8 12 20 22 48 Soğuk algınlığı sandığınız şey menenjit olabilir! Diyet ürün kilo aldırmaz fikri, kilo aldiriyor İstanbul Sağlık Müdürlüğü Tıp Bayram’ını kutladı 2014 / 1. SAYI Dikkat! Bu belirtiler kansere işaret edebilir Çocuğunuz harfleri ve sayıları karıştırıyorsa “Disleksi’’ olabilir Beslenme yanlışlarını çözün! İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün ücretsiz yayınıdır. ISSN NO: 1300-9346 Çağımızın hastalığı şişmanlık ve obezite, sağlığımızı olumsuz etkiliyor. 31 tıbbi branştan, alanlarında uzman 90 kişilik hekim kadrosu, 700 kişilik profesyonel ekibi, güleryüzlü hizmet anlayışı, geni ş yatak kapasitesi, Avrupa standartlarında tanı ve tedavi yöntemleri, Sabiha Gökçen Uluslararası Havalanı’na yakın lokasyonu ve helik opter pisti ile 7/24 hizmetinizde... Hematoloji Merkezi Onkoloji Sağlıklı Yaşam ve Estetik Merkezi Genel Cerrahi Nükleer Tıp Merkezi Algoloji Beyin ve Sinir Cerrahi Ortopedi veTravmatoloji Pediatrik Cerrahi Kardiyovasküler Cerrahi Saç Ekim Merkezi Tüp Bebek Merkezi Check-Up Merkezi Üroloji PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK bürokratımızın da katıldığı bir tıp bayramı resepsiyonu gerçekleştirdik. 81 ilde yılın hekimi ödülüne layık görülen sağlık çalışanlarımızı ödüllendirdiğimiz gecede, kimi zaman güldük, kimi zaman ağladık. Ben buradan tekrar emekleri hiçbir maddi değerle karşılanması mümkün olmayan sağlık teşkilatımızın bayramını kutluyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. Değerli İstanbul’da Sağlık okurları “Önce insan, önce sağlık” anlayışı doğrultusunda sağlık politikaları geliştiren bakanlığımız 2014 yılını “Sağlıklı beslenme ve hareket yılı” olarak ilan etti. Bu kapsamda, vatandaşlarımızı hareketli yaşama teşvik etmek için birçok farklı organizasyon ve etkinlik gerçekleştirdik. Bunlardan biriside geçtiğimiz haftalarda müdürlüğümüz bünyesinde organize edilen “Bisikletime Yol İstiyorum” projesi idi. Proje kapsamında başta sağlık yöneticileri ve çalışanlarımız olmak üzere bir çok sivil toplum kuruluşu ve derneğin katılımıyla bisiklet turu düzenlendik. Bağdat Caddesini trafiğe kapatarak gerçekleştirdiğimiz bisiklet turumuzu 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri içerisine alarak bir yeniliğe daha imza atmış olduk. Bisikleti artık hobi veya sosyal aktivite olarak kullanmanın dışında günlük yaşamın da bir alışkanlığı haline getirmemiz gerekiyor. Bisiklet kullanımının bir alışkanlık haline getirebilirsek hem hareketli bir yaşam tarzı hem de iyi bir zaman yönetimi yapmış olacağız. Bununla birlikte temiz bir çevreye ve ekonomik bir bütçe sahibi olacağız. Bu bakımdan müdürlük olarak böylesi organizasyonların arttırılması ve daha yoğun katılımla gerçekleştirilmesi konusunda farkındalık yaratacak tüm projeleri desteklemeyi sürdüreceğiz. Geçtiğimiz ay aynı zamanda sağlık çalışanlarımızın bayram ayı oldu. Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden tam manasıyla yararlanabilmeleri için var gücüyle çalışan, gece-gündüz, kar-çamur, bayram-tatil demeden büyük bir özveriyle çabalayan sağlık çalışanlarımızın 14 Mart tıp Bayramını hep birlikte kutladık. 14 Mart tıp bayramı çerçevesinde Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve çok sayıda Dergimizde her sayıda olduğu gibi bu sayıda da çok değişik konuda haber çalışması ve ropörtaja yer verdik. “Bisikletime yol istiyorum” kampanyası ile başlattığımız bilinçlendirme çalışmalarımıza destek olması amacıyla “Obezite” konusunu kapağımıza taşıdık. Damar sertliğinden kalp krizine, karaciğer yağlanmasından yüksek tansiyona kadar pek çok hastalığa yol açan obeziteden nasıl korunulabileceği konusunda farklı isimlerle ropörtajlar gerçekleştirdik. Bununla birlikte son yıllarda çok geniş bir pazar halini alan diyet ürün pazarı hakkında da bilgilendirmeler de bulunduk. Hangi ürün ne kadar diyet bu konuyu sizler için araştırdık. Sağlık çalışanlarımızın meslek hatıralarına yer verdiğimiz haber çalışmalarımızı da sürdürdük. 30 küsür yıllık meslek hayatında sayısız hastanın şifa bulmasına vesile olan Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu ile kimi zaman güldüren kimi zaman düşündüren bir ropörtaj yaptık. Kendine özgü mizacı ve nüktedan kişiliğiyle dikkat çeken Karamustafaoğlu hocamızın beyanlarını severek okuyacağınızı düşünüyorum. 4 Şubat Dünya Kanser Günü vesilesiyle kanser hastalığı konusunda farkındalık yaratacak haber çalışmalarına yer vermeyi sürdürdük. Bir tür konuşma bozukluğu olan kekemelik, beyni saran zarların iltihabı olarak tanımlanan menenjit, beyin ve omuriliği etkileyen MS hastalığı, harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanması ile kendini gösteren disleksi gibi hastalıklarda konularımız arasında yer aldı. Dergimizde merak ettiğiniz bir çok konuya cevap bulacağınızı ümit ediyorum. Söz konusu haber ve çalışmalarımızın sağlıklı bir hayat sürmenize katkı sağlaması temennisiyle, sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler diliyorum l 4 Şişmanlığa savaş açın! Kalp sağlığını korumak için 6 altın öneri 32 Soğuk algınlığı sandığınız şey menenjit olabilir! 16 8 Ufuk Özkan: “Hasta olmaktan korkuyorum 28 Sağlık için pedal çevirdiler 24 B12 vitamin eksikliği, dikkat eksikliğini tetikliyor 52 Diş beyazlatmanın doğal ipuçları SAHİBİ İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selcan Yücel [email protected] YAZI İŞLERİ Hacer Çokluk KONSEPT DANIŞMANI Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu Emziren anneler emzirmeyi azaltarak bırakmalı 44 Doğum sonrası depresyonu önemseyin! 58 64 El bakımının püf noktaları 48 Anne babalar dikkat! Çocuğunuz harfleri ve sayıları karıştırıyorsa “disleksi” olabilir 66 En önemli tarih ve kültür miraslarımızdan biri: “ÇIRAĞAN SARAYI” YAYIN KURULU Doç. Dr. Doğaç Niyazi Özüçelik Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy Dr. Ercan Özgül Dr. Fergan Genç Hediye Ünver BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Fahri Ovalı Prof. Dr. Hamit Okur Prof. Dr. Murat Elevli Prof. Dr. Recep Özturk Prof. Dr. Selami Albayrak Prof. Dr. Yüksel Altuntaş Doç. Dr. Adem Akçakaya Doç. Dr. Mustafa Bilici Doç. Dr. Özgür Yiğit Op. Dr. Sadiye Eren GÖRSEL TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK Onüç Reklam Prodüksiyon San. Ve Tic. Ltd. Şti. Nisbetiye Mahallesi Hakkışehithan Sokak No13 B blok, D2 34377 2.Ulus, İstanbul Telefon +90 212 270 54 50 Faks +90 212 270 13 59 www.13reklam.com.tr FOTOĞRAF Umut Erşah REKLAM VE SATIŞ PAZARLAMA Tolga Dumrul [email protected] Telefon +90 212 270 54 50 BASKI Uniprint Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ömerli köyü, Hadımköy İstanbul Caddesi, No: 159 34555 - İstanbul Telefon +90 212 798 28 40 pbx Faks +90 212 798 20 63 YAZIŞMA ADRESİ Basın Bürosu İstanbul Sağlık Müdürlüğü Peykhane Caddesi No10 Çemberlitaş İstanbul Telefon +90 212 453 07 15 Faks +90212 638 30 36 www.istanbulsaglik.gov.tr Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu dergide yer alan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile 3 ayda bir yayınlanmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır. UZM. DR BÜLENT KOÇER KONYA MEDICANA HASTANESİ / DAHİLİYE KLİNİĞİ Şişmanlığa savaş açın! Çağımızın hastalığı şişmanlık ve obezite, sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Damar sertliğinden kalp krizine, karaciğer yağlanmasından yüksek tansiyona kadar pek çok hastalığa yol açan obeziteden korunmanın mümkün olduğunu söyleyen Dahiliye Uzmanı Uzm. Dr. Bülent Koçer, işe beslenme yanlışlarımızı ortadan kaldırarak başlamamız gerektiğini ifade ediyor. Obeziteden korunmanın yaşam şeklimizle doğrudan bağlantılı olduğunu dile getiren Koçer, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Kilo alımı vücutta yağ dokusunun artmasına neden olur. Bedenimizde diğer dokular gibi yağ dokusu da oksijen ve beslenmek için besin öğelerine gereksinim duyar. Artmış olan oksijen ve besin gereksinimi damar içi kan miktarında da artışa neden olur. Artmış kan miktarı damar duvarına artış bası anlamı taşır. Tansiyon kan damarı içindeki kan hacmine ve damarın bu basınca verdiği esneklik cevabı ile ilintilidir. Şişmanlık kandaki insülin düzeyinde artışa neden olur; artmış insülin ise tuz ve su tutulmasına dolayısı ile de kan hacminde artışa neden olur. Artmış kilo, kalp dakika atışında artışa ve damarlarda biriken ve kireçlenen yağ yastıkçıkları (damar sertliği) nedeni ile de damarların esnekliğinde azalmaya yol açar. Şişmanlığın doğrudan ve dolaylı olarak yol açtığı tüm bu nedenler tansiyon yüksekliğine yol açar. Damar sertliği tehlikeli Doymuş yağlardan (kırmızı et, yağda kızarmış gıdalar vs.) zengin beslenmek şişmanlığa neden olabileceği gibi kandaki kötü huylu olarak adlandırılan düşük yoğunluklu (ldl) kolesterol düzeyinde de artışa neden olur. Şişmanlıkta, iyi huylu olarak tanımlanan yüksek yoğunluklu (hdl) kolesterolde düşme; trigliseritte ise artış izlenir. Vücuttaki yağın büyük kısmı trigliserit olarak depolanır. Uzun süreçte artmış olan yağ oranları bunun atardamar duvarında birikmesine ve damar sertliğine neden olur. Kalp damar hastalığının oluşumunda en önemli risk unsuru damar sertliğidir. Damar sertliği aynı zamanda inme riskini de artırır. Damarlarda ileri boyutta tıkanma kalp krizine yol açabilir.Şişmanlık damar sertliğini tetiklediğinden beyin dokusunu besleyen atardamarlarda da daralma oluşabilir. Bu, damar içi pıhtı, oluşumunu tetikler ve oluşan pıhtı damarın beslediği beyin bölümüne kan gitmemesine neden olur. Bu durum klinik olarak inme olgusunu oluşturur. Beslenmeyen beyin dokusu işlev kaybına uğrar ve çoğu kez vücutta bir ya da birkaç organda hareket ya da işlev yitimi oluşur. Aşırı şişmanlıkta inme riski belirgin ölçüde artar. Hareket kısıtlılığı oluşuyor Şişmanlık eklem yüzeylerine binen yükü olağanın çok üzerine çıkardığından özellikle bel, kalça ve diz eklemlerinde eklem kıkırdaklarında aşınma ve yırtılmalara yol açar. Bu durum önceleri eklem ağrısı ilerleyen durumlarda ise şişlik, hareket zorluğu ve hareket kısıtlılığı oluşturur. Şişmanlıkta oluşan kan yağlarında yükseklik karaciğer dokusu içinde aşırı yağ birikimine neden olabilir. Bu yağ depolanması karaciğer dokusunda yangıya (inflamasyon) ve sertleşmeye yol açar. Karaciğer dokusunun iyi beslenmemesi sebebi ile oluşan süreğen yangı (kronik inflamasyon) ise zaman içinde siroz oluşumuna ve karaciğer işlevlerinin bozulmasına neden olur.Kolesterol yüksekliği şişmanlarda çok sık görülen bir sorundur. Safra kesesi içinde depolanan safranın bileşenlerinden biri olan kolesterolün görece artması safra kalitesinin bozulmasına ve kolesterol taşları oluşumuna neden olur. Sindirimin bozulması bu durumda kaçınılmazdır. Zaman içinde yoğun yangı ağrı ve safra kesesi krizi olarak adlandırılan acil durumu oluşabilir. Beslenme yanlışlarını çözün İnsülin direnci probleminin nasıl çözüleceğine gelince… Beslenme tarzı en önemli belirleyicidir. Şeker, un ve nişastadan zengin besinler bu direnci tahrik eder. Fazla tuzlu yemek de insülin direncini arttırır. Fazla şeker denince aklınıza yalnızca kesme veya toz şeker gelmesin! Çayınıza, kahvenize hiç şeker eklemeseniz de içtiğiniz meşrubatlar ve kolalı içecekler, paketlenmiş bisküviler, gofret, cips, browni ve benzeri atıştırmalar, hatta et suları, salata sosları, hazır çorbaların içine gizlenmiş un, nişasta ve şekerler ile çok tatlı meyveler bile insülin direncini tahrik edebiliyor l Egzersizi unutmayın İnsülin direncini sadece yiyip içtiklerinize dikkat edip diyetisyeninizin verdiği beslenme listelerini dikkatle uygulayarak da çözemeyebilirsiniz. Onu yenmek için kaslarınızı da kullanmanız gerekiyor. İnsüline direnç gösteren dokuların başında kaslarınız geliyor. Araştırmalar her gün 35-45 dakika egzersiz yapmanın mükemmel bir ‘direnç kırıcı’ olduğunu gösteriyor. Sıkı bir yürüyüşün etkisinin 48 saat kadar sürdüğünü gösteren bulgular var. Yani sorunu çözmek için gün aşırı yürümeniz bile yetiyor. Yeter ki ciddi, etkili ve tempolu bir yürüyüş yapın. UZM. DR ERDAL KAN MEDICANA SAMSUN HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI KLİNİĞİ Uzm. Dr. Erdal Kan ise obezite tedavisi için öncelikle bir endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanına başvurmak gerektiğini ifade ediyor. Sadece estetik bir sorun olduğu düşünülmemeli Tedavinin başarısı için yaşam tarzını değiştirmek önemli Obezite sadece kişinin görüntüsünü değiştirmek için tedavi edilmesi gereken bir hastalık değildir. Obezite hem metabolik hem de fiziksel sorunlara sebep olan ciddi bir hastalıktır. Bu nedenle obezite tedavi edilmelidir. Obeziteye bağlı en sık görülen metabolik sorun diyabettir. Son 15 yılda obezite sıklığındaki hızlı artışa bağlı olarak diyabet sıklığı 2 kattan fazla artmıştır. Obezite ayrıca kalp ve damar hastalıkları, hipertansiyon, inme, uyku apne sendromu ve bazı kanserlerin sıklığında ciddi artışlara sebep olarak ölüm sıklığını arttırmaktadır. Obezitede görülen fiziksel sorunlar ise özellikle diz ekleminde gelişen osteoartrit (kireçlenme) ve buna bağlı olarak hareket kısıtlılığı, akciğer kapasitesinde azalma, horlama; boğazda reflüden dolayı yanma ve kronik farenjit de oluşabilecek hastalıklardır. Obezite tedavisinde öncelikle endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanına başvurmak şarttır. Tansiyon yüksekliği, şeker, hiperlipidemi, tiroid hormonlarının ve böbrek üstü bezleri, karaciğer yağlanması olup olmadığı kontrol edilmelidir. Bu parametreler değerlendirilerek tedavi edildikten sonra, tedavinin başarısı için, doğru beslenme, düzenli yapılacak bir egzersiz programını da içerecek şekilde hastaların yaşam tarzlarını kökten değiştirmeleri gerekmektedir. Obezite tedavisinin başarısı için multidisipliner yaklaşım şarttır. Endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanı liderliğinde, hastanın katılımı ile diyetisyen, psikiyatrist, fizyoterapist ve hatta ciddi obezitede cerrahın bulunduğu bir ekip ile obezite tedavisinde başarı artar l Obezitenin hormonal sebeplere dayanabildiğinin altını çizen Uzm. Dr. Kan, bu konuda yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor: Hormonal bozukluklar obezitenin en önemli nedenlerindendir Vücut, enerji depolarının durumunu, merkezi sinir sistemine bazı hormonlarla bildirilir. Bu hormonların görevi açlık-tokluk durumlarını beyne iletmektir. Böylece vücuttaki enerji dengesi ayarlanmış olur. Bu hormonların bozukluğu ya da vücudun bu hormonları kullanamamasından dolayı obezite görülebilmektedir. Hormonal bozukluklar obezitenin en önemli nedenleri arasındadır. Diğer nedenler ise; enerji alımı ve harcamadaki dengesizlik, fiziksel aktivite azlığı, kalıtım, metabolik bozukluklar, psikolojik bozukluklar ve bazı ilaçlar olarak sıralanabilir. Şeker, un, nişastadan zengin ve fazla tuzlu besinler insülin direncini artırıyor, kilo alımına neden oluyor. Sanatın nabzı sağlık müzesinde attı Serginin açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Selami Albayrak; uzun bir geçmişi olan Tıp Bayramının 1976 yılından bu yana hafta olarak kutlandığını belirtti. Albayrak, son derece meşakkatli ve stresli bir işle uğraşan hekimleri ve sağlık çalışanlarının tek bir günle hatırlamak yerine, hafta boyunca düzenlenecek olan etkinliklerle bir araya getirmenin daha doğru olacağını ifade ederek, serginin açılışında emeği geçenlere teşekkür etti ve tüm tıp camiasının Tıp Bayramını kutladı. Albayrak’ın ardından söz alan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. M. Taner Gören, İstanbul’da bu tür bir etkinliğin ilk olduğunu ve özellikle katıldığını belirtti. Sağlıkta güzel işler yapıldığını ancak hem hekimler hem de hastalar açısından halen sıkıntılar olduğunu kaydeden Gören, zaman zaman bu sıkıntıları dile getirdiklerini ve çözülmesini temenni ettiklerini ifade etti. İstanbul Sağlık Müdürlüğü 14 Mart Tıp Bayramını düzenleyeceği çeşitli etkinliklerle kutladı. İlki 7 Mart Cuma günü gerçekleştirilen etkinlikte “Sağlık İçin Pedal Çevir” temalı sergi açılışı yapıldı. Fiziksel aktivitenin insan vücudu üzerindeki etkisi ve sağlığın tarihsel sürecini anlatan eserlerin gösterildiği sergi açılışına İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. M. Taner Gören, sağlık müdür yardımcıları ve sağlık çalışanları katıldı. Tarihi bisikletler, dünya pullarında tıp, tıp pulları koleksiyonu ve tarihi tıbbi dökümanlar ile tıbbi malzemelerin gösterildiği sergi 17 Mart’a kadar açık kaldı l DOÇ. DR MUSTAFA ÖZÇETİN SÜLEYMANİYE KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ / ÇOCUK HASTALIKLARI KLİNİĞİ / EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU Soğuk algınlığı sandığınız şey menenjit olabilir! Beyni saran zarların iltihabı olarak tanımlanan menenjit, genellikle virüsler sebebiyle ortaya çıkıyor. Tedavisi mümkün olan ve her yaş grubunda görülebilen bu hastalık, genelde soğuk algınlığı ile karıştırılabiliyor. Menenjitin daha çok çocuklarda rastlanılan bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Mustafa Özçetin, çocukların tanı ve tedavilerinde daha hassas davranılması gerektiğini söylüyor. Menenjite yakalanan çocukların tedavisinde erken teşhis ve müdahalenin büyük önem taşıdığına vurgu yapan Özçetin, tedavinin aksaması ya da tamamlanmaması halinde çocuklarda sakat kalma, işitme kaybı, beyin hasarı ve hatta ölüm riski olduğuna dikkat çekiyor. Özçetin, konu hakkında şu bilgileri veriyor. Genelde beyin ve omirilik zarları iltihaplanması sonucu ortaya çıkıyor Beyin ve omuriliğimizin etrafı meninks adı verilen üç farklı zar tabakası ile çevrilidir. Özellikle en içte yer alan ince zar ile onun üstünde yer alan örümceksi zarın herhangi bir nedenle iltihaplanmasına “menenjit” denmektedir. Menenjit nedenleri bakteriler, virüsler, mantarlar, parazitler gibi mikroorganizmalar olabileceği gibi kimyasal maddeler ve bazı kullanılan ilaçlar da iltihabı reaksiyon oluşturarak benzer tabloya neden olabilirler. Kötü sağlık koşulları ve kalabalık yaşam alanları risk faktörü Genellikle bebeklerde, küçük çocuklarda, genç erişkinlerde ve yaşlılarda menenjit daha sık görülür. Erkeklerde kızlara göre biraz daha fazladır ve bazı insanların genetik mirası menenjite yakalanma bakımından daha riskli olabilir. İki yaşına kadar yapılması önerilen kabakulak, H. İnfluenza tip B ve pnömokok aşılarının yapılmaması, kötü sağlık koşulları ve kalabalık yaşam alanları menenjit gibi birçok bulaşıcı hastalık açısından önemli risk faktörleridir. Bunların dışında menenjit açısından riskli bölgelere seyahat etmek ve öncesinde önerilen koruyucu aşıların yapılmaması menenjite davetiye çıkarabilir. Bu saydığımız faktörlerin dışında doğuştan anomaliler, immun yetmezlik durumları, kanser, tüberküloz gibi ağır hastalıklar ve koklear implant gibi geçirilmiş kraniyal operasyonlar menenjite yakalanma açısından risk oluşturmaktadır. Çocuklar böylesi mikroorganizmalara karşı daha savunmasızlar Çocukların bağışıklık sistemleri yaşları büyüdükçe olgunlaştığı için pek çok mikroorganizmaya karşı daha savunmasızdırlar. Özellikle beş yaşına kadar birçok bulaşıcı hastalığa kolayca yakalanabilirler. Ayrıca kreş, anaokulu ve benzeri çocukların toplu yaşadıkları ortamlarda çocukların birbirine enfeksiyonu bulaştırma sıklığı da artar. Bunlardan başka beslenme bozukluğu ve sigara dumanı gibi çevresel olumsuz faktörler çocukları daha fazla etkilemektedir. Bunların dışında, toplu iğne başı büyüklüğünde veya leke tarzında, basmakla solmayan deri döküntüleri hızla ilerleme gösteren, çok ağır ve bulaştırıcı bir klinik tablonun ön habercisi olup çok hızlı bir tıbbi müdahaleyi ve hastanın izolasyonunu gerektirir. Menenjit birçok farklı neden dolayısıyla ortaya çıkabilir Menenjit nedenlerine göre; bakteri, virus, mantar ya da parazitlerin sebep olduğu enfeksiyöz kaynaklı olabileceği gibi, kanser, sistemik lupus hastalığı, bazı ilaçlar veya kafa travması gibi enfeksiyon dışı nedenlerle de ortaya çıkabilir. Bunlardan başka ortaya çıkan iltihabi duruma göre septik (genellikle bakteriyel) ya da aseptik (genellikle viral) menenjit ayrımı da yapılmaktadır. Ağırlıklı olarak solunum yoluyla bulaşıyor Menenjite neden olan mikroorganizmalar genelde üst solunum yolu mukozasına yerleşirler ve burada hastalık yapmadan uzun süre kalabilirler. Bu sağlıklı taşıyıcılardan ve hasta kişilerden bulaşma, havaya yayılan enfekte damlacıklar yoluyla olur. Hastanın öksürük, hapşırma, konuşma gibi etkinlikleri sırasında çevreye saçtığı damlacıkları solunum yollarına alan sağlıklı kişiler enfeksiyona yakalanabilir. Hastaların çok azında bakteriler travma ya da cerrahi girişim gibi kafa bütünlüğünün bozulduğu durumlarda direkt olarak da menenjit yapabilir. Memenjitte hasta mutlaka hastaneye yatırılarak tedavi edilmelidir. Bakteriyel menenjit acil bir hastalıktır ve tedavi hemen başlamalıdır. Menenjit şüphesi olan hastanın belinden alınan sıvının incelenmesine göre tedavisi başlanır. Tedavi muhakkak hastane ortamında gerçekleştirilmeli Hijyen kurallarına uymak, sık elleri yıkamak tehlikeli mikropların vücudumuza ulaşmasına engel olacaktır. Bu konuda, çocuklarımıza örnek olmalı, küçük yaşta hijyen alışkanlıklarını kazandırmalıyız. Ancak başlangıçta, laboratuvar sonuçları beklenmeden hastanın kliniği ve yaşı dikkate alınarak menenjit yapma olasılığı en yüksek olan etkene yönelik antimikrobiyal tedavisi başlanır, daha sonra hastanın belinden alınan sıvıda saptanan etkene özgü tedaviye geçilir. Ayrıca her menenjit vakası, hastalığın seyri sırasında ortaya çıkabilecek; eklem ağrısı, işitme kaybı, havale, beyinde su toplanması, böbrek üstü bezi yetersizliği, beyin apsesi, kalp kası veya zarı tutulumu gibi birçok olası önemli komplikasyonlar açısından yakından takip edilmelidir. Menenjiti önlemek ya da ondan korunmak mümkün mü? Anne sütü almanın, pek çok başka faydaları yanında, bebekleri menenjitten de koruduğu gösterilmiştir. Aşıların bakteriyel menenjiti önlemede çok etkin olduğu bilinmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü ‘‘Genişletilmiş Bağışıklama Programı’’ sayesinde menenjit gibi pek çok hastalığın ve bu hastalıklardan kaynaklanan bebek ve çocuk ölümlerinin önlemesinde önemli bir yol alınmıştır. Ayrıca menenjit açısından riskli bölgelere seyahat etmeden önce önerilen aşıların yapılması da önemlidir. Bazı menenjitlerde ise hasta kişiyle teması olduğu zaman koruyucu amaçla antibiyotik tedavisi başlanır l Başlıca menenjit belirtileri: Çocuklarda klinik tablo çocuğun yaşına göre değişmektedir. Büyük çocuklar ve erişkinlerde görülen tipik bulgular: > Ateş > Baş ağrısı, boyun tutulması > Mide bulantısı, kusma > Fotofobi > Nöbet geçirme Bebeklerde ve 2 yaşın altındaki çocuklarda ise tipik klinik tablo görülmeyebilir. > Yüksek ateş, fakat soluk ve lekeli bir görünüm > Çok ağlama (inleme şeklinde ya da çok tiz) > Kusma ya da beslenmeyi rededme > Halsiz, uykulu ya da aşırı hassas olma > Kafalarındaki yumuşak noktada (bıngıldak) bir şişlik olması Kaskatı olma ya da nöbet geçirme UZM. DYT. YUNUS EMRE UZUN EYÜP DEVLET HASTANESİ / BESLENME VE DİYET POLİKLİNİĞİ Diyet ürün kilo aldırmaz fikri kilo aldırıyor Artık her ürünün light olanı üretiliyor. Son yıllarda formuna özen gösteren insan sayısı arttıkça bu ürünlere talep de hızla artıyor. Peki kilo vermek isteyen kişilerin sıklıkla tükettiği diyet veya light ürünler ne kadar masum? Bir gıdanın az kaloriye sahip olması, o gıdanın kilo aldırmayacağı anlamına mı geliyor? Bu soruların cevabını Diyetisyen Yunus Emre Uzun verdi. Light ürünlerin daha az kalori içerdiğini düşünerek, kontrolsüzce tüketmenin kilo alımını tetiklediğini söyleyen Uzun, diyet ya da normal her gıdanın bir kalori değerinin olduğunu vurguluyor. Tüketilen her yiyeceğin enerjisini bilmek ve ona göre tüketmek gerektiğini kaydeden Dyt. Uzun, paket ürünleri almadan önce mutlaka incelenmesi gerektiğinin altını çiziyor. “Diyet ürünlerin fazla tüketimi hem katkı maddeleri açısından hem de fazla yeme alışkanlığını edinilmesi açısından doğru değil” diyen Uzun, şu bilgileri veriyor: Günümüzün getirdiği hareketsizlik, az aktivite düzeyi obezite oranın artmasına neden oluyor. Son yıllarda insanlar yedikleri besinin vücuda etkileri konusunda daha bilinçli olmaya başladı. Bu da diyet ürünlerine olan ilgiyi arttırdı. Bisküvi ile başlayan sektöre çikolata, tatlı, dondurma, süt vs gibi gıdalar eklenerek çeşitliliği arttırdı. Bireyler kilo alımını durdurmak ya da zayıflamak için çareyi diyet ürünlere yönelmekte buluyorlar. Bu ürünleri tüketmenin temelinde kişilerin birazcık vicdanını rahatlatma amacı da var. Bu ürünleri kullanan kişilerin kafasında diyet ürünler zararlı mı yoksa yararlı mı, gün içerisinde ne kadar tüketilmeli, ne zaman tüketilmeli, fazla tüketilmesinin zararları var mıdır vs. gibi sorular oluşmaya başladı. Diyet ürün ne demek? Diyet ürünler ile diyabetik ürünler çok fazla karıştırıldığı görülmektedir. İlk başta bu terimlere açıklık getirmek daha faydalı olacaktır. Diyet ürün yani light ürün demek Türk gıda kodeksine göre toplam enerjisi en az % 25 azaltılmış ürünlerdir. Şekeri ve yağı azaltılarak lif yani posa içeriği arttırılmış ürünlerdir. Diyabetik ürünler ise şeker içeriğinin yerine tatlandırıcı (aspartam, sorbitol, sükraloz vb.) kullanarak elde edilen ürünlerdir. Kullanım amacı kan şekerini yükseltmemektir. Diyet yapanlar diyabetik ürün kullanmamalıdır. Diyabetik üründe sadece şeker içeriğinin yerine tatlandırıcı kullanılır. Kaybedilen tat ve aromayı sağlamak için daha fazla yağ kullanılabilmektedir. Diyabetik ürün tüketildiğinde normal bir çikolatadan alınan yağdan daha fazla yağ alınmasına neden olur. Böylece sadece şekersiz çikolata tüketilmiş olmaktadır. Yani diyabetik ürünler kalorisi azaltılmış ürünler değildir. Aynı şekilde diyabetik bireyler diyet ürünlerini tüketmemelidirler. İçerisinde bir miktar şeker olabilir. Diyabetik ürünler ile diyet ürünlerin kullanım amacı tamamen farklıdır. Düşük kalorili, şekersiz, az şekerli, şekeri azaltılmış, tatlandırıcılı, az yağlı, yağı azaltılmış ve yağsız ürünlerin hepsi diyet ürünlerin sınıfına girmektedir. Diyet ürün asla kilo aldırmaz düşüncesi yanlış Diyet ürünlerinin yaygınlaşması ile birlikte tüketimi de artmıştır. Diyet ürünleri tüketiminde en çok yapılan hata bu ürünlerin ya çok az kalorili ya da kalorisiz olduğu düşüncesine kapılmaktır. Bu düşünceyle bu ürünlerden aşırı miktarlarda tüketilerek çok fazla kalori alımı görülmektedir. Yapılan çalışmalarda light ürünleri ağırlıklı tüketen bireylerin, bu ürünleri tüketmeyenlere göre daha çok kilo aldıklarını gösteriyor. Zayıflamak isteyen kişiler nasıl olsa diyet ürün diyerek bu ürünlerden aşırı miktarlarda tüketmektedir. Bu da aşırı kalori ve kilo alımına sebep olmaktadır. Light ürünler kalorisiz ürünler değildir. Normal ürünlerle light ürünler arasında çok az bir kalori farkı vardır. Örneğin; bir bisküvinin kalorisini 100 kalori kabul edecek olursak diyet bisküvi yaklaşık 75 kalori civarlarındadır. Burada etiket okumanın önemi öne çıkmaktadır. Zayıflamak isteyen veya kilo almak istemeyen kişiler light ürünleri kullanırken mutlaka etiket bilgisini iyi okumaları gerekmektedir. Etiket bilgisi dikkatli bir biçimde okunması, diyet ürünleri faydalı bir konuma yükseltmektedir. Diyet ürünler zararlı mı? Diyet ürünlerinin sağlığa zararlı etkileri bulunmamaktadır. Aksine yararlı da denilebilir. Çünkü çay şekeri dediğimiz şekere vücudun ihtiyacı yoktur. Bunu yediğimiz besinlerden de alınmaktadır. Light ürünlerle ekstra şeker yükünden kurtulmuş oluyorsunuz. Burada miktar çok önemlidir. Diyet ürünler kalorisiz olduğu düşünülüp sınırsız tüketebilirim düşüncesi olmamalıdır. Light ürünlerin tüketim tarzına örnek verecek olursak ara öğünlerde 3 adet light bisküvi ve 1 fincan yeşil çay veya 1 su bardağı light süt ve 3 adet kuru kayısı iyi bir ara öğün alternatifleri olarak düşünülebilir. Ancak 1 dilim kek tüketilecekken light olanı seçilip 2 dilim tüketilmemelidir. Tatlandırıcı içeren ürünlerin fazla tüketilmesi laksatif etki göstererek bireyde ishale neden olabilir. Bu yüzden tatlandırıcı kullanılan ürünleri kullanırken tüketilen miktara ekstra hassasiyet gösterilmelidir. Diyette light süt ve süt ürünleri tüketilmeli Süt ve süt ürünlerine baktığımızda süt yağının yarı yarıya azaltılmasıyla yarım yağlı süt, tamamının alınmasıyla da yağsız süt elde edilir. Sütün yağının azaltılması ya da tamamen alınması sütün besin değerini azaltmaz sadece verdiği enerjiyi azaltır. Süt ve süt ürünleri hayvansal ürün olduğu için bir miktar doymuş yağ içermektedir. Kolesterol problemi yaşayanlar, kalp ve damar hastalığı olanlar, sütü yarım yağlı veya yağsız tercih etmeleri durumunda diyetlerini destekleyeceklerdir. Light süt ve süt ürünleri ekstra katkı maddesi içermezler. Günümüz teknolojisi ile katkı maddesi kullanılmadan yağı azaltma işlemi yapılabilmektedir. Paketli her gıdanın etiketini incelemeyi alışkanlık haline getirin Son olarak, light ürünleri büyüme çağındaki çocuklar dışında her yaştan kişiler uygun miktarlarda kullanabilir. Diyet ürünleri kullanırken kalorisiz düşüncesine kesinlikle kapılmamalı. Tüketirken bilinçli bir şekilde miktarına dikkat edilerek tüketilmelidir. Alınan her ürünün etiket bilgilerini okumayı da ihmal etmemelisiniz. Bu sayede porsiyon kontrolünü sağlayarak etkin bir şekilde kilo kontrolünü sağlayabilirsiniz l Ufuk Özkan: “Hasta olmaktan korkuyorum “Zengin Kız Fakir Oğlan” dizisinin sevilen oyuncusu Ufuk Özkan’la kariyeri ve sağlığı hakkında bir söyleşi yaptık. Medya ve magazinden uzak kalmayı seven Özkan, haftanın 7 günü aralıksız çalışıyor. Dizi ile birlikte “Aileler Yarışıyor” adlı yarışma programının da sunuculuğunu üstlenen genç oyuncu, bu yoğun tempoda spor yapmaya fırsat bulamadığından yakınıyor. Formunu korumak için protein ağırlıklı bir beslenme programı uyguladığını belirten oyuncu “Protein hücre yapı taşlarımızın oluşmasında büyük rol alıyor. Bunun yanı sıra daha uzun süre tok tuttuğu için konsantrasyon problemi de yaşatmıyor. Bu nedenle biz oyuncuların et ağırlıklı beslenmesi hem form korumalarında hem de rollerine konsantre olmalarında büyük fayda sağlıyor” diyor. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümü mezunu ve aslen Samsun’lu olan Özkan, hayatına dair şu bilgileri veriyor: Bize Ufuk Özkan’dan biraz bahsedermisiniz? Ufuk Özkan, özel hayatında nasıl vakit geçirir? En çok ne yapmaktan hoşlanır? 11 Nisan 1975 Almanya’da gurbetçi bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. 12 yaşımda Türkiye’ye döndük. Bu süreçte türkçemin yetersizliğin dolayı sosyal hayata adapte olamadım. İşte tam bu sırada tiyatro ile tanıştım ve kendimi daha kolay ifade etmeye başladım Tiyatro benim tüm hayatımı değiştirdi. Beni mutlu kıldı. 13 yaşımda tiyatro oyuncusu olmaya karar verdim. Özel hayatıma gelince, özel hayatım karım ve oğlumla geçirdiğim az ama kaliteli bir zamandan ibaret. Onlardan geriye kalan tüm zamanım işimle “Zengin kız fakir oğlan” dizisinde ve “Aileler yarışıyor” yarışmasının çekiminde geçiyor. 2 senedir çok yoğun bir tempoyla çalışıyorum. Bu bakımdan haftanın 7 günü çalışan ama mesleğine aşık bir işkoliğim:)) Annemin ve eşimin yemeklerini gece yarısı da olsa tadarım. Çok yoğun bir programınızın olduğunu ve çoğunlukla düzenli yemek yeme fırsatı bulamadığınız biliyoruz. Bu yoğunluk içerisinde nasıl besleniyorsunuz? Ağırlıklı hangi besinleri tüketiyorsunuz? Açıkcası yemeğimi 7 gün sette yiyorum. Hal böyle olunca anne ve eşimin yemeklerini gecenin bir yarısı tadabiliyorum. Gece yemek yemenin ne kadar sağlıksız olduğunu biliyorum. Ancak doğrusu onların yemeklerine de hayır diyemiyorum. Gerçi genel olarak daha çok et ağırlıklı besleniyorum Allah korusun ama ileriki süreçlerde gut hastası olmaktan korkuyorum :)) Peki hiç diyet yaptınızmı? Sizce ideal bir diyet nasıl olmalı? Ömrümde ciddi ciddi 1 kez diyet yaptım. Sektörde Karatay diyeti olarak bilinen ağırlıklı protein ve sebze içeren bir diyetti bu. 2 ay kadar ve aç kalmadan 10 kilo verdim. Ama işimden ve zaman problemimden dolayı istikrarlı bir diyet yada spor programı uygulayamıyorum maalesef... Gece yarısı set bitiyor. Bazen mecburen ne bulursanız onu yemek zorunda kalıyorsunuz. Ama bu yaz bir takım planlarım var. Diyet ve yaz sporları ile yeni sezona en az 15 kilo vererek fit girmek istiyorum. Peki Ufuk bey anladığımız kadarıyla yemek yemeyi seviyorsunuz. Peki yapmayı sever misiniz? En sevdiğiniz yemek hangisi? Doğru tahmin. Yemek yemeye bayılıyorum. Fırsat bulduğum zamanda yemek yapmayı da çok severim. Ancak doğrusu son birkaç yıldır hiç fırsatım olmuyor diyebilirim. Sebzelerle aramın çok iyi olduğunu söyleyemem. Fakat tek sevdiğim ve en sevdiğim yemek taze fasulye ilginçtir. Çok güzel balık ve et yemekleri yaparım. Bu konuda epey bir maharet sahibi olduğum söylenir. Spor salonları bana göre değil Sporla aranız nasıl? Ne tür sporlarla ilgilisiniz? Doğrusu hayatımın son 5 yılında çok yoğun çalıştığım için spordan epey uzağım. Setten sete yetişmek koşuşturmak dışında spor yok hayatımda. Ama üyesi olduğum bir spor kulübü var. Genelde oraya da ayda birkaç kez masaj ve sauna için gidiyorum. Seneler önce sadece squash oynayarak 3 ayda 17 kilo verdim. Çünkü koşu bandına çık 45 dakika koş, sonra bisiklete bin, 30 dakika sonra 4 çarpı 20’den 80 mekik çek ardından ağırlık falan kaldır. Böylesi bir spor hayatı hiç bana göre değil. Böyle çalışmaya birkaç kez yeltendim baktım çok sıkılıyorum, bıraktım tabi… Bağışıklık sistemini destekleyen ilaçlar ve vitaminler kullanıyorum Tabi bu yoğun tempoda düzenli sağlık taraması yaptırma fırsatınız pek olmuyordur sanırım. İtiraf ediyorum bu yüzden 2 checkup yaktım. 2 yılda bir türlü zaman bulup gidemedim. Aslında belkide gitmek istemedim. Kötü bir şeyler duymadan korktum. Zira; düzenli yemek yok, sağlıklı uyku yok, stres var. İş hayatı yüzünden birşey çıkar diye korkuyorum doğrusu... Bu sebeple bağışıklık sistemini destekleyen ilaçlar ve vitaminler alıyorum. Sebze ve meyvelerle de aram yok. Geçenlerde eşim Amerika’dan gelen bir makine sayesinde çok detaylı bir checkup programı satın aldı. Doğrusu oldukça da pahalı bir checkupmış bu. Sırf ödenen meblağ yanmasın diye bu taramaya gideceğim. Gitmezsem hasta olurum:))) Bizimle, mesleğinize ilişkin ilginç bir hatıranızı paylaşabilirmisiniz? Bizim meslekte çok hatıra, birçok değişik anı var. Bunlardan biri çok ilginçtir. 4 sene önce “Geniş Aile” dizisinde oynadığım “Cevahir” karakterini rüyamda gördüm. Bu rüyadan birkaç gün sonra bana bu rol teklif edildi. Şok oldum. Hiç unutamam bu teklif geldiğinde ben bu rolü alacağımı biliyordum, emindim. Yapımcıyla ilk görüşmemde bu rüyayı anlattım. Tatlı tatlı güldü... 3 ay sonra bir sürü deneme çekiminden sonra rolü ben aldım. Tabi rolü alır almaz 3 ay öncesini hatırlattım herkese. Bu rüyanın benim hayatımda çok büyük bir etkisi vardır. O sebeple hiç unutamam. Peki genelde bu tempo içinde günde kaç saat uyuyorsunuz? Aaaa o konuda prensipliyimdir işte. Ne olursa olsun mutlaka 8 saat uyurum. 7 saat 50 dakika uyusam uyumamış gibi oluyorum. Galiba vücut sistemim buna alışmış. Hayatımda hiç hokus pokus olmadı Ufuk bey anladığım kadarıyla hayatınızda pek bir şey ters gitmedi bugüne kadar. Peki yaşamınızda çok isteyip de yapamadığınız bir şey oldumu? Ben ukalalıkla özgüveni asla birbirine karıştırmam. Ama Allah’a şükür her istediğim şey oldu. Çok çalıştım çok istedim. Bu nedenle hiç hokus pokus olmadı...”Dört dönüm bostan yan gel yat Osman” olmadım hiç… Hep kovaladım, didindim, çalıştım ve sonunda özel hayatımda da iş hayatımda da istediğim herşeye ulaştım hamd olsun... Oyunculuk delice birşey… Peki eğer oyuncu olmasaydınız, şuan ne yapıyor olurdunuz? Çocuklarınızın da sizinle aynı mesleği seçmesini istermisiniz? Oyunculuk benim terapim. Ağlıyorsunuz, bağırıp çağırıyorsunuz çocukca şeyler yapıp, oynadığımız karaktere yüklüyorsunuz herşeyi... Delice bir şey. Birde para kazanıyorsunuz:))) Ben mesleğime aşık biriyim. Oğlumun da benimle aynı mesleği yapmasını çok isterim. Gurur duyarım. Kitap okumaya vakit bulabiliyorsanız son okuduğunuz kitap hangisi? Düzenli olarak hangi gazete ve yazarları takip edersiniz? Başucu kitaplarım var ama aylardır bitmiyor. Her defasında uyuya kalıyorum. Ünlü yazar Christopher Grange’ın “Leyleklerin Uçuşu” hala bitecek. Leyleklerin göç mevsimi bitti kitap bitmedi. Yerli yazarların isimlerini vermeyim. Ayıp olur biryerde karşılaşırız falan:))) Hayatta asla yapmam dediğiniz bir şey var mı? Asla asla demem!! Nolucağını Allah bilir. Hayırlısını da o verir... Sigarada caydırıcı her tür kampanyayı sonuna kadar destekliyorum Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü “dumansız hava sahası” kampanyasına ünlülerimizden büyük destek geldi. Bu proje halkın sigara içme oranında da önemli bir düşüş sağladı. Bakanlığımızın yürüttüğü bu çalışmayı nasıl buluyorsunuz? Bu konuda her geçen gün kamu spotları arttıyor, seminerler veriliyor, sinema filmleri çekiliyor. İnanın çok mutlu oluyorum. Sigarayı bırakma hatları, numaraları var artık. Sigaraların üzerinde fotolar var. İnsanlar sigara yüzünden hasta olanları görüp empati kurabiliyor. Bu tarz caydırıcı çalışmaların artarak devam etmesini destekliyorum ve emek veren herkese teşekkür ediyorum . İstanbul Sağlık Müdürlüğü Tıp Bayramı’nı kutladı İstanbul Sağlık Müdürlüğü tarafından organize edilen 14 Mart Tıp Bayramı etkinliği Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu‘nun katılımlarıyla Hilton İstanbul Bomonti Otel’de gerçekleşti. Etkinliğe Üniversite Hastaneleri Birliği (ÜHB) Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) Genel Başkanı Dr. Reşat Bahat, 81 ilin sağlık yöneticileri ve çalışanları katıldı. Müezzinoğlu: “Yasal düzenlemelerde tüm çevrelerin görüş ve önerilerini dikkate alıyoruz” Törende konuşan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu; özünde karşılıksız hizmet ve fedakarlık olan mesleklerin başında hekimlik mesleğinin geldiğini ifade ederek tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutladı. “Geride kalan 12 yıl boyunca gerçekleştirilen önemli reformları siz değerli sağlık çalışanlarımızın olağanüstü gayreti ile gerçekleştirdik” diyen Müezzinoğlu, “Emeği hiçbir maddi değerle karşılanması mümkün olmayan kıymetli mesai arkadaşlarımızın özlük haklarını iyileştirmeye yönelik çalışmalarımız devam edecek” diye konuştu. Mevcut sağlık sisteminde gelinen noktanın memnuniyet verici olduğunu belirten Müezzinoğlu, “Bakanlığımız doktor ihtiyacı ve üniversite hastanelerinin sorunları konusunda da çeşitli yasal düzenlemeler yapmaktadır. Bu konuda tüm çevrelerin görüş ve önerilerini dikkate alarak bir çalışma yapmak amacındayız” dedi. Bakan Müezzinoğlu, 2015 Tıp Bayramının bugünkünden daha huzurlu ve daha sağlıklı geçmesi temennisiyle sözlerini noktaladı. Söylet: “Büyük tıp fakültelerine gereken destek sağlanmalı” İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Yunus Söylet ise, sadece hekimlerin değil, tüm sağlık çalışanlarının sorunlarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Söylet, sağlık sistemindeki sorunların nedenlerini, çözüm yollarını ortak akılla bulmanın önemine değinerek, köklü, deneyimli ve büyük tıp fakültelerine gereken desteğin sağlanması gerektiğini dile getirdi. Albayrak: “Sağlık hizmetleri açısından dünya ortalamasının üzerindeyiz” İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak ise hekimlik mesleğinin mensubu olmaktan gurur duyduğunu belirterek başladığı konuşmasında, Türkiye’nin tıp hizmetleri bakımından dünya ülkelerinin üzerinde olduğunu söyledi. Albayrak, “Gelişmekte olan 52 OECD ülkesi içerisinde Türkiye hekim sayısı açısından sondan 2. sıradadır. Belki bu sayı çok az ama sağlık hizmetleri açısından dünya ortalamasının üzerindeyiz” dedi. Albayrak, tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutladı. Bahat: “Fiyat belirleme politikaları, özeli zor durumda bırakıyor” OHSAD Başkanı Dr. Reşat Bahat’ da konuşmasında mevcut sağlık sisteminde özel sektörün yaşadığı sıkıntılara değinerek sistemin sürdürülebilirliği konusundaki endişelerini dile getirdi. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) fiyat belirleme politikalarının özel sektöre olumsuz yansıdığının altını çizen Bahat, bu politikalar hazırlanırken en azından maliyet konusunun göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekti. Sağlıkçı şehitlerimize ithafen hazırlanmış kısa film gösterisi ve 81 ilde yılın hekimi ödülüne layık görülen sağlık çalışanlarına ödül ve plaketlerinin takdim edilmesi ile devam eden etkinlik Türk sanat müziği konseri ile son buldu l PROF. DR. GÖKHAN KANDEMİR MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ / MEDİKAL ONKOLOJİ BÖLÜMÜ Dikkat! Bu belirtiler kansere işaret edebilir BU BELİRTİLERE DİKKAT! Meme kanseri geliyorum diyor Meme veya koltuk altında kitle, sertlik, kalınlaşma, meme ucunda kaşıntılı, döküntülü yara ya da ağrı, meme derisinde gamzeleşme veya çekinti, aniden başlayan meme başı akıntısı meme kanseri konusunda önemli ipuçlarıdır. Öksürük ve nefes darlığı akciğer kanserini düşündürebilir Uzun süren öksürük, sabit göğüs ağrısı, kanlı balgam, nefes darlığı, hırıltı veya boğuk seslilik akciğer kanserine işaret ediyor olabilir. Tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, boyunda ve yüzde şişlik, iştahsızlık veya kilo kaybı ile kronik yorgunluk da bu hastaların en sık karşılaştığı belirtilerdir. Türkiye’de her yıl yaklaşık 175 bin kişiye kanser teşhisi konuluyor. Bu hastaların büyük bir çoğunluğu ise rahatsızlığın geç fark edilmesi nedeni ile hayatını kaybediyor. Kanserde erken tanı yaşam kalitesi ve süresinin artması için çok önemli. Bu hastalığı yenmenin yolu ise onu tanımak ve doğru tedavi stratejisini belirlemekten geçiyor. Prof. Dr. Gökhan Kandemir, “4 Şubat Dünya Kanser Günü” öncesinde kanser ile ilgili bilinmesi gerekenler hakkında bilgi verdi. Kanserde risk faktörlerini tanıyın Kanser, vücudumuzun çeşitli bölgelerindeki hücrelerin kontrolsüz bölünmeleri, çoğalmaları, çevre dokulara ve vücudun diğer yerlerine yayılabilmeleri sonucu oluşan hastalıktır. Tek bir hastalık olmayıp, 100’den fazla çeşidi olan bir hastalıklar grubudur. Genlerimizdeki değişiklikler, yaşam tarzı ve çevresel faktörler. Bu üç ana faktörün etkileşimi kanser oluşma riskini belirlemektedir. Radyasyon, sigara içmek, alkol kullanımı, enfeksiyonlar, sağlıksız beslenme, fiziksel aktivitenin azlığı dünya genelinde ana risk faktörleridir. Kadın ve erkeklerde sık görülen kanserler farklı Kadınlarda meme kanseri ve tiroid kanseri en sık görülen türlerdir. Daha sonra kalın bağırsak, rahim, akciğer kanseri gelmektedir. Erkeklerde ise; akciğer kanserinden sonra en çok prostat kanseri görülmektedir. Bunu idrar kesesi, kalın bağırsak, mide kanseri takip etmektedir l Tuvalet alışkanlıklarınıza çok dikkat edin Mesane (idrar kesesi) ve prostat kanseri; idrar yaparken ağrı, sancı olması; idrarda kan görülmesi veya idrar yapma sıklığının değişmesi ile görülebilir. Küçük bir ben cilt kanseri anlamı taşıyabilir Vücutta yeni oluşan benlerin olması ya da yıllardır var olan bir ben veya siğilde şekil, boyut veya renk değişikliği görülmesi cilt kanserini akla getirebilir. Benlerin bir dermatoloji uzmanı tarafından düzenli takip altında olması önemlidir. Bağırsak alışkanlıklarında değişiklikler kalın bağırsak kanseri yönünden araştırılmalıdır İshal, kabızlık, bağırsakta tam boşalmama hissi, dışkıda kan görülmesi, normalde olduğundan daha ince dışkılama önemli belirtilerdir. Karında gaz, şişkinlik hissi, krampların olması, istemsiz kilo kaybı, uzun süren yorgunluk hissi, bulantı ve kusmalar görüldüğünde mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır. Vücudunuzdaki genel değişiklikleri önemseyin Kişinin bedeninde ele gelen kitleler ve şişlikler, deri değişiklikleri, iyileşmeyen yaralar, bağırsak ve idrar alışkanlıklarındaki değişiklikler, beklenmedik ve anormal kanamalar ve akıntılar, yutma güçlüğü ve hazımsızlık, ses kısıklığı, açıklanmayan kilo kaybı, ateş, halsizlik ve ağrı kanserin belirtileri olabilmektedir. Korunmak için yaşam tarzınızı düzenleyin Sigara içmemek, alkol almamak ya da miktarını en aza indirmek, radyasyondan uzak durmak, enfeksiyonlardan korunmak, sağlıklı beslenmek, kilo dengesini korumak ve egzersiz yapmak alınabilecek başlıca önlemlerdir. Kanserde erken belirti ve bulguları öğrenerek riskleri bilmek, kanser tarama programlarına girmek de kanserden korunma konusunda önemli adımlardır. UZM. DR. EMİNE GÜLTÜRK DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ / İÇ HASTALIKLARI VE HEMATOLOJİ UZMANI B12 vitamin eksikliği, dikkat eksikliğini tetikliyor Kırmızı kan hücresi, sinir ve DNA üretimi gibi vücudun pek çok fonksiyonunun yerine getirilmesini sağlayan B12 vitamini, en çok et ve et ürünlerinde bulunuyor. B12 vitamin eksikliğinin unutkanlık, halsizlik, iştahsızlık ve kansızlık gibi belirtiler ortaya çıkardığını söyleyen Uzm. Dr. Emine Gültürk, bu konuda dikkatli davranılması gerektiğine işaret ediyor. “B12 vitamini, vücut için olmazsa olmazlardan biridir” diyen Gültürk, sadece sebze tüketen ve vejetaryen beslenen bireylerde B12 eksikliği riskinin daha fazla olduğunu belirtiyor. Gültürk, “Hayvansal protein almayanlar, aşırı alkol tüketenler ve uzun süre ilaç kullananlar B12 açısından takip edilmeli” diyor ve ekliyor: “Tedavi edilmeyen B12 eksikliği uzun vadede dikkat eksikliğine sebep olabilir” Gültürk konu hakkında şu bilgileri veriyor: Vitamin B12 nedir? Eksikliği neden olur? B12 suda eriyen bir vitamindir. Yiyeceklerle alınan B12 vitamini midede ve ince barsakta çeşitli enzimlerle etkileşerek vücuda alınır. Vücutta karaciğer ve böbreklerde depolanır. Kan hücreleri ve sinir sistemi üzerinde önemli görevleri vardır. Sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm hücrelerin tamirinde rol oynar. B12 vitamininin total vücut deposu 2 ila 10 mg arasındadır. Günlük kayıp 2-5 mikrogram, günlük ihtiyaç ise 1 mikrogramdır. Vücuttaki deposu yaklaşık 5 yıl yeterli olduğu için eksiklik belirtileri yıllar içinde ortaya çıkabilir. Besinlerle yetersiz alım, mide ve bağırsaklardan emilim bozukluğu ve artmış ihtiyaç durumlarında B12 vitamin eksikliği görülebilir. Daha çok vejeteryan beslenenlerde görülüyor B12 vitamini bitkisel besin kaynaklarında mevcut değildir. Bu nedenle vejetaryen diyetle beslenenler, kötü sosyoekonomik koşullar nedeniyle dengesiz beslenenler ve kontrolsüz zayıflama diyetlerinde yetersiz alım nedeniyle eksikliği görülebilir. Alkol bağımlıları, yaşlılar, mide-bağırsak operasyonu geçirenler ve iltihaplı bağırsak hastalığı olanlarda emilim bozukluğu nedeniyle, hamile ve emziren kadınlarda, sporcularda, beden eforu ile çalışanlarda artmış ihtiyaç nedeniyle eksikliği görülebilir. Mide asitini azaltan, halk arasında mide koruyucu adı altında sıkça kullanılan, proton pompa inhibitörü grubu ilaçların uzun süreli kullanımı da emilimi bozarak B12 vitamin eksikliğine neden olabilir. Türkiye’de süt çocukluğu döneminde en sık görülen vitamin B12 eksikliği nedeni annenin gebelik ve emzirme dönemindeki B12 eksikliğidir. Teşhis nasıl konulur? Hasta öncelikle ayrıntılı olarak yukarıda belirtilen belirtiler açısından sorgulanır. Muayene edilerek kansızlık ve nedene ait bulgular araştırılır. Vitamin B12 eksikliğinde hastalar soluk-sarı görünümlüdür. Eksikliğin derecesine ve süresine bağlı olarak dil üzerinde düzleşme, parlak kırmızı dil, nefes darlığı, çarpıntı, el ve ayaklarda karıncalanmadan denge bozukluğuna kadar çeşitli nörolojik bulgular ve özellikle yaşlılarda psikiyatrik bulgular gözlenebilir. Tam kan sayımı ve periferik kan yayması ile kırmızı ve beyaz seri kan hücrelerine ait bozukluklar araştırılır. Kanın biyokimyasal tetkiki ile vitamin B12 düzeyi ölçülür. Ancak bu test kanda işlev gören düzeyi ölçmediği için tek başına işe yaramaz. Diğer klinik ve laboratuar bulgular ile birlikte değerlendirilir. Vitamin B12 eksikliği tanısı konulan hastaya hemen tedavi başlanır ve tedavi süresini de etkileyecek olan eksiklik sebebi araştırılmasına geçilir. B12 vitamin eksikliğinde hayvansal et ürünlerine ağırlık verilmeli B12 vitamininin ana kaynağı hayvansal gıdalardır. Eğer eksiklik nedeni yetersiz alım ise beslenme düzenlenerek uzun süreli hayvansal ürün tüketimi sağlanmalı. Deniz ürünleri: Balık yumurtası en çok B12 içeren gıda olup 50 gr balık yumurtası günlük ihtiyacın 5 katını karşılar. Yüksek miktarda protein ve faydalı yağ asitleri içeren uskumru, somon, sardalya ve ton balıkları da iyi birer B12 vitamini kaynağıdır. 100 gramı günlük B12 ihtiyacının yaklaşık 2 katını karşılar. İstiridye, midye, karides, deniz yosunu da B12 içeren diğer deniz ürünleridir. Et: Kuzu ciğeri, dana, hindi, ördek ciğeri B12 açısından en zengin et ürünleridir. Protein, çinko ve demir bakımından zengin diğer kırmızı et türleri ve sakatatlar da B12 vitaminini yüksek miktarda içerirler. 100 gr kuzu eti günlük B12 ihtiyacının yarısından fazlasını karşılar. Süt ürünleri ve yumurta: 100 gr beyaz peynir günlük B12 ihtiyacının 1/3’ünü karşılar. Bir adet yumurta sarısı ise günlük ihtiyacın %6’sını karşılar. Ayrıca zenginleştirilmiş kahvaltılık gevrekler ve soyada da bir miktar vitamin B12 bulunur. B12 vitaminini kayba uğratan yanlışlar: Yiyeceklere uygulanan yüksek sıcaklık ve uzun süre pişirmek B12 vitamin kaybına neden olur. Et, balık ve ciğerin haşlama suyunu dökmek de besindeki B12 oranını düşürür. Izgara yapılan besinlerin yüksek ısıda pişirilmesi ve bu esnada besinden damlayan su ile B12 vitamininin yaklaşık %30’u kaybedilir. Sütün pastörizasyon ve kaynama işlemleriyle B12 vitamininin etkinliği oldukça azalır. Vitamin B12 eksikliği şüphesi olan her hasta takviye kullanmalı Herkes B12 vitamini kullanabilir. Ancak eksiklik durumlarında eksikliğin şiddetine ve nedenine yönelik tedavi planlanmalıdır. Katı vejeteryan diyetle beslenenler, çeşitli nedenlerle yeterli hayvansal gıda alamayanlarda ağızdan alınan (oral) B12 tabletleri yeterli olabilir. Anne sütü alamayan veya annedeki eksiklik nedeniyle B12 eksikliği görülen çocuklarda da oral formlar tercih edilir. Mide bağırsak hastalığı veya operasyonu öyküsü olanlar, herhangi bir nedenle vitamin B12 emilim bozukluğu olanlar, yaşlılar, şiddetli kansızlık veya nörolojik bulgularla başvuranlarda mutlaka enjeksiyon yoluyla alması gerekir. Eksiklik nedenine bağlı olarak bazen ömür boyu vitamin B12 verilmesi gerekebilir. Vitamin B12 eksikliğinden korunmak için yeterli ve dengeli beslenmek şart Vitamin B12 eksikliğinden korunmak için yeterli ve dengeli beslenmek gerekir. Bunun için diyetisyen yardımı alınabilir. Yeterli et tüketemeyenlerin süt ürünleri ve yumurta ile takviye yapmaları, katı vejeteryanların ise mutlaka takviye almaları önerilir. Hamilelik döneminde annenin bilinçli beslenmesi anne ve bebekte B12 eksikliğini önleyebilir. Uzun süreli mide asitini azaltan ilaç kullanımı vitamin B12’nin emilimini bozacağı için bundan kaçınmak gerekir l B 12 vitami eksikliğinde görülen belirtiler: 1. Solukluk, sarılık, nefes darlığı, çarpıntı gibi kansızlık bulguları, 2. İştahsızlık, kilo kaybı, 3. Dilde tat değişikliği ve yanma, 4. El ve ayak parmaklarında karıncalanma, yorgunluk, güçsüzlük, dengesiz yürüme, 5. Anlama güçlüğü, unutkanlık, 6. Depresyon, 7. Bebek ve çocuklarda büyüme geriliği, hareket bozuklukları, gelişimsel sorunlar, 8. Yaşlılarda açıklanamayan psikiyatrik bozukluklar-bunama bulguları görülebilir. MARAL YEŞİLYURT UZMAN DİL VE KONUŞMA TERAPİSTİ Kekemeyim diye hayata küsmeyin Kekemelik, konuşma esnasında veya konuşmaya başlarken bazı ses veya sözcükleri tekrarlayarak ya da duraklayarak konuşmanın akıcılığını bozan bir konuşma bozukluğudur. Kekeme olan bireylerin heyecanlandıklarında, baskı altına girdiklerinde, stres yaşadıklarında ya da sinirlendiklerinde takılmaların artmaya başladığını söyleyen Uzm. Dil ve Konuşma Terapisti Maral Yeşilyurt, kekemeliğin erken tespit ve doğru tedavi yöntemleriyle büyük oranda düzelebileceğini belirtiyor. Yeşilyurt konu hakkında şu bilgileri veriyor: Kekemelik bir hastalık değildir Kekemelik, konuşmanın akıcılığında görülen, normalin üstünde sıklıkta ve uzunlukta engellerdir. Bu engeller tekrarlar, uzatmalar, bloklar şeklinde kendini gösterir. Kekemelik ne bir hastalık ne de bir davranış bozukluğudur. Bu yüzden medikal tedavisi yoktur. Kekemelik Uzman Dil ve Konuşma Terapisti tarafından konuşma terapisiyle düzeltilebilecek bir problemdir. Henüz tıbben kanıtlanmış bir nedene dayanmıyor Kekemeliğin nedenleri ile ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Kekemeliğin psikolojik, nörolojik ya da genetik bir konuşma problemi olduğu ile ilgili birçok teori mevcut olmasına rağmen, bu konuda henüz kesin bir yargıya varılmış değildir. Kekemelik, kendini zaman içinde yavaş yavaş fark ettirebileceği gibi, aniden de ortaya çıkabilir ve erkeklerde, kızlara oranla daha sık görünür. Çocukların psikososyal anlamda sıkıntı veren çevrelerde bulunması, ailevi problemler, herhangi bir şeyden duyulan şiddetli korku, kardeş kıskançlığı kekemeliği aniden başlatabiliyor, ya da zaman içersinde yavaş yavaş ilerlediği de görülebiliyor. Kekeme kişi dönem dönem çok fazla takılma, dönem dönem de akıcı bir konuşma halinde olabiliyor. Önemli olan kişinin stresli anları altında konuşmasını nasıl kontrol altına alabileceğini öğrenmesidir. Kekemelik kendi içinde farklı türlere ayrılır mı? Kekemelik kendi içinde farklı türlere ayrılmaz ama farklı şiddet seviyeleri gösterir. Mesela kişi %5, %10, %25…gibi çeşitli şiddetlerde takılabilir. Ayrıca gelişimsel olarak bakıldığında tekrarlar önce yapılır, uzatmalar ise daha sonra gelir. Blokların fazlalığı ise, kişide kekemeliğin uzun süredir var olduğunu gösterir. Kekemelik konuşmada görülen bir akıcılık bozukluğudur. Kekemeliğin farklı türleri yoktur ama bu soruyu konuşmanın akıcılığında farklı bozukluklar görülür mü? diye sorsaydınız cevabım ‘‘Evet’’ olurdu. Takipemi, kekemelik dışında, konuşma akıcılığını bozan farklı bir problemdir. Takipemi’de bireyin hızlı ve bozuk bir konuşması vardır. Tedavi süresi yaklaşık 6-10 seans arası değişiyor Kekemelik konuşma terapisiyle tedavi edilebilen bir konuşma problemidir ama tam ve hızlı bir çözümü yoktur. Stresli, gergin zamanlarda kişide yine takılmalar görülebilir. Kekemelik terapisinde, bireye, konuşmasını nasıl kontrol altına alabileceği öğretilir. Kekemelikte tedaviyi biz ikiye ayırırız. Çocukluk çağı kekemelik terapisi ve yetişkin kekemelik terapisi olmak üzere. Çocukluk çağında farklı, yetişkinlik çağında ise farklı kekemelik terapi yöntemleri uyguluyoruz. Tedavi süresi yaklaşık 6-10 seans arası değişmektedir. Ama eğer kekeme kişiye önceden, uzman olmayan kişiler tarafından yanlış teknikler verildiyse bu tedavi sürecini uzatmaktadır. Terapi, klinik içersinde başlar ve genelleme aşamasıyla devam eder. Genelleme aşamasında, bireyin, klinik dışında, farklı sosyal ortamlarda yeni tanıştığı kişilerle, takılmadan konuşması sağlanır. Terapi sonrası, çeşitli aralıklarla kontroller yapılır. Bu süreç, kişinin ihtiyacına göre 1-2 yıl sürebilir. Dil ve Konuşma Terapisti kimdir ve tam olarak ne iş yapar? Dil ve Konuşma Terapisti, bireylerin ses, konuşma, yutma ve dil bozukluklarının önlenmesi için çalışmalar yapan ve dil ve konuşma bozukluklarını tedavi eden uzman sağlık personelidir. 6225 sayılı mini torba kanununun yürürlüğe girmesiyle de “Dil ve Konuşma Terapisti” ünvanı yasalaşmıştır l Kekemelik dışında kimler dil ve konuşma terapisine ihtiyaç duyar? Dil ve Konuşma terapisi gerektiren durumları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dil, konuşma, ses ve yutma problemi yaşayan herkes bir dil ve konuşma terapistine ihtiyaç duyabilir. * Artikülasyon problemleri yani bazı harfleri söyleyememe ya da yanlış söyleme * Ses teli nodülü, polibi gibi ses bozukluklarında ya da ses teli ameliyatı sonrasında * Gelişimsel dil problemi yaşayan kişiler, örneğin çocuk üç yaşına gelmiş olmasına rağmen hala konuşamıyorsa bu gelişimsel bir dil problemidir. * Edinilmiş dil problemlerinde, örneğin eğer dil yetisi beyin kanaması, kaza gibi travmatik bir beyin hasarından sonra kaybolmuşsa buna afazi diyoruz. * Dudak ve damak yarıklığı gibi bazı kraniofasiyal anomalilere bağlı konuşma problemleri * Akıcılık problemleri yani takipemi ve kekemelik * Ayrıca otizm ve birçok sendroma eşlik eden dil ve konuşma bozukluklarında. Sağlık için pedal çevirdiler Albayrak: “Bisiklet kullanımı alışkanlık haline getirilmeli” Sağlık Bakanlığı tarafından 2014 yılının “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” olarak ilan edilmesi sebebiyle, İstanbul Sağlık Müdürlüğü tarafından sağlıklı yaşam ve obezite ile mücadele etmek için “Bisikletime Yol İstiyorum” projesi başlatıldı. 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri içerisinde yer alan proje kapsamında, başta Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak olmak üzere sağlık yöneticileri ve çalışanlarının katılımları ile bir bisiklet turu düzenlendi. Sivil Toplum örgütleri tarafından da destek bulan ve halkın yoğun ilgi gösterdiği bisiklet turu 16 Mart 2014 tarihinde Bostancı’dan başlayarak Kızıltoprak’ta son buldu. Bisikletin hobi veya sosyal aktivite olarak kullanmanın dışında günlük yaşamın bir alışkanlığı haline gelmesi gerektiğini vurgulayan Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak “Halkımızın sedanter yaşamdan sıyrılıp daha hareketli bir yaşam tarzı kazanması gerekir. Hayata geçirdiğimiz ‘Bisikletime Yol İstiyorum’ projesi ile bisiklet kullanımının ve gerekliliğinin önemini göstermek istedik. Bisiklet kullanımının bir alışkanlık haline getirebilirsek hem hareketli bir yaşam tarzı, zaman yönetimi hem de temiz bir çevre ve ekonomik anlamda aile bütçesine kazanımlar sağlamış olacağız“ diye ifade etti. Albayrak etkinliğin gerçekleşmesinde emeği geçenlere ve katılımcılara teşekkür ederek bisiklet turunu başlattı l ‘‘Bisikletime yol istiyorum’’medyada DOÇ. DR. EREN GÖZKE FATİH SULTAN MEHMET EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / NÖROLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU MS’de hareketli yaşam şart Genellikle genç ve erişkinlerde görülen beyin ve omuriliği etkileyen MS hastalığı hakkında bilgi veren Doç. Dr. Eren Gözke, MS’in belirti ve etkilerinin kişiden kişiye değişebileceğini söylüyor. MS’in sinir ağının farklı noktalarında oluşabilen bir hastalık olması sebebiyle ortaya çıkış biçimi ve seyri bakımından kişiye özel bir rahatsızlık olduğunu dile getiren Gözke, hastalığın gidişatında hareketli ve sosyal yaşamın büyük etkisi olduğunu söylüyor. Bedensel açıdan aktif olan hastaların bağışıklıklarının daha kuvvetli olduğuna dikkat çeken Gözke, “Yorgunluk, güçsüzlük, denge bozukluğu, kas güçsüzlüğü MS hastalarının en yaygın yaşadığı belirtiler. Biz öncelikle bu belirtilere yönelik bir tedavi planlıyoruz. Fizyoterapiler, egzersiz uygulamaları hareket yeteneğini artırıyor. Yürüyüş, bisiklet, yüzme, egzersiz veya diğer aktiviteler yaşamda bağımsızlığı sağlıyor. Bir nevi hastalığı tedavi ediyor” dedi. MS için kesin bir tedavi bulunmadığını ancak uluslararası çapta tanı, tedavi ve rehabilitasyona yönelik araştırmaların devam ettiğini kaydeden Gözke, “MS’li hastaların günlük yaşamlarını aksatmamaları gerekiyor. Okuma, yazma, nakış işleme ya da bol bol bulmaca çözmeliler. Hasta tanı konulmadan ne yapıyorsa tanı konulduktan sonra da olabildiğince bu aktivitelerini devam ettirmeli. Bu tavsiyelerimizi dinleyen hastaların hastalık seyirleri olumlu yönde etkileniyor” diyor ve ekliyor. “MS ile baş edebilmek için öncelikle hastalığınızı kabullenin” Doç. Dr. Gözke konu hakkında şu bilgileri veriyor: MS’de sıklıkla görülen belirtiler: Belirtiler: > Tek gözde ani görme azalması-kaybı > Çift görme > Kuvvet kaybı (bir vücut yarısında, tek kol veya bacakta, her iki bacakta) > Duyusal bozukluklar (uyuşma, his kaybı) > İdrar tutma sorunları > Baş dönmesi > Denge kaybı ve yürüme bozukluğu Multipl Skleroz kronik bir bağışıklık sistemi hastalığıdır Multipl Skleroz (MS) beyin, beyin sapı, beyincik ve omurilikten oluşan merkez sinir sistemindeki sinir liflerinin etrafını saran ve ileti aktarımında önemli rolü olan myelin kılıfının hasar görmesi ile oluşan bir hastalıktır. Temel olarak bağışıklık sisteminin kendi dokusunu (myelin kılıfını) yabancı olarak nitelendirerek ona karşı hasar verici bir takım hücreler ve antikorlar üretmesi sonucu ortaya çıkar. Genellikle ataklar ve iyileşmeler ile seyreder. Ataktan sonra tam düzelme olabildiği gibi bazı bulgular kalıcı olabilir. Daha nadir olarak baştan itibaren ilerleyici bir seyir olabilir. Yukarıda sayılan belirtiler ortaya çıktığında hasta mutlaka bir nörolog tarafından değerlendirilmelidir. Belirtilerin atak olarak nitelendirilmesi için en az 24 saat sürmesi gereklidir. Stres ve üzüntü atakları tetikleyebiliyor MS direkt olarak genetik bir hastalık değildir. Ancak bazı gen grupları genetik yatkınlığa neden olabilmektedir. Olguların % 10-15’inde ailede MS varlığı söz konusudur. Birinci derece akrabalarında MS tanılı hasta olan bireylerde risk yedi kat yüksektir. Ancak stres veya üzüntü gibi çevresel faktörler MS ataklarını tetikleyebilir. Bağışıklık sisteminin stres faktörlerinden etkilenmesi bunda önemli rol oynar. MS’de doğru teşhis büyük önem taşıyor MS ile ilgili olabilecek klinik yakınmaları olan hastalarda nörolojik muayene bulguları değerlendirilerek beyin ve gerekirse omurilik MR görüntülemeleri ile tanı konur. MR’da plak olarak adlandırılan lezyonların varlığı ve özellikle ilaçlı çekimlerde kontrast tutulumu tanıda yardımcıdır. Lomber ponksiyon ile alınan beyin-omurilik sıvısındaki bazı bulgular da tanıya yardımcı olabilir. Tanıda benzer bulguları yapabilecek diğer nedenlerin dışlanması da çok önemlidir. Tanı kriterlerini tam doldurmayan ve başka nedenlerin dışlandığı hastalar “klinik izole sendrom’’ ve “olası MS” olarak adlandırılırlar. Bu olgularda uzun süreli izlem ile tanıya ulaşılır. Tedavide kortizon ve bağışıklık sistemini dengeleyen enjeksiyonlar kullanılıyor Atak sırasında yüksek doz steroid (kortizon) verilmesi kalıcı bulguları engellemek yönünden çok önemlidir. Uzun süreli tedavide immünmodulatör denilen bağışıklık sistemini dengeleyen enjeksiyon tarzındaki ilaçlar atak gelişimini engellemek için kullanılırlar. MS olgularının klinik bulguları ve seyirleri hastadan hastaya değişiklik gösterir. Hızlı ve kötü seyirli olgularda bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar tercih edilir. Ayrıca hastanın semptomlarını azaltmak için yardımcı ilaçlar da (kas sertliğini azaltan ilaçlar, idrar kaçırmayı azaltan ilaçlar gibi) tedavide kullanılır. Tedavideki gelişmeler umut vaat ediyor Son yıllarda enjeksiyon tedavilerine alternatif olarak ağızdan kullanılabilen ilaçlar devreye girmeye başlamıştır. Ancak bu ilaçların kullanımı, yan etki ve riskler de göz önüne alınarak seçilmiş olgularda söz konusudur. Uzun dönemde bağışıklık düzenleyici bazı ilaçlar ve kök hücre tedavileri umut vaat etmektedir. MS’den korunmada D vitaminin faydası bilimsel olarak kanıtlandı MS’de genel olarak kesin tanı almamış hastalara uzun dönemli tedavi başlanmamaktadır. Burada diğer tanı olasılıklarını ekarte etmek ve izlem ile karar vermek esastır. Hastalığın ekvatordan uzaklaştıkça artması D vitaminin rolünü akla getirmektedir. Bu nedenle yeterli güneş ışığı almak ve gerekirse D vitamini takviyesi kullanmak korunmak için faydalıdır. Genel olarak enfeksiyonlardan korunmak önemlidir l MS hastaları belirtileri azaltmak için neler yapmalı? > Nörolog tarafından belirlenen tedavi ve izlem > Enfeksiyonlardan korunma > Yeterli D vitamini alımı > Aşırı sıcaktan sakınma > Stresten uzak durma > Hareketli yaşam tarzı > Denge kaybı ve yürüme bozukluğu DOÇ. DR. ÖZGÜR AKGÜL İSTANBUL MEHMET AKİF ERSOY KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Kalp sağlığını korumak için 6 altın öneri Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Özgür Akgül, her 33 saniyede bir insanın kalp ve damar hastalığı nedeniyle hayatını kaybettiğini belirterek, sigara, stres, obezite ve genetik faktörlerin kalp hastalıklarına altyapı hazırladığını söylüyor. Her sağlıklı bireyin kendi kendine “Kalbime ne kadar iyi bakıyorum” ya da “Kalp hastalıklarından nasıl korunurum?” sorularını yöneltmesi gerektiğini kaydeden Akgül, günlük hayatta uygulayacağımız bazı basit yöntemlerle kalp sağlığımızı koruyabileceğimize işaret ediyor. “Kalp hastalıkları çoğu zaman kişiyi rahatsız ya da huzursuz edecek belirti ve bulgular vermez” diyen Akgül, kalp sağlığımızı korumamızı sağlayacak altın değerinde önerilerde bulunuyor. İşte o altın öneriler Öncelikle bir kalp taramasından geçin Az öncede belirttiğim gibi kalp hastalıkları çoğu zaman kişiyi rahatsız ya da huzursuz edecek belirti ve bulgular vermez. Esasen hastalardaki mevcut belirtiler (risk faktörleri) sessiz olmakla birlikte, bu hastalar bizlere çoğu zaman ani ve ölümcül bir klinik tablo olan kalp krizi tanısı ile baş vurmaktadırlar. Bireylerin kendilerini tanıması ve risk faktörlerinden haberdar olması, kalp krizi gibi dramatik klinik tablolarla sonuçlanan hastalıklardan korunmada önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenledir ki önleyici tedbir ve tedaviler büyük önem arz eder. Özellikle ailesinde kalp hastası olanların, belirli bir yaşın üzerindeki ve daha önce kalp muayenesi yaptırmamış kişilerin kardiyoloji uzmanına başvurması gereklidir. Düzenli aralıklarla (4-6 yıl) risk faktörlerinin (kolesterol, trigliserid, kan şekeri ve tansiyonun) belirlenmesi ve elde edilen sonuçlara göre hekim önerilerine göre daha sık takipler kalp sağlığının korunmasında büyük fayda sağlar. Sigara kullanıyorsanız mutlaka bırakın Sigara kalp hastalıklarının oluşumu ve hastalığın kötü gidişatında önemli bir yer tutmaktadır. Sigara dumanının içeri çekilmesinden hemen sonra kalp atım sayısı artar. İlk 10 dakika içinde yüzde 30 oranında artış olur. Aynı zamanda tansiyonda artar ki bu iki duruma bağlı olarak kalp daha hızlı ve güçlü kasılacağından yükü artacaktır. Sigara içen hastaların kalp ameliyatları sonrası iyileşme süreleri de uzamaktadır. Sigara bırakıldığında vücut kendini hızla yenilemeye başlar. Sağlıklı bir kalp için sigaranın mutlaka ama mutlaka bırakılması gereklidir. Stres kalbin başlıca düşmanı Stresli yapıda olan ve stresli işler yapanlar, sakin ve rahat kişilere göre yaklaşık olarak 5 kat daha fazla oranda kalp-damar problemi yaşıyor. Atalarımızdan yadigâr kalan ‘keskin sirke küpüne zarar’ şeklindeki atasözümüz bugünkü bilimsel birtakım sonuçlara ışık tutuyor. Stresin insan bedenine, en çok da kalp ve damar sağlığı üzerine ne kadar büyük bir zararı olduğu tüm bilimsel gerçekler ortaya koyuyor. Bu bakımdan iş ortamının mümkün olduğu kadar keyifli hale gelmesi için; kontrolsüz hırs ve rekabet duygusundan uzak durulmasında büyük fayda var. Kaliteli ve düzenli beslenin Kalp sağlığımızı korumak için yeme alışkanlıklarımızı gözden geçirip, kaliteli ve düzenli beslenmeyi alışkanlık haline getirmemizde de büyük fayda var. Günlük aldığımız kalori miktarı, kolesterol değeri, doymuş yağ asidi miktarı (tükettiğimiz yağ türü) önerilen değerleri aşmamalı. Hayvansal kaynaklı yağlar(tereyağı vb.) dozunda tüketmeli, zeytinyağı gibi bitkisel yağları ise tercih etmeliyiz. Kırmızı etin tüketimini sınırlandırmak, et tercihini balık, hindi ve tavuktan yana kullanmakta da büyük fayda var. Beslenmede, fasulye, mercimek, bezelye gibi kolesterolsüz protein kaynaklarına yer verilmesi kalp sağlığına büyük katkı sağlıyor. Yağsız veya az yağlı, süt ve süt ürünleri tüketmek, konsantre süt, sakatat, sosis, sucuk, salam gibi işlenmiş gıdalardan uzak durmak ise gereksiz kalori yükünü ortadan kaldıracağı için önem arzediyor. Düşük kalorili sebze ve meyveler kalp hastalıklarına karşı koruyucu maddeler içerirler. Günde 5 porsiyon sebze ve meyve tüketmek posa miktarını arttıracağı için tansiyonumuzu da dengeleyecektir. Bununla birlikte muhakkak beyaz un yerine işlenmemiş buğday unu (kepekli) un tercih edilmeli. Yürüyüşü ve hareketi ihmal etmeyin Kilomuzun uygun değerlerde olması kalp sağlığı ve hayat kalitesi açısından çok önemlidir. Bunu da vücut kitle indeksini (VKİ)hesaplayarak öğrenebiliriz. Uygun VKİ yaklaşık olarak 22,5-25 kg/m² değerleri arasındadır. Bel çevresi genişliğinin erkeklerde 94 cm ve bayanlarda 80cm’yi aşmaması önerilmektedir. Bu bakımdan hareketli bir yaşam çok önem arzediyor. Günde en az yarım saat spor yapılmalı. Bu, merdiven çıkma, yürüme ya da yüzme olabilir. Asansör yerine merdiven kullanıp, yakın yerlere araba ile gitmek yerine yürüyüş tercih etmek gerekli. Soğuk havalarda kalp sağlığı için; evlerdeki koşu bandında ya da büyük alış veriş merkezlerinde tempolu yürüyüş tercih edilebilir. Pozitif düşünce kalbe iyi geliyor Endişe ve depresyon insanı ve kalbi yıpratır. Mutluluk ve olumlu düşünme ise bir numaralı kalp ilacıdır. Kişiler mutlu olunca keyif ve mutluluk veren endorfin hormonu salgılanmaya başlar. Araştırmacılar, kendini iyi ve mutlu hissedenlerin daha sağlıklı yaşadığını, egzersiz yaptığını, dengeli beslendiğini ve düzenli uyuduğunu gözlemlemiş. Bu bakımdan pozitif bir düşünce yapısını benimsemenin kalp sağlığına büyük katkısı var. Kendinizi çıkmazda hissettiğinizde 10 dakikayı kendinize ayırın. Sahip olduklarınıza şükredin. Bulmaca çözün, bir hobi bulun ya da yeni bir dil öğrenin. Ya evinizi işinizin yakınına taşıyın ya da evinizin yakınında bir iş bulun. Bayramlarda ya da özel günlerde ailenizi ve arkadaşlarınızı arayın. Bunların hepsi mutlu olmanıza dolayısıyla da kalp sağlığınıza katkı sağlayacaktır l PROF. DR. OĞUZ KARAMUSTAFALIOĞLU ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ / İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ Hekimlik zor zanaatmış meğer… Sağlık çalışanların ömürleri zamanla yarışarak, hayat kurtarmak için savaşarak geçiyor. Her birinin hayatı acı tatlı binbir hatırayla dolu… Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu da bunlardan biri… 30 küsür yıllık meslek hayatında sayısız hastanın şifa bulmasına vesile olan Karamustafalıoğlu, kendisi gibi hekim olan babasından etkilenerek doktor olmaya karar vermiş. Babasının mecburi hizmet yaptığı bir sağlık ocağında dünyaya gelen ve ömrümün ilk yıllarını sağlık ocağı lojmanında geçiren Oğuz Hoca, sağlık çalışanlarının içinde büyümenin her daim avantajını yaşamış. Meslek seçiminde de bu avantajı kullanmış. Psikiyatri uzmanı olmasını “İsabetli bir karar” diye nitelendiren, Karamustafalıoğlu, işinde bu denli başarılı olmasının sırrını şöyle açıklıyor. “Hekimlikte her hastaya kendi yakınınmış gibi ilgilenmek, onu sahiplendiğini hissettirmek büyük anlamlar taşır. Sonuçta hepimiz insanız. Bir gün onların oturduğu hasta koltuğunda biz veya bizim yakınlarımızdan birinin olma ihtimalini gözden kaçırmamak gerek. Hekimlikte empati bu bakımdan çok önemlidir” diyor. Kendine özgü mizacıyla, nüktedan kişiliğiyle dikkat çeken Karamustafalıoğlu ile kimi zaman güldüren kimi zaman hüzünlendiren meslek hatıralarını konu ettiğimiz bir röportaj gerçekleştirdik. İşte o röportaj… Anarşinin yoğun olduğu 80’li yıllarda en cazip meslek baba mesleğiydi Hekim olmaya nasıl karar verdiniz? Niçin mühendislik ya da avukatlık değil de hekimlik? Meslek seçimini ergenlik yıllarında yaparız genellikle. Ortaokul ve liseyi yatılı okulda okurken sosyal görevleri yüksek bir öğrenciydim. Öğrenci birliğinde görev alıyordum. Sosyoloji üzerine epeyce yoğunlaşmıştım. Lise ikinci sınıfta öğrenci bursu ile ABD ye gidince oradaki akademik ortamları biraz inceleme şansım oldu. Fakat Türkiye’de anarşinin zirvede olduğu bir dönemde sokaktan yürümek mümkün değilken sosyal konularda bilim insanı olmanın çok zor olacağını düşündüm. Rahmetli babam doktordu ve pediatrist olarak çocuk hastalara bakışı, hasta aileleri ile diyalogu dikkatimi çekerdi. Ben de zaten babamın mecburi hizmet yaptığı bir sağlık ocağında dünyaya gelmiş ve ömrümün ilk yıllarını sağlık ocağı lojmanında geçirdiğim için hep sağlık çalışanları içinde büyümüştüm. Sosyallik ve meslek anlamında tıp fakültesi psikiyatri ihtisası yaparsam olabilir diye düşündüm. Tıp fakültesi seçimimi bu doğrultuda yaptım. Tercihi yaparken hep sağlık çalışanları ile temasta olmamın ve güzel anılarımın da mutlaka etkisi olmuştur. Gece gündüz bayram seyran dinlemeden çalışmakmış doktorluk.. Her mesleğin zor yanları vardır? Eminiz 20 yılı aşkın senedir hekimlik mesleğini icra eden bir hekim olarak sizde bu zorlukları fazlasıyla müşahede etmişsinizdir. Mesleğinizi icra ederken en çok ne zaman zorlandınız? Hekimlik mesleğinin zorluklarını rahmetli babamın tababeti sürecinde gözlemleme şansım olmuştu. Ben okula başlamadan babamın ihtisas eğitim sürecinde eve nöbet sebebi ile gelmediği ve annemle evde yalnız olduğumuz geceleri, babam evde ders çalışırken sessiz kalmam gerektiğini, uzman olduktan sonra geceleri sık sık acil hastalar için kalktığını ve hastaneye gittiğini, herkes uzun tatiller yaparken bayram tatillerinde bile icapcılık sebebi ile çakılı kaldığımızı görmüştüm. Görevde olmak ama yararlı olmak beni yormaz ve zorlamaz diye düşündüm. En zinde dönemimi günde 2 hasta bakarak geçirdim Benim meslekle ilgili ilk güçlüğüm tıp fakültesi dördüncü sınıfta iken ilan edilen mecburi hizmet yükümlülüğü ile ilgili oldu. Maç devam ederken kural değişmişti. Ağrı İli Eleşkirt İlçesi Güvence Köyü Sağlık Ocağında günde iki hasta bakarak en zinde dönemimi pasif olarak geçiriyordum. Akademik hayata girdikten sonrada akademik faaliyetleri olumsuz etkileyen her durum benim için zorluk olmuştur. Eğitim ve Araştırma Hastanelerinin hizmet yükü ve bilimsel faaliyetlerinin dengelenmesi en büyük arzum olmuştur. Eğitim ve Araştırma Hastaneleri maalesef bir bilim yuvası olarak gerekli desteği almışlardır. Köyde yaşayanlara yol kenarlarında sağlık hizmeti 14 Mart Tıp Bayramını kutlayacağımız şu günlerde mesleğinizle ilgili birkaç hatıranızı bizimle paylaşabilir misiniz? Şırnak Silopi de Görümlü de askerlik dönemimde henüz sivil hekim olmadığı için vatandaşa da sağlık hizmeti götürüyordum. Haftanın belirli günleri sınır karakollarına gideceğim güzergâh üzerinde köyde yaşayanlar hastaları ile yolun kenarına çıkar ve beklerlerdi. Onları muayene eder elimdeki ilaçlardan varsa onlara ilaçlarını vererek hizmeti sürdürürdüm. İnsanların dostlukları, teşekkürleri ve olumlu yaklaşımları benim için mutluluk olmuştur. Alkol bağımlısı hastayı yakınlarıyla barıştırıp, tedaviye ikna ettik -Meslek hayatımın 15 yılını (1987-2002) Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde geçirdim. Asistanlıkta ilk hastamı aldım. En ideal şekilde görüşerek dosyasını hazırlıyorum. Alkol bağımlısı bir olgu ve önceden 10 kadar yatışı olmuş. Genellikle soğuk kış aylarını hastanede yatarak geçirir yaz aylarında oturduğu semtte tekrar alkole başlarmış. İstanbul çok soğuk olduğu 1987 kışında göreve başlamıştım. Takriben 10-15 gün sonra benden 20-25 yaş kadar büyük hasta “Bu kadar kendini yorma be doktorum neredeyse bana alkolü bıraktıracaksın” demişti. Kendisi ile dargın olan yakınları ile barıştırdık. Çok doğru bir ihtisas dalı seçtiğimi ilk hastamda görebilmiştim. Bakan Müezzinoğlu’yla beraber bir hastanın anne olmasına vesile olduk İlk uzmanlık dönemlerinde Avcılarda çalışıyorum. Sayın Bakanımız Dr.Mehmet Müezzinoğlu çalıştığımız ünitenin koordinatörüydü. Psikiyatriye insanları yönlendirmenin çok zor olduğu 20 yıl kadar öncesinde ruhsal olarak değerlendirilmesi gerekenlerden psikiyatrik değerlendirme isterdi. Üç düşük yapmış ve otonom belirtilerle başvuran bir olguyu bana yönlendirdi. Psikiyatrik tedavi ile panik atakları düzeltince sonraki hamilelik sağlıklı bir doğumla sonuçlandı. Her doğum gününde teşekkür için ararlar. Deprem mağdurlarına psikoterapi desteği verdik Bakırköy de klinik şefliği yaparken 1999 depremi oldu. Avcılarda evini ve yaşamını yitiren çok sayıda vatandaşımız oldu. Avcılardaki birinci basamakla entegre olarak ve sağlık müdürlüğünün desteği ile bölgede 10,000 den fazla kişiyi dört yıllık dönemde dört kez taradık. Ruhsal hassasiyetlerle ilgili farkındalık yarattık, Avcılarda kurulan muhtelif ünitelerle ücretsiz ruhsal destek hizmeti verdik. Bu faaliyetin olumlu sonuçları toplum ruh sağlığı hizmeti de gerçekleştirdiğimiz için her zaman beni çok mutlu etmiştir. Şişli Etfal’e psikiyatri kliniği kurmanın mutluğunu halen yaşıyorum Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kurucu psikiyatri klinik şefiyim. 1998-2002 yıllarında Bakırköy’de klinik şefliği yaparken endokrinolojinin psikiyatri ile ortaklığının önemini daha çok fark ettim. Öğrencilik arkadaşım Dr. Yüksel Altuntaş Şişli’ye “Gel burada psikiyatri için bir başlangıç gerekiyor” demişti. Şişli’de başladıktan sonra yataklı servisi açıp TUS sınavlarında yüksek puanlarla tercih edilen bir birim olmuştuk. 2002’de başlayıp 2011’ de ayrılırken çok eski kurumda çok yeni ama Türk Psikiyatri camiasında bilinirliği olan bir psikiyatri kliniğini geride bırakmak mutluluk sebebim olmuştur. Ruh sağlığı politikalarına katkımız çok önemliydi Avrupa Sağlık Bakanları ruh sağlığı politikalarını geliştirmek için 2005 yılında Helsinki de toplandı. Hem toplantıya ülkemiz adına katılan 4 kişilik heyette yer almak hem de öncesinde yapılan 5 ön toplantıda ülkemizi temsil etmekten gurur ve mutluluk duymuşumdur. Psikiyatride bugün yaygınlaştırılmaya çalışan toplum ruh sağlığı hizmetleri temeli o zaman atılmıştı. Yetiştirdiğim öğrencilerin hepsiyle gurur duyuyorum Sizce mesleğin en güzel yanı ne? Bu soruya güzel yanları diye yanıt verebilirim. Tıp mesleğinin en güzel yanı her an bir gelişmenin olması ve öğrenme heyecanınızı ayakta tutmasıdır. Tabi ki insanlara yardım etmek ve onların yaşam kalitelerini yükseltmekte diğer bir güzellik olarak değerlendirebilir. Benim en mutlu olduğum yönlerden birisi de geçmiş bir şekilde eğitimine katkıda bulunduğum bir tıp mensubunun bilhassa bilimsel faaliyetlerde başarılı olmasıdır. Bizim eğitim yıllarımız her bakımdan zor ve meşakkatli yıllardı Sizin döneminizde tıp eğitimi nasıldı? Şimdi nasıl? Bize biraz o dönemin eğitim zorluklarından bahseder misiniz? Ben tıp eğitimimi 1978-1984 arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde sürdürdüm. Çok değerli hocalarımız olduğunu söyleyebilirim. Anarşik olaylar sebebi ile okulun sık sık kapanması ve öğrencilerin içinde şiddet olaylarına katılanlar olması maalesef çok olumsuzdu. Döviz kıtlığı sebebi ile yabancı kitaplar ve dergiler üniversite kütüphanesine çok zor geliyordu. İki yılda bir yurt dışına çıkma izni olduğundan sadece bir kez psikiyatri internliği için yurt dışına çıkabilmiştim. Şimdi öğrenciler çok kolaylıkla her türlü bilgiye ulaşabiliyorlar. Uygulamalı eğitim ve öğretim üyesi nitelik ve niceliği olarak yeni açılan tıp fakülteleri ne kadar tatminkâr durumda bilemiyorum. Anarşik olayların olmaması ve öğrencilerin şiddet olaylarının içinde olmamasını olumlu buluyorum. Ama bir doktor en az 11 senede yetişiyor Nüktedan bir karakteriniz olduğu tüm tıp camiasında malum. Bu bakımdan bize hastalarınızla yaşadığınız bir anınızı da paylaşabilir misiniz? Şişli Etfal’de psikiyatri ayaktan tedavi hizmetlerini çok güçlü olarak kurmuştuk. Her başvuru için en az yirmi dakika ayırıyorduk. Bir gün polikliniğe doğru yataklı servis vizitinden sonra geçerken 65 yaş civarında nur yüzlü, beyaz sakallı bir beyefendinin çok beklediğine dair yüksek sesle yakındığını duydum. Kendimi tanıttım ve kaç çocuğu olduğunu sordum. Hastamız altı çocuğu olduğunu söyledi. “Kaç çocuğunuzu okutup d oktor yaptınız” dedim. “Hiçbirisi” yanıtına, “İşte bu yüzden bekliyorsunuz. Herkes hizmet bekliyor. Bir doktorun burada karşınıza çıkması liseden sonra en az 11 yıl gerektiriyor ve bu çok önemli bir emek” dedim. Hastamız “Haklısınız doktor bey” dedi ve el sıkıştık. Şartlar bilim lehine düzenlenmeli Son olarak eklemek istedikleriniz Tıp camiasının bir üyesi olmaktan mutluluk duyuyorum. Son yıllarda hasta bakma hizmetleri ile bilimsel faaliyetler arasındaki dengenin bilim aleyhine değiştiğini üzülerek görüyorum. Nitelik ve nicelik mutlaka birbirlerini bütünlemelidir. İnsan sevgisi yüksek olan ve mevcut zorlukların tamamı ile farkında olan Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önderliğinde dengelerin tekrar yerini bulacağına yaklaşık 25 yıldır kendisini tanıyan bir tıp mensubu olarak yürekten inanıyorum l UZM. DR. VELI GÖYLÜSÜN İSTANBUL MESLEK HASTALIKLARI HASTANESI / GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI Hangi öksürük hangi hastalığın belirtisi? Başta üst solunum yolu rahatsızlıkları olmak üzere pek çok hastalığın ortak belirtisi olan öksürüğün hafife alınmaması gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Veli Göylüsün, farklı öksürük çeşitlerinin farklı hastalıklara işaret edebileceğini belirtiyor. Etkin bir tedavi için öksürüğe eşlik eden belirtilerin doğru değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Göylüsün, bilinçsiz kullanılan öksürük şuruplarının öksürüğün şiddetini artırabileceğine işaret ediyor. Uzm. Dr. Göylüsün, “Kuru bir öksürükte, öksürük söktürücü şurup kullanımı öksürüğün şiddetinin artmasına neden olabilir veya balgam çıkarması gereken bir öksürükte, öksürük kesici şuruplar balgam çıkmasına engel olabilir. Bunun için doktora danışmadan öksürük şurubu kullanmayın” diyor ve ekliyor “2 haftadan uzun süren öksürüğü ciddiye alın” Öksürük solunumda doğru gitmeyen birşeylerin habercisidir Öksürük, hızlı ve derin bir nefes almanın ardından şiddetli bir nefes verme ile birlikte oluşan ani, patlayıcı bir ekspirasyon manevrasıdır. Öksürük bir hastalık değil, boğaz ve solunum yollarını temizlemeye yarayan bir savunma mekanizmasıdır. Özellikle üst solunum yolları, gırtlak, soluk borusu ve bronşların bir bölümünden kaynaklanır. Öksürük vücudun önemli bir savunma mekanizması olup, doğru gitmeyen bazı şeylerin habercisidir. Özellikle kronik öksürükte göğüs hastalıkları uzmanları, KBB uzmanları ve gastroenterelogların multidisipliner bir yaklaşımıyla hastanın değerlendirilmesi önerilmektedir. Böylece tanı koyma olasılığı oldukça yüksek olabilecek, gereksiz tetkik, zaman ve ilaç kullanımı da önlenecektir. Örneğin kalp yetmezliğinden kaynaklanan bir öksürük söz konusu ise öksürüğün geçirilmesi kalp yetmezliğinin tedavisi ile mümkün olmaktadır. Aynı şekilde alerji kaynaklı bir öksürük, alerjinin tedavi edilmesi ile durdurulabilir. Kronik öksürükler bazen senelerce sürebilir Öksürük, balgamlı-balgamsız ve kronik-akut olmak üzere iki farklı şekilde sınıflandırılabilir. Balgamsız öksürük, kurudur ve boğazda bir gıcık verir. Eğer öksürükle birlikte balgam adı verilen sıvı geliyorsa buna “prodüktif öksürük” denir. 3 hafta ve daha uzun süren öksürükler kronik öksürük olarak kabul edilir. Kronik öksürükler bazen senelerce sürebilir. Sinüzit, bronşit veya sigara içimi balgamlı öksürüğe neden oluyor Kuru öksürüğe neden olan hastalıklar arasında nezle ve grip, farenjit, astım, geniz akıntısı, reflü, kalp yetmezliği, tüberküloz, akciğerde sıvı toplanması gibi hastalıkları sayabiliriz. Sinüzit, bronşit veya sigara içimi ise balgamlı öksürüğe neden olabilir. Ayrıca; kronik kulak problemleri, uzun süre kullanılan tansiyon ilaçları da öksürük nedenleri arasındadır. Nadiren öksürüğün nedeni psikolojik faktörlere bağlı olarak da görülebilir. Sigara içenler öksürüğü ciddiye almalı Sigara içen kişilerde zaman içinde sigara sayısının artmasına bağlı olarak bronşlar balgam üretmeye başlar. Bu durum sürekli devam ederse, öksürüğün artmasına ve kronik hale gelmesine neden olabilir. Bu hastalar öksürüklerinin yalnızca sigaraya bağlı oluştuğunu düşünerek, ciddiye almazlar. Ancak, balgamlarında kan gördüklerinde öksürüğün başka bir neden bağlı olduğundan şüphelenerek doktora başvururlar. Bu durum da öksürüğün altında yatan ciddi bir hastalığın teşhisini geciktirebilir. Şiddetli öksürük göğüs ağrısı ve fıtığa sebep olabilir Şiddetli öksürük krizleri, özellikle de kuru öksürükler kişilerde krizlere neden olmaktadır. Bu ataklar; baş ağrısı, baş dönmesi hatta bayılma ile sonuçlanabilir. Çok şiddetli öksürükler kasları yorar, bu da idrar kaçırılmasına neden olabilir. Göğüs kafesinde ağrılara ve fıtık oluşturan hastalıklara kadar birçok soruna yol açabilmektedir. En etkili öksürük şurubu bile, suyun sağladığı etkiyi sağlamaz En etkili öksürük şurubunun günde 2-2,5 lt su tüketimi olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca doktora danışılmadan öksürük şurubu kullanılmamalıdır. Kuru bir öksürükte, öksürük söktürücü şurup kullanımı öksürüğün şiddetinin artmasına neden olabilir. Veya balgam çıkarması gereken bir öksürükte, öksürük kesici şuruplar balgam çıkmasına engel olabilir l Bu durumlarda mutlaka doktora başvurun! Öksürük tedavilerinde; öksürüğe neden olan hastalık tanısının gecikmemesi ve tedavi süresinin daha kısa sürmesi için ilaç veya şurup kullanımının mutlaka doktor kontrolünde olması gerekmektedir. *Öksürük, 3 haftadan uzun sürüyor ve antibiyotik tedavisine cevap vermiyorsa, *Öksürüğe yüksek ateş ve ciddi nefes darlığı eşlik ediyorsa, *Balgamda kan görüldüyse mutlaka bir doktora başvurulması gerekir * Cerrahi tedavi olarak sıralanabilir. UZM. DR. GÜZİN KAŞO MEDISTATE KAVACIK HASTANESİ / ANESTEZİ VE REANİMASYON UZMANI Cerrahinin olmazsa olmazı: Anestezi! Cerrahi işlemler veya tanısal girişimler sırasında kişinin ağrı duygusunun ve yerine göre bilincinin ortadan kaldırılmasını sağlayan anestezi, hastanın hayati fonksiyonlarını ön planda tutarak cerrahi işlemlerin emniyet altında gerçekleştirilmesini sağlıyor. Peki anestezi yokken cerrahi tedaviler nasıl yapılıyordu? Günümüzde uygulanan anestezi uygulamaları ve türleri neler? Bu soruların cevabını Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Güzin Kaşo verdi. Anesteziyi “Cerrahi işlemlerin olmazsa olmazı” diye nitelendiren Uzm. Dr. Kaşo, cerrahi zorluklar aşıldıkça anestezi uzmanlarına Bugün anestezi yöntemlerindeki çeşitlilik ve düşen görevlerin anestezi eğitimi konusunda yeterli uzman doktor sayısındaki artış ve uygulanmasıyla arttığını söylüyor. ilgili getirilen kurallarla beraber, hata ve ölüm oranları en aza indirildi. Anestezinin Anestezi uzmanı eğitimi ve teknolojideki gelişmeler arttıkça ameliyatlardaki çeşitlilik sanıldığının ve sınırları zorlayan ameliyatlar yapılır hale geldi. Cerrahi zorluklar aşılmaya başladıkça aksine sadece anesteziden beklentiler arttı, anestezi de kendini giderek geliştirmek durumunda ameliyat öncesi kaldı. değil, sonrasını da Artık “Anestezi planlayan bir tıp dalı alamayacak hasta yoktur” denilebilir olduğunu kaydeden uzmanının görevi sanıldığı gibi Kaşo, konu hakkında Anestezi sadece ameliyatla sınırlı kalmaz. Tanısal radyoloji işlemlerine varıncaya dek anestezi şu bilgileri veriyor: uygulama alanlarının kapsamı geniş ve Bugün anestezi olmasaydı cerrahi de olamazdı! Cerrahi alanlarda yaşanan ilerlemeler bugün tıp dünyasındaki en önemli gelişmelerin başında geliyor. Eskiden cesaret bile edilemeyen birçok girişim, gerek teknolojik altyapıdaki ilerlemeler, gerekse bilimsel bilgi birikimiyle birlikte kolaylıkla yapılabilir hale geldi. Ancak bu oyunda vazgeçilmez ve bir o kadar da önemli gizli kalmış bir oyuncu var: Anestezi! Herkes tarafından kabul gören bir gerçek var ki; bugün anestezi olmasaydı cerrahi de olamazdı.” Anestezi yöntemlerinde çeşitlilik arttı Dünyada genel anestezinin gelişmeye başlaması 1970’lerin sonlarına rastlıyor. Bu tarihten önceleri genel anestezide ölüm oranları oldukça yüksekti. Çünkü o tarihten önce kullanılan ilaçlar ve anestezi için kullanılan teknik donanım yetersizdi. Bunun yanında anestezi işlemi boyunca hastanın tüm yaşamsal fonksiyonlarının takip edilmesini gerektiren gelişmiş cihazlar da yoktu. çeşitlidir. Tıpta yaşanılan gelişmelerle birlikte artık uzmanlar rahatlıkla ‘anestezi alamayacak hasta yoktur’ diyebiliyor ve cerrahiye olanak sağlanabiliyor. Anestezi uzmanının görevi nerede başlar, nerede biter? Ameliyata karar verilip, hasta anestezi hekimine yönlendirildiği andan itibaren uzmanın görevi başlar. Hastasını muayene edip tetkik ve değerlendirmelerini yapar. İhtiyaç halinde diğer hekimlerle görüş alışverişi yaparak hastayı cerrahi işleme ve anesteziye hazırlar. Anestezi uzmanı hastanın ve yapılacak ameliyatın özelliklerine göre, hasta ve cerrahın isteklerini de göz önünde tutarak en uygun anestezi yöntemini belirler. Gereken hazırlıkları yapar ve ameliyat sırasında tüm güvenlik önlemlerini alarak hastaya anestezi uygular. Cerrahi girişim süresince hastanın hayati fonksiyonlarını (kalp, akciğer, beyin, böbrek gibi) takip eder ve hastanın ihtiyacı olan ilaç, sıvı, kan vb. kayıplarını yerine koyar, ameliyat masasında ısınmasını sağlar. Ameliyat sonunda anestezinin etkileri ortadan kalkıncaya dek sorumlulukları devam eder. Ameliyat öncesi hastanın korku ve heyecanını gidermek için, hasta ve yakınlarının bilgisinde, ameliyathaneye götürmeden önce odasında damarından sakinleştirici ilacın yapılmasını (çocuklarda meyve suyuna karıştırılarak içirilmesini) organize eder. Böylece hastanın ameliyat öncesi rahatlık hissi ve hafif uyku moduna girmesi sağlanırken, ameliyathaneye geldiği dönemi de unutmasına da yardımcı olunur. Epidural ve spinal anestezi arasındaki fark nedir? Nasıl uygulanır? Bel omurları arasından özel bir iğne ile epidural boşluğa veya çok daha ince bir iğne yardımıyla bir sonraki boşluğa (spinal aralık) girilerek lokal anestezik ilaç uygulama işlemidir. Uygulandığı yere göre isimlendirilir. Bel ve aşağı bölgelerdeki cerrahi işlemler için uygulanırlar. Spinal anestezide 4-6 saat süren bacaklardaki hareketsizlik, epiduralde ise hafif uyuşukluk şeklindedir. Spinal anestezide ilacın etkisi bacaklardaki hareketsizliğin ortadan kalkmasıyla biter. Epiduralde ise kateter yerleştirildiğinden dolayı kateterden ilaç verildiği sürece etki devam eder. Spinal anestezide; başağrısı ihtimali az da olsa mevcuttur. (yüzde15-20) Epidural anestezi uygulaması dikkat edilerek yapıldığında baş ağrısı ihtimali yoka yakındır ve gençlerde daha sık görülür. Spinal anesteziye bağlı baş ağrısı şikayeti bol sıvı alımı ve ağrı kesici ilaçlarla maksimum bir haftada iz bırakmadan geçer. Her ikisinde de dokunma hissi kaybolmaz ama acı hissetmezsiniz. Spinal anestezide kas gevşemesi daha iyi olup karın içi cerrahiler, kalça ve diz ameliyatlarında tercih edilir. Günümüzde hem cerrahi kas gevşemesini yeterli sağlamak, hem de baş ağrısı ihtimalini ortadan kaldırmak için kombine epidural anestezi yöntemi tercih edilmekte olup, tek başına epidural veya spinal anesteziye üstünlükleri vardır. Ameliyat öncesi anestezi uzmanı hasta ile neden görüşüyor?. Hastanın anestezi muayenesi ve değerlendirilmesi sırasında bilgilendirilmesi yapılarak onamları alınır. Ameliyat öncesi sorularına yanıt almış, bilgilenmiş hastanın endişe ve heyecanı önemli ölçüde giderilmiş olur. Bazı konularda hastaya yapılacak bilgilendirme ve uyarılar ise hayati önem taşır. Örneğin hastanın açlık süresi. Bu konuda bilgilendirme yeterli ve doğru bir şekilde yapılmazsa hastada anestezi uygulaması sırasında hayati sorunlarla karşılaşılabilir. Gerek bu ve diğer bilgilendirmeler, gerekse tetkik ve muayeneler doğru yapıldığı takdirde anestezinin güvenilirliği de son derece yüksektir. Hangi yöntemler uygulanabiliyor? Uygulanan anestezi yöntemleri genel ve bölgesel olmak üzere ikiye ayrılır. Genel anestezi, ağrı duygusuyla birlikte, bilinç düzeyi tamamen ortadan kalkacak şekilde yapılan anestezi işlemidir. Genel anestezisinin bir alt yöntemi ise sedasyon olarak tanımladığımız yöntemdir. Burada hasta, yapılan işlemin ağırlık derecesine göre yarı bilinçli ya da tamamen bilinçsizdir, ağrı duygusunu hiç hissetmez ya da çok az miktarda hisseder. Örneğin; ağrı nedeniyle hareketsiz duramayan kişilerde, kapalı alan korkusu olanlarda, çocuklarda MR çekimi esnasında hareketsiz kalması istendiğinde çok hafif dokunuşla uyandırılacak derinlikte sedasyon tarzında anestezi uygulanabilir. Uyanma dakikalar içinde hemen gerçekleşir. Bölgesel anestezi ise yaşamsal fonksiyonlarda değişiklik yapmadan cerrahi işlemin yaratacağı ağrıyı yaşamamanızı ve yapılanları acı olarak hissedilmemesini sağlarken bilincinizin açık olduğu anestezi uygulamalarını kapsar. Bölgesel anestezinin seçimi cerrahi alanın yeri ve niteliğine göre değişir; spinal anestezi, epidural anestezi ve bölgesel sinir blokları gibi. Genellikle bu sırada yapılan işlemlerin sesini duymamanız ve heyecanınızı azaltmak için damarınızdan hafif etkili bir uyku ilacı verilir. Operasyon bittiğinde lokal anestezinin etkisi devam ettiğinden dolayı ağrısız ve uyku ilacının etkisinden dolayı da işlemi hatırlamayacak şekilde tatlı bir rehavet içinde olursunuz. Ameliyat sonrası Anestezi uzmanının görevi Ameliyat ve anestezi süreçlerinin tümünde hastanın hayati fonksiyonlarının kontrol ve devamlılığı anestezi uzmanlarının sorumluluğundadır. Anestezi uzmanı ameliyat hastasını ameliyathane salonlarının hemen yanında bulunan derlenme (uyanma) odasında takip ve tedavilerini sürdürür. Hastasının ağrısının giderilmesinden ısıtılmasına, bulantısının giderilmesinden tansiyon ve solunumunun normale döndürülmesine kadar hastayı yakından takip eder. Bilinci açık, uyanık halde ameliyathane kapısında servis hemşiresine teslimine kadar ilgilenir l DOÇ. DR. MERİH ÇETİNKAYA KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / YENİDOĞAN KLİNİĞİ Emziren anneler emzirmeyi azaltarak bırakmalı Emzirmenin yeni doğan bir bebeğin ideal büyüme ve gelişmesinin sağlanmasının yanında, anne ve bebek arasındaki duygusal bağın geliştirilmesinde de önemli bir fonksiyonu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Merih Çetinkaya, emzirilen bebeklerde ishal, zatürre ve orta kulak iltihabı gibi hastalıklara daha az rastlandığını belirtiyor. Anne sütü ile beslenmenin hayatın ilk aylarında bebek ölümlerini 6-10 kat arasında azalttığını vurgulayan Doç. Dr. Merih Çetinkaya Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Amerikan Pediatri Akademisi (APA)’nin de doğumdan sonraki ilk 6 ayda yenidoğan bebeklerin sadece anne sütü ile beslenmelerini önerdiğini, 6. aydan sonra ise uygun ek gıdalar ile birlikte anne sütü ile beslenmenin 2 yaş ve üzerinde de devam edilebileceğini söylüyor. Emzirmenin anne ve bebek için psikolojik bir rahatlama sağladığı aynı zamanda sakinleştirici bir etkisinin de olduğunu söyleyen Çetinkaya, emzirmeyi kesme kararının hem anne, hem de bebek için zor bir karar olduğunu, sütten kesmek için doğru zamanın belirlenmesinde anne ve bebeğin psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları ve kişisel özelliklerinin göz önünde bulundurularak karar verilmesi gerektiğini ifade ediyor. herhangi bir zamanda emzirme bırakılabilir. Emzirme bırakılırken, bebeğin ek gıdalara adaptasyonu, düzenli kilo alıp almadığı, anne ve bebeğin psikolojik durumu, annenin iş hayatına geri dönüyor olması gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. Bebek sütten nasıl kesilmeli? Sütten kesme, anne ve bebeğin stresinin en az olduğu döneme denk getirilmelidir. Diş çıkarma, hastalık, bakıcı değişimi gibi durumlar sütten kesme için uygun olmayan anlardır. Emzirme aniden kesilmemeli, ilk önce gündüz emzirme aralıkları arttırılmalı, bebek biraz alıştıktan sonra, sadece geceleri emzirmeye devam edilmelidir. Anne sütünü biberon ile vermek, emzirmenin azaltılmasına yardımcı olabileceği gibi, bebeğin bakıcı ve diğer aile üyelerine alışmasını sağlar ve anneye olan bağımlılığı ortadan kaldırır. Emzirmeyi ne zaman bırakmalı? Sütten keserken anne ve çevrenin bebeğe yaklaşımı nasıl olmalı? Emzirmeyi bırakmanın kesin bir zamanı yoktur. Genellikle sütten kesmek için bebeğin iki yaşını doldurması önerilmektedir. Ancak 12. aydan sonraki Bebeğe karşı sabırlı davranılması, sert ve katı davranışlardan kaçınılması, bebekle olan duygusal ve tensel temasın arttırılması, annenin psikolojik olarak desteklenmesi ve hala çok değerli olduğunun hissettirilmesi gerekir. Bebeğin dışarı çıkarılması, onunla çeşitli oyunlar oynanması, babanın bebeğin dikkatini dağıtması ve bebekle daha fazla ilgilenmesi faydalı olabilir. Emzirme en geç ne zaman bırakılabilir? Okul öncesi döneme kadar (4-6 yaş) anne sütü vermekte bir sakınca olmamakla beraber ileriki yaşlarda anne sütüne bağımlılığın olmaması için daha erken yaşlarda kesmenin daha uygun olacağı düşünülmektedir. İlk 6 aydan sonra anne sütü yanında ek gıdalara başlanılması, 1 yaşından sonra ek gıdaların arttırılarak 2 yaş civarında anne sütünün kesilmesi en uygun olan yaklaşımdır. Anne sütünün kesilmesi bebek için olduğu kadar anne için de ruhsal ve fiziksel olarak yıpratıcı bir sürece dönüşebilir. Bu durumlarda çocuk ve psikiyatri uzmanlarından destek almak sürecin daha az sorunla atlatılmasına yardımcı olacaktır l FAJİTAS Malzemeler - 500 gr. dana biftek - 2 adet renkli dolmalık biber (sarı, yeşil) - 1 - 2 adet etli kırmızıbiber - 2 adet orta boy soğan - Maydanoz - Taze soğan - Sıvıyağ - 3 diş sarımsak - Kırmızı pul biber - Kekik - Lavaş ekmeği Yapılışı Kasapta incelttirdiğimiz biftekleri julyen (1’er parmak kalınlığında şeritler halinde) doğrayın. Sarımsakları soyun ve ince ince kıyın (rendeleyebilirisiniz de). Doğradığınız etleri geniş bir kaba alın, kıydığınız sarımsağı, tüm baharatları ve 1 çay bardağı sıvı yağı ekleyerek 10–15 dakika dinlendirin. Biberlerin çekirdeklerini çıkartın ve kuru soğanlarla birlikte doğrayın. Geniş bir tavaya (wok tava iyi olur) yarım çay bardağı sıvı yağ koyun, biberleri ve soğanları soteleyin. Sebzeler tam pişmeden hafif diriyken içine etleri atılın ve iyice pişene kadar tahta kaşık yardımı ile kavurun. Taze soğan ve maydanoz ince ince kıyın, fajitas servis tabaklarına tabalara bölüştürüldükten sonra üzerine serpin. Lavaş ekmeklerini ısıtın, yanında isteğe göre salça sosu ve süzme yoğurtla çok sıcak olarak servis yapın.’ Afiyet olsun PİRİNÇLİ YEŞİL MERCİMEK SALATASI Malzemeler - 1 su bardağı yeşil mercimek - 1 su bardağı pirinç - 1 tane havuç - 2 dal taze soğan - 1/2 demet maydanoz - Tuz - Baharat - Zeytinyağı Yapılışı Mercimeği vaktiniz varsa 1 gece önceden ıslatalım.(pişerken dağılmamasını ve daha çabuk haşlanmasını sağlayacak) Sabah hafif diri kalacak şekilde haşlayalım. Pirinci tuzlu ve yağlı suda dişe gelir şekilde haşlayalım. Süzüp her ikisinin de soğumasını bekleyelim. Bir kaseye alıp içine tuz, baharat, yağ, havuç rendesi ve doğranmış yeşillikleri koyup karıştıralım. Arzuya göre servis sırasında süsleyelim. Afiyet olsun MEKSİKA SALATASI PUF KEK - Yarım demet maydanoz - Yarım demet dereotu - 5 dal tane soğan - 1 kutu konserve kırmızı meksika fasulyesi - 1 kutu mısır konservesi - Yarım çay bardağı zeytinyağı - 1/4 çay bardağı nar ekşisi - Tuz - Kornişon Turşusu - 4 yumurta - 4 fincan un - 4 fincan şeker - 1 fincan su - 3 yemek kaşığı kakao - 1 vanilya - 1 kabartma tozu (isterseniz hazır kakaolu pandispanya da kullanabiirsiniz) Malzemeler Yapılışı Bir kapta maydanozu ve yeşil soğanı doğrayın Konserve kırmızı fasulyeyi sudan geçirin Aynı şekilde konserve mısırı da sudan geçirin fasulyeyle karıştırın Malzemeler Kreması - 2 bardak süt - 1 çorba kaşığı un - 1 çay kaşığı rendelenmiş limon kabuğu - 1 krem şanti - 1 bardak süt Yapılışı Kek malzemeleri karıştırılıp pişirilir. Yeşilliklerle karıştırın Kek bardakla kesilir. Üzerine zeytinyağı, nar ekşisi ve tuz ekleyin Kalan kek parçaları robotta çekilir. Kornişon turşusuyla üzerini süsleyin Servis yapın Afiyet olsun. Önce muhallebi pişirilir. Soğuyunca içine bir bardak sütle çırpılmış krem şanti eklenir. Bardakla kesilmiş keklerin üzerine dökülür. Daha sonra robotta çektiğimiz kek kırıntıları en üste dökülür. İstenirse damla çikolata ile süslenebilir. 1 – 2 saat dolapta bekletilerek servis yapılır. Afiyet olsun. UZM. DR. CANAN YUSUFOĞLU ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÇOCUK PSİKİYATRİ UZMANI Anne babalar dikkat! Çocuğunuz harfleri ve sayıları karıştırıyorsa “Disleksi” olabilir Çocuğunuz b, d, p, q gibi harfleri yada 6, 9 gibi sayıları karıştırıyormu? Okurken devamlı kelimeleri atlayıp, harflerin yerini mi değiştiriyor? Eğer bu belirtiler varsa dikkat! Çocuğunuz disleksi olabilir. Harflerin ve kelimelerin karıştırılması ve tersten algılanması ile kendini gösteren disleksinin bir tür öğrenme bozukluğu olduğunu söyleyen Çocuk Psikiyatri Uzmanı Canan Yusufoğlu, bu konuda aile ve öğretmenlerinin dikkatli davranması gerektiğini söylüyor. Disleksinin genellikle çocukların okumaya başlamasıyla farkedilen bir problem olduğunu kaydeden Yusufoğlu, bu durumun bir hastalık değil, öğrenmeyle ilgili zihinsel süreçlerde bir farklılık olarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Dislekside erken tanının büyük önem taşıdığını kaydeden Yusufoğlu, “Erken tanı konulan disleksili çocuklar akranlarına yetişebilmekte, gerçek potansiyellerine ulaşabilmekteler” diyor ve ekliyor: “Disleksi bir zeka geriliği değildir. Bu belirtileri çocuğunuz taşıyorsa vakit kaybetmeden mutlaka bir uzmana başvurun” Dahilerde bile görülebilen bir problem Disleksi, zihinsel bir yetersizlik değildir ve zeka ile ilişkisi yoktur. Hatta zeka düzeyi çok yüksek çocuklarda da görülmektedir. Disleksiklerin zeka düzeyleri düşük olmadığı gibi özel yeteneklere de sahip olabilirler. İzafiyet teorisini ortaya koyan Albert Einstein, Rönesans döneminin büyük mimar, heykeltraş ve ressam Leonardo da Vinci’nin disleksi olduğu söylenmektedir. Öğrenme Bozukluğu, zekası normal ya da normalin üzerinde olan bireylerin, standart testlere göre, yaşı zeka düzeyi ve aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda okuma, matematik ve yazılı anlatım düzeyinin beklenenin önemli ölçüde altında olmasıyla tanısı konan bir bozukluktur. Temel olarak 3 tür öğrenme güçlüğü var 1-Okuma bozukluğu (disleksi) 2-Yazılı anlatım bozukluğu (disgrafi) Disleksi’nin İlköğretim Dönemi Belirtilerinden Bazıları : -Okul başarısının zekasına ve yaşına göre beklenenden düşük olması, -Bazı konularda başarılı iken bazı konularda başarısız olması (örneğin; matematik dersi iyiyken geometriden çok başarısız olması) -Yavaş okuma -Bazı harfleri yazarken veya okurken karıştırma (p-b, b-d, k-t, y-h, 6-9, 2-5) -Tersten yazma (ismini Ahmet yerine temhA) -Kelimenin sonlarını uydurarak okuma -Okumaya karşı isteksizlik -Yazma ödevlerinden kaçınma -Yavaş yazma -Tahtadan ödevini geçirmekte zorlanma -Ödev yapmak istememe -Sık dört işlem hatası yapma -Çarpım tablosunu öğrenememe -Kendine göre kısa yollar üretme -Eldeleri unutma -Alfabeyi sırasıyla sayamama -Beden eğitiminde başarısız olma (koşma,top tutma) -Sağını solunu karıştırma -Yıl, ay, gün gibi kavramları karıştırma (hangi mevsimdeyiz denince Mayıs diye yanıt verir) 3-Matematik bozukluğu (diskalkuli) Dislekside, kişinin kronolojik yaşı, ölçülen zeka düzeyi, ve yaşına uygun olarak aldığı eğitim göz önüne alındığında okuma başarısı beklenenin önemli ölçüde altındadır . Disgrafide yazma becerileri, diskalkulide de matematiksel becerileri beklenenin önemli ölçüde altındadır. Disleksinin neden ve niçin kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor Öğrenme bozukluklarının nedenleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Disleksi konusunda genetik geçişin önemi vurgulanmaktadaır. Dislektik anne ve babaların çocuklarında okuma bozukluğu riskinin erkek çocuklarında %30-40, kız çocuklarda %17-18 olduğu bildirilmektedir. Bu oranlar normal toplumda var olandan 5-12 kat daha fazladır. Çeşitli çalışmalarda tek yumurta ikizlerinde her iki ikizde birlikte görülme oranı %68, çift yumurta ikizlerinde ise %38 olarak verilmektedir. Öğrenme bozukluklarının toplumda görülme sıklığı yaklaşık %5-10 kabul edilmektedir. Yaygınlık oranlarının, okuma bozukluğunun %4, yazılı anlatım bozukluklarının %4, ve matematik bozukluğunun %1 olduğu belirtilmektedir. Yazılı anlatım bozukluğu sıklıkla diğer öğrenme bozukluklarıyla birliktelik gösterir. Öğrenme bozuklukları gelişimsel sorunlardır ve çocuğun doğumuyla başlar, eğitim süreci içinde belirtiler daha Disleksinin 0-6 yaş erken belirtileri: -Konuşma gecikmesi -Telaffuz sorunları -Kelimeleri yanlış söyleme -Oyunları sürdürememek, çabuk sıkılmak -Kafiye bulmakta güçlük (masa-kasa vs) -Ayakkabılarını ters giyme -Daire, kare gibi şekilleri kopyalayamama -Taşırmadan boyama yapamama -Bisiklete binememe -Kendi ilgi alanı dışındaki aktivitelere karşı isteksizlik -Benzerlikleri fark edememe -Sağını solunu karıştırma -Sıraya koyma güçlüğü -Renkleri öğrenememe, karıştırma -Yetersiz sözcük dağarcığı gibi dil gelişmi alanında görülen belirtiler -Resim çizmeye karşı isteksizlik -Şekilleri çizememe -Düğme ilikleyememe -Makas ,çatal,kaşık kullnanamama gibi motor becer sorunları da alanında yaşanan sorunlara eşliik edebilir -Zaman kavramlarında önce-sonra, arka-ön gibi kavramların kazanılmasında güçlük -El tercihinin gecikmesi belirginleşir. Genellikle sorunlar azalsa da belirtiler yaşam boyu sürebilir. Bireyin eğitimi, mesleğini, sosyal ilişkilerini, günlük aktivitelerini, benlik saygısını etkiler. İlköğretim döneminde belirtilere dikkat: Öğenme bozukluklarının tanısı en sık ilköğretim döneminde konulur. Bu döneme ilişkin en belirgin özellikler arasında aşağıdakiler sayılabilir. Bu belirtiler öğrenme güçlüğü olan çocuklarda daha sık görülür. Akademik Başarı: Düşüktür ya da inişli çıkışlıdır. Bazı derslerde, alanlarda normal/ normal üstüyken, bazı derslerde /alanlarda düşüktür. Okuma Becerisi: Harf ses ilişkisi kurmakta zorlanır, harfleri ve rakamları (b-d, b-p ,6-9) karıştırılabilir. Kelimeleri hecelerken ya da harflere ayırırken zorlanabilir, okurken heceleri ya da sözcüğü ters çevirebilir (ne-en, çok-koç gibi ) harf, sözcük atlar, ekler ya da uydurabilir. Sıklıkla okuduğu yeri kaybeder, satır karıştırır, okuduğunu anlamakta ve anlatmakta zorlanır, okumayı sökemez ya da okuması yavaştır. Yazma Becerisi: Genellikle yaşıtlarına oranla el yazısı okunaksızdır, yavaştır, yazarken bazı harf ve sayıları, kelimeleri ters yazar, karıştırır (b-d, m-n gibi), yazarken bazı heceleri atlar ya da ekler, yazarken heceleri ya da sözcüğü ters çevirir (ve -ev ), tahtadaki yazıyı defterine çekerken ya da söylenenleri defterine yazarken zorlanır. Kelimeler arasında hiç boşluk bırakmaz ya da kelimeyi iki üç parçaya bölerek yazar (ya pa bil mek tir gibi), defterleri düzensizdir, satır ve sayfayı düzenli kullanamaz, el – göz koordinasyonu zayıftır, yazı ve çizmleri bozuktur, kalemi uygun biçimde tutmakta güçlük çeker, imla ve noktalama hataları yapar, yazılı olarak kendini ifade etmekte zorlanır . Aritmetik Beceri: Genellikle küçük yaşlardan itibaren sayı kavramını anlamakta güçlük çekebilir (beş mi, bir mi büyüktür gibi) bazı aritmetik sembolleri öğrenmede zorlanır, karıştırır (“+” yerine “x “gibi) sayıları karıştırır(6-9, 4-7 gibi), geometrik şekilleri çizmekte ve isimlendirmekte zorlanır, eldeleri unutur ya da doğrudan sonucu yazar, çarpım tablosunu öğrenemez, akıl yürütmekte zorlanır, ölçüm ve olasılık hesaplarında güçlük çeker, akıldan doğru çözdüğü pek çok problemi kağıt-kalemle yapamaz. Sıraya Koyma Becerisi: Haftanın günlerinin, ayların, mevsimlerin, sayıların, alfebenin, harflerin sırasını karıştırır, dinlediği, okuduğu bir öyküyü anlatması istendiğinde öykünün başını sonunu karıştırır, sözlü ya da yazılı olarak düşüncelerini sırayla ifade etmekte güçlük çeker, sıralı çizimlerde ardışıklığı sürdüremez. Algı Sorunları: Görsel algı (ayrımlaştırma, figür-zemin, hafıza alanlarında) sorunları, Terapinin amacı, her bir çocuğun ihtiyacı doğrultusunda öğrenme deneyimleri sağlamaktır. Tanı ve değerlendirmeden elde edilen bilgilerle oluşturulan bireysel eğitim programları (BEP) uygulanır. Normal sınıfta kaynaştırma eğitimi + destek eğitim en uygun yol olarak önerilmektedir. Pek çok ülkede bu çocuklar için destekleyici hizmetler okul ortamında verilmektedir. Bu konuda eğitim almış terapistler ve özel eğitimciler sınıf öğretmeni ile birlikte yardımcı olmaktadır. Ülkemizde öğrenme güçlüğü çeken çocuk ve gençlerin hakları, MEB tarafından düzenlenen özel eğitim yönetmeliği ile hakları korunmaktadır l işitsel algı sorunları, dokunsal algı güçlükleri, el-göz koordinasyonu ile ilgili güçlükler, dans, ip atlama gibi aktivitelerde zorlanma, mekansal algı güçlükleri, yön bulmada zorlanma. Dikkat Hareket Sorunları: Dikkatin kısa süreli olması, kolayca dağılması, konsantrasyon güçlüğü, aşırı hareketlilik, hızlı ve çok konuşma vardır. Bazıları oldukça yavaş ve hantaldır. Sosyal - Duygusal Sorunlar: Yaşıtlarına göre daha çocuksudur, düşünmeden aklına eseni yapar, eleştirildiğinde aşırı tepki gösterir, öfkelenir ya da dikkate almaz (eleştiriye toleransı azdır), sosyal çevrenin sözel olmayan ipuçlarını anlamakta zorlanır, jest ve mimikleri doğru yorumlayamaz, arkadaş ilişkilerinde zorluk yaşar, hayal kurar, dalgındır, değişikliklere zor uyum sağlar, duyguları sık değişir, kendisine güveni azdır, öğrenmeyle ilgili çok sayıda travmatik yaşantısı vardır. Çalışma Alışkanlığı: Ödevlerini alamaz ya da eksik alır, ev ödevlerini alırken yavaş ve verimsizdir, ders çalışırken sık sık ara verir, çabuk sıkılır, ders çalışmayı (okuma-yazma faaliyetlerini) sevmez, ödevlerini yaparken birilerinin yardımına gereksinim duyar. Öğrenme bozukluğu olan çocuk ve ergenler bu özelliklerin tümünü taşımayabilirler. Her biri farklı sayıda farklı yoğunlukta bu belirtileri gösterir. Öğrenme bozukuğuna en fazla eşlik eden bozukluk dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğudur. Öğrenme bozukluğuna, karşı gelme bozukluğu, davranım bozukluğu gibi diğer yıkıcı davranım bozukluklarının da eşlik ettiği, bu durumun dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile birlikteliği ile ilişkili olabileceği bilinmektedir. Aritmetik bozukluğu olanlarda fobik bozukluk, kaygı bozukluğu oranları %30 olarak bildirilmiştir. Okuma bozukluğu olan çocuk, ergen ve erişkinlerin kaygı ve depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Öğrenme bozukluğu vakaları kliniğe çoğunlukla okul başarısızlığı nedeniyle getirilmekle birlikte çok farklı bir klinik görünüm de sergileyebilmektedir. Okul korkusu, depresyon, davranım bozuklukları, bedensel yakınmalar, gece korkuları ya da konuşma bozukluğu yakınmalarının altında öğrenme bozukluğu düşünülmeli ve bu yönde incelemeler yapılmalıdır. Disleksinin tedavisinde özel eğitim teknikleri büyük fayda sağlıyor Dislekside öğrenme güçlüğünü ortadan kaldıracak bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Ancak bu sorunun yanı sıra dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik, depresyon, kaygı bozukluğu gibi başka psikiyatrik bozukluklar eşlik ediyorsa bunların ilaçla tedavisi düşünülmelidir. Psiko-pedagojik terapi, özel eğitim teknikleri uygulanmazsa, öğrenme bozukluğunun kendiliğinden düzelmeyeceği de bildirilmektedir. Öğrenme bozukluğu olan vakalar, tanı ve değerlendirilmelerinden elde edilen bilgilerle oluşturulan özel eğitim programıyla ve psiko-pedagojik terapiyle öğrenebilmektedirler. Öğrenme ve Bellek Nasıl Güçlendirilir? Dikkatinizi Odaklayın: Yeni bir şey öğrenmek için en önemli işlevlerden biri dikkat işlevidir. Dikkatin yeterince odaklanamadığı durumlarda bilgi anlaşılsa da belleğe kaydedilemez. Dikkati bir duruma odaklayabilmek için de zaman tanımak gerekir. Örneğin, bir bilgi üzerine 7-8 saniye düşünmek o bilgiyi kaydetmek için gerekli olabilir. Bu nedenle aynı anda birkaç iş yapmak dikkati odaklamayı ve dolayısıyla da öğrenmeyi olumsuz etkiler. Motive olun ,olumluya odaklanın: Bilgiyi belleğe almanın ön koşullarından biri o bilginin önemli ve anlamlı olduğunu düşünmektir. Bilgiyi işleme yönteminizi kendi bireysel öğrenme stilinize göre şekillendirin: Bazı bireyler görsel, bazıları da işitsel, bazıları da dokunsal ipuçlarına ihtiyaç duyarlar. Yeni bilgiyi daha önce bildiklerinizle ilişkilendirin: Yeni bir bilgiyi öğrenirken bilinçli bir şekilde benzerlikler kurarak, ilişkilendirerek öğrenmeye çalıştığımızda belleğimize yarımcı olmuş oluruz. Bilgiyi tekrarlayın: Bilgiyi aynı gün içinde tekrar etmek, daha sonra aynı hafta içinde tekrar etmek ve giderek açılan aralıklarla tekrar etmek bilginin silikleşmesini önler . Belleği dolaylı yoldan güçlendiren başka yöntemler de sıralanabilir: -Düzenli fiziksel ve zihinsel egzersiz yapmak. -Stresle başa çıkma becerilerini arttırmak. -Düzenli uyku ve beslenme alışkanlığı edinmek. ADT. DR. SELÇUK ÖZBÖLÜK HOSPITADENT AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ / YÖNETİM KURULU ÜYESİ Diş beyazlatmanın doğal ipuçları Beyazlatma işleminden sonra bir hafta çay kahve ve sigara içilmemeli Antibiyotik kullanımına bağlı olan renkleşmelerde, beyazlatma işleminin etkisinin sınırlı olduğunu ifade eden Dt. Özbölük, “Bu gibi durumlarda işlem 2-3 seans sürdürülebilir. Beyazlatma işlemi bittikten sonra, dişlerin tekrar eski haline dönmemesi için 1 hafta boyunca sigara, çay ve renkli içecekler tüketilmemeli. Bunlara dikkat edilirse ve sonrasında da azaltmaya gidilirse beyazlatma işlemi 2-3 yıl kalıcılık sağlayacaktır” diye konuştu. Beyazlatma işlemi muhakkak hekim kontrolünde gerçekleştirilmeli Dişlerdeki şekil ve renk bozukluklarının özgüven sorununa sebep olabileceğini söyleyen Dt. Selçuk Özbölük, piyasada satılan ve ev ortamında kullanılan ucuz beyazlatıcı jellere karşı dikkatli davranılması gerektiğini söylüyor. Bu ürünlerin diş çekilmelerine, kalıcı diş hassasiyetlerine sebep olabildiğine işaret eden Özbölük, “Bu jel ve beyazlatıcılar ilk kullanımdan itibaren dişlerin dış yüzeyini bozuyor ve mine çatlaklarına sebep oluyor. Bir nevi dişleri dış etkenlere karşı tamamen korumasız bırakıyor. Dişlerinizin gereksiz yere yıpranmasını istemiyorsanız ev ortamında diş beyazlatmaya çalışmayın. Güvenmediğiniz ürün ve jelleri dişlerinize asla uygulamayın” uyarısında bulunuyor. Dişlerin yapısındaki renklenmelerin veya koyu renkli dişlerin daha estetik bir görüntü vermek amacıyla beyazlatılması işlemine ‘Bleaching’ adı verildiğini kaydeden Özbölük, bleaching yönteminin daimi dişlerin ağız içinde konumlandığı 12-13 yaştan itibaren her hastaya uygulanabildiğini ifade ediyor. Dt. Özbölük beyazlatma işlemi isteniyorsa öncelikle aşınma-kırık-çatlak ve çürük olan dişlerin tedavi edilmesi gerektiğini, daha sonra diş beyazlatma işleminin uygulanması gerektiğinin altını çiziyor. Beyazlatma işleminde “hidrojen peroksit”in kullanıldığını bu maddenin hekim kontrolünde, belirli dozlarda yapıldığında beyazlatma işleminin bir zararı olmadığını söyleyen Dt. Özbölük “Kullanılan ürünün içeriği ve dozunun ayarlanması çok önemli olduğundan dolayı beyazlatma işleminin kesinlikle hekim kontrolü ve gözetiminde yapılması gerekir. Ancak hekim kontrolünde olmayan, eczaneden alınan ürünlerle bilinçsizce yapılan beyazlatmalar diş çekilmeleri, kalıcı diş hassasiyetleri, dişin dış yüzeyinin bozulması ve mine çatlakları gibi kalıcı zararlara neden olabilir” dedi l Beyaz dişler için doğal ipucular: *Kalsiyumun dişlere faydası yıllardır bilinen bir gerçek. Yemeklerden sonra ufak bir parça peynir yemenin diş minerallerini güçlendirdiğini ortaya koyan araştırmalar var. Peynirden hoşlanmıyorsanız bir miktar süt ve yoğurt da yemeklerden sonra tercih edebilirsiniz. *Elma, havuç, ayva gibi sert meyveleri doğramadan, kabuğuyla yiyin. Bu sert meyveler doğal diş fırçası gibidir. Dişe hiçbir zarar vermeden beyazlamasına yardımcı olur. *Kullanmanız gerekenler kadar kullanmamanız gerekenler de önemli. Limon ve sirkenin dişleri beyazlatmada kullanılması son derece yanlış. Asitli olduklarından ikisi de dişlere büyük zarar verebilir. *Halk arasında yaygın olarak bilinen bir diş temizleyicisi: Karbonat. Uzun vadede ideal diş beyazlatıcısı olmasa da kısa vadeli olarak tercih edilebilecek bir beyazlatıcıdır. UZM. DR. EVRİM ÖĞÜT ERENKÖY FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / FTR POLİKLİNİĞİ Diz ağrısı neden ve niçin olur? Gün içinde pek çok hareketimizde doğrudan dizimizi kullanıyoruz. Bu nedenle de diz eklemlerinde yaralanma, incinme olasılığı diğer eklemlere göre çok daha fazla. Vücuttaki en karmaşık ve en büyük eklemlerden biri olan diz ekleminin aşınması ya da zarar görmesinin yürümeyi ve hareket etmeyi engellediğine işaret eden Uzm. Dr. Evrim Öğüt, FTR polikliniklerine başvuran eklem ağrılı hastaların büyük çoğunluğunun diz ağrısı şikayetiyle başvurduğunu söylüyor. Bu artışın en önemli sebebinin obezite ve egzersiz eksikliği olduğunu ifade eden Öğüt, “Obezitenin kas iskelet sisteminde yarattığı en büyük sorunlardan biri diz harabiyetidir” diyor. Diz ağrısının her yaş grubunda görülebileceğini ancak 50’li yaşlardan sonra daha sık karşılaşıldığını belirten Öğüt, bu yaş grubunda artan yakınmalardan eklem kireçlenmelerinin sorumlu olduğunu kaydediyor. Uzm. Dr. Öğüt, yürüme, merdiven çıkma gibi günlük basit aktiviteleri bile gerçekleştirmemize engel olan diz ağrıları konusunda şu bilgileri veriyor: Diz ağrısı yaşa ve ağrının kaynağına göre farklı şikayetlerle baş gösteriyor Diz eklemi sinovyal boşluk hacmi ve eklem kıkırdak alanı açısından insan vücudundaki en büyük eklemdir. Yapısındaki ön-arka ve çapraz bağlar, menisküsler, eklem kıkırdağı, eklem kapsülü ve çevresindeki bursa (destek kesecikleri), kas ve tendonlarla geniş bir eklem hareket açıklığı, esneklik, vücut ağırlığını taşımak için gerekli stabiliteyi sağlayan özel bir yapıya sahiptir. Bu dokuların herhangi birindeki hasarlanma hareketin bozulmasına ve diz ağrısına sebep olur. Çocukluk çağı diz ağrılarına dikkat Çocukluk çağında diz ağrısı sık görülen bir belirti olmamakla beraber oldukça önemlidir. Çocuklukta dizde septik artrit sık karşılaşılan ve ihmal edilmemesi gereken bir tablodur. Şiddetli ağrı artışı, şişlik gibi bulguların yanı sıra ateş ya da enfeksiyon odağına ait bulgulara rastlanabilir. Bu yaş grubunda osteomiyelit, çocukluk çağı romatizmal hastalıkları (juvenil romatoid artrit, akut romatizmal ateş gibi), travmalar, kırıklar, kanama bozuklukları, lösemi gibi hastalıklar diz ağrısına yol açabilir. Büyüme ağrıları çoğu zaman istirahatle düzeliyor Büyüme ağrıları daha çok 4-12 yaşlarında ve genellikle geceleri olur. Her iki baldır ya da uyluk ağrısı tarzındadır. Masaj ve analjezik ilaç tedavisine yanıt vermesi, fizik muayene ve laboratuar bulgularının normal olması büyüme ağrılarının özelliğidir. Osgood-Schlatter Hastalığı adölesan yaş grubunda özellikle atletik, aktif erkeklerde sık görülen bir diz ağrısı sebebidir.Ağrı özellikle diz bükme, çömelme, sıçrama gibi aktivitelerle artar. İstirahatle çoğu zaman düzelebilen bir tablodur. Genç erişkinlerde daha çok romatizma ve bağ yaralanmaları görülüyor Genç erişkinlerde (20-55 yaş) travma, menisküs ve bağ yaralanmaları, romatizmal hastalıklar, aşırı kullanım sendromları ve bursitler sık görülen ağrı nedenleridir. Menisküs hasarlarına özellikle sporcularda sık rastlanır, çoğunlukla birlikte bir bağ yaralanması da vardır. Bu gibi durumlarda temel yakınmalar ağrı, şişlik, hareket sırasında kilitlenme ve boşluğa adım atma hissidir. 50 ve sonrasında diz eklemlerinde kireçlenme daha yaygın 50’li yaşlardan sonra travma, bursit, tendinit, gut, yayılan ağrılar (kalça, ayak bileği ve bel den), romatizmal hastalıklar görülebilir ancak bu yaş grubunda en sık diz ağrısı sebebi ‘osteoartrit’tir. Osteoartrit (OA) dünyada bilinen en yaygın eklem hastalığıdır. Ortalama yaşam süresinin uzaması, obezitenin artması ve hareketsiz yaşam biçiminin yaygınlaşması toplumda osteoartrit sıklığını giderek arttırmaktadır. Kireçlenmede eklem aralarında daralma artıyor Etkilenen eklemde kıkırdak hasarı ve kaybı, kemikte yüklenmeye bağlı hasarlanmalar, normal kemik yapısının bozulması ve anormal kemik çıkıntılarının (osteofit) oluşması sonucunda eklem aralığında daralmalar olur. Bunların sonucu olarak hastada hareketle artan ağrı, hareket başlangıcında tutukluk, ataklar halinde olabilen şişlik, ısı artışı gibi şikayetler gelişir.Hastanın şikayetlerini dinledikten sonra fizik muayenesinin yapılıp, gerekli hallerde laboratuar ve radyolojik tetkikleri değerlendirilip tanı konur. Tanı konduktan sonra hastaya, hekimi gözetiminde uygun tedavi programı uygulanır. Dizlerimizi korumak için neler yapmalıyız? Eklemin korunması için; diz üstüne çökerek, dizi katlayıp bağdaş kurarak ya da altımıza alarak oturmaktan kaçınılmalıdır. Çok uzun süre ayakta kalmak ve merdiven inip çıkmak eklem yüklenmesini arttırır. Dize binen yükün azaltılması için kilo verilmesi ve diz çevresi kasların güçlendirilmesine yönelik düzenli egzersiz yapılması gerekir. Diz ağrılarında, aktivite ve ağırlık taşıması 7-14 gün süreyle engellenmelidir. Yatak istirahatinin süresi ağrının nedenine bağlı olarak değişebilir, örneğin kırıklarda 12 haftaya kadar sürebilir. İstirahat süresince diz mümkün olduğunca katlanmamalı, düz uzatılmalıdır. Hareketliliğin ve günlük yaşamsal aktivitelerin sağlanması için gerekirse koltuk değneği, baston, dizlik gibi yardımcı cihazlar kullanılabilir. Ağrı azalıp eklem fonksiyonları normale döndüğü dönemde, ağrının nedeni ve hastanın kişisel özelliklerine (yaşı, cinsiyeti,ek hastalık varlığı gibi) göre fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman hekimi kontrolünde egzersiz programına başlanır. İlaç tedavisi eklemde toparlanma sağlıyor İlaç tedavisi sadece ağrı kontrolü için değil, eklemde yıkıma sebep olan reaksiyonların durdurulması için de gereklidir. Bu nedenle hastaların önerilen tedaviye uyumu çok önemlidir. İlaçlar ağızdan veya enjeksiyon yoluyla kullanılabilir. Gerekli durumlarda eklem içine steroid enjeksiyonu yapılabilir. Eklem içine yapılan hyaluronik asit enjeksiyonların fayda sağladığını bildiren yayınlar vardır. Son yıllarda popüler olan ozon tedavisi, PRP tedavisi, proloterapi gibi yöntemler uygun hasta seçimi yapıldığında başarılı sonuçlar veren yöntemlerdir. Fizik tedavi uygulamalarının tedaviye büyük katkısı var Erken dönemde ağrının azaltılması, kas spazmının çözülmesi, eklem hareket genişliğinin sağlanıp korunması, kronik dönemde kasların gücünün arttırılması, eklem biyomekaniğinin düzeltilip aşırı yüklenmesinin önlenmesi gibi bir çok sebeple fizik tedavi uygulamalarının tedavi sürecine çok önemli katkıları vardır. Tedavi süreci fizik tedavi ve rehabilitasyon uzman hekimi önderliğinde, fizyoterapist, iş-uğraşı terapisti, fizik tedavi teknikeri, psikolog, diyetisyen ve diğer yardımcı sağlık personelinden oluşan bir ekip tarafından yürütülmelidir. Tüm bu tedavi yöntemlerine rağmen hastanın ağrısı giderilemiyor, fonksiyon kaybı artıyorsa cerrahi yöntemlere (artroskopik cerrahi, osteotomi, artroplasti gibi) başvurmak gerekebilir. Diz ağrısı olmadan sağlıklı bir hayat için sloganınız “Ağrı olmayacak kadar egzersiz , tutukluk olmayacak kadar istirahat” olsun l Tedavi yaklaşımları ise: * İlaç dışı tedavi yaklaşımları * Fizik tedavi uygulamaları * İlaç tedavisi * Cerrahi tedavi olarak sıralanabilir. UZM. DR. EVRİM ÜNAL KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ Doğum sonrası depresyonu önemseyin! Birçok kadın anne olduktan sonra hafif hüzün ve kaygı hissedebilir, ruh halinde değişiklikler görülebilir. Genelde bu belirtiler 7-10 gün içinde kendiliğinden düzelir. Ancak dikkat! Bu düzelme süreci uzuyor ve bu hüzün hali artarak devam ediyorsa doğum sonrası depresyona yakalanmış olabilirsiniz. Psikiyatri Uzmanı Evrim Ünal, doğumdan sonraki ilk aylarda sinsice başlayan depresyonun sadece annenin değil bebek ve tüm ailenin etkilenebileceği bir hastalık halini alabileceğini söylüyor. Doğum sonrası depresyonun evlilik sorunları, istenmeyen ya da riskli gebelikler, sosyal desteğin az olması, eşinin ya da kendisinin işsiz olması gibi bir çok risk faktörü ile bağlantılı olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Ünal, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Doğum sonrası bir yıllık dönem depresyona yakalanma açısından riskli Doğum sonrası dönem genellikle aileler için aileye yeni katılan bebek nedeniyle mutlu ve hoş algılanan ve heyecanla beklenen bir dönemdir. Doğumla birlikte kadınlarda ani gelişen hormonal değişiklikler; bebek bakımı, bebekle ilgili sorunlarla başedebilme, annelik gibi yeni rollerin edinilmesi doğum sonrası bir yıllık dönemi hayatın diğer dönemleriyle karşılaştırıldığında psikolojik hastalıklara daha yatkın hale getirir. Depresyon bu hastalıklar arasında en baskın olanı ve ilk akla gelenidir. Annelerdeki depresif hal normal kabul edilebilecek “Lohusalık Hüznü” nden doğum sonrası ağır depresyona kadar ilerleyebilir. Doğum sonrası depresyon sadece annenin değil bebek ve tüm ailenin etkilenebileceği bir bozukluk olduğundan üzerinde önemle durulmalıdır. Ailevi ve ekonomik sorunlar tetikliyor Lohusalık hüznü yeni doğum yapmış annelerin yüzde 50-70’inde görülebilen, normal kabul edilebilecek düzeyde mutsuzluk, hüzün, yorgunluk, kolay ağlama, kaygılanma tablosu şeklinde ortaya çıkar. Bu tablo kısa sürelidir ve yakınlarının sosyal desteği, uyku düzeninin sağlanması ile 1-2 haftada sonlanır. Yeni doğum yapan kadınların yüzde 5-20’sinde ise daha şiddetli depresyon tablosu ortaya çıkar. Doğum sonrası depresyon denilen bu tablo genellikle doğumdan sonra iki ay içinde başlar ve bir yıla kadar sürebilir. Doğum sonrası depresyon evlilik sorunları, istenmeyen gebelikler, riskli gebelikler, sosyal desteğin az olması, eşinin ya da kendisinin işsiz olması, önceki gebeliklerde depresyon geçirilmesi, ailesinde depresyon öyküsü, daha önceki yaşam travmaları gibi risk etkenleri olan kadınlarda daha sık görülür. Anneler kendilerini yetersiz hissettiğinde mutlaka bir uzmana başvurmalı Karamsarlık, çaresiz-umutsuz hissetme, değersizlik düşünceleri, sosyal çevreden uzaklaşma, eve kapanma, iştah-uyku değişiklikleri, dikkat zayıflığı, kolay öfkelenme, kendine bakımın azalması, cinsel isteksizlik, bebeğine yabancılaşma, bebeğine ve kendine zarar verme düşünceleri gelişebilir. Anneler genellikle bu belirtilerin yeni bir bebeğin bakımının getirdiği stresin parçası olduğunu düşünebilir ve “iyi anne”nin kimseye ihtiyaç duymadan bebek bakımını sağlaması gerektiği düşüncesine kapılabilir. Bu tür yakınmaları olan hastalar bu belirtiler ileriki yaşamlarını da etkileyebilecek bazı psikiyatrik hastalıkların ilk atağı olabileceğinden psikiyatri uzmanına başvurmalı ve takip edilmelidir. Anne sütünü aniden kesmek depresyonu arttırabilir Doğum sonrası depresyonda annenin bebeğine ilgisi azalır. Bu dönemde anne sütüyle beslemek annede uykusuzluk, kendine zaman ayıramama, ilaç kullandığında bebeğine zarar vereceği düşüncesine neden olabilir ve yakınmalarını artırabilir. Ancak, anne sütünün aniden kesilmesinin de hormonal değişikliklere neden olarak depresyonu artırabileceği bildirilmektedir. Öncelikli tedavi yöntemi destekleyici terapi olmalı Doğum sonrası depresyon tedavisi belirtilerin ciddiyetine göre değişir. Tedavide öncelikle ilaçsız yöntemler tercih edilir. Hasta yakın takibe alınır, eşiyle görüşülerek bilgilendirilir, destekleyici terapi uygulanır. Aile terapisi ailenin depresyonu daha iyi anlaması ve anneye desteğin sağlanması açısından oldukça etkindir. Grup psikoterapisi de doğum sonrası depresyonda etkindir. Kullanılan ilaçlar anne sütüne geçtiği için zorunlu olmadıkça ilaç önerilmez. Annenin durumunun ciddiyeti bebeği de tehlikeye atacağından ve anne bebeğine bakamayacak duruma gelebileceğinden anne sütüne geçtiği halde bebekte ciddi yan etkiler oluşturmayacak antidepresanlar kullanılabilir. Şiddetli depresyonda özellikle intihar, zarar verme düşünceleri söz konusu olduğunda hastaneye yatırılarak psikiyatrik tedavi uygulanması, emzirmenin sonlandırılarak etkili ilaç tedavisi yapılması gerekebilmektedir l UZM. DR. AYSUN BOĞA YAKACIK DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ / ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ Çocuklarda sık antibiyotik kullanımı bağışıklığı zayıflatıyor Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Aysun Boğa, nezle, grip, soğuk algınlığı gibi viral enfeksiyonların bağışıklık sistemi zayıf olan ve alerjik bünyeli çocukları daha çok etkilediğini söyledi. Özellikle okula yeni başlayan, bağışıklık sistemleri tam olarak gelişmemiş çocukların daha sık hastalandığına işaret eden Uzm. Dr. Boğa, sürekli kalabalık ve kapalı ortamda bulunmanın, ve sık antibiyotik kulanmanın bağışıklık sistemini olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Boğa, çocukların güçlü bağışıklık sistemi için anne babalara şu önerilerde bulundu: Bağışıklık sistemi vücudun ordusudur Bağışıklık sistemi, vücudun çeşitli hastalıklardan kendisini korumasına yardımcı olan; bazı hücreler, kimyasal maddeler ve fiziksel etmenlerden oluşan bir sistemdir. Kısacası vücudun ordusudur. Bağışıklık Sistemi başlıca bulaşıcı enfeksiyon hastalıklarından (nezle, grip, suçiçeği, kızamık, bronşit, menenjit…) korunmamıza yardımcı olur. Ayrıca; güçlü bir bağışıklık sistemi olan kişilerde kanserlerin bile daha az oranda görüldüğü bilinmektedir. Bağışıklığın az ya da çok çalışması ciddi sağlık problemlerine sebep olabilir Bağışıklık sisteminin az çalışması doğumsal ve edinsel (sonradan) olabilir. Doğumsal olanlarda yukarıda bahsettiğim hücrelerin kimyasal maddelerin ve fiziksel etmenlerin sayıca azlığı ya da görevlerini yerine getiremediği görülür. Maalesef doğumdan sonra ciddi sorunlarla karşılaşılabilinir. Edinsel olanlar ise başta AIDS olmak üzere bir takım enfeksiyonlarda, kemoterapi alan çocuklarda olduğu gibi kemik iliğinin baskılandığı durumlarda görülür. Yine bizim burada bahsedeceğimiz bağışıklık sistemini sağlıklı ve güçlü tutmak için almamız gereken önlemleri alamadığımızda da bu mekanizmanın az çalışması ile ilgili sorunlar olabilir. Aşırı çalıştığı durumlarda ise sistem gücünü vücudun doğal hücreleri üzerinde gösterir ve otoimmun kökenli (diyabet, bazı anemi çeşitleri, guatr…) dediğimiz bazı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Bağışıklık sistemi ne zaman ve nasıl oluşur? Bağışıklı sisteminin oluşumu bebeğin ana rahmine düşmesi ile başlar. Sahip olduğu genetik özelliklerle beraber çevrenin de etkisi ile bağışıklık sisteminin elemanları doğuma kadar olgunlaşır. Ve hayatın ilk yıllarında daha fazla olmak üzere gelişimine devam eder. Ayrıca; annenin geçirdiği enfeksiyonlara karşı oluşturduğu antikorlar hamilelik döneminde göbek kordonundan sonrasında ise anne sütünden bebeğe geçerek sistemin önemli bir basamağını oluşturur. Doğumdan sonra başlayan aşılama ve geçirilen enfeksiyonlar ömür boyu sürecek olan gelişimin diğer bir basamağıdır. Çocuklardaki bağışıklık sisteminin en önemli özelliği gelişim sürecinde olmasıdır. Genetik özelliklere müdahale edilemez ama çevresi etkenler bu süreci olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Yetersiz ya da aşırı beslenme bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor Anne sütü verilmemesi, aşılarının zamanında yaptırılmaması, aşırı kirli ya da aşırı temiz çevreye maruz kalınması, kontrolsüz ilaç kullanımı, yetersiz veya aşırı beslenme sonucunda çocuklarımızın bağışıklık sistemi zayıflar. Çocuklarda güçlü bağışıklık sistemi için 5 altın kural; • Anne sütü ve aşıların önemi artık herkes tarafından bilinmektedir. 2 yaşına kadar bebekleri emzirmek ve ASM ‘lerdeki kontrol ve aşılarını aksatmamak oldukça önemlidir. • Kaliteli uyku sırasında vücuttaki hücreler dinlenir ve yenilenir. Büyüme hormonu salınımıyla birlikte vücut direnci artar. Onlara sağlıklı bir uyku alışkanlığı kazandırmak gerekir. • Su bedenimiz için vazgeçilmezdir. Toksinlerin atılımını hızlandırır. Bu nedenle su ve sıvı gıda tüketimi arttırılmalıdır. • Rahatça koşup oynayan, spor yapan, sevildiğini hisseden mutlu bir çocuğun bağışıklık sisteminin de güçlü olacağı bir gerçektir. • Dengeli beslenmede bağışıklık sistemini güçlendirir. • Selenyum - karides, mantar, dana / kuzu ciğeri somon ve ton balığı, kırlangıç balığı, yumurtanın sarısı, esmer pirinç tüketimi • Et, pekmez, ciğer, yumurta, kuru üzüm, baklagiyat tüketimi • Çinko: Et, pişmiş nohut tüketimi • E Vitamini: Kuru yemiş, zeytin, zeytin yağı, yeşil sebze tüketimi • A Vitamini: Greyfurt, havuç, kuru kayısı, (doğal olan kükürtle sarartılmayan) Trabzon hurması, kara lahana, pancar, kara turp tüketimi ile elde edilebilir. D Vitamini, C vitamini, selenyum ve demir antioksidandır. Bunların haricinde soğan ve sarımsakta da bağışıklık sistemini pozitif yönde etkileyen bir takım maddeler bulunur. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için; • D Vitamini: Yeşil yapraklı sebze tüketimi, gün ışığına çıkmak • C Vitamini: Portakal, Mandalina, Limon, çilek, kivi, greyfurt, zerdeçal, elma, kavun tüketimi • Soğan / Sarımsak • Omega 3 – balık, ceviz tüketimi • Probiotik / prebiotik - mayalı ürünler yoğurt, kefir, ayran tüketimi • Selenyum - karides, mantar, dana / kuzu ciğeri somon ve ton balığı, kırlangıç balığı, yumurtanın sarısı,esmer pirinç tüketimi • Demir: Et, pekmez, ciğer, yumurta, kuru üzüm, baklagiyat tüketimi • Çinko: Et, pişmiş nohut tüketimi • E Vitamini: Kuru yemiş, zeytin, zeytin yağı, yeşil sebze tüketimi • A Vitamini: Greyfurt, havuç, kuru kayısı, (doğal olan kükürtle sarartılmayan) Trabzon hurması, kara lahana, pancar, kara turp tüketimi ile elde edilebilir. D Vitamini, C vitamini, selenyum ve demir antioksidandır. Bunların haricinde soğan ve sarımsakta da bağışıklık sistemini pozitif yönde etkileyen bir takım maddeler bulunur. Aşırı temiz çevre, çocuğun toplumsal florayla çok geç tanışmasına neden olur. Eninde sonunda karşılaşacağı bu florayla erken zamanda tanışması çocuklarımızın yararınadır. Aşırı titizlik, sık hastalanıyor diyerek okula / kreşe göndermemek uygun bir davranış değildir. Hijyen hipotezine göre böyle bir tutum otoimmun kökenli ve astım gibi alerjik hastalıkların artmasına neden olmaktadır. Hekime danışmadan ilaç kullanmak (özellikle antibiyotik) çocuklarımız yerine mikropların direnç kazanmasına neden olur. Yetersiz beslenme ile ilgili ayrıntıya gireceğiz ama; obezitenin de kan yağlarının yükselmesine neden olarak bağışıklığı zayıflattığı bilinmektedir. Bağışıklık sistemini güçlendirmek amacıyla gereksiz gıda takviyesi kullanmayın Dengeli beslenen çocuklarda; doğumda kas içine yapılan 1 mg K Vitamini ve ilk bir yaşta alınması gereken 400 ünite/gün D vitamini dışında, gıda takviyelerine pek ihtiyaç duyulmaz. Bununla birlikte bazı kronik hastalıklarda olduğu gibi metabolik ihtiyaçın arttığı durumlarda ve yeterli beslenmeyen çocuklara da destekleyici olarak kullanılabilir l Düzenli ve sağlıklı beslenme bağışıklığı güçlendiriyor Vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan enerji ve besin öğelerinin her birinin yeterli miktarda ve vücuda uygun şekilde alınması bağışıklık sistemini güçlendiren bir diğer önemli faktördür. Dengeli beslenmede 4 besin grubundan (ekmek tahıl grubu, süt grubu, et, yumurta, kuru baklagil grubu, sebze ve meyve grubu) uygun bir şekilde tüketmek gerekmektedir. Fastfood yiyeceklerinden, rafine besinlerden uzak durmak gerekir. Türkiye’den, dünyadan. Sağlık için, Bıçakcılar’dan. Türk sağlık sektörüne, ihtiyacı olan kaliteli, nitelikli ve güvenli ürünleri yıllardır hep Bıçakcılar sundu: Üretiminde hep aynı insan odaklı yaklașımı ve çevre duyarlılığını gözeterek... Bıçakcılar’ın her zaman en ileri teknoloji ile ürettiği yaklașık 300 çeșit tıbbi cihaz ve 2.500 tek kullanımlık tıbbi ürün, Türk sağlık sektöründe yıllardır güvenle ve sorunsuz kullanıldı, kullanılıyor... Bıçakcılar kendi üretim hattı dıșında kalan pek çok ürünü de yıllardır dünyanın en güvenilir ve en seçkin markaları arasından seçerek, Türk sağlık sektörünün kullanımına sunuyor. Dünyanın güvendiği Bıçakcılar, dünyanın güvenilir markalarıyla çalıștı, çalıșıyor. Türkiye için, sağlık için, insan için... /bicakcilartibbi /bicakcilartibbi BTK-BIC-007-00 PROF. DR. EMİNE DERVİŞ HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / DERMATOLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU El bakımının püf noktaları Boynunuzdaki çizgiler ve ellerinizdeki kırışıklıkların yaşınızı kolaylıkla ele verebileceğini biliyor musunuz? Ellerinize gereken özeni göstermediğiniz takdirde sert ve lekeli ellere sahip olabileceğinize dikkat çeken Prof. Dr. Emine Derviş, özellikle kış aylarında soğuk hava, şiddetli rüzgâr gibi etkenlerden kuruyan ve çatlayan ellerin sık sık nemlendirilmesi, yaz aylarında ise güneşten korunması gerektiğini söylüyor.Tıpta cilt ve tırnakların kişinin sağlık durumu hakkında fikir sahibi olunabilecek göstergelerden biri olduğunu kaydeden Derviş, matlaşan cilt ve el derisinin bazı hastalıkların ön belirtileri olabileceğini söylüyor. Derviş “El bakımında dışarıdan bakım çok önemlidir, ancak beslenme yoluyla da yeterli vitamin ve mineral desteği sağlamalıyız” diyor ve ekliyor. “Fonksiyonel görevleri yanısıra duygularımızı ifade ederken de kullandığımız ellerimize özen göstermeli, en azından kışın kolay emilen vitamin içerikli bir el kremini çantamızdan eksik etmemeliyiz” Prof. Dr. Derviş konu hakkında şu bilgileri veriyor: Kuruyan ciltte allerji ve egzema olasılığı artar Normalde derinin savunma mekanizmaları derinin korunması için yeterli iken çeşitli dış etkenler derinin doğal nem ve yağının azalmasına, neticede derinin kuruma ve çatlamasına yol açar. Kuruyan ve çatlayan deri allerjenler ve tahriş edicilerden daha kolay etkilenir ve egzemaların oluşma olasılığı artar. Kuruyan el derisinde oluşan egzema eğilimi dışında görüntü bozuklukları kişilerin sosyal yaşamda kendilerini kötü hissetmesine yol açabilir. Dış etkenlerden en çok el ve yüz derimiz etkileniyor Özellikle ev hanımlarının su, sabun, deterjanlarla yoğun teması,bazen iş yaşamında çimento, boya gibi çeşitli kimyasallar, güneş ışınları, nem, rüzgar, soğuk, sıcak gibi hava şartları el derisinde savunma mekanizmalarının bozulmasına yol açabilir. Ellerimize zarar vermemek için sık ve uzun süreli su-sabun temasından kaçınmak gerekir. El yıkamaları esnasında yüzükler çıkarılarak yüzük altlarında sabun artığı ve nem kalmamasına özen gösterilmelidir. Yıkama için çok sıcak su, çok köpüren ve kokulu sabunlar kullanılmamalıdır. Sabunların nötr veya hafif asidik PH da olmalarına dikkat edilmeli, hafif hareketlerle eller kurulandıktan sonra derinin kurumasına izin vermeden bir iki dakika içinde nemlendiriciler kullanılmalıdır. Meslek gereği allerjenler veya tahriş edici malzemelerle teması olanlar işe uygun koruyucu iş eldivenleri, bulaşık, çamaşır nedeniyle aşırı su teması olanlar sudan korunmayı sağlayabilecek pamuk astarlı eldivenler giymelidir. Soğuk ve rüzgarla yoğun teması olan kişiler açık havaya çıkarken soğuk ve rüzgarla doğrudan teması kesen eldivenler giymelidir. Elleri de güneşten korumak gerekiyor Güneş ışınlarının el derisini yaşlandırıcı özelliklerinden korunmak için özellikle yaz aylarında dışarı çıkmadan önce ellere yüksek ultraviyole filtreli güneş koruyucu kremler sürülmelidir. Güneşten korunmaya ne kadar erken yaşta başlanırsa kahverengi lekeler gibi güneşe bağlı yaşlanma belirtilerinin oluşma olasılığı korunma oranında azalacaktır. Deri ve tırnaktaki değişiklikler bazı hastalıkların göstergesi olabilir Bakımlı düzgün eller ve tırnaklar sağlık göstergesi olarak kabul edilirken deri ve tırnaklardaki çeşitli değişiklikler bazen bir deri hastalığının veya dahili bir hastalığın habercisi olabilir. Örneğin, ellerdeki inatçı kepekli, kırmızı, kaşıntılı belirtiler egzema, mantar, sedef hastalığına ait belirtiler olabilir. Tırnaklardaki kırılmalar dış etkenlere bağlı olabileceği gibi kansızlık göstergesi olabilir. Bu tip değişikliklerde mutlaka hekime başvurulmalıdır. Tırnak temizliğine dikkat Tırnak ve çevresinin çeşitli mikroplardan korunması için tırnak etlerinin koparılmaması, derin bir şekilde kesilmemesi ve tırnak bakımında kullanılan aletlerin temiz-steril olması gerekir. Tırnakların aşırı uzun tutulması tırnakların kırılganlığının artmasına neden olabileceği için tırnaklar aşırı uzatılmamalıdır. Bazı tırnak cilaları koruyucu bir örtü oluşturarak tırnağı dış etkenlerden koruyabilir, ancak tırnak boyaları ve asetonun yoğun kullanımı tırnak plağı kurumasına yol açabilir. Bu nedenle tırnak temizliği yapıldıktan sonra tırnaklara da nemlendirici kremler uygulanmalıdır l En önemli tarih ve kültürmiraslarımızdan biri: “ÇIRAĞAN SARAYI” Çırağan Sarayı bugün bulunduğu haline ulaşana kadar dört beş defa yıkılıp yeniden yapılan bir binadır. Bina Cumhuriyet döneminde son haline mümkün olduğunca sadık kalınarak restore edilmiştir. En önemli tarih ve kültür miraslarımız arasında yer alan bu yapıt 1990 yılında tamamlanan restore sonrası otel olarak hizmet vermektedir. Bir zamanlar Osmanlı sultanlarına ev sahipliği yapmış olan Çırağan Sarayı, yıllar boyunca çeşitli aşklara tanıklık etmiş, bir çok tarihi içinde yaşatmış yegane saraylarımızdan biridir. Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki sahil yolunu süsleyen mekan, inanılmaz güzelte bir mimari tasarıma sahiptir. 1990 yılında tamamlanan restorasyon çalışmaları sonrası otel olarak hizmet vermeye başlayan saray, en önemli tarih ve kültür miraslarımız arasında yer alıyor. Çırağan Sarayı‘nın tarihi Lale Devri’ne rastlar. Daha önce Kazancıoğlu Bahçeleri adıyla özel mülk olan İstanbul Yıldız Parkı’nın da içinde olduğu bir alan içerisinde yer alan arazinin III. Ahmed döneminde devlet malı olduğu bilinmektedir. Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın kullanımına tahsis edilen arazide o dönem padişahın kızı, sadrazamın eşine ait bir köşk bulunmaktaydı. Çırağan Sarayı’nın bulunduğu bölgede bir okul ve Mevlevihane yer alırdı. Sultan II. Mahmud burada yer alan tüm binaları yıkarak bir saray inşa ettirmiştir. Sarayın varoluş macerası II. Mahmud döneminde başlar Çırağan Sarayı‘nın bugün ulaştığı form ilginç ve yer yer kötüleşen bir macera sonucu oluşmuştur. Sarayın varoluş macerası II. Mahmud zamanında başlar. Sultan Abdulmecid, selefinin yaptırdığı bu sarayı beğenmez ve yıktırır. Batı mimari tarzıyla bir proje çıkarır. Ancak yaşamı projeyi tamamlamaya el vermez. Kardeşi Sultan Abdulaziz sarayı bir miras olarak kabul eder. Bakımı ve yeniden yapımı için muazzam bir çaba harcar. Tarihçilere göre sarayın yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır. 4.5 milyon altın harcanarak inşa edildi Çırağan Sarayı dönemin parasıyla 4.5 milyon altın harcanarak inşa edilmiştir. Bu miktar içinde 400 bin Osmanlı Lirası sahil yoluna harcanmış, dünyaca ünlü altın kapıların her birine de biner altın harcanmıştır. Şu anda bu değerli kapılar Berlin Müzesi içinde sergilenmektedir. Sarayın diğer kıymetli eserleri ise 1910 yılında çıkan bir yangında kül olmuştur. Bugün sarayın muhteşem manzarası, boğaz içindeki konumu ve yapının görkemi haricinde elde kalan pek fazla şey yoktur. Oysa saray bahçesinde yer alan ağaçlar bile birer doğal hazine niteliği göstermekte iken Beşiktaş Spor Klübü tarafından stadyum yapımı için cumhuriyet döneminde kesilmişlerdir. Diğer doğal ve kültürel miraslar ise zaman içinde tahrip edilmiş, yanmış yağmalanmıştır. 1910 yılında çıkan yangında 5 saat içerisinde tamamen yandı Çırağan Sarayı ismini Lale Devri’nin ışık eğlencelerinden alır. Lale Devri’nin gelişkin eğlence kültürü içinde bu saray önemli merkezler arasında yer almaktadır. Eğlence dönemlerinin bitişine müteakip sultanların bile uğramadığı bir yer haline geldiği bilinir. Bu dönem yapının Osmanlı Mebusan Meclisi olarak kullanıldığı 1909 yılına kadar sürmüştür. Meclis olarak kullanıldığı dönemde de saray talihsiz zamanlar geçirmiş, meclis olduktan kısa bir süre sonra çıkan yangın bina içindeki tarihi eserleri yok etmiştir. 20 Ocak 1910’da çıkan yangında saray 5 saat içerisinde tamamen yanmıştır. Yangında bir çok tarihi, antika eserle birlikte II. Abdülhamit’e ait özel koleksiyonlar ile V. Murat’ın kütüphanesi tamamen kül olmuştur. Bugün dünya liderlerini ağırlayan turistik bir otel Çırağan Sarayı bugün otel ve organizasyon merkezi olarak hizmet vermektedir. Burada dünya liderleri, iş adamları, çeşitli siyasi kuruluşlarla sivil toplum kuruluşları organizasyonlar düzenlemektedir l Böbrek hastalıkları bilinçlendirme sempozyumu Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Abdülkadir Ünsal ise; Dünya Böbrek Haftası olması nedeniyle bu etkinliğe ev sahipliği yapmaktan onur duyduklarını belirterek tüm meslektaşlarının ve sağlık çalışanlarının Tıp Bayramını kutladığını belirtti. Her yıl Mart ayı içerisinde Dünya Böbrek Günü’nün kutlanıyor olması nedeniyle birbirinden önemli mesajların verildiği sempozyumda; böbreklerin insanla birlikte yaşlandığı, önemli olanın böbreklerin bozulmadan, hastalanmadan nasıl korunması gerektiği konularına dikkat çekildi l İstanbul Sağlık Müdürlüğü 14 Mart Tıp Bayramı kapsamındaki etkinliklerine bir yenisini daha ekledi. Etkinliklerin ikincisi Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerçekleşti. 10 Mart 2014 tarihinde düzenlenen Böbrek Hastalıkları Bilinçlendirme Sempozyumu’na İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, Şişli Kaymakamı Salih Işık, Kamu Hastaneler Kurumu Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Dr. Güven Bektemür, sağlık yöneticileri ve çok sayıda sağlık çalışanı ile vatandaş katıldı. Halka açık olarak gerçekleştirilen sempozyumda, her sunumun sonunda katılımcıların soruları yanıtlandı. Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak yapmış olduğu konuşmasında, 14 Mart Tıp Bayramı’nın tek bir gün yerine hafta olarak kutlandığını, Sağlık Müdürlüğü olarak da bu çerçevede bir dizi etkinlik gerçekleştirileceğini ifade etti. ”Böbrek Hastalıkları Bilinçlendirme Sempozyumu bu kapsamdaki etkinliklerimizin ikincisidir. Bu vesileyle buradan tüm meslektaşlarımızın ve Tıp camiasının Tıp Bayramını en içten duygularımla kutluyorum” diyerek emeği geçenlere teşekkür etti. “Böbrek Hastalıkları Bilinçlendirme” sempozyumunda; Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu “Böbrek nedir? İşlevi Nedir? Böbrek Hastalıkları Nasıl Anlaşılır?” Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ “Şeker Hastalığı ve Obezitenin Böbrek Hastalığı İle İlişkisi” Prof. Dr. Alaattin Yıldız “Hipertansiyon ve Böbrek Hastalığı İlişkisi” Prof. Dr. Tevfik Ejder “İlaç Kullanımı ve Böbrek Hastalığı İlişkisi” Prof. Dr. Ahmet Yaser Müslümanoğlu “Taş Hastalığı” Prof. Dr. Faruk Öktem “Çocuklarda Böbrek Hastalığı” Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu “Böbrek Hastalıklarında Yaşanan Ruhsal Sıkıntılar” Doç. Dr. Taner Baştürk “Böbrek Hastalıklarından Korunma” Doç. Dr. Yener Koç “Böbrek Hastalıklarında Tedavi” temalı konular ele alındı. Sağlıktan kısa kısa... BAKAN MÜEZZİNOĞLU: “ALDIĞIMIZ BİR TORBA İLAÇ MANAVDAN ALDIĞIMIZ BİR TORBA MEYVE DEĞİLDİR” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezinoğlu, ilacın faydaları olduğu gibi yan etkisinin de bulunduğunu ifade ederek, “Aldığımız bir torba ilaç manavdan aldığımız bir torba meyve değildir. Bir torba kimyasaldır” dedi. Müezzinoğlu, ilaç kullanımının artması ile ilgili yaptığı açıklamada, ilaç kullanımı yönünde kamu spotlarıyla çalışmalara devam edildiğini belirterek, “Şunu vurgulamak istiyoruz, aldığımız bir torba ilaç manavdan aldığımız bir torba meyve değildir. Bir torba kimyasaldır, faydaları olduğu gibi yan etkisi de vardır. Böbreğimize, karaciğerimize ve kan dolaşımımıza etkileri var. Nasıl olsa devlet veriyor, nasıl olsa eczaneden alabiliyorum anlayışıyla değil, tedavi için gerekli mi, değil mi? Mutlaka hekim kontrolünde bilinçli bir şekilde yapmamız lazım. Bazen annelere şu cümleyi söylüyorum, ‘Doktor Bey bu ağrı kesici şart mı? Bu ateş düşürücü şart mı? Bu antibiyotik şart mı?’ Niye yazmadın değil ‘mecbur muyuz?’ cümlesini annelerinin ve ailelerinin hekimlere sormaları lazım. Biz de genelde ‘doktora çocuğumu götürdüm bir antibiyotik bile yazmadı.’ Bir kusur gibi bir baskı gibi kullanılıyor, ama aksine antibiyotik dediğimiz, bir şişe süt değil bir tablet kimyasaldır. O çocuğun karaciğeri o çocuğun böbreği alerjik reaksiyonlarına altyapı oluşturmamalıyız. İlacı kullanırken aman dikkat uyarılarını titizlikle uymamız lazım. İnşallah önümüzdeki süreçte ilaç tüketimi akılcı ilaç kullanımı ve bilinçli ilaç kullanımı ile ilgili de yaygın kampanyalar yapacağız, medyadan da destek istiyoruz” diye konuştu. BEL VE BOYUN FITIĞINA MANÜEL TERAPİ Bel ve boyun ağrılarının kas iskelet sistemi içerisindeki en sık karşılaşılan rahatsızlıkların başında geldiğini ifade eden Fizik Tedavi ve Manüel Terapi Uzmanı Dr. Ali Şahabettinoğlu, bunların basit bir ağrı yakınması olarak algılanmasına rağmen, birçok hastalığın habercisi olabileceğini söyledi. Şahabettinoğlu, elle tedavi ile yüzde 98 fıtık hastanın iyileştiğini, sadece yüzde1 veya 2 hastada ameliyat gerektiğini sözlerine ekledi. Bursa’daki merkezinde uzun yıllardır uyguladığı manüel terapi (elle tedavi) yöntemi ile birçok hastaya deva olan Şahabettinoğlu, uyguladığı bu tedavi yönteminin Türkiye’de çok az sayıda uzman doktor tarafından uygulandığını söyledi. Manüel terapinin hafif vakalarda 2 veya 3, orta vakalarda 4 veya 6, ileri vakalarda ise 8 veya 10 seans sürdüğünü ifade eden Şahabettinoğlu, tedavileri 3-5 gün aralıklarla uyguladığını ve elle tedavi ile yüzde 98 hastanın iyileştiğini, sadece yüzde 1 veya 2 hastada ameliyat gerektiğini sözlerine ekledi. PROSTAT HASTALARI KAFEİNLİ İÇECEKLERDEN UZAK DURUN Diyetisyen Gizem Şeber, kafeinli içeceklerin vücuttan idrarla sıvı atımını hızlandırdığı için prostat hastalarının bu içeceklerden uzak durması gerektiğini söyledi. Prostat hastası olanların sıvı tüketimi saatlerine dikkat etmesi gerektiğinin altını çizen Şeber, şunları kaydetti: “İdrara çıkmakta yaşanan güçlük hastanın gece boyunca birkaç sefer uyanmasına neden olabilir. Bu nedenle sıvı tüketimi yatmaya 2 saat kala kesilmelidir. Fakat idrara çıkmakta yaşanan güçlük sıvı tüketiminin azalmasına neden olmamalıdır. Günde 1,5-2 litre sıvı tüketmeye özen gösterilmelidir. Kafeinli içeceklerden uzak durulmalıdır. Kafein içerikli çay, kahve, asitli içecekler vücuttan idrarla sıvı atımını hızlandırdığından ve arttırdığından ötürü prostat büyümesi olan kişilerin, kafeinli içecek tüketiminden kaçınmaları gerekir. Prostat büyümesi olan kişilerin idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskleri yükseldiğinden ötürü yeterli ve dengeli beslenerek bağışıklık sistemlerini desteklemeleri gerekir.” MASA BAŞINDA ÇALIŞANLARDA BÖBREK TAŞI OLMA RİSKİ DAHA FAZLA Böbrek taşının kadınlara oranla erkeklerde daha fazla bulunduğunu belirten Üroloji Uzmanı Op. Dr. Veysel Yüzgeç, masa başında oturanların da risk altında olduğunu söyledi. Üroloji Uzmanı Op. Dr. Veysel Yüzgeç, böbrek taşıyla ilgili bilgiler verdi. Taşların insan vücudunda 3 yerde bulunduğunu ifade eden Yüzgeç, “Bunlardan birincisi böbrek içerisinde olan taşlar, ikincisi böbrek ve mesane arasında olan taşlar, üçüncüsü mesane ile üretreda olan taşlardır. Bunların yeri ve tarafına göre hastaların ağrı şekli, klinik bulgular, tedavi şekilleri, ameliyat şekilleri değişebilir. Öner sistemde taş genellikle konsantre idrarlarda olur. Bu idrarlardaki mineraller, tuzlar tümül dediğimiz böbreğin anotemik yapılarında kristalleşirler. O kristaller de üst üste binerek önce çekirdek taşlara, daha sonra kabuklaşmalar olarak büyük taşlara dönüşebilirler. Onun için biz su içilmesini öneriyoruz. Konsantre idrar az su içenlerde olur” dedi. Böbrek taşının ailesinde veya kendisinde olup da düşürenlerde 5 yıl içerisinde tekrar nüksetme ihtimalinin olduğunu belirten Op. Dr. Yüzgeç, bu durumda olanların ilk 5 yıl, 6 ayda veya en az yılda bir defa mutlaka kontrolden geçmelerini önerdi. SİNÜZİT, BIÇAKSIZ AMELİYATLA 10 DAKİKADA TARİHE KARIŞIYOR “Balon sinoplasti” yöntemi ile burun tıkanmaları ve dayanılmaz baş ağrılarına neden olan sinüzitten kısa sürede kurtulmak ve aynı gün içerisinde taburcu olmak mümkün hale geldi. Tıpta, sinüs boşlukları mukozaların iltihaplanması sonucu ortaya çıkan sinüzitten kısa sürede bıçaksız şekilde kurtulmanın yolu, yeni geliştirilen bir cihaz sayesinde açıldı. “Balon Sinoplasti” yöntemi adı verilen yeni sistem, tıkalı koroner damarların balon ile genişletilmesi mantığının, sinüs kanallarına uygulanması şeklinde çalışıyor.Geliştirilen sistemin uygulamasını başarıyla gerçekleştiren Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Volkan Kahya, sinüzit ameliyatının kesi olmaksızın, sinüslere gönderilen baloncuklar sayesinde genişleterek açıldığını belirterek, “Eskiden sinüzit ameliyatları kesi yöntemiyle yapılıyordu. Hastalar ameliyatta ve sonrasında acı çekiyor ve kanamaları oluyordu. Yöntem ile hastanın kapalı olan sinüslerine gönderilen balonlar genişletilerek sinüs yolu açılıyor. Hem çok kısa sürede, hem kanamasız şekilde sinüzit ameliyatı gerçekleştirilmiş oluyor. “ diye konuştu. MEME KANSERİNDE KOLTUK ALTININ ÖNEMİ GÖRME VE İŞİTME ENGELLİLER DE FİLM İZLEYECEK Mersin Üniversitesi (MEÜ) Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Dağ meme kanseri ve sentinel lenf biyopsisi ile ilgili açıklamalarda bulundu. Dağ, “Artık her gelen hastada meme alınmıyor. Meme koruyucu cerrahisi söz konusu. Biz üniversitemizde meme kanseri konusunda her tür ameliyatı yapıyoruz. Meme ile ilgili müdahalenin yanında meme kanseri tedavisinin en önemli parçalarından biri koltuk altının durumu. Koltuk altı meme kanserinde çok önemli. Meme kanserinin ilk sıçrayacağı bölge koltuk altıdır. Her ne kadar meme kanserinde memeye olan girişimler hafif olsa da son 15-20 yıla kadar koltuk altını sürekli körleme, temizleme şeklinde bir yaklaşım söz konusuydu. Son 15-20 yılda da koltuk altına hafif yaklaşıyoruz. Her meme kanseri hastasının koltuk altı temizlenme ihtiyacı yok artık. Çünkü biz biliyoruz ki meme kanserinin yüzde 70-75’i başvuru anında koltuk altına sıçramamış oluyor. O yüzden koltuk altını siz temizlerseniz neredeyse 10 hastadan 7’sini fazladan ameliyat etmiş oluyorsunuz” şeklinde konuştu. 2011 yılında başlatılan “Sinema Engel Tanımıyor” projesi kapsamında bu yıl da görme ve işitme engelliler için seçkin filmlerle dolu bir program hazırlandı. Görme ve işitme engelliler için sesli betimleme, Türkçe işaret dili ve altyazı eklenerek hazırlanan filmler, okullarda sosyal etkinlik saatlerinde, yerel belediyelerin ve ilgili kurumların uygun gördüğü zamanlarda projeksiyonlu yansıtma ile DVD formatında gösterilecek. Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nce de onaylanan projeyle farkındalık oluşturmak ve duyarlılığı artırmak amaçlanıyor. Proje kapsamında Muş, Bitlis, Hakkari, Diyarbakır, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Düzce, Trabzon, Samsun, Muğla, Denizli illerinde ve gelecek taleplerle belirlenecek şehirlerde gösterim yapılacak. GAZİANTEPLİ DOKTORDAN ÇIĞIR AÇACAK NAKİLSİZ YÜZ Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Cerrahi Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Mutaf, bebekken feci şekilde yanarak yüzünü tamamen kaybeden kadına, sadece kendi vücudunda bulunan dokuları kullanarak yeni bir yüz yaptı. Prof. Dr. Mehmet Mutaf, “Yüz nakilleri sonrası doku reddini önlemek için ölümcül yan etkilere sahip ilaçlar kullanılmakta ve bu ilaçlara gerek duyulmadan, kişinin kendi dokularının kullanılması yoluyla yeni bir yüz yapmanın mümkün olduğunu gösteren bu yeni yöntem bu alanda çok şeyi değiştirecek” dedi. Prof. Mutaf tarafından geliştirilen bu yöntem yüz nakli girişimleri için hasta seçim kriterlerini de kökünden değiştirebilir. Bebeklik çağında bir yangın neticesi tüm yüzü yanan 41 yaşındaki Asiye Engiz, maddi imkanların müsait olmayışı ve yüzünün durumuyla ilgili gittiği doktorlardan ‘bir şey yapılamaz’ cevabını alması sonrasında yıllarca süren bekleyişinin ardından ümitlerinin tükendiği noktada Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı’na başvurdu. Plastik cerrahi alanında geliştirdiği yöntemlerle dünya çapında tanınan Prof. Dr. Mehmet Mutaf tarafından fark edilen Asiye Engiz, Prof. Dr. Mehmet Mutaf ve ekibi tarafından gerçekleştirilen ve sadece hastanın kendi dokuları kullanılarak yapılan ameliyatlarla normal görünümde bir yüze kavuştu. KAFASINDAKİ MERMİYLE 48 YIL YAŞADI Başağrısı şikayetiyle doktora giden Çinli kadının 48 yıl boyunca kafatasında bir mermiyle yaşadığı ortaya çıktı. Zhao(62) soyisimli Çinli kadın, 10 yıldır devam eden sabit başağrıları, burun tıkanıklığı ve lenf düğümlerinin şişmesi şikayetiyle doktora başvurdu. Kadını muayene eden hekim, 2.5 cm uzunluğunda, 0.5 cv genişliğindeki kafatasında gömülü mermeyi farkedince, hastayı hemen ameliyata aldı.Çin’in Liaoning bölgesinde yaşayan Zhao, kafasındaki merminin kendisini öldürmediği için çok mutlu olduğunu söyleyip, sağlığına kavuşmasını ve ailesiyle birlikte olmasını sağladıkları için doktorlara teşekkür etti. Çinli kadının bir kaza kurşunuyla vurulup vurulmadığı konusunda net bir bilgi yok. Want Chine Times, kadının 14 yaşında sağ şakağından vurulduğunu fakat kadının başına isabet edenin taş olduğunu zannettiğini yazdı. Doktorlar, merminin Zhao’nun burnunda saplanıp kaldığını, beynin zarar görmemesi için acil ameliyat ettiklerini açıkladı. YÜKSEK ISI VE ATEŞ ERKEN YAŞTA KATARAKTA NEDEN OLUYOR Dönerci, kaynakçı, fırıncı gibi yüksek ısı ve ateş karşısında çalışılan bazı meslek gruplarında ve özellikle sıcak cam endüstrisinde çalışan işçilerde yaşa bağlı olmaksızın çok daha erken yaşlarda katarakt gelişebiliyor. Prof. Dr. Dilaver Erşanlı, ısı ve ateş karşısında uzun süre bulunmaktan dolayı, göz merceğindeki opaklaşma sonucu katarakt oluştuğuna dikkat çekti. Erşanlı, ilerlemiş kataraktta göz merceğinde, sarı kahverengi pigment kümelerinin görülmesinin çok sık karşılaşılan bir durum olduğunu vurguladı. Yüksek ısının göze verdiği zararları anlatan Erşanlı, “İnsan göz merceğinin ıslak ağırlığının yüzde 33’ü mükemmel protein dizilimlerinden oluşur. Genç insanlara baktığımızda göz merceği proteinlerinin yüzde 90’ı suda çözünen proteinlerden oluşur. Bu proteinlerden en önemlisi olan alfa kristalin protein kompleksi kısmi olarak sıcaklık nedeni ile bozulmuş ve miktarı artmış suda erimeyen proteinlere bağlanarak opaklaşmayı başlatır. Bu opaklaşma ışığın sinir tabakasına düşmesini engeller ve bunun sonucunda görme keskinliği ve kalitesi bozulur” diye konuştu. KAN SULANDIRICI İLAÇLAR TARİHE KARIŞACAK Kalp hastalığı sebebiyle felç olma riski olan hastaların kullanmak zorunda olduğu kan sulandırıcı ilaçlar artık tarihe karışacak. Avrupa’da ve dünyada yaklaşık 7 yıldır uygulanan şemsiye şeklindeki özel yapım kapatma cihazı ile hastalar beyin felcinden ve kalp için gerekli olan kan sulandırıcı ilaçlardan kurtuluyor. Hastaların, pek çok ilaçla etkileşime girdiği için riskli görülen kan sulandırıcı ilaçlardan kurtulmasını sağlayan yöntemi, 76 yaşında atriyal fibrilasyon (kalp ritm) bozukluğu ve kalp çarpıntısı nedeniyle beyin kanaması geçiren İzmirli bir hastaya başarıyla uygulayan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Spor Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı Profesör Doktor Daimi Kaya ve ekibi, 75 yaş üstü hastalarda kullanılmaya başlayan yeni tedavi yöntemini İzmir’de ilk kez başarıyla uyguladı. Prof. Daimi Kaya ve Doç. Dr. Hüseyin Durgun kasıktan girerek yarım saat içinde gerçekleştirilen operasyonun felç riskini minimuma indirdiğini belirtti. 82 YAŞINDAKİ KADIN 5 YIL SONRA YENİDEN YÜRÜMEYE BAŞLADI 5 yıldır yürüyemeyen ve bütün ihtiyaçlarını emekleyerek karşılayan 82 yaşındaki Server Eken, bir ay içerisinde gerçekleştirilen iki operasyonun ardından yeniden yürümeye başladı. Dizlerindeki sorunlar ve yaşının da verdiği rahatsızlıklar nedeniyle 5 yıldır yürüyemeyen Server Eken, Operatör Dr. Sedat Seven tarafından gerçekleştirilen operasyonların ardından yeniden yürümeye başladı.Server Eken’in protez ameliyat ile tedavisini gerçekleştiren Dr. Sedat Seven, “Hastamız muayene için bize geldiğinde dizlerinin üzerinde emekleyerek yürüyebiliyordu. Dizlerindeki aşınmadan dolayı ayaklarının üzerine hiç basamıyordu. Her iki dizine de protez ameliyatı yaptık. Şimdi hastamız ayağa kalktığı zaman daha rahat bir şekilde basabiliyor ve acı hissetmiyor. Kas gücü yerine geldikçe, muhtemelen bir ay içerisinde koltuk değneklerini de bırakarak yürüyebilecek” dedi l Bunları biliyor musunuz? Kakao mide ağrılarını tedavi etmek için de kullanılabilir. Ölüm, insanların en büyük korkuları listesinde ikinci sırada yer almaktadır. İlk sırada başarısız olma korkusu vardır. Ortalama bir insan yılda 1.460 ‘in üzerinde rüya görür. 3 renkli kedilerin hepsi dişidir. Cep telefonlarından her gün ortalama 5 milyar mesaj gönderilmektedir. Bir kurbağa yeterince ateş böceği yerse midesi ışıl ışıl olur. Sadece erkek kanaryalar ötebilir. Yunusların hepsi tek gözleri açık uyurlar. Çünkü yunuslar çok tedirgin hayvanlardır ve kendilerini koruma içgüdüsü çok gelişmiştir. Herhangi bir tehlikeye karşı her zaman tedbirlidirler. Her insan günde ortalama 2 kilo çöp üretiyor Bilinenin aksine yanlış dereceli gözlük gözleri bozmaz. Bilgisayarla çalışmak da gözleri bozmaz sadece yorar. Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür. Altmış yaşında insanlar, tat alma duyularının %50’sini kaybederler. İnsanlar ömrü boyunca 20 kilo toz yutarlar. Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır. Amerika’da her saat 40 kişi kanserden hayatını kaybediyor. Hindistan’da oyun kağıtları yuvarlaktır. Kedilerin her bir kulağında 32 adele vardır. Ketçap önceleri ilaç olarak kullanılıyordu. Dünyanın ağırlığı yaklaşık 6,588,000,000,000,000,000,000,000 tondur. Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir. Yunusların beyni insanlarınkinden daha büyüktür.
© Copyright 2024 Paperzz