı çok daha yüksektir. Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği olarak, başta artroskopik cerrahiler olmak üzere her türlü spor cerrahisi, yüksek başarı oranları ile yapılmaktadır. Yurt içi ve yurt dışı eğitim ve öğretim faaliyetlerine de hiç durmadan devam etmektedir. Sağlıklı günler dileriz. Ne Kadar “BİLİMSEL” Konuşuyoruz? »» DENEME Senai DEMİRCİ Galiba, kimi cevapları, sorularını sormasını beceremediğimiz için bilmiyoruz. B ilim ve Bilim Felsefesi deyince, nedense işi bilim yapmak olan, özel uzmanlık alanları bilim olan bazı insanların meselesini anlıyoruz. Bu yüzden bilim meselesi söz konusu olduğunda, kendimizi bir kenara çekiyoruz. Mesele birden “başkalarının meselesi” oluveriyor. Oysa, bilimin konusu olan kainat hiç de uzağımızda değil. Bütün felsefesinin anlamlandırmaya çalıştığı mevcudatla biz de iç içe yaşıyoruz. O halde, bilim meselesi bize bir çakıl taşı kadar yakın, bir yaprak kadar tanıdık; bilimsel bakış açısı, dilimizin ucunda, kalbimizin mahfi inkılaplarında gün yüzüne çıkabilen sürekli bir problemimiz. Sözgelimi içimizde mektep görmüş olanlara bilimsel metodun nasıl bir şey olduğu şöyle bir deneyle anlatılmıştır. İki tane küçük saksı çiçeği alırsınız. İkisini yan yana koyar; birini düzenli olarak sular, diğerine hiç su koymazsınız. Derken çok geçmeden deneyinizin sonucu ayan olur: Suladığınız çiçek dipdiri dururken, sudan mahrum bıraktığınız çiçek solmaya yüz tutmuş, hatta ölmüştür. Eğer bilimsel metoda sadık kalacaksanız, bu deneyi yapmış biri olarak sizden şunu demeniz istenir: Bir bitkinin hayatta kalmasının sebebi (ya da sebeplerinden biri) sudur. Çünkü öyle gördünüz. Bilimsel yönteme hala sadıksanız, burada kalmayıp bir adım daha ileri gitmeniz gerekir. Sizden bir hüküm vermeniz istenir. Çiçeğe hayat veren (ya da verenlerden biri) sudur. Çünkü su olmasaydı çiçek hayatta kalmayacaktı. Sanıyorum, bu son cümleyi hiç de yadırgamayacaksınız. Bu cümle, her ne kadar özel bir bilimsel yöntemin sonucu olsa da, gündelik hayatımızın ta ortasında tekrarlanır durur. Mesela, çocuğunu kendi imkanları ile büyütmüş, okullara göndermiş ve bir ölçüde fedakarlık etmiş bir baba bir gün gelip, “Oğlum ben olmasam sen bugünlere gelemezdin” derken, hükmünü hangi gözleme göre veriyor acaba? Ya da tam ölümün eşiğinde olduğunu sandığı bir gün kendi- sini ‘başarılı bir ameliyatla hayata döndüren’ doktoruna minnettarlığını ifade eden hasta hangi yöntemle bu sonuca varmıştır dersiniz? Mesela, kendisini denizde boğulmaktan kurtaran arkadaşına yıllar boyu “Hayatımı sana borçluyum” diyen bir köylü delikanlı modern bilimin dilini konuşuyor olmasın? Şimdi, dilerseniz yukarıdaki küçük deneyden çıkardığımız sorucu bir inceleyelim: “Çiçeğe hayat veren sudur”. Bu huküm, olumlu bir hükümdür. Yani, suyun varlığında çiçeğin de hayatının olacağı varsayılır. Oysa, bu sonuca delil olarak kullandığımız gözlemimiz daha farklı bir yapıdadır. Su verilmeyince çiçek öldü. Bu gözlem ise olumsuz bir gözlemdir. Yani, suyun yokluğunda çiçeğin de hayatının olmadığı gözlenmiştir. Peki, her iki tarafı da olumsuz olan hükümden, her iki tarafı da olumlu olan bir başka hükme varılabilir mi? Yani, “Su olmasaydı çiçek hayatta olmayacaktı” hükmü, “Su çiçeğe hayat verir” sonucuna götürür mü? Bir şeyin yokluğu, tek başına, bir başka şeyin yokluğuna yeter sebep olabilir; doğru: Nitekim, çiçeğin hayatını kaybetmesi için, suyun yokluğu, tek başına, yetmektedir. Deneyimizde gözlemlediğimiz de buydu. Ama, bu gözlemimizden yola çıkarak vardığımız sonuç daha farklı bir şeydir. “Su çiçeğe hayat verir”. Diğer bir deyişle, suyun varlığı, tek başına, bitkinin hayatının varlığı için yeter sebeptir. Peki, gerçekten öyle mi? Su gibi bir şeyden hayat vermek gibi bir işi bekleyebilir miyiz? Hayat vermek nerede, su nerede? Hayat vermek gibi, biz akıllı insanların bile yapamadığı, yapmak bir tarafa anlayamadığı bir işi, akılsız, kör, nereye istersen oraya akan iradesiz bir şeyden, sudan bekleyebilir miyiz? Gerçekte hiçbirimiz suyu işbaşında, bir çiçeğe hayat verirken görmedik. Ama yukarıdaki hileli düşünüşle hep öyle sanıyoruz. Nitekim, bir baba da kendisini oğlunu ‘bugünlere getirir- ken” görmüş değildir, yani o günlere getirirken oğlunun kalbini her saniye kendi kudret elinde çalıştırmış, kanının her zerresini vücudunun her noktasında dolaştırmış da oğlunu beslemiş değildir. “Ama ben olmasaydım…” demiştir. Hasta da doktorunu kendisini hayata döndürürken görmüş değildir. “Ama siz olmasaydınız…” diye düşünmektedir. Köylü delikanlı arkadaşının kendisine hayat ödünç verdiğini hatırlamamaktadır. “Ama sen olmasaydın, şimdi yaşamayacaktım” diye konuşabilmektedir. Ne dersiniz, ben olmasam bu yazıyı okuyamayacaktınız diye, şimdi size bu yazıyı ben mi okutuyorum? Şu an gözlerime fer veren kim? Şimdi hafızanızı, aklınızı işleten kim? Nasıl hatırlıyorsunuz harfleri? Şimdi kalbiniz kimin elinde bir yumulup bir açılıyor? Ama bir “Ben olmasaydım” bir “O olmasaydı” bir “Şunlar olmasaydı…” sözü, bu soruların hepsini unutturmaya yetiyor bile. Galiba, kimi cevapları, sorularını sormasını beceremediğimiz için bilmiyoruz. Kaynak: Karakalem Yayınları/ Dar Kapıdan Geçmek /Senai Demirci YAŞAMA SANATI 23 »» ŞİFALI BİTKİLER Prof.Dr. M. Ramazan YİĞİTOĞLU Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Biyokimya A.D. Ödem Çözücü, Antiseptik ve Romatizmal Ağrıları Hafifletici Bir Bitki: DEFNE (Laurus Nobilis) A ntik çağlardan beri temizlik ve barış sembolü olarak kullanılan defne ağacı Akdeniz bölgesinde yetişmektedir. Yaprakları 5-10 cm uzunlukta olup et ve balık yemeklerine hoş bir lezzet katmak için kullanılmaktadır. Defne Yaprağı insülinin etkisini arttırdığından bazı hekimlerce diabetik hastalara özellikle tavsiye edilmektedir. Defne yaprağında taren isimli acı madde ve uçucu özellikte bir yağ bulunmaktadır. Uçucu yağ ise %50 oranında sineol isimli etken madde içermektedir. Defne Soğuk algınlığına ve Romatizmal ağrılara iyi gelmektedir. Aynı zamanda terletici özelliğe sahip olan defne bu nedenle ödem çözmeye de yardımcı olur. 24 YAŞAMA SANATI Faydalı Olduğu Durumlar: Kullanım Şekilleri: Antiseptik (Mikroplardan temizleyici) Defne yağı Soğuk algınlığı Defne yaprağı (Et ve balık yemeklerine lezzet katmak amacıyla kullanılır) Ödem çözülmesine yardımcı Kapsül veya tablet formu yoktur. Kas ağrılarına yardımcı Defne çayı (Kurutulmuş ya da yeşil defne yaprağı, nane ile karıştırılarak çay gibi demlenir. Günde 3-4 bardak içilir.) Romatizmal rahatsızlıklarda ağrı ve iltihabı azaltıcı Önemli Nokta: Defne astım ve deri reaksiyonlarına yol açabilir. Bu gibi yan etkiler görüldüğünde bir hekime danışılmalıdır. Hamile ve bebek emziren anneler de defne çayını fazla tüketmemelidirler. Eklem İltihabı, Kanser ve Mide-Sindirim Problemlerinde Yararlı Bir Antioksidan Deposu: ZENCEFİL Z (Zingiber Officinale) encefil kökü yumru şeklindedir, küçük patates tanesine benzer. Anavatanı Güney Asya’dır. Günümüzde özellikle Hindistan, Yamaica ve Çin’de yetiştirilmektedir. Zencefil Antik çağlardan beri ilaç niyetiyle pek çok insan tarafından kullanılagelmiştir. Mide ağrısı ve bulantıya karşı kullanıldığına dair Roma ve Eski Yunan yazıtlarında kayıtlar vardır. Yapılan son araştırmalara göre zencefil’in bir antioksidan deposu olduğu ve anti tümör etkiye sahip bulunduğu ileri sürülmektedir. Zencefil’in bakteri enfeksiyonlarında, artritlerde (eklem iltihabı) ve parazitozlarda yararlı olduğu da bilinmektedir. Zencefilin Faydalı Olduğu Durumlar: Kullanım Şekilleri: Artritlerde (Eklem iltihabı) Zencefil çiğnenebilir tablet şekli (67,5 mg’lık ticari tablet şekli mevcuttur) Antioksidandır Bakteri enfeksiyonları Tümörlere karşı bağışıklık sistemi güçlendirir. Bulantı Parazitoz Zencefil kökü Zencefil extraktı (250 mg) Zencefil tozu ve kapsülü (100-465 mg’lık kapsüller halinde) Zencefil çayı Kalp ve damar uyarıcı Kas ağrılarına karşı Mide ve sindirim sistemi problemlerine faydalıdır. Önemli Nokta: Bulantı için 500-1000 mg zencefil kökü ağızdan çiğnenerek yutulur. Fazla dozda alınırsa kalp atımında düzensizlik yapabilir. Zencefilin nadir de olsa uykuya meyil ve huzursuzluk yaptığı bildirilmiştir. Pıhtılaşmayı önleyici ilaçlarla (Kumadin, Asprin vb.) etkileştiğinden bu ilaçlarla birlikte zencefil kullanılmamalıdır. YAŞAMA SANATI 25 »» ÇOCUK SAĞLIĞI ve HASTALIKLARI Yrd.Doç.Dr. Suzan GÜNDÜZ Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Öksürük; akciğerlerimizi koruyan, hava yollarındaki sekresyonların atılmasını sağlayan ve solunum yolu hastalıklarında sık görülen bir şikayet olup korucuyucu bir reflekstir. ÖKSÜREN ÇOCUK A kut öksürük, altı haftadan kısa süren öksürüktür. Akut öksürük sebepleri nelerdir? •Viral üst solunum yolu enfeksiyonla- rı: En sık sebeptir. Özellikle kışın ve mevsim geçişlerinde daha sık görülür. Burun akıntısı, hapşırık, hafif ateş eşlik edebilir. •Sinüzit: Geniz akıntısına bağlı balgamlı bir öksürük olur. Başağrısı, kafanın ağır hissedilmesi, ateş , burun tıkanıklığı eşlik eder. Doğrudan sinüzit tablosu veya nezle, soğuk algınlığının komplikasyonu olarak görülebilir. Gece ve özelikle sabaha doğru öksürük belirginleşir. Bazen çocuk kusarak balgam çıkarır. •Pnomoni (Zatürre): Akciğer dokusu- •Bronşiolit: Daha çok küçük bebeklernun iltihabıdır. Öksürük yanında orta-ağır bir hastalık tablosu vardır. Genellikle nefes alıp vermede zorlanma, hızlı nefes alıp verme, ateş eşlik eder. 26 YAŞAMA SANATI de hızlı nefes alıp vermenin ve hırıltı, hışıltının da eşlik ettiği enfeksiyondur. •Larenjit: Havlar tarzı öksürükle gelir. Geceleri tablo kötüleşir. •Astım: Öksürükle gelen her hastada düşünülmelidir. Eğer ailede astım öyküsü, çocukta atopi (egzama) varsa ihtimal daha da kuvvetlenir. •Sigara dumanı maruziyeti: Eğer ço- cuk aktif ya da pasif sigara dumanına maruz kalıyorsa akut veya kronik öksürük olabilir. Ayrıca viral enfeksiyonlar daha ağır geçirilebilir ve yavaş iyileşebilir. Kronik öksürük: Altı haftadan uzun süren öksürükler kronik öksürüktür. Kronik öksürük sebepleri nelerdir? • Tekrarlayan viral enfeksiyonlar: Özellikle kalabalık ortamda yaşayan veya okula giden çocuklar çoğunlukla kış aylarında bir enfeksiyon tam iyileşmeden başka viral bir enfeksiyon geçirebilir. • Postnazal akıntı sendromu: En önemli sebebi allerjik rinittir. Öksürüğün yanısıra geniz akıntısı, burun tıkanıklığı veya burun akıntısı eşlik edebilir. • Astım: Sadece öksürük ile gelebilir. Havayolu aşırı duyarlılığı, kanda eozinofil denen hücrelerin artışı, egzama öyküsü ve astım ilaçlarına yanıt alınması tanıyı destekler. • Gastroözofagiyel reflü: Tek bulgu öksürük olmayabilir. Büyüme gelişme geriliği eşlik edebilir. Kusma her zaman olmayabilir. 24 saatlik pH monitorizasyon ile kesin tanı konulur. • Bronşektazi: Öksürüğe aşırı balgam üretimi eşlik eder. Psikojenik veya alışkanlığa bağlı öksürük: Altta yatan hastalık olmaksızın görülen kronik kuru öksürüktür. Kısa, kuru, bazen dikkat çekici, kaz ötüşü, korna sesi gibi öksürüktür. Stres anında artar. Gece ve erişkinlerin olmadığı ortamda kaybolur. • Doğuştan gelen anomaliler: Havayollarının anatomik bozuklukları öksürük yapabilir. • Yabancı cisim aspirasyonu: Dört yaş altı çocuklarda daha sıktır. Aniden başlayan öksürükte düşünülmelidir. • Tüberküloz (verem): Geçmeyen ve uzayan öksürükle gelebilir. • Psikojenik veya alışkanlığa bağlı öksürük: Altta yatan hastalık olmaksızın görülen kronik kuru öksürüktür. Kısa, kuru, bazen dikkat çekici, kaz ötüşü, korna sesi gibi öksürüktür. Stres anında artar. Gece ve erişkinlerin olmadığı ortamda kaybolur. Öksürük durumunda evde neler yapılabilir? • Bol sıvı tüketimi • Yastığı yükseltme • Kışın kaloriferin üzerine su koyma (havayı nemlendirmek) • Odayı havalandırma • Serum fizyolojikle burnu ve özellikle solunum yollarını temizleme • Ateş eşlik ediyorsa ağrı kesici-ateş düşürücü • Pastörize bal (1 yaşından sonra) Öksürük sırasında yapılmaması gerekenler nelerdir? • Öksürüğü baskılayıcı ilaçlar • Antihistaminikler • Çinko, C vitamini, ekinezya faydasız • Dekonjestanlar • Antibiyotikler (doktor önerisi dışında) • Sigara dumanı olan ortamdan uzaklaşmalı Hangi durumda doktora başvurmalıyız? • Çocuk 6 aylıktan küçükse • Boğulurcasına öksürüyorsa • Çocuğun beslenmesi bozulduysa • Öksürük kriz şeklinde geliyorsa • Tüm önlemlerinize rağmen öksürük 3 günden uzun sürüyorsa • Öksürük şiddetleniyor ya da havlar tarzda oluyorsa • Öksürük ateşle beraber seyrediyorsa • Günlük aktiviteleri ve gece uykusunu etkiliyorsa • Öksürüğe nefes alıp vermede zorluk eşlik ediyorsa • Hırıltı ve hışıltının eşlik ettiği ve tekrarlayan öksürük atakları GELSİN DE BAK Dağlar al yeşil süslenir, Hele bahar gelsin de bak. Bülbül aşkınan seslenir, Güle bahar gelsin de bak. Bayramlığın giyer dağlar, Her örnekten basın bağlar. Türkü söyleyerek çağlar, Sele bahar gelsin de bak. Emanet versen götürür, Menziline tez yetirir. Dertliye derman getirir, Yele bahar gelsin de bak. Cennet sanarsın cihanı, Kalkar dağların dumanı. İner ovanın ceylanı, Çöle bahar gelsin de bak. Dere kenarında taşlar, Hep yosun tutmağa başlar. Yuva için tüner kuşlar, Dala bahar gelsin de bak. Turnam kanadını düzler, Ördek avcısını gözler. Çığrışarak konar kazlar, Göle bahar gelsin de bak. Feymani biter acılar, Kağnılar yürür gıcılar. Kervan düzer yaylacılar, Yola bahar gelsin de bak. Aşık Feymani YAŞAMA SANATI 27 »» FİZİK TEDAVİ ve REHABİLİTASYON Yrd. Doç. Dr. Özlem CEMEROĞLU Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon A.D. Kronik Ağrınızın Nedeni FİBROMİYALJİ mi? Ne yazık ki, halen fibromiyaljinin kesin tedavisi yoktur. Ancak, yakınmalar ve semptomlar bazı ilaçlar ve ilaç dışı önlemlerle kontrol altına alınabilmektedir. ✓✓ Her yerim ağrıyor! ✓✓ Her zaman yorgunum. ✓✓ Sabahları hiç uyumamış ve “dayak yemiş gibi” ağrılı ve yorgun kalkıyorum. ✓✓ Bütün vücudum tutuk, ellerim ve yüzümde şişlik hissediyorum. ✓✓ Ellerim ve ayaklarımda uyuşmalar var. ✓✓ Baş ağrılarım çok sık! Kabızlık ve ishal ataklarım oluyor. ✓✓ İşime konsantre olamıyorum ve her şeyi unutuyorum… diyorsanız, sizde FİBROMİYALJİ olabilir. F ibromiyalji, toplumun yaklaşık olarak %2’sini etkileyen, kadınlarda daha sık görülen, vücutta yaygın ağrı ve hassasiyet görülen bir sağlık sorunudur. Hastalığın tanısı için özel testlerin olmaması nedeniyle, bazı durumlarda teşhis zor ve geç olabilir. Fibromiyalji için kesin iyileşme mümkün olmamaktadır ancak bazı ilaçlar ve egzersizlerle hastalar bu durumla baş edebilmektedirler. 28 YAŞAMA SANATI Fibromiyalji nedir? Fibromiyalji, bütün vücutta ağrıya yol açan kronik bir sağlık sorunudur. Ağrı vücutta yaygın olmakla birlikte “dolaşır” tarzda farklı zamanlarda farklı yerlerde hissedilir. Diğer yakınma ve bulgular: ♦♦ Eklem ve kaslar üzerinde basmak veya dokunmakla hassasiyet olması ♦♦ Yorgunluk ♦♦ Uyku problemleri (yorgun uyanmak) ♦♦ Hafıza ile ilgili problemler ♦♦ Depresyon ve/veya kaygı ♦♦ Migren ve gerilim baş ağrıları ♦♦ İritabl barsak sendromu ve gastroösofageal reflü ♦♦ Aşırı aktif mesane ♦♦ Çene eklemi problemleri Fibromiyaljinin ağrı ve diğer bulguları zaman zaman düzelip tekrarlayabilir ve özellikle stres dönemlerinde daha şiddetlenebilir. Fibromiyaljinin nedeni nedir ve kimlerde görülür? Tam olarak nedeni bilinmemektedir. Bazı ailelerde daha sık görülmekle birlikte genetik bir hastalık değildir. Bazı genler bu hastalığa ve eşlik eden durumlara yatkınlık gösterebilmektedir. Fiziksel yaralanmalar, artrit (eklem iltihabı), omurga problemleri veya duygusal stres gibi durumlar fibromiyaljiyi tetikler. Bu hastalarda beyinin ağrıyı algılamasında bir artış olur. Fibromiyalji, kadınlarda ve erişkin çağın ortalarında daha sık görülür ama nadir olmakla birlikte adölesanlarda ve yaşlılarda da görülebilir. Fibromiyaljide nasıl tanıya gidilir? Doktorunuz yakınmalarınızdan yola çıkarak sizde fibromiyalji olduğundan şüphelenebilir. Fizik muayenede, şart olmamakla birlikte, hassas noktalar saptanabilir. Tanı için, ağrıya neden olabilecek diğer hastalıkların olmadığı kanıtlanmalıdır. Fibromiyaljinin tanısında kullanılabilecek herhangi bir test (laboratuar veya röntgen vs.) yoktur. Ancak, fibromiyalji ile karışabilecek diğer hastalıkların olmadığının gösterilmesi için testler yapılabilir. Fibromiyalji nasıl tedavi edilir? Ne yazık ki, halen fibromiyaljinin kesin tedavisi yoktur. Ancak, yakınmalar ve semptomlar bazı ilaçlar ve ilaç dışı önlemlerle kontrol altına alınabilmektedir. Fibromiyalji tedavisinde onay almış ilaçlar (Pregabalin, Duloxetin ve Milnacipran) ve düzenli egzersiz programı hastalığın tedavisinin temelini oluşturur. Haftanın en az 3 günü yapılan tempolu yürüme veya yüzme gibi sporlar hastanın ağrısını azaltmakta ve efor kapasitesini arttırmakta yararlı olmaktadır. Bununla birlikte pilates ve yoga gibi egzersiz programları da esnekliği arttırmada ve stres ile başa çıkmaya yardımcı olmaktadır. Hastanın, hastalık hakkında bilgi edinmesi de hastalıkla başa çıkmada çok önemlidir. Uyku düzeninin sağlanması, yakınmaları arttıran fiziksel ve psikolojik streslerin anlaşılarak bunlara karşı önlem alınması da tedavide önemlidir. Hareket etmezsen zincirlerini farkedemezsin ! Tolstoy Haftanın en az 3 günü yapılan tempolu yürüme veya yüzme gibi sporlar hastanın ağrısını azaltmakta ve efor kapasitesini arttırmakta yararlı olmaktadır. YAŞAMA SANATI 29 »» HABER Androloji Merkezimiz Hizmete Açıldı Daha önce androloji alanındaki sağlık hizmeti üroloji kliniği tarafından yürütülmekte iken “Androloji Merkezi” başlığı altında hastanemiz bünyesinde özel bir birim oluşturulmuştur. T urgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi bir yeniliğe daha imza attı. Beştepe’de bulunan merkez şubemizde, Kasım 2013 tarihinden itibaren Androloji merkezimiz hizmet vermeye başladı. Androlojik sorunlarınız için güçlü bir ekip ile bir araya gelen öğretim üyelerimiz, yeni hazırlanan modern görüşme ortamlarında sizleri beklemektedir. Androlojik sorunlar için Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ömer Faruk Karataş ve aile içi iletişim sorunlar için Evlilik ve Aile Terapisti Doç. Dr. Sevsen Cebeci hastaları kabul etmektedir. Ekip bünyesi içerisinde Psikolog Şeyma Piştav’ın da yer aldığı merkezde, Prof. Dr. Osman Özcan alternatif tedavi yöntemler ile (akupunktur ve hipnoterapi) tedaviye destek sağlamaktadırlar. Androloji; kadın ve erkekte cinsel fonksiyon bozukluklarının yanı sıra erkek 30 YAŞAMA SANATI kaynaklı kısırlık (çocuk sahibi olamama, infertilite) gibi problemlerle ilgilenmektedir. Bilindiği üzere bu grupta yer alan hastalıklar, biyolojik bir problem olmanın yanı sıra toplumsal, sosyal ve psikolojik anlamda kişinin yaşam kalitesi üzerine ciddi olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Aile birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında ve korunmasında, bu grup hastalıkların tedavisi ileri derecede önem arz etmektedir. Günümüzde konu ile bireysel olarak ilgilenen hekimler bulunmaktadır. Ancak hastanemizde akademik perspektif ve kurumsal bir bakış açısı ile cinsel fonksiyon bozuklukları ve çocuk sahibi olamama konularının incelenmesi hedeflenmektedir. Bu hedefe yürürken birey yalnızca biyolojik olarak ele alınmamakta, beraberinde aile içi sosyal ve psikolojik etkileri de göz önünde bulundurularak ona göre bir tedavi protokolü hazırlanmaktadır. Daha önce androloji alanındaki sağlık hizmeti üroloji kliniği tarafından yürütülmekte iken “Androloji Merkezi” başlığı altında hastanemiz bünyesinde özel bir birim oluşturulmuştur. Androloji biriminden randevu alarak aşağıdaki problemlerinizin çözümünde yardım talebinde bulunabilirsiniz: ♦♦ Erkek cinsel fonksiyon bozuklukları (erken boşalma, geç boşalma, boşalamama, peniste sertleşme sorunu, penis eğriliği, penis küçüklüğü, vs…) ♦♦ Kadın cinsel fonksiyon bozuklukları (cinsel isteksizlik, uyarılma bozukluğu, orgazm olamama, geç orgazm olma, ilişki sırasında ağrı, cinsel tiksinti bozukluğu, vajinismus, ilk cinsel birlikteliği gerçekleştirememe vs…) ♦♦ Erkek kısırlığı (infertilite, çocuk sahibi olamama) YAŞAMA SANATI 31 »» GÜNCEL Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Ana Bilim Dalı, Androloji Merkezi Kalpler Birleşmeden Bedenler Birleşmiyor Bünyemizde bulunan akademisyen öğretim üyeleri kadrosu içerisinde; Androloji alanı ile ilgili Üroloji uzmanlarının yanı sıra Aile Terapisti, Psikolog ve Akupunktrist/ Hipnoterapist de bulunmaktadır. Bireysel manada güven ve başarı ilkesi ile tedavi hizmeti sunan hekimler, kurumsal ve akademik anlamda da o güven ve başarıyı taçlandırmayı hedeflemektedir. 32 YAŞAMA SANATI B aşkaları ile paylaşmaktan utandığınız, en yakın arkadaşınız, kardeşiniz, anneniz ve hatta çoğu zaman eşinizle dahi konuşmaktan çekindiğiniz ama sizi içten içe etkileyen, tüketen ve sizi derinden etkileyen sağlık sorununuz nedir? diye bir soru ile bugüne kadar karşılaştınız mı bilemiyorum... Hiç şüphesiz 1700’lü yılların ikinci yarısında Fransız Polinezya’sının en büyük adası olan ve Kaptan Wallis tarafından ilk defa keşfedilen Tahiti yerlilerine sorsaydık; “Bizim için böyle bir sorun yok” diye yanıt alacaktık. Çünkü gemidekiler, ada açıklarına demir attıktan sonra karşılaştıkları manzara karşısında adeta şoka uğramışlardı. Açık alanda, ulu orta cinsel ilişkiye giren ve gemi mürettebatındaki erkeklere cinsel birliktelik için saldıran kadınların çoğunlukta olduğu bu topluluk, gemidekileri ziyadesi ile hayrete düşürmüştü. Çiftler günlük yaşantılarında ya daha saldırgan, uyumsuz, geçimsiz ve anlaşmaz tutumlar sergilemekte ve derin bir depresyon duygulanımına girmektedirler. Aradan yüzyıllar geçti. Ne o eski zamandayız, ne de Tahitiliyiz... Modern dünyada artık teknoloji çağındayız. Bizler, yalnızca bedenlerimizden gelen hazza dayalı isteklere boyun eğerek yaşamıyoruz. Bu isteklerimizi edep, haya, örf, adet, gelenek ve din kurallarından oluşan bir dizi talimatlar ile biçimlendirmiş durumdayız. Hatta çoğu zaman, birçok modern toplum için geçerli olan adı konulmamış, kâğıtlarda, kanunlarda yazmayan, yazılı olmayan nice kurallara uyma davranışı geliştirmişiz. Öte yandan yıllar evvel Tolstoy’un erkekler için söylediği ama aslında günümüzde hem erkekler hem de kadınlar için geçerli olan o güzel sözünü hatırlatmak isterim: “Yaşamda ruha ıstırap veren pek çok şey bu- lunmaktadır. Ama bunlar içerisinde geçmişte, bugün ve gelecekte yaşanacak en trajik olanı; yatak odasında yaşananlardır”. Aradan geçen onca yıldan sonra Tolstoy’un öngörüsünün ne kadar yerinde olduğuna günümüzde tanıklık ediyoruz. Bugün şunu çok iyi biliyoruz ki; yatak odasında yaşanan bir problem yalnızca yatak odası sınırları içerisinde kalmamaktadır. Yatak odası içinde yaşanan sorunlar bir deprem etkisi yaratmakta ve artçıl depremler gün içerisinde aile içi iletişimi, sosyal yaşantıyı ve çiftlerin iş performansını ciddi derecede sarsmaktadır. Bu çiftler günlük yaşantılarında ya daha saldırgan, uyumsuz, geçimsiz ve anlaşmaz tutumlar sergilemekte ya da kendi iç dünyalarına kapanarak, hayattaki her şeyden keyif almayı kendilerine haram kılmakta ve derin bir depresyon duygulanımına girmektedirler. Evli çiftler arası iletişim sorunundan, doğrudan ilk etkilenenler ise ne yazık ki o ailenin minik yavruları olmaktadır. Kısaca yatak odasında başlayan mutsuzluk; sonuçta mutsuz çocuklar, mutsuz akrabalık ve iş ilişkilerini beraberinde getirmektedir. Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Androloji ekibi olarak, mutlu bir cinsel birliktelik için modern tedavi yöntemlerini uyguluyoruz. Bünyemizde bulunan akademisyen öğretim üyeleri kadrosu içerisinde; Androloji alanı ile ilgili Üroloji uzmanlarının yanı sıra Aile Terapisti, Psikolog ve Akupunktrist/Hipnoterapist de bulunmaktadır. Bireysel manada güven ve başarı ilkesi ile tedavi hizmeti sunan hekimler, kurumsal ve akademik anlamda da o güven ve başarıyı taçlandırmayı hedeflemektedir. Modern tıbbi tedavilerin yanı sıra akupunktur ya da hipnoterapi gibi tamamlayıcı tedavi yöntemleri, dalında uzman bir öğretim üyesi eşliğinde, aynı merkez bünyesi içerisinde uygulanmaktadır. Androloji ekibi olarak biliyor ve inanıyoruz ki; kalpler birleşmeden bedenler birleşmiyor. Kalpler yakınlaşmadan bedenler yakınlaşmıyor... İlerleyecek bir RUH için en büyük engel ALIŞKANLIKLARDIR… S.Karakoç Evlilik çatısı altında hayatlarını birleştiren kadın ve erkek arasında gün içerisinde güçlü ve mutlu bir iletişim, sevgi ve muhabbet olmadan, o günün akşamında mutlu bir cinsel birliktelik yaşanmamaktadır. İşte tam bu noktada evli çiftler için aile terapisi büyük önem arz etmektedir. Bunun tam tersi de doğrudur. Yani mutlu bir cinsel birliktelik olmadan tatmin edici ve başarılı bir sosyal hayat ya da iş performansı da sağlanamamaktadır. Bu nedenle merkezimizde evli çiftler bir bütün olarak ele alınmakta ve bu aileler için hem fizyolojik ve psikolojik bir destek sunulmakta ve hem de sosyal iletişimin güçlendirilmesi ve aile içi iletişimin zenginleştirilmesi hedeflenmektedir. Unutmayalım ki; hayatın kendisi cinsellikten çok daha büyüktür. Mutlu bir cinsel yaşam, bizi o büyük bütüne yaklaştıran bir vasıtadır ve asla hayatın amacı ve mihenk noktası değildir. Ama o büyük bütüne ulaştıracak en önemli ve en güçlü araçların başında gelmektedir. Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Androloji ekibi adına hepinize sağlıklı, mutlu ve başarılı yarınlar diliyorum… YAŞAMA SANATI 33 »» GÖĞÜS HASTALIKLARI Prof. Dr. Duygu ÖZOL Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları A.D. Evlerdeki Gizli Tehlike: RADON GAZI Radon yoğunluğu mevsime ve atmosferik şartlara bağlı olarak büyük değişiklik gösterir. Rüzgarsız bölgelerde radon gazı yoğunluğu artmaktadır. Gaz, insan vücuduna solunum yoluyla girer. Havada asılı statik yüklü parçacıklarla gaz molekülleri birleşmekte ve solunum yoluyla alınan hava içindeki bu parçacıklar akciğerin iç yüzeyine yerleşebilir ve DNA’ya zarar vererek akciğer kanserine yol açabilir. T üm dünyada en çok rastlanan kanser türü olan Akciğer Kanserinin başlıca iki nedeninden biri sigara diğeri ise Radon olduğu bilinmektedir. Sigara içmeyen hastalarda görülen akciğer kanserinin gelişiminde ev içi hava kirliliğine yol açan radon gazı sorumlu tutulmaktadır. ABD’de yılda 15.00022.000 kişinin radona maruz kaldıkları 34 YAŞAMA SANATI için akciğer kanserine yakalanıp öldükleri hesaplanmaktadır. Bu akciğer kanserlerine bağlı tüm ölümlerin %12’sini oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün (WHO The World Health Organization) yeni yayınladığı rapora göre dünyadaki akciğer kanserinin %15’ine Radon sebep olmaktadır. Hele kişi sigarada içiyorsa, iki risk faktörünün bir araya gelmesinden dolayı akciğer kanserine yakalanma ihtimali daha da artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, radon gazı ile ilgili sağlık risklerini ve akciğer kanseri vakalarını azaltmak için Uluslararası Radon Projesini ortaya koymuştur. Radon gazı toprakta doğal olarak bulunan, radyoaktif özelliği olan, kokusuz ve renksiz bir gazdır. Soy gazlar grubunun en son üyesi ve en ağırı olan radon, radyum tuzunun suyla işlenmesi sonunda, Sigara içmeyen hastalarda görülen akciğer kanserinin gelişiminde ev içi hava kirliliğine yol açan radon gazı sorumlu tutulmaktadır. ABD’de yılda 15.00022.000 kişinin radona maruz kaldıkları için akciğer kanserine yakalanıp öldükleri hesaplanmaktadır. karışım durumunda bulunduğu hidrojen ve oksijenden ayrılarak havaya geçer. Radon gazı yeryüzünde mevcuttur ve topraktan havaya kolaylıkla sızar ve alfa partikülleri denen iyonlaştırıcı radyasyon yayar. Elektrik yüklü partiküller solunan havadaki tozlara ve diğer partiküllere yapışır. Radon yoğunluğu mevsime ve atmosferik şartlara bağlı olarak büyük değişiklik gösterir. Rüzgarsız bölgelerde radon gazı yoğunluğu artmaktadır. Gaz, insan vücuduna solunum yoluyla girer. Havada asılı statik yüklü parçacıklarla gaz molekülleri birleşmekte ve solunum yoluyla alınan hava içindeki bu parçacıklar akciğerin iç yüzeyine yerleşebilir ve DNA’ya zarar vererek akciğer kanserine yol açabilir. Genellikle havadaki seyreltmeden dolayı dış ortamda radon seviyesi düşüktür. Radon içme suyunda da bulunabilir ve konsantrasyonu suyun kaynağına göre değişir ve sudaki seviyesi zaman zaman tehlikeli seviyelere ulaşabilir. Radon seviyesi yapı içinde ve kapalı ortamlarda yüksek olabilmektedir. Evlerimizdeki radon konsantrasyonu binalarımızın altındaki kayalarda ve topraklarda bulunan radon üreten uranyum miktarına, evlerimize geçişi kolaylaştıran yapı altındaki hava aralıklarına ve iç ortam ve dış ortam hava değişimi sayısına bağlıdır. Özellikle de, Uludağ, Marmara Adası, Batı Anadolu’nun büyük bölümü ve İstanbul’un granitler üzerinde yer aldığı bilinmektedir. Ülkemizde özellikle yapı sektöründe radon gazı ve olumsuz etkileri maalesef çok az bilinmektedir. Radon gazı evlerimize bina çatlaklarından, zemindeki boşluklardan ve drenajdan girer. Bu yüzden, radon seviyesi bodrum katlarda, kilerlerde ve toprakla temas eden zeminlerde daha fazladır. Evlerde radona daha az maruz kalmak için bina çatlaklarını kapatmak ve toprağa yakın katları havalandırmak gerekir. Binaların topraktan çok iyi izole edilmesi gerekir. Özellikle kış aylarında iç-dış hava sıcaklıkları arasındaki farkın en üst seviyeye çıkması sonucu yapılar adeta bir baca gibi çalışarak zemin ve çevresinden yükselen radon gazını yapı içine doğru çekmektedir. Bu gaz şayet uygun yolla boşaltılamaz ise yapı içinde birikerek yoğunlaşmakta ve sağlık üzerindeki olumsuz etkisi artmaktadır. Depremler sırasında yer kabuğunda meydana Radon gazı evlerimize bina çatlaklarından, zemindeki boşluklardan ve drenajdan girer. gelecek kırılma ve çatlamalar ile binalara radon sızması kolaylaşır ve insanlar daha fazla radona maruz kalabilirler. Türkiye gibi deprem kuşağında bulunan ülkelerde evlerde, okullarda ve işyerlerindeki radon miktarlarının düzenli olarak ölçülmesi ve yüksek değerler saptanan evlerde radonun azaltılabilmesi için önlemler alınması gerekir. ABD’deki EPA kurumu (Çevre Koruma Ajansı), evlerde yıllık ortalama olarak Litrede 4 pikoküri üzerindeki radon değerlerini yüksek kabul etmektedir. ABD’de her 15 evden birinde bu değerlerde veya bunların üzerinde radon bulunduğu belirlenmiştir. Bu kurumun araştırmalarına göre, evlerdeki radon düzeylerinin 4pCi/ l’nin altına düşürülmesiyle, akciğer kanserine bağlı ölümlerde %4′e varan azalma olacaktır. Ülkemizde radon belirleme deneyini ücreti karşılığı Türk Atom Enerjisi kurumu yapmaktadır. Radon ölçüm cihazı esas itibariyle bir toplayıcıdan ibarettir. Cihaz yapının en çok kullanılan bölümünde yerden 50 cm yükseklikte bir yere yerleştirilir ve 2 ila 7 gün burada tutulur. Sonra bu toplayıcı laboratuvara analiz için gönderilir. Toplama süresi 6 ay ila 1 yıl olan uzun dönemli radon gazı ölçüm cihazları da vardır. Açık alan deney cihazları da yapı alanında yapım öncesi radon salımını belirlemek için kullanılır. Radonun insan sağlığına olan etkisi ülkemizde az bilinmektedir, ancak artan bilinçlenme ile beraber belki de ilerde ev alım satım işlemlerinde radon raporu şartı aranmaya başlanacaktır. YAŞAMA SANATI 35 »» AKUPUNKTUR ve HİPNOTERAPİ Prof. Dr. Osman ÖZCAN Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji A.D. Akupunktur ve Hipnoterapi Ünitesi i s e t i l i t er f n İ k e k E r ve Akupunktur Rahatsızlıkların ve hastalıkların tedavisinde modern tıbbın imkanlarının en etkin bir şekilde kullanımının yanı sıra, uygun vakalarda akupunkturdan da yararlanılması günümüzde giderek daha fazla kabul görmektedir. Ç ocuk sahibi olma isteği, insanoğ- men, günümüzde de çocuk sahibi olma lunun varoluşundan beri onun en isteğini taşıyan insanların %15’i çocuk temel özelliklerinden biri olagel- sahibi olamamaktadır. miştir. İnsanoğlu bu istekle donatılma- Herhangi bir doğum kontrol yöntemi mış olsa idi, yeryüzünü şenlendirebilme uygulanmaksızın, 1 yıl süreyle, düzenli potansiyeli taşıyan milyonlarca insan cinsel ilişkiye rağmen gebelik oluşmabugün hayatta olmanın tadına varamaması durumu infertilite ya da kısırlık yabilirdi. Erkek ya da kadın olsun, çocuk sahibi olma isteği ile birlikte, bedenin de bu Şişmanlıkla erkek infertilitesi arasında ilişki dikkat çekicidir. isteğe uyumlu bir şekilde donatılmış olBoy ve kilo arasındaki duğu görülür. ilişkiyi ifade eden vücut kitle Doğuştan ya da sonradan oluşan rahatindeksi, normal değerleri sızlıkların ve hastalıkların, zaman za20-25 arasıdır. Yapılan man bu isteğin önünde bir engel oluşaraştırmalarda vücut kitle turduğu görülür. Tıp, geçmişten bugüne indeksindeki üç puanlık bu engelleri kaldırarak, insanoğlunun artış, erkek infertilitesinde muradına ermesine aracılık yapma gö%10 artışa neden olduğu revinde, pek çok ilerleme göstermiştir. gösterilmiştir. Bununla birlikte tüm bu çabalara rağ- 36 YAŞAMA SANATI olarak tanımlanmaktadır. İnfertil çiftlerin yaklaşık %50’sinde, erkek faktörü rol oynamaktadır. Çocuk sahibi olamama durumunun incelenmesine, daha az maliyetle ve kolaylıkla tetkik yapılabilmesinden dolayı, öncelikle erkekle başlanılması daha uygundur. Erkek infertilitesinde ilk ve temel tetkik spermlerin sayı, şekil ve hareket gibi özelliklerinin incelendiği spermiyogramdır. Sperm analizinde sıklıkla karşılaşılan terimler aşağıda açıklanmıştır. Normozoospermia: Semen parametreleri (sayı, hareket ve şekil gibi) normaldir. Oligozoospermia: Azalmış sperm sayısı • Hafif-sınırda: 5-15 milyon/ml • Ağır: 5 milyon/ml den daha az Dar giyilen pantolonların skrotumda (testis bezleri torbası ya da erbezleri torbası) ısı artışına neden olarak, sperm parametrelerinde %50 azalmaya neden olduğu gösterilmiştir. Asthenozoospermia: Azalmış sperm hareketi Teratozoospermia: Spermlerde artmış anormal şekil Oligoasthenoteratozoospermia: Bütün sperm parametrelerinin normalin altında olması, Azoospermia: Hiç sperm olmaması Aspermi (Anejakülasyon): Semen-ejekülatın olmaması Lökositospermi: Semendeki lökosit sayısında artış Nekrozoospermia: Bütün spermlerin ölü olması. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılındaki bildirimine göre normal semen parametreleri aşağıda görülmektedir: Volüm: 1.5 ml ve üzeri pH: 7,2-7,8 Sperm konsantrasyonu: 15 milyon/ml ve üzeri Total sperm sayısı: 39 milyon ve üzeri Sperm hareketi: %40’den fazlası hareketli, Morfoloji: %4 ve üzeri normal morfoloji, Vitalite: %58’den fazlası canlı, Lökosit miktarı: 1 milyon/ml den az, Erkek infertilitesine sebeb olan rahatsıklıklar ve hastalıklar aşağıdaki gibi sıralanabilir. • Doğuştan gelen faktörler, • Sonrada oluşan ürogenital anormallikler (tıkanmalar, testiküler tümör gibi) • Ürogenital yolların infeksiyonları, • Artmış skrotal (erbezi torbası) ısı, varikosel sonucu olabilir • Hormonal rahatsızlıklar, • Bağışıklık sistemi bozuklukları, • Sistemik hastalıklar, • Kullanılan ilaçlar, radyasyon, toksinler, sigara, alkol, gibi bağımlılıklar, stres, şişmanlık gibi nedenler, • Sebebi bilinmeyenler (vakaların %40-50’si) Şişmanlıkla erkek infertilitesi arasında ilişki dikkat çekicidir. Boy ve kilo arasındaki ilişkiyi ifade eden vücut kitle indeksi, normal değerleri 20-25 arasıdır. Yapılan araştırmalarda vücut kitle indeksindeki üç puanlık artış, erkek infertilitesinde %10 artışa neden olduğu gösterilmiştir. Vücut kitle indeksindeki artış sperm sayısında ve hareketinde azalmaya neden olmaktadır. Sigara içen erkeklerde sperm sayısında, hareketinde ve normal yapıya sahip olan spermlerde azalma eğilimi görülür. Sigara içmenin testesteron düzeyinde azalmaya sebep olduğu da gösterilmiştir. Erkeklerde alkol tüketiminin, testislerde atrofi, cinsel istekte azalma, sperm sayısı ve hareketliliğinde azalmaya neden olduğu anlaşılmıştır. Dar giyilen pantolonların skrotumda (testis bezleri torbası ya da erbezleri torbası) ısı artışına neden olarak, sperm parametrelerinde %50 azalmaya neden olduğu gösterilmiştir. Şişmanlık, sigara, stres ve alkol gibi infertilitede etkileri olan faktörlerle, baş etmede akupunkturun yararları ile ilgili çok sayıda araştırma sonucuna erişilebilir. Düvene at, meraya ot, insana dost herzaman lazımdır. * Stres sperm parametrelerini azaltmaktadır. Stresin azalmasıyla, döllenmede gelişmeler olmaktadır. Stres fiziksel, sosyal ya da psikolojik nedenlerle ortaya çıkabilir. Tıp fakültesi 2. sınıftaki 36 erkek öğrencide yapılan bir araştırmada, final sınavı döneminde ve tatil dönemi sonunda yapılan sperm tetkiklerinde, sınav stresinin sperm sayısı, hareket ve şeklinde olumsuz değişikliklere neden olduğu belirlenmiştir. Prostatit, epididimit ve orşit gibi erkek genital yolların infeksiyonları, erkek infertilitesi oluşumunda %12 oranında rol oynadığı belirlenmiştir. 50 erkekte yapılan bir araştırma da prostatitli kişilerde sperm sayısının 3 kat azaldığı görülmüştür. YAŞAMA SANATI 37 »» AKUPUNKTUR ve HİPNOTERAPİ Rahatsızlıkların ve hastalıkların tedavisinde modern tıbbın imkanlarının en etkin bir şekilde kullanımının yanı sıra, akupunkturdan da uygun vakalarda yararlanılması günümüzde giderek daha fazla kabul görmektedir. Akupunktur Akupunktur, tarihin derinliklerinden günümüze uzanan insan sağlığı ve hastalıklara özgün bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü’nce içinde infertilitenin de olduğu çok çeşitli rahatsızlıklar ve hastalıklarda akupunkturdan yararlanılabileceği bildirilmiştir. Rahatsızlıkların ve hastalıkların tedavisinde modern tıbbın imkanlarının en etkin bir şekilde kullanımının yanı sıra, akupunkturdan da uygun vakalarda yararlanılması günümüzde giderek daha fazla kabul görmektedir. Şişmanlık, sigara, stres ve alkol gibi infertilitede etkileri olan faktörlerle, baş etmede akupunkturun yararları ile ilgili çok sayıda araştırma sonucuna erişilebilir. »» ERKEK İNFERTİLİTESİ VE AKUPUNKTUR Nüfus artışına oldukça önem verilen İsrail’de, bu ülkenin bilim insanları, kadın ve erkek infertilitesinde akupunkturun etkisini inceleyerek, oldukça önemli sonuçlara erişmişlerdir. Yaptıkları araştırmalarından biri 2009’da yayınlanmıştır. 39 primer infertil erkekte akupunkturun etkisi incelenmiştir. Bu erkeklerin 26’sı azospermik (hiç sperm yok) idi. 9 kişi şiddetli oligospermik (5 milyon/ ml’den az sperm), 4 kişi ise oligospermik (5-20 milyon /ml sperm) idi. Akupunktur tedavisi haftada iki gün 10 seans şeklinde uygulandı. Tedavi öncesi 39 hastanın 34’ünde skrotal (testis torbası ya da erbezi torbası) deri ısısı normalden yüksek, beşi normal idi. Araştırmalar, erkek infertilitesinde, özellikle genital inflamasyon sonucu gelişen skrotal hipertermi ile birlikte olan azospermi vakalarında cerrahi işlemle testis ya da epididimisten sperm elde edilme yönteminden önce, bir kür akupunktur tedavisine başvurunun oldukça yararlı sonuçlar ortaya koyabileceğini göstermektedir. Tedavi sonrasında skrotal ısı üç grupta değerlendirildi. Diğer bir araştırmada da 15 azospermi A grubu: 5 kişi, tedavi öncesi ve sonrası normal olanlar, sının, bu kişilerin 10’unda (%67 oranın- B grubu: 17 kişi, tedavi öncesi ve sonrası yüksek olanlar, nu gösterilmiştir. Bunların içinde de en C grubu: 17 kişi, tedavi öncesi yüksek, tedavi sonrası düşük olanlar. sistemi) inflamasyonlu 7 kişide olduğu C grubunda tedavi sonrası öncesine göre skrotal ısı önemli ölçüde düşüktür. C grubundaki hastaların hepsinde genital (üreme sistemi) inflamasyon olduğu görülmüştür. A ve B grubunda akupunktur tedavisi sonrasında sperm artışı olmazken, C grubunda ise 17 vakanın 15’inde sperm artışı olmuştur. vakasına yapılan akupunktur uygulamada) sperm sayısında artışa neden olduğubelirgin sperm artışının genital (üreme görülmüştür. Azospermi erkek infertilitesinde en inatçı durumlardan biridir. Azospermili vakalarda epididimis ve testisden elde edilen spermlerle yapılan intrastoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) ile gebelikler elde edilebilmektedir. Ancak bu metot, oldukça, invaziv, travmatik, teknik olarak zor, lokal ya da genel anestezi gerektirmektedir. Yapılan daha başka araştırmalar da bize, erkek infertilitesinde, özellikle üreme sistemi sonucu gelişen skrotal ısı artışı ile birlikte olan azospermi vakalarında cerrahi işlemle testis ya da epididimisten sperm elde edilme yönteminden önce, bir kür akupunktur tedavisine başvurunun oldukça yararlı sonuçlar ortaya koyabileceğini göstermektedir. Akupunktur, erkek infertilitesinde, uygun vakalarda tedavi seçenekleri içinde göz önünde tutulmayı hakettiği söylenebilir. 38 YAŞAMA SANATI »» / Dr. Doğan ÜNAL Katil Alkol YAŞAMA SANATI 39 »» TOPLUM Doç. Dr. Emel ÖRÜN Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Çocuklarımızı Kitaplarla NE ZAMAN ve NASIL Tanıştıralım? Erken dönemde bir çocuğun gelişiminin desteklenmesi zeka düzeyi, pratik düşünme, el-göz koordinasyonu, duyma ve konuşma kapasitesi ve okula uyumunu olumlu etkilemektedir. 40 YAŞAMA SANATI E rken çocukluk gelişimi çocukların hayatın erken dönemlerde (0-8 yaş) fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimini kapsamakta ve beslenme, sağlık, zihinsel gelişim ve sosyal iletişimleri için gerekli tüm girişimleri içermektedir. Erken dönemde bir çocuğun gelişiminin desteklenmesi zeka düzeyi, pratik düşünme, el-göz koordinasyonu, duyma, konuşma kapasitesi ve okula uyumunu olumlu etkilemektedir. Çocuğunuzun büyümesi için nasıl ilk aylarda anne sütü ardından ona özel, günlük ek besinlerle beslemeniz gerekiyorsa, uygun ortamlar ve araçlar kullanarak onun gelişimini destekleyebilirsiniz. Çocuğumuzun gelişimini desteklemek için yapabileceğiniz çok şey var aslında. Bunların başında onunla oyun oynamak, yürümeye başlaması için onu teşvik edecek aktiviteler yapmak, dil gelişimi için onunla bol bol konuşmak, ona kitap okumak sayılabilir. Bu yazıda çocukların gelişiminde büyük yararı olan kitaplardan bahsedeceğim. Kitap ve çocuk dendiğinde ilk akla gelen okul dönemi oluyor çoğu zaman. Fakat bir çocuğun hayatına kitabın girmesi için okul dönemine kadar beklemek gerekli değildir ve kitapla tanışmak için geç kalındığı bile söylenebilir. İçinde hayvanların, nesnelerin, renklerin, öğretici ve eğitici bilgilerin olduğu kitaplar çocuklarınızın gelişimini sağlamak için iyi bir araçtır. Peki bir çocuğun bir kitapla yaşamının erken döneminde karşılaşmasının ne gibi yararları olabilir? Algı ve dikkatin geliştirilmesi, ince motor becerilerinin arttırılması, zihinsel kapasitenin geliştirilmesi, dil gelişiminin sağlanması, okula alışmada kolaylık gibi birçok katkısı olacaktır. Uzun vadede ise küçük yaştan itibaren anne/baba ile birlikte kitap okunarak geçirilen keyifli saatler, anne-babanın kitap okuma alışkanlığının olması, kitabın günlük hayatın bir parçası olması çocuğun kitaplara karşı olumlu tutum geliştirmesini sağlayacaktır. Yaş gruplarına göre çocuğunuza alabileceğiniz kitaplar nasıl olmalı? 6-12 ay arası bir çocuk uzanarak bir şeyi kavrar, ağzına götürür, oturur, emekler, heceler ve kelimeleri anlar. Sesli uyaranlara dikkat eder, düşen cismi izler, ağzına alır ve vurur, resimli kitaplardan heyecanlanır, kavrar ve ağzına alır. Kitaplar kalın karton ve bezden yapılmış olabilir, sınırlı yazı ve renkli resimler, bir sayfada bir resim içeren kitaplar, bebek yüzü olan kitaplar tercih edilmelidir. Kitap/masal/şarkıyı yatma zamanı etkinliklerine katabilirsiniz. Bebeğinizin dikkat süresinin 5-15 dakika olduğunu göz önünde bulundurun. 13-24 ay arası bir çocuk yürüyerek ve tırmanarak dünyayı keşfeder, konuşmaya başlar, istenen cismi işaret eder. Anne kucağından keşfe ayrılır, annebabanın yüzünü okur, saklanan nesneyi arar, düğmeye basar, oyuncakları kurar, sayfadaki resimleri gösterir. Kalın karton kitaplar, parlak resimler, az kelime içeren kitaplar olabilir, günlük yaşantıyı anlatan resimleri ve hikayeleri sever. Kitabı tutabilir ve doğru yöne çevirebilir. Çocuğunuz hazır olduğunda ona yüksek sesle kitap okuyabilir, çocuğun kitabı seçmesine ve çevirmesine izin verebilir, okuma sırasında cümle tamamlamasına fırsat verebilirsiniz. Defalarca aynı kitabı isteyebilir. Dikkat süresi daha uzun fakat değişkendir (en fazla 20 dk). İyi secilmiş kitapları okumak, geçmiş yüzyılların seçkin zekalarıyla önceden düzenlenmiş bir konuşmaya katılmak gibidir. Descartes 2-3 yaş arası bir çocuk bağımsız merdiven inip çıkar, pek çok kelime söyler, basit cümleler kurar, vücut kısımlarını isimlendirir. Kalem tutar ve “O” şeklini kopyalar. İsteklerinde ısrarcıdır. Oyunda bir şeyin başka bir şeyin yerine geçtiğini anlar. Kalın karton kitaplar, interaktif kitaplar (karşılıklı konuşma, soru sorma fırsatı tanıyan) uygundur. Yeni şeyler öğrenmeyi sever (hayvanlar, eşyalar, renkler). Kitabı onun tutması için fırsat verin. Her gece kitap okumanız faydalı olacaktır. Dikkat süresi 5-30 dakikadır. 3-5 yaş arası bir çocuk iki ayak üstünde zıplar, uzun cümleler kurar, sorular sorar, “+” şeklini kopyalar. Bebekleri ile konuşur, başka çocuklara roller verir, hayali senaryolar kurar. Arkadaşlar ve aile hakkında daha kompleks hikayeleri dinler, karmaşık şekilli çizimleri olan karton kitaplar tercih edebilirsiniz. Parmağını okunan satır üzerinde yürütür, harfleri ve adını yazmayı öğrenir. Yazının soldan sağa ve yukardan aşağı okunduğunu anlar. Okumayı interaktif olarak sürüdürün; çocuğun hikaye anlatmasına izin verin, dikkat süresi 40 dakikaya kadar uzayabilir. Çocuk kitaplarının çoğunda yaşanılan hayattan örnekler vardır. Okula gitmek istemeyen veya yeni kardeşi olmuş bir çocuğun, okulda arkadaşlarına vuran, yalan söyleyen ve sonunda yalnız kalan bir çocuğun, doğaya zarar vermenin yanlış bir davranış olduğunu nedenleri ile öğrenen bir çocuğun hikayesi anlatılır: böyle kitaplarla çocuğunuz onu neler beklediğini yaşamadan öğrenme fırsatını yakalayabilir veya kendisi benzer olayları yaşarken sorunlarının üstesinden daha rahat gelebilir. YAŞAMA SANATI 41 »» HİKAYE Doç. Dr. Ömer Faruk KARATAŞ Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Düğün Fotoğrafçısı Cihânda âşık-ı mehcûr sanma râhat olur Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur Şeyhülislam Yahya Yusuf Ziya Ateş 42 yaşında, erkek, müzmin bekâr. Prestijli bir kamu kuruluşunda üst düzey memur – daimi meslek. Düğün fotoğrafçılığı – en son terk ettiği hobi (yeni bir macera arayışında). 1.72 boy, 76 kilo, alnı açık, saçlar kırağı tozu rengi ile süslü, gözler ela. Sakal yok (top sakal bile yok), bıyık yok; boyun bağı var ama dünyada ayak bağı yok. Biraz caz, biraz tango; biraz sinema, biraz kitap ve her güne yalnız bir kahve. Hayat felsefesi tek cümle: Carpe Diem! … Bana kendini tanıt deseler böyle söylerdim herhalde. Kısa sivi (cv). Oldukça kısa ve özet. 42 YAŞAMA SANATI D aha fazlasını kimsenin bilmeye hakkı yok. Bilmesine gerek de yok. Çünkü ilginç bir hayatım yok. Herkes gibiyim. Sabah kalkıyor; “çiş, diş, traş, duş” dörtlüsünden oluşan ev ödevimi tamamladıktan sonra kahvaltı yapmadan koşar adımlarla evden çıkıyorum. Zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin, erdem sahibi-karaktersiz ne kadar insan varsa hepsini ama hepsini eşit hale getiren o karmaşık trafiğin içine karışıyorum. Trafikte yaşadığım heyecan ve gerginlik de olmasa kendimi ölü gibi hissedeceğim. Her şey o kadar sıradan ki iş yerime vardığımda, arabamı park edeceğim yer bile yıllardan beri hep aynı. Aptallığın 3 alameti Sebebsiz darılmak Lüzumsuz konuşmak İyice tanımadan güvenmek… Madame Roland Benim işim evraklar. Kağıtlar. Dosyalar. Gelen ve giden belgeler. Her sabah çalışma odamdan içeri girerken kapının önünde yığınla dizilmiş beni bekleyen dosyalarım var. Gün, hafta ya da ay içerisinde kapımın önünde koliler içerisinde bekleyen o dosyaları birer birer masama taşıyor, içlerindeki bilgileri derinden derine okuyor, inceliyor (eski tabirle tahkik ediyor), sonra da bir karara varıyorum. Oysa ne dosyada yazılı olan memleketlere gittim (yalnızca ihtiyaç duyduğumda görevlendirme yazısı alarak yerinde inceleme yapıyorum), ne dosyalardaki o insanlarla tanıştım ve ne de verdiğim kararların yüzde yüz doğruluğundan, adaletli ve haktan yana olduğundan eminim. Yalnızca dosyayı inceliyor ve dosyadaki veriler ışığında, yılların getirdiği tecrübe ile bir karara varıyorum. Eksik, yanlış ve hatalı noktaları yakalıyor; kamu yararına, kamu saadeti için ve yine kamu adına cezalar öneriyorum. Bu önerdiklerimin bir kısmı uygulanıyor ve birilerinin canı yanıyor. Bir kısmına ise canı yanacak olanlar önceden itiraz ediyorlar ve bir üst kurulda incelenerek neticelendiriliyor. Ve ben bu işi yıllardan beri her gün yapıyorum. İşimi zevkle yaptığımı söylemeyi çok isterdim. Oysa değil keyif almak, kimi zaman o dosyaların üzerine benzin döküp yakasım geliyor. Kapalı dört duvardan oluşan odamdaki o küçücük pencereden, kimi zaman dışarıda akan yoğun trafiği izlerken kaderin beni buraya hapsettiğini düşünüyorum. Geçenlerde ziyaretime gelen (ki gelen çok nadir insan olur) bir arkadaşıma; “Ne uzar, ne de kısalırım ben burada. Dosyalar gelir ve dosyalar gider. Her yıl biraz daha yaşlanır ve yorulurum. Bütün hepsi bu” diye dert yandığımı hatırlıyorum. Mesleğimin ilk yıllarında büyük bir heyecanla işe başladığımdan eminim. Anadolu’nun küçük bir kentinde il birincisi olarak üniversite sınavını kazanmış ve istediğim fakülteye derece ile girmiştim. Aynı azimle okulu bitirdikten sonra bulunduğum birime girebilmek için önce yazılı sınavı geçmiş; sözlü sınav için de birilerini referans yazdırarak zor bela bulunduğum odaya kavuşabilmiştim. O yıllarda üst düzey bir memur, prestijli bir makam ve iyi kazandığım para benim yaşadığım hayatın gerçeğini görmemi engellemişti. Zamanla makamın kocaman bir hiçlikten ibaret olduğunu ve paranın her şey demek olmadığını anladıktan sonra kafama dank etti. O andan itibaren ise tüm kazandıklarım benim sıradan alışkanlıklarım haline dö- nüşüverdi. İşimden şikâyet ediyor ama bulunduğum koltuğu terk edemiyordum. Hangi memuriyete geçsem bundan daha fazla para kazanamayacağımı da biliyordum. Aslında yaptığım işi biraz da kendime yakıştıramıyordum. Bana göre okul hayatı hep birinciliklerle geçmiş bir adam şimdi daha iyi bir noktada olmalıydı. Keşke yükselmenin bir sınavı olsa da girseydim. Oysa okul başarısı bir yere kadardı. Buraya kadar alın teri ve gayret ile gelebilmiştim. Sanıyordum ki ya da istiyordum ki bundan sonra da sınavlar olsun ve ben çalışarak onları da kazanıp yükseleyim. Oysa hayatımda geriye dönüp baktığımda bu düşüncemin en büyük hatalarımdan biri olduğunu farkettim. Çünkü hayatta yazılı sınavların YAŞAMA SANATI 43 »» HİKAYE »» DÜĞÜN FOTOĞRAFÇISI Düğün fotoğrafçısı olmalıydım. Gülen, eğlenen, oynayan insanların fotoğraflarını çekmeliydim. Yüzlerindeki tebessüm ve mutluluğu ancak böyle yakalayabilirdim. ötesinde bambaşka seçim kriterleri vardı ve ben zeki Anadolu çocuğu ne yazık ki bunlardan bihaberdim. Geçen akşam televizyonda bir spor programı izlerken bu düşüncemde hiç de haksız olmadığımı anladım. Anadolu takımlarından birini çalıştıran futbol teknik direktörü, karşısındaki spiker bayana tam da bunları söylüyordu. "Ben sanıyordum ki; çalışarak ve gayret ederek memleketin üç büyük takımının birinin başına geçebileceğim. Oysa çok sonra anladım ki çalışmak bir yere kadarmış. İnsan emek vererek bir yere kadar gelebiliyormuş. Hayatta asıl yükselme ondan sonra başlıyormuş. Belli bir aşamadan sonra yalnızca insan insanı bir başka noktaya taşıyabiliyor yoksa sizin gayretli ve çok çalışkan olmanız değil". Spiker bayan arada bir itiraz ediyor farklı şeyler söylüyor olsa da teknik direktör konuşmasını son sürat devam ettiriyordu. Belli ki onun da içi yanmış ve o acıyla konuşuyordu. Sonunda kadının hafiften alaycı üslubunu susturmayı başardı: “Şimdi sen, ülkenin en büyük ve en çok izlenen bu kanalında spikerlik yapabilmek için neler yaptıklarını bir hatırlayıverirsen ne demek istediğimi daha net anlayacak ve artık itiraz edemeyeceksin”. Tıpkı o teknik direktörün yaşadığı hayal kırıklıklarını yaşıyordum kendi iç dünyamda. Sınav ve yarışma yoktu. Yaşadığım odadan ve oturduğum o koltuktan kurtulmanın elbette farklı yolları da vardı. Bunları ben de o teknik adam gibi geç de olsa sezinledim. Ama gel gör ki bu kez de “kaburgası kalın delikanlı” olmak diye bir şey vardı. Serde delikanlılık olması istenmeyen adam olmak için yeter de artar bile… Mutluluğu arıyordum. Madem o bana gelmiyor ben ona gitmeliyim diyordum. Nerede ve nasıl? Hangi insanlar en çok mutludur? Mutluluk anını en iyi nasıl yakalayabilirim? Günlerce, haftalarca 44 YAŞAMA SANATI bunu düşündüm. Kendi mutluluğum için başkalarının mutluluklarını izlemem gerekirdi. Belki onları taklit ederek bireysel mutluluğumu yakalayabilecektim. Ve bir sabah uyandığımda, koşar adımlarla işe değil “fotoğrafçılık kursu”na kayıt oldum. Bana göre bir insanın en mutlu olduğu an evlendiği gündü. O gün kadın ve erkek herkes gülerdi. Herkes güldüğü için adı düğündü. Düğün demek neşe, mutluluk, oyun ve eğlence demekti. Bu huzurun bana sıçraması için benim de aynı ortamda bulunmam gerekirdi. Kendi kendime beklersem yalnızca davet edildiğim birkaç düğüne gidebilirdim. Oysa benim her hafta bir düğünde olmam gerekirdi. Düşündüm taşındım ve bir çıkış yolu buldum. Düğün fotoğrafçısı olmalıydım. Gülen, eğlenen, oynayan insanların fotoğraflarını çekmeliydim. Yüzlerindeki tebessüm ve mutluluğu ancak böyle yakalayabilirdim. Özellikle de gelin ve damadın fotoğrafları. Nihayetinde bu düğünün en mutlu iki insanı gelin ve damat idi. Bir yıllık bir fotoğraf eğitiminin ardından birkaç tanıdık vasıtası ile yalnızca hafta sonları iş yapmak üzere bir fotoğrafçı ile anlaştık. Para hiç konuşmadım. Adam kendince bir şeyler kazandığını ve bana da vereceğini söyledi. Miktarı ile ilgilenmedim. Amacım para kazanmak değildi çünkü. Ben istediğimi kazanabilirsem eğer bunun para ile zaten bir karşılığı yoktu. Adam da bedava çalıştıracak birini bulduğu için zevkle kabul etti. Ve heyecanla hafta sonları işe başladım. Tanınmamak için o hafta içi perşembeden itibaren sakalımı kesmiyordum. Cumartesi pazara geldiğimizde ise sakalım oldukça uzamış oluyordu. Dışarıdan satın aldığım, açık alnımı kapatan bir peruk, başımda yüzümün neredeyse yarısını kapatan spor bir şapka, gözümde iri siyah güneş gözlükleri, bacaklarımda eski bir kot pantolon ve spor ayakkabılarımla aynada kendimi bile tanımaz olmuştum. Kimsenin beni tanımasını istemiyordum. Bu yüzden müşterilerimle özel konuşmalara ikili sohbete katılmamak için özen gösteriyordum. Çekim öncesi muhabbet kurmuyor, çekim aralarında, çay faslında uzakta durup işimle ilgileniyormuş izlenimi veriyordum. Çünkü kimliğimin deşifre olması hali hazırda yürüttüğüm memuriyetimin sonu demek olabilirdi. Fotoğraf çektirmek isteyen çiftler dükkânın sahibi ile pazarlık yapıp anlaşıyorlardı. Başlangıçta stüdyoda çekim yapıyor ardından çiftin istediği özel bir yer var ise oraya gidiyor ve çekimlere orada devam ediyorduk. İşin verdiği acemilikle başlangıçta oldukça keyif almıştım. Stüdyoda hazır arka planların önüne gelini, damadı tek ve ikisi birlikte bir çift olarak yerleştiriyor ve farklı farklı çekiyordum. “- Biraz sağa lütfen” / “- Şimdi hafif sola” / “- Biraz dik duralım, evet işte böyle, omuzları da hafif dikleştirelim, tamamdır” / “- Lütfen bana doğru bakar mısınız, tam kulağıma doğru” / “- Şimdi biraz da tebessüm lütfen, tatlı bir tebessüm. İşte böyle mükemmel oldu” / “- Siz eşinizin elini tutuyorsunuz ve gözlerinin içine bakıyorsunuz. Ama derin bir bakış lütfen. Gülücüklerle birlikte. Bakın bu çok daha güzel oldu” / “- Şimdi de bu tablonun arkasına, evet, eteğe dikkat edelim lütfen, kablolara ayağınız takılmasın” Sonra da buna benzer konuşmaların aynısını dışarıda bir mekânda tekrarlıyordum. Önce fotoğrafçının klasik çekim usullerini denedim. Memnun kalmadım. Kendi yaratıcılık gücüm ve photoshop programının bilgisayarda yarattığı mucizelerin yardımı ile mükemmel fotoğraflar çekmeye başladım. İlk olarak stüdyodaki mekânı baştan sona kendi tarzıma göre yeniledim. Arka plan, stüdyonun tabanı, ışıklar, fotoğraf makinesi vs. Bir ayın sonunda dükkâna giren insan o eski halin bu dönüşümünü şaşkınlıkla izliyor ve dükkân sahibine bu gidişle sosyetenin fotoğrafçısı olup çıkacağını şaka yollu söylüyorlardı. Sonra da bu değişimin benimle birlikte başladığını bilenler bana övgü dolu sözcükler sıralıyordu. Daha sonra müşterilerimin klasik olarak önerdikleri mekânlardan farklı yerlerde çekimler yapmaya başladım. Benden önce şehrin bilinen parklarında, göl kenarında, birkaç ağaç ve çiçek yanında klasik çekimler yapılıyordu. Buna bir farklılık katmalıydım. Mesela hayatla ölümün iç içe geçtiği mezarlıktaki yaşlı çınar ağacının altı gençler için heyecan verici olabiliyordu. Başlangıçta çok yadırgasalar bile şehre uzak mezarlıktaki o eşsiz manzara, yeşillik ve ağaç karşısında muhteşem görüntüler elde ederek gençleri memnun edebiliyordum. Ya da tren istasyonları, otobüs terminalleri, eski şehir konaklarının önü, asmalı köp- rünün üzeri, yeşillikler içindeki bir bağ evi, tarihi dokusunu yitirmemiş şehrin eski sokakları vs. Her birinde farklı bir konu işliyor, her seferinde hayatın içinden renkli, mutlu kimi zaman o mutluluğa bulaşmış hüzünlü kareleri fotoğraf makinemle canlandırıyordum. Müşterilerim ziyadesi ile memnun ve çektiğim fotoğraflara ağzı açık kalarak bakıyorlardı. Oysa övgülerden bir uzak hayatım vardı. Benim işim dosyalar ve evraklar. Kimse bugüne kadar yaptığım iş dolayısı ile beni ne takdir ne de tekdir etmişti. Alışık değildim böyle şeylere. Yalnızca yaptığım işe odaklanıyordum hepsi bu. Şimdi de öyle. Ben mutluluğu arıyordum, içimde yitik bir hazine var da beni bekliyormuş gibi bir his vardı ve ben o hazinenin peşine düşmüştüm. Aradığım methiye değil mutluluğun bizatihi kendisi idi. Bulabildim mi? Heyhat! Ne çare! İnsanlar en mutlu oldukları düğün karelerinde bile kızgınlık, yorgunluk, hüzün ve karmaşık duygular ile dolu idiler. Bu süre içerisinde gelin ve damat başta olmak üzere onlara eşlik eden akrabaları da dahil gözlemlediğim tek bir kare vardı: Telaş ve korku. Bir an önce olsun bitsin ve formaliteler tamamlansın modunda idiler. Sürekli bir koşuşturmaca ve panik havası içinde çarçabuk fotoğraflarını çektirip hızla uzaklaşmak istiyor- lardı. Şuurlu ve istekli olarak fotoğraf çektirdiklerini düşünmüyordum. Düğün salonu ayarlamak, yemek ve müzik hazırlıkları yapmak, düğün günü giyilecek kıyafet hazırlıkları yapmak ve kuaföre gitmek gibi pek çok sıradan işten biri de bu arada bir fotoğrafçıya uğramaktı. Bana geldiklerinde güya mutlu olan çiftin yüzünde mutluluktan ziyade korku daha baskındı. Düğüne geç kalacakları korkusu, gelin arabasının önünün kesileceği yahut kaza yapacağı korkusu, gelinliğin başına bir iş geleceği korkusu, gelinliğin eteklerine basıp düşüleceği korkusu, fotoğraf stüdyosundaki ışıklar altında terden makyajın akacağı korkusu ya da ter kokulacağı korkusu, gelin ve damadın ailelerinin her an için kavga edebileceği korkusu, düğünün büyüsünün aniden kaybolabileceği korkusu, başlarına kötü bir olay geleceği ve düğünün yarıda kalacağı korkusu gibi sıralanabilecek pek çok korku vardı üzerlerinde. Benim aradığım telaş ve korku değil, mutluluk kareleri idi. Bir müddet sonra bu fotoğrafçılık canımı sıkmaya başladı. Yanılmıştım! Aradığım şey burada değildi. Bu yüzden yaklaşık iki yıl süren bu düğün fotoğrafçılığı macerama bir son verdim. Ama arayış sürecim halen devam ediyor. Mesela kendime son zamanlarda yeni bir uğraşı edindim. İstediğim kareleri yakalayabilmek ve düğün fotoğrafçılığından sonra içimdeki boşluğu doldurabilmek için yepyeni bir meşgale. Her Cuma akşamı düğün fotoğrafçısı kıyafetlerimi giyiniyor ve havaalanının yolunu tutuyorum. Uçakla Anadolu’nun bir ücra kentine gidiyor, iki gün boyunca o şehri; caddelerini, tarihi sokaklarını, kahvehanelerini, parklarını, biçimsiz gecekondularını, mahalle aralarını dolaşıyorum. Cami önlerinde muhabbet eden yaşlı erkekler ile mahalle içindeki karşılıklı evlerde oturan kadınların sokak önü dedikodularının sergilendiği fotoğraflar çekiyorum. En çok onlar ilgimi çekiyor nedense. Bir de o şehrin en büyük mezarlığını ziyaret ediyorum. Çünkü babamın yıllar önce söylediği o söz halen kulaklarımda: “Bir şehrin insanlarını tanımak istiyorsan önce mezarlıklarını ziyaret edeceksin. Zira ölülerine kıymet vermeyen, geçmişini ağırlamaya değer görmeyen, onların yattığı toprakları güzelleştirmeyen bir topluluktan hayır gelmez! Onlardan uzak dur. Ölüsünün kıymetini bilmeyen dirilerinin kıymetini nasıl bilsin?” O istediğim mutluluk anını, fotoğraf karesine aktarır aktarmaz söz, bu işleri bırakacağım! »» TÜP BEBEK Doç. Dr. Zehra Candan İLTEMİR DUVAN Emb. Aslıhan PEKEL Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tüp Bebek Merkezi Tüp Bebek Tedavisi ? R İ D E N Günümüzde, istenildiği halde çocuk sahibi olamama toplumda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İnfertilite eşlerin ortak sorunudur, yetersizlik veya zayıflık değildir. Ü reme tedavilerinde çığır açan tüp bebek yönteminin ilk ‘bebeği’ Louise Brown 25 Temmuz 1978’de İngiltere’de dünyaya geldi. Louise Brown’ın doğumuyla dünyanın her yerinden milyonlarca infertil çifte tüp bebek yoluyla çocuk sahibi olmanın kapıları açılmıştı ve bu ilk tüp bebeğin doğumundan bu yana geçen 35 yılda yardımcı üreme tekniklerinde büyük mesafeler alındı. Tüp bebek ve bu kavramın içeriğindeki teknikler eskiden 46 YAŞAMA SANATI ümitsiz olan çiftlere özlemlerinin gerçekleşmesinde çok büyük imkanlar sağlıyor. Günümüzde, istenildiği halde çocuk sahibi olamama toplumda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İnfertilite eşlerin ortak sorunudur, yetersizlik veya zayıflık değildir. İnfertil çiftin değerlendirilmesinde hedef öncelikle infertilite nedeni veya nedenlerinin ortaya konmasıdır. Başlangıç değerlendirilmesinin eşlerin her ikisi ile yapılması önemlidir. İnfertilite, en az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kez düzenli cinsel ilişki olmasına rağmen gebelik elde edilmemesi olarak tanımlanmaktadır. Sağlıklı ve doğurganlık açısından hiçbir problemi olmayan 100 çifti incelediğimizde bir ayda sadece %20-25’i gebeliğe ulaşır. Bu oran 6. ayın sonunda %70’e yükselir. Bir yıl sonunda ise bu 100 çiftin sadece %80-85’i gebelik elde edebilmektedir. Yani çiftlerin %10-15’i gebeliğe ulaş- mak için yardımcı yöntemlere başvurmak zorunda kalmaktadır. İnfertilite, %30-40 oranında erkek, %40-50 oranında kadına ait nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Çiftlerin %25’inde erkek ve kadın faktörü birlikte bulunmaktadır. %1015’inde ise bir neden bulunamamaktadır. Tüp bebek yöntemi, yumurta ve spermin laboratuvar ortamında döllenmesidir. Sperm ve yumurta laboratuvar ortamında birleştirilir, oluşan embriyolar 2-5 gün takip sonrasında annenin rahmine transfer edilir. Tüp bebek tedavisinde önemli olan hastaya özel en doğru protokolün belirlenmesidir. Tüp bebek tedavisi 5 aşamadan oluşur. Hormonların baskılanması Tüp bebek tedavisinde ilk olarak kadının hormonları baskılanır. Bunun en önemli nedeni baskılama sonucunda istenmeyen zamanda yumurtaların çatlamasını önlemek ve fazla sayıda embriyo elde edebilmek için yeteri kadar sayıda kaliteli yumurta hücresi elde etmektir. Günümüzde dünyadaki hemen hemen tüm üreme sağlığı merkezlerinde KOH (Kontrollü Döllenme işi; sperm ve yumurtanın bir araya bırakılarak döllenmenin olmasının beklenildiği klasik yöntemle yapılabileceği gibi, mikroenjeksiyon yöntemi ile yumurtanın içine direk spermin verilmesi ile de yapılabilir. Ovarian Hiperstimülasyon) uygulanır. Kontrollü Ovarian Hiperstimülasyon değişik ilaçlarla ve değişik yöntemlerle uygulanabilir. Yumurtalıkları uyarmak amacıyla bazı hormonlar kullanılır. Foliküllerin belli büyüklüğe ulaşması ve kan östrojen seviyesinin belli değerlere ulaşması yumurtanın olgunlaşması konusunda bilgi verir. Aynı zamanda çatlatma iğnesinin ve ardından yumurta toplama zamanının belirlenmesini sağlar. Bu süreç yaklaşık 12-16 gün sürecektir fakat süre kişiye göre değişiklik gösterebilir. Yumurta toplama işlemi (OPU) Tüp bebek tedavisinde yumurta toplama işlemi hastanın ağrı hissetmemesi açısından sedasyon anestezisi (uyku hali) altında, transvajinal ultrasonografi eşliğinde yapılır. Bu işlem sırasında foliküllerin içindeki sıvı toplanarak, sıvı içinde yumurta olup olmadığına bakılarak varolan yumurtalar alınır. Her folikülün içinden yumurta çıkmayabilir. Yumurtalar toplandıktan birkaç saat sonra etraflarındaki hücreler temizlenerek olgun olup olmadıkları değerlendirilir. Olgun olan yumurtalara ise dölleme işlemi uygulanır. Yumurta toplama işlemi sonrasında 1-2 saat dinlendikten sonra hasta eve yollanır. Döllenme (IVF-ICSI) MII oosit denilen olgun ve döllenebilecek yumurtalar seçildikten sonra yumurta toplama günü hastanın eşinden alınan spermlerle labaratuvar koşullarında döllenme işlemi gerçekleştirilir. Sperm analizinde hiç sperm olmayan erkeklerde PESA/MESA/TESE veya Mikro-TESE yöntemleriyle sperm elde edilir. Semen, yıkama işlemlerinden geçirilerek hazırlanır. Döllenme işi; sperm ve yumurtanın bir araya bırakılarak döllenmenin olmasının beklenildiği klasik yöntemle yapılabileceği gibi, özellikle bazı durumlarda döllenme şansını arttırabilmek için mik- roenjeksiyon (ICSI- intracytoplasmic sperm injection) yöntemi ile yumurtanın içine direk spermin verilmesi ile de yapılabilir. Döllenmiş yumurta transfer edilebilecek hale gelene kadar özel kültür ortamında takip edilir. Gelişimi olan ve kaliteli embriyo seçilerek rahim içine transfer edilir. Embriyo Transferi Embriyo transferi anestezi gerektirmeyen ağrısız bir işlemdir. Genellikle abdominal ultrason eşliğinde ince bir kateter ile yapılır. İşlem öncesi rahim ağzı özel sıvılar ile temizlenir. Transfer edilecek embriyoların seçimi çok önemlidir. Embriyolar iki hücreli aşamadan çok hücreli blastokist aşamasına kadar herhangi bir dönemde transfer edilebilir. Hastanın yaşı ve daha önceki denemeleri transfer edilecek embriyo sayısı açısından önemlidir. 35 yaş üzeri ve en az iki defa tüp bebek tedavisi uygulanmış hastalara 2 embriyo verilirken, bu şartları sağlayamayan hastalara tek embriyo transferi uygulanır. Transferden 1-2 saat sonra hasta evine gidebilir. Eğer hastanın kalan döllenmiş iyi kalite embriyosu varsa, dondurularak saklanabilir. Gebelik testi(beta-hCG) Tüp bebek tedavisinde embriyonun rahim içerisine transfer edilmesinden 12 gün sonra gebelik testi yapılır. Rahim içerisine yerleştirilen embriyoya ait hücrelerin β-HCG hormonu salgılaması ve bu hormonun anne kanına geçmesi için yaklaşık 10-12 gün süre geçmesi gerekir. 14. gün gebelik testi tekrarlanır. Gebelik sonucunun iki katına yakın artması beklenir. Klinik gebelik varlığı 2 hafta sonra yapılan ilk gebelik ultrasonu sonucunda belirlenir. Bu ilk ultrasonda rahim içerisinde gebeliğe ait kese, bebek kalp atımları ve kese sayısı değerlendirilir. YAŞAMA SANATI 47 »» DENEME Mücahit ŞENTÜRK Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 5 48 YAŞAMA SANATI Dursun Zaman “En son Giden’e…” ağınıktı tüm dünya. Sesler karışıktı, insanlar koşuşturmaca içindeydi. Kimileri anlamsızca bağırıyordu, kimileri ise çaresizce ağlamaktaydı. Büyük bir yangın vardı, kaçış ondandı. Can derdine düşmüştü insanlar. Kimi kendisi için kimi de çocuğu için koşturup duruyordu. Uzağa gitmek istiyorlardı hepsi. Yangından uzağa.. uzağa ve güvenli bir yere. Ben ise ortadaydım. Ne kaçıyordum, ne korkuyordum. Ne canımı acıtan bir şey vardı, ne de bir çabam vardı kurtulmak için. Sadece izliyordum. Kaçmıyordum, ama yanmıyordum da. Sadece bekliyordum. Tam ortadaydım. Ve o yangını görüyordum. Her anını görüyordum. Her sesi duyuyor ve her insanın acısını okuyabiliyordum yüzlerinden. Ama hiçbir şey yapmıyordum, belki de yapamıyordum bilmiyorum. Sonra yangının birden akıl almaz bir hızla büyüdüğünü ve her yana yayılmaya başladığını gördüm. İnsanların çığlıklarının artan sesine, koşmalarının daha bir hızlanmasına, bekleyenlerin ise yüzlerine yansıyan acılarına…hepsine birden şahit oluyordum. Ben de korkuyordum sanırım, ama nedenini bilmediğim hâlde kaçmıyordum. Sonra başka insanlar da gördüm, onlar da yanıyorlardı ama gitmiyorlardı bir yere, kaçmıyorlardı. Bekleyip ağlayan veya koşuşturan, çığlıklarla kaçışan insanların arasında böyle duran ve gülümseyen insanlar da vardı. Sanki onlar acı çekmiyorlardı, huzurluydular. Anlam veremedim bu duruma. Daha da büyük bir şaşkınlıkla bakınıyordum çevreme. Ve birisini gördüm o sırada… Tam karşımda durmuş, bana bakıyordu. Alevler içindeydi O da, ama huzurlu olanlardandı. Tanıdık bir yüzdü bu, hem de çok tanıdık. Gülümsüyordu bana, el sallıyordu. Ben ise hareketsizce kalakalmıştım. Seviyordum O’nu, gördüğüme sevinmiştim, ama alevler vardı her bir yanında. Ne yapacağımı bilemedim, şaşkındım. Sonra durdu birden, bıraktı gülümsemeyi. Sadece elini sallıyordu artık. Veda ediyordu bana sanki. Döndü arkasını ve ağır ağır yürümeye başladı. D Ben ise hareket edemedim. Gidemiyordum arkasından. Bağırıyordum durması için, ama duyuramıyordum sesimi. Artık yangın her tarafı sarmıştı ve ben de o ateşten çemberin içindeydim. Kimileri hâla umutsuzca çırpınıyor, gittikçe daralan o çember içinde koşuşturuyordu. Kimileri ise artık teslim olmuş, sadece bekliyordu. Çünkü sonuç belliydi ve kaçış yoktu. O çember daralıyordu ve insanlar bir şekilde içinde sıkışacaktı. Daha da artan seslerin, çığlıkların arasındayken en sonunda ateş bana da değmişti. Ben de yanıyordum artık. Alevler içindeydim ama hissetmiyordum hiçbir şey. Sadece bakıyordum Giden’in arkasından. Adım adım uzaklaşmasını izledim, yine bir şey yapamıyordum. İzliyordum, çaresizce yanıyordum ben de diğer insanlar gibi. Ama ne huzurluydum ne de acı çekiyordum, şimdilik sadece yanıyordum. Sesler artıyordu ve ateşin sıcaklığı yakıyordu. Ama alevlerin tüm o ışığı sönüyordu yavaş yavaş, karanlığa bürünüyordu her yer. Yanıyordum…ama ateşi görmeden, sadece hissederek… Ve o karanlık birden aydınlanıverdi. Açmıştım gözümü, rüya aleminden dönmüştüm gerçek (!) dünyaya bir anda. Alev falan yoktu, acı da yoktu, ama biraz korku ve şaşkınlık vardı. Ne anlama geliyordu bunlar? Yangın ne yangınıydı? Ben neden görmüştüm alevler içinde O’nu? Neden veda etmişti bana? Neden dönüp gitmişti? Hiçbir anlam veremiyordum tüm bunlara. Durdum bir süre yatakta. Gözlerim açıktı ama zihnim kapanmıştı sanki, düşünemiyordum hiçbir şey… Rüya bitmişti, şaşkınlığım geçmemişti henüz..ama işin garibi sesler de gitmemişti. Gözümü açmış olmama rağmen yine duyuyordum. Ama bu seferkiler çığlıklar, haykırışlar değildi. Ayak sesleriydi bunlar, biri koşuyordu evin içinde. Başka sesler de duydum sonra. Konuşan birileri vardı. Kalktım yatağımdan, açtım odamın kapısını ve gittim yanlarına doğru. Merakla girdim içeri, korkuyla baktım karşımdakilere.. Biri oturmuş ağlıyor, diğeri ayaktaydı. Bir başkası da koşuşturuyordu aceleyle, bir yere yetişecek gibi. Sonra bana döndü bakışlar ve başladı o kısa süreli ama uzun suskunluk. Ben bozdum suskunluğu, sonra konuşmaya başladı karşımdaki dudaklar. Gözyaşları da beraberinde başladı akıvermeye. Ama o gözyaşları dindiremiyordu dudaklardan dökülen sözcüklerin verdiği acıyı, söndüremiyordu başlayan o yangını. Çok şey söylendi, çok şey duydum. Ama aslında olan ve anladığım tek bir şey vardı: “O, gerçekten gitmişti.” İnanamadım, inanmak istemedim. Aldığım haberin şokuyla sarsılmıştım. Bir yandan da rüyam vardı aklımda. O bakışı, çevresindeki alevler, tebessümü, elini sallaması, arkasını dönmesi ve ağır ağır yürümesi. Nasıl olabilirdi bu? Bir rüya, gerçeği nasıl bu kadar yansıtabilirdi? Nasıl bu kadar yaşatabildi bana? Veda etmişti, ardından da gerçekten gitmişti. Aklım almıyordu bunu. Peki ben neden hâla hayattaydım? O çember benim için de daralmıştı. Ben de alevler içindeydim, ben de yaşamıştım o yangını. Ben neden gidememiştim? Neden hareket edemeden kalakalmıştım? Bu çember hayat mıydı? Yoksa ölüm müydü? Herkesin içinde olduğu ama belki henüz görmediği, göremediği bu çember ne içindi? Alevler herkes için vardı ama neden kimine yakarak acı verirken kimine huzur vermişti? Peki ben neden bir şey hissetmemiştim? Hissetmem için ne gerekiyordu? Daha da önemlisi sonuçta ne hissedecektim? Acı mı yoksa huzur mu? Bunu ne belirleyecekti? Benim o çemberde ne kadar kaldığım mı, yoksa nasıl kaldığım mı? Nasıl kalmıştım? Nasıl kalmalıydım? Ve nasıl kalacaktım? Ne zamana kadar kalacaktım, zaman benim için ne zaman duracaktı? Bu soruların cevabını ne zaman bulacaktım? Ya da bulacak mıydım?... ……. Şarkı’dan… Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu. Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu. Gülünce ışık saçan o gözler yaşla doldu. Ağlama, dönmez artık. Bir varmış, bir yok oldu… YAŞAMA SANATI 49 »» PLASTİK ve ESTETİK CERRAHİ Yrd. Doç. Dr. Bülent TEKEREKOĞLU Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi A.D. Plastik,Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Nedir? Plastik cerrahi uzmanları sihirbaz değil, görünümü bozulmuş ya da fonksiyonunu kaybetmiş bir organın kabul edilebilir bir görünüme ulaşması ve bunun yanında fonksiyonel hale getirilebilmesi için, temel cerrahi prensipler doğrultusunda onarım yapan tıp doktorlarıdır. T oplumumuzda birçok kişinin sandığı ve son zamanlarda medyanın da gündeminde yer aldığı gibi Plastik Cerrahi sadece Estetik Cerrahi demek değildir. Tabiatın vermiş olduğu doğal güzellik,vücut bütünlüğü ve dış görünüm, çeşitli hastalıklar, tümörler, enfeksiyon, iş ve trafik kazaları ve yanık nedeniyle bir şekilde bozulmuş olabilir. Bu değişiklikler kişinin günlük fonksiyonel yaşamını etkilediği gibi ruh sağlığının bozulmasına da yol açabilir. İşte plastik cerrahi, Gaspare Tagliacozzi’nin 1597 yılında belirttiği gibi, bu sorunları düzelten, kişinin yaşamını fonksiyonel ve ruhsal açıdan kolaylaştırarak topluma kazandırmaya çalışan bir tıp branşıdır. Plastik cerrahi uzmanları sihirbaz değil, 50 YAŞAMA SANATI görünümü bozulmuş yada fonksiyonunu kaybetmiş bir organın kabul edilebilir bir görünüme ulaşması ve bunun yanında fonksiyonel hale getirilebilmesi için, temel cerrahi prensipler doğrultusunda onarım yapan tıp doktorlarıdır. Plastik sözcüğü eski Yunan dilinde “plastikos”, Latincede “plasticus” sözcüğünden gelmektedir. Yoğrulabilir, şekil verilebilir demektir.RekonstrüktifsözcüğüiseLatince “reconstruction” kelimesinden türetilmiştir. Yeniden oluşturma ve onarım anlamına gelir. Plastik cerrahi ameliyatlarında onarım amacıyla genellikle kişinin kendi dokularından yararlanılır, gereğinde silikon gibi suni maddeler de kullanılır. Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, plastik ve rekonstrüktif cerrahinin ağırlıklı uğraş alanı, kişideki mevcut bozukluğa göre doku ve organlarınların yeniden şekillendirilmesi ile en iyi estetik görünüm ve fonksiyon kazandırmak Plastik cerrahide diğer cerrahi branşlarda olduğu gibi standart ameliyatlar mevcuttur ancak bunların yanında her hastadaki mevcut soruna göre temel cerrahi teknik ve prensiplerine sadık kalınarak çok değişik modifikasyonlar da uygulanır. amacına yöneliktir. Vücudun herhangi bir bölge veya organına sınırlı değildir. Saçlı deriden ayak tırnağına kadar vücudun tüm bölgelerini içeren ameliyatlar yapılır. Her yaş grubundaki hastaya hitap eder. Çocuklarda daha çok dudak damak yarıkları, doğum lekeleri, parmaklarda yapışıklık, fazla parmak gibi doğumsal anomaliler, hayvan ısırmaları ve diğer yaralanmalar, gençlerde meme yokluğu, meme deformiteleri, gibi gelişim bozuklukları, yaralanmalar, enfeksiyon, tümörler, orta ve ileri yaşlarda ise yaşlanmanın genel etkileri ile ortaya çıkan sorunlarla uğraşılır. Genel anlamda kapanmayan, vücudun bütünlüğünü bozan, zor açık yara sorunları ile uğraşan bir cerrahi tıp branşı olarak da tanımlanabilir. Rekonstrüktif işlemler: ♦♦ Deri kanserleri ♦♦ Doğumsal anomaliler (Yapışık parmak, altı parmak, yarık damak-dudak vs) ♦♦ Yüz yaralanmaları ve yüz kemik kırıkları (Maksillofasial cerrahi) ♦♦ El yaralanmaları (Parmak kopmaları, el damar, sinir ve tendon yaralanmaları) ♦♦ Şeker hastaları ayak yaraları ♦♦ Yanık ♦♦ Meme kanseri sonrası rekonstrüksiyon Estetik Cerrahi: ♦♦ Burun estetiği (Rinoplasti) ♦♦ Göz kapağı estetiği (Bleferoplasti) ♦♦ Kepçe kulak (Prominent ear) Ameliyat sonucunun iyi olması için, kişi ayrıca kendisini ameliyat eden hekimin ameliyat öncesi ve sonrası tavsiyelerine kesinlikle uymalıdır. Sadece görünüm bozukluğu nedeniyle estetik ameliyat uygulanan hastaların psikolojik durumları da göz önünde tutulur. Hastanın vücut görünümünün düzeltilmesi özgüven duygularını artırır. Bu açıdan cerrahinin psikiyatri bölümü olarak da adlandırılabilir. Plastik cerrahide diğer cerrahi branşlarda olduğu gibi standart ameliyatlar mevcuttur ancak bunların yanında her hastadaki mevcut soruna göre temel cerrahi teknik ve prensiplerine sadık kalınarak çok değişik modifikasyonlar da uygulanır. Hastadaki görünüm ya da fonksiyon eksikliği geniş bir yelpazede değerlendirilir ve hasta için en iyi sonuç verecek girişim seçilir. Plastik cerrahide probleme sanatçı gözüyle yaklaşmak gerekir. Bu yaklaşım nedeniyle plastik cerrahi genel olarak en son çare olarak seçilir, plastik cerrahi uzmanları hemen hemen tüm tıp branşlarına özellikle de cerrahi branşlara konsültan hekim olarak çalışırlar. Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik cerrahi bölümünün uğraştığı alanları özetlersek; ♦♦ Göğüs estetiği ♦♦ Karın germe (Abdominoplasti) ♦♦ Yağ alma (Liposuction) ♦♦ Erkekte göğüs büyüklüğü (Jinekomasti) lir. Bu nedenle bu ameliyat çocuk okula başlamadan önce koruyucu olarak yapılır. Yine üst göz kapağı sarkıklığı görüş alanını daraltabilir. Bu hastalarda yapılan basit bit lokal müdahale ile hastanın görüş alanı genişler. Görüldüğü gibi çok geniş bir uygulama alanı olan plastik cerrahi kapsamında sayısız ameliyatlar yapılmaktadır. Bu konuda ameliyat geçirecek bir kişinin önceden çok iyi bir araştırma yapması, seçtiği hekim ile tüm ayrıntıları konuşması, ameliyat sonrası ortaya çıkabilen ve komplikasyon denilen istenmeyen sonuçlar hakkında bilgi sahibi olması eğer kullanılacaksa silikon gibi sentetik dolgu maddeleri hakkında bilgi edinmesi ve ameliyata bedensel ve ruhsal olarak hazırlıklı olması gerekmektedir. Ameliyat sonucunun iyi olması için, kişi ayrıca kendisini ameliyat eden hekimin ameliyat öncesi ve sonrası tavsiyelerine kesinlikle uymalıdır. ♦♦ Kaş kaldırma ♦♦ Yüz germe Minimal invaziz girişimler: ♦♦ Botoks ♦♦ Dolgu ♦♦ Yüze yağ enjeksiyonu ♦♦ Mezoterapi ♦♦ PRP (Plazma Rich Protein) ♦♦ Cilt soyma (Kimyasal peeling) Estetik cerrahide ki şu örnekleri vermek isterim. “Kepçekulak deformitesi” Özellikle okul çağındaki çocuklarda ağır psikolojik sorunlara neden olur. Çocuklar genelde acımasız oldukları için böyle bir sorunu olan çocukla alay ederler, ona isim takarlar. Çocuğun psikolojik yapısı bozulabilir, içe kapalı bir çocuk haline gelebilir, okul başarısı olumsuz yönde etkilenebi- YAŞAMA SANATI 51 »» TIBBİ GENETİK Yrd. Doç. Dr. Murat ÖZNUR Ümmü Gülsüm ERCAN Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı PRENATAL TANI VE YÖNTEMLERİ Fetüse ait hastalıkların ve doğumdan sonra bebekte ortaya çıkabilecek ve müdahale gerektiren durumların doğumdan önce öğrenilmesiyle bu duruma karşı önlem almak mümkün olabilmektedir. G ünümüz tıbbının yeni ve hızla gelişen konularından biri de doğumdan önce fetüs (doğacak bebek) hakkında bilgi sahibi olmaktır. Fetüse ait hastalıkların ve doğumdan sonra bebekte ortaya çıkabilecek ve müdahale gerektiren durumların doğumdan önce öğrenilmesiyle bu duruma karşı önlem almak mümkün olabilmektedir. Önlem alabilmek ve gerekli tedavileri zamanında yapabilmek için bebek henüz fetüs olarak isimlendirilen doğum öncesi gebelik sürecinde iken bilgi sahibi olabilmek önemlidir. Bu amaçla doğum öncesinde çeşitli tanı yöntemlerini kul- 52 YAŞAMA SANATI lanıp tanı konulmasına “Prenatal Tanı” adı verilmektedir. Prenatal tanının amacı sadece anormallikleri fetal hayatta saptamak ve bulunduğunda gebeliğin sonlandırılmasına imkan tanımak değildir. Risk altındaki ailelere sağlıklı çocuklara sahip olma şansının verilmesi felsefesine dayanır. Hastalıklı çocuk sahibi olma riski yüksek olan çiftleri bilgilendirerek çocuk istekleri için farklı seçenekler sunmak, yüksek risk grubundaki kişilere güven sağlamak ve onların endişelerini azaltmak prenatal tanı yöntemlerinin ve beraberinde verilmesi gereken genetik danışmanın amaçları arasındadır. Genetik danışma ile normalde tekrar çocuk sahibi olmaya cesaret edemeyen, belli bir genetik hastalıklı çocuk sahibi olma riski yüksek olan çiftleri, hastalığın tanısının anne karnındayken konulabileceği konusunda bilgilendirerek, sağlıklı bir gebeliğe başlama imkanı tanımak mümkündür. Bu sürecin yeterli deneyime sahip uzman bir ekip tarafından yürütülmesiyle genetik hastalıklı çocuk sahibi olacak çiftlere, psikolojik olarak hazırlanma, gebeliğin/ doğumun uygun izlemi ve yönlendirilmesi ve doğum sonrası bakım gibi konularda hazırlanma imkanı sağlanacaktır. Her şeyden önemlisi anne ve baba prenatal tanı yaptırıyor olmakla, bebekte bir anormallik saptanması durumunda gebeliği sonlandırmak zorunda olmadıklarını bilmelidir. Prenatal Tanı ve Genetik Danışma Gebeliklerinde bir sorunla karşılaşan ebeveynler, içinde bulundukları durumu anlamak ve yapılacak işleme izin verip vermemek konusundaki kararları için bilgilendirilmeye ihtiyaç duyarlar. Genetik danışma ekibi de başvuran çiftin özel durumu ile ilgili olarak genetik riskini değerlendirerek aileye bilgi verecektir. Genetik danışmada şu konular üzerinde durulur: ♦♦ Fetüsün etkilenme riski ♦♦ Sorunun ne olduğu ve olası sonuçları ♦♦ Uygulanacak girişim riskleri ve kısıtlılıkları ♦♦ Bir sonuç alınması için gerekli süre ♦♦ Başarısızlık durumunda işlemin tekrarlanmasına gereksinim duyulması olasılığı. Ayrıca genetik danışma için başvuran çifte elde edilecek sonuçların yorumlanmasında güçlükler olabileceği, sonuca göre yeni tetkikler ve konsültasyonlar istenebileceği ve hatta bu aşamalardan sonra bile elde edilen sonucun kesin olmayabileceği konusunda ayrıntılı bilgi verilecektir. Her şeyden önemlisi anne ve baba prenatal tanı yaptırıyor olmakla, bebekte bir anormallik saptanması durumunda gebeliği sonlandırmak zorunda olmadıklarını bilmelidir. Bu işlemlerde amaç fetüste söz konusu hastalığın olup olmadığını anlamaktır. Anne ve baba bebeklerinin problemli olması halinde bile, bebeğin doğması yönünde karar verebilirler. Bu takdirde hasta fetüsün prenatal tanınması, en azından aileye hasta bir çocuk için duygusal ve tıbbi olarak hazırlanma olanağı sağlayacaktır. Bu nedenle gerek Prenatal Tanı yapılıp yapılmamasına, gerekse tanı yöntemlerinin seçimi ve tanı sonrası davranış biçimlerinin belirlenmesi aşamalarının tümüne gerekli bilgilendirme yapıldıktan sonra anne ve babanın karar vermesi ve sorumlulukların paylaşılması sağlanmalıdır. Prenatal Tanı Endikasyonu Bugüne kadar başta gelen prenatal tanı endikasyonu ileri anne yaşıdır. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da 35 yaşından sonraki gebeliklerin en az yarısı amniyosentez için başvurmaktadır. İleri anne yaşının artmış riske sebep olduğu asıl durum Down sendromudur. Yine de çoğu Down sendromlu fetüs, annelerinin 35 yaşından genç olmaları sebebiyle rutin olarak koryon villus biyopsisi (CVS) veya amniyosentez önerilmemesinden dolayı doğum öncesi dönemde tanımlanamamaktadır. Bir gebenin CVS, amniyosentez veya kordosentez ile prenatal tanı yapılmasına aday olmasında genel olarak kabul edilen ilke, bebekte anomali riskinin en azından işleme bağlı düşük yapma riskinden yüksek olmasıdır. Bunlar; 1. İleri anne yaşı, 2. Önceki gebelikte kromozomal anomali öyküsü, 3. Ebeveynlerde dengeli kromozom anomalisi taşıyıcılığı (Dengeli translokasyon), 4. Ailede biyokimyasal ya da DNA analizi ile tanısı konabilen genetik hastalık öyküsünün bulunması, 5. Kötü obstetrik öykü (ailenin tekrarlayan düşüklerinin olması), 6. Ailede spesifik prenatal tanı testi olmayan X-kromozomal hastalık öyküsünün bulunması, 7. Maternal serum taramasında yüksek risk saptanması 8. Ultrasonda malformasyon gözlenmesi Genetik Amaçlı Prenatal Tarama ve Tanı Tarama: Hastalık/ düzensizlik olasılığını belirtir. Tanı için daha spesifik testlerin gerektiği kişiler belirlenir. Tanı: Hastalığın varlığını kesinleştirir. Yüksek oranda kesinlik söz konusudur. 1. İnvaziv olmayan testler (tarama amaçlı): ♦♦ Ultrasonografi (USG) ♦♦ Anne kanında hormon tarama testleri (ikili, üçlü testler) Bu testler genetik anomali var mı? Sorusuna "Evet / Hayır" cevabını veremez. Belirli anomaliler için risk artışını ifade edebilirler. Bu testler sonrasında gebeliğin düşükle sonuçlanma riski yoktur. 2. İnvaziv testler (tanı amaçlı): ♦♦ Koryon Villus Biyopsisi (Plasentadan örnek alınması) ♦♦ Amniyosentez (Anne karnında bebeğin içinde bulunduğu sıvıdan örnek alınması) ♦♦ Kordosentez (Fetal Kan örneklemesi) ♦♦ Preimplantasyon genetik tanı Analizlerinde genetik anomali için "Evet / Hayır" cevabı alınır. Kesin tanı konur. Bu işlemler sonrasında az da olsa gebeliğin düşükle sonuçlanma riski vardır. 3. Yeni geliştirilen testler (tanı amaçlı): ♦♦ Anne kanında bebeğe ait hücre analizi İnvaziv olmayan ve tanı amaçlı kullanılabilen testtir. Prenatal Tanı Yöntemleri 1. İnvaziv olmayan tarama testleri: Ultrasonografi (USG): USG ile bebeğin ense kalınlığı ölçümü yapılır (şekil-1). Ense cildi kalınlığının 3mm’nin üzerinde olması halinde kromozomal bozuklukların arttığı bildirilmektedir. Tecrübeli uzman hekimin yapacağı USG ile kalp anomalileri, akciğer anomalileri, böbrek anomalileri, karın duvarı anomalileri ve bazı iskelet anomalileri saptanarak bunlarla ilişkili olabilecek Down sendromu gibi bazı kromozomal bozukluklar ve diğer bazı genetik hastalıklar hakkında ön değerlendirme yapmak mümkün olabilmektedir. Ancak USG ile yapılan ölçümlerin, ölçüm yapan kişilere göre değişim göstermesi yöntemin güvenilirliğini azaltmakta, yanılma ve hatalı risk hesaplamalarına sebep olabilmektedir. Şekil-1: USG ile bebeğin ense kalınlığı ölçümü. Anne kanında hormon tarama testleri (ikili, üçlü testler): Tarama testleri tanı koydurmaz. Bilinmesi gereken en önemli nokta bu testlerin sadece yüksek risk taşıyan ve kesin tanı koyduracak ileri testlerin yapılmasına gerek olan bireyleri belirlemeye YAŞAMA SANATI 53 »» TIBBİ GENETİK »» Prenatal Tanı ve Yöntemleri Anomalileri daha erken dönemde ve daha yüksek duyarlılıkta saptamak amacıyla değişik tarama testlerinin geliştirilmesi devam etmektedir. yarayan bir tarama testi olduğudur. Tüm tıbbi incelemelerde olduğu gibi tarama testlerinde de yanılma olasılığı vardır ve hatalı pozitif ya da hatalı negatif sonuçlar elde edilebilir. Hatalı pozitif sonuç bebek normal olduğu halde testin pozitif çıkması yani riskin yüksek olarak bulunmasıdır. Hatalı negatif sonuç ise bebekte Down sendromu, Trizomi 18 ya da nöral tüp defekti anomalilerinden biri ya da daha fazlasının olmasına rağmen tarama testinde riskin düşük olarak bulunmasıdır. 1970’lerin sonlarına doğru ‘’alfa-fetoprotein’’ nöral tüp defektlerinin taranması amacıyla kullanılmaya başlandı. Anomali riskini daha erken dönemde ve daha yüksek duyarlılıkla saptayabilecek testlerin geliştirilmesi çalışmalarının sonucunda ikili tarama testi geliştirildi. Bu test Down sendromu ve Trizomi 18 adı verilen kromozomal anomaliye sahip bebekleri gebeliğin ilk üç ayında saptamaya yönelik bir tarama testidir. Bu testin daha erken dönemde yapılabilmesi, duyarlılığının daha yüksek olması ve Down sendromu ile trizomi 18 olgularının %90’ının tanımasına yar- dımcı olması gibi üçlü teste göre bazı avantajları vardır. Ancak ikili testte AFP ölçümü yapılmadığından üçlü testten farklı olarak nöral tüp defekti için risk hesaplaması yapılamaz. Nöral tüp defektlerinin önemli bir kısmının USG ile saptanması, yine benzer şekilde Down sendromu varlığında, duruma eşlik eden pek çok USG bulgusunun da olması nedeni ile ikili test sonucu normal çıkan anne adaylarında normal gebelik takipleri yeterli olacaktır. 11-14. gebelik haftalarında yapılan ikili tarama testinde anneden alınan kan örneğinde gebelik hormonu olan betahCG’nin serbest kısmının (free betahCG) ve PAPP-A (gebeliğe özgü plazma proteini-A) proteinin ölçümü yapılır. Bu ölçümlerin aynı gün yapılan USG muayenesinde ölçülen bebeğin ense kalınlığı ile birlikte değerlendirilmesiyle ortalama risk hesaplanır. Üçlü tarama testinde 16-18. gebelik haftalarında anne kanında beta-hCG, alfa-feto protein (AFP), estriol (E3) hormonları ölçülür. Bu hormonların düzeyini etkileyebilecek olan en önemli değişken incelemenin yapıldığı tarihteki gebelik haftasıdır. Bu nedenle annenin son adet tarihini doğru bilmesi son derece önemlidir. Anne adayının yaşı, daha önceden anomalili doğum öyküsü olup olmaması, sigara kullanımı, kilosu ve boyu gibi değişkenler de hesaba katılır. Elde edilen bu ham veriler daha sonra bilgisayar programına girilerek risk hesaplaması yapılır. Bilgisayar programı tarafından yapılan değerlendirme sonu- cu elde edilen risk oranının kabul edilebilir sınırlarda olup olmamasına göre amniyosentez gibi ileri tetkike gerek olup olmadığına karar verilir. Yapılan test sonucu Down sendromu riskinin 1:2048 olarak rapor edildiği bir örnekte bu sonuç bebekte Down sendromu olup olmadığını belirtmez. Bu raporda örnekteki anne adayı ile aynı özelliklere sahip 2048 kadından sadece 1 tanesinin Down sendromlu bebek doğurduğu bu nedenle bu annenin de Down sendromlu bebek doğurma ihtimalinin 2048 de bir olduğu söylenmektedir. Down sendromu için kabul edilen sınır 1:280’dir. Risk kabul edilen sınırdan daha yüksek olduğunda test pozitif olarak değerlendirilir. Riskin daha yüksek çıkması durumunda (örneğin 1:100 ya da 1:40) ileri tetkik olan amniyosentez önerilir. Örnek verilen 1:40 olarak belirlenmiş yüksek risk durumunda bile bebeğin sağlıklı olma olasılığı Down sendromu olma olasılığından yaklaşık 40 kat fazladır. Üçlü testin Down sendromunu yakalama olasılığı %60 civarında olup %5 kadar hatalı pozitif olma olasılığı vardır. Üçlü test ikiz gebeliklerde de uygulanmakta ve tekiz gebeliklerde elde edilene benzer oranlarda başarı sağlamaktadır. Üçüz ya da daha fazla sayıda bebek içeren gebelikler içinse elde yeterli veri olmadığından yapılmaz. 2. İnvaziv testler (tanı amaçlı): Koryonik Villus Biyopsisi (CVS): Gebeliğin 9-10. haftalarında uygulanabilir. Anestezi gerektirmez. İnce bir iğne ya da kanülle USG eşliğinde annenin karın duvarından ya da doğum kanalı yoluyla plasentadan örnek doku alınması esasına dayanır (şekil-2 A, B). Alınan doku kültüre edilerek bebeğe Üçlü test ikiz gebeliklerde de uygulanmakta ve tekiz gebeliklerde elde edilene benzer oranlarda başarı sağlamaktadır. Üçüz ya da daha fazla sayıda bebek içeren gebelikler içinse elde yeterli veri olmadığından yapılmaz. 54 YAŞAMA SANATI Sahip olduğunuz tek şey ÇEKİÇ ise Herkesi çivi gibi görmeniz normaldir… A.Maslow Şekil-2 A, B: İnce bir iğne ya da kanülle USG eşliğinde annenin karın duvarı (A) ya da doğum kanalı (B) yoluyla örnek doku alınması. ait kromozom elde edilir. İncelenerek genetik tanı konur. Bu uygulama sonrasında %1-3 oranında gebeliğin düşükle sonlanmasına sebep olan komplikasyon gelişebilir. Amniyosentez: Gebeliğin 16. haftasından itibaren 22. haftaya kadar yapılabilir. Anestezi gerektirmez. USG eşliğinde ince bir iğne ile annenin karın duvarı yoluyla bebeğin içinde bulunduğu amnion sıvısından 1020 cc örnek alınarak (şekil-3), sıvı içindeki bebeğe ait döküntü hücrelerinin kültüre edilmesi ve kromozom elde edilerek genetik inceleme yapılması esasına dayanan bir yöntemdir. Bu inceleme ortalama üç hafta sürmektedir. Şekil-3: USG eşliğinde ince bir iğne ile annenin karın duvarı yoluyla fetüsün içinde bulunduğu amnion sıvısından örnek alınması. Kordosentez (Fetal Kan örneklemesi): 3. Yeni geliştirilen testler: 16. gebelik haftasından itibaren uygulanabilir. Anestezi gerektirmez. USG eşliğinde bebeğin göbek kordonundan kan örneği alınması (şekil-4) esasına dayanır. Amniosentezde olduğu gibi, karyotip elde edilerek genetik tanıya gidilir. Uygulama sonrası gebeliğin %1-3 oranında düşükle sonuçlanma ve eğer bebek 20.gebelik haftasından büyükse immatür doğum riski vardır. Anne adayının işlemden sonra birkaç saat dinlenmesi düşük riskini azaltır. Başarısız amniosentez uygulamalarından sonra prenatal tanı yöntemi olarak önerilir. Anne kanında bebeğe ait hücre analizi: Bebeğe ait az sayıda hücre anne kan dolaşımına geçebilir. Bu amaçla gebeliğin 6.-8. haftalarında anne kanındaki bebeğe ait hücrelerin yakalanması, saflaştırılması ve karakterize edilmeye çalışılması esasına dayanan bir analizdir. Bebeğe ait hücrelerin yıllarca anne kanında kalabilme potansiyeli olması uygulamanın kullanılabilirliğini kısıtlamaktadır. Diğer analiz yöntemlerine göre maliyeti yüksektir. Şekil-4: USG ile bebeğin göbek kordonunun görüntülenmesi (A) ve ince bir iğne ile kan örneği alınması (B). YAŞAMA SANATI 55 »» AİLE Nazlı ÖZBURUN Aile ve Evlilik Terapisti İnsan HAKLI olduğuna inanmışsa... İnsan haksız olduğunu düşündüğünde daha kolay özür dileyen taraf olduğu halde, kendi haklılığına inanmış insan diğer insan üzerine olması gerekenden daha fazla giderek haksızlık yapma hakkını kendinde bulur. Yani diyebilirim ki kendi haklılığına inanmış insandan korkun, çünkü o haksızlık yapmaya daha müsait bir yapıya doğru kayar. 56 YAŞAMA SANATI Kapı açılır elbette, sen yeter ki VURMAYI BİL ! Ne zaman açılır bilmem, sen yeter ki sabırla o kapıda DURMAYI bil! Hz.Mevlana H er zaman kendini haklı görmek, kişinin kendisini hiç hata yapmaz olarak kodladığının bir göstergesidir. Bir insan düşünün ki hiç hata yapmıyor. O zaman onun insan olduğundan şüphe etmek lazım. İnsan hata yapar çünkü. Hatalarıyla öğrenen bir yapıda yaratılmış insanın kendisini hiç hata yapmama üzerine kodlaması en büyük hatasıdır zira. Daima tetikte olmayı ve belki de kendi içinde bildiği hatalarını diğerleri fark etmesin diye sürekli örtmeye çalışması onu yer bitirir. İnsan haksız olduğunu düşündüğünde daha kolay özür dileyen taraf olduğu halde, kendi haklılığına inanmış insan diğer insan üzerine olması gerekenden daha fazla giderek haksızlık yapma hakkını kendinde bulur. Yani diyebilirim ki kendi haklılığına inanmış insandan korkun, çünkü o haksızlık yapmaya daha müsait bir yapıya doğru kayar. İdeal olanın insanın hata yapabilen bir tarafının olduğunu kabul edebilmesi ve karşıdaki insanın da yüzde yüz haksız olamayabileceğini öngörmesidir. İkili ilişkilerde “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye başlayan ve haksızlık edildiğini düşündüğü için karşısındakine sözleriyle atom bombaları atan insanlar vardır. “Sen bana bunu nasıl yaparsın?” diye düşünürler. İnançları odur ki kendileri çok yüce kişiler olduğundan, siz ona bunu yapamazsınız. Trafikte sizi sollayan bir sürücü için “Bunu bana nasıl yapar? Benim kim olduğumu bilmiyor! Ondan bunun hesabını soracağım! Nasıl benim yolumu alır?” düşüncelerini ardı ardına sıralayan ve davranışlarında “tüm yol hakkının kendinde” olduğunu düşünen kişi, ilişkilerinde de kendisine tanıdığı hakların çiğnenmesine karşı aşırı duyarlı ve saldırgandır. Diğer insanın yaptığı her davranışı, kendisine rağmen ve kendisine karşı yapılmış olarak algılama eğilimi taşıdığından ve her durumda tek haklı olanın kendisi olduğunu zannettiğinden dolayı yanında yaşamayı seçmiş eşine dünyayı dar edebilir. Her şey kendisini var etmek, kendisini onaylamak ve değersizlik duygularını “değerli olma” duygularıyla doyurmak zorundadır. “Bütün dünya kendisine borçluymuş” gibi davranır herkese. Ne kadar da verirseniz verin, borcunuz bir türlü azalmaz! Bir türlü doymak bilmeyen bir yapıyla yaşamaktasınızdır çünkü. Hep onun acelesi vardır... Hep onun için dönmektedir dünya... Diğer zavallıların varlığı onun içindir... Ve eğer etrafındakiler bunu fark edemiyorlarsa, onlara kim olduğunu en ağır şekilde gösterecektir… Diğer insanın yaptığı her davranışı, kendisine rağmen ve kendisine karşı yapılmış olarak algılama eğilimi taşıdığından ve her durumda tek haklı olanın kendisi olduğunu zannettiğinden dolayı yanında yaşamayı seçmiş eşine dünyayı dar edebilir. Kendisi hep haklıdır ve karşı taraf çoğunlukla haksız... Zaman zaman hata yaptığında, kendi hatasının üstünü örtmek için elinden gelen tek şey olarak, karşısındaki kişiyi eleştirmeye başlar. Hatasını görüp kabul etmek ve düzeltmek için harcaması gereken çabayı, diğer kişiyi eleştirerek harcar. Onu haksız çıkarmak için tüm akıl gücünü kullanarak, kendi hatasını gündemden düşürmek ister... Çoğu zaman da bunu yapar. Ama kendi haklılığına inancından ve hatasız olabileceğine saplanıp kalmış olmasından dolayı yaptığı hatalar onu geliştirmez, savunmacılığını geliştirir. Böylece sahte bir dünya içinde kendi yüce varlığına ve haklılığına hayran ola ola bir ömür yaşar ve etrafındakilere de gün yüzü göstermeden çekip gider dünyadan. Kendi haklılığına inanan insan, suni bir özgüven geliştirir ve zaman zaman bu yönüyle diğer insanları kendisine hayran bırakarak dikkat çekebilir. Bunu devam ettirebilmek adına yüksek bedeller ödese de ve ne kadar sıkıntı yaşasa da buradan beslenen, kendi değerini diğerinin üzerinde bıraktığı etkiyle ölçmeye çalışmış birey için bu durumu bırakmak zordur. Her zaman haklı olduğunuza inanıyor, tüm insanların da bunu görmesini ve kabul etmesini istiyorsanız... Birisi sizi eleştirdiğinde haklı olsa bile çileden çıkıyorsanız... Her durumda onaylanmak istiyorsanız... Yanlış davranabileceğiniz ihtimaline bile açık değilseniz... Dikkat edin, bir probleminiz var demektir! YAŞAMA SANATI 57 »» DERMATOLOJİ Doç. Dr. Evren SARIFAKIOĞLU Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Behçet Hastalığı Paterji testinin pozitif çıkması tek başına Behçet Hastalığı teşhisi konması için yeterli değildir ve mutlaka diğer belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir. Behçet Hastalığı için kabul görmüş tek test paterji testidir. Steril tuzlu su çözültesinin deri altına enjekte edilmesi ya da steril iğne ile cildin delinmesi ardından 2448 saat sonra bir papül (kızarık küçük kabartı) ya da püstül (sivilce benzeri baş veren kızartı) oluşması testin pozitif olduğunu gösterir. 58 YAŞAMA SANATI B ir Türk doktoru olan Hulusi Behçet tarafından 1937 yılında teşhis edilen ve bu nedenle uluslararası literatürde Behçet Hastalığı ya da Behçet Sendromu olarak adlandırılan hastalıktır. Genelde deri altı, göz, beyindeki kan damarlarının iltihaplanmasına yol açan, sebebi bilinmeyen, nadir görülen, bağışıklık sistemi ile ilgili bir hastalıktır. En çok 30-40 yaşlarındaki erkeklerde görülür. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde Behçet Hastalığı görülmektedir. Dünya’da en çok Japonya, Türkiye ve İsrail’de görülür. Behçet Hastalığı kendine özgü belli bulguların varlığı ile teşhis edilir. Ana kriterler denen ve bu hastalıkta görülen belirti ve bulgular şunlardır: ♦♦ Ağızda tekrarlayan aftlar ♦♦ Göz belirtileri olarak irit, iridosiklit, hipopiyon ♦♦ Genital bölgede (Cinsel organ çevresinde) yaralar ve yara izleri ♦♦ Deri lezyonları (deri altında ağrılı kırmızı şişlikler - eritema nodosum, damar iltihabı - tromboflebit,deride sivilce benzeri iltihaplanmalar) ♦♦ Behçet Hastalığına özgü paterji reaksiyonu pozitif olması Bulguların tümünün aynı anda ortaya çıkması şart değildir. Bazı bulgular hastalığın ilk yıllarında yok iken birkaç sene sonra ortaya çıkabilir. Teşhiste yararlı olan fakat Behçet Hastalığının kri- teri olarak kabul edilmeyen başka belirti ve bulgular da vardır; ♦♦ Büyük venlerde tromboflebit (Bacak toplar damarlarında tıkanıklık) ♦♦ Arteryel tromboz (Atardamarlar içinde pıhtı oluşması) ♦♦ Epididimit (Testiste iltihaplanma) ♦♦ Arterial oklüzyon (Atardamarlarda tıkanıklık) ♦♦ Merkezi sinir sisteminin tutulumu ♦♦ Şiddetli baş ve boyun ağrısı ♦♦ Eklem ağrıları veya artrit Behçet hastalığı’nın tedavisinde romatoloji, dermatoloji, göz hastalıkları uzmanları ve gerektiğinde nörolog ve kalp/damar cerrahları ortak çalışır. Teşhiste kullanılan testler Behçet Hastalığı için kabul görmüş tek test paterji testidir. Steril tuzlu su çözültesinin deri altına enjekte edilmesi ya da steril iğne ile cildin delinmesi ardından 24-48 saat sonra bir papül (kızarık küçük kabartı) ya da püstül (sivilce benzeri baş veren kızartı) oluşması testin pozitif olduğunu gösterir. Paterji testi hastalığın süresi, şiddeti ya da diğer yakınmaların varlığı ile ilişki göstermez, bir kez pozitif bulunduğu zaman tekrar pozitif bulunmayabilir. Paterji testinin pozitif çıkması tek başına Behçet Hastalığı teşhisi konması için yeterli değildir ve mutlaka diğer belirtilerle birlikte değerlendirilmelidir. Şu an için Behçet Hastalığı teşhisi için özgül olarak kullanılan bir laboratuvar testi yoktur. Behçet Hastalığının kesin ve belirlenmiş bir nedeni henüz bulunamamıştır. Diğer bir nedeni ise genetik olabileceği yönündedir. Tedavi Behçet Hastalığının tedavisi sırasında başlıca amaç ağır organ tutulumu olan hastalarda (Göz, Büyük damar ve Merkezi sinir sistemi) kalıcı hasarları engellemektir. Bu amaçla hayatı ya da organları tehdit eden durumlarda yüksek doz kortizon, siklofosfamid; ya da siklosiporin, azatioprin gibi bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar gerekebilir ancak hastaların az bir kısmı bu tür tedavilere ihtiyaç duyar. Hayatı/organları tehdit eden hastalık olmadığı zamanlarda yani hastaların çoğunda, kolşisin adı verilen ilaç kullanılır. Kolşisin eklem ağrıları ve eklem şişmesi, nodüler lezyonlar (sert ağrılı kızartılar), ve cinsel organ yaralarının sıklık ve şiddetini azaltmakta etkilidir. Behçet Hastalığı’nın tedavisinde romatoloji, dermatoloji, göz hastalıkları uzmanları ve gerektiğinde nörolog ve kalp/ damar cerrahları ortak çalışır. YAĞMUR DUASI Ben geldim geleli açmadı gökler Ya ben bulutları anlamıyorum Ya bulutlar benden bir şeyler bekler Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum Ben geldim geleli açmadı gökler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım Biri damla damla alnıma düşer Diğerinde durur göğe bakarım Ne şehir, ne deniz kokan gemiler Bir yağmur bilirim bir de kaldırım Nedense aldanmış ilk gece annem Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana İşte vuramadı gökler bana gem Dinmedi içimde kopan fırtına Nedense ilk gece aldanmış annem Biri çıkmış gibi boş bir mezardan Ortalıkta ölüm sessizliği var Bana ne geldiyse geldi yukardan Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar Biri çıkmış gibi boş bir mezardan İyiki bilmiyor kalabalıklar Yağmura bakmayı cam arkasından İnsandan insana şükürki fark var Birine cennetse birine zindan İyiki bilmiyor kalabalıklar Yağmur duasına çıksaydık dostlar Bulutlar yarılır hava açardı Şimdi ne ihtimal nede imkan var Göğe hükmetmekten kolay ne vardı? Yağmur duasına çıksaydık dostlar Ben geldim geleli açmadı gökler Ya ben bulutları anlamıyorum Ya bulutlar benden bir şeyler bekler Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum Ben geldim geleli açmadı gökler Sezai KARAKOÇ YAŞAMA SANATI 59 »» TÜRKÜ HİKAYESİ Ahmet KARABUDAK KIRMIZI GÜL Demet Demet Nenni ya! Nenni ki nenni!. Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni!. Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek... T ürkümüze konu olan olayın geçtiği zaman, büyük olasılıkla 17. yüzyıl sonrası. Türküde geçen Revan (Erivan) Osmanlı'nın önemli bir ticaret merkezi o zamanlar. Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş. 60 YAŞAMA SANATI Daha sonra ise Dördüncü Murat büyük bir orduyla Revan seferi düzenleyerek Revan’ı yeniden Osmanlı topraklarına katmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler. Mehmet de gidip gelen kervancı- lardan birisi. Anasının da tek “balası”. Tek oğlu! Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip biçiyorlar. Yetiştirdikleri ürünü de kervana katılıp, Revan’da satıyor Mehmet. Mehmet karayağız bir delikanlı. Taşı sıksa, suyunu çıkaracak kadar güçlü. Bir de alışkanlığı var Mehmet’in. Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden topladığı gülleri demet demet yapıp getiriyor anasına. Anayla oğul arasında bir simge olmuştu kırmızı gül demeti. Sevgi, saygı simgesi. Gülleri evinin duvarına asıp kurutan ana, oğlu kervana katılıp Revan’a gittikçe güllere bakıyordu baktıkça da oğlu Mehmet’i görüyor gibi avutuyordu kendisini. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetindeydi ananın. Ananın rüyaları hep Mehmet üstüne. Oğlu gittikçe Revan yollarını düşlüyor hep. Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı. Kan ter içinde uyanıyor. Hayra yormaya çalışıyor. Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının, eşeğinin, devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor. Bir hortum, yutuyor kervanı. Koca kervan döne döne göğe çekiliyor. Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor. Mehmet’i arıyor gözleri. Kara yağız, kaytan bıyık Mehmet, ellerini uzatıyor anasına. ‘Tut ellerimi’ diyor. Ama ne gezer. Anasının elleri boşlukta kalıyor. Sözün kısası günü gelip de kervan Revan’dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor ana. Bazen kışın yolladığı oğlu yazın dönüyor. Bazen de tersi oluyor. Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor. Kimi analar da oğlunu. Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler. Yemen seferinden döner gibi. Gerçi savaş dönüşü değil ama hastalığı, sağlığı var. Karı var, ayazı var!. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı. İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi. Kusma, iltihap, baş dönmesi. En sonunda da sayıklama. Artık kurtuluşu yok. Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı. başladı. Sonra da bir ateş. En son sayık- Mehmet’inde içinde olduğu kervan bir Revan seferinde bu zalim ve salgın hastalığa yakalanıyor. Kervanda olanlardan büyük çoğunluğu perişan oluyor bu hastalık yüzünden, Veba hastalığı kırıp geçiriyor herkesi. Ecel Mehmet’i de orda yakalıyor. sıraladı. Titreye titreye sayıkladı. Yedi Gurbet elde baş yastığa gelende, ği kırmızı güller. Diline kırmızı gülleri Gayet yaman olur işi garibin, doluyor. Ol tabipten medet diliyor. Ol- Gelen olmaz giden olmaz yanına, muyor. Ver elini dağ yolları. Dilinde Bir çalıdır mezar taşı garibin. Bir çalının dibine gömüyorlar Mehmet’i. Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü. Kara toprak alıyor bağrına. Gençmiş. Sevenleri varmış. Anası yavuklusu yol gözlüyormuş. Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. Sayıklaya sayıklaya gidiyor Mehmet. Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor. Sevgiliye özlemi de dilinde! Artık bir çalıdır mezar taşı Mehmet’in. lama başladı. Tüm sevdiklerini bir bir gün dayandı Mehmet. Sonra bir çalının dibine gömdük onu’’ diyor. Anadır buna can dayanır mı? başlıyor ağıt yakmaya. Alıyor veriyor. Veriyor alıyor. Oluru yok. Aklında oğlu Mehmet’in getirdi- türküsü. Gönlünde oğlunun hayali. Deli olup dağlara düşüyor. O’nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde “Kırmızı gül demet demet. Sevda değil bir alamet Şol Revan’da balam kaldı. Yavrum kaldı’’. diye diye haykırdığını söylüyor. Kırmızı gül demet demet Sevda değil bir alamet Kervanda veba hastalığından kurtulup Gitti gelmez o muhannet ölmeyenlerde perişan oluyor. Yaşıyor Şol revanda balam kaldı olmaktan utanıyorlar. Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi. Ağır ağır Erzurum’a giriyor kervan. Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler. Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı. Aradığını bulan sarmaş dolaş. Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor. Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor. Mehmet’in annesi de oğlunu göremedikçe ciğeri yanıyor Kervandakilerden birine “Oğlum Mehmet’im nerede. Birlikte çıktınız kervana. Nerede kaldı’’ diye soruyor. Önce susuyor, yutkunuyor, gözleri doluyor kervancının içinden şöyle geçiriyor –“Sen sen ol da gel yanıtla”. Başlıyor anlatmaya Mehmet’i “İlkin kusma Kırmızı gül her dem olsa Yaralara merhem olsa Ol tabipten derman gelse Şol revanda balam kaldı Kırmızı gülün hazanı Ağaçlar döker gazeli Kara yağızın güzeli Şol revanda balam kaldı Yöre: Erzurum YAŞAMA SANATI 61 »» BASINDAN 62 YAŞAMA SANATI YAŞAMA SANATI 63 Aramıza Yeni Katılan Doktorlarımız. Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Doç. Dr. Pınar YURTBAŞI ÖZGEÇMİŞ 1975 doğumlu olan Doç. Dr. Pınar Yurtbaşı, 1997 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ihtisasını 19972001 yılları arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde yaptıktan sonra 2002-2004 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Psikiyatrisi A.D.’da Yardımcı Doçent olarak; 2005-2008 yılları arasında Sami Ulus Çocuk Hastanesi’nde Çocuk Ergen Psikiyatrisi Uzman Hekimi, Aralık 2008'de Psikiyatri Doçenti olmaya hak kazandıktan sonra yine aynı hastanede 2009-2013 yılları arasında Çocuk Ergen Psikiyatrisi Kliniği Şef Yardımcısı ve Eğitim Görevlisi görevlerinde bulundu. Ayrıca 2009 Inceptor Fellowship, International Mental Health/Developmental Disabilities Program, Fogarty International Center, Children’s Hospital, Boston; 2009 Boston University, School of Public Health, Biostatistics; 2012 Sleep Study Center, Children’s Hospital, Boston. Bilimsel Koordinatör (2006-2013), Fogarty International Center, Mental Health/Developmental Disabilities Program (MH/DD), Children’s Hospital, Boston. D43TW05807 (Munir, K; PI) gibi yurtdışı eğitim ve faaliyetlerde bulunmuş ve bilimsel bağlantılarını halen sürdürmektedir. Dr. Yurtbaşı, Ekim 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Doç. Dr. Hüseyin DEMİRCİ Endokrinoloji ve Metabolizma B.D. Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı ÖZGEÇMİŞ ÖZGEÇMİŞ 1971 doğumlu olan Doç. Dr. Hüseyin Demirci, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İç Hastalıkları ihtisasını 1995-2000 yılları arasında SSK Dışkapı Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi 3. Dahiliye Kliniği’nde, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları ihtisasını 2003-2007 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda yaptıktan sonra 2008-2010 yılları arasında mecburi hizmetini tamamladı. 2010-2013 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapan Dr. Demirci, Ağustos 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. 1974 doğumlu olan Op. Dr. Uğur Türktaş , 2000 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Ortopedi ve Travmatoloji ihtisasını 2002-2007 yılları arasında Ankara Numune ve Atatürk Egitim - Araştırma Hastanelerinde yaptıktan sonra 2008-2009 yılları arasında Kars-Sarıkamış'ta mecburi hizmetini tamamladı. 2009-2013 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesinde Yrd.Doç.Dr. olarak görev yapan Dr. Türktaş 2011-2012 yılları arasında Wake Forest Üniversitesi Hastanesi-NC-ABD Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde artroskopik spor cerrahisi ve robotik artroplasti eğitimleri aldı. Kasım 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı’nda göreve başlayan hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Yrd. Doç. Dr. Nilgün YARDIMCI Nöroloji A.D. Yrd. Doç. Dr. Semra KARA Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Neonatoloji B.D. ÖZGEÇMİŞ ÖZGEÇMİŞ Yrd. Doç. Dr. Nilgül Yardımcı, 1994 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İhtisasını 1996-2001 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji bölümünde yaptıktan sonra 2001-2008 yılları arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda görev yaptı. 2008-2011 yılları arasında Medicana International Ankara Hastanesi Nöroloji Bölümü’nde çalışan Dr. Yardımcı, Haziran 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. 1973 doğumlu olan Yrd. Doç. Dr. Semra Kara 1998 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Sağ. ve Hastalıkları ihtisasını 1999-2004 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladıktan sonra aynı üniversitede 2004-2007 yılları arasında öğretim görevlisi olarak çalıştı. 20072010 yılları arasında Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Neonatoloji Bilim Dalı’nda üst ihtisasını tamamlayan Dr. Kara 2010-2013 yılları arasında Ankara Eğitim ve Araş. Hastanesi’nde mecburi hizmetini bitirdi. Ekim 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağ. ve Hast. Anabilim Dalı Neonatoloji Bilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Op. Dr. Levet GÜLLÜ Göz Hastalıkları A.D. ÖZGEÇMİŞ 1965 doğumlu olan Op. Dr. Levent Güllü, 1989 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Göz Hastalıkları ihtisasını 19921995 yılları arasında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Göz Hastalıkları bölümünde Kornea Katarakt ve Refraktif Cerrahi, Research Fellow’ luğu eğitimini Lousıana State University’ de 2002-2003 tarihleri arasında bitirdi. Değişik kurumlarda Göz Hastalıkları Uzmanı olarak görev yapan Dr. Güllü, Kasım 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Uzm.Dr. Sancar EMİNOĞLU ÖZGEÇMİŞ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Pediatrik Kardiyoloji B.D. 1976 doğumlu olan Uzm. Dr. Sancar Eminoğlu, 2000 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ihtisasını 2000-2005 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde yaptıktan sonra 2007-2010 yılları arasında Çocuk Kardiyoloji yan dal uzmanlığı eğitimini Fatih Üniversitesi’nde tamamladı. 2010-2013 yılları arasında S.B. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinde mecburi hizmetini tamamlayan Dr. Eminoğlu, Eylül 2013'de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji bilim Dalı’nda göreve başladı. Hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. 64 YAŞAMA SANATI Op. Dr. Uğur TÜRKTAŞ Uzm. Dr. Onur Serdar GENÇLER Nöroloji Anabilim Dalı ÖZGEÇMİŞ 1980 doğumlu olan Uzm.Dr. Onur Serdar Gençler, 2003 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlık ihtisasını 2005-2011 yılları arasında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji bölümünde yaptıktan sonra 20112013 yılları arasında Aksaray Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmetini tamamladı. Haziran 2013’de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı’nda göreve başlayan hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Uzm. Dr. Halise ÇINAR YAVUZ ÖZGEÇMİŞ 1973 doğumlu olan Uzm. Dr. Halise Çınar Yavuz, 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1997-2001 yılları arasında İç hastalıkları ihtisasını Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde, Endokrinoloji ihtisasını 2008-2011 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji bölümünde yaptıktan sonra 2011- 2013 yılları arasında Ankara Onkoloji Hastanesinde mecburi hizmetini tamamladı. Eylül 2013’de Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim Dalı’nda göreve başlayan hocamıza hoş geldiniz diyor yeni görevinde başarılar diliyoruz. Endokrinoloji ve Metabolizma B.D. TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ Çocuk Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalımız Poliklinik Hizmetine Başlamıştır Hizmetlerimiz ve hizmet verdiğimiz bozukluklardan bazıları • Poliklinik hizmeti • Konsültasyon hizmeti • Otizm Spektrum Bozukluklarına özgü ayrıntılı değerlendirme: (ADOS) Otizm tanıya özgü muayene • Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu • Öğrenme Sorunları (Entellektüel Yetersizlik, Özgül Öğrenme Güçlüğü) • Uyku bozuklukları • Psikotik bozukluklar • Duygudurum bozuklukları • Tik bozuklukları • Yeme bozuklukları • Eliminasyon bozuklukları (alt ıslatma, vb) • Davranım bozuklukları • Anksiyete (kaygı) bozuklukları TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ “Hayat sağlıkla güzeldir” • • • • • • • Uyum bozuklukları Aile Danışmanlığı (parmak emme, kardeş kıskançlığı, tutum sorunları, …) Ergen Danışmanlığı (sınav kaygısı, okul başarısızlığı, …) Aile değerlendirilmesi, bilgilendirilmesi ve görüşmeleri Aile Terapisi Bireysel Psikoterapi İlaç Tedavisi (farmakoterapi) Uygulanan testlerden bazıları • • • • Zeka testleri Öğrenme Bozukluklarına ilişkin testler Nöropsikolojik testler Gelişim testleri (Denver, AGTE, Vineland...) ÇOCUK ERGEN PSİKİYATRİSİ ANABİLİM DALI Randevu için 0 312 203 55 55’i arayınız Merkez (Beştepe) Alparslan Türkeş Cad. No: 57 Emek / Ankara Tel: 0(312) 203 55 55 SANATI 65 YAŞAMA 66 YAŞAMA SANATI
© Copyright 2024 Paperzz