tobav - Tiyatro Dergisi

cy
a
pe
a
cy
pe
pe
cy
a
FIAT MAREA
GENİŞ DÜŞ
Geniş kullanım alanı
Geniş h a r e k e t özgürlüğü
Marea üstünlüklerine 'çok amaçlı kullanım' boyutunu da
Sedan modelinin tüm konfor donanımlarına sahip
ekleyen yeni
Weekend,
bir otomobil:
Marea Weekend.
Otomobil
özellikle arka koltukların katlanmasıyla,
tasarımına özgün bir yenilik getiren, geniş pencereli arka
litreye ulaşan rakipsiz bagaj hacmi ile dikkat çekiyor,
bölümü
station
olarak geliştirilen ses yalıtım sistemlerinden ergono
Marea Weekend özellikle hareketli
koltuklarına, polen filtreli tam otomatik klimasındaı
ile, A v r u p a ' n ı n
wagonlarından
biri.
en
şık
ve
en
ferah
yaşamayı seven geniş ailelere, aradıkları tüm özellikleri tek
panele entegre radyo-teybine, Marea Weekend konfor
bir otomobilde bulabilme olanağını sunuyor.
ailenizdeki her bireyi düşünüyor.
pe
cy
a
WEEKEND
ÜNENLERE.
Geniş koruma önlemleri
niş motor seçenekleri
rea
Weekend,
hem
yüksek
performanslı,
hem
de
Marea
Weekend,
güvenlik
bakımından
da
en
yeni
nomik, katalitik konvertörlü motor seçenekleriyle de çok
teknolojileri içeren bir otomobil. Dört sensörlü ABS, çift
lı ihtiyaçlara cevap veriyor. Dilerseniz 2.0 litrelik 20 valflı
airbag gibi en gelişmiş güvenlik sistemleri Marea Weekend
indirli HLX. Dilerseniz her ikisi de 1.6 litrelik 16 valflı
HLX'te standart, ELX modelinde ise isteğe bağlı olarak
model
sunuluyor. Marea Weekend çelik güvenlik kafesi, çalınma
tazesinde ayrıca otomatik vitesli 1.6 16 V ELX seçeneği
riskine karşı Fiat C O D E Immobiliser gibi önlemleriyle de
bulunuyor.
tam bir koruma sağlıyor.
tora
sahip SX veya
ELX.
Marea W e e k e n d
cy
a
pe
Candan Hoyladı Grafik Tasarım:
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
Özübek Katkıda Bulunanlar: H
Yeşim
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına:
Şevket Ataseven, Duygu Atay,
Erkut Anburnu Dizgi: Nuray Lale
Mustafa
Orhan Alkaya, Türel Ezici, Zehra
Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
oğlu,
Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı­
Yayın
Genel
Dikmen
Yönetmeni:
Gürün
Emre
Demirkanlı
Yayın
Koordinatörü
Koyuncuoğlu.
Ahmet Cemal,
Yazarlar:
Ahmet Levend-
Redaksiyon: A.
Nalân
Demir
Teknik
Ipşiroğlu, Nihal Kuyumcu, Ali H.
Ofset Hazırlık:
Tiyatro
Müdür:
Yapım
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-80060
İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax:(0212)252 94 14
Neyzi, Handan Salta, Rengin Uz
Baskı:
Abone
Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248
Genel Müdür Yardımcısı: Sedat
Bedeli: 5.000.000: - Kurumlar
Banka Hesap No: T. iş Bankası,
Bilgin
Abone Bedeli: 6.000.000.- TL
Cihangir Şb. 197245
Reklâm
Sorumlusu:
Stil
Matbaası
ARALIK 97
SAYI 76
400.000.-
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 9
HABERLER/S 10
BU AY SAHNEDEKİLER/ S 13
DOSYA: TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI
pe
cy
a
Halkımızda Doğal Bir Kültür Sanat Sevgisi Var İstemihan Talay / S. 1 5
"Türkiye Tiyatro Kurultayı Üstüne Kısa Notlar" / S. 19
Söyleşi: T a m e r Levent ile... Mustafa Demirkanlı / S. 23
"Türkiye Tiyatro Kurultayı" Sonuç Bildirisi / S. 26
ELEŞTİRİ: "AKREP" VE ZİNCİRE VURULMUŞLAR... Türel Ezici/ S. 28
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu / S. 31
SÖYLEŞİ: HER FİLME BİR ÖDÜL Rengin Uz/ S. 32
SÖYLEŞİ: ÇÖLDEKİ GÜZEL ÇİÇEKLERDEN BİRİ... Rengin Uz/ S. 34
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 37
ELEŞTİRİ: KOZALARINDAN ÇIKMAYANLAR
YA DA ÖLÜLER KONUŞMAK İSTERLER Mİ? Handan Salta/ S 38
ELEŞTİRİN ELEŞTİRİSİ: "YAZDIKLARIM, CEHALET VE İKTİDARSIZLIKLA
BESLENİYOR" Orhan Alkaya / S. 41
TARTIŞMA: YETİŞKİNLER ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR (II) Çev: Duygu Atay/ S. 44
İZLENİM: 2. BURSA ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ Nihal Kuyumcu / S. 50
ELEŞTİRİ: BİR TİYATRO ŞÖLENİ "ART" Ali H. Neyzi/ S 52
İZLENİM: AVRUPA TİYATROSU VAR MI? Emre Koyuncuoğlu / S. 54
İNCELEME: TİYATRODA KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİM Zehra Ipşiroğlu / S. 58
İNCELEME: YÜZLER VE MASKELER Haluk Şevket Ataseven / S. 62
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA... / S. 66
FESTİVAL ÖZEL HABER
EĞİTİM FESTİVALİMİZE
İLK DESTEK
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN
1. Uluslararası İstanbul Çocuk Tiyatroları
Eğitim Festivali hazırlıkları genişleyerek
devam ediyor.
Kültür Bakanı Sayın Istemihan Talay ve
Müsteşar Yardımcısı Sayın Nurcan
Tokar'la yapmış olduğumuz görüşmeler
çok kısa sürede sonuçlanmış ve Bakanlık
olarak Eğitim Festivali'nin gereği ve
önemi kabul edilerek maddi ve manevi
destekleri gerçekleşmiştir.
Türk tiyatrosunun ileriye dönük önemli
projelerinden biri olduğuna inandığımız,
çocuklarımızın tiyatroyla çok daha
sağlam temeller üzerinde ilişki
kuracakları bu etkinliğe desteklerini
veren Kültür Bakanlığı'na çocuklar adına
teşekkür ederiz.
cy
a
T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI
pe
TOBAV
Devlet Tiyatroları Opera ve
Balesi Çalışanları
Yardımlaşma Vakfı
Projenin diğer önemli gelişmesi ise
TOBAV'ın tüm birimleriyle Festivali
desteklemesi ve bu büyük projenin
TOBAV işbirliği ile gerçekleştirilecek
olmasıdır. TOBAV Başkanı Sayın Tamer
Levent, projeye her türlü desteği
vereceklerini ifade ettiğinde, kendilerine
TOBAV'la birlikte çalışmayı önerdik. Bu
önerimiz olumlu karşılandı. İnanıyoruz
ki, uluslararası deneyimleri, çeşitli festival
organizasyonlanyla donanımlı TOBAV'ın
katkılarıyla Çocuk Tiyatroları Eğitim
Festivali çok daha güçlenecek.
Türkiye Tiyatro Kurultayı'nda alınan
karar doğrultusunda "Türkiye Çocuk
Tiyatroları Alt Kurultayı'" düzenlenmesi
görevi de Kurultay Genel Kurulu'nda
Dergimize verildi. Mayıs 1998'in ikinci
yarısında gerçekleştirilecek "Çocuk
Tiyatroları Kurultayı" i alt yapısı
çalışmaları çok daha sağlam bir içeriğe
kavuşacak olan Festival ile Türkiye,
çocuk tiyatrosu alanında yeni adımlar
atmaya yönelecektir
EDİTÖRDEN
Dikmen
Gürün
TOBAV'ın Kültür Bakanlığı katkılarıyla 15-17 Kasım
tarihleri arasında Mersin'de düzenlediği Tiyatro
Kurultayı bu ay Dosya konumuzu oluşturuyor.
Tiyatromuz adına önemli bir girişim olan
Kurultay'da varılan ortak kararlar geleceğe yönelik
olumlu işaretler veriyor. Umudumuz, Sonuç
Bildirgesi'nde belirtildiği gibi, bu kez alınan
kararların yaşama geçirilmeleri doğrultusunda
yakından izlenmeleri.
Zehra Ipşiroğlu'nun Türkiye ve Almanya arasındaki
kültür trafiğine yönelik saptamaları mekanizmanın
tek yönlü işlemekte olduğunun altını çiziyor. Emre
Koyuncuoğlu'nun Hollanda izlenimlerini derlediği
yazısı da bu anlamda ilginç noktaları su yüzüne
çıkartmakta.
a
Söyleşilerimiz tiyatro alanında olduğu kadar sinema
alanında da iddialı iki sanatçımız üstüne
yoğunlaşıyor: Derya Alabora ve Haluk Bilginer. Ne
cy
mutlu ki beyaz perdenin cazibesine karşın her
ikisinin de gözleri "tiyatro"dan başka bir şey
görmüyor.
pe
Oyunculuk Sanatı, Çocuk Tiyatrosu, Bursa Semineri
ve "Akrep", "Sanat", "Kozalar", "Ölüler Yaşamak
İster" bu ayın diğer konuları, eleştirileri. Bir de
eleştirinin eleştirisi var. Geçen ay çıkan "Godot'u
Beklerken" eleştirisine oyunun yönetmeni
tarafından verilen yanıt. Yazıyı, eleştirmenimizin
yanıt hakkını saklı tutarak yayımlıyoruz.
Geçtiğimiz ay Esen Çamurdan ve Nihal Geyran
Koldaş ile yaptığımız "Çocukların Birey Olmalarını
İstiyoruz" başlıklı söyleşide altını önemle çizmemiz
gereken noktayı maalesef belirtmemişiz.
Kendilerinden özür dileriz. Esen Çamurdan ve Nihal
Geyran Koldaş Yaratıcı Drama çalışmalarını üç yıldır
iki kültür arasında sıkışmış gecekondu çocuklarıyla
birlikte onların gittikleri okullarda ve Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği ile işbirliği içinde sürdürüyorlar.
1998 yılında buluşmak üzere..
9
HABERLER...
Tiyatro Sanatçısı
Sadettin Erbil
Vefat Etti
1925 yılında istanbul'da doğan
Sadettin Erbil, sanat yaşamına 1940
yılında Sarıyer Halkevi'nde başladı.
1943 yılında Şehir Tiyatrosu'na giren
sanatçı, daha sonra Raşit Rıza, Ertuğrul
Sadi Tek, Muhlis Sabahattin, Ezgi ve
Çığır sahnelerinde çalıştı. Bulvar
Tiyatrosu'nun öncüleri arasında yer alan
Erbil, tiyatro oyunculuğunun yanı sıra
sinemada da karakter rollerine çıktı ve
televizyon dizilerinde yer aldı. Sanatçı,
tiyatro oyuncusu ve sunucu Mehmet Ali
Erbil'in babasıydı.
Sivas Devlet
Tiyatrosu Açıldı
Kültür Bakın M. istemihan Talay,
yönetmenliğini Ferdi Merter'in yaptığı
"Seviyorlardı Yaşamı" adlı oyunun
sahnelendiği Sivas Devlet Tiyatrosu'nun
açılışını yaptı.
'Can Bebek' adlı oyunla 2 Aralık günü,
Konya Devlet Tiyatrosu ise Tansu
Aytar'ın yönettiği 'Tamirci' adlı oyunla
Aralık Cuma günü perdelerini açacak.
Yeni tiyatrolar, yerleşik sahnelerindeki
temsillerinin yanı sıra, kendi
bölgelerindeki komşu il ve ilçelere
düzenleyeceği turnelerle tiyatro
etkinliklerini taşıyacak.
Dinçer Sümer'in
Yeni Kitabı
Tiyatro sanatçısı ve oyun yazarı Dinçer
Sümer'in "Gecenin Kulları" ve
"Memuroğlumemur" isimli iki oyunu
cy
a
İlk Karagöz
Okulu Açıldı
Yunanistan'ın önde gelen
topluluklarından biri olan Ulusal Tiyatro,
yapıtı, Ankara seyircisine de sundu.
Antik dramaları sahnelemeyi
geleneklerinin ve misyonlarının en
önemli bölümlerinden biri olarak
değerlendiren topluluk yurtdışında
birçok oyun sahneliyor.
pe
Türkiye'nin ilk Karagöz Okulu 15
Kasım'da İstanbul'da açıldı. Okul,
Bugün Çocuk Vakfı Kültürevi'nde
eğitime başlıyor. Açılışta konuklara
"Salıncak" adlı Karagöz oyunu sunuldu
ve "Tacettin Diker Karagöz Tasvirleri ve
Kukla Sergisi" açıldı. Karagöz Okulu
Genel Sanat Yönetmeni Tacettin Diker,
yaptığı konuşmada yıllarını Karagöz'e
verdiğini ve eski ustalardan çok şeyler
öğrendiğini belirttikten sonra genç
kuşaklara bu bilgileri aktarmanın
önemini vurguladı. Hollanda Karagöz
Kurumu kukla sanatçısı Henk
Rotermundt da okul projesine destek
vermek için istanbul'a geldi.
Yunanistan
Ulusal Tiyatrosu
Yunanistan Ulusal Tiyatrosu 24 Kasım
günü AKM Büyük Salon'da Euripides'in
"Medea" adlı tragedyası ile İstanbullu
sanatseverlerin karşısına çıktı.
"Medea"yı Niketi Kontouri yönetti.
10
Van, Erzurum ve Konya Devlet
Tiyatroları' da Aralık ayında perdelerini
açıyor.
Kültürle bütünleşmeyen hiçbir
gelişmenin toplumun ileriye gitmesine
yeterli katkı sağlayamadığını söyleyen
Kültür Bakanı Talay, "Artık dünyada
sadece ekonomilerin değil, kültürel
değerlerin ve sanatsal gücün yarışması
var. Türkiye, önümüzdeki günlerde
sanat faaliyetlerinde dışa açılma
konusunda başarılarına yenileri
ekleyecek ve dünyada Türk sanatının,
kültürünün tanıtılmasına en önemli
katkıyı ortaya koyacaktır" dedi.
Bu arada, Van Devlet Tiyatrosu, Rahmi
Dilligil'in yönettiği 'Sarı Naciye' adlı
oyunla 9 Aralık Salı günü, Erzurum
Devlet Tiyatrosu Ensar Kılıç'ın yönettiği
Mitos/Boyut Yayınevince tek ciltte
yayımlandı. "Gecenin Kulları" Ankara
Devlet Tiyatrosu ve istanbul Şehir
Tiyatroları'nda sahnelenmiş ve TOBAV
ödülünü almıştı. Ankara ve istanbul'da
iki sezon kapalı gişe oynayan
"Memeroğlumemur" ise Kültür
Bakanlığı ödülünü almıştı.
"Pera Palas"
Amerika'da Lark
Tiyatrosu'nda
Sinan Ünel'in yazdığı ve Steven
Williford'un yönettiği "Pera Palas" New
York Lark Tiyatrosu'nda perde açtı.
Defne Halman'ın da rol aldığı oyun üç
uşak istanbul'u ve istanbul'a gelen
atılılar'la Türkler arasındaki ilişkileri
onu alıyor. Bu oyun ile 1996 John
iassner Ödülü'nü alan Sinan Ünel aynı
amanda 1997 Panowski Yeni Oyun
idülü'ne de aday. Lark, yeni yapıtlar
zerinde duran ve incelediği başvurular
rasından her yıl önce sekiz oyun seçen
e okuma aşamasından sonra bu sayıyı
ahnelemek üzere üçe indiren bir
iyatro. "Pera Palas" bu yıl başvuran 300
oyun arasından sahnelenme olanağını
elde etmiş bir oyun.
Anapolis
"Sürekli Aydınlık için Bir Dakika Karanlık"
kampanyasına destek vermek için Dario
Fo ve Franca Rame'nin Türkiye Temsilcisi
F&N Ajans tarafından gerçekleştirilen
Tiyatro Oyun Yazım Yarışması
sonuçlandı.
Zeynep Oral, Ahmet Levendoğlu, Tamer
Levent, Işıl Kasapoğlu ve Halil Ergün'den
oluşan yarışmanın değerlendirme kurulu
üyeleri; "Nadide Bir Işık" oyunuyla
Süheyla Uysal'a büyük ödülü verirken,
ikinciliği "Teodora" oyunuyla Can
Şahan'a ve üçüncülüğü "Gemi Düdükleri
Yasaktı" oyunuyla Mürsel Yaylalı'ya
verdiler. Değerlendirme kurulu ayrıca
Hasan Öztürk'ün "Bir Başka Kafeste"
adlı oyununa mansiyon verdi.
pe
cy
a
7-8-9 Kasım tarihlerinde Zarife'de
Passenger Grubu tarafından sergilenen
Anapolis ya da Ana ve Terk Edilmiş
Evlatları" Durmuş Doğan'ın yönettiği bir
çalışma. Koreografisini M. Wolf, ışık
tasarımını Levent Öget'in
gerçekleştirdiği bu yapımın müziği Zekai
Kardeş'e ait. Yapım "megapol" diye
nitelendirilen kentsel oluşumların değişik
soyutlarını, istanbul özelinde gözler
önüne seren bir yapım olarak
tanımlanıyor. Oyunun çıkış noktasını
doğudan ve batıdan gelmiş, arayış
çindeki yeni kentlilere İstanbul'un neler
sunabileceği, onları nereye ve nasıl
yönlendirebileceği oluşturuyor.
Tiyatro Oyun
Yazım Yarışması
Sonuçlandı
Çağdaş Türk
Tiyatrosu'nda
On Yazar
Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Mitos/Boyut
yayınlarından çıkan bu kitabında çağdaş
Türk tiyatrosunu oluşturmada önemli
katkıları olmuş on oyun yazarına ve
onların oyunlarına ilişkin inceleme
yazılarını içeriyor. Bu yazarlarımız: Nâzım
Hikmet, Aziz Nesin, Melih Cevdet
Anday, Oktay Rifat, Haldun Taner,
Sabahattin Kudret Aksal, Turgut
Özakman, Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı
ve Memet Baydur. incelenen yazarların
tüm oyunları (Memet Baydur hariç) ele
alınıp, oyun ve yazar üzerine genel bir
değerlendirme yapılıyor; oyunların
tiyatro sanatımıza kazandırdıkları
belirleniyor.
Yarışmayı kazanan birinci oyuna 100
milyon, ikinciye 75 milyon ve üçüncü
oyuna 50 milyon gibi sembolik para
ödülleri verildi.
Oyuncular
Tiyatro Grubu
Oyuncular Tiyatro Grubu kuruluşunun 6.
yılında "Işık İnsanları" adlı oyunları ile 12
Aralık'tan itibaren Nâzım Hikmet Kültür
ve Sanat Vakfı Kültür Merkezi'nde
perdelerini açıyor. Daha önceki yıllarda
"Matmazel Julie", "Hayat Çok Güzel",
"Bahar İsyancıdır", "Araba" gibi oyunlara
imzasını atmış olan Oyuncular Tiyatro
Grubu 1997-98 tiyatro sezonu için
Aiskhylos, Sophokles ve Sadık
Türksavaş'ın metinlerinden Selma
Köksal'ın kurgulayıp yönettiği "Işık
İnsanları" adlı oyunu12 Aralık'tan
itibaren her Cuma, Cumartesi 20.30'da
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı
Kültür Merkezi'nde (Sıraselviler Cad. No:
48/4 Taksim-lstanbul) sergileyecekler.
giysi tasarımını Berna Sarıtaş, ışık
tasarımı ve sahne enstelasyonlarını Kamil
Fırat, dekor tasarımını Aslı Tülüoğlu ve
Zafer Kaymaz yaptı.
içice geçmiş "Prometheus" (Sabahattin
Eyüpoğlu, Azha Erhat çevirisi),
"Antigone" (Brecht uyarlamasıyla Ahmet
Cemal çevirisi) tragedyalarıyla, Sadık
Türksavaş'ın yorumladığı "Pandora",
"Phaethon" ve gene "Prometheus"
mitoslarından oluşan oyunun ana
teması, soyut ve somut anlamda ışık
kavramında odaklaşıyor. Metaforik
olarak ışık; aydınlatma, ileriye doğru
gitme, el verme ve elbette karanlığa,
zorbalığa baş kaldırma anlamlarında
kullanılıyor. Oyunun orijinal ismi ise
Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın
"Mysia ve Işık insanları" adlı kitabından
alınmış olup gene "Işık insanları" adlı bu
oyunun oluşumu için aynı adlı kitap itici
güç olmuştur.
Tiyatro Kübele
Perdelerini
Açıyor
İstanbul'da geçtiğimiz sene çalışmalarına
başlayan Tiyatro Kübele, geçen yıl
Kocamustafapaşa, Ayvalık, Denizli
seyircisine oynadıkları "Kübele" adlı
oyunla perdelerini açıyor. Müzikal
komedi olan oyunu, yönetmen Savaş
Aykılıç, Aristophanes'in Lysistrata adlı
oyunundan uyarlamış.
Barış ve savaşa, kadın ve erkeğe yönelik
durumları komikleştirerek eleştiren
oyunda; Betül Kızılok, Ayşegül Bingöl,
Tülin Ceylan, Hüsnü Demiralay, Tuğrul
Kaynak, Savaş Aykılıç, ilyas Aslan
oynuyor. Danslarını Leman Giritli ve Eftal
Gülbudak, müziğini Melek Celayir'in
yaptığı oyun Aralık ayında Akmerkez
karşısındaki Akatlar Kültür Merkezi'nde
oynuyor.
Oyundaki tüm roller Gülsüm Soydan,
Selma Koksal, Metin Arslan ve Cem
Safran tarafından paylaşılıyor. Oyunun
11
HABERLER
TOBAV İstanbul
Şubesi'nde
Yeni Yönetim
7- TOBAV Ödülleri; Tiyatro-Opera-Bale
alanlarında ve çeşitli dallarda
verilecektir.
2- Çocuk oyunu yazım yarışması.
3- TOBAV Kütüphanesinin kurulması.
4- TOBAV in Internet'e geçmesi.
5- "Sanatsız demokrasi olmaz" sloganı
ile Milli Eğitim Kurumları arasında
"Resim-Şiir-Kompozisyon alanlarında
yarışmalar düzenlenecek ve TOBAV
Ödülleri verilecektir.
6- TOBAV Çocuk tiyatrosu, Dans Gurubu
ve TOBAV Korosu kurulacaktır.
7- kurumsallaşma, özerklik, örgütlenme,
çocuk tiyatroları, özel tiyatrolar başlıkları
altında panel, açık oturum ve
konferanslar düzenlenecektir.
8- Kültür ve sanatımıza emek vermiş
Cumhuriyet sanatçılarına "Saygı
Geceleri" düzenlenecektir.
9- TOBAV, Afife Jale Sahnesi'nin
eksikliklerinin tamamlanarak açılması.
a
TOBAV İstanbul Şubesi'nin 7 Kasım
1997'de gerçekleştirilen Olağan 2.
Genel Kurulu'nda iki liste seçime girdi.
"Ses" grubu olarak seçime giren; Orhan
Kurtuldu, Halit Başarır, Simay Küçük,
Abidin Kırkoç, Nil Berkan, Ayfer Zeren
ve Suat Arıkan'dan oluşan ekip seçimleri
kazandı.
İstanbul Şubesi'nin iki yıllık görev süresi
içinde gerçekleştirmeyi hedefledikleri
konusunda şu açıklamayı yaptı:
pe
cy
TOBAV İstanbul Şubesi'nin yeni telefonu
(0.212)293 90 64
Seçim sonrası yeni yönetim adına Şube
Başkanı Orhan Kurtuldu ile önümüzdeki
dönemde gerçekleştirmeyi
tasarladıklarını konuştuk.
Kurtuldu, Roosvelt'in 'Zahmetsiz başarı
olmaz' sözünü ilke edinerek yola
çıktıklarını, sanatı sevdirmeyi ve
sanatçının sesi olmaya aday olduklarını,
belirttikten sonra ilkelerini sıraladı;
• TOBAV Yönetimi olarak, Atatürk
devrimlerinin ve cumhuriyetin laik ve
demokratik yapısının savunucusuyuz.
• Düşünce ve ifade özgürlüğünden
yanayız.
• Ödenekli sanat kurumlarında
"özerkleşmeyi" savunuyoruz.
• Kültür Bakanlığı bütçesi, genel
bütçenin içinde, %1Ye çıkarılmalıdır.
• Konservatuvar mezunlarına
öğretmenlik hakları verilmelidir.
• 8 yıllık temel eğitimde sanat mutlaka
yer almalıdır.
• Bütün illerde ve merkez ilçelerde
standart tiyatro binaları yapılmalıdır,
diye tanımladıktan sonra, TOBAV
12
Akademi İstanbul
Tiyatro Bölümü
Öğrencileri
Akademi istanbul Tiyatro Bölümü
Öğrencileri Turgay Nar'ın yazdığı Ahmet
Levendoğlu'nun yönetmenliğini
üstlendiği "Hitit Güneşi" adlı oyunu
15-16 Kasım tarihlerinde sahne Foks'ta
sahneledi.
Ahmet Levendoğlu Atölyesi
öğrencilerinin temel rolleri üstlendiği, Işıl
Kasapoğlu Atölyesi ile ikinci sınıf
öğrencilerinin de katılımlarıyla
gerçekleştirilen oyun, Hitit döneminin en
güçlü krallarından biri olan
Şuppiluliuma'nın iktidar tutkusu üzerine
kurulu. "Hitit Güneşi", Akademi istanbul
tiyatro bölümü öğrencilerinin bu yıl
sahneleyecekleri üç oyundan ilki oldu.
Oyun, basında "Öğrencilerden
profesyonel bir yorum", "öğrenciler
umut veriyor", "ortanın üstünde bir
başarı" gibi tanımlarla yankılandı.
İsmet Küntay
Ödülleri
22. ismet Küntay Tiyatro Ödülleri
sahiplerini buldu. En iyi Yapım ödülünü
Ergin Orbey'in tiyatroya uyarladığı ve
yönettiği Nâzım Hikmet'in "Kuvayı
Milliye" adlı yapıtı aldı. En iyi Yönetmen
ödülünü Sönmez Atasoy'un "Kendi Gök
Kubbemiz" adlı yapıtını sahneleyen Şehi
Tiyatroları sanatçısı Engin Uludağ'a
verildi. Toron Karacaoğlu yine aynı
oyundaki yorumuyla En iyi Erkek Oyuncu
ödülünü aldı. Aslı Içözü de "Ayrılık"taki
rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülüne
değer görüldü. Hayati Asılyazıcı, Sibel
Aslan, Doğan Koloğlu, Nadide Küntay ve
Sevgi Sanlı'dan oluşan seçici kurul En
Başarılı Oyun Yazarı dalında ödül
vermedi.
Özdemir Han
Vefat Etti
Tiyatro ve sinema sanatçısı Özdemir Han
vefat etti. Sinema yaşamına Yeşilçam'da
başlayan ve tiyatroya 36 yılını veren Han
bir süre Dormen Tiyatrosu'nda çalıştı ve
1961 yılında "Kral Lear" ile Şehir
Tiyatrolarına geçti. "Atinalı Timon",
"Cesaret Ana", "Resimli Osmanlı Tarihi"
M793", "Tensing" ve "Altın Post"
sanatçının rol aldığı bazı oyunlar.
BU AY SAHNEDEKİLER
Brecht 1944-45 yılları arasında yazdığı bu
oyunda emek vermeden hiçbir şeyin sahibi
olunamayacağını vurgular. Emek verilenin
daha yüce daha değerli olduğunu anlatılır.
"Saat Dokuz Sıfır Beş" adlı oyunumuz, bugüne
kadar sadece kitap, televizyon ve sinema
aracılığıyla, kendinden sonraki kuşaklara
ulaşabilen büyük önder Atatürk'ün ilk defa
"ete, kemiğe bürünüp" izleyicilerle yüzyüze
getiriyor.
pe
cy
Tiyatro: Tiyatro Bakış
Yazan: Neil Simon
Çeviren: Betül Mardin
Yöneten: Göksel Kortay
Oynayanlar: Göksel Kortay, Alp
Oyken, Özlem Savaş, Hakan Gerçek
Tiyatro: Tiyatro Bakış
Yazan: Nezihe Araz
Yöneten: Hakan Altıner
Özgün Müzik:Cem İdiz
Oynayanlar: Haluk Kurdoğlu, Tomris
Oğuzalp, Zafer Ergin, Sermin
Hürmeriç, Ayberk Attila, Mümtaz
Sevinç, Mehmet Ulay, Gazanfer
Ündüz, İsmail H. Şen, Özlem Çakar,
Yonca Cevher, Demet Meva, Fatih
Koşkan, Nüzhet Öyken
a
Tiyatro: İstanbul Şehir Tiyatroları
Yazan: Bertolt Brecht
Çeviren: Yılmaz Onay
Yöneten: Yücel Erten
Sahne Tasarımı: Mustafa Asım
Giysi Tasarımı: Türkan Kafadar
Müzik: Paul Dessau
Oynayanlar: Arif Akkaya, Ertuğrul
Postoğlu, Hüseyin Köroğlu, Candan
Sabuncu, Şenay Saçbüker, Ersin
Umulu, Harika Özova, Sevgi
Sakarya, Kemal Kocatürk, Bahtiyar
Engin, Ümit imer, Ayşegül Işsever,
Semah Tuğsel, Yavuz Şeker, Aslı Öngören,
Şebnem Köstem, Can Ertuğrul, Kubilay
Renbeklioğlu, Kutay Kırşehirlioğlu, Murat
Bavlı, Metin Çoban, Naşit Özcan, Ayhan
Kavas, Mehmet Gürhan
Ünlü Amerikalı komedi yazarı Neil
Simon'un en parlak oyunlarından
biri olan "Çıplak Ayak" yeni evli bir
çiftin, bir binanın dokuzuncu
katındaki, minicik, soğuk, eşyasız
dairelerindeki ilk gecelerinin öyküsü ile
başlıyor. Daha sonra bunca karmaşanın
arasına, yıllardır o çatı katının tepesindeki bir
odacıkta yaşayan yaşlı, çapkın bir emekli ateşe
ve onları ziyarete gelen gelinin annesi de
eklenince bir dizi komik olay ardarda
sıralanıyor.
Tiyatro: istanbul Şehir Tiyatroları
Yazan: Joseph Kesselring
Uyarlayanlar: Reşiha C. Vafi, Vasfi
Rıza Zobu
Yöneten: Çetin Ipekkaya
Sahne Tasarımı: Ersin Satgan
Dekor Tasarımı: Türkan Kafadar
Işık Tasarımı: Kazım Öztürk
Müzik: Önder Bali
Oynayanlar: Suna Pekuysal, Devrim Parscan,
Orhan Hızlı, Metin Zakoğlu, Demiray Erül,
Murat Derya Kılıç, Ani Ipekkaya, Oya Palay,
Cem Davran, Ali Karagöz, Oktay Süzbir,
Dinçer Çekmez, Arslan Kaçar, Necdet Yakın
Olay 1950'li yıllarda istanbul'da Ihlamur'un
eski konaklarından birinde geçer.
Dedelerinden kalan konakta birlikte yaşayan
iki yaşlı kızkardeş ve akıl hastası olan yeğenleri
kendilerinden hiç beklemeyen bir dizi olaya
neden olurlar. Zaman zaman onları ziyarete
gelen gazeteci yeğenleri bu olayları öğrenince
kendi usulünce çözmeye çalışırken, yıllardır
aileden kopmuş ve başka ülkelerde yaşamış
olan en büyük yeğenin ani dönüşü ile durum
iyice karmaşaya dönüşür.
13
BU AY SAHNEDEKİLER
Tiyatro: İzmit Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatrosu
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu
Yöneten: Işıl Kasapoğlu
Sahne Tasarımı: Efter Tunç
Giysi Tasarımı: Efter Tunç
Işık Tasarımı: Işıl Kasapoğlu
Oynayanlar: Tardu Flordun, Zuhal
Gencer, Ufuk Aşar, Serhat
Tutumluer, Barış Falay, Veysel Sami
Berikan, Mehmet Çevik, Betül
Çobanoğlu, Funda İlhan, Gaye Filiz Çele,
Nazan Koçak Çetin, Zeliha Kaynak Çetinkaya,
Meltem Özsavaş, Ebru Sigalı, İbrahim
Şendoğan, M. Eylem Tanrıver, Aysel Yılmaz,
Engin Benli, Şafak Karalı, Esra Bezen Bilgin,
Aydın Sigali, Ahmet Yaşar Özverdi,
Tiyatro: Sadri Alışık Tiyatrosu
Yazan: Selim ileri
Yöneten: Aliye Uzunatağan
Oynayanlar: Çolpan ilhan, Nurseli
idiz, Aytaç Öztuna, Koksal Engür
Kuvayi Milliye yılları ve Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında yaşamış dört
kahraman kadın; Halide Edip, Afife
Jale, Fikriye Hanım ve Latife
Hanımların hikâyesi...
pe
cy
a
"'Hamlet' her çağda, o çağın insanlarını ve
sorunlarını yansıtabilecek bir oyun. 'Hamlet'te
çeşitli sorunları irdeliyor, siyasi, ahlaksal ve aşk
sorunlarının yanı sıra, ölüm, sonsuzluk ve
yeniden doğuş kavramları da ele alır. Hemen
herşey vardır bu oyunda, yaşamın ta kendisi
gibi. Yorumumuzda da, hepsi saklı kaldı.
Hiçbirinin altını daha kalın çizgilerle çizmedik.
Bu da en kalın hatlarıyla politik bir bakış
açısının gerekliliğini ortaya çıkardı. Böylece,
'Hamlet'i ele alırken içerdiği "siyasi eleştiri"
yorumumuzu yönlendiren en önemli dinamik
oldu."
Tiyatro: Tiyatro İstanbul
Yazan: Yasmina Reza
Çeviren: Gencay Gürün
Yöneten: Gencay Gürün
Sahne Tasarımı: Nilgün Gürkan
Giysi Tasarımı: Nilgün Gürkan
Işık Tasarımı: Ali Taygun
Oynayanlar: Cihan Ünal, Can Gürzap, Cüneyt
Türel
"Sanat", sanatın günümüz insanının
hayatındaki gerçek yerini ve ticari bir meta
haline dönüşmesiyle, kişiye statü sağlama
özelliği yüklenmesinin suni etkilerini çarpıcı ve
eğlenceli diyaloglarla tartışan, çok zekice
yazılmış bir oyun. Ama oyun kişilerinin
-dolayısıyla oyunun- asıl meseleleri; apayrı
karakterdeki bu üç erkek arkadaşın birbirleriyle
ilişkileri. Birbirleriyle ilişkilerinin de ötesinde,
her birinin "kendi"si. Yani "Sanat" bize yine
insanı, insanı ve yalnız insanı gösteriyor.
14
pe
cy
a
DOSYA
TÜRKİYE TİYATRO
KURULTAYI
TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI
"HALKIMIZDA
DOĞAL BİR KÜLTÜR
SANAT SEVGİSİ VAR"
M. İ s t e m i h a n Talay
Kültür Bakanı
75-76-77 Kasım 1997 tarihlerinde Mersin'de gerçekleştiren "Türkiye Tiyatrolar
kurultayı"nın açılışında, Kültür Bakanı Sayın Istemihan Talay'ın yapmış olduğu açış
cy
a
konuşmasının tam metnini yayımlıyoruz.
TOBAV'ın Sayın Genel Başkan ve
yöneticileri, değerli sanatçılar, değerli
konuklar, ilimizin çok değerli yöneticileri,
değerli basın mensupları, hepinizi
öncelikle sevgi ve saygıyla selamlıyor ve
ilimize hoş geldiniz diyorum.
pe
TOBAV olarak Mersin'de böyle bir
tiyatro kurultayını düzenleme kararınızı
şükranla karşılıyorum. Çünkü toplum
genellikle sanatçıları sahnelerden izlerler
veya yazarları kitaplarının, makalelerinin
üzerindeki isimler olarak tanırlar. Kültüre
değer veren, sanatçıya ve sanata hizmet
eden bu değerli insanları, kendi yanında
görmek isteyen Mersinlilerle bu
toplantıda bütünleşmeniz ve birlikte
olmanız bizim için çok büyük bir onur
kaynağı olmuştur. Sevdikleri, takdir
ettikleri, özellikle sanat dalındaki kişileri
kendi yanlarında görmek, elle tutulacak
bir seviyede onlara yakın olabilmek
insanlar için büyük bir mutluluk
kaynağıdır. Ben bir sanat izleyicisi olarak
bu duygularımı aktarıyorum. İnanıyorum
ki Mersinliler de aynı duyguyu
paylaşıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bakanlığa
başladıktan kısa bir süre sonra önüme
bir onay getirildi. Onaya sunulan yazıda
katkısıyla bu organizasyon
gerçekleştiriliyor.
cy
a
ekim ya da kasım aylarında bir kültür
şurasının yapılması şeklinde bir öneri
vardı. Ben, bu tip bürokratik ve sadece
bakanlığın iç yapısı içerisinde oluşturulan
kültür ve sanat gibi konularla ilgili
organizasyonlara hep karşı olmuştum.
Çünkü böyle bir ortamda özgürce yeni
düşüncelerin, yeni sonuçların ortaya
çıkmasını beklemenin biraz fazla
iyimserlik olacağını düşünürüm. O
nedenle böyle bir oluşumu bakanlık
olarak yapmak yerine sivil toplum
örgütleriyle, onların kurumlarıyla işbirliği
içerisinde yapmayı ve her alanda yeni
düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlamak
gibi bir politikayı benimsemeyi yararlı
gördük.
pe
Bunun elbette hem tiyatro hayatımıza
hem sanat kurumlarımıza hem de
bakanlığımıza çok önemli katkı ve
sonuçları olacaktır. Bunların beklentisi
içindeyiz. Demokratik bir süreçte belli
kararları tek başınıza almak ve
uygulamak şansınızın olmadığı bir
gerçek. Zaten demokrasinin içeriğinde
bir uzlaşma var. Bir dayatmadan ziyade
herkesin kendi pozisyonlarını dikkate
alan ama başka pozisyonların varlığını da
göz önünde bulunduran yaklaşımla bir
uzlaşmanın gerçekleşmesi söz konusu.
Elbette sanat kurumlarının yönetimleri,
bunların örgütlenme biçimleri, mevcut
koşullarda artık Türkiye'nin geldiği
ekonomik ve sosyal düzeyde de
kıyaslandığında, bu yapılar içerisinde
yürütülemez bir noktaya geldiği
anlaşılmaktadır. Bu gerçek tespit
edilmiştir. Ama bu gerçeğin nasıl bir
başka yönetim biçimine dönüştürüleceği
konusunda elbette araştırmalar,
değerlendirmeler yapılacak, fakat daima
karşılıklı pozisyonların ön planda
tutulması anlayışı dikkate alınacaktır
veya alınmalıdır. Ben, başta da
belirttiğim gibi iyi bir izleyici olarak ve
Türkiye Cumhuriyeti'nde sanatsal
kurumların gelişimi hakkında bazı
bilgileri bir sentez haline dönüştürecek
değerlendirmeler içerisinde şöyle bir
noktaya ulaşıyorum.
Hepiniz hatırlayacaksınız, bundan kısa
bir süre önce İzmir'de, izmir Kültür ve
Sanat Eğitim Vakfı'nın yönetiminde ve
organizasyonu içerisinde 1. Ulusal Kültür
Kurultayı gerçekleştirildi.
Tamamen kendilerinin saptadığı ve çok
değerli bilim adamlarının katılımıyla
Türkiye'ye ışık tutacak çok güzel
düşüncelerin bir sistematik içerisinde
yaratıldığı, ortaya konduğu bir kongre
olarak hepimizin göğsünü kabartan bir
çalışma yapıldı. Bugün de burada aynı
anlayış içerisinde, bir tiyatro kurultayı
gerçekleştiriliyor. Sayın Levent'in
belirttiği gibi sadece tiyatro sanatıyla
ilgili olan sanatçıların değil, aynı
zamanda buna yakın disiplinlerde görev
yapan çok değerli katılımcıların da
1930'lu yıllar hem ekonomi alanında
hem sanat ve kültür alanında devletin
destek vererek bu kurumları yarattığı bir
dönem. Halkın kültür birikimi elbette
var. Kurumsallaşmamış bir kavramı
yapısallaştırmak zorunluluğuyla, devletin
yönetiminde, devletin desteğinde bu
kurumlar ortaya çıkarıldı. Aynı durum
ekonomik açıdan da geçerli. Bir özel
sektör olmadığı, bir girişim olmadığı için
bunun karşılığında KİT'ler doğudu. Yani
devletin doğrudan doğruya ekonomiye
müdahale ettiği bir dönem. Ama bu
süreç ekonomide yeni oluşumları
gündeme getiridi. Bir müteşebbis ve
sanayi kesimi ortaya çıktı.
Aynı durumu sanatsal açıdan
incelediğiniz zaman belki üç - beş yıl
öncesine kadar değil ama, bugünlerde
sanatta da yeni yapılanmaların oluşma
zorunluluğunun ortaya çıktığı görüldü.
Ekonomide iki önemli kavram var.
Bunlardan bir tanesi verimlilik, bir tanesi
de çalışanlar için güvencedir. Sanatta bu,
güvence artı yaratıcılık biçiminde ortaya
çıkıyor. Yani yaratıcılığın olmadığı bir
yerde güvence tek başına sanat için bir
anlam taşımıyor. Ama güvencenin
tamamen ortadan kalkması da
yaratıcılığı engelleyen bir başka unsur
haline dönüşüyor. Dolayısıyla bir
dengenin sağlanabilmesi için,
uzlaşmanın bu kavramlar arasında da
gerçekleştirilmesi zorunluluğu var.
Dolayısıyla bizim arayışlarımız ve
yaklaşımlarımız bu dengeyi kurmak
17
davranış değildi. Bir içtenlik vardı. O
açıdan sanat ve kültür yaşamımızın
gelecekte çok daha yaratıcı, çok daha
güçlü olacağına inanıyorum. Bu altyapı
halkımızda mevcut.
Uluslararası sanatçılarımız var. Bana göre
sanatçılarımızın en büyük şanssızlığı dışa
açılma konusunda kendilerine sürekli
engel çıkarılmış olmasıdır. Bakanlığa
geldikten sonra gerek orkestralarımızın
gerek sanat kurumlarımızın yurtdışına
açılmaları konusunda kararlar aldım.
İstanbul Operası'nın Danimarka'ya
gitmesini sağladım. Kısa bir süre önce
içel Opera ve Balemizi, Gürcistan
Acera'ya gönderdim. Biraz önce Müdür
Bey orada çok büyük bir ilgiyle
karşılandıklarını ifade etti.
Şimdi Kıbrıs'la çok önemli bir kültürel
bağ oluşturuyoruz. Bunu geçici veya
birkaç haftalık süreç olarak değil
süreklilik içerisinde yürüteceğiz. Her
hafta belki de her gün bu kurumlar
pe
cy
a
şeklinde olmalıdır. Tamamen devletin
desteğinden kopuk veya uzaklaşmış bir
sanatsal yaşam acaba ne ölçüde ve bir
anlamda da sanatı ayakta tutan bir
unsuru sağlayabilecektir veya
gerçekleştirebilecektir.
Bunlar cevaplandırılması gereken
sorulardır. Ama devletin güvence
veriyorum diyerek sanatı baskı ve
boyunduruk altında tutması da elbette
kabul edilemez. Şimdi yeni bir oluşum
var; özellikle özel sektör, sanayiciler
toplumun sanata ve kültüre önem veren
bireyleri, kendi aralarında
örgütlendiriyorlar. Sanat kulüpleri
kuruyorlar, vakıf oluşturuyorlar ve
değişik alanlarda sanatın yücelmesine,
büyümesine devletten bazen hiçbir katkı
beklemeden kendi imkânlarıyla veya bir
dayanışma sonucunda çok büyük
destekler sağlıyorlar. Eskiden, hepiniz
bilirsiniz varlıklı insanların genellikle
bağışları hayır kurumlarına dönük olarak
ortaya çıkardı. Şimdi varlıklı kesimler,
toplumda belli bir prestiji elde etmek
isteyen kesimler bu prestijin sanatla
ortaya çıktığını görmeye başladılar.
Büyük kurumlar bienaller düzenliyorlar,
resim sergileri açıyorlar, yurtdışındaki
konservatuvarlarda, öğrencilerin eğitim
görmeleri için burslar sağlıyorlar ve
giderek gördüğümüz kadarıyla bu
gelişme sanata ve kültürel kurumlara
dönük olarak bir ağırlık kazanıyor.
Bugün için toplumda prestijin unsuru,
sanat ve kültürle bütünleşmiş bir
görüntü kazanmak.
Bir gerçeği daha ifade etmek istiyorum.
Bizim halkımızda doğal bir kültür ve
sanat sevgisi var. Bu bizim
Anadolumuzun o binlerce yıllık kültürel
serüveninin bir ürünü. Bunu
genlerimizde taşıyoruz. Bir eğitimle veya
çok önemli okullardan mezun olmakla
ilgili bir olay da değil. Sanata ve
sanatçıya karşı saygı ve ilgi toplumun her
kesiminde mevcut.
Ben bunu iki gün önce Samsun'da
Atatürk Kültür ve Sanat Treni'ni orada
karşılayıp, Samsun Kapalı Spor
Salonu'nda düzenlenen sanat
gösterilerinde çok yakından izleme
imkânı buldum.
Bale sanatçılarımızı, opera
sanatçılarımızı, orkestramızı ayakta
alkışlarla karşıladılar. Bu, sadece hoş
geldin anlayışı içerisinde yapılan bir
18
Kıbrıs'ta vatandaşlarımızla bütünleşecek.
Birkaç gün sonra Mersin'e, Ankara'dan
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası
konserler vermek için gelecek. Daha
önce de belirttiğim gibi sanat ve sanatçı
halka ulaştırıldığı ölçüde, halktan sevgiyi,
saygıyı görüyor mutlulukla karşılanıyor.
Bunu bir program çerçevesinde
gerçekleştirmek mecburiyetinde
olduğumuzu düşünüyorum.
Üzerinde durduğumuz konular çok uzun
ve değerlendirmeye açık. Bugün burada
bir tiyatro kurultayının yapılmış olması
Mersinimizin sanat ve kültür hayatı
açısından önemli bir adımdır. Bu
kurultay, Türkiye'ye ve bakanlığa yönelik
öneriler açısından dikkate alınması
gereken bir çalışma olarak
düşünülmelidir.
Bütün katılımcılara tekrar teşekkür
ediyor, kendilerine başarılar diliyor,
sevgiler ve saygılar sunuyorum
TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI
TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI"
ÜSTÜNE KISA NOTLAR
pe
cy
a
TOBAV'ın 15-16-17 Kasım '97 tarihlerinde
Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Mersin'de
düzenlediği Türkiye Tiyatrolar Kurultayı
geniş bir katılımla gerçekleşti, ilk gün,
TOBAV Başkanı Tamer Levent, Mersin
Valisi Şenol Engin ve Kültür Bakanı
Istemihan Talay'ın Mersin Kültür
Sarayı'nda (eski Halkevi binası. Bugün de
opera, bale, tiyatro gibi çeşitli sanat
etkinlikleriyle Mersinlilere hizmet ediyor.)
yaptıkları konuşmaları Mersin Merit
Oteli'nde başlayan komisyon çalışmaları
izledi. TOBAV, ayrı gruplar halinde
tartışmaya açtığı konuları altı başlık
altında toplamıştı: "Kurumsallaşma (model
oluşturma)", "Hak arama oluşumları",
"Tiyatro sanatının hukuksal olarak Türkiye
demokrasisindeki yeri", "Tiyatro eğitimi ve
sorunları", "Belediye tiyatroları",
"Ödenekli tiyatrolarda olması ve olmaması
gerekenler". Tiyatroya yönelik pek çok
asal sorun öncelikle bu komisyonlarda
ardından da genel kurul toplantısında
gündeme getirildi, tartışıldı. Üçüncü
günün bitiminde de varılan ortak kararlar
tam metnini dergimiz sayfalarında
yayımladığımız "Sonuç Bildirisi" ile
açıklandı. Sonuç Bildirisi'nin taslağında
kendi grupları adına imzası olanlar; Prof.
Dr. Nurhan Karadağ, Seçkin Selvi, Ahmet
Mümtaz Taylan, Yılmaz Onay, Oğuz Tunç,
Sündüz Hasar, Ahmet Gülhan, Emre
Koyuncuoğlu, Dr. Türel Ezici, irfan
Kuruüzüm, Prof. Murat Tuncay ve Turhan
Karakaş'tı. Daha sonra, Genel Kurulda
yapılan tartışmaların sonunda, sonuç
bildirisi aynen benimsenerek Genel Kurul
delegelerince kabul edildi.
Her komisyondan iki temsilcinin katılımıyla
hazırlanan bu bildiride altı çizilen bir husus
daha önce Namık Kemal Zeybek'in
bakanlığı sırasında düzenlenmiş olan
Kurultay sonuçlarına bakarak, bu kez
alınan kararların hayata geçerilmesi
yönünde somut adımlar atılması gereğinin
üzerinde durulmasıydı. Fikri Sağlar'ın
bakanlığı döneminde de yine Mersin'de
TOBAV ve MEKSAV'ın birlikte
düzenledikleri "Tiyatro Yönetimi ve
işletmecilik Sorunları" semineri ve onu
izleyen Uludağ Semineri'nde yapılan
önemli çalışmalar bellek tazeleme
açısından burada belirtilmelidir. Bellek
tazelemenin ötesinde; bu süreçte elde
edilen sonuçların, varılan noktaların bir
kez daha irdelenmesi, bundan sonra
atılacak adımlar bağlamında da yararlı
olacaktır.
Kurultayda altı çizilen sorunların, çözüm
arayışlarının, eleştirilerin daha sonra
yayınlanacak olan bir kitapçığın sayfaları
arasında sıkışıp kalmaması, çalışmaların
nasıl bir gelişim izlediğinin takip edilmesi
gerekliliği katımcıların ortak görüşüydü.
Komisyon raporlarında, ve Genel Kurul
görüşmelerinde bu husus üzerinde ısrarla
durulması, kurultaya katılan kuruluşlar
arasında iletişim kurulması
zorunluluğunun vurgulanması ve giderek
oluşturulacak küçük komisyonlarda
yeniden bir araya gelme istemi
katılımcıların aynı temel noktada
buluştuğunu gösteriyordu. Türk tiyatrosu
adına dinamik bir yapılanma için gerekli
mekanizmalara işlerlik kazandırmak
amacıyla gerçekleştirilen kurultayın
böylesine geniş bir katılımla
desteklenmesi, sorunlar ve çözüm
önerileri üzerinde önemle durulması
geleceğe yönelik olumlu işaretler veriyor.
Umutlar, bu işaretleri izleyecek somut
adımlar üstüne odaklı.
Kurultay notlarımıza çeşitli görüşlerle
devam ediyoruz:
19
olduklarını dikkate alırsak; "bugün parayı
verdiler, geldiler, burada şu fikirleri
söylüyorlar, bizi yönlendirmeye
çalışıyorlar" diye yanlış bir yorum ya da
duyguya kapılmasınlar istedim.
Bugün de artık üst kurultay bitti. Kararlar
son derece demokratik ve objektif olarak
alındı son derece zevkli seviyeli ve
dostane bir kurultay oldu. Bunun için
ayrıca memnunum ve rahatlıkla bu
memnuniyetimi dile getirebiliyorum.
pe
cy
Biz zaten Bakanlık olarak bu işi
desteklerken sanatın ve tiyatronun daha
çağdaş bir düzeye ulaşmasını tiyatroya
hizmet veren sanat çalışanlarının
problemlerinin giderilmesini
hedeflemiştik. Sanıyorum büyük ölçüde
bu hedefimize yaklaştık. Problemler
olmasa dahi belirli periodlarda bu tür
çalışmaların yapılması en azından
üretilen değerlerin daha çağdaş, daha
kaliteli olmasını sağlayacağı inancındayız
ve bu kurultayda alınan kararlardan biri
de iki sene sonra tekrar bir kurultay
yapılması. Bu açıdan bu kararı da son
derece yerinde ve doğru olarak
görüyorum ve dilerim ki iki yıl sonraki
yönetimlerde bizler kadar bu konuya
sıcak baksın, sanata ve sanatçılarımıza
değer versin, öyle olacağını umuyorum,
ummak istiyorum.
a
Nurcan Tokar (Kültür Bakanlığı,
Müsteşar Yardımcısı):
Çok kısa olarak, kurultay beklediğimiz
ölçüde verimli ve olumlu geçti diyebilirim.
Çünkü yapılan tartışmalar sonucu
katılımcılar genelde oy birliğiyle birtakım
ana başlıklar konusunda prensip
kararlara vardılar ve kurultay sonunda
yapılan çalışmalardan ve elde edilen
sonuçlardan memnuniyetlerini açıkça
ifade ettiler.
Kurultay boyunca ben, belki dikkatinizi
çekti hiçbir konuda, hiçbir yorumda
bulunmadım. Hiçbir konuda söz almadım
ve hiçbir oylamada oy kullanmadım.
Bunu da kasıtlı olarak yaptım.
Katılımcıların kendilerini Bakanlığın
baskısı altında ya da en azından
yönlendirici tavırları karşısında
hissetmemeleri için, finansör olarak
Bakanlığımız vardır.
Bayın Bakanımızın büyük destekleriyle
bu Kurultayı gerçekleştirdik. Hem
finansörseniz hem de birtakım konularda
fikir yürütürseniz, sanatçıların hassas
Dinçer Sümer (Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı):
Bu kurultayın en önemli, en sevinç verici
yanı bir çok tiyatro sanatçısının, yazarın,
eleştirmenin, tiyatroyla ilgili insanların bir
araya gelmiş olması, birkaç gün kendi
sorunlarını ciddi ve açık yürekli ve öz
eleştiri içinde ortaya koymuş olmalarıdır.
Tabii bunun sonunda ortaya çıkacak
sonuç bildirgesinin yetkililerce,
sorumlularca çok dikkatle incelenmesi,
bu sorumlulukları ve yetkileri neyse o
ölçüde de Türk tiyatrosunun sorunlarına
eğilmeleri ve görevlerini yapmaları gibi
bir umudu taşımaktayım. Bu kurultayın
bir yararı daha olacaktır, oyuncular,
yazarlar bir araya geldiler kendi
sorunlarını açık yürekle ciddi ciddi
tartıştılar. Öz eleştirilerini yaptılar yani
Türk tiyatrosunun çoktandır dağınık,
savruk, birbirinden uzak görünümü bu
kurultayda bir ölçüde kırılmış oldu. Ben
bu kurultayların daha küçük ölçüde de
olsa yani küçük kurultaylar biçiminde de
olsa yinelenmesini, tekrarlanmasını bu
sıcak ve organik bağın sürdürülmesini, .
istiyorum.
Yılmaz Onay(Yönetmen): Ben daha
önceki kurultayların hepsine
katılanlardan değilim. Bu kurultayla daha
öncekileri mukayese etmek durumunda
olmasamda, en azından anlatılanlardan
biliyorum. Bu kurultaydan gerçekten
somut, pratik sonuçlar umuyorum. Bir
de, takip edileceğinden bu sefer
gerçekten eminim. Çünkü belli bir irade
hissediyorum. Katılanlarda artık birikmiş
hani mutlaka sonuç almaya yönelik bir
niyet bir gayret hatta bir zorunluluk
durumu seziliyor. Kurultayın düzenleyici
kurumu ve bakanlık kendisi de artık
bunlara dayanarak birşeyler yapmaya
kararlı görünüyor. Sonrası takibe bağlı,
tabii bundan sonrasının takibini Tiyatro...
Tiyatro... Dergisi'nden de bekliyorum.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin de artık
tıkanma noktalarına gelmiş talepleri,
kurultayda varılan sonuçları gereğinde
eleştirerek somut formüller halinde
ortaya sürmesi ve bir yandan da çok
ciddi bir takipçi olması çok iyi bir katkı
sağlayacak sanıyorum. Yani altı ay içinde
sonuç alabiliriz gibi geliyor bana. Altı ay
içinde alamazsak ondan sonra fi tarihine
kalabilir yine.
Prof. Dr. Murat Tuncay( Dokuz Eylül
Üniversitesi Öğretim Üyesi):
Şimdi 1938'den sonra yani
Cumhuriyetin ilk dönemindeki o büyük
dinamiziminden sonra özellikle halk
evlerinin kapatılmasından sonra
tiyatronun yurt düzeyinde yaygınlaşması,
nicelik ve nitelik yönünden yükselmesi
için çok ciddi bir fikir üretimi, tartışmalar
dönemi başlıyor. Tiyatronun yurtiçine
yayılmasını herkes istiyor fakat bunun
nasıl olacağı, karşılaşılacak sorunların
neler olacağı konusu yeterince irdelenmiş
değildi. Bunlar yalnız gazete
sayfalarında, dergilerde birer sıkıntı
olarak kalıyordu. Benim görebildiğim
kadarıyla bu üçüncü kongredir. Bu
kongrede bu konuların üzerinde artık
daha somut adımlar atılmaya başlandığı
görülüyor. Mesela bir yasa taslağından
pe
cy
Ahmet Gülhan(Tiyatro Sanatçısı):
Önümüze gelen altı başlıkla sonuç almak
çok zor. Çünkü her başlığın, alt başlığı
bir ihtisas konusu, bir araştırma, bir
arşivleme konusu. Kurultayın gidişine
göre akla gelen şeyler konuşuluyor.
Hazırlanan bildiriler, tamamı ikişer
sayfalık bildiriler ama bunlar bilimsel
verilerden yoksun. Bu tip kurultaylara
gelmeden evvel bunların ihtisas konusu
uzmanlarının en az üç ay önceden
çalışmaya başlamaları gerekir ve
araştırılmış verilerle, saptanmış verilerle
gelmeleri gerekir. Her komisyonun da bir
kitapçık halinde bir rapor sunması lazım.
Bu raporların kurultayda tartışılması
lazım. Bu anlamda bir kurultay
yapamıyoruz. Üç gün diyoruz ama üç
gün bile değil,. Toplasak bir buçuk
günde vardığımız yer olarak gayet
olumlu ve başarılı çünkü birikimler var.
yüksek sesle düşünüyoruz,
düşüncelerimizi birbirimize anlatıyoruz.
Böyle olmamalı, muhakkak başlıkların
daha önceden araştırılarak hazırlanması
re genişletilmiş raporlar halinde gelmeli
re kurultay bu raporları görüşmeli diye
düşünüyorum ama birincisinden daha
başarılı, daha büyük. Daha spekülatif
konular. Aldığımız yol muhakkak olumlu.
Ama daha iyisi de olabilir.
genel anlamda bakış açısını gerçekten
değiştirip değiştirmediği. Yedi sene, on
sene sonra yine aynı şeyler, daha da
ağırlaşarak, konuşulacak o yüzden ben
hem hayırlı, hem de biraz umutsuz
bakıyorum meseleye. Burada da kendi
içimize dönerek ciddi bir yaptırım gücü
oluşturmadığımıza inanıyorum. Alanın
kendi adına bir yaptırım gücü
oluşturamadığı bir ortak tavır
belirleyemediği inancındayım, gerçi
kurultay sonuçlarına baktığımızda geçen
zaman içinde pek çok ortak noktanın
artık tartışmadan çıkıp karar aşamasına
geldiğini de görüyoruz. Tabii gelişmeleri
izlemek zorundayız, bundan sonrası için.
a
söz ediliyor, altı yıl üzerinde çalışılmış.
Eğitimdeki sorunlar netleşmiş, eğitim
kurumlarındaki sorunlar netleşmiş, yani
Kaslında teşhislerde çok büyük polemikler
yok, tedavi yöntemleri üzerine doğru
eğilmeye başlanıyor ki bunda da kısa
dönem içinde sonuç alınabilmesi için
biraz daha ayrıntı çalışmalarına ihtiyaç
olduğu anlaşılıyor. Zannediyorum, kısa
dönemde bir takım çalışmalar tekrar
ateşlenebilecek olursa daha somut bazı
sonuçlar elde etmek mümkün
olabilecektir ve bir adım daha atılmış
olacaktır. O bakımdan ben mutluyum,
TOBAV'I da kutlamak istiyorum. Bu
hareketliliği sağlayabildiği için.
Murat Karasu (Yönetmen):
Bu tiyatro kurultayı tabii çok önemli bir
aşama Türk tiyatrosu adına, bence de
gecikmiş bir aşama. Bundan yedi sene
önce de bir kurultay yapılmıştı. Orada da
benzer konular tartışılmıştı. Yedi sene
sonra sorunlar daha da ağırlaşmış bir
şekilde masaya yatırılıyor. Ama kurultay
toplanmasından daha önemli olan şey
bence artık devletin tiyatroya, sanata
Selamı Sargut (Başkent Üniversitesi,
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dekanı):
Kurultay bence sorunlara önemli ölçüde
daha sistematik yaklaştı. Tartışma
odakları biraz daha mikrodan makroya
kaydı. Eğer makro yapılanmayı çok net
görebilirsek, o zaman sorunu daha iyi
çözebiliriz. Ama ayrıntılı yapılanmaya
gittiğimizde, işin tanımını da yapmak çok
önemli. Ben şöyle bakıyorum, eğer
kurumsallaşma sürecini özerklik için çok
temel çıkış noktası olarak görürsek, önce
onun üzerinde odaklaşmalıyız. Ben
devletin geleneğinden gelen yapıların
gerçek anlamda özerkleşeceğini de
sanmıyorum. Onun için köklü yapısal
değişiklikler, gerçek anlamda bir özerkliği
olanaklı kılacaktır. Şu andaki yasal
düzenlemeleri bir yana bırakalım ama
devletin sanata veya tiyatroya desteğini
kesin olarak vurgulayalım, güçlü yapısal
değişikliğe gitmenin yolu önce bir
çerçeveyi değiştirmek. Yani ulusal tiyatro
kurumu benzeri bir yapısal arayışa
gitmektir diye düşünüyorum. Bu uzun
vadede belki yukarıdaki varsaydığımız
şemsiyenin de temellerini oluşturacak.
Yani bir ulusal sanat kurumu dediğimiz
olgu ancak bu tarz alt birimlerde
yapılacak uğraşlar ve mücadelede veya
köklü değişikliklerle ulaşılacak bir amaçtır
diye düşünüyorum.
Halil Doğan (Tiyatro Sanatçısı-TODER):
Tiyatro kurultayları benim katıldığım bu
üçüncü kurultay. Her kurultayda Türk
tiyatrosu adına ufak ufak ama önemli
adımlar atılıyor. Onun için bu tür
buluşmalar, hem sanatçıları hem de bu
işe gönül verenleri dinamik bir hale
getiriyor, fikir üretimi burada ön plana
çıkıyor ve ondan sonra da bunların
hayata geçmesi için çeşitli adımlar
atılıyor. Bu tür toplantılar zannediyorum
ki Kültür Bakanlığı'nın yapması ve
desteklemesi gereken ve ilgili
kuruluşların da sık sık kendi
programlarına alması gereken olaylar.
Ama önemli olan bir tek şey var; burada
alınan kararların hayata geçmesini
sağlamak ve bunun takipçisi olmak.
Burada konuşulanlar burada kalmamalı.
Sadece işte bir kitap çıkarıp ta biz
görevimizi yaptık anlayışında
yaklaşılmamalı ve bunun içinde tabii ki .
buraya katılan örgütlere, onların
temsilcilerine büyük bir görev düşüyor.
Engin Uludağ (Yönetmen): Bu kurultay
tüm tiyatrocuları bir araya getirdi, her
branştan tiyatronun, sanatçılarının ve
ilgililerinin bir araya gelmesi birbirine
bileşik kaplar gibi kaynaşmayı doğurdu.
Toplantılarda, bir program içinde
hazırlanmakta olan bir Uludağ
metninden bahsettiler, tiyatrolar
kanunundan bahsettiler. Keşke o taslak
gelseydi de burada müzakere etseydik
ve bir konuda anlaşsaydık. Bir de
TODER'in ve İstanbul'daki tiyatro
kuruluşlarının oluşturduğu bir sanat
kurulu projesi ve bir metin taslağı varmış.
Keşke, o da önümüze gelseydi de ikisini
de irdeleseydik. Beğenmezsek sıfıra
indirseydik. Şimdi sıfırdan başladık belli
bir yere kadar geldik, oysa kırktan,
elliden başlasaydık doksana yüze
çıkacaktık. Ama bu da yararlı oldu.
21
pe
cy
a
Erhan Gökgücü (Yönetmen):
Bu kurultayın başlangıcında görüldü ki,
herkes bir kaygı taşıyordu. Çünkü
altbaşlıklar öylesine yöntem bilimden
uzak düzenlenmişti ki, bunun sonunda
nereye varacağız diye bir soru vardı
kafalarda. Ama kurultayın bitmek üzere
olduğu şu süreçte şöyle düşünmeye
başladım; sorunlarımız o denli üst üste
yığılmış ve yıllar boyu biz bu sorunlara
çözüm aramak için öylesine bir hazırlık
içindeymişiz ki, bu yöntem bilim
kargaşasından doğabilecek küçük krizleri
kolay atlattık. Gerçekten olumlu
sonuçlar çıktı diye düşünüyorum. Ancak
bunun yeterli olmayacağını
düşünüyorum. Çünkü bu olumlu
sonuçlar, bu kararlar kâğıt üstünde kalır
takipçilik gündeme gelmezse, üç yıl
sonra yeniden aynı şeyleri sıfır
noktasından tartışmaya başlayabiliriz.
Nedret Güvenç (Tiyatro sanatçısı):
Ben birinci kurultayda da bulundum. Bu
kadar rahat, bu kadar kapsamlı değildi.
Burada herkes kendi fikrini çok rahatça
savunabiliyor, yeni yeni öneriler geliyor.
Az önce sonuç bildirgesini dinledik tabii
o bildirgeden ziyade henüz bir taslak,
açmak yorumlamak lazım. Sonuçta
kurultay, düşündüğümün çok üstünde
sıcak, samimi ve rahat geçti. Böyle
geçtiği içindir ki, burada tiyatronun pek
çok sorunları ele alındı. Fakat gene de
bütün iyi niyetimize, bütün umutlarımıza
rağmen, iş kanun seviyesine geldiği
zaman, iş ciddileşmeye başladığı zaman
ihmaller olabiliyor. Sabah oturumunda
da bildirildi, bir izleyici komitenin
oluşturulmasını ve sonuçların mutlaka
alınmasını istiyorum.
Sündüz Hasar (Dramaturg):
Tabii ki bütün arkadaşlarım gibi çok
yararlı olduğunu düşünüyorum. Ancak
daha sistematik tartışmak gerekiyor ve
bu türden bir araya gelmeler çok fazla
olmadığı için hepsini birarada tartışmak
telaşında, verimli sonuçlar alamıyoruz,
ilerleyemiyoruz; örneğin bir sonuç
bildirgesinde kristalize olmak netleşmek
bile bizim için çok zor oldu. Ben,
kurultayı geniş sohbet etme, biraraya
gelme, hepimizin içini döktüğü bir yer
olarak alıp, bunu arkasından gidecek
yapılara izin verecek ya da bunu
öngörecek bir mekanizma olarak kabul
etmek istiyorum. Örneğin sadece
ödeneksiz tiyatrolar, Türkiye'de çocuk
tiyatroları gibi küçük kurultaylar
yapılmalı, bu kurultay bunu izin vermeli,
bunun altyapısını oluşturmalı ve bunun
önünü açmalıdır diye düşünüyorum.
22
Ayla Kapan (öğretim Üyesi):
Tiyatro kurultayının ılımlı, umduğumdan
daha başarılı geçtiğini düşünüyorum.
Açıkçası bu kadar yoğun bir ilginin
olacağını, üstelik de sezonun tam
ortasında, işlerin de bu kadar yoğun
olduğu bir dönemde, bu kadar fazla
sayıda insanın, farklı kurumlardan,
birimlerden tiyatrocunun birarada
olabileceğini çok tahmin etmiyordum.
Bunun böyle olmaması çok sevindirici.
Bu da gösteriyor ki artık insanlar
gerçekten Türk tiyatrosuyla ilgili, özelde
ve genelde ülkemizin kültür yapısıyla
ilgili ciddi kaygılar taşıyorlar. Fakat şunu
da eklemek istiyorum, bu sonuç
bildirgesindeki bütün maddelere
katılmakla birlikte, Türk tiyatrosunun
genelde kökten sorunlarını çözmeye
yönelik çok da radikal kararların
alınmadığını düşünüyorum.
Zafer Şahin (Dramaturg):
Bu kurultay, Türk tiyatrosunun değişik
alanlarındaki insanların herşeyden önce
buluştuğu bir alan oldu. Farklı
görüşlerden, farklı düşüncelerden, farklı
kurumlardan gelen insanlar bu
kurultayda birbirlerini tanıma,
birbirleriyle görüşlerini tartışma olanağı
buldu. Tüm bunların ötesinde, Türk
tiyatrosunun temel sorunlarının
çözülmediği de ortaya çıktı. Bunlar;
yönetmelik-yasa, oyuncu hakları, yazar
haklan, yönetmenin sanatsal hakları ya
da benzeri kişilerin hakları. O nedenle bu
kurultay belki de sorunların ortaya
saçıldığı bir alan olacak. Böyle bir
kurultay çalışmasından büyük sonuçlar
beklemek yerine, bu kurultayın en
azından nelerin içinde yaşadığımızın
karşılığı olacak. Türk tiyatrosunun
bundan yararlanacağı şeyler olacak.
Ama bence gözlenmesi gereken şey
Türk tiyatrosunun temelde onlarca
sorununun olması, bu da sonuç
bildirgesini hazırlayan arkadaşların, kısa
notlar halinde hazırlamaya çalışmalarına
rağmen, üç sayfa tutan bir çalışma
yapmış olmalarından belli.
Bir yanıyla belediyenin, belediye
reislerinin iki dudağının arasında
çalışmalar yapmaya çalışan yarı amatör
belediye tiyatroları ya da özel çalışma
gurupları, diğer yanıyla da büyük
ödeneklerle hareket eden kamu
tiyatroları ve onların kendi iç sorunları,
beklentileri bu kurultayda herkesin
önüne kondu. Bence demin söylediğim
gibi bu kurultaydaki temel öğe, biz
sorunların içinde küçük küçük ışıklar
aramaya çalışan, küçük küçük ışıklar
oluşturmaya çalışan bir küçük
topluluğuz
SÖYLEŞİ
bunu neye bağlıyorsunuz?
"Türkiye Tiyatrolar
Kurultayı"nın ardından,
TOBAV Genel Başkanı
Tamer Levent ile Kurultay
öncesi ve sonrası üzerine
bir söyleşi yaptık.
Tamer Levent'in, TOBAV
olarak gerçekleştirmek
istediklerini aktarırken,
bundan sonraki
gelişimlerin takipçisi
olacağımızı da ilettik.
'Türkiye Tiyatro Kurultayı"Öncesi ve Sonrası Üzerine
Tamer Levent ile...
Demirkanlı
Sayın Levent, Mersin Türkiye
Tiyatrolar Kurultayı
düzenleme kararı aldığınızda
beklentileriniz nelerdi?
Türk tiyatrosunun, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinde,
kültürel olarak, yasal olarak,
gereksinim olarak, çalışma
hak ve koşulları olarak,
örgütlenme olarak, eğitiminin
gerçekleştirilmesi ve
yaygınlaştırılması için
uygulanması gereken
programlar olarak, yerini,
duruşunu saptamak istedik.
Demokrasi kültürü ile sanat
kültürü ve tiyatro arasındaki
kopmaz bağların hamasi
değil, bilgiye, anlamlandırılmış
deneye dayalı gerekçelere
dayandırılarak açıklanmasını
istedik. Oyuncumuzun, soyut,
yarı tanrı kimliğinden
uzaklaşarak gerçekçi, öncü
kimlikler kazanması
görüşülsün istedik. Kurultay
çalışma düzeneğimizi bu
beklentileri göz önünde
bulundurarak hazırladık.
Sonuç bildirgesi de, kurultay
katılımcılarının ilgisi de
gösteriyor ki büyük ölçüde bu
beklentilerimizi
gerçekleştirdik.
Kurultay sonuçlarından
memnun musunuz? Katılım
beklediğiniz oranda
gerçekleşti mi? Özel
tiyatrolar, oyun yazarlarının
katılımı yeterli değil gibiydi,
pe
cy
ilk tiyatro kurultayının
Eskişehir'de Konservatuvann
ilk açılış yıllarında yapıldığını
varsayacak olursak, ikincisi Sn.
Namık Kemal Zeybek'in
bakanlığı sırasında gerçekleşti
ise, bu Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde toplanan 3. Tiyatro
Kurultayı olarak alınabilir. Bir
deTOBAV'ın 1991 yılında
yine Mersin'de MEKSAV ile
birlikte düzenlediği
"Uluslararası Tiyatro Yönetimi
ve işletmeciliği" semineri,
1993 yılında TODER ve Kültür
Bakanlığının düzenlediği
Uludağ toplantıları var. Yani
bu bilgilerden hareketle,
önümüzdeki yıl Türkiye
Cumhuriyeti'nin 75. yılını
kutlamaya hazırlanırken,
Türkiye Tiyatrosu'nun bir
bütün olarak Türkiye
demokrasisi içerisindeki
konumunun, öneminin çok az
tartışıldığı, bu tartışmaların da
söz konusu 75 yıllık
Cumhuriyetin son 20 yılında
yoğunlaştığı, ancak bu
yoğunlaşmanın da bir
düzenlilik göstermediğini,
buluşma aralıklarının uzun
temsilcisi, kurum ve kuruluşlar
arasında bir iletişim kurmak,
bir koordinasyon
gerçekleştirmek istedik.
a
Mustafa
olduğunu görüyoruz. Biz
kurultay yapmayı alınacak
kararlanın hemen yaşama
geçirilmesi olarak
anlamıyoruz. Hemen yaşama
geçirilemeyeceği için de
kurultay yapmaktan
vazgeçmeye veya kurultay
yapılmasına karşı çıkılmasına
da bir anlam veremiyoruz.
Çünkü, kurultay aynı sektörde
çalışan kuruluşların bir araya
gelmesi ve çağın gelişimlerine
göre birbiri ile iletişim içerisine
girmesi, bilgi ve birikimlerini
paylaşması, sonra bu
görüşmelerin sonucunda
sektörün daha düzenli ve
kalıcı gelişmeler
gösterebilmesi için uzmanlık
görüşlerini, siyasilere ve
kamuoyuna duyurması sonra
da bu kararları ortak değerler,
ortak ilkeler kabul ederek,
sorumluluk alarak,
sürdürmek, izlemek
konusunda karar verdikleri bir
yerdir.
Son kurultaydan günümüze,
7 yıl geçtiğini, Türk
Tiyatrosu'nun ise içinde
bulunduğumuz dönemde
sıkıntılar yaşadığını fark etmiş
bir kuruluş olarak, TOBAV
olarak, bu teşhisimizde yanılıp
yanılmadığımızı diğer kurum
ve kuruluşlarla paylaşmak
istedik. Kurultay yolu ile Türk
tiyatrosunun gerçekleşmesine
neden olan disiplinlerin
Kurultay sonuçlarından
sadece benim memnun
olmam yeterli değil. Benim
memnuniyetim katılımcıların
memnuniyeti ve olumlu
görüşleri ile oluşur. Böylesi bir
memnuniyeti ölçü alacak
olursam, memnunum. Çünkü
gördüğüm kadarıyla tüm
katılımcılar memnun. Örneğin
siz de oradaydınız ve
gördüğüm kadarıyla siz de
memnunsunuz. Katılım
beklediğimiz oranın biraz
üzerinde gerçekleşti
diyebilirim. Çünkü biz, kurum
ve kuruluşlardan 6 atölye
çalışmasının her birisi için bir
delege istemiştik. Ancak,
organizasyon çalışmaları
sırasında kurduğumuz
iletişimlerde bunun yeterince
anlaşılmadığını farkettik ve
endişeye kapıldık.
Kurultayımızın duyurusunun
iki buçuk ay önce yapılmasına
karşın, hemen yaz sonrasına
denk geldiği için gönderildiği
adreslerde gereken ilgiyi
görmediğini fark ettiğimiz
durumlar oldu.
Mektubumuzu belirterek onu
başka evrakların arasından
oldukça yıpranmış ve
tozlanmış bir şekilde de olsa
yeniden buldurma yolunda
çabalar da sarfettik.
Organizasyonumuzun kişilere
değil kurumlara dayalı
olduğunu, bunun da içinde
bulunduğumuz zaman
diliminde sivil toplum
kuruluşlarının taşıması
gereken sorumluluklarla ilgili
olduğunu, bizim de bu
sorumlulukları desteklemek,
ona güç vermek için bu kararı
aldığımızı anlamakta
zorlananlar oldu.
Organizasyonun ilkelerinin
kişisel ayrıcalıklarla
bozulabileceğini düşünenler
oldu. Yaz tatilinden geç
geldiği için
haberleşemediklerimiz, mesaj
bıraktığımız halde geri
aranmadığımız, davetimize
23
Ağbi katılamamış oldu. O da
yönetim kurullarının son anda
almış olduğu karar nedeniyle.
pe
cy
Özel tiyatroların katılımında
tarihin, hafta sonuna gelmesi
ve onların da matine-suare
oyunlarının olması engelleyici
bir unsur olabilir. Ama,
duyurularımız hemen yaz
bitiminde yapılmıştı. Bir
düzenleme yapılabilirdi
kanısındayım. Çünkü hafta
arasında da film çalışmaları,
seslendirmeleri olanlar,
üniversitelerde dersleri olanlar
vardı. Bizim alanımızın çalışma
koşulları açısından herkese
uygun zamanlar yaratabilmek
oldukça zor. Bütün bunlara
rağmen, TİYAP'ı temsilen
Nedim Saban ve Zafer
Diper'in katılacağını
öğrenmiştik. Son dakikada
Nedim Saban'ın bir rahatsızlık
geçirdiğini öğrendik çok
üzüldük. Zafer Diper'i
bekliyorduk ama o da
gelemedi. Bunun yanında
TODER'İ temsilen gelen
arkadaşlarımız arasında
yılların özel tiyatro oyuncusu
Göksel Kortay, Ahmet Gülhan
vardı. Onların yanında ise
genç ve çalışkan bir
topluluğun Tiyatro Ti'nin
temsilcisi Hakan Pişkin vardı.
Yıllarca ödenekli tiyatroda
çalışmış olmasının yanında
şimdi özel tiyatroda çalışan
Nedret Güvenç vardı.
a
hiç yanıt alamadığımız kurum
ve kuruluşlar da oldu.
24
İTİ 'yi temsilen gurur
duyduğumuz oyun yazarımız
Necati Cumalı vardı. İTİ ve
Tiyatro Yazarları derneğine
gönderdiğimiz çağrıya
aldığımız yanıtta, Sayın Necati
Cumalı ve Recep Bilginer'in İTİ
adına, Sayın Fikret Terzi ve
Haşmet Zeybek'in Tiyatro
Yazarları Derneği adına
katılacağını öğrenmiştik. Bu
sırada. Sayın Recep Bilginer ile
bir de telefon konuşmam
olmuştu. Bana "Tabii
katılacağız!" demişti. Kurultay
başlayacağı gün Tiyatro
Yazarları Derneği'nin bizi
protesto ettiğini öğrendik. Bu
ani karar değişikliği bizi çok
şaşırttı. Oysa, hazırlık
programımıza bakılacak
olursa, oyun beklentilerimiz
olduğu açıkça görülebilir.
Sonuçta Sayın Cumalı, İTİ
adına, Sayın Fikret Terzi TRT
adına, Sayın Haşmet Zeybek
ise İŞTİSAN adına katıldılar.
Kurumsal olarak yapılan çağrı
nedeniyle bir tek sevgili Recep
TOBAV olarak, çeşitli
festivaller, sempozyumlar,
kurultaylar gerçekleştiriyor
veya destek veriyorsunuz,
özellikle amatör tiyatrolarla
ilginiz yoğun, bu ilginin
nedeni nedir?
TOBAV Türkiye'de tiyatro
kültürünün, bir bütün olarak
gelişmesini, yaygınlaşmasını
ve Türkiye demokrasi
kültürünün vazgeçilmez bir
parçası haline gelmesi
gerektiğini savunuyor. Tiyatro
kültürünü bir bütün olarak ele
alıp onun gelişmesini
sağlayacak tüm unsurları
destekliyor. Örneğin, bu
kurultayın içeriğinde
TOBAV'ın çalışma yaptığı
bütün alanları bulabilirsiniz.
TOBAV'ın 'Sanata Evet'
kampanyası da bu
düşüncenin sembolüdür. Bir
Türk Tiyatro Yasası önerisi, bir
Türkiye Tiyatro Kurumu
önerisi de bu bütünlüğü
sağlayabilmek içindir.
Kurultayda sanki ilk defa
kendiliğinden böyle bir
konsey oluşmuş gibi oldu.
TOBAV amatör tiyatroların
dünya birliğine üye olarak,
Türkiyeli amatörleri
yüreklendirmek,
örgütlenmelerini sağlamak
istiyor, onları tiyatro kültürü
oluşumunun önemli mayaları
olarak görüyor.
Örgütlenmeleri halinde
üzerinde tuttuğu IATA ulusal
merkezini onlara devretmek
istiyor. Ama bildiğiniz gibi
TOBAV aynı zamanda mesleği
oyunculuk, müzisyenlik,
dansçılık ve şarkıcılık olan
icracıların en üst hak arama
dünya kuruluşu olan FlA'nın
da üyesidir. FIA sayesinde
Dünya Düşünce Hakları
Organizasyonu (VVİPO)
çalışmalarına katılarak,
profosyonel icracının konumu
ve hakları çalışmalarında da
aktif olarak yer almaktadır. Bu
birbirinden farklı, hatta iki uç
zannedilebilecek, dünya
örgütüne üye oluşu ile
TOBAV'ın Türkiye
demokrasisinde ve devlet
yapılanmasında tiyatro
kültürünün alması gereken
yer ve bu kültürün
geliştirilmesi,
bütünleştirilmesi,
yaygınlaştırılması için yaptığı
çalışmalar hakkında, iyi
niyetle düşünce üretme
yoluyla bile fikir sahibi
olunabilir sanıyorum.
OBAV ayrıca uluslararası
KGO forumunun ve
HABITAT'ın da BM Nairobi
lerkezinden akredite olmuş
üyesidir.
OBAV olarak etkinliklerinizle
idialısınız, yeni projeleriniz
neler?
sağlayacak projelerin ilk
icralarının gerçekleşeceği bir
merkez haline getirmek.
Ankara'da çalışmalarını
sürdürmekte olan TOBAV
Sanat Eğitimi Merkezi'ni
okullaştırmak. Ankara AKM
alanının yeniden
düzenlenmesinde, iki yıl önce
ödül kazanan kongre
merkezi, opera ve tiyatro
salonları inşaatının
başlamasını sağlamak.
Meslek birliklerinin kurulması,
oyuncu birliklerinin kurulması,
dünya ölçüleri dikkate
alınarak, icracı sendikalarının
kurulması, sahne edebiyatı ve
uygulamaları ile ülkemiz
demokrasisinde sanatın
öncülüğünde yeni
gelişmelerin sağlanması,
sanatın insanla
buluşturulması, Türkiye
insanının bu kültürü
kabullenmesi yolunda şimdi
buraya sığdıramayacağımız
pek çok projesi ve
sürdürmekte olduğu
çalışmaları, ön temasları
pe
cy
a
Yeni projelerimiz çok. Şimdi
21. yüzyılın devi olacak Asya
ile Avrupa'yı buluşturacak,
kalıcı bir proje üzerinde
çalışıyoruz. "Ankara Asya
Avrupa Sanatlar Festivali",
Eğitimde dramanın
yaygınlaşması, sanatçı köyleri,
8 yıllık eğitimde sanat,
eğitiminin bir duyarlılık
Eğitimi olarak yer alması,
Sanata Evet'in UNESCO
tarafından benimsenerek
dünya yılı olması ve bir yıl
dünya gündemlerinin sanat
kavramları ile ilintilendirilmesi.
Türkiye Özerk Sanat Kurumu,
çalışmalarının hız kazanması, '
desteklenmesi, Türk Tiyatro
Kurumu ve yasası için çalışma
ve temasların sürdürülmesi,
kurultayda alınan kararlar
doğrultusunda, Tiyatro
Eğitimi Kurultayı, Amatör
Tiyatrolar Kurultayı (ilki
geçtiğimiz yıl TOBAV
tarafından Denizli'de
düzenlenmişti), Çocuk
Tiyatroları Kurultayı (ki bu
kurultayı siz Tiyatro...
Tiyatro... Dergisi olarak
üstlendiniz) gibi çalışmaları
yüreklendirmek, düzenleyici
kuruluşlarla işbirliği yapmak,
UNESCO'nun ilan ettiği
Hasan Ali Yücel yılı nedeniyle
Türk tiyatro yaşamına yeni
projeler kazandıracak bir
oyun yazma yarışması açmak,
Ortaköy'de iki yıldır inşaatını
sürdürdüğümüz Afife Jale
sahnesini tamamlayarak bir
'Sanata Evet' ürünü olarak
açmak. Türk tiyatrosunda,
opera, bale ve müziğinde
yeni atılım ve gelişmeler
bulunmaktadır.
Ancak bütün bunların
gerçekleşmesi yine sektörde
aktif olan meslekdaşlarımızın
ve diğer kurum ve
kuruluşların katkısı ile en etkili
bir şekilde gerçekleşebilir.
TOBAV Mersin Kurultayı'nda
da yansıtmak istediği gibi
tüm Türkiye sanatçılarının el
ele vermesini omuz omuza
dayanışma içerisinde
bulunmasını en ön planda
görmektedir, işaretleri
ortaklaştırarak, sorunlarımızı
ortaklaşa tespitlerle
belirleyerek ancak kalıcı
çözümler getirebiliriz. Bu
sayede, korku ve
güvensizlikten kaynaklanan
endişeleri bir kenara
bırakarak, Ferhat'ın yaptığını
yapabilir, olmazları olur hale
getirebiliriz. İşte bunlar
projelerimiz. Çok mu iddialı?..
Çok mu hülyalı?..
Hiçbiri değil. Hepsi olması
gerekip de gecikmiş!
KENT OYUNCULARI TEL: 246 3 5 8 9 . 247 3634
Terence Mc Nally
Nutuk'un okunuşunun
70. yılı nedeniyle
Mustafa Kemal Atatürk
MARIA
CALLAS
NUTUK
2 Bölüm
Yön.: Yıldız Kenter-Mehmet Birkiye
Çev.:Memet Baydur-Yıldız Kenter
Yorumlayan: Müşfik Kenter
5-5-11 -12-13-19-20 Aralık Saat: 21.00
14-21 Aralık Saat: 15.00
4-18 Aralık Saat: 21.00
6-7 Aralık Saat: 15.00
Rezervasyonlarınızı
Master
ve
Visa
kartları
ile
yaptırabilirsiniz.
25
TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI
SONUÇ BİLDİRİSİ
Türkiye tiyatrosunun 21. yüzyılda yeniden yapılanmasına olanak yaratabilecek görüşlerin belirlenmesi ve
bu konuda kararların alınması için Türkiye Tiyatro Kurultayı düzenlenmesi olumlu bir girişim. Ancak,
bundan önceki kurultayın sonuçlarına bakarak, bu kez alınan kararların hayata geçirilmesi yönünde somut
adımlar atılması gereğini vurgulamak ihtiyacını duyuyoruz.
Önce ülkemizde ödenekli, özel ve amatör tüm tiyatro alanlarını kapsayan aşağıdaki hususları tespit etmeyi
uygun görüyoruz.
1- Alanın sanatsal mücadelesinde, bir yandan tiyatro sanatının demokratikleşmesi, öbür yandan ülkenin
demokrasi kültürüne gereken katkıyı sağlamasında, tiyatro sanatının yaygınlaşması ve toplumca
vazgeçilmez ihtiyaç düzeyine gelmesinde ve tiyatro sanatçılarının çalışma hukukunun iyileşmesinde
örgütlülük gereklidir. Bu örgütlenme, meslek birliği, odalar ve alanın özgün işkolunun kabul ettirilmesi
çabasıyla sendikalar biçiminde olmalıdır.
1995 yılında Bakanlar Kurulu'nca kabul edilen Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun yürürlüğe girebilmesi
için geçici ek madde 2'de belirtilen, "Meslek Birlikleri Tüzüğü"nün yürürlüğe girebilmesi amacıyla etkili
çalışmalar yapılmalıdır.
a
2- Ülkemizde tiyatro yapılarının tümünü kapsayacak alanlarda yasal düzenlemelere gidilmek üzere, Türk
Tiyatro Yasası çalışmalarına hız verilmelidir.
pe
cy
3- Tiyatro sanatının özgürce yapılabilmesi için, bir oyunun sahneye çıkmadan önce hiçbir biçimde
yasaklanmaması, sahneye çıktıktan sonra da mahkeme kararı olmadıkça oyuna müdahale edilmemesi
sağlanmalıdır.
Dernekler Yasası ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'ndaki izne bağlayıcı ve engelleyici
müeyyidelerin kalkması ve Mülki Amirlerin bu yöndeki tasarruflarının önlenmesi için sonuç alıcı
girişimlerde bulunulmalıdır.
4- Tam ödenekli tiyatrolar, dünyadaki örnekleri gibi, bağımsız birimler işleyişine kavuşturulmalıdır. Özetle
ödenekli birim tiyatrolar;
-kendilerine ait sahne kompleksinde
-bağımsız bir bütçeyle
-repertuar ve prodüksiyonlarını kendileri düzenleyerek
-yurtiçi ve yurtdışı turne bağlantılarını kendi kararlarıyla planlayarak
-ülke içinde ve uluslararası alanda sanatsal yarışa kaçınılmaz bir biçimde girerek tiyatro yapmalıdırlar.
-Her birim belli bir süre için seçilmiş sanat yönetmenlerince yöneltilmelidir.
-Her birimin yıllık bağırmışız bütçesi mutlaka özerk biçimde saptanmalıdır.
-Birimlerin kendi gişe vb. gelirleri kendi döner bütçeleri içinde olmalıdır.
5- Ödenekli tiyatroların yasal olarak özerkliğe kavuşturulması ve özerk statü içinde yeniden yapılanmaları
sağlanmalıdır.
6- Bu amaçla bu konuda bugüne kadar yapılmış çalışmaların ışığında hazırlanacak Devlet Tiyatroları Yasa
Taslağı'nın ivedilikle gündeme getirilerek yasalaştırılması sağlanmalıdır.
7- Farklı yapıdaki ödenekli tiyatrolarda çalışanlar arasında, mevzuattan kaynaklanan ve ayrımcılığa yol
açan farklılıklar giderilmelidir.
Özel Tiyatrolar, tiyatro eğitimi veren fakülte veya yüksek okulların tiyatro bölümleri ve amatör tiyatrolar
proje bazında kamudan finans ve destek almalıdır. Bu desteğin toplamının arttırılması ve mutlaka özerk
bir komisyonca, siyasal değişikliklerden etkilenmeyecek bir işleyişle, sağlıklı kriterlerle dağıtılması
gerçekleşmelidir.
26
8- Kamunun ayıracağı ödeneğe ek olarak, Kurumlar Vergisi mükelleflerinden istenen kültür-sanat
fonunun belli bölümü, TBMM kültür fonunun belli bölümü ve tanıtma fonları gibi sabit kaynaklar da
sağlanmalıdır.
9- Kurultayımız, yerel yönetimler aracılığı ile tiyatro sanatının yurt geneline yaygınlaştırılmasını
öngörmüştür. Nüfusları on binden fazla olan beldelerin belediyelerinin, ya kendilerine ait şehir tiyatroları
kurmaları ya da beldelerinde tiyatro yaşamını oluşturacak projelere destek vermeleri ve büyükşehir
belediyelerininin çağdaş tiyatro salonları ve kültür merkezleri yapmaları için yasal zorunluluk getirilmelidir.
Bu amaçla, TBMM'de görüşülmekte olan "Yerel Yönetimler Yasası"na gerekli ekler yapılmalı ve Kültür
Bakanlığı aracılığı ile yetkili makamlara ulaştırılmalıdır.
10- Çocuk ve Gençlik Tiyatrolarının, yaş grupları dikkate alınarak, tiyatro içinde başlı başına bir uzmanlık
dalı çerçevesinde ve pedagojik danışmanlıktan yararlanarak gerçekleştirilmesi gereklidir. Böylelikle
gelecekte sanatsal kalite talebi doğuracak koşullar da yaratılmış olacaktır.
1 1 - Ulusal ve uluslararası buluşmalarla, tiyatronun beslenip zenginleşmesini, kalitenin artmasını sağlayan
tiyatro festivallerinin, sempozyumların ve seminerlerin gerçekleştirilmesi ve yaygınlaşarak sürmesi için,
kamu kaynakları, bu oluşumlara ihtiyaçları oranında açık tutulmalıdır.
a
1 2 - Tiyatro eğitimi veren okulların konumları, yapılanmaları, giriş sınavları, hazırlık sınıfları, ders
programları, fiziki koşulları, öğretim elemanlarının nicel ve nitel özelliklerini belirleyen temel ölçütlerin
saptanması; sorunların ve çözümlerin tartışılması amacıyla, kapsamlı bir tiyatro eğitimi kurultayının
toplanması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
Yeterli fiziki donanım, program ve öğretim elemanı altyapısı tamamlanmadan, yeni tiyatro bölümlerine
öğrenci alınmasına izin verilmemesi;
pe
cy
Yüksek Öğretim Kurulu tarafından Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki tiyatro bölümleri için öngörülen, "Sahne
Dekorları ve Kostüm Bölümü" adının ve yapılanma biçiminin dayatılması ile ilgili uygulamalara son
verilmesi, 8 yıllık temel eğitim kapsamında ve liselerde seçmeli ders; Güzel Sanatlar Liselerinde zorunlu
branşlardan biri olarak, tiyatro eğitimine yer verilmesi ve bu derslerin en az lisans düzeyinde tiyatro
eğitimi almış eğitmenlerce sürdürülmesi; bazı üniversitelere bağlı konservatuvarlardaki sanatçı öğretim
elemanı çalıştırabilme olanağının tüm üniversitelerdeki tiyatro sanat dalı programlarında da aynen
uygulanması sağlanmalıdır.
13- Dramatik köylü oyunları ve ritüeller bilimsel yöntemlerle saptanarak arşivlenmeli ve bilim ve sanat
kurumlarının yararına sunulmalıdır.
Geleneksel tiyatromuza ait zenginlikler tiyatromuza kaynak olarak korunmalıdır.
konuda gerekli önlemleri almalıdır.
Kültür Bakanlığı bu
80'li yıllarda törenle açılmış olan Tiyatro Müzesi kilitli durumundan çıkartılıp hayata geçirilmelidir.
Bir "Ulusal Tiyatro Belgelik Merkezi" kurulmalıdır.
14- Sanatsal kalite sorununda ayrıca, tiyatro sanatçılarının meslek onuru açısından otokontrol çabalarını,
özellikle meslek örgütleri ve meslek kuralları aracılığıyla yürütmeleri bir ihtiyaç haline gelmektedir.
15- Görsel ve yazılı medya organlarında, yayın saati ya da sayfa adedine oranlı bir yüzdenin kültür-sanat
ayrılmasına yönelik yasal uygulamanın gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu sağlandıktan sonra da,
kültür-sanat bölümlerinin magazin yaklaşımı içinde yürütülmesini önlemek için gerek medyayla ilişkilerin o
yönde kurulması, gerekse otokontrol mekanizmalarının çalıştırılmaları zorunludur.
16- Kurultayın sonuç bildirisinde yer alan kararların gerçekleştirilmesi aşamalarını denetlemek ve
kurultaya katılan sivil toplum örgütleri arasında ileştişimi sağlamak üzere, söz konusu örgütlerin
temsilcilerinin katıldığı bir izlenme komitesi oluşturulmalıdır.
İmza: 15-16-17 Kasım 1997 Mersin Türkiye Tiyatro Kurultayı Delegeleri*
27
ELEŞTİRİ
"AKREP" VE ZİNCİRE
VURULMUŞLAR...
Türel Ezici
Yazar, bir 'insan'... İçimizden biri... Bir hukukçu, biraydın: Eşber Yağmurdereli.
Ayrıcalığı, 21. yy.'in eşiğindeki modern dünyada, 'demokratik hukuk devletinin,
dönüş. Ve her şeye karşın, 'sevgi' kadar
onarıcı, insanca bir duygu olan,
'umut'un korunuşu.
'düşünce suçu' (!) ile yargıladığı ve geçtiğimiz günlerde, 'ilkesiz, kararsız
a
medya'nın da katkısıyla, uluslararası bir gülmeceye dönüştürmeyi başardığı, infaz
uygulamasının odağındaki bir 'mahkûm' oluşu... Bir başka ayrıcalığı, kendisinin ve
pe
cy
'düşünce özgürlüğü' savunucusu binlerce insanın, hiç önemsemediği biyolojik
yoksunluğu, yani, 'görme engelli' (!) oluşu.
Oyun-AKREP (Hayata, Aşka ve Vahşete
Dair).
Uzam- Karadeniz'in deli dalgalarının
duvarlarını yaladığı, Sinop Kalesi
zindanları.
Zaman- Güneşin aydınlatmadığı, ama
'insan sevgisi' ile aydınlanan; vahşetin
karanlığa boğduğu, ama umudun
pırıltılarıyla son bulan, beş günlük bir
yaşam dilimi.
Eylem- Akrep'in zehirine bulanmış bir
düzende, iki idam mahkûmunun
karşılaşması ve 'sevgi'de buluşmaları. İki
'insan'ın yüreklerinin gücü ile zehirden
arındırmayı başardıkları, kısacık bir
yaşantıyı paylaşma çabaları. Sonrası,
birinin, idama gidişi. Diğerinin, 'yarım
kalan bir yaşamı ödev olarak', tanığı
olduğu cinayetin yarattığı isyan ve utanç
ile onulmaz yalnızlığına geri dönüşü.
Bir başka deyişle, 'yüzyıllardır bu
topraklar üzerinde', kan ve acıyla
beslenen; gizli, soyut, hak edilmemiş bir
dokunulmazlığın rahatlığı içinde hüküm
süren Akrep'in, haksız adaletine geri
28
Kişiler- 1. Mahkûm (Eşber
Yağmurdereli), 12 Eylül öncesi ve
sonrasının siyasi çalkantılarının, en çetin
dönemeçlerde sınadığı bir ideolog.
İçinde yaşadığı gerçekliğin bilgisini
edinmiş; tarihin içinde durduğu yeri
defalarca sorgulanmış ve 'hücre'nin,
bulunduğu en doğru yer olduğu
düşüncesine ulaşmış, görme engelli bir
'hukukçu', 'aydın'. Düşleri, özlemleri,
umutları ve kaygıları ile, bir o kadar da
sıradan, doğal bir 'insan'.
2. Mahkûm (Sahabettin Ovalı), bir adi
suçlu. Karşıt ideoloji ile ilgisi, sadece
'takılma' boyutunda kalan ve geçmişte,
yine birlikte kaldıkları bir başka
cezaevinde 2. Mahkûmu öldürmek ile
görevlendirilmiş, onun bir başka
cezaevine devri nedeniyle bunu
uygulama fırsatı bulamamış, saf, cahil,
ham bir Anadolu çocuğu.
Rastlantının, Sinop Kalesi idam
hücrelerinde, yıllar sonra yeniden bir
araya getirdiği bu iki mahkûmun ortak
paydası, 'insana dair' her şey. Özlem,
umut, umutsuzluk, acı, sevinç, düş ve
sevgi...
Diğerleri, Faucault'un değindiği gibi,
iktidara, suçları ve suçluları örgütleyerek,
toplumsal alanın tümünü denetleme
olanağı veren bir aygıtın, hukukun ve
cezaevi düzeneğinin görevlileri.
a
pe
cy
Konumu nedeniyle, özündeki 'insan' dan
hep korkarak yaşayan, mahkûm Çaycı.
Şiddetle açılan demir kapılarla, sert
jestler ve tek düze adımlarla, tiz sesli
metal düdüklerle duyumsanan mekanik
varlıkları, uzamı, Kafkavari grotesk bir
boyuta taşıyan, 'dilsiz' Gardiyanlar.
Yine Faucault'nun tanımıyla, hukuk
düzeninin, 'şöylesine bir ayak direyen
memurları...", (sadece sesleriyle)
Yargıçlar. Kısacası, en adil, en insancıl
olan bile, mevcut adalet sistemini
olumlamaya gücünün yetmediği
'bordrolular'.
Ve, Savcı, Akrep'in adaletinin
figüranlarından biri.
Akrep, 'güzel' bir oyun. Güzelliği,
çarpıcılığı belki de her şeyden çok, son
derece 'yalın' oluşunda. Su gibi, engelsiz
akan bir öyküleme içinde, tezini sunuyor
olmasında. Eşber Yağmurdereli, bu tür
oyunlarda genellikle yaşanılan, tarafcıl,
didaktik, slogancı bir söylemden özenle
kaçınmış. Zaten yüreğini ve seçimini,
'insanca' olandan yana koymuş. Duyuş,
düşünüş olarak çok farklı olsalar da,
içine düştükleri tuzağın amansız
koşullarında eşitlenen iki insan için,
katlanma, dayanışma ve her şeye karşın
'yaşayabilme' ideali dışında neyin önemi
kalabilir ki?
Yazar, dramaturgisinde, merceğini,
cezaevi gerçekliği içinde buluşma şansını
yakalayan, iki yalnız mahkûm-insanın,
kısacık bir zaman kesitinde
duyumsadıklarına, yaşadıklarına tutarak,
incelemesini, gerçekliği var eden
koşullara doğru, yavaş yavaş
genişletmeyi seçmiş. Sistemin, birer
'nesne' konumunda indirgediği 'insan'ı
merkeze alarak, kurulu düzenin
eleştirisine yönelmiş. Seyircinin dikkatini,
'birey'in devlet için varolduğu 'mutlak
devlet' düşüncesinin çoktan aşıldığı;
devletin, 'özne-insan' için var olması
ilkesine temellenmesi gereken, açık,
'demokratik hukuk devleti'nin,
yasalardaki tanımıyla, hakça olmayan
uygulamaları arasındaki çelişkiye çekmiş.
Bu bağlamda belki de en acımasız
eleştiri, bir yerlerde cinayetler işlenirken,
"beni sokmayan 'akrep' bin yaşasın"
duyarsızlığı ile hayatın yüzeyinde, türlü
yanılsamaların peşinde sürüklenerek
yaşayan, hepimize!..
Akrep, oyunda düşünceyi somuttan
soyuta doğru açıp, yönlendiren bir
metafor olarak değerlendiriliyor.
Yaşamın her alanına bulaşan moral
kirlenmenin, zehirlenmenin, çürümenin
temelinde, yüzlerce yıldır değişmeyen,
29
gelişmeyen, yenilenmeyen bir 'iktidar'
anlayışının yattığını vurguluyor. Bu
bağlamda oyunda, eylem, jest ve söz
düzeyindeki yinelemelerle altı çizilen
Akrep imgesi, seyircinin ilgisini
'sonuç'tan çok, 'neden' e yönelik tutma
işlevini üstleniyor. Yağmurdereli, Akrep
imgesini kullanarak, kurban arayan
tuzaklarla dolu yerleşik düzende,
sahnedeki muhkûmlar kadar, seyircinin
de hiçbir güvencesinin olmadığı
yolundaki mesajını, toplumun ortak
bilinçaltına gönderiyor.
Yönetmen Rutkay Aziz'in, yaşamadığı
'hapislik' gerçeğini aktarmadaki ustalığı
ise, yazarın amacını, oyunun yalın
çizgisini özenli bir sanatçı duyarlılığı ile
koruyarak, hiçbir sahneleme
atraksiyonuna yaslanmadan, yöntemini
son derece doğru kurup, ekonomik bir
biçimde uygulamasıyla ortaya çıkıyor.
Hakan Dündar'ın yalın, işlevsel dekor
tasarımı, Kemal Günüç'ün özenli müzik
yorumu, oyunu, ses ve görüntü
düzleminde de mesajına uygun, doğru
tesbit edilmiş referans noktalarına
ulaştırıyor.
Akrep'in oynanışındaki ustalık da, tüm
oyuncularca paylaşıldığı hissedilen, ince
bir duyarlılıktan, özenle gözetilen
yalınlıktan kaynaklanıyor.
pe
cy
a
Oyun, dozu çok iyi korunmuş bir
duygu-düşünce sentezi ile hümanist
tezini, seyirciye ulaştırıyor. Hem yazımda,
hem sahnelemede, hem oynanışta,
gözetilen bu denge, Akrep'in
melodrama özgü, tek boyutlu, acı veren,
duygusal (monopathic) bir yaşantı
üretme tehlikesinden koruyor. Oyunu,
politik ve toplumsal etiğin iç çelişkisi,
aksiyonu' düzleminde tragedyaya özgü
çok boyutlu, bilgilendirici, düşündürücü,
sıkıntı ve acı verici polipathic) bir estetik
yaşantı düzeyine ulaştırıyor.
kolayca aşma nedeni belli. 1,5 ayı 'tecrit
hücresi'; 7 yıla yakın bir süre 'idam
hücresi'; 13,5 yıldan geriye kalanı da,
Türkiye'nin değişik yörelerindeki 'cezaevi
koğuşları'nda geçirme şansını (!) elde
etmiş bir yazar, o.
Faucault'nun öne sürdüğü gibi, akıl
hastanesi, cezaevi, ıslahane, manastır
anlayışıyla yapılanmış yatılı okulların vb.
kurumların, insan yığınlarını, toplumsal
uyum ve düzen adına ayıklayıp,
'kapatma' amacına hizmet eden önemli
aygıtlar olduğu düşünülür ise, bu
aygıtların karmaşık iç gerçeğinin
oyunlarda yansımasının, yazarı,
yönetmeni ve oyuncuyu karşı karşıya
bıraktığı güçlüğü anlamak daha da
kolaylaşır.
Eşber Yağmurdereli'nin, bu güç işi
1- Mahkûm'da Lemi Bilgin, profesyonel
sahne deneyiminin doruğu sayılabilecek
denli bir performans gösteriyor. Son
derece doğal, abartısız bir yorumla
rolünü kotarıyor. Bilgin, 1. Mahkûm'un
fiziksel, psikolojik, düşünsel
gerçekliğinden süzdüğü her ayrıntıyı,
ince ince değerlendirerek, daracık
hücresinin her köşesine yansıyan ve
seyirciyi de kuşatan bir atmosfere
dönüştürmeyi başarıyor.
2. Mahkûm'da Altan Erkekli, rahat,
yumuşak bir oyuncu olmanın avantajını
sonuna kadar kullanıyor. Erkekli, oyunun
ilk yirmi dakikasından sonra oyuna giren
2. Mahkûm'un öyküsünü, başarılı
yorumu ile ustaca sonucu ulaştırıyor.
Saf, cahil, ham bir Anadolu çocuğu
olarak karşımıza çıkan 2. Mahkûm,
'insanca' olan her şeyi ve değişimini
hissedilir, görünür kılarak uzamdan
ayrılıyor.
Sanırım, Erkekli ve Bilginin başarısı, iki
deneyimli oyuncu olarak, enerjilerini hiç
zorlanmadan, kesintisiz bir biçimde
buluşturma olanağını iyi değerlendirmiş
olmalarında. Seyirciyi, onları, başka
oyunlarda da birlikte izleme olanağından
yoksun bırakmamaları, bir temenni.
Erol Demiröz, Çaycı'da çizdiği
kompozisyonla, koşullar ne olursa olsun,
insan doğasında var olan '/y/'nin,
insanlığın geleceğe dair umudunu diri
tutmada, çok önemli bir rolü olduğu
iletisini, seyirciye başarıyla ulaştırıyor.
Savcı'da Koray Ergun, irdelenen hukuk
sisteminin çelişkilerle dolu gerçekliğinin,
önemli, ama bir araç olma dışında hiçbir
inisiyatif üretemeyen figürlerinden birini
yansıtırken, oldukça başarılı.
Gardiyanlar'da, Metin Coşkun ve Hakan
Akın, 'insan'a yabancılaşmış, onu
sadece nesne düzeyinde değerlendiren,
zehirlenmiş bir sistemin, ruhsuz, dilsiz,
bekçilerini, doğru ve dozunda
yorumlayarak, oyunun düşünsel
atmosferine önemli katkılar sağlıyorlar.
Akrep, 'güzel' bir oyun...
Eşber Yağmurdereli'nin, ilk oyunu...
ASrçalışanlarının tümünün, yürek ve
emek birliğinin özenli, saygın bir ürünü..
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne abone olun,
Yıllık abone bedeli 5.000.000 TL (11 Sayı)
T. iş Bankası: Cihangir Şubesi 197245
30
İZDÜŞÜM
Levendoğlu
TİYATRO, NETEKİM?
Olayı biliyorsunuz... Kenan Paşa'nın, yetmişinden sonra Marmaris'in yeşilliğinde geliştirdiği
ressamlığının dörtnal yol alışına birtakım kötü niyetli "iç mihraklar" taş koymaya kalktılar.
Neymiş, kopyaymış. Bir fotoğrafçı çıktı, eski-yeni devlet büyüklerine kayıtsız şartsız saygı gerekliliğini
hiçe sayarak, hamamda soyunuk kızları betimleyen Kenan Evren imzalı yapıtın, kendi çektiği bir
fotoğraftan "tıpkıbasım" örneği apartılmış olduğunu açık ediverdi, netekim.
Evren, biraz bozulmuş olsa da, buna pabuç bırakacak değildi elbette. Kıvrak zekâsına ve yılmaz
sanatçılığına yaraşır biçimde yanıtladı münafıkları: "Kızlarla birlikte hamama girecek değildim ya!", ve
netekim, milyarlık tablolarını satmayı ya da yeni devlet büyüklerine armağan etmeyi sürdürdü...
Şimdi, bu bilinen güncel öyküyü burada neden deşiyorum yine? Şunun için: Gerçi kimsenin gücü
yetmez onu yolundan çark ettirmeye ama, bugün kopya diyenler yarın çalıntı, öbür gün hırsızlık gibi
yakışıksız tanımlarla Ressam Kenan'ın keyfini iyiden kaçırabilir, giderek sanatçı "şevkini" kırabilirler. İşte
o nedenle aklıma gelen bir şeyi burada önermeyi düşündüm: Evren Paşa resim dünyasından tiyatro
evrenine yatay geçiş yapsın... Bu, sanatçılığının geleceği açısından tutulacak en isabetli yoi olur.
Nedenlerini sıralayayım:
-Tiyatroda neyin özgün, neyin öykünme, neyin kopya olduğu pek anlaşılmaz; bunun somut
göstergeleri de pek yoktur. Dahası, neyin iyi, neyin değil olduğunun nesnel ölçütleri ve ölçüleri de öznel
değerlendirmelerle geri plana itilebilir.
- ilerlemiş yaşta sanata "intisap etme", tiyatroda daha anlayışla kabul edilir bir eylemdir. Hele Evren
gibi politik geçmişli ve etkili bir kişiliğin hemen "genel sanat yönetmeni" türü sorumlu görevlere
gelmesi, aykırı karşılanmaz. Yöneticilikten, yönetmenlik gibi "üreten" bir konuma gelmek/getirilmek de
kısa dönemde nasılsa gerçekleşir.
pe
cy
a
Ahmet
-Sürekli bir başına fırça sallamak yoluyla kişiyi yalnızlık duygusuna itebilecek bir sanat uğraşı yerine, çok
katılımlı olan tiyatro işinde kişi, insan dolu ortamda sıcaklık ve paylaşım duygusunu yaşayacaktır.
Giderek, birlikte, hamama değilse bile, daha masum eğlentilere katılınabilecek hoş insanlar çevreden
eksik olmayacaktır.
- Tiyatroda, ilerlemek her bakımdan daha kolaydır. Örneğin resim sanatında "Fırçanın işlevi bitti.",
"Boya misyonunu tamamladı.", "Tuval öldü" gibisinden cevherler üretenler garipsenebilirler. Oysa
tiyatroda "Söz bitti; metin tarihe gömüldü.", "Yazar, yönetmen dinozorlaştı.", "Klasik tiyatronun
cenazesi kalktı." biçeminde "yenilikçi" ahkâmlar savurma yoluyla birilerince hemen önemsenebilir ve bir
yerlere ge(tiri)lebilirsiniz.
- Resimde hâlâ geçerli olduğunu sandığım "düzgün çizgi çekmek" türü temel becerilerin karşılığı
tiyatroda artık pek geçerli değildir. Oyuncunun sesinin çıkmaması, sözlerinin anlaşılmaz olması;
konuştuğu dili bilmemesi; deviniminde özürlü görünümü vermesi gibi küçük eksiklikler gözardı
edilebilir. Öte yandan, kaşın gözün, boyun poşun yerinde olması ya da ekrandan tanınır olmak gibi
özellikler söz konusu iş için yeterli sayılabilecektir.
-Tiyatroda, yılda 40-50 tablo yetiştirip yeni sergi açmak gibi angaryalara katlanmak gereği hiç
olmayabilir. "Güvenceli" tiyatroların kadrolu sanatçısı iseniz -ve kıdemlilik ayrıcalığınız varsa ya da
kollanırsanız- postu ister evinize, ister seslendirme koridorlarına serip yıllarca oralarda, sahneye çıkma
angaryasından uzakta kalabilirsiniz.
-istendiğinde resim sanatından, ona "yakın" bir başka ortama atlamak pek olanaklı değildir. Oysa
tiyatroda, kazanç düzeyiniz beklentilerinizi karşılamıyorsa, derhal kapağı televizyona atıp
sunucu-munucu, komik-momik konumunda kısa sürede düşlediğiniz dünyalığı düzebilirsiniz.
Bu liste bitecek gibi değil, oysa yazının sınırı aşıldı bile. Bir de, elbette, tiyatronun elverişli yönlerini
zorunlu olarak noktalarken, Sayın Evren'e şunu da açıklıkla söylemek gerekir ki bu sanatta her şey
pespembe de değildir. Tiyatrocu takımı da pek tekin sayılmaz; "cart-curt" söylemlerine alışkın biriyle
pek uyum sağlayamayabilir. Sonra... düşünüyorum da, sonrası çok...
O zaman galiba Ressam Evrenin bulunduğu yerde kalması daha isabetli olacak. (Resim sanatçıları bu
konudaki çekincelerini ayrıca dile getirebilirler.) Evet evet, iyisi mi, tiyatroya transfer yolundaki önerinin
bir şaka olduğunu söyleyelim Evren'e, gecikmeden. Bir de düşünün ki aklı yatmış da hemen
davranmış... Mazallah gitti gider, elimizde avucumuzda saygınlık olarak ne kalmışsa..
SÖYLEŞİ
İyi işlere imza atan
sanatçıların gündemde olmak
ve fark edilmek için ille de
ödül kazanmaları gerektiğine
inanmıyor.
ayrım yapmıyorum, önemli
olan o karakteri
yaratabilmek, önce kendi
başına sonra yönetmenle
birlikte, tabii o senin iç
yolculuğunda da ilgili bir şey.
Yarattığın karakterin
başından geçen bir yığın olay
var, o yaşına kadar yaşadığı.
Bütün bunları göz önünde
bulundurmak zorundasın.
Film için çok fazla masabaşı
çalışması yapamadık. Zeki
pe
cy
Bir oyuncu sanat yaşamı
boyuncu birçok oyunda
oynar ama izleyicinin
belliğinde birkaç belki de bir
oyunla yer eder. Derya
Alabora'yı, belki de en uzun
orada oynadığından en çok
Ali Poyrazoğlu
Tiyatrosu'ndan hatırlıyorum.
"Orkestra" ve Çehov'un
yaşamını anlatan "Uzaktan
Piyano Sesleri" adlı oyundaki
başarılı yorumundan.
İstanbul Devlet
Konservatuarı'da, Ahmet
Levendoğlu'nun bölüm
başkanlığında okuyan, bunu
da her zaman gururla
söyleyen Derya Alabora,
diplomalı bir tiyatro
oyuncusu olarak sinemaya da
soyundu.
o filmde. "Yengeç
Sepeti"nde, polis karısı.
Kocası sürekli kendisini
aldıttığı için acı çeken bir
kadın. Sonunda o da aileden
biri ile birlikte oluyor, sadece
tepkiden. Derya Alabora, "İz"
ve "Dönersen Islık Çal"
filmlerinde ise, hayat kadını
olarak çıkmış seyircinin
karşısına. Bu hayat kadını
rolünü çok iyi oynamış olacak
ki, "Masumiyef'te yine bir
fahişeyi oynuyor ve yine ödül
alıyor.
a
Konservatuvar tiyatro
kökenli Derya Alabora, iki
yıldır kendi kurduğu Tiyatro
Grup'a ara vererek, sinemada
kendini göstereceği rollerde
oynadı. Hem Antalya Altın
Portakal Film Festivali'nde
hem Adana Altın Koza'da
"Masumiyet" filmindeki
fahişe rolü ile "En İyi Kadın
Oyuncu" ödülünü kazandı.
Bugüne kadar çevirdiği her
filmden bir ödül kazandı. Üç
tane Ankara Film
Festivali'nden en iyi yardımcı
kadın oyuncu, bir tane
Antalya Film Festivali'nden
en iyi yardımcı kadın oyuncu,
bu yıl da "Masumiyet" ile,
hem Antalya'da, hem Adana
Altın Koza'da "En İyi Kadın
Oyuncu" ödülü var. Derya,
İsabelle Huppert'e hayran
"İnanılmaz bir oyuncu,
Kamelyalı Kadın"ı bile
oynadı" diyor, ufak tefek çilli
Fransız oyuncu için. Zaten
saçının rengi ve çilleri
benziyor Huppert'e. Derya
Alabora'nın ilk filmi. Hülya
Avşar'ın ablasını oynadığı
Nisan Akman'ın "Bir Kırık
Bebek". Bir küçük burjuva
ailesinin çok bilmiş, hafif
hinlikler peşinde, kızkardeşini
pazarlamaya çalışan kızı oldu
32
Tamam pavyonda çalışıyor
ama bu tutkuyu da kolay
kolay kimse yaşayamaz.
Kadının içinde müthiş bir
yaşamışlığı, doyumu,
olgunluğu var. Basit tavırlı bir
kadın olarak düşünmedik.
Tutku, "Masumiyef'te
başrolde galiba ?
Evet, insanların yaşamları
öyle, hepsinin bir çıkışsızlığı
var. Kadın kocasına,
Haluk'un oynadığı tip de
kadına tutkulu. Belki kadın
kocasına o kadar tutkulu
olmasa, Haluk'un oynadığı
karaktere cevap verecek.
Kadının kocasına bu kadar
tutkusu olması öbür adamın
da hayranlığını arttırıyor.
Üçüncü genç adam da bütün
bunlardan etkileniyor. Çünkü
bu insanların zaten
yaşamlarında bunun yerine
koyabilecekleri başka
birşeyleri yok. Sonları yok bu
insanların. Kısacası yere çok
sağlam basan bir kadın. Belki
Her Filme Bir Ödül
Rengin
Uz
Bir kadın oyuncu için daha
mı elverişli hayat kadını
rolü? Seyirciyi daha mı
cezbediyor, avucunun içine
alıyor? Önce bunu
soruyorum Derya'ya.
Aslında bu tip insanlar daha
renkli kişilikler olabilir. Ama
sonuç olarak iyi ya da kötü
oynamakla ilgili tabii. Daha
sıradan bir tip oynarsın, daha
iyi çıkar. Yarattığın karakterle
ilgili bir şey. Ama kavga
sahneleri falan seyirciyi daha
cezbedebilir.
Tiyatroculuğun verdiği bir
gözlem de var tabii.
Ben sinema, tiyatro diye bir
(Demirkubuz) ile oyuncu
arıyorduk bu role, bana teklif
etti sen oynar mısın diye. Bu
kadının nasıl olabileceğini
düşündüm.
Kadın biraz entelektüel
kalmıyor mu?
İşte bu bir tercihti. Öyle bir
kadın bu lafları söylemez
dendi, ama Zeki'nin
anlatmak istediği başka bir
şey. Kadın pavyonda çalışıyor
ama aynı zamanda müthiş
bir tutku yaşıyor. Ömür boyu
da o tutkuyu taşıyor. Kocası
hapiste olduğu için şehir
şehir dolaşıyor, bu arada
pavyonda çalışıyor, arada
başka erkeklerle de birlikte
oluyor, geçimini
sağlayabilmek için. Çocuğu
var çünkü. Pavyonda
çalışması kadının düşük
olmasını gerektirmiyor.
biraz abartılı gelebilir
bazılarına. Ama her şeyi
ayırıyor, sahnedeki hayatı,
özel hayatı, o adamla olan
ilişkilerini. Hepsinin yeri ayrı.
Kadın öyle laflar ediyor ki
yaşam felsefesiyle ilgili. Biraz
daha basite alırsan o laflar o
ağıza oturmuyor o zaman.
Çelişkiler çıkıyor, o yüzden
kadını öyle aldım.
Her iki festivalde de
tartışılmayan tek ödül
seninki oldu. Nedir
ödülünün anlamı sence?
Ben çok mükemmel bir şey
yaptım diyemem. Bizde her
şeyin çok abartıldığını
düşünüyorum. Ben yıllardar
hep aynı işleri yapıyorum.
Yıllardır tiyatro yapıyorum,
film çeviriyorum. Nedense
yardımcı oyuncularla kimse
ilgilenmiyor. Oysa orada da
Oyunculuğa önem
verilmesiyle, artık
tiyatrocuların da kıymeti
anlaşıldı sinemamızda...
pe
cy
Sinema, ilk çıktığı zaman çok
etkileyiciydi. Yani oyuncu
kullansan da kullanmasan da,
insan perdedeki hareketten,
tiplerden fazlasıyla
etkileniyordu. Ama
ilerliyorsun, bilgileniyorsun,
beynimiz çalışıyor, bunlar
yetmiyor artık. Şimdi o
karakteri tam anlamıyla
canlandıramıyorsan
yakalamıyor seyirciyi. O
yüzden de Hollywood'da
Türkiye'de olduğu gibi starlık
sistemi çöktü, onlar da artık
daha inandırıcı tipler
kullanıyorlar. Bizde de tipler
gerçeğe döndü. Sinema da
tiyatro da sonuç olarak, işini
iyi yapan, iyi oyuncularla
olduğu zaman güzel.
sinemasını
değerlendirmek çok
erken sanıyorum.
Belki 5-6 sene
sonra konuşulabilir.
Bunlar ufak tefek
çıkışlar ve geneli
belirlemiyor.
Yeşilçam'da aynı
eskilik,
boşverdimcilik
devam ediyor, ama
bu bile bence çok
önemli, 3 kişi bile
çıksa, o üç kişinin
çok iyi olması insanı
heyecanlandırıyor.
Ben mesela,
Antalya'da,
festivalde önce
Barış'ın filmini
gördüm, ardından
"Hamam"ı izledim.
Bizim film vardı.
İnsan üç dört iyi film
izleyince
heyecanlanmaya
başlıyor, iyi bir
festival olacak diye.
a
iyi bir performans sergilediğin
için beğeniliyorsun ve
değerlendiriliyorsun. Yani ya
ödül alacaksın, ya birileri seni
fark edecek. Bence ille
insanların ödül almaları
gerekmiyor, eleştirilmeleri ve
gündemde olabilmeleri için.
Bir yığın değerli insan var
ortada. Bu ödül meselelerinin
çok abartılan bir şey
olduğunu düşünüyorum. Yine
de bir yerde çok hoş.
Masumiyeti çok severek
yaptım, çok katılarak
yaptığım bir şeyden ödül
almak daha keyifli. Çünkü
sonuçta senin de inandığın
bir şey oluyor.
"Eşkıya"nın başarısı ortada,
"istanbul Kanatlarımın
Altında", "Masumiyet",
"Hamam", "Usta Beni
Öldürsene", son dönem, Türk
sinemasının yüzünü ağartan
filmler oldu. Sinemamızda bir
kıpırdanma olduğu kesin
ama bunlar hep kişisel
gayretler değil mi? Sen ne
düşünüyorsun?
Bir iki filmle genel Türk
Sinemaya ağırlık
verdin, bu arada
Tiyatro Grup'u
unuttun...
Biliyorsun, Yeşil
Kabare'de dört yıl
farklı bir tiyatro
yaptık. Ben burada
ya da başka bir
yerde, geniş
kitlelere hitap eden
tiyatro yapmadığım
için, sonuç olarak,
bu işin parasal
karşılığı yok. Birlikte
çalıştığın insanları tatmin
edemediğin zaman, onlar da
tabii geçinmek zorundalar,
başka tarafa yönleniyorlar.
Herkesin boş olduğu zamanı
bulmak çok zor. Benim
burada yaptığım çalışma
zaten bunu kaldırmıyor, biz
buraya sabah giriyoruz, gece
yarısı çıkıyoruz. Benimle
tiyatro yapmak isteyenin
bütün zamanını buraya
harcaması gerek. Bir kişi
gittiği zaman bütün çalışma
Derya Alabora, "İçerisi" oyununda...
yarım kalıyor, öyle bir şey de
ben yapmak istemiyorum.
Bana da iyi geldi galiba iki yıl
ara vermek.
Konservatuvardan sonra hiç
boş vaktim olmamıştı. Bir yıl
Devlet tiyatrosunda çalıştım,
sonra hemen Ali'nin
(Poyrazoğlu) tiyatrosuna
girdim, bir sezon "Kan
Kardeşleri" müzikalinde,
Ahmet hocalarla çalıştım.
Sonra da zaten kendi
tiyatromu kurdum."
Derya Alabora 'nın önünde .
şimdi iki proje var. Fahişe
rollerinden kolay kolay
kurtulacağa benzemiyor.
Başar Sabuncu'nun
yöneteceği, Tiyatro
Stüdyosu'nun yapımı
"Balkon"da yine bir fahişeyi
oynayacak. "Salkım Hanımın
Taneleri" filminde ise yine
"Masumiyef'teki rol arkadaşı
Haluk Bilginer'le kamera
karşısına geçecek
33
SÖYLEŞİ
herhangi bir kategoriye
koyup sürekli oralarda başarı
gösteriyor olması bir eksiklik
gibi geliyor. Çünkü oyuncu
dediğimiz yaratığın her türlü
role kendini adapte
edebilecek beceriye ve
yumuşaklığa erişmiş olması
gerekiyor. Bu metaformozu
yaşayacak becerisi olmalı.
Oyunculuğun sınavı burda
bence. Oyunculuğun tarifini
doğru yapmak gerek.
Sinemada bazı rollerde çok
iyi oturmuş o rolde çok iyi
olmuş oyuncular olabilir.
Aktörün birçok sınavdan
geçmesi gerekiyor, oyuncu
sistemine dayalı işler yapıldı
hep. Ama son yıllarda
anlaşıldı ki bu böyle
gitmiyor, şimdi iş
oyunculuğa dayanmaya
başladı. Oyunculuk
tartışılmaya başlandı, umut
verici bir şey diye
düşünüyorum.
Türkiye'de bir Türk
sinemasından söz etmek
mümkün mü?
Hayır mümkün değil, sadece
bireysel çabalar var. Bir Zeki
Demirkubuz, bir Yavuz
Turgul çıkıyor... Oyuncuların,
pe
cy
İngiltere'de bir dergi
kapak yapıp altına da
"Seksi Türk" başlığını
atınca, Türk medyası da
onu keşfetmiş oldu. Bir
süre bu yakışıklı seksi
Türkü konuştuk. Sonradan
öğrendik Haluk Bilginer'in
Ankara Devlet
Konservatuvarı Yüksek
bölümünü bitirdiğini.
Londra Müzik ve Drama
Sanatları Akademisinde
ileri tiyatro eğitimi
gördüğünü, yalnız
Londra'da değil, Hollanda
ve Belçika'da oyunlar
oynadığını, Kafkas Tebeşir
Dairesi, Macbeth,
Phontom Of The Opera
müzikalinde önemli roller
üstlendiğini, yeteneğini
tiyatro ile sınırlı tutmayıp,
Londra'da önemli
filmlerde ve TV dizilerinde
rol aldığını...
izledim. Evet yakışıklı bir
adamdı ama çok da iyi
oyuncuydu. Daha sonra
"Kan Kardeşleri"
müzikalinde izledim onu.
Yine diğer oyuncular
arasında sivriliyordu.
"Derin Bir Soluk Al",
"Çöplük" onu bize daha
iyi tanıtan, oyunculuğunu
sevdiren diğer oyunlar
oldu. Televizyonda
"Gecenin Öteki Yüzü" ile
başlayan macerası
sürüyordu. Oynadığı
rollerde seyirciyi
şaşırtmayı seviyordu,
Haluk Bilginer. Televizyon
ekranlarına "Gülsen Abla"
karakteri ile çıkıp,
güldürürken, "Histeri" ile
tiyatro sahnesinde, kendi
arkadaşlarının bile ancak
20 dakika sonra
tanıyabildiği 85 yaşındaki
Freud oluyordu. Oyunun
bir tek saniyesinde bile
kendi yaşını ele
vermiyordu, yüzyılımıza
damgasını vurmuş en
önemli bilim
adamlarından Freud'tu o...
a
Haluk Bilginer'in mesleği
oyunculuk... Oyuncu
denen yaratığın her türlü
role kendini adapte
edebilecek beceriye ve
yumuşaklığa erişmiş
olması geretiğine
inananlardan ve bunu
uygulayanlardan.
Tiyatroda, sinemada,
televizyonda canlandırdığı
farklı rolleriyle seyirciyi
şaşırtmayı seviyor. Son
dönemde, "Nihavend
Mucize", "Masumiyet",
"Usta Beni Öldürsene"
filmleri ve tabii Antalya ve
Adana Film Festivallerinde
kazandığı ödüllerle
gündemde. "Çölde güzel
çiçekler açsın diye uğraş
veriyoruz" diyen Haluk
Bilginer'le, tiyatro,
sinema, ödül, oyunculuk
ve ülkemizin kültür
politikası üzerine
söyleştik.
Haluk Bilginer'i ilk kez.
Tiyatro Stüdyosu'nun ilk
oyunu olan, Harold
Pinter'den çevirdiği
"Aldatma" oyununda
34
Aynı anda sinemalarda,
"Masumiyet", "Nihavend
Mucize" ve "Usta Beni
Öldürsene" filmleri
oynuyordu. Hem
gündemde, hem ödüllü,
hem de iyi oyuncuydu o...
Düşündüm de bu adamın
sanatı algılayışında bir
farklılık vardı.
Çöldeki Güzel Çiçeklerden
Biri...
Rengin
Uz
Haluk Bilginer, siz
oyunculuğu nasıl
algılıyorsunuz?
Bana oyuncunun kendini
sıfatını kazanabilmesi için, o
sahne tozunu mutlaka
yutması gerekiyor oyuncu
denilmesi için. Ama sinemacı
denir, televizyoncu denir.
Sinemanın 50 yıl sonra
tiyatroculardan yararlanmak
aklına geldi. Yeşilçam'da star
yönetmenlerin,
kameramanların, ışıkçıların
özel çabaları ile ortaya
birşeyler atılıyor, güzel şeyler
çıkıyor, çıkmıyor değil. Ama
henüz sektör haline gelmiş,
oluşmuş bir Türk sineması
yok. 60'lı yılarda, eski Türk
a
cy
pe
Haluk Bilginer, "Çöplük"de Ahmet Uğurlu ile birlikte...
sineması, Yeşilçam kendine
ihanet etti, yaptığı filmlerle
de yatırımlarla da. Sinemaya
yatırım yapıp bir sektör
oluşturulmasına önem
verilmedi. Sadece paralar
kazanıldı, kısa zamanlı filmler
çekildi.
Siz bir filme evet derken
neleri göz önünde
bulunduruyorsunuz?
En çok senaryo öneli tabii.
Öykünün güzel yazılmış
olması, dialog kurgusu çok
önemli benim için.
"Masumiyef'te bence ender
görülen bir şey yarattı Zeki
Demirkubuz, muhteşem bir
dialog var. İnsanlar kâğıt
üstünde konuşmuyor, yaşıyor
dialoglar. Bir oyuncuya bu
kadar ipucu verince
senaryoda bizim yaptığımız iş
de ortaya çıkar. O zaman çok
severek, çok inanarak
çalışıyorsunuz. Senaryo ve
yönetmen çok önemli. Biz
ders de almıyoruz.
Eleştiriyoruz ama Amerikan
sinemasına baktığımız zaman
sinemanın kitabını yazmış
adamlar, bu işi biliyorlar,
izlettiriyorlar. Sen istediğin
kadar Amerikan sinemasının
kültür emperyalizminden
falan söz et. Sıkıldıklarım, bu
kadar da olmaz dediklerim
oluyor tabii, ama Amerikan
sineması deyip bir kenara
atamayız, bugün dünya
sinemasını elinde tutuyor.
"Masumiyet" le Antalya'da
en iyi yardımcı erkek oyuncu,
Adana Altın Koza'da en iyi
erkek oyuncu ödülü almanız,
Türkiye'de işlerin nasıl
yürüdüğüne dair önemli bir
gösterge değil mi?
Evet, bizde işin niceliğine
bakma alışkanlığından.
"Masumiyet" filminin
yarısında ölüyorum ya
Antalya jürisi beni
görmezden de gelememiş,
yardımcı erkek oyuncu ödülü
vermişler, işin magazinsel
yanından uzak durmaya
çalıştım hep. Niteliği ve işin
özünü gözardı ederek.
Yıllardır süre gelen
alışkanlığın bir parçası. Ama
bunlar güzel işaretler.
Bırakalım tartışılsın, şimdi çok
talihsiz laflar ediliyor, eski bir
Yeşilçam oyuncusu "Sinema
bizimle başladı, bizimle bitti"
gibi sözler söylüyor. Onun
adına talihsiz bir demeç tabii.
Asıl sinema yeni başlıyor.
Türkiye'de bunun farkına
varırlar umarım, varacaklar
da. Tanju Bey (Gürsu), "ben
250 filmde oynadım, kendim
konuşmadım, nerden çıktı
şimdi bu" diyor. Tabii bunu
konuşalım, tartışalım; kendini
konuşmak, başkasının
konuşması, hatta sesli çekim
nedir? Sesli film çekiliyor
dünyanın her yerinde.
Oyuncunun tarifi nedir, hep
birlikte tartışalım. Bir ülkenin
sineması ölmez, Yeşilçam
ölür. Belki de ölmeliydi
zaten, kendi ölümünü
hazırladı.
"Masumiyet" bir tutku filmi.
Bekir tutkusunun peşinden
gidiyor film boyunca. Sizce
nereye kadar gidebilir tutku?
35
siz de yaşıyorsunuz
mutlaka...
Devlet her zaman köstek.
Hiçbir zaman destek olmadı.
Gelen hükümetlerin hiçbirinin
sağlam, hatta sağlam değil,
hiçbir kültür sanat politikası
olmadı. Böyle olunca durum
çok vahim. Bu bizim toplum
olarak kültür sanata nasıl
baktığımızı ortaya koyuyor.
Hiçe yakın değer veriyorlar ve
hep bireysel çabalarla bir
şeyler yapılmaya çalışılıyor.
Yazarını, sanatçısını, çizerini
hapse atan bir ülkeden,
demokrasinin işlemediği bir
ülkeden ne beklersiniz
aslında. Bu çok doğal, ama
birşeylere rağmen, üretmeye
çalışıyorsunuz. Çok şikâyet
ediyor da değilim, yapılması
gereken bir şey diye
düşünüyorum.
bir şey yapılamıyor,
mahkeme yüzünden her şey
geri kaldı.
Bu nedenle Tiyatro Stüdyosu
yeni sezonu bir hayli geç
açacağa benziyor...
Evet, provalara, yetişirse
kendi salonumuzda, yoksa
ancak aralık ayının ortasında
Halk Eğitim'de
başlayabileceğiz. Jean
Genet'in Balkonu'nu
hazırlıyoruz, ona da sponsor
bulmak gerikiyor. On milyar
gibi bir parayı bulmamız
gerekiyor. Kadrosu kalabalık
bir oyun, dekor, kostüm çok
çetrefilli, onun için
çabalıyoruz. Başar Sabuncu
yönetecek, Ahmet
Levendoğlu, Zuhal, Derya,
Güven Kıraç, Bennu
Yıldırımlar ve Bülent Yarar
oynayacak. Bugünün dünyası
için çok çarpıcı, çok güzel bir
oyun. Bir genelevde geçiyor,
general piskopos, yargıç,
emniyet müdürü, herkes,
fantezilerini genelevde
yaşama koyuyor. Kendileri ve
suretleri var, iki ayrı insan
bunlar. İktidara karşı müthiş
bir eleştiri.
pe
cy
a
insanın ne kadar çapraşık,
ne kadar yapacağı önceden
tahmin edilemeyecek kadar
karmaşık bir yaratık olduğu,
durumların nereye getirdiği...
o derin çelişki, o karmaşık
yapı, benim, oyuncu olarak
büyük ilgimi çekti. Bir
oyuncunun ağzını sulandıran
şeyler bunlar. Niye olmasın?
Ben senaryoyu aldıktan sonra
2,3 hafta hep bunu
düşündüm. Bu adam 20 yıl
bir kadının peşinden gidiyor,
ve biliyor ki kadın bir
başkasına aşık. Adam kendi
karısını bırakmış, işini
bırakmış, dükkânı kapatmış,
kadın nereye o da peşine.
Yol belli, usul usul gidiyor.
Çok çarpıcı, yürek burkucu
bir şey. Tabii olabilir diye
düşünüyor insan. Bu kadar
uç nokta değil ama benzerini
bende yaptım. İngiltere'deki
yaşamımı bırakıp 180 derece
dönüş yaptım geldim
Türkiye'ye. Demek ki insan
yapabiliyormuş.
Stanislavski'nin bir lafı vardır;
"katili oynamak, onun
duygusunu anlamak için, ille
gidip adam öldürmek
gerekmiyor ."
Ben 20 yılımı doldurmuştum
Londra'da. Türkiye'ye gidip
gelip yine film yapardım ama
merkez Londra olurdu.
Tümüyle oradaki
yaşamımdan vazgeçip beni
Türkiye'ye getiren Zühal'dir,
insanlar gittiği yoldan, tam
tersi bir şeyler uğruna geri
dönebiliyor. Ama adam bir
adım öteye gidiyor, her şeyini
bırakıyor, üstelik tek taraflı.
Kadın adamı sevmiyor ve
bana olabilir böyle şeyler
dedirtiyor, gerçekten
inandım.
Sanat adına yapılan güzel
şeylere seviniyor insan. Ama
ne yazık ki bu devletin ve
hükümetin sanatı, sanatçıyı
kösteklediği bir ülkede
yaşadığımız gerçeğini
değiştirmiyor. Bu ülkede
sanat yapmanın zorluğunu
36
Ama sanatçı olarak asıl
işinizin dışında çok başka
işlerle uğraşmak zorunda
kalıyorsunuz. Tiyatro
Stüdyosu'na yapılan
haksızlıklar sizi bir hayli
yordu ve üzdü.
Evet, ben şimdi mahkemeyle,
tiyatronun damı ile
uğraşmak zorundayım.
Belediyenin abuk subuk
tahliye davaları ile uğraşmak
zorundayım. 9 Aralık'a
ertelendi belediyenin tahliye
davası. "Çıkın ordan, çünkü
orada kültür merkezi
istemiyoruz" diyorlar.
Yaktınız orayı, çıkın, başka
hiçbir gerekçesi yok. Bize
karışmayın, biz yapacağız
diyoruz hayır. Geçen yıl
Kültür Bakanlığı bina için
destek çıkarmıştı, madem siz
mahkemelikmişsiniz biz bunu
geri çekelim dediler. Bu
sezon, yeni Kültür Bakanı,
geçen yılın hatasını telafi
etmeye çalışıyor. Geçen yıl
verdikleri prodüksiyon
desteğini geri alamıyorlar.
Çatı kapatıldı, Halk Sigorta
sponsor oluyor. Ama
mahkeme devam ettiği için
İngiltere'de tek derdiniz
oyunculuk olduğu günlerinizi
arıyor musunuz?
En son, dört yıl önce gittim
Londra'ya bir dizide oynamak
için. Mükemmel bir altyapıda
sadece oyuncu olarak
oynamayı özlüyorum tabii.
Yoksa insan olarak burada
yaşamaktan, oyuncu olarak
mücadele etmekten çok
mutluyum. Eşber
Yağmurdereli'yi hapse atan
konuşmanın altına yayımcı
olarak imza atmaktan çok
mutluyum, belki beni de içeri
atarlar, atsınlar bu onların
utancı olur. Doğduğumuz,
yaşadığımız topraklarda
kendi insanımıza kendimizi
kendi dilimizde ifade etmek
başka, çok başka bir şey, o
tadı ben İngiltere'de
alamam. Orada ancak bir
lüks içinde, her şey benim
için çalışıyor derim. Sanatın
bizim ülkemizde de gereklilik
olarak hissedilebileceği
günlerin özlemiyle yaşıyoruz.
Ne yazık ki hep ikinci planda
kalıyor. Önce karnımız
doysun diyoruz, hayır hepsi
atbaşı gitmeli. Toplum, insan
olarak gelişmemiz, insanın
insanlığını fark etmesi için
bunlar kaçınılmaz şeyler.
Sanat kaçınılmaz ama ne
yazık ki ihmal ediyoruz, ihmal
edegelmişiz yıllardır. Çölde
güzel, çiçekler açsın diye
uğraş veriyoruz. Ama tarihe
de baktığınızda din ve iktidar
ikilisi aydınlanmaya, sanata,
bilime hep karşı çıkmıştır. Bu
iki taraf hep mücadele
etmiştir. Çünkü onlar
aydınlanan ve insanlık
bilincine ulaşmış insanların
hep bir gün kendilerinin ne
kadar kof olduğunu
anlayacağından korkar.
Aslında çelişki bu kadar basit.
Toplumdaki önemliler,
değerliler yok etmek ister
hep. Ya hapse atar ya
öldürür. İktidar, aman bana
kimse karşı çıkmasın, ezin,
susturun, hapse atın... Sanat
manat yapmasınlar. Sonra bu
sanatçı sözcüğü... Erken
kalkan sanatçı oluyor, bütün
meşhurlar sanatçı. Benim
mesleğim oyunculuk, benden
sonrakiler ancak sanatçı olup
olmadığımı söylerler.
Haluk Bilginer şimdi
sinemada bir kadını
oynamak istiyor. Ama
senaryoda hiçbir ipucu
olmayacak, bu kadın diye.
Yani herhangi bir kadın
oyuncuya teklif edilecek
rolün kendisine teklif
edilmesini istiyor. Bu onun
için sınavların sınavı olacak.
"Becerir miyim, beceremez
miyim, bu bir risk", diyor.
Becermesine becerir de,
merak bu ya acaba öyle bir
senaryoyu kim becerecek?
PERDE ARASI
Cemal
Geleneği Geçmişle Karıştırmak...
Kavramları, anlamlarını yeterince bilmeden, yanlış kullanmanın doğurabileceği en büyük
sakıncalardan biri, yanlış varsayımlara gidilebilmesi, buna bağlı olarak da örneğin herhangi bir
alanda gerçekte varolamayan çıkış noktalarının temel alınabilmesidir.
Gelenek kavramını geçmiş yerine kullanmak, bu tür yanlışlardan biridir. Çünkü bir geçmişin
bulunması, mutlaka bir geleneğin de bulunması gibi bir zorunluluğu beraberinde getirmez. Hele
sanat alanında, bir sanatın geçmişinin olması, ama henüz geleneğin bulunmaması rahatlıkla
rastlanılabilecek bir durumdur.
Gelenek, bir geçmişte yer alan bütün uygulamalar demek değildir. Herhangi bir sanatın
geçmişinin yanı sıra geleneğinden de söz edebilmek için, belli kimliklerin saptanabilmesini
sağlayan çizgileri ortaya koyan bir uygulamalar zincirinin varlığı gerekir.
Bugün örneğin Alman tiyatrosunun bir geleneği vardır; çünkü bu tiyatronun yüz çizgileri, Alman
dilinin tiyatro yazarlarınca birkaç yüzyıllık bir süreç içerisinde geliştirilmiştir. Aynı durum, örneğin
İskandinav, Fransız, İngiliz, Amerikan, İtalyan, Rus ve. tiyatroları için de geçerlidir.
Anılan ülkelerde tiyatro sanatının geçmişiyle geleneğinin örtüştüğünü söylemek, belirtilen
nedenlerden ötürü yanlış bir varsayım olmayacaktır.
Gelenek, ne yalnızca belli bir geçmişin varlığıyla, ne de henüz gelenek olmayanı gelenek diye
adlandırmakla elde edilebilir.
a
Bu açılardan bakıldığında, geleneksel bir Türk tiyatrosundan söz etmek, çok yanlış ve çok yanıltıcı
olmaktadır. Çünkü Türk tiyatrosu, geçmişinin bulunmasına karşın, bu geçmişten bugüne uzanan
çizgide henüz gelenek oluşturabilmiş bir tiyatro değildir. Gölge oyununu, orta oyununu,
meddahlığı, köy seyirliklerini vb. "geleneksel Türk tiyatrosu" saymak, çok yanlıştır; bu sayılanlar,
ancak - ilerde oluşacak - belli bir tiyatro geleneğinin öğelerini oluşturabilir; ama tek başına bir
tiyatro geleneğini oluşturmaya yeterli değildir.
pe
cy
Ahmet
Bizim tiyatromuzun geleneğinin bulunup bulunmadığını araştırmak istediğimizde, sormamız
gereken sorular, daha farklıdır.
Geçmişten günümüze uzanan çizgide, Türk dilinin oyun yazarlarınca kaleme alınmış eserleri göz
önünde tutarak tiyatromuzu evrelere ayırabiliyor muyuz?
Yine bizim oyun yazarlarımızın eserlerinin rehberliğinde, tiyatro geçmişimizde akımların
varlığından söz edebiliyor muyuz?
Geçmişten günümüze uzanan çizgi boyunca toplumsal ve bireysel düzlemde yaşananların
haritasını kendi tiyatromuza bakarak çıkartabiliyor muyuz?
Aynı çizgiyi izlediğimizde, karşımızda Türk tiyatrosunun özgün kimliği diye bir kimlik bulabiliyor
muyuz?
Bu soruların tümünün yanıtı, hayır'dır.
Bu hayırlardan bir geleneksel Türk tiyatrosuna varabilmek ise olanaksızdır.
Türk tiyatrosu, geriye baktığımızda yoksul sayılamayacak bir geçmişe sahiptir. Yine bu geçmiş
boyunca Türk tiyatrosu yazarıyla, oyuncusuyla, yönetmeniyle, dekorcusuyla, müziğiyle çok parlak
başarılara imza atmıştır.
Ama kendi oyunları, nicelik bağlamında henüz bu alanda yapılmışları ve yapılmakta olanları
özgün Türk tiyatrosu kılmaya yetecek yoğunluk düzeyinde olmaktan uzaktır.
Bir döküm yapıldığında, "Türk tiyatrosu"nun bugüne kadar çok ağırlıklı olarak yabancı eserlerin
oynanması üzerinde yoğunlaştığı hemen ortaya çıkmaktadır. Böyle bir uygulamadan, çok başarılı
oyuncular, yönetmenler vb. doğabilir, ama kendi kimliğine sahip, özgün bir tiyatro doğamaz.
Daha kısa deyişle, daha çok yabancıların kaleme aldıkları oyunları oynayarak Türk tiyatrosu
yapılamaz.
Bugün "Türk tiyatrosu" bağlamında, tiyatromuzun geleceğine olumlu katkıda bulunabilecek,
gerçekçi tutum, henüz olmayan bir gelenekten yola çıkmaya çalışmak değil, fakat tiyatromuza
özgün kimlik verebilecek bir geleneğin henüz oluşmadığını açık yüreklilikle söylemek olabilir..
37
ELEŞTİRİ
KOZALARINDAN
ÇIKAMAYANLAR YA DA
ÖLÜLER KONUŞMAK
İSTERLER Mİ?
Handan
Salta
Son günlerde aklımızdan en çok geçen soru ne diye sorulduğunda yanıtlar ne olur
dersiniz? Benim aklımdan geçen ama bir türlü çıkmayan bir soru var; akılla
a
kavranması çok zor olan gelişmelerle dolu bir gündemde sanatın ve yaşamın nasıl
bir iletişim içinde olması gerektiği. Adalet bakanının kaçak araba alması, bir
cy
suçlunun milletvekilinin evinde saklanması, dünyaca ünlü bir yazara kendi ülkesinde
bir dolu insanın alkışları arasında hakaret edilirken bir başka ülkede ödül verilmesi,
üstelik bu ödül verildiğinde "milletçe" haklı gururumuzdan söz edilmesi, cinayet
suçu işleyen insanların devlet koruması altında olduğunun ortaya çıkması karşısında
birilerinin hâlâ gözlerimizin içine baka baka yalan söylemesi gibi olgularla yaşamaya
pe
alışmış olmak toplumun belleğinde ne gibi izler bırakıyor? Bunca çapraşık bir o
kadar da açık ilişkilerin ortaya dökülmesinden sonra sanatın nasıl bir işlevi olacağı
sorusu kafamı çok kurcalıyor. Tiyatro sanatının topluma tutulan bir ayna olduğu
varsayımından yola çıkarsak bu aynada ne görmeyi umabiliriz? Yaşadıklarımızın
yarattığı karmaşayı sanat nasıl derleyip toplayıp bize sunmalıdır?
Devlet tiyatrolarında bu yıl
sahnelenmeye başlanan iki kısa oyun bu
soruyla bir kez daha hesaplaşmama
yardımcı oldu. Adalet Ağaoğlu'nun,
"Kozalar" ve Melih Cevdet Anday'ın,
"Ölüler Konuşmak İsterler" adlı oyunları
gerçekle düş arasında bir yerlerde
gezinen oyun kişileriyle günümüz
gerçekliğine göndermeler yapan iki
yapıt. Üç ev kadınının, evleri ve yakın
çevrelerindeki ilişkilerin dışında kalan
dünyada tümüyle yalıtılmış küçücük
dünyalarında minicik ayrıntılar ve zavallı
düşlerle kotardıkları yaşamlarını konu
alan "Kozalar" birçok toplumsal soruna
göndermelerde bulunuyor. Ev kadını
olmak üzere yetiştirilen, ev, koca ve aile
üçgeni içinde kristal eşyalar, arsalar
38
edinmek suya sabuna dokunmadan
yaşamak gibi beklentileri
gerçekleştiğinde de bunu diğerlerine
karşı üstünlük sağlamakta kullanan
kadınların birbiriyle olan ilişkilerindeki
baskı, ikiyüzlülük, çıkarcılık çarpıcı
gerçek dışı bir örgü içinde verilmiş.
Oyun, kadınların konumlarını ve
kendilerini nasıl gördüklerini sergilediği
gibi, bu koşullarda yaşayan insanların ne
tür ilişkiler içinde ve nasıl duygularla
davranabileceğinin de ipuçlarını veriyor.
"Ölüler Konuşmak isterler" de, düşsel
bir ortamla toplumun farklı
kesimlerinden ölüme doğru yol alan
gemide bile bu düşsel yolcuların kişisel
hırsları ya da çıkarlarından başka bir şey
düşünmeyen bencilce tutumlarını
sürdürmelerini sergiliyor. Irza geçme,
mezarlıklarda boş yer kalmaması, et
yemenin radyo bobinlerini bozması,
askerliğin kaldırılmış olması 'felaketi',
komşunun hanımellerinin bahçeye
sarkması gibi konulardan yapılan
konuşmalar yalnızca konuşanın dinlediği
monologlara dönüşürken yolcuların
küçük söylevleri gibi dikkate alınmadığı
için kaçınılabilir son, kaçınılmaz hale
geliyor.
Her iki oyundaki ortak temel izlekleri
şöyle sıralayabiliriz. Yıkım diye
nitelendirilebilecek bir izlek, her iki
oyunda da karşımıza çıkıyor. Kabul
günündeki ev kadınları, dışarıdan gelen
sesler ve kapının yumruklanmasıyla
sonlarının geldiği, bunca çabayla
pe
cy
a
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Kozalar" adlı oyundan bir sahne.
oluşturdukları dünyalarının başlarına
yıkılması olasılığı karşısında içsel bir yıkım
yaşarlar. Gemi yolcuları ise cenaze
memurunun tüm uyarılarına karşın bir
türlü farkına varamadıkları bir yıkım
yaşayacaklardır. Korku ise her iki oyunun
kahramanları tarafından en çok
yaşanan duygu olarak ikinci izleği
oluşturur. Kadınlar dört elle sarıldıkları
evlerini, kristallerini, tahvillerini
kaybetmekten ve dışarıda olup
örtenlerden ölesiye korkup kendilerini
hapsederler. Düşsel geminin yolcuları ise
et yemek yüzünden cezalandırılmaktan
hayatı boyunca elde ettiği tek başarı
olan ev, yazlık ve dükkânlarını
kaybetmekten, askerliğin
kaldırılmasından, ırza geçildiği için
günahkâr olarak görülmekten korkarlar.
Bu izleklere bağlantılı olarak, gelişen
olaylardan oyun kişilerinin yaşadıkları
çevreyle ilişkilerinde ve kendileriyle ilgili
kurgularında ortaya çıkan sorunlar
oyunların belkemiğini oluşturmaktadır.
Dış dünyadan gelen ve oyun kişilerince
ölümcül olarak nitelendirilebilecek yıkım
yaklaştıkça umursamazlık, karşısındakini
anlamama, bencillik, yaşanılan yıkımı ya
da korkuyu sorgulamaktansa kendimi
nasıl kurtarabilirim kaygısıyla davranma
daha da belirginleşir. Oyun kişilerinin
tepkileri ya da tepkisizlikleri ile
günümüzde yaşananları
karşılaştırdığımızda yaşamın sanatı kat
be kat aşan 'absürd'lüğünü, hayâl
gücümüzü dumura uğratabilecek
gariplikleri buluruz.
İçeriğine kısaca değindiğimiz bu
oyunların sahnelenişinde yaşamdaki
absürdlüğün aşılıp izleyiciye söylenecek
sözün belirginleşmesi ya da sahnede
görülen kurgunun yaşamın kurgusuyla
bir yerlerde buluşması, izleyici üzerinde
belirgin bir etki yaratması gerekliliği
ortaya çıkıyor. Yazıldıkları yıllardaki
(1972 ve 1973 yılları) izleyici için oldukça
çarpıcı olabilecek oyunların bugünün
izleyicisi için sarsıcı, çarpıcı, yenilikçi
özellikler taşıması, bugüne değin bir şey
söylemesi sahnelemenin olanaklarıyla
son derece ilintili. Farklı bir algılamaya
yol açabilecek bir yorum, metinlerin
günümüze ne söyleyebileceği
konusunda oldukça belirleyici.
Ayşenil Şamlıoğlu'nun rejisi bugüne
seslenme sorununa karikatürize etme
abartma temelinde çözüm aramış.
"Kozalar"ın dekorunda oturma odasında
bulunan üç koltuktaki kadının ayın
model çantalarından çıkardıkları el
işlerini aynı "hareketle" işlemeleri, hep
birlikte çaylarını içip hep birlikte
bardakları sehpaya bırakmaları, bu
kadınların küçük beklentilerine ve içine
hapsoldukları küçük dünyaya karşılık
kocaman kafaları ve abartılı tavırlarıyla
gerçek dışı bir boyutta yaşadıkları
hissettirilmeye çalışılmış. "Ölüler
Konuşmak İsterlerdin gemi dekorunda
ise yerleri değiştirilebilen tahta
sıralardaki yolcular konuşmaların
temposuna ve konusuna göre yerlerini
değiştirerek oyuna hareket
kazandırdıkları izlenimini vermeye
çalışıyorlar. Köşe kapmaca oyununa
dönüşen bu koşturmaca bir süre sonra
izleyiciyi yormaya başlıyor. Gemi
yolcularının ölüleri anımsatan makyajları
zaten ölüme giden bu yolcuların tüm
çabalarını, koşuşturma ve korkularını
anlamsız kılmakta araç olarak
kullanılmış. Böylece konuşmalardaki
saçmalık boyutunun görsellik aracılığıyla
bir kat daha artması amaçlanmış.
Cenaze memurunun palyaçolara ya da
TV'deki sunuculara benzeyen görünümü
ve tavırları ise onu hem gerçek dışı hem
de (yaşadığımız) gerçekle iç içe kılmış.
(Aynı zamanda yolculardan farklı bir
konumda olduğunu görsel olarak da
ortaya çıkarmış.)
Ev kadınları ya da gemi yolcuları
yerinden oynatabilecek bir yoruma
rastlayamıyoruz. Oyun kişilerinin
kendilerini hapseden, yok oluşa
sürükleyen mekân içinde varlıklarını
sürdürmeye çalışırlarken yaşadıkları
yanılsama izleyiciye aktarılamıyor. Tam
tersine oyuncularla oyun kişileri
birleşerek bir başka yanılsama yaratılıyor.
Her iki oyunda da son/felaket
yaklaştıkça gerilim artması oyunculukla
da bu gerilimin yansıtılması gerekiyor.
Oysa bağırışlar ya da koşturmalar içine
sıkıştırılmış son ya da felaket durum,
etkisinden çok şey yitiriyor. Çok daha
yaratıcı bir oyunculuk ve rejiyle
buluştuğunda izleyiciyi zaman ve mekân
duygusundan koparıp kendisiyle yüz
yüze bırakma potansiyeli taşıyan
oyunların bu olanakları yeterince iyi
kullanılmamış.
Yaşadıklarımıza alışmamak, bu yüzden
de gündelik yaşamın gerçekliğine sürekli
olarak mesafeli bakmak zaman zaman
da bu gerçeklikle dalga geçmek gibi
işlevler yükleyebileceğimiz bir sanat
tanımı yazının başındaki soruya da yanıt
verir gibi görünüyor. Ancak, metin
üzerinde küçük oynamalar ya da
didaskarilerde sözü edilmeyen
ayrıntıların içini doldurma yoluyla yapılan
değişiklikler sözünü ettiğimiz soruya
doyurucu bir yanıt veremiyor, yalnızca
metni okuyan/seslendiren bir
sahnelemeyi belirginleştiriyor. Bu durum
da izleyicinin oyundan bir boşluk
duygusu içinde çıkmasına neden oluyor.
Ancak bu duygu oyun kişilerinin içine
yuvarlandıkları boşluktan
kaynaklanmıyor, bilinen bir gerçeğin
bilinen formlar içinde tekrarlanması ve
yeni bir ses, bakış ya da soluk
bulamamanın yarattığı bir boşluk bu
pe
cy
a
yaşadıkları saçmalığın farkına
varmaksızın ben merkezli ve baskıcı
tavırlarını sürdürürlerken oyun metninde
karikatürize edilmiş bu kişiler abartılı bir
oyunculukla sahnede bir kez daha
gülünçleşmiş, garipleşmişler. Abartılı
hareketlerle sahnede sağa sola koşturan
kadınlar ya da yolcuların böylece
karikatürize edilerek saçma bir boyutta
çizileceği düşünülmüş olmalı!.. Sıradan
bir ev ve gemi dekoru içinde sıradan
sözler söyleyeceği düşünülebilecek oyun
kişilerinin -işlevleri gereği- içinde
bulundukları mekâna ve zamana
yabancılaşma süreci yeterince
belirginleştirilmemiş. Bulundukları
mekânın, zamanın dışına çıkan ya da
aşan sözler söyleyen oyun kişileri dekor,
kostüm ve oyunculukla tek boyuta
indirgenmişler. Ne dekor-kostümle ne
de oyunculukla zaman mekân algımızda
değişiklik yapabilecek, birkaç taşı
KRYOLAN
Profesyonel Makyaj Malzemeleri
ACADEMİE
Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri
FREED
Dans ve Bale Malzemeleri
DANSKIN
Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri
SHOW & KARNAVAL
Malzemeleri ve Aksesuarları
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
Malzemeleri
KOSTÜM ve MASKOTLAR
Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. ve TIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-lstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 71 60 Fax: (0-216) 337 05 25
Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37
ELEŞTİRİNİN ELEŞTİRİSİ
"YAZDIKLARIM, CEHALET
VE İKTİDARSIZLIKLA
BESLENİYOR"
Orhan
Alkaya
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin Kasım '97sayılı nüshasında, Fakiye Özsoysal Çavuş
imzasıyla yayımlanan "Godot, Artık Beklenilen Değil Ama Tüketilen mi?" başlıklı
pe
cy
a
yazı, birkaç açıdan tartışma değeri taşıyor.
Tepesinde "Eleştiri" bandı yer almasa, bir "halet-i ruhiye"yazısı olarak
ilginç bir metin var karşımızda. Yazarın iç dünyasındaki dalgalanmaları,
tedirginlikleri, rahatsızlıkları, yazı üzerinden izlemek mümkün.
Nedir, metin "Eleştiri" yazısı olarak sunuluyor.
Türkiye tiyatro ortamında yaşanan
kaosun bir nedeni de, eleştiri alanında
temel asgari müştereğin bulunamamış
olmasıdır. Lafı dolaştırmaya gerek yok.
Bu asgari müşterek, "kriter" dir. Eleştiri
metni, üzerine yazı yazılan metnin
başladığı yerde başlar, bittiği yerde biter
ve ortaya koyduğu değerlendirme
kriterleri ile eleştiri niteliğini kazanır.
Sayın Çavuş, kendi içinde çelişen bir yazı
yazmış. '90'ların sonunda uyumsuz
tiyatro oyunlarının sahnelenmesi
konusundaki ifadeleri, tutarsız. Kısaca,
ne dediği belli değil.
Kaldı ki, Godot'yu Beklerken'in bir
uyumsuz tiyatro örneği olarak
önerilmesine bir şey diyemem. Bunu
başkaları da yaptı. Ama bir kesinlik
içinde "uyumsuz tiyatro örneğidir"
denilirse, katılmadığımı aynı kesinlikle
söylerim.
"Beckett'in öylesine sade kurduğu
oyununu, abartı yoluyla dalga geçme
boyutuna taşıdığım"ı yazan Sayın
Çavuş'un bu değerlendirmesini
temellendirmesini bekliyordum. Çünkü
bu yargı, yazının ilk paragrafında yer
alıyordu ve ben bu ilk paragrafı okurken,
bir eleştiri yazısı okuduğumu
sanıyordum.
Eğer, "uzun sessizlikler bu sahnelemede
komik hareketlerle seslendirilmiş"
"tesbif'i öne sürülecekse, bunun bir
"saçmalama" olduğunu söylemek
zorunda kalırım.
Bugüne kadar, Beckett'in yazdığı
"sessizlik" ve "uzun sessizlik"
kompozisyonunu, tam yazıldığı gibi
sahneleyen tek bir yönetmen olduğunu
sanmadığım gibi (Beckett dahil),
kimsenin bir rejisörden parantez içlerine
tam sadakat beklemesinin de mümkün
olmadığını düşünüyorum. Hatta bundan
eminim. Aksi halde, bir oyunun, yıllar,
yüzyıllar boyu tekrar tekrar
sahnelenmesinin pek anlamı kalmazdı.
Evet, bizim sessizlik kompozisyonumuz,
tıpkı Blin'in Hall'den farklı olması gibi,
bu sahnelemeye özgüdür. 50'lere değil,
90'lara aittir. B e ş saniye ile yirmi saniye
arası değişen sessizlik-eylemsizlik
yerleştirmelerini içerir. Yerleştirmeleri
nasıl yapacağıma tabii ki -bu
uygulamada-ben karar veririm. Eleştiri,
bunun doğru tesbit edilip yorumlandığı
ve anlamlandırdığı noktada başlar.
Kaldı ki, bir yönetmene (Desmond
Smith) yazdığı mektupta, şunları
söyleyen de Beckett'dir: "Oyun yazarının
görüşlerinin yönetmen için zararlı
olmayacağından pek de emin değilim
aslında. Belki de benim için yanlış, ama
sizin kişisel tecrübeleriniz bakımından
tutarlı bir oyun, sizin kendi görüşlerinizi
tamamen farklı görüşlerle birleştirmeye
çalıştığınız bir oyundan daha başarılı
olacaktır. Zaten yazarların her zaman
haklı oldukları da söylenemez."
"Oyun, özgün metnin aksine olay dolu
bir oyun halinde çıkıyor karşımıza," diye
yazan Sayın Çavuş, özgün metni
gerçekten okumuş mu, doğrusu merak
ediyorum. Bizim sahnelememizdeki ayırt
edici yanların hiçbirini "okuyamaması"
da, bu kuşkumu arttırıyor, ipucu
vermeyeceğim.
Neredeyse yirmi otuz saniyede eylemin
değiştiği, karakterlerin yer değiştirdiği bir
metin var karşımızda. Yüzyılın en çarpıcı
oyunlarından biri olmasına da, bu
benzersiz yapısı yol açıyor.
cy
a
Sessiz sinema komedisine, apaçık
pastişlerle yazıldığını Beckett'in B'sini
bilenler bilir. Oyunun kapak sayfasında
"İki Perdelik Trajik Fars" yazar.
pe
Beckett, Harold Pinter'a şöyle der:
"Benim eserimde bir form bulmakta ısrar
edilirse şöyle diyebilirim: Bir ara
hastanede yatıyordum. Bitişik koğuşta
gırtlak kanseri olan bir hasta vardı.
Sessizlikte çığlıklarını hep duyuyordum.
Eserlerimin sahip olduğu tek form
budur." (Bkz. Samuel Beckett-A
Biography, Deidre Bair, Vintage 1990)
Beckett araştırmacısı David Bradby
"Beckett Dublin'deki müzikhollerden
etkilenmiştir; diyalogları komik
atışmalara çok şey borçludur," diye
yazar (The Cambridge Guide to Theatre,
Camb. Uni. Press, 1992).
Beckett, "Kaosu içeren bir biçim bulmak,
sanatçının görevi bu şimdi," der.
"Oyunlarımın hafif ve süratli
oynanmasını tercih ederim," der (D. Mc
Millan ve M. Fehsenfield, Beckett in the
Theatre, John Calder Ltd. 1988).
Ama burası Türkiye'dir. Kimsenin sırtında
yumurta küfesi yoktur.
Gene de, bir iki kayıt düşmek, eleştirmen
adaylarını biraz daha tedbirli
davranmaya mecbur kılmak mümkün.
"Beckett'in metnindeki anlamlı yoğun
tiradlar zamanını tamamlamışcasına rafa
kaldırılmış," diyor Sayın Çavuş.
Söylem, Beckett'in metnini iyi tanıyan ve
bizim sahnelememizi izleyen bir
"eleştirmen"e ait gibi... Kesinlik içeriyor
ve "sıkı" bir tesbit yapıyor.
Hemen söyleyeyim, metindeki tirad
yapısı gösteren yerleri "strich"leme
hakkım var. Her yönetmenin böyle bir
hakkı var, kendi yorumu içinde tutarlı
durmak kaydıyla... Ama ben, bunu
yapmadım.
Lucky'nin tiradı, ilk kez doğru çeviriyle,
harfi harfine sahnede. Bunun dışında
Pozzo'nun birinci ve ikinci perdedeki
tiradları ve Vladimir'in ikinci perdedeki
iki tiradı, sahnelememizde yer alıyor.
Sadakatle...
İki saat on beş dakika süren bir
"Godot'yu Beklerken" yaptık ve tek bir
sahneyi, o da mizanseni tamamlanmış
olmasına karşın, ilk gösterime dört gün
kala çıkardım. Tabii Sayın Çavuş'un bunı
ayırt edememesi de hayli çarpıcı. Çünkü
oyunun en ünlü sahnelerinden birisiydi
çıkardığım sahne...
Evet, hangi anlamlı, yoğun ya da
anlamsız ve seyrek tirad rafa kaldırılmış?
Eleştirmen, okuyucu/izleyiciyi yanıltma
hakkına sahip midir?
Temel değerlerin hızla değersizleştiği
dönemlerde, söylem içeriği gereksiz
kılmayı hedefleyen bir hacme ulaşır.
"Akil Adam'ların yerini "Büyük
Adam"'lar alır. Kıymetleri kendinden
menkul "Büyük"ler... Retorik, Kartaca
İleriyle yürür. Örnek mi istiyorsunuz,
Buyrun size örnek:
değiştiremediğinle dalga geçip, onu
kepaze etmek mi? Gerçekten çözümleri
tükettik mi?" diye yazıyor Sayın Çavuş.
Özgün metin üzerine yapılan
çözümlemelerde, birinci ve ikinci
perdede haber getiren bu çocuğun Habil
e Kabil olduklarından söz edilir,
Buradan hareketle, Godot'nun keçi
güden Kabil'i yani kötüyü, kötülüğü
kucakladığı, beslediğini düşünürsek..."
Oyun broşüründeki yazımda da söz
etmiştim. Beckett, "Dili bir anda yok
edemeyiz ama, hiç değilse elimizden
geldiği kadar kepaze etmeye çalışalım,"
diyordu, bir Alman yayınevine yazdığı
mektupta.
"Böylece kurtarıcı bir anlamda isyan
eden, baş kaldıran konumuna da girer,"
diye yazan Sayın Çavuşla farklı
düşündüğümüzü de belirtmeliyim. Ben
şu yaygın söyleyişle, "dünyanın
kurtarıcılardan kurtarılması gerektiği"ni
düşünüyorum. Umut budalalığı ile bir
ilgim yok.
pe
cy
'Özgün metin üzerinde yapılan
çözümlemelerde"... Yani metin
çözümleyen referansları var Sayın
Çavuş'un; her ne kadar kim
olduklarından söz etmese de...
'Godot'nun keçi güden Kabil'i, yani
kötüyü kucakladığı"... Hem Beckett'i
biliyor, Godot'yu Beklerken'i okumuş,
üzerine yazılan kitapları okumuş... hem
Tevrat'ı, Kuran'ı, hatta belki Sümer
hitabelerini okumuş...
Eylem içindeki insan, çözümleri
tüketmemiştir. Yazan, yapan insan, bir
çözüm üzerinde yoğunlaşmıştır. Burada
bir reçete arayanlara, sessiz çoğunluğa,
sevecen duygular beslemekle birlikte,
dahil olamam, olmam beklenemez.
a
Biliyorum, ne var burada, diyeceksiniz.
Hayır, inanmak istiyorum ki, ne var
burada, demeyeceksiniz. Lütfen böyle
demeyin!
Yazar, söylemin arkasında dimdik
duruyor. Ama ya söylem çökerse?.. Yabu cümle kurma yapısı, sağlam ve doğru
bir bilgiye dayanmıyorsa?.. Bunca
kesinlik ve bilgiçlik alt etmez mi insanı?
Yazık olmaz mı?
Tevrat'ın Tekvin bölümünde 4. Bab,
Kuran'ın Maide suresi, Adem'in iki
oğlundan söz eder.
Zaten Godot'yu Beklerken oyununun
ikinci perdesinde ağaçta beliren filiz de,
bir umut olduğu anlamına gelmez.
Sadece zaman geçmiştir. Hepsi bu...
Benim "vehim'lerle de bir ilişkim yok.
Vehme kapılarak iş yapmadığımı pek çok
insan bilir.
Son olarak, Sayın Çavuş "kötülük"ten
yakınıyor ve bu kötülüğün bir yansıması
olarak Beckett'in "sahnede tüketildiği"
kanaatinden söz ediyor.
Habil çobandır. Kabil ise çiftçi.
Yani, Kabil keçileri gütmez. Zaten o
meş'um olayın öncesinde, tanrıya başak
götüren de Kabil'dir. Oyundaki çocuğun,
"keçileri güden bir Kabil'le
ilişkilendirilmesi de mümkün değildir.
Yanılmış diyebilirim, diyebilirsiniz. Peki,
şahsi bir yanılgıya, "özgün metin
üzerinde çözümleme yapan'ları dahil
etmenin karşılığı nedir?
Karşılığı, cehaletin taçlandırıldığı
Türkiye'dir.
Fazla söze gerek yok aslında. Ama
madem başladım, birkaç şey daha
söylemeliyim.
"Bu durumda en iyi şey
Burada üzerinde durulması gereken iki
nokta var. İlki, Che endüstrisi benzeri bir
Beckett endüstrisi paralelliği kuran,
kantarın topuzunu kaçırıp, Susurluk'lara,
Çatlılara kadar ilerleyen Sayın Çavuş,
haddini bilmiyor. En hafifinden, ayıp
ediyor.
ikinci nokta ise, seyircinin bizim
yorumladığımız Godot'yu Beklerken
metnini severek izlemesinden duyduğu
rahatsızlık.
Burada, seyirciye doğru bir aşağılama,
bir hakaret var gerçi, ama onu seyirci
cevaplar...
Benim için keyif verici bir durum söz
konusu. Yineliyorum, iki saat on beş
dakika, hiç taviz vermeden Beckett'in
Godot'yu Beklerken metnini sahneye
getirdik. Çeviri, bu sahneleme için
yeniden yapıldı. Alt metinlerin
bütününü, atlamadan belirgin kıldık.
Göndermelerin pek çoğunu keşfettik;
Beckett'in orijinal metnindeki bilgi
hataları dahil (Bu gıdıklayıcı cümleyi,
ipucu vermeden, burada bırakıyorum.
Merak eden arasın, bulabilirse bulsun).
Pseudo, entelektüel birilerinin elindeki
"Beckett'i herkes anlamaz" silahı yere
düştü. Çünkü seyirci Beckett metnini
anladı. Bunu amaçlamıştım. Birkaç kişi,
Beckett'in can sıkıcı, boğucu, balyoz
gibi, şamarcı filan... işte öyle kakavan bir
yazar olduğunu, Beckett'i bir tek
kendileri gibi "yüksek bilinç sahibi"
insanların anlayacağını sanmaya devam
edebilir. Oysa gerçek bu değil.
Beckett'in yazar olarak önemi, ikinci
Dünya Savaşı sonrası Fransız
edebiyatında "sokak dili"ni kullanan ilk
yazar olmasıyla başlar. Seyirci, bu metni
pekâlâ anlıyor işte. Mesele budur.
Her seyirci, yapılan bir işi sevip
sevmeme, benimseme, itiraz etme,
eleştirme hakkına sahiptir. Biz mutlak
doğrunun peygamberleri değiliz. Bir
şeyler düşünüyoruz, yapıyoruz. Sonra
işlerimiz konuşuyor.
Godot'yu Beklerken yorumumuza,
olağanüstü bir önem atfediyor değilim.
Yaptığım diğer işler kadar, kitaplarım
kadar... bu kadar...
Ama "Eleştiri" kurumuna olağanüstü bir
önemsizlik atfetmeye de gönlüm razı
değil. Eleştirmenlerin çoğunu önemsiz
bulsam da... çoğunu önemli bulsam
da... bir şey değişmez. Tiyatro ortamının
"eleştiri" kurumuna ihtiyacı var.
"Yazdıklarım cehalet ve iktidarsızlıkla
beslenir," diyen Beckett'i ne kadar
sevsem de, bu alanda sık sık
doğrulanması pek hoşuma gitmiyor.
Hem Godot'yu tüketmek, Godot'yu
Beklerken metnini yeniden üretmek
anlamına da gelebilir. Hiç düşünmüş
müydünüz?
TARTIŞMA
Grips Theater'ın 25. Yıl Kutlama Etkinlikleri Çerçevesinde Çizgi Dışı Bir Çocuk
ve Gençlik Tiyatrosu İçin Uluslararası Kolokyum Belgesel
YETİŞKİNLER
ÇOCUKLARI ÖLDÜRÜYOR (ll)
Kasım ayında yayımına başladığımız "Yetişkinler Çocukları Öldürüyor" başlıklı yazı
dizimize devam ediyoruz. Türkiye'de çocuk tiyatrosuna önemli açılımlar
sağlayacağına inandığımız Grips Theater'ın gerçekleştirdiği kolokyum belgelerini
tam metin olarak aktarıyoruz. Bu konuda çocuk tiyatrosunda çalışan oyun yazarı,
yönetmen ve diğer uzmanların veya uzmanlaşmak isteyenlerin görüşlerine,
bilgilerine ve deneyimlerine de ihtiyacımız var. Çocuk tiyatrosu ile ilgilenen ve
a
ilgilenmek isteyen herkesi çocuk tiyatrosu konusunda başlattığımız tartışmaların
içinde görmekten büyük keyfi alacağız.
2-Çocuk ve Gençler İçin
Politik Tiyatro
pe
cy
Çev.: D u y g u A t a y
a- Çocuk Tiyatrosunda Toplum Bilinci
PETER ENSİKAT- Almanya. 1941'de Finstervvalde,
Doğu Almanya'da doğdu. Lypzig Tiyatro Yüksek
Okulu'nda okudu ve 1962-65 arasında Dresden
Gençlik Tiyatrosu'nda oyuncu olarak çalıştı. Daha
sonra 1975'e kadar Berlin Çocuk Tiyatrosu'nda
oynadı ve oyunlar yönetti. Hemen tümü eski
Doğu Almanya Cumhuriyeti'nde sahnelenen pek
çok kabare ve çocuk oyunu yazdı. 1991 'den bu
yana, Berlin Kabare Distel'de yönetici ve yazar
olarak çalışıyor.
DENNIS FOON-(Kanada) "Gölgelerin
Dansı", 1978'de yaptığımız "Yeşil
Başparmak Tiyatrosu"nun ürünlerinden
biri. Tek başına bu oyun bile, ne denli zor
bir konuyla uğraştığımızın kanıtı. İngiliz
Californiası'nda bir okul yönetimi
örneğin, oyunu 'şeytanca' ve
'Hıristiyanlık dışı' niteleyerek o bölgede
sahnelememize olanak vermedi. Bunun
üzerine, "Pekâlâ", dedim. "Madem
böyle, o zaman savaşa devam." Daha
gerçekçi olmak için, sertlik gerekiyordu.
Boşanma üstüne bir proje hazırladım.
Yazar, gerçekçiliğiyle bilinen biriydi.
Böyle bir konu Kanada'da ve bildiğim
kadarıyla USA'da bile tabu olarak
görülüyordu. Önümde, bana kılavuzluk
edebilecek bir örnek yoktu ve
çevremdekiler bana deli gözüyle
bakmaya başlamışlardı. İşte bu olay,
uğraşımızın dönüm noktası oldu. Bundan
sonra, araştırmacı olarak çalışmaya
başladık. İncelemeler, röportajlar, açık
oturum ve söyleşiler sonucunda,
çocuklarla birlikte, onların hangi
gerçekliğin içinde ve ne ölçüde
yaşadıklarını saptadık. Bunlardan çıkan
sonuçlarla da, oyunlarımızı hazırladık.
Bu alanda çığır açan oyunumuz,
"Duygulara Evet, Duygulara Hayır" oldu.
Bu oyun, Kanada'da bu konuda oynanaı
ilk oyundu. Çocukların, cinsel açıdan
kullanılmalarını gündeme getiriyordu.
Ensest ilişkilere zorlanmış çocuklarla
yapılan pek çok söyleşiden sonra,
görevimizi şekillendirdik: Bu oyunu kimir
için yapıyorduk? Kendimiz için mi,
seyircimiz için mi? Şimdiye değin böyle
bir soruyu sormamıştık kendimize. Ben,
kişisel olarak daha iyi bir sanatçı olmak
istiyordum yalnızca. Seyirci beni hiç
ilgilendirmemişti bundan önce...
HERMAN VlNCK-(Hollanda) 1969 yılında
Hollanda'da Werktheater'in kuruluşu,
geleneksel tiyatroların kan kaybından
kaynaklanıyordu. O sıralarda kimsenin
tiyatro derdi yoktu artık. Kültür
Bakanlığına para için başvurduk ve
hedefimizin sadece araştırma tiyatrosu
yapmak olduğunu anlatmaya çalıştık. Bir
yıl boyunca araştırma çalışmaları yapmak
ve sonuçta da, herhangi bir biçimde bir
gösteri sunmakla yükümlü olmak
istemiyorduk. İstediğimiz kabul edilince,
derhal oyunlar oynamaya başladık. Bir
yandan da, sürekli araştırmalar
yapıyorduk. Sorular soruyorduk örneğin:
Neden, nerede, ne zaman, kimin için,
hangi biçimlerde? gibi. Seyircileri de
kışkırtıyorduk sürekli, bu sorulara yanıt
alabilmek için. Sokaklarda oynadık,
hapishanelerde, okullarda, depolarda...
Tiyatronun ne olabileceğine ilişkin
yanıtlar arıyorduk kafamızda. Aynı
zamanda oyunculuk yeteneklerimizi de
tartıyorduk. Biz ne istiyoruz, nasıl
yapabiliyoruz? Bir süre sonra, normal
seyirci için oynamaktan vazgeçtik.
Oluşturmaya çalıştığımız, hedef seyirci
kitlesine yönelttik çalışmalarımızı. Bu
metod artık gelenek olmaya başlamıştı
bizim için. Politik ya da sosyal içerikli
konular seçiyorduk. Seyirciler ne ile
ilgileniyorlardı gerçekten? Önce,
psikolojiyi aldık ele. O zamanlar okullarda
"Mannomann"ı oynuyordu. Oyundan
sonra konuştuğum grubun oyuncuları
benden, tarlada çalışmak zorunda
oldukları için okulu asmak durumunda
kalan çocuklarla ilgili bir oyun istedi.
Bununla, bu çocukları ve onların annebabalarını tiyatroya getirerek, okulun ve
okumanın önemini vurgulamak
istiyorlardı. Anne-babalar, okuma yazma
bilmiyorlardı ve çocuklarının istikbali için,
okumanın önemini kavrayamıyorlardı.
"Böyle bir oyun yaz bize" diye yalvardılar,
işe yarar bir tiyatro olayı gerçekleştirmek
istiyoruz". Sorunlara gelince, bu ülkede
her şeyden bol var zaten.
SHRIRANG GODBOLE-(Hindistan) Ben ne
sosyal danışmanım, ne de öğretmen.
Tiyatro yapıyorum yalnızca. Grips'le ilk
karşılaşmam o kadar şaşırtıcı olmadı
diyebilirim. Yeni bir oyuna çalışmak gibi
bir şeydi bu. Ama olayın özüne indikçe,
giderek kendimi sosyal danışman gibi
görmeye başladım. Tiyatrodan daha çok,
sosyal sorunlardan söz etmeye başladım.
Yine de bu ikisi arasında bir denge
kurmaya çalışıyorum, doğallıkla... Grips
oyunlarında en sevdiğim şey, işlevlerini
yerine getirmeleri. Yani, sosyal içerikli
konularla uğraşmalarına karşın,
Maharashtra'da küçük bir kentte, bir
tiyatro topluluğu, Grips oyunu
DENNİS FOON- Kanada. 1951'de Detroit/ABD'de
doğdu. Vancouver'de yaşıyor. 1985 ve 89 yıllarında,
İngiliz dilinde tiyatro için ödüller aldı. Oyunları,
Kanada ve dünyanın her yanında oynanıyor. Son
oyunu "Savaş", kurucuları arasında bulunduğu
"Yeşil Başparmak Tiyatrosu" tarafından sahnelendi.
Bu aralar, Kanada CBC Televizyonunda senaryo
yazarı olarak program yapıyor.
a
MOGAN AGASHE-(Hindistan) "Bu Evde
Bizim Sözümüz Geçer" adında bir çocuk
oyunu yaptık. İki afacan çocuğun evde
yalnız kalmalarıyla ilgili bir oyun. Oyunun
yazarı, otoriter ama pek sevilmeyen bir
büyükanne tipi koydu içine. Tabii bu bazı
anne-babaları ve çocukları provoke etmek
içindi. Sonuçta tepki geldi: "Böyle bir
büyükanne olmaz." Hint toplumunda
otorite kabul görür ve tartışılmaz. Ama
bize göre, otorite bir sorun haline gelirse,
onu tartışırız oyunlarımızda. Yani,
otoritenin kabul görüp görmediği,
önceden iyice araştırmalıdır bence.
Almanya'da yüzlerce yıl kast sistemi
geçerliydi. Bu gibi şeyler öylesine kök
salmıştır ki toplumlarda, olup olmadığını
aklımıza bile getirmeyiz. Bu konuları
işleyen oyunlar yazılmalı bence. Örneğin,
Hint toplumunda iki ayrı Kast'ın bir arada
oturduğu bir evde geçen olaylar. Grips
metotlarına göre, karşılaştırmalar
yaparak, yetişkinlerin çocuklarına
verdikleri öğütlerle, gerçeklik arasındaki
farkı ortaya çıkarabiliriz.
pe
cy
ve kliniklerde, birtakım demokratik
reformlar yapılması söz konusuydu.
Buralara gittik, izledik ve hemen
gördüklerimizi kendi aramızda
uygulamaya koyduk. Fazla söz
üretmeden sahne çalışmaları yaptık.
Temel, gördüklerimizdi doğallıkla. Oyun,
böylece gelişti, şekillendi ve okullarda
oynanacak biçime geldi. Televizyona bile
bir film yaptık bu oyundan.
Alışılmış tarzda bir Çocuk ve Gençlik
Tiyatrosu değil bizimki, her şey var içinde.
Bir yılı ikiye bölüyoruz örneğin. Kışın
araştırma-inceleme, yazın oyunlar.
Nerede olursa. Olabilecek her yerde
oynuyoruz. Büyük çadırlarımız var.
Bunlarla Hollanda'nın her yerine,
seyircinin ayağına gidiyoruz, ideoloji
olarak, Grips'le Werktheater arasında
pek çok benzerlik var. Fark ise, bizim,
seyirciyi oyuna katılmaya zorlamamız.
Oyunlardan sonra, tartışıyoruz onlarla ve
bize bir şeyler oynamalarını istiyoruz.
Hemen tümü katılıyor bu isteğe.
Hapishane müdürleri bile. Örneğin bizi
eleştiriyorlar: "Hapishane yaşamı aslında
sizin gösterdiğiniz gibi değil..." "nasıl
peki," diyoruz o zaman, "lütfen bize nasıl
olması gerektiğini sahnede gösterir
misiniz?" Yerine getiriyor bu isteği. Ya
da psikiyatri doktorları, "Biz hastalarımızı
bu şekilde sağaltmıyoruz" dediklerinde,
"Tamam, buyurun, gösterin bize o
zaman doğrusunu. Yalnız lütfen hasta
rolünü seçin kendinize", diyoruz ve
uygulanıyor sahne üstünde nasıl olması
gerektiği, işte böylece, biz de olayların
aslını öğreniyoruz birinci elden. Kafalarda
oluşan resimlerin, gerçeklerle hiç ilgisi
olmadığı çıkıyor ortaya. Böylece, insanları
da kendilerini değiştirmeye yöneltmiş
oluyoruz. Oyunlarımızda, peşin yanıtlar
hiç yok, hep sorular var, olabildiğince
kışkırtıcı hem de...
İMRAN ASLAM-(Pakistan) Ülkemizde
askeri cuntanın sansürü çok enteresan.
Örneğin bazı yerlerde 'yatak'
sözcüğünün kullanılması yasaklanabilir.
Çünkü erotik çağrışımlar taşıyabilir bu
sözcük. Bu yüzden, devlet başkanının
hizmete açtığı 400 yataklı hastane haberi
bile sansürlenebilir. İlk Grips
oyunlarımızda, böylesine bir sorun
yaşamadık, ama onları zaten sözcüğü
sözcüğüne İngilizce'den çevirmiştik. Bu
açdan, Yasemin tekstleri bana
gönderdiğinde, hata yapıp yapmadığını
bile düşünmüştüm. Tekstlere politik
göndermeler yaptığımda ise, ne de olsa
bunların çocuk oyunu oldukları ve
sansürün gözünden kaçabileceğini
düşündüm. Daha sonraki oyun olan
"Süpermen'den Daha Güçlü"de, sakat bir
SHIRANG GODBOLE- Hindistan. Elektronik
mühendisi. 1979'dan bu yana Mogan Agashe ile
birlikte. Pune'de Akademi Tiyatrosu'nda çalışıyor.
Aynı tiyatronun Grips oyunları sorumlusu. Oyunları
adapte ediyor ve sahneleştiriyor. 1992'den beri de
oyun yazıyor.
YASEMİN İSMAİL- Pakistan. 1950'de Islamabad'da
doğdu. Üniversite tahsili sırasında oyunculuğa
başladı. 1972'de ilkokul eğitimcisi olarak diplomasını
aldı ve yıllarca bu işte çalıştı. 1980'de oyun
sahnelemeye başladı. 12 Grips oyunu yönetti.
Sahne ve film oyuncusu olarak Pakistan'da çalışıyor
ve İngilizce yayınlanan "The Nevvs" Gazetesi'nde
muhabir olarak görevli.
zaman, çocuk tiyatrosunun mutlaka
çocukların kendi gerçeğini yansıtmasını
istedim. Başlarda çok zor oldu bu. Ama
yıllar sonra kazanan ben oldum. Çocuk
gerçeği, üslup haline geldi. Tabii
televizyon da hemen yakaladı olguyu ve
tiyatrodan çok daha detaylı biçimde, film
olarak sundu. Ne var ki, televizyonun
handikapı, başka politik ve ekonomik
baskılara direnememesi. Biz tiyatrocular
buna karşılık, tiyatronun kendi
gerçeğiyle, çocukların iç dünyalarına
daha çok eğilmeli, çocuk seyircilerin
sorunlarıyla uğraşmalıyız. Televizyonun
panzehiri budur. Son oyunlarımda hep
bu olguya ağırlık verdim.
RAZİ AMlTAl-(lsrail) Gripsin, dünya
çocuk tiyatrosuna getirdiği yenilikler,
kanımca çocukların oyunun temel motifi
olması, konuların çocukların kendi özel
dünyalarından seçilmesi ve sahneyle
izleyicilerin arasında diyalog kurması
olarak özetlenebilir. Bunları, bütün Grips
oyunlarında gördüm ve aynısını biz de
israil'de uyguluyoruz.
c- Çocuk Oyuncu mu. Yetişkin
Oyuncu mu?
WOLFGANG KOLNEDER- (Almanya)
1976'da Brezilya'daki ilk Grips oyunu
sahnelememde, yerli oyuncular bana
sordular: "Nasıl oluyor bu iş, gerçekçi
çocuk tiyatrosu ne demek?" Şimdiye
değin sadece masallar sahnelemişler.
"Sizin tiyatroda yetişkinler oynuyorlarmış
çocuk rollerini, öyle mi? Biz, sizden bir
oyunu buraya adapte etsek bile, böyle bir
şeyi nasıl becereceğimizi bilemeyiz."
Bunun üzerine Volker Ludvvig'i davet
ettiler. Volker onlara video filmleri
gösterdi, oyunları açıkladı, konuları ve
dramaturjiyi anlattı. Sonunda şunu
sordular: "Peki, biz burada böyle bir olay
yapmayı düşünürsek, bize bir yönetmen
yollar mısınız? Çünkü oyuncularımıza
bizim anlatmamız olanaksız. Çocuk
rolüne çıkmaya utanırlar". Sorun teknikti.
Nasıl olur da, bir oyuncu, inandırıcı bir
biçimde 5, 8 ya da 11 yaşında bir çocuğu
canlandırabilirdi?.. Gerçekçi oyun
saplantısından ve oyun tekniğinin
öğretilmesinden sonra, kendi ayaklarının
üstünde durabildiler, ikinci kez,
"Kovadaki Su" oyununu sahnelemek
Brezilya'ya gittiğimde, bir Çocuk
Tiyatrosu Şenliğine çağrıldığımda, daha
önce benimle birlikte çalışmış olan üç
yerli oyuncunun kendi gruplarını kurmuş
olduklarını gördüm. Grips'den
öğrendiklerini, kendi konularında
kullanıyorlardı artık...
pe
cy
a
WOLFGANG KOLNEDER-Almanya. 1943'te Graz
(Avusturya)'da doğdu. Fransız, Alman filolojisi ve
felsefe okudu. Yönetmen, Dramaturg, Kabare yazarı,
yazı işleri müdürü, üniversitede doçentlik ve belgesel
film yapımcısı olarak çeşitli yerlerde çalıştı. Grips
Tiyatrosu'nda gençlik oyunları yönetti." 1. Metro
Hattı" ve "Solumsu Bir Hikâye".
çocuk konu ediliyordu. Ben bunu sakat
topluma gönderme yaparak kullandım.
Çocuk, özürlüler okuluna gitmek
istemediğini söylediğinde örneğin,
Amerika'daki bir okul sözkonusu
oluyordu. Son oyun "Gökyüzü, Toprak,
Hava ve Su", çevre kirlenmesi olayını
konu alıyor. Benim yorumunda ise,
demokrasinin başlamasıyla, geride kalan
pisliklerin temizlenmesi gündeme geliyor.
Ama bütün bu değişikliklerle, hiçbir
zaman oyunların içeriğini, özünü
değiştirmek, zedelemek istemedim.
Özgün yazılımları kutsaldır tabii ki.
Almanya'da nasıl oynandılar, yorum
nasıldı, bilemezdik bizler.
SHIVEN- Yeni Zelanda. Potsdam, Doğu Almanya'da
doğdu. Asıl adı Günther Bennung. Mesleği
öğretmenlik. Doğu Berlin'de Max-Reinhardt tiyatro
okuluna gitti ve on yıl burada oyuncu olarak çalıştı.
16 yıl önce, unutamadığı çocukluk düşünü
gerçekleştirmek için Yeni Zelanda'ya yerleşti ve
palyaçoluk yapmaya başladı. Dünyanın her yerinde
oyunlarını dokuz ayrı dilde sergiliyor. 1987'de bir
çocuk kültür merkezi kurabilmek için Yeni
Zelanda'da arazi satın aldı.
b- Masal mı, gerçekçi oyunlar mı?
PETER ENSIKAT-(Almanya) Benim
yöntemlerimle Grips'inkiler arasında çok
büyük farklılıklar olduğunu sanmıyorum.
Aynı şeyi, başka biçimlerde deniyoruz.
Birtakım öyküler anlatmak için masalları
kullanıyorum. Masallar bugüne
göndermeler yapıyor. Tiyatronun asal
görevlerinden biri de, izleyicilere
sorunlarının onlarla birlikte ortaya
çıkmadığını, şu ya da bu biçimde, bu
sorunların onlardan bağımsız olarak da
var olduğunu göstermektir. Eski Doğu
Almanya zamanında örneğin, benim
politik kabarelerimde, neredeyse her
sözcük büyülteç altında incelenirdi. Oysa
aynı şeyleri masal biçiminde anlattığımda,
umursamazdı bile kimse. Benim tercihim,
bu şekilde masaldan yana oluştu. Doğu
Almanya'nın sert sansüründe, oluşturmak
istediğim resmi, satır aralarına sokmak
zorundaydım, çünkü seyirciler bu resmi,
bu biçimle daha iyi görebiliyorlardı. Bu
açıdan, sansür bizi engellemedi, tam
tersine fantazilerimizin gelişmesine
yardımcı oldu diyebilirim. Bu şekilde
kolayca aştık sansürü. Benim masallar,
Noel sırasında hep okullarda Noel
oyunları olarak oynandı. Hiç ilgisi yoktu
oysa. Neyse ki artık yok böyle şeyler. Her
oyun, her zaman oynanabiliyor.
DENNI FOON- (Kanada)" Yeşil
Başparmak Tiyatrosu" ile işe başladığımız
DENNIS FOON-(Kanada) Boşanma
konulu bir oyunda üç tane rol vardı:
Anne, 9 yaşındaki kızı ve annenin erkek
arkadaşı. Kızı, kime oynatacağımızı
bilemiyorduk ve risk almaya karar
vererek, rolü yetişkin bir oyuncuya verdik.
. O zamanlar Grips metodlarından
haberimiz yoktu. Bir deneme yapalım
MOGAN AGASHE-(Hindistan) Çocuk
oyuncuların çocuk rollerini
başaramamalarının çok pratik bir nedeni
var: Çocuklar, fiziksel, ruhsal ve kültürel
olarak her gün aynı oyunu tekrarlamaya
uygun değillerdir. Ayrıca, çocuk rollerinin
yetişkinler tarafından oynanmasının bir
yararı daha var: Oyunlar gerçekçi
konulardan oluşuyor. Oysa tiyatro gerçek
değildir. Çocuklar sık sık mutlak gerçekle
sanal gerçeği karıştırırlar. Oyunun kendi
gerçekleriyle ilgili olduğunu çok güzel
kavrarlar ama çocuk rolleri yetişkinler
tarafından oynandığında, mutlak
gerçekle sanal gerçeği de derhal
ayrımsarlar.
ROD LEWIS- (ingiltere) Dokuz
yaşındayken, son derece ilginç bir okula
gidiyordum. Bu okulun kurucuları, akıl
almaz işler yapıyorlardı. Direktörümüz,
kendi alanında müthiş bir öncüydü ve bu
okulu görülmemiş, duyulmamış
prensiplerle yönetiyordu. Her şeyde
demokrasi vardı. Oy vermek
gerektiğinde, benim oyumla müdürünki
aynı ağırlıktaydı, oğlanlarla kızlar aynı
sınıfta okuyorlardı, herkesin tek kişilik
odası vardı ve bunlara ancak sahibinden
izin alınarak girilebilirdi. Seks, gayet
normal algılanıyordu ve bir şey olursa
da, oluyordu işte. Kişisel özgürlüklerin
sonuna dek kullanıldığı bir vahaydı sanki.
Bir gün birisi, müdürümüze şöyle bir soru
yöneltti: "Okulunuzda her şey isteğe
bağlı. İsteyen derse giriyor, isteyen
girmiyor. Demokratik olarak konmayan
hiçbir yasa yok. Peki ama siz, nasıl oluyor
da böyle bir idare biçimini
savunabiliyorsunuz, okuldan sonra
çocukların, yaşamın bencillik, rekabet,
acımasızlık dolu bir ormana gireceğini
bildiğiniz halde? Bu ormanın bütün
tehlikelerine karşı, çocukları daha
okuldan hazırlamanız gerekmez mi?".
Müdürün yanıtı şu: "Sözünü ettiğiniz
ormanın yasalarını, bir de üstelik kendi
okulumda uygulayacak kadar ahlâksız
değilim". İşte bu yanıt, Grips'in tiyatro
düşüncesiyle bire bir çakışıyor: Orman
yasalarını yinelemeyi yadsıyorlar. Oysa
diğer tiyatroların yaptıkları, yaşama karşı
hazırlamak çocukları, sözüm ona. Bu
açıdan Grips'i çok önemli ve heyecan
verici buluyorum.
HERMAN VINCK- Hollanda. 1935'te Belçika'da
doğdu. Brüksel'de Resim ve Heykel öğrenimi gördü.
1958'de Brüksel Flaman Tiyatrosu'nda oyuncu ve
dekorcu olarak çalışmaya başladı. Oyuncu,
yönetmen ve dekorcu olarak Hollanda'da da çeşitli
tiyatrolarda çalıştı. 1970 yılında arkadaşlarıyla
birlikte kurdukları, Amsterdam Werk Tiyatrosu'nda,
25 yılda 120 prodüksiyona katıldı. Kendi tiyatrosuyla
ortak yapım olarak Grips'de üç oyun sahneledi:
1992 Vatansız, 1993 Boğazdaki Yumru, 1995 Lotte
Kayboluyor.
pe
cy
DENNIS FOON-(Kanada) 1979 yılında
yazar/yönetmen Campbell Smith'in
gençlerle yaptığı röportajlardan oluşan,
Juve adlı bir oyun vardı. Yetişkinler,
oyunu oluşturan röportajların içeriğini
dehşet verici bulmuşlardı. Ana temalar
genelde fuhuş ve sokak serseriliği olarak
beliriyordu. Oyunun, olabildiğince otantik
olması için, oyuncuları gençlerden seçtik.
Gösteriler sonuçta büyük başarı kazandı.
Seyirciler, rock konserleri izler gibi
izlediler ve bütün Kanada'yı turnelerle
dolaştık.
d- Tiyatro, Çocukları Gerçekle Karşı
Karşıya Getirmeli mi?
WOLFGANG KÖHLERT-(Almanya)
Almanya'da, çocuk tiyatrosu konusunda,
çok tartışılan bir sorun var. Deniyor ki;
çocuklara, çocuk oyunlarıyla umut ve
kendine saygı aşılanmalıdır. Oysa,
tiyatrodan çıktıkları zaman kimsenin
onlara saygı gösterdiği filan olmadığı
gibi, ileriye ilişkin umut gördükleri de yok
herhangi bir şey adına. Yanlış umutlar mı
dağıtılıyor çocuklara Almanya'da acaba?
Yoksa yalnız bizim tiyatroda değil mi bu
sorun?.. Sizde nasıl?
a
dedik. Sonuçta haklı çıktık. Seyirciler,
küçük kızın, yetişkin bir oyuncu
tarafından oynanmasını çok doğal
karşıladılar.
WOLFGANG WÖHLERT-(Almanya)
Bence, yetişkinlerin yetişkin olduklarını
gizlemeleri yanlış. Bir yetişkinin, çocuk
gibi davranıp, çocukça sorular
sormasından daha kötü bir şey olamaz.
Kişisel olarak ben, çocukluğuma ilişkin
anılarıma güvenmiyorum örneğin. Biz
yetişkinler olarak, kendi sorularımızı
getirmeliyiz ortaya. Burada sorun, önce
kendi içimizdeki çocukluğu
gömebilmektir. Tiyatro oyunlarında,
yetişkinlerle çocukların arasına, bir karşısöylem duvarı çekilmesi müthiş yanlış. İlk
kez, bir Grips oyunu olan "Yoğun
Hava"yı gördüğümde, bir cümle beni çok
rahatsız etmişti. Çocuk rolü oynayan iki
yetişkinden biri, şöyle diyordu diğerine:
"Bütün yetişkinlerin kafalarında bir tahta
eksik". Düşünün ki, bu oyun, yetişkinler
tarafından yazılmış, sahnelenmiş ve
oynanmıştır. Sanırım, bu cümlenin şöyle
konulması gerekecekti: "Bütün insanların
birer tahtası eksik".
MOGAN AGASHE-(Hindistan) Okulların
çocukları hayata filan hazırladıkları yok
zaten. Çocukları sadece raşitik hale
getiriyor, o kadar. Yüksek okullar,
üniversiteler de değiştirmiyor durumu.
Sonunda okul bitip de, gerçek yaşamın
içine salındıkları zaman, hiç de
hazırlanmadıklarını anlıyorlar. Özellikle
WOLFGANG WÖHLERT- Almanya. 1932'de
Berlin'de doğdu. Berlin Hür Üniversitesi'nde Tiyatro
Bilimi, Alman Filolojisi ve Basın-Yayın okudu. Şef
dramaturg olarak Halberstadt Şehir Tiyatrosu,
Schvverin Şehir Tiyatrosu ve Berlin Carrousel
Tiyatrolarında çalıştı. Eski Doğu Almanya'da, Çocuk
ve Gençlik Tiyatroları koordinasyon kurullarına
bilimsel danışmanlık yaptı. Dünya Çağdaş Tiyatro
Ansiklopedisi'nin "Genç izleyiciler için tiyatro"
bölümünün redaktörü.
BENJAMİN AGASHE-(Bosna) Grips
oyunları bir tek noktanın dışında
gerçekçi: Mutlu son. Çocuklar oyundan
sonra tiyatroyu terk ederken, gittiklerinin,
tiyatronun dünyasından başka bir dünya
olduğunu biliyorlar. Evlerindeki olayların,
tiyatronun onlara sunduğu dünyadan
başka bir dünya olduğunun ayrımına
varmalarını çok doğru buluyorum. Belki,
bu oyunları onlara çok küçük yaşlarda
sunabilsek, ileride durumları kendi
leyhlerine çevirebilecek güçleri olurdu.
Ama bu çok uzun bir süreci gerektiriyor
tabii...
a
SHRIRANG GODBOLE-(Hindistan)
Oyunlarda işlenen sorunların çözüm
önerileri, çocuklara hangi yaşlarda
verilmeli acaba? Tiyatrodaki mutlu
son'un, mutlaka bir çözüm olması
gerekmediğini, hangi yaşta kavrayabilirler
dersiniz?.. Nereye çekeceğiz sınır
çizgisini?.. Ama bence, öyle ya da böyle,
bunlar mükemmel oyunlar... Her yaş için.
Bazılarında oyunun sonunda bir çözüm
var gibi görünüyorsa da, genellikle
deneyime dayanmayan hiçbir çözümün
iyi olamayacağı belli.
pe
cy
Hindistan'da bu böyle. 150 yıl boyunca
ingilizler tarafından yönetildik. Sonunda
kendi eğitim sistemimizi kurduk ama,
hâlâ batı sistemi bu. Ruhsal gelişmemiz
geleneklere bağlı, sosyal sınıflara değil.
Bu olay, gelişmemizde bölünme
oluşturuyor. Bunu aşarak düşünmemiz
gerekiyor. Ama bu olguya karşı filan
düşünnmüyoruz. Galiba hoşumuza bile
gidiyor, öylesine kabulleniyoruz işte. Bu
bakımdan, Grips oyunları, Hindistan için
çok önemli.
1984'te ilk kez Almanya'ya geldiğimde,
küçük bir bursum vardı. Arkadaşların
evinde kalıyordum: Bir karı-koca ve bir
yaşındaki oğulları, Max. Bu aileyle uzun
süre birlikte oldum. Evde korkuluksuz bir
merdiven vardı ve Max ne zaman bu
merdivenden yukarı tırmanmaya kalksa,
hemen atılarak belinden yakalıyor ve
aşağıya indiriyordum. Bir yetişkin olarak
bunu görev bellemiştim kendime. Bir gün
beni atlattı ve ikinci basamağa kadar
ulaştı. Sonra da yuvarlandı tabii. Hemen
yanına koşmak için davranmıştım ki,
annesi beni durdurdu: "Bırak lütfen".
Nedenini sordum şaşkınlıkla: "Tehlikenin
ne olduğunu kendi kendine öğrenmeli.
Bu da ancak yaşayarak öğrenilir".
Yanıtladım: "Haklısın belki, ama bu
çocuğun bunu öğrenebilmesi için gerekli
olan refleksleri yeterince gelişmiş
olmadığı gibi, ne yaptığını bilecek düzeye
gelmemiş daha. Aynı hatayı mutlaka
yineleyecek, bir kez daha düşecektir".
Aynı durumu bir kez de Hindistan'da
düşünelim. Bizde korkuluksuz merdiven
yoktur ya, var diyelim. Çocuk merdivene
tırmansa, annesi bunu görüp, hemen
kucağına alacaktır. Ya da düştü diyelim.
Anne hemen, gözünden yaşlar fışkırarak
çocuğu kucağına alacak ve göğsüne
bastıracaktır: "Sana kaç defa söyledim,
merdivene tırmanmak çok tehlikelidir,
düşersin demedim mi?". Ne oldu şimdi?
Anne, çocuğuna hem kızıyor, hem de
onu koruyor. Avrupa'dakinin tam tersine,
"Bir hata yapsan da zarar yok, ben senin
yanındayım" mesajını veriyor. Biz
Hintliler, çocuklarımızın çok akıllı
olduğunu ve yapılıp yapılmaması gereken
şeyleri, bize bakarak öğreneceklerini
sanıyoruz, onlara anlatmak yerine. Bu
yüzden, Avrupalı anneyi anlattığım
olayda, çocuğunu kaldırmak yerine ona
bakarken bulduğumda, aklımdan geçen
düşünce, "duygusal bağlılıklar burada bu
yüzden zayıf" olmuştu. Avrupa'da
çocuklara doğduklarındoan itibaren
verilen mesaj, "Bir an önce büyü ve
özgürlüğümü bana geri ver" oluyor.
JAYOTİ BOSE-Hindistan) Mutlu sonlar,
birtakım sorunları da beraberinde
getirebilir... Oğlum, neden benim onunla
oynamadığımı soruyor bazen, Ben de
ona, neden kendi arkadaşlarıyla
oynamadığını soruyorum. "Olmaz ki,"
diyor, "benim Max ve Milli oyunundaki
gibi arkadaşlarım olması gerek. Bunun
için de tam oyunun içindeki durumun
oluşması şart. Böyle bir durumun da
gerçekte var olamayacağını iyi
biliyorum." Buna bir yanıt veremiyorum.
Belki de zamane çocukları sandığımızdan
daha akıllı. Mutlu son olayını tiyatroda
benimsiyorlar da, gerçekte
olamayacağının farkındalar.
Aslında, yetişkinlerin oyunlarında
yapıldığı gibi, çocuk oyunlarında da
oyunun sonu açık bırakılamaz mı? Böyle
yapılmadıkça da, onlara daha az
güvendiğimiz, daha az saygı
duyduğumuz çıkmıyor mu ortaya?
VOLKER LUDWIG-(Almanya)
Deneyimlerime göre söylersem, bence
çocuklar, bir mutlu son'u özlüyorlar
oyunlarda. Ornekse; beş yukarı yaş grubu
için "Balle, Maile, Hupe ve Artur" adlı bir
oyunumuz vardı. Oyunda çocuklar, boş
duran bir evi kendilerine oyunevi olarak
tutmak isterler ve bunun için polise
başvururlar. Polis onlara, Belediye
Başkanına bir mektup yazmalarını
öğütler, ama fazla umutlanmamalarını
da etkler. Birtakım olaylardan sonra,
çocuklar Belediye başkanına mektup
yazmaya karar verirler. Bundan bir şey
çıkmayacağı yetişkinler için apaçıktır ve
asla mutlu son sayılmaz. Nedir, oyundan
sonra pek çok çocuk-izleyici, bu
mektubun yanıtının olumlu olacağına ve
çocuklara evin verileceğine inanıyordu,
işte, aslında oyunun sonunu açık
bırakmamıza karşın çocuklar mutlu son'a
eğilimlerinden, işin iyi biteceğine
inanıyorlar.
WOLFGANG KOLNEDER-(Almanya)
Aşağı-yukarı aynı olay, gençlik oyunu
"Yaşamın En Güzel Zamanı" adlı oyunda
da oldu. Motorlu bir genç, kız arkardaşı
tarafından terk ediliyor. O da, kendisinin
daha önce terk ettiği bir kıza, tekrar
arkadaşlık teklif ediyor. Bizim de
düşüncemize göre, kız bunu kabul
ediyor. Çünkü oğlan yakışıklı ve kız
geçmişi unutmak istiyor, ilk gösterimden
önce yaptığımız tartışmalı gösteride, kız
izleyicilerden ters tepki aldık.
"Yorumunuz doğru, biz de olsak bu kızın
yaptığını yapardık, ama sizin, bir tiyatro
oyununda bunun tersini göstermeniz
gerekmez mi?". Mutlu son için
zorluyorlar bizi yani...
İMRAN ASLAM-(Pakistan) Bence bir
oyunun bütünü önemli, salt sonu değil.
Bir oyunda bir sürü olası çözümler,
örnekler, tezler, durumlar vardır. Final
bunların küçük bir parçasıdır sadece.
VOKER LUDWIG-(Almanya) Biz genelde,
mutlu son yerine 'somut hayaller'
diyoruz. Masalımsı final yok. Belirli bir
perspektifi olan, olumlu bitişler. Gerçek
•hayatta ayrıcalık gibi görünebilir elbet,
ama olanaksız da değil,
izleyiciler kendilerini oyunlarımızdaki
tiplerle özdeşleştiriyorlar. Sahnedeki
çocuk ya da gençlerin yerine geçiyorlar.
Tam tersi de oluyor ama. Örneğin son
oyunlarımızdan biri olan "Vatansız"da,
bir sağcı şiddet grubu konu ediliyordu.
Burada, özdeşleşme hiç söz konusu
olmadı ve filnalin doğallıkla mutlu sonla
bitmemesi de, izleyiciler tarafından
tartışmasız onaylandı.
HERMANN VINCK-(Hollanda) Burada
şunu da unutmayalım: İzleyiciler, blok
halinde aynı biçimde düşünmemeli ve
oyunu aynı duygularla yorumlamamalı.
e-"Yetişkinler, Çocukların
Çocuklarını Öldürüyor"
VOLKER LUDWIN-(Almanya) Bu söylemi
özellikle konu başlığı olarak seçtik,
ormanların %70'inin öldüğü söylenir,
ama hâlâ yeşilliklerini korurlar. Bu yıkımı
görmeyiz, ama bunun böyle olduğunu
biliriz. Zehirli atıkların toprağın 15 metre
altına kadar işlediğini biliriz, durumun
gün geçtikçe kötüleştiğinin de
aynmındayızdır, ama buna karşılık bir şey
yapmayız. Bütün dünyada böyle bu,
Yakında her yer Avrupa gibi olacak. İşte
çocukların çocukları da böyle
öldürülüyor. Yetişkinler her şeyi
mahfediyorlar. Bu da Grips teması oluyor
işte. Çünkü çocukların bu işte hiçbir suçu
yok.
BENJAMİN FlLlPOVlÇ-(Bosna)
Saraybosna'da savaş sırasında,
bodrumlarda bile çocuk tiyatrosu yapıldı.
On kadar kişinin bile bir araya gelmesinin
hem tehlikeli, hem yasak olduğu
dönemde, tarihi ve saati önceden
bildirilmeksizin yapılan bu tiyatroya
inanılmaz ilgi gösterildi. Gösterim sayısı
1500'ün üstüne çıktı sanırım. Dışında kan
ve ölüm kol gezerken, bodrumlarda
müzik eşliğinde tiyatro yapılmasının da
acaip bir tersliği var.
pe
cy
ROD LEWlS-(lngiltere) Sanıyorum üç
türlü öldürme olayı var: Sözcük anlamıyla
öldürme, yavaş yavaş gelişen ölüm ve
çocukların ideallerini zedeleyerek,
ruhsal—psikolojik anlamda ölüm. Oscar
VVİlde'ın şöyle bir sözü var: "İnsan,
sevdiği her şeyi öldürüyor."
HERMANN VINCK-(Hollanda)
Toparlarsak, Mogan'ın söylediklerine
göre, yetişkinler kendilerini neredeyse
çocuklar için kurban etmelerine karşın,
onlardan gerekli saygı ve kabul
görmüyorlar. Bu durumda, çocukların
yetişkinleri eğitmesi gerek bence. Sağlıklı
bir düşünce bu. Benim çocuklarım
örneğin, günlük yaşantımın her
bölümünde ters düşüyorlar benimle.
Yemek yemem, sigara içmem, gezdiğim
yerler, yaşam stilim. Bu ters düşmeyi
oyunlarda daha ortaya çıkarmalıyız
sanırım. Çocuklara nasıl bir'tiyatro
yapmalıyız diye kafa patlatırken, bu
olguyu da gözardı etmemeliyiz, iyi niyetle
hazırlanmış çok çocuk oyunu var, doğru,
ama bunlar sonuçta hep yetişkinler için
yazılmış gibi. Çok da normal, çünkü
onların kafa ve düşünce yapılarından yola
çıkarak yazılıyor. Ne yapacağız peki?..
a
Bireysel olarak olayı değerlendirmeli ve
oyun bitince de hemen unutmamalı.
Görev asıl oyundan sonra başlamalı
izleyici için. Son'u kendileri bulmalı
kafalarında. Bence izleyiciye saygı, asıl
budur.
MOGAN AGASHE-(Hindistan)
Yetişkinlerin çocuklara mukayyet olması
doğa yasası gereği. Ama buna rağmen
çocuklar olumsuz etkileniyor, gelişmeleri
ve ayakta kalmaları engelleniyor. Bakın,
insanların tiyatro olayına karşı davranışı,
beslenme olayına benziyor. Besinler,
alındıktan sonra sindirilmeleri ve sonra
kana karışmaları gerekir. Kendine
toplumdaki sosyal değişimleri hedef alan
bir tiyatro da böyledir. Kişiliklerinin henüz
oluşma aşamasındaki gençler için bir
oyun hazırlarlar diyelim. Bu oyunun,
hedefe ulaştığının, gereken etkiyi yapıp
yapmadığının anlaşılabilimesi için, belkide
yirmi yıl gerekecektir. Yetişkinler, kafaca
da yetiştirilmeden, bir aile planlaması
uygulamasının başarıya ulaşması
düşünülebilir mi? İvme gerekli, ama kim
uğraşacak bununla? Yetişkinler
bencilliklerinden vazgeçmedikçe ve
burunlarının ucundan daha ileriyi
görmedikçe, çocuklarının çocuklarını
öldürmenin önüne geçemeyiz, en
azından Hindistan'da.
IMRAN ASLAM-(Pakistan) Çok büyük bir
tehlike de televizyon tabii. Bütünüyle
kötü bir şey olduğunu söylemek
istemiyorum televizyonun, ama gerekli
önlemi yumuşak bir şekilde almazsak, bir
alternatif oluşturmamazsak, kendi
kültürümüzü dikemezsek karşısına,
yakında çocuklar korkarım, bir MTV
dünyası çocukları olacaklar.
f-Kuşaklararası İletişim
WOLFGANG WÖHLERT-(Almanya)
Yetişkinler de çocuk tiyatrosuna gitmeli
mi? Bence evet. Eksi Doğu Almanya'da,
çocuk tiyatroları sadece çocuklar için
düşünülmüştü. Oysa yetişkinlerin
çocukları ile birlikte oyunları izlemesinde
sayısız yarar var. Aksi, zaten toplumdan
izole edilmeye çalışılan çocuklar için
zararlı bir durum olur.
IMRAN ASLAM-(Pakistan) Çocuk
tiyatrolarının yetişkinleri dışlaması söz
konusu olamaz. Bu takdirde, uğraşımızın
bir bölümünü boşa çıkarmış oluruz
Yeşitkinlerin de eğitilmeye gereksinimleri
vardır. Okul oyunlarında yalnızca çocuk
ve öğretmenlere oynarsak, yetişkinlere
ulaşamayız. Çocukların oyunları, anne
babalarıyla izlemeleri gerek. Hataları
varsa eğer, oyun sırasında bu hatalar
tokat gibi çarpmalı büyüklerin yüzlerine.
Dünyayı başka bir gözle görmeyi,
çocuklar, anne-babalarıyla birlikte
öğrenmeli. Çocuklarından dinledikleri bir
oyun, onlara ancak ikinci elden verilmiş
olacaktır. Ayrıca, oyun sırasında
çocukların göstereceği tepki de çok
önemli olmalıdır onlar için. Bizler çocuk
tiyatrosu yaptığımızı söylüyoruz ama,
belli bir yaş sınırı da koymuyoruz. Yani,
tamam, çocuklar bu oyunları gördü,
onları yirmi yıl sonra tekrar getirin de,
oyunun bir yararı olmuş mu, diyemeyiz.
Ayrıca, anne-babalarla çocuklar arasına
geniş hendekler kazmak değil tabii
amacımız. Sadece aralarında, karşılıklı
anlayışa dayalı bir sevgi oluşsun istiyoruz.
Oyunda, kendilerine çok mantıklı gelen
bir çözümü benimseyen çocuk, evde aynı
çözümün olamayacağını ayrımsarsa
üzülür. Buna karşın, anne-baba bu
çözüme yakın bir olayı yaşamışsa ya da
yaşayabileceğine aklı kesiyorsa, sağlıklı
bir diyalog için ilk adım atılmış demekti.
Kendi beğendiği çözüme, anne-babanın
da sihip çıktığını gören çocuk,
sevinecektir. Bu durumda, büyükler de
sevinci paylaşacaktır çocuklarla. Aslında,
bu yüzden bence bütün çocuk
oyunlarında, yetişkinlere seslenecek
sahneler özellikle olmalıdır diyorum...
MOGAN AGASHE-(Hindistan)
Mannomann oyunu bu bakımdan bizim
için son derece öğretici oldu. Çocuklar,
anne-babalarıyla geldiler oyuna. Önceleri
anne-babalar, oldukça tedirgindiler.
Acaba çocuklar huzursuzluk ederler mi,
yiyecek-içecek isteyip çevreyi rahatsız
ederler mi, gibi düşünceler içindeydiler.
Çocuklarsa, yalnızca oyunu izlemeyi,
kendilerini kimsenin rahatsız etmemesini
istiyorlardı. Ara vermeden oynadığımız
için, oyunun sonuna doğru bazıları sıkıldı,
yoruldu, çişe gitmek filan istemeye
başladı. İçlerinden biri fazla
mızıklandığında, annesinin verdiği yanıtı
hiç unutamıyoruz: "Dur biraz canım,
sabret biraz, oyunu izlemek istiyorum."
İZLENİM
İçimizi ısıtan, umut veren bir şenlik:
2. BURSA ÇOCUK VE
GENÇLİK TİYATROLARI
FESTİVALİ
Nihal Kuyumcu
pe
cy
a
Çocuk tiyatromuz adına son zamanlarda
yaşadıklarımız içimizi ısıtıyor. Isıtmaya da
devam edecek galiba, çünkü; bu alanda bazı
kıpırdanmalar sevindirici gelişmelere tanık
oluyoruz. Önce Alaçatı Belediyesi
uluslararası bir çocuk tiyatroları festivali
düzenlemişti. Ege'de küçük bir kasabanın
çocukları bir hafta boyunca tiyatro
konuşmuşlardı. Dört ay sonra da Bursa'dan
haber geldi. 1-6 Kasım tarihleri arasında
Çocuk ve Gençlik tiyatroları festivalinin
ikincisini düzenliyorlardı. Çocuk tiyatrosu
adına sağlam bir yapı taşı oluşturabilecek
özellikteki bu organizasyona Bursa
Büyükşehir Belediyesi ile Bursa Kültür Sanat
ve Turizm Vakfı ve ASSITEJ ortaklaşa imza
attılar.
Festivali sağlam bir yapı taşı olarak
değerlendirmemizin nedeni festival kapsamı
içinde çocuk oyunlarının sergilenmesinin
yanı sıra çocuk tiyatrosu ile ilgilenen
akademisyenleri, çocuk oyunu yazarlarını,
çocuk tiyatrosu yönetmen ve oyuncularını
bir araya getirip, açık oturumlar, seminerler
ve tartışma programları düzenleyerek her
düzlemdeki katılımcının geldiklerinden daha
donanımlı olarak geri dönmelerini sağlamış
olması.
Ankara DTCF'den Prof. Dr. Nurhan
Karadağ'ın "Çocuk Tiyatrosunda Reji",
Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi'nden Prof. Dr. Sevinç Sokollu'nun
"Çocuk Tiyatrosunda Oyunculuk" ve 9 Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nden
Deniz Mutlu'nun "Çocuk Tiyatrosunda
Sahne Tasarımı" başlıklı konuşmaları, Murat
Karahüseyinoğlu'nun bir TV dizisi üzerinde
yaptığı uygulamalı çözümlemeler, oyunları
bilimsel bir açıdan görmek, değerlendirmek
gerekliliğini ve hiçbir şeyin raslantısal,
sezgisel olmadığını bir kez daha ortaya
koydu.
Programın en verimli bölümü ise gündüz
izlenen oyunlar üzerine akşam tüm
katılımcıların bir araya gelmesiyle açılan
heyecanlı tartışmalar. Zaman zaman
oyuncu, yönetmen ve akademisyenler
arasında tansiyon yükselmesine neden olsa
da bu toplantılardan herkesin birşeyler
öğrendiği bundan böyle bazı şeyleri daha
farklı biçimde değerlendirecekleri bir gerçek.
Eleştiri geleneği olmayan baskıcı OsmanlıIslam geleneği içinde yoğrulmuş bir
toplumun üyeleri olarak bazı aşırılıkları
yaşamamız ve taraflarca tartışmanın
dozunun kaçırılması doğaldır. Öte yandan
eleştirebilmek kadar o eleştiriyi kabul etmek,
onu üretici bir boyuta taşımak da ayrı bir
kültür sorunu. Eleştirinin olmadığı yerde
gelişmeden, yenilikten ve yaratıcılıktan söz
edilemez. Eğer Türkiye'de çocuk
tiyatrosunun daha iyi bir yerlerde olmasını
istiyorsak nesnel eleştirilere hiçbir art niyet
aramadan önyargısız yaklaşarak onu en iyi
biçimde değerlendirmemiz gerekir. Türkiye
gibi doğru dürüst eleştiri geleneği olmayan
bir ülkede çocuk tiyatrosu ile çeşitli
biçimlerde ilişkisi olan insanların bir araya
gelmelerini ve eleştiri yapmalarını büyük bir
fırsat olarak değerlendirmek Türkiye'de
çocuk tiyatrosunu bir adım daha ileri
götürecektir. 1935'den beri çocuklar için
perde açılan bir ülkede "Benim oyunum en
iyisi, metni Amerika'da ödül almış",
"oyuncularıma hiçbir şey diyemezsiniz",
"burada oturmuş, tırnaklarınızla bizleri
parçalamak için bekliyorsunuz" ya da
"tiyatro yapmayan insanların acımasızca
tiyatroyu eleştirmelerine dayanamıyorum"
gibi eleştiriye kapalı önyargılı yaklaşımlar
aslında dünyadaki benzerlerinden sadece
15-20 yıl sonra başlamış olan çocuk
tiyatromuzun bugünkü halini çok güzel
açıklıyor.
Bütün bu çalışmaların sonunda çocuk
tiyatromuzda iyi nitelikli çocuk oyunu
metinlerinin olmadığı, bu alandaki kaynak
yetersizliği nedeniyle çalışmaların biraz el
a
temel sorunlardan sadece bir bölümü idi.
Sanatsal kaygıların önplana çıkarılması,
öğretmek yerine sanat aracılığıyla birşeyler
göstermek bu alandaki sorunları bir ölçüde
azaltacaktır. Öte yandan çocuğun
tiyatroya eğlenmek için gittiği, ancak; bu
eğlencenin sınırlarını belirlemek, sirk ya da
lunapark eğlencesine dönüşmesini
engellemek gerektiği, toplantılarda sık sık
dile getirildi.
Sergilenen oyunlara gelince... Oyunların
tümünün belli bir değerlendirmeden
geçtiği ve içlerinde belli bir niteliği
yakalayan grupların davet edildiği açıktı.
Küçük mekânlarda oynamaya alışkın
gruplar için yedi yüz kişilik bir salonda
oynamak büyük bir sıkıntı yaratsa da
onlara bu alanda yeni deneyimler
kazandırdığı bir gerçek. Oyunlar sevgi,
dostluk, paylaşım, savaşın anlamsızlığı gibi
konuları içeriyordu ve ortak sorun yine
metinlerin yetersizliği idi.
Dekor-kostüm konusunda iyi niyetli bir
çabanın varlığı yadsınamasa da genelde
düşünce bütünlüğü açısından yeterli
değildi. Oyunculuk açısından ise genelde
sorun olmaması, çocuklar için gerektiği
biçimde canlı hareketli bir oyunculuğun
sergilenmesi galiba bu işi yapanların çocuk
tiyatrosuna gönül verdiklerinin bir kanıtı.
pe
cy
yordamıyla yürütüldüğü, çeşitli kaygılarla
oyunların hedef yaş grubu belirlenmeden
oluşturulduğu ve buna bağlı olarak bir çok
temel sorunun yaşandığı ortaya çıktı.
"Türkiye'de çocuk tiyatrosu geleneği var
mı?" gibi bir soruya bir akşam
toplantısında uzun süre yanıt arandı.
Gelenek mi, birikim mi gibi kavramlar
üzerinde duruldu ama soruya net bir yanıt
bulunamadı.
Prof. Dr. Sevinç Sokollu'nun sık sık
vurguladığı Moses Goldberg'in sözleri
çocuk tiyatromuzdaki temel bir sonunu
açıklıyordu. "Okul beyinleri, tiyatro
yürekleri eğitir." Oysa çocuk tiyatromuzu
çoğu kişinin bir okul gibi gördüğü,
birşeyler öğretme çabası içinde, yürekten
çok beyne seslenmeye çalıştıkları
görülüyordu. Ani değişimler, inandırıcı
olmayan savaşımlar, çekişmeler çocukları
kolaycılığa yönlendiren, oyunun bütününe
yedirilmeyen en sondaki slogan cümleler
Oyun sonlarında çocuklarla yapılan
söyleşilerin amacı, oyunların çocuklarla ne
kadar buluştuğunu ortaya çıkarmaktı. Bu
alanda ayrıntılı ve ciddi bir ön hazırlık
yapmak gerektiği, çocukları sorularla
yönlendirmek yerine (hiç de kolay
olmayan) anahtar cümleler bularak soruları
oluşturmak gerektiği anlaşıldı.
Değerlendirme toplantısında da dile
getirildiği gibi çocuklar arasında oturan
izleme komiteleri aracılığıyla, oyun anında
alınan notlarla, çocukların o oyun hakkında
düşüncelerini, verilen iletinin ne kadar
salona geçtiğinin daha sağlıklı biçimde
saptanabileceği anlaşıldı. Ayrıca gelecek
yıllarda oyun gruplarının hedef yaş grubu
belirlemeleri ve bunu bildirmeleri,
seyircilerin ona göre oluşturulması gibi
önemli bir konu dilek olarak gündeme
geldi. Böylece festival düzenleyicileri
okullara yapılan davetlerde yaş grubu
tercihini belirtecek, belki de ilk kez
Türkiye'de çocuk oyunları hedef kitlesi ile
buluşarak sergilenecek.
Tayyare Kültür Merkezi'nde yapılan açık
oturumun özellikle edebiyat
öğretmenlerinden, okul müdürleri ve sınıf
öğretmenlerinden ilgi görmesi, katılanlara
yöneltilen bilinçli sorular, yine çocuk
tiyatrosu için fazla büyük olan bir salon ve
iki balkonunda bulunan yedi yüz koltuğa
karşın ilgiyle seyredilen oyunlar, kapıdan
ağlayarak dönen çocuklar Bursa'da bu
konuda bir birikimin, bir seyirci gizli
gücünün oluştuğu müjdesini veriyordu.
Herşeye karşın çocuk tiyatrosu yapan, ister
ödenekli ister özel tiyatrolar olsun hepsinin
büyük bir özveriyle, büyük zorluklarla
çalıştıkları, herşeyden önce bu işe gönül
verdikleri için orada oldukları anlaşılıyordu.
Dileriz onlar yorulmadan, bu işten
vazgeçmeden birşeyler yoluna girer, çocuk
tiyatromuz daha iyi bir yerlere gelir.
Bursa Kültür ve Sanat Turizm Vakfı'nı,
Bursa Büyükşehir Belediyesini ve onlarla
işbirliği yapan ASSITEJ'İ bu güzel
etkinlikleri için kutluyor, emeği geçen
herkese çocuklarımız adına, çocuk
tiyatromuz adına teşekkür ediyoruz
ELEŞTİRİ
BİR TİYATRO ŞÖLENİ
"ART"
Ali H. Neyzi
Gariptir. Gençliğimde, hani kırk yıl kadar
önce, Fransa'nın birçok yazarı hemen ingiliz
ya da Amerikan tiyatrosuna aktarılırdı.
Girardoux, Anouille, J.P. Sartre hemen akla
gelen birkaç isim . Nedense Paris son yıllarda
tiyatro dalında pek bir atılım yapmamıştı, işte
Reza bu durumu birden değiştirdi. ART hem
Londra hem de New York'ta (ve bu arada hiç
aşağı kalmayan bir başşehir olan) İstanbul'da
oynamakta ve alkışlanmakta.
Üç yakışıklı, üç büyük usta, ağızlarından her
çıkan izleyicinin kulağında yer ediyor. Sabun
köpüğü gibi, hani bir atasözü vardır, "dil
üstünde kaydırmaca" diye sona erer. Öylesine
bir oyun. Bu ustaların elinde ve dilinde
"Sanat" tam bir tiyatro şöleni.
Çeviriyi ve yönetmenliği Tiyatro İstanbul'un
kurucusu Gencay Gürün üstlenmiş. Gencay
Hanım'm bu girişimi izleyicinin akıcı bir dil ve
kıvrak bir gösteri ile karşılaşacağının kanıtıdır.
pe
cy
a
Tiyatro sözcüğünü başlıkta özenle kullandım.
Son yıllarda, özellikle Batı'da "Gösteri" deyimi
giderek öne çıkar oldu. Tiyatro, gösterinin
içinde hep var ama her gösteri mutlaka
tiyatro olamıyor. Benim tiyatro anlayışım
aktör ve sözden geçiyor. Gölge oyunları
bende tiyatro etkisi yaratmıyor, işte burada
sözünü ettiğim "SANAT" ya da "ART" oyunu
tam anlamı ile bir tiyatro şöleni, izlenmesine
doyum olmuyor.
Tanrının bir cilvesi. Üçünün de adı "C" harfi
ile başlıyor. Abc sırası ile Can, Cihan ve
Cüneyt. Soyadlarında ise sıra değişiyor.
Gürzap, Türel ve Ünal. Adlar ve soyadları beni
neden böylesine uğraştırıyor derseniz,
nedeni açık. Bu üç ustayı izlemek öylesine bir
şölen ki, ne sahnenin beyazını, ne yazarın
dilini (ya da çevirmenin) düşünmez oldum.
Oyuncu usta olunca, dili kadar eli de, gözü
de oynuyor, konuşuyor. Yinelemem gerek. 6
Kasım 1997 gecesi Tiyatro İstanbul'da
izlediğim "ART" adlı oyun benim için tam bir
seyir şöleni oldu. Aynı oyunu Londra'da
görmüştüm. Orada da ünlü ve usta oyuncular
vardı. Ama Tiyatro İstanbul'un gösterisi
Londra'dakilerden çok daha üstündü. Acaba
daha iyi arıtılmış ya da "rafine" sözcüğü, ne
demek istediğimi yeterince belirliyor mu?
Şimdi biraz da oyunun diğer ayrıntılarına
geçelim. Yasmina Reza, duyduğum kadarı ile,
Fransa'da eğitim görmüş Iran asıllı bir yazar.
"Art" oyunu birden başarı kazandı ve hemen
başka dillere çevrildi.
Nilgün Gürkan'ın beyaz üzerine beyaz dekoru
oyuna pek uygun. Ancak bu kadarla
kalmamam gerek. Usta oyunculara giydirdiği
kostümler de doğrusu oyunun kalitesine pek
çok şey katıyor.
Ali Taygun, ışık tasarımını, Aytekin Seday da
efektleri düzenlemiş. Hepsi yerinde ve
oyunun akışına uygun.
Bir konuya daha değinmem gerek. "ART"
oyununu ilk okuduğumda (Fransızcam çok
zayıf) daha derinliği olan bir yazar ile
karşılaştığımı zan etmiştim. Ancak Londra ve
İstanbul gösterileri bana diyalog yazmada
usta ama daha çok güncel ve ticari tiyatroya
kaçan bir yazar ile karşılaştığım kanısını verdi.
Nitekim Yasmina Reza'nın ikinci bir oyunu da
başarı ile oynamakta.
İtiraf etmeliyim. Tiyatro İstanbul ve yöneticisi
Gencay Hanım'ın asıl başarısı bu üç Usta'yı bir
araya getirmekte olmuş.
İstanbullu tiyatroseverlere hakiki bir şölen
sunan Tiyatro İstanbul'a teşekkür etmemiz
gerek
cy
a
pe
İZLENİM
AVRUPA TİYATROSU
VAR MI?
Emre
Festivalde izlenen prodüksiyonlar 1996 yılında Belçika
(Antwerp) ve Hollanda (Amsterdam) da eleştirmenler
tarafından beğenilen ve yılın en iyileri arasına giren
oyunlardı. Aynı zamanda da destek almayı (bu destek bazen
mekân sağlıyor, bazen de para olarak veriliyor) hak etmiş
deneysel çalışmaları ve genç yönetmenlerin gösterilerini de
görme fırsatımız oldu. Bu seçilmiş eserler hakkında genel
fikrimi söylecek olursam; ilk olarak Hollanda'da bir tiyatro
geleneğinden hatta deneysel çalışmalara doymuş, yerleşik
tiyatro anlayışını yeterince etkilemiş ve sivri çizgileri içine
almış bir tiyatrodan bahsedebilirim. Ancak Hollanda'daki
görsel sanatların ivmesini daha iyi bilen eleştirmenlerden de
öğrendiğim kadarıyla 1960-70'lerde deneysel tiyatroda
yaşanılan patlama, 80'li yıllarda genel anlamda tüm tiyatroyu
olumlu bir yönde desteklemişken şu anda böyle bir
canlılıktan sözetmek, mümkün değil, izlediğim oyunların
çoğunda sağlam bir reji, güçlü tek başına var olan ve aynı
zamanda oyuna yorum adına hizmet eden dekor ve kostüm
çalışmaları, zaten ayrı bir uzmanlık dalı olan oyun
müziklerindeki etkileyici besteler, doğal oyunculuk vardı...
Tüm bunlar yerli yerinde ve sağlam bir altyapı olarak ister
istemez dikkat çekiyorlar. Saydıklarımın ötesinde "işte
geleceğin tiyatrosu bu" diyeceğiniz, izlerken kafanızın
karışacağı bir çarpıcılık göremedim. Ancak bu, günümüzde
tüm dünyada geçerli olan bir sonuç. Genel olarak dünyada
ses getiren ve uluslararası platformda tiyatro dünyasında
rüzgâr estiren yönetmen ve oyunlar 1970-80'lerde çıkış
yapmış ve neredeyse artık çizgileri yeterince bilinen birkaç
insandan ibaret.
pe
cy
a
Hollanda Tiyatro Enstitüsü'nün düzenlediği Tiyatro
Festivali'nin davetlisi olarak Eylül ayı içinde
Amsterdam'daydım. Enstitü hakkında biraz bilgi vermek
istiyorum. Amsterdam'ın merkezinde Tiyatro Müzesi olarak
adı geçen dört katlı bir binaya yerleşmiş devlet destekli bir
kuruluş. Hollanda'nın son 50 yılında yapılan bütün gösteriler
hakkında video band kaydını orada elinizin altında
bulabilirsiniz. Oyun yazarları hakkında istediğiniz kadar bilgi,
yazdıkları oyunların ingilizce, Almanca ve Fransızca
sinopsisleri, bazı oyunların çevirilerini kolayca elde etmek
mümkün. Bu üç dil dışında farklı dillere çevirmek isteyenler
için de inanılmaz imkânlar... Her dilde bültenler, araştırma
yapmak isteyenler için tiyatro tarihiyle ilgili orjinal
dokümanlar ve diğerleri. Farklı departmanlar şeklinde
çalışıyorlar. Çocuk tiyatrosu, dramatik tiyatro, dans tiyatrosu,
mim tiyatrosu gibi bölümlerden istediğiniz bilgiye
ulaşabiliyorsunuz.
Koyuncuoğlu
Festival konukları ise oldukça karışık bir birleşimden
oluşuyordu diyebilirim. Gelecek yıl Zürich'de yapılacak olan
"Theatre of Nations" (Ulusların Tiyatroları) buluşmasına oyun
seçen, biri Alman biri isveçli iki konuk, Montreal'in ve aynı
zamanda Kanada'nın önemli tiyatro festivallerinden Theatres
des Ameriques'in yönetmeni, Paris'teki Theatre Journal'dan
ve aynı zamanda Oregon Üniversitesi tiyatro bölümünde
hocalık yapan bir tiyatro yazarı, Berlin Volksbühne'den
Matthias Pees, Romanya'dan United'de yazan bir eleştirmen,
Prag Tiyatro Enstitüsü'nden Monika Loderova, Litvanya'daki
Magnus Üniversitesi'nden bir eğitmen, Prag Mezinardoni
Festivali'nden bir yetkili, Polonyalı bir eleştirmen Andrey
Zurowski, Fransa'nın alternatif tiyatro dergilerinden UBU'nun
yazarı Chantal Boiron, Bonn Bienali'nden Hannah Hurzig ve
Türkiye'den ben festivalin davetlilerini oluşturuyorduk. Bu
grup her gün sabahtan buluşup, bir önceki gün izlenen oyun
hakkında tartışıyorlar aynı zamanda akşam izlenecek oyunun
metni hakkında bilgilendiriliyorlar ve ayrıca izlenen oyunların
yönetmenleri ya da farklı tiyatro çevreleriyle buluşmaları
düzenleniyordu.
Yine de oyunlarda dikkatimi çeken bazı özelliklere değinmek
istiyorum, ilk olarak mekân kullanımından ve bu anlamda
derinlik ve perspektif yaratma arayışlarının altını çizmek
gerekiyor. Belçikalı yazar Lars Noren'in bir televizyon dizisi
olarak yazdığı daha sonra Karst Woudstra tarafından
oyunlaştırılan "En Soort Hades"de ("Bir Çeşit
Hades/Cehennem" diye çevirebildiğim) izleyici belki 50
metrelik bir koridora boylamasına yerleştirilmişti.
pe
cy
a
Mezbahada sahnelenen, Goethe'nin "Torquato Tasso" sundan bir görüntü
pistine dönüştürülmüştü. Çocuklar bir yandan kendi
aralarında, bir yandan da seyirciye oynuyorlardı. Metnin
hepsini anlamasam da Almanca'nın yardımıyla ve daha sonra
yapılan bazı açıklamalarla çocukların alt kültüre ait olduklarını
ve aralarındaki ilişkiyi sahneye bire bir aktardıklarını fark
ettim... Genelde çocukların dans ettiği müzik ise techno'ydu.
Buna da aslında şaşırmamak gerek belki de. Çocukların
çizdiği tabloya sosyolojik bir açıdan bakılacak olursa; Avrupa
gençliğinin geleceği için pek olumlu bir sonuç çıkarmak
mümkün değil. Hatta oldukça hüzünlü. Yüksek volümlü
müziğin eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen çocuklar, izleyeni de
keyiflendirirken, bir yandan da çocuklardaki çaresizliği su
yüzüne çıkarıyordu. Benim için çok etkileyici bir gösteriydi.
Festival sırasında yapılan etkinliklerden oldukça ilgimi çeken
"Avrupa'nın Birleşmesi Teatral Dil ve Teatral Üslupta
Kutuplaşmalara mı Dönüşecek" başlığını taşıyan
sempozyumdu. "Avrupalı mıyız? Avrupalı olacak mıyız?"
tartışmaları ülkemizde başka bir alanda sürüp gide dursun,
Avrupalı olanların "Avrupalılığı" tartışmaları gerçekten benim
için ilginç oldu. "Birleşmek ya da savaşmak... Eğer, birleşirsek
savaşırız"a dönüşmemesi için ne yapabiliriz sorularını
soruyorlar. Avrupa'da coğrafi sınırlar kalksa da kültürel
farklılıklar nasıl korunmalı üzerine ciddi bir tartışma
yaşanıyor. Ancak bu tartışmaların en ilginç yanı ise,
tiyatronun sözelliğiyle ilgili takıldıkları nokta. Oyunlar kendi
dillerinde mi oynanmalı yoksa, evrensel bir dil haline gelen
ingilizce mi? Pek çoğunun İngilizce'nin evrensel bir dil
olmasından yana sıkıntıları yok. Hatta bazıları oyunların
ingilizce oynanmasından yana. Ancak, "hangi dil kullanılsın"
tartışması o kadar uzun sürüyor ki, sanki tiyatronun kendine
has iletişim kurduğu kendi dili yerine konuşma dili üzerine bir
tartışmaya dönüşüyor, sempozyum. Alman bir hanım
eleştirmen bu yıl bu tema üzerine çok fazla tartışıldığını,
Avrupa'da hangi sanat etkinliğine gitse işin içinden çıkılmaz
duruma geldiğini söylüyor. Biraz şaşırıyorum. Türkiye'de
bizim bunlardan haberimiz yok. Biz Avrupalı olmayı hep ticari
açıdan düşündüğümüzden bizim için kültür alanında böyle
bir hassasiyet şimdilik uzak görünüyor. Zaten Avrupalı bizi
böyle bir tartışmaya uzak buluyor. "Türkiye'de Avrupa
Birliğine Girersek Tiyatromuz Nasıl Etkilenir?" gibi bir başlık
üzerine bir sempozyum düzenlemek komik olur herhalde...
Ama neden olmasın? Konuşmayı genelde Fransızlar,
ingilizler, Hollandalılar, Almanlar, isviçreliler, Polonyalılar gibi
kuzey ve orta Avrupa ülkelerinin uzmanları hararetli biçimde
izliyor. Romanyalı, Bulgar, Litvanyalı ve Türk olan ben için
tartışmalar biraz absürd. Bir ara sempozyumu yöneten
Festivalin yönetmeni Arthur Sonnen bana bir soru yöneltiyor:
"Avrupa'nın doğu sınırından bir konuğumuz var, o bu soruna
nasıl bakıyor acaba?" diye bütün bu konuşulanlara yorum
getirmemi istiyor. Şu anda Türkiye'de bir kültür savaşı
verildiğinden ve Avrupa Birliği'ne girmemizi bırakın ticari, asıl
kültürel alanda çok işimize yarayacağından mı bahsetsem
diye düşünüyorum. Vaz geçiyorum. Konuşmama kendimi
tanıtarak başlıyorum. Coğrafik açıdan Avrupalı olduğumu
çünkü Avrupa'da doğduğumu, ancak doğu gelenekleri ve
kültürüyle yetiştiğimi, bir yandan da Avrupalı okullarda
eğitildiğimi anlatıyorum. Bu tür bir geçmişin bana çok farklı
pe
cy
a
Oturduğunuz yerle orantılı olarak (genelde oyuncuları
diagonal bir açıdan izleyerek) sağ ve sol taraflara doğru
derinlik, dik olarak baktığınız da ise sıkışmışlık hissi elde
ediyordunuz. Oyun 28 oyuncu tarafından dört saat boyunca
hiç durmaksızın oynanıyordu (Yarım saatlik bir ara dışında).
Sahne olarak düzenlenmiş koridor bir hastane gibi
kurgulanmıştı. Bekleyen hastalar, yataklarında örgü ören
kadınlar, acıdan ağlayan, hastalığını yeni öğrenmişliğinin
eforisini yaşayanlar, ziyarete gelmiş tedirgin insanlar...
Genelde hiçbir duygu yansıtmamaya dikkat eden
hastabakıcılar. Doktor ortada yoktu. Oyun çok gerçekçi bir
düzlemde başlıyor, hastanenin tek bir gününü andıran bir
gelişim sonunda aynı çizgide bitiyordu... Oyuncular tek bir
saniye bile oyundan kopmadan dört saat boyunca sundukları
karakterler içinde bir gelişim kaydediyorlardı. Öğrendiğim
kadarıyla; oyundaki dekor ve kostümde, ayrıca oyunculukta
var olan bu birebir gerçeklik eleştirmenler tarafından oldukça
tartışılmış. Neredeyse gerçek hayattan bir kesit gibi izlenen
oyunda bana kalırsa oldukça güçlü bir oyunculuk vardı. En
azından şunu söyleyebilirim ki; oyunculuk kurnazlıklarına yer
vermemek, atmosferi bu kadar alçakgönüllü bir oyunculukla
yaratmak, bir izleyen olarak beni çok etkiledi. Karakterler,
Hollanda'nın çeşitli kesimlerini temsil ediyordu. Yani,
(sahnede yaratılan bizde olmayan bir sosyal devlet hastanesi
olduğu için) zengin ve fakir, köylü kentli bir arada aynı korku
ve endişeyi paylaşırken yer alıyorlardı. Oyun bir yandan da
Hollanda'nın, orada yaşayan her kesimden insanının
panaroması sayılabilir. En ilginç yanı da Bosna Hersekli, iranlı
ve Türk göçmenlerin de bir Hollandalı olarak oyunda yer
almaları. Bu oyunu sahneye koyan Toneelgroep'ın festivalde
iki oyunu daha yer alıyordu. Yine mekân ve oyunculuk adına,
ikisi de birbirinden ilginçti. Hollanda devleti ve Amsterdam
kenti tarafından desteklenen bu tiyatro grubunun çalışmaları
oldukça kaliteli, sağlam ve başarılı bir çizgisi olan oyunlar
olarak göze çarpıyorlar.
Mekân kullanma adına dikkati çeken bir diğer grup ise, J.W.
Goethe'nin "Torguato Tasso"sunu eski bir mezbaha olan
ancak şimdi kültür merkezine çevrilen bir mekânda
sahneleyen Theater Kikker'di. Bu grup dört dramaturg ve
dört oyuncudan oluşuyor. Oyunu arka arkaya açılan kapıların
önünde inanılmaz bir derinlik ve perspektif yaratarak
oynadılar.
Bir oyun izlemeye Belçika'ya gittik. Bunu yazarken bile
kendimi komik hissediyorum. Avrupa'da sınırlar kalkıyor.
Şehirlerarası yol gider gibi Belçika'ya geçtik. Antwerp'te bir
kültür merkezinde çocuklar için hazırlanmış ve sokaktan
gelen tiyatro yapmaya istekli çocuklarla kotarılmış bir oyun
izledim. Belçikalı bir koreograf olan ancak eğitildiği anlamda
danstan keyif almayan Alain Platel'in yazıp, yönettiği oyunun
ismi "Bernadatje"ydi. Küçük çocukların çalışması yasak
olduğundan sürekli değişen bir ekiple çalışan yönetmenin
aslında tek yaptığı şey; giriş çıkışların ve akışın koreografisini
yapmak ve çocuklara kendi hayatlarını oynatmak. Ancak tüm
oyunu etkileyen ve gösteriye büyük bir değişim getiren bir
özelliği de var bu oyunun; mekân düzenleme biçimi. Sahne
tümüyle lunaparklarda görebileceğimiz bir çarpışan arabalar
56
a
Tek başına performanslar yapan, Desiree Delauney'in koreografisini ve uygulamasını yaptığı "Zero" adlı gösteriden bir sahne.
Kısıca, Hollanda'da yapılan deneysel çalışmalardan da
bahsetmek istiyorum. Öncelikle bu ülkede biraz dikkat çekici
birkaç iş yaptıysanız, desteklenmemeniz mümkün değil.
Hollanda'lı bir tiyatro eğitmenine laf arasında, "Dekora,
kostüme, tiyatro salonlarına baktığımda tüm bunlar için
oldukça yüklü paralar harcandığını fark etmemek mümkün
değil. Neden biraz daha az şaaşalı ve belki daha ucuza mal
edilecek şeyler yapmayı denemiyorlar?" gibi biraz abes, biraz
da fakir bir ülkeden gelen bir şaşkına ait olabilecek bir soru
sordum. O da bana "Yokluk sanatçıyı kamçılar gibi
palavraların çok saçma olduğunu ve sanat üretiminin paraya
ihtiyacı olduğunu" söyledi. Ben de bu yokluk ve kamçılama
yalanına bizim gibi ülkelerin ister istemez inanmak zorunda
olduğunu ona anlatmak bile istemedim.
pe
cy
r algı biçimi getirdiğinden bahsediyorum. Batının ve bir
ilamda doğunun düşünce ve yaşam biçimini anlayabildiğimi
bununla bağlantılı olarak bir evvelki gece izlediğimiz
yunla ilgili bir örnek vermek istediğimi söylüyorum. Oyun,
et Zuidelijk Toneel'in "De Onbeminden" adlı gösterisi,
yunda eşini kaybetmiş bir baba, iki kızı ve kızlarının ikisinin
aşık olduğu genç bir adam arasındaki ilişki anlatılıyor,
yun dekoru ise, yalnızca halı. Tüm mekân; duvarlar, yerler
an halısıyla kaplanmış. Avrupalı için bu halı dekoru; ev,
egzotik, zengin göstergelerini işaret ediyor. Bana ise; ilk
aktığım anda kapalı çarşıyı anımsattı. Benim için göstergeler
şunlar; saatlerce ucuza kapatmak için pazarlık ettiğin yer,
da yörük çadırı yani göçebelik. Eğer halılar sırf yere
erilmiş olsaydı tabii başka göndermeleri olurdu. Böyle bir
nekten yola çıkarak Avrupa'da bu oyun nereye giderse
gitsin, Hollanda'da oynandığında ürettiği anlamların
gılanacağını, ancak Türkiye'ye veya daha doğuya
dildiğinde ise bu anlamların değişeceğinden bahsettim,
ani bu tiyatro Avrupa için yapılan bir tiyatroydu ve bana
öre Avrupa tiyatrosu denen bu olgu zaten vardı. Benim bu
konuşmamın hemen ardından Romen eleştirmen Avrupalı
emenin belli güçlerin tiyatrosu demek olduğunu aynı şekilde
Romanya'nın da bu "Avrupa" kavramı içine oturmadığını
öyledi. Kanada'lı bir konuk da "egemen dilin tiyatrosu ve
gemen kültürün tiyatrosu ve diğerleri" diye bir ayrımın
duğundan, tiyatronun çocuklara seslenmesi için bilgisayar
çizgifilm sektörünün dilinden konuşması gerektiğinden, bu
edenle ister istemez artık evrensel değerler ve biçemlerin
arlığından bahsetmek gerektiğini dile getirdi. Bu dili
addeden tiyatronun "otantik" ya da "yöresel" olacağını da
özlerine ekleyerek konuyu kapatmış oldu... Yani biz Avrupalı
eğiliz...
Genç yönetmenlerin deneysel çalışmalarına ev sahipliği yapan
bir "boş mekân tiyatrosunda" beş ayrı çalışma izledim.
Bunlardan en hoşu Belçikalı bir koreograf olan ve Fransa'da
yaşayan Jeome Bel'in "Shirtologie" adlı gösterisiydi. Farklı
renk ve farklı yazı, numara taşıyan tişörtleri giyen genç
çocukları sahnede yerleştirme biçimiyle bir kurgu yaratan Bel,
oldukça yaratıcı, keyifli bir eser üretirken aynı zamanda da
teatral açıdan kendi özgün dilini oluşturmuştu. Bir başka
gösteri, "Vampirella" bir kadın talk show'cu ve bir kadın DJ'in
çizgi roman kahramanından yola çıkarak yaptıkları bir
gösteriydi. Lesbiyen olan bu çift aynı zamanda bu anlamda
gösterileriyle politik bir mesaj vermeyi de amaçlıyorlardı.
Fransız bir dansçı olan Desiree de Launey'in tek kişilik dans ve
sohbet gösterisi ise belki biraz sıradan ancak samimi bir
çalışmaydı
57
İNCELEME
TİYATRODA
KÜLTÜRLERARASI ETKİLEŞİM
Zehra İ p ş i r o ğ l u
ALMAN-TÜRK DİYALOĞU
Almanya gibi gelişmiş bir tüketim toplumu ile Türkiye gibi
gelişmekte olan bir toplum arasında genelinde sanat, özelinde
tiyatro alanında yapıcı bir diyalogun gelişmesi düşünülebilir mi?
Düşünülebilirse nasıl? Tıkanıklıklar ya da engeller var mı? Varsa
bunlar neler ve nasıl aşılabilir? Şimdiye değin bu alanda neler
yapıldı ya da yapılmadı? Bundan sonra neler yapılabilir?
İncelememde bu noktaları ana çizgileriyle açıklarken, tiyatroda
diyalogu çeşitli açılardan ele alacağım.
Günümüzde P. Handke'den G. Tabori'ye, Achternbusch'dan Th.
Bernhard'a değin Alman diliyle yazan çeşitli tiyatro yazarlarının
yapıtlarının yanı sıra araştırma ve inceleme kitapları da çevrilip
yayımlanıyor. Çevirmenlerden Aziz Çalışlar, Yılmaz Onay ve
Ahmet Cemal bu alanda öncülük yapıyorlar. Örneğin, B. Brecht'
Berliner Ensemble'deki çalışmalarını belgeleyen "Tiyatro
Çalışması", M. Kesting'in "Epik Tiyatro" adlı yapıtı, Peter Stein'ın
tiyatrosu Berlin Schaubühne'deki çalışmalar vb.'nin Türkçe'ye
çevrilmesi, tiyatromuza büyük bir kazanım sağlıyor. Ayrıca Alma
diliyle yazılan tiyatroyu inceleyen yayınlar da çıkıyor. Melahat
Özgü'nün, Özdemir Nutku'nun, Ayşin Candan'ın çalışmalarında
Alman tiyatrosuna yer veren yayınları bunlardan bazıları. Benim
kendi çalışmalarımda da Alman tiyatrosu önemli bir yer tutuyor.
Söz gelimi Brecht sonrası Alman tiyatrosunu incelediğim ve Türk
tiyatrosuna olan etkilerini araştırdığım "Tiyatroda Devrim",
Almanya'daki sahnelemelerden çeşitli güncel örnekleri içeren
"Tiyatroda Yeni Arayışlar" ve "Tiyatroda
Düşünsellik-Dramaturgiye Giriş" kitaplarım bunlardan bazıları.
cy
a
1- Tiyatro kuramı açısından. Bu, oyun yazarlığı ve oyun çevirisi,
dramaturgi ve tiyatro eleştirisi gibi alanları içeriyor.
2- Sahne yönetmenliği ve oyunculuğu gözönünde tutarak
uygulama açısından.
3- Eğitim açısından. Bu alan da hem tiyatro eğitimini hem de
eğitimde tiyatroyu, yani eğitimde tiyatrodan nasıl
yararlanılabileceği sorununu içeriyor.
Türk halk tiyatrosu geleneğine de yeni bir gözle bakılıyor. Böylece
epik tiyatroyla geleneksel halk tiyatrosunu bütünleştiren özgün
oyunlar yazılıyor. Haldun Taner'in yapıtlarını buna örnek olarak
gösterebiliriz. Bu yıllarda belgesel tiyatro da önem kazanıyor. M
Enzensberger, Kipphardt ve P. Weiss'ırî oyunları çevriliyor. Yerli
oyun yazarları da sosyal sorunlara eleştirel bir yaklaşım getiren
belgesel oyunlara yöneliyorlar.
pe
Ancak önce önemle altını çizmemde yarar var: Yapıcı bir
diyalogun oluşmasının temel koşulu, her iki tarafın da hem
birbirine karşılıklı saygı ve anlayışla yaklaşabilmesi ve birbirinden
öğrenmeye hazır olması, hem de özeleştirel bir yaklaşımla kendi
sorunlarının ve engellerinin bilincinde olabilmesi. Kendini üstün
görme ve beğenmişlik ya da kendini olduğundan başka türlü
göstermeye çalışma, yani aşağılık kompleksi, diyalogun oluşmasını
daha ilk anda engelleyen temel etkenler. Bu nedenle de Almanya
ve Türkiye gerçeğini dile getiren gelişmiş-gelişmekte olan
karşıtlığı kesinlikle ast-üst karşıtlığı olarak anlaşılmamalı.
1- Tiyatro kuramı
Oyun yazarlığı ve oyun çeviri: Önce konuya Türkiye açısından
yaklaşarak geçmişe kısaca bir göz atalım. Cumhuriyet döneminde
1930'larda Alman klasikleri Türkçe'ye çevrilmeye başlıyor.
Goethe'den, Schiller'den Hauptmann'a, Büchner'e değin çeşitli
yazarların başyapıtları yayımlanıyor. Goethe'nin 100. yıldönümü
dolayısıyla İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda "Stella" sahnelendiğinde,
Almanlar bundan öylesine etkileniyorlar ki, oyunun yönetmeni
Muhsin Ertuğrul'a ve çevirmeni Seniha Bedri Göknil'e Goethe
Madalyası veriliyor.
Alman tiyatrosuyla ilişkide 60'lı yılları bir dönüm noktası olarak
görebiliriz. Bu yıllarda toplumsal sorunlara duyulan ilgiyle birlikte
Brecht ve epik tiyatro anlayışı dünyamıza giriyor. Brecht'in
tiyatromuza etkisi büyük olmuştur. Çünkü altmışlara değin daha
çok dramatik bir anlayış egemen. Brecht'in yapıtlarının Türkçe'ye
çevrilip oynanmaya başlanmasıyla birlikte, çağdaş tiyatro
anlayışının ilk adımı atılıyor. Ve bu anlayış bir kez uyandıktan
sonra, o zamana değin pek önemsenmemiş, geri plana itilmiş
Dramaturgi ve tiyatro eleştirisi: Tüm bu çalışmalar tiyatroda
düşünsel temellerin atılması açısından önemli adımlar. Özellikle
dramaturgi ve tiyatro eleştirmenliği alanındaki büyük eksikler ve
boşluklar, çeviri ve araştırma çalışmalarının hızlandırılmasıyla
büyük ölçüde giderilebilir. Bu alanların da Goethe Enstitüsü,
Körber Vakfı, DAAD gibi Alman kuruluşlarının yanı sıra,
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dramaturgi ve Tiyatro
Eleştirmenliği Bölümü vb. gibi tiyatromuza yön verebilecek olan
çeşitli kuruluşların desteğiyle ortak seminerlerin, workshopların
vb. düzenlenmesi, kendini yetiştirmek isteyenlerin yurtdışına
gönderilmeleri, burslar ve özendirici ödüller verilmesi vb.
etkinliklerin de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Konuya Almanya açısından yaklaşacak olursak, kuşkusuz ki
koşullar oldukça farklı. Köklü bir geçmişi olan Alman tiyatrosunu
Türk tiyatrosundan alabileceği, Türk tiyatrosunun kazanımına
oranla kıyaslanamayacak denli kısıtlı. Bu nedenle de Almanya'da
yapıcı bir diyalogun kurulması doğrultusunda bir arayıştan söz
edilimez. Tersine, ilgisizlik ve umursamazlık şaşırtıcı boyutlarda.
a
pe
cy
Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi
59
Oysa günümüzde Almanya'da bir oyun yazarı bunalımı olduğunu
gözönünde tutacak olursak, bizim yazarlarımızın oyunlarından en
ilgi görebilecek olanların keşfedilmesi, yapıtlarının Almanca'ya
çevrilip sahnelenmesi orası için de büyük bir kazanç olabilir. Bu
bağlamda bir süredir üzerinde çalıştığım bir projeye, Almanya'daki
tiyatrolara sunulmak üzere Türk oyun yazarlarının yapıtlarını çeşitli
örneklerle tanıtan bir katalogun yayımlanması ve bu çalışmaya
bağlı olarak bir antolojinin hazırlanması projesine, henüz mali bir
destek bulamadığımı vurgulamak isterim. Alman kuruluşlarının
ilgisizliği, "biz Alman Tiyatrosu'nun Türkiye'de yaygınlaştırılmasını
destekleriz, tersini değil" görüşü, bence öteden beri tek yönlü bir
biçimde süregelen katı "kültür ihracatı" anlayışının etkisini
gösteriyor. (Oysa şu an Türkiye'de çağdaş Alman yazarlarının
oyunlarını içeren bir antoloji projesini destekleyebilecek en az üç
yayınevi bulabilirim.)
Türkiye ile kurulabilecek kültürel ilişkiler, örneğin Alman
yönetmenlerin Türkiye'de oyun sahneleyerek yeni deneyimler
kazanmaları, Alman tiyatrolarına en iyi oyuncularımızın ya da
yönetmenlerimizin konuk olarak çağrılmaları, kültürlerarası
etkileşimi geliştirebilecek ortak projeler, genç sanatçılara yönelik
ortak seminer, workshop vb. programlar öyle sanıyorum ki,
günümüzde özellikle izleyici açısından bunalımlar yaşayan Alman
tiyatrosuna da yeni kazanımlar sağlayabilir.
3- Eğitim
Tiyatro eğitimi: Bugün gerek konservatuarlarda, gerek
üniversitelerde sürdürülen tiyatro eğitiminin yeterli olmadığı açık.
Bu Türkiye'nin genel eğitim sorunlarının bir uzantısı olarak
değerlendirilebilir. Eğitimdeki tıkanmalar ister istemez sanat
eğitimini de etkiliyor. Bu açıdan Almanya ile sürdürülebilecek
sistemli bir tiyatro eğitim politikası, sanatçıların yabancı dil
öğrenmeleri, bursla dışarıya gönderilmeleri, Almanya'dan
uzmanların çağırılması vb. etkinlikler önem kazanıyor. Ancak
böylesi bir yaklaşım, gerçek bir ilgi, merak ve öğrenme duygusun'
içeriyor. Bizim neyimiz eksik ki ya da, biz bize yeteriz düşüncesiniı
bir şey kazandırabileceğini düşünmüyorum.
a
Diyalogda önemli olan siz - biz değil, birbirimize ne katacağımız.
İletişimin üretici sonuçlara yol açabilmesi. Yukarda sözünü ettiğim
proje örneği çalışmaların yanı sıra Türkçe'den Almanca'ya çeviri
yapanların da desteklenmesi, çeviri ve araştırma ödüllerinin
verilmesi hem Alman, hem de Türk kuruluşlarını yakından
ilgilendiren konular. Bugün Türkiye'de Achternbusch, Tabori gibi
en yeni yazarların yapıtları çevriliyor ve okuyucusunu bulabiliyor
ama Almanya'da kimsenin ne Haldun Taner'den, ne de Murathan
Mungan'dan haberi var. Alman tiyatrolarında Alman ve yabancı
yazarlardan oynanan çağdaş oyunlara baktığımda, bunun
gerçekten bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.
yönetmenlerle olan ilişkileri, kendi tiyatroları açısından da bir
kazanım olarak gören Theater an der Ruhr'un diyaloga açık olan
yaklaşımının olumlu bir istisna olduğu söylenebilir. Almanya'daki
çeşitli Türk tiyatro gruplarının göçmen işçi kültürünün sınırlarını
aşamamaları bunun en belirgin göstergesi değil mi? Bu sadece
bu grupların yetersizliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa Almanya'da
yabancılara karşı sürdürülen ayırımcı bir kültür politikasının da
bunda payı var mı? Mehmet Ulusoy gibi, Genco Erkal gibi
Fransa'da çalışmalar yapan uluslararası düzeydeki sanatçıların
Almanya'da tanınmaması şaşırtıcı değil mi?
cy
2. Uygulama
Sahneleme ve oyunculuk: Gene geçmişe dönelim. Türk
tiyatrosunun kuruluşunda Alman tiyatrocularının payı çok büyük.
Özellikle 1936'da Türkiye'ye gelerek savaş sonrasına değin kalan
Cari Ebert'in bu alandaki çalışmaları yol açıcı oluyor. Ebert, Max
Reinhardt anlayışı doğrultusunda bir oyuncu kuşağının yetişmesini
sağlıyor ve onun katkıları sonucu 1949'da Devlet Tiyatrosu
kuruluyor.
pe
Altmışlı yıllarda epik tiyatro, belgesel tiyatro gibi o dönemin
tiyatrosunu belirleyen toplumsal ağırlıklı oyunların tiyatromuza
girmesiyle Brecht'in, P. Weiss'ın, Enzensberger'in, Kipphardt'ın,
Piscator'un oyunları art arda sahneleniyor. Zeliha Berksoy gibi
Almanya'da Brecht'in Tiyatrosu Berliner Ensemble'de öğrenim
gören sanatçılarımız dramatik tiyatro anlayışını kıran bir anlayışı,
epik oyunculuğu yerleştirmeye çalışıyorlar, bu alanda İstanbul'da
Genco Erkal'ın yönetimindeki Dostlar Tiyatrosu'nun, Ankara'da
Rutkay Aziz'in başı çektiği Ankara Sanat Tiyatrosu'nun çalışmaları
yol açıcı oluyor.
Seksenli yılların sonuna doğru Roberto Ciulli'nin yönetimindeki
Theater an der Ruhr ile kurulan yapıcı ilişki, topluluğun Türkiye'ye
yaptığı turneler ve kurduğu ilişkiler, Müge Gürman gibi genç
sanatçılarla birlikte yapılan ortak çalışmalar, tiyatroda diyalogu
canlandırıyor. Sahneleme ve oyunculuk anlayışının ön planda
olduğu, oyun metninin ikinci plana geçtiği ya da metnin sadece
yönetmenin ve oyuncuların yaratıcılıklarını geliştirebilecekleri bir
esin kaynağı olarak kullanıldığı bir anlayış tiyatromuza yepyeni bir
boyut getiriyor. Yönetmenin tiyatrosu, oyuncunun tiyatrosu,
tiyatroda deneysellik, tiyatroda alımlama gibi kavramlar tartışılıyor.
Yıllar yılı sürdürülen dramatik tiyatro ve altmışlı yıllardan bu yana
moda olan epik tiyatro anlayışının sınırları kırılıyor, yeni arayışlar
başlıyor. Bugün Türkiye'de, Öteki Tiyatro başlığı altında
çalışmalarını sürdüren çeşitli deneysel topluluklar bu arayışı
gündeme getiriyor.
Konuya Almanya açısından baktığımızda, Türk oyuncular ve
60
Eğitimde Tiyatro: Ankara'da Alman Kültür Merkezi'nin desteğiyle
Prof. Dr. inci San ve Tamer Levent'in öncülüğünde bir süredir
sürdürülen eğitimde tiyatro ya da yaratıcı drama çalışmalarında,
gene Alman tiyatro eğitimi uzmanlarının payı çok büyük. Berlin
Güzel Sanatlar Akademisi'nde çalışan Prof. Dr. Nickel'in Ankara v
istanbul'da yaptığı vvorkshoplar bu çalışmaların başlangıcını
oluşturuyor. Okullara tiyatro hizmeti nasıl götürülebilir, tiyatroda
eğitimde nasıl yararlanılabilir vb. sorunların tartışıldığı ve çalışma
programlarının düzenlendiği etkinlikler yapıcı bir işbirliğini
gösteriyor.
istanbul'da ÇYDD'nin kentin kenar semtlerindeki okullara yaratıcı
eğitim doğrultusunda hizmet götürme kapsamında düzenlenen
çeşitli kurs ve seminerler eğitimde tiyatro çalışmalarına yeni bir
boyut getiriyor. Yöneticisi olduğum I.Ü. Dramaturgi ve Tiyatro
Eleştirmenliği Bölümü'nün iki yıldır Kasımpaşa ve Cihangir'de
sürdürdüğü çalışmalarda, gene Alman uzmanların payı var.
Örneğin bu tür çalışmaları proje taslağı kapsamında gündeme
getirerek çalışmaların ilk adımını atan çocuk yazını ve tiyatrosu
uzmanı Prof. Dr. Dahrendorf'un desteği büyük oldu.
Konuya gene Almanya açısından bakacak olursak, önemli bir
nokta üzerinde durmamız gerekir. Almanya'da yeni kuşağı
tiyatroya kazandırmak amacıyla sistemli bir biçimde sürdürülen
eğitimde tiyatro çalışmaları çok önemli bir rol oynuyor. O kadar ki
hemen hemen her tiyatronun tiyatroyla okullar arasındaki
işbirliğini sağlayan kadrolu bir tiyatro eğitimi uzmanı var. Bu tür
çalışmalarda medya ve komputer kültürüyle yetişen bir gençliğin
tiyatroya ilgisizliğini aşma kaygısı ağır basıyor, oysa bizde durum
çok ama çok farklı. Otoriter bir eğitim sisteminin altında ezilen
çocuklar için eğitimde tiyatro çalışmaları neredeyse varoluşsal bir
önem kazanıyor. Üniversitelerin ya da sivil kitle örgütlerinin
a
Zeliha Berksoy, Brecht'in "Sophokles'in Antigone"sinde...
2. Ayrılıklar. Almanya'nın köklü, Türkiye'nin kısa bir tiyatro geçmişi
olması, Almanya'da bir üstünlük, "biz bu sorunları çoktan aştık"
gibi bir izlenim yaratmamalı. Alman tiyatrosunun bugün varmış
olduğu nokta, olumlu ve olumsuz yanlarıyla nesnel bir biçimde
değerlendirildiğinde, böyle bir izlenimin ne denli yersiz olduğu
ortaya çıkacaktır. Örneğin gerek dramaturgi, gerek tiyatro
eleştirisi alanında yıllaryılı öncülük yapan Almanya'da bugün
çözülmelerin başgöstermesi, tiyatronun medyayla sürekli bir
rekabet içinde bir eğlence aracına dönüşmesi, müzikallerin
yeniden rağbet kazanması, Doğu'daki tiyatroların, örneğin
Brecht'in tiyatrosu Berliner Ensemble'in kimliğini bütünüyle
yitirmesi, tiyatroların sadece ayrıcalıklı dar bir burjuva kesimine
seslenmeleri vb. gelişmeler çok iç açıcı değil. Soruna bu açıdan
bakıldığında çok gelişmiş bir toplumun, gelişmekte olan bir
toplumdan öğrenebileceği ve esinlenebileceği çok şey olduğunu
görüyoruz.
pe
cy
yönetiminde hiçbir maddi destek olmaksızın binbir güçlük ve
özveriyle sürdürülebilen bu tür programlara gösterilen ilgi
inanılmaz yoğunlukta. Bu nedenle Türk ve Alman tiyatro
eğitimcilerini bir araya getiren programlar ve karşılıklı düşünce ve
deneyim alışverişi, yalnız Türk değil Alman eğitimcilerin de
yepyeni bakış açıları elde etmelerini ve yeni deneyimler
kazanmalarını sağlayabilir. Ayrıca Almanya'daki Türk çocuklarına
yönelik ortak programların hazırlanması, okullararası değiş tokuş
programların düzenlemesi vb. etkinlikler, gerek Almanya'daki,
gerek Türkiye'deki okulları da saran köktendinci eğilimlerin
azalmasına yol açabileceği gibi, Almanya'da giderek yoğunlaşan
yabancı düşmanlığı, ırkçılık vb. gibi sorunların da çözümünde
yardımcı olabilir. Soruna eğitim politikası açısından baktığımda
eğitimde tiyatro alanındaki kültürel ilişkilerin henüz çok yetersiz
olduğunu düşünüyorum.
Değerlendirme ve sonuç: Ana çizgileriyle vermeye çalıştığım
olguları ve sorunları toparlayacak olursak, şöyle bir sonuç çıkıyor
ortaya: iki ülke arasında diyalogdan söz etmeye pek olanak yok.
Ancak tek yönlü bir etkiden, Alman tiyatrosunun Türk tiyatrosu
üzerindeki etkilerinden söz edilebilir. İki toplumun yapısı ve
sorunları faklı olduğuna göre bunun zaman içinde değiş;mesi ve
yeni bir boyut kazanması mümkün mü? Belki. Ama bunun için
temel sorunların ve engellerin bilincinde olmak gerekiyor. Bunu
kısaca belirtmeye çalışacağım:
1. Günümüzde tüm farklılıklara karşın her iki toplumu da yakından
ilgilendiren ortak sorunlar var. Bunların en başında demokrasi
karşıtı akımların, köktendincilik, şovenizm, neonazi eğilimlerin
giderek artması geliyor. Genç kuşağın bu eğilimlere kapılması nasıl
engellenebilir? Eğitimde tiyatro çalışmalarının ve çocuklar ve
gençler için yapılan tiyatronun bu tür ideolojik akımlara karşı
direnebilmesi mümkün mü? Özellikle eğitimde tiyatro alanında
geliştirilebilecek ortak çalışmaların önemi tiyatroyu bugün seçkin
bir kesimin ilgi alanı olmaktan çıkarıyor ve ona toplumsal ve politik
bir sorumluluk ve ileti yüklüyor.
3. Almanya'nın Türkiye'yi tek yönlü bir bakışla insan hakları ve
göçmen işçi sorunları çerçevesi içinde tanıması diyalogu
engelleyen önemli bir etken. O kadar ki Almanya'da Türk
tiyatrosundan sözettiğinizde, akla ilk gelen sadece kendi içine
kapalı küçük gruplardan oluşan göçmen işçi tiyatroları. Türkiye'de
çok renkli bir kültür ve sanat ortamının olduğu pek bilinmiyor...
4. Türk tiyatrosu eksiklerinin bilincinde olmalı ve bunları aşabilmek
için, bilinçli bir kültür politikası izleyebilmeli. Almanya ile ilişkiler
açısından şimdiye değin yapılan azımsanamayacak denli çok,
ancak gene de yeterli değil. Toplumumuzun bir çok alanında
olduğu gibi, tiyatroda da etkisini gösteren özeleştiri yoksunluğu ve
aşağılık duygusu aşılması gereken büyük engelleri oluşturuyorlar.
Diyalogun ilk adımı özeleştiriyse, ikinci adımı da kuşkusuz eleştiri.
Türk tiyatrosuyla uğraşanların hem kendi eksiklerinin ve
engellerinin bilincinde olmaları, hem de Almanya'daki gelişmeleri
de eleştirel bir açıdan izleyip değerlendirebilmeleri gerekiyor.
Ancak böylesi bilinçli bir yaklaşım sonucu sağlıklı bir diyaloğun
kurulması düşünülebilir
61
İNCELEME
YÜZLER
VE MASKELER
Haluk
Şevket
tanısını (Dinamik tiyatro) tanımının var edeceği (insan
Oyuncu)yla değiştirmesi ve sıradanlığın sıra dışına dönüşmesi
biçiminde de değerlendirebiliriz...
Elbette insan varlığının ve onun yarattığı dramatik sanatların
vazgeçilmez temel öğesi, sözlü dili yaratan sözcüklerdir. Ne var
ki, bu sözcüklerin içerdiği anlam birimleri, yapısında taşıdığı
birbirlerinden değişik anlamlar üreten bir iletişimler ağı çıkarır
karşımıza. Böylece ses birimlerinin oluşturduğu sözcüklerden,
sözcüklerin oluşturduğu anlamlardan, bu anlamların
oluşturduğu gizemli yaşam biçimlerinden dopdolu bir orkestra
çıkar karşımıza...
a
Günümüzün tiyatro sanatı, yüzyıllardır üzerine sarılmış
dramatik kisvenin kemikleşmiş sıkıntısından kendisini henüz
kurtaramamıştır. Ne var ki, artık çağımız hızlı bir değişim
çağıdır ve tiyatro sanatı yaşamı salt sahne üzerine aktarmanın
getirmiş olduğu salon ve seyir rehavetinden kurtulup tiyatro
sanatını insan-bilimsel bir yörüngeye oturtmak zorundadır.
Ataseven
cy
İnsanı insanlaştıran başta şiir sanatı olmak üzere, müzik,
roman, hikâye, mimari gibi sanatlar, tiyatronun dramatik
yapılanma açısından eskimekte olan görüntüsünden birer birer
uzaklaşmışlardır.
pe
Geleneksel tiyatronun algılama, hız, özümleme ve anlamlama
açısından görkemli bir hediye paketi olarak sunduğu
görüntüler, psikolojik tiyatronun (Paketlenmiş Oyuncu)
görüntüleridir. Bu görüntüler, önce yazara, sonra yönetmene,
en sonra da oyuncuya şans tanır. Oysa sanatsal bütün
yükümlülükleri varlığında taşıyan kişi oyuncudur, oyuncunun
yalnızca aktarmacı olarak bırakılan kimliğidir.
Oysa çağdaş oyuncu, kendisine yüklenen bu aktarmacı
kimliğinin dışında kendisine yeni bir kimlik aramaktadır.
Kuşkusuz bu kimliği ona dram sanatlarının yeni biçim ve estetik
anlayışı verecektir. Çünkü oyuncu, önce çağını yaşayan bir kişi
olarak, kolunun birini yaşadığı çağın değişimlerine uzatmış,
diğer kolunu ise psikolojik tiyatronun kısıtlanmış dünyasına
takılıp kalmıştır...
Elbette oyuncuyu bu ikilemden kurtaracak olan çok yönlü bir
eğitim anlayışıdır. Oysa henüz böylesine bir eğitim anlayışının
kendine özgü bir felsefesi yoktur, bu nedenle bir çalışma
yöntemi, bir çalışma disiplini yoktur. Genelde oyuncunun
başarısı da, başarısızlığı da bir rastlantıdır...
Eğitsel çizgide yaşamı dramatik bir şölen olarak ele alacak
olursak, şölenlerin en önemli işlevlerinin, şölen dizgelerinin
birbirleriyle yer değiştirmeleri ve sürekli anlam üretmeleri
olduğunu görürüz... Bu bir süreç içinde değişim ve dönüşüm
sorunudur. Ancak statik bir düzlemde değil, dinamik bir
düzlemde gerçekleşebilecek bir olgudur.
Bu olguyu statik tiyatronun taşıyıp getirdiği (Oyuncu İnsan)
62
Bu özü yakalayıp ortaya çıkaracak olan oyuncudur. Statik değil,
dinamik oyuncudur. Eğer bir oyuncuda bu yetiler gelişmemişse,
o sözcükler de, o sözcüklerin yarattığı anlamlar dünyası da
kendikendinden kopmuş bir "hiç'liğe dönüşürler.
Bu hiç'lik gösterim alanını daraltır, ses birimlerini başı boş
bırakır, oyuncuyu parçalayıp ezen bir gösteri haline geliverir.
Bir oyun erinin başarısı ya da başarısızlığı, bir oyun yazarıyla,
oyunu yönlendiren yönetmenle kuruduğu olumlu ya da
olumsuz beraberlikte değil, bence, önce varlığımızı sonra da
beden dilimizi yönlendiren, kurgulayan (Beş Duyu)muzda
aranmalıdır.
Tiyatro laboratuvarında yaptığımız alan çalışmaları sırasında,
özellikle genç oyuncu adaylarının duyularını kullanmakta zorluk
çektiklerini ya da hiç kullanmadıklarını gözlemliyorum.
Bu genç yüzler, doğanın kendilerine vermiş olduğu (Beş
Duyu)yu yaşama açmaktan, onların aracılığıyla yaşamı
yorumlamaktan neredeyse korkuyorlar. Bu korkunun değişken
dizgeleri, bu dizgelerin altında yatan değişken ve kültürel
birikimler, genç oyuncuları bir çözümsüzlüğün girdabına doğru
itiyor, tiyatronun artık günümüzde insanbilimsel bir uğraş
olduğu gerçeğinden onları gitgide uzaklaştırıyor...
İnsan varlığının yaşam boyu sürecek inişli yokuşlu macerasına
canlılık veren, onu diğer canlılardan bütünüyle ayıran, düşünsel
donanımı zenginleştiren, korku yüklü trajik yapısını bütünleyen
(duyu)larıdır... Duyularsa, insan denen dinamik oluşa yön
a
pe
cy
verecek dramatik bir yapılanmadır.
sağlar. Bu dengenin bozulduğu anda ise "Ağzımızın tadı
kaçar..."
insan yüzü, simetrik bir gösterim alanıdır. Bu alanda birbirleriyle
çatışan ve bu çatışmada rol alan beş duyudan dördü, (Görme,
işitme, koklama ve tatma) evrensel olanı yakalama, evrenseli
bireysel kılma ve bireyselin toplumsalı var etmesi gibi ,
doğuştan varlığında taşıdığı çok yönlü, çok boyutlu işlevlerle
yüklüdür.
Yüzümüzde bulunan bu dört duyunun dışında beşinci
duyumuz olan, dokunma duyumuz ise ellerimizdir.
Eller genelde kollarımızın tutsağıdır. Kollarımız ise düşüncemizin
tutsağı... Yüzümüzdeki dört duyu organımız, dış dünya ile olan
bağlantısı sonucu, düşüncemizden neyin ne kadar ya da neyin
nasıl olmasını isterse, düşünmemiz onların bu isteklerini
ellerimize yansıtır.
Bu dört duyudan uzak, onlardan başka bir dizgenin öğesi olan,
yeri gelince güdümünde hareket eden bir düşünce cambazıdır.
Ne var ki, duyuların kendilerine özgü etik ve estetik
yapılanmaları, bu yapılanmaların hemen ertesinde çıkan
çatışmalar, ellerimizi boşluğa sürgün etmiştir. Boşlukta anlam
arayan ve anlam üreten tek dokunma duyumuz ellerimizdir.
Ayrıca eller, insanların konuşma gereksinimine olanak tanıyan,
konuşma dilinin bir anlamda yaratıcısıdır. Bu yaratıcılığın
değerlendirilmesini konuşma dilimiz üstlenmiş ve beş duyu
üzerine söylenmiş deyimleri çok anlamlı kalıplarda saklanmıştır.
Bunlardan bazılarını hatırlatmakta yarar var.
Görme duyusu üzerine: "Göz görür, gönül katlanır".
işitme duyusu üzerine: "Yerin kulağı vardır".
Dokunma duyusu üzerine: "Bir elin nesi var, iki elin sesi var".
Koklama duyusu üzerine: "Burnu büyük adam".
Tatma duyusu üzerine: "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır".
Bu örneklerde de belirtildiği gibi, beş duyunun anlam üreten
konuşma diliyle olan bağlantısını, doğanın dış güçleriyle
parçalanan insanı, yeni bir denge durumuna getirecek olan bu
gibi soyutlamalarda aramalıdır.
Bir duygu ve düşünme varlığı olan insan, ancak düşüncenin
duyguya, duygunun düşünceye dönüşmesiyle sınırlı bir yaşam
hakkına sahiptir. Yaşamının her evresinde insan, bu sınırlamayı
parçalayıp atmak ister. Ama çoğunda bu zoru parçalayamaz...
cy
a
Ellerimiz bir anlamda düşüncemizin aynasıdır. Ne var ki bu
ayna, düşüncemizin isteklerini yansıtırken onu tek boyutlu
değil, değişik boyutlardan ve kanallardan meydana gelen bir
tartışma ve çatışma alanına çeker. Bu alan her insana özgü el
becerilerinin sergilendiği dramatik bir alandır. Tek amacı ise,
insan varlığını bir uyum ve denge durumuna getirmek ve onun
bütünlüğünü sağlamaktır. Çünkü yaşam bir bütünlenme
sürecidir.
Görülüyor ki yüzümüzde buluşan bu dört duyu organı, bu
organların meydana getirmiş olduğu tartışma ve çatışma alanı,
dramatik sanatların yapısal özelliklerine göre hareket eden,
evrensel bir gösterimin başoyuncularıdır.
pe
Yüzümüzün simetrik bir gösterim alanı olduğunu söylemiştik...
Bu alanda rol alan ve birbirleriyle çatışan, yüzümüzde zaman
zaman yoksulluk çeken, zaman zaman saltanat süren dört
duyu organımız nasıl bir doğasal özelliklerle donanmıştır. Ünlü
ressam Paul Kle, "Gözün biri görür, diğeri duygulanır" der.
Bence de yüzümüzdeki dört duyu organının dramatik çatışması
başlar ve süreç içinde düşüncemizle tartışarak yaşamın
diyalektiğini yaratır.
Gözler, dış dünyamızda gördüklerini bilincimize, görmediklerini
ise düşlerimize bırakır. Sanırım düşle gerçeğin kesiştiği nokta
burada başlar. Düşle gerçeğin bu birlikteliği ise her insanda
değişen bir görme biçimini gündeme getirir.
Kulaklarımız yaşamı yaşam kılan ritm duygumuzun vazgeçilmez
anahtarlarıdır. Biri ritmi yakalar, diğeri ritmin sese dönüşmesiyle
sesleri... Ve böylece ritimle sesin uzlaşması sağlanır... Ayrıca
biri, dış seslerin armonik düzeninden hareket eder, diğeri bu
armoniyi iç sese dönüştürerek, insandaki çokseslilik, bilineni
faaliyete geçirir...
Burnumuz gözün görme biçimlerine ve kulağın çok seslilik
bilincine hayat verecek olan soluk alıp vermenin
düzenleyicisidir. Kulağımız böylelikle gözün görme biçimini ve
kulağın çok seslilik bilincinin denetleyicisi ve ritmin ve ritmden
doğan sesin düzenli harekete geçirilmesinin vazgeçilmez
yönlendiricisidir. O, ritm, ses ve hareket öğelerinin eşgüdümsel
işleyişini yaşam sahnesine getiren hayat kanallarının
örgütleyicisidir...
Bir tatma organıdır dilimiz ve ağız boşluğumuzda dış dünyanın
yemek ve içmek üzere taşımış olduğu nesneleri biribirlerinden
farklı kılan tatlara ayırarak onlar arasında yaşamsal bir denge
64
Ve varlığımızın sır ortağı maskelere dönüş...
Neredeyse insanlığın yaşı kadar eski ve varlığımızdan söküp
atamayacağımız kadar da dişli olan maskeler, bence istekle zor
arasında bir denge öğesi olarak yaşamımıza girmiştir.
Tarihsel verilere göre ilk maskeler antik Yunan tiyatrosunda
görülür. Dionisos ayinlerinde çokluk kullanılmış, ama sanatsal
yaratıcısının Aiskalos olduğu kabul edilmiştir.
Her konuda olduğu gibi maskelerin de temel işlevi toplumsaldır.
Toplumsallık insanın evrensel ve bireysel aşamalardan geçtikten
sonra, doğasal bir gereksinimin sonucunda oluşan vazgeçilmez
bir yaşam biçimidir...
İnsanın evrensel yapısı "Korku" kavramıyla iç içedir. Korku, tüm
doğa olaylarını içinde barındırır ve insanın fizik ve teknoloji
gelişiminin boyutları ne denli bilimsellikle donanırsa donansın,
korku kavramını yaşamamızdan söküp atmak olanaksızdır.
Maskelerin ilk sanatsal işlevleri tiyatro sanatı aracılığıyla
yaşamımızdaki yerini almıştır. Yüzümüzün fırtınalı yaşamında
saptamış olduğu ilk ve temel görüntü. Ağlamak ve gülmek
eylemidir. Yani Tragedya ve Komedya...
İlginçtir, ilktregedya maskelerinin sayısı altı iken, Komedya
maskelerinin sayısı kırk dördü buluyordu. Bu da gösteriyor ki
bizce bir savunma biçimi olan ağlamanın (Tragedya), korku
karşısında yetersizliği, bir saldırı biçimi olan gülmenin
(Komedya), çokluğu ile karşılanmaya çalışılıyordu. Bu nedenle
acıklı olan, gülünç olanın yan yana yer aldığı Groteks görüntü,
maskelerin sıklıkla kullanıldığı bir görüntü biçimi olmuştur...
bilindiği gibi doğu insanı, başta Japonlar ve Çinliler olmak üzere
- kadın olsun erkek olsun- yüzleri hemen hemen birbirlerinin
benzeridir... Onlar duyularıyla bozamadıkları bu benzerliği
maskeler aracılığıyla bozmak isterler. Maskelere sığınan bu
tekdüze yüzler, yine maskeler aracılığıyla bir anlamda çokluk ve
bütünlük kazanırlar... Ne var ki bu da zaman zaman varlıklarıyla
maskeler arasında bir yabancılaşmayı getirir...
Maskelerin işlevi, insan varlığının ruhsal bunalımlarında geçirdiği
çöküntünün, bir maskede toplanarak insan bedeninden
dışlanması ve insanın ruhsal bunalımlarından arınması şeklinde
de düşünülebilir. Nitekim ilk maskeler Antik çağlarda, büyü
törenlerinde ve dinsel tapınma törenlerinde totemciliğin ve
animizmin bir anlatımı ve uzantısı olarak kullanılmıştır.
Her ne durumda olursa olsun maskeler birer toplumsal simge,
insansal içeriği dışa yansıtan birer kimliktir.
Maskeler, toplumların kendi özgün kimliklerini yaratmalarına
olanak veren nesnelerdir. Maskeler, toplumsal olumsuzlukların
dışlanmasına ve toplumsallığın getirmiş olduğu ruhsal
bunalımların dış dünyaya atılmasına yardımcı olan özgün
göstergelerdir.
Gerçekten de toplumsal kirlenmenin getirdiği bunalımı ve onun
yüzlerimize yansıttığı yabansı kimliğini maskelere yükleyerek, bu
yabansı uygarlıktan kaçmak istiyoruz.
Dramatik sanatlar içinde, en önde gelen tiyatro sanatı, insanın
taşıdığı kendi yüzü ile, yüzüne taktığı maskeler arasında nasıl
bir çatışma ve nasıl bir uyum sağlayacak, bunu araştırmak ve
öğrenmek istiyoruz...
Bütün bunlar, nesneler dünyasına yeniden dönmemizi
gerektirecektir.
pe
cy
a
Maskelerin başlıbaşına önem kazandığı yerse doğulu
insanlardır, dolayısıyla (Kabuki) ve (No) gibi doğu tiyatrolarıdır...
Çoklukla kullanılan bu maskeler, doğulu insanın içe kapanık
karmaşık ruh hallerini dışa vuran en belirgin özelliklerini
içerirler... Kullandıkları maskelerle, dinsel tapınaklarında her biri
birer işaretleme olan maskeler, birbirlerini içererek onlara
yaşamsal bütünlük sağlar.
Bir varsayım da olsa şu yaklaşımı yazamadan edemeyeceğim,
Böylece kendi yüzünden kaçıp maskelerin arkasına sığınan
insan, evrensel korkularının bedelini maskelere ödetiyor
denilebilir.
Bu konuyu diğer bir yazımızda incelemeye çalışacağız..
tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra...
tiyatro kulübü
İNDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
Tel: (0216) 349 55 69
Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menüsü ile sabaha karşı
tadına doyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleriI.T.Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
Istinye Cad. No: 134 istinye—İst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-lst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No:15
Bahariye-lst.
Tel: (0216)418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
İndirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212)252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-lst.
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerinin kendine özgü
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Mah. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-lst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-lst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-lst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: C. tesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-lst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No:11
Beyoğlu-lst.
Tel: (0212)293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARİBALDİ
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-lst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-lst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgâr/arıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
İ
Harikulade ortam
ve manzara
Her gün canlı süper müzik
66
Receppaşa Cad. No: 15/B
Taksim-lst
Tel: (0212)235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla
unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde: biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-lst
Tel: (0212)233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-lst Tel: (0216) 411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-lst.
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo eşliğinde
yemek yemeniz ve eğlenmeniz
için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-lst.
Tel: (0212) 261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-lst
Tel: (0212) 268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
T O B A V
SERAGLİO BAR
Salacak Sahil Yolu No: 41
Üsküdar
Tel: (0216)341 04 03
334 40 46
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-lst
Tel: (0212)293 93 26
FLAMİNGO BAR-REST.
İndirim: %10
pe
cy
a
SANAT RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0212)244 13 09
Memnun kalan konuk her zaman
hatırlar, memnun kalmayan
konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
İndirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-lstanbul
Tel: (0212)258 79 24
Ortaköy'ûn ilklerinden. Meydanın
ve boğazın otantik atmosferinde
Türk mutfağının en güzel
örneklerini sunuyor. Üst katında
yer alan ODA "Kişiye Özel Salon"
ise her türlü grup
organizasyonları, seminer,
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-lst
Tel: (0212)283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alasıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-lst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
indirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-lst
DENİZ ÜRÜNLERİNDE
EN İYİSİ
Sahil Yolu No: 41 Üsküdar
(Kız Kulesi karşısı)
Tel: (0216) 341 04 03 - 334 40 46
S
T
A
N
B
U
L
Nefis Yemekler - Canlı Müzik
Sanatçıların ve sanatseverlerin buluştuğu yer.
Adres: Sıraselviler Cad. No: 47 Taksim Sahnesi Y a n ı Taksim-İst.
A L O T O B A V : (0212) 2 5 2 6 0 8 6
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
hafif müzik.
Çar, Cuma, C. tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
MOLIERA CAFE-BAR
İndirim: % 20
Lamartin cad. No: 23/1 Taksim
Tel: (0.212)256 92 80
PANEVİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
Tel: (0212) 248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not:: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No: 12 Kadıköy-lst
Tel: (0216)414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi
Tel: (0216) 321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212) 267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-lst
Tel: (0212) 254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16 K.
Bebek-lstTel:(0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANYT-R-M
İndirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-lst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
THE CHİNA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
indirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
indirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-lst
Tel: (0212) 250 62 63
pe
cy
a
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-ist
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler—İst Tel: (0212) 263
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China'larda sunulan
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LITTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-lstanbul
Tel: (0.212) 241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı-lstTel:244 39 55
Gün Batımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
DORMEN
TİYATROSU
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212) 299 00 54
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-lst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu,
seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 100'e yakın yemek
çeşidiyle hizmet vermektedir.
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-lstanbu
Tel: (0.212)249 22 18
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-lstanbul
Tel: (0.212)542 48 83
1997-1998 SEZONU
İZLEMEYENLERE
anlatma
anlatmak ya da
mak
"İşte bütün mesele bu"
Bu filmi görmüştüm
komedi 2 bölüm
Bir ay sonraki seçimlerden başka bir şey düşünmeyen (..I..) bir bakan {Haldun Dormen), son derece özel (..I..) bir görevle Fransa'ya
gelen Amerikalı bir Albay (Metin Serezli), onbeş gün sonra evlenecek olmasına rağmen evdeki sekreterle kaçamak yapmaktan
korkmayan (..I..) bakanın oğlu {Alper Düzen), babası ile oğlunu aynı zamanda idare edebilecek kadar becerikli (.1.) bir sekreter {Şebnem
Özinal), yirmi yıldır bakanla evlenmek için sabırla bekleyen sadık (..I..) nişanlı (Gülen Karaman) ve kovulduğu işine tekrar dönebilmek
için cansiparene (..I..) koşuşturan eşcinsel (Gürkan Uygun) bir gün içinde nasıl bu kadar içli dışlı (..I..) oldular şaşılacak şey...
Bricaireve Lasaygues yazdı, Gencay Gürün dilimize çevirdi. Dekorları Duygu Sağıroğlu, kostümleri Güler Yiğit gerçekleştirdi.
Yöneten ise Çetin Akçan.
Rezervasyon
için
0212
241
27
37'yi
aramanız yeterli
Ergenekon Caddesi No: 98 Pangaltı, İstanbul Tel: O 212 248 40 04 - 05 Faks: O 212 248 97 66
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-lstanbul
Tel: (0.216)391 18 80
• Dünya Swiss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Svviss Oteli Maçka
Maçka-lstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-lstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday İn Crown
Plaza Kitabevi
İndirim: %5
Holliday İn Oteli
Ataköy-lstanbul
Tel: (0.212) 559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yoiu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-istanbul
Tel: (0.216)442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-lstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-lstanbul
Tel: (0.216) 337 96 05
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212)293 19 09
ACHILL TURİZM SEYAHAT
ACENTASI
Tiyatro Kulübü üyelerine
indirim: % 5
Turizmde Yeni Bir Soluk
Ali Suavi Sk. No: 6/1
Kadıköy-lstanbul
Tel: 418 97 7 3 - 3 4 9 80 74
13-14 Aralık Batı Karadeniz;
Safranbolu, Amasra, Boğaz ve
Devrek gezisi,
19 Aralık Hz. Mevlana'yı
Anma; Galata, Yenikapı Fatih
Mevlehaneleri, sema gösterisi,
akşam yemeği ve Ahmet Özhan
konseri,
24 Aralık Noel Ayini; kilise
gezileri, akşam yemeği.
Yılbaşında Bodrum - Assos
TİYATROLAR
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu
Oğuzhan Cad. No:1 9 Fındıkzade
Tel: (0.212) 635 95 87
Bakırköy Belediye Tiyatrosu
Yunus Emre Kültür Merkezi
Tel: (0.212) 661 19 41
BKM Oyuncuları
Beşiktaş Kültür Merkezi
Hasfırın Sok. No: 75 Beşiktaş
Tel: (0.212) 260 11 56
Dormen Tiyatrosu
Ergerekon cad. No: 98 Pangaltı
Tel: (0.212) 241 27 37
Dostlar Tiyatrosu
Muammer karaca Tiyatrosu
Tel: (0.212)252 59 35
H. Çaman Yeditepe Oyuncuları
Teşvikiye Cad. No: 160
Tel: (0.212) 225 71 98
Kenter Tiyatrosu
Halaskargazi Cad. No: 35 Harbiye
Tel: (0.212) 246 35 89
Tiyatro Bakış
Efe Sanatevi, Bahçeler Sok.
No:20 Mecidiyeköy
Tel: (0.212)212 94 82
Tiyatro Günbay
Kocamustafapaşa Çevre
Tiyatrosu
Tel: (0.212) 585 59 35
Tiyatro İstanbul
İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi
Tiyatro Salonu - Balmumcu
Tel: (0.212) 275 21 10
Tiyatro Ti
Martı Sanat Evi Baro Han No:330
Beyoğlu
Tel: (0.212) 244 18 00
TiyatroKare
Abide-i Hürriyet Cad. No:227
Şişli
Tel: (0.212) 230 16 18
pe
cy
a
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-lst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-lstanbul
Tel: (0.216)347 49 63
DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ
• Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-lstanbul
Tel: (0.212)249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-lstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-lstanbul
Tel: (0.212)247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-lstanbu
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narlıbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-lstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
TİYATRO
. Atatürk'ü canlandıran, tiyatro sahnelerinin büyük ustası
Haluk Kurtoğlu,
diyebilirim ki hayatının oyununu oynuyor"
Erdoğan Sevgin
Sabah 14.11.1997
Nezihe Araz
Saat Dokuz Sıfır Beş
Yöneten: Hakan Altıner Müzik: Cem İdiz
Tiyatroom
Beşiktaş Kültür Merkezi
Tel: (0.212) 260 11 56
Yayla Sanat Merkezi
Maltepe Sahil Yolu, Süreyyapaşa
Tesisleri Maltepe
Tel: (0.216) 383 99 20-21
İST. DEVLET TİYATROLARI
AKM Büyük Salon
Tel: (0.212) 245 25 90
Azizi Nesin Sahnesi
Tel: (0.212) 245 25 90
AKM Oda TiyatrosuTel: (0.212)
245 25 90
Taksim Sahnesi
Tel: (0.212) 249 69 44
İST. BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARI
Harbiye M. Ertuğrul Sahnesi
Tel: (0.212) 240 77 20
Harbiye Cep Tiyatrosu
Tel: (0.212) 240 77 20
Fatih R. Nuri Sahnesi
Tel: (0.212) 526 53 80
Üsküdar M. Celal Sahnesi
Tel: (0.216) 333 03 97
Kadıköy H. Taner Sahnesi
Tel: (0.216) 349 04 63
Gaziosmanpaşa Sahnesi
Tel: (0.212) 578 60 67
BAKIŞ
ÇIPLAK
AYAK
KOMEDİ 2BÖLUM
NEILSIMON
Türkçesi: Betül Mardin Yön.: Göksel Kortay
G ö k s e l K o r t a y • A l p O y k e n • Ö z l e m Savaş • H a k a n G e r ç e k
EFE SANAT EVİ • Ortaklar cad. Bahçeler sok. No: 20 Mecidiyeköy • Tel: 212 94 82
68
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
tiyatro kulübü
T O B A V
İ S T A N B U L
Artık lokalimiz var.
TOBAV (Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı)'nın Taksim, Sıraselviler caddesinin girişinde faaliyetine devam
eden lokalini bizde kullanabileceğiz. Kendimize ait bir lokal oluşturana kadar bizlerin de kullanımına açılan TOBAV lokalini
günün her saati kullanabileceğiz. 21 Aralık pazar gününden başlamak üzere, her pazar 14.00'den sonra bizlerde orada
olacağız. Sohbetlerimizle, yeni önerilerinizi öğrenip, belki de kendi dertlerimizi anlatacağız. Konu ne olursa olsun, sizlerle
sıcak temas kuracağımız bu mekân Kulübümüzün daha da gelişmesine önemli bir katıkı sağlayacaktır.
TOBAV Lokali; minik, sıcak bir mekân, sıcak yemeklerin yanı sıra soğuk mezeler ve her türlü içkinin bulunduğu, fiyatların
çok uygun olmasına karşın Tiyatro Kulübü üyelerine ayrıca % 10 indirim de yapan bir yer.
TOBAV Lokali'nde perşembe, cuma ve cumartasi geceleri (22.30) canlı müzik var.
TOBAV Lokali bu yıl ilk defa yılbaşı özel gecesi de düzenliyor. Gecenin fiyatları çok uygun olduğu gibi, sanatçılar lokalinde
geçirilecek bir yılbaşının da ayrı bir keyfinin olacağını düşünüyoruz.
cy
a
Rezervasyonlar başlamış, bizden hatırlatması. (Tel: 252 60 86)
İSTANBUL
pe
TİYATRO
Yön.: Gencay Gürün Çev.: Cemil Büyükutku
4-5-6-7-25-26-27-28 Aralık
Yön.: Engin Gürmen Çev.: Gencay Gürün
27-18-19-20-21 Aralık
Yön.: Engin Gürmen Çev.: Gencay Gürün
11-12-13-14-18-19-20-21 Aralık
İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi
Tel: (0.212)275 21 10 • 213 10 76
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi
Tel: (0.212)275 21 10 • 213 10 76
Cumartesi
15.30 seansı indirimlidir.
Seanslar: Perşembe-Cuma 21.00 C.tesi 1 5.30-21.00 Pazar 15.30
Telefonla rezervasyon yaptırabilirsiniz.
69
İSTANBUL BÜYÜKSEHİR BELEDİYESİ
TARİH
SAAT
HARBİYE
M. ERTUĞRUL SAHNESİ
TEL: (0212) 240 77 20
FATİH
REŞAT NURİ SAHNESİ
TEL (0212) 526 53 80
ÜSKÜDAR
M. CELAL SAHNESİ
TEL (0216) 333 03 97
KADIKÖY
HALDUN TANER SAHNESİ
TEL: (0216) 333 03 97
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
GAZİOSMANPAŞA
SAHNESİ
TEL: (0212) 578 60 67
2 Aralık S. 20.30
3 Aralık
Çar.
Evlilik (Saat: 15.00-20.30)
15.00
G o d o t ' y u Beklerken
20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
4 A r a l ı k Pe 20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
G o d o t ' y u Beklerken (19.00)
Evlilik (Saat: 15.00)
5 A r a l ı k Cu 20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İbiş'İn Rüyası
Ahududu
G o d o t ' y u Beklerken (19.00)
Evlilik (Saat: 15.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Kafkas Tebeşir Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
Godot'yu Beklerken
20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
G o d o t ' y u Beklerken (19.00)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
6 Aralık
C.tesi
7 Aralık
Pazar
9 A r a l ı k S.
G o d o t ' y u Beklerken (19.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
15.00
Kafkas Tebeşir Dairesi
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İbiş'İn Rüyası
Ahududu
Godot'yu Beklerken
18.30
Kafkas T e b e ş i r D a i r e s i
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
İ b i ş ' i n Rüyası
Ahududu
Godot'yu Beklerken
Halay
Evlilik (Saat: 15.00-20.30)
20.30
15.00
Kafkas Tebeşir Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı
Huzur
Halay (19,00)
11 A r a l ı k Pe 20.30
Kafkas Tebeşir Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
Halay (19.00)
Evlilik (Saat: 15.00)
1 2 A r a l ı k C u 20.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
Halay (19.00)
Evlilik (Saat: 15.00)
11.00
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı
Kadınlar
Huzur
Halay
20.30
Kafkas Tebeşir Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
Halay (19.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n ( Ç . O )
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
Lüküs Hayat
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
Halay
18.30
Kafkas T e b e ş i r Dairesi
Lüküs Hayat (20.30)
Silvanlı K a d ı n l a r
Huzur
Halay
Çar
13 Aralık
C.tesi
14 Aralık
Pazar
1 5 A r a l ı k P t 18.00
16 A r a l ı k S. 20.30
Kadınlar
cy
a
10 Aralık
KÜLTÜR
ETKİNLİĞİ
Ayrılık (Saat: 15.00.20.30)
17 Aralık
15.00
i b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Çar.
20.30
İ b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
Kuyruklu Yıldız Allında (19.00)
18 A r a l ı k Pe 20.30
İbiş'İn Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
Kuyruklu Yıldız Altında (19.00)
Ayrılık (Saat: 15.00)
19 A r a l ı k Cu 20.30
İ b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
Kuyruklu Yıldız Alcında (19.00)
Ayrılık (Saat: 15.00)
C.tesi
21 Aralık
Pazar
22 Aralık P.
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n ( Ç . O )
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
İ b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
pe
20 Aralık
20.30
ibiş'in Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
Kuyruklu Yıldız Alcında (19.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
İ b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
18.30
İ b i ş ' i n Rüyası
Diğerlerinin Adı Ali
K o c a Sinan
Huzur
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
18.30
KÜLTÜR ETKİNLİĞİ
Ayrılık (Saat: 15.00-20.30)
2 3 A r a l ı k S . 20.30
24 Aralık
Çar.
15.00
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı
Kadınlar
20.30
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı K a d ı n l a r ( 1 9 . 0 0 )
25 Aralık Pe. 20.30
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı K a d ı n l a r ( 1 9 . 0 0 )
Ayrılık (Saat: 15.00)
26 A r a l ı k C. 20.30
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı K a d ı n l a r ( 1 9 . 0 0 )
Ayrılık (Saat: 15.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
20.30
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a K r a l l ı ğ ı m !
Silvanlı K a d ı n l a r ( 1 9 . 0 0 )
27 Aralık
C.tesi
28 Aralık
Pazar
Silvanlı
Kadınlar
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı K a d ı n l a r
18.30
Ahududu
K o c a Sinan
K u y r u k l u Yıldız A l t ı n d a
Bir A t a Krallığım!
Silvanlı K a d ı n l a r
20.30
Lüküs Hayat
Halay
Godot'yu Beklerken
Diğerlerinin Adı Ali
H u z u r (19.00)
11.00
Büsküvi A d a m (Ç.O)
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
3 0 A r a l ı k S . 20.30
2 O c a k C,
3 Ocak
C.tesi
4 Ocak
Pazar
Evlilik(Saat: 15.00-20.30)
15.00
Lüküs Hayat
Halay
Godot'yu Beklerken
Diğerlerinin Adı Ali
Huzur
20.30
Lüküs Hayat
Halay
Godot'yu Beklerken
Diğerlerinin Adı Ali
H u z u r (19.00)
11.00
Büsküvi A d a m ( Ç . O )
Krala O y u n (Ç.O)
Ne Hepsi Ne Hiçbiri (Ç.O)
Ah Karagöz Vah Karagöz (Ç.O)
Küçük Nasrettin (Ç.O)
15.00
Lüküs Hayat
Halay
Godot'yu Beklerken
Diğerlerinin Adı Ali
Huzur
20.30
Lüküs Hayat
Halay
G o d o t ' y u Beklerken
Diğerlerinin Adı Ali
T İ Y A T R O S E V E R L E R İ N
70
HARBİYE CEP
TİYATROSU
TEL: (0212) 240 77 20
G Ö S T E R M İ Ş
O L D U Ğ U
Y O Ğ U N
İ L G İ Y E
Evlilik(Saat: 15.00)
Huzur
T E Ş E K K Ü R
E D E R İ Z .
pe
cy
a
pe
cy
a