9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ

pe
cy
a
a
pe
cy
cy
pe
a
cy
pe
a
a
pe
cy
Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık
Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal
Demirkanlı Genel Yayın Yönet­
meni: Dikmen Gürün Uçarer
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Mustafa
Demirkanlı
Yayın
Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar: Memet Baydur,
Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu Yazı İşleri: Ilgın Sönmez,
MAYIS 97
SAYI 70
250.000.-
Nevra
Savcılıoğlu
Tiyatro
Kulübü
Sorumlusu:
Murat
Güler Redaksiyon: A. Nalân
Özübek Katkıda Bulunanlar:
Üstün Akmen, Pınar Besen,
Tuncer
Cücenoğlu,
Melisa
Gürpınar,
Nihal
Kuyumcu,
Handan Salta, Rengin Uz Grafik
Tasarım: Yeşim Demir Teknik
Müdür: Erkut Arıburnu Dizgi:
tiyatro
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
Nuray Lale Hukuk Danışmanı:
Fikret İlkiz Dağıtım: Ahmet
Ergin İdari Sekreter: Hülya
Özdemir Ofset Hazırlık: Tiyatro
Yapım
Baskı:
Stil Matbaası
Abone Bedeli: 3.000.000. Kurumlar
Abone
Bedeli:
3.500.000.- TL
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul
Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: (0.212) 252 94 14 Posta
Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248
Banka Hesap No: T. İş Bankası,
Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi
Bankası.Cihangir Şb. 1001388-8
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
İ
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 9
HABERLER/ S. 10
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 16
ULUSARARASI
İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
a
9.
A M A N KİMSELERE SÖZ VERMEYİN Emre Koyuncuoğlu/ S. 18
"ÇALIŞMALAR 1967-1995" -ROBERT WİLSON / S. 33
cy
"VÜCUDUM BENİM LABORATUARIM" Henryk Goldberg- Çev. Pıner Besen/ S. 35
KUVAYI MİLLİYE DESTANI Tuncer Cücenoğlu/ S. 36
YILDIZ KENTER YORUMU İLE MARİA CALLAS Rengin Uz/ S. 38
TİYATROMUZDA BİR RESİTAL Üstün Akmen/ S. 41
KADINLARLA, KADINLARDAN KONUŞALIM Nevra Savcılıoğlu/ S. 42
pe
ONLAR İÇİN ŞİMDİ "PARK YAPILMAZ" ZAMANI Ilgın sönmez/ S. 44
ÖYKÜLERLE YAŞAYAN BİR GRUP Ilgın Sönmez/ S. 48
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 34
LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 47
ŞEHİR TİYATROLARINDA BİR ŞENLİK Nihai Kuyumcu/ S. 50
7
ELEŞTİRİ: "GETTO" Handan Salta/ S. 52
a
ELEŞTİRİ: ÇİN SABAHTA'YI ELEŞTİRİRKEN Melisa Gürpınar/ S. 54
pe
cy
BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE / S. 57
TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA... / S. 63
EDİTÖRDEN
Dikmen Gürün
Önce yavaştan başlayan bir tempo,
dünya tiyatrosunun belli başlı
ardından çılgınca bir koşuşturma,
toplulukları. İngiliz Ulusal Kraliyet
açılan perdeler-kapanan perdeler ve
Tiyatrosu'ndan Milano'nun ünlü
fırtına gibi geçip giden günler.
Piccolo Tiyatrosu'na uzanan bir
yelpaze. Bu yelpazenin içine bir
yandan dans tiyatrosunun özgün iki
Bu yıl dokuzuncusu yapılacak olan
örneği girerken, öte yandan da
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali
Berliner Ensemble gibi kurumlaşmış
yine dünya tiyatrosunun ilgi çeken
bir tiyatro yerleşiyor. Sinema
çarpıcı örneklerini sergilerken
dünyasındaki başarılarını eski
ülkemizden de zengin bir yelpaze
mesleği tiyatroculuğa dönerek
sunuyor. Festivallerin amacı da zaten
geride bırakan Hanna Schygulla ise
izleyicisine böylesi bir çeşitlilik
özel gösterisiyle ayrı bir renk
a
Yeni bir festivalin daha eşiğindeyiz.
katacak.
sınaırlar içine sığmayan boyutlarını
9. Uluslararası İstanbul Tiyatro
yerli ve yabancı yapımlarla daha da
Festivali'ne.
cy
sunmak değil mi? Tiyatro sanatının
açmak, genişletmek. Düşünceyi
zorlamak, düşü zorlamak...
Geçen yılın en çok tartışılan
isimlerinden biri kuşkusuz Robert
Wilson'du. Bu yıl Wilson yine
Festivale proje bazında katılıyorlar.
İstanbul'da. "Çalışmalar
Bu yaklaşım hem Festivale yeni bir
1967-1995" onun tiyatrodan resme,
açılım kazandıracak hem de
enstelasyona uzanan çalışmalarını
sanıyorum ki toplulukları
dialarla sunacağı bir konferans ve
heyecanlandıracak. Festival için yeni
tartışma programı olacak.
pe
Bu yıl özel tiyatrolarımızın bir kısmı
bir oyun üretmek.... Önümüzdeki
yıllarda ödenekli tiyatrolarımızla da
Evet, önce yavaştan başlayan bir
bu çizgide çalışmaya girmek bizleri
tempo, ardından çılgınca bir
mutlandıracak. Tabii yıl içinde
koşuştarma, açılan
oynanmış oyunlar da yine Festival
perdeler-kapanan perdeler ve...
kapsamında yer alıyor.
Umalım ki her şey dilediğimizce iyi
gitsin, güzel olsun.
Yurt dışından gelen konuklar ise
9
HABERLER...
Afife Tiyatro Ödülleri Sahiplerini Buldu
Halk Sigorta'nın
sponsorluğunda
gerçekleştirilen "Afife Tiyatro
Ödülleri"nin birincisi 28 Nisan
akşamı AKM'de düzenlenen
gecede sahiplerini buldu.
Nurullah Tuncer (Bir Ata
Krallığım)
Selçuk Gürışık (Medea)
Yılın en başarılı giysi
tasarımcısı
Canan Göknil (Kuyruklu Yıldız
Altında)
Feyza Zeybek (Silvanlı
Kadınlar)
Sevim Çavdar (Oidipus)
Türkan Kafadar (Bir Ata
Krallığım)
Haldun Dormen'in sanat
danışmanlığını üstlendiği
tiyatro etkinlikleri dizisinin
içinde yer alan "Afife Tiyatro
Ödülleri" jürisi; Prof. Sevda
Şener, Prof. Ayşegül Yüksel,
Hale Kuntay, Tunç Yalman,
Dr. Dikmen Gürün Uçarer,
Doç. Suat Özturna ve Can
Kıraç'tan oluşuyor.
cy
a
Halk Sigorta Genel Müdürü
______
Erhan Dumanlı, amaçlarını
"Halk Sigorta, 1996 yazında,
her yaşa hitap eden değişik
sanat etkinliklerini kapsayacak uzun
vadeli bir destek programını başlattı.
'Halk Sigorta Etkinlikleri' programı ülke
çapında sanata ilginin gelişmine katkıda
bulunmayı amaçlıyor" diye açıklıyor.
13 kategoriden oluşan tiyatro ödülleri
adayları ve kazananlar şöyle:
Yılın en başarılı yardımcı kadın
oyuncusu
Dolunay Soysert (Silvanlı Kadınlar)
Elvan Boran (Umut Şarkıları)
Gülsen Tuncer (Küheylan)
Tülin Oral (Orkestra)
pe
Yılın en başarılı prodüksiyonu
Bir Ata Krallığım
Histeri
Küheylan
Oidipus
Yılın en başarılı yardımcı erkek
oyuncusu
Ali Sürmeli (Kadı)
Metin Çekmez (Koca Sinan)
Selim Naşit Özcan (Histeri)
Tuğrul Çetiner
(Babaanmem 100 Yaşında)
Yılın en başarılı yönetmeni
Başar Sabuncu (Bir Ata Krallığım)
Işıl Kasapoğlu
(Abelard ve Heloise ile Histeri)
Murat Karasu (Getto)
Şakir Gürzumar (Küheylan)
Yılın en başarılı erkek oyuncusu
Genco Erkal (Birtakım Azizlikler)
Haluk Bilginer (Histeri)
Haluk Kurdoğlu (Eskimeyen Oyun)
Şükran Güngör (Umut Şarkıları)
Yılın en başarılı kadın oyuncusu
Işıl Yücesoy (Orkestra)
Nedret Güvenç (Eskimeyen Oyun)
Tilbe Saran (Abelard ve Heloise)
Zuhal Olcay (Histeri)
10
Yılın en başarılı müzikal ya da
komedi erkek oyuncusu
Cem Davran (Yeni Baştan)
Kaya Akarsu (Babaannem 100 Yaşında)
Suat Sungur (Kare As)
Volkan Severcan (Kare As)
Yılın en başarılı müzikal ya da
komedi kadın oyuncusu
Alev Gürzap (Oyun Karıştı)
Berna Laçin (Yeni Baştan)
İlkay Saran (Oyun Karıştı)
Sumru Yavrucuk
(Kadınlardan Konuşalım)
Yılın en başarılı sahne tasarımcısı
Duygu Sağıroğlu (Histeri, Oyun Karıştı,
Abelard ve Heloise, Birtakım Azizlikler)
Ethem Özbora (Orkestra)
Yılın en başarılı sahne
müziği
Arif Ekin (Birtakım Azizlikler)
Cem İdiz (Kadı)
Melih Kibar (Kuyruklu Yıldız
Altında)
Selim Atakan (Bir Ata
Krallığım, Oidipus)
Yılın en başarılı ışık tasarımcısı
Cafer Yiğiter (Histeri)
Cahit Kök - Sabahattin Gündoğdu
(Oidipus)
İlhan Ören (Bir Ata Krallığım)
Yakup Çantık (Orkestra)
Yılın en başarılı efekt tasarımcısı
Ersin Aşar (Kendi Gök Kubbemiz)
Hitay Daycan (Bir Ata Krallığım,
Metro Canavarı, Koca Sinan)
Özel Ödüller
Muhsin Ertuğrul Ödülü: Yaşamı
boyunca tiyatro dalında başarılı çizgisini
devam ettirmiş bir tiyatrocuya verilecek
olan bu ödüle, bu yıl Müşfik Kenter
değer bulunmuştur.
Nisa Serezli Aşkıner Ödülü: Başarılı bir
kadın tiyatrocuya verilecek olan bu ödül,
yarım asırdır tiyatroya emek veren
değerli sanatçı Madde Tanıra
verilmiştir.
Cevat Fehmi Başkut Ödülü: İlk kez bu
yıl sahnelenmiş olan en başarılı yerli
oyunun yazarına verilen bu ödülün
sahibi, İstanbul Belediyesi Şehir
Tiyatroları tarafından sahnelenmiş olan
"Ayrılık" adlı oyunu ile BehiçAk
olmuştur.
Müslüman Türk kadını oldu.
O gece tiyatroya gelen
zaptiyeler, yöneticilere bir
uyarıda bulundularsa da,
genç sanatçı bir hafta sonra
da "Tatlı Sır" oyununda
yeniden sahneye çıktı.
pe
cy
a
Sanatçı, polis tarafından
tutuklanmak istenince, Kınar
Hanım tarafından arka
bahçeye kaçırılarak, polislerin
elinden zor kurtuldu. Üçüncü
piyesi olan "Odalık"
oynanırken polis tiyatroyu
bastı, Afife bu kez de makine
dairesinden kaçırıldı. 1921'de
Dahiliye Nezaretinin bir
buyruğu ile, belediye 27
Şubat günü 204 sayılı bildiriyi
Darülbedayi Yönetim
Kuruluna gönderdi. Bildiride
müslüman kadınlarının
kesinlikle sahneye
çıkamayacakları yazılmıştı.
Afife Jale
Afife, orta halli bir ailenin kızı
olarak 1902 yılında
İstanbul'un Kadıköy semtinde
dünyaya geldi. 10 Kasım
1918 günü Darülbedayi'ye
talebe olarak kabul olunan
Beyza, Refika, Behire ve
Memduha adlı beş kızdan
biriydi. Afife ve Refika hariç,
öteki kızlar daha fazla
dayanamamış ve "nasılsa
sahneye çıkamayacakları"
gerekçesiyle tiyatroyu
bırakmışlardı, aynı yılın 18
Aralık günü Refika, tiyatronun
suflör, Afife de "mülazım
artistik" (stajyer oyuncu)
kadrolarına alınmışlardı.
Afife bir yıl süreyle bütün
provalara devam etti, ama bir
türlü sahneye çıkamadı. Öte
yandan Refika, sahne
gerisinde görev alan ilk
müslüman Türk kadını oldu.
1919 yılının 13 Nisan gecesi
premieri yapılacak olan,
Hüseyin Suat'ın "Yamalar"
adlı oyununda, Emel rolü,
Eliza Binemeciyan'ın Paris'e
gitmesiyle ortada kaldı.
Darülbedayi yöneticileri, ister
istemez rolü Afife'ye oynatma
kararı verdiler.
Böylelikle Afife, 22 Nisan
gecesi, Kadıköy'deki Apollon
sinemasında (sonraki Hale,
şimdiki Reks) Emel rolünü
oynayarak, sahneye çıkan ilk
Bu bildiri üzerine Afife,
tiyatronun kadrosundan
çıkartıldı, tiyatrosuz kalması
Afife'nin zaten zayıf olan
sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı
haplarda ve uyuşturucularda
bulmaya başlamıştı. Sonradan
âşık olduğu bir doktorun,
yaptığı iğneler de onda bir
alışkanlık başlatmıştı. Ortalık
biraz durulunca, birkaç yıl
sonra Burhanettin Tepsi
Kumpanyasıyla Anadolu'da
turneye çıkmış, yeni tiyatro
topluluğu ile Kadıköy'de
oynamış, daha sonra da Fikret
Sadi'nin Milli Sahnesiyle çeşitli
kentlerde temsiller vermişti.
Zaten 1923'ten sonra Türk
Kadınları Atatürk'ün emriyle
sahneye çıkmaya başlamıştı.
Gün geçtikçe bozulan sağlığı
ve uyuşturucu alışkanlığı,
tiyatroyu ister istemez
bırakmasına neden oldu, bu
onu büsbütün çileden çıkardı.
1928 yılında bir arkadaşıyla.
Kuşdili çayırında Hafız
Burhan'ın bir konserine
gitmiş, orada sanatçıya
tamburuyla eşlik eden
Selahattin Pınarla tanışmıştı.
Kısa bir sürede Pınar, genç
kadına deliler gibi aşık oldu.
1929 yılında evlendiler ve
Selahattin Pınar "Nereden
Sevdim O Zalim Kadını" gibi
birçok ölümsüz şarkısını onun
için besteledi. Bir süre sonra,
Pınar, karısının morfin
bağımlılığı ile başa
çıkamamaya başladı.
Tiyatrodan uzak kalmak,
sahneye çıkamamak Afife'yi
mutsuz kılıyor, kurtuluşu
yalnız "iğne"de buluyordu,
1935 yılında boşandılar.
Bundan sonra Afife içine
düştüğü girdaba büsbütün
batarak sefalet içinde
sürünmeye başladı.
Darülbedayi'deki dostlarının
yardımıyla, Bakırköy Akıl
Hastanesine yatırıldı ve 1941
yılının 24 Temmuz günü
kimsesiz bir halde yaşama
veda etti.
Tiyatronun ve devrinin bu
büyük fedaisi böylece sessiz
sedasız yok olup gitti. Uzun
yıllar onun adını bile anan
olmadı. Afife'yi saygı ve sevgi
ile anıyoruz.
Afife Ödülleri Program Dergisi'nden
alınmıştır
II. Uluslararası
CRR Gençlik Festivali
1974'te kurulan koro güçlü, dinamik,
melodik nüansları ile dünyada birinci
sınıf korolar arasına girmiştir.Pro Musica
Oda Korosu özellikle çağdaş eser
yorumlarını içeren 5 CD ile uluslararası
prestij kazanmıştır. 8 Mayıs Perşembe
saat 20:30'da Milano'nun daimi konser
orkestrası I Pomeriggi Musicali seyirci
karşısına çıkacak..I Pomeriggi Musicali
Lombardia'nın yerel, Milano'nun daimi
konser orkestrasıdır. Orkestranın Barok
Dönem eserlerinden, 19. yy.eserlerine
değin geniş bir repertuarı
bulunmaktadır. 9 Mayıs Cuma dünyaca
ünlü sanatçımız Aydın Esen ve Aydın
Esen's Transfusion konseri izlenebilir.
Aydın Esen aldığı davtler ve burslar
sayesinde Avrupa ve Amerika'da ki
çalışmalarını 1980'li yılların başlarından
beri devam ettirmektedir.Yeni müzik
hakkında vermiş olduğu konferanslar
insanları etkilemekte ve sanatçı
çağımızın modern filozofu olarak
anılmaktadır. 10 Mayıs Cumartesi günki
programda Genç Yetenekler Konseri ve
saat 20:30'da Hasan Cihat Örter Caz
Konseri dinleyici karşısına çıkacak. Genç
yeteneklerKonserini verecek olan sanatçı
Şeyda Yavuz'a kemanda Tolgahan
Üsküdarlı eşlik edecek ve 20. yy.'ın ilk
yarısında yaşamış Nev'eser Kökteş,
Muhlis Sabahattin Ezgi ve Kaptanzade
Ali Rıza Bey'in eserlerinden örnekler
sunacaklar.Hasan Cihat Örter ise
üflemeli çalgılar hariç tüm
enstürmanlara hakim bir isimdir ve çok
sesli Türk müziğinin önemli
pe
cy
a
II.Uluslararası CRR Konser Salonu
Gençlik Festivali 3-19 Mayıs tarihleri
arasında gerçekleşecek. 3 Mayıs akşamı
saat 20:30'da İstanbul Büyükşehir
Belediyesi CRR Senfoni Orkestrası'nın
vereceği "Açılış Konseri" ile başlayacak.
CRR Genel Sanat Yönetmeni Arda
Aydoğan tarafından kurulan orkestranın
şefliğini Azeri sanatçı Fahrettin Kerimov,
başkemancılığını ise Pelin Halkacı
yapıyor.Festivalin ikinci gününde, 4
Mayıs Pazar saat 15:00'te, İTÜ Türk
Musikisi Devlet Konservatuarı Çocuk
Koroları Konseri ve saat 20:30'da İTÜ
Türk Musikisi Devlet Konservatuarı
Öğrenci Konseri sunulacak.. 5 Mayıs
Pazartesi günü programda, saat
20:30'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi
CRR Opera ve Orkestrası'ndan "Aşk
İksiri" adlı opera var. Dünya opera
repertuarının en önemli eserlerinden
olan ve opera sahnelerinin sürekli
programları arasında bulunan eserin
Librettosu Felice Romani'ye aittir.
Avrupa'da herhangi bir zamanda,
herhangi bir yerde, birgün içinde geçen
olayları anlatır. 6 Mayıs Salı günü Saat
20:30'da "Folklor Şöleni"
izlenebilir.HOY-DER' e gönül veren
idealist gençler tarafından yaşatılan halk
oyunlarının sergileneceği gösteri dikkate
değer. 7 Mayıs Çarşamba saat 20:30'da
İsveçli konuk grup Pro Musica Oda
Korosu var Festival programında.Pro
Musica Oda Korosu İsveç'in Göteburg
kentinde profesyonel müzik hayatlarını
sürdüren 35 şarkıcıdan oluşmaktadır..
yorumcularındadır. 11 Mayıs Pazar saat
20:30'da bağlama virtüözü Ahmet Koç
Konseri görülebilir. Konserin konuk
sanatçısı ise Gülay.. 12 Mayıs Pazartesi
saat 20:30 Mimar Sinan Üniversitesi
Devlet Konservatuarı Öğrenci Konseri
var Festival programında. 13 Mayıs salı
saat 17:00 "Genç Yetenekler" ve saat
20:30 Finlandiyalı grup Apocalyptıca
Yaylı Dörtlüsü izlenebilir.Bu dörtlü
dünyada heavy metale olan
düşkünlükleri ile tanındı.Topluluğun
"Enter Sandman", "The Unforgiven" ya
da "WelIcome Home" yorumları sağlam
teknikleri konusunda otoriteleri ikna
etmiştir. 14 Mayıs Çarşamba saat
20:30'da Buenos Aires Tango Trio ve
Dans çıkıyor karşımıza. 15 Mayıs saat
17:00 Hakan Ulu ve Itri Topluluğu var
programda. 16 Mayıs saat 17:00 Audio
Fact Caz Konseri izlenebilir. 6 Mayıs
Cuma saat 20:30 Amerkalı grup Little
Charlie and The Nightcats caz topluluğu
izlenebilir. Topluluk dünya
festivallerininaranan isimleri arasında yer
alır. 17 Mayıs Cumartesi saat 20:30'da
"Genç Yetenekler" I.Ü. Devlet
Konservatuarı Öğrenci Konseri seyirciyle
buluşacak. 18 Mayıs Saat 15:00'te Alla
Turca Piyano Beşlisi ve saat 20:30'da
Hakan Şensoy ve Peter Jablons
konserleri izlenecek. 19 Mayıs saat
20:30 Üç Countertenor Konseri kapanış
gecesinde çıkacak karşımıza. Tenorların
isimleri şöyle: Andreas Scholl, Domınıque
Visse ve Kenneth Weiss.
Festival bilet fiyatları gösterilere göre
200.000 ile 1.600.000 TL arasında
değişmektedir.
12
"istanbul'un Kaybolan
Dokusu" konu başlıklı,
paneller ve dia gösterileri
düzenlenecek. Mimar Sinan
Üniversitesi Bale Bölümü
öğrencilerinin gösterisi ve
fuaye dinletilerinin yanında
Almanya ve Fransa'da
çalışmalarını sürdüren gölge
oyunu ustası Tacettin
Diker'in de uygulamalı bir
gösterisi olacak.
B.T.Ş.T.
13.
Gençlik
Günleri
Gençlik ve Çocuk
şenliklerinin güncel olanı
yakalama çabası içine
girmesi, bunun için sanatın
farklı dallarından
faydalanması şenlik
özelliklerini zenginleştirmek
için yapılan çalışmalardan
bazıları. Bunun yanında
workshopların fazlalaşması,
Dünya Dans günü etkinlikleri
29 Nisan Salı günü
pe
cy
Bu yıl uygulamalı
çalışmalarından ilki,
"Gösteri Sanatında Beden
Dili" adı altında TAL
tarafından gerçekleştirilecek
"Gösteri Sanatında
Yaratıcılığın Kaynaklan" adlı
çalışma ise Ayla Algan
tarafından yürütülecek.
Çalışmalar, on sekiz kişilik
gruplar halinde yapılacak.
Tiyatronun dışında film
gösterilerine ve konserlere
yer verilecek olan şenlikte,
"Gence Yönelik Şiddet",
"Türkçenin kullanımı",
"Belgeseller ve işlevi",
"Kimsesiz Çocuklar", ve
kapalı mekânlar dışında
İstanbul'un kullanılabilir tüm
mekanlarının
değerlendirilmesi, çocuk
şenliği gibi gençlik şenliğinin
de girişimleri arasında.
Akademik çalışmaların ön
planda olduğu bu festivalde
zamanın yeterli olmaması,
aynı zamanda okul salonları
içine sıkışmış eğitimli genç
tiyatroculara yeni bir imkân
vermek amacının güdülmesi
sonucunda bir çizelge
hazırlanmış.
Şehir Tiyatroları Gençlik ve
Çocuk Birimi, Çocuk
Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarı Bale
öğrencileri, AB Sanat Okulu,
TOBAV'ın çağrısına uyarak
gelen gruplar arasındaydı...
Devlet sanatçılarının, AB
Sanat Okulu'nun ve Yıldız
Alpar öğrencilerinin
gösterilerinin de sunulmasıyla
İstanbul Taksim meydanı tüm
yoğunluğu içinde müzik ve
dansla olağandışı bir
gelişmeye şahit oldu.
29 Nisan
Dünya Dans
"Tiyatro"
Günü
Adını
TOBAV'ın organize ettiği
Lekelemeyin
a
'Gençlik şenliği
imkânsızlıklar nedeniyle bu
yıl ertelenebilirdi ama
gelenekselleşen bir şenliği
gerçekleştirmek
zorundaydık" diyen Neşe
Erçetin sonuçta iki salonda
etkinliklerini sürdüreceklerini
ve tüm etkinliklerin on gün
içinde gerçekleştireceğini
açıkladı.
Şenliği'nin organizasyonu
için yoğun bir Nisan ayını
geride bırakırken Mayıs ayı
programını uygulamaya
hazırlanıyor. Yeni projeler
üretmek ve kısa zamanda
uygulama görevini üstlenen
Neşe Erçetin ve
arkadaşlarına nice 13.
şenlikler diliyoruz
gerçekleştirildi. Çağdaş sanat
eğitimi veren okulların,
konservatuarların ve
demokratik kitle örgütlerine
bir çağrıda bulunan TOBAV,
çağrısında şunları da dile
getirdi "Karanlık zihniyetlerin
sultasında kalmamak için,
"sanatın ışığını yakalamak
zorundayız. Sanat, ışığını
sanatçıdan alır. Dans, insanı
sanat ışığının yıldız kümelerini
oluşturur ve yansıtır. Kültür
Emekçileri Sendikası, İstanbul
Devlet Konservatuarı Bale
Bölüme öğrencileri, Sihirli
Papuçlar Bale Okulu,
Akedemi İstanbul, Yıldız
Alpar öğrencileri, Dilek Bale
Okulu, Dans Akademi, Mimar
Tiyatro Eleştirmanlari Birliği
(TEB) tarafından aşağıdaki
bildiri yayımlandı.
Önce Sincan'da derme çatma
bir sahnedeki "oyunlar",
ardından İzmir Fetih Grubu
adlı bir camianın Amasya ve
Erzurum'daki "Bir Hak
Düşmanı" gösterileriyle ilgili
gelişmeleri dikkatle ve
üzüntüyle izlemekteyiz.
Günlük siyasal çıkarlar adına
yapılan gösterilerin, sırf
sahnede yer aldığı için
"tiyatro oyunu" tanımı içine
sokulamayacağını kesinlikle
vurgulamak istiyoruz.
Söz konusu gösteriler,
herhangi bir ideolojiyi
düşünsel planda yansıtan
gerçek bir tiyatro yapıtı
olsalardı, onlara karşı girişilen
işlemleri kınamak birincil
görevimiz arasında yer alırdı.
Sanatın bütün dallarına
olduğu gibi, tiyatroya da
karşı olan zihniyetin, evrensel
barışın ve güzelliklerin
sahnesi olan "TlYATRO"nun
adını kendi gündelik
oyunlarında kullanmalarını
şiddetle kınıyoruz.
13
Avni Dilligil
Tiyatro ödülleri
sahiplerini
Buldu
Trabzon
Atapark Haluk
Ongan Sahnesi
Nâzım Hikmet'in
Tiyatrosu
Yayımlandı
a
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı
tarafından geçtiğimiz yıl düzenlenen ve
Naâzım'ın tiyatrosunu konu alan
yuvarlak masa toplantısı metinleri
kitaplaştırıldı. İki gün süren toplantıda
Yılmaz Onay, Ayşegül Yüksel, Zühtü
Bayar, Refik Erduran, Özdemir Nutku,
cy
Yirminci yılını dolduran Avni Dilligil
Tiyatro ödülleri 14 Nisan Pazartesi günü
A.K.M. konser salonunda gerçekleşen
bir törenle sahiplerini buldu. Füsun
Akatlı başkanlığında toplanan seçiciler
kurulunda Melisa Gürpınar, Göksel
Kortay, Seçkin Selvi, Tomris, Oğuzalp,
Hami Çağdaş, Yaşar İlksavaş ve iki de
seyirci temsilcisi bulunuyordu. Yılın En
Başarılı Kostümü dalında ödül Sevim
Çavdar (Oidipus-Şehir Tiyatroları), En
Başarılı Dekor dalında Duygu Sağıroğlu
(Abelard ile Heloise-Aksanat Tiyatrosu),
En Başarılı Çeviri dalında Zeynep Avcı
(Abelard ile Heloise) ödüle layık
görüldüler. Yılın En Başarılı Yardımcı
Erkek Oyuncusu Tiyatro İstanbul'un
"Yeni Baştan" adlı oyunundaki yorumu
ile Cem Davran'a, Yardımcı Kadın
Oyuncu ödülü ise Şehir Tiyatroları'nda
sergilenen "Farklı Bir Kadın" daki
yorumuyla Özen Tutucu'ya verildi. Yılın
Başarılı Kadın ve Erkek Oyuncusu
dalında ise ödülü Aksanat
Tiyatrosu'nca sergilenen "Abelard ile
Heloise" teki yorumlarıyla Cüneyt Türel
ve Tilbe Saran aldılar. En Başarılı Kadın
Oyuncu Ödülü bu yıl iki oyuncu
arasında paylaşıldı ve Sumru Yavrucuk
Devlet Tiyatrosu'nca sahnelenen
"Kadınlardan Konuşalım"daki
yorumuyla bu ödülü paylaşan sanatçı
oldu. "Kadınlardan Konuşalım" ın kadın
yönetmeni Tijen Par da Yılın En Başarılı
Yönetmeni ödülünün sahibi oldu. Hadi
Çaman tiyatrosu'nun bu sezonki yapımı
"Küheylan" Yılın En Başarılı Yapımı
seçilirken genç sanatçı Tolga Çevik bu
oyundaki rolüyle jüri özendirme
ödülünü aldı. Ayrıca bir diğer
özendirme ödülü de "Fırtına" adlı
oyunlarında ki başarılarından ötürü
"Tiyatro Boğaziçi" topluluğuna verildi.
Belkıs Dilligil Onur Ödülü ise 45 yıllık
başarılı tiyatro yaşamı değerlendirilerek
Toron Karacaoğlu'na verildi.
Trabzon'da tiyatronun öncülüğünü
yapan, kendi olanakları ile ilk özel
tiyatro kurumunu ve tiyatro binasını
oluşturup (Trabzon Amatör Tiyatro
Derneği), birçok oyunu Trabzon'un
sanat hayatına kazandıran, bu yolla
1958'den bu yana, yirmi yıl boyunca
Trabzon halkına tiyatroyu sevdiren
Haluk Ongan'ın anısını yaşatabilmek,
onu yeni nesil sanatseverlere
tanıtabilmek ve tiyatro sanatına gönül
verenlere örnek olmasını sağlamak
amacı ile Devlet Tiyatroları Trabzon
Devlet Tiyatrosu'nun Atapark'ta hizmet
veren tiyatro salonuna bu değerli
insanın isminin verilmesi uygun
görüldüş. Böylelikle 9
Nisandakitörenden sonra on yıldır
"Trabzon Devlet Tiyatrosu Atapark
Büyük Sahne" adı ile hizmet veren
tiyatronun adı "Trabzon Devlet
Tiyatrosu Atapark Haluk Ongan Sahnesi
" olarak değiştirildi.
alanında yapılacak işbirliğini konuşarak
protokole bağlayacaklar ve 5 Mayıs
Cumartesi günü saat 17:00'de Devlet
Tiyatroları Oda Tiyatrosu'nda ortak bir
açıkoturum düzenleyecekler.
pe
Yunan Tiyatro
Yazarları
İstanbul'a
Geliyor
14
Atina'da bulunan Yunanistan Tiyatro
Yazarları Derneğini temsilen, Başkan
Kosta Assimakopoulos ve genel
sekreter Yorgo Hristofilakis Tiyatro ve
TV. Yazarları Derneği'nin davetlisi
olarak İstanbul'a geliyor. Daha önce
kararlaştırılan, bu arada iki ülke
arasında patlak veren Kardak ve Kıbrıs
Rum kesimine yerleştirilmek istenen
füze krizleri nedeniyle ertelenen davete
Yunanistan Tiyatro Yazarları Derneği bu
kez olumlu yanıt vererek 4 Mayıs günü
Türkiye'ye geleceklerini bildirdiler.
Yazarların ziyaretleri beş gün sürecek
ve iki dernek yöneticileri önce Tiyatro
Kenan Işık, Zehra İpşiroğlu, Ergin Orbey
ve Ali Taygun'un bildirileri tartışılmış,
sonuç metni hazırlanmıştı. Bu kitapta
Cevat Çapan'ın sunusuyla yuvarlak
masa toplantısına sunulan bildiriler,
tartışma notları, söyleşiler ve sonuç
metni bir araya getirildi. "Nâzım
Hikmet Tiyatrosu" kitapçılarda
bulunabilir.
Konya'dan Bir
Festival Geçti
Konya'da 25-27 Mart tarihleri arasında
HABERLER...
düzenlenecek. Aynı gün 13:00-16:00
arası Opera Arka Bahçesi'nde bir
kutlama gerçekleştirilecek. 23 Mayıs
günü ise saat 20:30'da Büyük Tiyatro
Opera Sahnesi'nde Caz-Pop-Blues-Klasik
Müzik ve Modern Bale gösterileri
yapılacak.
Beden
Psikoterapisi
Üzerine Bir
Çalışma
a
Önümüzdeki günlerde iki psikoterapistin
düzenleyeceği bir psikoterapi grup
çalışması yapılacak. Çeşitli ülkelerde
yıllardır uygulanmakta olan beden
terapisi, Feldenkrais Metodu, bioenerji,
biodinamik masaj gibi yöntemlerle
bedendeki gerginliklerden kurtulmak,
bedeni yaşamayı öğrenmek ve beden,
ruh ve zihnin yeniden birleşmesini
sağlayarak bugüne kadar yaşanamayan
boyutların farkına varmak amaçlarını
güdüyor. Bu tür terapilerde ulaşılmak
istenen nokta insanın kendini daha iyi
tanıyarak tüm potansiyelini
kullanabilmesi olarak saptanıyor.
Psikoterapist Pınar İlkaracan ve Bülent
Turan bu konuda 20 Mayıs-15 Temmuz
tarihleri arasında bir grup çalışması
gerçekleştirecekler. Her salı saat 19:0021:30 arası yapılacak olan çalışmanın
yeri, ücret ve ek bilgi için
(212)277 11 14 no'lu telefon
aranabilir.
pe
cy
yapılan Tiyatro Festivalini Selçuk
Üniversitesi Devlet Konservatuarı
tarafından düzenlemiş ve diğer tiyatro
okulları davet edilerek iki kez Ankara'da
Bilkent Üniversitesi tarafından yapılan
Tiyatro Okulları Buluşması bu kez
Konya'ya taşınmış oldu. 27 Mart Dünya
Tiyatrolar Günü etkinlikleri kapsamında
yapılan Tiyatro Festivali'ne Selçuk
Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Mimar
Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı,
İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuarı ve Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Tiyatro
Bölümü toplam altı oyunla katıldı.
Devlet
Konservatuarları
Mezunları
Dayanışma
Derneği
6 Mayıs 1993'te kurulan Devlet
Konservatuvarları Mezunları Dayanışma
Derneği'nin kuruluş yıldönümü
nedeniyle 6 ve 23 Mayıs günleri çeşitli
etkinlikler düzenlenecek. 6 Mayıs saat
12:00'de Anıt Kabri ve Ata'yı ziyaret,
günün ilk programı. Ardından aramızdan
ayrılan sanatçılarımızı anmak amacıyla
16:30 ve 17:30 saatleri arasında
kendilerine ait özel eşyaların sergilendiği
Küçük Tiyatro Fuayesi'nde bir kokteyl
Boğaziçi
Üniversitesi'nde
Etkinlikler
Boğaziçi Üniversitesi'nin bir "kültür
merkezi" anlayışı çerçevesinde
düzenlediği sanatsal etkinlikler sürüyor.
7 Mayıs Çarşamba saat 19:30'da
çalışmalarını Almanya'da sürdüren flüt
sanatçısı Gülşen Tatu'nun konseri ,21
Mayıs Çarşamba İstanbul Gitar Üçlüsü ve
25 Mayıs Pazar saat 18:00 Bilkent Oda
Orkestrası konserleri izlenebilir. Ayrıca
1997 Avni Dilligil Jüri özel Ödülü'nü alan
Boğaziçi Gösteri Sanatları TopluluğuTiyatro Boğaziçi, W.Sheakspeare'in
"Fırtına"sını 7-8 Mayıs günlerinde saat
19:30'da B.Ü. Demir Demirgil
Salonu'nda son kez sahneleyecek. Bale
Modern, 20 Mayıs günü saat 20:00'de
B.Ü. Murat Dikmen Salonu'nda bir
gösteri yapacak. Kumpanya Bale Türk
30 Mayıs günü saat 19:30'da B.Ü.Demir
Demirgil Salonu'nda gösterisini sunacak.
Yeşil Üzümler Topluluğu İse13 Mayıs
günü saat 15:00'te açıkhavada bir
performans gerçekleştirecek.
Denizli
Uluslararası
Amatör
Tiyatrolar
Festivali
Denizli Belediyesi, Tobav ve IATA
(Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) ile
müştereken her yıl geleneksel olarak
kutlanan Festival, bu yıl 17-22 Mayıs
tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu
yıl on üçüncüsü yapılacak festivale 5
yurtdışından ve 8 yurtiçinden topluluk
katılacak. Ayrıca bu yıl ilk kez Festival
bünyesinde "Uluslararası Amatör
Tiyatrolar Kurultayı" gerçekleştirilecek.
20-21 Mayıs tarihleri arasında
. gerçekleştirilecek olan Kurultayda
"Amatör Tiyatroların Örgütlenmesi, Mali
Sorunları, Teknik ve Artistik
Yapılanması" konuları tartışılacak.
Katılacak olan topluluklar şöyle:
Academy of Theatre and
Film(Romanya), Üsküp Folk Theatre
(Makedonya), Karman Jozsef Szinkor
(Slovakya), Bum TownKuznezk (Rusya),
Sandron Theatre (Almanya), İzmir Devlet
Opera ve Balesi, Ankara Masal Tiyatrosu,
Tobav Gençlik Tiyatrosu, Samsun Gazi
Belediyesi Tiyatrosu, Çine Belediyesi
Tiyatrosu, Antalya Büyükşehir Belediye
Tiyatrosu, Tiyatro Kibele, Değirmendere
Dostlar Tiyatrosu ve Denizli Belediyesi
Şehir Tiyatrosu.
15
İZDÜŞÜM
Ahmet
Levendoğlu
Tiyatronun Sesini "Ayarlamak"!
Bu yıl 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde Ankara'da Büyük Tiyatro'da sahnelenen Devlet
Tiyatrolarının "IV. Murat" oyunu öncesinde "tiyatro bildirisi" okutulmadı ve bir gelenek
çiğnendi. Çünkü oyunu Kültür Bakanı da izliyordu ve bu "Kahraman Bakan", tiyatro adamı
Dinçer Sümer'in bildirisinin içeriğinden çok huylanmış ve ona sansür koydurmuştu. Çünkü bildiri
"çağdışı siyasetçilerin sanata saldırılarını"ndan, "Atatürk devrim ve ilkelerinin güneşi"nden,
"sanatçıların laik Cumhuriyet inancı"ndan söz ediyordu. Türkiye'de o gün perdesini açan tüm
tiyatrolar, tiyatro günlerini sahnelerinde coşkuyla kutlarlarken, sanırım ilk kez, bir tiyatromuz bu
onurdan yoksun bırakılıyordu.
Okunmayan bildiride yer alan "sanata saldırılar"ı yaşanan gerçeğe dönüştüren bu olay -yeterli
ölçüde olmasa da- yazılı basında yankılandı; kınandı. Bu kınamaların hedefi daha çok RP'Ii
Bakan oldu. Ben bu noktanın daha bilinçli değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim, çünkü bu
Bakan'ın bu tutumunda beklenmedik bir yan yok. Açıkça söylenmeli ki Bakanlık etmede değil
"mollalık" yolunda Kahramanlığını göstermiş olan bu kişi, yaklaşık otuz yıldır gelip geçen Kültür
Bakanlarının en "ibret verici"si oldu. Hemen her "icraatı" gericilik, yasa tanımazlık, ilkellik ve
kültürsüzlük belgesi oluşturan bu yetkilinin marifetleri, yazılara sığmaz.
cy
a
Demem şu ki, olaydaki tutumunun -Bakan'ınkinden çok- kınanması gereken sorumlu, kanımca
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç olmalıdır. Olayın ayıbı, bir (sanatçı) Genel
Müdürün, koltuğunu koruma uğruna onur kırıcı bir dayatmaya boyun eğmesinden çok öteye
uzanıyor. Çünkü Dünya Tiyatro Günü, yaşamını tiyatroya adamış insanların, bu olgunun
onurunu, kıvancını, sevincini yaşayıp kutladıkları gündür. Yani bu gün, kültür yoksulu kültür
bakanlarının, koltuk bağımlısı genel müdürlerin değil, o tiyatro emekçilerinin günüdür. Tiyatro
gününün iletisini (bildirisini) susturmak; tiyatro insanlarının sevincini boğmak, onların sanatçılık
onuruna el uzatmak, onların biricik bayramlarını kutlama haklarına el koymaktır. Bu da, hiçbir
yetkilinin "haddi" olmamalıdır.
pe
Tiyatro bildirisini susturmada bir "Şark kurnazlığına da başvurulmuş: Bildiri, Devlet
Tiyatroları'nın başka sahnelerinde okunuyor, Bakan'ın izlediği oyunda okunmuyor. Böylelikle
Bakan Kahraman'ın sansür isteği -onun gittiği sahnede- yerine getirilirken, öteki sahnelerde
-hesapça Bakan'ın gözünden ırak kalacak, hem de olası "muhalefeti" karşılayacak olan- bildiri
özgürlüğü uygulanıyor.
Bozkurt Kuruç, sanırım kırk yıldır, Türk tiyatrosuna oyuncu-yönetmen olarak emek vermiş, bu
süreçte birçok nitelikli çalışmada da imzası olmuş biri. Yazıktır ki, çok kişi gibi benim de
gözümde, artık, sahne başarılarıyla değil, tiyatronun onurlu sesini siyasal buyruk doğrultusunda
susturan bir "müdür" olarak yer alacak. Ne ki, benim asıl merak ettiğim, Devlet Tiyatroları çatısı
altındakilerin durumu nasıl karşıladıkları. (Kuşkusuz bu kurumumuzun yalnızca "Ankaralı" ya da
yalnızca "sanatçı" olanlarına değil, çeşitli kentlerdeki çalışanlarının tümünün tiyatroculuk
onuruna yönelik bir girişimdir, söz konusu olan).
Öyleyse buradan onlara sormak istiyorum. Devlet Tiyatroları'nda sahneye yaşamlarını veren
-önemli bölümü eski öğrencilerim olan- sanatçılar ve tüm tiyatro çalışanları, meslektaşlarım:
Tiyatro bayramınızın kutlanışının çirkince engellenişini içinize sindirdiniz mi, sindiriyor musunuz?
TOBAV'ın -basında, Bakan'a yönelik olduğunu okuduğum- protestosu dışında bu konuda bir
rahatsızlık dile getirilmiyor mu? "Memurun konuşamayacağı" mazeretine sığınıp sessiz mi
kalacaksınız? Yoksa "Beni ilgilendirmiyor." mu diyorsunuz? Yoksa...? Yoksa...?0
(Bu yazıyı yazmak zorunda kalmış olmaktan içim buruk, üzgünüm.)
16
a
cy
pe
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
AMAN KİMSELERE SÖZ
VERMEYİN...
Koyuncuoğlu
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Mayıs
ayında tiyatro izleyicileri için
programlarının ön sıralarını alacak bir
etkinlik durumunda. Bu yıl dokuzuncusu
düzenlenen Tiyatro Festivali özellikle son
yıllarda merakla beklenen ve daha sonra
da üzerinde tartışılan iddialı bir
organizasyon. 19 Mayıs - 3 Haziran
tarihleri arasında gerçekleşecek olan
Festivale bu yıl oldukça büyük isimler
konuk. İngiltere, Almanya ve İtalya'da
çalışmalarını sürdüren birçok seçkin sanatçı
da tiyatro festivaliyle birlikte İstanbul
izleyicisinin karşısında olacak. Festivalin
genel anlamda en dikkat çeken
yanlarından biri, dünya tiyatrosu adına
klasikleşmiş, çağımız tiyatrosu söz konusu
olduğunda da seyredilmemesi büyük kayıp
olacak oyunları izleme olanağı yaratması.
Geçen yıla bir göz atacak olursak.
Festivalin açılışını Robert Wilson'un
"Persefone"si, Yuri Lubimov'un yönettiği
"Doktor Jivago", Theodoros
Terzopoulos'un rejisinde Alla
Demidova'nın "Medea" yorumu ve Heiner
Müller'in "Promete"si akla ilk gelen
gösteriler.
pe
cy
a
Emre
9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali bu
yıl da iddialı ve kapsamlı bir programla
dünya tiyatrosunun ünlü ustalarını ve
yapıtlarını konuk edecek. İngiliz Ulusal
Kraliyet Tiyatrosu, Berliner Ensemble,
Weimar Devlet Tiyatrosu, Hebbel Tiyatrosu
ve Piccolo Tiyatrosu gibi uluslararası alanda
çığır açmış ve ekolleşmiş tiyatroların
yapımlarının yanı sıra Hanna Schygulla gibi
ismini sanat dünyasına altın harflerle
18
yazdırmış ünlü yorumcular da Festivalin
konukları arasında yer alıyor.
Ismael Ivo Dans Tiyatrosu
Festivalde, "İstanbul'da Berlin" Projesi
kapsamında üç gösteri gerçekleşecek.
Bunlardan ilki. Festivalin açılışını da
yapacak. Ismael Ivo Dans Tiyatrosu'nun bir
Weimar Devlet Tiyatrosu yapımı olarak
çağdaş bir yorumla suncağı "Othello",
koreograf ve dansçı Ismael Ivo ile
yönetmen Johann Kresnik'in ortak yapımı.
Bu gösteride "Othello", genel anlamda
dürüstlüğün yalanlarla süslü dünyadaki
yenilgisini ele alır. Dörtyüzyıl evvel
Shakespeare tarafından kaleme alınanan
bu trajedi, bu kez dans tiyatrosu formları
içinde zenginleştirilmiş. Bedenin ifade
gücü ile düşüncenin bağlantısını etkileyici
bir biçimde bütünleyen bu görsel şölen de
tüm kadın rolleri de erkekler tarafından
oynanıyor. Olay kırmızı kumlarda kaplı bir
tür arenada geçiyor. Bu arenanın üstünde
ise sahnede farklı düzlemlerin yaratılmasını
sağlayan bir konstrüksiyon mevcut.
Böylelikle oyunda aşağısı ve yukarısı içerisi
ve dışarısı kavramlarını oluşturacak mimari
bir gerçeklik sağlanmış oluyor. Sınır
tanımayan ve her anıyla nefes kesen bu
gösteri de bedenlerin biçimlenme
nedenleri erotizmin kendisini oluşturuyor.
Ismael Ivo, kariyerini Sao Paulo, NewYork
ve Berlin'de yapmış. Doğum yeri olan Sao
Paulo'da sahne sanatları ve dans eğitimi
almış. 1981-82 yıllarında ülkesinde en iyi
solo dansçı seçilmiş. 1983 yılında Alvin
Ailey Dans Kumpanyası'nın üyesi olmuş.
pe
cy
a
Ismael Ivo Dans Tiyatrosunun sahneleyeceği "Othelio" gösterisinden bir sahne.
gösteri ve oyunlar sahnelemiş.
Kresnik, kendi koreografik tiyatrosunda
klasik dansın harmonisinden vazgeçer.
Klasik dansta kullanılan belli kalıpları yok
eder, büyüleyici aynı zamanda da şok edici
sahnesel olaylar yaratır.
pe
cy
a
Ulusal Kraliyet Tiyatrosu
Festivalin programında yer alan en çarpıcı
isimlerden biri. Ulusal İngiliz Kraliyet
Tiyatrosu'nun sahneleyeceği bir başka
Shakespeare oyunu, "Kral Lear". Dünya
çapında Shakespeare yorumlarıyla ünlü
İngiliz yönetmen Sir Richard Eyre, ustalığın
bu kez de ünlü tragedya "Kral Lear" da
sergiliyor. Yönetmen Eyre, bu yorumunda
oldukça radikal bir tarzla oyunu aile ilişkiler
çerçevesinde ele alıyor. "Aile içi ilişkiler, en
sıcak ve en yoğun, aynı zamanda en
şiddetli tepkisel davranışlara sahne olur."
diye açıklıyor yönetmen. "Oyunun seyircide
çılgın bir aile kavgasının içine düştüm
hissini uyandırmasını istedim" diye de
ekliyor.
İngiliz Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun Aya Irini'de sahneleyeceği "Kral Lear".
Koreograf Johann Kresnik ve Sankai Juku
Topluluğu'nun koreografı Japon Ushio
Amagatsu ile ortak çalışmalar yapmış.
Phoneix (1985), Mara Barba ile ortak
çalıştığı Lehninerplatz (Berlin) sahnesindeki
Underskin (1987), Delirium of a Childhood
(1989) ve Kreisrunden Ruinen (1991) gibi
sayısız solo programlarla tüm dünyada
tanınmış. Ismael Ivo, on yıldan fazladır
Viyana Uluslararası Dans Festivali'nin
(Tanzwochen) sanat yönetmenliğini
yürütmektedir. Aynı zamanda da Ağustos
1996'dan beri, Weimar Alman Ulusal
Tiyatrosu'nun Dans Tiyatrosu Bölümü'nden
sorumludur.
20
"Othello"nun Ivo ile birlikte koreografisini
yapan ve yöneten Johann Kresnik ise,
Avusturya'nın Kaernten bölgesinde
doğmuş, ilk olarak tiyatro dünyasında
eserler veren daha sonra dansa yönelen bir
sanatçı. Klasik-balet olarak Graz, Bremen,
Köln ve New York'ta dans etmiş, 1967
yılında ilk kez kendi koreografilerine
başlayan Kresnik, daha sonraları
Heidelberg Şehir Tiyatrosu, Bremen
Tiyatrosu ve Berlin Volkbühne'de
yönetmen ve koreograf olarak çalışmış.
Halen Volksbühne'de yapıtlar veren
sanatçı, konuk sanatçı olarak Alman
Operası, Freie Volsbühne, Salzburg
Festivali, Viyana Devlet Tiyatrosu, Stuttgard
Devlet Tiyatrosu ve Basel Tiyatrosu'nda
Kral Lear rolünde ise, çok yakınen
tanıdığımız ünlü bir isim var, lan Holm.
Tiyatronun yanı sıra sinemadan da
tanıdığımız Holm, 1982'de "Ateş
Arabaları" filmindeki rolüyle Oscar'a aday
gösterilmiş ve aynı filmle Cannes Film
Festivali'nde "En İyi Yardımcı Aktör
Ödülü"nü almıştı, lan Holm'un,
Shakespeare oyunlarında ve özellikle de
son yorumu olan Kral Lear rolüyle
Lawrance Olivier'e rakip olabilecek nitelikte
bir aktör olduğu eleştirmenler tarafından
kabul ediliyor. Bir ay önce Ulusal Kraliyet
Tiyatrosu'nun Cottesloe sahnesinde perde
açan "Kral Lear" şu günlerde aldığı
eleştirilerle övgü yağmuruna tutuluyor, lan
Holm, uzun yıllar sonra bu rol ile tiyatro
sahnelerine geri döndü. Yıllar önce bir
oyun öncesi yaşadığı "sahne korkusu"
kabusu sonrası uzun süre sahnelere
çıkmayan Holm, sahne korkusunu da
yönetmen Richard Eyre'ın ısrarlı istekleri
sonucunda yenmeyi başarmış. Eyre'a tabii
ki şu soru sorulmadan edilemiyor, "Bu risk
nasıl göze aldınız?" Deneyimli yönetmenin
yanıtı ise oldukça kısa. "Bu rol için en iyi
onun olduğunu biliyordum." Oyun
İstanbul'da Aya İrini'de sahnelenecek,
bence bu gösteri de İstanbul izleyicisi için
hatırlardan pek silinmeyecek bir özellik
taşıyor.
Berliner Ensemble
Ve gelelim, beklenen buluşmaya: Berliner
pe
cy
a
Berliner Ensamle Tiyatrosu'nun Sahneleyeceği "Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi
a
cy
Piccolo Tiyatrosu'nun Giorgio Strehler yönetiminde sahneye koyduğu "Köleler Adası".
Eleştirmenler Ödülü'ne ve Theater Heute
Dergisi tarafından da Yılın En İyi Oyuncusu
Ödülüne layık görülen Wuttke, aynı
zamanda çok kısa bir süre önce Heiner
Müller'in ölümünden sonra boş kalan
Berliner Ensemble Genel Sanat
Yönetmenliğini üstlenmiş, ancak içerde
yaşanan idari karmaşalara dayanamayarak
istifa etmişti.
pe
Ensemble da yıllardır yolu gözlenen bir
tiyatro olayı olarak izleyicinin karşısına
çıkacak. Yapıtlarıyla çağımıza imzasını atan
tiyatro adamlarından biri olan Heiner
Müller'in ölümünden önce Berliner
Ensemble'da sahneye koyduğu son
çalışması "Arturo Ui'nin Önlenebilir
Yükselişi" bir anlamda bir Brecht ve Müller
buluşması. Daha önce Brecht'in de
yönettiği oyun, Heiner Müller'in elinde
tabii ki yorum açısından oldukça değişmiş.
Bu oyunu Brecht'in sahneleme yöntemiyle
Berliner Ensemble'da izlemiş olanlar için iyi
bir karşılaştırma fırsatı.
Müller, oyunu bir Verdi operası gibi
sahnelemiş. Brecht'in sınıf bilincini ele alan
bu klasik oyunda yönetmen Heiner Müller,
günümüzde kendini yeniden gösteren
mafya ve politika arasındaki ilişkiyi öne
çıkararak oyunu güncelleştirdiğini
kendisiyle yapılan bir söyleşide açıklamış.
Almanya'da beş ay öncesinden biletleri
tükenen bu oyundaki Heiner Müller
değişimlerine, eleştirmenler "Brecht
kesinlikle oyunun böyle oynanmasından
memnun kalırdı" diyorlar.
Arturo Ui rolünde ise yine ünlü bir aktör
var, Martin Wuttke. Geçen yıl bu roldeki
başarısı nedeniyle Almanya'da
22
Milano Piccolo Tiyatrosu
Festivale İtalya'dan ise, bir usta katılıyor.
Commedia dell'Arte özelliklerinden yola
çıkarak tiyatroda bir ekol yaratan Giorgio
Strehler ve onunla birlikte anılan Milano
Piccolo Tiyatrosu, Mayıs ayının tiyatro
şöleninin önde gelen yapıtları arasında yer
alıyor. Aydınlanma dönemi yazarlarından
Fransız Marivaux'un "Köleler Adası"
oyununu sahneyecek olan Piccolo
Tiyatrosu, oyunda metni kullanırken, ona
çeşitlemeler yaparak renklendirmek yerine,
görsel ve işitsel öğeleri uyumlu bir örgü
biçiminde bütünlemeyi tercih etmiş.
Oyunun teması kısaca şöyle: Bir gemi
kazası sonrasında, Strehler'in deyimiyle
"bir filozof büyücü" olan Trivellino
tarafından insanlar arasındaki eşitlik ve
anlayış üzerine kurulu kanunlarla
yönetilen adaya düşürülen, iki efendi ve
hizmetkarlarının psikolojileri irdeleniyor.
İtalyan eleştirmen Fernando Bevilacqua,
Strehler'in yorumu için şunları yazmış.
"Giorgio Strehler'in mizanseni, dört
karakter arasındaki pembe-beyaz renkte
olan kıyafetlerinin değişimlerini,
oyuncuların beyaz kum üzerinde
oluşturdukları hareket dizgelerine, yani
etkileyici bir baleye dönüştürüyor.
Böylelikle Marivaux'un dilindeki ince
örgüyü adeta yeniden biçimlendiriyor ve
bir anlamda da yükseltiyor. Büyüleyici dans
jestleri, izleyicide içsel bir hareket
oluşturuyor. Bu kısaca, rejinin başarısıdır."
Yazar, oyunda köleleri efendiye, efendileri
de kölelere dönüştürrür. Böylelikle insanlar
arasında eşitliğin sağlanacağı bir ortam
kurgulayarak sanki bir ütopya sunmakta.
Strehler, bu ütopyayı renkli bir sahneleme
biçimiyle gözler önüne sererken, farklı
açılardan da yaratılan durumu eleştiriye
açıyor.
Hanna Schygulla
Günümüz Alman sinemasının ve aynı
zamanda da dünya sinemasının ön önemi
kadın oyuncularından biri olan Hanna
Schygulla, özel bir gösteriyle festivale
katılıyor. 1943 yılında Polonya doğumlu,
a
pe
cy
a
pe
cy
pe
cy
a
p
c
e
a
y
Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu
"İstanbul'da Berlin" projesi kapsamındaki
Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu'nu da
festivalle birlikte İstanbul'da izleme fırsatı
bulacağız. İspanyol Cesc Gelabert'in
kurduğu bu dans tiyatrosu grubu
"Armand Dust-2" ve "Susamak" adlı
gösterileriyle, günümüzde dans ve tiyatro
kavramlarını yan yana kullanarak alternatif
bir dilin oluşturduğu yapıtları sunacaklar.
Barselona'da doğan Cesc Gelabert dans
eğitimini New York'ta tamamlamış.
Oldukça genç olmasına rağmen,
gösterdiği başarılar nedeniyle Almanya'da
Hebbel gibi dünyaca ünlü yönetmenleri
konuk eden bir tiyatroya davet edilmiş.
Ağırlıklı olarak beden metni, sahnede
mimari düzen, kimliksizlik üzerine
deneysel çalışmalar yapan dünya çapında
pe
cy
1980'e kadar Fassbinder'in tiyatro
alanında yapmış olduğu çalışmalar dahil,
daha çok bu yönetmenle çalışan Schygulla,
Fassbinder'in ölümünden sonra Avrupa'nın
önde gelen yönetmenlerinin filmlerinde rol
aldı. Böylelikle de bir anlamda başarısının
Fassbinder'e bağlı olmadığını kanıtlamış
oldu. Bu yönetmenler arasında Jean Luc
Godard ("Çile"), Ettore Scola ("Verennes
Gecesi"), Andrzej Wajda ("Almanya'da Bir
Aşk"), Marco Ferreri ("Gelecek Kadındır",
"Pierro'nun Öyküsü"), Carlos Saura
("Antonietta"), Pal Sandor ("Bayan
Arizona"), Kennth Branagh ("Yine Ölüm")
ve Erden Kıral ("Mavi Sürgün") sayılabilir.
Sanatçı, 1983'te "Pierro'nun Öyküsü"
filmindeki rolüyle Cannes Film Festivali'nde
"En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü aldı.
Schygulla'nın yalnızca sinema alanında
değil, tiyatro alanında da birçok önemli
yönetmenle çalışmaları olmuş. Bunlar
genellikle ünlü Alman tiyatro adamları:
Rainer Werner Fassbinder, Peter Stein,
George Tabori ve Klaus Maria Grüber
gibi.
önemli, çünkü her yaş insanda öyle bir iz
bırakıyor ki, bir bakıyorsunuz günün
birinde bu iz su yüzüne çıkıvermiş.
Bebekler tek tek çıkarılırken en dipte kalan
bebek, içlerinde en küçüğü ve en
değerlisidir. Bir zamanlar olduğumuz, yok
etmezsek içimizde hep saklayabileceğimiz
çocuk. Bu tema benim için çok önemli,
çünkü ben de yaşlanıyorum ve bütün
yaşadıklarımdan bir anlam çıkarmak
istiyorum."
a
tiyatro ve sinema sanatçısı Schygulla, güçlü
oyunculuğuyla 1970'lerin sonlarında
uluslararası bir ün kazandı. Unutulmaz
rollerin oyuncusu Schygulla'yı
sinemaseverler özellikle canlandırdığı
Marie Braun rolüyle hatırlayacaklardır.
("Marie Braun'n Evliliği" filmindeki bu
rolle uluslararası üne kavuşan sanatçının
ismi aynı zamanda ünlü Alman yönetmen
Fassbinder'le de birlikte anılır.
Fassbinder'le, oyunculuk eğitimi gördüğü
Münih'teki Münih Action Tiyatrosu'nda
tanışan oyuncu, aynı zamanda da
yönetmenle daha film çalışmalarına
başlamadan birlikte Anti-Tiyatro'yu
kurmuşlardır. "Dört Mevsim Satıcısı", "Aşk
Ölümden Soğuktur", "Petro von Kant'ın
Acı Gözyaşları" ve "Lili Marlen",
Fassbinder'le birlikte çalıştıkları filmlerden
birkaçı olarak sayılabilir.
Hanna Schygulla, İstanbul'da sesini ve
sahne karizmasını ön plana çıkaracak.
Sanatçı Fassbinder'in, Baudelaire'in Peter
Handke'nin, Heiner Müller'in ve aynı
zamanda Jean Claude Carriere'nin
yapıtlarını Jean Marie Senia'nın besteleri
ve piyanosu eşliğinde sunacak. Schygulla,
sanata ve hayata bakışını şu cümlelerde
özetliyor. "Rusların Matruşka
bebeklerinden yola çıktım. Bu bebekler,
yaşlanırken geçirdiğimiz dönüşümleri ve en
sonunda elimizdeki sıkıca tutabildiğimiz
bütünü simgeliyordu. Bu bütün çok
Hanna Schygulla'yı Tiyatro Festivali'nde "Özel Bir Gösteri" adı altında izleyeceğiz.
27
a
pe
cy
Ankara Sanat Uiyatrosbu'nun sergileyeceği "Otobüs"den bir sahne.
birçok ödülün de sahibi. İstanbul'da
sunacakları gösterinin ilk bölümü olan
"Armand Dust", tarihteki farklı
karakterlerin karşılaşmalarını konu alır ve
oluşturdukları güç ilişkileri üzerine deneysel
bir çalışma niteliğindedir. Tarihten bir ünlü
isim, diğer ünlü bir isimle birlikte yaşasaydı,
oluşan güç dengeleri bu sefer nasıl işlerdi?
Bu soruyu soran ve üzerinde alternatifler
üretirken dansı oldukça politik bir düzleme
çekiyor, Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu.
"Susamak" ise, ihtiras ve aç gözlülük
üzerine yapılmış bir koreografi. Tutkuyu
sınırlama ve koyverme arasında insan,
hangi koşullarda ne tür tavırlar almakta?
Bu soruyu beden dilini ön planda tutarak
genişletip, zenginleştirmişler. Özellikle
sahnede alternatif dil arayanlar için, ya da
kendi beden dilleri üzerine araştırmalar
yapan gruplar için kesinlikle kaçırılmaması
gereken bir gösteri.
Grup aynı zamanda İstanbul'da deneyimli
dansçılarımızla bir atölye çalışması
düzenliyor.
Türkiye'den...
9. Uluslararası İstanbul Festivali'ne
28
yurtiçinden on oyun katılıyor. Ancak bu on
oyunun dördü geçen yıla oranla farklı bir
düzlemde değerlendirildi. Festival, bu yıl ilk
kez özel tiyatrolarla "proje bazında" bir
çalışmaya yöneldi. Kenterler Tiyatrosu,
Ortaoyuncular, Kum-Pan-Ya ve 5. Sokak
Tiyatrosu özel projelerini festivalde
sahneleyecekler.
layık görülmüş. Oyun; yine bu yıl ünlü
divanın ölüm yıldönümü nedeniyle
Londra'da Queens Theatre'da Patti
LuPune tarafından oynanmakta.
Amerika'da ise bir yandan Zoe Cadwell
öte yandan Faye Dunaway yorumluyorlar
bu rolü. Fransa'da ise Fanny Ardant çıkıyor
sahneye Maria Callas olarak.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, bu yıl
kuruluşunun 25. yıldönümünü kutluyor.
Bünyesinde yer alan beş farklı oluşum,
film, tiyatro, müzik, caz festivalleri ve
Bienal kendi alanlarında programlarında
bu kutlama için özel bir bölüm
oluşturdular.
"Master Class" Maria Callas'ın sesini
yitirdikten sonra Amerika'da üniversitede
verdiği dersleri konu olarak alırken, bir
yandan da bu büyük divanın hayatına
göndermeler yapıyor. Callas, oyunda
opera öğrencilerine müzik dersi vermek
yerine sesini yitirişini, Onasis'in kendisini
terk etmesini, kavgalarını, çocuk sahibi
olamayışını, çocukluğunu ve opera anılarını
anlatıyor. Memet Baydur'un Türkçe'ye
çevirdiği oyun, aslında büyük bir trajediyi
konu almakta. Yalnızca 53 yaşındayken
ölen bu büyük sanatçı için oyunun yazarı
Terence Mc. Nally şöyle diyor: "Zaten
kendi yaşamını bir opera kahramanını
canlandırıyormuş gibi oynadı. Bütün
operadaki kadınlar gibi şarkı söyledi, acı
çekti ve öldü. Kısa bir dönem için de olsa
dünyanın tutkulu, ateşli ve dinamik bir
Kent Oyuncuları
Tiyatro Festivali bu kutlamaya Yıldız
Kenter'in yorumlayacağı "Maria Callas,
Master Class" adlı oyunla gönderme
yapacak. Yunanlı opera sanatçısı Maria
Callas'ın trajik ancak o kadar da etkileyici
hayatını aktaran Terence Mc. Nally'nin
yazdığı bu oyunu, Yıldız Kenter ve
Mehmet Birkiye birlikte yönetmişler.
Oyunun yazarı İngiltere'de Tony Ödülü'ne
cy
a
pe
Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu
divasıydı."
pe
cy
a
Kum-Pan-Ya'nın festivalde sunacağı "Everest My Lord" gösterisi Cihangir Parkı'nda gerçekleşecek.
Ortaoyuncular
Ortaoyuncular, Haldun Taner ustayı
ölümünün 11. yılında bir kez daha yeni
kuşaklarla buluşturmayı amaçlayarak
festival için özel bir oyun hazırladılar.
Haldun Taner'in öykü, düzyazı ve tiyatro
şarkılarından, Ferhan Şensoy araya yazdığı
metinlerle Haldun Taner'i anlatan "Haldun
Taner Kabare'yi kurgulamış. Oyunun
yönetmeni Derya Baykal.
Kum-Pan-Ya
Sevim Burak'ın "Everest My Lord-İşte Baş,
İşte Gövde, İşte Kanatlar" adlı kitabında
yer alan, "Everest My Lord-Roman, 3
Perde" başlıklı metinde 1. ve 2.
perdelerinin oyunlaştırmasından oluşan
bir oyun da Kum-Pan-Ya oyuncuları
tarafından sunulacak. Naz Erayda ve
Bülent Erkmen'in konseptini oluşturdukları
"Everest My Lord" gösterisi Cihangir
Parkı'nda ve parka cephesi olan binalarda
gerçekleşecek. İlk bölümü 2. Assos
Gösteri Sanatları Festivali için hazırlanan
bu gösteri hakkında Arredamento
Dekorasyon Dergisi için Hüseyin
Alptekin'le birlikte birkaç not düşmüştük:
"E.K.: 'Farklı iki alandan gelen iki önemli
tasarımcının birlikte oluşturdukları bir
gösteri izledik. Türkiye'de hi-tech
donanımlı gerçekleştirilmiş ilk sahne
gösterisi olduğunu sanıyorum. Şimdiye
kadar izlediğimiz Sevim Burak
30
sahnelemelerini göz önüne alırsak, bu
gösteri özgün bir uyarlamaydı.' H.A.:
'Nesne-insan ilişkisi, iç mekândan (evden)
ve kişiselden kavramsal planda görsel
olarak dışırıya çıkartılıp kurulan bu gösteri
kuşkusuz festivalin en çok tartışılan
gösterilerinden biriydi. Bu zor ve deneysel
gösteride tasarım, enstelasyon, metin ve
plastik estetik ilişkisi de birçok tartışma
açacaktır. Bana, nesne, nesnenin resmi,
nesnenin ideası dizgisiyle Platon'u
hatırlatırken, özne ve yüklemi içinde
taşıyan dil yapısı içinde mekân ve zaman
da algısal ve hayat bakımından
sorgulanıyordu." Oyunla ilgili
açıklamalarında Erayda ve Erkmen,
Burak'ın yazdıklarını "yeniden okuma"
çalışması olarak nitelendiriyorlar. Metnin
parçalı yapısı doğrultusunda oluşturulan
yazı, film, ses, ışık ve oyun parçalarının
görsel-düşünsel ilişkilerini aradıklarını
söylüyorlar.
5. Sokak Tiyatrosu
Mustafa Avkıran'ın 1921/1947 yılları
arasında yaşamış Alman yazar Wolfgang
Borchert'in öykülerinden yola çakarak
oyunlaştırdığı, "O Salı" savaşa seyirci
kalmak ve savaşmak arasında sıkışan
insanı oyunun merkezine alıyor.
Antalya'dan festivale katılacak olan 5.
Sokak Tiyatrosu'nun bu prodüksiyonu,
oyunda yaratılmak istenen atmosferle
örtüşen bir mekânda, Zarifi'de yer alacak.
Henrich Böll, yazarın "Bu Salı" adlı
kitabının tanıtımına şunları yazmış: "Bir
tek sinema bileti için ödenen para
karşılığında satın alınabilecek bu seçmeler,
bugün Borchert'in ilk kez askeri tutukevini
boyladığı yaşta olanlara sesleniyor. O
sıralar yirmi yaşındaki asker Borchert'in
mektupları devletin güvenliğini sarsıcı
nitelikte görünmüş, bu yüzden yazarı
ölüme mahkûm edilmiş, ama altı hafta
kadar bir hücrede bekletildikten sonra
hayatı yeniden bağışlanmıştır. Yirmi
yaşında olmak, altı hafta bir hücrede
pineklemek ve öleceğini, Hitler ve savaş
üzerine düşündüklerini açığa vurduğu
birkaç mektup yüzünden öleceğini
bilmek! Bu kitabı eline alan yirmi
yaştakiler, insana kendi fikirlerinin ne denli
pahalıya patlayabileceğini, karşılığında
ödenmesi gereken bedelin ne denli
yüksek olabileceğini göreceklerdir."
Avkıran'ın temel aldığı kitap kısaca
bunlara değiniyor, oyunu da özellikle
günümüz Türkiye şartlarında merakla
bekliyoruz.
Bilsak Tiyatro Atölyesi
Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin "Park
Yapılmaz"ı ise, Heiner Müller'in "Hamlet
Makinası" oyunundan yola çıkıyor. Oyun,
birçok farklı metnin de katılımıyla belli bir
tema izliyor. Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin bu
oyununu Ceysu Kolçak ve Nihal Koldaş
kurguladı ve yönetti. Bilsak Tiyatro
Atölyesi'nin bu gösterisinde oyuncu
kadrosunun oldukça genişlemiş olduğunu
fark ediyoruz. Koçak ve Koldaş
hazırladıkları gösterilerini ve Hamlet
yorumlarını kısaca şöyle açıklıyorlar:
"Hamlet bir isim, hem de yabana bir isim.
Ama var olmak ya da yok olmamak,
ölmek ya da yaşamak herkesin meselesi.
Müller'in ise tek çıkış yolu yıkım. "Umut,
boşluk ve hiçliktir." Bilsak Tiyatro
Atölyesi'nin oyununda da bu yenilgi bir
çeşit koro vakası. Toplu bir yenilginin
tabloları ise yakalananlar."
Ankara Sanat Tiyatrosu
Ankara Sanat Tiyatrosu da Bulgar yazar
Stanislav Stratiev'in "Otobüs" adlı
oyunuyla festival izleyicisiyle karşı karşıya
olacak. Oyunun broşüründe Şahin
Yenişehirlioğlu konuya şöyle açıklık
getiriyor: "...Halkın içinde, toplumdaki
çeşitli sınıflardan olan kişilerin sadece
topluma ait insanlar olarak görülmelerinin
yanı sıra, bir de onların kişi-birey olarak var
olmalarının durumu da ortaya konuyor
oyunda: Onların, bir yanda toplumsal-sivil
psikolojileri, öte yanda da bireysel var
oluşlarının psikolojileri, birer karşıt öğe gibi
gözüküyor. Bu psikolojiler zaman zaman
buluşuyor, zaman zaman da çatışıyor.
Örtüşüyor ve ayrışıyor... Otobüs, oyun,
trajikomik bir gerçekliğin nasıl
saçmalaştığını gösteriyor: Absurde-bete'
(saçma-salak) bir anlatımla gerçekliğin
içindeki kişiliklerin de, onların gerçekliklerin
saçmalaştığı ortaya çıkıyor.
Bu, aslında herhangi bir bozuk düzen ve
yönetim taşlaması. Hangi düzen, hangi
yönetim? Düzen ve yönetim saçmalaşıp
gerçeğe yabancılaştırıyor saçmalaşan
toplumsal tabakalarının göstergelerini:
Köylü, Sanatçı, Akıllı, Sorumsuz, Akıllısız,
Genç Sevgililer. Sevgisiz Kişiler.
Otobüs-sürücü, nereye gidiyor?.. Nereye
gidiyor düzen ve rejim?.."
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatroları
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı
pe
cy
a
Dostlar Tiyatrosu
Geçen yıl Fransa'da Mehmet Ulusoy'un
rejisini yaptığı, Kudsi Erguner'in müziklerini
bestelediği ve Genco Erkal'ın başrolünü
üstlendiği "Simyacı" bu kez de Dostlar
Tiyatrosu prodüksiyonu olarak
tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Brezilyalı
yazar Paulo Coelho'nun yapıtı olan
"Simyacı" bir Endülüslü çobanın serüvenini
anlatmakta.
Geçen yıl Fransa'da Genco Erkal dışında
farklı oyuncularla sahnelenen oyun
İstanbul'da bu kez Tülay Çimenser ve
Emre Kınayla birlikte gösterime sunuluyor.
5. Sokak Tiyatrosu'nun Zarifi'de sahneleyeceği "O Salı"dan bir görüntü.
31
a
pe
cy
Dostlar Tiyatrosu'nun sahneleyeceği "Simyacı" oyunundan bir sahne.
olarak festivalde yer alan "Bir Ata
Krallığım", William Shakespeare'in on iki
oyunudan Başar Sabuncu'nun kurgulayıp
yönettiği bir çalışma.
Bu yapım programda yer alan diğer
Shakespeare yorumlarıyla, "Othello" ve
"Kral Lear" ile bir üçleme oluşturuyor.
Devlet Tiyatroları
Festivale İstanbul Devlet Tiyatrosu, France
Rame - Dario Fo'nun "Kadın Oyunları"dan
aldıkları iki bölümle, "Kadınlardan
Konuşalım" adı yapıtla katılıyor. Oyunun
yönetmeni Tijen Par. Fo'nun ve Rame'nin
kadın sorunlarını ele aldığı ve kendilerine
has ironik bir dil ile kurguladığı ve iki farklı
hikâyeden yola çıkarak ürettiği eseri,
sahnede Sumru Yavrucuk yorumluyor.
Oyunda gösterdiği performanstan dolayı
Yavrucuk, bu yıl Avni Dilligil, "En İyi Kadın
Oyuncu Ödülü'nün yanı sıra Halk
Sigorta'nın desteklediği "Afife Ödülü"ne
komedi dalında en iyi kadın oyuncu olarak
kazandı.
Ankara Devlet Tiyatrosu ise büyük şairimiz,
dünya şairi Nâzım Hikmetin "Kuvayı
Milliye Destanı"nı zengin bir sanatçı
32
kadrosuyla, festivalin kapanış oyunu olarak
sunacak.
Diğer Etkinlikler
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali oyun
ve gösterilerinin yanı sıra bu yıl da
konferanslar, atölye çalışmaları ve sergilere
yer veriyor. Haldun Taner ustayla çok yakın
çalışma içinde bulunan sanatçılar bir
sohbet toplantısı düzenleyecekler.
"Othello", "Kral Lear" ve "bir Ata
Krallığım" gbi oyunlarla Shakespeare'in
festivalde ağırlıkla yer alması nedeniyle,
Prof. Dr. Cevat Çapan, "Bitmez Tükenmez
Shakespeare" başlıklı bir konferans
verecek. Geçen yıl tiyatro festivalinin
konuğu olan ve İstanbul izleyicisine en son
eserlerinden biri olan "Persefone"yi sunan
Robert Wilson, bu kez "Yapıtlar 19671995" başlığı altında iki buçuk saatlik bir
sunum gerçekleştirecek.
Programında iki yıldır atölye çalışmalarına
yer veren Tiyatro Festivali çağdaş
oyunculuk alanında farklı methodlar
geliştirmiş tiyatro adamlarıyla Türk
oyuncuları bir araya getirdi. Geçen yıl bu
atölye çalışmalarına çok farklı alanlardan
sahne sanatçıları katıldılar. Theodoros
Terzopoulos, kendi oluşturduğu antik
tiyatroda beden kullanımına ilişkin bir
atölye çalışması, Ellen Lauren ise üyesi,
oyuncusu ve eğitmeni olduğu Tadashi
Suzuki'nin çağdaş doğu tiyatrosunda
beden kullanımını içeren tekniğini
gösterdiler. Bu yıl festival çerçevesinde,
dans tiyatrosu alanındaki genç grupları
desteklemek amacıyla, Cesc Gelabert,
"Dans ve Vücut" başlıklı üç günlük bir
atölye çalışması düzenleyecek. Bu alanda
yapılacak çalışmanın da ülkemizde gelişen
yeni teatral dil arayışlı gruplar için faydası
oldukça büyük olacak kanısındayım.
Eleştirmenler Birliği'nin düzenlediği,
Uluslararası Genç Eleştirmenler Semineri
de bu yıl İstanbul'da yapılmakta. Bu
seminere katılacak olan dünyanın farklı
ülkelerinden gelen eleştirmenler de festival
boyunca oyunları izleyecek ve oyunlar
üzerine tartışmalar yapılacak.
Mario Mattio Giorgetti, Piccolo
Tiyatrosu'nun kuruluşunun 50. yılı
dolayısıyla İstanbullu tiyatroseverler için
vereceği bir konferansi festival konukları
arasında yer alacak
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
"ÇALIŞMALAR 1967-1995"
pe
cy
a
Festival kapsamında Robert Wilson'un
sunacağı 3 saatlik bir konferans ve dia
gösterisi sanatçının çalışmaları üzerine bir
retrospektif. Geçen yıl uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali'ne "Persofone"'ile katılan
Wilson'un bu konferansında onun
entelasyon ve resimlerine yer veriliyor.
Çizimlerle, dialarla desteklenecek olan
konferansa katılanlar Wilson'u ve
tiyatrosunu daha yakından tanıma olanağı
bulacaklar. Yaptıklarının nedenlerini,
niçinlerini açıklamaktan hoşlanmayan
sanatçı, "ben bir kör yüzücüyüm" diyor ve
yorumlarına açıklama getirmesi istendiği
zaman içine dönüyor, suskunluğu yeğliyor.
"Ben bir sanatçıyım ve sanatçılar yorumları
üstüne açıklamalar yapmakla yükümlü
değillerdir. Sanat eseri gizemlidir,
Sözcükler, o eseri açıklama çabaları bu
gizemi yok eder. En güzeli bir şey
söylememek, susmaktır. Yorum izleyene
aittir." Sonuçta, Wilson'un yapıtları
gizemlerini koruyor. İzleyici kendi bilgisi,
kültürü, tiyatroya bakış açısı ve deneyimleri
oranında onun yapıtlarıyla bir noktaya
ulaşıyor. Wilson "Sanatçının etik ve
entelektüel sorumlulukları olduğunu
yadsımıyorum" diyor, "ama kendimizi hep
okulda, öğretmenlerin karşısındaymış gibi
hissediyoruz. Eğitim yaşamım süresince bir
tane çok iyi öğretmenim oldu. Ayrıcalığı
vardı. Ondan çok şey öğrendim. Tahtanın
önündeki yükseltide durur, birçok mimarın
birbirinden farklı eserlerini aynı zamanda
üç ekranda göstererek mimarlık tarihi
dersi verirdi. Ekranda gördüklerimizle bize
anlattıkları arasında hiçbir ilişki yoktu.
Derslerde birbirleriyle örtüşmeyen
düşünceleri sözcüklere dökebilmemiz için
serbest çağrışım yaptırırdı. Beş yıllık
eğitimin sonunda kendi kendimize farklı
görünen şeyler arasında benzerlikleri
yakalamaya başladık. İyi bir yönetmenin
ve oyuncunun bağlantılar kurmasının ve
başlangıçta hiç planda olmayan
düşüncelere açık olabilmesinin bu
yöntemle mümkün olabileceğini
düşünüyorum." Robert Wilson'un
yapıtlarına böyle bir perspektiften
yaklaşmak onların içlerinde barındırdıkları
zaman zenginliğini yaşamak açısından
önemli. "Zaman, bir kavram değildir. Hiç
düşünmeden yavaş hareket ettiğimizde,
bu yavaş harekette bir zaman çokluğu
olduğunu görürüz. Tek bir hareketi
yaparken bile aynı anda bir sürü şey olur. '©
"Le Monde de la Musique" dergisi ve "Robert
Wilson" Laurence Shryer kitabından yararlanılmıştır.
33
PERDE ARASI
Ahmet
Cemal
Nerede "Lüküs Hayat"ın Kitabı?
İstanbul Şehir Tiyatrolarında yıllardır oynanmakta olan "Lüküs Hayat" opereti, bir rekor kırmak
üzere.
Gelgelelim Türkiye'nin müzikli tiyatro tarihine geçecek bu rekorun nedenleri üzerine ilerde kafa
yormak isteyecek olanlar, bu olay üzerine yalnızca zamanında kafa yorulmadığı gerçeğiyle
karşılaşacaklar. Başka deyişle, bu operet ve etkilen üzerine kaleme alınmış herhangi bir ciddi ve
kapsamlı incelemeyi, çeşitli üniversitelerde yıllardır bilimi yapılan(!) tiyatromuzun uzmanlarınca
yazılmış bir kitabını raflarda boşuna arayacaklar.
Tıpkı başlangıcından günümüze, tiyatromuzun herhangi bir yazarı ya da eserleri üzerine kaleme
alınmış bilimsel incelemeleri, ancak iki elin parmaklarının sayısı kadar - bazılarını o kadar bile
değil - bulabilecekleri gibi!
Eğer böyle incelemeler gerçekte - örneğin çeşitli tez çalışmaları olarak - varsa, ama
basılmamışsa, durum yine aynı. Çünkü okurun önüne çıkarılmamış belgeler, hiç çalınmamış
notalardan farksızdır.
cy
a
Evet, acı gerçek şu ki, yazar, eser, sahneleme biçimi vb. bağlamında olsun, ülkemizin varlığını
inatla korumayı sürdüren "kitapsız kültür" alışkanlığı, Türk tiyatrosunu da kapsamı dışında bırak­
madı. Birkaç soru, sanırım durumu daha da netleştirebilecektir.
Bugüne kadar Türk tiyatrosunun yazarları ve eserleri üzerine kaç inceleme kaleme alınmıştır?
Bunların kaçı yayımlanmıştır?
pe
Bugüne kadar Türk oyun yazarlarının kalemlerinden çıkma ve sahnelenmiş oyunların kaçına
ilişkin etkinlik çalışmaları gerçekleştirilmiştir? Etkinlik çalışmaları kavramıyla belirtmek istediğimiz,
yazarların ve tek tek eserlerin kendi dönemlerinin koşulları içerisinde uyandırdıkları ya da
uyandıramadıkları yankılar açısından değerlendirilmeleri, izleyici kitlesinin bu eserler karşısındaki
tavırlarının - ve elbet bunların olası nedenlerinin - irdelenmesidir. Batıda bu türden etkinlik
çalışmaları, sanatın ve edebiyatın genelinde çoktandır onsuz olunamaz bir çalışma niteliğiyle
yerini almıştır. Bu önemsemenin nedeni, sanat ile toplum arasındaki ilişkilerin böyle çalışmalar
aracılığıyla kimi zaman çok net ortaya konulabilmesidir.
Bir başka soru: Bugüne kadar Türk tiyatrosunun yetiştirdiği değerli sanatçılardan kaçı, biyografik
bir incelemenin konusu olabilmiştir? Böyle bir sorunun yanıtı, aynı zamanda bir toplumda özellik­
le "işin uzmanı" geçinen çevrelerin sanatçıları ne ölçüde "ciddiye aldıklarını" göstermesi
bakımından büyük önem taşımaktadır.
Yukarıdakine bağlı bir soru daha: Başlangıcından günümüze kadar, Türk tiyatro yaşamında
perdelerini açmış tiyatrolara ve tiyatro topluluklarına ilişkin kaç inceleme kaleme alınmıştır?
Bugün Türk tiyatrosunu kurumlaşma tarihi bakımından inceleme konusu yapmak isteyecek bir
araştırmacının elinde bu konuda nasıl bir malzeme vardır?
Bütün bu sorulara verilecek yanıtların oluşturacağı tablo, sanırım bize yalnızca tek bir gerçeği,
kendi tiyatromuzu bilimsel araştırmacı düşünce bağlamında ciddiye almamış olduğumuzu
gösterecektir. Eğer bir ülkede tiyatro alanında yapılmakta olan - ya da yalnızca yapıldığı söyle­
nen] - bilimsel çalışmalar, kendi ortamının tiyatrosunu böylesine ihmal etmişse, o "bilimsellik"
ne yazık ki bir özenti olmaktan ileriye gidemez. Daha önceki bazı yazılarımda da vurguladığım
gibi, tiyatronun gerçek anlamda bilimsel düzlemde ele alındığı ülkelerde durmaksızın yeni tiyatro
tarihleri kaleme alınırken, biz henüz "belki ilerde yazılabilecek" tiyatro tarihlerimize kaynak ola­
cak araştırmalardan yoksunsak, kimi kurumlarda yapılagelen "akademik" çalışmaların ciddi bir
biçimde sorgulanmasının gereği de kendiliğinden ortaya çıkar..
34
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
9. Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali açılış oyunu
olarak Ismael Ivo
Tanztheater tarafından
sunulan "Othello"yu seçti.
Shakespeare'in 400 yıl önce
yazdığı bu tragedya festival
izleyicisinin karşısına Ismael
Ivo ve Johann Kresnik'in
ortak çalışmalarıyla çarpıcı
bir dans tiyatrosu olarak
çıkıyor. "Dans tiyatrosunun
özelliklerinden biri de bireyin
ve toplumun yansımasıdır ve
bana göre birey yani
vücudun kendisi, bütünüyle
oyunun içinde olmalı, dansçı
kendi yaşamını oyuna dahil
etmelidir" diyen Ismael Ivo
ile yapılan bir söyleşiyi, onun
dans sanatını, yaşamduygular-görüntüler
üzerinden, nasıl bir iletişim
aracı olarak kullandığını
yansıtmak amacıyla
sunuyoruz.
a
"Vücudum Benim Laboratuarım"
pe
Bay Ivo, son sahnelediğiniz
"Othello" bir yabancının
öyküsü. Bu role biyografik bir
ekleme yaptınız mı?
olduğum için nesnel olarak var.
Gençliğimde "Othello"yu ilk kez
operada gördüm ve beyaz bir
adamın kendisini siyaha neden
boyadığını sordum kendime;
beyaz bir adamın deneyimleriyle
beyaz bir adam olarak
duruyordu sahnede. O
zamandan beri bir "Othello"
sahnelemek istiyordum, çünkü
bence makyajla ulaşılamayacak
bir ruhsal duruma, o hassaslığa
ancak bir siyah hayat verebilir.
Bu dediğimin ırkçılıkla ilgisi yok.
Farklı deneyimler söz konusu.
Sömürgeciliğin çeşitli oyun
trükleriyle temalaştırılması da
benim konum değil. Etnolojik
farklılıklar önemli elbette, ama
bu olguya toplumda var olan
zengin potansiyel içinde
bakmak gerek.
Hem evet, hem de hayır. Tabii
ki bir ölçüde ben de bir
yabancıyım, ama on yıldır
Almanya'da çalışıyorum.
Weimer'da kendimi bir yabancı
olarak değil, yeni biri olarak
görüyorum. Yabancılık ve
yakınlık, bunlar kültürlerle
bağlantılı kavramlar. Bana
yabancı olan kültürel
gelenekleri benimsediğimde,
onları sanatsal anlamda
aştığımda, o zaman orası benim
için köklerimin bir parçasını
oluşturuyor. Polonyalı
Grotowski ya da Fransız Artaud
gibi Avrupalı tiyatro adamları
beni çok fazla etkilemişlerdir; o
halde bu Avrupa da benden bir
parçadır.
Yaşam öykünüzün sizin için
önemli olmadığını mı söylemek
istiyorsunuz?
Tabii ki hayır. Bu yaşamöyküsel
ekleme, yalnızca ben var
ihtiyaç duydum. Aslında, bunu
bilinçli olarak yapmıyorum.
Kendimle dürüst bir biçimde
uğraşmak dürtüsü uyandıran
anlık duyguyu oluşturan
konular, yansımalar, eylemler
bunlar.
cy
Söyleşi: Henryk Goldberg
Çev./Der.: Pınar Besen
Neden farklı kültürlerde
anlatılan malzemelere
Shakespeare, ressam Bacon,
Bach, klasikler gibi sıkça geri
dönüyorsunuz?
Böyle olması gerektiğine
inanıyorum. Francis Bacon'un
resimlerini gördüğümde beni
kışkırttılar, rahatsız ettiler. Bu
nedenle bu aşırılıkları bedenimle
ifade etmeye, açıklamaya
Dürüst derken neyi
kastediyorsunuz?
Benim kendime, 'bu öyküyle
izleyenleri şok edebilirsin ya da
büyük başarı elde edebilirsin'
dememem. İzleyici tabii ki çok
önemli, başarı da aynı şekilde.
Ama başlangıçta hep duygu
var. Duygu hareket noktasını
oluşturuyor. Onu izleyen bir
soru, bir düşünce dansçının
tekniğini ortaya çıkartıyor. Yani,
önce olayın ruhu geliyor.
Ruhsal iç dünyaların sergileyicisi
misiniz?
Bir dereceye kadar evet ve eğer
insan aşırıyı arıyorsa bu olmalı
da. Sahnede çıplak, korumasız
bir insanı, gözyaşlarımı ve
mutluluğumu gösteriyorum.
Bana göre sanat, günlük
hayatta kapalı kalan kapıları
açmaktır. Ruhumu, iç dünyamı
bedenim aracılığıyla keşfetmeyi
deniyorum. Vücudum benim
laboratuarım.
Grotowski de tiyatrosunu
laboratuar olarak tanımlamıştı.
Artaud da sizin için çok önemli.
Sizce tiyatro kutsal bir mekân
mı?
Hiç kuşkusuz. Sahne büyüleyici
bir oda gibi işin içinde ve son
kapının ardında insanlar
izleyiciyle karşılaştığı anda,
müthiş bir şeyler oluyor. Çok
uzak bir düş anlamında değil,
aksine insanlarla ve gerçekle,
ilişkileriyle ilintili. Sahnede
yaşam yeniden yaratılabiliyor.
Yalın bir resim olarak değil,
kendini başka türlü formüle
ettirmeyen yeni keşfedilmiş bir
şey olarak. Bu nedenle kendi
evim olan vücudumu aşırı
durumlara maruz bırakmayı
deniyorum bu aşırı fiziksel
durumun tinsel gücü açığa
çıkartması umuduyla.
Vücudumu kafa ve ruhla
birleştirmeyi deniyorum. Yaşam
enerjim benim tinsel gücüm,
kapıları açmak için anahtarım.
Son kapının ardında ise insan
var
"Thüringer Allgemeine" (21 Eylül
1996)'den alınmıştır.
35
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
"KUVAYI MİLLİYE DESTANI"
Tuncer
Cücenoğlu
Türk ve Dünya şiirinin büyük ustası Nâzım
Hikmetin "Kuvayı Milliye Destanı"nı ilk kez
7 Mayıs 1960 Devrimi'nden sonra okuma
olanağına kavuştum. Daha doğrusu 1961
Anayasası'nın getirdiği geniş özgürlük
ortamından sonra...
O günlerde, ülkemizin gelmiş geçmiş en
büyük araştırmacı/yazar ve düşün
adamlarından Sayın Doğan Avcıoğlu,
düşünce yaşamımıza büyük katkı sağlayan
YÖN adlı dergiyi çıkartıyordu.
a
Üniversite öğrencisiydim.
pe
cy
Sayın Avcıoğlu'nun YÖN dergisi ise
vazgeçemediğim bir yayındı... Büyük bir
açlıkla okuyordum YÖN'ü.
Ve bir gün YÖN'de Nâzım Ustanın bu ünlü
destanından bir bölüm yayımlanıverdi.
Bu çok önemli bir olaydı... Çünkü 1950'li
yıllardan beri tabu sayılan bir büyük Türk
şairinin, halkıyla buluşmasında önemli bir
adım atılmıştı.
Ancak aptal cesaretiyle değil, tam tersine
ince ince düşünülmüş, ölçülüp biçilmiş,
bütün olasılıkların hesabı yapılmış bir
adımdı bu eylem.
Eğer bu girişim yanlış zamanda, yanlış bir
sunuşla gerçekleştirilmeye çalışılsaydı,
tepkiler umulmadık boyutlarda
gelişebilirdi.
Çünkü 1950'lerden o yana Nâzım Hikmet
adı, "Vatan Haini" sözcükleriyle eşdeğer
bir koşullandırma çabasıyla
bütünleştirilmişti.
Şairimizi savunanlar susturulmuştu.
Şairin kitapları yok edilmiş, ya da yok
sayılmıştı.
Adının geçmesine bile yalnızca "Vatan
36
Haini" yakıştırmasının eşliğinde izin
verilebiliyordu.
Radyo, gazete ve dergilerde sürekli
karalanırdı.
İşin kötü yanı halkımızın büyük bölümü de
inandırılmıştı buna.
Babam karşı görüşlerinden dolayı sürgün
yaşamına oldukça alışkın bir muhalifti.
Öğretmendi.
Sanıyorum ortaokulda okuyordum.
Radyoda adını duyduğumda, Nâzım
Hikmetin kim olduğunu sormuştum
babama.
"Nâzım, Türk şiirinin doruğudur...
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük
şairlerinden biridir... Belki de birincisidir..."
diye yanıtlamıştı sorumu, hüzünlü ama
kısık bir sesle..."Peki öyleyse neden
vatanına ihanet etti?"
"Yalan! Hepsi yalan!" demişti babam.
"Şunu hiç unutma... Bir gün heykelleri
dikilecek... Bütün meydanlara heykelleri
dikilecek... Adı caddelere, sokaklara
verilecek... Asıl bunlar vatan haini... Ancak
bu konuştuklarımızı hiç kimseye söyleme...
Bil ama söyleme! Çünkü sana bile zarar
verir bunlar..."
İşte böyle, sevenlerinin bile susmak
zorunda kaldığı uzun bir dönemden sonra.
Sayın Avcıoğlu akıl dolu bir girişimle bir
şiirini yayımlayıvermişti. Öyle bir seçimdi ki
bu, bütün karalamalara bir yanıttı sanki.
Nitekim Sayın Avcıoğlu'nun bu akıllı adımı,
Nâzım Hikmetin ülkemizde daha rahat bir
şekilde tanıtımı açısından önemli bir aşama
oldu ve ileriye dönük gelişmelerin de
yolunu açtı.
Sonuçta halkımız pırıl pırıl bir "Kuvayı
Milliye Destanı" kitabıyla yüz yüze
gelmekte gecikmedi.
Sonra art arda kitapları yayımlanmaya,
oyunları sahnelenmeye başlandı büyük
şairin.
pe
cy
a
O artık yalnızca sosyalistlerin değil,
halkımızın bütün ilerici kesimlerinin de
gözbebeğiydi.
de bizimkilere, kendi çocuğuna bakar gibi
bakmaktan alıkoyamaz kendini. Nitekim
Sayın Orbey'in "Kuvayı Milliye Destanı"na,
Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı olarak
çalıştığını duyduğumda, aynı titiz arayışın
belirtilerini görmekte gecikmedim. Önemli
bir sanatçı/yönetmen olarak bu işe
soyunmasındaki nedenleri az çok tahmin
edebiliyordum.
Ama bir büyük kesim vardı ki Nâzım
hakkındaki düşüncesinde bıkmadan,
usanmadan, inatla direniyordu.
Ergin Orbey ülkemizin gözbebeği
yönetmenlerinden biridir. Oyun
yazarlarımızın hemen hemen hepsi sevgi
ve saygı duyarlar ona.
Kuşkusuz bundaki en büyük etken Sayın
Orbey'in ülkemiz yazarlarına bir başka
bakmasından kaynaklanmaktadır. Bana
göre en önemli özelliklerinden biri de ilkeli
bir tiyatro adamı olmasıdır. Pek hatır
gönül dinlemez.
Musahipzade Celal'den Reşat Nuri
Güntekin'e, Turgut Özakman'dan Vasıf
Öngören'e uzanan çizgide hep bu ilkeli
arayışın izlerini görürsünüz onda.
Yaklaşık beş yıldır Sayın Orbey'le birlikte
Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul üyesi
olarak görev yapıyorum. Bu süre içinde
şunu gözlemişimdir hep.
Sayın Orbey'in elindeki oyun bir Türk
yazara aitse, o dosyayı/kitabı tutuşu bile
farklıdır. Daha sevecen, daha bağışlayıcıdır.
Kuşkusuz sunu yaparken diğerlerini
yadsıyan bir davranış göstermez ama gene
Kuşkusuz bu nedenler oldukça çoktur ama
sanıyorum gerçek neden, ulusal şairimizin
uğradığı haksızlığın, Sayın Orbey'de
oluşturduğu üzüntü ve acıdan
kaynaklanmaktadır. Adeta kendini
sorumlu sayan bir anlayıştır bu.
Çünkü Sayın Orbey gerçek bir sanatçıdır ve
bir başka büyük sanatçının içine
düşürüldüğü çıkmazı, iliklerinde
duyumsayabilecek incelikli bir yapıya
sahiptir.
Sayın Ergin Orbey'in gerçekleştirdiği
"Kuvayı Milliye Destanı"na gelince.
Giysi tasarımından özgün müziğine, ışık
tasarımından koreografisine, titizlikle
hazırlanmış, olağanüstü bir gösteridir bu
destan. Hüseyin Mumcu, Ersen Tunççekiç,
Can Atilla ve Binnaz Dorkıp Aydan'ın ve
Hareket Grubu'nu oluşturan sanatçıların,
bu görkemli gösteriye olan katkıları
azımsanmayacak kadar büyüktür.
Kerim Afşar, Rüştü Asyalı, Sema Aybars,
Nurşen Girginkoç, Alpay Izbırak, Erol
Kardeşci, Bozkurt Kuruç, Cemil Özbayer,
Beyhan Saran, Baykal Saran, Elçin Şanal ve
Çetin Tekindor gibi adlarıyla firma olmayı
başarmış sanatçıların, bugüne kadar hiçbir
oyunda göstermedikleri bir içtenlik ve
coşkuyla, şairimizin destanını inanılmaz bir
inançla yorumladıkları ve bu inanılmaz
gösteriyi bir duygu yumağına dönüştürüp
ucunu izleyiciyle buluşturmayı başardıkları
bir tarihtir "Kuvayı Milliye Destanı"...
Gösteriyi izlediğim gece, bembeyaz
giysileriyle. Nâzım Ustanın pek sevdiği
Bahriyelilerin, ayağa kalkıp sanatçıları
coşkuyla alkışladıklarının tanığı olmam ise,
geciken bir buluşmanın, yaşamım boyunca
hiç unutamayacağım çarpıcı bir fotoğrafı
olmuştur.
Sen çok yaşa Ergin Orbey. Hepiniz çok
yaşayın Devlet Tiyatrosunun değerli
sanatçıları.
Çünkü halkımıza bugünlerde en büyük
gereksinimimiz olduğuna inandığım Kuvayı
Milliye ruhunu yaşattınız, yaşatıyorsunuz.
Üstelik bunu ulusal şairimiz Nâzım
Hikmetin halkıyla bütünleşmesindeki en
son engelleri birer birer ortadan kaldırarak
ve Türkiye'nin aydınlık geleceğine olan
inancımızı hiçbir zaman yitirtmememiz
gerektiğini, bir kez daha anımsatarak
gerçekleştiriyorsunuz.
Zaten laik Cumhuriyetimizin bu önemli
kurumunun sanatçılarına da böylesi
yakışırdı ancak. Çünkü sanat uzun, hayat
kısadır.
Kim bilir, belki yüzyıl sonra bu yazılanları
birileri okur da, herkesin değerini yeniden
biçer.
Bütün emeği geçenleri yürekten
kutluyorum©
37
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
Kent Oyuncuları, Tiyatro
Festivaline, Terence Mc
Nally'in yazdığı,
Broadway'de Faye
Dunaway, Fransa'da Fanny
Ardant'ın oynadığı, Maria
Callas'ın, sesini
kaybettikten sonra
Amerika'da üniversitede
ders verdiği dönemi
anlatan "Maria
Callas/Master Class"
oyunu ile katılıyor. Maria
Callas... Muhteşem bir ses,
üstün bir tiyatro yeteneği,
ürkütücü bir sanatçı
ihtirası ve zikzaklarla dolu,
trajediye dönüşen özel bir
yaşam. Ünlü diva Callas'ın
deyimiyle, "oynamak
savaşmaktı", kazanmak
zorunda olduğumuz bir
savaş. Yıldız Kenter ise
Terence Mc Nally'nin
tekstinin zorluğunu
seviyor ve "Eğer o zorluğu
kolaya dönüştürüp
güzelleştirebilirsem bu
beni mutlu edecek" diyor.
pe
cy
a
bir başarı. Siz. bir tiyatro
sanatçısı olarak Festivali nasıl
değerlendiriyor sunuz?
La Divina... İlahe... Tanrıça
Yıldız Kenter Yorumu ile
Maria Callas
Rengin Uz
"Destanları hep tutku
peşinde koşan insanlar
oluşturur. Üstün insanlar,
Atatürk gibi, Muhsin Ertuğrul
gibi. Leyla Gencer ve daha
niceleri gibi. Daha sahneye
adım atar atmaz
destanlaşmaya başlayan
kişilerden biri de Yunan asıllı
opera sanatçısı Maria Callas.
La divina, ilahe, tanrıça... Bu
sıfatlara lâyık görülen, böyle
anılan bir insan. Bir kariyer,
bir erkek ve zikzaklar,
çaprazlarla yüklü bir trajedi.
Komik, acı, hüzünlü..."
Yıldız Kenter, 9. Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali'nde
38
sahneleyeceği Terence Mc
Nally'nin Maria Callas için
coşkuyla yazdığı bir aşk
mektubu (Maria Callas)
"Master Class" oyununun
kahramanı soprano Maria
Callas için böyle söylüyor.
Son elli yılın en büyük opera
sanatçısı olarak ünlenen
Maria Callas, 1923'te Yunanlı
anne babadan New York'ta
doğar. 1937'de annesi
tarafından Yunanistan'a
götürülen Maria, Atina
konservatuvarında okur.
1947 yılında, Verona'daki ilk
büyük süksesinden sonra,
Scala'da; Tosca, Norma ve
Lucia operalarında inanılmaz
bir başarı kazanır. Aristotfe
Onasis ile yaşanan mutlu ve
mutsuz yılların ardından
sesini kaybeden Callas,
1972'de Amerika'da, Juilliard
Müzik Okulu'nda opera
dersleri verir, usta sınıfı
dersleri. Bu derslerin önemli
bir kısmı kasete alınır. Mc
Nally'nin, heyecanlı, buruk,
kıskanç resitatifler,
belkantolar ve iki büyük arya
(tirad) ile yüklü tiyatro
metnide, bu usta sınıfı
derslerinde geçiyor, tabii geri
dönüşlerle.
Yıldız Kenter'le söyleşimizi,
yoğun provaların arasına
sıkıştırıyoruz.
Hocam, Uluslararası İstanbul
Tiyatro Festivali'nin
dokuzuncusu düzenleniyor.
Sanata bu kadar az önem
verilen bir ülkede bu büyük
Çalışanların nasıl
uğraştıklarını görüyorum ve
zaman zaman dışardan çok
ilginç oyunlar da geliyor.
Fakat bizim açımızdan bu
Festival ne olmalı, nasıl
olmalı, nitelikleri, nicelikleri
neler olmalı, bunların yeniden
tartışmaya açılması gerekiyor
gibi geliyor bana. Karışık
olduğu zaman mı iyi olur,
yoksa diyelim Festival 20 gün,
önce on gün yerli oyunlar
gösterilsin, sonra yabancılara
mı yer verilsin. Çünkü eğer
ben bu Festivale katılıyorsam,
öyle yoğun bir tempo içinde
oluyorum ki, hiçbir şey
göremiyorum. Tabii
yabancıların da burada kalıp
oyun izleyebilmeleri için
maddi bir kaynak gerek, oysa
Kültür Bakanlığı kıstıkça
kısıyor. Bu Festivali, bir
laboratuvar çalışması olarak
görmek gerek, sonunda bir
yere varılacak. İlerde mutlaka
doğru yol bulunacaktır.
Çünkü Uluslararası İstanbul
Festivali için kimler emek
verdi ve Festival, dünyanın 6.
önemli festivali oldu
sanıyorum. Tiyatro Festivali'ni
de o hâle getirmemiz Türk
Tiyatrosu açısından çok
önemli.
Biliyorsunuz, önceleri
yönetmeliğe göre yeni bir
prodüksiyonla katılınıyordu
Festivale. Sonra oynanmış
oyunlar denendi. Olmayınca
yine ilk şekle dönüldü. Sezon
sonunda Festival için yeni bir
prodüksiyon hazırlamak özel
tiyatrolara maddi bir külfet
yüklemiyor mu?
Tabii yüklüyor, ama ben
sezon oyununun Festivalde
tekrar gösterilmesine razı
değilim. Mutlaka yeni bir
oyun olması lazım. Maria
Callas'ı biz zaten gelecek
sezona hazırlayacaktık.
Festivale yakışacağını
dününerek öne aldım. Bu
pe
cy
a
sevdiği adamı ve sesini de
kaybediyor. 1977'de Paris'te
tek başına ölüyor.
Mesleğinin en parlak, en
başarılı yıllarında Callas'in
kariyerini bir erkek için
bırakmasına ne diyorsunuz?
40
benziyor. Kendisi de söylüyor
"Burası tiyatro, burda
herkesin yüreği ağzında atar"
diye. Öğretirken, hocalıkta
benzetiyorum kendimi
Callas'a. Sözlerle anlatmak
zor, yaparak anlatmak daha
kolay diyor. Her usta yaparak
göstermeyi tercih ediyor.
Çünkü öyle şeyler vardır ki
aktarılamaz, anlatılamaz,
taklit edilemez diyor. Özel bir
şey ister, bazı şeyleri
oynamak, tanrıdan bir ilham.
Bunu çok iyi anlıyorum.
Laurence Olivier, 4. Henry'yi
çalışırken, film setinde
devamlı, şöyle yapacaksın,
böyle yapacaksın diye
gösteriyormuş. Oyuncunun
biri, hem ata binip hem nasıl
yana yatıcam gösterir misiniz
demiş. Olivier, bak diyor ve
ata atlarken düşüp bileğini
burkuyor. Filme bilmem ne
kadar hafta ara veriliyor.
Göstermenin de zorlukları
var. Yani burada çok
katılıyorum birçok
söylediğine, tabii
paradokslarını da görüyorum.
Öğrencilerime de aynı şeyi
söylüyorum, ben bir şey
söylerim, biraz sonra tam
aksini söyleyebilirim. Hemen
nedenini sorun, size cevabını
vereceğim diyorum. Bu iş
paradokslar işidir. Ve bir
yerde diyor ki, hocalığın en
kötü tarafı bu, yanlış
anlaşılmak. Hocayı tanımak
lâzım, onu anlamak, ondan
yararlanabilmek için.
Genellikle çocuklar çok genç
ve heyecanlı oldukları için ve
yeni başladıkları için böyle bir
şeye bütün değer yargıları
derslere girdikleri zaman
sarsılabiliyor ve bir uzaklaşma
olabiliyor. Burada çocuğu çok
iyi anlamak lazım. Tabii
oyundaki öğrencilerin çoğu
yüksek lisans, master
öğrencisi. Callas, bir trajedi
kahramanına uygun bir
yaşam sürdüğü için ya hep ya
hiç peşinde koşmuş. Trajedi
kahramanları, bir şeye evet
deyip de mücadele etmek de
varken hayır deyip ölümü
cy
a
Ben şimdi onun pabuçlarının
içinde olsam, nasıl bir aşk
yaşandı, nasıl bir tutkusu
vardı adama. Ömrünce,
annesiyle, kızkardeşiyle,
meslektaşlarıyla olamamış ve
onu ilk defa yalnızlıktan
kurtaran bu adam olmuş.
Aristotle zorla girmiş
hayatına, gittiği yere gidiyor,
takip ediyor, çiçekler,
çikolatalar yolluyor, telefon
ediyor, yüzlerce gül demeti
getiriyor. Oyunda saçını
süsleyecek çiçekleri Milano'ya
sabah uçakta Güney
Fransa'dan getiriyor. Sahne
kostümlerini sahici
mücevherlerle işletiyor.
Bunlar var tekste. Aryayı
söylerken, bir yerde
mücevherlerin ağırlığından
kollarım kalkmıyor diyor.
Bunlar bir kadını
heyecanlandırır. Benim
hayatımda hiç böyle bir şey
olmadı, yani beni paraya,
servete, seyehate, kürke,
lükse boğan kimse olmadı.
Ama ben bunlara gider
miydim, bunlar beni cezbeder
miydi? Maria Callas'ın da
parası vardı, ihtiyacı yoktu.
Sırf o değil tabii. Ari'yle
yaşadığı çılgın hayat, aşkın
kahırları, sesini
kaybetmesinde rol oynadı
tabii.
pe
kullanmaya kalkıyor, o kadar
yüksek standartlar istiyor ki,
özellikle bütün opera
menajerleriyle arası açılıyor ve
bu açılma bütün dünya
basınında değişik yorumlara
neden oluyor. Maria Callas'ı
egoist ve kaprisli bir insan
olarak tanıtıyorlar. Tabii basın
onun özel yaşamına da çok
büyük ilgi gösteriyor. Onun,
bir iş adamı olan Giovainni
Meneghini ve Onassis ile olan
romantik aşkını alabildiğine
kullanıyor basın. Onu, Maria
Callas yapan her şeyi
Aristotle için bırakıveriyor.
Jason'un Medea'yı daha
genç, daha mevki sahibi bir
kadın için terk etmesi gibi,
Maria Callas da Onassis
tarafından Jacklyn için terk
ediliyor. Tekstte de bu
geçiyor. "Ho dato tutte a te"
(Her şeyimi senin için verdim)
diyor. Bunu kendisiyle iki
şekilde özdeşleştiriyor. Bir
yerde, seyircinin hakkımda ne
düşündüğünü merak
edersem kazanamam diyor,
yalvar yakar da olamam, her
şeyimi verdim sizin için "Ho
dato tutte a ta" bir sanatçı
her şeyini seyirciye verir
ondan sonra Ho doda tutte a
te, diyebilir diyor. Ari, 'ben
sana her şeyi veririm ama aşk
no, aşka ihtiyacım yok benim.
Şansım var çünkü artık
saygınlığım var, onu da bana
sen getiriyorsun' diyor.
Herkesin aşka ihtiyacı vardır,
ben onurlu bir insanım, ama
bu noktada, sana, bana, aşka
gelince onur kalmıyor diye
yanıtlıyor Callas. Sana aşk
veremem ama bir çocuk
doğurursan onu severim işte
diyor. Yıllar sonra hamile
kaldığını müjdelediğinde ise,
Onassis aklına Jacklyn'i
koyduğu için çocuğu
aldırmasını istiyor. Çocuğunu,
oğlumuzu doğuracağım, bu
benim son şansım olabilir
diye diretmesi ise boşuna. Ve
tamam aldırıcam, ne olur
beni bırakıp gitme, seviyorum
seni diyor. "Ho dato tutte a
te". Yalnız çocuğunu değil,
Siz sahnede, Maria Callas'ın
operada oynadığı Medea,
Lady Macbeth gibi rolleri
oynadınız. Yıldız Kenter ve
Maria Callas'ın sanatçı olarak
benzer yönleri neler?
Ben kendimi herkese
benzetiyorum. Maria Callas'la
en çok, onun birisine bir şeyi
yaptırmaya çalışırken bu
hocalık döneminde o
yüreğinden gelen, içinden
geleni aktarmaya çalışması
tercih ederler. Şimdi genel
kanı bir insanın evet deyip
mücadele etmesi. Genç
kızlığımdan beri Antigone'yi
çalışıyorum, şimdi de
öğrencilerimle çalışıyorum. Bu
yaşımda artık biraz da Creon
gibi düşünüyorum, özellikle
Anouilh'un Creon'u gibi.
Ama belli bir yaşta benim de
idealim Antigone idi. Ama
sonra diyorsun ki, madem
yaşıyorum, mücadele etmek
gerek diyorsun. Hangisi
doğrudur, hangisi yanlıştır
hâlâ tartışılabilir.
Her yeni rol heyecanı,
korkusunu da beraberinde
getirir mutlaka. Maria Callas
gibi büyük bir divayı
canlandırmak, size ayrı bir
sorumluluk yüklüyor mu?
Ben teksti okuduğum zaman
müthiş heyecanlandım. Bu
oyun, bu rol bana ayrı bir
sorumluluk yüklüyor. Burada
tekstin bana verdiği bir
mücadele var. O mücadeleyi,
o zorluğu seviyorum. O
zorluğu, eğer kolaya
dönüştürüp,
güzelleştirebilirsem, bu beni
mutlu ediyor ve bu teksti
çalışmak beni bütün turne
boyunca çok mutlu etti,
dolmuşta, otobüste
ezberledim. Ezberi çok zor bir
oyun. Hayatını anlatan
kitapları okudum, kasetleri
tekrar tekrar izliyorum,
dinliyorum"
Festivalde, ölümünün 20.
yılında Maria Callas gibi
karizmatik bir sanatçıyı, Yıldız
Kenter gibi bir başka
karizmatik oyuncudan
izlemek ilginç olacak. Mc.
Nally'nin, Maria Callas'ı
anlatan aşk mektubunu
Yıldız Kenter'in sazı çalacak
ve madem ki oynamak
savaşmaktır, o bu savaşı
kazanacak
ELEŞTİRİ
TİYATROMUZDA
BİR RESİTAL
Üstün
Akmen
ikilisini öylesine güzel kavramış ki, sanırım yapıtı
dilimize kazandırırken en küçük bir uyarlama
yapmaya gereksinim duymamış. Orhan Alpaslan'ın
dekor, Serpil Tezcan'ın kostüm, Enver Başar'ın
(tuvalet/duş bölümünün tam üstünde patlayan spot
dışında) ışık tasarımları Tijen Par'ın amacına
ulaşmasında yardımcı olmuş.
Gelelim "neden mutlaka"nın üçüncü "nedeni"ne.
"Şişman Kadın"ı Sumru Yavrucuk, Bülent Emin
Yarar'ın ve Gamze Yapar'ın önemli katkıları ile
oynuyor. "Yalnız Kadın"da ise tek başına. Yavrucuk
bir kez daha kanıtlıyor ki, sahne üzerinde imgelem
gelmiştirmeksizin biçimsel olarak yapılan her şey,
hiçbir şey değildir. Yavrucuk seyirciye kendisinin
değil, kendi çevresindeki herhangi birinin de değil,
doğrudan Mattea'nın ve Maria'nın tutkularını,
duygularını, tutumlarını sunuyor. Her iki rolünde de
salt rolünün dirimi için temel nitelikte görerek seçip
ayırdıklarını, ayıkladıklarını sergiliyor. Hiç de gerekli
olmayanlardan çoktan temizlemiş, bir güzel
arındırmış Mattea'yı da, Maria'yı da. Üzerlerine
sadece kendi mükemmel canlılığını eklemiş. İşte o
zaman, sanki gelip kendileri sahne üstüne çıkmış
Mattea da, Maria da. Hani, seyircinin biri ünlü
oyuncu Edwin Forrest'e oyundan sonra yaklaşıp:
"Kral Lear'i gerçekten çok güzel oynadınız" demiş
de, Forrest kızgınlık içinde seyirciye dönüp: "Ne
oynaması! Ben Lear'im" demiş ya, Sumru Yavrucuk
da sonuçları izleyicinin kararına bırakacak bir
tartışmaya ipucu olarak öne sürüyor.
a
1996'nın Ekim ayından beri kapalı gişe oynuyor da,
az kalsın ben kaçırıyormuşum. Akşamlardan birinde,
öncelikle Cüneyt Türel'in önerisini benimsedim.
Oyun sırasında (n'olur, n'olmaz) öksürürsem bir
tutamını ağzımda eritip öksürüğümü
engelleyebilmesi için, Atatürk Kültür Merkezi'ne en
yakın "Fast Food"cuya girip bir "poşet" tuz aldım.
Tuzum cebimde salondaki yerime vardım. Oda
Tiyatrosu'nda Franca Rame/ Dario Fo ikilisinin
1991/1992 tiyatro sezonunda yazıp sahneledikleri
"Şişman Kadın" ve "Yalnız Kadın" adlı oyunları
"Kadınlardan Konuşalım" başlığı altında
sergilenecekti.
cy
Fo tiyatrosunu biliyoruz. İlk amacı eğlence, ama
izleyici ile diyalog kurmak, akılcılığı önde tutan,
bilinçli seyirci yaratmak da amaçları arasında.
Yapısında "Commedia dell'arte" öğeleri de var.
Doğaçlama var, güncel şakalar var.
pe
"Kadınlardan Konuşalım", diğer Fo oyunları gibi
izleyici ile diyalog kurabilen, akılcılığı önde tutan
içinde doğaçlamalar bulunan, güncel şakalara yer
veren, eğlenceli bir oyun. Sadece bu kadar mı? Olur
mu! Elbette değil. Feride Çiçekoğlu'nun da dediği
gibi eğer kadınsanız bu oyunu izlemek için
"annenizle veya kızınızla, tercihen her ikisiyle birden
kavga ettiğiniz bir günü seçin". Ya erkekler?
Erkekseniz "bir zamanlar sevgiliniz olan karınızın
neden bu kadar şişman ve/veya şirret hale geldiğini,
ya da sizin gibi mükemmel bir kocası varken nasıl
olup da kendisine öyle zibidi bir sevgili bulduğunu
merak ettiğiniz" bir gün görün bu oyunu.
Özetlersek, öyle ya da böyle mutlaka görün.
Görün görmesine de, bu arada bir soru doğabilir
"neden mutlaka" diye. Bunlardan biri, yönetmen
Tijen Par'ın gerek "Şişman Kadın"da, gerekse
"Yalnız Kadın"da Dario Fo'ya pek uygun olarak
doğaçlamaları olabildiğince özgür bırakmış olması.
Tijen Par, gene de kendine özgü gelenek ve
metinlere dayanan tipleri ve belirli değişmez
durumları, saptanan kesin bir çerçeveyle
sınırlandırmış. İyi de yapmış. Böylelikle ilkelere de
bağlı kalınmış. İkicisi Füsun Demirel, Rame/Fo
"Kadınlardan Konuşalım" gerçekten sezonun
izlenilmesi gereken oyunlarından biri. İroniden,
fantastik öğelerden yola çıkıp, yaşamın gerçek yüzü
ile karşılaşmak pek güzel oluyor. Her iki oyunun
aksiyonuna Sumru Yavrucuk kanalıyla katılmak
şaşırtıcı sonuçlar doğuruyor. Mattea ve Maria'nın
trajedilerine gülmek insanı bir güzel rahatlatıyor.
Hepsinden öte, Sumru Yavrucuk'un yarattığı
olağanüstü dramatik dinamizm görülmeye değer.
Karakteri, bir oyuncunun böylesine sezgiyle
renklendirmesine ender tanık olunur. Sumru
Yavrucuk'un elleri, sesi, yüzü ve kolları eşliğinde
verdiği bir "resital" bu
41
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
pe
cy
a
"Küçük insanlar, basit halk,
kendisini ifade edebilmek
için hiç bir zaman verilenle
yetinmemiş, trajik öyküleri
bile yansıtırken araya
mizah oyunları ve komik
çelişkiler sokuşturmuştur"
diyor Dario Fo, küçük
insanın büyük özlemlerini,
çelişkilerini, zayıflıklarını
ve gücünü yansıtırken.
Kadın sorunlarını çıkış
noktası kabul eden,
düzenle ve genel geçer
kavramlarla hesaplaşan
metin İstanbul Devlet
Tiyatrosu'nda, Tijen Par'ın
rejisi ile sahnelendi.
Şişman ve Yalnız kadın
rollerinde Sumru Yavrucuk
büyük başarı kazandı.
9.İstanbul Uluslararası
Tiyatro Festivali'nde
sergilenenecek oyunun
yönetmeni Tijen Par'la
konuştuk
Kadınlarla, Kadınlardan Konuşmak
Nevra
Savcılıoğlu
İlk yönetmenlik denemenize
"Kadınlardan Konuşalım" adlı
oyunla başlamanızın
nedenini öğrenebilir miyiz?
Devlet Tiyatroları sezon için
kadınlara yönelik bir program
hazırlamayı planlamıştı. Bu
arada oyun aranıyordu. Bu
proje ile ben zaten iç
içeydim. Oyunu çok sevdim
ve ben bu oyunu
yönetmeliyim diyerek böyle
bir işe giriştim. Bazen gülerim
kendi kendime, bu kadar
yıllık oyunculuk hayatımda
istediğim oyunları neden
yönetmedim diye. Önce tek
kişilik kadın oyunlarından
bazılarını birleştirip
sahnelemeyi düşünüyordum,
bu oyunların başka gruplar
tarafından oynandığını
görünce projeyi değiştirdim
42
ve "Yalnız Kadın" ile "Şişman
Kadın"ı sahneliyelim dedim.
Bu iki oyun arasında çok
güzel paralellikler var. Aynı
sorunları değişik şekillerde
irdeliyorlar.
Metni nasıl yorumladınız,
nasıl bir ön çalışma yaptınız?
Bizim bir şansımız oldu.
Haziranda oyunlar asıldı. Bir
hafta kadar okuma provası
yaptık. Oyunun çevirmeni
Füsun Demire!' in
yardımlarını aldık. Dario Fo
ve Franca Rame hakkında
teorik bilgilerin yanı sıra bize
Rame ve Fo ile yaşadıklarını
anlatak pratik yönden de
oldukça yardımı oldu. Kaynak
araştırmaları ve metne
bakışımızı sabitleştirmek için
yapılması gereken ön
çalışmaları gerçekleştirdik.
Sezon başında buluştuğumuz
arkadaşlarla sahne üzerinde
birikimlerimizi yönlendirme
fırsatını yakaladık. Dramaturji
çalışmalarının yapılması
oyunu irdelemek için
kullanılacak farklı
yöntemlerin açığa çıkması,
metni değiştirmek ve metne
eklemeler yapmak
anlamında gerçekleşmedi.
Metin zaten ekleme ve
çıkarmalar yapmaya gerek
olmayan bir metin. Dario Fo
düşüncelerini çok açık
yansıtan ve yazan bir yazar.
Bu arada seyirciden alınan
reaksyonlara göre oyuna yön
vermekten kaçınmadığımızı
da söylemek isterim.
"Kadınlardan
Konuşalım"Darıo Fo - France
Rame Tiyatrosu'ndan iyi bir
örnek vermek gerek" diyerek
oluşturulan bir çalışma mı?
Yoksa sadece bir kadın
oyununa ihtiyaç vardı ve
"Kadınlardan Konuşalım" da
iyi bir tekst denilerek mi yola
çıkıldı?
Basit ama zekice buluşların
yansıtıdığı dil, oyuncunun
niteliklerinin her yönüyle
açığa çıkması, seyirciyle
kurulmaya çalışılan iletişim,
bunların birebir aktarımına
çalışırken halkın içinden
insanların portrelerinin
sunulması. Bunlar detay
değil, başlı başına
uygulanması zorunlu
gereklilikler. Dolayısıyla bunu
yaparken oyuncuların
yaratım süreci de çok önemli.
Bu tarz oyunlarda oyuncu
yaratım süreci içinde farklı
yollara başvurur. Doğaçlama
yoluyla karakteri analiz eder.
Çünkü seyirciyi gülümsetmek
ve bunu yaparken de
üzerinde durduğu ana başlığı
sürekli hatırlatmak
zorundadır. Belki bu tarz bir
çalışmanın en heyecan verici
yanı bir oyuncunun yaratım
sürecinde neler
yapabileceğini düşünmek ve
oyuncunun başarısıyla rejinin
de başarısını oluşturacağını
bilmek. Oyunun başarısında
Sumru Yavrucuk'un rolü
tartışılmaz. Dolayısıyla basit
insanların iç dünyasını
yansıtmak ve bir genelleme
yapmak yoluna giderken,
halk tiyatrosunun bilinmesi,
Dario Fo'nun tanınması ve
özümsenmesi gerekliliğinle
katılıyorum
Bize oyunun içeriği hakkında
neler söyleyebilirsiniz?
İki oyun da kadın sorunlarıyla
ilgili; cinsellik, yalanlar, kötü
evlilikler, aldatmalar, cinsel
eğitimsizlik... Kadının ikinci
sınıf insan niteliğinde
olmasının kabul edilmesini
yansıtan ve içten içe bu
duruma karşı çıkan bir oyun.
"Şişman Kadın" da kocası
tarafından terk edilmiş,
bunun psikolojik sonucu
olarak kendini yemeğe
vermiş bir kadını görüyoruz.
Aslında hayatın detaylarına
sıkışıp kalmayan, olaylara ve
kendine ironiyle yaklaşan bir
kadın.
İkinci oyun,"Yalnız Kadın"
kalabalığın içinde yalnızlığın
sadece bir tek boyutunu
gözler önüne seriyor. Kocası
tarafından eve kilitlenen
çocuğu ve kayınbiraderiyle
uğraşan ve bu tempoda
yanlızlığını paylaşma ihtiyacı
duyanbir kadının portresi
çiziliyor.
cy
pe
İyi bir seyirci potansiyelimiz
var ve bu oyunu bir sonraki
sezona taşıyacak en büyük
etmen. Yüz oyun oynandı ve
aldığımız tepkilerden
memnunuz. Özellikle genç
bir seyircinin varlığı
gözlemlenebilir durumda ki
bu da beni çok mutlu eden
bir olay. İnsanları güldürerek
bir şeyleri anlatmak çok daha
kolaydır. Bu yöntemin
kalıcılığı tartışılmaz. İnsanları
ağlatarak onların olayların
akışında kendilerini
kaybetmelerini sağlamak
yanlış olur. Bu durumda
söylenecek tek bir şey var
insanı anlatan, malzemesi
insan olan ve iç dünyanın
kapılarını aralayan oyunları
yönetmek isterim. Çünkü bu
oyunun çalışma
aşamalarından çok zevk
aldım ve çıkan sonuçtan da
son derece memnunum.
a
Aldığınız tepkiler sizi bir
başka oyunda aynı konumda
çalışmaya yöneltecek mi?
İnsanın doğal yapısını ele
alan ve bu yolla dünya
görüşünü ortaya koyan bir
halk tiyatrosu örneği,
"Kadınlardan Konuşalım".
Oyun, yönetmenin ve
oyuncunun yorumuyla, iki
insan portresini oluşturan
karmaşık renklerin uyumu
olarak tanımlanabilir
43
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
kurduğu sahnelerden çok
ordaki Hamlet'i
Shakespeare'in Hamleti'yle
karşılaştırması, insanın bireysel
varlığını çeşitli otoriteler
karşısında makineleştirmesi
çekti ilgimizi. Metni aldık
örneğin; Hamlet'i oynamak
istemeyen oyuncuyu
oyunumuza soktuk.
Shakespeare'in Hamlet'ini de
oyuna sokup karşılaştırmak
istedik ama onu şu an
yapmadık yani yapamadık.
Doğaçlamalarda istediğimiz
sonucu elde edemeyince
çıkartmak zorunda kaldık.
Müller'in tiyatroya getirdiği
düşüncelerle ilgilendiğinizi
söylediniz. Bunu açabilir
misiniz?
CK: Bir bütünü alıp parçalara
ayırması, rüya dili kullanması,
kopuk kopuk olması, nereden
nereye atladığının kimi zaman
belirgin olmaması, bazen
arada hiçbir ilgi olmaması, ki
bunlar kimi zaman seyirciyi
farklı. Hamlet dediğimizde ya
da çağrışım yaptırmak
istediğimiz olayı, kişiyi tanıyıp
tanımadığı, anlayıp
anlamayacağı şüpheli bizim
seyircimizin. Bu nedenle biz
Hamlet kelimesini bile
kullanmadık.
CK: Bir kere kullandık. Oyuncu
bir yerde "Ben Hamlet
değilim" diyor.
NK: O hikâyeyi, Hamlet'in
hikâyesini biz kullanmadık.
Ona gönderme de
yapmıyoruz. Biz tamamıyla
bağımsız bir oyun yapmaya
çalıştık.
CK: Ama Shakespeare'in
Hamlet'inden de,
durumlardan, kişilerden,
ilişkilerden yararlandık
doğaçlamalarımızda.
Nasıl bir ön çalışma ve
doğaçlama süreci yaşadınız?
Ne kadar sürdü, neler oldu
geçen bu zaman içinde?
pe
cy
a
Geçtiğimiz yıl 8. Uluslararası
İstanbul Tiyatro Festivali'ne
Edward Bond'un "Savaş
Oyunları" nı yorumlayarak
katılan Bilsak Tiyatro
Atölyesi, bu oyunla
'savaşlar 'sonrası insanının
toplumsal bir varlık olarak
içine yerleştiği çöküntüyü,
acımasız şiddeti ama yine
de taşıdığı 'bir çeşit' umudu
Roxy'nin karanlık ve dar
mekânında sergilemişti. Bu
kez Zincirlikuyu Joy Port'u
kendine mekân edinen grup
yine zor bir işe girişmiş ve
Heiner Müller'in "Hamlet
Makinesi" metninden yola
çıkıp yer yer de olsa
Shakespeare' in "Hamlet"
inden ve başka
kaynaklardan da
yararlanarak çalıştıkları
doğaçlamalar aracılığıyla
yeni bir metin
oluşturmuşlar. Oyun ve
oluşum süreci konusunda
Nihal Koldaş ve Ceysu
Koçak'la konuştuk.
Onlar İçin Şimdi "Park Yapılmaz
Zamanı...
Ilgın
Sönmez
"Park Yapılmaz" metin olarak
nasıl oluştu?
NK: Biliyorsun, bize çıkış
noktası oluşturan "Hamlet
Makinesi" metni, Heiner
Müller'e ait. Biz bundan
etkinlendik ama olduğu gibi
oynamak da istemedik. Çünkü
tam bir tiyatro metni değildi.
Orda bizi ilgilendiren
Hamlet'in durumuydu. Yoksa
o tekst bizi bütünüyle
ilgilendirmiyordu. İş olarak
böyle yola çıktık. Teksti aldık,
onun üzerinde konuştuk ve
oradan elde ettiğimiz birtakım
düşünceleri sahneleştirmeye
çalıştık.
CK: Müller'in oyunundan çok
düşünceleri ile ilgilendik.
Kullandığı imajlardan çok,
44
çok zorlayacak. Müller'in dili
"zihinlerin bugünkü karışık
durumuna uygun", uzamı
konuşturan bir dil. Olaylar
aslında bir bahane. Çok fazla
fragman kullanarak
'parçalanmayı' sağlamak...
Çünkü böylece çok şey
atılabilir.
NK: Klasik anlamda bir hikâye
yok. Şurda başladı, şuraya
doğru yöneldi, şurda bitti yok.
Karakter ya da tip takibi yok.
Yalnız birtakım çağrışımlar var.
Bir sözden başka bir olaya
çağrışım, başka bir bilinen
karaktere çağrışım yapması
gibi. Tabii Müller'in şöyle bir
avantajı var. Shakespeare'in
Hamlet'ini bilen bir seyirciye
yazıyor bu metni. Hikâyeyi
anlatmasına gerek yok.
İzleyicisi ne demek istediğini,
hangi olaydan söz ettiğini
biliyor. Bizim durumumuz
CK: Üç ay kadar masa başı
dramaturjisi yaptık. Son üç ay
da sahne üzerinde
doğaçlamalarla yürüyen yeni
bir dramaturji başladı. Biz
oyuncular olarak başta şöyle
demiştik. 'Ben bu oyunlarda şu
temayla ilgileniyorum'. Yani
bir şekilde hepimiz bu oyunda
ne oynamak istediğimizi
söylemiştik. Daha çok
hepimizin buluştuğu ölüm
teması olmuştu. Müller'de de
o çok fazla işleniyor. Elimizde
Müller'den çevrilmiş bir
kaynak var ve orada
dünyamızda ölülerin
çoğunluğundan ve onlarla
diyalog halinde olmanın
gerekliliğinden söz ediliyor.
Onları geride bırakıp
gidemeyiz, onlarla yaşamayı
öğrenmeliyiz. Ölüm öndeki
ekranda hep var. Arkada
yaşamın süreçleri akıyor.
Zaman zaman ölümü
hatırlayarak kesintiye
uğratılıyor.
NK: Bu oyunun ortaya çıkma
süreci bizim için özel bir
durumu içeriyordu. İlk olarak
bu kadar çok sayıda yeni
insanla birlikte çalıştık.
Ben de tam bunu sormak
üzereydim. Bilsak'ın bir dili var
ve bu yeni oyuncuların katılımı
bir uyum sorunu yarattı mı ya
da süreç bundan etkilendi mi?
NK: İlk kez birlikte çalışıyoruz
ve birden grubun görüntüsü
değişti çünkü biz azınlıkta
kaldık. Yani birbirini tanıyan
insanlar azınlıktaydı, ilk kez
birlikte çalışan insanlar
çoğunluktaydı. Şu anda sekiz
kişiyiz. Ayrı bir öğrenme
süreci, birbirini tanıma , ortak
bir sahne dili oluşturma süreci.
Çünkü içlerinden hiçbiri bizim
yaptığımız türden bir çalışmayı
daha önce yapmamıştı. Zor bir
süreç çünkü kuralları yok, var
olmayan bir metni var
ediyorsun. Evet bir metinden
yararlanıyorsunuz ama onu
değiştirmiyorsunuz bile , her
sahneyi yeniden yazıyorsunuz.
Bu zaten kendi içinde çok riskli
bir çalışma. Bir de bunu yeni
gördüğünüz insanlarla
yapmaya çalışmak daha da
riskli bir girişim. Çıkmayabilirdi,
tamamlayamayabilirdik.
CK: Haydi altından kalktık
diyelim, seyirciden, seyircinin
tepkisinden ürkebilirlerdi.
NK: Bu biraz oldu ama her
zaman karşılaşılabilecek bir
durumdur.
CK: Zor bir iş denedik. Başta
çok az seyirciyle
buluşabileceğimizi biliyorduk.
Bilsak olarak kitlelerin peşinde
olduğunuzu sanmıyorum. Az
ama sizi takip eden bir
seyirciniz var. Bu da bana çok
doğru geliyor. Peki
çoğalmanız ya da özellikle o
oyuncuları aranıza
almanızdaki ölçüt neydi?
a
cy
pe
NK: Cüneyt ve Tolga hariç. Bu
şöyle bir çalışmadır, var mısınız
diye sorduk, onlar da varız
dediler. Ama yine de dedik ki
bu birbirimizi tanımak için bir
süreç olsun, şu bir iki ay
birbirimizi deneyelim.
Anlaşmazlığa da düşebilirdik
ama hiç böyle bir şey olmadı.
Neden bu metin, neden "Park
Yapılmaz"? Ne söylemek
istiyorsunuz?
CK: Ad kullanmıyoruz, böyle
bir kimlik ayrımımız da yok
aslında. Belli sahnelerde o
durumu taşıyan oyuncular var.
(Bu noktada söz, çalışma
süresi içinde yaşamın geri
kalanıyla olan kopuşlarına
geliverdi. Çalışma süreci
boyunca kimseyle ilişki
kuramamalannı 'Bir zaaf belki
'diye tanımlıyorlar. Kapanma
dönemi. Oyun çıkmış olmasına
rağmen sinema günlerini bile
takip edememişler. Şimdi
şimdi açılmaya başladıklarını
söylüyorlar. Bunu anlıyorum.)
şey söylemek kaygısıyla
gerçekleşiyor bu. İçeri inmek
öyle kolay bir girişim değil, çok
fazla korunak, zırh ve
duvarımız var. Çıkarabilip
kullandığında seyirci karşısında
şiirsel bir duyum buluyorsa,
jestler, mizansenler falan değil
önemli olan, oyuncunun
söylemek istediği şeye doğru
açılmış olan alttan beslediği o
çıplaklığı ve istekliliği. Şu on
yıllık birliktelik sonrasında
geldiğimiz bir yer olduğunu
hissediyoruz. Giderek dışta
daha az ama içte daha yoğun
ifade yollarına gereksinim
duyuyoruz. Her şey bize fazla
gelmeye başlıyor. Şöyle
'durup' oynayacağımız gün
geliyor...
CK: Arınma mı desek
fazlalıklardan kurtulmak mı
desek... Çok içe dönük bir
çalışmadan çıktıysak şimdi de
biraz dışa yönelik çalışalım
dediğimiz de oluyor tabii...
NK: Şahika'dan gelen
arkadaşlarla şöyle bir uyum
yakaladık. Gerçekten sahne
üzerinde içlerinden gelmeyen
hiçbir şeyi yapmamak gibi bir
eğilimleri var. Bu çok güzel.
pe
cy
NK: Kendimizi hayatla olan
ilişkimizde ifade etmeye
çalışıyoruz ve böyle ifade
ediyoruz. Şimdi de bu oyun
çünkü söylemek
istediklerimizle çakışıyor.
çalışmamızda kadının
durumunu ne kadar
kullanabileceğimizi tartıştık.
Hayatın bize dayattığı
yabancılaşmalar insan
ilişkilerinin tümünü nasıl
zedeliyorsa, kadın-erkek
ilişkilerine de yansıdığı kadar
kullanmaya karar verdik. Fakat
çalışma içinde bu bir anda çok
öne çıktı. Belki kadın
oyuncuların çokluğundan ve
bu sorunu kendileri için ön
planda hissetmelerinden öyle
oldu.
a
CK: Aslında çoğalmaya karar
verdiğimizi önce kendimize
söyledik. Çünkü bizde hep
dışarıya duyulan bir korku var.
Bizim için onlar hep
dışardakiler. Dışarıya açılmak
ne zaman olacaktı? İşte bu
sene oluverdi. Şahika
Tekand'ın anlayışı bize çok
uyuyor.Yeni arkadaşların çoğu
da ordan zaten.
CK: Çok esrik bir yapısı var bu
oyunun. Alıp istediğimiz kadar
açabiliyoruz, çıkarıp
ekleyebiliyoruz.
NK: Bir arada kalma durumu.
Düşünceyi eyleme dönüştürüp
dönüştürememe durumu.
Bizim birey olarak karşı karşıya
kaldığımız bir durum. Topluma
yayılsın yayılmasın en azından
bu tiyatronun insanları için
geçerli ve bu, bize, üzerinde
çalışılması gerekli bir durum
gibi geldi. Hayattaki eşikler.
Önemli bir karar verme ânı. Bir
tehlike karşısındaki tavrım ne?
Geri mi çekilirim? Hayat ve
fiziksel olarak ölüm gibi çok
uçta iki durum olabildiği gibi
bir insan ilişkisini bitirme,
içinde bulunan bir yapıdan
çıkma, oradaki ölüm gibi de
ele alınabilir. Müller'in
metninde şöyle bir şey var:
Hamlet ve Ophelia'yı karşı
karşıya koyuyor ve kararını
Ophelia'dan yana veriyor.
Onun Ophelia'sı Hamlet'ten
daha etkin. Bir feminist.
'Esaretinin aletlerini
parçalıyor'. Kendi
46
Sizin kendinize ait şiirsel ama
şiirin yeni anlamlarıyla
bütünleşen gerçek bir sahne
diliniz var, yani ben böyle
görüyorum. Bunu bilinçle mi
yaratıyorsunuz? "Park
Yapılmaz" yeni bir şiir mi
acaba ?
CK: Evet bence bu doğru ve
yeni çalışmamızda da
sahnelerin böyle şiirsel bir tadı
var. Gerçi biz böyle bir şeyin
peşinde değiliz ama alt
metinleri çok kullanıyoruz.
Bölümler oralardan çıkıyor.
NK: Ceysu' nun alt metin
dediği, çok çok önemli.
Çünkü alt metin insanın
kendisine ait en yakın olanı
kullanmasıyla yüzeye çıkıyor.
Derin olanı yani ruhu katması
gerek. Ona yönelik
çalışmaların olması gerekir.
Çok basit bir egzersizden
doğru dolumlarla bir sahne
çıkarttığımız çok oldu bu
çalışmada.
NK: Kendine ait çok önemli bir
CK: Bedenlerini çok iyi
kullanıyorlar. Gereksinimleri
doğrultusunda yeterince
hareket ediyorlar, bu ihtiyaç
yoksa bir şey yapmıyorlar. Bu
bizim tiyatro ortamımızda
önemli bir ayrıcalık. Mekân
çok belirliyor, küçük yerlerde
çalışmaya alışkın oyuncularız.
Bu büyük oyunlara ihtiyaç
duymamanızı sağlıyor.
Joyport'u seçmeniz neden ?
CK: Artık bize olanaklar sunan
geniş bir sahne istiyoruz.
Derinlikleri olsun, kaçış yerleri
olsun arayışındayız. Mekân o
anki 'anlamı' ya da
'yokluğunu', zaman-mekân
değişimlerini fark ettirebilecek
bir genişlikte ve derinlikte
olmalı. O an kurulan resmi,
seyirci kendisi de
tamamlayabilmen.
Zamanı nasıl kullandınız,
kullanıyorsunuz?
CK: Oyunun çalışma süreci
seyirci karşısına çıktıktan sonra
da devam ediyor. Dört kez
oynadık şimdiye dek ve ilk
oyun bir saat elli dakikaydı.
İkinci oyun bir saat beş dakika
oldu. Üçüncü, bir saat yirmi
dakika ve son oyun... Bunun
sonu yok! Oyuncular perişan
oldu. "Madem bu bölümler
çıkacaktı , neden bu kadar
çalıştık" gibi sorular geldi.
NK: Bugün ne oynayacağımı
bilmek istiyorum, isyanı
yaşandı ve çok haklı bir panikti
bu... Akan bir metin yok ki,
sahneler var.
Siz bunları montajladınız...
CK: Evet, montaj... Sinemada
olduğu gibi. Zamanı farklı
düzlemlerde kullandık. Diyelim
arkada çok yavaşlatılmış bir
kare varken önde gündelik şu
an var. Bu, oyuncunun kendi
bedeninin zamanını,
olanaklarını da başka türlü
çalışmaya yönelttiği bir çabayı
gerektiriyor.
NK: Bunun bir oyun olup
olmadığını biz ilk kez seyirci
karşısında gördük ve bir saat
elli dakikalık sonuç karşısında
biz bile bunun ne kadar oyun
olduğu konusunda kendimize
sorular sorduk ve izleyeni daha
az yoracak bir yol aradık.
NK: Sinema yöntemi
kullanmak istedik. Plan plan,
yakın plan , geniş plan gibi.
Fakat teknik buna pek izin
vermedi.
CK: Ama şunu kullandık... Bir
ânı, bir durumu önceden verip
sonra onu tekrar etmek veya
nereye bağlanacağını
sonradan göstermek, yerleriyle
oynamak, kaydırmak.
Demek siz birtakım kesitler
veriyorsunuz seyirci kendi
legosunu kendi tamamlıyor ?
NK: Umuyoruz
LİMON YAZILARI
Baydur
Gülmek Ciddi Bir İştir
Voltaire bir yazısında, Moliere'in Amfitriyon adlı oyununu on bir yaşındayken okuduğunu ve
gülmekten yerlere yattığını anlatır. Abartmıyorum, bu ünlü düşünür adı geçen oyunu okurken
gülmekten koltuğundan düştüğünü söylüyor. Mitolojik tanrıların tanrısı Jüpiter ile yardımcı
tanrısı Merkür, dünyalı bir generalin ve uşağının kimliğine ve kılığına bürünüp yeryüzüne
iniyorlar. Jüpiter'in derdi, generalin karısının yatağına girmek. Oyunu bu iki satırla özetlemek
mümkün ama yazarımız Moliere ise mümkün değildir bu...
Yukarıda iki satırda özetlediğim "meseleyi" sahnede son derece gülünç, şiirsel, akıl dolu bir dil ile
anlatırken, bambaşka konulara, sorunlara yelken açar Moliere. Kimlik, çifte kimlik, kişilik
yarılması üstüne bir oyun olduğu söylenebilir Amfitriyon'un. İktidar, güç, mevkii sahibi insanların
ya da tanrıların yozlaşması üstüne bir oyun olduğu da söylenebilir. Efendi - Uşak ilişkilerine
dalga geçerek ve eleştirel gözle bakan bir oyun olduğu da... Cinsel, sosyal, psikolojik, siyasal ve
dinsel birçok sorunun üstüne gittiği de söylenebilir. Bu tanımların hepsi doğru olacaktır üstelik.
Moliere bütün bunları şiirden ve komediden ve akıldan bir an olsun uzak düşmeden, inanılmaz
bir ustalıkla kaleme almıştır. İktidar ve mevkii önemli bir eksenidir bu oyunun ama temel mesele
'Kimlik'tir. Öyle ya, general de olsanız uşak da, karşınızda canlı, soluk alıp veren ve tıpatıp size
benzeyen ve sizin kimliğinize bürünmüş bir "başkası" varsa... kimlik, ister istemez bir sorun
haline gelecektir. Oyunda gerçek anlamda "olumlu" bir kişilik aramamız gerekirse bunu
Amfitriyon'un, Zeus ya da Jüpiter tarafından aldatılan karısı Alkmena'da bulabiliriz. Bütün
karakterlerin aldatan ya da aldanan, kurnaz ya da şaşkın, kullanan ve kullanılan olduğu bir
oyunda Aikmena (Kral Lear'ın Cordelia'sı gibi) gerçek aşkın, bencil olmayan aşkın mümkün
olduğunu kanıtlayan bir güzel kahramandır.
pe
cy
a
Memet
İşin ilginç yanı, Moliere, Alkmena'yı yalnızca üç sahnede çıkarır ortaya ve üçüncü perdenin
tamamında sahneye çıkarmaz. Son sahnede Aikmena ortalıkta gözükmediği gibi, kocası General
Amfitriyon da ağzını açıp tek kelime olsun etmez. Ortalık tanrılarla uşaklara kalmıştır. Öte
yandan tanrıların tanrısı Jüpiter'in durumu da pek parlak değildir doğrusu.
Jüpiter'in Amfitriyon'u kıskandığını görürüz ve bu kıskançlık, yaptığı her şeye rağmen
dinmemiştir. Aikmena onunla yalnızca, onu Amfitriyon zannettiği için yatmıştır. Yoksa Jüpiter'i
adam yerine koyduğu filan yoktur. Tanrıların tanrısı bu ağır durumu kabullenmek zorunda kalır.
Oyun, "mutlu sonlarla" dalga geçen bir mutlu sonla biter. Akıllı seyircinin ağzında ve aklında
acımsı, kekre bir tad kalmıştır nedense. Hem olağanüstü komik (Voltaire'i yere yatıracak kadar
komik) bir oyundur bu, hem de son derece akılcı soruları akide şekeri gibi sunan ve bu şekeri
yedikten sonra seyircisinin yüzüne merakla bakan bir oyun.
Şimdi... kimi tiyatrocularımız Amfitriyon'u keşfetseler diyorum, orasını burasını değiştirip onu
"çağımıza taşısalar", Moliere'in bu başyapıtını feminist, sosyal gerçekçi, hatta "Ortaoyunu",
"Grotovski" ve "Brecht" eleklerinden eleyip süzerek ve Moliere'in yazdıklarıyla yetinmeyip
oyunun orasına burasına bir iki sayfa da kendi yazdıklarını ve yorumlar ekleyerek sahneleseler
diyorum, fena mı olur?
Oyunu Fransızca'dan İngilizce'ye çeviren büyük usta Richard Wilbur'un kitaba yazdığı sonsözden
yararlandım bu yazıyı yazarken. Sözcüklerin, hecelerin, giderek harflerin üstüne titreyen ve
Moliere'i sevip sayan bir insanın olağanüstü bir ürünü bu çeviri.
Moliere'i gülerek ciddiye almak gerekiyor. Çünkü gülmek ciddi bir iştir
47
9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
Tiyatrosu. Antalya'daki ilk
oyunumuz oldukça uzun bir
zamanda çıkartığımız
"Moskova Petruşki"ydi. Şimdi
de İstanbul Uluslararası
Tiyatro Festivali'ne kabul
edilen projeler arasında
Bochert'ten benim
oyunlaştırdığım "O Salı" var
sırada. Tiyatromuz daha
büyük bir yapının içinde
kendini sorguluyor. O büyük
yapı İstanbul'da Zarifi'de,
Beyoğlu'nda... Yani bu kez
a
Payidar Tüfekçioğlu, Mine
Tüfekçioğlu ve benden
oluşuyordu . Tiyatronun
oluşum aşamasında bir
otopark bulduk. Aslında böyle
bir işe girişmek düşüncesi de
o otoparkla birlikte gelişti.
Bizim tam olarak
netleştiremediğimiz
düşüncelerimiz o mekânda
kendi adını, kendi dilini
buluverdi. Mekanın adresi
Antalya'nın Beşinci
Sokağı'ydı. İşte böyle kelime
pe
cy
9. İstanbul Uluslararası
Tiyatro Festivali'ne proje
kapsamında kabul edilen
çalışmaların arasında
bulunan "O Salı" Antalya
Beşinci Sokak ekibinin hem
festival bünyesinde hem
tiyatro geçmişlerinde ikinci
çalışması. Geçtiğimiz yıl
Rus yazar Yerofeev'in
romanından sahneye
uyarlanan "MoskovaPetuşki" adlı tek kişilik bir
sahne çalışması yapan grup
bu yıl yine bir uyarlamayla
çıkıyor karşımaza. İstanbul
Devlet Tiyatroları'nca
geçtiğimiz yıllarda
sergilenen "Kapıların
Dışında" oyunuyla
ülkemizde seyirciyle
tanışan Alman yazar
Wofgang Borchert'in savaş
yazılarından oluşan "Bu
Salı", "O Salı" olarak, farklı
bir biçimde farklı bir
mekânda sahnelenecek.
Borchert, Nasyonel
Sosyalizme karşı yazdığı
yazılar nedeniyle savaşın
içinde özgürlüğü daha da
kısıtlanarak çeşitli kereler
hapse girip çıkmış,
düşünmenin bedelini
pahalıya ödemişti. Mustafa
Avkıran konuşmamızda
neden Borhert ve neden
savaş teması sorularının
yanıtını verdi.
5. Sokak, İzleyiciyi Beyoğlu'nda "O Salı"yla Buluşturuyor.
Öykülerle Yaşayan
Bir Grup...
Ilgın
Sönmez
Antalya Beşinci Sokak'ın
yapısından söz edebilir
misiniz? Kendinizi nasıl bir
yerde tanımlıyorsunuz?
Beşinci Sokak Antalya'da
yaşayan dört, İstanbul'da
yaşayan iki kişinin katılımıyla
oluştu. Bu ekip Övül Avkıran,
Bülent Erkmen, Naz Erayda,
oyunlarıyla çıktı, tiyatromuz
bir sokak tiyatrosuna
dönüştü. Aykut Köksal'ın
çağdaş tiyatroyla ilgili bir
yazısı vardı. Sizde
yayımlanmıştı sanıyorum.
Bizim manifestomuzu o yazı
oluşturdu diyebilirim. Yani her
sokakta her an karşınıza
çıkabilecek, bir zorunluluk
halini araştıran, yani her
adımda tiyatroyu sorgulayan
bir tiyatro, Beşinci Sokak
başka bir sokaktaki
buluşmayla sorguluyoruz
kendimizi. Her kentte her
sokakta karşınıza çıkabiliriz.
Neden Beyoğlu Zarifi?
Üzerinde çok konuşulabilecek
bir konu bu... Ve tabii bir
özensizlik, her yerde olabilir
türden bir alâlâdelik durumu
değil bu söylediğim. Tam tersi
tiyatronun özünden söz
ediyoruz... Tiyatronun
sergilenme anlayışının
yeniden sorgulanmasından
söz ediyoruz. Parkta da
olabilir, Kumpanya'nın
sahnesinde de olabilir ama biz
'Zarifi' yi seçtik çünkü oyunla,
metinle, oyuncuyla, mekânla
ilişkimizi orada sorguluyoruz.
Antalya ve Eskişehir'de
mekânlarımızı bulduğumuz
için oralarda da oyunu devam
ettirmeyi düşünüyoruz. Tabii
her mekânda oyun yeniden
sahnelenecek. Oraya gidip
aynı mizansen, aynı anlayış ve
aynı yapıda bir oynayış değil.
Hepsi, bir yeniden üretimi
getirecek beraberinde.
Antalya'da üstlenmenizin yani
İstanbul'u bırakıp gitmenizin,
bu yeni kentin size katkısını
öğrenmek isterim? (Bu arada
M.Avkıran'ın zaten Antalyalı
olduğunu öğrendim.)
Bizim Antalya'ya gidişimiz
bilinçli bir gidişti. Antalya
Devlet Tiyatrosu'nu kurmak
için gittik ve bu yapı oluştu,
seyircisini buldu. Biz de hâlâ o
yol içinde varız. Beşinci Sokak
ise yıllardır kendimize
sorduğumuz soruların yanıtını
aradığımız, bulduğumuz bir
yer. Antalya bize bu
özgürlüğü verdi. Bu oyunun
oluşum sürecini -ki ben buna
prova demek istemiyorum ve
o kelimeyi kullanmamaya
çalışıyorum- İstanbul'da
yaşamak çok keyifli ama çok
zor. Antalya'da bu süreç çok
daha sağlıklı gelişiyor.
İstanbul'un kaotik yapısı çok
işimize yarıyor ancak aynı
zamanda çok ciddi
konsantrasyon sorunlarını da
beraberinde getiriyor hepimiz
için. Bu kent çok yorucu.
Antalya'nın bir de çok özel bir
yanı var, Akdeniz kültürünün,
uygarlığının ortaya çıktğı bir
yer. Bu toprakların üzerinde
olmak çok heyecan verici.
Dionizyak bir yer diyebiliriz.
Arkanızda sizi hep üretmeye,
hep esrik olmaya zorlayan bir
itici güç var.
her dakikası yeni. Bize
yüklenmiş olan kodlarla
savaşıyoruz. Tiyatroda ses,
söz, vücut, duruş,dekor,
kostüm, ışık konuşulurken
Bochert'in metninin bize
söylediği çok önemli bir şey
var. Bir üst başlık olacaksa o
olmalı diye düşünüyorum.
Savaşı savaş gibi, aşkı aşk
gibi, çiçeği çiçek gibi
söylemek. Bu bizim buluşma
noktamızdır. Alegori
yapacaksam onu da
göstererek, seyircinin
anlayacağı bir iş yapmak
istiyorum.
pe
cy
a
Yani?
Borchert'e sizi çeken neydi?
"O Salı" benim çok fazla
yanıma karşılık veriyor. '80'li
yıllarda okuduğum bir yazar
Borchert ve '90'lı yılların
başında bunun bende karşılığı
var. Kamuran Şipal'in "Bu
Salı" olarak çevirdiği öykü
kitabından yola çıkarak
kurduğum, üzerinde
düşündüğüm ancak sonra bir
kenara koyduğum bir karşılık
bu. Sonra '90'lı yıllarda savaş
o kadar çok konuşuldu ki
kitap hep başucumda kaldı.
Fakat garip bir zamanlamayla
bugüne denk geldi. Sekiz ay
önce askerliğimi yapmaya
gittim, Mart ayında döndüm.
Sonra savaş sanatının bizzat
içinden geliyorum. Daha net
söylemek gerekirse '90'ların
başında düşündüklerimi
'90'ların sonuna doğru başka
şekillerde sorgulamaya
başladım. Artık o büyük
savaşlar yerine kendimizle
başlayan ve çevremize doğru
yayılan savaş beni yoğurmaya
ve ilgilendirmeye başladı.
Dünyada büyük bir savaş var
ve tüm dengeler o savaş
üzerine kurulu. Savaşı yok
etmenin, savaşa hayır
demenin çok ütopik bir şey
olduğunu düşünmeye
başladım. Ülke ekonomilerinin
büyük bölümü savaş için
ayrılıyor. Savaşa hayır,
ekonomiye hayır demek
oluyor. Savaşa evet demek
belki gerçek karşı duruş artık.
Karışık bir durum. Her şeyimiz
savaşla karşılık buluyor ve
bunu araştırırken de yanı
başımızda olan savaşları
gözardı etmemek gerekiyor.
Bizim bu oyunda
ilgilendiğimiz direk
kendimizden başlayan ve
büyüyen, helozonik bir yapıyla
genişleyen bir araştırma.
Sizin çalışmalarınızda yakın
geçmişten bugüne bir
bütünlük olduğu söylenebilir.
Birtakım düzenlemelerden
çok, oyuncunun ve sözün
üzerine gidiyorsunuz. Bir
yalınlığın içinde insanla
zenginleşen bir yapı. Şimdi ne
olacak?
Bu çalışmada da yaptığımız,
tüm çalışmalarda da uzun
zamandır seyirci ve oyuncu
ilişkisi, oyuncunun ve
seyircinin tiyatroda
varoluşuyla ilgili cok ciddi
sorunlarım var. Çözmek için
uğraşıyorum. Tabii ki burda
çok ciddi bir oyunculuk
araştırması var. Geçen
çalışmada tek bir oyuncu
vardı ve onun olanakları ile
çalışmıştık. Şimdi yedi
oyuncuyla karşı karşıyayız ve
bunların kendileriyle ve
yedisinin birbirleriyle
çarpışmalarından dehşetli bir
kombinasyon çıkıyor ortaya.
Seyirciyle olan karşılaşmaya
geniş olanaklar sunuyor.
Seyirci ilişkisinde de
bambaşka araştırmalar
içindeyiz. Çok ilginç tabii ama
yaptığımız yine aynı şey
çünkü sonunda burada da
tiyatro metni ve o metnin
oyuncuyla buluşması,
oyuncunun seyirciyle
buluşması arasındaki çizgide
dolanıyoruz. Bu yeni bir şey
değil ama bizim için çok yeni,
Bu tiyatroda, bu çalışmada
oyuncu ve seyirci çok önemli .
Onun dışındaki tüm malzeme
araç. dekor diye bir şey yok
zaten. Sahnede bir iş var o
çalışılıyor.Organik bir yapı
kuruluyor. İlginç bir çalışma.
İlginç bir şey yapayım diye
yola çıkılan bir iş değil tabii.
Bizdeki dekorun karşılığı
neyse dekorumuz o.
Yöneten olarak "OSalı" nın
neresin desiniz ?Ne
kadarındasınız?
Bilmiyorum, onu izleyen
saptayacak ama ben her an
varım. Az önce söylediğim
dekorla ilgili sözde bir yanlış
anlaşma olabilir. Benim ilk
yönetmenlik denemem
"Küçük Prens" ti. Ve Naz
Erayda ile çalışmıştık. Hâlâ
onunlayım. Bugün dekoru
kostümü anlamışsam ya da
ne anlamışsam bu Naz Erayda
ile karşılık buluyor. Onsuz
böyle düşünemezdim ve bu
birbirimiz tamamladığımız
anlamına geliyor. Birbirimizi
üretiyoruz. Biz bir grubuz.
Ben işin bir yerinde yani her
yerindeyim. Hepimiz her
yerindeyiz. "O Salı" çok yeni
bir oyun, aslında hiç yeni
olmayan. İzleyenlerin garip bir
şekilde eğleneceklerini ve
şaşıracaklarını düşünüyorum .
Ben şu aralar ondan başka bir
şey koklayamıyorum
49
BAKIŞ
ŞEHİR TİYATROLARINDA
BİR ŞENLİK
Nihal
Kuyumcu
İBŞT'nda 23-28 Nisan tarihleri arasında bir şenlik vardı. Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı nedeniyle bu yıl on üçüncüsü düzenlenen şenlik, zaman zaman
sahnelerden fuayeye ve oradan da parklara taştı. Etkinlikler çocuklar ve yetişkinler
tarafından yoğun bir ilgiyle karşılandı.
pe
cy
a
Şenlik sayesinde belki de birçok çocuk,
ilk kez tiyatro ile tanıştı. Fatih Reşat
Nuri sahnesinde sokakta trafik
tıkanıklığında kâğıt mendil satan,
araba camları silen çocukları gördük.
Oyunların parasız olduğunu duyunca
soluğu orada almışlardı. Meyve suyu
alırken büfedeki görevliye "hayırlı işler
ağabey" diyen 6-7 yaşlarında bir
çocuğun kullandığı bu sözcükler onun
da bu konuda hayli deneyimli
olduğunu gösteriyordu. Üstleri başları
perişan, kirli ama gözlerinin içi gülen
bu çocuklar arada bir burunlarını
çekerek neşe ile birbirlerini dürtüyorlar,
sahnede olanları birbirlerine
gösteriyorlardı. Belki de şenliğin en
etkili görüntüsünü oluşturan bu
çocukların bu anları yaşamış olması
bile bu şenlikle ilgili olumlu şeyler
düşünmek, teşvik etmek için yeterli.
Okulların, Çocuk Esirgeme Kurumu
yurtlarının ayakta duracak yer
kalmamacasına salonları doldurduğunu
görünce "neden bu ilgi sadece senede
bir hafta?" diye ister istemez kendi
kendimize soruyoruz. Yıl boyunca her
hafta böylesi yoğun bir talep olsa belki
şehir tiyatroları hafta içinde de oyunlar
sergiler daha çok çocuğun oyunlarla
buluşmasını sağlayabilir.
Habitat parkından gösteriler ise bir
başka alemdi. Hava durumu nedeniyle
bir tek pazar günü öğleden sonra
sergilenebilen çocuk oyunu diğer
50
etkinlikler gibi büyük ilgi topladı.
Çocuğunu alıp parka gezmeğe gelen
elindeki tığ işiyle, örgüsüyle kadınlar en
az çocukları kadar oyunu izlemeye
hevesliydiler.
Etkinliklerde Çocuk Tiyatrosu
gösterilerinin yanı sıra, fuayede
bekleyen anne babalara çocuk
sorunlarıyla ilgili uzman doktorların
yaptığı "Doktor-Veli fuaye sohbetleri",
Çocuk tiyatrosunun dünü bugünü ve
yarını üzerine söyleşi, konserler ve bale
gösterisi de yer aldı. Kısacası şenlik
düzenleyiciler çocukları düşündükleri
kadar anne babaları da düşünmüştü.
Şehir tiyatroları tiyatro mevsimi içinde
sergilediği oyunlara bir yenisini şenlik
sırasında ekledi. "Ne Hepsi, Ne
Hiçbiri". Her zamanki gibi oyunla ilgili
bir tanıtım kitapçığını, hadi ondan
vazgeçtik küçük bir broşürü bile çok
gördükleri için oyun yazarının, sahneye
koyanın kimler olduğu ve oyuncularla
ilgili bilgiler seyircilere ulaşamadı.
Kostüm ve dekorun özenle
hazırlandığı, oyuncuların çocukları
ciddiye alarak sunduğu oyun,
önümüzdeki kış boyunca çocuklarla
buluşabilecek.
Bu şenlikte birçok şeyin çocuklara göre
ayarlandığını gördük. Örneğin fuayeye
konan boya ve kâğıtlarla isteyenlerin
resim yapabilmeleri, özel giysili
ablaların, ağabeylerin çocuklarla oyun
öncesi sohbet etmeleri, onlarla oyunlar
oynamaları yine fuayede (Muhsin
Ertuğrul sahnesinde) renkli minderler
ve taburelerle onların oturabileceği
cy
a
sergilediği "Yedi Köyün Yargıcı", Pınar
Çocuk Tiyatrosu'nun "Su Damlası ve
Çocuk", Tiyatro Oyunevi'nin "Hayvan
Mayvan", "Külkedisi" ile "Karlar
Kraliçesi"ni sergileyen Biloy Çocuk
Tiyatrosu ile Tacettin Diker'in "Karagöz
Hacivat" gölge oyunu gösterileri,
katılan diğer oyun ve konuk
topluluklardı.
pe
mekânlar yaratılması çok hoş
ayrıntılardı. Ama bir şey gözden
kaçırılmıştı, anonslar. Şehir Tiyatroları
tüm oyunlarında (çocuk-yetişkin) oyun
başlamadan 15 dakika öncesinde uyarı
anonslarına başlıyor ve son anonsta
saat vb alarmların kapatılmasını istiyor.
Acaba çocuk oyunları öncesinde özel
olarak çocuklara yönelik daha sıcak,
daha içten bir şeyler söylenemez mi?
Onların da bir seyirci olarak değerleri
olduğu hissettirilemez mi?
Şenlikte Şehir Tiyatroları oyun ve
oyuncularının yanı sıra konuk tiyatro
toplulukları da vardı. İkisi canlı, ikisi
sepetlerden oluşan dört kişilik oyunu
"Uçtu Uçtu Öykü Uçtu" ile Ankara'dan
Tiyatro Tempo, Antalya Büyük Şehir
Belediyesi Tiyatrosu'nun sunduğu
kuklaları, ilginç devesi ve bir bez
parçasının çok işlevsel olarak
kullanıldığı "Alaaddin'in Sihirli
Lambası" küçük salonlara göre
oluşturulmuş büyük salonda
oynamanın sıkıntısını yaşayan ama yine
de çocuklarla buluşan topluluklardı.
Canlı, hareketli, davullu zurnalı,
seyredenleri hemen içine alan ve bir
park için ancak bu kadar uygun olabilir
dediğimiz Bursa Kültür Vakfı'nın
Fuaye etkinlikleri içinde "Barış
Manço"nun "Volkan Ziya-Erkan"ın
çocuklarla yaptığı eğlenceli, keyifli
söyleşiler, "Yasemin-Çiğdem"in hep
birlikte müzik eşliğinde yaptığı
hareketler basit, iddasız ama
çocukların zevkle katıldığı
etkinliklerdi. Çok fazla şey istemeyen
ama büyük coşkular yaratan bu
programların, tiyatronun, çocuklar için
ciddi diyebileceğimiz tiyatro binalarının
çocukla bütünleşmesinde, çocuklar için
özel bir anlam kazanmasında ve
onların bire bir yaşadıkları canlı sıcacık
mekânlar haline gelmesinde önemli rol
oynadığı bir gerçek. Keşke tüm çocuk
oyunları öncesinde çocukları oyun
izlemeye hazırlayan böylesi etkinlikler
olabilse.
Yarını" üzerine yapılan söyleşi
beklenmedik biçimde iki yüze yakın
ilköğretim okulu öğrencisinin karşısında
geçti. Konuşmacılar, onların sabırlarını
taşırma korkusu içinde anlatmak
istedikleri birçok konuyu kısa kesmek
zorunda kaldılar. Çünkü; hiç kimse
gözünün önünde sıkıntıdan yerinde
duramayan, öğretmenlerinin
korkusuyla orada oturmak ve kendini
doğrudan çok ilgilendirmeyen bir
konuyu dinlemek zorunda bırakılan
çocuklara daha fazla haksızlık etmek
istemez.
Son olarak İstanbul Belediyesi Şehir
Tiyatrolarının bu şenliğini daha uzun
yıllar yaşamayı diliyoruz. Ama senede
bir hafta değil bütün yıl boyunca
nitelikli oyunlarla, İstanbul'da ve hatta
Türkiye'nin her yerinde parklarda,
meydanlarda, kahvelerde şehir
merkezlerinde ve varoşlarında
tiyatroyla buluşmamış bir tek çocuk bir
tek yetişkin kalmayıncaya dek.
İnanıyoruz ki, ancak o zaman ülkemiz
içinde bulunduğu kısır döngüden,
düzeysiz tartışmalardan kurtulacak
"Çocuk Tiyatrosunun Dünü, Bugünü ve
51
ELEŞTİRİ
Handan
Salta
"GETTO"
Zamanı, çevreyi ve kendisini algılayışı bakımından insanlığı yeni bir bakış açısıyla baş
başa bırakan yirminci yüzyıl, aynı zamanda bu algılayışın sürekli bir değişim içinde
olmasının da koşullarını yaratarak üzerinde durulan değerleri sarstı. Akıl almaz
kavramların yine akıl dışı dizgeler içinde olumlanması da böylece mümkün oldu. Tıpkı
doğadaki diğer varlıklar gibi hayatta kalma savaşımı veren insanlık, diğer varlıklardan
farklı olarak bir de ayakta kalma savaşımını sürdürebilmek için yeni yollar aramaya
pe
cy
a
başladı.
Hayatta kalmayı başarmış görünüyoruz.
Peki ya ayakta kalabiliyor muyuz? Bu
soruyu İsrailli yazar Joshua Sobol şöyle
yanıtlıyor: "Gaz odaları ve milyonlarca
insanın kitle halinde yok edilişini biliyoruz,
ama Nazilerin ruhlarımızı nasıl
yaraladıkları sorusunun ardına düştük mü
hiç? Kendimizi, vicdanı felce uğrayan,
korkunç bir duruma düşen ve 'hayata
karşı hayat' diye pazarlığa zorlanınca
bağrına taş basarak isteneni yerine
getiren Wilna Gettosunun Yahudi Şefi
Gens'in yerine koyduk mu?" Sobol böyle
bir durumda neye karşı uyanık olmak
gerektiğini ortaya koyuyor: "Nazilerin
ruhlarımıza ve vicdanlarımıza neler
yaptıklarını kavrayabilmek için bu dehşeti,
bu korkuyu kabul etmeli, benimsemeliyiz,
insanlara bulaştırmak istedikleri bu
belayla gerçekten savaşmak istiyorsak.
Milyonlarca insanın ölümü uzun süre saklı
kalamaz, ne var ki ruha uygulanan
zorbalığın etkisi yıllar, on yıllar sürer."
Sobol'un oyunu "Getto"nun ana izleğinin
insanlığın ayakta ve hayatta kalmak için
nelerden vazgeçebilecekleri, kayıplar ya
da kazançların neler olabileceğinin
düşünülmesi olduğunu söylemekle oyunu
tek bir bakış açısına indirgemiş olmayız.
Çünkü bu temel izlek, birçok yan soruyu
da beraberinde getirerek yanıtlar arıyor.
Oyun, Nazizmin kurbanları Yahudilerin
toplandığı gettoda geçiyor. Getto
sakinleri sıkışmışlık, hapsedilmişlik
durumunun getirdiği baskıyla farklı
arayışlar içinde karşımıza çıkıyorlar. Getto
şefi Gens, SS subayı Kittel'in buyruklarını
yerine getirmek zorunluluğuyla
52
gettodakilerin ölüme gitmelerini
engellemek isteği arasında sıkışmış
durumdadır. "Almanların istediği, yalnızca
bizim bedenlerimizi yok etmek değil.
Ruhlarımızı da yok etmek istiyorlar...
Onlara karşı savaşımız bir akıl savaşı
olmak zorundadır." düşüncesinden yola
çıkan Gens, Sobol'un işaret ettiği tehlikeli
noktaya gelip şöyle bir söylem içine girer:
"Benim için önemli olan bir tek şey var:
Yahudi onuru değil, Yahudi kanı...
Almanlar benden bin Yahudi isteseler
veririm. Zira biz bunu gönüllü
yapmazsak, Almanlar gelip zorla alırlar."
Getto'nun doktorlarından Weiner de
elindeki ilaçları uzun zaman kullanabilmek
için yaşlı ve umutsuz durumdaki
hastalarını ölüme terk etme niyetini
taşımakla birlikte, böyle bir sorumluluğu
tek başına üstlenmek istemez.
Görevinin gereklerini eksiksiz yerine
getiren SS subayı Kittel, Nazizm
ideolojisiyle "sanat aşkını" aynı zamanda
içinde taşımakla oyunun en büyük
ikilemini, ikiyüzlülüğünü ortaya koyar.
Getto halkının oynadığı oyunun dışında
asıl oyun Kittel'in getto sakinlerine
oynadığıdır. Ayrıca bu oyun tıpkı Nazilerin
Yahudilerin ruhunu yok etmek çabası gibi
bir işlev görür. Beklentileri boşa çıkar,
neye güvenecekleri, nasıl bir tavır almaları
sürekli değiştikçe çıldırtıcı bir gidiş gelişler
içinde bulurlar kendilerini.
Büyük oyun olarak adlandırılabilecek
"Getto"yla oyunun iç içe geçmiş kurguları
sürekli bir yabancılaşma duygusu
yaşatarak izleyiciyi sürekli olarak bu gel­
gitlerin içine çeker. Oyun kişilerinin
çelişkili yaşamları ile Getto sakinlerinin
Gens'in isteği üzerine kurulan tiyatroda
sergiledikleri oyun izleyicinin bu
izlenimine paralellik gösterir.
Oyunda Kittel'in başlattığı oyun oynama
olgusu diğer karakterlere de sirayet
ederek tüm yaşamın oyunmuş gibi
algılanmasına neden oluyor. Dikimevi
Müdürü Weisskopf zengin olma hırsıyla
oyuncunun aynı zamanda Dr. Paul rolünü
de oynaması; ancak bu iki rolü
birbirinden kesin çizgilerle ayırmaması Dr.
Paul'ün de Kittel'in oyunlarından biri olup
olmadığı sorusunu yanıtsız bırakıyor.
pe
cy
a
gettodaki diğer Yahudilere oyun oynar.
Almanlarla işbirliği yaparak dikimevinde
çalışan Yahudilerin sırtından zengin olur.
Gens'in Almanlara oynadığını sandığı
oyun ise aslında kendisine oynanan oyunu
görememenin sonucudur. İstenilen sayıda
Yahudiyi yok etmekle Almanları bu işten
uzak tutacağını sanan Gens, Almanların
oyununa geldiğinin farkında bile değildir.
Oyunda kendisi dışındaki güçlerden
bağımsız ve gerçek oyunu oynayan tek
kişi kuklacı Srulik. Ayakta kalmak için
sanatı seçen Srulik, sivri dilini Kittel'den
bile esirgemeyen, kendisini koruyabilen
bir karakter. Kittel'in "sanat sevgisi" ile
Srulik'in sanata yaklaşımı karşı karşıya
getiriliyor. Yaşamla bağlarını koparmayan
bir sanat da Srulik kişiliğinde olumlanıyor.
Yalnızca hayatta değil aynı zamanda
ayakta kalmanın da savaşımı veren iki
kişiden biri Srulik ise diğeri de Kruk. Kruk,
ne Kittel'in ne de gettonun oyununda
yer almayarak kendisini ve onurunu,
özsaygısını korumaya çalışıyor. Kruk'dan
geriye kalansa bir gün birilerinin
okuyacağı umuduyla tuttuğu günlükleri.
İç içe geçmiş oyun-gerçek duygusu Kittel
(Bülent Yarar) ve Srulik (Devrim Nas)'in
oyunculuklarıyla izleyiciye kolaylıkla
geçiyor. Özellikle kukla-Srulik ilişkisi
"oyun" izleğini sonuna kadar sürdüren ve
kukla -Srulik arasındaki çekişmeyi öne
çıkaran yapısıyla dikkat çekiyor. Oysa Kruk
ve Gens'in oyunculuğunda bu
karakterlerin yaşadığı gel-gitler sanki
getto oyununun bir parçasıymış gibi
yansıtılıyor, iki yaşamın ya da iki oyunun
birbirine karıştığı yoğunluğu
hissedemiyoruz. Kittel rolünü oynayan
"Getto"daki oyuncu topluluğunda rol
alanların iyi şarkı söylememeleri hoş
görülebilirse de, Sobol'un oyunu
"Getto"dakilerin şarkı söyleyememelerini
hoş göremiyoruz, üstelik metinde ve
sahnede bu oyunculardan birinin kampa
gelmeden önce şarkıcılık yaptığı bilgisi
verildiğinde bu durum rahatsız edici,
usandırıcı bir hal alıyor.
Oyunun ilk perdesinde sahnedeki hızlı
tempo getto sakinlerinin başına gelen bu
baş döndürücü ve belirsizliklerle dolu
yaşamı yansıtmakta oldukça başarılı ve
izleyicinin de benzer bir belirsizlik duygusu
yaşamasına yardımcı oluyor.
Ancak ilk perdedeki bu hareket ikinci
perdede yavaşlıyor, temponun düşüşü
Kruk'un sosyalist söyleminin altının
çizildiği (kırmızı kocaman bir perdeyle tüm
sahnenin kapatılarak ışık oyunlarıyla
"kızıl" bir tiyatro gösterisinin temsil
edilmesi), şenlik sahnesinin
sinematografik bir dille aktarıldığı
(ayrıntılar üzerinde kısa anlar boyunca
durarak bir başka sahneye dikkat çekmek
gibi yumuşak geçişlerin kullanılması) ve
sahnenin arkaya doğru uzayan tarafının
derinlik vermede kullanıldığı birkaç hoş
sahne dışında kendisini belirgin bir şekilde
hissettiriyor.
Dekorun bir gettoyu mu yoksa bir eskici
yığınını mı anımsatması istenmiş, pek
anlaşılamıyor. Birtakım eski püskü
eşyaların sefillik olarak kullanılması kolaycı
bir yol gibi görünüyor. Yaratıcı bir
tasarımla dekor çok daha işlevsel ve
estetik kılınabilir, oyun içinde oyun
izlediğini de daha belirginleştirebilirdi.
Işığın zaman zaman oyuncuları izlemekte
yavaş kaldığı görülse de hem bir biçimi
oluşturması hem de tasarım olarak
oyunda kendisini var etmesi dikkate
değer. Müzikler de belki iyi icra
edildiğinde anlamlı bir bütün ve ifade
oluşturabilecekken şarkı söyleyememe
engeline takılıyorlar.
Sözün bittiğinin düşünüldüğü, artık akıl
dışı olayların, olguların yaşamın ayrılmaz
parçası haline geldiği bir dönemde ve
coğrafyada vahşeti, şiddeti, insanın
ayakta kalma çabasını "anlatan" ama
haykırmayan bir oyunla karşılaşıyoruz.
İzleyicinin yoğun ilgisi ve alkışları hâlâ
sözün etkisini yitirmediği ve öykülerin
geçerliliğini koruduğunu gösteriyor.
Deneyimlerimizden bildiğimiz bu vahşetin
üzerinde düşünmeyi sağlayan "Getto"
Nazi Almanyası ya da Faşizm üzerine
yapılmış filmlerin ya da oyunların
çoğunun yaptığı gibi taraflar arasında
geçen bir çatışmaya dayanmaksızın
sözünü söylüyor. Yaşanılan utanç verici
durumun sözle anlatılamayacak boyutu,
Sobol'un geleneksel taraf olma
çizgisinden daha çok ilgilendiriyor.
Gündelik yaşantımızda da düşebileceğimiz
hatalara dikkat çekerek düşünce
biçimimizi sorgulayan bir işlev yükleniyor.
İsrail'den Almanya'ya seslenen bu oyun,
ikiyüzlülük, kin, fanatizm ve sevgisizlikle
harman olmuş ve çok iyi bildiğimiz bir
coğrafyaya da selam yolluyor©
53
ELEŞTİRİ
Melisa
Gürpınar
ÇIN SABAHTA'YI
''ELEŞTİRİRKEN"!
Gösteri Dergisi, geride kalan 96 yılının, sanat alanında bizlere bıraktığı
olumsuzlukları sayarken, bu sıralamada çok haklı olarak, eleştiri ve eleştirmen
pe
cy
a
azlığına da yer vermişti.
Sanatın yeterince üretilip tüketilmediği
toplumlarda, eleştiri de etkisizleşip sığda
kalıyor kuşkusuz. Sanatın pek çok
dalındaki çalışmaların duyurusu, ancak
medyadaki, o da ilgili kültür sayfalarını
yönetenlerin kendi sanatsal eğilimlerine
göre belirlenmiş bir ağırlıkla - küçük birer
tanıtım yazısıyla ya da bir ropörtajla sınırlı
kaldığı sürece, reklâm da belli ekonomik
nedenlerle söz konusu olmadığına göre,
hem sanatçılar yıpratıcı bir ilgisizlik
alanına itiliyorlar, hem de artık önemli bir
yazın dalı sayılan eleştiri, yapıt boyutunda
gerçekleştirilemiyor kolay kolay. Sanatın
çokça tükenebileceği büyük kentlerde
bile, meraklıları dışta tutulursa, tiyatroya
sinemaya, sergiye konsere kitabevine
koşmayan, olanakları olduğu halde
koşmayan, özendirilmemiş, kazanılmamış
azınlık, bu sanatların eleştirisine hangi
bağlamda yaklaşsın? Ve eleştirmen
yalnızca özverisi, tutkusuyla bu dalı nasıl
ayakta tutsun? Düşünelim ki, ne
ülkesinde alıcısı var, ne de Türkçe'nin
dünyada dolaşımda bir dil olmaması
nedeniyle ülke dışında. Üstelik toplumda
görev yaptığı alan da çok kaypak.
Herkesin kendi alanında ayakta
kalabilmek için, kendi takımını tuttuğu,
kendi "iyi" lerinden başkasını görmemek
durumunda kaldığı kapalı bir sistemde,
yeterli ölçüde nesnellik nasıl barınsın. Bu
durumda son söz gene medyaya kalıyor,
toplumu rant nerede ise oraya, yani
niteliksiz sanat ortamlarına çeken ve
kültürel magazine alıştıran o oluyor.
Bizim konumuz tiyatro olduğuna göre,
rahatlıkla diyebiliriz ki, evet 96 yılında da,
97'de de ve daha sonra da, tiyatro
eleştirmeni gerekliydi, gerekli olacak. En
basit anlamıyla, oyunla seyirciyi
buluşturmaya yönelik çabalar içinde olan,
54
tiyatro sanatında eski yeni, yerli yabancı,
yerel evrensel gibi karşıt değer ölçülerini
çözümleyecek nitelikte, zaman zaman
kendisine yakıştırılan tanımlamalardan
biraz daha ötede, etkin bir yol açıcı, bir
kılavuzun eksikliği nasıl duyulmaz. Ve
buna önemli bir ek olarak, potansiyel bir
seyirciyi genel olarak tiyatroya ısındırmak
adına, akademisyenlerin tiyatroyla ilgili
yazı ve kitaplarına da büyük bir
gereksinim var kuşkusuz. Yönetmenler
de, sahneledikleri oyunlar üzerine sıcağı
sıcağına belirleyici yazılar yazsalar, ne
kadar önemli belgeseller biriktirmiş
oluruz, kültürün sürekliliği adına.
Tiyatroyla eleştirmenler arasında daha
sağlam ve iyi niyetli bir köprü
oluşturmak için, yıllar önce eleştirmenler
tarafından, genel provaların
eleştirmenlere açılması önerisi bile
yapılmış ve nedense pek ciddiye
alınmamıştı. Belki de sanatçıların
herkesten korudukları bir tür
dokunulmazlık, ya da özel yaratı
alanlarıydı ki tiyatro, kendini gerçekten
eleştiren gözlerden ve alkışsız
gösterilerden esirgiyordu.
Gene biliyoruz ki, eleştiri, tiyatro
eleştirmenlerinin birinci işi, gerçek uğraş
alanı değil. Zaten akademik düzeyde
öğrenime kazandırılan çok yeni bir dal
bizim için tiyatro eleştirmenliği. Günümüz
eleştirmenlerinin ise, zaman zaman
bedavacı diye küçümsenen gala müşterisi
olmak dışında, tiyatro için yapabilecekleri
pek bir şey kalmamış gibi ellerinde.
Yukarıda değindiğimiz medyadaki sınırlı
yeri ise, zaten çok belli birkaç kişinin
tekelindedir denilebilir. Televizyonlarda
da aynı engellemeler ve sınırlamalar
nedeniyle tiyatro, duyuru bazında bile
sesini duyuramamakta geniş kitlelere. Elli
yıl öncesine göre Türk tiyatrosu gelişmiş
sayılabilir ama, ne kültür ihracatında
yerini alabilmiş, ne de hızla büyüyen
kentlerimizde, medyanın önemseyeceği
a
cy
pe
bir gösteri ekonomisi oluşturabilmiştir.
Tiyatro kendi alanındaki, okul salon
yetersizliği, genel kabul görmeme gibi
ezeli sorunlarıyla baş başadır. Sanatçılar
için, yeterli yetersiz belli bir geçim
kapısıdır elbet. Buna, şimdilerde cami
avlusundan alkışlarla öte dünyaya
uğurlanmak gibi bir nimeti de eklemek
gerekir. Eleştirmenin ise, bu kadar bir
alacağı bile yoktur tiyatrodan. Belki de
bu nedenle, örgütleri işlevsiz, gayretleri
isteksizdir. Üstelik çoğu zaman, kendine
yönelen küskün bakışların, incinen
yüreklerin ve dostlukların koruyucusu
olmak zorunda kalır. Sanat çevrelerinde,
konusuyla ilgili hiçbir kesime yakın
düşmeyen ayrıksı bir durumda kalmak,
yazgısıdır bu uğraşın. Kuşkusuz bu
tersliklerde, eleştirmenin donanımındaki
eksikliklerin, yaklaşımındaki katılığın da
payı olabilir. Baskın duygular, kişiyi kendi
bilgisinden bile yeterince yararlanamaz
duruma sokabilir. Tiyatronun bu uçta ve
terk edilmiş alanını kendilerine seçenler,
bütün güçlerini, tiyatroya olan
sevgilerinden, hem seyirci hem yazar
olarak, metinlere ve sahnede hızla akan
anlara dikkatlerini yoğunlaştırabilme
yeteneklerinden almalıdırlar. Aslında,
bırakınız ciddi bir eleştiri inceleme ve
araştırmayı, kısacık bir tiyatro tanıtım
yazısında bile, bir oyunu birden fazla
izlemek, oyunun metnine mutlaka
ulaşmak, yönetmen, oyuncu ve diğerlerini
iyi tanıyabilmek için onlarla
süreğenlenmiş ilgiler içinde bulunmak
gerekebilir. Kısaca denilebilir ki, bir
başkasının sanatsal üretimi üzerine söz
söyleyebilmek, kişinin kendi yapıtı ya da
yaşamı üzerine duyduğu sorumluluktan
daha öte bir sorumluluk taşımasını
zorunlu kılar. Tiyatro eleştirmeninin
yazarlık cesareti, yazısına imzasını
atabilmek değil, kendini her an yazarın,
yönetmenin, oyuncunun, o yapımda
emeği geçen herkesin yanında, sahne
ışıklarının altında, perdenin önünde ya da
arkasında düşünebilmesi,
düşleyebilmesindedir. Yoksa o bir
yabancıdır. Hem tiyatroculara hem
seyirciye. Toplum denilen o suskun ve
zaten duymayan çoğunluk ise, her eleştiri
yazısının, daha yazıldığı an, kupür
mezarlığını boylar gibi oluşuna, belki de
sevinmektedir içinden. Belleği olmayan
toplumlarda, söz değil yazı da uçar
çünkü. Neyse ki CD ve CDI lar, hiç
olmazsa yapıtların kaderlerine önemli bir
düzelme getirecekler herhalde yakın bir
gelecekte. Eleştirmenin ise, yapıtı yoksa,
onun da vay haline.
Çın Sabahta, Nezihe Meriç'in, yazılanlar
ve yazılacak olanlar dışta tutulursa, kitap
olarak yayımlanmış son oyunu. İki yıldır
Ankara Devlet Tiyatrolarında sergileniyor
ve büyük bir ilgi ve beğeniyle izlendiğini
de biliyoruz. Mart ayında Taksim
sahnesine konuk olarak geldi ve İstanbul
seyircisiyle de buluştu. Yazımın başlığında
eleştiri sözcüğünü tırnak içine almamın
nedeni, artık sözü edilen oyun İstanbul'da
55
Bu böyle olduğu halde, gene de, Çın
Sabahta'yı izleyince ve onu iki yıl önce
kitap olarak okuduğumda edindiğim
izlenimleri anımsayınca, Nezihe Meriç'in
yetkin yazarlığına ve tiyatronun
mucizesine tanık olduğumu gördüm. Bu
tanıklığın toplumla - çok küçük kesimiyle
bile olsa - paylaşılmayınca, tanıklık
sayılmayacağını da bildiğimden, bu
gecikmiş yazıyı, bu yapıma bütün emeği
geçenlerden utanarak ve özür dileyerek
yazıyorum.
Ve ne iyi ki, acılarımız da eskiyor.
Yetmişli yıllarda, devrimci bir delikanlı ile,
yeni yeni uç veren burjuva sınıfından bir
genç kızın, ailelerce kabul görmeyen
umutsuz aşkı, pek çok romana konu
olmuştu ama, sahne sanatları açısından
belki de piyasası pek açık olmadığından,
göze alınmamamıştı. Ya da arka planın
yansıttığı toplumsal sarsıntılar fazla ağır
bulunmuştu, sanatı, bu arada tiyatroyu
da tümüyle eğlence olarak düşünenlerce.
Nezihe Meriç ustaca bir yaklaşımla, bu
olayı değil de, kişiliğinde bütün bu
yaşanmışlıkların izlerini taşıyan bir kızın,
bastırılmış isyanını duyurmakla yetinmiş
bize. Birkaç damla gözyaşı, ya da acı bir
gülümseme olarak. Onun ilk anlardaki
bu baskın karamsarlığını dengeleyen, orta
yaşın üstünde, yalnız yaşayan, emeğiyle
geçinen göçmen bir kadının sevecenliği
oluyor. Çileleri, dertleri geride bırakmış,
tatlı bir yaşama telâşesi içindeki Feriha ki onu hiç kimse yazarı kadar mükemmel
tanımlayamaz aslında - , ömrünün bu
son dönemini ancak ulaştığı mutlu bir
başlangıç gibi algılayıp, zar zor alabildiği
apartman katına tam taşındığı gün, hatta
taşınma sırasında, bitişik balkonda
rastladığı komşu kızına, onun bütün
direnmelerine karşın, alıştığı anlamda
yardım elini uzatan, aralarındaki yaş ve
kültür farklılığını sıfırlayan doğal bir
dostluk dürtüsüyle ona yeniden yaşamın
en saf ve insanca değerlerini anımsatan,
içten, sıcak bir halk bilgesi. Yaşama
coşkusu, sahneden seyirciye akacak kadar
güçlü. Zengin kızın mutsuzluk ve yalnızlık
nedenlerini, kısa bir şaşkınlıktan sonra,
hemen kavrayacak kadar, zihni açık. Ve
davranışlarıyla, konuşmalarıyla
başkalarını etkileyip, değiştirebildiği gibi,
o yaştan sonra kendi kemikleşmiş
mutluluk anlayışını da çürütüp, başka
güzelliklere, başka amaçlara yönelecek
kadar, geniş görüşlü.
Nezihe Meriç, yıllarla perçinlenmiş usta
yazarlığının yanı sıra , alışılmış ölçülerin
dışına taşan, deneyimli bir hayat işçisi de
aynı zamanla. Hayatla çok içli dışlı. Bütün
gözlemlerini biriktiren, çevreden derlediği
duygu ve davranış verilerine sıkı sıkı
sarılan, dildeki ayrıntıları, deyiş
özelliklerini, kahramanıyla
özdeşleştirerek yerinde ve sırasında
kullanan, belki yıllardan beri, öykü roman
ve öbür oyunlarında yaptığı gibi, gene
kahramanlarının hep yüreğinde oturan,
oraları mesken tutan bir sanatçı. Başka
türlü olsa, bu kişiler, ne anlaşılır, ne de
anlatılabilirdi, bu kadar doğru, abartısız,
yapmacıksız ve kendileri olarak. Ne de bu
kadar etkilenebilirdi başkaları onlardan.
cy
Bir sanatsal çalışmanın adını duyurmak
bile, bu eleştiri kıtlığında, o yapıtın
yaratıcıları için, yüreklendirici bir nitelik
taşıyabilir ama bazen bu bile çok
görülebilir. Acı bir gerçekliktir ki,
suskunluk da kendi verimsiz ortamını
pekiştirmiş, sanatın içinde boğulduğu
karanlık bir su gibi, çoğalarak akmaktadır
aramızda.
kaynaklanıyordu kuşkusuz.
a
sahnelenmesi üzerine yazılan yazının,
eleştirinin pek çok özelliklerini
taşıyamayacağı içindi. Tiyatro eleştirisinin
bir özelliği de, oyunun sahneye
konuluşuna, sıcağı sıcağına tanıklık
etmesidir. O yapımda görev alanları ve o
yapımı izleyecek olanları ilgilendiren,
ancak o eleştiridir. Oyun üzerine
sonradan yazılanlar, eğer önemli bir
araştırma ve inceleme değillerse,
işlevsizdirler.
pe
Neyse. Çın Sabahta'yı okuduğumda,
"işte" demiştim, "tam bir oyuncu
tiyatrosu bu. Hatta seyirciden de, dikkat
talep eden, olumlu anlamda" edebiyat
tadında bir tiyatro. Çağımızda daha da
gelişen ve günümüz tiyatrolarına artık
damgasını vurmak isteyen, baskın bir
yönetmen tiyatrosu olgusu, bu oyunda
geçerliliğini ister istemez kaybedecek.
Dramatürjisi bile, metnin daha doğrusu
diyalogların arasında durmadan kendini
açımlıyor." Doğrusu bir ölçüde
yanılmışım. Oyunun bu sahnelenişinde,
yönetmen de oyuncular kadar zoru
başararak, dipdiri canlandırmalar, üst
düzey anlar yaşattı bize. Olayı ileri
götürmekten çok, geçmişteki
aksiyonlardan hız kazanan diyaloglar,
geriye dönük anlatımlar, o bir gecenin
serüvenine, akıl almaz ivmeler kazandırdı.
Seyirci görsel alanda bir beklenti içine
girmeden, soluğunu keserek dinliyordu.
Bu, tiyatronun büyüsünden olduğu kadar,
yazarın belleklerimize vurduğu neşter ile,
bizi yakın geçmişimize doğru çıkardığı
heyecanlı yolculuktan da
56
Öyle hassas bir dengenin üzerinde, iki
kadının gece boyunca konuşarak, çın
sabah denilen günün ilk ışıklarının
belirdiği saatte, acıları sevgiyle örtmüş,
geçmişi özümlemiş, kendine acımayı,
başkalarına kızmayı bırakmış, bir rehavet
ve yumuşama içinde kendileriyle ve
hayatlarıyla biraz da olsa bir uzlaşmaya
varmış olmaları, kişide bir hesaplaşma
dürtüsü uyandırıyor. Saplanıp kalınan her
türlü tutkudan, amaçtan kurtulup,
yeniden yapılanmak için bu gerekli.
Çünkü, dilekler, umutlar, mutlu olmak
için gerekli görülen koşullar bile eskiyor.
Nezihe Meriç bu baskın özellikleriyle,
gene de yönetmen ve oyuncuları
metninin sırtında taşıtan bir konumda
değil. Yönetmen Olcay Poyraz, çok ölçülü
bir yalınlığı seçerek, yazarla da fazla bir
çatışmaya girmeden, yapıma imzasını
atmış. Bir yanıyla metine teslim olurken,
bir yanıyla da ağırlığı yalnızca oyunculara
vererek, iki kişilik bir oyunu ayakta tutan
diyalogları diri ve anlaşılır kılmış. Her ne
kadar dekor ve kostümden hiç yardım
almamışsa da, Gülsen Tunççekiç ve Hülya
Gülşen, taşıdıkları ağır yükün altında
kalmadan, tempoları ve doğallıklarıyla,
yönetmene çok önemli kutkılarda
bulunmuşlar. Seyircinin kendilerine
gösterdiği ilgiyi hiç koparmadan,
metindeki üzünçlü ya da gülünç çıkışları,
yükselen anlar olarak çok güzel
değerlendirmişler.
Çın Sabahta'yı, belki Ankaralılar gelecek
sezon gene izleyebilirler, ya da başka bir
tiyatro, bambaşka bir yapımla karşımıza
çıkabilir. Tek bir oyunun, sahneye sonsuz
sayıda uygulanabilme olanağını taşıması,
zincirleme düşüncelere ve zamanın
akışına göre ayrıntılı dramatürjilere
kaynaklık edebilmesi, eğer bir büyü değil
ise, tiyatronun büyük bir sanat oluşunun
ta kendisidir bana göre.
Bir eleştirmenin de, oyunun
uygulanışındaki değişken elemanların
etkisinde kalıp, metne fazlaca
eğilmemesi, yönetmen tiyatrosundan
yazara düşen paydır olsa olsa. Tiyatro
bütün sanatsal aranışlara yer verebilecek
kadar geniş bir alandır, yeter ki ona
katkıda bulunabilecek düşünceler
üretebilelim, bu zor zamanlarda©
BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE
9th
International
İstanbul Theatre
Festival
The 9th International İstanbul Theatre
Festival brings two weeks of exciting
theatre to the city. Between May 19 -
International
Plays
"Berlin in İstanbul" an art exchange
organized jointly by the Berlin Senate,
the Goethe Institute and İstanbul
Foundation for Culture and Arts
encompasses three plays. A modern
interpretation of Shakespeare's tragedy
"Othello" performed by Ismael Ivo
Dance Theatre of the Weimer State
Theatre will open the Festival.
Choreographed by Brazilian actor Ivo,
who appears as Othello and directed
by Johann Kresnik, this new version of
Othello is a controversial masterwork
that merits serious attention.
pe
June 3, audience will have the
opportunity to see well-known actors
from the U.K., Germany and Italy in an
ambitious reportory of plays stretching
from classical to experimental works.
The 9th International İstanbul Theatre
Festival is organized by the İstanbul
Foundation for Culture and Arts.
cy
a
Another highlight of the Festival is the
performance of Shakespeare's "King
Lear" by The Royal National Theatre,
directed by Richard Eyre and starring
lan Holm. With a career spanning
theatre and cinema, lan Holm rivals
Laurence Olivier in the depth of his
interpretation of Shakespeare's tragic
hero. Holm was nominated for an
Academy Awards in 1982 for his role in
"Chariots Of Fire" and was named
"Best Supporting Actor" by the Cannes
Film Festival for this performance.
The Festival also features ten Turkish
plays. Performances will take place in a
variety of traditional and non-traditional
ocations: Atatürk Cultural Centre
Grand Salon, Taksim Theatre, Muhsin
Ertuğrul Theatre, Kenter Theatre, Aya
İrini, Cihangir Park, Zarifi and Joyport.
The Festival is proud to host groundbreaking theatre companies such as
the Royal National Theatre, Berliner
Ensemble and Weimer State Theatre,
Hebbel Theatre as well as renowned
artists such as Hanna Schygulla, Robert
Wilson.
"The Resistible Rise Of Arturo Ui" is
eagerly anticipated presentation of
Heiner Müller's last work. Based on an
encounter between Brecht and Müller,
the play has attracted critical acclaim.
Lead actor Martin Wuttke won the
Critics Award in Germany and was
named actor of the year for his
performance. The play is produced by
the Berliner Ensemble.
Giorgio Strehler of Italy, who has
created a new theatrical style based on
Commedia Dell'Arte, and his Milano
Piccolo Theatre will perform the
colorful "Island of Slaves" by Marivaux,
a French playwright of the
Enlightement.
Hanna Schygulla, one of the most
outstanding stars of the German
cinema, joins the Festival with a special
performance of readings by Fassbinder,
Baudelaire, Peter Handke, Heiner
Müller and Jean Claude Carriere
accompanied by the music and piano
of Jean-Marie Senia. Schygulla has
played lead roles in almost ali of Rainer
Werner Fassbinder's films and has also
appeared in films directed by Ettore
Scola, Jean-Luc Godard, Andrzej
Wajda, Carlos Saura, among others.
Hebbel Theatre's production is
"Armand Dust 2" and "Thirst".
Presenting a controversial and
alternative approach to contemporary
dance and theatre, the group directed
by Barcelona-born Cesc Gelabert
experiments with body text, stage
architectural elements in choreography.
The Cesc Gelabert-Azzopardi Company
has received many international
awards.
57
BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE
The 9th Istanbul International Theatre
Festival features ten works by Turkish
companies. The Festival encourages
special projects developed by private
theatre companies such as Kenter
Players, Ortaoyuncular, Kum-Pan-Ya and
5. Sokak Tiyatrosu.
The 25th anniversary of the İstanbul
Foundation For Culture and Arts and
Music Festival will be marked by a
performance of "Master Class" by
renowned Turkish actress Yıldız Kenter.
Ortaoyuncular aim to reintroduce the
famous playwright Haldun Taner to the
younger generation. The play "Haldun
Taner Cabaret" based on the great
playwrights short stories, essays and
theatre songs is arranged by Ferhan
Şensoy with additional text on the
writers biography.
Ankara Art Theatre participates in the
festival with Stanislav Stratiev's play
"The Bus"
"No Parking" by Bilsak Attelier Theatre is
based on Heiner Müller's "Hamlet
Machine". The play combines a series of
different texts to create a unified
theme. Ceysu Koçak and Nihal Koldaş
produced and directed the play.
"The Alchemist" with music by Kudsi
Ergüner will be staged by Dostlar
cy
The Kum-Pan-Ya performs a play based
on Acts 1 and 2 of "Everest My Lord Here's the Head, Here's the Body, Here
are the Wings "Everest My Lord- A
Novel in 3 Acts" from Sevim Burak.
Tiyatrosu (5th Street Theatre) from
Antalya focuses on the choice between
fighting a war and remaining a
spectator. This play will be staged in
Zarifi, in an atmosphere perfectly suited
to the play.
a
Turkish Plays
pe
"Everest My Lord" is conceptualized by
Naz Erayda and Bülent Erkmen and will
be performed in Cihangir Park in
buildings facing the park.
Mustafa Avkıran's "That Tuesday" is
based on stories by Wolfgang Borchert.
The play, to be performed by 5. Sokak
Theatre. The play was produced last
year in France, directed by Mehmet
Ulusoy and starring Genco Erkal.
"My Kingdom For a Horse" produced by
İstanbul Municipal Theatres, based on
twelve plays by William Shakespeare, is
directed by Başar Sabuncu. One of the
strongest productions of the season,
this play will shed light on Shakespeare's
works.
İstanbul State Theatre participates in the
Festival with Franca Rame-Dario Fo's
"Fat Woman", "Woman Alone" directed
by Tijen Par.
The final play of the Festival will be
Ankara State Theatre's production of
Nâzım Hikmet's "Kuvayi Milliye Destanı""Struggle of the Nation (The Epic of the
War of Independence) featuring a large
cast.
58
Other Activities
International Istanbul Theatre Festival
encompasses conferences, workshops
and exhibitions in addition to plays and
performances.
Artists who have collaborated with
Haldun Taner in different projects will
meet to commemorate the 11th
anniversary of his death.
Due to the Festival's focus on
Shakespeare, Prof. Dr. Cevat Çapan will
give a lecture titled "Everlasting
Shakespeare".
Robert Wilson, a guest of the 1996
Festival, is back with a lecture: "Works
1967 - 1995" . The famous artist uses
slides to illustrate his unique approach
to theatre as seen in his productions,
installations and drawings, in other
words, about what he has created in
the course of his 30 year career as an
artist.
A Heiner Müller Retrospective will be
backed by a lecture of the Berliner
Ensemble dramaturg Holger Teschke.
The Theatre Festival Workshops brings
Turkish actors together with
international artists who have developed
different acting methods. The Festival
has organized a three day workshop by
Cesc Gelabert on "Dance and Body".
Mario Mattio Giorgetti will give a lecture
on the occassion of the 50th of Piccolo
Teatro di Milano Lanniversary.
Tiyatro
Tiyatro'dan Önce...
Tiyatrodan Sonra...
tiyatro KULÜBÜ
İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR
et yemeklerinin sunulduğu
zengin menüsü ile sabaha karşı
tadına doyamayacağınız İşkembe
Çorbasıyla son bulan
unutamayacağınız bir gece için
her Çarşamba, Cuma, Ctesi
günleri İ. T. Ü. Devlet
Konservatuvarı Yüksek Lisans
öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve
Türk Sanat müziği eşiliğinde
nezih bir ortamda leziz
yemeklerimizi tadarak hoş saatler
geçirebilirsiniz...
Not:: Kredi Kartı geçerli değildir.
BAHAR LOKANTASI
İndirim: %10
İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst
Tel: (0212) 277 85 55
BAY BALIKÇI
İndirim: %10
Kefeliköy Cad. No: 14
Kireçburnu-İst
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân.
CAFE LA PORTE
İndirim: %15
Miralay Nazım Sk. No:15
Bahariye-İst.
Tel: (0216) 418 08 59
Alışılagelmişin dışında zengin
menüleriyle sıcak bir sevgi
ortamında buluşalım.
CAFE LEBON
İndirim: %10
İstiklâl Cad. No: 445
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 252 54 60
CAFE SHOP
İndirim: %10
Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk.
No:34 Bahariye-İst.
Tel: (0216) 337 49 20
Fransız Cafelerinin kendine özgü
havasında, günün her saati hoş
vakitler geçirebilirsiniz.
CAFE SIĞINAK
İndirim: %15
Caferağa Mah. Muvakkithane
Cad. No:30/4 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 18 94
Yozlaşma, iletişimsizlik,
üretkensizlik ve sevgisizlik
yağmurunun sağnak haline
geldiği bu topraklarda
sığınabilecek bir yer ararsanız
Sığınak Cafe'deyiz.
ÇATI RESTAURANT
İndirim: % 8
İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın
Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel:
(0212)251 00 00
DARÜZZİYAFE
İndirim: %15
Şifahane Sk. No: 6
Süleymaniye-İst
Tel: (0212) 511 84 14
Türk Musikisi'nin sihirli
nağmelerini dinleyerek
mutfağımızın eşsiz lezzetlerini
tarihi bir mekânda tadabilirsiniz.
Not: C. tesi akşamları saat
8.00-10.00 arası Canlı Fasıl
EL MARIACCHI
İndirim: %10
Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah
Sk. No: 16 Ihlamur-İst
Tel: (0212) 231 28 07
Meksika mutağının tadına
doyulmaz yemeklerini tattınız
mı? Tatmadıysanız o halde El
Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz.
FEHMİ BABA ET LOKANTASI
İndirim: %10
Meşrutiyet Cad. No: 33
Galatasaray-İst
Taksim—İst
Tel: (0212) 235 78 54
Alt kattaki Akşam Barımızda
nefis içecekler üst kattaki
Restaurantımızda zengin mutfak
çeşitleri ile özel günlerinizde tüm
beklentilerinize yanıt verecek ve
dostlarınızla unutamayacağınız
saatler yaşamak istermisiniz?
Böyle bir ortamı bulamadıysanız
o halde; biz bu ortamı size
yaşatacağız...
Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl
GALATA BAR/MEYHANE
İndirim: %8
Orhan Apaydın Sk. No:11
Beyoğlu-İst.
Tel: (0212) 293 11 39
Her akşam fasıl eşliğinde nefis
yemekleriyle sizlerle.
GARI BALDI
İndirim: %10
İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1
Beyoğlu-İst
Tel: (0212) 249 68 95
Nostaljik bir ortamda güzel vakit
geçirmek için tek adres Garibaldi.
GOLDEN KYLIN CHINESE
RESTAURANT
İndirim: %15
Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst
Tel: (0212) 256 36 45
Uzak Doğu'dan gelen esinti
rüzgâr/arıyla hoş bir ortamda
hakiki Çin Mutfağını ta­
dabilirsiniz.
GOODFELLAS BAR-REST.
İndirim: %15
Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst
Tel: (0212) 233 00 36
Şafak Yaprak & Orkestrası
eşliğinde her Salı, Perşembe,
Cuma, C. tesi günleri, Canlı Caz
Müzik dinleyebilirsiniz.
CAFE KİKKA
İndirim: %10
pe
cy
a
ŞANS RESTAURANT
İndirim: %10
Balık Pazarı Nevizade 5k. No.23
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0212) 244 13 09
Memnun kalan konuk her zaman
hatırlar, memnun kalmayan
konuk asla unutmaz.
A LA TURKA RESTAURANT
İndirim: %10
Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8
Ortaköy-lstanbul
Tel: (0212) 258 79 24
Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın
ve boğazın otantik atmosferinde
Türk mutfağının en güzel
örneklerini sunuyor. Üst katında
yer alan ODA "Kişiye Özel Salon"
ise her türlü grup
organizasyonları, seminer,
konferans, toplantı, doğum
günleri, kahvaltılar için sadece
"SİZE ÖZEL"
ALA-TURKA MEŞK REST.
İndirim: %10
Çarşıarkası Sk. No: 32. 1.
Levent-İst
Tel: (0212) 283 45 63
Sıcacık bir ortamda özlediğiniz
tatlarla an-nenizin mutfağı kadar
özenli, sevgi dolu sofralarda
Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla.
ASİTANE RESTAURANT
İndirim: %10
Kariye Camii Sk. No: 18
Edirnekapı-İst
Tel: (212) 534 84 14
Osmanlı Saray Mutfağının
doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin
hoş nağmeleri eşliğinde tatmak
için Asitane de buluşalım.
AŞİYAN RESTAURANT
İndirim: %10
Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst
Tel: (0216) 349 55 69
Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli
Tel: (0212)293 93 26
FLAMİNGO BAR-REST.
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 15/B
Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18
Erenköy-İst Tel: (0216)411 15
20
Cafe Kikka'da kahve cehennem
kadar karanlık, ölüm kadar güçlü
aşk kadar tatlıdır.
KHALKEDON
RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Münir Nurettin Selçuk Cad.
Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 349 58 72
Altı yıl boyunca adıyla
özdeşleşmiş, Bizans harabeleri
dekoruyla hizmet veren
Khalkedon Bar bahçesindeki
Viking dekoruyla; restaurant
bölümü ile Grup Tempo eşliğinde
yemek yemeniz ve eğlenmeniz
için Kalamış'ta.
LA BOHEME - ŞAMATA
GARDEN
İndirim: %10
Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst.
Tel: (0212) 261 75 20
Boğaz manzaralı yazlık
restaurant ve barımızda canlı
müzik eşliğinde uluslararası
mutfağımızdan seçmeleri
tadabilirsiniz.
LE SELECT
İndirim: %20
Manolya Sk. No: 21 Levent-İst
Tel: (0212)268 21 20
Uluslararası Mutfağı ile Le Select
LITTE CHİNA
İndirim: % 10
1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan
-İst
Tel (0216) 363 50 90
2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş
Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263
17 15
3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5
Bebek
Litte China 'larda sunulan
59
Tel: (0212)248 84 65
Kuzey İtalya mutfağının mevsime
göre üç ayda bir değişen leziz
yemekleri ve sürpriz specıalleri
özel Grappa içeceği eşliğinde.
Not:: Pazar günleri kapalıdır.
PARSİFAL
İndirim: %15
Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst
Tel: (0212) 245 25 88
Vejeteryenler, ağzının tadını
bilenler ve küçük bir serüvene
hazır herkes için Parsifal
Beyoğlu'nda.
RAQUETE RESTAURANT-BAR
İndirim: %10
Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye
-İst
Tel: (0212) 276 50 87
RİSTORANTE İTALİANO
İndirim: %7
Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ
-İst
Tel: (0212) 247 86 40
ROUTE CAFE 66
İndirim: %15
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa
Sk. No: 13 Bahariye -İst Tel:
(0216)336 24 66
Geçmişten gelen geleceğin adı.
Not: İndirim Alışveriş Merkezi için
de geçerlidir.
SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK.
İndirim: % 15
Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk.
No: 12 Kadıköy-İst
Tel: (0216)414 42 06
Kitabevi ve cafenin ötesinde
sanatsal-kültürel etkinliklerde
bulunan Sahaf Cafe şimdi de
Ergün-Özcan Tamer
Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma
tiyatrosu her pazartesi saat
18.30'da sizlerle
SEAPORT
İndirim: % 10
Yalıboyu Cad. No: 36
Beylerbeyi-İstanbul
Tel: (0216) 321 14 93
SICAK RESTAURANT
İndirim: %10
Keskin Kalem Sk. No: 37
Esentepe -İst
Tel: (0212) 267 38 56
Akdeniz mutfağının seçme
yemekleriyle sıcak bir ortamda
yemek yemek ister misiniz?
TANDOORI RESTAURANT
İndirim: % 20
Alkent Sitesi Tepecik Yolu
Etiler -İst
Tel: (0212) 257 84 79
Türkiye'de ilk ve tek Pakistan
Hint Mutfağı.
TEGİK RESTAURANT
İndirim: %10
Receppaşa Cad. No: 20
Taksim-İst
Tel: (0212) 254 66 99
Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve
Japon Mutfaklarından da
örnekler sunan Uzak Doğu
Mekânı. Kore Mutfağını tanımak
isteyenlere özel menü öneriliyor.
Koreden getirilen özel pişerme
üniteli masalarda yer alıyor.
T-BONE STEAK HOUSE REST.
pe
cy
yemekler Çin'in "Cantonese"
bölgesinin özel yemekleri, bu
mutfağı bilenler ve merak
edenler için...
LITTE İTALY BAR-REST.
İndirim: %10
İstiklal Cad. Örs Turistik İş
Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8
Beyoğlu -İst
Tel (0212) 243 17 18
MANDRA TAVERNA
İndirim: %10
Ergenekon Cad. No: 73/B
Pangaltı-İstanbul
Tel: (0.212)241 47 36
MAVİŞ MANTI
İndirim: %10
Yeni Çarşı Cad. No: 76
Galatasaray -İst
Tel: (0212) 249 48 94
MESERRET
CAFE-BAR-RESTAURANT
İndirim: %10
Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4
Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39
55
Gün Satımında Haliç
sakin bir ortamda sohbet olanağı
hafif müzik.
Çar, Cuma, C. tesi günleri akustik
canlı müzik, günlük gazete,
dergi, kitap okuma olanağı grup
toplantıları ve grup yemekleri için
ayrı bir mekân.
PANE VİNO
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst
YAŞAMAK
60
İndirim: %15
İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi)
Küçük Bebek Cad. No: 16 K.
Bebek-lstTel:(0212)287 05 11
Fransız ve İtalyan Mutfağının
sizlere sunduğu lezzetli ve
değişik yemeklerle hoş bir
ortamda hafta sonu canlı müzik
eşliğinde güzel saatler
geçirebilirsiniz.
TIFFANYT-R-M
İndirim: % 5
Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst.
Tel: (0212) 262 36 64
Balık deyince ilk akla gelen Bay
Balıkçının taze balık ve deniz
ürünlerini bulabileceğiniz bir
mekân
THE CHINA RESTAURANT
İndirim: % 10 (Gece)
İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı
İndirimi)
İndirim: %15 (Gündüz)
İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı
İndirimi)
Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst
Tel: (0212) 250 62 63
Sizlere ilk defa Çin mutfağının
lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı
yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş
gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin
mutfağını sevenler veya Çin
mutfağının tatlarını merak
edenler için hizmetinizde.
VAGABONDO'S RESTAURANT
İndirim: %10
İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi)
Köybaşı Cad. No: 278
Yeniköy -İst
Tel: (0212) 299 00 54
a
İSTANBUL'DA
YANYALI RESTAURANT
İndirim: %10
Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı
İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst.
Tel: (0216) 336 33 33
1919'dan beri Anadolu
yakasında Türk mutfağını
yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu,
seçkin kadrosu ile damak zevkine
hitap eden 700'e yakın yemek
çeşidiyle hizmet vermektedir.
K İ T A B E V L E R İ
AFA KİTABEVİ
İndirim: %20
İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 22 18
AKYÜZ KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216)336 90 81
BAKIRKÖY KİTAP SARAYI
İndirim: %15
Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8
Bakırköy-İstanbul
Tel: (0.212) 542 48 83
BEYAZ A D A M KİTABEVİ
İndirim: %15
İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk.
No: 1/A Bakırköy-İst.
Tel: (0.212) 561 20 92
EVRİM KİTABEVİ
İndirim: %10
Kadıköy İş Merkezi No: 78-106
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 49 63
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
İndirim: %5
Hilton Oteli Elmadağ
Harbiya-İstanbul
Tel: (0.212) 233 00 94
• Dünya Holliday In Crown
Plaza Kitabevi
İndirim: %5
Holliday In Oteli
Ataköy-İstanbul
Tel: (0.212)559 11 95
• Dünya Maltepe Kitabevi
İndirim: %5
Maltepe Sahil Yolu S Plajı
İstasyon yanı
Maltepe-İstanbul
Tel: (0.216) 442 09 50
• Dünya Borsa Kitabevi
İndirim: %5
I.M.K.B. Binası
Maslak-İstanbul
GENÇLİK KİTABEVİ
İndirim: %10
Mühürdar Cad. No: 68
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 337 96 05
MEFİSTO KİTABEVİ
İndirim: %15
İstiklâl Cad. No: 173
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 293 19 09
TİYATROLAR
Tiyatro Ti
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212) 293 81 37
Tiyatro Tanı
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212)251 66 20
Tiyatrokare
Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan
Tiyatrosu
Abide-i Hürriyet Cad.
No: 227/229 Şişli-lstanbul
Tel: (0212) 230 16 18
Stüdyo Oyuncuları
Vali Konağı Cad. Akkirmanlı Sk.
No: 30 Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0212) 246 77 25
DEVLET TİYATROLARI
AKM Büyük Salon
Taksim
Tel: (0212) 251 56 00
Taksim Sahnesi
Taksim
Tel: (0212) 249 69 44
Oda Tiyatrosu
Taksim
Tel: (0212) 251 56 00
Aziz Nesin Sahnesi
Taksim
Tel: (0212) 251 56 00
Büyük Tiyatro-Ankara
Tel: (0312) 426 85 17
Küçük Tiyatro-Ankara
Tel: (0312)311 11 69
Oda Tiyatrosu-Ankara
Tel: (0312) 311 11 69
Yeni Sahne-Ankara
Tel: (0312) 434 24 24
cy
a
Bakırköy Belediye Tiyatrosu
Yunus Emre Kültür Merkezi
Tel: (0212) 661 19 41
BKM Oyuncuları
Beşiktaş Kültür Merkezi
Hasfırın Sk. No: 75 Beşiktaş
Tel: (0212) 260 11 56
Dormen Tiyatrosu
Ergenekon Cad. No: 98 Pangaltıİstanbul
Tel: (0212) 241 27 37
Enis Fosforoğlu Tiyatrosu
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Tel: (0216) 449 33 82
Feridun Karakaya Tiyatrosu
Kuvayi Milliye Cad. Çevre Pasajı
No:43/6 K.M.Paşa-İstanbul
Tel: (0212) 585 52 63
Grup Kafka
Martı Sanat Evi
Baro Han No: 330 Beyoğlu
Tel: (0212) 251 66 20
Hadi Çaman Yeditepe
Oyuncuları
Teşvikiyi Cad. No: 160
Nişantaşı -İstanbul
Tel: (0212) 225 71 98
Kenterler
Halaskargazi Cad. 35 Harbiye
Tel: (0.212) 246 35 89
Kumpanya
İstanbul Sanat Merkezi
Tel: (0212) 235 54 57
Tiyatro Çisenti
Martı Sanat Evi
Baro Han-Tünel
Tel: (0.216) 293 81 37
Tiyatro Stüdyosu
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Tel: (0.216) 449 30 44
Tiyatro İstanbul
İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi
Tiyatro Salonu Beşiktaş-lstanbul
Tel: (0.212)275 21 10
Şinasi Sahnesi-Ankara
Tel: (0312)467 14 44
Altındağ Tiyatrosu-Ankara
Tel: (0312) 316 59 02
İzmir Devlet Tiyatrosu
Tel: (0232) 426 85 17
Adana Devlet Tiyatrosu
Tel: (0322) 359 44 44
Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
Tel: (0412) 222 22 64
Bursa Devlet Tiyatrosu
Tel: (0224) 221 29 44
Antalya Devlet Tiyatrosu
Tel: (0242) 247 74 60
Trabzon Devlet Tiyatrosu
Tel: (0426) 326 14 78
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR
BELEDİYESİ
ŞEHİR TİYATROLARI
Harbiye M. Ertuğrul Sah.
Tel: (0212) 240 77 20
Harbiye Cep Tiyatrosu
Tel: (0212) 240 77 20
Fatih Reşat Nuri Sahnesi
Tel: (0212)526 53 80
Üsküdar M. Celal Sahnesi
Tel: (0216) 333 03 97
Kadıköy H. Taner Sahnesi
Tel: (0216) 349 04 63
AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38
AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05
ALMAN K. M. Tel: 249 45 82
APOLLON Tel:(0216)362 51 00
AS (Harbiye) Tel: 247 63 15
AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50
pe
DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ
• Dünya Tünel Kitabevi
İndirim: %5
İstiklal Cad. No: 496
Beyoğlu-İstanbul
Tel: (0.212) 249 10 06
• Dünya Bebek Kitabevi
İndirim: %5
Cevdet Paşa Cad. No: 232/1
Bebek-İstanbul
Tel: (0.212) 265 71 03
• Dünya Nişantaşı Kitabevi
İndirim: %5
Teşvikiye Cad. No: 164/3
Nişantaşı-İstanbul
Tel: (0.212) 247 05 90
• Dünya Kadıköy Kitabevi
İndirim: %5
Kadıköy İş Merkezi
Kadıköy-İstanbul
Tel: (0.216) 347 79 06
• Dünya Cağaloğlu Kitabevi
İndirim: %5
Narlıbahçe Sk. No: 13
Cağaloğlu-lstanbul
Tel: (0.212) 513 50 79
• Dünya Capitol Kitabevi
İndirim: %5
Tophanelioğlu Cad. Altunizade
Üsküdar-İstanbul
Tel: (0.216) 391 18 80
• Dünya Swiss Otel Kitabevi
İndirim: %5
Swiss Oteli Maçka
Maçka-lstanbul
Tel: (0.212) 259 02 26
• Dünya Hilton Oteli
Köşk Kitabevi
61
İSTANBUL BÜYÜKSEHİR BELEDİYESİ
Şehir Tiyatroları
10 Mayıs 1997 Cumartesi
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Afife Jale
Yön: Şahin Kaygun
15:00 Söyleşi / Türkiye'de
Belgesellerin Öyküsü
Tayfun Taliboğlu, Mithat Bereket
17:00 Fuaye Oyunu / Afedersiniz
Hamile misiniz?
Seden Ergü
19:00 Konser/ Tiyatro Şarkıları
Şehir Tiyatrosu
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film/ Yalana
Yön: Osman Sınav
15:00 Konser/ Tiyatro Şarkıları
Şehir Tiyatroları Orkestrası
19:00 Oyun/ I. Ü. ÖKM Tiy. KL.
"Kız Kurusu Gül Hanım"
11 Mayıs 1997 Pazar
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Manisa Tarzanı
Yön: Orhan Oğuz
15:00 Söyleşi ve Dia Gösterisi
Kimsesiz Çocuklar
Y. Ahmet Kolea (Sokak Çocukları
Gönüllüleri Derneği Başkanı)
Umay ve Soner Arıca
19:00 M. Ü. Devlet Konservatuarı
Modern Dans Sanat Dalı Gösterisi
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / İpekçe
Yön: Bilge Olgaç
15:00 Oyun / Bir Delinin Hatıra
Defteri
Metin Zakoğlu
19:00 Oyun / I. Ü. İşletme Fak.
Kültür Klubü
"Bar la Calesita" Dans Tiyatrosu
12 Mayıs 1997 Pazartesi
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Sen de Gitme
Yön: Tunç Başaran
15:00 Gölge Oyunları Üzerine
Söyleşi
Tacettin Diker
19:00 Oyun/ İ. Ü. Devlet
Konservatuarı
"Dün Gece Yolda Giderken Çok
Komik Birşey Oldu"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Gölge Oyunu
Yön: Yavuz Turgut
15:00 Konser / Kemal Alper
Gitar Resitali (Fuaye)
19:00 Oyun/ Müjdat Gezen Sanat
Merkezi Tiyatro Bölümü
"Seksi Oyun"
19:00 Oyun / İTÜ Güzel Sanatlar
Bölümü
"Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Sevmek Zaman
Yön: Metin Erksan
15:00 Oyun / Gümüşsüyü Tiyatro
Topluluğu
"Pirinçler Yeşerecek"
19:00 Konser /Grup Göçebe
(Salon)
a
y
15 Mayıs 1997 Perşembe
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Mavi Sürgün
Yön: Erden Kıral
15:00 İFSAK Dia Gösterisi ve
Söyleşisi
"İstanbul'un Kaybolan Dokusu ve
İstanbul Şehri"
Ergun Hiçyılmaz, Alberto Modiano
18:00 Fülüt, Gitar Dinletisi
Özlem-Deniz Noyan
19:00 Oyun/ M.Ü. Devlet
Konservatuarı
"İnsan Denen Garip Hayvan"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Dirajan
Yön: Şahin Gök
17:00 Oyun / Akademi İstanbul Tiy.
Böl.
"Antıgone"
19:00 Oyun/ Akademi İstanbul Tiy.
Böl.
"Antıgone"
c
e
13 Mayıs 1997 Salı
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Zıkkımın Kökü
Yön: Memduh Ün
15:00 Söyleşi / Güzel Türkçemiz
Nezihe Araz, Osman Numan
Baranus
19:00 Konser / Esin Afşar
"Dünden Günümüze Aşık Veysel"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Yağmuru Beklerken
Yön: Tunca Yönder
15:00 Söyleşi / "Konuşa Konuşa"
Cenk Koray, Beyaz
19:00 Oyun / Tiyatro Umut Işığı
Ben Özürlü İnsan (Ofistik II)
p
14 Mayıs 1997 Çarşamba
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Berdel
Yön: Atıf Yılmaz
15:00 Konser/ Mask
"Kapılar Ardında"
16 Mayıs 1997 Cuma
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Yalancı
Yön: Osman Sınav
15:00 Söyleşi / Mizahçı Gözüyle 96
Panoraması
Yön: Mert Ali Başarır
Katılanlar: Atila Atalay, İsmail
Gülgeç, Metin Üstündağ
18:00 Kurtuluş Dizisi: 1,2
19:00 Oyun / Sarıyer Halk Eğitim
Merkezi
"Keşanlı Ali Destanı"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Hanun
Yön: Halit Refiğ
15:00 Kurtuluş 1,2 Bölüm (Fuaye)
17:00 Fuaye Konseri /
Earth Union, Celtic Music
19:00 Oyun/M.Ü. Güzel Sanatlar
Fak. Tiy. Kİ.
"Gergedan" (Kolaj)
17 Mayıs 1997 Cumartesi
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film / Gizli Yüz
Yön: Ömer Kavur
15:00 Söyleşi / Medyada Kadının
Yeri
Ayşe Özgün, Gülgün Feyman, Seda
Kaya Güler
18:00 Kurtuluş Dizisi, 3,4
19:00 Oyun / Şehir Tiyatroları
''Biz''
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Manisa Tarzanı
Yön: Orhan Oğuz
15:00 Kurtuluş 3,4 Bl. Fuaye
17:00 Fuaye Konseri
Onok Bozkurt / Sayak Arslanoğlu
Klasik Gitar Resitali
19:00 Oyun/ M.Ü. Devlet
Konservatuarı
"Sıkıyönetim"
18 Mayıs 1997 Pazar
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film/ Hanım
Yön: Halit Refiğ
15:00 Evdeki Terör
(Gence Yönelik Şiddet)
Av. Canan Arın, Ceza Hukuku Prof.
Köksal Bayraktar. M.Ü. Tıp Fak.
Psikiyatri Başkanı Frof. Esat Göktepe
18:00 Kurtuluş Dizisi 5
19:00 Oyun / ODTÜ Oyuncuları
"Üç Kuruşluk Opera"
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film / Zıkkımın Kökü
Yön: Memduh Ün
15:00 Kurtuluş 5,6 Bölüm (Fuaye)
17:00 Oyun / Müjdat Gezen Sanat
Merkezi
"Kuvayi Milliye"
19:00 Oyun / Müjdat Gezen Sanat
Merkezi
"Kuvayi Milliye"
19 Mayıs 1997 Pazartesi
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
12:00 Film /Gelin
Yön: Lütfü Akad
15:00 Oyun/(Cep)
"Bir Delinin Hatıra Defteri"
Metin Zakoğlu
18:00 Kurtuluş Dizisi 6
19:00 Konser / Kültür Bakanlığı
İstanbul Devlet Modern Folk Müzik
Topluluğu
Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
12:00 Film /Afife Jale
Yön: Şahin Kaygun
15:00 Gitar - Fülüt Dinletisi
Özlem - Deniz Noyan (Fuaye)
17:00 Konser/ 15:00
Tiyatro Şarkıları
Şehir Tiyatroları Orkestrası
19:00 Oyun / Yıldız Teknik Ün.
Oyuncuları
"Sevgili Doktor"
KİTABEVLERİ
ABC Kitabevi
İstiklal C. 461-Beyoğlu
Tel: (212) 249 24 14
Acar Kitabevi
1- Bağdat C. 374
Şaşkınbakkal
Tel. (216)358 20 51
2-Moda C. 102 Kadıköy
Tel. (0216)338 53 47
3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk.
No: 68-Kızıltoprak
Tel. (216)338 53 73
Adam Kitabevi
İstanbul C. Morsümbül S.
No: 1-Bakırköy
Tel. (212)571 96 54
Afa Kitabevi
İstiklal C. Bekar 5. 17 Beyoğlu
Tel. (212)249 22 18
Akademi Kitabevi
Akkavak 5. 2 - Nişantaşı
Tel. (212)248 43 96
Akyüz Kitabevi
Kadıköy İş Merk.
Tel. (216)336 90 81
Alkım Kitabevi
Kadıköy Çarşısı Orta Kat
101-Kadıköy
Tel. (216)349 40 75
Arion Kitabevi
Sıraselviler C. 1 Taksim
Tel. (212)243 23 70
Arşiv Kitabevi
Bahariye C. 86/2 Kadıköy
Tel. (216)338 43 12
Bakırköy Kitap Sarayı
Gençler C. 8 Bakırköy
Tel. (212)583 09 03
Boğaziçi Kitabevi
Nispetiye C. 70 Etiler
Tel. (212)265 47 52
Dünya Aktüel Kitabevi
İstiklal C. 469 Beyoğlu
Tel. (212)251 91 96
Dünya Bebek Kitabevi
Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek
Tel. (212)265 71 03
Evrim Kitabevi
Kadıköy İş Mrk. 78-106
Kadıköy
Tel. (216)347 49 63
Gençlik Kitabevi
Mühürdar C. 68 Kadıköy
Tel. (216)337 96 05
Germinal Kitabevi
Halaskargazi C. 309 Şişli
Tel. (212)241 07 09
Gözlem Yay. Kitabevi
Atiye S. Polar Ap. 12/6
Teşvikiye
Tel. (212)240 41 44
Hamlet Kitabevi
Sıraselviler C. 15 Taksim
Tel. (212)244 26 01
Homer Kitabevi
Yeni Çarşı C. 28/A
Galatasaray
Tel. (212)249 59 02
Kabalcı Kitabevi
Ortabahçe C. 22/4 B.taş
Tel. (212)261 31 24
Kadıköy Kitabevi
Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy
Tel. (216) 347 52 81
Mefisto Kitabevi
İstiklale. 173-Beyoğlu
Tel. (212)293 19 09
Genç Mefisto Kitabevi
Muvakkıthane C. 15 K.köy
Tel. (216) 414 35 19
Metropol Kitabevi
İstiklale. 140/46 Beyoğlu
Tel. (212)245 70 34
Net Kitabevi
Galleria Ataköy
Tel. (212) 559 09 50
İstiklal Cd. No: 79/81
Beyoğlu
Tel. (212)293 07 59-60
Nezih Kitabevi
1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal
Tel. (216)356 56 10
2-Mühürdar C. 40 K.köy
Tel. (216)345 31 11
Pan Kitabevi
Barbaros Bulvarı 74/4
Beşiktaş
Tel. (212)261 80 72
Pandora Kitabevi
Büyükparmakkapı S. 3
Beyoğlu
Tel. (212)245 16 67
Pentimento Art Shop
İstiklale. 140/3 Beyoğlu
Tel. (212) 293 39 59
Pera Orient Kitabevi
Aznavur Pasajı Yapı Kredi
Karşısı-Beyoğlu
Polat Kitabevi
Ankara C. 105 Cağaloğlu
Tel. (212)513 50 93
Remzi Kitabevi
1-Servili Mescit S. 3
Cağaloğlu
Tel. (212)511 69 16
2-Akmerkez Etiler
Tel. (0212)282 02 45
Robinson Crusoe Kit.
İstiklal C. 389-Beyoğlu
Tel. (212)293 69 68
Saka Kitabevi
Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş
Tel. (212)260 12 79
Simurg Kitabevi
Hasnun Galip S. 2/A
Beyoğlu
Tel. (212)243 63 77
pe
cy
ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56
ATLAS Tel: 252 85 76
AVŞARTel: 583 14 97
BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05
BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44
BEYOĞLU Tel: 251 32 40
BROADWAY Tel: (0216)3461481
CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16
CAROUSELTel:571 83 80
DÜNYA Tel: 249 93 61
EMEK Tel: 293 84 39
FİTAŞ Tel: 249 01 66
FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76
GALLERİA PRES.Tel:560 72 66
GAZİ Tel: 247 96 65
GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88
HAKAN Tel: (0216) 337 96 37
İNCİ Tel: 240 45 95
İNCİRLİ Tel: 572 64 39
KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00
KENT Tel: 241 62 03
LALE Tel: 249 25 24
M O D A Tel: (0216) 337 01 28
OSCAR Tel: (0216) 390 09 69
PARLIAMENTTel: 263 18 38
PERA Tel: 251 32 40
PRINCESS Tel: 285 06 95
PRINCESSTel:227 91 47
PYRAMIDTel:(0216)348 01 50
REKS Tel: (0216) 336 01 12
RENK Tel: 572 18 63
SİNEPOPTel: 251 11 76
SİTE Tel: 247 69 47
SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82
a
İSTANBUL'DA YAŞAMAK
GALERİLER
Ares Sanatevi
Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe
Tel: (0216) 345 11 62
Asmalımescit Sanat Gal.
Sofyalı Sk. 5 Tünel
Tel: (0212) 249 69 79
A.K.M Sanat Galerisi
Taksim-İstanbul
Tel: (0212) 251 56 00
Bilim Sanat Galerisi
Mühürdar C. Akmar
Pasajı 70/1 Kadıköy
Tel: (0216) 349 26 10
BM Çağdaş Sanat Merk.
Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı
Tel: (0212) 231 10 23
Ekol Sanat Galerisi
Bakraç Sk. 35/A Cihangir
Tel: (0212) 293 06 17
Eylül Sanat Galerisi
Akkirman S. 59 Nişantaşı
Tel: (0212) 231 69 56
Exdusive Sanat Merkezi
Bağdat Cad. 449 Suadiye
Tel: (0216) 363 75 94
Fransız K.M. San. Gal.
İstiklal Cd. 8-Taksim
Tel: (0212) 252 02 62
Galeri Art Inter Cultura
İstiklal Cd. 373-Beyoğlu
Tel: (0212) 243 29 18
Galeri B
Hüsrev Gerede C. Fırın Sk.
2/1 -Teşvikiye
Tel: (0212) 227 03 63
Galeri Matyatlı
Sanat ve Kültürevi
İstiklal C. Saka Salim Çık.
Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu
Tel: (0212) 244 15 91
Galeri Nev
Maçka C. 33/B-Maçka
Tel: (0212) 231 67 63
Galeri Replica
Cami Sk. Deniz Ap 3/3
Erenköy
Tel: (0216) 358 60 95
Galeri SZ
Kalıpçı Sk. Büyük
Bayraktar Ap. Teşvikiye
Tel: (0212) 230 17 45
Galeri Vinci
Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye
Tel: (0212) 233 06 19
Galeri Artist
Otim Kar. Yeşil Çimen C.
Tel: (0212) 227 68 52
Garanti Bankası San. G.
H.gazi C. 36 Şişli
Tel: (0212) 230 39 80
Gözlem Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye
Tel: (0212) 240 41 44
Güntay Sanatevi
Cemil Topuzlu C. Sosyal
Ap. 2/1-Feneryolu
Tel: (0216) 386 88 98
Hobi Sanat Galerisi
V.konağı C. Pas. 73 N.taşı
Tel: (0212) 225 23 37
Kadıköy Belediyesi
Caddebostan K. ve S. M.
Haldun Taner S. C.bostan
Kare Sanat Galerisi
Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye
Tel: (0212) 240 44 48
Mine Sanat Galerisi
SokulluSk.l-Kadıköy
Tel: (0216) 345 64 40
Mozaik Fotoğraf Turizm
Kültür ve Sanatevi
Söğütlü Çeşme C. 160/1
Şeyda Ap. Kadıköy
Tel: (0216)418 08 48
Mutlu Sanat Odası
General Necmettin Öktem
Sk. 13/1-Erenköy
Tel: (0216) 355 35 87
Nadya Sanat Galerisi
Gazi Evranos C. 33
Yeşilköy
Tel: (0212) 573 81 93
Restorasyon Atölyesi
Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye
Tel: (0212) 261 45 09
Nüans Sanat Merkezi
Valikonağı C. Şakayık S.
No: 40 Kat 5 Nişantaşı
Tel: (0212) 234 40 44
Özden Sanat Galerisi
SporCd. 130/3-Maçka
Tel: (0212) 260 44 28
Pavo Sanat Evi
Yoğurtçu Parkı C. 62/3
Kadıköy
Tel: (0216) 338 99 83
Seven Sanat Galerisi
1-Moda C. 66 Kadıköy
Tel: (0216) 345 56 16
2-Şakayık S. 37 Teşvikiye
63
a
cy
pe
pe
cy
a
İLGİLENMEYİN!
Türkiye'nin önemli doğal zenginliklerinden
soğanlı bitkiler kontrolsüzce toplanıp satılmakta...
Kardelen, karçiçeği, anemon ve siklamenin bu
kadar çok sökülüp yağmalanması sizi hiç
ilgilendirmiyor mu?
Biz Türkiye'nin doğal çevresini korumaya kararlıyız. Sizin de katılmanızı bekliyoruz.
Doğal Hayatı Koruma Derneği P.K. 18 Bebek 80810 İstanbul Tel: (212) 281 03 21 Faks: (212) 279 55 44
MitosBOYUT Yayınları
Bertolt Brecht
Bütün Oyunları
• Versiyon ile birlikte 59 oyun,
• Geniş ve ayrıntılı açıklamalar,
• Oyunlar üzerine Brecht'in
yazıları,
• Toplamı, yaklaşık 5 0 0 0
sayfa,
• Bez cilt, kuşe sömiz. 1.
hamur kâğıt.
Copyright, Suhrkamp Verlag ©
Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd. ©
a
Açıklamalı Berlin ve Frankfurt Baskılarından
Yayına Hazırlayanlar
Werner Hecht/Jan Knopf /Werner Mittenzwei
Klaus-Detlef Müller
Cilt 1: Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam
Öyküsü/Gecede Trompet Sesleri/Dügün/Dilenci veya Ölü
Köpekler/Şeytan Kovma/Lux Tenebris'te/Balık Avı/Ova
Cilt Z: Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci
Edward'm Yaşamı/Adam Adamdır (1926)/
Adam Adamdır (1938)
Cilt 3: Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin
Yükselişi ve Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine
Badener Öğreti Oyunu/Evet Diyen/Evet Diyen Hayır
Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931)
Cilt 4: Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana
( 1 9 3 3 ) / A n a (1938)
Cilt 8: Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar
Sivri Kafalılar
Cilt 6: Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve
Kuriater / Carrar Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve
Sefaleti.
Cilt 7: Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika
Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati
Nedir.
Cilt 8: Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması
(1940)/Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un
Mahkûmiyeti/Sezuan'm İyi İnsanı.
Cilt 9: Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/
Simone Machard'ın Yüzleri.
Cilt 10: Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi.
Cilt 11: Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si.
Cilt 12: Komün Günleri / Saray Danışmanı Lenz/Gerhart
Hauptmann'ın Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu.
Cilt 13: Coriolanus/Anna Segers-Bouen'li J e a n n e D'Arc'ın Davası
(1431)/Turandot veya Çamaşırcıların Kongresi/Moliere'in Don
Juan'ı/Ziller ve Davullar.
İLK
cy
Türkçe'ye Çevirenler
Ahmet Cemal/Aziz Çalışlar /Yücel Erten/Özdemir Nutku
Filiz Ofluoğlu/Yılmaz Onay /Ayşe Selen
K İ T A P (Cilt7)
NİSAN/1997'de
Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni) / Galilei'nin Yaşamı (1955/56)
Dansen /Demirin Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal)
pe
1 • Tiyatro-Devrim ve MEYERHOLD - Hazırlayan: Ali Berktay
20. Yüzyılın büyük tiyatrocusunun yaşamı, "Tiyatro" adlı kitabı, hakkında yazılanlar ve
Sovyet Arşivlerinin 1988 yılında açılmasından sonra ortaya çıkan, öldürülmesine yol açan
düzmece mahkeme tutanakları
2 • Eugene Ionesco / Toplu Oyunları 2
Absürd tiyatronun kurucusunun ilk iki oyunu bir arada: Ders / Kel Şarkıcı (Çeviren: Prof.
Hasan Anamur)
3 • Turgay NAR / Toplu Oyunları 1
Genç oyun yazarının iki uzun, iki kısa oyunu bir arada: Çöplük / Şehrazat'ın Oyunu / Kuyu /
Terzi Makası
4 • Memet BAYDUR / Toplu Oyunları 4
Üretken yazarın yeni 4 oyunu (ikisi kısa oyun)
Elma Hırsızları / Yalancının Resmi / Genel Anlamda Öpüşme /
Çin Kelebeği
5 • Frank Wedekünd / Toplu Oyunları 1
Alman yazarın oyunları ülkemizde ilk kez yayımlanıyor.
Lulu (Çev. Aziz Çalışlar) / İlkbahar Uyanışı (Çev. Nesrin Kazankaya)
TEM Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti.
A ğ a Çırağı Sok. 7/2 G ü m ü ş s u y u / 8 0 0 9 0 İ s t a n b u l ; Tel. ( 2 1 2 ) 2 4 9 8 7 3 7 - 3 8 ; F a k s . 2 4 9 0 2 1 8
66
pe
cy
a
a
cy
pe
Sanatın büyülü dünyasında keyifli anlar, unu­
tulmaz bir y o l c u l u k . Mavi [ d e r i n l i ğ i n i ç i n d e ,
beyaz bulutların arasında tıpkı kusursuz bir
hava yolculuğu g i b i . . . Harika bir uçuş için bileti
erken almak gerek. Biz de, tam 64 yıldır kapalı
gişe uçuyoruz. İ y i
seyirler!