T.C. TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI ANABİLİM DALI Tez Yöneticisi Prof. Dr. Ayşe Armağan TUĞRUL MİKROALBUMİNÜRİSİ OLAN DİYABETİK ve ESANSİYEL HİPERTANSİF HASTALARDA FARKLI ANTİHİPERTANSİFLERİN MİKROALBUMİNÜRİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN RETROSPEKTİF İNCELENMESİ (Uzmanlık Tezi) Dr. Fatma ŞAHİN EDİRNE – 2010 TEŞEKKÜR Uzmanlık eğitimimde ve tez çalışmam boyunca gösterdiği her türlü destek ve yardımdan dolayı tez danışmanım TUĞRUL’a, istatistik Prof. Dr. konusunda Armağan danışmanlık hizmeti aldığım Doç. Dr. Necdet SÜT’e, eğitimimde emeği geçen TÜTF’ nin diğer anabilim dallarında görevli hocalarıma, araştırma görevlisi arkadaşlarıma ve üniversitenin diğer bölümlerinde görevli öğretim üyelerine ve öğrencilerine teşekkür ederim. İÇİNDEKİLER GİRİŞ VE AMAÇ........................................................................................................... 1 GENEL BİLGİLER....................................................................................................... 3 DİYABETİK NEFROPATİ .......................................................................................... 3 MİKROALBUMİNÜRİ ................................................................................................ 6 HİPERTANSİF NEFROSKLEROZ TANIM VE TEDAVİSİ .................................. 9 RENİN ANJİOTENSİN ALDOSTERON SİSTEMİ ................................................. 11 GEREÇ VE YÖNTEMLER ....................................................................................... 20 BULGULAR ..................................................................................................................... 22 TARTIŞMA ...................................................................................................................... 33 SONUÇLAR ..................................................................................................................... 42 ÖZET .................................................................................................................................. 45 SUMMARY ...................................................................................................................... 47 KAYNAKLAR................................................................................................................. 49 EKLER SİMGE VE KISALTMALAR ACE : Angiotensin converting enzyme (Anjiyotensin dönüştürücü enzim) ACEI : Angiotensin converting enzyme inhibitor (Anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörü) ADA : American Diabetes Association ( Amerikan Diyabet Cemiyeti) AGE : Advanced glycation end products ( İleri glikozilasyon son ürünleri) Agt : Anjiyotensinojen Ang I : Anjiotensin I Ang II : Anjiotensin II ARB : Anjiotensin II-tip I reseptör blokerleri AT 1 : Anjiotensin II tip 1 reseptörü AT 2 : Anjiotensin II tip 2 reseptörü DM : Diabetes Mellitus DSÖ : Dünya Sağlık Örgütü DNp : Diyabetik nefropati ECM : Extracellüler matrix (Hücre dışı madde) GBM : Glomerüler bazal membran GFR : Glomerüler filtration rate (glomerüler filtrasyon hızı) HT : Hipertansiyon KB : Kan basıncı MİA : Mikroalbuminüri NF-kB : Nükleer faktör kapa beta NO : Nitrik oksit PAI-1 : Plazminojen aktivatör inhibitörü-1 PG : Prostaglandin PKC : Protein kinaz C RAAS : Renin anjiotensin aldosteron sistemi RAGE : Receptor of advanced glycation end products (İleri glikozilasyon son ürünleri reseptörü) ROS : Reaktif oksijen ürünleri SDBY : Son dönem böbrek yetmezliği TGF-ß 1 : Transforming growth factor beta 1 VEGF : Vasculer endothelial growth factor (Damar endoteli büyüme faktörü) GİRİŞ VE AMAÇ Mikroalbuminüri, 24 saatlik idrarla 30 ile 300 mg arasında albümin atılması olarak tanımlanmaktadır. 300 mg’ı geçen miktarlarda ise makroproteinüriden bahsedilmektedir (1,2). Albüminürinin tek başına, diyabetikler, hipertansifler ve genel popülasyonda kardiyovasküler ve renal hastalık gelişimi açısından bağımsız önemli bir risk faktörü olduğu ileri sürülmektedir (3). Risk, albuminüri miktarıyla paralel olarak artmaktadır. Görülme sıklığı diyabetiklerde %40’lara, hipertansiflerde %20’lere varırken, herhangi bir problemi olmayan sağlıklı genel popülasyonda %5-7 olarak bulunmuştur. Albuminüri, hasta gruplarda önemli bir morbidite ve mortalite göstergesi iken, mikroalbuminürik sağlıklıların ise ileride diyabetik (dört kat) ve hipertansif (iki kat) olabileceklerini işaret etmektedir (4). Mikroalbuminürinin ortaya çıkmasıyla ilgili birçok hipotez ileri sürülse de temel problemin endotel fonksiyon bozukluğu ve düşük düzeydeki inflamasyon olduğu kabul edilmektedir (5). Ayrıca insülin direnci, intraglomerüler basınç artışı, glomerüler filtrasyon bariyerindeki heparan sülfatın yapılamaması, renin anjiotensin aldosteron sistem (RAAS) aktivasyonu ve glomerüler filtrasyona geçen albuminin proksimal tübüllerden geri emilememesi ileri sürülen diğer mekanizmalardır (6,7). Endoteldeki bozulma aterosklerotik süreci hızlandırarak kardiyovasküler olayların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Glomerüler endotelin bozulması albuminürinin artmasına ve glomerülosklerozun ortaya çıkmasına neden olarak kronik böbrek yetmezliğine gidişi başlatmaktadır (8). Albuminürinin erken evrede saptanıp tedavi edilmesi, kardiyovasküler ve renal hastalığın ilerlemesini yavaşlatmakta veya durdurmakta olduğu ileri sürülmektedir. Bu yüzden diyabet, hipertansiyon veya nefropati gibi riskli hastaların mikroalbuminüri açısından belirli aralarla taranması gerektiği ileri sürülmektedir (9). 1 Bu çalışmada amacımız; hipertansif ve diyabetik hastalarda ACEI ve ARB grubu antihipertansif ilaçların ve RAAS inhibisyonunun albuminüriyi geriletmedeki etkilerini incelemek, bu etkiye katkıda bulunan faktörleri belirlemektir. 2 GENEL BİLGİLER DİYABETİK NEFROPATİ Diyabetik nefropati son dönem böbrek yetmezliğinin önemli bir nedenidir. Nefropati sıklığı diyabet süresi ile orantılı artış göstermektedir. Diyabetik nefropati gelişiminde hiperglisemi, hipertansiyon, sigara, ileri yaş, insülin direnci, erkek cinsiyet, yüksek proteinli diyet ve genetik risk faktörleri belirleyicidir ( 10) Diyabetik nefropatinin (DNp) patolojisi, diffüz ve nodüler mezangial matriks artması ve glomerüler sklerozdur (diffüz membran kalınlaşması). Glomerülün periferinde görülen KimmelStiel Wilson lezyonları daha geç ve daha seyrek görülürler. DNp’de görülen değişiklikler tam anlaşılamamasına rağmen bazı faktörlerin etkisi bilinmektedir. Bu faktörler; glisemik kontrol bozukluğu, bazal membranın non enzimatik glikolizasyıonu ile beraber bazal emmbranda meydana gelen diğer biyoşimik olaylardır (bazal membranda meydana gelen heparan sülfat ve sialik asit komponentlerinde azalma). Çeşitli olaylar sonucu bazal membran kalınlaşmakta, kapiller vazodilatasyon, renal kan akımında ve glomerül filtrasyonunda artma meydana gelmektedir. İnsülin direnci, anjiotensin dönüştürücü enzim (“Angiotensin converting enzyme” ACE) gen polimorfizmi ve iyon taşınmasındaki bozukluklar genetik faktörlerdir (11). Kronik hiperglisemik bir tablo olan Diabetes Mellitus (DM), glukozun aracılık ettiği çok sayıda metabolik olay ile komplikasyonların gelişmesinde rol oynamaktadır. Glukoz, hücrelere doğrudan toksik etkide bulunur. Bu toksik etkiler; hücre proliferasyonu, kollajen, hücre dışı matriks birikimine neden olur. Fibronektin, laminin, “transforming growth factor beta 1” (TGF-ß 1) sentez artışı ve mezangial hücrelerde azalmış heparan sülfat sentezine bağlı proteinüri meydana gelir (12). Hiperglisemi ile artan reaktif oksijen ürünlerinin (ROS) bu metabolik yolların aktivasyonu ve karşılıklı etkileşiminde anahtar rol oynadığı düşünülmektedir (13). Hiperglisemide oluşan makrovasküler ve mikrovasküler komplikasyonların oluşması ile ilgili dört hipotez ileri sürülmektedir. 1)Polyol yolunun aktivasyonu 2)İleri glikozilasyon ürünlerinin (“Advanced glycation end products” AGE) oluşumunun artması 3)Protein kinaz C (PKC) aktivitesinin artması 3 4)Hexosamine yolağının aktivitesinin artması Polyol yolağı aktivitesinin artması: Polyol yolağındaki ilk enzim aldoz redüktaz enzimidir. Glukoz, nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADPH) varlığında aldoz redüktaz enzimi tarafından sorbitole dönüştürülür. Normal glukoz seviyelerinde aldoz redüktazın glukoza afinitesi düşüktür. Hiperglisemi durumunda artan intraselüler glukoz sorbitole dönüşümün artmasına neden olur. NADPH serbest radikallerin uzaklaştırılmasında rol alan glutatyon ve nitrik oksit (NO) sentezinde rol alır. Hiperglisemide NADPH tüketiminin artması nedeni ile NO yapımı azalır, serbest radikaller uzaklaştırılamaz ve buna bağlı vasküler hasar, doku hipoksisi meydana gelir. Sorbitol bir alkol şeker bileşiği olup bulunduğu dokuya su çeker ve membranlardan kolay geçemez. Hücre içinde sorbitol artışı olunca Na+-K+ ATP’az aktivitesi ve miyoinozitol azalır. Hücrenin osmoregülasyonu bozulur ve hücre şişer. Sorbitol ayrıca nikotinamid adenin dinükleotid (NAD) varlığında bu sorbitol dehidrogenaz enzimi ile fruktoza dönüştürülür. Fruktozun non enzimatik glikozilasyonu sonucu da AGE oluşur. Bunlar da doku hasarına neden olurlar (14). Non enzimatik glikozilasyon; bir enzim aracılık etmeden glikoz ile ekstraselüler amino asit, lipid ve lipoproteinler arasında oluşan bir reaksiyondur. Sonuçta AGE oluşur (Maillard reaksiyonu). Bu reaksiyonun birinci basamağında (Glikoz + Protein) Schiff bazlar oluşur. Schiff bazlar da amadori cisimciklerine dönüşür. Hemoglobin A1c de bir amadori cismidir (15). Bize son 2-3 aydaki kan şekeri kontrolü hakkında bilgi verir. Amadori cisimlerinden sonraki aşama AGE oluşumudur. İntraselüler AGE prekürsörleri üç mekanizma ile hücre hasarı yaparlar. 1) İntraselüler proteinlerin AGE ile modifikasyonu onların fonksiyonunu bozar. 2) Ekstraselüler matrix proteinlerinin AGE tarafından modifiye edilerek diğer matrix proteinleri ve hücrelerdeki matriks protein reseptörleri (integrin) ile) anormal etkileşime girmesi. 3) AGE prekürsörleri tarafından modifiye edilen proteinler endotel hücreleri, mesangial hücreler ve makrofajlardaki reseptörlere bağlanırlar. Sonuç olarak serbest oksijen radikalleri oluşur. AGE reseptör bağlanması nükleer faktör kapa-beta’yı (NF-kB) aktive eder. Gen ekspresyonu ve patolojik değişiklikleri başlatır. Deneysel çalışmalarda, AGE üretimi aminoguanidin ile inhibe edildiğinde, glisemi kontrolünden bağımsız olarak diyabetin mikrovasküler komplikasyonlarını önlediği, üriner protein atılımını azalttığı, nefropatinin progresyonunu yavaşlattığı gösterilmiştir (16). Hiperglisemide aktive olan PKC, düz kas hücrelerinde permeabilite arttırıcı faktör olan “vascular endothelial growth factor” (VEGF) ekspresyonunu arttırır. Podositlerde VEGF artışının, glomerüler geçirgenlik artışı ve albuminüriye, 4 mezangial hücreleri aktive ederek glomerüloskleroza neden olduğu deneysel çalışmalarda gösterilmiştir (17,18). VEGF buna ilaveten; mikrovasküler matriks proteinlerinden TGF-B 1, fibrinojen ve Tip IV kollajen sentezini arttırır. PKC ve B inhibitörleri ile yapılan tedavi diyabetli hayvanların retina ve renal glomerüllerinde PKC aktivitesini azaltır. Bunun sonucu glomerüler hiperfiltrasyon, albuminüri, TGF-B 1 sentezi ve ekstraselüler matriks oluşumunda gerileme olduğu gösterilmiştir (19). ROS’nin artışı, hem diyabetik hasta monosit ve granülositlerinde, hem de yüksek glukoza maruz bırakılan normal monosit ve granülositlerde gösterilmiştir. Glukozun otooksidasyonu AGE, prostaglandinler, ve anjiotensin II ROS’nin ana kaynaklarıdır. Diyabette görülen artmış ROS yapımına rağmen, plazma hücre içi antioksidan enzim (glutatyon, E vitamini, askorbik asit, katalaz, süperoksid dismutaz) kapasitesi azalmıştır. ROS ve bu antioksidan sistem arasındaki dengenin bozulması tip 2 diyabetteki vasküler değişikliklerden sorumludur. Diyabetteki bütün makrovasküler ve mikrovasküler komplikasyonlar bu değişikliler sonucu ortaya çıkmaktadır (20). ROS’nin yol açtığı lipid peroksidasyonu sonucunda ortaya çıkan bazı prostoglandinler (F2izosprostanlar), şiddetli renal vazokonstriksiyona neden olmaktadır (21). ROS, tip 2 DM’de sık görülen hiperlipidemi ile birlikte olduğunda, LDL oksidasyonu ve aterosklerozu hızlandırabilmektedir. Bu etkiler E vitamini ile azaltılabilmektedir (22). Büyüme faktörleri: Büyüme faktörlerinin DNp gelişiminde oynadığı rol genel olarak kabul görmüştür. DNp mezangial matriks artışı ve glomerüloskleroz ile karakterizedir (23). TGF-ß 1 DNp’de ilk ve en yüksek oranda artan büyüme faktörüdür. Glomerüllerde TGF-ß 1 artışı, insan ve hayvan DNp çalışmalarında ortaya konmuştur (24). TGF-ß 1, Ang II ve hipergliseminin uyardığı PKC ile latent formdan aktif forma geçer. Bunun sonucunda TGF-ß 1, hücre dışı madde (“extracellüler matrix” ECM) bileşenlerinin sentezini arttırırken, yıkımını azaltır. Böylece ECM birikimine neden olur (25). Diyabetik sıçanlarda TGF-ß 1 nötralizan antikorlarının uygulanması, ECM artışını engellemiştir (26). Diyaebetik Nefropatinin Evreleri Evre 0: Yüksek riskli grup (DM, hipertansiyon [HT], aile öyküsü). Evre I: (Hiperfiltrasyon) Glomerüler filtrasyon hızı (“Glomerüler filtration rate” GFR) normal değerinin %20-40’ı oranında artmıştır. Böbrek ve glomerüller büyüktür. İnsülin tedavisi ile kesin düzelebilir. Evre II: (Sessiz dönem) Normoalbüminürik dönem de denir. Glomerül bazal membranında kalınlaşma ve mezangial matrikste artış vardır. GFR hiperfiltrasyon evresine göre azalmakla birlikte normalin üzerindedir. 5 Evre III: (Gizli nefropati) Glomerül filtrasyonunda azalma ile karakterizedir. İdrarda albümin miktarı 30-300 mg/gün dür. Tanı konan hastaların çoğu bu dönemdedir. Evre IV: (Aşikar proteinüri) 300 mg/gün üzeri albuminüri ve 500 mg/gün üzeri proteinüri vardır. GFR her yıl yaklaşık 10-12 ml/dk azalmaya başlar. Hastaların çoğu hipertansiftir. Evre V: (Son dönem böbrek yetmezliği) Belirgin glomerüloskleroz vardır. Tansiyon yüksektir. Bu dönemde hastaların renal replasman tedavisi ihtiyacı olur (27). MİKROALBUMİNÜRİ Diyabeti ve mikroalbuminürisi olan hastalarda tüm nedenlere bağlı ve kardiyovasküler olaylara bağlı mortalite oranının mikroalbuminürisi olmayan diyabet hastalarına kıyasla dört kat daha yüksek olması nedeniyle, diyabeti olan hastalarda mikroalbuminüri varlığı çok önemlidir. Dolayısıyla, bu hastalarda mikroalbuminüri gelişimini ve ilerlemesini önlemek önemli bir terapötik hedeftir. Diyabetik hastalarda böbrek hastalığının önlenmesine ilişkin büyük bir araştırmada (Bergamo Nephrologic Diabetes Complications Trial - BENEDICT) araştırmacılar, tek başına ya da dihidropiridin olmayan kalsiyum kanal blokeri verapamil ile kombinasyon halinde kullanılan ACEI olan trandolapril tedavisinin, üriner albumin atılımı normal olan hipertansif tip 2 diyabet hastalarında mikroalbuminürinin ortaya çıkmasını azalttığını göstermişlerdir (28). Kandesartan ve Lisinopril Mikroalbuminüri (Candesartan and Lisinopril Microalbuminuria CALM) araştırmasında, halen mikroalbuminürisi olan hipertansif tip 2 diyabet hastalarında, düşük dozlarda kullanılan iki farklı RAAS blokerinin (bir ACEI ve bir ARB) albuminürinin azaltılması açısından bu iki ilacın monoterapi olarak kullanımına kıyasla daha etkili olduğu gösterilmiştir (29). Bu araştırmaların her ikisinin de, gerek çalışma döneminin tamamında, gerekse bir bölümünde, mikroalbuminüride daha büyük düşüşler elde edilen grupta hastaların kan basıncında daha büyük ölçüde düşüş ortaya çıktığı gerçeğinden etkilendiği belirtilmelidir. Bunun yanı sıra, kullanılan ilaç sınıfından bağımsız olarak, iyi bir kan basıncı düşüşünün mikroalbuminüriyi azalttığı diğer araştırmalarda da gösterilmiştir (30,31). Dolayısıyla, sodyum içeriği düşük bir diyet ve kan basıncının 130/80 mmHg düzeyinde tutulması, mikroalbuminürideki artışın azaltılması açısından etkili yöntemlerdir. İdrardaki albümin miktarı ile kardiyovasküler hastalık (KVH) risk düzeyi arasında direkt bir ilişki mevcuttur (3). Mikroalbuminüri çoğunlukla, 24 saat boyunca toplanan idrarda ölçülmesi halinde 30-300 mg/gün, belirli bir süre boyunca toplanan idrarda ölçülmesi 6 halinde 20-200 mcg/dakika, ya da alınan spot idrardaki üriner albumin/ kreatinin oranı kullanılarak ölçülmesi halinde 30-300 mg/g olarak belirlenen üriner albumin atılımı şeklinde tanımlanmaktadır (1,2). Mikroalbuminüri aşikar nefropatiye, son dönem böbrek hastalığına ve ölüm de dahil olmak üzere çeşitli kardiyovasküler komplikasyonlara yol açabilen anormal üriner albumin atılımı sürecinin bir bölümünü oluşturmaktadır. İdrar örneklerinin toplanması ve albümin miktarının ölçülmesi ile ilgili üç yöntem bulunmaktadır. Bunlardan biri spot idrar örneğinin alınarak albumin konsantrasyonu ya da albumin/kreatinin oranının ölçülmesi, diğeri idrar örneklerinin yirmidört saat boyunca toplanarak eş zamanlı kreatinin klirensi ölçülmesi, bir diğeri de belirli bir zamanda (örneğin gece boyunca ya da 4 saat boyunca ) toplanan idrar örneklerinde albumin düzeyinin ölçülmesidir (32). Amerikan Diyabet Cemiyeti (ADA) önerileri klinisyenlerin hastanın albuminürik olduğunu kabul etmeden önce 3 ila 6 aylık bir dönem içinde alınan iki ya da üç farklı idrar örneğinde anormallik saptanması gerektiğini belirtmektedir. Üriner albumin atılımı idrar yolu enfeksiyonu, kısa süreli belirgin hiperglisemi, kontrol altında olmayan hipertansiyon, kalp yetmezliği, hematüri, akut febril hastalık ve 24 saat içinde yapılan yüksek tempolu egzersizden etkilenmektedir (33). Dünya Sağlık örgütü (WHO) tarafından diyabetin günümüzde dünya çapında artış hızı dikkate alındığında 2030 yılına kadar 370 milyon kişinin tip 2 diyabetten etkileneceği tahmin edilmektedir (34). Şu anda 11 milyondan fazla Amerikalı’da diyabet ve HT bir arada bulunmaktadır (35). Bunun yanı sıra diyabeti ve HT’i olan hastaların %12-36’sında, 55 yaş üzeri diyabetik hastaların %30’unda mikroalbüminüri olduğu gösterilmiştir (36). Mikroalbüminüri tip 1 ve tip 2 diyabeti olan orta yaşlı bireylerin yaklaşık %30’ unda, diyabeti olmayan orta yaşlı bireylerin %10-15’inde ortaya çıkmaktadır (37). Birleşik krallık Prospektif Diyabet Araştırması’nda (UKPDS) elde edilen verilere göre, yaşam süreçlerinde tip 2 diyabet hastalarının yaklaşık %50’sinde mikroalbüminüri gelişmektedir (38). Tip 2 diyabeti olan hastalarda, mikroalbuminüri glomerüldeki vasküler hasarın ilk klinik göstergesidir ve vücutta yaygın vasküler hastalığı yansıtmaktadır (39). Diyabeti olan veya olmayan tüm bireylerde özellikle HT’i olan bireylerde mikroalbüminüri miyokard infarktüsü, inme ve KVH’ten kaynaklanan mortalite için bağımsız risk faktörüdür ve gelecekte konjestif kalp yetmezliği gelişmesi olasılığını göstermektedir (40). Mikroalbuminüri tüm hastalarda, diyabet veya nefropati olup olmamasından bağımsız olarak, KVH riskinin erken belirtecidir ( 1,2). Makroalbuminüri aynı zamanda aşikar nefropati ya da klinik nefropati olarak da adlandırılmaktadır. Proteinüri düzeylerinin 24 saatte > 500 mg ya da albüminüri düzeylerinin > 300 mg albumin/g kreatinin veya 24 saatte 300 mg olması şeklinde tanımlanmaktadır (41). 7 1980’1i yılların başlarından itibaren yapılan araştırmalarda, mikroalbuminürinin, tip 1 ve tip 2 diyabeti olan hastalarda 6-8 yıl içinde %60-80 oranında makroalbuminüriye ilerleme riski olduğu bildirilmiştir (42,43). Bununla birlikte, daha yakın tarihli araştırmaların bulguları, ilerleme riskinin bu kadar yüksek olmadığını düşündürmektedir (44). Tip 2 diyabet ve mikroalbuminüri tanısı konmuş hastalarda, tanı sırasındaki mikroalbuminüri prevalansı %7.3'tür ve bu oran 10 yıl sonra %25'e çıkmaktadır. İtalya'da yapılan ve tip 2 diyabeti olan 1200 hastayı kapsayan Casale Monferrato araştırması da dahil olmak üzere, daha küçük ölçekli araştırmalarda, mikroalbuminürisi olan hastalarda, makroalbuminüriye ilerleme riskinin en çok %42'ye varan bir oranda olduğu gösterilmiştir (45). Tip 2 diyabeti ve mikroalbuminürisi olan hastalarda, albumin atılım düzeyi ve albuminürinin ilerleme hızının hem KVH hem de kardiyovasküler mortalitenin öngörülmesini sağlayan bağımsız faktörler olduğu saptanmıştır (46). Tip 1 diyabeti ve makroalbuminürisi olan hastalarda, 1 yıl boyunca albumin atılımı için belirlenen mutlak düzey ve değişiklik hızının, aynı biçimde kardiyovasküler olaylar ve mortalitenin öngörülmesini sağlayan bağımsız faktörler olduğu gösterilmiştir (47). Genel popülasyonda, diyabeti olmayan bireylerde dahi, albuminüri düzeyinin kardiyovasküler mortalitenin öngörülmesini sağlayan güçlü bir faktör olduğu gösterilmiştir. Bir Hollanda kenti olan Gröningen'de yaşayan 28-75 yaşları arasındaki 85.000 kişiyi kapsayan bir araştırmada, araştırmacılar mikroalbuminüri sınır aralığında yer alan üriner albumin düzeylerindeki iki kat artışın, KVH'ye bağlı mortalite riskinde %29 artışa ve tüm nedenlere bağlı mortalite riskinde %12 artışa yol açtığını saptamıştır (48). Buna ek olarak, albuminürideki değişiklik hızı ile arasındaki ilişki, şu anda normal olarak kabul edilen üriner albumin düzeylerinde de belirgindir. Albuminüri neden diyabetik nefropati ve KVH'nin öngörülmesini sağlayan güçlü bir faktör olarak değerlendirilmektedir? Bu hastalıkların direkt bir nedeni olması mümkün değildir; ancak HT, hiperglisemi, dislipidemi, sigara içme, diyet yoluyla yüksek sodyum alımı ve ailede KVH öyküsünü içeren ve bu hastalıklara neden olabilen diğer risk faktörleriyle ilişkilidir. Pek çok araştırmada, hipertansiyonun mikroalbuminüri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir; ancak Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Taraması'ndan (“Third National Health and Nutrition Examination Survey” NHANES III) elde edilen verilerin analizi, normalden daha yüksek kan basıncı (sistolik 130-139 mmHg ve diyastolik 85-89 mmHg HT olarak tanımlanmıştır) düzeyinin dahi, mikroalbuminüri ve kardiyovasküler olay riskinde anlamlı ölçüde artışla ilişkili olduğunu göstermiştir (49). 8 Groningen araştırmasında, KVH nedeniyle ölenlerde hayatta kalanlara nazaran daha çok diyabet, HT, hiperlipidemi, sigara kullanımı ve ebeveynlerinde KVH öyküsü olduğu belirlenmiştir. Bir diğer araştırmada, yetersiz glisemik kontrol ve sigara içmenin, tip 2 diyabeti olan hastalarda normal üriner albumin atılım hızının mikroalbuminüriye ilerlemesi açısından bağımsız risk faktörleri olduğu gösterilmiştir (50). DİYABETİK NEFROPATİ OLUŞUMUNDA RİSK FAKTÖRLERİ Klinik olarak belirgin nefropatisi olmayan hastalarda yapılan çalışmalar artmış renal tutulumun bazı risk faktörleri ile ilişkili olduğunu göstermiştir (51). Genetik Yatkınlık Genetik yatkınlık hem diyabetik nefropatinin insidansı hem de ciddiyetinde önemli bir faktördür. Hem tip 1, hem de tip 2 diyabetik hastalarda diyabetik nefropati gelişme olasılığının özellikle kardeş ve ebeveynlerinde diyabetik nefropati olan bireylerde daha yüksek olduğu gözlemlerle desteklenmiştir. Bir çalışmada Tip 2 diyabeti olan Pima yerlileri ve Hint aileleri iki nesil boyunca izlenmiş. Bir çocukta aşikar proteinüri gelişme riski; eğer hiçbir ebeveynde proteinüri yoksa %14, bir ebeveynde proteinüri varsa %23, her iki ebeveynde proteinüri varsa %46 olarak tespit edilmiştir (52,53). Riskteki artış; HT varlığı, glisemik kontrolün derecesi ile açıklanamıyordu. Genetik özellik aynı zamanda ırkın da diyabetik nefropati üzerine olan ilşikisini açıklıyabilir. ACE gen polimorfizmi potansiyel risk faktörü kabul edilmiştir. Bir diğer genetik risk faktörü anjiyotensin II (AT II) tip 2 reseptör geni X kromozomu üzerinde yer alır (54). Tip 1 diyabetli erkeklerde ve AT II geninin AA haplotipinde GT haplotipine kıyasla daha düşük GFR tespit edildi. Benzer bir ilişki kadın hastalarda gözlenmemiştir (55). Diyabet başlangıcında hastanın yaşının nefropati ve son dönem böbrek yetmezliği gelişimi üzerine etkisi belirsizdir. Tip 2 diyabetik hastalarda artmış yaş, artan diyabet süresi, albuminüri gelişme riski ile ilişkiliydi (56). Bunun tersine toplum bazlı bir çalışmada 1856 Pima Hintlisinde 20 yaşından önce Tip 2 DM gelişen hastalar son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) ne progresyon gösterme açısından daha riskliydi (57). Tip 1 diyabetik hastalarda SDBY gelişme riski 5 yaşından önce tanı almış hastalarda çok düşüktür. Yaşın SDBY’ye ilerlemede ilişkisi belirsizdir (58). Hipertansiyon, diyabetik hastalarda yaygın bir sorundur Tip 1 diyabette HT insidansı 10 yılda %5, 20 yılda %33, 40 yılda %70’e yükselir. Bu hastalarda HT ve diyabetik renal 9 hastalık arasında yakın bir ilişki vardır. Kan basıncı tipik olarak mikroalbuminüri başlangıcından üç yıl sonra normalin üstüne çıkar. Mikroalbuminürik hastalarda hipertansiyon insidansı yaklaşık %15-25 iken, aşikar nefropatili hastalarda %75-85’tir. Tip 2 diyabetik hastalarla yapılan bir çalışmada 3500 yeni tanı almış hastanın zaten hipertansif olduğu bulunmuş. Bu hastaların yarısında kan basıncındaki artış mikroalbuminüri başlamadan önce ortaya çıkmıştır. Hipertansiyon ve obezite arasında sıkı bir ilişki vardı ve hipertansif hastalar KVH için yüksek riskliydiler (59). Diyabetik nefropati gelişimine ilaveten en az üç faktör, diyabette hipertansiyon gelişimi ile ilişkilidir. Bunlar; hiperinsülinemi, ekstraselüler sıvı hacminde artış ve arteryel katılık. Hiperinsülinemi: Tip 2 DM’de insülin rezistansına ya da insülin uygulanmasına bağlı hiperinsülinemi, kan basıncını arttırabilir. Bir çalışmada 80 tip 2 diyabetik hastada insüline başlanmış, kan basıncı ortalama 132/81 mmHg’den 148/89 mmHg’ye yükselmiştir (60). Bu hipertansif yanıt; her ne kadar bütün çalışmalarda değinilmemişse de eşlik eden kilo alımı ve insülinin prohipertansif etkisi ile olabilir. Hiperinsülinemi hem diyabetik, hem de diyabetik olmayan hastalarda obezite ve HT arasındaki ilişkiyi açıklıyabilir. Çünkü insülin sempatik aktiviteyi arttırır ve renal sodyum retansiyonunu arttırır. Prospektif çalışmalar nefropati gelişimi ile yüksek sistemik kan basıncı arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Hacim artışı; Sodyum retansiyonu ve hacim genişlemesi hem insülin hem de hiperglisemi tarafından indüklenebilir (61). Fazla filtre edilen glukoz proksimal tübülde bir sodyum glukoz kotransporter’ı aracılığıyla geri emilir (orta derecede hiperglisemi olduğu sürece). Bu da sodyum reabsorbsiyonunda paralel bir artışla sonuçlanır (62). Tuz yüklenmesi kan basıncını arttırır, bu etki tuz kısıtlaması ile geriye dönebilir. Diyabette artmış vasküler katılık vardır. Bunun artmış protein glikasyonu ve ileri evrede ateromatöz hastalığın bir sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Arteriyel esneklikteki azalma hem bozulmuş glukoz toleransı, hem de aşikar diyabette görülür. Bu durum sistolik kan basıncında artış ve mortalite riski ile ilişkilidir (63). Glomerüler Filtrasyon Hızı Beş yıldan kısa süreli diyabeti olan Tip 1 diyabetik hastaların yaklaşık yarısında artmış GFR vardır. GFR normalin %25-50 üzerindedir. Glomerüler filtrasyonu artmış olanlar diyabetik renal hastalık için artmış risk altındadır. Bu oran özellikle başlangıç GFR’si 150 ml/dk üzerinde ise aşikar nefropati için geçerlidir. Bunu aksine daha düşük GFR 10 daha yavaş gidişle ilişkilidir ve mikroalbuminüri gelişme riski daha düşüktür (64). Prospektif bir çalışmada tip 1 diyabetli ve GFR’si 125 ml/dk’nın üstünde olan hastalarda 8 yılda mikroalbuminüri gelişme riski yaklaşık %50 iken, düşük GFR’si olanlarda bu oran sadece %5’di. Yani diyabetik olmayanlara benzer orandaydı (65). Tip 1 diyabetiklerde glomerüler hiperfiltrasyon, glomerüler hipertrofi ve artmış renal boyut ile alakalıdır. Bu hemodinamik ve yapısal değişiklikler intraglomerüler hipertansiyona ve glomerüler hipertrofiye bağlı olabilir. İntraglomerüler hipertansiyonun diyabetik nefropati gelişimindeki potansiyel önemi, HT’nin diyabetik nefropati gelişimindeki önemli bir risk faktörü olmasını açıklıyabilir. Bu değişiklikleri geriye çevirmeyi hedefleyen tedavi plazma glukoz konsantrasyonunun hastalığın erken safhasında agresif kontrolü, diyetsel protein kısıtlaması ve antihipertansif tedavidir (66). Tip 1 ve tip 2 diyabetik hastalarla yapılan çalışmalarda hiperfiltrasyonun derecesinin tip 1 diyabetiklerde daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu da tip 2 diyabetiklerin daha yaşlı olmasına ve aterosklerotik hastalıkların daha fazla olması ile açıklanmıştır. Aterosklerozun glomerüler filtrasyon ve glomerüler genişlikteki artışı sınırlandırdığı düşünülebilir. İntraglomerüler basıncın DNp patogenezindeki potansiyel önemi, sistemik hipertansiyonun diyabetik nefropati gelişiminde neden önemli bir risk faktörü olduğunu açıklıyabilir (67). Irk Diyabetik nefropatinin insidansı ve ciddiyeti Tip 2 diyabeti olan siyahlarda Kafkasyalılara kıyasla 3-6 kat, artmıştır. Bu genetik olarak ayrı toplumlardaki gözlemler, diyet, kötü hiperglisemik kontrol, hipertansiyon, ve obesite gibi sosyoekonomik faktörlerin primer rolünü göstermektedir (68). Siyahlarda artmış hipertansiyon insidansı ve daha düşük sosyoekonomik durum dışarıda bırakılsa bile halen diyabetik nefropatiye bağlı SDBY riskinde 4-8 kat artış vardır. Bu sadece tip 2 diyabette ortaya çıkar, tip 1 diyabette görülmez (69). Öte yandan Pima Hintlilerinin glomerülleri Kafkasyalılardan daha geniştir ve bu spesifik genetik bir yatkınlık yaratmış olabilir (70). RENİN ANJİOTENSİN ALDOSTERON SİSTEMİ Son dönem böbrek yetmezliği; son on yılda giderek artmakta ve yeni vakaların % 30’u DM, %25’i glomerülonefrit, %13’ü hipertansif hastalardan oluşmaktadır. Bu hastaların çoğunda SDBY’nden yıllarca önce renal işlevlerde progressiv bir düşüş izlenir. Hipertansiyon varlığı ve proteinürinin derecesi bu progresyonun en önemli belirleyicisidir ve eldeki veriler 11 anjiotensin II’nin (Ang II) hem HT, hem proteinüri kontrolünde anahtar rolünü göstermektedir. Renin-Anjiyotensin Sistemi Renin-anjiyotensin sistemi vücuttaki sıvı ve tuz dengesinde ve vasküler tonus kontrolündeki rolü nedeni ile HT patogenezinde kilit rol oynamaktadır (71). Afferent arterioldeki basınç değişiklikleri ve tuz konsantrasyonu renin salınımını provake eden en önemli unsurlardır. Reninin bilinen tek etkisi bir α globulin olan anjiyotensinojeni hidrolitik olarak katalize ederek anjiyotensin I (Ang I) oluşturmaktır. Anjiyotensin karaciğerden dolaşıma salınır. Dolaşımdaki Ang I, ACE ile aktif formu olan Ang II’ ye dönüştürülür. ACE’nin bir diğer işlevi de vazodilatatör bir peptid olan bradikininin yıkılmasıdır. Ang II’nin güçlü su ve tuz retansiyonu yapıcı etkisi ve periferik vasküler yatakta vazokonstriktif etkisi vardır. ACE başlıca akciğerlerde bulunur. ACE akciğerler dışında vasküler endotel hücrelerinde, glomerülusta ve diğer bir takım dokularda eksprese edilir (72,73). Ang II, kan basıncından bağımsız olarak hücre proliferasyonu ve hipertrofiye yol açar, vasküler düz kas hücrelerinde inflamasyona neden olur (74). NF-kB aktivasyonunu ve adezyon molekülü ekspresyonu artırır (75). Ang II’nin protrombotik etkileri mevcuttur (76,77). Plateletleri aktive eder ve fibrinolizisi inhibe eder. Hücresel düzeyde insülin reseptörleri ile etkileşime girerek insülin direncini arttırır (78). Peptid yapılı bir hormon olan Ang II, plazma membranındaki reseptörlerine bağlanarak etki gösterir. Ang II için, iki tip reseptör tanımlanmıştır. Ang II Tip I reseptör (AT 1) ve Tip II reseptör (AT 2). AT 1 anjiyotensinin vasokonstriksiyon, Na geri emilimi, oksidatif stres yapıcı etki, inflamatuar sitokin artışı, Plazminojen aktivatör inhibitörü-1 (PAI-1) artışı, tromboz, monosit kemoatraktan etki, fibröz doku oluşumu, endotelyal disfonksiyon ve aldesteron salgılanması gibi etkilerinden sorumludur (79). AT 2 reseptörünün etkisi ise, muhtemelen bradikinin ve NO aracılığıyla AT 1 etkinliğini antagonize edecek şekilde vazodilatasyona yol açmaktadır. Günümüzde HT tedavisinde klinik olarak RAAS blokajının yapıldığı iki nokta vardır. Birincisi ACE inhibisyonu, diğeri de AT 1 reseptör blokajıdır. ANJİOTENSİN KONVERTİNG ENZİM İNHİBİTÖRLERİ Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri Ang I’in Ang II’ye enzimatik dönüşünü bloke ederek etki gösterirler. ACEI’lerinin esas antihipertansif etkisi noradrenalinden 40 kat daha güçlü bir vazokonstriktör olan Ang II’nin kan ve doku düzeylerinin düşürülmesi 12 şeklindedir. Beyin, kalp, böbrek gibi lokal renin anjiyotensin sistemi de bu ilaçlarla değişen oranlarda bloke olur (80). ACEI’leri ile Ang II üretimi tamamen durmaz. Bu nedenle reseptör düzeyinde blokaj daha avantajlı görünmektedir. ACE’nin bir diğer etkisi vazodilatatör etkili bradikininin yıkılmasıdır. ACEI’ler sayesinde bradikinin düzeyleri artar. Bu da ACEI’lerin etkisini arttırır (81). Artmış bradikinin ACEI’lerin en sık yan etkisi olan kuru öksürükten de sorumludur. Anjiyotensin sempatik sinir uçlarından noradrenalin (NA) salınımını stimüle eder. ACE inhibisyonuyla sempatik sinir uçlarından NA deşarjı da azalır. Böylece vazodilatasyon sonrası sempatik sinir sisteminde gerçekleşmesi beklenen aktivite de küntleşmiş olur (82). Kardiyak kontraktilitede ve atım sayısında artışın bu şekilde engellenmesi daha iyi kan basıncı kontrolü sağlar (83). ACEI’ler endotelin salınmasını da azaltırlar. ACEI kullanımının endotel disfonksiyonunu düzeltici etkileri olduğu da bilinmektedir (84). Anjiyotensin blokajı, anjiyotensinin etkisine daha duyarlı olan efferent arteriyolleri, afferent arteriyollere göre daha fazla dilate ederek intraglomerüler basıncı düşürürler.Böylece hipertansif ve DNp’de hastalığın gelişimini yavaşlatırlar (85). ACEI’ler DNp’de proteinüriyi azaltırlar (86). Zenci hipertansifler, muhtemelen düşük renin seviyeleri nedeni ile, beyaz hipertansiflere göre ACEI’lere daha az yanıt vermektedirler (87). ANJİOTENSİN II TİP 1 RESEPTÖR BLOKERLERİ Anjiyotensin reseptör blokerleri Ang II’nin AT1 reseptörüne bağlanmasını engelleyerek etki gösterir. ACE inhibitörleri ve ARB’ler rasındaki en temel fark ARB’lerin kinin düzeyini arttırmamasıdır. ARB’lerin renoprotektif etkisi kan basıncı düşürücü etkisinden bağımsız olarak gerçekleşmektedir. The Reduction of Endpoints in NIDDM with the Angiotensin II Antagonist Losartan (RENAAL) ve Irbesartan Diabetic Nephropathy Trial (IDNT) çalışmalarında diyabetik nefropatili hastalarda ARB’lerin nefropati gelişimini yavaşlattığı gösterilmiştir (88,89). HİPERTANSİF NEFROSKLEROZ KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİSİ Nefroskleroz genellikle kronik hipertansiyona bağlı olarak ortaya çıkan bir patolojidir. Hipertansif nefrosklerozda kan basıncı seviyesinin yanı sıra bireysel faktörlerin de etkili olduğu bir gerçektir. Örneğin; siyah ırk hastalarda hipertansiyona bağlı böbrek hastalığı riski diğerlerine oranla 8 kat daha fazladır (90,91). Riskteki bu artış, normal kan basıncı seviyelerinde bile hala devam edebilir ve kısmen düşük doğum tartısına bağlı olarak da gelişebilir. Diğer bir faktör de hastanın ırksal özellikler olabilir. 13 Genetik faktörler nefropati gelişiminin yanı sıra HT patogenezinde de önemli olabilirler (92). Aynı tansiyon düzeylerine sahip, fakat ırksal özellikleri farklı olan kişilerin, ve bazı böbreklerin hipertansif hasara daha duyarlı olduğunu göstermiştir (93). Benign nefrosklerozun histolojik özellikleri; vasküler, glomerüler ve tubulointerstisyel değişiklikler olarak ortaya çıkmaktadır (94). Vasküler Hastalık Vasküler hastalık; büyük ve küçük böbrek damarlarının ve glomerüler arteriyollerin luminal daralmasını ve intimal kalınlaşmasını içermektedir. İki farklı sürecin vasküler lezyonların gelişimine katkı sağladığı görülmektedir: • Vasküler lümen daralmasına yol açan, fibroblastik intimal kalınlaşma ve medial hipertrofi sonucunda oluşan kronik hipertansiyona verilen hipertrofik tepki (95,96). Arteriyollere ve kapillere iletilen sistemik basıncın azaltılarak bu tepki uygun hale getirilebilir (96). • Hasar görmüş, daha geçirgen arteriyol duvarında hyalin benzeri materyalin birikmesi (plazma proteinleri, inaktif C3b, başka kompleman bileşikleri) (96,97). Hem fokal global hem de fokal segmental sklerozis olarak karşımıza çıkabilir (95,96,98,99). Global sklerozun, nefron kaybına yol açan iskemik hasarı yansıttığı düşünülür. Bu, histolojik olarak ya katılaşmış ya da eskimiş olarak kategorize edilebilir. Bu katılaşmış form, Kafkaslardan çok Afro-Amerikanlarla ilişkilendirilebilir ve Afro-Amerikanlar’da nefrosklerozun yaygın olarak görülmesine katkı sağlayabilir (98). Fokal segmental skleroz, nefron kaybına karşı kompansatuvar bir tepki olan glomerüler büyümeyle ilgilidir. Yine de hipertrofi kombinasyonu ve glomerüller içerisindeki kapiller damar basınç artışı hemodinamik segmental skleroza yol açabilir (95). Değişen hemodinamik değerler; kısmen anormal NO metabolizması yüzünden oluşabilir. Deneysel çalışmalarda yaşa bağlı olarak ciddi glomerüloskleroz görülen hipertansif farelerde damar içi arjinin (nitrik oksit prekürsörü) glomerüler hasarlarda azalmaya yol açmıştır (100). Renovasküler hastalık, iskemik nefron kaybını arttırarak ikincil sklerotik lezyon gelişimini hızlandırabilir (101). Glomerüler hipertrofinin yanı sıra, insanlar üzerinde gözlemlenen diğer iki durumun da söz konusu böbrek hastalığında görülen glomerüler hemodinamikler kadar önemli olduğu saptanmıştır: 14 • Özellikle tedavi görmeyen ve daha hafif seyirli hipertansif hastalarda, artmış kreatinin klirensi; artmış plasma kreatinin konsantrasyonu, kan basıncında artış (102) ve mikroalbuminüri gelişimiyle yakından ilgilidir (103). • Siyah ırk hastalarda görülen risk artışının kısmi sebepleri arasında gebelik dönemindeki kötü beslenme, buna bağlı olarak düşük doğum kilosu, böbrek gelişiminde bozukluk ve nefron sayısında azalma sayılabilir. Nefron sayısındaki bu azalma var olan ve daha sonra oluşabilecek glomerüloskleroz, nefronlarda hipetrofiyle sonuçlanabilir (104,105). Vasküler ve glomerüler hastalıklar genellikle ciddi interstisyel nefritlerle ilgilidir. Fakat bu nefritlerin nedenleri hala anlaşılamamaktadır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar renal arter stenozundanın ciddi tubuler atrofiye ve kronik interstisyel nefritlere yol açabilir. İnterstisyel hastalık kısmen, epitel yüzeyindeki antijenlerdeki iskemik değişiklikleri ile ortaya çıkan immunolojik bir süreçtir (106). Klinik Bulgular: Nefroskleroz yaşlanmayla ortaya çıkan fakat kronik hipertansiyonla gelişim gösteren bir durumdur (90,107). Hipertansif hastalarda beraberinde böbrek hastalığı görülme sıklığı oldukça düşüktür. Yüksek risk grubuna dahil olan 3 grup vardır: • Siyah ırklılar • Kan basıncı değerlerinde belirgin yükselme görülen hastalar. • Kronik böbrek hastalığı süre gelen hastalar (özellikle diabetik nefropatisi olanlar) Nefroskleroz hastalarında, uzun süredir devam eden hipertansif bir durumun yanı sıra, proteinüri, plasma kreatinin konsantrasyonu ve kan üre azotu (BUN) değerlerinde görülen yükselmeler de söz konusudur. Bu özellikleri taşıyan özellikle siyah ırkta nefrosklerozun görülme ihtimali çok yüksektir. Örneğin; belirgin proteinürisi olmayan, kronik böbrek yetmezliği olan 39 siyah hipertansif hastada böbrek biyopsisi gerçekleştirilmiş (108). Hastaların 38’inde gözlemlenen histolojik değişikliklerin nefrosklerozla uyumlu olduğu saptanmış. Diğer bir hasta ise fokal glomerüloskleroz için riskli bulunmuş. Hiperürisemi de son dönemlerde ortaya atılan ve benign nefrosklerozla birlikte görülebilecek bir durumdur ve vasküler hastalıkla ortaya çıkan renal hipoperfüzyonu yansıttığı düşünülür (109). Nefrosklerozda protein atılımı yavaşça yükselir (günde 1g.’dan az). Bu da glomerüler durumun doğasını yansıtır (95). Bazen de bu değer günde 10g.’a kadar yükselerek daha göze çarpan bir hal almaktadır (110). Bu gibi durumlarda ise ileri renovasküler hastalık görülme olasılığı artmaktadır (101). 15 Diyalize yeni başlayan SDBY’li hastalarda en sık böbrek yetmezliği nedenlerinden biri olarak benign hipertansif nefroskleroz gösterilmesi ilginçtir. Ve sadece esansiyel hipertansiyonu olan az sayıda hastada benign hipertansif nefroskleroz SDBY’ye ilerler. Üç önemli çalışmanın bulgularından bu sonuçlar değerlendirilebilir: *Çoklu risk faktörü deneyi (MRFIT) yedi yıllık süre içerisinde 2.0 mg/dl‘den daha fazla artarak iki katına çıkan plasma kreatinin konsantrasyonu %0.2 ‘den daha azdı. (94). *Hipertansiyon tespiti ve takip programı: Beş yıl içerisinde plasma kreatinin konsantrasyonu değeri %25’lik artışla 1.3-1.4 seviyelerindeki değer 2.0 mg/dL ‘nin üzerinde oldu. *Plazma kreatinin konsantrasyonu değeri 2.0 mg/dL’nin üzerine çıkma ihtimali olan 2125 hastanın raporuna göre bu oran 5 yılda %2’den daha azdı (111). Bunun yanı sıra, bu hastaların %31’inde başlangıçta proteüniri görülmekteydi. Plasma kreatinin konsantrasyonu ve diyastolik kan basıncı değerlerindeki değişimlerde de her ikisi arasında herhangi bir ilişkiye rastlanmadı. Hipertansif hasta sayısının çok olması riskteki en küçük yüzdelik artışın bile büyük değerlere karşılık gelmesi demektir. İlerleme durumunun yavaş olması risk taşıyan hastaların incelenmesi için en az 5-7 yıllık süreci gerektirmektedir. Bazı hastalar hipertansiyonla gelişim gösteren farklı böbrek hastalıklarına sahip olabilmektedir. Fakat bu, siyah ırk hastalarda ihtimal olamayacak bir durumdur (108). MRFIT çalışması uzun takibe alınıp gözlemlenen 322 erkek hastanın verileri ilk hipotezle uyuşmaktadır (112). Buna göre, birincil kan basıncı ile 16 yıllık takipte gözlemlenen böbrek yetmezliği gelişimi arasında direkt bir ilişki vardır (111). Bu risk en uygun kan basıncı olanlarda (120/80) 1.0’den 1.9’a, hafif hipertansiyonu olanlarda 3.1’e , orta hipertansiyonu olanlarda 6’ya, ciddi hipertansiyonu olanlarda 11.2’ye yükseldi. Hafif hipertansiyona sahip hastaların (140-159/90-99) küçük bir yüzdesinin de risk taşıyabileceğine dair veriler elde edildi. TANI Hipertansif nekroskleroz tanısı; böbrek biyopsisi sonucundaki teyitten ziyade genellikle karakteristik klinik özelliklerden anlaşılır. Söz konusu hastalarda uzun süreli hipertansif şikayetlerin yanı sıra buna eşlik eden retinopati, sol ventriküler hipertrofi, normal idrar sedimenti, küçük böbrek, eğer geçmişe dair bir bilgi mümkünse artan proteüniriyle birlikte gelişim gösteren böbrek yetersizliğinin de olduğu görülür (91, 108, 113). Tanısal açıdan en önemli olan, hipertansiyonun ya proteinüriye ya da böbrek yetersizliği gelişimine öncülük etmesidir ve bunun dışında böbrek hastalığına sebep olan bu 16 kadar açık başka bir sebep yoktur (114). Bir karşılaştırma yaparsak, diğer yaygın sebeplerden herhangi biri görülen hastalar, örneğin membranöz nefropati veya minimal değişiklik hastalığında, tipik olarak orta veya şiddetli proteüniri ve ödem ile birliktedir. Tanı öncesine ait bilgiler eksik ise, nefrosklerozun klinik olarak tanısı, biyopsi sonucu teyit etmediği sürece doğru olmayabilir (113). Bu, kötü huylu hipertansiyon olmaması durumunda böbrek yetmezliğinin çok daha az yaygın olduğu siyahi olmayan hastalar için doğru bir yargıdır (114,115). Diğer bir taraftan, nefrologlar siyahi hastalardaki açıklanamayan böbrek yetmezliğini hipertansiyona atfetmeye meyillidirler (116). Hipertansif nefroskleroza benzer bulgularla yaygın olarak gündeme gelen fakat aksi iddia edilebilir başka bir anlaşmazlık daha vardır (çift taraflı böbrek arter daralmasına bağlı iskemik böbrek hastalığı) (96). Bu tür hastalar çok ciddi ve inatçı hipertansiyon geçmişine, akut kan basıncı yükselmesine, bir veya her iki böbrek arterinin tamamen kapanmasına bağlı olarak böbrek fonksiyonunun ani bozulmasına veya anjiotensinle yürütülen böbrek perfüzyonunun ACE inhibitörü veya ARB terapisiyle kaldırılmasına meyilli olabilirler. Tedavi Kan basıncı kontrolü seviyesi ile böbrek yetmezliğine doğru ilerleme ihtimali birbiriyle doğrudan alakalıdır. Hızlanmış hipertansiyon nöbetleri de hastalığın gelişimine katkıda bulunabilir (94). Diğer bir taraftan, diyastolik basıncın 5 yıldan çok 95-100 mmHg sınırlarında olmasının böbrek için zararlı olduğuna dair az sayıda kanıt olmasına rağmen, basıncı 90 mmHg altına düşüren etkili hipertansiyon tedavisi devam etmekte olan böbrek hastalığını engelleyebilir (111). Yine de bu konuda düşünülecek iki önemli nokta vardır: *Antihipertansif terapi türünün önemi var mıdır? ( Diğer böbrek hastalığı çeşitlerinde olduğu gibi ACEI’ler nefroskleroz için de koruyucu mudurlar?) *Hangi seviyedeki kan basıncı kontrolü maksimum düzeyde böbrek koruması sağlar? Bu sorulara kesin cevaplar verilememektedir, fakat bazı bilgiler mevcuttur. Proteinürik kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda böbreğin korunması için ACEI’leri ve ARB’ler seçilen ilaçlardandır. Nefroskleroz hastalarında koruyucu olup olmadıkları kontrollü iki çalışmada gözlemlenmiştir (117). Nefroskleroz olduğu ileri sürülen siyah hastalardaki böbrek korunması durumu kısmen de olsa AASK’da da (African American Study of Kidney Disease and Hypertension) ele alındı (118,119). Bu çalışma, uzun süreli HT’den, açıklanamayan yavaş gelişim gösteren 17 böbrek yetmezliğinden ve proteüniriden muzdarip 1094 Afrikalı Amerikan hastayı içerdi. Yukarıda bahsedildiği gibi siyahlardaki bu durumun, tek hastalık olarak nefrosklerozla bağdaşan histolojik değişikliklerle alakalı olduğu gösterildi (108). Hastalara 3 ilaçtan biri dağıtıldı: Ramipril (436 hasta), Metoprolol (441 hasta), Amlodipine (217 hasta) ve iki basınç değerinden biri hedeflendi: 125/75 veya 140/90 mmHg. İlk sonuç, GFR oranındaki değişim seviyesiydi. İkincil klinik sonuç ise GFR’de %50 azalma, her bir 1.73m² için 25 ml/dk GFR düşüşü, böbrek yetmezliği başlangıcı veya ölüm görülen olaydı. Serum kreatinin konsantrasyonu veya iothalamate kullanılarak yapılan GFR ölçümlerine dayalı deney sonuçları birbirine benzerlik taşımaktaydı (120). Ara değerlendirmede ramipril alan hastalarla amlodipine alanlar karşılaştırıldı (118). Proteüniri olan hastalar üzerinde yapılan inceleme gösterdi ki; GFR kaybı ilk üç aydan sonra ramipril alan hastalarda çok daha azdır. Devam eden süreçte daha az proteüniriye dair ek bilgiler elde edilemeyeceği anlaşıldı ve amlodipine çalışmasına son verildi. Yaklaşık 4 yıl süren çalışmanın sonunda, ortalama kan basıncı değerleri düşük ve normal kan basıncına sahip olanlar grubunda 128/78 mmHg ve 141/85 mmHg olarak belirlendi (119,121). GFR değişiminin ortalama değeriyle ikincil kompozitin değeri hedef kan basıncı değerleri bakımından benzerlik gösterdi. Bu da, hedeflenen düşük kan basıncı değerinin böbrek yetmezliği gelişimini yavaşlatmada herhangi bir fayda sağlamayacağına dair bilgi verdi. Farklı hipertansif ilaçlarla yapılan çalışmalar sonucunda aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir: *Metoprolol (riskte azalma %22) ve amlodipine (riskte azalma %38) alanlara kıyasla, ramipril alanlarda ikincil kompozit risk görülme oranı önemli ölçüde düştü. GFR meyili bakımından hiçbir ilaç grubunda herhangi bir değişikliğe rastlanmadı. Buna ek olarak, ikincil kompozit risk oranı amlodipine ve metaprolol alan gruplarda birbirine yakındı. Yine de, bunu müteakip 10 yıllık çalışmada, ne ACE inhibisyonunun ne de yüksek kan basıncını düşürmenin bu tür hastalarda KVH gelişim oranını etkilemediği görüldü. AASK çalışması sırasında SDBY gelişmeyen denekler 10 yıl süre ile izlendiler. Katılımcıların %80’inden fazlası ACE inhibitörüne çalışma bittikten sonra da devam etti. 133/78 mmHg kan basıncı değerine ulaşılmasına rağmen hastaların çoğunda (%67) GFR’deki düşüş yıllık her 1.73m2 için 1ml/dk’dan fazlaydı (122). Tüm bu bulgular, proteinürik kronik böbrek hastalığı olan hastalarda, böbreğin korunması için ACEI’lerinin kullanılması gereken ilk ilaç olmasını 18 öngören, bunun aksi takdirde hızlı gelişim göstereceğinden dolayı hipertansif nefroskleroz olan siyahi hastalara da uygulanmasını gerektiren genel fikirleri değiştiremedi. Hipertansiyon hastası siyahların diüretik terapiye olumlu cevap vermesine bağlı olarak, normal böbrek fonksiyonu olan hastalara da düşük doz thiazide terapi başlangıcında önerildi. AASK çalışmasında hastaların %60’ından fazlasına herhangi bir diüretik verildi. Albuminüri böbrek hastalığına dair gelişim gösteren herhangi bir kanıt görülmesi durumunda ise var olan tedaviye ACEI de eklenmelidir (123). Hedef kan basıncı; nefroskleroz olduğu öne sürülen hastalarda yüksek kan basıncının düşürülmesinin herhangi bir fayda sağlamadığına dair bilgiler veren ilk küçük deneyin sonuçları AASK çalışmasında doğrulanmıştır (124). Yukarıda da belirtildiği gibi, GFR’deki ortalama düşüş ile klinik bileşik sonuç (GFR’de %50 düşüş, son safha böbrek hastalığı veya ölüm) normal veya düşük kan basıncına sahip olarak belirlenen hastalar arasında aynıydı (ortalama 128/78 ve 141/85 mmHg) (119). Yine de yüksek proteinüri ile düşük kan basıncını destekleyen önemsiz bir eğilim söz konusuydu (123). Bu bulgu, günde en az 2-3 gr proteinürisi olanlarda düşük kan basıncının yararlı olabileceğine dair sonuçlar elde edilen, böbrek hastalığında diyet değişikliği deneyiyle tutarlıydı (125). Bazı hastalarda sistemik kan basıncı kontrolüne rağmen plasma kreatinin konsantrasyonu ve proteinüri seviyeleri yükselmeye devam etti. Bu tür hastaların böbrek hastalığına neden bu kadar yatkın olduğu da bilinmemektedir (96). Genetik faktörlerin bu bağlamda önemli rol oynayabileceğini veya hastaların hipertansiyonla şiddetlenen farklı bir böbrek hastalığına sahip olabilme ihtimalinin olduğunu söylemek mümkündür. 19 GEREÇ VE YÖNTEMLER Çalışma Helsinki Deklerasyonu kararlarına, hasta hakları yönetmeliğine ve etik kurallara uygun olarak planlandı. Çalışma öncesinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu onayı alındı (Ek 1). Çalışmada Diyabet ve Hipertansiyon nedeni ile 1987-2009 yılları arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı’na bağlı Hipertansiyon ve Diyabet polikliniği’ne başvuran hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. 2110 hipertansif ve 2555 diyabetik hastanın dosya kayıtları incelendi. En az ardışık iki poliklinik kontrolünde GFR, MİA ve proteinüri tetkiki yapılmış hastaların (88 hasta) dosyaları değerlendirilebilir bulundu. Çalışmaya hipertansif ve diyabetik olup; proteinüri ve mikroalbüminürisi olan, iki farklı tarih aralığında mikroalbüminüri, GFR ve proteinüri takibi yapılmış olan hastalar alındı. GFR, MİA, proteinüri tetkikleri iki poliklinik kontrolünde bakılmamış olanlar ve takip süresi 39 ayı geçenler çalışmaya alınmadı. Hastaların yaş, cinsiyet, hipertansiyon yaşı, diyabet yaşı, primer hastalık (diyabet veya HT), poliklinik takip süresi, ek hastalık varlığı (dislipidemi, malignite, koroner arter hastalığı), kullandıkları antihipertansif ve antidiyabetik tedaviler, eşlik eden risk faktörleri (sigara, obezite, VKİ), sistolik ve diyastolik kan basınçları, nabız, nabız basıncı, açlık kan şekeri (AKŞ), hemoglobin A1c (HbA1c), kolesterol, yüksek molekül ağırlıklı lipoproteinler (“High density lipoprotein” HDL), düşük molekül ağırlıklı lipoprotein (“Low density lipoprotein” LDL), trigliserid, hemoglobin, üre, kreatinin, ürik asit, serum sodyum (sNa), serum potasyum (sK), serum kalsiyum (sCa), serum fosfor (sPO4), insülin, insülin direnci, C 20 reaktif protein (CRP), 24 saatlik idrarda mikroalbüminüri, proteinüri ve GFR ve değerleri incelendi. Değerlendirilmeye alınan 88 hastanın 50’si kadın, 38’i erkekti. Proteinüri, mikroalbüminüri ve hipertansiyona yönelik; 19 hasta ARB, 56 hasta ACEI, 13 kişi diğer grup antihipertansif ilaç kullanmakta idi. Değerlendirmeye alınan hastaların tümünde mikroalbüminüri, proteinüri ve GFR üzerine etkili olan risk faktörleri, demografik özellikler, klinik özellikler arasındaki ilişki, anlamlılık düzeyleri incelendi. Hastalar daha sonra, bazal değeri olup; sonrasında ARB veya ACEI tedavisi başlanan ve bazal değeri olmayıp her iki kontrolde de ARB ve ACEI kullananlar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Bazal değeri olan grupta ARB grubu ilaç kullananlar 6 kişi, ACEI grubu ilaç kullananların sayısı 27’di. Bazal değeri olup ARB kullanan hastaların 3 tanesi HT, 3 tanesi DM idi. ACEI kullananların 8’i HT, 19’u DM’di. Bazal değeri olmayan grupta 13 hasta ARB, 29 hasta ACEI grubu ilaç kullanmaktaydı. Bazal değeri olan grupta ACEI ve ARB’lerin mikroalbüminüri, GFR ve proteinüri üzerine olan etkisi araştırıldı. İlaç etkileri altı aylık takip süresi sınır kabul edilerek; erken dönem (ilk altı ay ilaç kullananlar) ve geç dönem (altı ay üzeri ilaç kullananlar) olarak kendi aralarında karşılaştırıldı. Bazal değeri olmayan grupta da ACEI ve ARB grubu ilaçların, GFR mikroalbüminüri ve proteinüri üzerine olan etkileri, erken ve geç dönem iki gruba ayrılarak karşılaştırıldı. Bazal değeri olan grup ve bazal değeri olmayan grupta RAAS inhibisyonunun GFR, MİA ve proteinüri üzerine etkisi incelendi. İSTATİSTİKSEL YÖNTEM Sonuçlar ortalama±Std.Sapma yada sayı (yüzde) olarak ifade edildi. Niceliksel değerlerin normal dağılıma uygunluğu tek örneklem Kolmogorove Smirnov test ile incelendi. İki kategoriden oluşan değişkenlerin Proteinüri, GFR ve mikroalmüminüri düzeylerinin karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi kullanıldı. İki kategoriden oluşan değişkenlerin bazal Proteinüri, GFR ve mikroalbuminüri (MİA) düzeyleri ile kontrol düzeyleri arasındaki değişim farkının karşılaştırılmasında Kovaryans Analizi (ANCOVA) kullanıldı. Kategorik verilerin karşılaştırılmasında ki-kare testi kullanıldı. Proteinüri, GFR ve MİA düzeyleri ile niceliksel değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek için Spearman korelasyon analizi kullanıldı. 21 p<0.05 değeri istatistiksel anlamlılık sınırı olarak kabul edildi. İstatistiksel analizler için Statistica 7.0 (Seri No: AXF 507C775406FAN2) istatistiksel paket programı kullanıldı. 22 BULGULAR Tablo 1. Hastaların genel özellikleri Yaş(yıl) Cinsiyet Kadın (n/%) Erkek (n/%) HT yaşı,( yıl) DM yaşı, yıl Primer hastalık HT (n/%) DM (n/%) Sigara İçmiyor (n/%) İçiyor(n/%) Takip süresi, ay Ek hastalık (n=88) 51.5±11.3 Min-Max 22-81 50 (%56,8) 38 (%43.2) 6.5±4.9 6.6±5.7 1-18 1-25 34 (38.6) 54 (%61.4) 64 (%72.7) 24 (%27.3) 13.7±10.0 1-39 Dislipidemi (n) 35 Koroner arter hastalığı (n) 8 SVH (n) 2 ARB kullanan (n/%) 19(%21) ACEI kullanan (n/%) 56(%63.6) SKB (mmHg) 139±24.7 80-200 DKB (mmHg) 85.5±13.5 50-115 Nabız basıncı(NB) (mmHg) 57.5±14.1 30-100 Nabız(Nb) (n/dk) 81.4±10.9 60-103 Kilo (kg) 74.3±13.9 46-102 VKİ (kg/m²) 28.8±4.5 20-38 DKB: Diyastolik kan basıncı; SKB: Sistolik kan basıncı; SVH: Serebro vasküler hastalık ; VKİ: Vücut kitle indeksi; DM: Diyabetes Mellitus; HT: Hipertansiyon. Yaşları 81 ile 22 arasında değişen hastaların yaş ortalamaları 51.5±11.3 yıl olarak bulundu. Hastaların ellisi kadın (%56.8), otuzsekizi (%43.2) erkekti. Bilinen hipertansiyon süreleri 1-18 yıl arasında ve ortalama 6.5±4.9 yıldı. Bilinen tip 2 DM süreleri 1-25 yıl 23 arasında ve ortalama 6.6±5.7 yıldı. Hastaların 34’ünde primer hastalık HT, 54’ünde DM’di. Hastaların 64’ü (%72.7) sigara içmiyor, 24’ü (%27.3) ise sigara içiyordu. Hastaların takip süreleri 1 ile 39 ay arasında ve ortalama takip süreleri 13.7±10 ay idi. Hastaların 45 tanesinin ek hastalığı vardı. Bunların 35’inin (statin kullanan) dislipidemisi, 8’inin koroner arter hastalığı, 2’sinin SVH’ı (serebro vasküler hastalık) vardı. Hastaların 19’u (%21) ARB kullanmaktaydı. ACEI kullanan hastaların sayısı 56 (%63.6) idi. SKB değerleri 80-200 mmHg arasında ve ortalama 139±24.7 mmHg idi. DKB değerleri 50-115 mmHg arasında ve ortalama 85.5±13.5 mmHg idi. Hastaların nabız basıncı 30-100 mmHg arasında ve ortalama 57.5±14.1 mmHg idi. Nabız sayısı 60-103/dk olup, ortalama 81.4±10.9/dk idi.VKİ 20-38 kg/m2 arasında değişen hastaların VKİ ortalamaları 28.8±4.5 kg/m2 idi. Hastaların kilosu 46103 kg arasında değişmekte iken, ortalama tartıları 74.3±13.9 kg idi. Tablo 2. Hastaların laboratuvar özellikleri AKŞ (mg/dl) HbA1c (%) Total kollesterol (mg/dl) Trigliserid (mg/dl) HDL-K (mg/dl) LDL-K (mg/dl) Üre (mg/dl) Kreatinin (mg/dl) Ürik asit (/dl/mg) Na (mEq/L) K (mEq/L) Ca (mg/dl) PO4 (mg/dl) Albumin (gr/dl) İnsülin (IU/ml) İnsülin direnci CRP (mg/dl) Proteinüri (mg/gün) Hemoglobin (gr/dl) GFR (ml/dk) MİA (mg/gün) N 72 50 69 72 63 59 61 80 34 62 64 46 44 45 14 9 2 53 49 84 70 ort±sd 134.9±57.5 7.6±2.4 213.2±122.9 139.4±76.6 49±24.2 120.1±37.8 32±14.6 0.9±0.27 5±1.4 139±4.2 4.3±0.5 9.4±0.6 3.7±0.7 4.1±0.5 18±23.1 11.4±11.8 4.5±6.2 240.4±224.6 13.4±1.4 89±35.9 83.4±131.5 Minumum 66 4,9 98 34 10 40 12 0.09 1 128 2.9 8 1.5 2.2 1.1 1.58 0.17 35 10.6 32.2 10.5 Maximum 445 16,6 1150 518 183 196 106 2.3 8 155 5.5 11 5 5.2 90 36.3 9.02 1449 16.4 212 894 AKŞ: Açlık kan şekeri; Ca: Kalsiyum; CRP: C- reaktif protein; Na: Sodyum; K: Potasyum; GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; HbA1c: Hemoglobin A1c; HDL-K: Yüksek dansiteli kolesterol; LDL-K: Düşük dansiteli kolesterol; K: Potasyum; MİA: Mikroalbuminüri;Na: Sodyum; PO4: Fosfor. 24 Tablo3. Proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri ile demografik ve klinik özellikler arasındaki spearman korelasyon katsayıları ve anlamlılık düzeyleri Proteinüri GFR MİA Yaş rs p -0.206 0.139 -0,276 0.011 -0.127 0.299 HT yaşına göre rs p -0.038 0.820 -0.179 0.194 0.082 0.607 DM yaşı rs p -0.088 -0.663 -0.099 0.494 0.213 0.151 Nabız basıncı rs p -0.083 0.575 0.184 0.112 -0.105 0.417 Nabız rs p 0.087 0.750 0.064 0.760 0.063 0.799 Kilo rs p -0.066 0.684 0.455 0.001 0.358 0.010 VKİ rs p 0.139 0.447 0.355 0.012 0.343 0.035 LDL-K rs p 0.012 0.948 -0.052 0.702 -0.238 0.096 Üre rs p -0.016 0.925 -0.249 0.061 0.060 0.696 Kreatinin rs p 0.119 0.414 -0.313 0.006 -0.044 0.734 Ürik Asit rs p -0.042 0.844 -0.006 0.972 0.314 0.144 Na rs p -0.153 0.372 0.018 0.890 -0.048 0.749 K rs p -0.271 0.105 0.012 0.929 -0.077 0.601 Ca rs p 0.367 0.071 -0.064 0.681 -0.234 0.141 AKŞ: Açlık kan şekeri; Ca: Kalsiyum; CRP: C- reaktif protein; ; GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; HbA1c: Hemoglobin A1c; HDL-K: Yüksek dansiteli kolesterol; LDL-K: Düşük dansiteli kolesterol; K: Potasyum; MİA: Mikroalbuminüri;Na: Sodyum; PO4: Fosfor. 25 Tablo 3. (Devamı) Proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri ile demografik ve klinik özellikler arasındaki spearman korelasyon katsayıları ve anlamlılık düzeyleri Albümin İnsülin İnsülin direnci Hb AKŞ HbA1c Trigliserid HDL-K rs p rs p rs p rs p rs p rs p rs p rs p Proteinüri 0.105 0.588 0.017 0.966 -0.400 0.600 0.279 0.143 0.086 0.589 0.185 0.376 0.064 0.690 -0.186 0.264 GFR 0.388 0.011 0.011 0.970 -0.544 0.130 -0.057 0.706 0.101 0.405 0.043 0.773 0.119 0.335 0.048 0.713 MİA 0.117 0.505 0.209 0.494 0.800 0.010 -0.368 0.027 -0.126 0.363 -0.070 0.648 -0.139 0.307 -0.246 0.076 AKŞ: Açlık kan şekeri; Ca: Kalsiyum; CRP: C- reaktif protein; ; GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; HbA1c: Hemoglobin A1c; HDL-K: Yüksek dansiteli kolesterol; LDL-K: Düşük dansiteli kolesterol; K: Potasyum; MİA: Mikroalbuminüri;Na: Sodyum; PO4: Fosfor. Tablo 4. Hipertansiyonu olan hastalarda sistolik ve diyastolik kan basıncının proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri arasındaki ilişkinin spearman korelasyon katsayıları ve anlamlılık düzeyleri n=34 Proteinüri GFR MİA SKB rs p -0.244 0.250 -0,334 0,061 -0,298 0,190 DKB rs p 0,109 0,620 0,481 0,006 -0,121 0,190 GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri;SKB: Sistolik kan basıncı; DKB:Diyastolik kan basıncı. 26 Tablo 5. Diyabeti olan hastalarda sistolik ve diyastolik kan basıncının proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri arasındaki ilişkinin spearman korelasyon katsayıları ve anlamlılık düzeyleri n=54 Proteinüri GFR MİA SKB rs p 0,165 0,486 0,327 0,042 -0,094 0,576 DKB rs p 0,206 0,486 0,150 0,362 -0,106 0,527 GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri;SKB:Sistolik kan basıncı; DKB:Diyastolik kan basıncı. Spearman Korelasyon Analizi Glomerüler filtrasyon hızı ile yaş arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu (r=-0.276 ; p=0.011), buna göre yaş arttıkça GFR azalmaktaydı. Kilo ile GFR ve MİA arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı (GFR için r=0.455; p=0.001 MİA için r=0.358; p=0.010 ), buna göre kilo arttıkça GFR ve MİA artmaktadır. Vücut kitle indeksi ile GFR ve MİA arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı (GFR için r=0.3555; p=0.012, MİA için r=0.343; p=0.035), buna göre VKİ arttıkça GFR ve MİA artmaktadır. Üre değeri ile GFR arasında negatif yönde istatistiksel anlamlıya yakın korelasyon saptandı ( r=-0.249; p=0.061), üre düzeyi arttıkça GFR azalmaktadır. Kreatinin ile GFR arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı (r=0.313; p=0.006), kreatinin değeri arttıkça GFR azalmaktadır. Albümin düzeyi ile GFR arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı (r=0.388; p=0.011), albümin düzeyi arttıkça GFR artmaktadır. İnsülin direnci ile MİA arsında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı. (r=0.800; p=0.010), insülin direnci arttıkça MİA artmaktadır. Hemoglobin değeri ile MİA arsında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı (r=-0.368; p=0.027), Hb değeri azaldıkça MİA artmaktadır. Hipertansif hastalarda glomerüler filtrasyon hızı ile DKB arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu (r=0.481; p=0.006), buna göre DKB arttıkça GFR de artmaktadır. 27 Diyabetik hastalarda glomerüler filtrasyon hızı ile SKB arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu (r=0.327; p=0.042), buna göre DKB arttıkça GFR de artmaktadır. Hipertansiyon yaşı, DM yaşı, nabız basıncı, nabız sayısı, AKŞ, HbA1c düzeyi, Trigliserid düzeyi, HDL-K, LDL-K, Ürik asit, Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, İnsülin düzeyi ile Proteinüri, GFR ve MİA arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı (p>0.05 tüm korelasyon katsayıları için). Tablo 6. Cinsiyete göre mikroalbuminüri, proteinüri ve glomerüler filtrasyon hızı düzeyleri Erkek n=38 Kadın n=50 p 267.5±289.9 221.3±166.5 0.698 GFR (ml/dk) 90.3±43.9 88.2±29.4 0.856 MİA (mg/gün) 93.8±168.5 73.6±84.2 0.441 Proteinüri (mg/gün) Mann Whitney U testi GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Cinsiyete göre MİA, proteinüri ve GFR düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 6’da gösterildi. Cinsiyete göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde erkekler ile kadınlar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). Tablo 7. Sigaraya göre mikroalbuminüri, proteinüri ve glomerüler filtrasyon hızı düzeyleri İçmiyor İçiyor n=24 P 239.7±200.5 229.9±82.6 0.102 GFR (ml/dk) 85.5±32.7 125.6±36.0 0.725 MİA (mg/gün) 87.6±69.5 128.05±193.9 0.222 Proteinüri (mg/gün) n=64 Mann Whitney U testi GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Sigaraya göre MİA, proteinüri ve GFR düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 7’de gösterildi. Sigaraya göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde içmeyenler ile içenler arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). 28 Tablo 8. Statin kullanıp kullanmamaya göre mikroalbuminüri, proteinüri ve glomerüler filtrasyon hızı düzeyleri Statin kullanan Statin kullanmayan n=35 n=53 195.3±101.0 267.8±271.8 o.474 GFR (ml/dk) 95.4±41.1 92.4±37.6 0.364 MİA (mg/gün) 62.9±69.5 98.2±172.5 0.948 Proteinüri (mg/gün) p Mann Whitney U testi GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Statin kullanıp kullanılmamasına göre MİA, proteinüri ve GFR düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 8’de gösterildi. Statin kullanımına göre proteinüri, MİA ve GFR düzeyleri incelendiğinde; statin kullananan ve kullanmayanlar arasında arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). TEDAVİ ÖNCESİ SONRASI KARŞILAŞTIRMALARI Tablo 9. Bazal değeri olup anjiotensin konverting enzim inhibitörü başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeyleri n=27 Tedavi öncesi Tedavi sonrası p Proteinüri (mg/gün) 162.3±84.6 158.1±85.7 0.722 GFR (ml/dk) 100.6±39.9 96.4±42.2 0.597 107.7±126.09 51.4±61.5 0.046 MİA (mg/gün) Wilcoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı ; MİA: Mikroalbuminüri Bu grupta 27 hasta mevcuttu.19 DM, 8 HT idi. Ortalama takip süresi 11.2±9.7 ay, minimum takip süresi 1 ay, maksimum 34 ay idi. Bu hastaların 12’si statin kullanmakta, 9’u sigara içmekteydi. Bazal değeri olup ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFR ve MİA düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 9’da gösterildi. Bazal değeri olup ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri ve GFR düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar 29 için). Buna karşılık tedavi öncesi MİA düzeyi tedavi sonrası MİA düzeyinden istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.046). Tablo 10. Bazal değeri olup anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeyleri n=6 Tedavi öncesi Tedavi sonrası P 373.9±304.3 156.6±109.17 0.225 GFR (ml/dk) 89.9±35.9 106.8±27.3 0.400 MİA (mg/gün) 74.8±35.8 13.4±15.5 0.068 Proteinüri (mg/gün) Wilcoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Bu grupta 6 hasta vardı. Bunların 3’ü HT, 3’ü DM idi. Ortalama takip süresi 9.3±6.9 ay idi. Minimum takip süresi 3 ay, maksimum takip süresi 19 ay idi. Bu hastaların 1’i sigara içmekte, 2’si statin kullanmakta idi. Bazal değeri olup ARB başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFRve MİA düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 10’de gösterildi. Bazal değeri olup ARB başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri MİA ve GFR düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). Tablo 11. Bazal değeri olup anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri ve anjiotensin konverting enzim inhibitörü başlananlarda renin anjiyotensin aldesteron inhibisyonunun proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerine etkisi n=33 Tedavi öncesi Proteinüri (mg/gün) 229.8±206.2 Tedavi sonrası p 158,1±93.04 0,363 GFR (ml/dk) 97.4±38.04 99.9±40,1 0.758 MİA (mg/gün) 98.9±114.7 44.9±56.8 0.013 Wilcoxon sign rank test Bazal değeri olup anjiyotensin II tip I reseptör blokeri ve anjiyotensin konverting enzim inhibitörü başlananlarda renin anjiyotensin aldesteron inhibisyonunun proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerine etkisi tablo 11’de gösterildi. Bazal değeri olup ACEI veya ARB kullanan hastaların proteinüri, GFR düzeyleri karşılaştırıldığında 30 tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için ). Buna karşılık tedavi sonrası MİA düzeyi, tedavi öncesi MİA düzeyinden istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulundu p>0.013). Tablo 12. Bazal değeri olmayıp, her iki poliklinik kontrolünde de anjiotensin konverting enzim inhibitörü kullanan hastalarda takip süresince proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerindeki değişiklikler n=29 I. kontrol II. kontrol p Proteinüri (mg/gün) 284.2±327.8 202.6±102.7 0.569 GFR (ml/dk) 90.2±40.07 94.3±28.1 0.400 MİA (mg/gün) 77.9±179.6 65.9±64.4 0.833 Wilcoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Bazal değeri olmayıp ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFRve MİA düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 12’de gösterildi. Bazal değeri olmayıp ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri , GFR ve MİA düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). Tablo 13. Bazal değeri olmayıp her iki poliklinik kontrolünde de anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri kullanan hastalarda takip süresince proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerindeki değişiklikler n=13 Proteinüri(mg/gün) GFR (ml/dk) MİA (mg/gün) I. kontrol II. kontrol p 191.1±153.8 268.8±190.3 0.208 88.9±28.9 83.4±24.9 0.480 102.2±111.5 109.3±149.6 1.000 Wilcoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri 31 Bazal değeri olmayıp ARB başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFRve MİA düzeylerinin karşılaştırılması Tablo 13’te gösterildi. Bazal değeri olmayıp ARB başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri , GFR ve MİA düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). Tablo 14 . Bazal değeri olmayıp anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri ve anjiotensin konverting enzim inhibitörü başlananlarda renin anjiyotensin aldesteron inhibisyonunun proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerine etkisi n=42 I. kontrol II. kontrol 274.04±283.8 212.9±133.9 GFR (ml/dk) 89.9±36.1 93.1±27.6 0.477 MİA (mg/gün) 84.6±150.9 73.0±96.6 0.645 Proteinüri(mg/gün) p 0.658 Bazal değeri olmayıp anjiyotensin II tip I reseptör blokeri ve anjiyotensin konverting enzim inhibitörü başlananlarda renin anjiyotensin aldesteron inhibisyonunun proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerine etkisi tablo 14’te gösterildi. Bazal değeri olmayıp ACEI veya ARB kullanan hastaların proteinüri, MİA, GFR düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için ). ERKEN DÖNEM VE GEÇ DÖNEM KARŞILAŞTIRMALARI Tablo 15. Bazal değeri olmayıp anjiotensin konverting enzim inhibitörü ve anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri tedavisi alan, altı aydan daha önce kontrole gelenler ile altı aydan sonra kontrole gelenler arasında takip süresince proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerindeki değişiklikler Erken dönem (≤6 ay) Tedavi p Tedavi Geç dönem (>6 ay) Tedavi 32 Tedavi p öncesi sonrası 163.7±104.0 141.2±62.1 GFR(ml/dk) 80.2±29.3 MİA(mg/gün) 35.3±16.2 Proteinüri öncesi sonrası 1.000 265.5±282.2 231.8±136.2 0.808 88.3±23.6 0.286 85.6±35.6 85.2±31.7 0.882 62.3±40.5 0.015 86.2±157.7 (mg/gün) 72.0±100.2 0.437 Wicoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Bazal değeri olmayıp; ACEI ve ARB kullanan hastaların erken (<6 ay öncesi kontrole gelenler) ve geç dönem (>6 ay sonra kontrole gelenler) GFR, proteinüri ve MİA düzeylerindeki değişim farklarının karşılaştırılması Tablo 15’te gösterildi. Proteinüri ve GFR’de anlamlı fark bulunmadı (p>0.05 tüm karşılaştırmalar için). MİA’da erken dönemde istatistiksel anlamlı düşüş saptandı (p=0.015). Tablo 16. Bazal değeri olanlarda anjiotensin konverting enzim inhibitörü ve anjiotensin II tip 1 reseptör blokeri tedavisi alan, altı aydan daha önce kontrole gelenler ile altı aydan sonra kontrole gelenlerde proteinüri, glomerüler filtrasyon hızı ve mikroalbuminüri düzeylerindeki değişiklikler Erken dönem (≤6 ay) Tedavi Tedavi öncesi sonrası Proteinüri 262.2±223.07 p Geç dönem (>6 ay) Tedavi öncesi p Tedavi sonrası 129.8±79.8 0.176 212.7±126.5 177.9±112.4 1.000 GFR 87.8±40.7 112.4±50.3 0.041 103.09±36.3 92.6±29.7 0.165 MİA 202.8±183.5 63.2±82.7 0.116 66.1±58.9 39.1±47.5 0.042 Wicoxon sign rank test GFR: Glomerüler filtrasyon hızı; MİA: Mikroalbuminüri Bazal değeri olanlarda erken ve geç dönem arasında tedavi öncesi ve sonrası proteinüri GFR ve MİA düzeyleri değişim farklarının karşılaştırılması Tablo 16’da gösterildi.Bazal değeri olanlarda erken ve geç dönem arasında tedavi öncesi ve sonrası proteinüri ve MİA düzeyleri değişim farkları karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (p>0.05 tüm 33 karşılaştırmalar için). GFR incelendiğinde erken dönemde GFR yükselirken geç dönemde düşmekteydi (p=0,015). . 34 TARTIŞMA Retrospektif olarak yaptığımız bu çalışmaya; yaşları 22-81 arasında değişen, 34 hipertansif ve 54 diyabetik, proteinüri ve mikroalbuminürisi olan hasta alındı. Bu hastaların 19 tanesi ARB grubu ilaç, 56 tanesi ACEI kullanmakta idi. Hastalarımızı bazal değeri olanlar ve bazal değeri olmayanlar olarak iki gruba ayırdık. Hastaların 33 tanesinin ilaç başlanmadan önce bakılmış bazal GFR, MİA ve proteinüri değerleri mevcuttu. Bu grubu bazal değeri olanlar olarak değerlendirdik. Geri kalan hastaların 42’si tetkik sırasında ACEI veya ARB grubu ilaç, 13’ü diğer grup antihipertansif ilaç kullanmakta idi. Bu hastalarımız da bazal değeri olmayan grubu oluşturdu. Bazal değeri olan grupta; ilaç tedavisi öncesi ve tedavi sonrası GFR, MİA ve proteinüri değerlerini karşılaştırdık. ARB ve ACEI grubu ilaçların etkisi ayrı ayrı bakıldı. Sonrasında ACEI ve ARB kullananlar tek bir grup olarak alındı. RAAS inhibisyonunun proteinüri, MİA ve GFR üzerine etkisi araştırıldı. Bütün hastalarda; AKŞ, HbA1c, LDL-K, HDL-K, trigliserid, albumin, SKB, DKB, insülin direnci, VKİ, kilo, Hb gibi MİA ve proteinüri için risk faktörü olan parametrelerle GFR, Proteinüri ve MİA ilişkisi araştırıldı. Glomerüler filtrasyon hızı ile yaş arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu , buna göre yaş arttıkça GFR azalmaktaydı. Hastalarımızın yaş ortalaması 51.5±11.3 idi. Kilo ve VKİ ile GFR ve MİA arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı, buna göre VKİ arttıkça GFR ve MİA artmaktadır. VKİ ve GFR ilişkisi, obezite ile birlikte olabilen insülin direnci, insülin direncinin sodyum ve su tutucu etkisi ve sempatik aktivite artışı ile HT’e katkısı ve artmış glomerül basıncı ile açıklanabilir. Çalışmaya 35 aldığımız hastalarımızın ortalama VKİ 28.8±8 kg/m²di. Bu sonuç; yüksek VKİ’nin artmış nefropati riski ile ilişkisini desteklemektedir. Albuminüri; sıklıkla obezite, HT, kardiyovasküler morbidite gibi metabolik sendrom ile birliktedir. İnsülin direncinin MİA yapma mekanizması endotel disfonksiyonuna bağlanmıştır. Endotel hücreleri relaksasyon ve kontraksiyon faktörleri salgılar. Bu maddeler vasküler düz kas hücrelerinin tonusunu ayarlar (126). Fizyolojik şartlarda relaksasyon ve kontraksiyon yapıcı endotelyal faktörler denge halindedir. Bu denge obezite, DM, HT gibi vasküler end organ hasarı yapan durumlarda değişir (127). Kısmi endotel hasarı bile, NO biyoyararlanımında düşmeye neden olur. Bu da arteryel kan basıncı artışına ve mikro ve makroalbuminüri miktarında artışa neden olur. Diyabetik ratlarda defektif heparan sülfat üretimi gösterilmiştir (128). Hiperglisemi ve RAAS aktivasyonu makromolekül sentezinde azalmaya neden olarak, albumin ultrafiltrasyonunu arttırır (129). İnsülin direncinin MİA gelişmesine hem diyabetik olmayanlarda hem de diyabetiklerde neden olduğu bilinmektedir. İnsülin direncinin MİA ile birlikte olduğu hipotezi; tip 2 DM’li normoalbuminürik ve mikroalbuminürik hastalarda yapılmış bir çalışmada incelenmiş (130). Sonuç olarak MİA’sı olanlarda daha fazla insülin direnci olduğu görülmüş . Normal kan basıncı olan hastalarda da insülin direnci ve MİA birliktelik gösterir. İnsülin direnci kan basıncına bakılmaksızın MİA ile birliktelik göstermektedir. Buna tezat bir çalışmada; insülin direnci mikro ve makroalbuminüriklerde benzerdi ve insülin direnci albuminüri ile korele değildi (131). Biz de çalışmamızda insülin direnci ile mikroalbuminüri düzeyi arasında istatistiksel anlamlı pozitif bir ilişki saptadık. İnsülin direnci, endojen salgılanan veya eksojen verilen insülinin normalden daha az biyolojik yanıt oluşturmasıdır. İnsülin direncinde kas ve yağ dokusunda insülinle uyarılan glukoz transportu ve metabolizmasında azalmanın yanı sıra hepatik glukoz üretiminin insülinle baskılanmasında bozulma vardır (132). Obez bireylerde insülin direnci sık görülmektedir (133). Bununla birlikte normal glukoz toleranslı ve obez olmayan bireylerde ve esansiyel hipertansiyonu olan hastalarda da insülin direnci görülmektedir (134,135). Tip 1 DM’lilerdeki kronik hiperglisemi (glukoz toksisitesi) insülin direncine yol açabilir (136). Bel-kalça oranının artması insülin direncinin en güçlü göstergesi kabul edilmiştir (137). Diyabetik hastalarda yüksek VKİ, artmış kronik böbrek hastalığı riski ile ilişkiliydi. Diyabetik hastalarda diyet ve kilo kaybı proteinüriyi azaltabilir. Böbrek fonsiyonlarını iyileştirebilir. Ancak yine de; obezite veya kilo kaybının nefropati riskine katkısı bu çalışmalarda yeterince irdelenmemiştir (138). 36 Çalışmamızda; albümin düzeyi ile GFR arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptadık. Albümin düzeyi azaldıkça, GFR düzeyi de azalmaktadır. Hastalarımızda Hb değeri ile MİA arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptadık Albumin ve GFR arasındaki ilişki inflamatuar sürece bağlanmıştır. Aynı şekilde hemoglobinin MİA düzeyi arttıkça düşmesi; MİA varlığı ile oluşan inflamasyonu düşündürdü. Mikroalbuminüri; artmış proinflamatuar sitokin düzeyleri ile birliktedir. İnflamasyonun varlığı albumin sentezini baskılamaktadır. İnflamasyon varlığında albumin sentezinin hızlı ve etkin şekilde baskılandığı bilinmektedir. Birçok çalışmada hipoalbuminemik böbrek yetmezlikli hastalarda pro-inflamatuar sitokin düzeylerinin ve akut faz protein düzeylerinin yüksek olduğu tespit edilmiştir. Mikroalbuminüri endotel hasarı nedeni ile inflamatuar bir durumdur. Serum CRP, TNF-α, serum amiloid A ve interlökin-6 (IL-6) düzeyleri inflamasyonun göstergesi olarak artar. Bu artmış sitokinlerin kemik iliğini baskılaması sonucu diyabetik hastalarda hafif bir anemi söz konusudur. Ayrıca erken diyabetik nefropatide, peritubuler fibroblastlarda oluşabilen hasar, eritropoetin eksikliğine ve filtrasyon kaybından önce anemiye neden olabilir (139). Çalışmamızda; HT yaşı, DM yaşı, takip süresi, nabız basıncı, nabız sayısı, AKŞ, HbA1c düzeyi, Trigliserid düzeyi, HDL-K, LDL-K, Ürik asit, Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, İnsülin düzeyi ile Proteinüri, GFR ve MİA arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı. Bu sonuçlar; çalışmanın retrospektif olmasına, kontrolün düzenli olmamasına ve hastaların yaş ve takip süresi açısından homojen dağılmamasına bağlandı. Bizim çalışmamızda; HT’u olan 34 hastanın GFR, Proteinüri ve MİA değerlerinin SKB ve DKB ile ilişkisine bakıldı. HT’u olan hastalarda DKB ile GFR arasında anlamlı pozitif bir korelasyon saptandı (p=0.006). DM’li 54 hastanın SKB ile GFR arasında istatistiksel anlamlı korelasyon saptadık (p=0.042). Bu durum sistemik tansiyonun, intraglomerüler yansıması ve artmış glomerül basıncı ile açıklanabilir (Tablo 4,5). Parving ve ark. tek başına kan basıncını özellikle 120/75 mmHg’nin altına düşürmenin, kullanılan ajandan bağımsız, nefropati ilerleme hızını azalttığını çalışmalarında göstermiş (141). Cinsiyete göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde erkekler ile kadınlar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Ancak istatistiksel anlamlılık olmasa da erkek cinste kadın cinse göre MİA ve proteinüri daha yüksekti. (Tablo 4.) Hastalarımızın 64’ü sigara içmiyor, 24’ü sigara içiyordu. Sigaraya göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde içmeyenler ile içenler arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. 37 Hastalarımızın 35’i statin kullanmakta idi. Sekiz tanesinin geçirilmiş koroner arter hastalığı öyküsü, ikisinin SVH öyküsü vardı. Statin kullanan ve kullanmayanların MİA, proteinüri ve GFR değerlerinin karşılaştırılmasında; ilaç kullanan ve kullanmayanlar arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı. Literatürde, bizim yaptığımız gibi iki grup ilacın aynı çalışmada karşılaştırılmasını yapan çalışmalar pek fazla değildir. Çalışmalar daha çok, ACEI ve ARB’lerin plasebo ile veya kalsiyum kanal blokerleri, beta blokerler veya diüretiklerle karşılaştırması şeklindedir. Biz çalışmamıza aldığımız 34 HT ve 54 DM’li hastayı; bazal değeri olanlar ve olmayanlar olmak üzere iki gruba ayırdık. Bazal değeri olan grubumuzdaki 33 hastanın 27 tanesi ACEI ve 6’sı ARB grubu ilaç kullanmakta idi. . Bunların 19’u DM, 8’i hipertansif idi. Ortalama takip süresi 11.5±9.7 ay idi. Bazal değeri olup ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFR düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Buna karşılık tedavi sonrası MİA düzeyi, tedavi öncesi MİA düzeyinden istatistiksel anlamlı olarak düşük bulundu(Tablo7). Nefropatili hastalarda, renal koruma ve proteinürinin geriletilmesiyle ilgili ACEI’lerle diğer antihipertansiflerin karşılaştırıldığı daha küçük çapta çalışmalarda da olumlu sonuçlar bildirilmektedir (142). Elli iki böbrek yetmezliği ve proteinürisi olan diyabetik nefropatili hasta ACEI lisinopril, non-dihidropridin kalsiyum kanal blokeri (verapamil, diltizem) ve beta bloker (atenolol) gruplarına randomize olarak ayrılmışlar. Altı yıllık izlem sonunda kan basıncında benzer düşmeler olmasına rağmen aşağıdaki sonuçlar elde edilmiş: • Kreatinin klirensindeki yıllık kayıp; lisinoprilde -1.06 mL/dk, kalsiyum kanal blokerlerinde -1.56 mL/dk, beta blokerde ise (-3.48 mL/dk düzeyinde gerçekleşmiş. • Proteinürideki azalma ise; lisinoprilde 2 gr/gün, kalsiyum kanal blokerlerinde 1.5 gr/gün, atenololde ise 0.4 gr/gün olarak gerçekleşmiş. Bazal değeri olup ARB kullanmakta olan grubumuzda 6 hasta vardı. Bu hastaların 3’ü HT, 3’ü DM idi. Ortalama takip süreleri 9.3±6.9 ay idi. Bu grubumuzda MİA’da bazal değere göre düşme olmasına rağmen, istatistiksel anlamlı değildi. Bu sonuç; hasta sayısının azlığına, takip süresinin daha kısa olmasına bağlandı.(Tablo 10.). Ancak ortalama 11 ay sonunda MİA’da ACEI alan grupta belirgin ve anlamlı düşme önemlidir. 38 Bazal değeri olup ACEI ve ARB alan grupları, renin anjiotensin aldesteron inhibisyonu yapılan tek grup olarak değerlendirdiğimizde (Tablo 11); tedavi sonrası MİA’nin istatistiksel anlamlı olarak azaldığını saptadık (p=0.013). İrbesartan diyabetik nefropati çalışmasında (IDNT), 1715 hipertansif diyabetik nefropatili hasta randomize olarak irbesartan (300 mg/gün), amlodipin (10 mg/gün) ve plasebo gruplarına ayrılmış (143,144). 2.6 yıl sonra bakıldığında, irbesartan, amlodipin ve plasebo grubuna göre böbrek yetmezliğine gidişte %23, herhangi bir nedene bağlı ölümlerde ise %20’lik bir azalma sağladığı gözlenmiştir. Elde edilen bu olumlu etkilerin kan basıncında sağlanan düşmeden bağımsız olduğu gözlenmiştir (145,146) RENAAL çalışmasında; 1513 diyabetik nefropatili hasta ACEI hariç, aldıkları konvansiyonel antihipertansif ilaçlar değiştirilmeden losartan (50-100 mg/gün) ve plasebo gruplarına ayrılmışlar (88). 3.4 yıl sonra değerlendirildiğinde, losartan grubunda plaseboya göre son dönem böbrek yetmezliğinde %28’lik bir azalma sağlandığı gözlenmiştir. Yine elde edilen bu olumlu etki kan basıncındaki düşmeden bağımsız olarak gerçekleşmiş. RENAAL çalışmasının alt grup analizlerinde; proteinürinin, renal hasarın ilerlemesinde en önemli risk faktörü olduğu (147), sistolik kan basıncında her 10 mmHg’lik bir artışın son dönem böbrek yetmezliğine gidişi ve ölümleri %6.7 oranında arttırdığı (148), proteinürideki %50’lik bir azalmanın kardiyovasküler ölümlerde %18’lik bir azalma sağladığı (149) ve başlangıçta retinopatinin varlığının böbrekler ve ölüm oranları açısından kötü prognoz göstergesi olduğu saptanmıştır (150). Fakat her iki çalışmada (IDNT ve RENAAL); irbesartan ve losartan kullanımıyla elde edilen renal koruma ve proteinüride gerilemelere karşın, kardiyovasküler olayların ortaya çıkması ve kardiyovasküler ölümlerde anlamlı bir azalma elde edilememiştir (151,152) Bazal değeri olmayıp ACEI kullanan grupta ilk kontrol ve ikinci kontrol MİA, GFR ve proteinüri arasında anlamlı fark saptanmadı. (Tablo 12). Keza bazal değeri olmayıp, her iki kontrolünde de ARB kullanan hastaların, ilk kontrol ve ikinci kontrol MİA, GFR ve proteinüri değerlerinde anlamlı fark saptanmadı.(Tablo 13.) Bazal değeri olmayıp 1. ve 2. kontrollerinde ACEI ve ARB kullanan grupları renin anjiotensin aldesteron inhibisyonu yapılan tek grup olarak değerlendirdiğimizde de (Tablo 14.) istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. Bazal değeri olmayıp; ACEI ve ARB kullanan hastaların erken (altı aydan daha kısa süreli izlenen) 12 kişi ve geç (altı aydan daha uzun süre izlenen) 30 kişinin sonuçlarına göre, proteinüri, GFR ve MİA değerleri karşılaştırıdı. (Tablo 15.). Tüm hastaların takip süresi 2-39 39 ay arasında değişmekte, ortalama takip süresi 15.1±10.1 ay idi. Erken dönemde (n=12) hastalarda MİA’da istatistiksel olarak anlamlı artış mevcuttu. Bu sonucu açıklıyamadık. Geç dönemde (n=30) ise MİA’da istatistiksel olarak anlamlı olmayan azalma mevcuttu. Bazal değeri olmayan grupta tedavi başlangıç tarihinin belirsizliği tam ilaç etkinliğini bazal değeri olanlarda olduğu gibi göstermemiş olabilir. Geç dönem olmasına rağmen ilaç etkinliğinin anlamlı olmaması bu grup hastaların tedaviye uyumsuzluğu ve ek risk faktörlerine bağlı olabilir. Ancak istatistiksel anlamlılığı olmamakla beraber; ACEI ve ARB’lerin antiproteinürik etkilerinin 6 aydan sonra başlayacağını söylemek mümkündür. REIN çalışmasında; ACEI ile tedavinin faydalarının zamana bağlı olduğu, uzun dönem ACEI tedavisinin hastalığın remisyona girmesine öncülük ettiği gösterilmiş (153). REIN çalışmasında ramiprille elde edilen faydalı etkiler 36 ay içinde görülmüştür. ACEI tedavisi ile tip 1 diyabetik nefropatili hastalarda, mikroalbuminüri ve proteinüride azalma ile renal fonksiyonların korunması ile birliktedir. REIN çalışmasında olduğu gibi, uzun süreli ACEI tedavisi tip 1 diyabetik hastalarda renal fonksiyonların stabilizasyonunu sağlar. Tip 2 diyabetik nefropatili hastalarda uzun dönem bu antiproteinürik etkinin sağlanamadığı, proteinürisi azalmış olan hastaların bir kısmında tekrar proteinüride artış görüldüğü çalışmalarda bildirilmiştir (154-156). Çalışmamızda; bazal değeri olan hastalarda; altı ay süre ilaç kullananlar (erken dönem) ile altı aydan fazla (geç dönem) ilaç kullananların MİA, proteinüri ve GFR değişimi incelendi. (Tablo 16). Bu grubun ortalama takip süresi; 11.5±9.7 ay idi. Biz bazal değeri olup ACEI ve ARB tedavisi başlanmış hastalarımızda geç dönem MİA’da düşmenin daha belirgin ve istatistiksel anlamlı olduğunu gördük (p=0.042). Bu da gene RAAS blokajının geç dönem MİA üzerine etkisinin daha belirgin olduğunu düşündürmektedir. Diyabet ve hipertansiyon gibi son dönem böbrek yetmezliğinin iki en önemli nedeni olan patolojilerin böbrek tutulumunu gösteren ilk bulgusu mikroalbüminüri ve devamında makroproteiürinin ortaya çıkmasıdır. Glomerüler kapiller duvarda, porlar ve bariyere negatif elektrik yükü veren heparan sülfat proteinüriyi engelleyen iki önemli unsurdur. Bu nefropatilerin erken dönemlerinde porların çapı genişlemekte ve heparan sülfat yapımının azalmasına bağlı negatif yük ortadan kalkmakta ve sonuçta proteinüri başlamaktadır. Ayrıca özellikle diyabetiklerde daha fazla görmeye alışık olduğumuz glomerül içi hidrostatik basınç artışı yani glomerüler hipertansiyon proteinürinin ortaya çıkması ve sürmesinde önemli rol oynamaktadır (157,158). 40 Hastalardaki proteinüri sadece bir sonuç olmayıp, renal hasarın ilerlemesi ve kardiyovasküler hastalıkların ortaya çıkabileceğini göstermesi bakımından önemli bir belirteç olarak ta kullanılmaktadır. Glomerüllerden süzülen protein proksimal tübül hücreleri tarafından reabsorbe edilmekte ve bu hücrelerden bir takım inflamatuar sitokinler salınmaktadır. Sonuçta tübülointerstisyel alana fazla miktarda iltihap hücresi çekilerek fibrozisle sonuçlanan bir süreç ortaya çıkmakta ve nefropati daha da ilerlemektedir (157,158). Anjiotensin konverting enzim inhibitörleri ve ARB’ler diğer antihipertansiflerden farklı olarak, hem sistemik kan basıncını hem de intraglomerüler basıncı düşürerek proteinüriyi azaltmaktalar ve renal hasarın ilerlemesini yavaşlatmaktadırlar. Bu iki grup ilacın kardiyovasküler ve renal koruyucu etkileri kan basıncını düşürmekten ziyade bir takım grup etkilerine bağlanmaktadır. ACEI’ler Ang II üretimini azaltıp, glomerüler efferent arteriolde vazodilatasyon yaparak intraglomerüler basıncı düşürerek proteinüriyi azaltmaktalar ve glomerülosklerozu önlemektedirler. Ayrıca efferent arteriol dilatasyonu iskemik tübülointerstisyel hasarı engelleyerek renal koruma sağlamaktadırlar. ACEI’lerin ARB’lerde olmayan bir özelliği de, ACEI’ler glomerüler kapiller duvardaki porların çapını daraltarak proteinüriyi daha da azaltmaktadırlar. Ayrıca ACEI’ler vücuttaki en potent vazodilatör madde olan bradikinin yıkımını engellemektedirler ve böylece efferent arteriol daha fazla dilate olarak intraglomerüler basınç daha da düşmektedir (159,160). Anjiotensin II’nin dört tip reseptöründen bahsedilmektedir. Tip 1’in efferent arteriolde, tip 2’nin ise afferent arteriolde bulunduğu ileri sürülmektedir. ARB’ler kullanıldığında efferent arterioldeki tip 1 reseptörler bloke olmakta ve sonuçta intraglomerüler basınç düşerek proteinüri azalmaktadır. Fakat tip 1 reseptör bloke olunca Ang II üretimi, üzerindeki negatif inhibisyonun kalkması sonucu, daha da artmaktadır. Artan Ang II afferent arteriollerdeki tip 2 resptörleri uyararak bu arteriolleri dilate etmekte ve beklentimiz olan intraglomerüler basınç düşmesi fazla oranda gerçekleşmemektedir. Bu yüzden ARB kullanımı sonucu, RAAS blokajına bağlı renal fonksiyonlarda kötüleşme ve hiperpotasemi gibi yan etkiler daha az oranda gerçekleşmektedir (159,160). Son zamanlarda proteinürinin azaltılması ve renal progresyonun önlenmesi için her iki grup ilacın kombine kullanımı gündeme gelmiştir. COOPERATE çalışmasında nefropatili hastalar üç gruba ayrılarak birinci gruba ACEI trandolapril 3 mg/gün ile ARB losartan 100 mg/gün kombine verilirken diğer iki ilaç aynı dozlarda tek tek diğer iki gruba başlanmış. Kombine grupta proteinüride %76’lık bir azalma sağlanırken, losartan grubunda %44, trandolapril grubunda ise %42’lik bir azalma elde edilmiş. Benzer olarak kombine tedavi alan 41 grupta hastaların %11’i, diğer gruplarda ise %23’ünde son dönem böbrek yetmezliğinin geliştiği gözlenmiştir (161). Çalışma grubumuzun yaklaşık %38’ini hipertansif hastalar oluşturmaktaydı. Çalışmamızda diyabetikleri ve hipertansifleri ayrı değerlendirmek daha ayrıntılı sonuç verebilirdi. Diyabetiklerde olduğu gibi, hipertansif nefropatili hastalarda da ACEI ve ARB’ler diğer antihipertansiflere göre böbreğin korunmasında daha etkili bulunmuşlardır. Afrikalı Amerikalıların böbrek hastalıkları ve hipertansiyon çalışmasında (AASK) 1094 hasta ramipril, metoprolol ve amlodipin gruplarına ayrılmışlar ve çalışma sonunda renal fonksiyonların korunması ve ölümler en az ramipril grubunda saptanmış (162,119). Sonuç olarak, diyabetik ve hipertansif nefropati günümüzde son dönem böbrek yetmezliğinin en önemli iki nedenini oluşturmaktadır. Renal hasarın yavaşlatılması için mikroalbuminüri ve proteinürinin azaltılması ve etkin bir kan basıncı düşüşü sağlanması gerekmektedir. Bu hastaların büyük bir bölümünde olaya, kardiyovasküler hastalıklar da eşlik etmektedir. Renin anjiyotensin sistemini bloke eden ilaçlar, yani ACEI ve ARB’ler tip 2 DM ve hipertansiyonu olan hastalarda mikroalbuminüri gelişimini ve nefropatinin ilerlemesini önlemek üzere kullanılmalıdır. Sonuçlarımıza göre de seçilecek ajanın ACEI, ardından ARB olması gerektiğini düşünüyoruz. 42 SONUÇLAR Retrospektif olarak yaptığımız bu çalışmaya; yaşları 81-22 arasında değişen, 34 hipertansif ve 54 diyabetik, proteinüri ve mikroalbuminürisi olan hasta alındı. Bu hastaların 19 tanesi ARB grubu ilaç, 56 tanesi ACEI kullanmaktaydı. Hastalarımızı bazal değeri olanlar ve bazal değeri olmayanlar olarak iki gruba ayırdık. Hastaların 33 tanesinin ilaç başlanmadan önce bakılmış bazal GFR, MİA ve proteinüri tetkikleri mevcuttu. Bu grubu bazal değeri olanlar olarak değerlendirdik. 55 hasta tetkik sırasında ACEI veya ARB grubu ilaç kullanmaktaydı. Bu hastalarımız da bazal değeri olmayan grubu oluşturdu. Bazal değeri olan grupta; ilaç tedavisi öncesi ve tedavi sonrası GFR, MİA ve proteinüri değerlerini karşılaştırdık. Bütün hastalarda; AKŞ, HbA1c, LDL, HDL, trigliserid, albumin, sistolik kan basıncı,diyastolik kan basıncı, insülin direnci, VKİ, kilo, Hb gibi MİA ve proteinüri için risk faktörü olan parametrelerle GFR, proteinüri ve GFR ilişkisi araştırıldı. 1. GFR ile yaş arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu , buna göre yaş arttıkça GFR azalmaktaydı. 2. Diyabetik hastalarda (n=64) GFR ile SKB arasında, hipertansif hastalarda ise (n=34) DKB ile GFR arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon bulundu, buna göre GFR arttıkça sistolik kan basıncı ve diyastolik kan basıncıda artmaktaydı. Bu da nefropati oluşumu ile hipertansiyon arasındaki ilişkiyi göstermektedir. 3. Kilo ve VKİ ile GFR ve MİA arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı, buna göre kilo ve VKİ arttıkça GFR ve MİA artmaktadır. Çalışmaya aldığımız hastalarımızın ortalama VKİ 28.8±4.5 ortalama tartısı 74.3±13.9’du. Bu sonuç; yüksek VKİ ve tartının artmış nefropati riski ile ilişkisini desteklemektedir. 43 4. Albümin düzeyi ile GFR arasında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı. Albümin düzeyi arttıkça GFR artmaktadır. Hastalarımızda Hb değeri ile MİA arasında negatif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptadık. Böbrek yetmezlikli hastalarda artmış proinflamatuar sitokin düzeyleri söz konusudur. Metabolik asidoz varlığı, protein alımının kısıtlanması, inflamasyonun varlığı albumin sentezini baskılamaktadır. Böbrek yetmezliği kronik inflamatuar bir durumdur. Albumin ve GFR arasındaki ilişki inflamatuar sürece bağlanmıştır. Aynı şekilde hemoglobinin MİA düzeyi arttıkça düşmesi; MİA varlığı ile oluşan inflamasyonu düşündürdü. 5. İnsülin direnci ile MİA arsında pozitif yönde istatistiksel anlamlı korelasyon saptandı, bu sonuç artmış insülin direnci ile MİA oluşumu arasındaki ilişkiyi destekledi. 6. Hipertansiyon yaşı, DM yaşı, nabız basıncı, nabız sayısı, AKŞ, HbA1c düzeyi, Trigliserid düzeyi, HDL, LDL, ürik asit, sodyum, potasyum, kalsiyum, insülin düzeyi ile proteinüri, GFR ve MİA arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı. Bu sonuçlar; çalışmanın retrospektif olmasına, kontrolün düzenli olmamasına ve hastaların yaş ve takip süresi açısından homojen dağılmamasına bağlandı. 7. Cinsiyete göre MİA, proteinüri ve GFR düzeylerinin karşılaştırılmasında; cinsiyete göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde erkekler ile kadınlar arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. 8. Hastalarımızın 64’ü sigara içmiyor, 24’ü sigara içiyordu. Sigaraya göre MİA, proteinüri ve GFR düzeyleri incelendiğinde içmeyenler ile içenler arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı . 9. Hastalarımızın 45 tanesi statin kullanmakta idi. Sekizinin geçirilmiş koroner arter hastalığı öyküsü vardı. Ek hastalığa göre proteinüri, MİA ve GFR düzeyleri incelendiğinde ek hastalığı olmayanlar ile olanlar arasında MİA, GFR ve proteinüri düzeyi arasında anlamlı fark bulunmadı. 10. Bazal değeri olup ACEI başlanan 27 hastamız vardı. Bunların 19’u DM, 8’i hipertansifti. Bazal değeri olup ACEI başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri, GFR düzeyleri karşılaştırıldığında tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. Buna karşılık tedavi sonrası MİA düzeyi tedavi öncesi MİA düzeyinden istatistiksel anlamlı olarak düşük bulundu. 11. Bazal değeri olup ARB başlananlarda tedavi öncesi ve sonrası proteinüri MİA ve GFR düzeyleri karşılaştırıldığında, tedavi öncesi ve sonrası değerlerde istatistiksel olarak 44 anlamlı olmamakla birlikte düşme mevcuttu. Ancak bu düşüş ACEI’ndeki kadar belirgin değildi. 12. Bazal değeri olup ACEI ve ARB başlananlarda RAAS inhibisyonunun proteinüri, MİA ve GFR üzerine etkisi invelendiğinde; RAAS inhibisyonu sonrası MİA’da istatistiksel anlamlı azalma olduğu görüldü (p=0.013). 13. Bazal değeri olup ACEI ve ARB kullanan hastalarda, erken (>6 ay) ve geç (>6 ay) dönem ilaç etkisi incelendiğinde; geç dönem RAAS inhibisyonu etkisinin MİA’da istatistiksel anlamlı düşme sağladığını gördük (p=0.042). 45 ÖZET Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörlerinin, Anjiotensin reseptör antagonistleri ve non-dihidropiridin kalsiyum kanal antagonistlerinin mikroalbuminüriyi gerilettiği farklı çalışmalarda ileri sürülmektedir. Biz çalışmamızda Diyabetik nefropati ve hipertansif nefroskleroza bağlı proteinürisi olan hastalarda, Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri ve Anjiotensin reseptör antagonistlerinin proteinürinin geriletilmesi ve böbrek fonksiyonlarının korunması üzerine olan etkilerini inceledik. Çalışmamızda diyabet ve hipertansiyon nedeni ile 1987-2009 tarihleri arasında Endokrinoloji polikliniğimize başvuran hipertansif ve diyabetik hasta dosyaları retrospektif olarak tarandı. Mikroalbuminürisi ve proteinürisi olan 88 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalar bazal değeri olanlar ve olmayanlar olarak iki gruba ayrıldı. Verilerimizin değerlendirlmesi sonucunda; diyastolik kan basıncı ve sistolik kan basıncı arttıkça glomerül filtrasyon hızınn de arttığı görüldü. Vücut kitle indeksi arttıkça mikroalbuminüri de artmaktaydı. Bazal değeri olan grupta Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri başlananlarda mikroalbuminüri anlamlı olarak düşük bulundu. Bazal değeri olan grubumuzu; renin anjiotensin aldesteron inhibisyonu yapılan tek grup olarak aldığımızda (n=33); tedavi sonrası mikroalbuminürinin anlamlı düzeyde azaldığını gördük. Sonuç olarak bu retrospektif çalışmada, ACEI ve ARB tedavisiyle proteinürinin gerilediğini ve bu gerilemenin ACEI grubunda daha belirgin olduğunu gözlemledik. Renin anjiyotensin sistemini bloke eden ilaçlar, yani ACEI ve ARB’ler tip 2 DM ve hipertansiyonu olan hastalarda mikroalbuminüri gelişimini ve nefropatinin ilerlemesini önlemek üzere kullanılmalıdır. Sonuçlarımıza göre de seçilecek ilk ajanın ACEI, ardından ARB olması gerektiğini düşünüyoruz. 46 Anahtar kelimeler: Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri, Anjiotensin reseptör antagonistleri, mikroalbumimüri. 47 RETROSPECTIVE EVALUATION OF THE EFFECTS OF VARIOUS ANTIHYPERTENSIVES ON MICROALBUMINURIA AT DIBETIC ESSENTIAL HYPERTENSIVE AND MICROALBUMINURIC PATIENTS SUMMARY It has been suggested in various trials that angıotensin converting enzyme inhibitors, angiotensin receptor antagonists and nondihydropyridin calcium channel antagonist impede the progress of microalbuminuria. We evaluated the effects of angıotensin converting enzyme inhibitors and angiotensin receptor antagonists on renal functions and on impeding the progress of microalbuminuria in patients whom had diabetic nephropaty and hypertensive nephrosclerosis. In our study we examined the case files of patients retrospectively whom had diabetes or hypertension and had attended our endocrinology policlinics between 1987 and 2009 years. We icluded 88 patients in our study whom had microalbuminuria and proteinuria values written in their files. Patients who had their basal datas and the ones whom doesn’t have were seperated. After analyzing our data we have found that glomerüler fitration rate were increasing with the increase at systolic blood pressure and diyastolic blood pressure. Microalbuminuria was increasing with an increase at body mass index. At the patient group whom basal datas were available, microalbuminuria was found to be significantly lower at the ones on angiotensin receptor antagonists therapy. As a result in this retrospective study, we 48 have found that proteinuria values are regressing with antihypertensive treatment and this regression is more prominent at the angıotensin converting enzyme inhibitor group. We suggest that angıotensin converting enzyme inhibitors should be the first line therapy in this patient group and in case of having side effects as angioedema, hyperpotasemia, increase at renal failure and coughing the treatment should be switched to angiotensin receptor antagonists. Key words: Angiotensin converting enzyme inhibitors, angiotensin receptor antagonists, microalbuminuria. 49 KAYNAKLAR 1. National Kidney Foundation. KDOQI Clinical Practice Recommendations for Diabetes and Chronic Kidney Disease. Am J Kidney Dis 2007;49:1-179. 2. American Diabetes Association. Position Statement: Nephropathy in Diabetes. Diabetes Care 2004;27:79-83. 3. Khosla N, Sarafidis PA, Bakris GL. Microalbuminuria. Clin Lab Med 2006;26:635-653. 4. De Zeeuw D, Parving H, Henning R. Microalbuminüria as an early marker for cardiovascular disease. J Am Soc Nephrol 2006;17:2100-2105. 5. Giacchetti G, Sechi LA, Rilli S, Carey RM. The renin-angiotensin-aldosterone system, glucose metabolism and diabetes. TRENDS in Endocrinology and Metabolism 2005;16 No.3:120-6. 6. Andersen S. Relevance of single nephron studies to human glomerular function. Kidney Int 1994;45:384-9. 7. Price DA, Porter LE, Gordon M, Fisher NDL, De’Oliviera JMF, Laffel LMB, et al. The paradox of the low renin state in diabetic nephropathy. J Am Soc Nephrol 1999;10:238291. 8. Stehouwer CD, Gall MA, Twisk JW, Knudsen E, Emeis JJ, Parving HH. Increased urinary albumin excretion, endothelial dysfunction and chronic low-grade inflammation in typ 2 Diabetes: Progressive, interrelated and independently associated with risk of death. Diabetes 2002;51:1157-1165. 9. Tagle R, Acevedo M, Vıdt D. Microalbuminüria; Is it a valid predictor of cardiovascular risk? Clevelend Clın J of Med 2003;70:3:255-61. 10. 11111.mkkgngjgjıırımm nnkdkkfofırgothoypojp nkjgıtjbıgjbjbgbgjhyhjythytojkuojkujk jıjıogkytphluğjş 50 nbfrhg njugtıhıtoyoupjıu llkgotrhpğj 11.Tuğrul A. Diyabetik Nefropati. TÜTF Dergisi 2002;19(2):113-121.) . 12.Erek E. Nefroloji. 5. baskı. Diyabetik Nefropati. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi;2005:165-70. 13. Picup, Williams G. Pathogenesis of diabetic nephropathy. In: Picup J, Williams G (Eds). Textbook of diabetes. 2nd ed. Edinburg:Blackwell science; 1997;.52:1-21. 11. Nishikawa T, Edelstein D, Brownlee M. The missing link: a single unifying mechanism for diabetic complications. Kidney Int 2000;50:77:26-30. 12. Koloğlu Endokrinoloji Temel ve Klinik. Erdoğan G (Editör) 1.baskı. Ankara:MN Medikal Nobel Tıp Kiatebevi. 2005;367-83. 13. Suzuki D, Miyata T, Saotome N, Horie K, Inagi R, Yasuda Y et al. Immunohistochemical evidence for an increased oxidative stres and carbonyl modification of proteins in diabetic glomerüler lesions. J Am Soc Nephrol 1999;10:822-32. 14. Picard S, Parthasaraty S, Fruebis J, Witztum JL. Aminoguanidine inhibits oxidative modification of low density lipoprotein and the subsequent increase in uptake by macrophages scavenger receptors. Proc Natl Acad Sci USA 1991;89:6876-80. 15. Lazorus DF, Shou M, Scheinowitz M, Hodge E, Thirumurti V, Kitsiou AN et al. Comparative effects of basic fibroblast growth factor on coronary collateral development and the arterial response to injury. Circulation 1996;94:1074-82. 16. Sueishi K, Yonemitsu Y, Nakagawa K, Kaneda Y, Kumamoto M, Nakashima Y. Atherosclerozis and angiogenesis. Its pathophysiological significance in humans as well as in an animal model induced by the gene transfer of vasculer endothelial growth factor. Ann NY Acad Sci 1997;811:311-24. 17. Ishi H, Jirousek MR, Koya D, Takagi C, Xia P, Clermont A et al. Amelioration of vascular disfunctions in diabetic rats by an oral PKC ß inhibitor. Science 1996;272:728-31. 18. Kedziora-Kornatowska KZ, Luciak M, Blasczyk J, Pawlak W. Lipid peroxidation and activities of antioxidant enzymes in erytrocytes of patients with non-insulin dependent diabetes with or without diabetic nephropathy. Nephrol Dial Transplant 1998;13:2829-32. 19. Takahashi K, Nammour RM, Fukunaga M, Ebert J, Morrow JD, Roberts LJ et al. Glomerular actions of a free radical-generated novel prostoglandin F2 α , in the rat: Evidence for interaction with tromboxane A2 receptors. J Clin Invest 1992;90:136-41. 20. Salahudeen AK, Kanji V, Reckehoff JF, Schmidt AM. Pathogenesis of diabetic nephropathy: a radical approach. Nephrol Dial Transplant 1997;12:664-8. 21. Gambaro G, Baggio B. Growth factors and the kidney. Crit Rev Lab Clin Med 1998;35:11751. 22. Nakamura T, Fukui M, Ebihara I, Osada S, Nagaoka I, Tomino Y et al. mRNA expression of growth factors in glomeruli from diabetic rats. Diabetes 1993;42:450-6. 51 23. Del Prete D, Anglani F, Ceol M, D’Angelo A, Forino M, Vianello D et al. Moleculer biology of diabetic glomerulosclerosis. Nephrol Dial Transplant 1998;13 suppl 8:20-5. 24. Ziyadeh FN, Hoffman BB, Han DC, Iglesias-De La Cruz MC, Hong SW, Isono M et al. Long-term prevention of renal insufficiency, excess matrix gene expression, and glomerular mesangial matrix expansion by treatment with monoclonal antitransforming growth factorbeta antibody in db/db diabetic mice. Proc Natl Acad Sci USA 2000;97:8015-20. 25. National Kidney Foundation K/DOQI Clinical practice guidelines for chronic kidney disease: evaluation, classification and strafication. Am J Kidney Dis 2002;39:1-266. 26. Ruggenenti P, Fassi A, Ilieva AP, Bruno S, Iliev P, Brusegan V et al. Preventing microalbuminüria in type 2 diabetes. N Engl J Med 2004;351:1941-1951. 27. Mogensen CE, Neldam S, Tikkanen I, Oren S, Viskoper R, Watts RW et al. Randomised controlled trial of dual blockade of renin angiotensin system in patients with hipertension, microalbuminüria, and non-insulin dependent diabetes: the Candesartan and Lisinopril Microalbuminuria (CALM) study. BMJ 2000;321:1440-1444. 28. Estacio RO, Jeffers BW, Gifford N, Schrier RW. Effect of inhibitors of blood pressure control on diabetic microvascular complications in patient with hypertension and type 2 diabetes. Diabetes Care 2000;23:54-64. 29. Casas JP, Chua W, Loukogeorgakis S, Vallance P, Smeeth L, Hingorani AD et al. Effect of inhibitors of the renin-angiotensin system and other antihypertensive drugs on renal outcomes:systematic review and metaanalysis. Lancet 2005;366:2026-2033. 30. De Long P, Curhan GC. Screening, monitoring, and treatment of albuminüria. Public health perspectives. J Am Soc Nephrol 2006;17:2120-2126. 31. American Diabetes Association: Standards of medical care in diabetes-2006. Diabetes Care 2006;29:4-42. 32. Wild S, Roglic G, Green A, Sicree R, King H. Global prevalence of diabetes: estimates for the year 2000 and projections for 2030. Diabetes Care 2004;27:1047-53. 33. Basta E, Bakris G. Choices and goals in the treatment of the diabetic hypertansive patient. Curr Hypertens Rep 2001;3:387-391. 34. Dinnenian SF, Gerstein HC. The association of microalbuminüria and mortality in noninsulin dependent diabetes mellitus: Asystematic overview of the literature. Arch Intern Med 1997;157:1413-1418. 35. Gerstein HC, Mann JF, Pogue J, Dinneen SF, Halle JP, Hogwerf B et al. Prevalance and Determinants of MA in high-risk diabetic and non-diabetic patients in the Heart Outcomes Prevention Evaluation study. Diabetes Care 2000;23:35-9. 36. Adler AI, Stevens RJ, Manley SE, Bilous RW, Cull CA, Hollman RR. Development and progression of nephropathy in typ 2 diabetes; the United Kingdom Prospective Diabetes Study (UKPDS) 64. Kidney Int 2003;63:225-232. 52 37. Keane WF, Eknoyan G. Proteinüria, albuminüria, risk, assessment, detection, elimination (PARADE) a position paper of the National Kidney Foundation. Am J Kidney Dis 1999;33:1004-1010. 38. Jager A, Kostense PJ, Ruhe HG, Heine RJ, Nijpels G, Dekker JM et al.Microalbuminuria and peripheral arterial disease are independent predictors of cardiovascular and all-cause mortality, especially among hypertensive subjects: five-year follw-up of the Hoorn Study. Arterioscleroz Thromb Vasc Biol 1999;19:617-624. 39. Gross JL, de Azevedo MJ, Silverio SP, Canani LH, Friedman R, Leitao CB et al. Diabetic nephropathy diagnosis, prevention, and treatment. Diabetes Care 2005;28:164-176. 40. Viberti GC, Hill RD, Jarrett RJ, Argyoroulos A, Mahmud U, Keen H. Microalbuminüria as a predictor af clinical nephropathy in insulin-dependent diabetes mellitus. Lancet 1982;1:1430-2. 41. Mogensen CE, Christensen CK. Predicting diabetic nephropathy in insulin-dependent patients. N Engl J Med 1984; 311:89-93. 42. Caramori Ml, Fioretto P, Mauer M. The need for early predictors of diabetic nephropahy risk: is albumin excretion rate sufficient? Diabetes 2000;49:1399-1408. 43. Bruno G, Merletti F, Biggeri A Bargero G, Prina-Cerai S, Pagano G et al. Progression to overt nephropathy in type 2 Diabetes. The Casale Monferrato Study. Diabetes Care 2003;26:2150-2155. 44. Spoelstra-de Man AM, Brouver CB, Stehouver CD, Smulders YM. Rapid Progression of albumin excretion is an independent predictor of cardiyovasculer mortality in ptients with type 2 diabetes and microalbuminuria. Diabetes Care 2001;24:2097-2101. 45. Yuyun MF, Dinneen SF, Edwards OM, Wood E, Wareham NJ. Absolute level and rate of change of albuminüria over 1 year indepently predict mortality and cardiyovasculer events in patients with diabetic nephropathy. Diabet Med 2003;20:277-282. 46. Hillege HL, Fidler V, Diercks GF, van Gilst WH, De Zeeuw D, Van Veldhuisen DJ et al Urinary albumin excretion predicts cardiovasculer and noncardiyovasculer mortality in general population. Circulation 2002;106:1777-1782. 47. Knight EL, Kramer HM, Curhan GC. High-normal blood pressure and microalbuminuria. Am J kidney Dis 2003;41:588-595. 48. Forsblom CM, Groop PH, Tötterman KJ, Sane T, Saloranta C, Groop L. Ekstrand A et al. Predictors of progression from normoalbuminuria to microalbuminuria in NIDDM. Diabetes Care 1998;21:1932-1938. 49. Fioretto P, Steffes MW, Brown DM, Mauer SM. An overview of renal pathology in insulin-dependent diabetes mellitus in relationship to altered glomerüler hemodynamics. Am J Kidney Dis 1992;20:549-58. 50. Trevisan R, Viberti G. Genetics factors in the development of diabetic nephropathy. J Lab Clin Med 1995;126:342-9. 53 51. Satko SG, Langefeld CD, Daeihagh P, Bowden DW, Rich SS, Freedman BI. Nephropathy in siblings of African Americans with overt type 2 diabetic nephropathy. Am J Kidney Dis 2002;40:489-94. 52. Petterson-Fernholm K, Frojdo S, Fagerudd J, Thomas MJ, Forsblom C, Wessman M et al. The AT 2 gene may have a gender-specific effect on kidney function and pulse pressure in type 1 diabetic patients. Kidney Int 2006;69:1880-4. 53. Boright AP, Paterson AD, Mirea L, Bull SB, Mowjoodi A, Scherer SW et al. Genetic variation at the ACE gene is associated with persistent microalbuminüria and severe nephropathy in type 1 diabetes: the DCCT/EDIC Genetics Study. Diabetes 2005;54:1238-44. 54. Tapp RJ, Shaw JE, Zimmet PZ, Balkau B, Chadban SJ, Tonkin AM et al. Albuminüria is evident in the early stages of diabetes onset: results from the Australian Diabetes, Obesity and Lifestyle Study(ausDiab). Am J Kidney Dis 2004;44:792-8. 55. Pavkov M, Bennett PH, Knowler WC, Krakoff J, Sievers ML, Nelson RG et al. Effect of youth-onset type 2 diabetes mellitus on incidence of end-stage renal disease and mortality in young and middle aged Pima Indians. JAMA 2006;296;421-6. 56. Stevenson M, Nyström L, Schön S, Dahlguist G. Age at onset of chilhood-onset type 1 diabetes and the development of end-stage renal disease: a nationwide population-based study. Diabetes Care 2006;29:538-42. 57. Hypertension in Diabetes Study (HDS). 1. Prevalance of hypertension in newly presenting type 2 diabetic patients and the association with risk factors for cardiovasculer and diabetic complications. J hypertens 1993;11:309-17. 58. Randeere HA, Omar HA, Motala AA, Seedat MA. Effects of insulin therapy on blood pressure in NIDDM patients with secondary failure. Diabetes Care 1992;15:1258-83. 59. Epstein M, Sowers JR. Diabetes hypertension and cardiovasculer disease: Hypertension 2001;37:1053-9. 60. Nosadini R, Sambataro M, Thomaseth K, Pacin, G, Cipollina MR, Brocco E et al. Role of hyperglicemia and insulin resistance in determining sodium retention in non-insulin dependent diabetes. Kidney Int 1993;44:139-46. 61. Cruickshank K, Riste L, Anderson SG, Wright JS, Dunn G, Gosling RG. Aortic pulse wave velocity and its relationship to mortality in diabetes and glucose intolerance. An integrad index of vascular function. Circulation 2002;106:2085-90. 62. Mogensen CE. Prediction of clinical diabetic nephropathy in IDDM patients. Alternatives to microalbuminuria. Diabetes 1990;39:761-7. 63. Rudberg S, Persson B, Dahlquist G. Increased glomerular filtration rate as a predictor of diabetic nephropathy. An 8 year prospective study. Kidney Int 1992;41:822-8. 54 64. Tuttle KR, Bruton JL, Perusek MC, Lancaster JL, Kopp DT, DeFronzo RA. Effect of strict glycemic control on renal hemodynamic response to amino acids and renal enlargement in insulin dependent diabetes mellitus. N Engl J Med 1991;324:1626-32. 65. Gambara V, Mecca G, Remuzzi G, Bertani T. Heterogeneous nature of renal lesions in type II diabetes. J Am Soc Nephrol 1993;8:1438-66. 66. Smith Sr, Svetkey Lp, Dennis VW. Racial differences in the incidence and proression of renal disease. Kidney Int 1991;40:815-22. 67. Brancati FL, Whittle JC, Whelton PK, Seidler AJ, Klag MJ. The exces incidence of diabetic end stage renal disease among blacks. A population based study of potential explanatory factors. JAMA 1992;268:3079-84. 68. Schmidt K, Pesce C, Liu Q, Nelson RG, Bennet PH, Karnitschnig H et al.Large glomerular size in Pima Indians: Lack of change in diabetic nephropathy. J Am Soc Nephrol 1992;3:229-35. 69. Scherman J, Bridges JP. The macula densa is worth its salt. J Clin Invest 1999;104:10079. 70. Naftilan AJ, Zuo WM, Inglefinger J, Ryan TJ Jr, Pratt RE, Dzau VJ. Localization and differential regulation of angiotensinogen mRNA expression in vessel wall. J Clin Invest 1991;87:130-11. 71. Dzau VJ. Tissue renin-angiotensin system in myocardial hypertrophy and failure. Arch Intern Med 1993;153:937-42. 72. Su EJ, Lombardi DM, Siegal J, Schwartz SM. Angiotensin II induces vascular smooth muscle cell replication independent of blood pressure. Hypertension 1998;31:133-7. 73. Luft FC. Angiotensin, inflamation, hypertension, and cardiovascular disease. Curr Hypertens Rep 2001;3:61-7. 74. Nakamura S, Nakamura I, Ma L, vaughen DE, Fogo AB. Plasminogen activator inhibitor1 expression is regulated by the angiotensin type 1 receptor in vivo. Kidney Int 200;58:251-9. 75. Brawn NJ, Agirbaşlı MA, Williams GH, Litcfield WR, Vaughen DE. Effect of the reninangiotensin system on plasma PAI-1. Hypertension 1998;32::965-71. 76. Tomiyama H, Kushiro T, Abeta H, Ishii T, Takahashi A, Furukawa L et al. Kinins contribute to the improvement of insulin sensitivity during treatment with angiotensin converting enzyme inhibitor. Hypertension 1994;23:450-5. 77. Goodfriend TL, Elliot ME, Catt KJ. Angiotensin receptors and their antagonists. N Engl J Med 1996;334:1649-54. 78. Brown NJ, Vaughen DE. Angiotensin-converting enzyme inhibitors. Circulation 1998;97:1411-20. 55 79. Erdos EG, Dedddish PA, Marcic BM. Protentiation of Bradykinin Actions by ACE Inhibitors. Trends Endocrinol Metab 1999;10:223-9. 80. Lyons D, Roy S, O’Byrne S, Swift CG. ACE Inhibition:postsynaptic adrenergic sympatholytic action in men. Circulation 1997;96:911-5. 81. Brunner F, Kukovetz WR. Postischemic antiarrhytmic effects of angiotensin-converting enzyme inhibitors. Role of suppression of endogenous endothelin secretion. Circulation 1996;94:1752-61. 82. Goto K, Fujii K, Onaka U, Abe I, Fujishima M. Angiotensin-converting enzyme inhibitor prevents agerelated endothelial dysfunction. Hypertension 2000;36:581-7. 83. Mathiesen ER, Hommel E, Hansen HP, Smidt UM, Parving HH. Randomised conrolled trial of long term efficacy of captopril on preservation of kidney function in normotensive patiens with insulin dependent diabetes and microalbuminüria. BMJ 1999;319:24-5. 84. Jafar TH, Schmid CH. Landa M, Giatras I, Toto R, Remuzzi G et al. Angiotensinconverting enzyme inhibitors and progression of non diabetic renal disease. A metaanalysis of patien-level data. Ann Intern Med 2001, 135:73-87. 85. Materson BJ, Reda DJ, Cusman WC, Massie BM, Freis ED, Kochar MS et al. Singledrug therapy for hypertansion in men. A comparison of six antihypertensive agents with placebo. The Department of Veterans Affairs Coopertaive Study Group on Antihypertensive Agents. N Engl J Med 1993;328:914-21. 86. Brenner BM, Cooper ME, De Zeeuw D, Keane WF, Mitch WE, Parving HH et al. Effects of losartan on renal and cardiovascular outcomes in patients with type 2 diabetes and nephropathy. N Engl J med 2001;345:861-9. 87. Lewis EJ, Hunsicker LG, Clarke WR, Berl T, Pohl MA, Lewis JB et al. Renoprotective effect of the angiotensin receptor antagonist irbesartan in patients with nephropathy due to type 2 diabetes. N Engl J Med 2001;345:851-60. 88. Perneger TV, Klag MJ, Feldman HI, Whwlton PK. Projections of hypertension related renal disease in middle-aged residents of the United States. JAMA 1993;269:1272-7. 89. Toto RB. Hypertensive 2003;64:2331-41. nephrosklerozis in Africans Americans. Kidney Int 90. Satko SG, Freedman BI, Moosavi S. Genetic factors in end stage renal disease. Kidney Int Supple 2005;94.46-9. 91. Churchill PC, Churchill MC, Bidani AK, Griffin KA, Picken M, Pravenec M et al. Genetic susceptibility to hypertension-induced renal damage in the rat. Evidence based in kidney- specific genome transfer. J Clin Invest 1997;100:1373-82. 92. Freadmen BI, Iskandar SS, Apel RG. The link between hypertension and nephrosclerozis. Am J Kidney Dis 1995;25:207-21. 93. Harvey JM, Howie AJ, Lee SJ, Newbold KM, Adu D, Michael J et al. Renal biopsy findings in hypertensive patients with proteinuria. Lancet 1992;340:1435-6. 56 94. Zuchelli P, Zuccala A. Primary hypertension-how does it cause renal failure? Nephrol Dial Transplant 1994;9:223-5. 95. Gamble CN. The pathogenesis of hyaline arteriosclerozis. Am J Pathol 1986;122:410-20. 96. Marcantoni C, Ma LJ, Fedrspiel C, Fogo AB. Hypertensive nephrosclerozis in African Americans versus caucasians. Kidney Int 2002;62:172-80. 97. Kincaid-Smith, P. Hypotesis: Obesity and the insulin resistance syndrom play a major role in end stage renal failure attributed to hypertension and labelled hypertensive nephrosclerozis. J Hypertens 2004;22:1051-5. 98. Ono H, Ono Y, Frohlich ED. L Arginin reverses severe nephrosclerozis in aged spontaneously hypertensive rats. J Hypertens 1999;17:121-8. 99. Thadhani R, Pascual M, Nickeleit V, Tolkoff Rubin N, Colvin R. Preliminary description of focal segmental glomerülosclerozis in patients with renovasculer disease. Lancet 1996;347-231. 100.Schmieder RE, Veelken R, Gatzka CD, Ruddel H. Predictors for hypertensive nephropathy: results of a 6 year follow up study essential hypertension. J hypertens 1995;13:357-65. 101.Palatini P, Mormino P, Dorigatti F, Santonastaso M, Mos L, De Toni R et al. Glomerüler hyperfiltration predicts the development of microalbuminüria in stage I hypertension: The HARVEST. Kidney Int 2006;70:578-84. 102.Lopes AA, Port FK. The low birth weight hypotesis as a plausible explanation for black/white differences in hypertension non-insulin dependent diabetes and end-stage renal disease. Am J Kidney Dis 1995;25:350-6. 103.Regina S, Lucas R, Miraglia SM, Zaladek Gil F, Machado Coimbra T. İntrauterine food restriction as a determinant of nephrosclerozis. Am j kidney Dis 2001;37:467-76. 104.Truong LD, Farhod A, Tasby J, Gillum D. Experimental chronic renal ischemia: Morphologic and immunologic studies. Kidney Int 1992;41:1676-89. 105.Lindeman RD, Tobin JD, Shock NW. Assosication between blood pressure and rate of decline in renal function with age. Kidney Int 1984;26:861-8. 106.Fogo A, Breyer JA, Smith MC, Clevelend WH, Agodoa L, Kirk KA, Glassock R. Accuracy of the diagnosis of hypertensive nephrosclerozis in African americans: A report from the African American Study of kidney Disease(AASK) Trial. Kidney Int 1997;51:244-52. 57 107.Messerli FH Frohlich ED, Dreslinki GR. Serum uric acid in essential hypertension: An indicator of renal vasculer involvement. Ann İntern Med 1980;93:817-21. 108.Mujais SK, Emmanouel DS, Kasinath BS, Spargo BH. Marked proteinüria in hypertensive nephrosclerozis. Am J Nephrol 1985;5:190-5. 109.Madhavan S, Stockwell D, Cohen H, Alderman MH: renal function during antihipertensive treatment. Lancet 1995;345:749-51. 110.Klag MJ, Whelton PK, Randall BL, Neaton JD, Brancati FL, Ford CE et al. Blood pressure and stage renal disease in men. N Engl J Med 1996;334:13-8. 111.Schlessinger SD, Tankerly MR, Curtis JJ. Clinical documentation of end stage renal disease due to hypertention. Am J Kidney Dis 1994;23:655-60. 112.Beevers DG, Lip GY,. Does non-malignant essential hypertension cause renal damage? J Hum Hypertens 1996;10:695-9. 113.Zarif L, Covic A, Iyanger S, Sehgal AR, Sedor JR, Schelling JR. Inaccuracy of clinical phenotyping parameters for hypertensive nephrosclerosis. Nephrol Dial Transplant 2005;15:1801-7. 114.Perneger TV, Whelton PK, Klag MJ, Rossiter K. Diagnosis of hypertensive end-stage renal disease: Effect of patients race. Am j epidemiol 1995;141:10-5. 115.Jafar TH, Stark PC, Schmid CH, Landa M, Maschio G, De Jong PE et al. Progression of chronic kidney disease: The rol of blood pressure control, proteinüria, and angiotensinconverting enzyme inhibition. Ann Intern Med 2003;139:244.-52. 116. Agodoa LY, Appel L, Bakris GL, Beck G, Bourgoignie J, Briggs JP et al. Effect of ramipril vs amlodipine on renal outcomes in hypertensive nephrosclerosis: a randomized controlled trial. JAMA 2001;285:2719-28. 117.Wright JT Jr, Bakris G, Grene T, Agodoa LY, Appel LJ, Charleston J et al. Effect of blood perssure lowering and antihypertensive drug class on progression of hypertensive kidney disease: results from the AASK Trial. JAMA 2002;288:2421-31. 118.Lewis J, Grene T, Appel L, Contreras G, Douglas J, Lash J et al. A comparison of iothalamate GFR and serum creatinine based outcomes: acceleration in the rate of GFR decline in the African american Study of Kidney Disease and Hypertension. J Am Soc Nephrol 2004; 15:3175119.Wright JT Jr, Agodoa L, Contreras G, Greene T, Douglas JG, Lash J et al. Succesful blood pressure control in the African American Study of Kidney Disease and Hypertension. Arch Interne Med 2002; 162:1636-43. 58 120.Appel LJ, Wright JT, Grene T, Kusek JW, Lewis JB, Wang X et al. Long term effects of renin angiotensin system blocking therapy and a low blood pressure goal on progression of hypertensive chronic kidney disease in African Americans. Arch Intern Med 2008;168:832-9. 121.K/DOQI Clinical Practice Guidlines on Hypertension and antihypertensive agents in chronic kidney disease. Am J Kidney Dis 2004;43:1-290. 122.Toto RD, Mitchell HC, Smith RD, Lee HC, McIntire D, Pettinger WA. Strict blood pressure control and progression of renal disease in hypertensive nephrosclerosis. Kidney Int 1995;48:851. 123.Klahr S, Levey AS, Beck GJ, Caggiula AW, Hunsicker L, Kusek JW et al. The effects of dietary protein restriction and blood pressure control on the progression of chronic renal disease. Modification of diet in renal disease Study Group. N Engl J Med 1994;330:87784. 124.Parving HH, Hommel E, Jensen BR, Hansen HP. Long term benefical effect of ACE inhibition on diabetic nephropathy in normotensive type 1 diabetic patients. Kidney Int 2001;60:228-34. 125.Nadar S, Blann AD, Lip GY. Antihypertensive therapy and endothelial function. Curr Pharm Des 2004;10:3607-14. 126.Tan KC, Chow WS, Ai VH, Lam KS. Effects of angiotensin II receptor antagonist on endothelial vasomotor function and urinary albumin excretion in type 2 diabetic patients with microalbuminüria. Diabetes Metab Res 2002;18:71-76. 127.Adler S. Structure-function relationship associated with extracellular matrix alterationa in diabetic glomerülopathy. J Am Soc Nephrol 1994;5:1165-1172. 128.Brinkkoetter PT, Holtgrefe S, van der Woude FJ, Yard BA. Angiotensin II type 1 receptor mediated changes in heparan sulfate proteoglycans in human SV40 transformed podocytes. J am Soc Nephrol 2004;15:33-40. 129.Nielsen S, Schmitz O, Orskov H, Mogensen CE. Similar insulin sensitivity in NIDDM patients with normo-and microalbuminüri. Diabetes care 1995;18:834-842. 130.Ruggenenti P, remuzzi G. Time to abondan microalbuminüria? Kidney Int 2006;70:12141222. 131.Yenigün M. Her yönüyle Diabetes Mellitus. 2. Bakı. İstanbul: Tayf Ofset; 2001:165-71. 59 132.Fujioka S, Matsuzawa Y, Tokumaga K, Tarui S. Contribution of intra-abdominal fat accumulation to the impairment of glucose and lipid metabolism in human obesity. Metabolism 1987;36:54-9. 133.Ferrannini E, Buzzigoli G, Bonadonna R, Giorica MA, Oleggini M, Graziadei L et al. Insulin resistance in essential hypertension. N Engl J Med 1987:317:350-7. 134.Hollenbeck C, Reaven GM. Variations in insulin-stumulated glucose up take in healthy individuals with normal glucose tolerance. J Clin Endocrinol Metab 1987;64:1169-73. 135.Rosseti L, Giaccari A, DeFronzo RA. Glucose toxicity. Diabetes Care 1990;13:610-30. 136.Williams KV, Erbey JR, Becker D, Arslanian S, Orchard TJ. Can clinical factors estimate insulin resistance in type 1 diabetes? Diabetes 2000;49:626-32. 137.Gelber RP, Kurth T, Kausz AT, Manson JE, Buring JE, Levey AS et al. Association between body mass index and CKD in apparently healthy men. Am J Kidney Dis 2005;46:871-9. 138.Janet B, Mcgill, David SH, Bell AL. Journal of Diabetes and ıts complication 2006;cilt:2sayı:4. 139.Nielsen FS, Rossing P, Gall MA, Smidt UM, Chen JW, Sato A et al. Impact of lisinopril and atenolol on kidney function in hypertensive NIDDM subjects with diabetic nephropathy. Diabetes 1994; 43:1108-13. 140.Bakris GL, Copley JB, Vicknair N, Sadler R, Leurgans S et al. Calcium channel blockers versus other antihypertensive thertherapies on progression of NIDDM associated nephropathy. Kidney Int 1996; 50:1641-50. 141.Lewis EJ, Hunsicker LG, Clarke WR, Berl T, Pohl MA, Lewis JB et al. Renoprotective effect of the angiotensis-receptor antagonist irbesartan in patients with nephropathy due to type 2 diabetes. N Engl J Med 2001; 345:851-60. 142.Atkins RC, Briganti EM, Lewis JB, Hunsicker LG, Braden G, Champion de crespigny PJ, et al. Proteinuria reduction and progression to renal failure in patients with type 2 diabetes mellitus and overt nephropathy. Am J Kidney Dis 2005; 45:281-7. 143.Berl T, Hunsicker LG, Lewis JB, Pfeffer MA, Porush JG, Rouleau JL et al. Impact of achieved blood pressure on cardiovascular outcomes in the irbesartan diabetic nephropathy trial. J Am Soc Nephrol 2005;16:2170-9. 144.Pohl MA, Blumental S, Cordonnier DJ, De Alvaro F, Deferrari G, Eisner G et al. Independent and additive impact of blood pressure control and angiotensin II receptor 60 blockade on renal outcomes in the irbesartan diabetic nephropathy trial: clinical implications and limitations. J Am Soc Nephrol 2005; 16:3027-37. 145.Keane WF, Brenner BM, De Zeeuw D, Grunfeld JP. The risk of developing end-stage renal disease in patients with type 2 diabetes and nephropathy: The RENAAL Study. Kidney Int 2003; 63:1499-507. 146.Bakris GL, Weir MR, Shanifar S, Zhang Z. Effects of blood pressure level on progression of diabetic nephropathy: results from the RENAAL study. Arch Intern Med 2003; 163:1555-65. 147.De Zeeuw D, Remuzzi G, Parving HH, Keane WF, Zhang Z, Shahinfar S et al. Albuminuria, a therapeutic target for cardiovascular protection in type 2 diabetic patients with nephropathy. Circulation 2004; 110:921-7. 148.Parving HH, Mogensen CE, Thomas MC,Brenner BM, Cooper ME. Poor prognosis in proteinuric type 2 diabetic patients with retinopathy: insights from the RENAAL study. QJM 2005; 98:119-26. 149.Remuzzi G, Ruggenenti P, Perna A, Dimitrov BD, De Zeeuw D, Hille DA et al. Continuum of renoprotection with losartan at all stages of type 2 diabetic nephropathy: a post hoc analysis of the RENAAL trial results. J Am Soc Nephrol 2004; 15:3117-25. 150.Berl T, Hunsicker LG, Lewis JB, Pfeffer MA. Cardiovascular Outcomes in the Irbesartan Diabetic Nephropathy Trial of Patients with Type 2 Diabetes and Overt Nephropathy. Ann Intern Med 2003; 138:542-9. 151.Ruggenenti P, Perne A, Gherardi G, Gaspari F,Benini R, Remuzzi G. Renal function and requirement for dialysis in chronic nephropathy patients on long term ramipril:REİN follow up trial. Gruppo Italiano di Study Epidomiologici in Nefrologia (GISEN). Lancet 1998;352;1252-1256. 152.Ahmad J, Siddiqui MA, Ahmad H. Effective postponement of diabetic nephropathy with enalapril in normotensive type 2 diabetic patients with microalbuminuria. Diabetes Care 1997;20:1576-1581. 153.Gaede P, Vedel P, Parving HH, Pederson O. Intensified multifactoriel intervention in patients with type 2 diabetes mellitus and microalbuminuria. The Steno type 2 randomised study. Lancet 1999;353.617-622. 154.Nielsen FS, Rossing P, Gall MA, Skott P, Smidt UM, Parving HH. Longterm effect of lisinopril and atenolol on kidney function in hypertensive NIDDM subjects with diabetic nephropaty. Diabetes 1997;46:1182-1188-13. 61 155.Barnett AH, Bain SC, Bouter P, Karlberg B, Madsbad S, Jervell J et al. Angiotensinreceptor blockade versus converting-enzyme inhibition in type 2 diabetes and nephropathy. N Engl J Med 2004; 351:1952-61. 156.Wilmer WA, Rovin BH, Hebert CJ, Rao SV, Kumor K, Hebert LA. Management of glomerüler proteinuria: a commentary. J Am Soc Nephrol. 2003 ;14:3217-32. 157.Locatelli F, Vecchio LD, Pozzoni P. Clinical benefits of slowing the progression of renal failure. Kidney Int Supp 2005; 99: S152–6 158.Weir MR. Are Drugs That Block the Renin-Angiotensin System Effective and Safe in Patients With Renal Insufficiency? Am J Hypertens 1999;12:S195–203. 159.Taal MW, Brenner BM. Renoprotective benefits of RAS inhibition:from ACEI to angiotensin II antagonists. Kidney Int. 2000;57:1803-17. 160.Nakao N, Yoshimura A, Morita H, Takada M, Kayano T, Ideura T. Combination treatment of angiotensin II receptor blocker and angiotensin converting enzyme inhibitor in non diabetic renal disease (COOPERATE): A randomized controlled trial. Lancet 2003;361:117-24. 161.Agoda LY, Appel L, Bakris GL, Beck G, Bourgiognie J, Briggs JP et al. Effect of ramipril vs amlodipine on renal outcomes in hypertensive nephrosclerosis: a randomized controled trial. JAMA 2001;285:2719-28. 62 EKLER Ek 1
© Copyright 2024 Paperzz