10 14 36 48 50 Dikkat! Vücudumuza günde 0,3 mg deterjan alıyoruz Zahide Yetiş ile sağlık üzerine İstanbul'da 30 ambulans daha hizmette 2014 / 2. SAYI Ergenlik psikolojisine dikkat Yüzmenin faydaları saymakla bitmiyor İftarda İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün 3 ayda bir yayınlanan ücretsiz dergisidir. ISSN NO: 1300-9346 boş mideye birden yüklenmeyin! PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK kapağımıza taşıdık. Ramazan ayını önemli kılan en önemli etken, dinimizin temel ibadetlerinden olan orucun bu ay içinde tutulmasıdır. Ramazan; oruç, ibadet ve sabır ayıdır. Böylesi bir ayda uzun ve sıcak günlerde tutulan oruç, birbirinden lezzetli yemeklerle hazırlanan sahur ve iftar sofraları ile birleştiğinde kilo almak ve sağlık problemleri ile karşılaşmak kaçınılmaz olabiliyor. Değerli İstanbul’da Sağlık okurları Küresel boyutta önemli bir halk sağlığı sorunu halini alan obezite, maalesef ülkemizde de hızla artış göstermeyi sürdürüyor. Bu kapsamda İstanbul Sağlık Müdürlüğü olarak obezite ve obezitenin yol açtığı sağlık sorunları hakkında bilgi düzeyini arttırmak, halka sağlıklı beslenme, düzenli fiziksel aktivite ve hareket etme alışkanlığı kazandırmak amacıyla çok sayıda sempozyum ve toplantı gerçekleştiriyoruz. Geçtiğimiz ay Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi konferans salonunda gerçekleştirdiğimiz sempozyumla, bu etkinliklere bir yenisini daha ekledik. İşte tam burada ailelere ve çocuklarımızın yetiştirilmesinde en büyük rolü üstlenen annelere büyük bir görev düştüğünü söyleyebilirim. Çocukluk döneminden başlayarak soframıza koyduğumuz veya koymadığımız tüm gıdaların sorumlusu olan annelerimizin bu konuyu daha fazla dikkate almasında fayda görüyorum. Sofralarımıza konan her gıdanın kalori ve besleyiciliğini denetleyecek ilk bireyler anneler olmalıdır. Şahsen böylesi bir denetimin obezite ile mücadelede oldukça başarılı sonuçlar ortaya koyacağına şüphem yok. Düzenlediğimiz sempozyum vesilesiyle şunu birkez daha gördük ki obezite ile savaşta, davranış değişikliği çok erken yaşta hatta bebeklikten itibaren planlanması gereken bir durumdur. Dergimizin baskıda olduğu şu tarihlerde rahmet, bereket ve mağfiret ayı Ramazan’ı idrak ediyor olacağız. Bu nedenle bu sayıda dergimizde “Ramazan’da Beslenme” konusunu Saygıdeğer okurlarımız; Bu nedenle Ramazan’da sağlıklı beslenme kurallarına iki kat özen gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim. Uykuya ara vermemek için iftarda yenilenle oruç tutmak veya yiyip yatmak yazın bu uzun günlerinde günün ilerleyen saatlerinde hipoglisemiye (şeker düşüklüğüne) bağlı olarak sağlık problemleri ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Bu nedenle kesinlikle sahur yapılmalıdır. Gün boyu aç kaldıktan sonra hiç doyulmayacak düşüncesiyle hazırlanan sofralardan uzak durulmalıdır. Kızartma, börek, pilav, makarna ile şerbetli tatlılar Ramazan sofralarını süsleyerek kilo artışına neden olmaktadır. Kilo alımını ve mide rahatsızlıklarını önlemek için; ağır kızartma yemekleri yerine hafif zeytinyağlı veya etli sebze yemekleri tercih edilmelidir. Bu sebeple Ramazan’da karın doyurmaya değil, kaliteli beslenmeye odaklanmanızı tavsiye ediyor, hayırlı ve sağlıklı bir Ramazan geçirmenizi temenni ediyorum. Dergimizde her sayıda olduğu gibi bu sayıda da değişik konularda haber çalışmaları ve ropörtajlar yapmayı sürdürdük. Geçtiğimiz aylarda Soma’da meydana gelen maden faciası sonrasında sıkça tartışılan iş güvenliği konusunda ne durumdayız? Sağlık sektöründe yürütülen çalışmalar ve alınan önlemler neler? Bu konularda hepimizi tatmin edecek bir haber çalışması yaptık. Boş kalori kaynakları arasında yer alan şekerin vücudumuzda yarattığı harabiyeti, bulaşık, çamaşır, ev temizliği derken hayatımızın hemen hemen her gününde, hatta neredeyse her saatinde kullandığımız deterjanların zararlarını sizler için araştırdık. Soma’da yakınlarını kaybedenlerin psikolojileri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Yakıcı güneşi hissettiğimiz şu günlerde, güneşten korunmaya yönelik önlemler ve kralların hastalığı olarak tanımlanan Gut Hastalığı da konularımız arasında yer aldı. Dergimizin bu sayısında da merak ettiğiniz birçok konuya cevap bulacağınızı ümit ediyorum. Bu vesile ile tüm vatandaşlarımızın yakın tarihte ifa edeceğimiz Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor, sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler diliyorum l 4 Ramazan’da karın doyurmaya değil, kaliteli beslenmeye odaklanın! Diş gıcırdatma kabusunuz olmasın 34 10 Dikkat! Vücudumuza günde 0,3 mg deterjan alıyoruz 28 16 Yetiş: “Sağlıklı kalmak için, şükretmeyi ve mutlu olabilmeyi bilmek lazım” 24 Şeker ve şekerli gıdalarla aranıza mesafe koyun! Doğum kontrol yöntemi kişiye özel planlanmalı Hastanelerimizden yaşanmış hikayeler 52 Sağlık çalışanlarının güvenliği her yönüyle analiz edilecek 38 SAHİBİ İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selcan Yücel [email protected] YAZI İŞLERİ Hacer Çokluk Mustafa Kaan Bulut KONSEPT DANIŞMANI Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu Kralların hastalığı Gut’u tanıyor musunuz? 58 66 Ramazan’ın ışıklı simgeleri: Mahyalar 48 Ergenlik psikolojisine dikkat 68 Çocukların beslenme alışkanlıkları ve yaşam kalitesi boylarının uzamasında etkili YAYIN KURULU Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy Dr. Şahin Çınar Dr. Bekir Turan Av. Ülker Kuğu Hediye Ünver BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Fahri Ovalı Prof. Dr. Hamit Okur Prof. Dr. Murat Elevli Prof. Dr. Recep Özturk Prof. Dr. Selami Albayrak Prof. Dr. Yüksel Altuntaş Doç. Dr. Adem Akçakaya Doç. Dr. Mustafa Bilici Doç. Dr. Özgür Yiğit Op. Dr. Sadiye Eren GÖRSEL TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK Onüç Reklam Prodüksiyon San. Ve Tic. Ltd. Şti. Nisbetiye Mahallesi Hakkışehithan Sokak No13 B blok, D2 34377 2.Ulus, İstanbul Telefon +90 212 270 54 50 Faks +90 212 270 13 59 www.13reklam.com.tr FOTOĞRAF Umut Erşah REKLAM VE SATIŞ PAZARLAMA Tolga Dumrul [email protected] Telefon +90 212 270 54 50 BASKI Uniprint Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ömerli köyü, Hadımköy İstanbul Caddesi, No: 159 34555 - İstanbul Telefon +90 212 798 28 40 pbx Faks +90 212 798 20 63 YAZIŞMA ADRESİ Basın Bürosu İstanbul Sağlık Müdürlüğü Peykhane Caddesi No10 Çemberlitaş İstanbul Telefon +90 212 453 07 15 Faks +90212 638 30 36 www.istanbulsaglik.gov.tr Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu dergide yer alan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile 3 ayda bir yayınlanmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır. UZM. DT. ELiF TUĞBA ÇİLİNGİR İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ Ramazan’da karın doyurmaya değil, kaliteli beslenmeye odaklanın! Ramazan’da oruç tutanların sağlığına her zamankinden daha fazla dikkat etmesi gerektiğini söyleyen Uzm. Dyt. Elif Tuğa Çilingir, uzun süreli açlık ve susuzluğun sıcakla birleşerek kişilerin metabolizmasını olumsuz yönde etkileyebileceğine dikkat çekiyor. Bu yıl Ramazan Ayı’nın yazın en uzun ve sıcak günlerine denk geldiğini hatırlatan Çilingir, bu dönemde beslenme şeklimiz ve öğün sayımızın tamamen değiştiğine vurgu yaparak “Bu süre zarfında yeterli ve dengeli beslenmek, her zamankinden daha da fazla önem kazanıyor. Bu nedenle iftar ve sahur arasında sık sıvı tüketimi ve ara öğün yapmayı ihmal etmeyin“ diyor. Uzm. Dyt. Çilingir konu hakkında şu bilgileri veriyor: Ramazan’da özellikle kırmızı et, ekmek, makarna, pilav, tatlı, hamur işleri gibi ağır gıdaların tüketiminde artış olmakta iken başta su olmak üzere, sebze ve meyve tüketimimiz azalmaktadır. Halbuki bu dönemde de günlük almamız gereken enerji ve besin öğelerinin oranları değişmemektedir. Bu nedenle; Ramazan Ayı’da oruç tutacak bireyler, diğer zamanlarda da olduğu gibi sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmeye özen göstermelidirler. Günlük alınması gereken enerji miktarı değişmiyor Şunu unutmamalıyız ki; Ramazan Ayı’nda vücudumuzun enerji ihtiyacı değişmemekte, gün boyu aç kalmamız akşam fazla yemek yiyebileceğimiz anlamına gelmemektedir. Oruç tutarken de sağlıklı ve besin çeşitliliği ile yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması esas olmalıdır. Ramazan Ayı’da bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivitelerine göre günlük almaları gereken enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral oranlarının değişmediği ve bu süre zarfında da sağlığın korunması açısından yeterli ve dengeli beslenmenin gerekli olduğu unutulmamalıdır. İftar sofrasına dikkat Oldukça sıcak yaz günlerinde yaşayacağımız Ramazan Ayı’da, yaklaşık 17-18 saatlik açlık ardından gün sonunda hem vücudun sıvı ihtiyacını karşılayamadığımız için hem de kan şekerimizin düşmesi gibi sebeplerden dolayı aşırı yorgunluk ve halsizlik hissedebiliriz. Ancak bütün gün aç kalmamız iftar sofrasında yemeğimizi adeta saldırırcasına hızlı ve tüketmemiz gerekenden daha fazla yemek yiyebileceğimiz anlamına gelmemektedir. Ramazan’da doyduğumuzu anlamayacak kadar hızlı yiyoruz İftar sofralarındaki zenginlikten dolayı yemeğe hangi yiyecekten başlayacağımıza karar veremeyiz. Bir anda tüm yemeklerin tadına bakmak, hepsinin lezzetinin nasıl olduğunu bilmek, bu noktada nefsimize hakim olamayıp, doyduk mu doymadık mı düşünmeden, hızla önümüze gelen tüm yemekleri yemek isteriz. İftariyelikler, çorba, pide, ana yemek, tatlı derken mideyi hızlıca doldurur sonunda da midede ağırlık, gaz, yanma, kabızlık ve mide öz suyunun yemek borusuna geri kaçması olarak adlandırdığımız “reflü” gibi sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz. İşte Ramazan Ayı’nda yaptığımız en büyük hata sağlıklı mı değil mi düşünmeden, doyduğumuzu anlamadan hızlı yemek yemektir. Ramazan’da sıkça yapılan beslenme hataları: İftarda Boş Mideye Birden Yüklenmek: Yapılan en büyük hatalardan biridir. Orucu hafif bir yemek olan çorba ve 1 dilim esmer ekmekle açıp biraz ara verdikten sonra ana yemeğe geçilmelidir. Yapılan pek çok araştırma beynin doygunluk hissini yemek yedikten 15-20 dakika sonra algıladığını göstermektedir. Bu nedenle iftarı yavaş yapmak hem tokluğu hissetmemiz için hem de mide sağlığımız için iyi önenmlidir. Çok Miktarda Yemek Yemek: Boş olan mideye çok yemek yiyerek yüklenildiğinde sindirim zorlaşır, bu da ağırlık, ekşime, yanma, bulantı, uyuklama gibi sıkıntılara yol açabilir. Bağırsaklarda ise şişkinlik, kabızlık ve gaz gibi problemler olabilir. Bu sebeple sofrada yiyebileceğimiz kadar yemek bulunursa, vücudumuza boş yere yüklenmemiş ve sağlığımızı da korumuş oluruz. Hızlı Yemek Yemek: En çok yapılan hatalardan biri de çok hızlı ve yeterince çiğnemeden yemek yemektir. Sindirim önce ağızda çiğnemeyle başlar. Beyin doyma emrini 15-20 dakikada verir, hızlı yemek yediğimizde kendimizi aç hisseder ve lüzumundan fazla yeriz. Ağızda yeterince çiğnenmeyen yiyecekler, sindirim sistemini zorlayacağı için zamanla birçok hastalığa zemin hazırlar. Her zaman gıdaları küçük lokmalar halinde alıp, yavaş ve iyice çiğneyerek yemeliyiz. Çok Çeşitli Yemek: İftar sofralarımızın zenginliği ve yiyeceklerin çok çeşitli olması, bunların sağlık ve beslenme kurallarına uygun olmaması başta sindirim sisteminin zorlanmasıyla birlikte birçok rahatsızlığa yol açabilir. İftar menüsü hazırlanırken aynı gruptan (süt grubu, et grubu, sebze-meyve grubu, ekmek grubu) 2 yemeğin olmamasına, yemeklerin karın doyurucu, renk ve kıvam bakımından birbiriyle uyum içinde olmasına dikkat edilmelidir. Yemekte Çok Su İçmek: Bütün gün su içmediğimiz ve yemekte de ağır şeyler yediğimiz için doğal olarak su içme isteğimiz de daha fazla olacaktır. Yemek arasında çok su içmek, mide özsuyunun sindirime yardımcı olan enzimlerinin yapısını bozacağından sindirimi zorlaştırır. Yemek sırasında en fazla 1 bardak su içmek, bütün gün boş olan midenin yemeklerle zorlanmasının dışında bir de suyla sindirimi yavaşlatmasını engeller. Yeterince Su İçmemek: İftar ve sahur arasında 2-2.5 lt su tüketmek gereklidir. Hem sıcak havanın etkisi hem de uzun saatler vücudun su gibi en temel ihtiyacının karşılanamaması sonucunda; susuzluk ve buna bağlı olarak sağlık sorunları görülebilmektedir. Oruç tutarken metabolizmanın su ihtiyacının değişmediği, azalmadığı ve hatta sıcak havalara bağlı olarak arttığı unutulmamalıdır. Normal şartlarda bir günde insan terle, idrarla ve deri yoluyla 2 litre su kaybeder, havaların ısınması ile birlikte bu kayıp artar. Bu kaybın karşılanması için yeterli miktarda sıvı tüketilmedir. Yeterli sıvı tüketilmediğinde; baş dönmesi, bulantı, bayılma hissi gibi rahatsız edici durumlarla karşılaşılmaktadır. Sahura Kalkmadan ya da Sahurda Yalnızca Su İçerek Oruca Başlamak: Sahura mutlaka kalkılmalıdır. Sahura kalkılmadığı takdirde açlık süresi ortalama 20 - 21 saate çıkmakta. Bu durumda kan şekeri günün daha erken saatlerinde düşmekte ve kişinin veriminin azalmasına yol açmakta, çalışan bireyler için iş kazası riski artmaktadır. Gün boyu boş kalan mide asit salgısını artırarak çeşitli rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Uzun süren açlık, kan şekeri ve tansiyonun düşmesine neden olmaktadır. Bu yüzden gece geç vakitlerde ağır yemekler yiyerek yatılmamalı ve mutlaka sahura kalkılmalıdır. Kızartma gibi aşırı yağlı ve hamur işi tarzı besinler tercih edilmemelidir. Protein içeriği fazla olan yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi gıdalar, midenin boşalma süresini uzatarak acıkmayı geciktirir ve uzun süre tokluk hissini sağlar. Sahurda meyve ve sebze tüketimi de idealdir. Harcanan enerji açığını kapatma adına şerbetli tatlılara yönelmemek gerekir. Uyku sırasında sindirim yavaşlayacağı için çok yemek rahatsız edecektir. Kan Şekerini Hızlı Yükselten Besinler Tercih Etmek: Beyaz ekmek ve pirinç pilavı gibi glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler kan şekerinde ani iniş-çıkışlara neden olur ve bu uzun süren açlık periyotlarında istenmeyen bir durumdur. Şekerli Veya Gazlı Içecekler Tüketmek: Mide krampları, mide yanması gibi rahatsızlıklarına neden olabileceği gibi kilo alımını kolaylaştırdığı göz önünde bulundurulmalıdır. Aç Karnına Sigara İçmek: İnsan sağlığına, özellikle solunum yolları ve kalbe sigaradan daha zararlı hiçbir madde yoktur. Ramazan’da sigara tiryakilerinin çoğu, iftar yemeğine başlamadan hemen bir sigara yakarlar. Aç karnına içilen sigaranın zararları çok daha fazla olup, kalp krizine açık davetiye çıkartmaktadır. Yemekten önce kesinlikle sigara içilmemelidir. Ramazan’da zayıflamak mümkün mü? özellikle bu sene sıcaklar nedeniyle canımız fazla yemek yemek istemeyebilir. Doğru besin seçimleri ile kas kütlenizi koruyup yağ dokusu kaybetmeyi başarmanız mümkün olabilir. Tek bir öğün beslenmek vücuda zarar verebilir. Yapılan pek çok araştırma Ramazan Ayı’da düzenli beslenen yetişkinlerin kilolarını kontrol altında tutabildiklerini gösteriyor. Sağlık açısından kimler oruç tutmamalı? Oruç tutmanın sağlıklı insanların metabolik dengesinde çok önemli değişiklikler yapmadığı, ancak bazı hastalıklarda (şeker hastalığı, karaciğer yetmezliği vb.) veya özel durumlarda (hamilelik ve emziklilik) olumsuz sonuçlar doğurabileceği göz ardı edilmemelidir. Kronik hastalığı olan kişilerin ilgili uzman hekime danışmadan oruç tutmamaları önemlidir. Diyabet, böbrek hastalığı, yüksek tansiyon gibi kronik hastalığı olanların, sürekli ilaç kullananların, sindirim sistemi rahatsızlığı olanların, gebe ve emziren kadınların, büyüme ve gelişme çağındaki çocukların sağlıkları açısından oruç tutmaları önerilmemektedir. Ramazan Ayı’da hangi hastalar oruç tutamaz? * Hamile olan hanımlar, oruç tutmaları hususunda hekimlerinden yardım almalıdır. * Şeker hastaları oruç tutacaklarsa beslenmelerine çok dikkat etmelidir. * Kalp ve tansiyon hastası olan hastalar tedavilerini aksatacaksa oruç tutamaz. * Bunama hastalığına yakalanan hastalar da oruç tutamaz. * Şiddetli ishal veya aktif mide ülseri olan hastalar da oruç tutma hususunda dikkat etmek zorundadır. * Aşırı zayıf ve vücut direnci düşük olan hastalar oruca niyet etmeden önce hekimlerine müracaat etmelidir. * Oruç nedeni ile öfkesine hakim olamayan insanlar da oruca niyet etmek için doktorlarına danışmalıdır. * Özellikle belirli saatlerde düzenli ilaç alması gereken hastalar oruç tutamazlar. * Sara hastaları nöbetleri engellenemiyorsa oruç tutamaz l Ramazan’da nelere dikkat etmelisiniz? *Ramazan ayında, oruç tutan kişilerin mide ve sindirim sistemi farklı çalışmaya başlar, bu nedenle yemek yerken birçok şeye dikkat etmek gerekir. * Yaklaşık 12 saat dinlenmeye çekilen mideye aniden yüklenmek, sindirim sorunlarına neden olabilir. Orucu hafif yiyeceklerle açın. * Ramazan ayı süresince yapılan başlıca beslenme hatalarından biri de az meyve yemektir. Günde en az 2 porsiyon meyveyi çiğ ya da komposto olarak tüketin. * Ramazan ayında kişinin tatlı ihtiyacı artabilir. Bu gereksinim kalorisi azaltılmış tatlılarla giderilmeli. Yağlı ve ağdalı tatlılar yerine hoşaf, komposto veya sütlü tatlılar yiyin. * İftar sırasında yemekle birlikte çay ve kahve içmek yemeklerden alınan vitaminleri öldüreceğinden bu içecekleri yemekten bir süre sonra içmenizde yarar var. * Ramazan’da kilo vermek istiyorsanız günlük almanız gereken kaloriyi iftar ve sahur öğünlerine paylaştırın. Sebze ve meyve gibi düşük kalorili besinlere ağırlık verin. Hareketsiz kalmayın. İftardan sonra mutlaka yürüyüş yapın. * Mutlaka sahura kalkın. Bu şekilde hem aç kaldığınız süre azalır hem de metabolizmanız daha az yavaşlar. * Kolesterolünüz yüksekse ve oruç tutuyorsanız kırmızı et ve tereyağı tüketimini sınırlamanız, haftada en az 1-2 kez balık ve kuru baklagil yemeniz gerekiyor. * Oruç tutarken vücut uzun süre susuz kalacağı için, iftar ve sahur arasında bol su içmeye özen gösterin. * Su içmek bağırsak ve böbreklerin çalışmasını hızlandırır. Ancak yemek esnasında su içmek, sindirim sistemini bozabilir. * Ramazan’da sigara tiryakilerinin çoğu, iftar yemeğine başlamadan hemen bir sigara içer. Aç karnına içilen sigaranın zararları çok daha fazla olduğu için, yemekten önce sigara içmeyin. Yılın hemşilerine anlamlı ödül İstanbul Sağlık Müdürlüğü ve Ohsad (Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği) tarafından organize edilen “Hemşireler Haftası” etkinliği 30 Mayıs Cuma günü Grand Cevahir Otel’de Lonca Lodi’nin verdiği konserle gerçekleşti. İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak ve Ohsad Genel Başkanı Dr. Reşat Bahat’ın katılımıyla gerçekleşen etkinliğe, Çekmece Bölgesi Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Bakır, Bakırköy Bölgesi Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Doç. Dr. İlknur Aktaş, Anadolu Güney Bölgesi Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Uzm. Dr. Tunçay Palteki, birçok hastane yöneticisi ve başhekimi katıldı.16 Mayıs’ta gerçekleşmesi planlanan fakat Soma’da yaşanan maden faciası nedeniyle 30 Mayıs’a ertelenen etkinlik Anadolu Kuzey Bölgesi Genel Sekreterliği tarafından hazırlananan ‘Sizlere Minnetarız’ isimli kısa filmin gösterimiyle başladı. Albayrak: “Hemşireler sağlık teşkilatının candamarı” Açılış konuşmasını yapan İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, hemşirelik mesleğinin önemine değindi. Hemşirelerin koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez aktörleri olduğunu kaydeden Albayrak, “Sağlık teşkilatının can damarını oluşturan hemşirelerimiz, zor şartlar altında gece gündüz demeden fedakarca çalışarak, sağlık hizmeti vermekteler. Böylesi takdire şayan hizmetleri sunan tüm hemşirelerimizin gününü kutluyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyorum” diye konuştu. Prof. Dr. Albayrak, salonda bulunan hemşirelere seslenerek, “Sizler bölgesinde sağlık lideri olmuş bir ülkenin hemşirelerisiniz. İnanıyorum ki insana sevgi ve mesleğe saygı anlayışı içerisinde yaptığınız tüm hizmetler 2 cihanda karşılık bulacaktır. Hastalara gösterdiğiniz güleryüz ve ilgi, sizlere hayır dua olarak geri dönecektir. Eminim ki hepiniz bu duaların şemsiye etkisini üzerinizde hissediyorsunuzdur” dedi. Bahat: “En güzel ortak yanımız enjektörle karıştırdığımız çayımız” Ohsad Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Reşat Bahat ise yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Eline can emanet edilen sizlerden ve bizlerden daha güzel bir mesleği kim icra etmiş olabilir? Gerçekten çok özel çok kıymeti bir mesleğimiz var. Ben şahsım adına sizlerle çalışan bir sağlık çalışanı olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim. Gün içinde sizlere teşekkür etme şansı pek bulamıyoruz veya buluyoruz stresten beceremiyoruz. En azından bu toplantıyı tertip ederek samimi bir teşekkürün vesilesi oldukları için emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Buraya gelmenizden ötürü sizlere çok teşekkür ediyorum. Bu dünyada sizleri diğerlerinden ayıran çok önemli bir özelliğiniz var o da şefkat. Siz de gerçekten olağanüstü bir şefkat var.” Doktorlarla hemşirelerin bir çok ortak yönü olduğuna da değinen Bahat, “Biz doktorlar olarak sizinle ciddi ortak yönlerimiz var. Ama güzel ortak yanımız enjektörle karıştırdığımız çayımızdır” diyerek sözlerine son verdi. Hemşirelik mesleğinin dünü ve bugünü Toplantıda hemşireler adına Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü Zerrin Dandin söz aldı. Bu sene 50. yılı kutlanan Hemşireler Haftası’nın Florance Nightingale’ın doğum günü olan 12 Mayıs’ın temel alınarak kutlandığını hatırlatan Dandin, hemşireleri; çalışma şartları ne olursa olsun sabır, hoşgörü, şefkatli yaklaşımdan ödün vermeyen, temelinde sevgi, saygı ve sanat yatan, din,dil ve ırk ayrımı yapmadan disiplin, ciddiyet ve entelektüel yaklaşımla sağlık hizmeti sunmaya çalışan neferler olarak tanımladı. İlk Türk hemşirelerden Safiye Hüseyin Hanım’dan bahseden Dandin, Çanakkale Savaşları sırasında Safiye Hanım’ın gösterdiği üstün gayretlerden ve de merhametten söz ederek, “Unutmayın bir insanın yaşamını kurtarana kahraman, sevecen yaklaşana arkadaş, bakımda bilimsel yöntemler kullanana uzman, bunların üçünü bir arada yapana ise hemşire derler” dedi. Protokol konuşmalarının ardından yılın en başarılı hemşirelerine plaketleri takdim edildi. Plaket töreninin ardından ise Yonca Lodi sevilen şarkılarıyla sahne aldı l Plakete Layık Görülenler: Şerife Tekdemir Toplu-Üsküdar Sultantepe Aile Sağlığı Merkezi, Gülcan Çulha- Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hikmet Camlı- İstanbul Medeniyet Ünivesitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Birgül Ödül Özkaya- Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Saadet Meydancı- Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Arife Aydın- Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nuriye Genç- Süleymaniye Kadın Doğum Hastalıkları Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nuray Emanet- Ümraniye 1 No’lu Acil Sağ. Hiz. İstasyonu, Sevgi Avcı-Bakırköy 1 No’lu Acil Sağ. Hiz. İstasyonu, Fitnat Delibaş-Özel Safa Hastanesi, İstanbul Üniversitesi-Semra Yurdakul oldu. KUDRET LİVAOĞLU KİMYA YÜKSEK MÜHENDİSİ / ARAŞTIRMACI Dikkat! Vücudumuza günde 0,3 mg deterjan alıyoruz Bulaşık, çamaşır, ev temizliği derken hayatımızın hemen hemen her gününde, hatta neredeyse her saatinde kullandığımız deterjanların kısırlık, nörotoksik, akciğer ve böbrek hasarları, kanser, körlük ve astım dahil birçok hastalığa neden olduğunu biliyor musunuz? Kimya Yüksek Mühendisi Kudret Livaoğlu bilinçsizce kullanılan deterjanların bütün bu hastalıkları tetiklediğinin bilimsel olarak kanıtlandığını söylüyor. Çoğumuzun bir kimyasal silah kadar etkili olan toksik maddelerin sadece endüstriden, ilaçlardan ve hava kirliliğinden kaynaklandığına inandığımızı, bu nedenle de her tür kimyasalı rahatlıkla kullandığımızı kaydeden Livaoğlu, toplum olarak bu konuda yeterince bilinçli olmadığımızı belirtiyor. Evde temizlik amaçlı kullanılan kimyasalların çoğunun toksik madde içerdiğini söyleyen Livaoğlu, bu kimyasalların toksik hava solumamıza dolayısıyla da hasta olmamıza sebep olduğunun altını çiziyor. Evlerimizi ve bedenimizi temizleyelim derken çok daha fazla kirletiyoruz Kimya Mühendisi Livaoğlu, laboratuvar çalışmalarında 6 durulamada dahi deterjan kalıntıların kaplardan temizlenmediğinin tespit edildiğini belirterek, “Bardakların üzerinde su lekesi kalmayıp parlaması demek, üzerinin deterjan tabakası ile kaplanması demektir. Bu kabın içerisine koyduğunuz sıcak bir gıda ile bu tabaka çözünüp gıdanıza karışıyor ” diyor ve uyarıyor: “Evlerimizi ve bedenimizi temizleyelim derken çok daha fazla kirletiyoruz. Sadece bir günde vücudumuzda 0,3 mg deterjan artığı biriktiriyoruz” Deterjanlar, insan hayvan, bitki demeden tüm canlılara zarar veriyor Deterjanların yüzde 10-30’u yüzey aktiflerden oluşmaktadır. Bu maddelerin parçalanabilirliği çok önemlidir. Nitekim genelde parçalanması zor olan bu maddeler, su ve toprakta bozulmadan kalıp, akarsularla göl ve denizlere ulaşması buralarda yaşayan canlıları ve onlarla beslenen insanların sağlığını tehdit etmektedir. Deterjan katkı maddesi olarak kullanılan fosfat çevre ve insan sağlığına zarar vermektedir. Türkiye`de üretilen deterjanlardaki fosfat oranı yüzde 15-30 arasında iken Avrupa’da bu konuda getirilen sınırlamalarla yüzde 1-2 arasında kullanılmaktadır. Bazı ülkelerde yasaklanmıştır. Fosfatlar ve diğer deterjan kirlilikleri nedenleri ile de birçok balık türü yok olmaktadır.1978 yılında Marmara Denizi’nde 126 balık çeşidi varken bugün bu sayı 25. Deri ve soluma yoluyla tüm organları tahrip ediyor Deterjanları sadece bizim çamaşırlarımızı ya da bulaşıklarımızı temizleyip çevreye attığımız maddelerle değil, bunları, bu kirli sularla beslenen canlıları tüketerek veya deterjan kalıntısı bulaşmış içme sularını içerek de vücudumuza geri almaktayız. Deterjanlar kiri çözme yönleri ile cilde de kolay nüfus etmektedir. ABD’de yapılan çalışmalarda bir günde insan vücuduna giren deterjan yüzey-aktif maddesinin 0.3-3 mg arasında olduğu belirtilmektedir. Soluma ve temas yolu ile vücuda alınan deterjan katkı maddeleri; akciğer tahribatı, alerjik reaksiyonlar, santral sinir sistemi, kanser, endokrin ve bağışıklık sistemi bozuklukları gibi önemli rahatsızlıklara neden olabilmektedir. %100 Doğal Hijyen nasıl sağlanır? Derz dolgular ve banyo gibi ıslak zeminlerde hijyen için limon tuzu (sitrik asit) 1 demlik kaynar suya 1 Y. Kaşığı limon tuzu ilave edip temizlemek istenilen yüzeye dökülüp 15 dk. beklenir. E 330 sitrik asit limon tuzudur kanserojen değildir. Hem hijyen hem de zor kir ve kireçlerden kurtulma imkanı sağlar. Kireçlenmiş demliklere de limon tuzu konularak kaynatılırsa kireçten eser kalmaz. Ev kadınları, iş kadınlarına göre yüzde 54 daha fazla kanser riski altında Deterjanların; kısırlık, nörotoksik, akciğer ve böbrek hasarları, kanser, körlük ve astım gibi hastalıklara yol açabileceği gibi maddeler açığa çıkıyor araştırmalarda bunların kanser riskini önemli ölçüde arttırdığı görülmüştür. Alternatifi oksijen bazlı temizleyiciler TÜBİTAK tarafından Kasım 2011 Bilim ve Teknik Dergisi’nde açıklanmıştır. EPA (US Environmental Protection Agency-Amerika Çevre Koruma Kurumu)’nın araştırmacıları ev içi havanın dışarıya göre 3-70 kat arası daha kirli olduğunu bulmuşlardır. Diğer bir EPA çalışması göstermiştir ki ev temizleyicileri dışarıdan gelen toksiklere göre 3 kat daha kanserojen etkisi yapmaktadır. NCA (Uluslararası Kanser Kurumu) son 15 yılın verilerini değerlendirerek ev hanımlarının iş hanımlarına göre %54 daha fazla kanser riski altında olduğunu ortaya çıkarmıştır. Antibakteriyel ürünlerle mikroplar dirençleniyor Son zamanlarda ev temizliğinde çok çeşitli dezenfektanlar (antibakteriyel) üretilmiştir. Dezenfektanlar genellikle bakterileri öldürürler. Sabun, diş macunu, deodorant ve diğer temizleyiciler de antibakteriyel olarak triclosan içerir. Bunlar bakterileri öldürür fakat virüslere karşı etkisizdir. Antibakteriyel sabunlar kötü bakterileri öldürdüğü gibi sağlık için önemli olan iyi bakterileri de öldürürler. Birçok sağlık uzmanı antimikrobiyellerin evlerde uygunsuz kullanılmasının mikropların direnç kazandığı konusunda uyarıda bulunmaktadır. Direnç kazanan mikroplara karşı kullanılan ilaçlar da etkisiz kalmaktadır. Triclosan bu tip dirençlere sebebiyet vermesine rağmen yaygın olarak kullanılmaktadır. Çamaşır suyu çok eskiden beri kullanılan ve en ucuz antimikrobiyeldir. Çamaşır suyu, mikropların hücrelerini parçalayarak yok ettiği için direnç kazandırma özelliği yoktur. Çok hijyen, alerjik hastalıklar astım ve egzemaya sebep oluyor Temizlik yaparken gerçekten dezenfektan kullanmaya gerek olup olmadığına karar verilmelidir. Eğer evde bulaşıcı hastalık taşıyan varsa onun bulunduğu yerlerde uygulanabilir, diğer durumlarda gereksizdir. Basit sabun deterjan ve su ile düzenli yapılan temizlik yeterli olur. Çalışmalarda antibakterial ürün kullananlarla kullanmayanlar arasında belirli bir fark görülmemiştir. Bazı araştırmalarda çok hijyen ortamlar ile alerjik hastalıklar, astım, egzama gibi hastalıklar arasında yüksek ilişki bulunmuş. Anne karnındaki bebeğin beyin gelişimine hasar verebiliyor Florida Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre ise; triclosanın anne karnındaki bebeğin yeterli oksijeni almasına engel olduğunu ve bunun da bebeklerin beyinlerinde hasara neden olduğunu tespit edildi. 2000 yılında; triclosanın lağımda, balıkta ve anne sütünde bulunmasıyla İsveç hükümeti tarafından yasaklandı. Bu tutum İngiliz uzmanları tarafından da desteklendi ve İngiltere’deki ana bayiler bu kimyasaldan kurtulmaya karar verdiler.Triclosanın beyin ve üreme fonksiyonlarını bozduğu yönünde araştırmalar var. Çamaşır sularının zararları saymakla bitmiyor İngiltere Bristol Üniversitesinde, 7162 çocuk üzerinde yapılan incelemede; hamileyken ve doğumdan sonra çamaşır suyu, dezenfektan, böcek ilacı, halı temizleyicisi gibi maddeleri sık kullanan annelerin çocuklarının ciğerlerinde hırıltı, 8 yaşından sonrada çocukların solunum yeteneklerinde azalma olduğu görüldü. Çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin kullanımıyla karbon tetraklorür ve kloroform Çamaşır sularının alternatifi oksijen bazlı temizleyicilerdir. Oksijenden yaraların dezenfeksiyonunda yıllardır yararlanılmaktadır. Hem hijyen hem de lekelerden korunmak için en iyi çözümdür. Oksijen yanında kullanılan yardımcı maddelere de dikkat ederek seçim yapılmalıdır. Yumuşatıcılar psikolojimizi etkiliyor Yumuşatıcıların çalışma sistemi; pozitif yük barındırmalarıyla çamaşır üzerindeki negatif iyonları çekip, çamaşırın yumuşamasını sağlamaktır. Fakat uygulamada çamaşırın üzerinde ne kadar elektron var, bizim ne kadar yumuşatıcı eklememiz gerektiğini bilemediğimizden; fazla olan pozitif yükle yüklenen giysiler giyildiği zaman insan vücudundaki elektronları çekerek kişinin daha bitkin ve depresif olmasına neden olmaktadır. Aşağıdaki görselde hücre üzerinde oluşan hasarı inceleyebilirsiniz. Yumuşatıcı yerine makinenin yumuşatıcı gözüne yarım çay bardağı elma sirkesi ekleyerek doğal olarak yumuşama elde etmiş oluruz. Kirli havayı bitkilerle temizleyebilirsiniz Bitkilerle ilgili olarak sadece ‘havadaki karbondioksiti alıp dışarıya oksijen verirler’ diye biliriz. Ancak yapılan bilimsel araştırmalar, bitkilerin sadece karbondioksit değil birçok zehirli maddeyi emerek ortam temizliği yaptığını ortaya koydu. NASA, iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde araştırma yaparak bunlardan 15’inin bu zararlı kimyasalları emdiğini buldu. Bu bitkiler, aloe-vera, bambu, areka, kauçuk, benjamin, devetabanı çeşitleri, dracaena çeşitleri, barış çiçeği, pasa kılıcı, ingiliz sarmaşığı, potos sarmaşığı, salon eğreltisi ve kurdele çiçeği. Bu bitkiler 24 saatte yüzde 87 oranında havadaki kiri yok edebiliyor. Etkin sonuç için bitkilerin boyunun en azından 15 cm kadar olması gerekiyor l ZahideYetiş: “Sağlıklı kalmak için, mutlu olmayı bilmek lazım” “Zahide ile Yetiş Hayata” adlı program ile hafta içi hergün canlı yayında izleyici karşısına çıkan Zahide Yetiş, Türkiye’nin en sevilen kadın sunucuları arasında yer alıyor. Her daim yüzü gülen genç sunucu, tavrıyla, diksiyonu ve Türkçe’ye hakimiyetiyle her kesimin beğenisini topluyor. Geçtiğimiz dönemde uzun süre sağlık içerikli bir programın sunuculuğunu üstlenen Yetiş, düzenli spor yaptığını söylüyor. Sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak için kaliteli beslenmek ve her daim şükretmek gerektiğini söyleyen Yetiş, doğanın mucizevi bir şifa kaynağı olduğunu dile getiriyor. Yetiş, günlük programında uyguladığı sağlık tüyolarını ise, şöyle anlatıyor: Öncelikle bize Zahide Yetiş’ten biraz bahseder misiniz? Zahide Yetiş nereli, kardeşi var mı? Televizyonculuğa nasıl başladı? Avusturya, Viyana’da doğdum. Anne tarafım Selanik, baba tarafım Kütahya’lı. Ben İzmir’de büyüdüm. Bir kız, üç erkek kardeşim var. Ortaokul ve lise yıllarımda güzel konuşma, şiir okuma ve kompozisyon yarışmalarında birincilikler alınca, bu konuda uzmanlaşmaya kara verdim. Lise eğitimini İzmir Özel Fatih Koleji’nde tamamladıktan sonra 9 Eylül Üniversitesi Satış Yönetimi ve İşletme Bölümü’nden mezun oldum. Televizyonculuk hayatım, çocukluk yıllarımda TRT’de seslendirdiğim belgesellerle başladı. Daha ileriki süreçlerde kadın, eğitim, kültür, eğlence, tartışma ve yarışma programlarının sunuculuğunu yaptım. Doktorum programı ile televizyonculuk hayatımı daha da iyi bir noktaya taşıdım ve şu an buradayım. Margarini evime sokmam Çok yoğun bir programınızın olduğunu ve çoğunlukla düzenli yemek yeme fırsatı bulamadığınız biliyoruz. Bu yoğunluk içerisinde nasıl besleniyorsunuz? Ağırlıklı hangi besinleri tüketiyorsunuz? Çok haklısınız yoğun bir tempo, bitmeyen bir heyecan ve koşturmaca içinde çalışıyoruz. Ama elbette enerjimizi insanların sevgisinden ve doğal olarak besinlerden alıyoruz. Bu bakımdan benim için gün çok erken saatlerde başlıyor. Genelde erken saatte kahvaltı yapmaya alışkınımdır. Aslında günün öğününe erken başlayıp, erken bitirmek niyetiyle başlarım her gün. bunların en keyiflisi benim için yürüyüş. Yürüyüş hem spor yapma hem dinlenme zamanı benim için. Çünkü yürürken düşünmeye de fırsat buluyorum. Tek isteğim mümkünse deniz kenarı olması. Çocukluktan beri İzmir’de yaşadığım için deniz kenarında yürümeye alışkınım. Denize baka baka düşünerek karar vererek zaman zaman insanlarla sohbet ederek yürüyüş yapmak beni çok mutlu eder ve çok hoşuma gider. Yani olabildiğince midemi dinlenmesi için rahat bırakırım. Bitki çayları, bol bol su içer, aralarda çok hafif şeyler yerim. Belki bir elmayla da günü tamamlamış olurum. Özellikle yağlı besinlerden uzak duruyordum ama son dönemde eğer iyi bir zeytinyağı bulursam zeytinyağlı yemeklerden hiç korkmadan tüketmeye başladım. Tereyağı kullanırım, ama margarin asla kullanmıyorum. Mümkün olduğunca sebze ağırlıklı beslenmeye çalışıyorum. Et tercih edeceksem yağız olan kısımlarını seçmeye çalışıyorum. Bunun dışında kendime çok güzel ve farklı salatalar yaparım. Patlıcan yemeklerini çok severim. Böyle de enteresan bir beslenme düzenim var. Bunun daha sağlıklı olduğunu hep söyleriz zaten. Ama her mideye uygun değil tabi. Ama şunu söyleyebilirim ki benim midem için çok uygun bir beslenme biçimi.. Peki hiç diyet yaptınız mı? Sizce ideal bir diyet nasıl olmalı? Tam olarak hayatımda hiç diyet yaptım diyemem. Zaten diyet yapmanın çok sağlıklı bir şey olduğuna da inanmıyorum. Yapılması gereken sağlıklı beslenme düzenini bir yaşam biçimi haline getirerek alışmak ve inanmak. Farkında olmadan ne yediğinizin bilinciyle hareket edebilir hale gelmek. Fark ederek, kalori hesabı yaparak değil de yediklerinizin sizi nasıl ne şekilde etkileyeceğinin farkında olabilmek. Eğer böyle bir farkındalık oluşursa bir süre sonra yediğinizin yağ, kalori hesabını yapıp, kiloya dönüşüp dönüşmediğini kendiniz fark ediyorsunuz zaten. Ana amaç yedikçe yiyip kendinizi durduramayacak hale getirmeden önce çözüm üretebilmek. Asıl olan bu farkındalığı yaratmak. Ben yemeyi seven bir insanım. Güzel yemekler yaparım, güzel yemekleri severim, tatmayı da severim ama hayatım boyunca dikkat ettiğim zamanlar olmuştur. Genelde dikkat ettiğim şeyler de tatlı kısmındadır. Tatlıyı kesip, biraz ekmeğe dikkat edip yaptığım sporu arttırdığım zaman zaten kilo veriyorum. Kilo vermenin matematiğini de bilmek lazım. İnsanlar bir iki kilo verdikten sonra metabolizma da kırılmalar oluyor. En azından bende öyle, duruyor vücudum sonra vermemeye başlıyor. Çünkü bünye bir alarm haline geçiyor. Ne oldu kıtlık mı var? diye düşünüyor. Çok akıllı bizim bedenimiz. Bizden daha akıllı bazen biz farkında değiliz. İşte o sırada devam etmek lazım bence, azimle akıllıca devam etmek lazım. Bir süre sonra bakıyor ki kıtlık yok, ama bu durum devam ediyor tekrar vermeye başlıyor vücudum. Yani ben vücudumun nerde kilo alıp verdiğini bilen birisiyim. Ama boyu uzun iri biriyim ve çok çok zayıf olmayı da açıkçası istemiyorum ve beğenmiyorum. Spor yaparken mutlu olduğumu hissediyorum Sporla aranız nasıl? Ne tür sporlarla ilgilisiniz? Oldum olası yürüyüş yapmayı severim, lise yıllarımda basket takımındaydım. Basket oynamayı çok severim. Platesi uzun bir süre yaptım. Yine zaman ve fırsat buldukça plates yapıyorum. At binmeyi seviyorum. Pek çok şey yapmayı seviyorum ama Yemekten sonra yürümeyi çok severim. Bu sindirim kolaylaştırıcı bir şey. Aynı zamanda insanı mutlu ediyor. Çünkü bildiğiniz gibi spordan sonra mutluluk hormonu salgılıyoruz biz. Yani spor insanı her bakımdan mutlu kılan bir aktivite halini alıyor. Yeter ki severek ve isteyerek spor yapalım. Tamamen karanlık bir odada uyuyorum Günde kaç saat uyuyorsunuz? Uyku benim için çok kıymetli bir hazine. İyi uyuyabilen birisi gerçek bir hazineye sahiptir. Çünkü uyku sizi büyüten, geliştiren, güzelleştiren, gerçekten beden ve ruh sağlığınız için mükemmel bir ortam hazırlayan ilginç bir şeydir. O yüzden iyi uyuyabiliyorum diyorsa bir insan çok şanslıdır diye düşünüyorum. Tamamen karanlık bir ortamda uyurum ben. Karanlık ve sessiz… Çocukluğumdan beri böyle alıştırdım kendimi. Karanlık ve sessiz ortamda uyuyan çocuklar büyüme hormonu salgılıyor. Doktorlardan öğrendiğim şu; çocuklarınızı karanlık ve sessiz ortamda uyumaya alıştırın. Yeterince büyüme hormonu salgılaması için bu çok elzem bence. Ben farkında olmadan hala yapıyorum bunu. Güzel şeyler düşünerek uyurum. Yapabileceğim bir şey varsa sonuna kadar yapmışımdır zaten. Çok fazla kafama takıp vesvese yapıp uykumdan etmem kendimi. Üstüne de düşünmemeye çalışırım. Gamsızlığın büyük bir lüks olduğunu biliyorum çünkü. Bu vurdumduymazlık anlamına gelmesin ama gerçekten huzurlu uyku görülen güzel rüyalar sizi güne çok daha iyi hazırlıyor. Güne iyi hazırlanınca da iyi uyanıyorsunuz. Sabahları gülümseyerek keyifle uyanırım. 05 .47’de çalardı eskiden saatim yaptığım program buna uygundu. Şimdi tabi daha geç uyanıyorum. Uyandığımda telefonumda şöyle bir mesaj vardır ‘Asla tekrarı olmayacak yepyeni bir gün başlıyor. Uyan ve yeni bir günün tadını çıkart. İstediklerin için dua et sana verilenlere şükret’ Kendi yazdığım bir mesajdır her seferinde sonuna kadar okumam ama ne yazdığını çok iyi bilirim. Her sabah bu duyguyla uyanırım. Peki Zahide Hanım, eğer televizyoncu olmasaydınız, şu an ne yapıyor olurdunuz? Çocuklarınızın da sizinle aynı mesleği seçmesini ister misiniz? Eğer televizyoncu olmasaydım araba tamircisi olurdum. Çünkü bir şeyleri tamir etmeyi seviyorum. Bu bazen bozmak anlamına geliyor ama olsun. Yine de düzeltmeyi ve tamir etmeyi seviyorum. Küçükken yaşlıca bir arabamız vardı ama hala çalışır durumda şimdi. Şu an 41, 42 yaşındadır. Arabamız hep bozulurdu ve onu tamire götürürdük. Böylece sanayileri çok iyi bilen bir çocuk olarak büyüdüm. Çok keyifli vakit geçirirdim orada. Arabanın çalışma mekanizmasını, matematiğini, tamir olduğunda ne kadar mutlu olduğumu çok iyi hatırlıyorum. O yüzden muhtemelen arabalarla ilgili bir şey yapardım. Araba tamircisi olabilirdim. Son okuduğunuz kitap hangisi? Düzenli olarak hangi gazete ve yazarları takip edersiniz? Gelişim kitaplarını çok okuyorum, yeni çıkan kitapları mutlaka edinmeye çalışıyorum, ünlü olup olmaması önemli değil her kitap bir değerdir ve öğrenebileceğiniz şeyler mutlaka vardır. O yüzden kitap arsızıyımdır ben. Erich Fromm’un ‘Sevme Sanatı’nı büyük bir keyifle okumuşumdur. İlk Donkişot okumuşumdur. Gülten Dayıoğlu’nun Fadiş’ i okumuşumdur. Hayatın unutulmazlarıdır bunlar benim için. Çocukluğumdan gelen bir alışkanlık köşe yazarlarını elbette okurum ama isim vermek istemem. İki üç kitabım vardır benim farklı zamanlarda farklı yerlerinde bırakırım kitabı. Tekrar elime aldığımda müthiş bir zeka geliştirici hale dönüşür benim için çünkü oradaki karakterleri olayları betimlemeleri tekrar hatırlarım. Böylece unutkanlığımın azaldığını kendimce matematiksel bir dönüşüm yaşadığımı hissederim. Başucu kitaplarım ayrıdır çok kıymetlidir. İyi bir uyku için eğer keyifli bir kitabınız varsa sizi rüyalara götüren bir anne eli başınızı okşuyor gibi hissedersiniz Bu arada ben hep masallarla uyutulurdum şimdi kendi yeğenlerime anlatıyorum. Çoğunu uyduruyorum ama büyük bir keyif alıyoruz beraberce. Masallarla uyutulan çocuklarınız olsun. Sağlıklı keyifli masalların dünyasında mutluluğu görmüş yaşamış çocuklar olsunlar. Hayatta asla yapmam dediğiniz bir şey var mı? Asla asla demeyenlerdenim. Hayatın tesadüflerle olduğunu biliyorum ama tesadüflere de inanmıyorum. Aslında bunun yüce yaradanın bir lütfu olduğunu düşünüyorum. Ben pek çok şeye vesile olmuşumdur bana pek çok kişi vesile olmuştur. Hep dualarım bu yöndedir iyilerle karşılaştır Rabbim beni diye. Rabbim hep bana bunu yaşatmıştır şükürler olsun. O yüzden yapmam diye bir şey yok ama iyisini güzelini yapabilmek var. Aslında siz bunu fark edersiniz zaten kötü bir şeyse yüreğiniz almaz ayaklarınız götürmez. En büyük lüks mecbur olmadığınız bir şeyi yapmak zorunda kalmamanız. En güzel keyif iyi bir işinizin olması ve daha da önemlisi hayırlı evlatlarınızın olması. Daha da fazlasını isterseniz gözünün içinde kaybolabileceğiniz bir eşinizin olması şu dünyada. Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü “Dumansız Hava Sahası” ve “Obezite ile Mücadele” kampanyalarına ünlülerimizden de büyük destek geldi. Bu projeler sigara ve hareketsiz yaşam konularında önemli farkındalıklar sağladı. Bakanlığımızın yürüttüğü bu çalışmaları nasıl buluyorsunuz? Sizce daha fazla neler yapılmalı, ya da yapılabilir? Özellikle gençlerde her yıl yükselen bir kilo problemi yaşıyoruz. Programlarda bunu çok net görüyoruz. Gelen sorularda kilo vermek isteyenlerin yaş ortalaması her yıl düşüyor. Son derece düşündürücü bir olay bu. Sağlık Bakanlığı da gerekli önlemleri almak için pek çok kampanya yaptı. Ben de programlarımda daha önce duyurdum ve duyurmaya da devam ediyorum Sigarasız yaşam ise şu zamana kadar yapılmış sağlık adına en büyük başarılardan birisidir. Şahsım adına çok büyük teşekkürler düşünenlere, yapanlara, uygulayanlara. Hasta olmadan yaşayabilmenin şifrelerini çözün Çünkü yeni nesilin sigaradan uzaklaşması için bir adım, içenlerin bırakması için bir adım. Bizler için cennetmiş buralar deyip kapalı ortamlarda yaşamın ne kadar keyifli bir şey olduğunu hatırlamamız yaşamamız ve bu lüksün bir gereklilik olduğunu fark etmemiz için müthiş bir şey yaşandı memleketimde. Yapamaz dediler, olmaz dediler bakın ne kadar güzel oldu. Hatta şimdi açık alanlarda da sınırlama getirileceğini öğreniyorum. Evet içmek isteyenler olabilir, bu bir alışkanlık vazgeçemiyorum diyenler olabilir ama verdiği bunca zarara rağmen hala kendinize zarar vermeye devam edebilirsiniz ama bize vermeyin. İşte bu en aciz olduğum ve kendimi en kötü hissettiğim durum. Çünkü bir çok kişi hastalığı için geliyor ve bizden yardım istiyor doğru hekime ulaşmak istiyor. Yeni bir şey var mı diye soruyor. Gen teknolojisi bu konuda inşallah faydalı adımlar atacak ama henüz çok başında. Kök hücre aynı şekilde herkes bunları soruyor. Sağlık konusunda herkes bilincini ve farkındalığını yaratmak zorunda. Ben hayatım boyunca hiç içmedim, o yüzden bu alışkanlığın ve zorluğun farkında olmayabilirim. Ailemden sevdiklerimden içenler var fakat onların da kurallara riayet ettiğini görüyorum ve gittikçe azaltmaya başladıklarını farkediyorum. Çok mutlu oluyorum. Bir insanın bile bile kendine bu denli zarar vermesi üstelik bunu keyifle ve alışkanlıkla yapması çok acı bir gerçek. Alınan bu kararla sigara kullanımının çok daha aza indiğini,gelecek nesiller için atılmış çok önemli ve erdemli bir hareket olduğuna inanıyorum. Farkındalık yaratmak ekranlarda zaten yapmaya çalıştığım bir şey. Özendirici olabilmek için sigarayı bırakan insanları daha fazla gösteriyoruz. Zayıflamayı başaran ve bunun devamını sağlayan insanları büyük bir zevkle ekranda paylaşıyoruz. Son olarak hastalara ne mesaj vermek istersiniz? Sizden kaynaklanmayan genetik problemler olabilir, ailenizde kalıtsal problemler olabilir. Bunlar için kontroller ve çözümler hekimler kontrolünde yapılabiliyor. Ama insanın bile bile kendini hasta etmesi, depresyonla mücadele edememesi, yaşamın zorlukları karşısında aciz ve çaresiz kalması daha bu konuda çok yol alacağız demek bizim için. Onun dışında programlarımızda hekimleri olabildiğince konuk ediyoruz önümüzdeki sezon da yapmaya devam edeceğiz. Sağlıklı ve mutlu bir toplum için beden ve ruh sağlığının ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Programda özellikle soru cevap kısmına büyük önem veriyorum. Farklı doktorları yan yana getirerek herkesin derdini sorabileceği ve anlatabileceği daha çok ortam yaratmak istiyorum. Sağlık Bakanlığı’nın destekleyici ve bilgilendirici çalışmaları benim için çok kıymetli ve her zaman yakınınızda ve yanınızda olmak ve de programımda yer vermek istiyorum l Eczacılık günü boğaz turu ile kutlandı bahsetti. Bu tür günlerin kutlamanın yanında sorunlarında konuşulduğu günler olduğunu belirterek tüm eczacıların gününü kutladı. Eczacılık Şubesinden sorumlu İstanbul İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Şahin Çınar ise Soma’daki yaşanan acıyı yüreklerinde hissettiklerini belirterek konuşmasına başladı. Eczacılığın tıbbın en önemli paydaşlarından biri olduğunu, eczacılıkla ilgili konularda mevzuatın ve resmi uygulamaların yanında meslek mensuplarının problemlerin çözümüne katkı sağlamayı, sahada gördükleri sıkıntıları ve çözüm önerilerini bakanlığa ilettiklerini söyledi. Aynı zamanda eczacıların sesi olmaya da çalıştıklarını ifade etti. Türkiye’de bilimsel eczacılığının başlamasının 173. yıldönümü olan 14 Mayıs Dünya Eczacılar Günü, İstanbul’da düzenlenen bir kahvaltı ile kutlandı. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü ve İstanbul Eczacılar Odası’nın işbirliğiyle düzenlenen kahvaltıda, musiki ve rehber eşliğinde boğaz turu yapılarak kamu eczacılarının Rehber eşliğinde boğaz turu ve kahvaltı Dr. Çınar eczacılık sanatı ile alakalı çok kıymetli tarihi köklere sahip olduğumuzu, eczacının ilk görev tanımını, İslam dünyasında haklı olarak eczacılığın babası olarak ünlenen Biruni’nin yaptığını ifade etti. 24 Mayıs Cumartesi günü kahvaltı, musiki ve rehber eşliğinde boğaz turuna katılan ve çoğunluğunu kamu eczacılarının oluşturduğu davetliler keyifli bir gün geçirdiler.Törende bir konuşma yapan İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ecz. Semih Güngör eczacıların ve kamu eczacılarının sıkıntılarından Ayrıca İbn-i Sina’nın “El Kanun Fİ’ T Tıp adlı eseri ile eczacılığın ilk kodeksini yazdığını dolayısıyla bu mevzuda da gerekli öz güveni sağlayacak tarihi alt yapıya sahip olduğumuzu belirterek, tüm eczacıların gününü yürekten kutladığını ifade ederek sözlerini tamamladı l keyifli bir gün geçirmelerine katkıda bulunuldu. Menşeini Padişah II. Mahmut’un yaptırmış olduğu ve modern anlamdaki ilk tıp mektebi olan Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin resmi açılış günü olan 14 Mayıs tarihinden alan ve 1968 yılından bu yana her yıl kutlanan Eczacılık Günü, bu yıl Soma’da meydana gelen ve milletimizi hüzne boğan facia nedeniyle gecikmeli olarak kutlandı. DOÇ. DR. AHMET KARABULUT ACIBADEM ATAKENT HASTANESİ KARDİYOLOJİ UZMANI Hipertansiyon hastalarının en sık yaptıkları 8 hata Tüm dünyada ve ülkemizde yaygın olarak görülen hipertansiyon kontrol altına alınamadığında birçok organı etkileyerek başta kalp damar hastalıkları olmak üzere; böbrek yetmezliği, görme kaybı, hatta felç gibi ölümcül sonuçlara yol açabilen tehlikeli bir hastalık. 1. Hipertansiyonu ciddiye almamak ‘Bünyem, yüksek tansiyona alışmış’ deyip hipertansiyonu ciddiye almamak yapılan en büyük hatalardan biri. Kan basıncı yüksekliğini sadece strese (gerginliğe) bağlayıp tansiyon ilacı kullanmamak, ‘Ben tansiyonumun yükseldiğini hissediyorum’ deyip yakınma olmayan zamanlarda kan basıncını ölçtürmemek de hastaların yaptıkları diğer önemli hatalardan. Oysa ki hipertansiyon sinsi bir hastalık. Kişi kendini iyi hissetse bile, yüksek tansiyon damarlardaki harabiyetini sürdürüyor. 2. Sadece büyük tansiyonla ilgilenmek Sadece büyük tansiyonla ilgilenmek de hastalar tarafından sıkça yapılan bir başka hata. Yapılan araştırmalar küçük tansiyon kontrol altına alınmadığında damar harabiyeti riskinin devam ettiğini gösteriyor. Bazı kişilerde sadece küçük tansiyonun yüksek olduğu ve bu kişilerin tedavi altına alınması gerektiği unutulmamalı. Özellikle kalp damarları, küçük tansiyon varlığında yüksek basınca maruz kalıyor. 3. Bitkisel ilaçlar ve sarımsaktan medet ummak Öyle ki ülkemizde Hipertansiyon tedavisinin bitkisel ilaçlar her 4 ölümden ile sarımsakla yapılması ve tansiyon düşürücü ilaç kullanımından kaçınılması da yapılan hatalar arasında. Piyasada mevcut biri, hipertansiyon bitkisel ilaçlar Tarım Bakanlığı onaylı olup, çoğunluğu uyarıcı afrodizyak maddeler sonucu oluşuyor. içeriyor. Bu ilaçlar tansiyon yükselmesine yol açabiliyor. Limon ve sarımsak Hipertansiyonun kullanımının tansiyon düşürmedeki rolü olup, tek başına yüksek tansiyon bu tür ciddi tablolara minimal tedavisinde kullanılmıyor. Ancak sarımsak ve limon diyetin bir parçası olabilir. Sakinleştirici yol açmasında ilaçlar kişilerin stresini azaltarak tansiyon dengelenmesine katkıda bulunabiliyor. en çok hastaların Bu ilaçların tek başına kullanılması ancak nadir vakalarda tansiyon kontrolü ilaçlarını yarım sağlayabiliyor. bırakmaları, yaşam 4. Her kan basıncı yüksekliğinde dilaltı alışkanlıklarına dikkat etmemeleri ve hapı çiğnemek Her kan basıncı yüksekliğinde dil altı çiğnenmemeli. Dil altı hapının ilaç kullanmak yerine hapı sadece baş ağrısı, göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi şikayetlerin geliştiği ve sıklıkla bazı besinlerden büyük tansiyonun 180 değerini aştığı acil durumlarda kullanılması gerekiyor. Aksi medet ummaları halde dilaltı ilacı kan basıncını hızla ve kontrolsüz düşürerek felç, kalp krizi ve ölüm istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor. gibi yaptıkları hatalar gibi Dilaltının evde kullanımı doktor önermediği sürece tercih edilmemeli. rol oynuyor. Doç. Dr. Ahmet Karabulut, hipertansiyon hastalarının en sık yaptıkları 8 hatayı ve bunların yol açtıkları sorunları şöyle sıralıyor: 5. İlaç tedavisinden bağımlılık veya yan etki yapar diyerek kaçınmak Birçok hastalığı mevcut olan “Vücut ilaca alışır etkisini kaybeder, ilaç yan etki ve bağımlılık yapar” şeklindeki düşünce kesinlikle yanlış. Eğer ilaç tansiyonu iyi kontrol etmiş ve kişide belirgin yan etki oluşturmamışsa, ilacın eski ya da yeni oluşuna bakılmaksızın ilaç kullanılmalı. Tansiyon ilaçları bağımlılık yapmaz. Tansiyon ilaçlarının yan etki potansiyeli düşüktür ve bu etkinin ortaya çıkışı kişiye göre değişiyor. Yan etki ortaya çıktığında ilaç bırakılmamalı ve mutlaka doktora başvurulmalı. Unutmayın ki hastaya en büyük zararı kontrolsüz hipertansiyon veriyor. 6. İlaç dışı tedavileri ihmal etmek Hipertansiyon tedavisinde ilacın yanı sıra yaşam şekli değişikliği diye adlandırılan ilaç dışı tedaviler de bir o kadar önemli. Yaşam şekli değişikliği; tuzu azaltma, düzenli spor, ideal kiloya ulaşma, sigara ve alkolden uzaklaşma ve hipertansiyon diyetini kapsıyor. Ancak ilaç kullanan hastaların çoğu ilaçsız tedaviyi ihmal ediyor. İlaçsız tedaviye dikkat edilmezse antihipertansif ilaçların da etkisi çok azalıyor veya ortadan kalkıyor. Hipertansiyon tedavisi ancak sağlıklı bir hasta-hekim ilişkisiyle mümkün olabiliyor. 7. İlaç tedavisine ara vermek Birçok hasta kan basıncı ilaçlarla kontrol altına alındığında, kendilerini rahatsız eden baş ağrısı, nefes darlığı ve çarpıntı gibi yakınmalar ortadan kalktığında veya ilacı bittiğinde ilaç tedavisini yarıda bırakabiliyor. Oysa kısa süreli bile olsa tedaviye kesinlikle ara verilmemeli. Çünkü tedavide amaç sadece hastayı o dönemde rahatsız eden yakınmaları gidermek değil, aynı zamanda hedef organ hasarını önleyerek veya geri çevirerek kalıcı sakatlık ve ölümleri azaltmak. Hipertansiyonun büyük olasılıkla ömür boyu eşlik edeceği unutulmamalı. İlacın ani bırakılması, tansiyon değerlerinde ani fırlamaya ve kalıcı sağlık sorunlarına yol açabiliyor. 8. İlacı bırakarak ‘kan basıncı yeniden yükselecek mi’ diye deneme yapması Kan basıncı kontrol altına alınan bir hastanın ilacı bırakarak ‘kan basıncı yeniden yükselecek mi?’ diye deneme yapması da büyük bir hata. Antihipertansif ilaçlar bırakılsa bile kan basıncını düşürücü etkileri bir süre daha devam ediyor. Hastada geçici, hipertansiyon yoksa, ilaç bırakılınca kan basıncı bir süre sonra kesinlikle yeniden yükseliyor. Bu nedenle ilaç tedavisinin kesilmesi ve doz değişikliği kesinlikle doktor tarafından yapılmalı l UZM. DR. ABDULLAH ÖZKARDEŞ MEMORIAL ŞİŞLİ HASTANESİ / NÖROLOJİ BÖLÜMÜ Beyin sağlığınız için bulmaca çözün ve yap boz yapın Sağlıklı bir beynin, düşünmek, hatırlamak, çalışmak gibi gün içinde yapılan her işte önemli roller üstlendiğini söyleyen Uzm. Dr. Abdullah Özkardeş, insan vücudunun diğer parçaları gibi, beynin de yaşlandıkça bazı becerilerini kaybedebileceğine dikkat çekiyor. Yaşam tarzımızda yapacağımız bazı değişikliklerle ömür boyu sağlıklı bir beyne sahip olabileceğimizi belirten Özkardeş, beyin sağlığını korumak için bulmaca ve puzzle gibi mental uyarıyı arttıran aktivitelere daha fazla vakit ayrılması gerektiğinin altını çiziyor. Özkardeş, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Yüksek eğitim almak beynin dostu Yaşlandıkça görülen mental azalma, beyin hücreleri arasındaki ilişkilerin değişmesine bağlıdır. Araştırmalar, beynin aktif tutulmasının, onun canlılığını artırdığını ve sinir hücrelerini ve onların birbiriyle olan ilişkilerini koruduğunu göstermektedir. Düşük seviyeli eğitimin, hayat boyunca daha yüksek bir Alzheimer hastalığı riski taşıdığı bilinmektedir. Bu belki de uzun süreli mental uyarı eksikliğine bağlı olabilir. Diğer bir söyleyişle yüksek seviyeli eğitim, muhtemelen beyin hücrelerini ve onların birbirleriyle ilişkilerini daha güçlü yaptığı için, Alzheimer hastalığına karşı koruyucu bir etki sağlar. Sosyal olarak aktif kalın Sürekli olarak sosyal faaliyetlere katılan insanlarda beyin canlılığının devam ettiği bilinen bir gerçektir. Son bir çalışmada, fiziksel, mental ve sosyal aktiviteleri birleştiren eğlenceli faaliyetlerin, bunamayı engelleyebildiği gözlenmiştir. Böyle insanlarda bunama gelişme riski oldukça azdır. Spor, kültürel faaliyetler, duygusal destek ve yakın kişisel ilişkiler, bunamaya karşı koruyucu bir etki gösterirler. Fiziksel egzersiz beyninizi de canlı tutar Fiziksel egzersiz, beyine yeterli kan gitmesi için önemlidir. Ayrıca, kalp krizi, inme ve şeker hastalığını da önemli derecede azaltır ve bu nedenle Alzheimer hastalığının risklerine karşı koruyucu etki sağlar. Egzersiz düzenli yapıldığında etkilidir. Aerobik egzersizler, beyin fonksiyonlarına faydası olan oksijen tüketimini düzeltir. Aerobik fitness, yaşlı insanlarda beyinde hücre kaybını engeller. Yaklaşık günde 30 dakika yapılacak, yürüme, bisiklete binme, bahçe işleri, yoga ve diğer aktiviteler, vücudu hareketlendirir, kalbinizi güçlendirir. Beyin dostu bir diyet uygulayın Yapılan çalışmaların ışığında, beyin dostu bir diyet, kalp ve şeker hastalığı riskini azaltır ve beyne giden kan miktarını artırır. Beyin dostu diyetin yağ ve kolesterol oranı düşüktür. Kalp gibi beyin de, iyi çalışmak için besinlerin dengeli olmasına ihtiyaç duyar. Vücut ağırlığını kontrol edin: Orta yaşlı fazla kilolu kişilerde, hayatlarının daha sonraki yıllarında bunama gelişme riski hemen hemen 2 kat olarak bulunmuştur. Hele bu kişilerde yüksek kolesterol ve yüksek kan basıncı da varsa, bu risk 6 kata kadar yükselmektedir. Yüksek miktarda yağ ve kolesterol içeren gıda alımını azaltın: Yüksek miktarda yağ ve kolesterol alımı kan damarlarını tıkamaktadır, bu da Alzheimer hastalığı için yüksek risk taşır. Bunun yanında, HDL kolesterol (iyi kolesterol), beyin hücrelerinin korunmasına yardım edebilir. Bu yüzden zeytinyağı gibi doymamış yağlar kullanmak gerekir. Kızartma yerine fırın ve ızgara kullanılmalıdır. Koruyucu gıda alımını artırın: Bazı gıdalar kalp ve beyin damar hastalıkları riskini azaltır ve beyin hücrelerini korurlar. • Genellikle koyu renkli meyve ve sebzeler, doğal olarak en yüksek antioksidan seviyelerine sahiptirler. Bu sebzeler: kara lahana, ıspanak, Brüksel lahanası, brokoli, pancar, kırmızı dolmalık biber, soğan mısır ve patlıcan. Meyveler ise erik, kuru üzüm, yaban mersini, çilek, böğürtlen, ahududu, portakal, üzüm, kiraz. • Soğuk su balıkları faydalı omega-3 yağ asidi içerirler. Pisi balığı, Uskumru, Alabalık, Somon balığı, Tuna. • Bazı kabuklu yemişler diyetin faydalı bir bölümü olabilirler. Fındık ve ceviz antioksidan E vitamini için iyi bir kaynaktırlar. • Vitaminler faydalı olabilir. Vitamin E ve C ayrı ayrı veya birlikte ve vitamin B12 ve folat Alzheimer hastalığı gelişme riskini azaltır. Kalp için iyi olanın beyin için de iyi olduğunu unutmayın Beyninizi çalışır olarak hissetmediğiniz zaman bile, vücuttaki en aktif organlardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Kalp vücuttaki tüm kanın yaklaşık %20’sini beyine pompalar. Eğer kalp beynin ihtiyacı olan kanı pompalayamaz veya beynin kan damarları hasarlanmış ise, beyin hücreleri ihtiyaç duydukları tüm gıda ve oksijeni almakta problem yaşayacaklardır l Beyni daha da aktif hale getirmenin yolları: • Meraklı olun, hayat boyu öğrenmeye çalışın • Yazın, okuyun, bulmaca ve diğer puzzle’ları çalışın • Konferans ve oyunlara katılın • Çevrenizde bulunan eğitimle ilgili merkezlerin kurslarına katılın • Oyun oynayın • Bahçeyle ilgilenin • Hafıza egzersizleri deneyin Kalp yoluyla beyin sağlığını nasıl sağlayabiliriz: • Uzun süreli kalp dostu bir hayat stiline adapte olmak (beslenme, kilo, kolesterol ve kan basıncı) • Yağ ve kolesterol alımını azaltmak • Egzersiz yapmak • Sigara içmemek OPR. DR. ÖMER BİROL DURUKAN ZEYNEP KAMİL KADIN VE ÇOCUK HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / JİNEKOLOJİ KLİNİĞİ Doğum kontrol yöntemi kişiye özel planlanmalı Yapılan araştırmalar ülkemizde etkin doğum kontrol yöntemi kullanan çift oranının yüzde 38’i geçmediğini gösteriyor... Çiftlerin istedikleri zaman istedikleri kadar çocuğa sahip olmalarını sağlayan doğum kontrol yöntemlerinin birçok avantajı bulunduğu gibi, kişiye özel dezavantajları da var. Peki, etkin bir doğum kontrol sağlayabilmek için kadın mı yoksa erkek mi korunmalı? Hangi yöntem daha sağlıklı ve hangi yöntem diğerine göre daha riskli? Bu sorunların cevabını Opr. Dr. Ömer Birol Durukan verdi. Doğum kontrol yöntemleri konusunda çiftlerin doğru ve detaylı bilgilendirilmesinin önemine işaret eden Durukan, hormonal, bariyer, cerrahi gibi birçok doğum kontrol yöntemi bulunduğunu belirtiyor. Çiftlerin yaşı, eğitimi, cinsel aktivite durumu, genel sağlık durumu, gelecekteki çocuk isteği ihtimali, sosyal statüsü, gibi etkenlerin doğum kontrol yönteminin seçiminde büyük rol oynadığını kaydeden Durukan, Türkiye’de en çok kullanılan doğum kontrol yönteminin rahim içi araçlar olduğuna dikkat çekiyor. Durukan, “İstenmeyen gebelikler korunma yöntemleriyle, çiftlerin sağlığına zarar vermeden tama yakın oranda engellenebilir” diyor ve ekliyor: “Cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemek ve istenmeyen gebeliklerin önüne geçmek için etkin bir doğum kontrol yöntemine başvurulması gerek” Opr. Dr. Durukan, konu hakkında şunları söylüyor. Her doğum kontrol yönteminin avantajları ve dezavantajları var Günümüzde çok çeşitli doğum kontrol yöntemleri var. Bunlar kadında – erkekte uygulanabilen, geçici – kalıcı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar için de koruyucu olan – olmayan, planlı – acil uygulanabilen çeşitli yöntemlerdir. Erkeklerde kondom, sperm kalitesini düşüren haplar, vazektomi seçenekleri vardır. Kadınlarda ise doğum kontrol hapları, spiral, tüplerin bağlanması, hazne içine yerleştirilen diyafram / bariyerler, düşük dozlu progesteron hapları, aylık/üç aylık iğneler, hazneye konulan halka şeklindeki veya deri altına uygulanan çubuk şeklindeki implantlar ve acil uygulanan yöntemler olarak sayılabilir. Her yöntemin belirli bir koruyuculuğu, koruma başarısızlığı, kullanan açısından avantajı ve dezavantajı bulunmaktadır. Koruma başarısızlığı neye bağlı? Hiçbir şey yapmamış olmamak için son anda başvurulan geri çekilme de bir yöntemdir ama hiç etkili değildir. Prostat salgılarında da az da olsa sperm bulunur, fark edilmeden kısmi sperm atılımı da olabilir. Yumurtlama zamanı dışında ilişki esasına dayanan takvim hesabı da sık kullanılır ama bu iki yöntemin koruyuculuğu neredeyse yoktur. Hazne içerisine yerleştirilen diyafram, veya tek başına kullanılan sperm öldürücü kremler en başarısız yöntemlerdir. Diyaframların uygun şekilde yerleştirilmeleri zordur ve rahatlıkla kayabilir. Doğum kontrol haplarının düzensiz kullanımı da istenmeyen gebelikle sonuçlanabilir korunduğunuzu zannederken gebe kaldığınızı öğrenmeniz işte bu koruma başarısızlığıdır. En iyi yöntem, her zaman en iyi koruyan yöntem anlamına gelmiyor Doğum kontrol yöntemleri arasında her zaman en iyi yöntem en iyi koruyan yöntem anlamına gelmez. Bu açıdan bakarsak rahim aldırmak da sonuçta bir doğum kontrol yöntemi olabilir. Her yöntem için kişiye göre en uygun olduğu bir zaman aralığından söz edebiliriz. En sık kullanılan yöntemlerin başarısından bahsedersek zamanında kullanılan doğum kontrol hapları %99’un üzerinde koruma sağlar. Hangi durumda hangi doğum kontrol yöntemi kullanılmalı? Değişik örnekler verebiliriz mesela: ilki yeni evlenecek bir çift olsun hemen gebelik istemiyorlarsa doğum kontrol hapları ilk tercihtir. İlk defa ilişkiye girecek yeni evlenen çiftlere ilk başta kondom kullanmasını önermiyorum. İkinci örneğimiz yeni doğum yapmış anneye lohusalığı bittiğinde - çocuk 2 aylık olmadan hemen önceki 1-2 haftalık süre içerisinde spiral takılması veya 3 ayda bir yapılan iğne ile korunmak ilk tercihimizdir hem iğne anne sütünü de artırıyor, doğum kontrol haplarını emzirme döneminde pek önermeyiz. Üçüncüsü, istenmeyen gebeliğini aldıran bir kadın için spiral takılması ilk tercihimizdir, spiral işlem esnasında da takılabiliyor. Dördüncü örnekte birden çok partneri olan kimseler için ise en uygun yöntem olarak cinsel yolla bulaşan hastalıklar için de koruma sağladığı için kondom kullanımı ilk tercihtir. Bir örnekte de korunmasız ilişki sonrası 1-2 gün içinde başvuran bir çifti ele alalım, kadına ertesi gün hapı önerilebilir veya daha önce doğum yapmışsa derhal spiral takılabilir. Kalıcı yöntem için de bir örnek vermek isterim üçüncü veya dördüncü sezeryen ameliyatını olacak 30 yaş üzerinde bir kadın eşiyle kararlaştırmış artık daha fazla çocuk sahibi olmak istemiyorsa en uygun yöntem tüplerin bağlanmasıdır. Yöntemlerin dezavantajları neler? Tüm yöntemlerde çok düşük ihtimal de olsa başarısızlık olabiliyor, kullanım zorlukları veya kullanımdan kaynaklanan problemler olabiliyor mesela kondomlar yırtılabilir. Doğum kontrol haplarını almayı unutmak düzensiz kullanmak koruyuculuğu azaltabiliyor ara kanamalara neden olabiliyor. Spirallerde düşme ve yerinden kayma olabiliyor. Daha önce gebe kalmamış yani hiç doğum yapmamış kadınlarda spiral kullanılabilse de tercih etmeyiz. Emzirirken kullanılan düşük dozlu progesteron haplarının her gün aynı saatte alınması gerekiyor yoksa etkin koruma sağlamayabiliyor. İğneler ve implantlar diğer yöntemlere göre düzensiz kanamalara daha sık sebep olabiliyor. Ayrıca her durumda her yöntem uygun olmayabiliyor, kısaca özetlemek gerekirse tedavi hastaya göre bireyselleştirilmeli. Doğum kontrol hapları kullanırken dikkat edilmesi gerekenler: Doğum kontrol hapları ile ilgili birtakım olumsuz önyargılar mevcut. Aksine faydaları olduğunu düşünüyorum, özellikle düzenli kullanım adet ağrısına çok iyi geliyor. Kilo aldırdığı söyleniyor fakat yayınlanan geniş katılımlı çalışmalarda bunun doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Meme kanseri yapar deniyor ama 20 yaş üzeri kullanımda mesela Avrupa’da yaklaşık 10- 20 yıl süreyle kullanan hastalar var, bu kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda meme kanseri oranı kullanmayanlarla benzer bulunmuş. Hatta rahim kanserine yakalanmayı da azaltıyor. Tek dikkat edilmesi gereken nokta hastanın tıbbi durumuyla ilgili etkileşimlerdir mesela migren, damar tıkanıklığı, pıhtılaşma sorunu varsa bunları kötüleştirebiliyor, sara ilacı kullananlarda koruyucu etkisi azalıyor ve kullanılan ilacın da etkisini azaltabiliyor. Sigara içimi de hapların etkisini azaltıyor, diyabette, 35 yaş üzerinde, kolesterol yüksekliğinde bunlardan biri veya birkaçı olan hastalarda tedavi başka seçeneklerle ve hastaya göre bireyselleştirilmeli l DYT. BAHAR AKKUZU ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / BESLENME VE DİYET POLİKLİNİĞİ Şeker ve şekerli gıdalarla aranıza mesafe koyun! Diyetisyen Bahar Akkuzu, boş kalori kaynakları arasında yer alan şekerin, başta obezite olmak üzere bir çok sağlık sorununa sebep olabildiğini belirterek, bu konuda bilinçli davranılması gerektiğini söylüyor. Besin değeri bakımından “kalitesiz” bir gıda olan sofra şekerinin yüksek oranda kalori içerdiğini kaydeden Akkuzu, aşırı şeker tüketiminin zaman içinde sigara, alkol gibi bir alışkanlık halini aldığının altını çiziyor. Başlıca basit şeker kaynakları: *Asitli içecekler, meyve suları, limonata ve meyveli soda *Kek, kurabiye, hamurlu gıdalar, hazır paketli ürünler *Reçel, bal, pekmez, marmelat, sürülebilir çikolata vb. ürünler *Şekerlemeler (şeker çeşitleri, lokum vb) *Dondurma *Çikolata Akkuzu, ihtiyaç duyduğumuz enerjinin en fazla %5’ini basit şekerlerden karşılamamız gerektiğini belirterek “Aşırı şeker ve şekerli gıda kullanımı bir beslenme alışkanlığıdır ve bu alışkanlıktan vazgeçmek ciddi bir kararlılık gerektirir” bilgisini veriyor. Şekerin mümkün olduğunca az kullanımına yönelik farkındalık oluşturulması için eğitimler düzenlediklerini ifade eden genç diyetisyen Bahar Akkuzu, şekerin insan ömrünü kısalttığına yönelik araştırmalar olduğuna da dikkat çekiyor. Akkuzu “Günümüzde şekerin girmediği bir gıda maddesi yok gibi. Bebeklikten itibaren şekerli besinlere alıştırılan bir bireyin bu konuda bilinçli davranmasını beklemek imkansızdır. Bu bakımdan başta anneler olmak üzere tüm bireylerin şeker tüketimini sınırlandırmaya yönelik çözümler üretmesi gerekiyor” diyor ve ekliyor: “Basit şeker tadı kadar masum bir gıda maddesi değil. Bu bakımdan şeker ve şekerli gıdalarla aranıza mesafe koyun” 15-20 dakikada kana karışıyor Sofralarımızda sıklıkla tercih ettiğimiz şekerler, saf karbonhidratlardır ve yoğun enerji kaynağıdır. Kompleks karbonhidratlar ise, diğer bir karbonhidrat türüdür. Bizim üzerinde durduğumuz basit şekerler, barsaklardan 15- 20 dakikada emilip kana karışmakta ve doğrudan enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Emilimin hızlı olması sebebiyle de kan şekerinde ani yükselme ve düşüşe neden olmaktadır. Artan kronik hastalıklar bizleri beslenmemizi incelemeye ve varolan yanlışları saptamaya yönlendirmiştir. Günlük diyetimizi yani gün boyunca tüketiğimiz yiyecek ve içecekleri incelediğimizde pek çok basit şeker kaynağına rastlanmaktadır. Çocuklarımıza şeker tüketimini öğretmemeliyiz Özellikle çocukların sevdiği ve sıklıkla tükettiği bu besinler pek çok sağlık sorununa yol açmaktadır. Beslenme bir alışkanlık ve gerekliliktir. Doğumla beraber başlar, hayatımızın sonuna kadar devam eder. Küçük yaşta kazanılan beslenme alışkanlıkları da genellikle yaşam boyu devam eder. Çocuklarımızdan başlamak üzere kötü beslenme alışkanlıklarımızı bir kenara bırakmalıyız. Buna öncelikle olarak basit şeker tüketiminden başlamalıyız. Çünkü basit şeker tüketiminin pek çok hastalığa davetiye çıkardığı artık kanıtlanmıştır. tanımlanmaktadır. Artan teknolojik koşullar vb pek çok etken ile birlikte, fiziksel aktivitemiz azalmış, besin tüketimimiz ciddi anlamda artmıştır. Alınan enerjinin harcanan enerjiden yüksek olması, ağırlık kazanımını da beraberinde getirmiştir. Basit şekerli besinler de enerji içeriklerinin yüksek olması ve tokluk hissini sağlamada posalı ürünler kadar yeterli kalmamaları sebebiyle, obezitede önemli bir etken olmuştur. Basit şeker tüketiminin yol açtığı başlıca sağlık sorunları: Basit Şeker–Kalp Damar Hastalıkları: Basit şekerler içeren besinlerin enerji değerlerinin yüksek olması sebebiyle vücuttaki yağ depolanma hızını arttırmaktadır. Oluşan aşırı vücut yağı da kalp hastalıkları riskini artırmaktadır. Basit Şeker – Diş Çürükleri: Ağız içinde yer alan bakteriler basit şekerleri kullanarak diş çürüten asit oluşumunu sağlamaktadır. Basit şekerlerin tüketilme sıklığı ve bu besinlerin dişleri fırçalamadan ağızda kalma süreleri diş çürüğü görülme sıklığının artırmaktadır. Basit Şeker – Obezite: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), obeziteyi, “Sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesi” olarak tanımlamaktadır. Eskiden, sağlık, güç, otorite sembolü olarak görülen şişmanlık, artık bir hastalık olarak Mesela günde 2 kesme şekerle içilen 5 bardak çay ortalama 100 kkal fazla enerji alımına sebep olmaktadır. Basit Şeker – Diyabet: Diyabet, insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği ile ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Artan yaşla beraber Tip 2 Diyabet riski artmaktadır. Basit şeker tüketimi, yağ depolanmasını hızlandırarak diyabet riskine neden olmaktadır. Ayrıca diyabetli kişilerde, toplam enerji alımını artırarak kan şekerinin artışına neden olabilmektedir. Basit Şeker – Kanser: Yapılan araştırmalara göre, kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanmaktadırlar. Bununla beraber aşırı şeker tüketimi, şişmanlığa, insülin direncine yol açtığı gibi bazı kaynaklara göre dengesiz tüketimleri hastalıkta risk etkeni oluşturmaktadır. Basit Şeker – Hiperaktivite: Yapılan çalışmalar, aşırı şeker tüketiminden sonra çocuklardaki hiperaktifliğin arttığını göstermektedir. Basit Şeker – Tatlı Tutkunluğu: Çalışmalar, obez hastaların şekerli yiyecekleri aşırı tüketmelerinin ve bu kişilerin yemek yerken kontrollerini kaybetmelerinin bağımlılık davranışı ile benzerlik gösterdiğine ışık tutmaktadır. Basit Şeker – Cildin Erken Yaşlanması: Araştırmalarda cildin erken yaşlanmasında, yüksek oranda şeker içeren kötü beslenmenin sigara, UV ışınları gibi dış etkenlerin arasında yer aldığı gösterilmektedir. Görüldüğü gibi pek çok hastalığa kapı açan basit şeker kullanımına dikkat edilmelidir. Kolaylıkla uygulayabileceğimiz önlemler ile bu riskleri ortadan kaldırmak mümkündür l Basit şeker tüketiminden kaçınmak için: *Çay, kahve, süt gibi içeceklerinize şeker eklemesinden kaçının. *Asitli içecekler gibi basit şeker içeren içecekler yerine su, ayran, süt, kefir tüketin. *Kek, kurabiye, pasta, hazır paketli besinlerden uzak durun. *Çocuklarınızın beslenmesinde şeker, çikolata vb şekerlemeleri sınırlandırın. Özellikle öğün saatleri arasında bu ürünleri tüketmeleri, öğünlerde yetersiz beslenmelerine neden olacak, bu da büyüme ve gelişmelerini olumsuz etkileyecektir. *Enerjinizin çoğunluğunu tahıllardan (tam tahıl ürünleri), taze meyve ve sebzelerden, az yağlı veya yağsız besinlerden örneğin yağı azaltılmış süt ve ürünlerinden, yağsız et veya et yerine geçenlerden sağlayın. Basit şeker yerine tüketebileceğimiz alternatif gıdalar: *Tatlı isteğimiz bastırmak adına, ara öğünlerde hurma, kuru kayısı, kuru üzüm gibi kuru meyve alternatiflerini tercih edebiliriz. *İçeceklerimizde kullandığımız şeker alışkanlığımızdan vazgeçemiyorsak, bitki özlü tatlandırıcıları tercih edebiliriz. *Hazır tatlılar yerine de evde tatlandırıcı ilave ettiğimizi tatlılar hazırlayabiliriz. Böylece hem şeker isteğimizi bastırmış oluruz hem de yüksek kalori alımının önüne geçmiş oluruz. Türkiye’den, dünyadan. Sağlık için, Bıçakcılar’dan. Türk sağlık sektörüne, ihtiyacı olan kaliteli, nitelikli ve güvenli ürünleri yıllardır hep Bıçakcılar sundu: Üretiminde hep aynı insan odaklı yaklașımı ve çevre duyarlılığını gözeterek... Bıçakcılar’ın her zaman en ileri teknoloji ile ürettiği yaklașık 300 çeșit tıbbi cihaz ve 2.500 tek kullanımlık tıbbi ürün, Türk sağlık sektöründe yıllardır güvenle ve sorunsuz kullanıldı, kullanılıyor... Bıçakcılar kendi üretim hattı dıșında kalan pek çok ürünü de yıllardır dünyanın en güvenilir ve en seçkin markaları arasından seçerek, Türk sağlık sektörünün kullanımına sunuyor. Dünyanın güvendiği Bıçakcılar, dünyanın güvenilir markalarıyla çalıștı, çalıșıyor. Türkiye için, sağlık için, insan için... /bicakcilartibbi /bicakcilartibbi BTK-BIC-007-00 UZM. DR. OYA GÖNÜLLÜ GÜÇLÜ BAKIRKÖY PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESI / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ Yakınını kaybedenlerin psikolojisi üzerine… Geçtiğimiz Mayıs ayında Soma’da meydana gelen kaza, hepimizin yüreğine ateş düşürdü. Ancak birileri var ki onlar bu acıyı bizlerden kat be kat fazla hissettiler. Maden ocağında evlatlarını, babalarını, eşlerini kaybeden aileler büyük bir psikolojik travma yaşadılar. Peki bu travmayı yaşayan aileler ya da etrafımızda yakınını kaybedenler neler yaşıyor olabilir? Bu soruların cevabını Psikiyatri Uzmanı Dr. Oya Güçlü verdi. Kayıp ardından yaşanan yas sürecini “normal ve yaşanması gereken bir dönem” olarak tanımlayan Dr. Güçlü, bu dönemde yaşanılan tepkilerin depresyon belirtilerine benzediğini söylüyor. “Kişi yas tuttuğu zaman iş ve sosyal ortamı bundan etkilenebilir. İşyerindeki performansı düşebilir, işe veya okula gitmek istemeyebilir, arkadaşlarıyla bağlantısını koparabilir” diyen Dr. Güçlü, bu süreçte kişiye acısını yaşamak için izin verilmesi gerektiğini belirtiyor. Dr. Güçlü, aynı aile içinde bile herkesin kederini ve yasını yaşama şeklinin son derece kişisel olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Bu ruhsal yaranın ne kadar hızlı onarılacağı, kesiğin derinliğine, yaranın ve yaralananın özelliklerine bağlıdır.” Uzm. Dr. Güçlü konu hakkında şunları söylüyor: Yası tam olarak tutulmamış kayıplar, yaşamımıza gölge düşürür Yas tutma; herhangi bir yitim ya da değişikliğe verilen psikolojik yanıt olup, iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmek için yaptığımız uzlaşmalardır. Keder de buna eşlik eden duygu. Yitirilen, bir yakın olabildiği gibi bir umut, sağlık, konum da olabilir. Yası tam olarak tutulmamış kayıplar başka bir deyişle uyum sağlayamadığımız değişiklikler yaşamımıza gölge düşürür. Eğer yas tutamazsak eski düşlerin, ilişkilerin, sorunların kölesi olarak kalırız. Ya fazlası ile sıkı tutunur ya da yeterince tutunamayız. Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak, yaşam gerektirdiğinde de genellikle tutunamayız. Her birey değişik hız ve yoğunlukta yas tutar Her kayıp bizi kaçınılmaz bir keder içine sürükler. Her kayıp geçmiş kayıplarımızı canlandırır. Her kayıp tam olarak yası tutulabilirse büyüme ve yenilenme için bir araç da olabilir. Dolayısıyla hem yitirebileceğimiz hem yitebileceğimiz konusunda yüzleşmektense duygusuzluk felsefesi yüceltilip yas tutanların gözyaşlarını içlerine akıtmaları teşvik edilmemelidir. Yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Aynı aile içinde bile herkesin kederi son derece kişiseldir. Bu ruhsal yaranın ne kadar hızlı onarılacağı, kesiğin derinliğine, yaranın ve yaralananın özelliklerine bağlıdır. Yas tutma yetisi, yitimin koşulları ile de ilişkilidir. Birisi aniden ya da kötü biçimde ölürse bu ölümü kabullenmek daha zor olur hatta yas tutma süreci donar. Herkes değişik hız ve yoğunlukta yas tutar. Standart süre genellikle bir yıldan iki yıla kadar bir zaman dilimidir. Sınıflandırmaları da her bir kuramcıya göre farklı olsa da yas tutma işinin evreleri olduğu belirlenmiştir. Ölen kişinin bedeninin görülmesi, yakınlarını ölümün gerçeği ile yüz yüze getirir Bir kuramcıya göre birkaç saat ile bir hafta arasında değişen sürelerde ilk olarak hissizlik görülebilir. Bir diğer kuramcı için yas tutmanın ilk evresi kriz dönemidir. Bedenlerimiz ve zihinlerimiz direnir. Ölümle yüzleşmekten kaçınmak için, reddetme, sıkıntı öfke, pazarlıkların içine girer çıkarız. Bir yitimden sonraki saatlerde kişiler nefes açlığı, boğazda düğümlenme, iç çekme gereksinimi, kaslarda gevşeklik ve iştah yitiminin gözlenebileceği şok ve uyuşukluk içinde olabilir. Şokun şiddeti geçince fiziksel tepkiler yoğunluğunu kaybeder gerçek içimize işlemeye başlar. Kaybedilenin geri gelmesi istenir. Yadsıma, feci gerçeği yavaş yavaş sindirmemiz için adeta bir tampon görevi görür. Yas tutan kişinin cenazenin planlanmasına katılması, ölen kişinin bedenini görmesi, cenazeye katılması, ölü evine yapılan ziyaretlerde ölümün tekrar tekrar konuşulması, başsağlığı dileklerinin kabul edilmesi ölümün gerçeği ile yüz yüze getirecektir. Cesedini hiç görememiş olmak dahil gerçeğin bu türden sınanması eksik kalırsa yadsıma sürebilir. Uzun süren yas hali, yardım gerektiğini gösterir Zihnin bir yanı yadsırken bir yanı yitimi bilir. Geride kalanlar ölenin “ziyaretini” bekler, bunu vedalaşmak için bir fırsat olarak görürler. Kayıptan önceki son günleri, haftaları, saatleri geri getirmeye çalışarak yeniden yaşarız. Yaşamımızda etkisi olan bir kişinin yitimi anlatılmaz derecede acı vericidir. İlk haftalar hatta aylarda görülen katlanılması, inanılması güç keder belirtileri… Eğer bu belirtiler uzun sürer ve yaşamı etkilemeye başlarsa keder için profesyonel bir yardım alınmalıdır. Halen bir kayıp için yas tutmakta olan biri yeni bir kayıp olursa kedere dayanma gücünün kalmadığını hissedebilir. Yası erteleme, sorunu daha da şiddetlendirir Acı gerçeği özümsedikçe kriz dönemi sona erer. Birçokları, yas tutmanın ölümü kabul etmeyle birlikte sona erdiğini varsayar aslında ikinci evre henüz başlamaktadır. Ancak ölümün gerçekliğini bir kez kabul ettikten sonra, gereken ince ve karmaşık uzlaşma işine başlayabiliriz. Bu dönemler gerekli düzeyde bağışıklık elde edebilmek için yapılan bir dizi aşılama gibidir. “Aynı yer tekrar tekrar kesilir. Bıçağın ete ilk batışı tekrar tekrar hissedilir” Yasımızı tam anlamıyla tutsak bile, ölüme ilişkin yıldönümlerinde keder yineleyebilir. Keder yokluğu gösterenler, ölümü ya da acı verici kaybı yadsımazlar yalnızca kayıpla bağlantılı duygularını yadsırlar ama keder eninde sonunda ortaya çıkar. Manisa’nın Soma ilçesinde meydana gelen maden faciasında hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı dileklerimle… Not: İlgili haberde Dr. Vamık Volkan’ın “Kayıptan Sonra Yaşam” yazısından alıntılar yapılmıştır. DT. SELÇUK ÖZBÖLÜK HOSPİTADENT AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ / YÖNETİM KURULU ÜYESİ Diş gıcırdatma kabusunuz olmasın… Uykuda bilinç dışı diş sıkma ve gıcırdatma durumuna “Bruksizm” adı veriliyor. Modern yaşamla birlikte karşı karşıya kaldığımız yoğun stres, kaygı, endişe gibi duyguların tetiklediği bruksizmin, ortalama her 10 kişiden 2’sinde görüldüğünü söyleyen Hospitadent Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Selçuk Özbölük, bu problemin kısa sürede tedavi edilebildiğini belirtiyor. Tedavi edilmeyen bruksizmin çene eklemi bozuklukları ve diş kayıplarına sebep olabildiği gibi, boyun, omuz, baş ve çene ağrısı da yapabildiğine işaret eden Özbölük, konu hakkında şu bilgileri veriyor: En sık görülen uyku bozukluklarından biri Yaşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünüldüğünde, uykunun insan zihni ve bedeni için ne kadar önemli olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’. En sık görülen uyku bozukluklarından biri olan ‘Bruksizm’, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor. Görülme sıklığı yüzde 20’lere ulaştı Araştırmalar, uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının yüzde 20’lere kadar ulaştığını gösteriyor. Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar; horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor. Birden fazla nedene bağlı olarak ortaya çıkıyor Diş sıkma ve gıcırdatmak gece veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu için, çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan hastalar tarafından farkedilemez. Diş sıkma ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler, uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum bozuklukları, travmatik yaralanmalar, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri (seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı gibi faktörler sayılabilir. Hastalar genellikle diş gıcırdattığının farkında bile olmuyor. Hasta bize ancak dişlerde hassasiyet, aşınma, sallanma ve kırılma, diş sinirlerinde ölüm, çevre dokularda yaralanma, çene eklem rahatsızlıkları, baş ağrısı ve fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda geliyor. Hastaların eşleri ya da yakınları bu durumdan kendisi kadar şikayetçiler. Peki bunun çözümü var mı? Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla aktivitenin kontrol altına alınmasını ve meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak yinede diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres kaynaklı problemler için bir uzmandan yardım almalarında fayda var l Diş gıcırdattığınızı nasıl anlarsınız? *Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız ağrıyorsa *Ağzınızı rahat açamıyorsanız, açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de ağrı devam ediyorsa * Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa *Ağız açma kapama sırasında zorluğun dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa, uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma ihtimaliniz çok çok yüksek. İstanbul’da 30 ambulans daha hizmette 194 olduğunu kaydeden Albayrak, İstanbul’da acil hattına bir günde 62 binden fazla çağrı geldiğini bunlardan önemli bir kısmının gereksik çağrı olduğuna işaret etti. Şehir içi acil çağrıların yüzde 79’una 10 dakikanın altında ulaşabiliyoruz İstanbul Sağlık Müdürlüğü yoğun bakım hastası nakli yapabilen ve çift iklimlendirme sistemine sahip 30 adet acil yardım ambulansını İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak’ın katıldığı törenle hizmete aldı. 16 Haziran Pazartesi günü, Avrupa Yakası Komuta Kontrol Merkezi’nde gerçekleşen törene Albayrak’ın yanısıra sağlık müdür yardımcıları, 112 acil servis personeli ve çok sayıda basın mensubu katıldı. İstanbul Sağlık Müdür Prof. Dr. Selami Albayrak yaptığı konuşmada; acil yardım çalışanlarının görevleri sırasında yaşadıkları maddi ve manevi zorluklardan bahsederek, filoya katılan 30 ambulansın bir bölümüyle yeni acil yardım istasyonu açacaklarını söyledi. İstanbul’da hedeflen acil yardım istasyonu sayısının Albayrak, konuşmasını şöyle sürdürdü:“Üzülerek ifade edeyim ki acil çağrı hatlarımıza gelen çağrıların yüzde 80’i gereksiz. Bu durum önemli bir fonksiyon zayıflığına neden oluyor. Acil hastalara yönelik hizmetlerimizin aksamasına ve yavaşlamasına sebep oluyor. Biz, şehir merkezlerinden gelen çağrılara 10 dakikanın altında ulaşmayı hedefliyorduk. Bugün artık çağrıların yüzde 79’una 10 dakikanın altında ulaşabiliyoruz. Yüzde 100’üne de 10 dakikanın altında ulaşabilmemiz için önümüzdeki bütün engelleri bir bir onarmamız gerekir. Bu engelleri onarmak için de çok değerli halkımızdan destek bekliyoruz. 112 çağrı merkezlerinin gereksiz yere meşgul edilmesinin önüne geçmek için halkımızın duyarlılığına ihtiyacımız var. Halkımız bu duyarlılığı gösterirlerse kanaatimce bu sorun da zamanla çözülmüş olacaktır” dedi. Albayrak, “TBMM’ye gelecek bir torba yasa ile bunlara ceza mı geliyor?” sorusuna karşılık, hiçbir yaptırım, ceza veya hapsin eğitim kadar etkili olmayacağını belirterek, asılsız 112 çağrılarının sadece sağlık ekiplerini meşgul etmediğini bir çok alanda aksamalara sebep olduğunu kaydetti l MELEK HATİBOĞLU İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ / İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ BİRİM SORUMLUSU / İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI Sağlık çalışanlarının güvenliği her yönüyle analiz edilecek Geçtiğimiz aylarda Soma’da meydana gelen maden faciası, iş güvenliği alanında yürütülen çalışmaların ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Peki iş sağlığı ve güvenliğinin amacı nedir? Ülke olarak iş güvenliği konusunda hangi noktadayız? Sağlık sektörü iş sağlığı ve iş güvenliği bakımından hangi riskleri barındırıyor? Bu soruların cevabını İş Güvenliği Uzmanı Melek Hatiboğlu verdi. İş kazalarının en önemli özelliğinin, “büyük ölçüde önlenebilir olması” şeklinde nitelendiren Hatiboğlu, bu kazaların yüzde 98’inin çalışma ortamında bulunan tehlikeler, alınmayan önlemler, yapılmayan iyileştirmeler ve çalışanların güvensiz davranışlarından kaynaklandığını söylüyor. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi için gerekli mühendislik önlemlerinin alınması ve yönetsel iyileştirmelerin yapılmasının şart olduğunu kaydeden Hatiboğlu, bu konunun kamu ya da özel farketmeksizin tüm işletmelerin birincil öncelikleri arasında yer alması gerektiğine vurgu yapıyor. Melek Hatiboğlu, sağlık sektörünün iş sağlığı ve güvenliği açısından çok tehlikeli sınıf olarak tanımlandığını kaydederek, “Sağlık sektöründe işgören sayısı ve işin şekli nitelik bakımından oldukça kapsamlıdır. Bu nedenle bu alanda çalışanlar çok çeşitli risklerle karşı karşıyadır” diyor. Hatiboğlu, sağlık sektöründe görev alacak iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimlerinin sayısının arttırılması gerektiğine vurgu yaparak, “Artık tüm hastanelerimizde İş Sağlığı ve Güvenliği Birimleri kurulmasının gerekliliği kaçınılmazdır. Çalışma ortamından kaynaklanan, çalışanların sağlığını ve güvenliğini etkileyen tüm riskler, İSG profesyonellerince yönetimin ve çalışanların katılımıyla değerlendirilerek önlemlerin alınması gerekiyor” diyor. Hatiboğlu, konu ile ilgili şu bilgileri veriyor. Türkiye’de SGK 2012 yılı istatistiklerine göre; 74.871 iş kazası meydana gelmiş, 395 meslek hastalığı tespit edilmiş, 745 kişi hayatını kaybetmiş, 2.209 kişi sürekli iş göremez hale gelmiştir. Uluslararası çalışma örgütü (ILO) verilerine göre; dünyada her 15 saniyede 1 kişi iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmektedir. SGK verilerine göre son 20 yılda (1992 - 2011) iş kazası ya da meslek hastalığı sebeplerinden hayatını kaybeden çalışan sayısı 24.607’dir. İş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan ekonomik kayıp ülkelerin yıllık gayrisafi hasılalarının ortalama %4‘ü olarak tahmin edilmektedir. İş sağlığı ve güvenliğinin amacı nedir ? İş sağlığı ve güvenliği (İSG) ‘’işin yürütümü sırasında çeşitli nedenlerden kaynaklanan, sağlığa ve güvenliğe zarar verebilecek koşullardan korunmak amacıyla yapılan sistemli ve bilimsel çalışmalar’’ olarak tanımlanmaktadır. Yaşama hakkının korunmasını içeren İSG çalışmalarının temel amacı; iş kazalarının ve meslek hastalıklarının meydana gelmeden önce önlenmesini sağlamaktır. İSG‘de ana felsefemiz önleyici yaklaşımdır. Bu amaçla, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak için tehlike ve risk kavramlarının tanımlanarak kaynağında yok edilmesine öncelik verilmesi gerekmektedir. Hastanelerde birçok iş ve risk bir arada bulunuyor Sağlık sektörü çalışma ortamından kaynaklanan ve çalışanlarının sağlığını ve güvenliğini etkileyen biyolojik, kimyasal, fiziksel, ergonomik ve psikososyal risklerle biraradadır. Bu riskleri tek tek ele aldığımızda; Biyolojik Riskler: Sağlık çalışanları açısından en önemli mesleksel hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilir. Yapılan işin gereği olarak hasta bireylerle temas halinde olmak, kan, idrar, beden sıvıları örnekleri ile çalışma zorunluluğu, risklerle karşılaşmanın temel nedenleridir. Dünyada tahmini 35 milyon sağlık çalışanı kesici-delici aletle 3 milyon kez yaralanmaktadır. Bu vakaların %90 dan fazlası gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Türkiye’de tüberküloz, sağlık çalışanları arasında toplumun diğer kesimlerine göre 3 kat daha fazla görülmektedir. Kimyasal Riskler: Hastanede sağlık çalışanlarının sıklıkla karşılaştığı kimyasallar arasında; dezenfektanlar, antiseptikler, sterilizasyon işlemleri sırasında kullanılan sıvılar, el sabunları, lateks ürünler, boya ve çözücüler, etil alkol ve türevleri, anestezik gazlar, ilaçlar, solüsyonlar ve birçok madde bulunmaktadır. Bu kimyasal ajanlar alerjik deri hastalıkları, allerjik rinit, astım, üreme sağlığı bozuklukları ve organ hasarları gibi birçok sağlık problemine sebep olmaktadır. Sağlık sektöründeki riskler sadece çalışanları değil, hastaları da ilgilendiriyor Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı “Kişinin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde olması” olarak tanımlamaktadır. Sağlık çalışanlarının da tam bir iyilik hali içinde olmasını sağlamak amacıyla fiziksel, ruhsal ve sosyal durumlarında meydana gelen sapmaları iyi değerlendirmek gerekir. AB, sağlık sektöründe çalışan oranının %10 olduğunu ve bunun büyük çoğunluğunu kadınların oluştuğunu belirtmiştir. Topluma sunulan sağlık hizmetlerinin niteliği, sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu çalışma ve yaşam koşulları ile yakından ilişkilidir. Risk altında çalışan personelin vereceği hizmetin, o hizmeti alan kişileri de ilgilendirdiği bir gerçektir. İş kazalarının yüzde 98’i önlenebilir kazalardır ILO’nun 2002 yılında hazırladığı “Güvenlik Kültürü Raporu”na göre, meslek hastalıklarının %100’ü, iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilir niteliktedir. Bu kazaların ancak yüzde 2’si alınan tedbirlere rağmen önlenememektedir. İş kazalarının, meslek hastalıklarının veya çalışma gücü kayıplarının doğal sonuç olarak değerlendirilmesi, İSG açısından kabul edilemez bir kayıptır. Bir ülkenin gelişmişliği, iş sağlığı ve güvenliğine verdiği öneme bağlı 30 Haziran 2013‘te yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, çalışma hayatının temel sorunlarından biri olan iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak yeni bir dönem başlatmıştır. Çok sayıda kanun ve ikincil mevzuatta yer alan hukuki düzenlemeler tek bir kanun altında toplanmıştır. Yasa ve uygulamalar, işveren ve çalışanlara ciddi sorumluluklar yüklerken, İSG profesyonelleri olarak işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının bu uygulamalarda önemli rolleri bulunmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği; bir ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi, sosyal yapısı, sağlık sistemi, sanayileşme düzeyi, eğitim sistemi ve düzeyi gibi pek çok faktörle ilişkilidir. Bu sebeple iş sağlığı ve güvenliği hepimizin ortak sorumluluğudur l Hastanelerde birçok iş ve risk bir arada bulunuyor Fiziksel Riskler: Hastanede hastalar ve sağlık çalışanları için fiziksel tehlikeler grubunda en yaygın olanlar; radyasyon (iyonize, lazer, ultraviole, infra-red, elektromanyetik vb. radyasyon, radyoaktif madde ve ışınımlar), gürültü, ışık/aydınlanma, elektrik düzeneği, kaygan zemin, iklimlendirme sistemleri, titreşim ve tozun olduğu belirlenmiştir. Ergonomik Riskler: Sağlık çalışanlarının işin yürütümü sırasında maruz kaldığı ergonomik risklere; hasta bakımı verme, hastayı kaldırma, çevirme, taşıma, tıbbi araç ve gereçleri taşıma vb. işlerde kas incinmeleri ve disk kaymaları gibi sağlık sorunları örnek verilebilir. Psikososyal Riskler: Sözel saldırı, psikolojik saldırı (mobbing) ya da cinsel taciz başta olmak üzere; mesleki sorumluluk baskısı, yanlış yapma kaygısı, yoğun iş temposu, iş yükü, çalışma zamanları (nöbetler, gece çalışmaları, uzun süre çalışma vb.), çalışma biçimi, kreş, lojman, ulaşım, eğitim ve benzeri olanakların sınırlı olması gibi durumlar çalışanlar üzerinde ciddi psikolojik riskler oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalara göre, sağlık personelinin şiddete uğrama riski diğer çalışanlara göre 16 kat daha fazladır. Sağlık çalışanlarına uygulanan her türlü şiddet, iş sağlığı ve güvenliği kapsamında değerlendirilmelidir. Bu sebeple; gerekli her türlü önlemin alınması hususunda iş sağlığı ve güvenliği kanunu, işverene ciddi sorumluluklar yüklemiştir. DOÇ. DR. MEHMET GÜL MEHMET AKİF ERSOY GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ Onların kalpleri kalplerimiz için çarpıyor Onlar vücudumuzun en hayati ve en mucizevi organlarından birinin, kalbimizin sağlığı için çalışıyorlar. Kalp krizi geçiren ya da kalp yetmezliği taşıyan bir hastayı çoğu zaman ölümün kenarından çekip alan kardiyologlar, oldukça yoğun, zor ve sorumluluğu yüksek bir alanda hizmet veriyorlar. Kardiyolojinin, kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarını inceleyen bilim dalı olarak tanımlandığını, ancak sadece bu görevi üstlenmediğini söyleyen Uzm. Dr. Mehmet Gül, “Biz hastanın maddi ya da manevi tüm yaşam şeklini planlayan bir bilim dalıyız. Hasta hereketsizse onu harekete teşvik eden, ya da stresli, endişeli bir yaşam düzeni varsa bu düzeni değiştirmesi konusunda telkinde bulunan da bizleriz. Zira, kalp sadece kan pompalamaz. Duygusal tüm değişimlerde ilk tepki veren, vücutta herhangi bir değişikliği ilk fark eden organ kalptir. Bu nedenle biz hastaları sadece fiziksel değil duygusal anlamda da takip ederiz” diyor. Halk arasında kırılabildiği söylentileri, kısmen doğrudur Kardiyologluğun mesleki tatmini hayli yüksek bir tıp dalı olmasına karşın, en çok acil ve icap nöbeti tutan tıp dallarından biri olduğunu ifade eden Dr. Gül, bu durumu da “mesleğin cilvesi” olarak tanımlıyor. Kalbi vücudun en çok korunması gereken organlarından biri olarak nitelendiren Dr. Gül, “Kalbe gelebilecek herhangi bir darbe hayati tehlikelere yol açabilir. İşte bu yüzden kalbimiz, vücudun en güvenli yerine, göğüs kafesinin içine yerleştirilmiştir. Göğüs kafesini oluşturan kemikler kalbi her türlü darbeye karşı adeta bir zırh gibi korur. Taşıyıcısının yumruğu büyüklüğünde olan kalp duygusal ve fiziksel anlamda tüm vücudun orkestra şefidir. Kemiği olmamasına rağmen, halk arasında kırılabildiği söylentileri de kısmen doğrudur” bilgisini veriyor. Bu dalı şeçecekler kalabalık poliklinik koridorlarına ve uykusuzluğa karşı hazırlıklı olmalılar Kardiyoloji uzmanı olabilmek için 6 yıllık tıp eğitiminin ardından 5 yıllık uzmanlık eğitimini tamamlamak gerektiğini belirten Dr. Gül, bu dalı şececeklerin kalabalık poliklinik koridorlarına ve gece uykusuzluklarına karşı talimli olması gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: Mehmet Bey; mesleğiniz bir nevi tamircilik gibi… İnsanların kalplerinde oluşan ya da oluşması muhtemel arıza ve deformasyonları tamir ediyorsunuz. Böylesi ilginç ve bir o kadarda riskli bir tıp dalını niçin tercih ettiniz? “Kardiyolog, günü 24 saat değil, 25 saat yaşayan kişidir. Kardiyolog zamanla yarışmak zorundadır”. Doç. Dr. Mehmet Gül, mesleğinin zorlukları hakkında şunları söylüyor: Kardiyoloji uzmanlığı, dokturluğun her dalında olduğu gibi yoğun ve yorucu bir meslek. Maalesef kalp damar hastalıkları ani ölümlerin en sık rastlanılan sebeplerinden biri… Acile kalp kriziyle gelen hastaya dakikalar hatta saniyeler içinde müdahale etmeniz hayati önem taşıyor. Bu nedenledir ki kardiyologluk sadece muayene değil, müdahale de eden bir tıp dalıdır. Bu meslekte insanlara şifa ulaştırmak ve onların hayır dualarını almak insanı müthiş tatmin ve mutlu kılıyor. Allah kullarına yardım elini bizim yaptığımız müdahale ve tedavi aracılığıyla ulaştırıyor. Çok az meslekte bu kadar yoğun ve mesai saati olarak uzun süre çalışan insan var, 32 saat hastanede kaldığımız ve uykusuz ertesi güne devam ettiğimiz çok gün olmuştur. Ama sanıyorum bir süre sonra vücut bu tempoya bile alışıyor. Belki de hastalarımızın hayır duası ile 2 gün uykusuz acil nöbeti tuttuğum zamanlar olmuştur. Bu kadar yoğun çalışmama rağmen bu dalı seçtiğim için hiç pişmanlık duymadım. “İyi ki kardiyolog olmuşum” dediğim çok zaman oldu ancak “Niye kardiyolog oldum?” dediğim tek bir gün olmadı şükürler olsun. Kardeşlerimi ilaçsızlık ve doktorsuzluktan kaybettim Ben 7 çocuklu ailemin en küçüğüyüm, ailem ben doğmadan 1 ve 4 yaşlarında olan 2 kardeşimi ilaçsızlık ve doktorsuzluktan kaybetmiş. Hatta bu kardeşlerimden birisi öksürerekkanayarak vefat etmiş, köyde hiçbir sey yapamamışlar. Annemin iki kardeşimin hastalıktan vefat etmesini anlatması beni çok etkilemişti. Bundan dolayı doktor mesleği içimde bir yerlerde hep vardı. Aslında matematik dersini çok seviyordum ve çok başarılıydım. Normal lise mezunu olarak üniversite sınavına girdim. Savcı olan abimin de önerileriyle tıp fakültesini yazdım ve kazandım. Üniversitede Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken siddetli bir göğüs ağrım olmuştu. Değerli kardiyoloji hocalarımdan Sedat Tavşanlı’ya muayene olmuştum. “Hiçbir şeyin yok çok iyisin” demişti ama benim kalbim çok ağrıyordu ve çok endişeliydim. Nasıl bu kadar emindi anlamamıştım o zaman, birkaç gün sonra gerçekten ağrılarım kendiliğinden düzeldi. Yine üniversite 4.sınıftayken sevgili babamı yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması sonucu kaybettim. O süreçte acaba diyordum keşke, Tıp fakültesine daha erken başlasaydım ve uzman doktor olsaydım. Branşında uzman doktor olarak babamın tansiyon değerlerini ve ona uygun ilaçlarını yakından takip edebilirdim, hep içimde burukluk kalmıştır. Başımdan geçen bu iki olayın kardiyoloji bölümünü seçmemde etkili olduğunu düşünüyorum. Eminiz mesleğinize dair pek çok hatıranız vardır? Bunlardan ilginç ya da etkilendiğiniz birkaç hatıranızı bizimle paylaşabilir misiniz? Sayısız örnek verebilirim ama aklımda kalan iki olayı paylaşmak istiyorum sizinle. İleri aort kapak darlığı olan yüksek ameliyat riski taşıyan hastalara, anjio yöntemiyle kapak yerleştirme işlemi TAVİ yöntemidir. Hastanemiz bu işlemi ülkemizde ilk uygulayan merkezlerden biridir. Birçok yaşlı hastamızı hayata tutunmasında bu yöntemi başarıyla uyguladık. Yöntemin uygulandığı yaşlı hastaların hayata olan bağlılıkları beni çok etkilemiştir. Ev içinde temel ihtiyaçlarını dahi yapamayan 82 yaşında bir kadın hastamız, işlemden sonra kendini çok iyi hissetmiş hatta koştuğunu ifade etmişti. Hasta 1 ay sonra kontrole geldi, elimi uzatmamı istedi, elimi uzattım ve hasta elime uzanıp öpmüştü. Çok mahcup olmuştum. İnsanda ölümsüzlük duygusu var, hangi yaşta olursa olsun ağrısını gidermek, nefesini rahatlatmaya aracı olmak büyük bir lütuf. Annem de 83 yasında, Allah uzun ömür versin öpülesi eller asıl onların elleri değil mi? Poliklinikte bir hasta yakını sebepsiz yere sorun çıkarmıştı. Tartışmıştık, bana hakaret etmişti ve çok incitmişti, o gün yaptığım tüm hasta muayenelerini de olumsuz etkilemişti. O adamı bir daha görmek istememiştim. Birkaç ay sonra nöbetçiydim ve o adam bana kalp krizi ile gelmişti. Acil servise girerken kalbi durmuştu, elektroşok ile hayata döndürmüş, solunum cihazına bağlayıp, anjio ile damarını açmıştık. Hastanın hayata tutunması için elimizden gelen herşeyi yapmıştık ve başarıyla taburcu ettik. Aslında o hastanın haberi olmadı benim ona yaptığım müdahaleden, tabi ki bana aylar önce hakaret ettiği kişi olduğundan, çünkü yoğun bakım ve servise çıkıp oradan başka doktor arkadaşlar tarafından takip edilmişti. Aslında bu meslekte bazen kırılsakta, incilsekte, hatta bazen fiziki şiddete maruz kalsakta, hiçbir beklenti ve karşılık beklemeden Allah rızası için yapan meslektaşlarımız herkese örnek olmalı. Şu şartlarda oğlum doktor olsun ister miyim bilemiyorum Son olarak mesleğinizi icra ederken en sık karşılaştığınız problemler neler? Kısaca bunlardan bahseder misiniz? Doktorluğun değeri ve saygınlığı bence azaldı, gelecekte ne olur bilemiyorum. Simdi 4 yaşında bir oğlum var, bana sorarsanız “Meslek olarak doktor olmasını ister misiniz diye?” Şu şartlarda onun adına kararsız olduğumu söyleyebilirim. Eşim nöroloji uzmanı olarak çalışıyor, mesleğini severek yapıyor. Bazen hasta ya da hasta yakını onu incitecek endişesi taşıyorum. Tabi ki benim yaşadığım yoğunluk ve zorlukları kendisi de yaşıyor. Oğlum büyüdükçe yaşadığımız şartlar onun kararında etkili olacaktır diye düşünüyorum. “Hiçbir hastalık yok ki şifasını Allah (c.c) yaratmasın” hadisi bizleri tıp ilmi konusunda daha çok çalışmaya ve araştırmaya teşvik ediyor. Girişimsel Kardiyoloji bölümündeki arkadaşlarımız koroner anjiografi sırasında radyasyona maruz kalıyor. Bu gelecekte sağlıkları için önemli bir risk taşıyor. Zorluklarına rağmen mesleğimle gurur duyuyorum Tıp fakültesindeki öğrenciler artık her açıdan daha az riskli ve rahat bölümleri tercih ediyorlar. Gerçekten bu da çok düşündürücü… Bazen düşünüyorum da tıp gibi manevi hazzın çok büyük olduğu bir alanda bile “Rahat çalışayım” tercihi yapılıyorsa bu sistemde ters gider bir şeyler var demektir. Her ne kadar mesleğim zor olsa da, bazen oğlumla günlerce yarım saat bile vakit geçiremesem de mesleğimle gurur duyuyorum. Çalıştığın alana emek verdikçe yaptığın işin değerini çok daha iyi anlıyorsun. Tüm meslektaşlarıma son tavsiyem nasıl ki bir yakınınıza güler yüzlü davranılmasını istiyorsanız, siz de tüm hastalara kendi yakınınız gibi davranın. Zira unutmayın birgün o hasta koltuğunda siz veya sizin yakınlarınız da olabilir. Hastalara ise hekim ve sağlık çalışanlarının da yoğun ve zorlu şartlarda hizmet sunmak için orada olduklarını ve her ne olursa olsun hasta mahremiyeti konusunda anlayışlı davranmaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum l PROF. DR. AYHAN VERİT FATİH SULTAN MEHMET EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÜROLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU İdrar yolu taşlarında açık ameliyat oranı yüzde 2’lere kadar geriledi Gelişen modern cerrahi ve görüntüleme yöntemleriyle birlikte, artık idrar yolu taşları sorun olmaktan çıkıyor. İdrar yolunda oluşmuş 2 santimetreden büyük taşlar için kullanılan endoskopik ve cerrahi yöntemler, tedaviyi kısa ve güvenli bir şekilde sonuca ulaştırabiliyor. Üriner sistem taşlarının eskiden açık cerrahi uygulanarak tedavi edildiğini söyleyen Prof. Dr. Ayhan Verit, ESWL denilen taş kırma ve bazı kapalı yöntemlerin (PNL, laparoskopi ve RIRS) kullanılmaya başlanmasıyla birlikte açık cerrahiye olan gereksinimin yüzde 1-2’lere düştüğünü belirtiyor. Günümüzde taşların hemen hemen tamamının taş kırma ve endoskopik teknik dediğimiz kapalı yöntemlerle tedavi edilebildiğini kaydeden Verit, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Taş ameliyatlarının % 95’inden fazlası kliniğimizde endoskopik (kapalı kamera sistemi ile) olarak yapılmaktadır. Bu yöntemlerle açık ameliyata göre taşların daha iyi temizlendiğini ve iyileşme sürecinin daha kısa olduğunu söyleyebiliriz. Teknolojik olarak kullanılan aletlerin incelmesi ile birlikte çocuklarda da uygulanabilen bu yöntemlerin uygulanmasında hastanın günlük yaşantısını sınırlayan herhangi bir kural bulunmuyor. Bu teknik ile hastalarımızın hastane yatış süreleri kısaldığı gibi, erken iyileşmeleri ve dolayısıyla güncel hayatlarına çabuk dönmeleri sağlanabiliyor. Genelde bu operasyonlar sonrasında bir hafta kadar hastanın fiziksel zorlanma gerektiren spor, ağır taşıma gibi hareketlerden kaçınması, tedavinin başarısı için yeterli oluyor. En sık böbrek taşı oluşuyor Prof. Dr. Verit, taş hastalıklarının tedavi yöntemlerinin taş kırma, ilaç tedavisi ve kapalı ameliyat olarak 3 guruba ayrıldığını belirterek, şu bilgileri veriyor: İdrar yolları taşları karşımıza 3 başlık altında çıkmaktadır; 1- Böbrek taşları 2- Üreter (İdrar ileti kanalı) taşları 3- Mesane (Sidik Torbası) taşları. Bunların içerisinde en sık karşılaştığımız taş türü böbrek içerisinde oluşan taşlardır. Böbrek taşları tıkanıklık ve iltihaplanmaya yol açarak böbrek hasarına ve kaybına yol açabildiği için erken tanı ve uygun tedavi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde gelişen modern tanı ve tedavi yöntemleri ile böbrek taşına teşhis koymak oldukça kolaylaşmıştır. Kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülüyor Ülkemizde her 7 kişiden birinin, yaşamı boyunca en az bir kez idrar yolu taşlarıyla ilgili bir problemle karşılaştığını söyleyen Verit, “Böbrekten başlayarak idrarın atıldığı son noktaya kadar, üriner (idrarın vücut dışına atılmasını sağlayan kanal) sistemin herhangi bir yerinde taş oluşması, idrar yolu taş hastalığı olarak tanımlanıyor. Hastalık, erken çocukluk döneminden başlamak üzere her yaş gurubunda görülebiliyor. Dayanması zor ağrılar yaşatan taşlara kadınlara oranla erkeklerde daha sık rastlanılıyor” bilgisini veriyor. Taş hastalıkları tekrar edebilir Prof. Dr. Verit, ailesinde idrar yolu taş hastalığı olanlarda, taş hastalığının 2 kat daha sık görüldüğünü kaydederek, bu grup hastaların taş oluşumu konusunda genetik mirasının kötü olduğuna işaret ediyor. İdrar yolu taş hastalıklarının tekrar edebilen hastalıklar gurubunda yer aldığına dikkat çeken Verit, herhangi bir şekilde taş düşüren, taş kırdıran veya taş yüzünden ameliyat olanlarda yeniden taş tekrar etme riskinin yüksek olduğuna vurgu yapıyor. İdrar yolu taşlarının oluşumunda hatalı beslenme alışkanlığının da etkili olduğunu kaydeden Verit, hareketsiz ve az egzersiz yapanlar ile obezlerde taş hastalığı görülme sıklığının arttığını ifade ediyor. Tuzu azaltıp, bol su tüketin! Verit, idrar yolu taşlarının oluşumunda beslenmenin de oldukça önemli olduğunun altını çizerek, “Sıvı alımının az olması vücutta taş oluşumunu tetiklemektedir. Protein ve karbonhidrat (et ve tahıl ürünleri) içeriği zengin fakat lif (sebze-meyve) içeriği fakir gıdalarla beslenenlerde taş hastalığı daha sık izlenmektedir. Tuz ve tuzlu gıdaların fazla tüketilmesi de taş hastalığına yol açmaktadır” diyor ve ekliyor: Bünyesi idrar yolu taşı oluşumuna yatkın olan kişilerin öncelikle sofradan tuzu kaldırmaları, hayvansal gıdaları kısıtlamaları ve bol su tüketmeleri gerekiyor” l UZM. DR. GÜL KARAÇETİN PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİ KLİNİĞİ Ergenlik psikolojisine dikkat Yetişkinliğe ilk adım olarak kabul edilen ergenlik dönemi, anne babaların çocuklarıyla iletişimi geçmekte zorlandıkları, çoğunlukla çaresiz kaldıkları bir dönem olarak nitelendiriliyor. Ergenlikle birlikte dikkatin arkadaşlara ve dış çevreye yöneldiğini söyleyen Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Gül Karaçetin, bu dönemde ergenlerin çok daha yakından takip edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Çocukluktan erişkinliğe geçişte ara basamak olan ergenlik döneminde, fiziksel olarak gözle görülen değişimlerin yanı sıra, zihnen ve ruhen de büyük farklılıklar yaşandığına dikkat çeken Karaçetin, ergenle sağlıklı iletişim kurulabilmesi için bu dönemin tabiatının özümsenmesi gerektiğini söylüyor. Ergenliğin, erken ergenlik (11-15 yaş), orta ergenlik (15-18 yaş) ve geç ergenlik (18-21 yaş) olarak 3 evrede incelendiğini söyleyen Karaçetin, ergenlikle ile ilgili şu bilgileri veriyor: Ergen bu dönemde kendi kendine ‘ben değişiyorum’ demeye başlar Ergenlikten önce, çocuğun sevgi nesnesi anne-baba iken ve onların tavır ve tutumlarını örnek alırken ergenlikle birlikte dikkat arkadaşlara ve dış çevreye yöneliyor. Aynı zamanda anne-baba figürü ve onların mükemmeliyetleri sorgulanıyor. Bunu yaparken de ergenler için çok önemli bir ortam olan arkadaş ortamı çıkıyor karşımıza. Örneğin arkadaşındaki bir özelliğin kendisinde olup olmadığını düşünüyor veya arkadaşının babasına bakıp aynı özelliğin kendi babasında olup olmadığını sorguluyor. Bu sorgulama süreci esnasında ergen, anne-babasına karşı asilik veya bir takım olumsuz davranışlar geliştirebiliyor. Ergenlik bir kimlik bulma ve kimlik birleştirme süreci Bu süreçte ergenin çeşitli kimlikler denemesi ve de sonunda bir kimliğe bağlanması gerekmektedir. Akıllara tam da bu noktada yanlış kimlikte kalırsa ne olacak sorusu geliyor. Bu durumda yetkin ebeveynlik giriyor devreye. Yetkin ebeveynliğin 2 alt bileşeni var. Bunlardan bir tanesi kimlik gelişimi esnasında çocuğa yakın ilginin gösterilmesi, ikincisi de çocuktan bir takım beklentilerin olması. Ebeveynlere düşen bu esnada çocukların gösterdiği asi tavırlar, karşı çıkmalar konusunda çocuğu anlamaya çalışmak, çocukluktan gelen o sıcak ilişkinin duygusal yönünü sürdürmeye çalışmak ve davranışlarının kendi sağlığını ya da güvenliğini etkileyen noktalarında sınırlar koymak. Ergenliğin doğası itibariyle ergenler sağlıklarını ve güvenliklerini tehlikeye atan davranışlar gösterebilirler. Bu durumun gelişmesini engellemek için ebeveynlerin 2 uç tutumdan kaçınması gerekir. Birincisi; ergenin ebeveyn yönlendirmesi olmaksızın yaşamıyla ilgili tüm kararları kendi verdiği durum. Bu durumda ergen henüz tam olarak olgunlaşmamış ruhsal yapısı nedeniyle geri dönüşü olmayan hatalar yapabilir, ikinci tutum ise; ebeveynler tarafından bir kimlik statüsünün empoze edildiği otoriter tutum. Bu durumda ergenin karar verme ve kendini yönlendirme mekanizmalarının gelişimi olumsuz etkilenebilir. Ergen için en geliştirici ve yararlı ebeveyn tutumu ise, ergeni kendi sağlığını ve güvenliğini etkileyecek konularda sürekli ve tutarlı sınırlar koruyarak koruyan ve günlük aktivitelerinde karar verme mekanizmasını destekleyen tutum. Normal duygu değişiklikleriyle klinik depresyon ayırt edilmeli Ergenlik çocukluktan farklı olarak, ergenin mutlu ya da mutsuz olma halinin çok sık değişebileceği bir süreçtir. Klinik depresyon ise 2 hafta ya da daha uzun sürede, ergenin kendisini daha önceki depresif olmadığı duruma göre mutsuz ve değersiz hissettiği, konsantrasyonun azaldığı, iştah ve uyku değişikliklerinin olduğu, kısacası aile, okul ve arkadaş ilişkilerinin negatif yönde etkilendiği ve eskisine oranla çok daha fazla olumsuz söylemde bulunma durumudur. Fakat ergenin kendini öldürmeye yönelik intihar girişimleri varsa veya madde kullanımı durumunda 2 haftanın beklenmesi gibi bir durum söz konusu olmamalıdır. Sağlıklı kurulan iletişim kimlik gelişimi için çok olumlu etkiye sahip Ebeveynler bilmeli ki bu dönem fırtınalı bir dönemdir ve zaman zaman zor geçebilir. Bir takım olumsuz davranışların olması durumunda ebeveynler soğukkanlılıklarını korumalı, kendi çocuklarıyla olan sıcak ilişkilerinin zedelenmesine izin vermemelidirler l Ergene Yaklaşırken; *’Ben Dili’ ile yaklaşın. Örneğin onu suçlamak yerine, ‘Sen bu şekilde yaptığında ben üzülüyorum’ deyin. *Ergenin direkt olarak kişiliğine değil, davranışlarına yönelik yapıcı eleştirilerde bulunun. *Sürekli öğüt veren kişiden ziyade, öğütlerinin neden verildiğini anlatan kişi olun. *Ergenin kendisini ifade etmesine olanak verin. *Ergenin söylediklerini dikkate aldığınızı ona hissettirin. *Tepki verirken şiddet içeren yöntemler kullanmayın. *Ergene sorumluluk verirken bunun hep beraber verilen bir karar olmasına özen gösterin. *Olumlu davranışlarını övün. Ergen Psikolojisi ile ilgili tüm sorularınızı Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği’nin internet sayfası olan www.cogepder.org.tr/index.php/tr/ iletisim-yoenetici-ile-haberlesme/contact-item adresi üzerinden iletebilirisiniz. UZM. DR. MİNE DOĞRU İSTANBUL FİZİK TEDAVİ REHABİLİTASYON EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / SPOR HEKİMİ Yüzmenin faydaları saymakla bitmiyor Yüzmenin yaş, cinsiyet, kilo fark etmeksizin her birey için ideal bir egzersiz olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Mine Doğru, düzenli yüzerek herkesin formunu ve sağlığını koruyabileceğine işaret ediyor. Özellikle kas, iskelet sistemi problemleri olan ve aşırı kilolu insanların yüzmenin olumlu etkilerinden yararlanabileceğine dikkat çeken Doğru, bu grupta yer alan bireylerin haftada en az 3 gün yüzmesinin önemine işaret ediyor. Yüzmenin, 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde yaygın bir spor dalı olmadığını ifade eden Doğru, bu sporun yaygınlaştırılması için tesis sayısının artırılması gerektiğininde altını çiziyor. Tüm vücut kaslarının kullanıldığı yüzmenin insan doğasının en kolay uyum sağladığı spor dallarından biri olduğunu kaydeden Doğru, “Bağışıklık sistemini uyararak kişileri hastalıklardan koruyan yüzme, aynı zamanda metabolizmanın da düzenli çalışmasını sağlıyor” diyor ve ekliyor: “Düzenli yüzmek diyabetten, kalp sağlığına, stresi azaltmaktan, kilo kontrolü sağlamaya kadar birçok konuda fayda sağlar. Bu nedenle yaz aylarına yaklaştığımız şu dönemde yüzme sporuna daha fazla zaman ayırın.” Spor Hekimi Doğru, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Yüzme, kasları ve eklemleri zorlamadan spor yapılmasına olanak sağlar Yüzme vücutta belli bir kas grubunu ve eklemi çalıştırmak yerine kol, bacak, karın gibi birçok kas grubu ve eklemi çalıştıran bir egzersiz şeklidir. Diğer egzersiz şekillerinden farklı olarak iskelet sistemine zorlayıcı bir etkisi olmadan vücudunuzun çalışmasını sağlar. Yüzme esnasında insan vücudu suya batmış olduğundan, otomatik olarak daha hafif olur; eklemlerin ve kasların zorlanmadan çalışmasına olanak verir. Bu nedenle yüzme özellikle kas iskelet sistemi problemleri olanlar veya aşırı kilolu insanlar için ideal bir egzersiz türüdür. Yüzme, yürüme, koşu ve bisiklete binme gibi vücudun oksijen kullandığı egzersizler aerobik egzersiz olarak adlandırılır. Aerobik egzersizde vücudun oksijen kullanımı artar, kalp daha fazla kan pompalar, derin nefes alınır, kan dolaşımı artar, alternatif kasılma ve gevşeme ile büyük kas grupları hareket eder. Yağ oranının azaltılması ve kas kütlesinin arttırılması için uygun bir egzersiz Düzenli olarak yapılan aerobik egzersiz, koroner arter hastalığı, diyabet (şeker hastalığı), inme (felç) gibi birçok kronik hastalığın ortaya çıkış riskini azalttığı gibi diyabet, hiperlipidemi gibi mevcut kronik hastalıkların da tedavisinde kullanılmaktadır.Günümüzde hareketsizlik obezite, diyabet ve kalp hastalığı için en önemli risk faktörlerinden biridir. Kişinin yaş, cinsiyet ve boyuna göre değişmekle birlikte ortalama olarak yavaş hızda 1 saat yüzme ile 180 – 440 kcal, yüksek hızda 1 saat yüzme ile ise 440 - 800 kcal harcanabilir. Kalori yakımı ile kilo kaybına ek olarak enerji olarak ön planda yağlar yakıldığından, yağ oranının azaltılması ve kas kütlesinin arttırılması için uygun bir egzersiz şeklidir. Fazla kilolu kişilerde egzersiz ile sağlanan kilo kaybı, koroner arter hastalığı, diyabet, kronik kas iskelet sistemi problemleri gibi eşlik eden birçok hastalığın gelişme riskini azaltmaktadır. Menopoz döneminde kemik sağlığına büyük katkı sağlıyor Yüzmenin özellikle menopoz sonrası kadınlarda kemik sağlığı üzerinde olumlu etkileri vardır Ayrıca genel kas gücünü ve bağların esnekliği arttırarak kişinin günlük hayatında hissettiği kısıtlılık ve yorgunluk üzerine de pozitif etki sağlar. Zihinsel sağlığı geliştirerek hem erkeklerde hem de kadınlarda ruhsal iyilik halini artırabilir, çocuklarda ve yetişkinlerde hafızayı geliştirir. Ergenlik döneminde kas ve eklemlerin esnekliğini sağlıyor Düzenli yüzme çocukluk ve ergenlik döneminde büyüme gelişme, kemik yoğunluğu, kas ve eklemlerin esnekliği ile duruş üzerine olumlu etkilerinin yanı sıra ergenlerin çevreye sosyal uyumunu da arttırmaktadır. Yetişkinlerde yüzme bel ağrısının önlenmesi ve tedavisinde tavsiye edilmesinin dışında, ergenlik döneminde de omurga eğriliklerinin ortaya çıkış riskini azaltmaktadır Yüzme, tüm yaş gruplarına uygun bir spor Özet olarak yüzme fiziksel ve ruhsal sağlık üzerine birçok faydalı etkisi bulunan, vücudu çok fazla zorlamayan, tüm yaş gruplarına uygun, eğlenceli, rahatlatan ve stresi azaltan bir egzersiz şeklidir. Yüzmeye başlamak isteyen her bireyin spora katılımı öncesinde sağlık yönünden değerlendirilmesi şarttır. Egzersiz programı öncesinde kişilerin başta kardiak açıdan olmak üzere mevcut sağlık durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Diyabet, hipertansiyon, kas – iskelet sistemi problemleri gibi durumlarda egzersize başlamadan önce bir takım önlemler alınması gerekebilmektedir. Bu nedenle uzman bir hekim tarafından egzersize başlayacak kişinin yaşı, sağlık durumu, mevcut hastalıkları göz önüne alınarak bir egzersiz reçetesi düzenlenmelidir. Suya girmeden önce egzersiz hareketleri yapılmalı Egzersiz şekli olarak yüzmeyi seçen kişi mutlaka yüzme bilmelidir. Suya girmeden önce kas ve eklemleri esneten egzersizler yapılmalı, egzersiz esnasında bol sıvı alınmalıdır. Kas iskelet sistemi yaralanmalarını engellemek için düzenli olarak yüzmeye yeni başlayan bireylerin düşük tempoda ve kısa süreler ile başlayıp zaman içinde kademeli olarak hızı ve süreyi arttırması gerekmektedir l Hastanelerimizden yaşanmış hikayeler... Personeliniz beni denize attı İlginç bir vaka... Bir sahil kasabasında çalışıyorum. Her gün aynı sarhoş hasta aynı saatte geliyor. Yine geldi fizik muayenesi gayet normal. Bir şeyiniz yok dedik. Birden bayılma numarası yapmaya başladı. Güvenlik geldi, onlar da polisi çağırdı. Polisler almış sarhoşu götürüp çimlere bırakmışlar. Çimler de ıslakmış. Sarhoş ayılıp üstünü başını ıslak görmüş. Aradan yarım saat geçmeden alkollü şahıs elinde telefonla tekrar hastahaneye geldi. Konuşuyor... - Alooo Sabim mii? Tedavi için geldiğim hastanenizde, hastane personeli beni denize attı. Kendi imkanlarımla zor kurtuldum. Şikayetçiyim. Gereğinin yapılmasını istiyorum Yaşam Gökkuşağı Gibi Güzel Yılbaşı ve bayram tatilinde servisler ayrı bir sessizliğe bürünür. Hastane bazen ürkütecek bir hareketsizliktedir. Böyle bir yılbaşı gecesi. Hastaların çoğu taburcu edilmiş ya da izinli olarak gönderilmişti. Serviste 10 hasta vardı. Çoğuda drenli veya NGS’li idi. Bu durumda böyle hastalar ayrı bir terk edilmişlik duygusu . yaşıyor. Yanındaki hasta gitmiş, gelen giden yakında azaldığı için içine düştükler sahipsizlik duygusu yüzlerinden okunur hale geliyor. Serviste iki hemşire, bir personel nöbetçiyiz. Cerrahpaşa’daki seminer odası denize bakar ve balkonludur. Özel gecelerde özellikle yılbaşı geceleri havai fişek gösterileri ve gemilerden atılan yardım fişekleri çok hoş bir görüntü oluşturur. Personeli çağırdım. Hastaları tek tek sandalye ile balkona çıkarttım. Ne olduğunu soranlara size süprizim var dedim. Gece 24.00 ve başladı gösteri. Gökyüzünün dört bir yanı rengarenk oldu. Dakikalarca sürdü. Karanlık karanlık olmaktan çıktı. Sanki Monet’in eli değmişti gökyüzüne. Hastaları izliyordum. Hepsi gökyüzüne odaklanmış, güleç ve umudunu tekrar kazanmış bir haldeydiler. Gösteri bittikten sonra, nasıldı, diye sordum. Minnet duyguları gözlerinden okunuyordu. Sonra sohbet ettik. Tek tek yeni yıldan ne beklediklerini konuştuk. Gördüm ki insanoğlunun hayalleri, beklentileri ve arzuları hiç bitmiyor. Hiç bitmesin de... Doktor ve Çocuk Her zamanki çocuk ağlamalarından farklı bir ses duydum. Koridara baktım. Babasına sıkı sıkı sarılmış bir çocuk. Hem titriyor hem ağlıyordu. Hava çok soğuk. Benim üzerimde hırka olduğu halde üşüyorken, çocuk incecik bir tişört ve çorapsız bir halde... Bayağı bir zayıflamışsın. Gülümsedi. Hastanın biri, doktor benden para istedi diye şikayete gitmiş. - Evet doktor bey. 18 kilo verdim ve ilk defa bir görücü geldi. Çok mutluyum. Size teşekkür etmek için çiçek getirdim. Doktor kim, ne dedi diye soruşturunca doktor; ‘Banknot olmadan muayene olmaz. Git banknot getir’ dedi. - Hadi hayırlısı. Düğün ne zaman dedim. Doktor BARKOT istemiştir denilince hasta da Allah Allah diyerek ayrıldı odadan - Ben beğenmedim Doktor Bey. Sonrakilere bakacağım. Kendine güven gözlerinden okunuyordu. Birinin mutlu olmasına sağlamak hoşuma gitti. Bağlılık 16 yaşında hanımefendi. Gözleri sulanmış bir halde. Mendili elinde. Tursun - Ne oldu size, neden ağlıyorsunuz? Polikliniğe gelen bir erkek hasta. Adı Tursun. - Çok üzgün doktor bey. Yanlış mı anlıyorum diye düşünürken tekrar sordum - Bebeklikten beri takip eden bir çocuk doktoru vardı. Dün artık sen büyüdün dahiliyeci seni muayene edecek demiş. Çok seviyordu doktorunu. Annesi cevap verdi - Neden? Baba beni görünce bozuk Türkçesi ile - İsminiz Tursun mu? Dursun mu? - İğne takar mısınız dedi. - Tursun doktor hanım. Aldım kucağından çocuğu. Baba anlatmaya devam etti. Çocuk düşüp başını vurmuş. Acile gelmişler. BT (Tomografi) için damar yolu açamamışlar. Servise göndermişler. Tabi açamazlar. Soğuktan damar kalmamış ki. Kontrakte olmuş damarlar diyerek söylendim. Hemen hırkamı verdim. Temiz çoraplarımdan giydirdim. Bu arada çocukla göz göze geldik. Ağlamadığını farkettim. Beni izliyordu. Damar yolunu açıp BT’ ye gönderdim. Ertesi gün babası servise geldi. Poşet elinde içinde hırkam ve çorabım. Teşekkür etti. Çocuk hep beni anlatıyormuş annesine. Poşetin içinden bir kağıda sarılı bisküvi çıkardı. Paraları olmadığı için birşey alamamışlar. Gülümsedim. Teşekkür ettim. Bisküvileri Abdullah’a götürmesi için babasına geri verdim. - Karadenizli misiniz ? Kıza baktım, gerçek bir sevgiydi bu. - Hayır. Ama nüfus memuru Karadenizli’ymiş doktor hanım... - Beni de sever misin bu kadar? Amerikalı teyze Düğünümüz var Hey çocuk dedim içimden. Çıkış nerede - Tetkiklerinizi yazdım. Laboratuvara gidebilirsiniz - Laboratuvar nerede? - Giriş katta - Giriş kat nerede? - Çıkışta Görücü geldi keyfim yerinde Yoğun bir poliklinik günüydü. Kapının önünde elinde çiçek yüzü tanıdık gelen hastalardan biri bekliyor. Biraz sonra içeri girdi. Alışkın olmadığım bir yüz ifadesi ile. Mutlu ve gülümsüyordu. - Merhaba doktor bey, bu çiçekleri size getirdim. Gülümsedim. Yeşil gözleri va sarı saçları ile gerçekten güzel görünüyordu. Karadenizli veya Trakya göçmeni olacağını düşünüyorum. - Sizinle öncede tanışıyor muyuz? - Aa hatırlamadınız beni. 4 ay önce zayıflamak için gelmiştim. Siz de bana bir ilaç vermiştiniz doktor bey. - Şimdi hatırladım. Kaç kilo verdin böyle? Uçaktayım. ABD’ye uçuyorum. Yanıma 70’inde bir hanımefendi oturdu. Selam verdi. - Hiyy - Hiyy - Good flights - Thanks dedim. Uçak kalkana kadar konuşmadık. Havalandıktan sonra bana bakıp bakıp gülümsediğini farkettim. Ben de gülümsedim. Konuşmak istediğini hissettim. Bir süre sonra dayanamadı. Türk olup olmadığımı sordu. Türk olduğumu öğrenince seçimleri konuştuk. Ordan burdan konuşurken birden Boston’a neden gittiğimi sordu. Harward Tıp Fakültesi’nde kongremin olduğunu söyledim. Söylemez olaydım. O andan sonra kendimi poliklinikte geriatrik bir hastaya hayatımın en uzun polikliniğini yaparken buldum. Diz ağrılarından, menapoza, gastritten diyabete kadar herşeyi konuştuk. Durmaksızın soruyor. Oflayıp pofluyorum ama anlayacak gibi değil. Karın cildindeki lezyonu göstermek için üstündekini yukarı çekmeye çalışıyor. -Yok artık diye bağırmak isterken birden hostesin sesiyle uyandım. Birşey yeyip yemeceğimi soruyordu. Meğer rüyaymış her şey :))) Oysa ki barkot demiştim Başhekim yardımcısı aradı. Kahkahalarla gülüyor. Konuşamıyor gülmekten. Ne oldu diyorum. Kahkaha sesleri. Neyse ki bir süre sonra anlatmaya başladı. Oğlum hastadan para istemişsin diyor ama hala gülmeye devam ediyor. Gülümsedi. Servisimize yatan 60’ın da bir erkek hasta. Aynı koğuşu paylaşan diğer bir erkek hastanın yanında da 40’ın da bir hanım. Bende rotasyondan yeni gelmiş servise adapte olmaya çalışıyorum. Ama serviste, hemşirelerde garip bir telaş. Telaşın nedeni nikah. Hanım hiç evlenmemiş. Erkekte yalnız ve emekli. Hal böyle olunca, iki gönül bir olmuş. Servis şefine başvurmuşlar nikah memuru gelebilir mi diye? Hoca da izin verince kız bizim oğlan bizim havasında nikah olayı.. Aman hocam zayıflatma beni - Doktor bey bu aralar şekerim yükseliyor. Tansiyonumun düzeni bozuldu - İlaçlarınızın düzenli alıyor musunuz? - Evet - Peki tetkiklerinizi görelim. Biraz kilo sorununuz da var. - Yok yok ben memnunum kilomdan zayıflayınca güçsüz oluyorum. - Boy-kilo kaç? - Boy 158 cm, kilo 103 Odalar süper - Şekeriniz yüksek hastahaneye yatıracağım sizi - İstemiyorum hocam + Odalarımız deniz manzarılıdır ama. Haliç’e bakar. Duşlu, televizyonlu, klimalıdır. Minibar için buzdolabı bile var. Artı 24 saat sıcak suyumuz mevcut - İlahi doktor ikna ettiniz beni :))) Not: İlgili hikayeler Dr. Murat Akbaş’ın “İlahi Hasta ve “Doktorun günlüğü” isimli kitaplarından alınmıştır. (Hikayeler birinci kişi ağzından aktarılmıştır) UZM. DR. ÜMMÜHAN KAYA BAKIRKÖY LEPRA DERİ VE ZÜHREVİ HASTALIKLAR HASTANESİ / DERMATOLOJİ POLİKLİNİĞİ Güneşin yararları yanında, fazla maruz kalmaya bağlı zararları da bulunuyor Dermatoloji Uzmanı Ümmühan Kaya, derimizin dış ortamlar ile temas halinde olması sebebiyle ısı, ultraviyole ve radyoaktif ışınlar gibi faktörlerden sürekli etkilenebildiğine işaret ederek, bu konuda dikkatli davranılması gerektiğini söylüyor. Güneş ışığının deri yüzeyimizden kısmen yansırken derine ve dokuya da dağılabilen fiziksel bir ajan olduğunu kaydeden Kaya, “Ultraviyole ışınlarının insan sağlığı ve deri üzerinde çok önemli etkileri bulunmaktadır. Ultraviyole bronzlaşma olarak adlandırılan deri renklenmesine (pigmentasyon) yol açarken derinin üst katmanı (epidermis) ve alt katmanı (dermis) bulunan hücrelerin DNA’ larına da zarar verir. Böylelikle çeşitli deri kanserlerinin gelişiminde de doğrudan yol oynayabilmektedir” bilgisini veriyor. Kaya konu hakkında şunları söylüyor: Yerküreyi etkileyen iklimsel değişiklikler, ultraviyolenin derimiz üzerindeki olumsuz etkilerini en tepe noktaya taşımaktadır. Bundan başka güneşe kronik (uzun süreli ve düşük düzeyde) maruziyet güneş gören deri bölgelerinde yaşlanma belirtileri de oluşturur. Aktinik (güneşe bağlı) yaşlanmanın en belirgin klinik özelliği derinin renklenmesinde (pigmentasyon) düzensizlikler ve deri çizgilerinin belirginleşmesidir. Güneş koruyucular konusunda dikkatli davranmak gerekiyor Işıktan korunmanın temel üç bileşeni vardır. Bunlar önem sırasına göre davranış, giysi ve güneş koruyucularıdır. Piyasada mevcut güneş koruyucuların ultraviyoleye bağlı oluşan kızarıklıkları engellemesinin yanı sıra güneşin diğer olumsuz etkilerinden de kısmen korudukları bilinir. SPF 15 olan güneş koruma faktörü krem sürülmüş deride kızarıklık gelişmesi için hiç korunmamış deriye oranla 15 kat fazla ultraviyole alması gerekmektedir. Bu durum insanlar tarafından yanlış algılanabilmekte ve kişiler koruyucu sürüp saatlerce güneşte kalabileceklerini düşünebilmektedirler. Ayrıca SPF’ nin UVB koruyuculuğunu gösterdiğini unutmamak gerekir. UVA’ ya karşı da koruyucu özelliği olan ürünlerde bu özellik SPF’ nin yanına yazılır. Güneş koruyucu kremlerin gün ışığına çıkmadan yarım saat önce uygulanması ve genellikle üç dört saat arayla tekrar sürülmesi gerekir. Gölgede tente altında deniz kıyısında dinlenmeler ışığın kırılıp yansıma özelliğinden dolayı aslında halen güneşe maruz kalınma anlarıdır. Güneş yanıkları en çok bütün yanlış anlamalarla olabilmektedir. Güneş yanığı genelde ağrı ve kızarıkla kendini gösteriyor Güneş yanıkları güneşe yoğun maruz kalmayla oluşan toksik bir tablodur. Güneş yanığının şiddeti deri tipine, mevsime ve maruz kalma süresine göre değişmektedir. Kar, toprak ya da sudan yansıma ile yüksek rakımlı yerlerde güneş yanığı daha fazla görülür. Güneş yanığı sonucu oluşan kızarıklığın temel nedeni deride salınan birtakım medyatörlerdir. Bunlar ağrı acı kızarıklık ve genel halsizliğin de sorumlusudurlar. Güneşe maruz kalıştan yaklaşık altı saat sonra ciltte kızarıklık fark edilir. 12-24 üncü saatte en yüksek düzeye ulaşarak 72 saatte geriler. Kızarıklığın berlirmesiyle beraber cilt altında ödem, halsizlik sıcaklık hissi başlar. Yanığın şiddetiyle orantılı olarak deride su toplaması (gül) ve soyulmalar gelişir. (ikinci derece güneş yanığı) Şiddetli güneş yanığının etkili bir tedavisi bulunmuyor Vücutta tutulan alanın genişliği ve yanığın şiddetine bağlı olarak bazen ateş, bulantı, kusma baş ağrısı dolaşım düzensizliği, tansiyon problemleri ve felç gelişebilir. Gözde konjonktivit dediğimiz sorun ortaya çıkabilir. Şiddetli güneş yanığının etkili bir tedavisi yoktur. Ağrı kesici, iltihap kurutucu türde bazı ilaçlar şikayetleri kısmen geriletir. Yaygın olarak önerilen krem ve losyonların sınırlı etkinlikleri vardır. Bazen kaşıntı da şikayetlere eklendiğinde anti alerjik ilaç veya topikal ajanlar (krem losyon vb. gibi) kullanılabilmektedir. Hepsinden önemlisi güneşe uzun süre, toksik boyutta maruz kalmış kişinin serin bir ortamda dinlenmesi bol sıvı alımı ile kaybettiği suyun yerine konması gerekir. Ateş, çarpıntı, tansiyonda düşme ve yükselme, bulantı kusma vb şikayetler varsa hekime mutlaka başvurulması gerekir l BADEMLİ GÜLLAÇ Her zaman cevizli yemeye alıştığımız güllaç için değişik bir tarif. İÇ PİLAV Malzemeler > 100 gram file badem > 12 kâse pirinç, > 2 yemek kaşığı tereyağı, > 3 kâse kaynamış su, > 1,5 tatlı kaşığı tuz, > 2 yemek kaşığı dolmalık fıstık, > 2 yemek kaşığı kuş üzümü, > 2 yemek kaşığı antep fıstığı. Üstü için: Yapılışı Malzemeler > 1 litre süt > 10 yaprak güllaç > 500 gram şeker 1/2 adet Nar 25 gram Antep Fıstığı Yapılışı: Şeker sütte tamamen çözülünceye kadar kaynatılır. Süt ılıklaşınca yapraklar ortadan kırılarak tek tek servis kabına konulup sütle ıslatılır. Her katın arasına file badem serpilir. Kalan şekerli süt güllacın üzerine dökülür. En az dört saat bekletildikten sonra üzeri nar ve fıstıkla süslenip servis edilir. Notlar: Süt mutlaka ılık olmalı. Sıcak olursa yapraklar erir. Soğuk olursa hem şeker erimez, hem de yapraklar zor yumuşar, bekleme süresi uzar. Eğer daha hızlı yapmak istiyorsanız. Sütün yarısını şeker ile karıştırıp kaynatın. Geri kalan sütü eklediğinizde şekerli sütü hızlıca ılıklaştırmış olursunuz. Afiyet olsun. Pirinci yıkayıp ayıklayıp bir süre kaynamış suda bekletin. Dolmalık fıstıkları pilav tenceresine alıp hafif pembe renkte kavurun. Kavrulunca ocağı kapatıp tencerenin hafif soğumasını sağlayın. Soğuyunca ocağı açıp yağı ilave edin. Pirinçleri sularını süzerek tencereye ekleyin. Birkaç dakika kavurduktan sonra kaynamış suyu ekleyin. Tuzunu atın, kapağını kapatıp suyunu hafif çekmesini sağlayın. Suyunu bir miktar çekince kuş üzümlerini ve antep fıstıklarını ekleyin. Kapağı kapatıp ateşi kısarak pirinçlerin suyu tamamen çekmelerini sağlayın. Pişince kapakla tencere arasına bir kâğıt havlu sererek pilavı dinlendirin. İpucu: Bu pilava aslında iç badem de ekleyebilirsiniz; ancak ben badem çorbasıyla servis yapacağım için eklemedim. Ayrıca kaynamış su yerine et suyu kullanırsanız daha lezzetli olur. Afiyet olsun FIRINDA KUZU TANDIR Malzemeler > 1 kg kemikli kuzu but eti > 1/2 su bardağı su > 1 diş sarımsak > 2 adet orta boy kuru soğan > 2 adet orta boy domates > 2 adet orta boy havuç > 1 adet yeşil biber veya dolma biber > 1 dal kereviz yaprağı > 1 adet defne yaprağı > 1 tatlı kaşığı salça >1 tatlı kaşığı yoğurt > Bir miktar tane karabiber > Bir miktar tuz > Pul Biber >Kekik Yapılışı Kemikli kuzu but etleri bütün halinde derin bir fırın tepsisine dizilir. Çukur bir kapta salça, yoğurt, tuz ve pul biber yarım su bardağı suyla karıştırılır. Çırpılarak sos kıvamına getirilir. Bu sos tepsideki etlerin üze rine dökülür. Sebzeler dörde beşe bölünüp tepsideki soslanmış etlerin kenarlarına dizilir. Üzerine tane karabiber serpilir. Sarımsak ilave edilir. Tepsinin kenarından etlerin üzerini aşmayacak şekilde su konulup, tepsinin üzeri kapakla ya da alüminyum folyo ile kapatılır. 150 dereceye ayarlanmış fırında, etlerin üzeri kızarıp iyice yumuşayana kadar pişirilir. Piştikten sonra tepsideki sebzeli su süzülür ve bir kenara ayrılır. Etlerin kemikleri etlerden ayrılır. Pişen etler servis tabaklarına alınır. Süzülen sebzeli sudan kaşıkla etlerin üzerine bir miktar dökülür. İsteğe göre pirinç pilavı, yeşil soğan, közlenmiş biber ve domates dilimleriyle süsleyerek ve kekik serpilerek servis yapılır. Afiyet olsun UZM. DR. MUTLU NİYAZOĞLU İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ Kralların hastalığı Gut’u tanıyor musunuz? Ürik asidin eklemlerde birikmesi ve iltihaplanması sonucu ortaya çıkan gut hastalığı, en çok 40-65 yaş arasındaki bireylerde görülüyor. Bir çeşit romatizmal hastalık olan Gut’un sıklıkla ayak baş parmağında şişme ve ağrıyla kendini gösterdiğini söyleyen Uzm. Dr. Mutlu Niyazoğlu, hastalığın tedavisinde alkolden ve stresten uzak, proteinden fakir beslenmenin önemli olduğunu kaydediyor. Uzm. Dr. Niyazoğlu, şeker, yüksek tansiyon, şişmanlık gibi hastalıkların vücutta ürik asit birikmesine ve dolayısıyla da gut hastalığına zemin hazırladığını belirterek, “Her hastalıkta olduğu gibi gut hastalığında da ölçülü ve dengeli bir beslenme şarttır” diyor ve ekliyor: “ Gut’a karşı en iyi önlem, yoğun protein diyetlerinden kaçınıp, stresli yaşamdan uzak kalmaktır.” Uzm. Dr. Niyazoğlu, konu hakkında şunları söylüyor: Eski zamanların zengin hastalığı Mısırlılar döneminden beri bilinen gut hastalığı, eski zamanlarda zenginlerin ya da kralların hastalığı olarak bilinirdi. Hipokrat zamanında, hastalığın klinik belirtileri damlacığa benzetilerek “Gut” adı verilmiştir. Gut bazı eklemlerde ani ve şiddetli gelişen ağrı, hassasiyet, kızarıklık, şişme ve sıcaklık artışı nöbetlerine neden olan bir hastalıktır. Genellikle tek eklemi, sıklıkla da ayak başparmağını etkiler. Bununla birlikte diz, ayak bileği, ayak, el, el bileği ve dirsek eklemleri de etkilenebilir. Nadiren hastalarda omuz, kalça ve omurga tutulumu gelişebilir. Erkeklerde daha sık görülüyor Vücuttan uzaklaştırılması gereken maddeler, ürik aside dönüştürülerek atılır. Ürik asit, pürin denilen maddelerin yıkım ürünüdür. Özellikle protein yapısındaki maddelerin atım şekli olan ürik asidin, atılmasında bir sorun varsa ya da çok fazla üretiliyorsa bu madde vücutta birikir. Kanda bulunan miktarı artar. Ürik asidin eklemlerde birikmesi sonucu burada iltihap oluşur. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazla görülür. Gut hastalığı, en çok 40-65 yaş arasında ortaya çıkar. Kadınlarda genelde menopoz döneminden sonra görülür. Gençlerde görülmesi çok düşük bir ihtimaldir. Teşhis için sadece kanda ürik asit seviyesi yeterli değil Gutta tanı doktorunuzun sizi muayene etmesi ve şikayetlerinize ilişkin sorular sormasıyla konur. Doktorunuz kan ürik asit düzeyinizi görmek için kan tahlili isteyebilir. Yalnız şunu hatırlamak gerekir. Kan ürik asit düzeyinin yüksekliği gut hastası olduğunuz anlamına gelmediği gibi normal düzeyleri de hasta olmadığınız anlamına gelmez. Akut atak esnasında kan ürik asit düzeyinin bir önemi yoktur. Çünkü bu dönemde kan ürik asit düzeyi yüksek, normal ya da düşük çıkabilir. Doktorunuz daha sonra eklem romatizmalarının diğer tiplerini de dışlamak için muayenesine devam edecektir. Örneğin pseudogut (yalancı gut) ve artrit gibi. Bu iki durumda guta benzemekle beraber ürik asit kristalleri görülmez. Doktorunuz artritinizin tipini saptamak için bazen tutulan ekleminizden sıvı alarak kristal yönünden incelemek isteyebilir. Tedavinin temelinde beslenme ve yaşam değişikliği var Her Gut Hastalığı tedavisinin temelinde “eklem dostu” bir beslenme, kandaki ürik asit değerlerini normal seviyelere düşürür ve orada tutar. Alkol, sıkı perhiz yapmak, stres ve protein bakımından zengin besinler (et, sakatat ve baklagiller) kandaki ürik asit konsantrasyonunu artırmaktadır. Gut hastası olarak beslenmenizi süreklilik arz edecek şekilde değiştirmelisiniz. Muhtemel fazla kilo almaktan yavaş yavaş kaçınmalısınız, çünkü bu genel olarak yüksek ürik asit değerlerine yaklaşmanızı kolaylaştıracaktır. Tedavide kullanılan ilaçlar gut nöbetlerini engelliyor Akut Gut Hastalığında öncelikle ağrı kesici ve enflamasyon giderici bazı ilaçlar kullanılmaktadır. Tekrarlanan gut hastalığı nöbeti esnasında ürik asit düşürücü ilaçlar alınmamalıdır. Tedavide kullanılan bütün ilaçlar, bulguları kontrol etmek, gut hastalığı nöbetlerini engellemek ve uygun ürik asit değerlerini tutturmak ve uzun vadede kalıcılığını sağlamak için kullanılmaktadır. Bu nedenle tüm ilaç alımlarından önce mutlaka doktora danışılmalıdır l Tedavi edilmeyen gut nelere sebep olur? *Gut tedavi edilmezse daha ciddi durumlara neden olabiliyor. Tuttuğu eklemlerde ve çevre dokularda (tendon ve sinir basısı gibi) hasara yol açıyor. *Yılda birkaç kez gut atakları tekrarlayabiliyor. *Tedavi edilmeyen gut hastalığında, ürat kristalleri cilt altında toplanarak tofüs denilen nodüllere neden oluyor. Tofüsler, genellikle ağrısızdır; ancak bası bulgusu veya tendonlarda ve kemikte hasara neden oluyor. *Böbrek taşı, böbrek fonksiyonunda bozulma gibi hastalıklara neden olur Obeziteyle mücadele eden Reis Gıda’ya Teşekkür Plaketi bilinçlendiriyoruz. Obeziteye karşı, ‘Abur Cubura Karnımız Tok’ kampanyamızı büyüterek sürdürüyoruz. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, obezite toplum sağlığını tehdit eden rakamlara ulaştı. ‘Obezite sorunu’ devam ettiği sürece, Reis ailesi olarak, öncülüğünü yaptığımız sosyal sorumluluk projemize devam edeceğiz. Sağlıklı bir yaşam, kaliteli bir geleceğe zemin hazırlar. Sağlıklı Yemek Mutlu Gelecektir” diye konuştu. Reis Gıda’ya, teşekkür plaketleri devam ediyor Kuru gıda sektörünün lider firması Reis Gıda’ya, son 5 yıldır obezite ile mücadele ettiği için teşekkür plaketi verildi. T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Sağlık Müdürlüğü Sağlığın Geliştirilmesi Şubesi tarafından, Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Oditoryum Konferans Salonu’nda, Mayıs ayında düzenlenen “Obezite ile Mücadele, Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Yaşam Sempozyumu” sırasında, Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis’e Teşekkür Plaketi verildi. Abur cubura karnımız tok Tören sırasında yaptığı konuşmada, her platformda sağlıklı ve dengeli beslenmenin önemini anlattıklarını ve anlatmaya devam edeceklerini vurgulayan Mehmet Reis, şunları söyledi: “Reis Gıda ailesi olarak; son 5 yıldır, Kurumsal Sosyal Sorumluluk projemiz kapsamında; okullarda, üniversitelerde ve katıldığımız tüm toplantılarda toplumu sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) geleneksel ödülleri sahiplerini buldu. 65.Kuruluş Yıldönümü ve ödül töreni 27 Haziran 2014 tarihinde gerçekleştirildi. TZD Genel Başkanı İbrahim Yetkin’in ev sahipliğinde düzenlenen geceye; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, DSP Genel Başkanı Masum Türker, CHP Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis’in bulunduğu yoğun katılım ile gerçekleşti. TZD tarafından tarımsal ticaret dalındaki ödül, beslenme kültürümüzün geliştirilmesi yönündeki çalışmalarından dolayı, Reis Gıda’ya verildi. Türk tarımı ve kuru gıda sektörünün gelişmesi için 33 yıldır değer katmaya devam ettiklerini kaydeden Reis Gıda Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis, “Toprağımıza, çiftçimize, çalışanlarımıza, çocuklarımıza, gençlerimize ve tüm insanlığa, her konuda değer katmaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Reis ailesi adına aldığımız ödüllerden, büyük bir mutluluk ve gurur duyuyoruz” şeklinde konuştu l DOÇ. DR. ASIM CİNGİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GENEL CERRAHİ ANABİLİM DALI / ÖĞRETİM ÜYESİ Obezite tedavisinde cerrahi yöntemler ve avantajları Araştırmalara göre, 10 yıl öncesine kıyasla ülkemizde obezite sıklığı kadınlarda yüzde 36, erkeklerde ise yüzde 75 oranında arttı. Çok sayıda organ ve sistemi olumsuz yönde etkileyen obeziteden ilaç tedavisi, diyet ve egzersiz programıyla kurtulmak mümkün. Ancak bu yöntemlerin uygulanmasında zorluk çekilen bazı özel durumlarda, bu yöntemlere alternatif kabul edilen obezite cerrahisinden de faydalanabiliyor. Peki, her fazla kilosu olan hasta bu cerrahi yöntemden faydalanabilir mi? Obezite cerrahisi yaptırmanın riskleri ve avantajları neler? Bu soruların cevabını Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Asım Cingi verdi. Her fazla kilosu olan hasta, obezite ameliyatı olamaz ‘Fazla kilolarım var’ diye yakınan her hastaya obezite cerrahisi uygulanamayacağının altını çizen Dr. Cingi, “Obezite cerrahisinin uygulandığı ve etkin olduğu alan, morbid obezite tanımına giren hastalara yapılan girişimlerdir. Bu nedenle her fazla kilosu olan için bu cerrahilerin uygulanması uygun değildir” diyor ve ekliyor: Obezite cerrahisinde 18-65 yaş arasında olan, Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 40 kg/m2’yi aşan veya 35-40 kg/m2 arasında olup, buna hipertansiyon, karaciğer yağlanması, eklem problemleri, diyabet, uyku apne sendromu ve artrit gibi hastalıkları eşlik edenler, en az 1 yıl normal kilosuna kavuşmak için uzman denetiminde diyet ve egzersiz yaptığı halde bunu başaramayan kişiler aday olarak kabul edilir” Ameliyat farklı branştan hekimlerin görüşü alarak planlanıyor Cerrahi kriterlere uyan hastalara öncelikle endokrin ve beslenme uzmanlarının önerileri ile beslenme alışkanlıklarını değiştirmeleri ve spor fizyolojisi desteği alarak daha hareketli bir yaşama geçmeleri yönünde telkinde bulunulduğunu kaydeden Dr. Cingi, “Biz bu hastalarda bile son tercih cerrahiyi kullanırız. Kliniğimize başvuran her hastaya mümkünse cerrahi dışı yöntemlerle kilo vermeleri önerilir. Bu şekilde etkin ve kalıcı kilo kaybı sağlayamayan hastalar psikiyatrik, göğüs hastalıkları ve kardiyoloji değerlendirilmelerinin de yapılabildiği ekiplerce cerrahiye hazırlanır” bilgisini veriyor. Cerrahi sonrası dikkat edilmesi gerekenler: Cerrahi girişimlerden sonra bilinmesi gereken en önemli konulardan biri hastaların cerrahi sonrası gösterecekleri özen, gayret ve düzenli takiple istenilen sonuçlara ulaşabilecekleridir. Aksi durumda beklentiler karşılanmayabilir, tekrar cerrahi girişimler gerekebilir ve sonuçlar istenilen kiloların verilememesi ya da verilen kiloların geri alınması şeklinde olumsuz olabilir. İstenilen sonuçlara ulaşmak için, düzenli takiplere devam etmek ve yapılan öneriler eşliğinde daha küçük porsiyonlar halinde daha yavaş yemek yemek ve yüksek kalorili, şekerli sıvı gıda ve tatlılardan uzak durmak büyük önem taşımaktadır. Uygun düzenli günlük egzersizlerin de sağlıklı yaşamın bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Yöntem hastaya göre belirleniyor Obezite cerrahisinde gıda alımının kısıtlanmasını sağlayan ve alınan gıdaların sindiriminin engellenmesini amaçlayan işlemler uygulandığını söyleyen Doç. Dr. Cingi, konu hakkında şu bilgileri veriyor: “Obezite cerrahi uygulamalarında sıklıkla kullanılan üç yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerin dışında hastaların özelliklerine göre seçilebilecek teknik açıdan ve takip süreçleri göz önüne alındığında daha az kullanılan yöntemler de vardır” Kimlere obezite cerrahisi uygulanamaz? Kardiyak rezervi çok zayıf olan, belirgin solunum sıkıntısı olan, tedavi sürecinde uyumsuz olan, alkol veya madde bağımlısı olan ya da ciddi psikolojik problemi olan hastalara obezite cerrahisi uygulanamaz. Obezite cerrahisini kimler yapmalı? Teknik olarak her genel cerrahın obezite cerrahisi yapma yetkisi vardır. Ancak en başarılı ve sağlıklı sonuçlar bu alanda özel eğitim almış ve uzmanlaşmış ve cerrahi öncesi ve sonrası dönemde hasta hazırlığı, tedavisi ve takibini düzenli olarak yapan içinde cerrah, endokrinolog, fizyolog, diyetisyen, psikiyatrist ve anestezistleri içeren ve diğer sağlık problemlerini de çözüme ulaştıracak desteğe sahip ekipler tarafından alınmaktadır. Her cerrahi operasyonda olduğu gibi bazı hayati riskleri var Her cerrahi girişimde olduğu gibi obezite cerrahisinde de çeşitli riskler vardır. Tehlikeli durumlar hastaların ortalama % 5’inde yaşanırken bu cerrahiye ait komplikasyonlar nedeni ile hayati risk % 1’ in altındadır. Bacak toplar damarlarında kan pıhtılaşması ve akciğer damarlarına emboli, cerrahi alan enfeksiyonu, akciğer ve kalp kaynaklı sorunlar fazla kilolu hastalarda ameliyattan sonra görülebilecek ve önlem alınması gereken sorunlardır. Mide bandında en sık karşılaşılan sorunlar bandın yerinden kayması, mide duvarında hasar oluşturması ve bandı ayarlamak için kullanılan hazneye ait problemlerdir. Mide by-pass cerrahisinde riskli durumlar erken dönemde mide ile ince barsak arasında ve ince barsakların kendi aralarında yapılan yeni yollardan kaçak olması ve kanama iken daha uzun dönemde iç fıtıklar, yeni yollarda daralmaya bağlı tıkanıklık, ülser gelişimi, çeşitli mineral, vitamin eksiklikleri görülebilmektedir. “Sleeve gastrektomi”, tüp mide ameliyatlarında ise tehlikeli yönler kesilerek daraltılan mide üzerindeki dikişlerden kaçak riski ve kanamadır. İlk 2 yılda fazla kilolardan kurtulunabiliyor Obezitede cerrahi sonrası hesaplanan fazla kiloların ilk 2 yıl içinde verilmesi ve bu kilo kaybının kalıcı olması başarı olarak kabul edilmektedir. Gastrik by-pass ve tüp mide ameliyatlarından sonra kilo kaybı genellikle fazla kiloların %60-70’i arasında değişirken mide bandında bu oran ortalama olarak %60 tır. Kilo kaybına ek olarak hayat kalitesinde artış, diabet, hipertansiyon, eklem rahatsızlıklarında, kolesterol seviyesinde iyileşme yine bu cerrahi girişimlerin hedeflenen sonuçları ve başarı kriterleridir l Son Söz: Cerrahi tek başına yeterli değildir ancak yeni bir başlangıç için önemli bir adımdır. Obezite cerrahisinde yaygın olarak kullanılan yöntemler: *Laparoskopik sleeve gastrektomi: Sık kullanılan karşılığı tüp mide: Gıda alımını kısıtlayıcı bir yöntemdir. Ayrıca midede açlık hormonunun salgılandığı kısmın çıkarılması ile iştahın azalmasına da katkıda bulunur. *Laparoskopik gastrik by-pass: Midenin hacminin çok küçültüldüğü ayrıca ince barsakların kısmen yolunun değiştirilerek alınan gıda maddelerinin emilmeden ve tam sindirilmeden ileri geçebilmeleri için yapılan bir ameliyat yöntemidir. Avantajı reflü hastalarında ve tip 2 diyabet varlığında daha etkindir. Dezavantajı yaşam boyu dışarıdan vitamin ve mineral takviyesi desteğine ihtiyaç duyulur. *Laparoskopik ayarlanabilir mide bandı: Midenin girişine gıda alımını sınırlandırmak amaçlı yerleştirilen ve istenildiğinde ayarlanarak daraltılıp genişletilebilen bir sistemdir. İstanbul’da Sağlık sizi dinliyor Sizden gelenler: Saygıdeğer İstanbul’da Sağlık temsilcileri; Erenköy Fizik Tedavi Hastanesi’nde 1 aydır yatarak tedavi görmekteyim. Bu süreç içerisinde en çok ihtiyaç duyduğum şeylerden birisi de okuyabileceğim, bilgi edinebileceğim kitap veya dergi gibi yayınlar oldu. Başhekimlik tarafından bizlere ulaştırılan yayınınızı bir solukta okudum. O sıkıcı hastane günlerimde beni rahatlatacak pek çok konuda haber ve ropörtaja yer vermişsiniz. Bence böylesi yayınların mutlaka arttırılması ve hastaların yoğun olduğu lokasyonlarda dağıtılması gerek. Böylece hastalar Sağlık Bakanlığı tarafından kendilerine çok önem verildiğini daha iyi kavrayabiliyor ve rahatlıyorlar. Elinize, emeğinize sağlık Sayın Yetkili; Sayın Yönetici; Derginizin dilinin sade ve anlaşılabilir olması bununla birlikte konusunda uzman kişilerden farklı haberler yapmanız bence çok iyi. Yalnız 3 ayda bir değil de daha kısa aralıklarla çıksa çok daha iyi olur. Emeğinize sağlık. Hasta polikliniği sırasında muayene olmak için beklerken ilgimi çeken yayınınız son derece güzel. Birçok hastalık hakkında basit ve anlaşılır dil kullanarak yaptığınız haberler oldukça başarılı. Bu yayını evlerime kadar ulaştırabilmeniz mümkün müdür? Hakan Yılmaz- Bankacı Sevgili İstanbul’da Sağlık Dergisi Yetkilileri; Sizlere böylesine faydalı ve güzel bir dergi yayınladığınız için teşekkür ediyorum. Poliklinikte muayene için sıra beklerken elime geçen derginiz çok hoşuma gitti. Eski sayılarınızı da edinmek istiyorum. Yardımcı olursanız çok sevinirim. Nurgül Pamukçu Ev Hanımı Ahmet Oğuz / Emekli Öğretmen Sevgili İstanbul’da Sağlık Ailesi; Sayın İstanbul’da Sağlık Dergi yetkilisi; İçişleri Bakanlığı’nda mahalli idareler üzerinde denetim yapan bir kurulda denetim elemanı olarak çalışmaktayım. Aktüel konulara meraklı biri olarak hobi maksatlı dergi ve bülten izlemekteyim. Sizin de çıkarmakta olduğunuz derginizin son birkaç sayısı ile birlikte düzenli olarak aşağıdaki adresime ücretsiz olarak gönderilmesi halinde çok sevineceğim. İyi günler dileği ve saygılarımla Klasik dergi tasarımından farklı bir çizgiye sahip olmanız dikkatimi çekti. Ayrıca sağlık gibi istismara açık, hassas bir alanda sorumlu yayıncılık anlayışı ile davranmanızı da ayrıca takdir ediyorum. Sayılarınızı düzenli olarak adresime gönderirseniz çok sevinirim.Yeni sayınızı merakla bekliyorum. Münür Demirci- Mülkiye Müfettişi Halil Tutaşı- Grafiker Gülcan Başar- Yazılım Mühendisi Sayın Selcan Yücel; Derginizi hastanelerden temin ediyorum. Dergideki yazılar, ropörtajlar, sağlık çalışanlarının hayat öykülerine ışık tutan hatıratlar son derece başarılı. Bu bakımdan derginiz; ilgi çeken, eğiten, bilgilendiren, bir yayın olmuş. Uzman hekimler ve diyetisyenlerle olan röportaj, yemek tarifleri, ünlülerle yapılan söyleşiler arka sayfadaki sağlıktan kısa kısa ve bunları biliyor musunuz bölümleri de dergiye farklı bir renk katmış. Kısaca sağlık alanında böylesi yetenekli kalemlerin bulunması beni son derece memnun etti. Emeği geçen başta İl Sağlık Müdürümüz ve sizler olmak üzere tüm ekibinizi tebrik ediyor, başarılı çalışmalarınızın devamını temenni ediyorum. Tülay Aşcı - Ev hanımı Sevgili İstanbul’da Sağlık editörleri; Her sayı derginizi ilgiyle takip ediyorum. Hastane polikliniklerinde dağıtılan yayınınızın insanı cezbeden ve merak uyandıran bir tasarımı var. İçindeki haber ve ünlü ropörtaj sayfaları da çok güzel. Emeği geçen herkesin kalemine sağlık Ali Alp İnce- Emekli İstanbul’da Sağlık Dergisi’nde sizin de istek ve görüşlerinizin yer alması için [email protected] adresine elektronik posta göndermenizi bekliyoruz. Ramazan’ın ışıklı simgeleri: Mahyalar ‘İstanbul’da Ramazan’ denildiğinde ilk akla gelen sembollerin başında gelir Mahya’lar.. Şehrin mistik havasına ayrı bir anlam katan bu gelenek, asırlardır İstanbul’daki camilerin minareleri arasından Ramazan’a renk katmaya devam ediyor. Ramazan’da İstanbul’a farklı bir güzellik ekleyen Mahyalar, camilerin karşılıklı iki minaresi arasında ip veya tel gerilme suretiyle genellikle zeytinyağ doldurulmuş kandilleri veya mumlu fenerleri ipin üzerine dizerek istenilen yazının hatta resimin yapılması suretiyle hazırlanırdı. Camilerin elektrikle aydnlatılmaya başlamasından sonra ise kandil yerine renkli elektrik ampullerle mahya kurma geleneği sürdürülmektedir. Mahyacılık sanatının altında yatan anlam, Ramazan ayının getirmiş olduğu neşe, bolluk, sevinç ve Allah’a duyulan şükranı ve kudreti yansıtmak ve halkı iyiliğe yönelterek, çocuklara ramazanı sevdirmektir. Mahya kelimesinin mahiye sözcüğünden türemiş olduğu düşünülmektedir. Mahiye ise Farsça’da ‘aya özgü’ ya da ‘ay gibi’ anlamlarına gelmektedir. Yine ‘mah’ kelimesi de Farsça’da ay anlamına gelmekle birlikte Osmanlı edebiyatında aydınlığı,güzelliği anlatan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk Mahyalar İslam dünyasında Türklere, özellikle de İstanbul’da yaşayanlara özgü bir sanat olarak gelişen mahyacılığın kökeni Osmanlı’lara uzanmaktadır. Rivayete göre dönemin padişahı Sultan Birinci Ahmet’e, Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Namız Kefevi, iki minarenin arasına gerilecek şekilde ortası yazılı bir çalışma hediye eder. Padişah, çok hoşuna giden bu eserin, dini hükümlere ters düşmemek kaydıyla Ramazan gecelerinde minareler arasına kurulmasını ister ve ilk olarak 1617 yılında tamamlanan Sultan Ahmet Camii’nin iki minaresi arasına asılır. 1723 yılına gelindiğinde ise Padişah Sultan Üçüncü Ahmet’in emriyle bütün selatin camilerinde* mahya kurulması emrolunur. Bununla birlikte Eyüp Camii’nin minarelerinin uzunluklarının mahya kurulacak yükseklikte olmaması sebebiyle, kısa olan minarelerin yerine iki şerefeli iki minare yapılması ferman buyrulur ve ilk mahyalar böylelikle İstanbul’daki camilerde yerini almaya başlar. Mahya Yazıları Mahya kurma çalışmaları Ramazan’ın başlangıcından yaklaşık olarak 2 hafta önce başlar ve ustalık gerektiren bir iştir. Hatta Osmanlı döneminde her gece yeni bir mahya kuran mahyacılar olduğu gibi, teravih namazından önceki mahyası ile teravih namazı sonrası mahyası farklı olan mahyacılar da bulunmaktaydı. Ramazan ayının başlangıcında Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan, Oruç Tut Sıhhat Bul, On Bir Ayın Sultanı, Merhaba Ya Şehr-i Ramazan, Müminler Kardeştir yazılı mahyalar yerini ay sonuna doğru Zekat Malı Arttırır, Elveda Ya Şehr-i Ramazan, Kadir Geceniz Mübarek Olsun gibi mahyalara bırakır. İstanbul’daki mahyalar sadece Osmanlı ülkesinde yaşayanların değil Avrupa’lıların da her daim ilgisini çekmiştir. O zamanda yaşayan bir Avrupa’lı seyyah İstanbul’da gördüğü mahyalar için şunları söylemiştir: ‘Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya layık Türklerin hiçbir medeni eserleri olmasa bile, yalnız şu gökten yıldızları toplayıp minareler aralarında yazı yazmayı akıl etmeleri, bunda muvaffak olmaları, onların medeniyette ne kadar ilerde olduklarının bir ifadesidir.” der l İstanbul’da mahya kurulan camilerin bazıları: Fatih Camii, Eyüp Sultan Camii, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii, Üsküdar Valide Camii, Üsküdar Mihri Mah Camii, Yeni Camii... * Osmanlı döneminde sultanların yaptırdıkları camilere verilen ad. UZM. DR. YADİGAR GENÇ EMSEY HOSPITAL / ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI UZMANI Çocukların beslenme alışkanlıkları ve yaşam kalitesi boylarının uzamasında etkili Çocuklarda boy uzunluğu genetik etkenlere bağlı olsa da, beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzı da büyük ölçüde söz sahibi oluyor. Dengesiz, abur cubur ağırlıklı beslenen ve hareketsiz bir yaşam tarzına sahip çocuklar gelişimlerini yeterince sağlıklı tamamlayamıyor, boy uzamasıyla ilgili sıkıntılar baş gösterebiliyor. Uzm. Dr. Yadigar Genç konuyla ilgili anne babaları bilgilendiriyor. Boy uzamasının sağlıklı olup olmadığı nasıl anlaşılır? Çocukların gelişiminin sağlıklı ve normal düzeyde olup olmadığını anlamanın en iyi yolu, boy uzamasına dikkat etmektir. Anne babalar bu anlamda çocuklarının boylarını belli aralıklarla ölçmelidir. Çocuklarda en hızlı boy uzaması, okul öncesi dönem ile ergenlikte karşımıza çıkar. Çocuktaki boy uzamasının sağlıklı ve yeterli olup olmadığını anlamak için, kız çocukta anne ve babanın boyu toplanır. Bu sonuçtan 13 çıkartılıp, rakam ikiye bölünür. Erkek çocukta da anne ve babanın boy uzunlukları toplanarak, 13 eklenir ve ikiye bölünür. Böylece çocuğun ulaşması gereken boy, doğru bir şekilde tespit edilebilir. Aile çocuğun boy uzamasını takip ederken, akranları kadar gelişmediğini fark ederse doktora başvurulmalıdır. Beslenme alışkanlıklarının boy uzamasında payı büyük Spor, çocukların boylarının sağlıklı uzamasına katkıda bulunuyor Çocuklarda boyun uzamasında en önemli faktörlerden olan beslenme alışkanlığı, çocukların gelişiminde büyük payı var. Sağlıklı ve yeterli bir boy uzaması için; taze sebze, meyve ve proteinli gıdaların aksatılmadan tüketilmesi gerekir. Hamilelik döneminde annenin beslenmesi de bebeğin ileriki yaşlarda boy uzamasını doğrudan etkiler. Hamilelikte protein, sebze ve meyvelerden yeteri kadar tüketen annelerin çocukları daha sağlıklı bir gelişim gösterir. Çocuklarda boy uzamasının yeterli olabilmesi için doğru beslenme alışkanlıklarının yanı sıra, spor alışkanlıkları da çocuklara kazandırılmalıdır. Çocukluk döneminde kas ve kemik gelişimini desteklediği bilinen yüzme, basketbol, voleybol gibi spor dalları çocuklara boy uzaması konusunda avantaj sağlar. Ancak çocuklukta vücuda fazladan yük binmesine neden olan halter, güreş ve benzeri spor dallarıyla uğraşılması önerilmez. Çocukların boy uzamalarının yeterli olabilmesi için, sebze ve meyvelerin hem taze hem de mümkünse çiğ tüketilmeleri faydalı olacaktır. Spora okul öncesi dönemden ziyade ilkokul çağında başlanması, boy uzaması açısından oldukça önemlidir. Spor seçiminde çocuğun yaşı, fiziksel özellikleri dikkate alınmalı, mümkünse bu konuda hekimlere danışılmalıdır. Boy uzamasına olumlu katkı sağlaması için sporun düzenli, aksatılmadan yapılmasına da dikkat edilmelidir. Çünkü en yüksek besin değerleri, çiğ sebze ve meyvelerde bulunur. Demir, çinko, selenyum ve kalsiyum gibi minerallerin eksikliğinde boy kısalığı sorunu gündeme geleceğinden, bu mineralleri içeren deniz ve süt ürünleri düzenli olarak tüketilmelidir. Ayrıca B, C, D ve E vitaminleri de gelişim açısından büyük önem arz ettiğinden bu ihtiyaç da sebze ve meyveler aracılığıyla giderilmelidir. Süt ve süt ürünleri boy uzamasında ayrı bir öneme sahip Çocukların beslenmesinde boy uzaması açısından pek çok yiyecek ve içeceğin tüketilmesi gerekiyor, ancak süt ve süt ürünleri bu konuda çok daha önemli denilebilir. Çocukların gün içerisinde en azından 2 su bardağı süt içmeleri, kemik gelişimini destekler. Özellikle gece yatmadan hemen önce içilen süt, büyüme hormonunun salgılanmasına yardımcı olur. Ayran, yoğurt, peynir gibi süt ürünlerinin tüketimi de süt kadar faydalıdır. Yoğurdun sebze yemeklerinin yanında tüketilmesine dikkat edilmelidir. Sütün en saf ve faydalı hali olan anne sütünün ilk 6 ay ek gıda olarak, 2 yaşına kadar da aralıklarla verilmesi bebeğin gelecekteki boy uzunluğu ve vücut gelişimi açısından oldukça önemlidir. Anne sütü, zengin protein ve demir içeriğiyle boy uzaması üzerinde oldukça etkilidir. Boy yeterli uzamıyorsa, büyüme hormonu eksikliğine bakılması gerekiyor Çocuklarda boy uzama ve vücut gelişimi, büyüme hormonuna bağlı oluşur. Büyüme hormonunun yeterince salgılanmaması, çocuklarda boy kısalığı sorununa neden olabilir. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar; kısa boy, fazla kilo ve ergenliğe geç girme sorunlarını sıklıkla yaşar. Boy uzamasını doğrudan etkileyen büyüme hormonu eksikliğinde, kemik yaşı ölçümü ve çeşitli hormon tahlilleri yapılır. Büyüme hormonu eksikliğinin kesin tespiti durumunda, çocuğa büyüme hormonunun takviye olarak verilmesi sağlanır. Bu tedavi, boy olması gereken ölçüye gelene kadar uygulanır l Sağlıktan kısa kısa... 75 YIL KALBİNDEKİ DELİKLE YAŞADI Aydın’ın Efeler ilçesinde, 75 yıldır kalbinde delik olduğunu bilmeden yaşayan Ali Ateş, başarılı bir operasyonun ardından sağlığına kavuştu. Ali Ateş’i tedavi eden Dr. Mustafa Ünal, “Yapılan tetkikler sonucunda hastamızın kalbinde delik olduğunu saptadık ve ameliyatsız kapatılamayacağı sonucuna vardık. Hastalığın yol açtığı ağır akciğer enfeksiyonları da operasyonun sağ göğüs kafesinden yapılmasına engel oluyordu. Bu nedenle hastamızı standart ancak, kalp durdurulmadan uygulanan teknikle ameliyat ettik. Kalbin etrafına zardan yama yaparak deliği kapattık. Operasyonun ilk saatlerinden sonra akciğer sorununda gözle görülür iyileşme başladı” dedi. SAFRA KESESİNDEN 300 TAŞ ÇIKARILDI Uzun süredir karın ağrısı ve bulantı şikayetleri ile hastaneye başvuran kadın hastanın safra kesesinden, yapılan operasyonla 300’e yakın taş çıkarıldı. Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. İbrahim Cenk Soğukpınar’ın gerçekleştirdiği operasyon neticesinde sağlığına kavuşan A.M.’nin, ilk önce ultrasonla safra kesesi gözlendi. Safra kesesinin tamamen taşla dolu olduğunun görülmesi üzerine, Laporoskopik Kolesistektomi adı verilen operasyonla hastanın taşlardan kurtulması sağlandı. Operasyonu gerçekleştiren Opr. Dr. İbrahim Cenk Soğukpınar, safra kesesi taşı ile ilgili, “Eğer safra taşı safra kanalı dediğimiz yola düşerse sarılık yapabiliyor. En korkulan ihtimal; safra taşının pankreas bezini iltihaplandırmasıdır. Pankreas bezi iltihaplandığı zaman durum çok karışıyor ve ölümcül bir hal alabiliyor. Oysa ki basit bir safra taşını kolaylıkla çözebiliyoruz. Tanı koymak çok basit. Bir ultrasonla tanı rahatlıkla konulabiliyor. Yalnız ultrasonun aç karnına yapılması gerekir ki; böyle olmazsa safra kesesi kasıldığı için tanı konulamaz. Burada taşın boyutu önemlidir. Çok büyük taşlar uzun yıllar kaldığında kanserleşmeye kadar gidebilir. O yüzden dikkatli olmak gerekir. İkinci dikkat edilmesi gereken konu da, küçük taşların safra kanalına düşme, sarılık yapma ihtimalidir. O yüzden ultrason bize her şeyi söylüyor. Eğer taş kanala düşerse işin şekli değişiyor. O zaman o safra kesesindeki taşın ağızdan girilen bir hortumla safra kanalından alınması gerekiyor’’ dedi. HASTA UYUTULMADAN SUNİ DAMAR TAKILDI Karın ağrısı şikayeti ile Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran 70 yaşındaki hastaya, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde yapılan tetkikler sonucunda kalpten çıkan ve karın bölgesinde devam eden ana atar damar genişlemesi teşhisi konuldu. Damar yapısındaki bozukluk sonucu damarlarda yüksek çapta balonlaşma ile seyreden ve yırtılması halinde hayati tehlike taşıyan durum karşısında Kalp Damar Cerrahisi Op. Dr. Orhan Güngör ve ekibi ameliyat yöntemi yerine lokal anesteziyle kasıktan girilen yöntemle suni damar yerleştirdi. Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi uzmanlarından Opr. Dr Orhan Güngör, “Anjiografi ünitesinde hastamızı uyutmadan sadece lokal anestezi altında müdahaleye aldık. Hastanın sağ kasığından girilerek, özel bir yöntemle kapalı halde gönderilen suni damarın balonlaşmış olan karın ana damarı içine yerleştirdik. Böylece kan akışı balonlaşmış olan bozuk damar yerine yerleştirilen suni damar içinden sağlandı. Başarılı olan bu müdahale ile hastamızı büyük bir ameliyata gerek kalmadan çok kısa sürede eski sağlığına kavuşturduk” dedi. BÖBREĞİNDEN 5 KİLO TÜMÖR ÇIKARTILDI Tokat’ta bir hastanın böbreğinden ameliyatla 5 kilogram tümör çıkartıldı. Özel bir hastaneye çeşitli şikayetlerle başvuran 43 yaşındaki Sait Polat’ın böbreklerinde tümör tespit edildi. Yapılan tetkikler sonrasında Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. M. Kemal Dursun ve Üroloji Uzmanı Opr. Dr. Kenan Yalçın tarafından başarılı bir operasyonla hastanın böbreklerinde 5 kilo büyüklüğünde tümör çıkartıldı. Operasyon sonrası yapılan açıklamada böbrek kanserinin erken dönemde belirti vermeyen sinsi bir tümör olduğu kaydedildi. Böbrek kanserinin kadınlara oranla erkeklerde daha fazla görüldüğüne dikkat çeken Dr. Kenan Yalçın, böbrek kanseri riskinin sigara içenlerde içmeyenlere göre iki kat fazla olduğunu belirterek, “Ayrıca ailede böbrek kanser olan bir akrabanın olması böbrek kanserine yakalanma riskini arttırır. Mesleksel risk faktörleri de vardır. Bunlar: çelik endüstri, kurşun endüstri, petrol ve gemi sanayi çalışanlarında böbrek kanseri riski artmaktadır” bilgisini verdi. ANJİYO OLURKEN 3 KERE KALBİ DURDU Konya’da anjiyo olurken 3 kez kalbi duran 63 yaşındaki emekli öğretmen Mehmet Nuri Servi, elektroşokla yapılan müdahalenin ardından kalbi çalıştırılarak yeniden hayata tutundu. Konya’da yaşayan emekli öğretmen Mehmet Nuri Servi ailesiyle birlikte piknik yapmaya gitti. Servi, piknikte yapılan mangaldan sonra fenalaşınca yakınları tarafından hastaneye götürüldü. Anjiyoya alınan Servi’nin ameliyat sırasında kalbi tam 3 kere durdu. Elektroşokla 3 kere müdahale edilen yaşlı adam yeniden hayata döndü. Kalbi çalıştırılan Servi’nin, bilekten yapılan anjiyosu da başarılı bir şekilde tamamlanınca yeniden sağlığına kavuştu. Operasyonu gerçekleştiren Kardiyoloji Uzmanı Murat Sakallı, hastanın hafta sonu piknikte mangal yaptıktan sonra yoğun şekilde sigara içtiğini belirterek, aniden göğsünde başlayan ağrı ve soğuk terlemesinin ardından kendilerine müracaat ettiğini dile getirdi. Sakallı, “Yapılan tetkiklerde hastada kalp krizi saptanması üzerine hemen acil grafi ünitesine alındı. Hastamız anjiyoya alındığında işlemden önce 3 kere kalbi durdu ve elektroşokla tekrar hayata döndürdük. Ana damarında yüzde yüz tıkanıklık vardı. Damarı açtık. Son derece başarılı oldu. Hastamız bugün taburcu olacak, durumumuz iyi”dedi. EN RİSKLİ AMELİYATI OLDU, YAŞAYAN 4. HASTA ÜNVANINI ALDI Karın ağrısı şikayetiyle hastaneye kaldırılan 49 yaşındaki Arif Bozdağ’ın kangren olan 3,5 metre uzunluğundaki ince bağırsağı ameliyatla alındı. Sadece 30 santim kalan ince bağırsakla yaşaması için 6 ay ömür biçilen Bozdağ’a beyin ölümü gerçekleşen bir kişinin ince bağırsağı nakledildi. 2,5 metreye çıkartılan ince bağırsağıyla hayata dönen Bozdağ, Türkiye’de ince bağırsak nakli olduktan sonra yaşayan 4. kişi oldu. Başarılı geçen ameliyat sonrası tekrar 2,5 metreye çıkartılan ince bağırsağıyla normal bir insan gibi yeme içmeye başlayan Bozdağ, “Her şey karın ağrısıyla başladı. Ömrümde bağırsak ya da karın ağrısı çekmemiştim. Evde yemek yedikten sonra karnım ağrımaya başladı, kusarsam geçer diye düşünüp kustum yine geçmedi. Bu yaşıma kadar böyle bir ağrım olmadı. İnsan başına gelmeyince bilmiyor. Doktorlarım sayesinde sağlığıma kavuştum. Çok şanslı olduğumu söylüyorlar. Türkiye’deki 4. kişiymişim. Keşke herkes organlarını bağışlasa da daha çok insan sağlığına kavuşsa” diye konuştu. TESADÜFEN SAĞLIĞINA KAVUŞTU Afyonkarahisar’da tesadüfen gittiği hastanede yaptırdığı sağlık kontrolü sonrası kalp hastası olduğunu öğrenen bir hasta, doktorların gerçekleştirdiği açık kalp ameliyatı ile sağlığına kavuştu. Yaşanan ilginç olayda eşinin baskısı ile sağlık kontrolü yaptıran 53 yaşındaki Yusuf İzzettin Satılmış’ın hastanede yapılan tetkikleri sonrası kalbinin 3 damarının tıkalı olduğu ve bu yüzden hemen anjiyo yapılmasına karar verildi. Anjiyo ile Satılmış’ın kalbinin damarları açılamayacağı görüşüne varan doktorlar bu defa Satılmış’ı açık kalp ameliyatına aldılar. Başarılı geçen ameliyatın ardından hasta sağlığına kavuştu. ardından sağlığına kavuşan satılmış yaptığı açıklamada, ‘Doktorum Op. Dr. Ercüment Ayva bana ‘Açık ameliyat’ deyince korktum. Önce Ankara’ya gittim, ancak Afyonkarahisar’da daha ilgili ve takip olacağını düşünerek geri döndüm. Gördüğünüz gibi şu an sağlığım iyi. Ameliyatım da başarılı geçti. Bundan sonra da tövbe ediyorum ve 2 haftadır da sigarayı bıraktım. Çok mutluyum” dedi. TEKRARLAYAN GENİZ ETİ VE BADEMCİĞİN SEBEBİ ALERJİ Alerjik nezle ve tekrarlayan enfeksiyonlar çoğu kez geniz eti ve bademcik büyümesi ile sonuçlanıyor. Burun tıkanıklığı ve uyku apnesi olan çocuklarda geniz eti ve bademcikler operasyonla alındığında, uyku apnesi yüzde 80-90 düzeliyor. Ancak alerji tedavisi yapılmadan bademcik ve geniz eti alınan her 4 çocuktan birinde geniz eti yeniden büyüyor ve şikayetler tekrarlayarak kısır bir döngü oluşuyor. Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, burundan ve ağızdan rahat nefes almanın sağlık açısından önemine değinerek, çocukların gelişimindeki rolünün büyük olduğunu belirtti. Tabak, büyüme ve gelişim geriliğine, dikkat dağınıklığına, okul başarısızlığına, zeka problemine, kalp ve akciğer rahatsızlıklarına sebep olabilen bademcik ve geniz eti problemlerinin, altında yatan sebebin mutlaka araştırılması gerektiğini vurguladı. Horlayan ve sık hastalanan çocukta geniz eti ve bademcikler alınsa bile hastalığın tekrarladığını belirten Tabak, ameliyat öncesi mutlaka altta yatan sebebin bulunması ve alerjinin araştırılması gerektiğini söyledi. HASTAYA GEREK KALMADAN ANJİYO Türkiye’de ilk kez hastaya gerek bırakmadan doktorların bilgisayar üzerinden kalp ameliyatları yapabileceği uygulama hayata geçti. Türk Kardiyoloji Derneği, Türk Kalp Damar Cerrahisi Derneği’nden de tam not alan projenin tanıtım sunumunu uygulamalı olarak yapan Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oktay Ergene,“Hasta başına gidildiğinde heyecanı yok eden hastayı öldürmeyen bir uygulama” dedi.Toplantıda konuşan Bayer Kadın Sağlığı ve Genel Tedaviler İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu proje ile tanışma sürecine ilişkin bilgi aktararak dünyadaki en önemli uygulama olduğunu söyledi. Mülazımoğlu, “Asistanların kardiyovasküler olmadan similasyonla hastaya yansıtma işlemi 2013 yılında bu çalışmaya başladı. Yurt dışından gelen teknisyenlerle eğitim gören kliniklerde uygulamayı yapmalarını sağlıyoruz. Şu ana kadar 86 asistan ilk kez herhangi bir hastaya gitmeden bu cihaz üzerinde uygulama yaptı. Ayrıca 35 şehir 130 hastanede 3 bin 200’ün üzerinde pratik yapıldı. Bazı şehirlere birden fazla gittik. Klinklerden yoğun şekilde davet alıyoruz. Amacımız yıl sonunda daha çok yerlere gitmek. Yaklaşık 4 bin 500 hekim oluğunu düşünürsek yüzde 80’inini tamamlamış oluruz” dedi. AKCİĞER KANSERİNDE DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR Yanlış Akciğer kanserine bıçak değince dağılır. Doğru Akciğer kanseri uygun hastalarda ameliyat ile tamamen tedavi edilebilir. Yanlış Kan testlerinin normal çıkması kişinin kanser olmadığını gösterir. Doğru Akciğer kanserinde kan testleri normal olabilir. Yanlış Akciğer kanseri parça alındıktan sonra yayılır. Doğru Uygun şekilde parça alındığında kanserin yayılma tehlikesi yoktur. Yanlış Akciğer kanseri önlenemez bir hastalıktır. Doğru Akciğer kanseri önlenebilir bir hastalıktır. Yanlış Tüm akciğer kanserleri aynıdır. Doğru Hayır, aynı değildir. Mutasyona göre kanserin büyümesi, yayılması, tedaviye direnci farklıdır. Yanlış Sigara akciğer kanserinin tek nedenidir. Doğru Sigara akciğer kanserinin tek nedeni değildir ancak en büyük nedenidir. Yanlış Sigarayı bırakma akciğer kanseri riskini azaltmaz. Doğru Sigarayı bırakma, akciğer kanserinden ölüm riskini kesinlikle azaltır. Yanlış Akciğer kanseri aniden gelişir. Doğru İlk akciğer kanseri hücresinden teşhise kadar 8-10 yıl geçebilir. Yanlış Akciğer grafisi normal ise, kanser yoktur. Doğru Akciğer grafisi bazı kanserleri saptayamayabilir. Yanlış İleri dönem akciğer kanserinde kemoterapi yararsızdır. Doğru İleri dönem akciğer kanserinde kemoterapi yaşam süresini uzatır. Yanlış Kemoterapinin yan etkileri fazladır. Doğru Modern ilaçlar ile kemoterapi, hayat kalitesini düzeltir. Yanlış Akciğer kanserli hasta et ve şekerli ürünleri tüketmemelidir. Doğru Akciğer kanserli hasta, dengeli bir şekilde et ve şekerli gıda tüketebilir. Yanlış Akciğer kanserli hasta sigara içmeye devam edebilir. Doğru Sigara içmeye devam eden akciğer kanserli hastaların yaşam süresi kısalır. Yanlış Işın ve ilaç tedavisi sırasında sigara ve alkol içebilirsiniz. Doğru Sigara ve alkol tedavinin etkinliğini azaltır, yan etkileri artırır. Yanlış Işın tedavisi ağrılıdır. Doğru Işın tedavisi ağrıyı artırmaz. Yanlış Işın tedavisinden kişi çevreye radyasyon yayar. Doğru Işın tedavisinde kişi çevreye radyasyon yaymaz. Yanlış Işın tedaviniz devam ettiği sürece yıkanmanız sakıncalıdır. Doğru Işın tedavisi aldığınız bölgelere sabun sürmeden, ovalamadan, ılık suyla duş alabilirsiniz. CEP TELEFONU ÇOCUKLARDA BEYİN TÜMÖRÜNÜ ARTTIRIYOR Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, çocukların cep telefonu kullanmasının zararlı olduğunu, belirli bir yaşa kadar direkt kulağa temas etmemesi gerektiğini söyledi. Sağlam, cep telefonlarının çocuklarda beyin tümörüne neden olduğunu belirterek, “Cep telefonu ahizesinin farklı aparatlarla kulaktan uzaklaştırılması gerekir. Çocukların cep telefonu kullanması belli bir yaş öncesi, çocukların kemik yapısı, kafatası yapısı tam yerine gelmediği için, beyin koruması tam olmadığı için, özellikle cep telefonuyla direkt temas etmeleri beyin dokusuna, radyasyonun maruz kalmasına neden oluyor ve beyin dokusuna radyasyonu alıyorlar. Bu da beyin gelişimini ve ileride beyin tümörü olmalarını arttırıyor. Tabi ki bu tümör gelişimi bir günde üç günde olmuyor. 10-20 yıl gibi uzun sürelerde oluyor. Cep telefonu kullanımları da artık yavaş yavaş bu süreler yaklaşıyor. Biz bu vakaları görmekten korkuyoruz” dedi l Bunları biliyor musunuz? Gülmek, platisma kasını hareket ettirerek dekolte bölgesinde vibrasyon etkisi yaratır, bu da yaşlanmayı geciktirir. Çileği iyice ezerek diş fırçasına sürüp, macununuz olmadığı zamanlarda dişlerinizi fırçalayabilirsiniz. Çilek; dişleri hem korur, hem parlatır Yemeğin ardından hemen çay içmeyin. Aldığınız gıdanın demiri ölür. Aradan en az yarım saat geçmesine dikkat edin. Beyaz tenliyseniz ve yandığınızda kızarmak istemiyorsanız, güneş öncesi havuç suyu için. Havuç suyu derinizin bronzlaşmasını sağlayacaktır. Çok yemekten karnınız şiştiyse, naneli sakız çiğneyin ya da zencefilli çay için (Mide ve yemek borusundaki kasları gevşetir, rahatlama sağlar) Ayrılık sonrası ilk 2 gün üzüntü yaşarsınız, bu hormoneldir. Sonrasındaki kötü hissetme ise beyninizin ve hafızanızın size bir oyunudur. Haftada sadece bir kere bile olsa 45 dakika koşmak, kalp ritminizi düzenler ve kalp hastalıkları riskini %40 azaltır. Ağlamak stres hormonlarını düzene sokuyor, ağladıktan sonra mutlu hissetmenizin nedeni de budur. Ağlamaktan çekinmeyin. İdeal kilonuzun üzerine çıkmamaya çalışın. Kilo, horlamanın en önemli nedenlerinden biridir. Soğuk bir odada uyumak kabus görme ihtimalinizi %70 arttırır. Yemeklerden yarım saat önce içilen 1 bardak sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Yapılan araştırmalar kadınların günde yaklaşık 11, erkeklerin ise 16 bardak sıvı tüketmelerinin sağlıklı olduğunu göstermiştir. Soğuk suyun hepsini içmek yerine bir kısmını ensenize sürerseniz daha cok serinlersiniz. sürerseniz daha cok serinlersiniz. (Bütün sinirler boyundan beyne ulaşır) 1 adet sigarada 4000’in üzerinde kimyasal madde vardır vebunların 55 tanesi 1. derece kanser yapıcıdır. Sesiniz kısıldıysa bir tutam tuz yalayın, ses tellerinize iyi gelecektir. Gece uykusuna ek olarak gün içerisinde yapılan şekerleme sırasında beyin hücreleri yenileniyor ve bağışıklık sistemi güçleniyor. Başınız ağrıdığında, baş parmağınızla işaret parmağınızın arasında kalan sinir bölgesini sertçe ovarak baş ağrınızı hafifletebilirsiniz. Kekik, üst solunum yollarına iyi gelir, öksürük, boğaz iltihaplanması, astım, bronşit gibi hastalıklarda etkilidir. Zihnin yorgun Muz kabuğunun olduğu gecelerde iç kısmıyla süt içilmelidir. Sütün dişlerinizi içindeki triptofan ovalarsanız daha aminoasiti uyku verici parlak ve beyaz serotonin maddesinin dişlere sahip sentezlenmesini olabilirsiniz. sağlar. Kadın beyni, regl olduğu dönemlerde çok daha aktif çalışır. Tehlikeyi daha çabuk sezer. Bu dönemlerde erkekler dikkatli olmalıdır.
© Copyright 2024 Paperzz