- 6 - Sosyolojide Şiddet Kavramı Nazar Bal Ankara

Sosyolojide Şiddet Kavramı
Nazar Bal
Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü Y. Lisans Öğrencisi
GİRİŞ
Şiddet kavramı günümüzde birçok alanda ve olayda kullanılan bir kavram olarak
karşımıza çıkmaktadır: futbolda şiddet, terör şiddeti, polis ve asker şiddeti, siyasette şiddet,
sağlıkta şiddet, ailede şiddet, trafikte şiddet, medyada şiddet mafya şiddeti, devrim şiddeti
gibi. Şiddet güncel bir konudur ve insanların yaşadığı birçok alanda gözlenebilmektedir: Ev,
okul, iş yerleri, kurumlar, sokaklar gibi. Bu anlamda şiddet kavramı farklı disiplinler içinde
yer almaktadır: Sosyoloji, biyoloji, psikoloji, felsefe, din, suç bilimleri, hukuk, siyaset, kadın
çalışmaları, eğitim, sağlık, kriminoloji gibi. Şiddet, hem kişilerarası şiddet olarak hem de
kolektif şiddet şeklinde görülebilmektedir. Şiddetin bu iki türü de sosyolojiyi kapsamaktadır
ve ‘şiddet’ kavramı sosyolojide toplumsal bir olgu olarak incelenmektedir.
Bu kapsamda literatüre baktığımızda şiddet konusunu ele alan birçok araştırma vardır
(Kocacık, 2001; Kızmaz, 2006; Page ve İnce, 2008; Özsöz, 2009; Yaman Efe ve Ayaz, 2010;
Dursun, 2011; Dönmez, Şimşek ve Günay, 2012; Şahin ve diğerleri, 2012; Altundaş, 2012) ve
bu çalışmaların her biri farklı açılardan şiddet kavramını ve şiddet olayını irdelemiştir. Kadına
ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları toplumda artan bir durum haline geldiği için
yapılan çalışmaların çoğu ya kadına yönelik şiddet ile ya aile içi şiddet ile ya da sağlık
çalışanlarına yönelik şiddet ile ilgilidir. Bir çalışmada ise şiddet olayının en çok (%16 kat
daha fazla) sağlık kurumlarında görüldüğü saptanmıştır (Elliott, 1997 akt Annagür, 2010). Bu
alanlarla ilgili yapılan çalışmaların bir kısmı (TBMM, 2013; Annagür, 2010; TTB- Gaziantep,
Kilis, Isparta, Burdur Tabib Odası, 2008; Dişsiz ve Şahin, 2008, HÜNEE, 2009) rapor ve
değerlendirme niteliğinde olmuş olup şiddet konusu olaylar üzerinden ele alınmıştır. Bu
çalışmalarda öncelikle, şiddet tanımı yapılmakta, ardından şiddet boyutlarına (fiziksel,
psikolojik, sözlü, cinsel), şiddet nedenlerine,
toplumda şiddetin neden arttığına, şiddete
kimlerin başvurduğuna, yaşanan şiddetin boyutu ve niteliğine, şiddetle başa çıkma
stratejilerine değinilmektedir. Bu çalışmalar, öncelikli olarak sosyologlardan değil, sağlık
çalışanlarından, kadın çalışmalarından ortaya çıkmıştır. Şiddet denilince toplumda insanların
aklına daha çok fiziksel, sözlü, cinsel şiddet gelmektedir. Ancak Bourdieu’nun (2000)
-6-
sembolik şiddet kavramı da gözden kaçırılamayacak bir şiddet boyutudur. Şiddetin
görünmezliği anlamında sembolik şiddet kuramı önem arz etmektedir.
Yabancı kaynaklara baktığımızda ise (Townsend, 2011; von Holdt, 2012; Virkki,
2008) şiddet kavramı, belli bir kavramlar üzerinden tartışılmakta ve başka kavramlar ile
bağdaştırılmaktadır. Bunun en güzel örneklerinden birisi, şiddetin Bourdieu’nun habitus
(1990) ve Luhmann’ın güven (1979) kavramlarının birlikte ele alınmasıdır (Virkki, 2008;
Endreb&Pabst, 2013). Bourdieu’nun habitus kavramının yanında alan (field) kavramı ve
sembolik şiddet kavramı (1991) da ön plana çıkmaktadır (Townsend, 2011; von Holdt, 2012).
Genel anlamda şiddet konusu Collins’in yaklaşımları ile göze çarpmaktadır. Özellikle
Collins’in şiddet uygulayanlar için “şiddet tüneli” (Collins, 2012) metaforunu kullanması
dikkat çekmektedir. Saha araştırmalarının yöntemlerine bakıldığında genelde nitel bir
araştırma olup fenomenolojik araştırmayı (Endreb ve Pabst, 2013) benimseyenler de vardır.
Bunlara ek olarak, şiddetin görünmez olduğuna değinen çalışmalar da
(Bishop,
Korczynski&Cohen, 2005; Virkki, 2008) yer almaktadır. Bu çalışmalarda iş yerlerinde (sağlık
alanı gibi) meydana gelen şiddetin seviyelerine göre yöneticiler tarafından görülüp
görülmediği konusu üzerinde durulmuştur.
Bu çalışma sosyolojide şiddet kavramının nasıl ele alındığını çalışmaktadır. Öncelikle
şiddet tanımlarına, türlerine, nedenlerine yer verilecek, sonrasında sosyolojide şiddetin ele
alınış biçimleri Collins’in “şiddet tüneli” metaforu ile Bourdieu’nun “sembolik şiddet”
kavramı ve Luhmann’ın “güven kavramı” ile irdelenecektir.
Şiddet Tanımı ve Şiddetin Kavramsallaştırılması
Şiddet ile ilgili bazı çalışmalara (Kocacık; 2001; Kızmaz, 2006, Önsöz, 2009)
bakıldığında şiddetin tanımını yapmanın güç olduğu ile ilgili ve şiddetin farklı disiplinlerde
farklı şekillerde ele alındığı ile ilgili düşünceler yer almaktadır. Bu düşüncelere katılarak ifade
etmek gerekir ki, şiddet, toplumların bulundukları konuma, zamana, sürece, kişinin geçmişine
göre değişebilen bir olgu olduğu için; şiddet, her kesimden, her kültürden ve her yaştan olan
kişileri kapsadığı için ve şiddet seviyeleri farklı olduğu için şiddetin tanımını yapmak da
güçleşmektedir.
Şiddet, toplum tarafından daha çok fiziksel şiddet anlamı ile anlaşılmaktadır. Şiddetin
kabul edilir bir şey olması bağlamında bir eylemin varlığı söz konusu olmaktadır. Şiddet
görünür durumda ise, bedensel bir eylem var ise ve karşıdaki bu eylemden zarar görüyor ise o
zaman şiddet de vardır görüşü hakim olmaktadır. Oysaki şiddet sadece fiziksel şiddet ile
sınırlı değildir: psikolojik olarak uygulanan şiddet (daha çok duygular ön plandadır), sözel
-7-
şiddet (en yaygın olan şiddettir), cinsel şiddet, davranışsal şiddet (aşağılayıcı davranışlar),
sembolik şiddet (her alanda karşılaşılan şiddet). Şiddet, iletişimin koptuğu anda ortaya
çıkabilmektedir. Aslında tersinden bakacak olursak, şiddet bir iletişim aracıdır da diyebiliriz.
Şiddet kavramı, çok farklı açılardan tanımlanmıştır. Genel anlamda şiddet, sertlik, sert
ve katı davranış, kaba kuvvet kullanma anlamına gelmektedir. Şiddet olayları, insanları
sindirmek, korkutmak için ortaya çıkarılan olay ya da girişimlerdir (Ünsal, 1996:29). John
Dewey (2008) şiddeti, “yanlış kullanımlı kuvvet güç ya da enerji” şeklinde tanımlamıştır ve
bu tanımdan kuvvetin yıkıcı bir kuvvet olduğu, zarar verdiği ve enerjinin bu kullanımına
şiddet denildiği anlaşılmaktadır (akt Dursun, 2011:5). Sağlık alanında da şiddet bir güç olarak
tanımlanmıştır: “kendine, bir başkasına, grup ya da topluluğa yönelik olarak, ölüm,
yaralanma, ruhsal zedelenme, gelişimsel bozukluğa yol açabilecek şekilde fiziksel zorlama,
güç kullanımı ya da tehdidinin amaçlı olarak uygulanmasıdır” (World Health Organization,
1998). Şiddeti güç olarak tanımlayan düşünürler arasında Marx ve Collins de vardır. Collins,
şiddet kavramında fiziksel gücün gerekli bir bileşen olduğunu vurgulamaktadır. Marx’da
şiddeti sıklıkla bir güç aracı olarak tanımlamaktadır (Walby, 2013).
Bir felsefeci olarak Hegel, şiddeti, bir olumsuzlama (negation) olarak ve şiddeti
baskı/zorlama ile bağdaştırarak ele almıştır. Bu anlamda Hegel (1991), şiddet konusunda
“yaşayan bir canlı olarak insan, elbette boyunduruk altına alınabilir. Yani fiziksel tarafı ve
diğer harici nitelikleri, diğerlerinin gücü altına girebilir. Sadece baskılanmayı/zorlanmayı
isteyen kişi, herhangi bir şeye zorlanabilir” şeklinde düşünerek zorlama ve baskılamanın
dışsal bir niteliğe veya fiziksel bir niteliğe yapılabileceğini vurgulamaktadır (akt Dursun,
2011:11). Başka bir çalışma da şiddet, ex-negativo ile kavranabilmektedir. Ex-negativo’dan
“zıttıyla ortaya koyma,
aslında şiddetin ne olmadığını ortaya koyma” anlamını
anlaşılmaktadır (Endreb ve Pabst, 2013).
Biyoloji alanında şiddet genelde beyin işleyişine bağlı olarak ele alınmaktadır ve
şiddet ile beraber kimyasal ve hormonal etkileşimler ortaya çıkmaktadır Bu kapsamda,
biyoloji disiplini içinde şiddet tutumları, diet, alerjiler, hormonal düzensizlikler, testosteron
gibi bio-kimyasal faktörler, beyin bozuklukları ve tümör gibi nöropsikolojik faktörler, XYY
sendromu gibi genetiksel faktörler üzerinden analiz edilmektedir (Farrington,1987; Wolf,
1987; Venables, 1987; Ellis, 2000:5; Thiesen, 1990: 153-161; Denno, 1990; Ellis, 2005;
Banks, 1996 akt Kızmaz, 2006).
Psikoloji alanında, şiddet kavramı; bireyin zihinsel süreci, psikopatolojik sendromlar,
iç güdüsellik, egosantrizm, rijitlik, hiperaktiflik, zeka düzeyi, zihinsel rahatsızlıklar, kişilik
bozuklukları ve sinirlilik gibi kişilik özellikleri tanımlanmaktadır (Hollin, 1989; Phulia v.d.,
-8-
1992; Siegel, 2001: 164-178 akt Kızmaz, 2006). Psikolojik anlamda, şiddet eylemini harekete
geçiren bir davranış ya da güdü olabilmektedir. Bu güdünün kaynağı ise bireyin veya
grupların bir hayat beklentisi, dayanılmaz hale gelen baskılar, kan davaları, namus cinayetleri
gibi ortaya çıkan eylemler olabilmektedir ( Ergil, 2001:40).
Hukuk alanında şiddet kavramı, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret
etmek, onuru kırmak, huzura son vermek, birinin haklarını çiğnemek, hırpalamak, incitmek,
zor kullanmak gibi (Erten ve Ardalı, 1996:143).
W. Benjamin’e göre şiddet, iktidarı kuran ve koruyan şiddet olarak ikiye
ayrılmaktadır. Şiddetin bu iki biçimi birbiri ile iç içe geçmiştir. Her tür egemenlik kurucu bir
şiddete referans verir ve her tür hukuk bu kurucu şiddetin anısını korur, bu şiddet adına
egemen olmayı sürdürür. İktidar modern anlamıyla kimin öleceğine, kimin kalacağına karar
verir (Kardeş, 2007).
Durkheimcı bir yaklaşıma göre şiddet, (Durkheim, 1952), anomi, egoizm, karışıklık,
parçalanmadır. Merton’a göre şiddet (1968), sosyal ve ekonomik eşitsizliğin bir sonucudur.
Weber (1968), klasik bir şekilde bir kurum olarak bir modern devlet tanımlamaktadır ki devlet
verilen toprak içinde tekel bir üstün yasal şiddete sahiptir. Bu tekelleşme, uzun bir tarihi
sürecin sonucudur (akt Walby, 2013). Weber (1987), şiddeti “devlet de insanın insana
egemenliği ilişkisidir- meşru şiddet araçlarıyla desteklenen bir ilişki” şeklinde açıklamıştır
(Gümüş, 2006b).
Sosyal antropolog olan Radcliffe-Brown şiddeti “devlet tarafından uygulanan fiziksel
zor, yönetimdir (siyasi organizasyon), şiddet değil” şeklinde tanımlamıştır (Riches, 1989:13).
Collins’e göre (2008) şiddet, acizlik, tükenmişlik, çaresizliği ifade etmektedir. Şiddet,
gizli ve sinsi olabilmektedir ve şiddetin gerçekleşmesinde, sosyal kültürel ortam, background
(kişinin geçmişi), süreç, etkileşim, durumsal şartlar önemlidir (Collins, 2008). Bir başka
makalede de şidde bir backgorund varsayımı olarak ele alınmıştır (Endreb ve Pabst, 2013).
Şiddet, sosyalliğin eksikliği olarak tanımlanmaktadır. Bu durum güvenle ilişkilidir.
Şiddetin sosyal çıkarımlarında travmatik deneyimlerin mevcut olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Şiddet, kişinin beden ifadesi ile bağlantılıdır. Korku hissi, politik yapılar, hukuksal ayrımcılık,
ırk, etnik, kültürel ayrımcılık hissine kapılanlar şiddet eğilimi göstermektedir. Şiddet
durumunu anlamak için insanın karşılaştığı durumlara, insanı harap eden olaylara bakmak
gerekmektedir. Şiddet deneyimi, bir bütünlüğün sarsılmış haline gelmesi ile meydana
çıkmaktadır. Bu durum, sarsılmış bir güvene öncülük etmektedir ve travmatik deneyimlere
-9-
yol açmaktadır. Burada sosyolojide şiddetin bedensel-fiziksel şiddet olarak görüldüğü
açıklanmıştır. Travma, şiddetin bir etkisidir (Endreb ve Pabst, 2013).
Bir çok yazar da (Trotha, 1997; Nunner-Winkler, 2004) açık bir şekilde şiddetin
bedensel şiddet fenomeni ile sınırlandırılan bir kavram olduğu üzerinde tartışmışlardır
(Endreb ve Pabst, 2013).
Sosyoloji alanında şiddet kavramı, yaşam biçimini belirleyen değerler yapısı,
toplumsal ve kurumsal yapı, sosyalleşme süreci ve bireyler arası ilişkiler biçimi üzerinden
irdelenmektedir (Kızmaz, 2006:248).
Şiddet, sosyal kurumlar, insanlar arasında da olabilen bir asimetri mekanizması olarak
da tanımlanabilmektedir. Şiddet, çoğunlukla asimetrik durumlar içinde (aynı durum, aynı
zaman, aynı ifade) meydana gelmekte ve bu durumu yeniden üretmektedir (Endreb ve Pabst,
2013).
Şiddet Türleri
Collins, şiddetin fiziksel, duygusal, bedensel yönlerine işaret ederek şiddetin farklı
türlerden incelenebileceğini öne sürmektedir (Walby, 2013). Bunun yanında Collins, (2012),
“şiddet tüneli” metaforunu kullanarak şiddet türlerine değinmiştir. Kişi, şiddet tüneli kısa
(birkaç dakika ya da daha az), orta (birkaç saat) ve uzun (birkaç gün ya da haftalarca) süreli
aralıklarda kalabilmektedir. Bu bağlamda kişilerin şiddet tünelinde ne kadar süre kaldıkları
şiddet türlerine işaret etmektedir.1
Genel anlamda şiddet insanlar arası şiddet ve kolektif şiddet olarak ayrılmaktadır.
Kadına yönelik şiddet insanlar arası şiddet olarak algılanırken, ayaklanmalar, devrimler, etnik
gruplar, kabileler kolektif şiddet olarak algılanabilmektedir. İnsanlar arası şiddet, şiddet suçu
ve sapkınlık, nispeten sosyolojiden ayrı olan kriminoloji alanı içinde analiz edilmektedir.
Kolektif şiddet, savaş durumu zamanında devletler tarafından kullanılmaktadır ve bazen
uluslararası ilişkiler, politik bilimler ve yeni güvenlik çalışmaları tarafından ele alınana
analizlerde görünmektedir (Buzan ve Hanzen, 2004; Collins, 2010 akt Walby, 2013).
Toplumsal cinsiyet, etnik, din gibi meselelerde görülen eşitsizlikler kişilerarası şiddet
araştırmalarında şiddetin yeni formlarını doğurmuş ve bu meseleler belgelendirilmiş,
teorileştirilmiştir (Walby, 2013). Güney Afrika’daki kolektif şiddet özellikle ırk ayrımcılığına
karşı direnç periyodu içinde darbe şiddeti, yabancı düşmanı saldırıları, toplum protestolarına
karşılık gelmektedir (Von Holdt, 2012).
1
“Collins ve Şiddet Tüneli” adlı bölümde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
- 10 -
Kimi siyasal düşünürlere göre şiddet şu açılardan irdelenmektedir (Keleş ve Ünsal,
1996:92):
• Ülke kültüründen kaynaklanan şiddet eylemleri: Irksal, etnik, dinsel, bölgesel çeşitlilik
içinde çıkar çatışmalarının yüzyıllarca süregeldiği bir ortamda içe dönüklük, yabancı
düşmanlığı, sevgi ve nefret duyguların bileşimi ortaya çıkan gerginlikleri ve çeşitli
şiddet eylemlerini temsil etmektedir.
• Devrimci ve karşıdevrimci şiddet eylemleri.
• Askeri darbelerin yol açtığı şiddet eylemleri.
• Öğrencilerin şiddet eylemleri.
• Ayrılıkçı şiddet eylemleri
• Seçim dönemlerinde patlak veren eylemler.
Suça yönelik şiddetlere bakacak olursak, cinayet, hırsızlık, silahlı saldırı, soygun,
tecavüz, soykırım gibi şiddet türleridir. Suç sayılmayan şiddet türlerine, enflasyon, yoksulluk,
eğitimsizlik, yönetimde kayırma beklenti ve çıkarları uğruna modern çete diye
adlandırılabilecek şekilde bir araya gelerek bazı yöneticilerin baskı ve zorlama ile yerinden
ayrılmasının sağlanması, trafik kazaları, çevreye zarar verme girmektedir (Ergil, 2001).
Walby’e göre (2013) şiddet çeşitleri.
•
Güçsüzlerle güçlüler arasındaki şiddet
•
Günlük yaşamda ve ayaklanmalarda ortaya çıkan şiddet, isyan.
Şiddet türleri, genel anlamda, yapısal/sürekli/bütüncül ve geçici olarak ya da
doğrudan ve dolaylı olarak ikiye ayrılabilir. Yapısal anlamda şiddete örnek olarak iktidarı
elinde tutanların şiddeti bir egemenlik aracı olarak kullanmasını verebiliriz ki bu şiddet türü
sembolik şiddete de girebilmektedir.
Şiddetin Nedenleri
Şiddetin nedenleri arasında psikolojik, ekonomik, kültürel, politik bileşenleri içeren
birçok unsur vardır: Sosyal eşitsizlik, adaletsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlikler, işsizlik,
yoksulluk, refah kaybı, doğal hakların ve kaynakların gaspı, özelleştirmeler, sömürgeleştirme,
ırk ayrımcılığı, etnik köken.
Özellikle Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığı şiddete neden olan unsurlardan birisi
olmuştur ki ırk ayrımcılığı sonrasında da başka tür şiddetler (suç içeren şiddetler, kadına
yönelik şiddet, kişiler arası şiddet ve kolektif şiddet) ortaya çıkmıştır. Güney Afrika’da şiddet
oranlarının yüksek olmasının sebebini, bilim adamları sosyo-ekonomik eşitsizlik terimleri ile,
ırk ayrımcılığından gelen şiddet ortamları ve tarihsel travma ile açıklamışlardır. Aslında daha
çok da psikolojik bükülme (psychological inflection) ile açıklanmıştır (Von Holdt, 2012).
- 11 -
Sosyoloji ve Şiddet
Şiddet ayrı bir disiplin olarak sosyolojide ortaya çıktığında, şiddet davranışı, sosyal
kurumlar tarafından şekillenen bir sosyal olgu (fact) olarak görülmektedir (Walby, 2013).
Şiddeti ele alırken, şiddete yol açan unsurları (psişik, kültürel, ekonomik, sosyal,
politik, yapısal) birlikte ele almak önemlidir (Gümüş, 2006). Tek bir neden şiddeti
doğurmamaktadır; şiddet toplumsal bir sorundur ve çevreden kaynaklanabilmektedir. Şiddetin
tek bir nedene indirgenerek algılanması, bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır (Tezcan,
1997). Şiddet, sadece ne fiziksel olarak bedene, koşullara, aktörlere, araçlara, şiddet
kurbanlarına ne de çevresel koşullara indirgenemez. Şiddetin bu şekilde ele alınması sosyoloji
ile mümkün olabilmektedir ve şiddetin birçok neden ile ele alınması sosyoloji için de önemli
bir unsurdur.
Şiddet iki yönden ele alınabilir: 1) bedenlerin biyolojik yönleri ile 2) güç, politika,
devlet, ekonomik, kültür/ortam. Bir tarafta eylem ve onun etkisi vardır, diğer tarafta sosyal
sistem ve sosyal eşitsizlik vardır. Sosyoloji, şiddetin daha çok bedene yönelik olan kısmı ile
değil, semboller ve kültür aracılığıyla yapılan şiddet ile ilgilenmektedir (Walby, 2013).
Şiddet konusu, sosyolojide son yıllarda daha çok gündeme gelen bir konu olmuştur.
Ağırlıklı olarak, kriminoloji, uluslar arası ilişkiler, politika bilimleri gibi sosyal bilim
dallarında daha çok irdelenen şiddet konusu son zamanlarda meydana gelen toplumsal
olaylarla ilgili olarak sosyolojide de yer almaya başlamıştır. Şiddet sosyolojinin neresinde yer
almaktadır? Ya da sosyolojide şiddet nasıl incelenmektedir? Sorularını sorduğumuzda aslında
şiddet ve sosyoloji iç içedir; sosyolojinin içinde barındırdığı çatışma kuramı, şiddet kavramını
ele almaktadır. Bu bağlamda sosyolojide daha çok çatışma diye incelediğimiz olaylar aslında
şiddetin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Çatışma kavramının anlamına baktığımızda
bunu görmekteyiz: Çatışma kavramı (Kasapoğlu, 2010), “yarışma (competition), saldırganlık
(agression) ve birbirine karşı olma/zıtlık (antagonizm), yanlış anlama (misunderstanding),
düşmanlık (hostility), karşı olmak isteği veya niyeti (desire or intention to oppose), sosyal
çatlamalar (social cleavages), amaç ve çıkarlarda mantıksal uzlaşmazlıklar (logical
irreconciliations), gerilimler (tensions) ve rekabet (rivalry), kavga eden taraflar (belligerent
parties), alçaklık etmek (to behave viciously)”
gibi anlamları içermektedir. Bütün bu
anlamlar şiddete yönelik anlamlardır.
Aynı zamanda çatışma, daha çok birbiriyle ilişki içinde olan bireyler ya da gruplar
arasında olduğu için şiddet konusunu, sosyologlar bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadırlar
(Kocacık, 2001).
- 12 -
Şiddet, bir disiplin olarak sosyoloji için görünür bir şekilde önemli olmaya başlamıştır,
ancak şiddetin analiz alanları uzmanlıklarına göre bölünmektedir. Sosyologlar, sosyal süreçler
ve kurumlar olarak şiddetin entelektüel anlayışına katkı sağlamaktadırlar; birçok tartışmanın
altında birçok sosyolojik teori ve bakış açısı vardır. Şiddet, global ve yerel seviyelerde önemli
eleştirel tartışmanın öznesi durumundadır. Şiddet konusu, sosyolojinin klasik teorisyenleri
olan Marx ve Engels tarafından bir tema şeklinde ele alınırken, II.Dünya Savaşı’ndan sonra
şiddet daha az gündeme gelir olmuştur. Şiddet, aslında sosyolojide görünür bir şekilde vardır,
fakat alt-alan şeklinde sosyolojide yer almaktadır, bir teori çekirdeğinden daha çok
uzmanların alt çalışma alanları içinde yer almaktadır (Walby, 2013).
Şiddet, sosyoloji disiplini içinde entegre edilebilmiştir. Şiddet, sosyoloji ile bazı
yollarda örtüşen bitişik sosyal bilim disiplinlerinde (kriminoloji, barış çalışmaları, güvenlik
çalışmaları, politika bilimi, savaş çalışmaları, uluslararası ilişkiler, toplumsal cinsiyet
çalışmaları, toplumsal cinsiyet şiddeti ve sosyal politika) analiz edilmektedir. Şiddet
sosyolojisi alanının ortaya çıkması şiddet ve toplumun genel teorilerinin girişimleri ile
olmuştur. Şiddet ve toplumun analizi için teorik çerçevelerin ortaya çıkması, şiddet üzerinde
sosyolojik mirası yeniden düşündürmüştür ve geliştirmiştir. Şiddet analizi için sosyoloji
önemlidir. Alandaki son gelişmeler şiddeti daha çok görünebilir bir hale getirmiştir ve diğer
sosyal güçlere indirgenmediğini, onun ayırt edici özelliklerini göstermiştir (Walby, 2013).
Şiddet, bazen sosyolojinin kenarında yer alsa da, sürekli olarak şiddet, günlük yaşamın
ve ciddi sosyal değişikliğin analizinde, kişilerarası ilişkilerde, suç oranında, yönetim ve
direnişte, devletler, güney ve kuzey arası ilişkilerde, modernitenin birçok değişikliğinde
ortaya çıkmaktadır.
Şiddetin yeni formlarını keşfetmeye yönelik olarak, modernitede şiddet azalıyor diyen
görüşler vardır sosyolojide. Bu görüşler, Elias’ın medenileşme süreci, Weber’in bir modern
devlet tarafından yasal şiddetin tekelleşmesi üzerine söyledikleri üzerinedir. Şiddetin
kavramsallaştırılması bu tartışmalara karşı koymaktadır ki şiddetin kavramsallaştırılması
şiddetin görünür olması ile ortaya çıkmıştır. Şiddet diğer kategoriler içinde, özellikle gücün
diğer formlarının bir enstrümanı olarak indirgenebilir, kontrol altına alınabilir. Böyle
yaklaşımlarda şiddet, güç, devlet, kültür ve semboller ile ilişkili olan çeşitli kategoriler ve
kavramlar içinde sayılmaktadır. Alternatif olarak şiddet, ayrı bir fenomen olarak güce
indirgenmeden, pratiğin bir formu olarak, bir takım sosyal kurumlar olarak kendi ritmi,
dinamikleri, pratikleri içinde de analiz edilebilmektedir (Walby, 2013).
“Modernite ile şiddet azalıyor” tezi, yoksulluğun azalması ve sosyal eşitsizlik ile
ekonomik refahlık ile ilişkilidir ve bu tez kişilerarası şiddet, yönetim, yeni savaşlar, özellikle
- 13 -
cinsiyet temelli kadına yönelik şiddet, azınlıklara karşı şiddet, Güney’deki şiddet ve yeni
savaşlar üzerinde araştırmalara meydan okumaktadır. Modernite ile şiddet azalırken, bir
taraftan da toplumun kenarlarında suç ve savaşlar aynı devam etmektedir. Kenarda kalan
sosyal toplumlar güçten ve eşitsizlikten acı çektikleri için şiddetin ana kullanıcıları
durumundadırlar ve onları suça iten olağandışı bir durum ortaya çıkmaktadır (Walby, 2013).
Uluslar arası Sosyoloji Birliği konferansında (Gothenburg, 2010) global sosyolojide
ortaya çıkan şiddet alanının sosyoloji ile bağlantısı olduğu gösterilmiştir. Makalelere bakılırsa
(Walby, 2013):
•
Von Holdt, Fanon ve Bourdieu’yu karşılaştırarak Güney Afrika’da soykırım
sonrasında yaşananların şiddet analizini yapmıştır. Bourdieu, global Kuzey’de
sembolik şiddet üzerine yazmasına karşın olarak, kolonyal Cezayir’de şiddetin
sessizliğini ele almıştır. Fanon, ant,-kolonyal hareketler için şiddetin özgürleştirici
potansiyeli üzerine yazmış, çatışma sonrası periyottaki yıpratıcı sonuçların ciddiye
alınmadığını ele almıştır.
•
Collins, üstü kapalı bir söylem tercih etmiş ve şiddeti mikro-sosyolojik yönler ile ele
alarak biyolojik bedenle bu yönlerin kesişmesini incelemiştir. Von Holdt’a göre
şiddeti durdurmak zordur; Collins’e göre şiddete başlamak zordur.
•
Hearn, kadına karşı kişilerarası şiddeti incelemiştir. Bu şiddet formu feminist
sosyologlar arasında çokça değinilirken ana akım sosyolojide reddedilmektedir ve
Hearn bu durumu tartışmıştır. Hearn, sosyoloji için sadece halk şiddetinin önemini
değil domestik şiddetin önemini de vurgulamıştır.
•
Erikson, yakın partner şiddetini incelemiştir. Dona, şiddeti birbirine bağlı olan birçok
modernitenin var olduğu post-kolonyal bir içerikte açıklamıştır.
Bütün bu çalışmalar, ana akım sosyolojide şiddetin önemli bir yere gelmeye
başladığını göstermektedir
Aşağıda, şiddetin sosyolojide ele alınış biçimleri Collins’in “şiddet tüneli” metaforu,
Bourdie’nun “sembolik şiddet” kavramı ve Luhmann’ın “güven” kavramı ile açıklanmaya
çalışılacaktır.
Collins’in Şiddeti Ele Alışı ve Şiddet Tüneli
Collins, şiddeti mikro-sosyolojik açıdan ele almıştır ve video, fotoğraf, etnografi
aracılığıyla incelenen şiddet olaylarında insanların aşırı derecede stresli oldukları, yüz
ifadelerinin ve vücut duruşlarının olduğundan farklı olarak bir gerilimi yansıttığı gözlenmiştir.
Şiddet olayı yaşayan insanların psikolojik olarak kalp atışlarının ritminin değiştiği, ellerini,
- 14 -
ayaklarını, başlarını kolay bir şekilde kontrol edemedikleri göze çarpmaktadır. Bazı insanlar
hareket
etmeden
donup
kalmaktadırlar,
bazıları
ise
öfkelerini
yumruk
atarak
göstermektedirler. Bu anlamda mikro-sosyolojik kanıt, şiddetin kolay olmadığını zor
olduğunu göstermektedir (Collins, 2012).
Collins (2012), şiddeti, karşılaşılan gerilim/korku bariyeri ile açıklamaktadır.
Karşılaşılan gerilim/korku bariyerinden kaçınmanın yolları ise Collins’e göre (2012) dört
şekilde olabilmektedir: 1) özellikle duygusal yönü baskın olan zayıf bir kurban bulma. 2)
şiddet oyuncularına cesaret veren bir izleyici yönlendirmesi. 3)düşman ile yüz yüze
gelmemek için uzaktan ateş açma. 4)en son ana kadar çatışma yokmuş gibi davranıp gizli
şiddet uygulama. Bu kaçınma yollarından son ikisi en düşük gerilimli olanıdır. Yüz yüze
iletişim halinden kaçınma en kolay yoldur, daha kolay yolu uzaktan bomba atmaktır,
kundakçılık gibi. Gizli şiddette, bomba atana kadar, bombayı atan kişi, barışçıl ve normal bir
insan olarak davranmaktadır.
Şiddeti duygusal olarak uygulamak zordur ve bir ortamın varlığının olması yeterli
değildir. Irkçı olan birisinin sadece ırkçı kimliği ile, fakir olması ile, ikincil konumda olması
ile, umutsuz, kızgın ve dini hevesi ile şiddet uygulaması yeterli değildir. Şiddet, uygulayan
kişinin kızgınlığının nasıl olduğu ile ilgili değil, karşılaşılan gerilimin önceki bariyeri ile
ilgilidir ve kızgınlık çoğunlukla sözlü tehditleri doğurmaktadır, özellikle uzak bir düşman
hakkında şiddet uygulayanın kendi yandaşları ile söyleşmesi durumunda şiddet ortaya
çıkmaktadır (Collins, 2012).
Collins (2012), “şiddet tüneli” metaforunu kullanarak şiddet türlerine değinmiştir.
Kişi, şiddet tüneli kısa (birkaç dakika ya da daha az), orta (birkaç saat) ve uzun (birkaç gün ya
da haftalarca) süreli aralıklarda kalabilmektedir. Bu bağlamda kişilerin şiddet tünelinde ne
kadar süre kaldıkları şiddet türlerine işaret etmektedir.
Kısa şiddet tüneli, barlarda yumruklarla çıkan kavgaları işaret etmektedir. Çoğu çete
kavgaları ve polis atışmaları dakikalar içinde bitmektedir. Kavga edenler, tünelin
ağzındadırlar ve duygusal gerilim tünelden vazgeçmelerine neden olur. Orta şiddet tünelleri,
suç işleyenlerin eylemini muhafaza etmesine imkan veren, tekrarlayan şiddetin içinde şiddeti
dönüştüren ya da yüz yüze gelinen gerilimin/korkunun üstesinden gelen daha güçlü
mekanizmalara bağlıdır. Orta şiddetli tüneller, okul ve işyerlerindeki katliamlar gibi saldırı
ölümlerini, aynı zamanda sataşma ve talihsiz kurbanı küçük düşürücü şiddetleri, futbol
holiganlarını içermektedir. Uzun süreli şiddet tünelleri, cinayet, gasp, soygun, tecavüz gibi
küçük bir grup tarafından yapılan (genellikle iki kişi) eylemleri içermektedir. Bu gibi isyanlar
- 15 -
genellikle üç gün sürmektedir. Uzun süreli şiddet tünelleri, duygusal mekanizmalar arkasında
gizlenen soykırımları da içermektedir
Kısa, orta ve uzun süren şiddet tünelleri için üç mekanizma tanımlanmaktadır.
Birincisi, kurbanın da biraz katılımı ile şiddet yapanın kendi vücutsal ritimleri ile kendi
sürüklenmesi (self-entrainment); ikincisi, suç işleyen ve kurbanın vücutsal ritimleri arasında
karşılıklı sürüklenme; üçüncüsü, seyirci ya da takım sürüklenmesi, genellikle suç işleyenin
şiddeti destekleyici bir grup tarafından yönlendirilir. Kısacası, bu üç mekanizma kişinin kendi
sürüklenmesi ya da kenetlenmesi, karşılıklı sürüklenme, takım sürüklenmesidir.
Birinci mekanizma olan, kişinin kendi vücutsal ritimleri ile kendi sürüklenmesi,
annenin çocuğunu dövmesinde, uzun süren tartışmalarda ortaya çıkmaktadır. Mantığa ters
düşen şiddet türüdür. Şiddeti uygulayan zayıf kurban üzerinde kendi vücutsal ritimleri ile
(atma, vurma ağır nefes alma) tahrik edici ve yıkıcı hareketlerde bulunmaktadır. Kahkahalar,
bu sürecin iyi bir örneğidir. İkinci mekanizma ile şiddeti uygulayan bireylerin zayıf kurbanları
nasıl yönlendirildikleri kast edilmektedir. Fakat zayıf kurban fiziksel olarak kaslarının
zayıflığı olarak ya da silahının olmaması bakımından zayıf değildir, duygusal olarak zayıftır.
Okullarda ya da hapishanelerde kabadayılar sosyal bir beceri öğrenir, kolay olarak üzerlerinde
baskı kurabilecekleri, egemen olacakları kişileri seçerler. Bu kabadayılar genellikle silahlı
hırsızlar ve artık suç konusunda kariyer yapmış olan suçlulardır. Bu kişiler, şiddet tüneline
nasıl girildiğini öğrenmişlerdir ve tünelde daha uzun süre kalırlar, tünelde oldukça da iyi
performans gösterirler. Bu iki mekanizma, orta uzunlukta şiddet tünelini göstermektedir.
Üçüncü mekanizma olan, izleyici/takım kenetlenmesi/sürüklenmesinde şiddet
saldırganlarının kurbanları sayıca çok olup, şiddeti destekleyen büyük bir izleyici kitlesi de
vardır. Böylece, mikro sosyal geribildirim döngüsü genellikle suç işleyen ve onları
destekleyenler arasındadır. İsyanlarda çekilen fotoğraflarda şiddetin bu modelini görmek
mümkündür. İsyanlarda, kalabalığın büyük bir çoğunluğu şiddette yer almamaktadır. Fakat
kalabalıktaki hiç bir katılımcı gereksiz değildir. Katılımcılar, küçük kümeler halinde gerekli
arka perdeyi ve şiddet eyleyicilerinin duygusal enerjisini korumak için duygusal desteği
sağlamaktadırlar. Kalabalık, şiddet eyleyicileri tarafından işgal edilen merkezde, boşlukta
duygusal bir ilgi oluşturmaktadır. Kalabalık ve şiddet eyleyicileri arasında üstü kapalı bir
oryantasyon vardır. Kalabalık, nasıl davranacağını bilmektedir ve sonuç olarak başarılı bir
şiddet, daha doğrusu amaca ulaşılmış bir eylem gerçekleşmektedir (Collins, 2012).
Collins, şiddeti uygulayan kişiler üzerinden şiddet durumunu ele almaktadır. Riches
(1989), şiddet ile ilk başta dikkat çeken durumun, belli eylemleri gerçekleştirenlere değil,
şiddete maruz kalan veya şiddete tanık olan kişilere ait bir kavram olduğunu dile
- 16 -
getirmektedir. Bu durumda Collins olan olayı tersinden okuyarak, şiddete maruz kalanları
değil, şiddeti uygulayan kişilerin nasıl bir ruh hali içine girdiklerini “şiddet tüneli”
metaforunu kullanarak açıklamaya çalışmaktadır.
Bourdieu ve Sembolik Şiddet
Bourdieu (1991), sembolik şiddet kavramında şiddeti yönetim tarafından uygulanan
bir güç ile ve aynı zamanda kültür ve semboller ile ele almıştır (Walby, 2013). Eylemlerin en
güçlü olanı sembolik şiddettir ve doğrulamayı içeren habitusun devamlı özellikleridir.
Sembolik şiddet, idealleştirilen davranışların bir önceki bilinç seviyesinde bir anlaşmaya
dayandırılmaktadır. Sembolik şiddet, iletişim kanalları ile ve kültürel mekanizmalar ile ortaya
konulmaktadır. İnsanlar, alanlarda kendilerine verilen pozisyonlara karşı çaba gösterirler ve
sermaye biriktirerek diğerlerinden ayrılırlar (Bourdieu, 2001 akt Townsend, 2011).
Sembolik şiddet, yaşamın her kesiminde olan bir şiddet türüdür. Sembolik şiddet,
şiddetin kibar bir formudur, belli belirsizdir, fark edilmezdir, kurbanları tarafından
görülmezdir, çoğunlukla idrak, bilme, iletişim ve hatta hislerin sembolik kanalları aracılığıyla
kullanılır (Bourdieu, 2001). Görünmezlik, akıllardaki hegemonyanın sosyal hiyerarşilerinin
ve yapılarının birleşmeleri aracılığıyla ve devamlı eğilimlerinin (durable dispositions)
formlarında hakim olan bedenlerinde meydana gelmektedir. Sosyal yapılar, doğal, değişmez
ve sabittir. Sembolik şiddet, sadece rıza yoluyla kurulan bir baskıdır (Bourdieu, 2000).
Sembolik şiddet, sosyal düzene dayanan çok önemli mekanizmadır ve hegemonyanın yapıları
ve hiyerarşilerini devam ettirir, zamanla yeniden üretilir (Von Holdt, 2012).
Bourdieu’nun tersine Fanon şiddeti, ‘devrimci şiddet olarak ele almıştır. Bir tarafta
kolonyalizme direnenler diğer tarafta kolonlaştırılmış konumda olanların yönetimi vardır.
Şiddet, sömürge oluşturan ülkeler tarafından kullanılan bir güç aracıdır. Şiddet geçmişte
(backgorund) sürekli olarak gizlendiğinde, aniden ve nedensiz, keyfi olarak ve beklenmedik
zamanlarda ortaya çıkabilir (Walby, 2013). Fanon’a göre, devrimci şiddet, radikal demokratik
güçtür (Von Holdt, 2012).
Luhmannn ve Güven Kavramı
Şiddet kavramı ele alınırken güven kavramının da sorgulanması gerekmektedir. Şiddet
durumu ortaya çıkmadan önce güven duygusu daha yüksek seviyelerde gözlenmekte iken,
şiddet meydana geldikten sonra bu seviye aşağılara düşmektedir. İşçi ve işveren ilişkilerine,
hastanelerde hekim ve hasta ilişkilerine bakıldığında şiddet olayından önce belli bir güven
ilişkisinin olduğu, şiddet olayından sonra ise bu güven ilişkisinin zedelendiği görülmektedir.
- 17 -
Ancak güven ilişkisi zedelenmesine rağmen bazı çalışanların ve hekimlerin çalışma
ortamlarında tekrardan çalışabilmeleri için belli bir güven ilişkisi seviyesini korudukları da
gözlenmiştir. Aynı zamanda meslekte profesyonel olmak güven duygusunu artırmaktadır
(Virkki, 2008).
Luhmannn (1979) güven kavramını risk kavramı ile birlikte almaktadır. Luhmannn’a
göre güven, algılanan geleceğin bir formu ya da gelecekte belirli ve risk yokmuş gibi
eyleyenin bir yoludur ve geleceğin pozitif bir tutumudur.. Güven, ortadan kaldırılamayan
riskleri ve tehlikeleri yok etmenin bir yolunu teklif etmektedir. Güven, baskıdan ziyade
kendini tanımlayan bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Luhmannn’a göre güven sınırsız
değildir, limitlerle sürdürülmektedir. (Luhmannn, 1979 akt Virkki, 2008).
Şiddet, çatışan çıkarları olan tarafların arasındaki sosyal ilişkilerden ortaya
çıkmaktadır. Şiddet, yaşamları hasara uğratır ve kısaltır; acı çekmeye neden olur ve sıklıkla
hızlı sosyal değişikliğin bir parçasıdır (Walby, 2013). Şiddet fiziksel de olsa, sözlü de olsa,
davranışsal da olsa bir şekilde kurbanları üzerinde bir etki yaratmaktadır.
Sonuç
Şiddet kavramının disiplinler arası bir kavram olduğunu ve her disiplinin şiddeti farklı
açılardan tanımladığını görmüş olduk. Şiddetin güç ve kaba kuvvet anlamı en yaygın
kullanılan ifadesidir. Buna karşılık olarak şiddet denilince ilk akla gelen fiziksel şiddettir.
Sosyolojide şiddet kavramı aslında çatışma kuramı ile alınan çatışmanın içinde var
olan bir kavramdır. Son yıllarda toplumsal bir olay/olaylar olan kadına yönelik şiddetin,
sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artması ve diğer toplumsal olaylara ilişkin olarak şiddetin
artması ile ilgili olarak şiddet kavramı sosyolojide daha çok ele alınır hale gelmiş ve görünür
olmuştur. Şiddetin görünür hale gelmesi onu kavramsallaştırmıştır. Sosyoloji, şiddet olayına
bütüncül/yapısal olarak yaklaşmaktadır. Şiddet yaşamın her alanında, her yaştan insan
grubunda var olabildiği için ve direk olarak bir toplumsal olguyu işaret ettiği için sosyolojide
önemli bir yere sahiptir.
Şiddet, başta fiziksel şiddet anlamında değerlendirilmiştir. Bir bedensel hareketin
varlığı ve beden üzerinde meydana getirdiği hasarlar olarak anlaşılmıştır. Davranışsal şiddet,
sözel şiddet, cinsel şiddet boyutları ikinci planda kalmıştır. Yapılan araştırmalara
baktığımızda ise, şiddetin hem fiziksel/bedensel şiddet olarak, hem sembolik şiddet olarak
hem de psikolojik olarak meydana getirdiği etkiler üzerinden incelendiğini görmekteyiz.
Şiddet, toplumların konumuna, zamana, mekana, kişinin yaşantısına ve geçmişine
bağlı olarak toplumdan topluma değişen bir olgudur. Şiddet, bir başkasına, grup veya
topluluğa yönelik olarak ortaya çıkmaktadır ve şiddetin ortaya çıkışı tek bir unsura
- 18 -
indirgenememektedir. Ekonomik, toplumsal, kültürel, politik süreçler, ortamsal şartlar hepsi
bir arada değerlendirilmelidir. Şiddetin fiziksel anlamı, ölüm, yaralanma, ruhsal zedelenme,
fiziksel zorlama, güç kullanımı gibi amaçları taşımaktadır. Diğer taraftan şiddetin ekonomik
ve toplumsal anlamı sosyal eksiklik, ekonomik ve sosyal eşitsizlik, adaletsizlik, işsizlik,
yoksulluk gibi unsurları taşımaktadır. Şiddetin, iktidarı elinde bulunduran kişiler için bir araç
olduğu da söylenmektedir.
Şiddetin bir iletişim aracı olup olmadığı tartışma konusudur. Şiddet, kişilerin
konuşamadığı zamanda, kelimelerle kendilerini ifade edemedikleri zamanda ortaya
çıkabilmektedir. Bir iletişim kopukluğu yaşanmaktadır aslında. Ama olaya tersinden bakılırsa
sessizlik de bir iletişimdir ve bu anlamda şiddet bir iletişim aracıdır.
Şiddet türleri, genel anlamda insanlar arası şiddet ve kolektif şiddet olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet, etnik, din gibi meselelerde ortaya
çıkan şiddet insanlar arası şiddet olarak algılanırken, ayaklanmalar, devrimler kolektif şiddet
olarak algılanabilmektedir. Şiddetin diğer türleri arasında futbol şiddeti, terör şiddeti, trafik
şiddeti gibi türler yer almaktadır.
Collins, şiddeti mikro-sosyolojik açıdan ele almaktadır ve şiddet tüneli metaforu
kullanarak açıklamaktadır ve şiddet tüneline şiddeti uygulayan kişi kısa-orta-uzun süreli
aralıklarla girmektedir. Kısa şiddet tüneli birkaç dakika sürmektedir ve yumruklarla çıkan
kavga türüne denk gelmektedir ve kavga edenler tünelin ağzındadırlar ve duygusal gerilim
tünelden vazgeçmelerine neden olur. Orta şiddet tüneli, okul ve işyerlerindeki katliamları,
futbol holiganlarını içerirken, uzun süreli şiddet tüneli, cinayet, gasp, soygun, tecavüz gibi
küçük bir grup tarafından yapılan eylemleri içermektedir.
Şiddet konusu üzerinde sosyolojide Bourdieu’nun sembolik şiddeti önemlidir.
Sembolik şiddet, yaşamın her alanında görülen şiddet türüdür. Sembolik şiddet, belli belirsiz,
fark edilmez, görünmez olup şiddetin kibar bir formudur. Sembolik şiddeti ele alırken
Bourdieu’nun diğer kavramları olan habitus ve alan kavramları da bizim için önemlidir.
Şiddetin daha çok başka kavramlarla ile bağdaştırıldığını yapılan çalışmalarda görmüş
olduk. Bu kavramlardan önemli olanı Luhmannn’ın güven kavramıdır. Güven kavramı,
algılanan geleceğin bir formu ya da gelecekte belirli ve risk yokmuş gibi eyleyenin bir
yoludur ve geleceğin pozitif bir tutumu şeklinde tanımlanmıştır. Güven, sınırsız değildir,
limitlerle sürdürülmektedir Şiddet ve güven arasında kurulan ilişkiler dikkat çekmektedir.
Özellikle iş yerinde görülen şiddet olaylarında güven kavramı çalışanlar için ve şiddete maruz
kalan çalışanlar için önemli bir yer teşkil etmektedir. Güven ilişkisi zedelense bile çalışanlar
oldukları ortama işlerini yürütebilmeleri için güvenmek zorundadırlar.
- 19 -
Bunlar üzerinde düşündüğümüzde şiddet, toplumda inkâr edilemez bir gerçekliktir;
şiddetin sonuçlarının bıraktığı izler yadsınamaz. Sosyolojide de apaçık görünen bir olgu, bir
kavramdır.
- 20 -
KAYNAKÇA
Bishop, V., Korczynski, M. & Cohen L. (2005). The Invisibility of Violence:
constructing violence out of the job centre workplace in the UK. Work, Employment &
Society.
Collins, R. (2012). Entering and leaving the tunnel of violence: Micro-sociological
Dynamics of emotional entrainment in violent interactions. Current Sociology. (132), 132-151
Collins, R. (2008). Violence: A Micro-Sociological Theory. Princeton University.
Dursun, Y. (2011). Şiddetin İzini Sürmek: Şiddet Nedir?. Felsefe ve Sosyal Bilimler
Dergisi. (12), 1-18.
Endreb, M. & Pabst, A. (2013). Violence and Shattered Trust: Sociological
Considerations. Springer.
Erten, Y. ve Ardalı, C. (1996). Saldırganlık Şiddet ve Terörün Psikososyal Yapıları.
Cogito. Sayı:6-7. Kış Bahar. s. 143-164.
Ergil, D. (2001), “Şiddetin Kültürel Kökenleri”, Bilim ve Teknik. Sayı 399.
Gümüş, A (2006). “Şiddetin Nedenleri” Toplumsal Bir Sorun Olarak Şiddet. Şiddet
Sempozyumu. Eğitim Sen Yayınları.
Gümüş, A. (2006). “Şiddet Türleri”. Toplumsal Bir Sorun Olarak Şiddet
Sempouzyumu. Eğitim Sen Yayınları. 13-38
HÜNEE. (2009). Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet. Ankara.
Kardeş, E. (2007). Walter Benjamin’de Politika, Hukuk ve Şiddet İlişkisi. Doğu- Batı.
43, 119-125.
Kasapoğlu, A. (2010). Çatışma Çözümlemesi. Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim
Yayınları.
Kocacık, F. (2001). Şiddet Olgusu Üzerine. Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi
(2).1, 1-7.
Riches, D. (1989). Antropolojik Açıdan Şiddet. (D. Hattatoğlu, Çev). İstanbul:Ayrıntı
Yayınları.
Tezcan, M. (1996). Bir Şiddet Ortamı Olarak Okul. Cogito. 6-7. 105-108.
Türkiye Büyük Millet Meclisi. (2013). Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet
Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Sıra Sayısı:454
Türk Tabipler Birliği Odası Gaziantep-Kilis Tabip Odası. (2008). Sağlık Sektöründe
Şiddet Raporu 1.
- 21 -
Türk Tabipler Birliği Odası Isparta-Burdur Tabip Odası. (2008). Isparta ve Burdur
Çalışanlarına Yönelik Şiddet ve Şiddet Algısı.
Townsend, A. (2011). Applying Bourdieu’s theory to accounts of livin with
multimorbidity. Chronic Illness.8, 89-101.
Ünsal, A. (1996). Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi. Cogito. 6-7, 29-36.
Virkki, T. (2008). Habitual Trust in Encountering Violence at Work: Attitudes
towards Client Violence among Finnish Social Workers and Nurses. Journal of Social Work
Von Holdt, K. (2012). The Violence of Order, Orders of Violence: Between Fanon
and Bourdieu. Current Sociology. 112-131.
Walby, S. (2013). Violence and Society: Introduction to an emerging field of
sociology. Current Sociology. 95-111.
- 22 -