İftarda - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

10
14
36
48
50
Dikkat! Vücudumuza
günde 0,3 mg
deterjan alıyoruz
Zahide Yetiş ile
sağlık üzerine
İstanbul'da
30 ambulans daha
hizmette
2014 / 2. SAYI
Ergenlik
psikolojisine dikkat
Yüzmenin faydaları
saymakla bitmiyor
İftarda
İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün 3 ayda bir yayınlanan ücretsiz dergisidir.
ISSN NO: 1300-9346
boş mideye birden yüklenmeyin!
PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK
kapağımıza taşıdık. Ramazan ayını önemli
kılan en önemli etken, dinimizin temel
ibadetlerinden olan orucun bu ay içinde
tutulmasıdır. Ramazan; oruç, ibadet ve
sabır ayıdır. Böylesi bir ayda uzun ve
sıcak günlerde tutulan oruç, birbirinden
lezzetli yemeklerle hazırlanan sahur ve
iftar sofraları ile birleştiğinde kilo almak
ve sağlık problemleri ile karşılaşmak
kaçınılmaz olabiliyor.
Değerli
İstanbul’da
Sağlık okurları
Küresel boyutta önemli bir halk sağlığı
sorunu halini alan obezite, maalesef
ülkemizde de hızla artış göstermeyi
sürdürüyor. Bu kapsamda İstanbul
Sağlık Müdürlüğü olarak obezite ve
obezitenin yol açtığı sağlık sorunları
hakkında bilgi düzeyini arttırmak,
halka sağlıklı beslenme, düzenli
fiziksel aktivite ve hareket etme
alışkanlığı kazandırmak amacıyla
çok sayıda sempozyum ve toplantı
gerçekleştiriyoruz. Geçtiğimiz ay
Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar
Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
konferans salonunda gerçekleştirdiğimiz
sempozyumla, bu etkinliklere bir yenisini
daha ekledik.
İşte tam burada ailelere ve
çocuklarımızın yetiştirilmesinde en
büyük rolü üstlenen annelere büyük
bir görev düştüğünü söyleyebilirim.
Çocukluk döneminden başlayarak
soframıza koyduğumuz veya
koymadığımız tüm gıdaların sorumlusu
olan annelerimizin bu konuyu daha fazla
dikkate almasında fayda görüyorum.
Sofralarımıza konan her gıdanın kalori
ve besleyiciliğini denetleyecek ilk
bireyler anneler olmalıdır. Şahsen
böylesi bir denetimin obezite ile
mücadelede oldukça başarılı sonuçlar
ortaya koyacağına şüphem yok.
Düzenlediğimiz sempozyum vesilesiyle
şunu birkez daha gördük ki obezite
ile savaşta, davranış değişikliği çok
erken yaşta hatta bebeklikten itibaren
planlanması gereken bir durumdur.
Dergimizin baskıda olduğu şu
tarihlerde rahmet, bereket ve mağfiret
ayı Ramazan’ı idrak ediyor olacağız.
Bu nedenle bu sayıda dergimizde
“Ramazan’da Beslenme” konusunu
Saygıdeğer okurlarımız;
Bu nedenle Ramazan’da sağlıklı beslenme
kurallarına iki kat özen gösterilmesi
gerektiği kanaatindeyim. Uykuya ara
vermemek için iftarda yenilenle oruç
tutmak veya yiyip yatmak yazın bu uzun
günlerinde günün ilerleyen saatlerinde
hipoglisemiye (şeker düşüklüğüne) bağlı
olarak sağlık problemleri ortaya çıkmasına
sebep olacaktır. Bu nedenle kesinlikle
sahur yapılmalıdır. Gün boyu aç kaldıktan
sonra hiç doyulmayacak düşüncesiyle
hazırlanan sofralardan uzak durulmalıdır.
Kızartma, börek, pilav, makarna ile
şerbetli tatlılar Ramazan sofralarını
süsleyerek kilo artışına neden olmaktadır.
Kilo alımını ve mide rahatsızlıklarını
önlemek için; ağır kızartma yemekleri
yerine hafif zeytinyağlı veya etli sebze
yemekleri tercih edilmelidir.
Bu sebeple Ramazan’da karın doyurmaya
değil, kaliteli beslenmeye odaklanmanızı
tavsiye ediyor, hayırlı ve sağlıklı bir
Ramazan geçirmenizi temenni ediyorum.
Dergimizde her sayıda olduğu gibi bu
sayıda da değişik konularda haber
çalışmaları ve ropörtajlar yapmayı
sürdürdük. Geçtiğimiz aylarda Soma’da
meydana gelen maden faciası sonrasında
sıkça tartışılan iş güvenliği konusunda
ne durumdayız? Sağlık sektöründe
yürütülen çalışmalar ve alınan önlemler
neler? Bu konularda hepimizi tatmin
edecek bir haber çalışması yaptık.
Boş kalori kaynakları arasında yer
alan şekerin vücudumuzda yarattığı
harabiyeti, bulaşık, çamaşır, ev temizliği
derken hayatımızın hemen hemen
her gününde, hatta neredeyse her
saatinde kullandığımız deterjanların
zararlarını sizler için araştırdık. Soma’da
yakınlarını kaybedenlerin psikolojileri
üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yakıcı güneşi hissettiğimiz şu günlerde,
güneşten korunmaya yönelik önlemler ve
kralların hastalığı olarak tanımlanan Gut
Hastalığı da konularımız arasında yer
aldı. Dergimizin bu sayısında da merak
ettiğiniz birçok konuya cevap bulacağınızı
ümit ediyorum.
Bu vesile ile tüm vatandaşlarımızın
yakın tarihte ifa edeceğimiz
Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor, sağlık,
mutluluk ve huzur dolu günler diliyorum l
4
Ramazan’da
karın doyurmaya değil,
kaliteli beslenmeye odaklanın!
Diş gıcırdatma
kabusunuz olmasın
34
10
Dikkat!
Vücudumuza
günde
0,3 mg deterjan
alıyoruz
28
16
Yetiş:
“Sağlıklı kalmak
için, şükretmeyi ve
mutlu olabilmeyi
bilmek lazım”
24
Şeker ve şekerli
gıdalarla aranıza
mesafe koyun!
Doğum kontrol yöntemi
kişiye özel planlanmalı
Hastanelerimizden
yaşanmış hikayeler
52
Sağlık çalışanlarının
güvenliği her yönüyle
analiz edilecek
38
SAHİBİ
İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına
İstanbul Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak
SORUMLU
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Selcan Yücel
[email protected]
YAZI İŞLERİ
Hacer Çokluk
Mustafa Kaan Bulut
KONSEPT DANIŞMANI
Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu
Kralların
hastalığı Gut’u
tanıyor musunuz?
58
66
Ramazan’ın
ışıklı simgeleri:
Mahyalar
48
Ergenlik psikolojisine
dikkat
68
Çocukların beslenme
alışkanlıkları ve
yaşam kalitesi
boylarının
uzamasında etkili
YAYIN KURULU
Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy
Dr. Şahin Çınar
Dr. Bekir Turan
Av. Ülker Kuğu
Hediye Ünver
BİLİMSEL DANIŞMA
KURULU
Prof. Dr. Fahri Ovalı
Prof. Dr. Hamit Okur
Prof. Dr. Murat Elevli
Prof. Dr. Recep Özturk
Prof. Dr. Selami Albayrak
Prof. Dr. Yüksel Altuntaş
Doç. Dr. Adem Akçakaya
Doç. Dr. Mustafa Bilici
Doç. Dr. Özgür Yiğit
Op. Dr. Sadiye Eren
GÖRSEL TASARIM VE
YAYINA HAZIRLIK
Onüç Reklam Prodüksiyon
San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Nisbetiye Mahallesi
Hakkışehithan Sokak No13
B blok, D2 34377
2.Ulus, İstanbul
Telefon +90 212 270 54 50
Faks +90 212 270 13 59
www.13reklam.com.tr
FOTOĞRAF
Umut Erşah
REKLAM VE SATIŞ
PAZARLAMA
Tolga Dumrul
[email protected]
Telefon +90 212 270 54 50
BASKI
Uniprint Basım Sanayi
ve Ticaret A.Ş.
Ömerli köyü, Hadımköy
İstanbul Caddesi, No: 159
34555 - İstanbul
Telefon +90 212 798 28 40 pbx
Faks +90 212 798 20 63
YAZIŞMA ADRESİ
Basın Bürosu
İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Peykhane Caddesi No10
Çemberlitaş İstanbul
Telefon +90 212 453 07 15
Faks +90212 638 30 36
www.istanbulsaglik.gov.tr
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bu dergide yer alan yazılardan
kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile
3 ayda bir yayınlanmakta ve
ücretsiz dağıtılmaktadır.
UZM. DT. ELiF TUĞBA ÇİLİNGİR
İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
Ramazan’da
karın doyurmaya değil,
kaliteli beslenmeye
odaklanın!
Ramazan’da oruç
tutanların sağlığına
her zamankinden
daha fazla dikkat
etmesi gerektiğini
söyleyen Uzm. Dyt.
Elif Tuğa Çilingir,
uzun süreli açlık ve
susuzluğun sıcakla
birleşerek kişilerin
metabolizmasını
olumsuz yönde
etkileyebileceğine
dikkat çekiyor. Bu
yıl Ramazan Ayı’nın
yazın en uzun ve
sıcak günlerine denk
geldiğini hatırlatan
Çilingir, bu dönemde
beslenme şeklimiz
ve öğün sayımızın
tamamen değiştiğine
vurgu yaparak
“Bu süre zarfında
yeterli ve dengeli
beslenmek, her
zamankinden daha da
fazla önem kazanıyor.
Bu nedenle iftar ve
sahur arasında sık
sıvı tüketimi ve ara
öğün yapmayı ihmal
etmeyin“ diyor. Uzm.
Dyt. Çilingir konu
hakkında
şu bilgileri veriyor:
Ramazan’da özellikle kırmızı et, ekmek,
makarna, pilav, tatlı, hamur işleri gibi
ağır gıdaların tüketiminde artış olmakta
iken başta su olmak üzere, sebze
ve meyve tüketimimiz azalmaktadır.
Halbuki bu dönemde de günlük almamız
gereken enerji ve besin öğelerinin
oranları değişmemektedir. Bu nedenle;
Ramazan Ayı’da oruç tutacak bireyler,
diğer zamanlarda da olduğu gibi sağlıklı,
yeterli ve dengeli beslenmeye özen
göstermelidirler.
Günlük alınması
gereken enerji miktarı
değişmiyor
Şunu unutmamalıyız ki; Ramazan Ayı’nda
vücudumuzun enerji ihtiyacı değişmemekte,
gün boyu aç kalmamız akşam fazla yemek
yiyebileceğimiz anlamına gelmemektedir.
Oruç tutarken de sağlıklı ve besin
çeşitliliği ile yeterli ve dengeli beslenmenin
sağlanması esas olmalıdır. Ramazan
Ayı’da bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel
aktivitelerine göre günlük almaları gereken
enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve
mineral oranlarının değişmediği ve bu süre
zarfında da sağlığın korunması açısından
yeterli ve dengeli beslenmenin gerekli
olduğu unutulmamalıdır.
İftar sofrasına dikkat
Oldukça sıcak yaz günlerinde
yaşayacağımız Ramazan Ayı’da, yaklaşık
17-18 saatlik açlık ardından
gün sonunda hem vücudun sıvı ihtiyacını
karşılayamadığımız için hem de kan
şekerimizin düşmesi gibi sebeplerden
dolayı aşırı yorgunluk ve halsizlik
hissedebiliriz. Ancak bütün gün aç
kalmamız iftar sofrasında yemeğimizi
adeta saldırırcasına hızlı ve tüketmemiz
gerekenden daha fazla yemek
yiyebileceğimiz anlamına gelmemektedir.
Ramazan’da
doyduğumuzu
anlamayacak kadar
hızlı yiyoruz
İftar sofralarındaki zenginlikten dolayı
yemeğe hangi yiyecekten başlayacağımıza
karar veremeyiz. Bir anda tüm yemeklerin
tadına bakmak, hepsinin lezzetinin nasıl
olduğunu bilmek, bu noktada nefsimize
hakim olamayıp, doyduk mu doymadık mı
düşünmeden, hızla önümüze gelen tüm
yemekleri yemek isteriz.
İftariyelikler, çorba,
pide, ana yemek,
tatlı derken mideyi
hızlıca doldurur
sonunda da midede
ağırlık, gaz, yanma,
kabızlık ve mide
öz suyunun yemek
borusuna geri kaçması
olarak adlandırdığımız
“reflü” gibi sorunlarla
karşı karşıya kalabiliriz.
İşte Ramazan Ayı’nda
yaptığımız en büyük
hata sağlıklı mı değil
mi düşünmeden,
doyduğumuzu
anlamadan hızlı yemek
yemektir.
Ramazan’da sıkça
yapılan beslenme
hataları:
İftarda Boş Mideye Birden Yüklenmek:
Yapılan en büyük hatalardan biridir. Orucu
hafif bir yemek olan çorba ve 1 dilim esmer
ekmekle açıp biraz ara verdikten sonra
ana yemeğe geçilmelidir. Yapılan pek çok
araştırma beynin doygunluk hissini yemek
yedikten 15-20 dakika sonra algıladığını
göstermektedir. Bu nedenle iftarı yavaş
yapmak hem tokluğu hissetmemiz için hem
de mide sağlığımız için iyi önenmlidir.
Çok Miktarda Yemek Yemek: Boş olan
mideye çok yemek yiyerek yüklenildiğinde
sindirim zorlaşır, bu da ağırlık, ekşime,
yanma, bulantı, uyuklama gibi sıkıntılara
yol açabilir. Bağırsaklarda ise şişkinlik,
kabızlık ve gaz gibi problemler olabilir.
Bu sebeple sofrada yiyebileceğimiz kadar
yemek bulunursa, vücudumuza boş yere
yüklenmemiş ve sağlığımızı da
korumuş oluruz.
Hızlı Yemek Yemek: En çok yapılan
hatalardan biri de çok hızlı ve yeterince
çiğnemeden yemek yemektir. Sindirim önce
ağızda çiğnemeyle başlar. Beyin doyma
emrini 15-20 dakikada verir, hızlı yemek
yediğimizde kendimizi aç hisseder ve
lüzumundan fazla yeriz. Ağızda yeterince
çiğnenmeyen yiyecekler, sindirim sistemini
zorlayacağı için zamanla birçok hastalığa
zemin hazırlar. Her zaman gıdaları küçük
lokmalar halinde alıp, yavaş ve iyice
çiğneyerek yemeliyiz.
Çok Çeşitli Yemek: İftar sofralarımızın
zenginliği ve yiyeceklerin çok çeşitli olması,
bunların sağlık ve beslenme kurallarına
uygun olmaması başta sindirim sisteminin
zorlanmasıyla birlikte birçok rahatsızlığa
yol açabilir. İftar menüsü hazırlanırken aynı
gruptan (süt grubu, et grubu,
sebze-meyve grubu, ekmek grubu)
2 yemeğin olmamasına, yemeklerin karın
doyurucu, renk ve kıvam bakımından
birbiriyle uyum içinde olmasına
dikkat edilmelidir.
Yemekte Çok Su İçmek: Bütün gün su
içmediğimiz ve yemekte de ağır şeyler
yediğimiz için doğal olarak su içme
isteğimiz de daha fazla olacaktır. Yemek
arasında çok su içmek, mide özsuyunun
sindirime yardımcı olan enzimlerinin yapısını
bozacağından sindirimi zorlaştırır.
Yemek sırasında en fazla 1 bardak
su içmek, bütün gün boş olan midenin
yemeklerle zorlanmasının dışında bir de
suyla sindirimi yavaşlatmasını engeller.
Yeterince Su İçmemek: İftar ve sahur
arasında 2-2.5 lt su tüketmek gereklidir.
Hem sıcak havanın etkisi hem de
uzun saatler vücudun su gibi en temel
ihtiyacının karşılanamaması sonucunda;
susuzluk ve buna bağlı olarak sağlık
sorunları görülebilmektedir. Oruç tutarken
metabolizmanın su ihtiyacının değişmediği,
azalmadığı ve hatta sıcak havalara bağlı
olarak arttığı unutulmamalıdır. Normal
şartlarda bir günde insan terle, idrarla ve
deri yoluyla 2 litre su kaybeder, havaların
ısınması ile birlikte bu kayıp artar.
Bu kaybın karşılanması için yeterli
miktarda sıvı tüketilmedir. Yeterli sıvı
tüketilmediğinde; baş dönmesi, bulantı,
bayılma hissi gibi rahatsız edici durumlarla
karşılaşılmaktadır.
Sahura Kalkmadan ya da Sahurda
Yalnızca Su İçerek Oruca Başlamak:
Sahura mutlaka kalkılmalıdır. Sahura
kalkılmadığı takdirde açlık süresi ortalama
20 - 21 saate çıkmakta. Bu durumda kan
şekeri günün daha erken saatlerinde
düşmekte ve kişinin veriminin azalmasına
yol açmakta, çalışan bireyler için iş kazası
riski artmaktadır. Gün boyu boş kalan mide
asit salgısını artırarak çeşitli rahatsızlıklara
yol açabilmektedir. Uzun süren açlık, kan
şekeri ve tansiyonun düşmesine neden
olmaktadır. Bu yüzden gece geç vakitlerde
ağır yemekler yiyerek yatılmamalı ve
mutlaka sahura kalkılmalıdır. Kızartma
gibi aşırı yağlı ve hamur işi tarzı besinler
tercih edilmemelidir. Protein içeriği fazla
olan yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi
gıdalar, midenin boşalma süresini uzatarak
acıkmayı geciktirir ve uzun süre tokluk
hissini sağlar. Sahurda meyve ve sebze
tüketimi de idealdir. Harcanan enerji
açığını kapatma adına şerbetli tatlılara
yönelmemek gerekir. Uyku sırasında
sindirim yavaşlayacağı için çok yemek
rahatsız edecektir.
Kan Şekerini Hızlı Yükselten Besinler
Tercih Etmek: Beyaz ekmek ve pirinç pilavı
gibi glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler
kan şekerinde ani iniş-çıkışlara neden
olur ve bu uzun süren açlık periyotlarında
istenmeyen bir durumdur.
Şekerli Veya Gazlı Içecekler Tüketmek:
Mide krampları, mide yanması gibi
rahatsızlıklarına neden olabileceği gibi
kilo alımını kolaylaştırdığı göz önünde
bulundurulmalıdır.
Aç Karnına Sigara İçmek: İnsan sağlığına,
özellikle solunum yolları ve kalbe sigaradan
daha zararlı hiçbir madde yoktur.
Ramazan’da sigara tiryakilerinin çoğu,
iftar yemeğine başlamadan hemen bir
sigara yakarlar. Aç karnına içilen sigaranın
zararları çok daha fazla olup, kalp krizine
açık davetiye çıkartmaktadır. Yemekten
önce kesinlikle sigara içilmemelidir.
Ramazan’da
zayıflamak
mümkün mü?
özellikle bu sene sıcaklar nedeniyle canımız
fazla yemek yemek istemeyebilir. Doğru
besin seçimleri ile kas kütlenizi koruyup yağ
dokusu kaybetmeyi başarmanız mümkün
olabilir. Tek bir öğün beslenmek vücuda
zarar verebilir.
Yapılan pek çok araştırma Ramazan Ayı’da
düzenli beslenen yetişkinlerin kilolarını
kontrol altında tutabildiklerini gösteriyor.
Sağlık açısından
kimler oruç tutmamalı?
Oruç tutmanın sağlıklı insanların metabolik
dengesinde çok önemli değişiklikler
yapmadığı, ancak bazı hastalıklarda
(şeker hastalığı, karaciğer yetmezliği vb.)
veya özel durumlarda
(hamilelik ve emziklilik) olumsuz sonuçlar
doğurabileceği göz ardı edilmemelidir.
Kronik hastalığı olan kişilerin ilgili uzman
hekime danışmadan oruç tutmamaları
önemlidir.
Diyabet, böbrek
hastalığı, yüksek
tansiyon gibi
kronik hastalığı
olanların, sürekli ilaç
kullananların, sindirim
sistemi rahatsızlığı
olanların, gebe ve
emziren kadınların,
büyüme ve gelişme
çağındaki çocukların
sağlıkları açısından
oruç tutmaları
önerilmemektedir.
Ramazan Ayı’da hangi
hastalar oruç tutamaz?
* Hamile olan hanımlar, oruç tutmaları
hususunda hekimlerinden yardım almalıdır.
* Şeker hastaları oruç tutacaklarsa
beslenmelerine çok dikkat etmelidir.
* Kalp ve tansiyon hastası olan hastalar
tedavilerini aksatacaksa oruç tutamaz.
* Bunama hastalığına yakalanan
hastalar da oruç tutamaz.
* Şiddetli ishal veya aktif mide ülseri olan
hastalar da oruç tutma hususunda
dikkat etmek zorundadır.
* Aşırı zayıf ve vücut direnci düşük olan
hastalar oruca niyet etmeden önce
hekimlerine müracaat etmelidir.
* Oruç nedeni ile öfkesine hakim olamayan
insanlar da oruca niyet etmek için
doktorlarına danışmalıdır.
* Özellikle belirli saatlerde düzenli ilaç
alması gereken hastalar oruç tutamazlar.
* Sara hastaları nöbetleri engellenemiyorsa
oruç tutamaz l
Ramazan’da nelere
dikkat etmelisiniz?
*Ramazan ayında, oruç tutan kişilerin
mide ve sindirim sistemi farklı
çalışmaya başlar, bu nedenle
yemek yerken birçok şeye dikkat
etmek gerekir.
* Yaklaşık 12 saat dinlenmeye çekilen
mideye aniden yüklenmek, sindirim
sorunlarına neden olabilir. Orucu
hafif yiyeceklerle açın.
* Ramazan ayı süresince yapılan
başlıca beslenme hatalarından biri de
az meyve yemektir. Günde en az
2 porsiyon meyveyi çiğ ya da
komposto olarak tüketin.
* Ramazan ayında kişinin tatlı ihtiyacı
artabilir. Bu gereksinim kalorisi
azaltılmış tatlılarla giderilmeli. Yağlı ve
ağdalı tatlılar yerine hoşaf, komposto
veya sütlü tatlılar yiyin.
* İftar sırasında yemekle birlikte
çay ve kahve içmek yemeklerden
alınan vitaminleri öldüreceğinden bu
içecekleri yemekten bir süre sonra
içmenizde yarar var.
* Ramazan’da kilo vermek istiyorsanız
günlük almanız gereken kaloriyi iftar
ve sahur öğünlerine paylaştırın. Sebze
ve meyve gibi düşük kalorili besinlere
ağırlık verin. Hareketsiz kalmayın.
İftardan sonra mutlaka yürüyüş yapın.
* Mutlaka sahura kalkın. Bu şekilde
hem aç kaldığınız süre azalır hem de
metabolizmanız daha az yavaşlar.
* Kolesterolünüz yüksekse ve oruç
tutuyorsanız kırmızı et ve tereyağı
tüketimini sınırlamanız, haftada en az
1-2 kez balık ve kuru baklagil
yemeniz gerekiyor.
* Oruç tutarken vücut uzun süre susuz
kalacağı için, iftar ve sahur arasında
bol su içmeye özen gösterin.
* Su içmek bağırsak ve böbreklerin
çalışmasını hızlandırır. Ancak yemek
esnasında su içmek, sindirim
sistemini bozabilir.
* Ramazan’da sigara tiryakilerinin
çoğu, iftar yemeğine başlamadan
hemen bir sigara içer. Aç karnına
içilen sigaranın zararları çok daha
fazla olduğu için, yemekten önce
sigara içmeyin.
Yılın hemşilerine
anlamlı ödül
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü ve
Ohsad
(Özel Hastaneler
ve Sağlık
Kuruluşları Derneği)
tarafından organize
edilen “Hemşireler
Haftası” etkinliği
30 Mayıs
Cuma günü
Grand Cevahir
Otel’de
Lonca Lodi’nin
verdiği konserle
gerçekleşti.
İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr.
Selami Albayrak ve Ohsad Genel Başkanı
Dr. Reşat Bahat’ın katılımıyla gerçekleşen
etkinliğe, Çekmece Bölgesi Kamu
Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Prof.
Dr. İhsan Bakır, Bakırköy Bölgesi Kamu
Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Doç. Dr.
İlknur Aktaş, Anadolu Güney Bölgesi Kamu
Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Uzm. Dr.
Tunçay Palteki, birçok hastane yöneticisi ve
başhekimi katıldı.16 Mayıs’ta gerçekleşmesi
planlanan fakat Soma’da yaşanan maden
faciası nedeniyle 30 Mayıs’a ertelenen
etkinlik Anadolu Kuzey Bölgesi Genel
Sekreterliği tarafından hazırlananan
‘Sizlere Minnetarız’ isimli kısa filmin
gösterimiyle başladı.
Albayrak:
“Hemşireler sağlık
teşkilatının candamarı”
Açılış konuşmasını yapan İstanbul Sağlık
Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak,
hemşirelik mesleğinin önemine değindi.
Hemşirelerin koruyucu ve tedavi edici
sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez aktörleri
olduğunu kaydeden Albayrak,
“Sağlık teşkilatının can damarını oluşturan
hemşirelerimiz, zor şartlar altında gece
gündüz demeden fedakarca çalışarak,
sağlık hizmeti vermekteler. Böylesi
takdire şayan hizmetleri sunan tüm
hemşirelerimizin gününü kutluyor, başarılı
çalışmalarının devamını diliyorum”
diye konuştu.
Prof. Dr. Albayrak,
salonda bulunan
hemşirelere
seslenerek,
“Sizler bölgesinde
sağlık lideri
olmuş bir ülkenin
hemşirelerisiniz.
İnanıyorum ki insana
sevgi ve mesleğe
saygı anlayışı
içerisinde yaptığınız
tüm hizmetler
2 cihanda karşılık
bulacaktır. Hastalara
gösterdiğiniz güleryüz
ve ilgi, sizlere hayır dua
olarak geri dönecektir.
Eminim ki hepiniz
bu duaların şemsiye
etkisini üzerinizde
hissediyorsunuzdur”
dedi.
Bahat: “En güzel
ortak yanımız
enjektörle
karıştırdığımız çayımız”
Ohsad Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Reşat Bahat ise yaptığı konuşmada
şunları söyledi: “Eline can emanet edilen
sizlerden ve bizlerden daha güzel bir
mesleği kim icra etmiş olabilir? Gerçekten
çok özel çok kıymeti bir mesleğimiz var.
Ben şahsım adına sizlerle çalışan bir
sağlık çalışanı olmaktan duyduğum
memnuniyeti ifade etmek isterim. Gün
içinde sizlere teşekkür etme şansı pek
bulamıyoruz veya buluyoruz stresten
beceremiyoruz.
En azından bu toplantıyı tertip ederek
samimi bir teşekkürün vesilesi oldukları
için emeği geçen herkese teşekkür
ediyorum. Buraya gelmenizden ötürü
sizlere çok teşekkür ediyorum. Bu dünyada
sizleri diğerlerinden ayıran çok önemli bir
özelliğiniz var o da şefkat. Siz de gerçekten
olağanüstü bir şefkat var.” Doktorlarla
hemşirelerin bir çok ortak yönü olduğuna
da değinen Bahat, “Biz doktorlar olarak
sizinle ciddi ortak yönlerimiz var. Ama güzel
ortak yanımız enjektörle karıştırdığımız
çayımızdır” diyerek sözlerine son verdi.
Hemşirelik mesleğinin
dünü ve bugünü
Toplantıda hemşireler adına Ümraniye
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Bakım
Hizmetleri Müdürü Zerrin Dandin
söz aldı. Bu sene 50. yılı kutlanan
Hemşireler Haftası’nın Florance
Nightingale’ın doğum günü olan
12 Mayıs’ın temel alınarak kutlandığını
hatırlatan Dandin, hemşireleri; çalışma
şartları ne olursa olsun sabır, hoşgörü,
şefkatli yaklaşımdan ödün vermeyen,
temelinde sevgi, saygı ve sanat yatan,
din,dil ve ırk ayrımı yapmadan disiplin,
ciddiyet ve entelektüel yaklaşımla sağlık
hizmeti sunmaya çalışan neferler olarak
tanımladı. İlk Türk hemşirelerden Safiye
Hüseyin Hanım’dan bahseden Dandin,
Çanakkale Savaşları sırasında Safiye
Hanım’ın gösterdiği üstün gayretlerden
ve de merhametten söz ederek,
“Unutmayın bir insanın yaşamını kurtarana
kahraman, sevecen yaklaşana arkadaş,
bakımda bilimsel yöntemler kullanana
uzman, bunların üçünü bir arada yapana
ise hemşire derler” dedi.
Protokol konuşmalarının ardından yılın en
başarılı hemşirelerine plaketleri takdim
edildi. Plaket töreninin ardından ise
Yonca Lodi sevilen şarkılarıyla sahne aldı l
Plakete Layık
Görülenler:
Şerife Tekdemir Toplu-Üsküdar
Sultantepe Aile Sağlığı Merkezi,
Gülcan Çulha- Marmara Üniversitesi
Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Hikmet Camlı- İstanbul Medeniyet
Ünivesitesi Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi,
Birgül Ödül Özkaya- Bakırköy Dr.Sadi
Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Saadet Meydancı- Gaziosmanpaşa
Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Arife Aydın- Kanuni Sultan Süleyman
Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Nuriye Genç- Süleymaniye Kadın
Doğum Hastalıkları Hastanesi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi,
Nuray Emanet- Ümraniye 1 No’lu Acil
Sağ. Hiz. İstasyonu,
Sevgi Avcı-Bakırköy 1 No’lu Acil Sağ.
Hiz. İstasyonu,
Fitnat Delibaş-Özel Safa Hastanesi,
İstanbul Üniversitesi-Semra Yurdakul
oldu.
KUDRET LİVAOĞLU
KİMYA YÜKSEK MÜHENDİSİ / ARAŞTIRMACI
Dikkat!
Vücudumuza günde
0,3 mg deterjan alıyoruz
Bulaşık, çamaşır,
ev temizliği derken
hayatımızın hemen
hemen her gününde,
hatta neredeyse
her saatinde
kullandığımız
deterjanların kısırlık,
nörotoksik, akciğer
ve böbrek hasarları,
kanser, körlük ve
astım dahil birçok
hastalığa neden
olduğunu biliyor
musunuz?
Kimya Yüksek
Mühendisi
Kudret Livaoğlu
bilinçsizce kullanılan
deterjanların bütün
bu hastalıkları
tetiklediğinin
bilimsel olarak
kanıtlandığını
söylüyor.
Çoğumuzun bir
kimyasal silah
kadar etkili olan
toksik maddelerin
sadece endüstriden,
ilaçlardan ve
hava kirliliğinden
kaynaklandığına
inandığımızı,
bu nedenle de
her tür kimyasalı
rahatlıkla
kullandığımızı
kaydeden Livaoğlu,
toplum olarak
bu konuda yeterince
bilinçli olmadığımızı
belirtiyor.
Evde temizlik amaçlı kullanılan kimyasalların
çoğunun toksik madde içerdiğini söyleyen
Livaoğlu, bu kimyasalların toksik hava
solumamıza dolayısıyla da hasta olmamıza
sebep olduğunun altını çiziyor.
Evlerimizi ve
bedenimizi temizleyelim
derken çok daha fazla
kirletiyoruz
Kimya Mühendisi Livaoğlu, laboratuvar
çalışmalarında 6 durulamada dahi deterjan
kalıntıların kaplardan temizlenmediğinin
tespit edildiğini belirterek,
“Bardakların üzerinde su lekesi kalmayıp
parlaması demek, üzerinin deterjan
tabakası ile kaplanması demektir. Bu
kabın içerisine koyduğunuz sıcak bir
gıda ile bu tabaka çözünüp gıdanıza
karışıyor ” diyor ve uyarıyor: “Evlerimizi
ve bedenimizi temizleyelim derken çok
daha fazla kirletiyoruz. Sadece bir günde
vücudumuzda 0,3 mg deterjan artığı
biriktiriyoruz”
Deterjanlar, insan
hayvan, bitki demeden
tüm canlılara
zarar veriyor
Deterjanların yüzde 10-30’u yüzey
aktiflerden oluşmaktadır. Bu maddelerin
parçalanabilirliği çok önemlidir.
Nitekim genelde parçalanması zor olan
bu maddeler, su ve toprakta bozulmadan
kalıp, akarsularla göl ve denizlere
ulaşması buralarda yaşayan canlıları
ve onlarla beslenen insanların sağlığını
tehdit etmektedir. Deterjan katkı maddesi
olarak kullanılan fosfat çevre ve insan
sağlığına zarar vermektedir. Türkiye`de
üretilen deterjanlardaki fosfat oranı
yüzde 15-30 arasında iken Avrupa’da bu
konuda getirilen sınırlamalarla yüzde 1-2
arasında kullanılmaktadır. Bazı ülkelerde
yasaklanmıştır. Fosfatlar ve diğer deterjan
kirlilikleri nedenleri ile de birçok balık türü
yok olmaktadır.1978 yılında
Marmara Denizi’nde 126 balık çeşidi varken
bugün bu sayı 25.
Deri ve soluma yoluyla
tüm organları
tahrip ediyor
Deterjanları sadece bizim çamaşırlarımızı
ya da bulaşıklarımızı temizleyip çevreye
attığımız maddelerle değil, bunları, bu kirli
sularla beslenen canlıları tüketerek veya
deterjan kalıntısı bulaşmış içme sularını
içerek de vücudumuza geri almaktayız.
Deterjanlar kiri çözme
yönleri ile cilde de
kolay nüfus etmektedir.
ABD’de yapılan
çalışmalarda bir günde
insan vücuduna giren
deterjan yüzey-aktif
maddesinin
0.3-3 mg arasında
olduğu belirtilmektedir.
Soluma ve temas
yolu ile vücuda
alınan deterjan
katkı maddeleri;
akciğer tahribatı,
alerjik reaksiyonlar,
santral sinir sistemi,
kanser, endokrin
ve bağışıklık sistemi
bozuklukları gibi önemli
rahatsızlıklara neden
olabilmektedir.
%100 Doğal Hijyen
nasıl sağlanır?
Derz dolgular ve banyo gibi ıslak
zeminlerde hijyen için limon tuzu
(sitrik asit)
1 demlik kaynar suya 1 Y. Kaşığı
limon tuzu ilave edip temizlemek
istenilen yüzeye dökülüp 15 dk. beklenir.
E 330 sitrik asit limon tuzudur
kanserojen değildir. Hem hijyen hem de
zor kir ve kireçlerden kurtulma imkanı
sağlar. Kireçlenmiş demliklere de limon
tuzu konularak kaynatılırsa kireçten
eser kalmaz.
Ev kadınları,
iş kadınlarına göre
yüzde 54 daha fazla
kanser riski altında
Deterjanların; kısırlık, nörotoksik, akciğer
ve böbrek hasarları, kanser, körlük ve
astım gibi hastalıklara yol açabileceği
gibi maddeler açığa çıkıyor araştırmalarda
bunların kanser riskini önemli ölçüde
arttırdığı görülmüştür.
Alternatifi oksijen bazlı
temizleyiciler
TÜBİTAK tarafından Kasım 2011
Bilim ve Teknik Dergisi’nde açıklanmıştır.
EPA (US Environmental Protection
Agency-Amerika Çevre Koruma Kurumu)’nın
araştırmacıları ev içi havanın dışarıya
göre 3-70 kat arası daha kirli olduğunu
bulmuşlardır. Diğer bir EPA çalışması
göstermiştir ki ev temizleyicileri dışarıdan
gelen toksiklere göre 3 kat daha kanserojen
etkisi yapmaktadır. NCA (Uluslararası
Kanser Kurumu) son 15 yılın verilerini
değerlendirerek ev hanımlarının iş
hanımlarına göre %54 daha fazla kanser
riski altında olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Antibakteriyel ürünlerle
mikroplar dirençleniyor
Son zamanlarda ev temizliğinde çok çeşitli
dezenfektanlar (antibakteriyel) üretilmiştir.
Dezenfektanlar
genellikle bakterileri
öldürürler. Sabun,
diş macunu, deodorant
ve diğer temizleyiciler
de antibakteriyel olarak
triclosan içerir.
Bunlar bakterileri
öldürür fakat virüslere
karşı etkisizdir.
Antibakteriyel sabunlar kötü bakterileri
öldürdüğü gibi sağlık için önemli olan
iyi bakterileri de öldürürler. Birçok sağlık
uzmanı antimikrobiyellerin evlerde uygunsuz
kullanılmasının mikropların direnç kazandığı
konusunda uyarıda bulunmaktadır.
Direnç kazanan mikroplara karşı kullanılan
ilaçlar da etkisiz kalmaktadır. Triclosan bu
tip dirençlere sebebiyet vermesine rağmen
yaygın olarak kullanılmaktadır. Çamaşır
suyu çok eskiden beri kullanılan ve en ucuz
antimikrobiyeldir. Çamaşır suyu, mikropların
hücrelerini parçalayarak yok ettiği için
direnç kazandırma özelliği yoktur.
Çok hijyen, alerjik
hastalıklar astım ve
egzemaya sebep oluyor
Temizlik yaparken gerçekten dezenfektan
kullanmaya gerek olup olmadığına
karar verilmelidir. Eğer evde bulaşıcı
hastalık taşıyan varsa onun bulunduğu
yerlerde uygulanabilir, diğer durumlarda
gereksizdir. Basit sabun deterjan ve su
ile düzenli yapılan temizlik yeterli olur.
Çalışmalarda antibakterial ürün kullananlarla
kullanmayanlar arasında belirli bir fark
görülmemiştir. Bazı araştırmalarda çok
hijyen ortamlar ile alerjik hastalıklar, astım,
egzama gibi hastalıklar arasında yüksek
ilişki bulunmuş.
Anne karnındaki
bebeğin beyin
gelişimine hasar
verebiliyor
Florida Üniversitesi’nde
yapılan araştırmaya
göre ise; triclosanın
anne karnındaki
bebeğin yeterli
oksijeni almasına
engel olduğunu ve
bunun da bebeklerin
beyinlerinde hasara
neden olduğunu
tespit edildi.
2000 yılında; triclosanın lağımda, balıkta ve
anne sütünde bulunmasıyla İsveç hükümeti
tarafından yasaklandı. Bu tutum İngiliz
uzmanları tarafından da desteklendi ve
İngiltere’deki ana bayiler bu kimyasaldan
kurtulmaya karar verdiler.Triclosanın beyin
ve üreme fonksiyonlarını bozduğu yönünde
araştırmalar var.
Çamaşır sularının
zararları saymakla
bitmiyor
İngiltere Bristol Üniversitesinde,
7162 çocuk üzerinde yapılan incelemede;
hamileyken ve doğumdan sonra çamaşır
suyu, dezenfektan, böcek ilacı, halı
temizleyicisi gibi maddeleri sık kullanan
annelerin çocuklarının ciğerlerinde hırıltı,
8 yaşından sonrada çocukların solunum
yeteneklerinde azalma olduğu görüldü.
Çamaşır suyu içeren temizlik ürünlerinin
kullanımıyla karbon tetraklorür ve kloroform
Çamaşır sularının alternatifi oksijen
bazlı temizleyicilerdir. Oksijenden
yaraların dezenfeksiyonunda yıllardır
yararlanılmaktadır. Hem hijyen hem de
lekelerden korunmak için en iyi çözümdür.
Oksijen yanında kullanılan yardımcı
maddelere de dikkat ederek seçim
yapılmalıdır.
Yumuşatıcılar
psikolojimizi etkiliyor
Yumuşatıcıların çalışma sistemi; pozitif yük
barındırmalarıyla çamaşır üzerindeki
negatif iyonları çekip, çamaşırın
yumuşamasını sağlamaktır.
Fakat uygulamada çamaşırın üzerinde ne kadar elektron var, bizim ne kadar
yumuşatıcı eklememiz gerektiğini
bilemediğimizden; fazla olan pozitif yükle
yüklenen giysiler giyildiği zaman insan
vücudundaki elektronları çekerek kişinin
daha bitkin ve depresif olmasına neden
olmaktadır. Aşağıdaki görselde hücre
üzerinde oluşan hasarı inceleyebilirsiniz.
Yumuşatıcı yerine makinenin yumuşatıcı
gözüne yarım çay bardağı elma sirkesi
ekleyerek doğal olarak yumuşama elde
etmiş oluruz.
Kirli havayı bitkilerle
temizleyebilirsiniz
Bitkilerle ilgili olarak
sadece ‘havadaki
karbondioksiti alıp
dışarıya oksijen verirler’
diye biliriz.
Ancak yapılan bilimsel
araştırmalar, bitkilerin
sadece karbondioksit
değil birçok zehirli
maddeyi emerek ortam
temizliği yaptığını
ortaya koydu.
NASA, iki yıl boyunca 90 bitki üzerinde
araştırma yaparak bunlardan 15’inin bu
zararlı kimyasalları emdiğini buldu.
Bu bitkiler, aloe-vera, bambu, areka,
kauçuk, benjamin, devetabanı çeşitleri,
dracaena çeşitleri, barış çiçeği, pasa kılıcı,
ingiliz sarmaşığı, potos sarmaşığı, salon
eğreltisi ve kurdele çiçeği. Bu bitkiler
24 saatte yüzde 87 oranında havadaki kiri
yok edebiliyor. Etkin sonuç için bitkilerin
boyunun en azından 15 cm kadar olması
gerekiyor l
ZahideYetiş:
“Sağlıklı kalmak için,
mutlu olmayı
bilmek lazım”
“Zahide ile Yetiş
Hayata” adlı
program ile hafta
içi hergün canlı
yayında izleyici
karşısına çıkan
Zahide Yetiş,
Türkiye’nin en
sevilen kadın
sunucuları arasında
yer alıyor.
Her daim yüzü
gülen genç sunucu,
tavrıyla, diksiyonu
ve Türkçe’ye
hakimiyetiyle her
kesimin beğenisini
topluyor. Geçtiğimiz
dönemde uzun
süre sağlık içerikli
bir programın
sunuculuğunu
üstlenen Yetiş,
düzenli spor
yaptığını söylüyor.
Sağlıklı olmak ve
sağlıklı kalmak
için kaliteli
beslenmek ve her
daim şükretmek
gerektiğini söyleyen
Yetiş, doğanın
mucizevi bir şifa
kaynağı olduğunu
dile getiriyor. Yetiş,
günlük programında
uyguladığı sağlık
tüyolarını ise, şöyle
anlatıyor:
Öncelikle bize
Zahide Yetiş’ten biraz
bahseder misiniz?
Zahide Yetiş nereli,
kardeşi var mı?
Televizyonculuğa
nasıl başladı?
Avusturya, Viyana’da doğdum.
Anne tarafım Selanik, baba tarafım
Kütahya’lı. Ben İzmir’de büyüdüm.
Bir kız, üç erkek kardeşim var.
Ortaokul ve lise yıllarımda güzel konuşma,
şiir okuma ve kompozisyon yarışmalarında
birincilikler alınca, bu konuda
uzmanlaşmaya kara verdim. Lise eğitimini
İzmir Özel Fatih Koleji’nde tamamladıktan
sonra 9 Eylül Üniversitesi Satış Yönetimi ve
İşletme Bölümü’nden mezun oldum.
Televizyonculuk hayatım, çocukluk
yıllarımda TRT’de seslendirdiğim
belgesellerle başladı. Daha ileriki
süreçlerde kadın, eğitim, kültür, eğlence,
tartışma ve yarışma programlarının
sunuculuğunu yaptım. Doktorum programı
ile televizyonculuk hayatımı daha da iyi bir
noktaya taşıdım ve şu an buradayım.
Margarini evime
sokmam
Çok yoğun bir
programınızın
olduğunu ve
çoğunlukla düzenli
yemek yeme fırsatı
bulamadığınız
biliyoruz. Bu yoğunluk
içerisinde nasıl
besleniyorsunuz?
Ağırlıklı hangi besinleri
tüketiyorsunuz?
Çok haklısınız yoğun bir tempo, bitmeyen
bir heyecan ve koşturmaca içinde
çalışıyoruz. Ama elbette enerjimizi
insanların sevgisinden ve doğal olarak
besinlerden alıyoruz. Bu bakımdan benim
için gün çok erken saatlerde başlıyor.
Genelde erken saatte kahvaltı yapmaya
alışkınımdır.
Aslında günün
öğününe erken
başlayıp, erken
bitirmek niyetiyle
başlarım her gün.
bunların en keyiflisi benim için yürüyüş.
Yürüyüş hem spor yapma hem dinlenme
zamanı benim için. Çünkü yürürken
düşünmeye de fırsat buluyorum.
Tek isteğim mümkünse deniz kenarı olması.
Çocukluktan beri İzmir’de yaşadığım için
deniz kenarında yürümeye alışkınım.
Denize baka baka düşünerek karar vererek
zaman zaman insanlarla sohbet ederek
yürüyüş yapmak beni çok mutlu eder ve
çok hoşuma gider.
Yani olabildiğince
midemi dinlenmesi
için rahat bırakırım.
Bitki çayları, bol bol
su içer, aralarda çok
hafif şeyler yerim. Belki
bir elmayla da günü
tamamlamış olurum.
Özellikle yağlı besinlerden uzak
duruyordum ama son dönemde eğer
iyi bir zeytinyağı bulursam zeytinyağlı
yemeklerden hiç korkmadan tüketmeye
başladım. Tereyağı kullanırım, ama
margarin asla kullanmıyorum. Mümkün
olduğunca sebze ağırlıklı beslenmeye
çalışıyorum. Et tercih edeceksem yağız
olan kısımlarını seçmeye çalışıyorum.
Bunun dışında kendime çok güzel ve farklı
salatalar yaparım. Patlıcan yemeklerini çok
severim. Böyle de enteresan bir beslenme
düzenim var. Bunun daha sağlıklı olduğunu
hep söyleriz zaten. Ama her mideye uygun
değil tabi. Ama şunu söyleyebilirim ki benim
midem için çok uygun bir beslenme biçimi..
Peki hiç diyet
yaptınız mı?
Sizce ideal bir diyet
nasıl olmalı?
Tam olarak hayatımda hiç diyet yaptım
diyemem. Zaten diyet yapmanın çok
sağlıklı bir şey olduğuna da inanmıyorum.
Yapılması gereken sağlıklı beslenme
düzenini bir yaşam biçimi haline getirerek
alışmak ve inanmak. Farkında olmadan ne
yediğinizin bilinciyle hareket edebilir hale
gelmek. Fark ederek, kalori hesabı yaparak
değil de yediklerinizin sizi nasıl ne şekilde
etkileyeceğinin farkında olabilmek.
Eğer böyle bir farkındalık oluşursa bir süre
sonra yediğinizin yağ, kalori hesabını yapıp,
kiloya dönüşüp dönüşmediğini kendiniz fark
ediyorsunuz zaten. Ana amaç yedikçe yiyip
kendinizi durduramayacak hale getirmeden
önce çözüm üretebilmek. Asıl olan bu
farkındalığı yaratmak. Ben yemeyi seven
bir insanım. Güzel yemekler yaparım, güzel
yemekleri severim, tatmayı da severim ama
hayatım boyunca dikkat ettiğim zamanlar
olmuştur. Genelde dikkat ettiğim şeyler de
tatlı kısmındadır. Tatlıyı kesip, biraz ekmeğe
dikkat edip yaptığım sporu arttırdığım
zaman zaten kilo veriyorum. Kilo vermenin
matematiğini de bilmek lazım. İnsanlar
bir iki kilo verdikten sonra metabolizma
da kırılmalar oluyor. En azından bende
öyle, duruyor vücudum sonra vermemeye
başlıyor. Çünkü bünye bir alarm haline
geçiyor. Ne oldu kıtlık mı var? diye
düşünüyor. Çok akıllı bizim bedenimiz.
Bizden daha akıllı bazen biz farkında
değiliz. İşte o sırada devam etmek lazım
bence, azimle akıllıca devam etmek lazım.
Bir süre sonra bakıyor ki kıtlık yok, ama
bu durum devam ediyor tekrar vermeye
başlıyor vücudum. Yani ben vücudumun
nerde kilo alıp verdiğini bilen birisiyim. Ama
boyu uzun iri biriyim ve çok çok zayıf olmayı
da açıkçası istemiyorum ve beğenmiyorum.
Spor yaparken
mutlu olduğumu
hissediyorum
Sporla aranız nasıl?
Ne tür sporlarla
ilgilisiniz?
Oldum olası yürüyüş yapmayı severim, lise
yıllarımda basket takımındaydım. Basket
oynamayı çok severim. Platesi uzun bir
süre yaptım. Yine zaman ve fırsat buldukça
plates yapıyorum. At binmeyi seviyorum.
Pek çok şey yapmayı seviyorum ama
Yemekten sonra
yürümeyi çok
severim. Bu sindirim
kolaylaştırıcı bir şey.
Aynı zamanda insanı
mutlu ediyor. Çünkü
bildiğiniz gibi spordan
sonra mutluluk
hormonu salgılıyoruz
biz. Yani spor insanı
her bakımdan mutlu
kılan bir aktivite halini
alıyor. Yeter ki severek
ve isteyerek spor
yapalım.
Tamamen karanlık bir
odada uyuyorum
Günde kaç saat
uyuyorsunuz?
Uyku benim için çok kıymetli bir hazine.
İyi uyuyabilen birisi gerçek bir hazineye
sahiptir. Çünkü uyku sizi büyüten,
geliştiren, güzelleştiren, gerçekten beden
ve ruh sağlığınız için mükemmel bir ortam
hazırlayan ilginç bir şeydir.
O yüzden iyi uyuyabiliyorum diyorsa bir
insan çok şanslıdır diye düşünüyorum.
Tamamen karanlık bir ortamda uyurum
ben. Karanlık ve sessiz… Çocukluğumdan
beri böyle alıştırdım kendimi. Karanlık
ve sessiz ortamda uyuyan çocuklar
büyüme hormonu salgılıyor. Doktorlardan
öğrendiğim şu; çocuklarınızı karanlık
ve sessiz ortamda uyumaya alıştırın.
Yeterince büyüme hormonu salgılaması
için bu çok elzem bence. Ben farkında
olmadan hala yapıyorum bunu. Güzel
şeyler düşünerek uyurum. Yapabileceğim
bir şey varsa sonuna kadar yapmışımdır
zaten. Çok fazla kafama takıp vesvese
yapıp uykumdan etmem kendimi. Üstüne
de düşünmemeye çalışırım. Gamsızlığın
büyük bir lüks olduğunu biliyorum çünkü.
Bu vurdumduymazlık anlamına gelmesin
ama gerçekten huzurlu uyku görülen güzel
rüyalar sizi güne çok daha iyi hazırlıyor.
Güne iyi hazırlanınca da iyi uyanıyorsunuz.
Sabahları gülümseyerek keyifle uyanırım.
05 .47’de çalardı eskiden saatim yaptığım
program buna uygundu. Şimdi tabi daha
geç uyanıyorum. Uyandığımda telefonumda
şöyle bir mesaj vardır ‘Asla tekrarı
olmayacak yepyeni bir gün başlıyor. Uyan
ve yeni bir günün tadını çıkart. İstediklerin
için dua et sana verilenlere şükret’ Kendi
yazdığım bir mesajdır her seferinde sonuna
kadar okumam ama ne yazdığını çok iyi
bilirim. Her sabah bu duyguyla uyanırım.
Peki Zahide Hanım,
eğer televizyoncu
olmasaydınız, şu an
ne yapıyor olurdunuz?
Çocuklarınızın da
sizinle aynı mesleği
seçmesini ister
misiniz?
Eğer televizyoncu olmasaydım araba
tamircisi olurdum. Çünkü bir şeyleri tamir
etmeyi seviyorum. Bu bazen bozmak
anlamına geliyor ama olsun. Yine de
düzeltmeyi ve tamir etmeyi seviyorum.
Küçükken yaşlıca bir arabamız vardı ama
hala çalışır durumda şimdi.
Şu an 41, 42 yaşındadır. Arabamız hep
bozulurdu ve onu tamire götürürdük.
Böylece sanayileri çok iyi bilen bir çocuk
olarak büyüdüm. Çok keyifli vakit geçirirdim
orada. Arabanın çalışma mekanizmasını,
matematiğini, tamir olduğunda ne kadar
mutlu olduğumu çok iyi hatırlıyorum.
O yüzden muhtemelen arabalarla ilgili bir
şey yapardım. Araba tamircisi olabilirdim.
Son okuduğunuz kitap
hangisi?
Düzenli olarak hangi
gazete ve yazarları
takip edersiniz?
Gelişim kitaplarını çok okuyorum, yeni çıkan
kitapları mutlaka edinmeye çalışıyorum,
ünlü olup olmaması önemli değil her kitap
bir değerdir ve öğrenebileceğiniz şeyler
mutlaka vardır. O yüzden kitap arsızıyımdır
ben. Erich Fromm’un ‘Sevme Sanatı’nı
büyük bir keyifle okumuşumdur. İlk Donkişot
okumuşumdur. Gülten Dayıoğlu’nun Fadiş’
i okumuşumdur. Hayatın unutulmazlarıdır
bunlar benim için.
Çocukluğumdan gelen
bir alışkanlık köşe
yazarlarını elbette
okurum ama isim
vermek istemem.
İki üç kitabım
vardır benim farklı
zamanlarda farklı
yerlerinde bırakırım
kitabı. Tekrar elime
aldığımda müthiş
bir zeka geliştirici
hale dönüşür benim
için çünkü oradaki
karakterleri olayları
betimlemeleri tekrar
hatırlarım.
Böylece unutkanlığımın azaldığını kendimce
matematiksel bir dönüşüm yaşadığımı
hissederim. Başucu kitaplarım ayrıdır çok
kıymetlidir. İyi bir uyku için eğer keyifli bir
kitabınız varsa sizi rüyalara götüren bir
anne eli başınızı okşuyor gibi hissedersiniz
Bu arada ben hep masallarla uyutulurdum
şimdi kendi yeğenlerime anlatıyorum.
Çoğunu uyduruyorum ama büyük bir keyif
alıyoruz beraberce. Masallarla uyutulan
çocuklarınız olsun. Sağlıklı keyifli masalların
dünyasında mutluluğu görmüş yaşamış
çocuklar olsunlar.
Hayatta asla yapmam
dediğiniz bir şey
var mı?
Asla asla demeyenlerdenim. Hayatın
tesadüflerle olduğunu biliyorum ama
tesadüflere de inanmıyorum. Aslında
bunun yüce yaradanın bir lütfu olduğunu
düşünüyorum. Ben pek çok şeye vesile
olmuşumdur bana pek çok kişi vesile
olmuştur. Hep dualarım bu yöndedir iyilerle
karşılaştır Rabbim beni diye. Rabbim hep
bana bunu yaşatmıştır şükürler olsun.
O yüzden yapmam diye bir şey yok ama
iyisini güzelini yapabilmek var. Aslında siz
bunu fark edersiniz zaten kötü bir şeyse
yüreğiniz almaz ayaklarınız götürmez.
En büyük lüks mecbur olmadığınız bir şeyi
yapmak zorunda kalmamanız. En güzel
keyif iyi bir işinizin olması ve daha da
önemlisi hayırlı evlatlarınızın olması. Daha
da fazlasını isterseniz gözünün içinde
kaybolabileceğiniz bir eşinizin olması şu
dünyada.
Sağlık Bakanlığı’nın
yürüttüğü “Dumansız
Hava Sahası” ve
“Obezite ile Mücadele”
kampanyalarına
ünlülerimizden de
büyük destek geldi.
Bu projeler sigara
ve hareketsiz yaşam
konularında önemli
farkındalıklar sağladı.
Bakanlığımızın
yürüttüğü bu
çalışmaları nasıl
buluyorsunuz?
Sizce daha fazla
neler yapılmalı,
ya da yapılabilir?
Özellikle gençlerde her yıl yükselen bir kilo
problemi yaşıyoruz. Programlarda bunu çok
net görüyoruz. Gelen sorularda kilo vermek
isteyenlerin yaş ortalaması her yıl düşüyor.
Son derece düşündürücü bir olay bu.
Sağlık Bakanlığı da gerekli önlemleri almak
için pek çok kampanya yaptı.
Ben de programlarımda daha önce
duyurdum ve duyurmaya da devam
ediyorum Sigarasız yaşam ise şu zamana
kadar yapılmış sağlık adına en büyük
başarılardan birisidir. Şahsım adına çok
büyük teşekkürler düşünenlere, yapanlara,
uygulayanlara.
Hasta olmadan
yaşayabilmenin
şifrelerini çözün
Çünkü yeni nesilin sigaradan uzaklaşması
için bir adım, içenlerin bırakması için bir
adım. Bizler için cennetmiş buralar deyip
kapalı ortamlarda yaşamın ne kadar
keyifli bir şey olduğunu hatırlamamız
yaşamamız ve bu lüksün bir gereklilik
olduğunu fark etmemiz için müthiş bir
şey yaşandı memleketimde. Yapamaz
dediler, olmaz dediler bakın ne kadar
güzel oldu. Hatta şimdi açık alanlarda
da sınırlama getirileceğini öğreniyorum.
Evet içmek isteyenler olabilir, bu bir
alışkanlık vazgeçemiyorum diyenler
olabilir ama verdiği bunca zarara rağmen
hala kendinize zarar vermeye devam
edebilirsiniz ama bize vermeyin.
İşte bu en aciz olduğum ve kendimi en
kötü hissettiğim durum. Çünkü bir çok
kişi hastalığı için geliyor ve bizden yardım
istiyor doğru hekime ulaşmak istiyor. Yeni
bir şey var mı diye soruyor.
Gen teknolojisi bu konuda inşallah faydalı
adımlar atacak ama henüz çok başında.
Kök hücre aynı şekilde herkes bunları
soruyor. Sağlık konusunda herkes bilincini
ve farkındalığını yaratmak zorunda.
Ben hayatım boyunca hiç içmedim, o
yüzden bu alışkanlığın ve zorluğun farkında
olmayabilirim. Ailemden sevdiklerimden
içenler var fakat onların da kurallara riayet
ettiğini görüyorum ve gittikçe azaltmaya
başladıklarını farkediyorum.
Çok mutlu oluyorum. Bir insanın bile bile
kendine bu denli zarar vermesi üstelik
bunu keyifle ve alışkanlıkla yapması çok
acı bir gerçek. Alınan bu kararla sigara
kullanımının çok daha aza indiğini,gelecek
nesiller için atılmış çok önemli ve erdemli bir
hareket olduğuna inanıyorum.
Farkındalık yaratmak ekranlarda zaten
yapmaya çalıştığım bir şey. Özendirici
olabilmek için sigarayı bırakan insanları
daha fazla gösteriyoruz. Zayıflamayı
başaran ve bunun devamını sağlayan
insanları büyük bir zevkle ekranda
paylaşıyoruz.
Son olarak hastalara
ne mesaj vermek
istersiniz?
Sizden kaynaklanmayan genetik problemler
olabilir, ailenizde kalıtsal problemler olabilir.
Bunlar için kontroller ve çözümler hekimler
kontrolünde yapılabiliyor. Ama insanın bile
bile kendini hasta etmesi, depresyonla
mücadele edememesi, yaşamın zorlukları
karşısında aciz ve çaresiz kalması daha bu
konuda çok yol alacağız demek bizim için.
Onun dışında programlarımızda hekimleri
olabildiğince konuk ediyoruz önümüzdeki
sezon da yapmaya devam edeceğiz.
Sağlıklı ve mutlu bir toplum için beden ve
ruh sağlığının ne kadar önemli olduğunu
biliyorum. Programda özellikle soru cevap
kısmına büyük önem veriyorum. Farklı
doktorları yan yana getirerek herkesin
derdini sorabileceği ve anlatabileceği daha
çok ortam yaratmak istiyorum.
Sağlık Bakanlığı’nın destekleyici ve
bilgilendirici çalışmaları benim için çok
kıymetli ve her zaman yakınınızda ve
yanınızda olmak ve de programımda yer
vermek istiyorum l
Eczacılık günü
boğaz turu ile kutlandı
bahsetti. Bu tür günlerin kutlamanın yanında
sorunlarında konuşulduğu günler olduğunu
belirterek tüm eczacıların gününü kutladı.
Eczacılık Şubesinden sorumlu İstanbul
İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Şahin Çınar
ise Soma’daki yaşanan acıyı yüreklerinde
hissettiklerini belirterek konuşmasına
başladı. Eczacılığın tıbbın en önemli
paydaşlarından biri olduğunu, eczacılıkla
ilgili konularda mevzuatın ve resmi
uygulamaların yanında meslek mensuplarının
problemlerin çözümüne katkı sağlamayı,
sahada gördükleri sıkıntıları ve çözüm
önerilerini bakanlığa ilettiklerini söyledi.
Aynı zamanda eczacıların sesi olmaya da
çalıştıklarını ifade etti.
Türkiye’de bilimsel
eczacılığının
başlamasının
173. yıldönümü
olan 14 Mayıs
Dünya Eczacılar
Günü, İstanbul’da
düzenlenen bir
kahvaltı ile kutlandı.
İstanbul İl Sağlık
Müdürlüğü ve
İstanbul Eczacılar
Odası’nın işbirliğiyle
düzenlenen
kahvaltıda, musiki
ve rehber eşliğinde
boğaz turu yapılarak
kamu eczacılarının
Rehber eşliğinde boğaz
turu ve kahvaltı
Dr. Çınar eczacılık
sanatı ile alakalı çok
kıymetli tarihi köklere
sahip olduğumuzu,
eczacının ilk görev
tanımını, İslam
dünyasında haklı
olarak eczacılığın
babası olarak ünlenen
Biruni’nin yaptığını
ifade etti.
24 Mayıs Cumartesi günü kahvaltı, musiki
ve rehber eşliğinde boğaz turuna katılan ve
çoğunluğunu kamu eczacılarının oluşturduğu
davetliler keyifli bir gün geçirdiler.Törende
bir konuşma yapan İstanbul Eczacı Odası
Başkanı Ecz. Semih Güngör eczacıların
ve kamu eczacılarının sıkıntılarından
Ayrıca İbn-i Sina’nın “El Kanun Fİ’ T Tıp adlı
eseri ile eczacılığın ilk kodeksini yazdığını
dolayısıyla bu mevzuda da gerekli öz
güveni sağlayacak tarihi alt yapıya sahip
olduğumuzu belirterek, tüm eczacıların
gününü yürekten kutladığını ifade ederek
sözlerini tamamladı l
keyifli bir gün
geçirmelerine
katkıda bulunuldu.
Menşeini Padişah II. Mahmut’un yaptırmış
olduğu ve modern anlamdaki ilk tıp mektebi
olan Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin resmi
açılış günü olan 14 Mayıs tarihinden alan
ve 1968 yılından bu yana her yıl kutlanan
Eczacılık Günü, bu yıl Soma’da meydana
gelen ve milletimizi hüzne boğan facia
nedeniyle gecikmeli olarak kutlandı.
DOÇ. DR. AHMET KARABULUT
ACIBADEM ATAKENT HASTANESİ KARDİYOLOJİ UZMANI
Hipertansiyon
hastalarının
en sık yaptıkları 8 hata
Tüm dünyada ve
ülkemizde yaygın
olarak görülen
hipertansiyon
kontrol altına
alınamadığında
birçok organı
etkileyerek başta
kalp damar
hastalıkları olmak
üzere; böbrek
yetmezliği, görme
kaybı, hatta felç gibi
ölümcül sonuçlara
yol açabilen tehlikeli
bir hastalık.
1. Hipertansiyonu
ciddiye almamak
‘Bünyem, yüksek tansiyona alışmış’ deyip
hipertansiyonu ciddiye almamak yapılan
en büyük hatalardan biri. Kan basıncı
yüksekliğini sadece strese (gerginliğe)
bağlayıp tansiyon ilacı kullanmamak,
‘Ben tansiyonumun yükseldiğini
hissediyorum’ deyip yakınma olmayan
zamanlarda kan basıncını ölçtürmemek de
hastaların yaptıkları diğer önemli hatalardan.
Oysa ki hipertansiyon sinsi bir hastalık.
Kişi kendini iyi hissetse bile, yüksek tansiyon
damarlardaki harabiyetini sürdürüyor.
2. Sadece büyük
tansiyonla ilgilenmek
Sadece büyük tansiyonla ilgilenmek
de hastalar tarafından sıkça yapılan bir
başka hata. Yapılan araştırmalar küçük
tansiyon kontrol altına alınmadığında damar
harabiyeti riskinin devam ettiğini gösteriyor.
Bazı kişilerde sadece küçük tansiyonun
yüksek olduğu ve bu kişilerin tedavi altına
alınması gerektiği unutulmamalı. Özellikle
kalp damarları, küçük tansiyon varlığında
yüksek basınca maruz kalıyor.
3. Bitkisel ilaçlar ve
sarımsaktan medet
ummak
Öyle ki ülkemizde
Hipertansiyon tedavisinin bitkisel ilaçlar
her 4 ölümden
ile sarımsakla yapılması ve tansiyon
düşürücü ilaç kullanımından kaçınılması da
yapılan hatalar arasında. Piyasada mevcut
biri, hipertansiyon
bitkisel ilaçlar Tarım Bakanlığı onaylı olup,
çoğunluğu uyarıcı afrodizyak maddeler
sonucu oluşuyor.
içeriyor. Bu ilaçlar tansiyon yükselmesine
yol açabiliyor. Limon ve sarımsak
Hipertansiyonun
kullanımının tansiyon düşürmedeki rolü
olup, tek başına yüksek tansiyon
bu tür ciddi tablolara minimal
tedavisinde kullanılmıyor. Ancak sarımsak ve
limon diyetin bir parçası olabilir. Sakinleştirici
yol açmasında
ilaçlar kişilerin stresini azaltarak tansiyon
dengelenmesine katkıda bulunabiliyor.
en çok hastaların
Bu ilaçların tek başına kullanılması
ancak nadir vakalarda tansiyon kontrolü
ilaçlarını yarım
sağlayabiliyor.
bırakmaları, yaşam
4. Her kan basıncı
yüksekliğinde dilaltı
alışkanlıklarına
dikkat etmemeleri ve hapı çiğnemek
Her kan basıncı yüksekliğinde dil altı
çiğnenmemeli. Dil altı hapının
ilaç kullanmak yerine hapı
sadece baş ağrısı, göğüs ağrısı, nefes
darlığı gibi şikayetlerin geliştiği ve sıklıkla
bazı besinlerden
büyük tansiyonun 180 değerini aştığı acil
durumlarda kullanılması gerekiyor. Aksi
medet ummaları
halde dilaltı ilacı kan basıncını hızla ve
kontrolsüz düşürerek felç, kalp krizi ve ölüm
istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor.
gibi yaptıkları hatalar gibi
Dilaltının evde kullanımı doktor önermediği
sürece tercih edilmemeli.
rol oynuyor.
Doç. Dr. Ahmet Karabulut,
hipertansiyon hastalarının en sık yaptıkları
8 hatayı ve bunların yol açtıkları sorunları
şöyle sıralıyor:
5. İlaç tedavisinden
bağımlılık veya yan etki
yapar diyerek kaçınmak
Birçok hastalığı mevcut olan “Vücut ilaca
alışır etkisini kaybeder, ilaç yan etki ve
bağımlılık yapar” şeklindeki düşünce
kesinlikle yanlış. Eğer ilaç tansiyonu iyi
kontrol etmiş ve kişide belirgin yan etki
oluşturmamışsa, ilacın eski ya da yeni
oluşuna bakılmaksızın ilaç kullanılmalı.
Tansiyon ilaçları bağımlılık yapmaz.
Tansiyon ilaçlarının yan etki potansiyeli
düşüktür ve bu etkinin ortaya çıkışı kişiye
göre değişiyor. Yan etki ortaya çıktığında
ilaç bırakılmamalı ve mutlaka doktora
başvurulmalı. Unutmayın ki hastaya en
büyük zararı kontrolsüz hipertansiyon
veriyor.
6. İlaç dışı tedavileri
ihmal etmek
Hipertansiyon tedavisinde ilacın yanı sıra
yaşam şekli değişikliği diye adlandırılan
ilaç dışı tedaviler de bir o kadar önemli.
Yaşam şekli değişikliği; tuzu azaltma,
düzenli spor, ideal kiloya ulaşma, sigara ve
alkolden uzaklaşma ve hipertansiyon diyetini
kapsıyor. Ancak ilaç kullanan hastaların
çoğu ilaçsız tedaviyi ihmal ediyor.
İlaçsız tedaviye dikkat edilmezse
antihipertansif ilaçların da etkisi çok azalıyor
veya ortadan kalkıyor. Hipertansiyon tedavisi
ancak sağlıklı bir hasta-hekim ilişkisiyle
mümkün olabiliyor.
7. İlaç tedavisine
ara vermek
Birçok hasta kan basıncı ilaçlarla kontrol
altına alındığında, kendilerini rahatsız eden
baş ağrısı, nefes darlığı ve çarpıntı gibi
yakınmalar ortadan kalktığında veya ilacı
bittiğinde ilaç tedavisini yarıda bırakabiliyor.
Oysa kısa süreli bile olsa tedaviye kesinlikle
ara verilmemeli. Çünkü tedavide amaç
sadece hastayı o dönemde rahatsız eden
yakınmaları gidermek değil, aynı zamanda
hedef organ hasarını önleyerek veya geri
çevirerek kalıcı sakatlık ve ölümleri azaltmak.
Hipertansiyonun büyük olasılıkla
ömür boyu eşlik edeceği unutulmamalı.
İlacın ani bırakılması, tansiyon değerlerinde
ani fırlamaya ve kalıcı sağlık sorunlarına
yol açabiliyor.
8. İlacı bırakarak
‘kan basıncı yeniden
yükselecek mi’
diye deneme yapması
Kan basıncı kontrol altına alınan bir hastanın
ilacı bırakarak ‘kan basıncı yeniden
yükselecek mi?’ diye deneme yapması da
büyük bir hata.
Antihipertansif ilaçlar bırakılsa bile kan
basıncını düşürücü etkileri bir süre daha
devam ediyor. Hastada geçici, hipertansiyon
yoksa, ilaç bırakılınca kan basıncı bir süre
sonra kesinlikle yeniden yükseliyor.
Bu nedenle ilaç tedavisinin kesilmesi ve
doz değişikliği kesinlikle doktor tarafından
yapılmalı l
UZM. DR. ABDULLAH ÖZKARDEŞ
MEMORIAL ŞİŞLİ HASTANESİ / NÖROLOJİ BÖLÜMÜ
Beyin sağlığınız için
bulmaca çözün ve
yap boz yapın
Sağlıklı bir beynin,
düşünmek,
hatırlamak,
çalışmak gibi gün
içinde yapılan her
işte önemli roller
üstlendiğini söyleyen
Uzm. Dr. Abdullah
Özkardeş, insan
vücudunun diğer
parçaları gibi, beynin
de yaşlandıkça
bazı becerilerini
kaybedebileceğine
dikkat çekiyor.
Yaşam tarzımızda yapacağımız bazı
değişikliklerle ömür boyu sağlıklı bir beyne
sahip olabileceğimizi belirten Özkardeş,
beyin sağlığını korumak için bulmaca
ve puzzle gibi mental uyarıyı arttıran
aktivitelere daha fazla vakit ayrılması
gerektiğinin altını çiziyor. Özkardeş,
konu hakkında şu bilgileri veriyor:
Yüksek eğitim almak
beynin dostu
Yaşlandıkça görülen mental azalma,
beyin hücreleri arasındaki ilişkilerin
değişmesine bağlıdır.
Araştırmalar, beynin
aktif tutulmasının, onun
canlılığını artırdığını
ve sinir hücrelerini ve
onların birbiriyle olan
ilişkilerini koruduğunu
göstermektedir.
Düşük seviyeli eğitimin,
hayat boyunca daha
yüksek bir Alzheimer
hastalığı riski taşıdığı
bilinmektedir.
Bu belki de uzun süreli mental uyarı
eksikliğine bağlı olabilir. Diğer bir söyleyişle
yüksek seviyeli eğitim, muhtemelen
beyin hücrelerini ve onların birbirleriyle
ilişkilerini daha güçlü yaptığı için, Alzheimer
hastalığına karşı koruyucu bir etki sağlar.
Sosyal olarak
aktif kalın
Sürekli olarak sosyal faaliyetlere katılan
insanlarda beyin canlılığının devam ettiği
bilinen bir gerçektir. Son bir çalışmada,
fiziksel, mental ve sosyal aktiviteleri
birleştiren eğlenceli faaliyetlerin, bunamayı
engelleyebildiği gözlenmiştir.
Böyle insanlarda bunama gelişme riski
oldukça azdır. Spor, kültürel faaliyetler,
duygusal destek ve yakın kişisel ilişkiler,
bunamaya karşı koruyucu bir etki
gösterirler.
Fiziksel egzersiz
beyninizi de canlı tutar
Fiziksel egzersiz, beyine yeterli kan gitmesi
için önemlidir. Ayrıca, kalp krizi, inme
ve şeker hastalığını da önemli derecede
azaltır ve bu nedenle Alzheimer hastalığının
risklerine karşı koruyucu etki sağlar.
Egzersiz düzenli yapıldığında etkilidir.
Aerobik egzersizler, beyin fonksiyonlarına
faydası olan oksijen tüketimini düzeltir.
Aerobik fitness, yaşlı insanlarda beyinde
hücre kaybını engeller. Yaklaşık günde
30 dakika yapılacak, yürüme, bisiklete
binme, bahçe işleri, yoga ve diğer
aktiviteler, vücudu hareketlendirir,
kalbinizi güçlendirir.
Beyin dostu
bir diyet uygulayın
Yapılan çalışmaların ışığında, beyin dostu
bir diyet, kalp ve şeker hastalığı riskini
azaltır ve beyne giden kan miktarını artırır.
Beyin dostu diyetin yağ ve kolesterol oranı
düşüktür. Kalp gibi beyin de, iyi çalışmak
için besinlerin dengeli olmasına
ihtiyaç duyar.
Vücut ağırlığını kontrol edin: Orta yaşlı
fazla kilolu kişilerde, hayatlarının daha
sonraki yıllarında bunama gelişme riski
hemen hemen 2 kat olarak bulunmuştur.
Hele bu kişilerde yüksek kolesterol ve
yüksek kan basıncı da varsa, bu risk
6 kata kadar yükselmektedir.
Yüksek miktarda yağ ve kolesterol içeren
gıda alımını azaltın: Yüksek miktarda
yağ ve kolesterol alımı kan damarlarını
tıkamaktadır, bu da Alzheimer hastalığı için
yüksek risk taşır. Bunun yanında,
HDL kolesterol (iyi kolesterol), beyin
hücrelerinin korunmasına yardım edebilir.
Bu yüzden zeytinyağı gibi doymamış yağlar
kullanmak gerekir. Kızartma yerine fırın ve
ızgara kullanılmalıdır.
Koruyucu gıda alımını artırın: Bazı gıdalar
kalp ve beyin damar hastalıkları riskini
azaltır ve beyin hücrelerini korurlar.
• Genellikle koyu renkli meyve ve
sebzeler, doğal olarak en yüksek
antioksidan seviyelerine sahiptirler.
Bu sebzeler: kara lahana, ıspanak,
Brüksel lahanası, brokoli, pancar, kırmızı
dolmalık biber, soğan mısır ve patlıcan.
Meyveler ise erik, kuru üzüm, yaban
mersini, çilek, böğürtlen, ahududu,
portakal, üzüm, kiraz.
• Soğuk su balıkları faydalı
omega-3 yağ asidi içerirler. Pisi balığı,
Uskumru, Alabalık, Somon balığı, Tuna.
• Bazı kabuklu yemişler diyetin faydalı
bir bölümü olabilirler.
Fındık ve ceviz antioksidan E vitamini için
iyi bir kaynaktırlar.
• Vitaminler faydalı olabilir. Vitamin E ve C
ayrı ayrı veya birlikte ve vitamin B12 ve folat
Alzheimer hastalığı gelişme riskini azaltır.
Kalp için iyi olanın
beyin için de iyi
olduğunu unutmayın
Beyninizi çalışır olarak
hissetmediğiniz zaman
bile, vücuttaki
en aktif organlardan
biri olduğunu
biliyor muydunuz?
Kalp vücuttaki tüm kanın yaklaşık %20’sini
beyine pompalar. Eğer kalp beynin ihtiyacı
olan kanı pompalayamaz veya beynin kan
damarları hasarlanmış ise, beyin hücreleri
ihtiyaç duydukları tüm gıda ve oksijeni
almakta problem yaşayacaklardır l
Beyni daha da
aktif hale
getirmenin yolları:
• Meraklı olun, hayat boyu
öğrenmeye çalışın
• Yazın, okuyun, bulmaca ve
diğer puzzle’ları çalışın
• Konferans ve oyunlara katılın
• Çevrenizde bulunan eğitimle ilgili
merkezlerin kurslarına katılın
• Oyun oynayın
• Bahçeyle ilgilenin
• Hafıza egzersizleri deneyin
Kalp yoluyla
beyin sağlığını
nasıl sağlayabiliriz:
• Uzun süreli kalp dostu bir hayat
stiline adapte olmak (beslenme, kilo,
kolesterol ve kan basıncı)
• Yağ ve kolesterol alımını azaltmak
• Egzersiz yapmak
• Sigara içmemek
OPR. DR. ÖMER BİROL DURUKAN
ZEYNEP KAMİL KADIN VE ÇOCUK HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / JİNEKOLOJİ KLİNİĞİ
Doğum kontrol yöntemi
kişiye özel planlanmalı
Yapılan araştırmalar
ülkemizde etkin
doğum kontrol
yöntemi kullanan
çift oranının yüzde
38’i geçmediğini
gösteriyor...
Çiftlerin istedikleri
zaman istedikleri
kadar çocuğa sahip
olmalarını sağlayan
doğum kontrol
yöntemlerinin birçok
avantajı bulunduğu
gibi, kişiye özel
dezavantajları da
var. Peki, etkin
bir doğum kontrol
sağlayabilmek için
kadın mı yoksa
erkek mi korunmalı?
Hangi yöntem daha
sağlıklı ve hangi
yöntem diğerine
göre daha riskli?
Bu sorunların
cevabını Opr. Dr.
Ömer Birol Durukan
verdi.
Doğum kontrol yöntemleri konusunda
çiftlerin doğru ve detaylı bilgilendirilmesinin
önemine işaret eden Durukan, hormonal,
bariyer, cerrahi gibi birçok doğum kontrol
yöntemi bulunduğunu belirtiyor.
Çiftlerin yaşı, eğitimi, cinsel aktivite durumu,
genel sağlık durumu, gelecekteki çocuk
isteği ihtimali, sosyal statüsü, gibi etkenlerin
doğum kontrol yönteminin seçiminde
büyük rol oynadığını kaydeden Durukan,
Türkiye’de en çok kullanılan doğum kontrol
yönteminin rahim içi araçlar olduğuna
dikkat çekiyor. Durukan, “İstenmeyen
gebelikler korunma yöntemleriyle, çiftlerin
sağlığına zarar vermeden tama yakın
oranda engellenebilir” diyor ve ekliyor:
“Cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemek
ve istenmeyen gebeliklerin önüne geçmek
için etkin bir doğum kontrol yöntemine
başvurulması gerek” Opr. Dr. Durukan,
konu hakkında şunları söylüyor.
Her doğum kontrol
yönteminin avantajları
ve dezavantajları var
Günümüzde çok çeşitli doğum kontrol
yöntemleri var. Bunlar kadında – erkekte
uygulanabilen, geçici – kalıcı, cinsel yolla
bulaşan hastalıklar için de koruyucu
olan – olmayan, planlı – acil uygulanabilen
çeşitli yöntemlerdir. Erkeklerde kondom,
sperm kalitesini düşüren haplar,
vazektomi seçenekleri vardır.
Kadınlarda ise doğum
kontrol hapları, spiral,
tüplerin bağlanması,
hazne içine yerleştirilen
diyafram / bariyerler,
düşük dozlu
progesteron hapları,
aylık/üç aylık iğneler,
hazneye konulan
halka şeklindeki
veya deri altına
uygulanan çubuk
şeklindeki implantlar
ve acil uygulanan
yöntemler olarak
sayılabilir.
Her yöntemin belirli bir koruyuculuğu,
koruma başarısızlığı, kullanan açısından
avantajı ve dezavantajı bulunmaktadır.
Koruma başarısızlığı
neye bağlı?
Hiçbir şey yapmamış olmamak için son
anda başvurulan geri çekilme de bir
yöntemdir ama hiç etkili değildir.
Prostat salgılarında da az da olsa sperm
bulunur, fark edilmeden kısmi sperm atılımı
da olabilir.
Yumurtlama zamanı dışında ilişki esasına
dayanan takvim hesabı da sık kullanılır ama
bu iki yöntemin koruyuculuğu neredeyse
yoktur. Hazne içerisine yerleştirilen
diyafram, veya tek başına kullanılan sperm
öldürücü kremler en başarısız yöntemlerdir.
Diyaframların uygun şekilde yerleştirilmeleri
zordur ve rahatlıkla kayabilir. Doğum kontrol
haplarının düzensiz kullanımı da istenmeyen
gebelikle sonuçlanabilir korunduğunuzu
zannederken gebe kaldığınızı öğrenmeniz
işte bu koruma başarısızlığıdır.
En iyi yöntem,
her zaman en iyi
koruyan yöntem
anlamına gelmiyor
Doğum kontrol yöntemleri arasında
her zaman en iyi yöntem en iyi koruyan
yöntem anlamına gelmez. Bu açıdan
bakarsak rahim aldırmak da sonuçta bir
doğum kontrol yöntemi olabilir. Her yöntem
için kişiye göre en uygun olduğu bir zaman
aralığından söz edebiliriz. En sık kullanılan
yöntemlerin başarısından bahsedersek
zamanında kullanılan doğum kontrol hapları
%99’un üzerinde koruma sağlar.
Hangi durumda hangi
doğum kontrol yöntemi
kullanılmalı?
Değişik örnekler verebiliriz mesela:
ilki yeni evlenecek bir çift olsun hemen
gebelik istemiyorlarsa doğum kontrol
hapları ilk tercihtir. İlk defa ilişkiye girecek
yeni evlenen çiftlere ilk başta kondom
kullanmasını önermiyorum. İkinci örneğimiz
yeni doğum yapmış anneye lohusalığı
bittiğinde - çocuk 2 aylık olmadan hemen
önceki 1-2 haftalık süre içerisinde
spiral takılması veya 3 ayda bir yapılan
iğne ile korunmak ilk tercihimizdir hem
iğne anne sütünü de artırıyor, doğum
kontrol haplarını emzirme döneminde
pek önermeyiz. Üçüncüsü, istenmeyen
gebeliğini aldıran bir kadın için spiral
takılması ilk tercihimizdir, spiral işlem
esnasında da takılabiliyor. Dördüncü
örnekte birden çok partneri olan kimseler
için ise en uygun yöntem olarak cinsel yolla
bulaşan hastalıklar için de koruma sağladığı
için kondom kullanımı ilk tercihtir.
Bir örnekte de korunmasız ilişki sonrası
1-2 gün içinde başvuran bir çifti ele alalım,
kadına ertesi gün hapı önerilebilir veya
daha önce doğum yapmışsa derhal
spiral takılabilir. Kalıcı yöntem için de
bir örnek vermek isterim üçüncü veya
dördüncü sezeryen ameliyatını olacak
30 yaş üzerinde bir kadın eşiyle
kararlaştırmış artık daha fazla çocuk sahibi
olmak istemiyorsa en uygun yöntem tüplerin
bağlanmasıdır.
Yöntemlerin
dezavantajları neler?
Tüm yöntemlerde çok düşük ihtimal de olsa
başarısızlık olabiliyor, kullanım zorlukları
veya kullanımdan kaynaklanan problemler
olabiliyor mesela kondomlar yırtılabilir.
Doğum kontrol
haplarını almayı
unutmak düzensiz
kullanmak
koruyuculuğu
azaltabiliyor ara
kanamalara neden
olabiliyor. Spirallerde
düşme ve yerinden
kayma olabiliyor.
Daha önce gebe
kalmamış yani hiç
doğum yapmamış
kadınlarda spiral
kullanılabilse de
tercih etmeyiz.
Emzirirken kullanılan düşük dozlu
progesteron haplarının her gün aynı
saatte alınması gerekiyor yoksa etkin
koruma sağlamayabiliyor. İğneler ve
implantlar diğer yöntemlere göre düzensiz
kanamalara daha sık sebep olabiliyor.
Ayrıca her durumda her yöntem uygun
olmayabiliyor, kısaca özetlemek gerekirse
tedavi hastaya göre bireyselleştirilmeli.
Doğum kontrol hapları
kullanırken dikkat
edilmesi gerekenler:
Doğum kontrol hapları ile ilgili birtakım
olumsuz önyargılar mevcut. Aksine faydaları
olduğunu düşünüyorum, özellikle düzenli
kullanım adet ağrısına çok iyi geliyor. Kilo
aldırdığı söyleniyor fakat yayınlanan geniş
katılımlı çalışmalarda bunun doğru olmadığı
ortaya çıkıyor. Meme kanseri yapar deniyor
ama 20 yaş üzeri kullanımda mesela
Avrupa’da yaklaşık 10- 20 yıl süreyle
kullanan hastalar var, bu kişiler üzerinde
yapılan araştırmalarda meme kanseri oranı
kullanmayanlarla benzer bulunmuş. Hatta
rahim kanserine yakalanmayı da azaltıyor.
Tek dikkat edilmesi gereken nokta hastanın
tıbbi durumuyla ilgili etkileşimlerdir mesela
migren, damar tıkanıklığı, pıhtılaşma sorunu
varsa bunları kötüleştirebiliyor, sara ilacı
kullananlarda koruyucu etkisi azalıyor ve
kullanılan ilacın da etkisini azaltabiliyor.
Sigara içimi de hapların etkisini azaltıyor,
diyabette, 35 yaş üzerinde, kolesterol
yüksekliğinde bunlardan biri veya birkaçı
olan hastalarda tedavi başka seçeneklerle
ve hastaya göre bireyselleştirilmeli l
DYT. BAHAR AKKUZU
ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / BESLENME VE DİYET POLİKLİNİĞİ
Şeker ve şekerli gıdalarla
aranıza mesafe koyun!
Diyetisyen Bahar
Akkuzu, boş kalori
kaynakları arasında
yer alan şekerin,
başta obezite
olmak üzere bir çok
sağlık sorununa
sebep olabildiğini
belirterek, bu
konuda bilinçli
davranılması
gerektiğini söylüyor.
Besin değeri
bakımından
“kalitesiz”
bir gıda olan
sofra şekerinin
yüksek oranda
kalori içerdiğini
kaydeden Akkuzu,
aşırı şeker
tüketiminin zaman
içinde sigara,
alkol gibi bir
alışkanlık halini
aldığının
altını çiziyor.
Başlıca basit şeker
kaynakları:
*Asitli içecekler, meyve suları, limonata
ve meyveli soda
*Kek, kurabiye, hamurlu gıdalar,
hazır paketli ürünler
*Reçel, bal, pekmez, marmelat,
sürülebilir çikolata vb. ürünler
*Şekerlemeler (şeker çeşitleri, lokum vb)
*Dondurma
*Çikolata
Akkuzu, ihtiyaç duyduğumuz enerjinin
en fazla %5’ini basit şekerlerden
karşılamamız gerektiğini belirterek
“Aşırı şeker ve şekerli gıda kullanımı bir
beslenme alışkanlığıdır ve bu alışkanlıktan
vazgeçmek ciddi bir kararlılık gerektirir”
bilgisini veriyor.
Şekerin mümkün olduğunca az kullanımına
yönelik farkındalık oluşturulması için
eğitimler düzenlediklerini ifade eden genç
diyetisyen Bahar Akkuzu, şekerin insan
ömrünü kısalttığına yönelik araştırmalar
olduğuna da dikkat çekiyor.
Akkuzu “Günümüzde
şekerin girmediği bir
gıda maddesi yok gibi.
Bebeklikten itibaren
şekerli besinlere
alıştırılan bir bireyin
bu konuda bilinçli
davranmasını
beklemek imkansızdır.
Bu bakımdan
başta anneler
olmak üzere
tüm bireylerin
şeker tüketimini
sınırlandırmaya yönelik
çözümler üretmesi
gerekiyor” diyor ve
ekliyor: “Basit şeker
tadı kadar masum bir
gıda maddesi değil.
Bu bakımdan şeker
ve şekerli gıdalarla
aranıza mesafe koyun”
15-20 dakikada
kana karışıyor
Sofralarımızda sıklıkla tercih ettiğimiz
şekerler, saf karbonhidratlardır ve yoğun
enerji kaynağıdır. Kompleks karbonhidratlar
ise, diğer bir karbonhidrat türüdür.
Bizim üzerinde durduğumuz basit şekerler,
barsaklardan 15- 20 dakikada emilip kana
karışmakta ve doğrudan enerji kaynağı
olarak kullanılmaktadır. Emilimin hızlı olması
sebebiyle de kan şekerinde ani yükselme
ve düşüşe neden olmaktadır.
Artan kronik hastalıklar bizleri beslenmemizi
incelemeye ve varolan yanlışları saptamaya
yönlendirmiştir. Günlük diyetimizi yani gün
boyunca tüketiğimiz yiyecek ve içecekleri
incelediğimizde pek çok basit şeker
kaynağına rastlanmaktadır.
Çocuklarımıza
şeker tüketimini
öğretmemeliyiz
Özellikle çocukların sevdiği ve sıklıkla
tükettiği bu besinler pek çok sağlık
sorununa yol açmaktadır. Beslenme
bir alışkanlık ve gerekliliktir. Doğumla
beraber başlar, hayatımızın sonuna kadar
devam eder.
Küçük yaşta kazanılan beslenme
alışkanlıkları da genellikle yaşam boyu
devam eder. Çocuklarımızdan başlamak
üzere kötü beslenme alışkanlıklarımızı bir
kenara bırakmalıyız. Buna öncelikle olarak
basit şeker tüketiminden başlamalıyız.
Çünkü basit şeker tüketiminin pek
çok hastalığa davetiye çıkardığı artık
kanıtlanmıştır.
tanımlanmaktadır. Artan teknolojik koşullar
vb pek çok etken ile birlikte,
fiziksel aktivitemiz azalmış, besin
tüketimimiz ciddi anlamda artmıştır.
Alınan enerjinin harcanan enerjiden yüksek
olması, ağırlık kazanımını da beraberinde
getirmiştir. Basit şekerli besinler de enerji
içeriklerinin yüksek olması ve tokluk hissini
sağlamada posalı ürünler kadar yeterli
kalmamaları sebebiyle, obezitede önemli
bir etken olmuştur.
Basit şeker tüketiminin
yol açtığı başlıca sağlık
sorunları:
Basit Şeker–Kalp Damar Hastalıkları:
Basit şekerler içeren besinlerin enerji
değerlerinin yüksek olması sebebiyle
vücuttaki yağ depolanma hızını
arttırmaktadır. Oluşan aşırı vücut yağı da
kalp hastalıkları riskini artırmaktadır.
Basit Şeker – Diş Çürükleri: Ağız içinde
yer alan bakteriler basit şekerleri kullanarak
diş çürüten asit oluşumunu sağlamaktadır.
Basit şekerlerin tüketilme sıklığı ve bu
besinlerin dişleri fırçalamadan ağızda
kalma süreleri diş çürüğü görülme sıklığının
artırmaktadır.
Basit Şeker – Obezite: Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ), obeziteyi, “Sağlığı bozacak
ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ
birikmesi” olarak tanımlamaktadır.
Eskiden, sağlık, güç, otorite sembolü olarak
görülen şişmanlık, artık bir hastalık olarak
Mesela günde 2 kesme şekerle
içilen 5 bardak çay ortalama 100 kkal fazla
enerji alımına sebep olmaktadır.
Basit Şeker – Diyabet: Diyabet, insülin
hormonunun eksikliği veya etkisizliği ile
ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Artan yaşla
beraber Tip 2 Diyabet riski artmaktadır.
Basit şeker tüketimi, yağ depolanmasını
hızlandırarak diyabet riskine neden
olmaktadır. Ayrıca diyabetli kişilerde,
toplam enerji alımını artırarak kan şekerinin
artışına neden olabilmektedir.
Basit Şeker – Kanser: Yapılan
araştırmalara göre, kanser hücreleri sağlıklı
hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker
kullanmaktadırlar.
Bununla beraber aşırı şeker tüketimi,
şişmanlığa, insülin direncine yol açtığı gibi
bazı kaynaklara göre dengesiz tüketimleri
hastalıkta risk etkeni oluşturmaktadır.
Basit Şeker – Hiperaktivite: Yapılan
çalışmalar, aşırı şeker tüketiminden
sonra çocuklardaki hiperaktifliğin arttığını
göstermektedir.
Basit Şeker – Tatlı Tutkunluğu:
Çalışmalar, obez hastaların şekerli
yiyecekleri aşırı tüketmelerinin ve bu
kişilerin yemek yerken kontrollerini
kaybetmelerinin bağımlılık davranışı ile
benzerlik gösterdiğine ışık tutmaktadır.
Basit Şeker – Cildin Erken Yaşlanması:
Araştırmalarda cildin erken yaşlanmasında,
yüksek oranda şeker içeren kötü
beslenmenin sigara, UV ışınları gibi
dış etkenlerin arasında yer aldığı
gösterilmektedir.
Görüldüğü gibi pek çok hastalığa kapı açan
basit şeker kullanımına dikkat edilmelidir.
Kolaylıkla uygulayabileceğimiz önlemler ile
bu riskleri ortadan kaldırmak mümkündür l
Basit şeker
tüketiminden
kaçınmak için:
*Çay, kahve, süt gibi içeceklerinize
şeker eklemesinden kaçının.
*Asitli içecekler gibi basit şeker içeren
içecekler yerine su, ayran, süt,
kefir tüketin.
*Kek, kurabiye, pasta, hazır paketli
besinlerden uzak durun.
*Çocuklarınızın beslenmesinde şeker,
çikolata vb şekerlemeleri sınırlandırın.
Özellikle öğün saatleri arasında bu
ürünleri tüketmeleri, öğünlerde yetersiz
beslenmelerine neden olacak, bu
da büyüme ve gelişmelerini olumsuz
etkileyecektir.
*Enerjinizin çoğunluğunu tahıllardan
(tam tahıl ürünleri), taze meyve ve
sebzelerden, az yağlı veya yağsız
besinlerden örneğin yağı azaltılmış süt
ve ürünlerinden, yağsız et veya et yerine
geçenlerden sağlayın.
Basit şeker yerine
tüketebileceğimiz
alternatif gıdalar:
*Tatlı isteğimiz bastırmak adına, ara
öğünlerde hurma, kuru kayısı, kuru
üzüm gibi kuru meyve alternatiflerini
tercih edebiliriz.
*İçeceklerimizde kullandığımız şeker
alışkanlığımızdan vazgeçemiyorsak,
bitki özlü tatlandırıcıları tercih edebiliriz.
*Hazır tatlılar yerine de evde tatlandırıcı
ilave ettiğimizi tatlılar hazırlayabiliriz.
Böylece hem şeker isteğimizi bastırmış
oluruz hem de yüksek kalori alımının
önüne geçmiş oluruz.
Türkiye’den, dünyadan.
Sağlık için, Bıçakcılar’dan.
Türk sağlık sektörüne, ihtiyacı olan kaliteli, nitelikli ve güvenli ürünleri yıllardır hep
Bıçakcılar sundu: Üretiminde hep aynı insan odaklı yaklașımı ve çevre duyarlılığını
gözeterek...
Bıçakcılar’ın her zaman en ileri teknoloji ile ürettiği yaklașık 300 çeșit tıbbi cihaz
ve 2.500 tek kullanımlık tıbbi ürün, Türk sağlık sektöründe yıllardır güvenle ve
sorunsuz kullanıldı, kullanılıyor...
Bıçakcılar kendi üretim hattı dıșında kalan pek çok ürünü de yıllardır dünyanın en
güvenilir ve en seçkin markaları arasından seçerek, Türk sağlık sektörünün
kullanımına sunuyor. Dünyanın güvendiği Bıçakcılar, dünyanın güvenilir
markalarıyla çalıștı, çalıșıyor.
Türkiye için, sağlık için, insan için...
/bicakcilartibbi
/bicakcilartibbi
BTK-BIC-007-00
UZM. DR. OYA GÖNÜLLÜ GÜÇLÜ
BAKIRKÖY PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESI / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ
Yakınını kaybedenlerin
psikolojisi üzerine…
Geçtiğimiz Mayıs
ayında Soma’da
meydana gelen
kaza, hepimizin
yüreğine ateş
düşürdü. Ancak
birileri var ki onlar
bu acıyı bizlerden
kat be kat fazla
hissettiler. Maden
ocağında evlatlarını,
babalarını, eşlerini
kaybeden aileler
büyük bir psikolojik
travma yaşadılar.
Peki bu travmayı
yaşayan aileler
ya da etrafımızda
yakınını kaybedenler
neler yaşıyor
olabilir?
Bu soruların
cevabını Psikiyatri
Uzmanı
Dr. Oya Güçlü verdi.
Kayıp ardından yaşanan yas sürecini
“normal ve yaşanması gereken bir dönem”
olarak tanımlayan Dr. Güçlü,
bu dönemde yaşanılan tepkilerin depresyon
belirtilerine benzediğini söylüyor.
“Kişi yas tuttuğu zaman iş ve sosyal
ortamı bundan etkilenebilir. İşyerindeki
performansı düşebilir, işe veya okula gitmek
istemeyebilir, arkadaşlarıyla bağlantısını
koparabilir” diyen Dr. Güçlü, bu süreçte
kişiye acısını yaşamak için izin verilmesi
gerektiğini belirtiyor.
Dr. Güçlü, aynı aile içinde bile herkesin
kederini ve yasını yaşama şeklinin son
derece kişisel olduğunu ifade ediyor ve
ekliyor: “Yaslarımız parmak izlerimiz kadar
kişiseldir. Bu ruhsal yaranın ne kadar hızlı
onarılacağı, kesiğin derinliğine, yaranın ve
yaralananın özelliklerine bağlıdır.”
Uzm. Dr. Güçlü konu hakkında
şunları söylüyor:
Yası tam olarak
tutulmamış kayıplar,
yaşamımıza
gölge düşürür
Yas tutma; herhangi bir yitim ya da
değişikliğe verilen psikolojik yanıt olup,
iç dünyamız ile gerçeklik arasında
uyum sağlayabilmek için yaptığımız
uzlaşmalardır. Keder de buna eşlik eden
duygu. Yitirilen, bir yakın olabildiği gibi bir
umut, sağlık, konum da olabilir. Yası tam
olarak tutulmamış kayıplar başka bir deyişle
uyum sağlayamadığımız değişiklikler
yaşamımıza gölge düşürür. Eğer yas
tutamazsak eski düşlerin, ilişkilerin,
sorunların kölesi olarak kalırız. Ya fazlası ile
sıkı tutunur ya da yeterince tutunamayız.
Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak,
yaşam gerektirdiğinde de genellikle
tutunamayız.
Her birey değişik hız ve
yoğunlukta yas tutar
Her kayıp bizi kaçınılmaz bir keder içine
sürükler. Her kayıp geçmiş kayıplarımızı
canlandırır. Her kayıp tam olarak yası
tutulabilirse büyüme ve yenilenme için
bir araç da olabilir. Dolayısıyla hem
yitirebileceğimiz hem yitebileceğimiz
konusunda yüzleşmektense duygusuzluk
felsefesi yüceltilip yas tutanların
gözyaşlarını içlerine akıtmaları teşvik
edilmemelidir.
Yaslarımız parmak
izlerimiz kadar
kişiseldir.
Aynı aile içinde bile herkesin kederi son
derece kişiseldir. Bu ruhsal yaranın ne
kadar hızlı onarılacağı, kesiğin derinliğine,
yaranın ve yaralananın özelliklerine bağlıdır.
Yas tutma yetisi, yitimin koşulları ile de
ilişkilidir. Birisi aniden ya da kötü biçimde
ölürse bu ölümü kabullenmek daha zor olur
hatta yas tutma süreci donar.
Herkes değişik hız ve yoğunlukta yas tutar.
Standart süre genellikle bir yıldan iki yıla
kadar bir zaman dilimidir. Sınıflandırmaları
da her bir kuramcıya göre farklı olsa da yas
tutma işinin evreleri olduğu belirlenmiştir.
Ölen kişinin bedeninin
görülmesi, yakınlarını
ölümün gerçeği ile
yüz yüze getirir
Bir kuramcıya göre birkaç saat ile bir hafta
arasında değişen sürelerde ilk olarak
hissizlik görülebilir. Bir diğer kuramcı için
yas tutmanın ilk evresi kriz dönemidir.
Bedenlerimiz ve zihinlerimiz direnir.
Ölümle yüzleşmekten kaçınmak için,
reddetme, sıkıntı öfke, pazarlıkların içine
girer çıkarız. Bir yitimden sonraki saatlerde
kişiler nefes açlığı, boğazda düğümlenme,
iç çekme gereksinimi, kaslarda gevşeklik
ve iştah yitiminin gözlenebileceği şok ve
uyuşukluk içinde olabilir. Şokun şiddeti
geçince fiziksel tepkiler yoğunluğunu
kaybeder gerçek içimize işlemeye başlar.
Kaybedilenin geri gelmesi istenir. Yadsıma,
feci gerçeği yavaş yavaş sindirmemiz için
adeta bir tampon görevi görür. Yas tutan
kişinin cenazenin planlanmasına katılması,
ölen kişinin bedenini görmesi, cenazeye
katılması, ölü evine yapılan ziyaretlerde
ölümün tekrar tekrar konuşulması,
başsağlığı dileklerinin kabul edilmesi
ölümün gerçeği ile yüz yüze getirecektir.
Cesedini hiç görememiş olmak dahil
gerçeğin bu türden sınanması eksik kalırsa
yadsıma sürebilir.
Uzun süren yas hali,
yardım gerektiğini
gösterir
Zihnin bir yanı yadsırken bir yanı yitimi bilir.
Geride kalanlar ölenin “ziyaretini” bekler,
bunu vedalaşmak için bir fırsat olarak
görürler. Kayıptan önceki son günleri,
haftaları, saatleri geri getirmeye çalışarak
yeniden yaşarız. Yaşamımızda etkisi olan
bir kişinin yitimi anlatılmaz derecede
acı vericidir. İlk haftalar hatta aylarda
görülen katlanılması, inanılması güç keder
belirtileri… Eğer bu belirtiler uzun sürer
ve yaşamı etkilemeye başlarsa keder için
profesyonel bir yardım alınmalıdır.
Halen bir kayıp için yas tutmakta olan biri
yeni bir kayıp olursa kedere dayanma
gücünün kalmadığını hissedebilir.
Yası erteleme, sorunu
daha da şiddetlendirir
Acı gerçeği özümsedikçe kriz dönemi sona
erer. Birçokları, yas tutmanın ölümü kabul
etmeyle birlikte sona erdiğini varsayar
aslında ikinci evre henüz başlamaktadır.
Ancak ölümün gerçekliğini bir kez kabul
ettikten sonra, gereken ince ve karmaşık
uzlaşma işine başlayabiliriz. Bu dönemler
gerekli düzeyde bağışıklık elde edebilmek
için yapılan bir dizi aşılama gibidir.
“Aynı yer tekrar tekrar kesilir. Bıçağın ete
ilk batışı tekrar tekrar hissedilir” Yasımızı
tam anlamıyla tutsak bile, ölüme ilişkin
yıldönümlerinde keder yineleyebilir.
Keder yokluğu gösterenler, ölümü ya da
acı verici kaybı yadsımazlar yalnızca
kayıpla bağlantılı duygularını yadsırlar ama
keder eninde sonunda ortaya çıkar.
Manisa’nın
Soma ilçesinde
meydana gelen
maden faciasında
hayatını kaybedenlerin
yakınlarına başsağlığı
dileklerimle…
Not: İlgili haberde Dr. Vamık Volkan’ın
“Kayıptan Sonra Yaşam” yazısından
alıntılar yapılmıştır.
DT. SELÇUK ÖZBÖLÜK
HOSPİTADENT AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ / YÖNETİM KURULU ÜYESİ
Diş gıcırdatma
kabusunuz olmasın…
Uykuda bilinç
dışı diş sıkma
ve gıcırdatma
durumuna
“Bruksizm” adı
veriliyor.
Modern yaşamla
birlikte karşı karşıya
kaldığımız yoğun
stres, kaygı, endişe
gibi duyguların
tetiklediği
bruksizmin,
ortalama her
10 kişiden 2’sinde
görüldüğünü
söyleyen
Hospitadent
Yönetim Kurulu
Üyesi Dt.
Selçuk Özbölük,
bu problemin kısa
sürede tedavi
edilebildiğini
belirtiyor.
Tedavi edilmeyen
bruksizmin çene
eklemi bozuklukları
ve diş kayıplarına
sebep olabildiği gibi,
boyun, omuz, baş
ve çene ağrısı da
yapabildiğine işaret
eden Özbölük, konu
hakkında şu bilgileri
veriyor:
En sık görülen uyku
bozukluklarından biri
Yaşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz
düşünüldüğünde, uykunun insan zihni
ve bedeni için ne kadar önemli olduğunu
artık hepimiz biliyoruz. Gün boyu şehir
hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan
stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve
hareketsizlik uyku bozukluklarına neden
olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından
bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak
bilinen ‘Bruksizm’. En sık görülen uyku
bozukluklarından biri olan ‘Bruksizm’,
uykuda konuşma ve horlamadan sonra
3. sırada karşımıza çıkıyor.
Görülme sıklığı
yüzde 20’lere ulaştı
Araştırmalar, uyku esnasında oluşan güçlü
çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri
sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak
tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının
yüzde 20’lere kadar ulaştığını gösteriyor.
Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar;
horlama ve uyku apnesi gibi durumların
dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok
görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal
hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz
beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla
miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein
uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor.
Birden fazla nedene
bağlı olarak
ortaya çıkıyor
Diş sıkma ve gıcırdatmak gece veya gündüz
oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu için,
çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan
hastalar tarafından farkedilemez. Diş sıkma
ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu
nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler,
uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum
bozuklukları, travmatik yaralanmalar,
merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı
ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri
(seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı
gibi faktörler sayılabilir.
Hastalar genellikle
diş gıcırdattığının
farkında bile olmuyor.
Hasta bize ancak
dişlerde hassasiyet,
aşınma, sallanma ve
kırılma, diş sinirlerinde
ölüm, çevre dokularda
yaralanma, çene eklem
rahatsızlıkları, baş
ağrısı ve fonksiyon
bozukluğu gibi
durumlarda geliyor.
Hastaların eşleri
ya da yakınları bu
durumdan kendisi
kadar şikayetçiler.
Peki bunun
çözümü var mı?
Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla
kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla
aktivitenin kontrol altına alınmasını ve
meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel
değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru
teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın
gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve
gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi
ile kontrol altına alınabildiği bilimsel
araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak yinede
diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres
kaynaklı problemler için bir uzmandan
yardım almalarında fayda var l
Diş gıcırdattığınızı
nasıl anlarsınız?
*Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız
ağrıyorsa
*Ağzınızı rahat açamıyorsanız,
açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de
ağrı devam ediyorsa
* Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa
*Ağız açma kapama sırasında zorluğun
dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa,
uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma
ihtimaliniz çok çok yüksek.
İstanbul’da
30 ambulans
daha hizmette
194 olduğunu kaydeden Albayrak,
İstanbul’da acil hattına bir günde 62 binden
fazla çağrı geldiğini bunlardan önemli bir
kısmının gereksik çağrı olduğuna işaret etti.
Şehir içi acil çağrıların
yüzde 79’una
10 dakikanın altında
ulaşabiliyoruz
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü yoğun
bakım hastası
nakli yapabilen ve
çift iklimlendirme
sistemine sahip
30 adet acil yardım
ambulansını
İstanbul Sağlık
Müdürü Prof. Dr.
Selami Albayrak’ın
katıldığı törenle
hizmete aldı.
16 Haziran
Pazartesi günü,
Avrupa Yakası
Komuta Kontrol
Merkezi’nde
gerçekleşen törene
Albayrak’ın yanısıra
sağlık müdür
yardımcıları,
112 acil servis
personeli ve çok
sayıda basın
mensubu katıldı.
İstanbul Sağlık Müdür Prof. Dr.
Selami Albayrak yaptığı konuşmada; acil
yardım çalışanlarının görevleri sırasında
yaşadıkları maddi ve manevi zorluklardan
bahsederek, filoya katılan 30 ambulansın
bir bölümüyle yeni acil yardım istasyonu
açacaklarını söyledi. İstanbul’da hedeflen
acil yardım istasyonu sayısının
Albayrak, konuşmasını şöyle
sürdürdü:“Üzülerek ifade edeyim ki acil
çağrı hatlarımıza gelen çağrıların yüzde 80’i
gereksiz. Bu durum önemli bir fonksiyon
zayıflığına neden oluyor. Acil hastalara
yönelik hizmetlerimizin aksamasına ve
yavaşlamasına sebep oluyor. Biz, şehir
merkezlerinden gelen çağrılara 10 dakikanın
altında ulaşmayı hedefliyorduk. Bugün
artık çağrıların yüzde 79’una 10 dakikanın
altında ulaşabiliyoruz. Yüzde 100’üne
de 10 dakikanın altında ulaşabilmemiz
için önümüzdeki bütün engelleri bir bir
onarmamız gerekir. Bu engelleri onarmak
için de çok değerli halkımızdan destek
bekliyoruz. 112 çağrı merkezlerinin gereksiz
yere meşgul edilmesinin önüne geçmek
için halkımızın duyarlılığına ihtiyacımız
var. Halkımız bu duyarlılığı gösterirlerse
kanaatimce bu sorun da zamanla çözülmüş
olacaktır” dedi.
Albayrak, “TBMM’ye gelecek bir torba yasa
ile bunlara ceza mı geliyor?” sorusuna
karşılık, hiçbir yaptırım, ceza veya hapsin
eğitim kadar etkili olmayacağını belirterek,
asılsız 112 çağrılarının sadece sağlık
ekiplerini meşgul etmediğini bir çok alanda
aksamalara sebep olduğunu kaydetti l
MELEK HATİBOĞLU
İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ / İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ BİRİM SORUMLUSU / İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI
Sağlık çalışanlarının
güvenliği her yönüyle
analiz edilecek
Geçtiğimiz aylarda
Soma’da
meydana gelen
maden faciası,
iş güvenliği
alanında yürütülen
çalışmaların
ne denli önemli
olduğunu bir kez
daha ortaya koydu.
Peki iş sağlığı
ve güvenliğinin
amacı nedir? Ülke
olarak iş güvenliği
konusunda
hangi noktadayız?
Sağlık sektörü
iş sağlığı ve
iş güvenliği
bakımından hangi
riskleri barındırıyor?
Bu soruların
cevabını İş
Güvenliği Uzmanı
Melek Hatiboğlu
verdi.
İş kazalarının en önemli özelliğinin,
“büyük ölçüde önlenebilir olması” şeklinde
nitelendiren Hatiboğlu, bu kazaların
yüzde 98’inin çalışma ortamında bulunan
tehlikeler, alınmayan önlemler, yapılmayan
iyileştirmeler ve çalışanların güvensiz
davranışlarından kaynaklandığını söylüyor.
İş kazalarının ve meslek hastalıklarının
önlenmesi için gerekli mühendislik
önlemlerinin alınması ve yönetsel
iyileştirmelerin yapılmasının şart olduğunu
kaydeden Hatiboğlu, bu konunun kamu
ya da özel farketmeksizin tüm işletmelerin
birincil öncelikleri arasında yer alması
gerektiğine vurgu yapıyor.
Melek Hatiboğlu, sağlık sektörünün iş
sağlığı ve güvenliği açısından çok tehlikeli
sınıf olarak tanımlandığını kaydederek,
“Sağlık sektöründe işgören sayısı ve
işin şekli nitelik bakımından oldukça
kapsamlıdır. Bu nedenle bu alanda
çalışanlar çok çeşitli risklerle karşı
karşıyadır” diyor. Hatiboğlu,
sağlık sektöründe görev alacak
iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimlerinin
sayısının arttırılması gerektiğine vurgu
yaparak, “Artık tüm hastanelerimizde
İş Sağlığı ve Güvenliği Birimleri
kurulmasının gerekliliği kaçınılmazdır.
Çalışma ortamından kaynaklanan,
çalışanların sağlığını ve güvenliğini
etkileyen tüm riskler, İSG profesyonellerince
yönetimin ve çalışanların katılımıyla
değerlendirilerek önlemlerin alınması
gerekiyor” diyor. Hatiboğlu, konu ile ilgili
şu bilgileri veriyor.
Türkiye’de SGK 2012 yılı istatistiklerine
göre; 74.871 iş kazası meydana gelmiş,
395 meslek hastalığı tespit edilmiş,
745 kişi hayatını kaybetmiş, 2.209 kişi
sürekli iş göremez hale gelmiştir.
Uluslararası çalışma
örgütü (ILO) verilerine
göre; dünyada
her 15 saniyede
1 kişi iş kazası ve
meslek hastalığı
nedeniyle hayatını
kaybetmektedir.
SGK verilerine göre son 20 yılda
(1992 - 2011) iş kazası ya da meslek
hastalığı sebeplerinden hayatını kaybeden
çalışan sayısı 24.607’dir. İş kazaları ve
meslek hastalıklarından kaynaklanan
ekonomik kayıp ülkelerin yıllık gayrisafi
hasılalarının ortalama %4‘ü olarak tahmin
edilmektedir.
İş sağlığı ve
güvenliğinin
amacı nedir ?
İş sağlığı ve güvenliği (İSG) ‘’işin yürütümü
sırasında çeşitli nedenlerden kaynaklanan,
sağlığa ve güvenliğe zarar verebilecek
koşullardan korunmak amacıyla yapılan
sistemli ve bilimsel çalışmalar’’ olarak
tanımlanmaktadır. Yaşama hakkının
korunmasını içeren İSG çalışmalarının
temel amacı; iş kazalarının ve meslek
hastalıklarının meydana gelmeden önce
önlenmesini sağlamaktır.
İSG‘de ana felsefemiz
önleyici yaklaşımdır.
Bu amaçla, sağlıklı
ve güvenli bir çalışma
ortamı oluşturmak
için tehlike ve
risk kavramlarının
tanımlanarak
kaynağında
yok edilmesine
öncelik verilmesi
gerekmektedir.
Hastanelerde birçok
iş ve risk bir arada
bulunuyor
Sağlık sektörü çalışma ortamından
kaynaklanan ve çalışanlarının sağlığını
ve güvenliğini etkileyen biyolojik,
kimyasal, fiziksel, ergonomik ve
psikososyal risklerle biraradadır.
Bu riskleri tek tek ele aldığımızda;
Biyolojik Riskler: Sağlık çalışanları
açısından en önemli mesleksel
hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilir.
Yapılan işin gereği olarak hasta
bireylerle temas halinde olmak,
kan, idrar, beden sıvıları örnekleri
ile çalışma zorunluluğu, risklerle
karşılaşmanın temel nedenleridir.
Dünyada tahmini 35 milyon sağlık
çalışanı kesici-delici aletle 3 milyon kez
yaralanmaktadır.
Bu vakaların %90 dan fazlası
gelişmekte olan ülkelerde
görülmektedir. Türkiye’de tüberküloz,
sağlık çalışanları arasında toplumun
diğer kesimlerine göre 3 kat daha fazla
görülmektedir.
Kimyasal Riskler: Hastanede
sağlık çalışanlarının sıklıkla karşılaştığı
kimyasallar arasında; dezenfektanlar,
antiseptikler, sterilizasyon işlemleri
sırasında kullanılan sıvılar, el sabunları,
lateks ürünler, boya ve çözücüler,
etil alkol ve türevleri, anestezik gazlar,
ilaçlar, solüsyonlar ve birçok madde
bulunmaktadır. Bu kimyasal ajanlar
alerjik deri hastalıkları, allerjik rinit,
astım, üreme sağlığı bozuklukları ve
organ hasarları gibi birçok
sağlık problemine sebep olmaktadır.
Sağlık sektöründeki
riskler sadece
çalışanları değil,
hastaları da
ilgilendiriyor
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı
“Kişinin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden
tam bir iyilik hali içinde olması” olarak
tanımlamaktadır. Sağlık çalışanlarının da
tam bir iyilik hali içinde olmasını sağlamak
amacıyla fiziksel, ruhsal ve sosyal
durumlarında meydana gelen sapmaları
iyi değerlendirmek gerekir.
AB, sağlık sektöründe çalışan oranının %10
olduğunu ve bunun büyük çoğunluğunu
kadınların oluştuğunu belirtmiştir. Topluma
sunulan sağlık hizmetlerinin niteliği,
sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu
çalışma ve yaşam koşulları ile yakından
ilişkilidir. Risk altında çalışan personelin
vereceği hizmetin, o hizmeti alan kişileri de
ilgilendirdiği bir gerçektir.
İş kazalarının
yüzde 98’i
önlenebilir kazalardır
ILO’nun 2002
yılında hazırladığı
“Güvenlik Kültürü
Raporu”na göre,
meslek hastalıklarının
%100’ü, iş kazalarının
yüzde 98’i önlenebilir
niteliktedir.
Bu kazaların ancak
yüzde 2’si alınan
tedbirlere rağmen
önlenememektedir.
İş kazalarının, meslek hastalıklarının veya
çalışma gücü kayıplarının doğal sonuç
olarak değerlendirilmesi, İSG açısından
kabul edilemez bir kayıptır.
Bir ülkenin gelişmişliği,
iş sağlığı ve
güvenliğine verdiği
öneme bağlı
30 Haziran 2013‘te yürürlüğe giren
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu,
çalışma hayatının temel sorunlarından biri
olan iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak
yeni bir dönem başlatmıştır.
Çok sayıda kanun ve ikincil mevzuatta yer
alan hukuki düzenlemeler tek bir kanun
altında toplanmıştır. Yasa ve uygulamalar,
işveren ve çalışanlara ciddi sorumluluklar
yüklerken, İSG profesyonelleri olarak işyeri
hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının bu
uygulamalarda önemli rolleri bulunmaktadır.
İş sağlığı ve güvenliği; bir ülkenin ekonomik
gelişmişlik düzeyi, sosyal yapısı, sağlık
sistemi, sanayileşme düzeyi, eğitim sistemi
ve düzeyi gibi pek çok faktörle ilişkilidir.
Bu sebeple iş sağlığı ve güvenliği
hepimizin ortak sorumluluğudur l
Hastanelerde birçok
iş ve risk bir arada
bulunuyor
Fiziksel Riskler: Hastanede hastalar ve
sağlık çalışanları için fiziksel tehlikeler
grubunda en yaygın olanlar; radyasyon
(iyonize, lazer, ultraviole, infra-red,
elektromanyetik vb. radyasyon,
radyoaktif madde ve ışınımlar), gürültü,
ışık/aydınlanma, elektrik düzeneği,
kaygan zemin, iklimlendirme sistemleri,
titreşim ve tozun olduğu belirlenmiştir.
Ergonomik Riskler: Sağlık çalışanlarının
işin yürütümü sırasında maruz kaldığı
ergonomik risklere; hasta bakımı verme,
hastayı kaldırma, çevirme, taşıma, tıbbi
araç ve gereçleri taşıma vb. işlerde kas
incinmeleri ve disk kaymaları gibi sağlık
sorunları örnek verilebilir.
Psikososyal Riskler: Sözel saldırı,
psikolojik saldırı (mobbing) ya da
cinsel taciz başta olmak üzere; mesleki
sorumluluk baskısı, yanlış yapma
kaygısı, yoğun iş temposu, iş yükü,
çalışma zamanları (nöbetler, gece
çalışmaları, uzun süre çalışma vb.),
çalışma biçimi, kreş, lojman, ulaşım,
eğitim ve benzeri olanakların sınırlı
olması gibi durumlar çalışanlar üzerinde
ciddi psikolojik riskler oluşturmaktadır.
Yapılan çalışmalara göre, sağlık
personelinin şiddete uğrama riski diğer
çalışanlara göre 16 kat daha fazladır.
Sağlık çalışanlarına uygulanan her
türlü şiddet, iş sağlığı ve güvenliği
kapsamında değerlendirilmelidir. Bu
sebeple; gerekli her türlü önlemin
alınması hususunda iş sağlığı ve
güvenliği kanunu, işverene ciddi
sorumluluklar yüklemiştir.
DOÇ. DR. MEHMET GÜL
MEHMET AKİF ERSOY GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ
Onların kalpleri
kalplerimiz için çarpıyor
Onlar vücudumuzun
en hayati ve
en mucizevi
organlarından
birinin, kalbimizin
sağlığı için
çalışıyorlar.
Kalp krizi geçiren
ya da kalp
yetmezliği taşıyan
bir hastayı çoğu
zaman ölümün
kenarından çekip
alan kardiyologlar,
oldukça yoğun, zor
ve sorumluluğu
yüksek bir alanda
hizmet veriyorlar.
Kardiyolojinin, kalp
ve dolaşım sistemi
hastalıklarını
inceleyen bilim
dalı olarak
tanımlandığını,
ancak sadece
bu görevi
üstlenmediğini
söyleyen Uzm. Dr.
Mehmet Gül,
“Biz hastanın maddi
ya da manevi tüm
yaşam şeklini
planlayan bir bilim
dalıyız. Hasta
hereketsizse onu
harekete teşvik
eden, ya da stresli,
endişeli bir yaşam
düzeni varsa bu
düzeni değiştirmesi
konusunda telkinde
bulunan da bizleriz.
Zira, kalp sadece
kan pompalamaz.
Duygusal tüm
değişimlerde
ilk tepki veren,
vücutta herhangi
bir değişikliği ilk
fark eden organ
kalptir. Bu nedenle
biz hastaları sadece
fiziksel değil
duygusal anlamda
da takip ederiz”
diyor.
Halk arasında
kırılabildiği söylentileri,
kısmen doğrudur
Kardiyologluğun mesleki tatmini hayli
yüksek bir tıp dalı olmasına karşın, en çok
acil ve icap nöbeti tutan tıp dallarından biri
olduğunu ifade eden Dr. Gül, bu durumu
da “mesleğin cilvesi” olarak tanımlıyor.
Kalbi vücudun en çok korunması gereken
organlarından biri olarak nitelendiren
Dr. Gül, “Kalbe gelebilecek herhangi bir
darbe hayati tehlikelere yol açabilir. İşte
bu yüzden kalbimiz, vücudun en güvenli
yerine, göğüs kafesinin içine yerleştirilmiştir.
Göğüs kafesini oluşturan kemikler kalbi
her türlü darbeye karşı adeta bir zırh gibi
korur. Taşıyıcısının yumruğu büyüklüğünde
olan kalp duygusal ve fiziksel anlamda
tüm vücudun orkestra şefidir. Kemiği
olmamasına rağmen, halk arasında
kırılabildiği söylentileri de kısmen doğrudur”
bilgisini veriyor.
Bu dalı şeçecekler
kalabalık poliklinik
koridorlarına ve
uykusuzluğa karşı
hazırlıklı olmalılar
Kardiyoloji uzmanı olabilmek için
6 yıllık tıp eğitiminin ardından 5 yıllık
uzmanlık eğitimini tamamlamak gerektiğini
belirten Dr. Gül, bu dalı şececeklerin
kalabalık poliklinik koridorlarına ve gece
uykusuzluklarına karşı talimli olması
gerektiğini belirtiyor ve ekliyor:
Mehmet Bey;
mesleğiniz bir nevi
tamircilik gibi…
İnsanların kalplerinde
oluşan ya da oluşması
muhtemel arıza ve
deformasyonları
tamir ediyorsunuz.
Böylesi ilginç ve
bir o kadarda riskli
bir tıp dalını niçin
tercih ettiniz?
“Kardiyolog, günü
24 saat değil,
25 saat yaşayan kişidir.
Kardiyolog zamanla
yarışmak zorundadır”.
Doç. Dr. Mehmet Gül,
mesleğinin zorlukları
hakkında şunları
söylüyor:
Kardiyoloji uzmanlığı, dokturluğun her
dalında olduğu gibi yoğun ve yorucu
bir meslek. Maalesef kalp damar
hastalıkları ani ölümlerin en sık rastlanılan
sebeplerinden biri… Acile kalp kriziyle
gelen hastaya dakikalar hatta saniyeler
içinde müdahale etmeniz hayati önem
taşıyor. Bu nedenledir ki kardiyologluk
sadece muayene değil, müdahale de eden
bir tıp dalıdır. Bu meslekte insanlara şifa
ulaştırmak ve onların hayır dualarını almak
insanı müthiş tatmin ve mutlu kılıyor.
Allah kullarına yardım elini bizim yaptığımız
müdahale ve tedavi aracılığıyla ulaştırıyor.
Çok az meslekte bu kadar yoğun ve mesai
saati olarak uzun süre çalışan insan var,
32 saat hastanede kaldığımız ve uykusuz
ertesi güne devam ettiğimiz çok gün
olmuştur. Ama sanıyorum bir süre sonra
vücut bu tempoya bile alışıyor.
Belki de hastalarımızın hayır duası ile
2 gün uykusuz acil nöbeti tuttuğum
zamanlar olmuştur.
Bu kadar yoğun çalışmama rağmen bu dalı
seçtiğim için hiç pişmanlık duymadım.
“İyi ki kardiyolog olmuşum” dediğim
çok zaman oldu ancak “Niye kardiyolog
oldum?” dediğim tek bir gün olmadı
şükürler olsun.
Kardeşlerimi ilaçsızlık
ve doktorsuzluktan
kaybettim
Ben 7 çocuklu ailemin
en küçüğüyüm, ailem
ben doğmadan
1 ve 4 yaşlarında olan
2 kardeşimi ilaçsızlık
ve doktorsuzluktan
kaybetmiş. Hatta
bu kardeşlerimden
birisi öksürerekkanayarak vefat
etmiş, köyde hiçbir
sey yapamamışlar.
Annemin iki kardeşimin
hastalıktan vefat
etmesini anlatması
beni çok etkilemişti.
Bundan dolayı doktor
mesleği içimde bir
yerlerde hep vardı.
Aslında matematik dersini çok seviyordum
ve çok başarılıydım. Normal lise mezunu
olarak üniversite sınavına girdim. Savcı olan
abimin de önerileriyle tıp fakültesini yazdım
ve kazandım. Üniversitede Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken siddetli bir
göğüs ağrım olmuştu. Değerli kardiyoloji
hocalarımdan Sedat Tavşanlı’ya muayene
olmuştum. “Hiçbir şeyin yok çok iyisin”
demişti ama benim kalbim çok ağrıyordu
ve çok endişeliydim. Nasıl bu kadar emindi
anlamamıştım o zaman, birkaç gün sonra
gerçekten ağrılarım kendiliğinden düzeldi.
Yine üniversite 4.sınıftayken sevgili babamı
yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması
sonucu kaybettim. O süreçte acaba
diyordum keşke, Tıp fakültesine daha erken
başlasaydım ve uzman doktor olsaydım.
Branşında uzman doktor olarak babamın
tansiyon değerlerini ve ona uygun ilaçlarını
yakından takip edebilirdim, hep içimde
burukluk kalmıştır. Başımdan geçen bu
iki olayın kardiyoloji bölümünü seçmemde
etkili olduğunu düşünüyorum.
Eminiz mesleğinize
dair pek çok
hatıranız vardır?
Bunlardan ilginç ya da
etkilendiğiniz birkaç
hatıranızı bizimle
paylaşabilir misiniz?
Sayısız örnek verebilirim ama aklımda kalan
iki olayı paylaşmak istiyorum sizinle. İleri
aort kapak darlığı olan yüksek ameliyat
riski taşıyan hastalara, anjio yöntemiyle
kapak yerleştirme işlemi TAVİ yöntemidir.
Hastanemiz bu işlemi ülkemizde ilk
uygulayan merkezlerden biridir. Birçok yaşlı
hastamızı hayata tutunmasında bu yöntemi
başarıyla uyguladık. Yöntemin uygulandığı
yaşlı hastaların hayata olan bağlılıkları beni
çok etkilemiştir.
Ev içinde temel
ihtiyaçlarını dahi
yapamayan 82 yaşında
bir kadın hastamız,
işlemden sonra kendini
çok iyi hissetmiş
hatta koştuğunu
ifade etmişti.
Hasta 1 ay sonra
kontrole geldi, elimi
uzatmamı istedi,
elimi uzattım ve hasta
elime uzanıp öpmüştü.
Çok mahcup
olmuştum. İnsanda
ölümsüzlük duygusu
var, hangi yaşta
olursa olsun ağrısını
gidermek, nefesini
rahatlatmaya aracı
olmak büyük bir lütuf.
Annem de 83 yasında, Allah uzun ömür
versin öpülesi eller asıl onların elleri
değil mi? Poliklinikte bir hasta yakını
sebepsiz yere sorun çıkarmıştı. Tartışmıştık,
bana hakaret etmişti ve çok incitmişti,
o gün yaptığım tüm hasta
muayenelerini de olumsuz etkilemişti.
O adamı bir daha görmek istememiştim.
Birkaç ay sonra nöbetçiydim ve o adam
bana kalp krizi ile gelmişti. Acil servise
girerken kalbi durmuştu, elektroşok ile
hayata döndürmüş, solunum cihazına
bağlayıp, anjio ile damarını açmıştık.
Hastanın hayata tutunması için elimizden
gelen herşeyi yapmıştık ve başarıyla
taburcu ettik. Aslında o hastanın haberi
olmadı benim ona yaptığım müdahaleden,
tabi ki bana aylar önce hakaret ettiği kişi
olduğundan, çünkü yoğun bakım ve servise
çıkıp oradan başka doktor arkadaşlar
tarafından takip edilmişti. Aslında bu
meslekte bazen kırılsakta, incilsekte, hatta
bazen fiziki şiddete maruz kalsakta, hiçbir
beklenti ve karşılık beklemeden Allah rızası
için yapan meslektaşlarımız herkese
örnek olmalı.
Şu şartlarda
oğlum doktor
olsun ister miyim
bilemiyorum
Son olarak
mesleğinizi icra
ederken en sık
karşılaştığınız
problemler neler?
Kısaca bunlardan
bahseder misiniz?
Doktorluğun değeri ve saygınlığı bence
azaldı, gelecekte ne olur bilemiyorum.
Simdi 4 yaşında bir oğlum var, bana
sorarsanız “Meslek olarak doktor olmasını
ister misiniz diye?” Şu şartlarda onun adına
kararsız olduğumu söyleyebilirim.
Eşim nöroloji uzmanı olarak çalışıyor,
mesleğini severek yapıyor.
Bazen hasta ya da hasta yakını onu
incitecek endişesi taşıyorum.
Tabi ki benim yaşadığım yoğunluk ve
zorlukları kendisi de yaşıyor.
Oğlum büyüdükçe yaşadığımız şartlar onun
kararında etkili olacaktır diye düşünüyorum.
“Hiçbir hastalık yok ki şifasını Allah (c.c)
yaratmasın” hadisi bizleri tıp ilmi konusunda
daha çok çalışmaya ve araştırmaya
teşvik ediyor. Girişimsel Kardiyoloji
bölümündeki arkadaşlarımız koroner
anjiografi sırasında radyasyona maruz
kalıyor. Bu gelecekte sağlıkları için önemli
bir risk taşıyor.
Zorluklarına rağmen
mesleğimle gurur
duyuyorum
Tıp fakültesindeki öğrenciler artık her
açıdan daha az riskli ve rahat bölümleri
tercih ediyorlar. Gerçekten bu da çok
düşündürücü… Bazen düşünüyorum da
tıp gibi manevi hazzın çok büyük olduğu
bir alanda bile “Rahat çalışayım” tercihi
yapılıyorsa bu sistemde ters gider bir şeyler
var demektir. Her ne kadar mesleğim zor
olsa da, bazen oğlumla günlerce yarım
saat bile vakit geçiremesem de mesleğimle
gurur duyuyorum. Çalıştığın alana emek
verdikçe yaptığın işin değerini çok daha iyi
anlıyorsun.
Tüm meslektaşlarıma son tavsiyem nasıl
ki bir yakınınıza güler yüzlü davranılmasını
istiyorsanız, siz de tüm hastalara kendi
yakınınız gibi davranın.
Zira unutmayın birgün o hasta koltuğunda
siz veya sizin yakınlarınız da olabilir.
Hastalara ise hekim ve sağlık çalışanlarının
da yoğun ve zorlu şartlarda hizmet sunmak
için orada olduklarını ve her ne olursa olsun
hasta mahremiyeti konusunda anlayışlı
davranmaları gerektiğini hatırlatmak
istiyorum l
PROF. DR. AYHAN VERİT
FATİH SULTAN MEHMET EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÜROLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU
İdrar yolu taşlarında
açık ameliyat oranı
yüzde 2’lere
kadar geriledi
Gelişen modern
cerrahi ve
görüntüleme
yöntemleriyle
birlikte, artık idrar
yolu taşları sorun
olmaktan çıkıyor.
İdrar yolunda
oluşmuş
2 santimetreden
büyük taşlar
için kullanılan
endoskopik ve
cerrahi yöntemler,
tedaviyi kısa
ve güvenli bir
şekilde sonuca
ulaştırabiliyor.
Üriner sistem
taşlarının eskiden
açık cerrahi
uygulanarak tedavi
edildiğini söyleyen
Prof. Dr. Ayhan
Verit, ESWL denilen
taş kırma ve bazı
kapalı yöntemlerin
(PNL, laparoskopi
ve RIRS)
kullanılmaya
başlanmasıyla
birlikte açık
cerrahiye olan
gereksinimin yüzde
1-2’lere düştüğünü
belirtiyor.
Günümüzde taşların
hemen hemen
tamamının taş kırma
ve endoskopik
teknik dediğimiz
kapalı yöntemlerle
tedavi edilebildiğini
kaydeden Verit,
konu hakkında
şu bilgileri veriyor:
Taş ameliyatlarının % 95’inden fazlası
kliniğimizde endoskopik (kapalı kamera
sistemi ile) olarak yapılmaktadır.
Bu yöntemlerle açık ameliyata göre taşların
daha iyi temizlendiğini ve iyileşme sürecinin
daha kısa olduğunu söyleyebiliriz.
Teknolojik olarak
kullanılan aletlerin
incelmesi ile birlikte
çocuklarda da
uygulanabilen
bu yöntemlerin
uygulanmasında
hastanın günlük
yaşantısını sınırlayan
herhangi bir kural
bulunmuyor. Bu teknik
ile hastalarımızın
hastane yatış
süreleri kısaldığı gibi,
erken iyileşmeleri
ve dolayısıyla
güncel hayatlarına
çabuk dönmeleri
sağlanabiliyor.
Genelde bu operasyonlar sonrasında bir
hafta kadar hastanın fiziksel zorlanma
gerektiren spor, ağır taşıma gibi
hareketlerden kaçınması, tedavinin başarısı
için yeterli oluyor.
En sık böbrek taşı
oluşuyor
Prof. Dr. Verit, taş hastalıklarının tedavi
yöntemlerinin taş kırma, ilaç tedavisi ve
kapalı ameliyat olarak 3 guruba ayrıldığını
belirterek, şu bilgileri veriyor: İdrar
yolları taşları karşımıza 3 başlık altında
çıkmaktadır;
1- Böbrek taşları
2- Üreter (İdrar ileti kanalı) taşları
3- Mesane (Sidik Torbası) taşları.
Bunların içerisinde en sık karşılaştığımız
taş türü böbrek içerisinde oluşan taşlardır.
Böbrek taşları tıkanıklık ve iltihaplanmaya
yol açarak böbrek hasarına ve kaybına
yol açabildiği için erken tanı ve uygun
tedavi büyük önem taşımaktadır.
Günümüzde gelişen modern tanı ve tedavi
yöntemleri ile böbrek taşına teşhis koymak
oldukça kolaylaşmıştır.
Kadınlara oranla
erkeklerde daha sık
görülüyor
Ülkemizde her 7 kişiden birinin, yaşamı
boyunca en az bir kez idrar yolu taşlarıyla
ilgili bir problemle karşılaştığını söyleyen
Verit, “Böbrekten başlayarak idrarın atıldığı
son noktaya kadar, üriner (idrarın vücut
dışına atılmasını sağlayan kanal) sistemin
herhangi bir yerinde taş oluşması, idrar yolu
taş hastalığı olarak tanımlanıyor. Hastalık,
erken çocukluk döneminden başlamak
üzere her yaş gurubunda görülebiliyor.
Dayanması zor ağrılar yaşatan taşlara
kadınlara oranla erkeklerde daha sık
rastlanılıyor” bilgisini veriyor.
Taş hastalıkları
tekrar edebilir
Prof. Dr. Verit, ailesinde idrar yolu taş
hastalığı olanlarda, taş hastalığının 2 kat
daha sık görüldüğünü kaydederek, bu grup
hastaların taş oluşumu konusunda genetik
mirasının kötü olduğuna işaret ediyor.
İdrar yolu taş hastalıklarının tekrar edebilen
hastalıklar gurubunda yer aldığına dikkat
çeken Verit, herhangi bir şekilde taş
düşüren, taş kırdıran veya taş yüzünden
ameliyat olanlarda yeniden taş tekrar etme
riskinin yüksek olduğuna vurgu yapıyor.
İdrar yolu taşlarının oluşumunda hatalı
beslenme alışkanlığının da etkili olduğunu
kaydeden Verit, hareketsiz ve az egzersiz
yapanlar ile obezlerde taş hastalığı görülme
sıklığının arttığını ifade ediyor.
Tuzu azaltıp,
bol su tüketin!
Verit, idrar yolu taşlarının oluşumunda
beslenmenin de oldukça önemli olduğunun
altını çizerek, “Sıvı alımının az olması
vücutta taş oluşumunu tetiklemektedir.
Protein ve karbonhidrat (et ve tahıl ürünleri)
içeriği zengin fakat lif (sebze-meyve)
içeriği fakir gıdalarla beslenenlerde taş
hastalığı daha sık izlenmektedir. Tuz ve
tuzlu gıdaların fazla tüketilmesi de taş
hastalığına yol açmaktadır” diyor ve ekliyor:
Bünyesi idrar yolu taşı oluşumuna yatkın
olan kişilerin öncelikle sofradan tuzu
kaldırmaları, hayvansal gıdaları kısıtlamaları
ve bol su tüketmeleri gerekiyor” l
UZM. DR. GÜL KARAÇETİN
PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİ KLİNİĞİ
Ergenlik
psikolojisine
dikkat
Yetişkinliğe ilk adım
olarak kabul edilen
ergenlik dönemi,
anne babaların
çocuklarıyla
iletişimi geçmekte
zorlandıkları,
çoğunlukla
çaresiz kaldıkları
bir dönem olarak
nitelendiriliyor.
Ergenlikle birlikte
dikkatin arkadaşlara
ve dış çevreye
yöneldiğini söyleyen
Çocuk ve Ergen
Psikiyatrisi Uzmanı
Dr. Gül Karaçetin,
bu dönemde
ergenlerin çok daha
yakından takip
edilmesi
gerektiğinin
altını çiziyor.
Çocukluktan erişkinliğe geçişte ara
basamak olan ergenlik döneminde, fiziksel
olarak gözle görülen değişimlerin yanı
sıra, zihnen ve ruhen de büyük farklılıklar
yaşandığına dikkat çeken Karaçetin,
ergenle sağlıklı iletişim kurulabilmesi için
bu dönemin tabiatının özümsenmesi
gerektiğini söylüyor. Ergenliğin, erken
ergenlik (11-15 yaş), orta ergenlik
(15-18 yaş) ve geç ergenlik (18-21 yaş)
olarak 3 evrede incelendiğini söyleyen
Karaçetin, ergenlikle ile ilgili şu bilgileri
veriyor:
Ergen bu dönemde
kendi kendine
‘ben değişiyorum’
demeye başlar
Ergenlikten önce, çocuğun sevgi nesnesi
anne-baba iken ve onların tavır ve
tutumlarını örnek alırken ergenlikle birlikte
dikkat arkadaşlara ve dış çevreye yöneliyor.
Aynı zamanda anne-baba figürü ve onların
mükemmeliyetleri sorgulanıyor. Bunu
yaparken de ergenler için çok önemli bir
ortam olan arkadaş ortamı çıkıyor karşımıza.
Örneğin arkadaşındaki bir özelliğin
kendisinde olup olmadığını düşünüyor
veya arkadaşının babasına bakıp aynı
özelliğin kendi babasında olup olmadığını
sorguluyor. Bu sorgulama süreci esnasında
ergen, anne-babasına karşı asilik veya bir
takım olumsuz davranışlar geliştirebiliyor.
Ergenlik
bir kimlik bulma
ve kimlik birleştirme
süreci
Bu süreçte ergenin çeşitli kimlikler
denemesi ve de sonunda bir kimliğe
bağlanması gerekmektedir. Akıllara tam
da bu noktada yanlış kimlikte kalırsa ne
olacak sorusu geliyor. Bu durumda yetkin
ebeveynlik giriyor devreye.
Yetkin ebeveynliğin 2 alt bileşeni var.
Bunlardan bir tanesi kimlik gelişimi
esnasında çocuğa yakın ilginin
gösterilmesi, ikincisi de çocuktan bir takım
beklentilerin olması.
Ebeveynlere düşen
bu esnada çocukların
gösterdiği asi tavırlar,
karşı çıkmalar
konusunda çocuğu
anlamaya çalışmak,
çocukluktan gelen
o sıcak ilişkinin
duygusal yönünü
sürdürmeye çalışmak
ve davranışlarının
kendi sağlığını ya da
güvenliğini etkileyen
noktalarında sınırlar
koymak.
Ergenliğin doğası itibariyle ergenler
sağlıklarını ve güvenliklerini tehlikeye atan
davranışlar gösterebilirler. Bu durumun
gelişmesini engellemek için ebeveynlerin
2 uç tutumdan kaçınması gerekir.
Birincisi; ergenin ebeveyn yönlendirmesi
olmaksızın yaşamıyla ilgili tüm kararları
kendi verdiği durum. Bu durumda ergen
henüz tam olarak olgunlaşmamış ruhsal
yapısı nedeniyle geri dönüşü olmayan
hatalar yapabilir, ikinci tutum ise;
ebeveynler tarafından bir kimlik statüsünün
empoze edildiği otoriter tutum.
Bu durumda ergenin karar verme ve
kendini yönlendirme mekanizmalarının
gelişimi olumsuz etkilenebilir.
Ergen için en geliştirici ve yararlı ebeveyn
tutumu ise, ergeni kendi sağlığını ve
güvenliğini etkileyecek konularda sürekli ve
tutarlı sınırlar koruyarak koruyan ve günlük
aktivitelerinde karar verme mekanizmasını
destekleyen tutum.
Normal duygu
değişiklikleriyle
klinik depresyon
ayırt edilmeli
Ergenlik çocukluktan farklı olarak, ergenin
mutlu ya da mutsuz olma halinin çok
sık değişebileceği bir süreçtir. Klinik
depresyon ise 2 hafta ya da daha uzun
sürede, ergenin kendisini daha önceki
depresif olmadığı duruma göre mutsuz
ve değersiz hissettiği, konsantrasyonun
azaldığı, iştah ve uyku değişikliklerinin
olduğu, kısacası aile, okul ve arkadaş
ilişkilerinin negatif yönde etkilendiği ve
eskisine oranla çok daha fazla olumsuz
söylemde bulunma durumudur. Fakat
ergenin kendini öldürmeye yönelik intihar
girişimleri varsa veya madde kullanımı
durumunda 2 haftanın beklenmesi gibi bir
durum söz konusu olmamalıdır.
Sağlıklı kurulan iletişim
kimlik gelişimi için çok
olumlu etkiye sahip
Ebeveynler bilmeli ki bu dönem fırtınalı bir
dönemdir ve zaman zaman zor geçebilir.
Bir takım olumsuz davranışların olması
durumunda ebeveynler soğukkanlılıklarını
korumalı, kendi çocuklarıyla olan sıcak
ilişkilerinin zedelenmesine
izin vermemelidirler l
Ergene Yaklaşırken;
*’Ben Dili’ ile yaklaşın. Örneğin onu
suçlamak yerine, ‘Sen bu şekilde
yaptığında ben üzülüyorum’ deyin.
*Ergenin direkt olarak kişiliğine
değil, davranışlarına yönelik yapıcı
eleştirilerde bulunun.
*Sürekli öğüt veren kişiden ziyade,
öğütlerinin neden verildiğini anlatan
kişi olun.
*Ergenin kendisini ifade etmesine
olanak verin.
*Ergenin söylediklerini dikkate aldığınızı
ona hissettirin.
*Tepki verirken şiddet içeren
yöntemler kullanmayın.
*Ergene sorumluluk verirken bunun
hep beraber verilen bir karar olmasına
özen gösterin.
*Olumlu davranışlarını övün.
Ergen Psikolojisi ile ilgili tüm sorularınızı Türkiye Çocuk ve
Genç Psikiyatrisi Derneği’nin internet sayfası olan
www.cogepder.org.tr/index.php/tr/
iletisim-yoenetici-ile-haberlesme/contact-item
adresi üzerinden iletebilirisiniz.
UZM. DR. MİNE DOĞRU
İSTANBUL FİZİK TEDAVİ REHABİLİTASYON EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / SPOR HEKİMİ
Yüzmenin faydaları
saymakla bitmiyor
Yüzmenin yaş,
cinsiyet, kilo fark
etmeksizin her
birey için ideal bir
egzersiz olduğunu
söyleyen Uzm. Dr.
Mine Doğru, düzenli
yüzerek herkesin
formunu ve sağlığını
koruyabileceğine
işaret ediyor.
Özellikle kas, iskelet
sistemi problemleri
olan ve aşırı kilolu
insanların yüzmenin
olumlu etkilerinden
yararlanabileceğine
dikkat çeken Doğru,
bu grupta yer alan
bireylerin haftada
en az 3 gün
yüzmesinin önemine
işaret ediyor.
Yüzmenin, 3 tarafı denizlerle çevrili
ülkemizde yaygın bir spor dalı
olmadığını ifade eden Doğru, bu sporun
yaygınlaştırılması için tesis sayısının
artırılması gerektiğininde altını çiziyor.
Tüm vücut kaslarının kullanıldığı yüzmenin
insan doğasının en kolay uyum sağladığı
spor dallarından biri olduğunu kaydeden
Doğru, “Bağışıklık sistemini uyararak
kişileri hastalıklardan koruyan yüzme,
aynı zamanda metabolizmanın da düzenli
çalışmasını sağlıyor” diyor ve ekliyor:
“Düzenli yüzmek diyabetten, kalp sağlığına,
stresi azaltmaktan, kilo kontrolü sağlamaya
kadar birçok konuda fayda sağlar.
Bu nedenle yaz aylarına yaklaştığımız
şu dönemde yüzme sporuna daha fazla
zaman ayırın.” Spor Hekimi Doğru, konu
hakkında şu bilgileri veriyor:
Yüzme, kasları ve
eklemleri zorlamadan
spor yapılmasına
olanak sağlar
Yüzme vücutta belli bir kas grubunu ve
eklemi çalıştırmak yerine kol, bacak, karın
gibi birçok kas grubu ve eklemi çalıştıran
bir egzersiz şeklidir. Diğer egzersiz
şekillerinden farklı olarak iskelet sistemine
zorlayıcı bir etkisi olmadan vücudunuzun
çalışmasını sağlar. Yüzme esnasında insan
vücudu suya batmış olduğundan, otomatik
olarak daha hafif olur; eklemlerin ve kasların
zorlanmadan çalışmasına olanak verir.
Bu nedenle yüzme özellikle kas iskelet
sistemi problemleri olanlar veya aşırı kilolu
insanlar için ideal bir egzersiz türüdür.
Yüzme, yürüme, koşu ve bisiklete binme
gibi vücudun oksijen kullandığı egzersizler
aerobik egzersiz olarak adlandırılır.
Aerobik egzersizde vücudun oksijen
kullanımı artar, kalp daha fazla kan
pompalar, derin nefes alınır, kan dolaşımı
artar, alternatif kasılma ve gevşeme ile
büyük kas grupları hareket eder.
Yağ oranının
azaltılması ve kas
kütlesinin arttırılması
için uygun bir egzersiz
Düzenli olarak yapılan aerobik egzersiz,
koroner arter hastalığı, diyabet
(şeker hastalığı), inme (felç) gibi birçok
kronik hastalığın ortaya çıkış riskini
azalttığı gibi diyabet, hiperlipidemi gibi
mevcut kronik hastalıkların da tedavisinde
kullanılmaktadır.Günümüzde hareketsizlik
obezite, diyabet ve kalp hastalığı için en
önemli risk faktörlerinden biridir. Kişinin yaş,
cinsiyet ve boyuna göre değişmekle birlikte
ortalama olarak yavaş hızda 1 saat yüzme
ile 180 – 440 kcal, yüksek hızda 1 saat
yüzme ile ise 440 - 800 kcal harcanabilir.
Kalori yakımı ile kilo kaybına ek olarak enerji
olarak ön planda yağlar yakıldığından,
yağ oranının azaltılması ve kas kütlesinin
arttırılması için uygun bir egzersiz şeklidir.
Fazla kilolu kişilerde egzersiz ile sağlanan
kilo kaybı, koroner arter hastalığı, diyabet,
kronik kas iskelet sistemi problemleri gibi
eşlik eden birçok hastalığın gelişme riskini
azaltmaktadır.
Menopoz döneminde
kemik sağlığına
büyük katkı sağlıyor
Yüzmenin özellikle menopoz sonrası
kadınlarda kemik sağlığı üzerinde olumlu
etkileri vardır Ayrıca genel kas gücünü ve
bağların esnekliği arttırarak kişinin günlük
hayatında hissettiği kısıtlılık ve yorgunluk
üzerine de pozitif etki sağlar.
Zihinsel sağlığı
geliştirerek hem
erkeklerde hem de
kadınlarda ruhsal
iyilik halini artırabilir,
çocuklarda ve
yetişkinlerde hafızayı
geliştirir.
Ergenlik döneminde
kas ve eklemlerin
esnekliğini sağlıyor
Düzenli yüzme
çocukluk ve ergenlik
döneminde büyüme
gelişme, kemik
yoğunluğu,
kas ve eklemlerin
esnekliği ile duruş
üzerine olumlu
etkilerinin yanı sıra
ergenlerin çevreye
sosyal uyumunu da
arttırmaktadır.
Yetişkinlerde yüzme bel ağrısının önlenmesi
ve tedavisinde tavsiye edilmesinin dışında,
ergenlik döneminde de omurga eğriliklerinin
ortaya çıkış riskini azaltmaktadır
Yüzme, tüm
yaş gruplarına uygun
bir spor
Özet olarak yüzme fiziksel ve ruhsal sağlık
üzerine birçok faydalı etkisi bulunan,
vücudu çok fazla zorlamayan, tüm yaş
gruplarına uygun, eğlenceli, rahatlatan
ve stresi azaltan bir egzersiz şeklidir.
Yüzmeye başlamak isteyen her bireyin
spora katılımı öncesinde sağlık yönünden
değerlendirilmesi şarttır. Egzersiz programı
öncesinde kişilerin başta kardiak açıdan
olmak üzere mevcut sağlık durumunun
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Diyabet, hipertansiyon, kas – iskelet sistemi
problemleri gibi durumlarda egzersize
başlamadan önce bir takım önlemler
alınması gerekebilmektedir. Bu nedenle
uzman bir hekim tarafından egzersize
başlayacak kişinin yaşı, sağlık durumu,
mevcut hastalıkları göz önüne alınarak
bir egzersiz reçetesi düzenlenmelidir.
Suya girmeden önce
egzersiz hareketleri
yapılmalı
Egzersiz şekli olarak yüzmeyi seçen kişi
mutlaka yüzme bilmelidir. Suya girmeden
önce kas ve eklemleri esneten egzersizler
yapılmalı, egzersiz esnasında bol sıvı
alınmalıdır.
Kas iskelet sistemi yaralanmalarını
engellemek için düzenli olarak yüzmeye
yeni başlayan bireylerin düşük tempoda
ve kısa süreler ile başlayıp zaman içinde
kademeli olarak hızı ve süreyi arttırması
gerekmektedir l
Hastanelerimizden
yaşanmış hikayeler...
Personeliniz
beni denize attı
İlginç bir vaka...
Bir sahil kasabasında çalışıyorum. Her gün
aynı sarhoş hasta aynı saatte geliyor. Yine
geldi fizik muayenesi gayet normal. Bir
şeyiniz yok dedik. Birden bayılma numarası
yapmaya başladı. Güvenlik geldi, onlar
da polisi çağırdı. Polisler almış sarhoşu
götürüp çimlere bırakmışlar. Çimler de
ıslakmış. Sarhoş ayılıp üstünü başını ıslak
görmüş. Aradan yarım saat geçmeden
alkollü şahıs elinde telefonla tekrar
hastahaneye geldi. Konuşuyor...
- Alooo Sabim mii? Tedavi için geldiğim
hastanenizde, hastane personeli beni
denize attı. Kendi imkanlarımla zor kurtuldum. Şikayetçiyim. Gereğinin yapılmasını
istiyorum
Yaşam Gökkuşağı
Gibi Güzel
Yılbaşı ve bayram tatilinde servisler ayrı
bir sessizliğe bürünür. Hastane bazen
ürkütecek bir hareketsizliktedir. Böyle bir
yılbaşı gecesi. Hastaların çoğu taburcu
edilmiş ya da izinli olarak gönderilmişti.
Serviste 10 hasta vardı. Çoğuda drenli
veya NGS’li idi. Bu durumda böyle
hastalar ayrı bir terk edilmişlik duygusu
.
yaşıyor. Yanındaki hasta gitmiş, gelen
giden yakında azaldığı için içine düştükler
sahipsizlik duygusu yüzlerinden okunur
hale geliyor. Serviste iki hemşire, bir
personel nöbetçiyiz. Cerrahpaşa’daki
seminer odası denize bakar ve balkonludur.
Özel gecelerde özellikle yılbaşı geceleri
havai fişek gösterileri ve gemilerden
atılan yardım fişekleri çok hoş bir görüntü
oluşturur. Personeli çağırdım. Hastaları
tek tek sandalye ile balkona çıkarttım.
Ne olduğunu soranlara size süprizim var
dedim. Gece 24.00 ve başladı gösteri.
Gökyüzünün dört bir yanı rengarenk
oldu. Dakikalarca sürdü. Karanlık karanlık
olmaktan çıktı. Sanki Monet’in eli değmişti
gökyüzüne. Hastaları izliyordum. Hepsi
gökyüzüne odaklanmış, güleç ve umudunu
tekrar kazanmış bir haldeydiler.
Gösteri bittikten sonra, nasıldı, diye sordum.
Minnet duyguları gözlerinden okunuyordu.
Sonra sohbet ettik. Tek tek yeni yıldan
ne beklediklerini konuştuk. Gördüm ki
insanoğlunun hayalleri, beklentileri ve
arzuları hiç bitmiyor.
Hiç bitmesin de...
Doktor ve Çocuk
Her zamanki çocuk ağlamalarından farklı
bir ses duydum. Koridara baktım.
Babasına sıkı sıkı sarılmış bir çocuk.
Hem titriyor hem ağlıyordu.
Hava çok soğuk. Benim üzerimde hırka
olduğu halde üşüyorken, çocuk incecik bir
tişört ve çorapsız bir halde...
Bayağı bir zayıflamışsın.
Gülümsedi.
Hastanın biri, doktor benden para istedi
diye şikayete gitmiş.
- Evet doktor bey. 18 kilo verdim ve ilk defa
bir görücü geldi. Çok mutluyum.
Size teşekkür etmek için çiçek getirdim.
Doktor kim, ne dedi diye soruşturunca
doktor; ‘Banknot olmadan muayene olmaz.
Git banknot getir’ dedi.
- Hadi hayırlısı. Düğün ne zaman dedim.
Doktor BARKOT istemiştir denilince hasta
da Allah Allah diyerek ayrıldı odadan
- Ben beğenmedim Doktor Bey.
Sonrakilere bakacağım.
Kendine güven gözlerinden okunuyordu.
Birinin mutlu olmasına sağlamak
hoşuma gitti.
Bağlılık
16 yaşında hanımefendi. Gözleri sulanmış
bir halde. Mendili elinde.
Tursun
- Ne oldu size, neden ağlıyorsunuz?
Polikliniğe gelen bir erkek hasta. Adı
Tursun.
- Çok üzgün doktor bey.
Yanlış mı anlıyorum diye düşünürken tekrar
sordum
- Bebeklikten beri takip eden bir çocuk
doktoru vardı. Dün artık sen büyüdün
dahiliyeci seni muayene edecek demiş.
Çok seviyordu doktorunu.
Annesi cevap verdi
- Neden?
Baba beni görünce bozuk Türkçesi ile
- İsminiz Tursun mu? Dursun mu?
- İğne takar mısınız dedi.
- Tursun doktor hanım.
Aldım kucağından çocuğu. Baba anlatmaya
devam etti. Çocuk düşüp başını vurmuş.
Acile gelmişler. BT (Tomografi) için damar
yolu açamamışlar. Servise göndermişler.
Tabi açamazlar. Soğuktan damar kalmamış
ki. Kontrakte olmuş damarlar diyerek
söylendim. Hemen hırkamı verdim. Temiz
çoraplarımdan giydirdim. Bu arada çocukla
göz göze geldik. Ağlamadığını farkettim.
Beni izliyordu. Damar yolunu açıp BT’ ye
gönderdim. Ertesi gün babası servise geldi.
Poşet elinde içinde hırkam ve çorabım.
Teşekkür etti. Çocuk hep beni anlatıyormuş
annesine. Poşetin içinden bir kağıda sarılı
bisküvi çıkardı. Paraları olmadığı için
birşey alamamışlar. Gülümsedim. Teşekkür
ettim. Bisküvileri Abdullah’a götürmesi için
babasına geri verdim.
- Karadenizli misiniz ?
Kıza baktım, gerçek bir sevgiydi bu.
- Hayır. Ama nüfus memuru Karadenizli’ymiş
doktor hanım...
- Beni de sever misin bu kadar?
Amerikalı teyze
Düğünümüz var
Hey çocuk dedim içimden.
Çıkış nerede
- Tetkiklerinizi yazdım. Laboratuvara
gidebilirsiniz
- Laboratuvar nerede?
- Giriş katta
- Giriş kat nerede?
- Çıkışta
Görücü geldi
keyfim yerinde
Yoğun bir poliklinik günüydü. Kapının
önünde elinde çiçek yüzü tanıdık gelen
hastalardan biri bekliyor. Biraz sonra içeri
girdi. Alışkın olmadığım bir yüz ifadesi ile.
Mutlu ve gülümsüyordu.
- Merhaba doktor bey, bu çiçekleri
size getirdim.
Gülümsedim. Yeşil gözleri va sarı
saçları ile gerçekten güzel görünüyordu.
Karadenizli veya Trakya göçmeni olacağını
düşünüyorum.
- Sizinle öncede tanışıyor muyuz?
- Aa hatırlamadınız beni. 4 ay önce
zayıflamak için gelmiştim. Siz de bana
bir ilaç vermiştiniz doktor bey.
- Şimdi hatırladım. Kaç kilo verdin böyle?
Uçaktayım. ABD’ye uçuyorum.
Yanıma 70’inde bir hanımefendi oturdu.
Selam verdi.
- Hiyy
- Hiyy
- Good flights
- Thanks
dedim. Uçak kalkana kadar konuşmadık.
Havalandıktan sonra bana bakıp bakıp
gülümsediğini farkettim.
Ben de gülümsedim. Konuşmak istediğini
hissettim. Bir süre sonra dayanamadı.
Türk olup olmadığımı sordu. Türk olduğumu
öğrenince seçimleri konuştuk. Ordan
burdan konuşurken birden Boston’a neden
gittiğimi sordu. Harward Tıp Fakültesi’nde
kongremin olduğunu söyledim. Söylemez
olaydım.
O andan sonra kendimi poliklinikte geriatrik
bir hastaya hayatımın en uzun polikliniğini
yaparken buldum. Diz ağrılarından,
menapoza, gastritten diyabete kadar
herşeyi konuştuk. Durmaksızın soruyor.
Oflayıp pofluyorum ama anlayacak gibi
değil. Karın cildindeki lezyonu göstermek
için üstündekini yukarı çekmeye çalışıyor.
-Yok artık
diye bağırmak isterken birden hostesin
sesiyle uyandım. Birşey yeyip yemeceğimi
soruyordu.
Meğer rüyaymış her şey :)))
Oysa ki barkot
demiştim
Başhekim yardımcısı aradı. Kahkahalarla
gülüyor. Konuşamıyor gülmekten.
Ne oldu diyorum. Kahkaha sesleri.
Neyse ki bir süre sonra anlatmaya başladı.
Oğlum hastadan para istemişsin diyor ama
hala gülmeye devam ediyor.
Gülümsedi.
Servisimize yatan 60’ın da bir erkek hasta.
Aynı koğuşu paylaşan diğer bir erkek
hastanın yanında da 40’ın da bir hanım.
Bende rotasyondan yeni gelmiş servise
adapte olmaya çalışıyorum. Ama serviste,
hemşirelerde garip bir telaş. Telaşın nedeni
nikah. Hanım hiç evlenmemiş. Erkekte
yalnız ve emekli. Hal böyle olunca, iki gönül
bir olmuş. Servis şefine başvurmuşlar nikah
memuru gelebilir mi diye? Hoca da izin
verince kız bizim oğlan bizim havasında
nikah olayı..
Aman hocam
zayıflatma beni
- Doktor bey bu aralar şekerim yükseliyor.
Tansiyonumun düzeni bozuldu
- İlaçlarınızın düzenli alıyor musunuz?
- Evet
- Peki tetkiklerinizi görelim. Biraz kilo
sorununuz da var.
- Yok yok ben memnunum kilomdan
zayıflayınca güçsüz oluyorum.
- Boy-kilo kaç?
- Boy 158 cm, kilo 103
Odalar süper
- Şekeriniz yüksek hastahaneye
yatıracağım sizi
- İstemiyorum hocam
+ Odalarımız deniz manzarılıdır ama.
Haliç’e bakar. Duşlu, televizyonlu, klimalıdır.
Minibar için buzdolabı bile var. Artı 24 saat
sıcak suyumuz mevcut
- İlahi doktor ikna ettiniz beni :)))
Not: İlgili hikayeler Dr. Murat Akbaş’ın
“İlahi Hasta ve “Doktorun günlüğü” isimli
kitaplarından alınmıştır.
(Hikayeler birinci kişi ağzından aktarılmıştır)
UZM. DR. ÜMMÜHAN KAYA
BAKIRKÖY LEPRA DERİ VE ZÜHREVİ HASTALIKLAR HASTANESİ / DERMATOLOJİ POLİKLİNİĞİ
Güneşin yararları yanında,
fazla maruz kalmaya bağlı
zararları da bulunuyor
Dermatoloji Uzmanı
Ümmühan Kaya,
derimizin dış
ortamlar ile temas
halinde olması
sebebiyle ısı,
ultraviyole ve
radyoaktif ışınlar
gibi faktörlerden
sürekli
etkilenebildiğine
işaret ederek,
bu konuda dikkatli
davranılması
gerektiğini söylüyor.
Güneş ışığının
deri yüzeyimizden
kısmen yansırken
derine ve dokuya da
dağılabilen fiziksel
bir ajan olduğunu
kaydeden Kaya,
“Ultraviyole
ışınlarının insan
sağlığı ve deri
üzerinde çok
önemli etkileri
bulunmaktadır.
Ultraviyole
bronzlaşma olarak
adlandırılan
deri renklenmesine
(pigmentasyon)
yol açarken
derinin üst katmanı
(epidermis) ve
alt katmanı (dermis)
bulunan hücrelerin
DNA’ larına da
zarar verir.
Böylelikle
çeşitli deri
kanserlerinin
gelişiminde de
doğrudan yol
oynayabilmektedir”
bilgisini veriyor.
Kaya konu hakkında
şunları söylüyor:
Yerküreyi etkileyen iklimsel değişiklikler,
ultraviyolenin derimiz üzerindeki olumsuz
etkilerini en tepe noktaya taşımaktadır.
Bundan başka güneşe kronik
(uzun süreli ve düşük düzeyde) maruziyet
güneş gören deri bölgelerinde yaşlanma
belirtileri de oluşturur.
Aktinik (güneşe bağlı) yaşlanmanın
en belirgin klinik özelliği derinin
renklenmesinde (pigmentasyon)
düzensizlikler ve deri çizgilerinin
belirginleşmesidir.
Güneş koruyucular
konusunda dikkatli
davranmak gerekiyor
Işıktan korunmanın temel üç bileşeni vardır.
Bunlar önem sırasına göre davranış, giysi
ve güneş koruyucularıdır. Piyasada mevcut
güneş koruyucuların ultraviyoleye bağlı
oluşan kızarıklıkları engellemesinin yanı
sıra güneşin diğer olumsuz etkilerinden de
kısmen korudukları bilinir.
SPF 15 olan
güneş koruma faktörü
krem sürülmüş deride
kızarıklık gelişmesi için
hiç korunmamış
deriye oranla
15 kat fazla ultraviyole
alması gerekmektedir.
Bu durum insanlar
tarafından yanlış
algılanabilmekte
ve kişiler
koruyucu sürüp
saatlerce güneşte
kalabileceklerini
düşünebilmektedirler.
Ayrıca SPF’ nin UVB koruyuculuğunu
gösterdiğini unutmamak gerekir. UVA’ ya
karşı da koruyucu özelliği olan ürünlerde
bu özellik SPF’ nin yanına yazılır.
Güneş koruyucu kremlerin gün ışığına
çıkmadan yarım saat önce uygulanması
ve genellikle üç dört saat arayla tekrar
sürülmesi gerekir. Gölgede tente altında
deniz kıyısında dinlenmeler ışığın kırılıp
yansıma özelliğinden dolayı aslında halen
güneşe maruz kalınma anlarıdır.
Güneş yanıkları en çok bütün yanlış
anlamalarla olabilmektedir.
Güneş yanığı genelde
ağrı ve kızarıkla
kendini gösteriyor
Güneş yanıkları güneşe yoğun maruz
kalmayla oluşan toksik bir tablodur.
Güneş yanığının şiddeti deri tipine,
mevsime ve maruz kalma süresine göre
değişmektedir. Kar, toprak ya da sudan
yansıma ile yüksek rakımlı yerlerde
güneş yanığı daha fazla görülür.
Güneş yanığı sonucu oluşan kızarıklığın
temel nedeni deride salınan birtakım
medyatörlerdir. Bunlar ağrı acı kızarıklık
ve genel halsizliğin de sorumlusudurlar.
Güneşe maruz kalıştan yaklaşık altı saat
sonra ciltte kızarıklık fark edilir.
12-24 üncü saatte en yüksek düzeye
ulaşarak 72 saatte geriler. Kızarıklığın
berlirmesiyle beraber cilt altında ödem,
halsizlik sıcaklık hissi başlar.
Yanığın şiddetiyle orantılı olarak deride
su toplaması (gül) ve soyulmalar gelişir.
(ikinci derece güneş yanığı)
Şiddetli güneş
yanığının etkili bir
tedavisi bulunmuyor
Vücutta tutulan alanın genişliği ve yanığın
şiddetine bağlı olarak bazen ateş, bulantı,
kusma baş ağrısı dolaşım düzensizliği,
tansiyon problemleri ve felç gelişebilir.
Gözde konjonktivit dediğimiz sorun ortaya
çıkabilir. Şiddetli güneş yanığının etkili bir
tedavisi yoktur. Ağrı kesici, iltihap kurutucu
türde bazı ilaçlar şikayetleri kısmen geriletir.
Yaygın olarak önerilen krem ve losyonların
sınırlı etkinlikleri vardır.
Bazen kaşıntı da şikayetlere eklendiğinde
anti alerjik ilaç veya topikal ajanlar
(krem losyon vb. gibi) kullanılabilmektedir.
Hepsinden önemlisi güneşe uzun süre,
toksik boyutta maruz kalmış kişinin serin
bir ortamda dinlenmesi bol sıvı alımı ile
kaybettiği suyun yerine konması gerekir.
Ateş, çarpıntı, tansiyonda düşme ve
yükselme, bulantı kusma vb şikayetler varsa
hekime mutlaka başvurulması gerekir l
BADEMLİ GÜLLAÇ
Her zaman cevizli yemeye alıştığımız güllaç için değişik bir tarif.
İÇ PİLAV
Malzemeler
> 100 gram file badem
> 12 kâse pirinç,
> 2 yemek kaşığı tereyağı,
> 3 kâse kaynamış su,
> 1,5 tatlı kaşığı tuz,
> 2 yemek kaşığı dolmalık fıstık,
> 2 yemek kaşığı kuş üzümü,
> 2 yemek kaşığı antep fıstığı.
Üstü için:
Yapılışı
Malzemeler
> 1 litre süt
> 10 yaprak güllaç
> 500 gram şeker
1/2 adet Nar
25 gram Antep Fıstığı
Yapılışı:
Şeker sütte tamamen çözülünceye
kadar kaynatılır. Süt ılıklaşınca yapraklar
ortadan kırılarak tek tek servis kabına
konulup sütle ıslatılır. Her katın arasına
file badem serpilir. Kalan şekerli süt
güllacın üzerine dökülür. En az dört saat
bekletildikten sonra üzeri nar ve fıstıkla
süslenip servis edilir.
Notlar:
Süt mutlaka ılık olmalı. Sıcak olursa
yapraklar erir. Soğuk olursa hem şeker
erimez, hem de yapraklar zor yumuşar,
bekleme süresi uzar.
Eğer daha hızlı yapmak istiyorsanız.
Sütün yarısını şeker ile karıştırıp kaynatın.
Geri kalan sütü eklediğinizde şekerli sütü
hızlıca ılıklaştırmış olursunuz.
Afiyet olsun.
Pirinci yıkayıp ayıklayıp bir süre
kaynamış suda bekletin. Dolmalık
fıstıkları pilav tenceresine alıp hafif
pembe renkte kavurun. Kavrulunca
ocağı kapatıp tencerenin hafif
soğumasını sağlayın. Soğuyunca ocağı
açıp yağı ilave edin. Pirinçleri sularını
süzerek tencereye ekleyin. Birkaç dakika
kavurduktan sonra kaynamış suyu
ekleyin. Tuzunu atın, kapağını kapatıp
suyunu hafif çekmesini sağlayın.
Suyunu bir miktar çekince kuş üzümlerini
ve antep fıstıklarını ekleyin. Kapağı
kapatıp ateşi kısarak pirinçlerin suyu
tamamen çekmelerini sağlayın. Pişince
kapakla tencere arasına bir kâğıt havlu
sererek pilavı dinlendirin.
İpucu: Bu pilava aslında iç badem
de ekleyebilirsiniz; ancak ben badem
çorbasıyla servis yapacağım için
eklemedim. Ayrıca kaynamış su yerine et
suyu kullanırsanız daha lezzetli olur.
Afiyet olsun
FIRINDA KUZU
TANDIR
Malzemeler
> 1 kg kemikli kuzu but eti
> 1/2 su bardağı su
> 1 diş sarımsak
> 2 adet orta boy kuru soğan
> 2 adet orta boy domates
> 2 adet orta boy havuç
> 1 adet yeşil biber veya dolma biber
> 1 dal kereviz yaprağı
> 1 adet defne yaprağı
> 1 tatlı kaşığı salça
>1 tatlı kaşığı yoğurt
> Bir miktar tane karabiber
> Bir miktar tuz
> Pul Biber
>Kekik
Yapılışı
Kemikli kuzu but etleri bütün halinde
derin bir fırın tepsisine dizilir.
Çukur bir kapta salça, yoğurt, tuz ve pul
biber yarım su bardağı suyla karıştırılır.
Çırpılarak sos kıvamına getirilir.
Bu sos tepsideki etlerin üze rine dökülür.
Sebzeler dörde beşe bölünüp tepsideki
soslanmış etlerin kenarlarına dizilir.
Üzerine tane karabiber serpilir. Sarımsak
ilave edilir. Tepsinin kenarından etlerin
üzerini aşmayacak şekilde su konulup,
tepsinin üzeri kapakla ya da alüminyum
folyo ile kapatılır.
150 dereceye ayarlanmış fırında, etlerin
üzeri kızarıp iyice yumuşayana kadar
pişirilir. Piştikten sonra tepsideki sebzeli
su süzülür ve bir kenara ayrılır.
Etlerin kemikleri etlerden ayrılır. Pişen
etler servis tabaklarına alınır. Süzülen
sebzeli sudan kaşıkla etlerin üzerine
bir miktar dökülür. İsteğe göre pirinç
pilavı, yeşil soğan, közlenmiş biber ve
domates dilimleriyle süsleyerek ve kekik
serpilerek servis yapılır.
Afiyet olsun
UZM. DR. MUTLU NİYAZOĞLU
İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ
Kralların hastalığı
Gut’u tanıyor musunuz?
Ürik asidin
eklemlerde birikmesi
ve iltihaplanması
sonucu ortaya çıkan
gut hastalığı, en çok
40-65 yaş arasındaki
bireylerde görülüyor.
Bir çeşit romatizmal
hastalık olan Gut’un
sıklıkla ayak baş
parmağında şişme
ve ağrıyla kendini
gösterdiğini söyleyen
Uzm. Dr. Mutlu
Niyazoğlu, hastalığın
tedavisinde alkolden
ve stresten uzak,
proteinden fakir
beslenmenin önemli
olduğunu kaydediyor.
Uzm. Dr. Niyazoğlu,
şeker, yüksek
tansiyon, şişmanlık
gibi hastalıkların
vücutta ürik asit
birikmesine ve
dolayısıyla da
gut hastalığına
zemin hazırladığını
belirterek,
“Her hastalıkta
olduğu gibi gut
hastalığında da
ölçülü ve dengeli bir
beslenme şarttır”
diyor ve ekliyor: “
Gut’a karşı en iyi önlem, yoğun protein
diyetlerinden kaçınıp, stresli yaşamdan uzak
kalmaktır.” Uzm. Dr. Niyazoğlu,
konu hakkında şunları söylüyor:
Eski zamanların
zengin hastalığı
Mısırlılar döneminden beri bilinen gut
hastalığı, eski zamanlarda zenginlerin ya da
kralların hastalığı olarak bilinirdi. Hipokrat
zamanında, hastalığın klinik belirtileri
damlacığa benzetilerek “Gut” adı verilmiştir.
Gut bazı eklemlerde ani ve şiddetli gelişen
ağrı, hassasiyet, kızarıklık, şişme ve sıcaklık
artışı nöbetlerine neden olan bir hastalıktır.
Genellikle tek eklemi, sıklıkla da ayak
başparmağını etkiler. Bununla birlikte
diz, ayak bileği, ayak, el, el bileği ve dirsek
eklemleri de etkilenebilir. Nadiren hastalarda
omuz, kalça ve omurga tutulumu gelişebilir.
Erkeklerde daha sık
görülüyor
Vücuttan uzaklaştırılması gereken maddeler,
ürik aside dönüştürülerek atılır. Ürik asit,
pürin denilen maddelerin yıkım ürünüdür.
Özellikle protein yapısındaki maddelerin atım
şekli olan ürik asidin, atılmasında bir sorun
varsa ya da çok fazla üretiliyorsa bu madde
vücutta birikir. Kanda bulunan miktarı artar.
Ürik asidin eklemlerde birikmesi sonucu
burada iltihap oluşur. Erkeklerde kadınlara
oranla daha fazla görülür.
Gut hastalığı, en çok
40-65 yaş arasında
ortaya çıkar.
Kadınlarda genelde
menopoz döneminden
sonra görülür.
Gençlerde görülmesi
çok düşük bir ihtimaldir.
Teşhis için sadece
kanda ürik asit seviyesi
yeterli değil
Gutta tanı doktorunuzun sizi muayene
etmesi ve şikayetlerinize ilişkin sorular
sormasıyla konur. Doktorunuz kan ürik asit
düzeyinizi görmek için kan tahlili isteyebilir.
Yalnız şunu hatırlamak gerekir. Kan ürik asit
düzeyinin yüksekliği gut hastası olduğunuz
anlamına gelmediği gibi normal düzeyleri
de hasta olmadığınız anlamına gelmez.
Akut atak esnasında kan ürik asit düzeyinin
bir önemi yoktur. Çünkü bu dönemde kan
ürik asit düzeyi yüksek, normal ya da düşük
çıkabilir. Doktorunuz daha sonra eklem
romatizmalarının diğer tiplerini de dışlamak
için muayenesine devam edecektir.
Örneğin pseudogut (yalancı gut) ve artrit
gibi. Bu iki durumda guta benzemekle
beraber ürik asit kristalleri görülmez.
Doktorunuz artritinizin tipini saptamak için
bazen tutulan ekleminizden sıvı alarak kristal
yönünden incelemek isteyebilir.
Tedavinin temelinde
beslenme ve yaşam
değişikliği var
Her Gut Hastalığı tedavisinin temelinde
“eklem dostu” bir beslenme, kandaki ürik
asit değerlerini normal seviyelere düşürür
ve orada tutar.
Alkol, sıkı perhiz
yapmak, stres ve
protein bakımından
zengin besinler
(et, sakatat ve
baklagiller) kandaki
ürik asit
konsantrasyonunu
artırmaktadır.
Gut hastası olarak beslenmenizi süreklilik
arz edecek şekilde değiştirmelisiniz.
Muhtemel fazla kilo almaktan yavaş yavaş
kaçınmalısınız, çünkü bu genel olarak
yüksek ürik asit değerlerine yaklaşmanızı
kolaylaştıracaktır.
Tedavide kullanılan
ilaçlar gut nöbetlerini
engelliyor
Akut Gut Hastalığında öncelikle ağrı
kesici ve enflamasyon giderici bazı ilaçlar
kullanılmaktadır. Tekrarlanan gut hastalığı
nöbeti esnasında ürik asit düşürücü ilaçlar
alınmamalıdır. Tedavide kullanılan bütün
ilaçlar, bulguları kontrol etmek, gut hastalığı
nöbetlerini engellemek ve uygun ürik asit
değerlerini tutturmak ve uzun vadede
kalıcılığını sağlamak için kullanılmaktadır.
Bu nedenle tüm ilaç alımlarından önce
mutlaka doktora danışılmalıdır l
Tedavi edilmeyen gut
nelere sebep olur?
*Gut tedavi edilmezse daha ciddi
durumlara neden olabiliyor. Tuttuğu
eklemlerde ve çevre dokularda (tendon
ve sinir basısı gibi) hasara yol açıyor.
*Yılda birkaç kez gut atakları
tekrarlayabiliyor.
*Tedavi edilmeyen gut hastalığında,
ürat kristalleri cilt altında toplanarak
tofüs denilen nodüllere neden oluyor.
Tofüsler, genellikle ağrısızdır; ancak
bası bulgusu veya tendonlarda ve
kemikte hasara neden oluyor.
*Böbrek taşı, böbrek fonksiyonunda
bozulma gibi hastalıklara neden olur
Obeziteyle
mücadele eden
Reis Gıda’ya
Teşekkür Plaketi
bilinçlendiriyoruz. Obeziteye karşı,
‘Abur Cubura Karnımız Tok’ kampanyamızı
büyüterek sürdürüyoruz. Tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de, obezite toplum
sağlığını tehdit eden rakamlara ulaştı.
‘Obezite sorunu’ devam ettiği sürece,
Reis ailesi olarak, öncülüğünü yaptığımız
sosyal sorumluluk projemize devam
edeceğiz. Sağlıklı bir yaşam, kaliteli bir
geleceğe zemin hazırlar. Sağlıklı Yemek
Mutlu Gelecektir” diye konuştu.
Reis Gıda’ya, teşekkür
plaketleri devam ediyor
Kuru gıda
sektörünün lider
firması Reis
Gıda’ya, son 5 yıldır
obezite ile mücadele
ettiği için teşekkür
plaketi verildi.
T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Sağlık
Müdürlüğü Sağlığın Geliştirilmesi Şubesi
tarafından, Dr. Siyami Ersek Göğüs
Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Oditoryum Konferans
Salonu’nda, Mayıs ayında düzenlenen
“Obezite ile Mücadele, Sağlıklı Beslenme
ve Hareketli Yaşam Sempozyumu”
sırasında, Reis Gıda Yönetim Kurulu
Başkanı Mehmet Reis’e Teşekkür Plaketi
verildi.
Abur cubura
karnımız tok
Tören sırasında yaptığı konuşmada,
her platformda sağlıklı ve dengeli
beslenmenin önemini anlattıklarını ve
anlatmaya devam edeceklerini vurgulayan
Mehmet Reis, şunları söyledi:
“Reis Gıda ailesi olarak; son 5 yıldır,
Kurumsal Sosyal Sorumluluk projemiz
kapsamında; okullarda, üniversitelerde
ve katıldığımız tüm toplantılarda toplumu
sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD)
geleneksel ödülleri sahiplerini buldu.
65.Kuruluş Yıldönümü ve ödül töreni
27 Haziran 2014 tarihinde gerçekleştirildi.
TZD Genel Başkanı İbrahim Yetkin’in ev
sahipliğinde düzenlenen geceye; Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı
Vedat Mirmahmutoğulları, DSP Genel
Başkanı Masum Türker, CHP Genel Başkan
Yardımcısı Aytun Çıray, Reis Gıda Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Reis’in bulunduğu
yoğun katılım ile gerçekleşti.
TZD tarafından tarımsal ticaret dalındaki
ödül, beslenme kültürümüzün geliştirilmesi
yönündeki çalışmalarından dolayı,
Reis Gıda’ya verildi.
Türk tarımı ve kuru gıda sektörünün
gelişmesi için 33 yıldır değer katmaya
devam ettiklerini kaydeden Reis Gıda
Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis,
“Toprağımıza, çiftçimize, çalışanlarımıza,
çocuklarımıza, gençlerimize ve tüm
insanlığa, her konuda değer katmaya
devam ediyoruz ve edeceğiz. Reis ailesi
adına aldığımız ödüllerden, büyük bir
mutluluk ve gurur duyuyoruz” şeklinde
konuştu l
DOÇ. DR. ASIM CİNGİ
MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GENEL CERRAHİ ANABİLİM DALI / ÖĞRETİM ÜYESİ
Obezite tedavisinde
cerrahi yöntemler
ve avantajları
Araştırmalara göre,
10 yıl öncesine
kıyasla ülkemizde
obezite sıklığı
kadınlarda
yüzde 36, erkeklerde
ise yüzde 75
oranında arttı.
Çok sayıda organ
ve sistemi olumsuz
yönde etkileyen
obeziteden ilaç
tedavisi, diyet
ve egzersiz
programıyla
kurtulmak mümkün.
Ancak bu
yöntemlerin
uygulanmasında
zorluk çekilen
bazı özel
durumlarda,
bu yöntemlere
alternatif kabul
edilen obezite
cerrahisinden de
faydalanabiliyor.
Peki, her fazla
kilosu olan hasta
bu cerrahi
yöntemden
faydalanabilir mi?
Obezite cerrahisi
yaptırmanın riskleri
ve avantajları neler?
Bu soruların
cevabını Genel
Cerrahi Uzmanı
Doç. Dr. Asım Cingi
verdi.
Her fazla kilosu
olan hasta,
obezite ameliyatı
olamaz
‘Fazla kilolarım var’ diye yakınan
her hastaya obezite cerrahisi
uygulanamayacağının altını çizen Dr. Cingi,
“Obezite cerrahisinin uygulandığı ve etkin
olduğu alan, morbid obezite tanımına giren
hastalara yapılan girişimlerdir.
Bu nedenle her fazla kilosu olan için
bu cerrahilerin uygulanması uygun değildir”
diyor ve ekliyor: Obezite cerrahisinde
18-65 yaş arasında olan, Vücut Kitle İndeksi
(VKİ) 40 kg/m2’yi aşan veya
35-40 kg/m2 arasında olup, buna
hipertansiyon, karaciğer yağlanması, eklem
problemleri, diyabet, uyku apne sendromu
ve artrit gibi hastalıkları eşlik edenler,
en az 1 yıl normal kilosuna kavuşmak için
uzman denetiminde diyet ve egzersiz
yaptığı halde bunu başaramayan kişiler
aday olarak kabul edilir”
Ameliyat farklı
branştan hekimlerin
görüşü alarak
planlanıyor
Cerrahi kriterlere
uyan hastalara
öncelikle endokrin ve
beslenme uzmanlarının
önerileri ile beslenme
alışkanlıklarını
değiştirmeleri ve
spor fizyolojisi desteği
alarak daha hareketli
bir yaşama geçmeleri
yönünde telkinde
bulunulduğunu
kaydeden
Dr. Cingi,
“Biz bu hastalarda bile
son tercih cerrahiyi
kullanırız. Kliniğimize
başvuran her hastaya
mümkünse cerrahi dışı
yöntemlerle
kilo vermeleri önerilir.
Bu şekilde etkin ve kalıcı kilo kaybı
sağlayamayan hastalar psikiyatrik,
göğüs hastalıkları ve kardiyoloji
değerlendirilmelerinin de yapılabildiği
ekiplerce cerrahiye hazırlanır”
bilgisini veriyor.
Cerrahi sonrası
dikkat edilmesi
gerekenler:
Cerrahi girişimlerden sonra bilinmesi
gereken en önemli konulardan biri
hastaların cerrahi sonrası gösterecekleri
özen, gayret ve düzenli takiple istenilen
sonuçlara ulaşabilecekleridir. Aksi
durumda beklentiler karşılanmayabilir,
tekrar cerrahi girişimler gerekebilir
ve sonuçlar istenilen kiloların
verilememesi ya da verilen kiloların
geri alınması şeklinde olumsuz olabilir.
İstenilen sonuçlara ulaşmak için,
düzenli takiplere devam etmek ve
yapılan öneriler eşliğinde daha küçük
porsiyonlar halinde daha yavaş yemek
yemek ve yüksek kalorili, şekerli sıvı
gıda ve tatlılardan uzak durmak büyük
önem taşımaktadır. Uygun düzenli
günlük egzersizlerin de sağlıklı yaşamın
bir parçası olduğu unutulmamalıdır.
Yöntem hastaya göre
belirleniyor
Obezite cerrahisinde gıda alımının
kısıtlanmasını sağlayan ve alınan gıdaların
sindiriminin engellenmesini amaçlayan
işlemler uygulandığını söyleyen Doç. Dr.
Cingi, konu hakkında şu bilgileri veriyor:
“Obezite cerrahi uygulamalarında sıklıkla
kullanılan üç yöntem bulunmaktadır.
Bu yöntemlerin dışında hastaların
özelliklerine göre seçilebilecek teknik
açıdan ve takip süreçleri göz önüne
alındığında daha az kullanılan
yöntemler de vardır”
Kimlere obezite
cerrahisi
uygulanamaz?
Kardiyak rezervi çok zayıf olan, belirgin
solunum sıkıntısı olan, tedavi sürecinde
uyumsuz olan, alkol veya madde bağımlısı
olan ya da ciddi psikolojik problemi olan
hastalara obezite cerrahisi uygulanamaz.
Obezite cerrahisini
kimler yapmalı?
Teknik olarak her genel cerrahın obezite
cerrahisi yapma yetkisi vardır. Ancak en
başarılı ve sağlıklı sonuçlar bu alanda özel
eğitim almış ve uzmanlaşmış ve cerrahi
öncesi ve sonrası dönemde hasta hazırlığı,
tedavisi ve takibini düzenli olarak yapan
içinde cerrah, endokrinolog, fizyolog,
diyetisyen, psikiyatrist ve anestezistleri
içeren ve diğer sağlık problemlerini de
çözüme ulaştıracak desteğe sahip ekipler
tarafından alınmaktadır.
Her cerrahi
operasyonda olduğu
gibi bazı hayati
riskleri var
Her cerrahi girişimde olduğu gibi
obezite cerrahisinde de çeşitli riskler vardır.
Tehlikeli durumlar hastaların ortalama
% 5’inde yaşanırken bu cerrahiye ait
komplikasyonlar nedeni ile hayati risk
% 1’ in altındadır. Bacak toplar
damarlarında kan pıhtılaşması ve
akciğer damarlarına emboli, cerrahi alan
enfeksiyonu, akciğer ve kalp kaynaklı
sorunlar fazla kilolu hastalarda ameliyattan
sonra görülebilecek ve önlem alınması
gereken sorunlardır. Mide bandında en
sık karşılaşılan sorunlar bandın yerinden
kayması, mide duvarında hasar oluşturması
ve bandı ayarlamak için kullanılan
hazneye ait problemlerdir.
Mide by-pass cerrahisinde riskli durumlar
erken dönemde mide ile ince barsak
arasında ve ince barsakların kendi
aralarında yapılan yeni yollardan kaçak
olması ve kanama iken daha uzun
dönemde iç fıtıklar, yeni yollarda daralmaya
bağlı tıkanıklık, ülser gelişimi, çeşitli mineral,
vitamin eksiklikleri görülebilmektedir.
“Sleeve gastrektomi”, tüp mide
ameliyatlarında ise tehlikeli yönler kesilerek
daraltılan mide üzerindeki dikişlerden kaçak
riski ve kanamadır.
İlk 2 yılda fazla
kilolardan
kurtulunabiliyor
Obezitede cerrahi sonrası hesaplanan
fazla kiloların ilk 2 yıl içinde verilmesi ve
bu kilo kaybının kalıcı olması başarı olarak
kabul edilmektedir.
Gastrik by-pass ve tüp mide
ameliyatlarından sonra kilo kaybı genellikle
fazla kiloların %60-70’i arasında değişirken
mide bandında bu oran
ortalama olarak %60 tır.
Kilo kaybına ek olarak
hayat kalitesinde
artış, diabet,
hipertansiyon, eklem
rahatsızlıklarında,
kolesterol seviyesinde
iyileşme yine bu
cerrahi girişimlerin
hedeflenen sonuçları
ve başarı kriterleridir l
Son Söz: Cerrahi tek başına yeterli
değildir ancak yeni bir başlangıç için
önemli bir adımdır.
Obezite
cerrahisinde yaygın
olarak kullanılan
yöntemler:
*Laparoskopik sleeve gastrektomi:
Sık kullanılan karşılığı tüp mide:
Gıda alımını kısıtlayıcı bir yöntemdir.
Ayrıca midede açlık hormonunun
salgılandığı kısmın çıkarılması ile
iştahın azalmasına da katkıda bulunur.
*Laparoskopik gastrik by-pass:
Midenin hacminin çok küçültüldüğü
ayrıca ince barsakların kısmen
yolunun değiştirilerek alınan gıda
maddelerinin emilmeden ve tam
sindirilmeden ileri geçebilmeleri
için yapılan bir ameliyat yöntemidir.
Avantajı reflü hastalarında ve tip 2
diyabet varlığında daha etkindir.
Dezavantajı yaşam boyu dışarıdan
vitamin ve mineral takviyesi desteğine
ihtiyaç duyulur.
*Laparoskopik ayarlanabilir
mide bandı: Midenin girişine
gıda alımını sınırlandırmak amaçlı
yerleştirilen ve istenildiğinde
ayarlanarak daraltılıp genişletilebilen
bir sistemdir.
İstanbul’da Sağlık
sizi dinliyor
Sizden gelenler:
Saygıdeğer
İstanbul’da
Sağlık
temsilcileri;
Erenköy Fizik Tedavi
Hastanesi’nde 1 aydır
yatarak tedavi görmekteyim.
Bu süreç içerisinde en çok
ihtiyaç duyduğum şeylerden
birisi de okuyabileceğim, bilgi
edinebileceğim kitap veya dergi
gibi yayınlar oldu. Başhekimlik
tarafından bizlere ulaştırılan
yayınınızı bir solukta okudum.
O sıkıcı hastane günlerimde
beni rahatlatacak pek çok konuda
haber ve ropörtaja yer vermişsiniz.
Bence böylesi yayınların mutlaka
arttırılması ve hastaların yoğun olduğu
lokasyonlarda dağıtılması gerek.
Böylece hastalar Sağlık Bakanlığı
tarafından kendilerine çok önem
verildiğini daha iyi kavrayabiliyor ve
rahatlıyorlar. Elinize, emeğinize sağlık
Sayın Yetkili;
Sayın Yönetici;
Derginizin dilinin sade ve anlaşılabilir
olması bununla birlikte konusunda uzman
kişilerden farklı haberler yapmanız bence
çok iyi. Yalnız 3 ayda bir değil de daha
kısa aralıklarla çıksa çok daha iyi olur.
Emeğinize sağlık.
Hasta polikliniği sırasında muayene olmak
için beklerken ilgimi çeken yayınınız son
derece güzel. Birçok hastalık hakkında
basit ve anlaşılır dil kullanarak yaptığınız
haberler oldukça başarılı. Bu yayını
evlerime kadar ulaştırabilmeniz
mümkün müdür?
Hakan Yılmaz- Bankacı
Sevgili İstanbul’da Sağlık
Dergisi Yetkilileri;
Sizlere böylesine
faydalı ve güzel
bir dergi
yayınladığınız
için teşekkür
ediyorum.
Poliklinikte muayene
için sıra beklerken elime
geçen derginiz çok
hoşuma gitti. Eski
sayılarınızı da
edinmek istiyorum.
Yardımcı olursanız
çok sevinirim.
Nurgül Pamukçu
Ev Hanımı
Ahmet Oğuz / Emekli Öğretmen
Sevgili
İstanbul’da Sağlık
Ailesi;
Sayın İstanbul’da Sağlık Dergi yetkilisi;
İçişleri Bakanlığı’nda mahalli idareler
üzerinde denetim yapan bir kurulda
denetim elemanı olarak çalışmaktayım.
Aktüel konulara meraklı biri olarak hobi
maksatlı dergi ve bülten izlemekteyim.
Sizin de çıkarmakta olduğunuz derginizin
son birkaç sayısı ile birlikte düzenli olarak
aşağıdaki adresime ücretsiz olarak
gönderilmesi halinde çok sevineceğim. İyi
günler dileği ve saygılarımla
Klasik dergi tasarımından
farklı bir çizgiye sahip olmanız dikkatimi
çekti. Ayrıca sağlık gibi istismara açık,
hassas bir alanda sorumlu yayıncılık
anlayışı ile davranmanızı da ayrıca takdir
ediyorum. Sayılarınızı düzenli olarak
adresime gönderirseniz çok sevinirim.Yeni
sayınızı merakla bekliyorum.
Münür Demirci- Mülkiye Müfettişi
Halil Tutaşı- Grafiker
Gülcan Başar- Yazılım Mühendisi
Sayın Selcan Yücel;
Derginizi hastanelerden temin ediyorum.
Dergideki yazılar, ropörtajlar, sağlık
çalışanlarının hayat öykülerine ışık tutan
hatıratlar son derece başarılı. Bu bakımdan
derginiz; ilgi çeken, eğiten, bilgilendiren,
bir yayın olmuş. Uzman hekimler ve
diyetisyenlerle olan röportaj, yemek
tarifleri, ünlülerle yapılan söyleşiler arka
sayfadaki sağlıktan kısa kısa ve bunları
biliyor musunuz bölümleri de dergiye farklı
bir renk katmış. Kısaca sağlık alanında
böylesi yetenekli kalemlerin bulunması
beni son derece memnun etti. Emeği
geçen başta İl Sağlık Müdürümüz ve sizler
olmak üzere tüm ekibinizi tebrik ediyor,
başarılı çalışmalarınızın devamını temenni
ediyorum.
Tülay Aşcı - Ev hanımı
Sevgili İstanbul’da Sağlık editörleri;
Her sayı derginizi ilgiyle takip ediyorum.
Hastane polikliniklerinde dağıtılan
yayınınızın insanı cezbeden ve merak
uyandıran bir tasarımı var. İçindeki haber ve
ünlü ropörtaj sayfaları da çok güzel.
Emeği geçen herkesin kalemine sağlık
Ali Alp İnce- Emekli
İstanbul’da Sağlık Dergisi’nde sizin de
istek ve görüşlerinizin yer alması için
[email protected]
adresine elektronik posta göndermenizi
bekliyoruz.
Ramazan’ın
ışıklı simgeleri:
Mahyalar
‘İstanbul’da
Ramazan’
denildiğinde ilk akla
gelen sembollerin
başında gelir
Mahya’lar.. Şehrin
mistik havasına ayrı
bir anlam katan bu
gelenek, asırlardır
İstanbul’daki
camilerin minareleri
arasından
Ramazan’a renk
katmaya devam
ediyor.
Ramazan’da İstanbul’a farklı bir güzellik
ekleyen Mahyalar, camilerin karşılıklı iki
minaresi arasında ip veya tel gerilme
suretiyle genellikle zeytinyağ doldurulmuş
kandilleri veya mumlu fenerleri ipin üzerine
dizerek istenilen yazının hatta resimin
yapılması suretiyle hazırlanırdı. Camilerin
elektrikle aydnlatılmaya başlamasından
sonra ise kandil yerine renkli elektrik
ampullerle mahya kurma geleneği
sürdürülmektedir.
Mahyacılık sanatının
altında yatan anlam,
Ramazan ayının
getirmiş olduğu neşe,
bolluk, sevinç ve
Allah’a duyulan şükranı
ve kudreti yansıtmak
ve halkı iyiliğe
yönelterek, çocuklara
ramazanı sevdirmektir.
Mahya kelimesinin mahiye sözcüğünden
türemiş olduğu düşünülmektedir. Mahiye
ise Farsça’da ‘aya özgü’ ya da ‘ay gibi’
anlamlarına gelmektedir. Yine ‘mah’
kelimesi de Farsça’da ay anlamına
gelmekle birlikte Osmanlı edebiyatında
aydınlığı,güzelliği anlatan bir kavram olarak
karşımıza çıkmaktadır.
İlk Mahyalar
İslam dünyasında Türklere, özellikle de
İstanbul’da yaşayanlara özgü bir sanat
olarak gelişen mahyacılığın kökeni
Osmanlı’lara uzanmaktadır. Rivayete göre
dönemin padişahı Sultan Birinci Ahmet’e,
Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Namız
Kefevi, iki minarenin arasına gerilecek
şekilde ortası yazılı bir çalışma hediye eder.
Padişah, çok hoşuna giden bu eserin,
dini hükümlere ters düşmemek kaydıyla
Ramazan gecelerinde minareler arasına
kurulmasını ister ve ilk olarak 1617 yılında
tamamlanan Sultan Ahmet Camii’nin iki
minaresi arasına asılır.
1723 yılına gelindiğinde ise Padişah
Sultan Üçüncü Ahmet’in emriyle bütün
selatin camilerinde* mahya kurulması
emrolunur. Bununla birlikte Eyüp Camii’nin
minarelerinin uzunluklarının mahya
kurulacak yükseklikte olmaması sebebiyle,
kısa olan minarelerin yerine iki şerefeli iki
minare yapılması ferman buyrulur ve ilk
mahyalar böylelikle İstanbul’daki camilerde
yerini almaya başlar.
Mahya Yazıları
Mahya kurma çalışmaları Ramazan’ın
başlangıcından yaklaşık olarak 2 hafta
önce başlar ve ustalık gerektiren bir iştir.
Hatta Osmanlı döneminde her gece yeni
bir mahya kuran mahyacılar olduğu gibi,
teravih namazından önceki mahyası ile
teravih namazı sonrası mahyası farklı olan
mahyacılar da bulunmaktaydı.
Ramazan ayının başlangıcında Hoşgeldin
Ya Şehr-i Ramazan, Oruç Tut Sıhhat Bul,
On Bir Ayın Sultanı, Merhaba Ya Şehr-i
Ramazan, Müminler Kardeştir yazılı
mahyalar yerini ay sonuna doğru Zekat Malı
Arttırır, Elveda Ya Şehr-i Ramazan, Kadir
Geceniz Mübarek Olsun gibi mahyalara
bırakır.
İstanbul’daki mahyalar sadece Osmanlı
ülkesinde yaşayanların değil Avrupa’lıların
da her daim ilgisini çekmiştir. O zamanda
yaşayan bir Avrupa’lı seyyah İstanbul’da
gördüğü mahyalar için şunları söylemiştir:
‘Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya
layık Türklerin hiçbir medeni eserleri olmasa
bile, yalnız şu gökten yıldızları toplayıp
minareler aralarında yazı yazmayı akıl
etmeleri, bunda muvaffak olmaları, onların
medeniyette ne kadar ilerde olduklarının
bir ifadesidir.” der l
İstanbul’da mahya kurulan
camilerin bazıları:
Fatih Camii, Eyüp Sultan Camii,
Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii,
Üsküdar Valide Camii, Üsküdar Mihri Mah
Camii, Yeni Camii...
* Osmanlı döneminde sultanların yaptırdıkları camilere verilen ad.
UZM. DR. YADİGAR GENÇ
EMSEY HOSPITAL / ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI UZMANI
Çocukların beslenme
alışkanlıkları ve yaşam
kalitesi boylarının
uzamasında etkili
Çocuklarda boy
uzunluğu genetik
etkenlere bağlı
olsa da, beslenme
alışkanlıkları ve
yaşam tarzı da
büyük ölçüde söz
sahibi oluyor.
Dengesiz, abur
cubur ağırlıklı
beslenen ve
hareketsiz bir
yaşam tarzına
sahip çocuklar
gelişimlerini
yeterince sağlıklı
tamamlayamıyor,
boy uzamasıyla
ilgili sıkıntılar
baş gösterebiliyor.
Uzm. Dr. Yadigar
Genç konuyla
ilgili anne babaları
bilgilendiriyor.
Boy uzamasının sağlıklı
olup olmadığı nasıl
anlaşılır?
Çocukların gelişiminin sağlıklı ve normal
düzeyde olup olmadığını anlamanın en iyi
yolu, boy uzamasına dikkat etmektir. Anne
babalar bu anlamda çocuklarının boylarını
belli aralıklarla ölçmelidir. Çocuklarda en
hızlı boy uzaması, okul öncesi dönem ile
ergenlikte karşımıza çıkar. Çocuktaki boy
uzamasının sağlıklı ve yeterli olup olmadığını
anlamak için, kız çocukta anne ve babanın
boyu toplanır. Bu sonuçtan 13 çıkartılıp,
rakam ikiye bölünür. Erkek çocukta da anne
ve babanın boy uzunlukları toplanarak,
13 eklenir ve ikiye bölünür. Böylece
çocuğun ulaşması gereken boy, doğru
bir şekilde tespit edilebilir. Aile çocuğun
boy uzamasını takip ederken, akranları
kadar gelişmediğini fark ederse doktora
başvurulmalıdır.
Beslenme
alışkanlıklarının boy
uzamasında
payı büyük
Spor, çocukların
boylarının sağlıklı
uzamasına katkıda
bulunuyor
Çocuklarda boyun uzamasında en önemli
faktörlerden olan beslenme alışkanlığı,
çocukların gelişiminde büyük payı var.
Sağlıklı ve yeterli bir boy uzaması için;
taze sebze, meyve ve proteinli gıdaların
aksatılmadan tüketilmesi gerekir. Hamilelik
döneminde annenin beslenmesi de bebeğin
ileriki yaşlarda boy uzamasını doğrudan
etkiler. Hamilelikte protein, sebze ve
meyvelerden yeteri kadar tüketen annelerin
çocukları daha sağlıklı bir gelişim gösterir.
Çocuklarda boy uzamasının yeterli
olabilmesi için doğru beslenme
alışkanlıklarının yanı sıra, spor alışkanlıkları
da çocuklara kazandırılmalıdır. Çocukluk
döneminde kas ve kemik gelişimini
desteklediği bilinen yüzme, basketbol,
voleybol gibi spor dalları çocuklara boy
uzaması konusunda avantaj sağlar. Ancak
çocuklukta vücuda fazladan yük binmesine
neden olan halter, güreş ve benzeri spor
dallarıyla uğraşılması önerilmez.
Çocukların boy
uzamalarının yeterli
olabilmesi için, sebze
ve meyvelerin hem taze
hem de mümkünse
çiğ tüketilmeleri faydalı
olacaktır.
Spora okul öncesi dönemden ziyade
ilkokul çağında başlanması, boy uzaması
açısından oldukça önemlidir. Spor
seçiminde çocuğun yaşı, fiziksel özellikleri
dikkate alınmalı, mümkünse bu konuda
hekimlere danışılmalıdır. Boy uzamasına
olumlu katkı sağlaması için sporun düzenli,
aksatılmadan yapılmasına da dikkat
edilmelidir.
Çünkü en yüksek besin değerleri,
çiğ sebze ve meyvelerde bulunur.
Demir, çinko, selenyum ve kalsiyum gibi
minerallerin eksikliğinde boy kısalığı sorunu
gündeme geleceğinden, bu mineralleri
içeren deniz ve süt ürünleri düzenli olarak
tüketilmelidir. Ayrıca B, C, D ve E vitaminleri
de gelişim açısından büyük önem arz
ettiğinden bu ihtiyaç da sebze ve meyveler
aracılığıyla giderilmelidir.
Süt ve süt ürünleri
boy uzamasında
ayrı bir öneme sahip
Çocukların beslenmesinde boy uzaması
açısından pek çok yiyecek ve içeceğin
tüketilmesi gerekiyor, ancak süt ve süt
ürünleri bu konuda çok daha önemli
denilebilir. Çocukların gün içerisinde
en azından 2 su bardağı süt içmeleri,
kemik gelişimini destekler. Özellikle gece
yatmadan hemen önce içilen süt, büyüme
hormonunun salgılanmasına yardımcı olur.
Ayran, yoğurt, peynir gibi süt ürünlerinin
tüketimi de süt kadar faydalıdır.
Yoğurdun sebze yemeklerinin yanında
tüketilmesine dikkat edilmelidir.
Sütün en saf ve faydalı hali olan
anne sütünün ilk 6 ay ek gıda
olarak,
2 yaşına kadar da aralıklarla
verilmesi bebeğin
gelecekteki boy
uzunluğu ve vücut
gelişimi açısından
oldukça önemlidir.
Anne sütü, zengin
protein ve demir
içeriğiyle boy
uzaması üzerinde
oldukça etkilidir.
Boy yeterli uzamıyorsa,
büyüme hormonu
eksikliğine bakılması
gerekiyor
Çocuklarda boy uzama ve vücut gelişimi,
büyüme hormonuna bağlı oluşur. Büyüme
hormonunun yeterince salgılanmaması,
çocuklarda boy kısalığı sorununa neden
olabilir. Büyüme hormonu eksikliği olan
çocuklar; kısa boy, fazla kilo ve ergenliğe
geç girme sorunlarını sıklıkla yaşar.
Boy uzamasını doğrudan etkileyen
büyüme hormonu eksikliğinde, kemik yaşı
ölçümü ve çeşitli hormon tahlilleri yapılır.
Büyüme hormonu eksikliğinin kesin tespiti
durumunda, çocuğa büyüme hormonunun
takviye olarak verilmesi sağlanır. Bu tedavi,
boy olması gereken ölçüye gelene kadar
uygulanır l
Sağlıktan kısa kısa...
75 YIL KALBİNDEKİ
DELİKLE YAŞADI
Aydın’ın Efeler ilçesinde, 75 yıldır kalbinde
delik olduğunu bilmeden yaşayan Ali Ateş,
başarılı bir operasyonun ardından sağlığına
kavuştu. Ali Ateş’i tedavi eden
Dr. Mustafa Ünal, “Yapılan tetkikler
sonucunda hastamızın kalbinde delik
olduğunu saptadık ve ameliyatsız
kapatılamayacağı sonucuna vardık.
Hastalığın yol açtığı ağır akciğer
enfeksiyonları da operasyonun sağ göğüs
kafesinden yapılmasına engel oluyordu.
Bu nedenle hastamızı standart ancak, kalp
durdurulmadan uygulanan teknikle ameliyat
ettik. Kalbin etrafına zardan yama yaparak
deliği kapattık. Operasyonun ilk saatlerinden
sonra akciğer sorununda gözle görülür
iyileşme başladı” dedi.
SAFRA KESESİNDEN
300 TAŞ ÇIKARILDI
Uzun süredir karın ağrısı ve bulantı
şikayetleri ile hastaneye başvuran
kadın hastanın safra kesesinden, yapılan
operasyonla 300’e yakın taş çıkarıldı. Genel
Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. İbrahim Cenk
Soğukpınar’ın gerçekleştirdiği operasyon
neticesinde sağlığına kavuşan A.M.’nin,
ilk önce ultrasonla safra kesesi gözlendi.
Safra kesesinin tamamen taşla dolu
olduğunun görülmesi üzerine, Laporoskopik
Kolesistektomi adı verilen operasyonla
hastanın taşlardan kurtulması sağlandı.
Operasyonu gerçekleştiren
Opr. Dr. İbrahim Cenk Soğukpınar, safra
kesesi taşı ile ilgili, “Eğer safra taşı safra
kanalı dediğimiz yola düşerse sarılık
yapabiliyor. En korkulan ihtimal; safra
taşının pankreas bezini iltihaplandırmasıdır.
Pankreas bezi iltihaplandığı zaman durum
çok karışıyor ve ölümcül bir hal alabiliyor.
Oysa ki basit bir safra taşını kolaylıkla
çözebiliyoruz. Tanı koymak çok basit.
Bir ultrasonla tanı rahatlıkla konulabiliyor.
Yalnız ultrasonun aç karnına yapılması
gerekir ki; böyle olmazsa safra kesesi
kasıldığı için tanı konulamaz. Burada taşın
boyutu önemlidir. Çok büyük taşlar uzun
yıllar kaldığında kanserleşmeye kadar
gidebilir. O yüzden dikkatli olmak gerekir.
İkinci dikkat edilmesi gereken konu da,
küçük taşların safra kanalına düşme, sarılık
yapma ihtimalidir. O yüzden ultrason
bize her şeyi söylüyor. Eğer taş kanala
düşerse işin şekli değişiyor. O zaman o
safra kesesindeki taşın ağızdan girilen
bir hortumla safra kanalından alınması
gerekiyor’’ dedi.
HASTA
UYUTULMADAN
SUNİ DAMAR
TAKILDI
Karın ağrısı şikayeti ile Elazığ Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’ne başvuran
70 yaşındaki hastaya, Kalp ve Damar
Cerrahisi Kliniği’nde yapılan tetkikler
sonucunda kalpten çıkan ve karın
bölgesinde devam eden ana atar damar
genişlemesi teşhisi konuldu. Damar
yapısındaki bozukluk sonucu damarlarda
yüksek çapta balonlaşma ile seyreden
ve yırtılması halinde hayati tehlike taşıyan
durum karşısında Kalp Damar Cerrahisi
Op. Dr. Orhan Güngör ve ekibi ameliyat
yöntemi yerine lokal anesteziyle kasıktan
girilen yöntemle suni damar yerleştirdi.
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar
Cerrahisi uzmanlarından Opr. Dr Orhan
Güngör, “Anjiografi ünitesinde hastamızı
uyutmadan sadece lokal anestezi altında
müdahaleye aldık. Hastanın sağ kasığından
girilerek, özel bir yöntemle kapalı halde
gönderilen suni damarın balonlaşmış olan
karın ana damarı içine yerleştirdik. Böylece
kan akışı balonlaşmış olan bozuk damar
yerine yerleştirilen suni damar içinden
sağlandı. Başarılı olan bu müdahale ile
hastamızı büyük bir ameliyata gerek
kalmadan çok kısa sürede eski sağlığına
kavuşturduk” dedi.
BÖBREĞİNDEN
5 KİLO TÜMÖR
ÇIKARTILDI
Tokat’ta bir hastanın böbreğinden ameliyatla
5 kilogram tümör çıkartıldı. Özel bir
hastaneye çeşitli şikayetlerle başvuran
43 yaşındaki Sait Polat’ın böbreklerinde
tümör tespit edildi. Yapılan tetkikler
sonrasında Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr.
M. Kemal Dursun ve Üroloji Uzmanı Opr.
Dr. Kenan Yalçın tarafından başarılı bir
operasyonla hastanın böbreklerinde 5 kilo
büyüklüğünde tümör çıkartıldı. Operasyon
sonrası yapılan açıklamada böbrek
kanserinin erken dönemde belirti vermeyen
sinsi bir tümör olduğu kaydedildi. Böbrek
kanserinin kadınlara oranla erkeklerde
daha fazla görüldüğüne dikkat çeken
Dr. Kenan Yalçın, böbrek kanseri riskinin
sigara içenlerde içmeyenlere göre iki kat
fazla olduğunu belirterek, “Ayrıca ailede
böbrek kanser olan bir akrabanın olması
böbrek kanserine yakalanma riskini arttırır.
Mesleksel risk faktörleri de vardır.
Bunlar: çelik endüstri, kurşun endüstri,
petrol ve gemi sanayi çalışanlarında böbrek
kanseri riski artmaktadır” bilgisini verdi.
ANJİYO OLURKEN
3 KERE KALBİ
DURDU
Konya’da anjiyo olurken 3 kez kalbi duran
63 yaşındaki emekli öğretmen Mehmet Nuri
Servi, elektroşokla yapılan müdahalenin
ardından kalbi çalıştırılarak yeniden
hayata tutundu. Konya’da yaşayan emekli
öğretmen Mehmet Nuri Servi ailesiyle birlikte
piknik yapmaya gitti. Servi, piknikte yapılan
mangaldan sonra fenalaşınca yakınları
tarafından hastaneye götürüldü. Anjiyoya
alınan Servi’nin ameliyat sırasında kalbi tam
3 kere durdu. Elektroşokla
3 kere müdahale edilen yaşlı adam yeniden
hayata döndü. Kalbi çalıştırılan Servi’nin,
bilekten yapılan anjiyosu da başarılı bir
şekilde tamamlanınca yeniden sağlığına
kavuştu. Operasyonu gerçekleştiren
Kardiyoloji Uzmanı Murat Sakallı, hastanın
hafta sonu piknikte mangal yaptıktan sonra
yoğun şekilde sigara içtiğini belirterek,
aniden göğsünde başlayan ağrı ve soğuk
terlemesinin ardından kendilerine müracaat
ettiğini dile getirdi. Sakallı, “Yapılan
tetkiklerde hastada kalp krizi saptanması
üzerine hemen acil grafi ünitesine alındı.
Hastamız anjiyoya alındığında işlemden
önce 3 kere kalbi durdu ve elektroşokla
tekrar hayata döndürdük. Ana damarında
yüzde yüz tıkanıklık vardı. Damarı açtık.
Son derece başarılı oldu. Hastamız bugün
taburcu olacak, durumumuz iyi”dedi.
EN RİSKLİ
AMELİYATI OLDU,
YAŞAYAN 4. HASTA
ÜNVANINI ALDI
Karın ağrısı şikayetiyle hastaneye kaldırılan
49 yaşındaki Arif Bozdağ’ın kangren olan
3,5 metre uzunluğundaki ince bağırsağı
ameliyatla alındı. Sadece 30 santim kalan
ince bağırsakla yaşaması için 6 ay ömür
biçilen Bozdağ’a beyin ölümü gerçekleşen
bir kişinin ince bağırsağı nakledildi.
2,5 metreye çıkartılan ince bağırsağıyla
hayata dönen Bozdağ, Türkiye’de ince
bağırsak nakli olduktan sonra yaşayan
4. kişi oldu. Başarılı geçen ameliyat
sonrası tekrar 2,5 metreye çıkartılan ince
bağırsağıyla normal bir insan gibi yeme
içmeye başlayan Bozdağ, “Her şey karın
ağrısıyla başladı. Ömrümde bağırsak ya
da karın ağrısı çekmemiştim. Evde yemek
yedikten sonra karnım ağrımaya başladı,
kusarsam geçer diye düşünüp kustum
yine geçmedi. Bu yaşıma kadar böyle bir
ağrım olmadı. İnsan başına gelmeyince
bilmiyor. Doktorlarım sayesinde sağlığıma
kavuştum. Çok şanslı olduğumu söylüyorlar.
Türkiye’deki 4. kişiymişim. Keşke herkes
organlarını bağışlasa da daha çok insan
sağlığına kavuşsa” diye konuştu.
TESADÜFEN
SAĞLIĞINA
KAVUŞTU
Afyonkarahisar’da tesadüfen gittiği
hastanede yaptırdığı sağlık kontrolü sonrası
kalp hastası olduğunu öğrenen bir hasta,
doktorların gerçekleştirdiği açık kalp
ameliyatı ile sağlığına kavuştu. Yaşanan
ilginç olayda eşinin baskısı ile sağlık
kontrolü yaptıran 53 yaşındaki
Yusuf İzzettin Satılmış’ın hastanede yapılan
tetkikleri sonrası kalbinin 3 damarının
tıkalı olduğu ve bu yüzden hemen anjiyo
yapılmasına karar verildi. Anjiyo ile
Satılmış’ın kalbinin damarları açılamayacağı
görüşüne varan doktorlar bu defa Satılmış’ı
açık kalp ameliyatına aldılar. Başarılı geçen
ameliyatın ardından hasta sağlığına kavuştu.
ardından sağlığına kavuşan satılmış yaptığı
açıklamada, ‘Doktorum
Op. Dr. Ercüment Ayva bana ‘Açık ameliyat’
deyince korktum. Önce Ankara’ya gittim,
ancak Afyonkarahisar’da daha ilgili ve
takip olacağını düşünerek geri döndüm.
Gördüğünüz gibi şu an sağlığım iyi.
Ameliyatım da başarılı geçti. Bundan sonra
da tövbe ediyorum ve 2 haftadır da sigarayı
bıraktım. Çok mutluyum” dedi.
TEKRARLAYAN
GENİZ ETİ VE
BADEMCİĞİN
SEBEBİ ALERJİ
Alerjik nezle ve tekrarlayan enfeksiyonlar
çoğu kez geniz eti ve bademcik büyümesi ile
sonuçlanıyor. Burun tıkanıklığı ve uyku apnesi
olan çocuklarda geniz eti ve bademcikler
operasyonla alındığında, uyku apnesi
yüzde 80-90 düzeliyor. Ancak alerji tedavisi
yapılmadan bademcik ve geniz eti alınan
her 4 çocuktan birinde geniz eti yeniden
büyüyor ve şikayetler tekrarlayarak kısır
bir döngü oluşuyor. Alerji Uzmanı Prof. Dr.
Yonca Tabak, burundan ve ağızdan rahat
nefes almanın sağlık açısından önemine
değinerek, çocukların gelişimindeki rolünün
büyük olduğunu belirtti. Tabak, büyüme
ve gelişim geriliğine, dikkat dağınıklığına,
okul başarısızlığına, zeka problemine, kalp
ve akciğer rahatsızlıklarına sebep olabilen
bademcik ve geniz eti problemlerinin,
altında yatan sebebin mutlaka araştırılması
gerektiğini vurguladı. Horlayan ve sık
hastalanan çocukta geniz eti ve bademcikler
alınsa bile hastalığın tekrarladığını belirten
Tabak, ameliyat öncesi mutlaka altta yatan
sebebin bulunması ve alerjinin araştırılması
gerektiğini söyledi.
HASTAYA GEREK
KALMADAN ANJİYO
Türkiye’de ilk kez hastaya gerek bırakmadan
doktorların bilgisayar üzerinden kalp
ameliyatları yapabileceği uygulama hayata
geçti. Türk Kardiyoloji Derneği, Türk Kalp
Damar Cerrahisi Derneği’nden de tam not
alan projenin tanıtım sunumunu uygulamalı
olarak yapan Türk Kardiyoloji Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oktay
Ergene,“Hasta başına gidildiğinde heyecanı
yok eden hastayı öldürmeyen bir uygulama”
dedi.Toplantıda konuşan Bayer Kadın
Sağlığı ve Genel Tedaviler İş Birimi Direktörü
Dr. Oğuz Mülazımoğlu proje ile tanışma
sürecine ilişkin bilgi aktararak dünyadaki
en önemli uygulama olduğunu söyledi.
Mülazımoğlu, “Asistanların kardiyovasküler
olmadan similasyonla hastaya yansıtma
işlemi 2013 yılında bu çalışmaya başladı.
Yurt dışından gelen teknisyenlerle eğitim
gören kliniklerde uygulamayı yapmalarını
sağlıyoruz. Şu ana kadar 86 asistan ilk kez
herhangi bir hastaya gitmeden bu cihaz
üzerinde uygulama yaptı. Ayrıca 35 şehir
130 hastanede 3 bin 200’ün üzerinde pratik
yapıldı. Bazı şehirlere birden fazla gittik.
Klinklerden yoğun şekilde davet alıyoruz.
Amacımız yıl sonunda daha çok yerlere
gitmek. Yaklaşık 4 bin 500 hekim oluğunu
düşünürsek yüzde 80’inini tamamlamış
oluruz” dedi.
AKCİĞER
KANSERİNDE
DOĞRU BİLİNEN
YANLIŞLAR
Yanlış Akciğer kanserine bıçak değince
dağılır.
Doğru Akciğer kanseri uygun hastalarda
ameliyat ile tamamen tedavi edilebilir.
Yanlış Kan testlerinin normal çıkması kişinin
kanser olmadığını gösterir.
Doğru Akciğer kanserinde kan testleri
normal olabilir.
Yanlış Akciğer kanseri parça alındıktan
sonra yayılır.
Doğru Uygun şekilde parça alındığında
kanserin yayılma tehlikesi yoktur.
Yanlış Akciğer kanseri önlenemez
bir hastalıktır.
Doğru Akciğer kanseri önlenebilir
bir hastalıktır.
Yanlış Tüm akciğer kanserleri aynıdır.
Doğru Hayır, aynı değildir. Mutasyona göre
kanserin büyümesi, yayılması, tedaviye
direnci farklıdır.
Yanlış Sigara akciğer kanserinin
tek nedenidir.
Doğru Sigara akciğer kanserinin tek nedeni
değildir ancak en büyük nedenidir.
Yanlış Sigarayı bırakma akciğer kanseri
riskini azaltmaz.
Doğru Sigarayı bırakma, akciğer
kanserinden ölüm riskini kesinlikle azaltır.
Yanlış Akciğer kanseri aniden gelişir.
Doğru İlk akciğer kanseri hücresinden
teşhise kadar 8-10 yıl geçebilir.
Yanlış Akciğer grafisi normal ise, kanser
yoktur.
Doğru Akciğer grafisi bazı kanserleri
saptayamayabilir.
Yanlış İleri dönem akciğer kanserinde
kemoterapi yararsızdır.
Doğru İleri dönem akciğer kanserinde
kemoterapi yaşam süresini uzatır.
Yanlış Kemoterapinin yan etkileri fazladır.
Doğru Modern ilaçlar ile kemoterapi, hayat
kalitesini düzeltir.
Yanlış Akciğer kanserli hasta et ve şekerli
ürünleri tüketmemelidir.
Doğru Akciğer kanserli hasta, dengeli bir
şekilde et ve şekerli gıda tüketebilir.
Yanlış Akciğer kanserli hasta sigara içmeye
devam edebilir.
Doğru Sigara içmeye devam eden akciğer
kanserli hastaların yaşam süresi kısalır.
Yanlış Işın ve ilaç tedavisi sırasında sigara
ve alkol içebilirsiniz.
Doğru Sigara ve alkol tedavinin etkinliğini
azaltır, yan etkileri artırır.
Yanlış Işın tedavisi ağrılıdır.
Doğru Işın tedavisi ağrıyı artırmaz.
Yanlış Işın tedavisinden kişi çevreye
radyasyon yayar.
Doğru Işın tedavisinde kişi çevreye
radyasyon yaymaz.
Yanlış Işın tedaviniz devam ettiği sürece
yıkanmanız sakıncalıdır.
Doğru Işın tedavisi aldığınız bölgelere
sabun sürmeden, ovalamadan, ılık suyla
duş alabilirsiniz.
CEP TELEFONU
ÇOCUKLARDA
BEYİN TÜMÖRÜNÜ
ARTTIRIYOR
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Genel
Sekreteri Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam,
çocukların cep telefonu kullanmasının
zararlı olduğunu, belirli bir yaşa kadar direkt
kulağa temas etmemesi gerektiğini söyledi.
Sağlam, cep telefonlarının çocuklarda
beyin tümörüne neden olduğunu belirterek,
“Cep telefonu ahizesinin farklı aparatlarla
kulaktan uzaklaştırılması gerekir. Çocukların
cep telefonu kullanması belli bir yaş öncesi,
çocukların kemik yapısı, kafatası yapısı
tam yerine gelmediği için, beyin koruması
tam olmadığı için, özellikle cep telefonuyla
direkt temas etmeleri beyin dokusuna,
radyasyonun maruz kalmasına neden oluyor
ve beyin dokusuna radyasyonu alıyorlar. Bu
da beyin gelişimini ve ileride beyin tümörü
olmalarını arttırıyor. Tabi ki bu tümör gelişimi
bir günde üç günde olmuyor. 10-20 yıl
gibi uzun sürelerde oluyor. Cep telefonu
kullanımları da artık yavaş yavaş bu süreler
yaklaşıyor. Biz bu vakaları görmekten
korkuyoruz” dedi l
Bunları
biliyor
musunuz?
Gülmek, platisma
kasını hareket
ettirerek dekolte
bölgesinde vibrasyon
etkisi yaratır, bu da
yaşlanmayı geciktirir.
Çileği iyice ezerek
diş fırçasına sürüp,
macununuz olmadığı
zamanlarda dişlerinizi
fırçalayabilirsiniz.
Çilek; dişleri hem korur,
hem parlatır
Yemeğin ardından
hemen çay içmeyin.
Aldığınız gıdanın
demiri ölür.
Aradan en az
yarım saat geçmesine
dikkat edin.
Beyaz tenliyseniz
ve yandığınızda kızarmak
istemiyorsanız, güneş
öncesi havuç suyu için.
Havuç suyu derinizin
bronzlaşmasını
sağlayacaktır.
Çok yemekten
karnınız şiştiyse,
naneli sakız
çiğneyin ya da
zencefilli çay için
(Mide ve yemek
borusundaki
kasları gevşetir,
rahatlama sağlar)
Ayrılık sonrası
ilk 2 gün üzüntü
yaşarsınız,
bu hormoneldir.
Sonrasındaki
kötü hissetme
ise beyninizin ve
hafızanızın size bir
oyunudur.
Haftada sadece
bir kere bile olsa
45 dakika koşmak,
kalp ritminizi
düzenler ve kalp
hastalıkları riskini
%40 azaltır.
Ağlamak stres
hormonlarını
düzene sokuyor,
ağladıktan sonra
mutlu hissetmenizin
nedeni de budur.
Ağlamaktan
çekinmeyin.
İdeal kilonuzun
üzerine çıkmamaya
çalışın. Kilo,
horlamanın
en önemli
nedenlerinden
biridir.
Soğuk bir
odada uyumak
kabus görme
ihtimalinizi %70
arttırır.
Yemeklerden yarım
saat önce içilen
1 bardak sıcak su
iştahı azaltır ve kilo
vermeyi hızlandırır.
Yapılan araştırmalar
kadınların günde
yaklaşık 11,
erkeklerin ise
16 bardak sıvı
tüketmelerinin
sağlıklı olduğunu
göstermiştir.
Soğuk suyun hepsini
içmek yerine
bir kısmını ensenize
sürerseniz daha
cok serinlersiniz.
sürerseniz daha cok
serinlersiniz.
(Bütün sinirler
boyundan beyne
ulaşır)
1 adet sigarada
4000’in üzerinde
kimyasal madde
vardır vebunların
55 tanesi
1. derece kanser
yapıcıdır.
Sesiniz
kısıldıysa
bir tutam tuz
yalayın, ses
tellerinize iyi
gelecektir.
Gece uykusuna ek
olarak gün içerisinde
yapılan şekerleme
sırasında beyin
hücreleri yenileniyor
ve bağışıklık sistemi
güçleniyor.
Başınız ağrıdığında,
baş parmağınızla
işaret parmağınızın
arasında kalan sinir
bölgesini sertçe
ovarak baş ağrınızı
hafifletebilirsiniz.
Kekik,
üst solunum
yollarına iyi gelir,
öksürük, boğaz
iltihaplanması,
astım, bronşit
gibi hastalıklarda
etkilidir.
Zihnin yorgun
Muz kabuğunun
olduğu gecelerde
iç kısmıyla
süt içilmelidir. Sütün
dişlerinizi
içindeki triptofan
ovalarsanız daha
aminoasiti uyku verici
parlak ve beyaz
serotonin maddesinin
dişlere sahip
sentezlenmesini
olabilirsiniz.
sağlar.
Kadın beyni,
regl olduğu
dönemlerde çok daha
aktif çalışır. Tehlikeyi
daha çabuk sezer.
Bu dönemlerde
erkekler dikkatli
olmalıdır.