pe cy a a pe cy cy pe a cy pe a a pe cy Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Demirkanlı Genel Yayın Yönet meni: Dikmen Gürün Uçarer Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Yayın Koordinatörü Emre Koyuncuoğlu. Yazarlar: Memet Baydur, Ahmet Cemal, Ahmet Levendoğlu Yazı İşleri: Ilgın Sönmez, MAYIS 97 SAYI 70 250.000.- Nevra Savcılıoğlu Tiyatro Kulübü Sorumlusu: Murat Güler Redaksiyon: A. Nalân Özübek Katkıda Bulunanlar: Üstün Akmen, Pınar Besen, Tuncer Cücenoğlu, Melisa Gürpınar, Nihal Kuyumcu, Handan Salta, Rengin Uz Grafik Tasarım: Yeşim Demir Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Dizgi: tiyatro A Y L I K T İ Y A T R O D E R G İ S Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım: Ahmet Ergin İdari Sekreter: Hülya Özdemir Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: Stil Matbaası Abone Bedeli: 3.000.000. Kurumlar Abone Bedeli: 3.500.000.- TL Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 Fax: (0.212) 252 94 14 Posta Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi Bankası.Cihangir Şb. 1001388-8 Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. İ EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 9 HABERLER/ S. 10 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S. 16 ULUSARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ a 9. A M A N KİMSELERE SÖZ VERMEYİN Emre Koyuncuoğlu/ S. 18 "ÇALIŞMALAR 1967-1995" -ROBERT WİLSON / S. 33 cy "VÜCUDUM BENİM LABORATUARIM" Henryk Goldberg- Çev. Pıner Besen/ S. 35 KUVAYI MİLLİYE DESTANI Tuncer Cücenoğlu/ S. 36 YILDIZ KENTER YORUMU İLE MARİA CALLAS Rengin Uz/ S. 38 TİYATROMUZDA BİR RESİTAL Üstün Akmen/ S. 41 KADINLARLA, KADINLARDAN KONUŞALIM Nevra Savcılıoğlu/ S. 42 pe ONLAR İÇİN ŞİMDİ "PARK YAPILMAZ" ZAMANI Ilgın sönmez/ S. 44 ÖYKÜLERLE YAŞAYAN BİR GRUP Ilgın Sönmez/ S. 48 PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 34 LİMON YAZILARI Memet Baydur/ S. 47 ŞEHİR TİYATROLARINDA BİR ŞENLİK Nihai Kuyumcu/ S. 50 7 ELEŞTİRİ: "GETTO" Handan Salta/ S. 52 a ELEŞTİRİ: ÇİN SABAHTA'YI ELEŞTİRİRKEN Melisa Gürpınar/ S. 54 pe cy BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE / S. 57 TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA... / S. 63 EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Önce yavaştan başlayan bir tempo, dünya tiyatrosunun belli başlı ardından çılgınca bir koşuşturma, toplulukları. İngiliz Ulusal Kraliyet açılan perdeler-kapanan perdeler ve Tiyatrosu'ndan Milano'nun ünlü fırtına gibi geçip giden günler. Piccolo Tiyatrosu'na uzanan bir yelpaze. Bu yelpazenin içine bir yandan dans tiyatrosunun özgün iki Bu yıl dokuzuncusu yapılacak olan örneği girerken, öte yandan da Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Berliner Ensemble gibi kurumlaşmış yine dünya tiyatrosunun ilgi çeken bir tiyatro yerleşiyor. Sinema çarpıcı örneklerini sergilerken dünyasındaki başarılarını eski ülkemizden de zengin bir yelpaze mesleği tiyatroculuğa dönerek sunuyor. Festivallerin amacı da zaten geride bırakan Hanna Schygulla ise izleyicisine böylesi bir çeşitlilik özel gösterisiyle ayrı bir renk a Yeni bir festivalin daha eşiğindeyiz. katacak. sınaırlar içine sığmayan boyutlarını 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro yerli ve yabancı yapımlarla daha da Festivali'ne. cy sunmak değil mi? Tiyatro sanatının açmak, genişletmek. Düşünceyi zorlamak, düşü zorlamak... Geçen yılın en çok tartışılan isimlerinden biri kuşkusuz Robert Wilson'du. Bu yıl Wilson yine Festivale proje bazında katılıyorlar. İstanbul'da. "Çalışmalar Bu yaklaşım hem Festivale yeni bir 1967-1995" onun tiyatrodan resme, açılım kazandıracak hem de enstelasyona uzanan çalışmalarını sanıyorum ki toplulukları dialarla sunacağı bir konferans ve heyecanlandıracak. Festival için yeni tartışma programı olacak. pe Bu yıl özel tiyatrolarımızın bir kısmı bir oyun üretmek.... Önümüzdeki yıllarda ödenekli tiyatrolarımızla da Evet, önce yavaştan başlayan bir bu çizgide çalışmaya girmek bizleri tempo, ardından çılgınca bir mutlandıracak. Tabii yıl içinde koşuştarma, açılan oynanmış oyunlar da yine Festival perdeler-kapanan perdeler ve... kapsamında yer alıyor. Umalım ki her şey dilediğimizce iyi gitsin, güzel olsun. Yurt dışından gelen konuklar ise 9 HABERLER... Afife Tiyatro Ödülleri Sahiplerini Buldu Halk Sigorta'nın sponsorluğunda gerçekleştirilen "Afife Tiyatro Ödülleri"nin birincisi 28 Nisan akşamı AKM'de düzenlenen gecede sahiplerini buldu. Nurullah Tuncer (Bir Ata Krallığım) Selçuk Gürışık (Medea) Yılın en başarılı giysi tasarımcısı Canan Göknil (Kuyruklu Yıldız Altında) Feyza Zeybek (Silvanlı Kadınlar) Sevim Çavdar (Oidipus) Türkan Kafadar (Bir Ata Krallığım) Haldun Dormen'in sanat danışmanlığını üstlendiği tiyatro etkinlikleri dizisinin içinde yer alan "Afife Tiyatro Ödülleri" jürisi; Prof. Sevda Şener, Prof. Ayşegül Yüksel, Hale Kuntay, Tunç Yalman, Dr. Dikmen Gürün Uçarer, Doç. Suat Özturna ve Can Kıraç'tan oluşuyor. cy a Halk Sigorta Genel Müdürü ______ Erhan Dumanlı, amaçlarını "Halk Sigorta, 1996 yazında, her yaşa hitap eden değişik sanat etkinliklerini kapsayacak uzun vadeli bir destek programını başlattı. 'Halk Sigorta Etkinlikleri' programı ülke çapında sanata ilginin gelişmine katkıda bulunmayı amaçlıyor" diye açıklıyor. 13 kategoriden oluşan tiyatro ödülleri adayları ve kazananlar şöyle: Yılın en başarılı yardımcı kadın oyuncusu Dolunay Soysert (Silvanlı Kadınlar) Elvan Boran (Umut Şarkıları) Gülsen Tuncer (Küheylan) Tülin Oral (Orkestra) pe Yılın en başarılı prodüksiyonu Bir Ata Krallığım Histeri Küheylan Oidipus Yılın en başarılı yardımcı erkek oyuncusu Ali Sürmeli (Kadı) Metin Çekmez (Koca Sinan) Selim Naşit Özcan (Histeri) Tuğrul Çetiner (Babaanmem 100 Yaşında) Yılın en başarılı yönetmeni Başar Sabuncu (Bir Ata Krallığım) Işıl Kasapoğlu (Abelard ve Heloise ile Histeri) Murat Karasu (Getto) Şakir Gürzumar (Küheylan) Yılın en başarılı erkek oyuncusu Genco Erkal (Birtakım Azizlikler) Haluk Bilginer (Histeri) Haluk Kurdoğlu (Eskimeyen Oyun) Şükran Güngör (Umut Şarkıları) Yılın en başarılı kadın oyuncusu Işıl Yücesoy (Orkestra) Nedret Güvenç (Eskimeyen Oyun) Tilbe Saran (Abelard ve Heloise) Zuhal Olcay (Histeri) 10 Yılın en başarılı müzikal ya da komedi erkek oyuncusu Cem Davran (Yeni Baştan) Kaya Akarsu (Babaannem 100 Yaşında) Suat Sungur (Kare As) Volkan Severcan (Kare As) Yılın en başarılı müzikal ya da komedi kadın oyuncusu Alev Gürzap (Oyun Karıştı) Berna Laçin (Yeni Baştan) İlkay Saran (Oyun Karıştı) Sumru Yavrucuk (Kadınlardan Konuşalım) Yılın en başarılı sahne tasarımcısı Duygu Sağıroğlu (Histeri, Oyun Karıştı, Abelard ve Heloise, Birtakım Azizlikler) Ethem Özbora (Orkestra) Yılın en başarılı sahne müziği Arif Ekin (Birtakım Azizlikler) Cem İdiz (Kadı) Melih Kibar (Kuyruklu Yıldız Altında) Selim Atakan (Bir Ata Krallığım, Oidipus) Yılın en başarılı ışık tasarımcısı Cafer Yiğiter (Histeri) Cahit Kök - Sabahattin Gündoğdu (Oidipus) İlhan Ören (Bir Ata Krallığım) Yakup Çantık (Orkestra) Yılın en başarılı efekt tasarımcısı Ersin Aşar (Kendi Gök Kubbemiz) Hitay Daycan (Bir Ata Krallığım, Metro Canavarı, Koca Sinan) Özel Ödüller Muhsin Ertuğrul Ödülü: Yaşamı boyunca tiyatro dalında başarılı çizgisini devam ettirmiş bir tiyatrocuya verilecek olan bu ödüle, bu yıl Müşfik Kenter değer bulunmuştur. Nisa Serezli Aşkıner Ödülü: Başarılı bir kadın tiyatrocuya verilecek olan bu ödül, yarım asırdır tiyatroya emek veren değerli sanatçı Madde Tanıra verilmiştir. Cevat Fehmi Başkut Ödülü: İlk kez bu yıl sahnelenmiş olan en başarılı yerli oyunun yazarına verilen bu ödülün sahibi, İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenmiş olan "Ayrılık" adlı oyunu ile BehiçAk olmuştur. Müslüman Türk kadını oldu. O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da, genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye çıktı. pe cy a Sanatçı, polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak, polislerin elinden zor kurtuldu. Üçüncü piyesi olan "Odalık" oynanırken polis tiyatroyu bastı, Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı. 1921'de Dahiliye Nezaretinin bir buyruğu ile, belediye 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kuruluna gönderdi. Bildiride müslüman kadınlarının kesinlikle sahneye çıkamayacakları yazılmıştı. Afife Jale Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul'un Kadıköy semtinde dünyaya geldi. 10 Kasım 1918 günü Darülbedayi'ye talebe olarak kabul olunan Beyza, Refika, Behire ve Memduha adlı beş kızdan biriydi. Afife ve Refika hariç, öteki kızlar daha fazla dayanamamış ve "nasılsa sahneye çıkamayacakları" gerekçesiyle tiyatroyu bırakmışlardı, aynı yılın 18 Aralık günü Refika, tiyatronun suflör, Afife de "mülazım artistik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmışlardı. Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam etti, ama bir türlü sahneye çıkamadı. Öte yandan Refika, sahne gerisinde görev alan ilk müslüman Türk kadını oldu. 1919 yılının 13 Nisan gecesi premieri yapılacak olan, Hüseyin Suat'ın "Yamalar" adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan'ın Paris'e gitmesiyle ortada kaldı. Darülbedayi yöneticileri, ister istemez rolü Afife'ye oynatma kararı verdiler. Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy'deki Apollon sinemasında (sonraki Hale, şimdiki Reks) Emel rolünü oynayarak, sahneye çıkan ilk Bu bildiri üzerine Afife, tiyatronun kadrosundan çıkartıldı, tiyatrosuz kalması Afife'nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı. Sonradan âşık olduğu bir doktorun, yaptığı iğneler de onda bir alışkanlık başlatmıştı. Ortalık biraz durulunca, birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyasıyla Anadolu'da turneye çıkmış, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy'de oynamış, daha sonra da Fikret Sadi'nin Milli Sahnesiyle çeşitli kentlerde temsiller vermişti. Zaten 1923'ten sonra Türk Kadınları Atatürk'ün emriyle sahneye çıkmaya başlamıştı. Gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı, tiyatroyu ister istemez bırakmasına neden oldu, bu onu büsbütün çileden çıkardı. 1928 yılında bir arkadaşıyla. Kuşdili çayırında Hafız Burhan'ın bir konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınarla tanışmıştı. Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi aşık oldu. 1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar "Nereden Sevdim O Zalim Kadını" gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi. Bir süre sonra, Pınar, karısının morfin bağımlılığı ile başa çıkamamaya başladı. Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye çıkamamak Afife'yi mutsuz kılıyor, kurtuluşu yalnız "iğne"de buluyordu, 1935 yılında boşandılar. Bundan sonra Afife içine düştüğü girdaba büsbütün batarak sefalet içinde sürünmeye başladı. Darülbedayi'deki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesine yatırıldı ve 1941 yılının 24 Temmuz günü kimsesiz bir halde yaşama veda etti. Tiyatronun ve devrinin bu büyük fedaisi böylece sessiz sedasız yok olup gitti. Uzun yıllar onun adını bile anan olmadı. Afife'yi saygı ve sevgi ile anıyoruz. Afife Ödülleri Program Dergisi'nden alınmıştır II. Uluslararası CRR Gençlik Festivali 1974'te kurulan koro güçlü, dinamik, melodik nüansları ile dünyada birinci sınıf korolar arasına girmiştir.Pro Musica Oda Korosu özellikle çağdaş eser yorumlarını içeren 5 CD ile uluslararası prestij kazanmıştır. 8 Mayıs Perşembe saat 20:30'da Milano'nun daimi konser orkestrası I Pomeriggi Musicali seyirci karşısına çıkacak..I Pomeriggi Musicali Lombardia'nın yerel, Milano'nun daimi konser orkestrasıdır. Orkestranın Barok Dönem eserlerinden, 19. yy.eserlerine değin geniş bir repertuarı bulunmaktadır. 9 Mayıs Cuma dünyaca ünlü sanatçımız Aydın Esen ve Aydın Esen's Transfusion konseri izlenebilir. Aydın Esen aldığı davtler ve burslar sayesinde Avrupa ve Amerika'da ki çalışmalarını 1980'li yılların başlarından beri devam ettirmektedir.Yeni müzik hakkında vermiş olduğu konferanslar insanları etkilemekte ve sanatçı çağımızın modern filozofu olarak anılmaktadır. 10 Mayıs Cumartesi günki programda Genç Yetenekler Konseri ve saat 20:30'da Hasan Cihat Örter Caz Konseri dinleyici karşısına çıkacak. Genç yeteneklerKonserini verecek olan sanatçı Şeyda Yavuz'a kemanda Tolgahan Üsküdarlı eşlik edecek ve 20. yy.'ın ilk yarısında yaşamış Nev'eser Kökteş, Muhlis Sabahattin Ezgi ve Kaptanzade Ali Rıza Bey'in eserlerinden örnekler sunacaklar.Hasan Cihat Örter ise üflemeli çalgılar hariç tüm enstürmanlara hakim bir isimdir ve çok sesli Türk müziğinin önemli pe cy a II.Uluslararası CRR Konser Salonu Gençlik Festivali 3-19 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek. 3 Mayıs akşamı saat 20:30'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi CRR Senfoni Orkestrası'nın vereceği "Açılış Konseri" ile başlayacak. CRR Genel Sanat Yönetmeni Arda Aydoğan tarafından kurulan orkestranın şefliğini Azeri sanatçı Fahrettin Kerimov, başkemancılığını ise Pelin Halkacı yapıyor.Festivalin ikinci gününde, 4 Mayıs Pazar saat 15:00'te, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Çocuk Koroları Konseri ve saat 20:30'da İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğrenci Konseri sunulacak.. 5 Mayıs Pazartesi günü programda, saat 20:30'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi CRR Opera ve Orkestrası'ndan "Aşk İksiri" adlı opera var. Dünya opera repertuarının en önemli eserlerinden olan ve opera sahnelerinin sürekli programları arasında bulunan eserin Librettosu Felice Romani'ye aittir. Avrupa'da herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, birgün içinde geçen olayları anlatır. 6 Mayıs Salı günü Saat 20:30'da "Folklor Şöleni" izlenebilir.HOY-DER' e gönül veren idealist gençler tarafından yaşatılan halk oyunlarının sergileneceği gösteri dikkate değer. 7 Mayıs Çarşamba saat 20:30'da İsveçli konuk grup Pro Musica Oda Korosu var Festival programında.Pro Musica Oda Korosu İsveç'in Göteburg kentinde profesyonel müzik hayatlarını sürdüren 35 şarkıcıdan oluşmaktadır.. yorumcularındadır. 11 Mayıs Pazar saat 20:30'da bağlama virtüözü Ahmet Koç Konseri görülebilir. Konserin konuk sanatçısı ise Gülay.. 12 Mayıs Pazartesi saat 20:30 Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Öğrenci Konseri var Festival programında. 13 Mayıs salı saat 17:00 "Genç Yetenekler" ve saat 20:30 Finlandiyalı grup Apocalyptıca Yaylı Dörtlüsü izlenebilir.Bu dörtlü dünyada heavy metale olan düşkünlükleri ile tanındı.Topluluğun "Enter Sandman", "The Unforgiven" ya da "WelIcome Home" yorumları sağlam teknikleri konusunda otoriteleri ikna etmiştir. 14 Mayıs Çarşamba saat 20:30'da Buenos Aires Tango Trio ve Dans çıkıyor karşımıza. 15 Mayıs saat 17:00 Hakan Ulu ve Itri Topluluğu var programda. 16 Mayıs saat 17:00 Audio Fact Caz Konseri izlenebilir. 6 Mayıs Cuma saat 20:30 Amerkalı grup Little Charlie and The Nightcats caz topluluğu izlenebilir. Topluluk dünya festivallerininaranan isimleri arasında yer alır. 17 Mayıs Cumartesi saat 20:30'da "Genç Yetenekler" I.Ü. Devlet Konservatuarı Öğrenci Konseri seyirciyle buluşacak. 18 Mayıs Saat 15:00'te Alla Turca Piyano Beşlisi ve saat 20:30'da Hakan Şensoy ve Peter Jablons konserleri izlenecek. 19 Mayıs saat 20:30 Üç Countertenor Konseri kapanış gecesinde çıkacak karşımıza. Tenorların isimleri şöyle: Andreas Scholl, Domınıque Visse ve Kenneth Weiss. Festival bilet fiyatları gösterilere göre 200.000 ile 1.600.000 TL arasında değişmektedir. 12 "istanbul'un Kaybolan Dokusu" konu başlıklı, paneller ve dia gösterileri düzenlenecek. Mimar Sinan Üniversitesi Bale Bölümü öğrencilerinin gösterisi ve fuaye dinletilerinin yanında Almanya ve Fransa'da çalışmalarını sürdüren gölge oyunu ustası Tacettin Diker'in de uygulamalı bir gösterisi olacak. B.T.Ş.T. 13. Gençlik Günleri Gençlik ve Çocuk şenliklerinin güncel olanı yakalama çabası içine girmesi, bunun için sanatın farklı dallarından faydalanması şenlik özelliklerini zenginleştirmek için yapılan çalışmalardan bazıları. Bunun yanında workshopların fazlalaşması, Dünya Dans günü etkinlikleri 29 Nisan Salı günü pe cy Bu yıl uygulamalı çalışmalarından ilki, "Gösteri Sanatında Beden Dili" adı altında TAL tarafından gerçekleştirilecek "Gösteri Sanatında Yaratıcılığın Kaynaklan" adlı çalışma ise Ayla Algan tarafından yürütülecek. Çalışmalar, on sekiz kişilik gruplar halinde yapılacak. Tiyatronun dışında film gösterilerine ve konserlere yer verilecek olan şenlikte, "Gence Yönelik Şiddet", "Türkçenin kullanımı", "Belgeseller ve işlevi", "Kimsesiz Çocuklar", ve kapalı mekânlar dışında İstanbul'un kullanılabilir tüm mekanlarının değerlendirilmesi, çocuk şenliği gibi gençlik şenliğinin de girişimleri arasında. Akademik çalışmaların ön planda olduğu bu festivalde zamanın yeterli olmaması, aynı zamanda okul salonları içine sıkışmış eğitimli genç tiyatroculara yeni bir imkân vermek amacının güdülmesi sonucunda bir çizelge hazırlanmış. Şehir Tiyatroları Gençlik ve Çocuk Birimi, Çocuk Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Bale öğrencileri, AB Sanat Okulu, TOBAV'ın çağrısına uyarak gelen gruplar arasındaydı... Devlet sanatçılarının, AB Sanat Okulu'nun ve Yıldız Alpar öğrencilerinin gösterilerinin de sunulmasıyla İstanbul Taksim meydanı tüm yoğunluğu içinde müzik ve dansla olağandışı bir gelişmeye şahit oldu. 29 Nisan Dünya Dans "Tiyatro" Günü Adını TOBAV'ın organize ettiği Lekelemeyin a 'Gençlik şenliği imkânsızlıklar nedeniyle bu yıl ertelenebilirdi ama gelenekselleşen bir şenliği gerçekleştirmek zorundaydık" diyen Neşe Erçetin sonuçta iki salonda etkinliklerini sürdüreceklerini ve tüm etkinliklerin on gün içinde gerçekleştireceğini açıkladı. Şenliği'nin organizasyonu için yoğun bir Nisan ayını geride bırakırken Mayıs ayı programını uygulamaya hazırlanıyor. Yeni projeler üretmek ve kısa zamanda uygulama görevini üstlenen Neşe Erçetin ve arkadaşlarına nice 13. şenlikler diliyoruz gerçekleştirildi. Çağdaş sanat eğitimi veren okulların, konservatuarların ve demokratik kitle örgütlerine bir çağrıda bulunan TOBAV, çağrısında şunları da dile getirdi "Karanlık zihniyetlerin sultasında kalmamak için, "sanatın ışığını yakalamak zorundayız. Sanat, ışığını sanatçıdan alır. Dans, insanı sanat ışığının yıldız kümelerini oluşturur ve yansıtır. Kültür Emekçileri Sendikası, İstanbul Devlet Konservatuarı Bale Bölüme öğrencileri, Sihirli Papuçlar Bale Okulu, Akedemi İstanbul, Yıldız Alpar öğrencileri, Dilek Bale Okulu, Dans Akademi, Mimar Tiyatro Eleştirmanlari Birliği (TEB) tarafından aşağıdaki bildiri yayımlandı. Önce Sincan'da derme çatma bir sahnedeki "oyunlar", ardından İzmir Fetih Grubu adlı bir camianın Amasya ve Erzurum'daki "Bir Hak Düşmanı" gösterileriyle ilgili gelişmeleri dikkatle ve üzüntüyle izlemekteyiz. Günlük siyasal çıkarlar adına yapılan gösterilerin, sırf sahnede yer aldığı için "tiyatro oyunu" tanımı içine sokulamayacağını kesinlikle vurgulamak istiyoruz. Söz konusu gösteriler, herhangi bir ideolojiyi düşünsel planda yansıtan gerçek bir tiyatro yapıtı olsalardı, onlara karşı girişilen işlemleri kınamak birincil görevimiz arasında yer alırdı. Sanatın bütün dallarına olduğu gibi, tiyatroya da karşı olan zihniyetin, evrensel barışın ve güzelliklerin sahnesi olan "TlYATRO"nun adını kendi gündelik oyunlarında kullanmalarını şiddetle kınıyoruz. 13 Avni Dilligil Tiyatro ödülleri sahiplerini Buldu Trabzon Atapark Haluk Ongan Sahnesi Nâzım Hikmet'in Tiyatrosu Yayımlandı a Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı tarafından geçtiğimiz yıl düzenlenen ve Naâzım'ın tiyatrosunu konu alan yuvarlak masa toplantısı metinleri kitaplaştırıldı. İki gün süren toplantıda Yılmaz Onay, Ayşegül Yüksel, Zühtü Bayar, Refik Erduran, Özdemir Nutku, cy Yirminci yılını dolduran Avni Dilligil Tiyatro ödülleri 14 Nisan Pazartesi günü A.K.M. konser salonunda gerçekleşen bir törenle sahiplerini buldu. Füsun Akatlı başkanlığında toplanan seçiciler kurulunda Melisa Gürpınar, Göksel Kortay, Seçkin Selvi, Tomris, Oğuzalp, Hami Çağdaş, Yaşar İlksavaş ve iki de seyirci temsilcisi bulunuyordu. Yılın En Başarılı Kostümü dalında ödül Sevim Çavdar (Oidipus-Şehir Tiyatroları), En Başarılı Dekor dalında Duygu Sağıroğlu (Abelard ile Heloise-Aksanat Tiyatrosu), En Başarılı Çeviri dalında Zeynep Avcı (Abelard ile Heloise) ödüle layık görüldüler. Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu Tiyatro İstanbul'un "Yeni Baştan" adlı oyunundaki yorumu ile Cem Davran'a, Yardımcı Kadın Oyuncu ödülü ise Şehir Tiyatroları'nda sergilenen "Farklı Bir Kadın" daki yorumuyla Özen Tutucu'ya verildi. Yılın Başarılı Kadın ve Erkek Oyuncusu dalında ise ödülü Aksanat Tiyatrosu'nca sergilenen "Abelard ile Heloise" teki yorumlarıyla Cüneyt Türel ve Tilbe Saran aldılar. En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü bu yıl iki oyuncu arasında paylaşıldı ve Sumru Yavrucuk Devlet Tiyatrosu'nca sahnelenen "Kadınlardan Konuşalım"daki yorumuyla bu ödülü paylaşan sanatçı oldu. "Kadınlardan Konuşalım" ın kadın yönetmeni Tijen Par da Yılın En Başarılı Yönetmeni ödülünün sahibi oldu. Hadi Çaman tiyatrosu'nun bu sezonki yapımı "Küheylan" Yılın En Başarılı Yapımı seçilirken genç sanatçı Tolga Çevik bu oyundaki rolüyle jüri özendirme ödülünü aldı. Ayrıca bir diğer özendirme ödülü de "Fırtına" adlı oyunlarında ki başarılarından ötürü "Tiyatro Boğaziçi" topluluğuna verildi. Belkıs Dilligil Onur Ödülü ise 45 yıllık başarılı tiyatro yaşamı değerlendirilerek Toron Karacaoğlu'na verildi. Trabzon'da tiyatronun öncülüğünü yapan, kendi olanakları ile ilk özel tiyatro kurumunu ve tiyatro binasını oluşturup (Trabzon Amatör Tiyatro Derneği), birçok oyunu Trabzon'un sanat hayatına kazandıran, bu yolla 1958'den bu yana, yirmi yıl boyunca Trabzon halkına tiyatroyu sevdiren Haluk Ongan'ın anısını yaşatabilmek, onu yeni nesil sanatseverlere tanıtabilmek ve tiyatro sanatına gönül verenlere örnek olmasını sağlamak amacı ile Devlet Tiyatroları Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Atapark'ta hizmet veren tiyatro salonuna bu değerli insanın isminin verilmesi uygun görüldüş. Böylelikle 9 Nisandakitörenden sonra on yıldır "Trabzon Devlet Tiyatrosu Atapark Büyük Sahne" adı ile hizmet veren tiyatronun adı "Trabzon Devlet Tiyatrosu Atapark Haluk Ongan Sahnesi " olarak değiştirildi. alanında yapılacak işbirliğini konuşarak protokole bağlayacaklar ve 5 Mayıs Cumartesi günü saat 17:00'de Devlet Tiyatroları Oda Tiyatrosu'nda ortak bir açıkoturum düzenleyecekler. pe Yunan Tiyatro Yazarları İstanbul'a Geliyor 14 Atina'da bulunan Yunanistan Tiyatro Yazarları Derneğini temsilen, Başkan Kosta Assimakopoulos ve genel sekreter Yorgo Hristofilakis Tiyatro ve TV. Yazarları Derneği'nin davetlisi olarak İstanbul'a geliyor. Daha önce kararlaştırılan, bu arada iki ülke arasında patlak veren Kardak ve Kıbrıs Rum kesimine yerleştirilmek istenen füze krizleri nedeniyle ertelenen davete Yunanistan Tiyatro Yazarları Derneği bu kez olumlu yanıt vererek 4 Mayıs günü Türkiye'ye geleceklerini bildirdiler. Yazarların ziyaretleri beş gün sürecek ve iki dernek yöneticileri önce Tiyatro Kenan Işık, Zehra İpşiroğlu, Ergin Orbey ve Ali Taygun'un bildirileri tartışılmış, sonuç metni hazırlanmıştı. Bu kitapta Cevat Çapan'ın sunusuyla yuvarlak masa toplantısına sunulan bildiriler, tartışma notları, söyleşiler ve sonuç metni bir araya getirildi. "Nâzım Hikmet Tiyatrosu" kitapçılarda bulunabilir. Konya'dan Bir Festival Geçti Konya'da 25-27 Mart tarihleri arasında HABERLER... düzenlenecek. Aynı gün 13:00-16:00 arası Opera Arka Bahçesi'nde bir kutlama gerçekleştirilecek. 23 Mayıs günü ise saat 20:30'da Büyük Tiyatro Opera Sahnesi'nde Caz-Pop-Blues-Klasik Müzik ve Modern Bale gösterileri yapılacak. Beden Psikoterapisi Üzerine Bir Çalışma a Önümüzdeki günlerde iki psikoterapistin düzenleyeceği bir psikoterapi grup çalışması yapılacak. Çeşitli ülkelerde yıllardır uygulanmakta olan beden terapisi, Feldenkrais Metodu, bioenerji, biodinamik masaj gibi yöntemlerle bedendeki gerginliklerden kurtulmak, bedeni yaşamayı öğrenmek ve beden, ruh ve zihnin yeniden birleşmesini sağlayarak bugüne kadar yaşanamayan boyutların farkına varmak amaçlarını güdüyor. Bu tür terapilerde ulaşılmak istenen nokta insanın kendini daha iyi tanıyarak tüm potansiyelini kullanabilmesi olarak saptanıyor. Psikoterapist Pınar İlkaracan ve Bülent Turan bu konuda 20 Mayıs-15 Temmuz tarihleri arasında bir grup çalışması gerçekleştirecekler. Her salı saat 19:0021:30 arası yapılacak olan çalışmanın yeri, ücret ve ek bilgi için (212)277 11 14 no'lu telefon aranabilir. pe cy yapılan Tiyatro Festivalini Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı tarafından düzenlemiş ve diğer tiyatro okulları davet edilerek iki kez Ankara'da Bilkent Üniversitesi tarafından yapılan Tiyatro Okulları Buluşması bu kez Konya'ya taşınmış oldu. 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü etkinlikleri kapsamında yapılan Tiyatro Festivali'ne Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü toplam altı oyunla katıldı. Devlet Konservatuarları Mezunları Dayanışma Derneği 6 Mayıs 1993'te kurulan Devlet Konservatuvarları Mezunları Dayanışma Derneği'nin kuruluş yıldönümü nedeniyle 6 ve 23 Mayıs günleri çeşitli etkinlikler düzenlenecek. 6 Mayıs saat 12:00'de Anıt Kabri ve Ata'yı ziyaret, günün ilk programı. Ardından aramızdan ayrılan sanatçılarımızı anmak amacıyla 16:30 ve 17:30 saatleri arasında kendilerine ait özel eşyaların sergilendiği Küçük Tiyatro Fuayesi'nde bir kokteyl Boğaziçi Üniversitesi'nde Etkinlikler Boğaziçi Üniversitesi'nin bir "kültür merkezi" anlayışı çerçevesinde düzenlediği sanatsal etkinlikler sürüyor. 7 Mayıs Çarşamba saat 19:30'da çalışmalarını Almanya'da sürdüren flüt sanatçısı Gülşen Tatu'nun konseri ,21 Mayıs Çarşamba İstanbul Gitar Üçlüsü ve 25 Mayıs Pazar saat 18:00 Bilkent Oda Orkestrası konserleri izlenebilir. Ayrıca 1997 Avni Dilligil Jüri özel Ödülü'nü alan Boğaziçi Gösteri Sanatları TopluluğuTiyatro Boğaziçi, W.Sheakspeare'in "Fırtına"sını 7-8 Mayıs günlerinde saat 19:30'da B.Ü. Demir Demirgil Salonu'nda son kez sahneleyecek. Bale Modern, 20 Mayıs günü saat 20:00'de B.Ü. Murat Dikmen Salonu'nda bir gösteri yapacak. Kumpanya Bale Türk 30 Mayıs günü saat 19:30'da B.Ü.Demir Demirgil Salonu'nda gösterisini sunacak. Yeşil Üzümler Topluluğu İse13 Mayıs günü saat 15:00'te açıkhavada bir performans gerçekleştirecek. Denizli Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali Denizli Belediyesi, Tobav ve IATA (Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği) ile müştereken her yıl geleneksel olarak kutlanan Festival, bu yıl 17-22 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu yıl on üçüncüsü yapılacak festivale 5 yurtdışından ve 8 yurtiçinden topluluk katılacak. Ayrıca bu yıl ilk kez Festival bünyesinde "Uluslararası Amatör Tiyatrolar Kurultayı" gerçekleştirilecek. 20-21 Mayıs tarihleri arasında . gerçekleştirilecek olan Kurultayda "Amatör Tiyatroların Örgütlenmesi, Mali Sorunları, Teknik ve Artistik Yapılanması" konuları tartışılacak. Katılacak olan topluluklar şöyle: Academy of Theatre and Film(Romanya), Üsküp Folk Theatre (Makedonya), Karman Jozsef Szinkor (Slovakya), Bum TownKuznezk (Rusya), Sandron Theatre (Almanya), İzmir Devlet Opera ve Balesi, Ankara Masal Tiyatrosu, Tobav Gençlik Tiyatrosu, Samsun Gazi Belediyesi Tiyatrosu, Çine Belediyesi Tiyatrosu, Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu, Tiyatro Kibele, Değirmendere Dostlar Tiyatrosu ve Denizli Belediyesi Şehir Tiyatrosu. 15 İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu Tiyatronun Sesini "Ayarlamak"! Bu yıl 27 Mart Dünya Tiyatro Günü'nde Ankara'da Büyük Tiyatro'da sahnelenen Devlet Tiyatrolarının "IV. Murat" oyunu öncesinde "tiyatro bildirisi" okutulmadı ve bir gelenek çiğnendi. Çünkü oyunu Kültür Bakanı da izliyordu ve bu "Kahraman Bakan", tiyatro adamı Dinçer Sümer'in bildirisinin içeriğinden çok huylanmış ve ona sansür koydurmuştu. Çünkü bildiri "çağdışı siyasetçilerin sanata saldırılarını"ndan, "Atatürk devrim ve ilkelerinin güneşi"nden, "sanatçıların laik Cumhuriyet inancı"ndan söz ediyordu. Türkiye'de o gün perdesini açan tüm tiyatrolar, tiyatro günlerini sahnelerinde coşkuyla kutlarlarken, sanırım ilk kez, bir tiyatromuz bu onurdan yoksun bırakılıyordu. Okunmayan bildiride yer alan "sanata saldırılar"ı yaşanan gerçeğe dönüştüren bu olay -yeterli ölçüde olmasa da- yazılı basında yankılandı; kınandı. Bu kınamaların hedefi daha çok RP'Ii Bakan oldu. Ben bu noktanın daha bilinçli değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim, çünkü bu Bakan'ın bu tutumunda beklenmedik bir yan yok. Açıkça söylenmeli ki Bakanlık etmede değil "mollalık" yolunda Kahramanlığını göstermiş olan bu kişi, yaklaşık otuz yıldır gelip geçen Kültür Bakanlarının en "ibret verici"si oldu. Hemen her "icraatı" gericilik, yasa tanımazlık, ilkellik ve kültürsüzlük belgesi oluşturan bu yetkilinin marifetleri, yazılara sığmaz. cy a Demem şu ki, olaydaki tutumunun -Bakan'ınkinden çok- kınanması gereken sorumlu, kanımca Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Bozkurt Kuruç olmalıdır. Olayın ayıbı, bir (sanatçı) Genel Müdürün, koltuğunu koruma uğruna onur kırıcı bir dayatmaya boyun eğmesinden çok öteye uzanıyor. Çünkü Dünya Tiyatro Günü, yaşamını tiyatroya adamış insanların, bu olgunun onurunu, kıvancını, sevincini yaşayıp kutladıkları gündür. Yani bu gün, kültür yoksulu kültür bakanlarının, koltuk bağımlısı genel müdürlerin değil, o tiyatro emekçilerinin günüdür. Tiyatro gününün iletisini (bildirisini) susturmak; tiyatro insanlarının sevincini boğmak, onların sanatçılık onuruna el uzatmak, onların biricik bayramlarını kutlama haklarına el koymaktır. Bu da, hiçbir yetkilinin "haddi" olmamalıdır. pe Tiyatro bildirisini susturmada bir "Şark kurnazlığına da başvurulmuş: Bildiri, Devlet Tiyatroları'nın başka sahnelerinde okunuyor, Bakan'ın izlediği oyunda okunmuyor. Böylelikle Bakan Kahraman'ın sansür isteği -onun gittiği sahnede- yerine getirilirken, öteki sahnelerde -hesapça Bakan'ın gözünden ırak kalacak, hem de olası "muhalefeti" karşılayacak olan- bildiri özgürlüğü uygulanıyor. Bozkurt Kuruç, sanırım kırk yıldır, Türk tiyatrosuna oyuncu-yönetmen olarak emek vermiş, bu süreçte birçok nitelikli çalışmada da imzası olmuş biri. Yazıktır ki, çok kişi gibi benim de gözümde, artık, sahne başarılarıyla değil, tiyatronun onurlu sesini siyasal buyruk doğrultusunda susturan bir "müdür" olarak yer alacak. Ne ki, benim asıl merak ettiğim, Devlet Tiyatroları çatısı altındakilerin durumu nasıl karşıladıkları. (Kuşkusuz bu kurumumuzun yalnızca "Ankaralı" ya da yalnızca "sanatçı" olanlarına değil, çeşitli kentlerdeki çalışanlarının tümünün tiyatroculuk onuruna yönelik bir girişimdir, söz konusu olan). Öyleyse buradan onlara sormak istiyorum. Devlet Tiyatroları'nda sahneye yaşamlarını veren -önemli bölümü eski öğrencilerim olan- sanatçılar ve tüm tiyatro çalışanları, meslektaşlarım: Tiyatro bayramınızın kutlanışının çirkince engellenişini içinize sindirdiniz mi, sindiriyor musunuz? TOBAV'ın -basında, Bakan'a yönelik olduğunu okuduğum- protestosu dışında bu konuda bir rahatsızlık dile getirilmiyor mu? "Memurun konuşamayacağı" mazeretine sığınıp sessiz mi kalacaksınız? Yoksa "Beni ilgilendirmiyor." mu diyorsunuz? Yoksa...? Yoksa...?0 (Bu yazıyı yazmak zorunda kalmış olmaktan içim buruk, üzgünüm.) 16 a cy pe 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ AMAN KİMSELERE SÖZ VERMEYİN... Koyuncuoğlu Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Mayıs ayında tiyatro izleyicileri için programlarının ön sıralarını alacak bir etkinlik durumunda. Bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Tiyatro Festivali özellikle son yıllarda merakla beklenen ve daha sonra da üzerinde tartışılan iddialı bir organizasyon. 19 Mayıs - 3 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan Festivale bu yıl oldukça büyük isimler konuk. İngiltere, Almanya ve İtalya'da çalışmalarını sürdüren birçok seçkin sanatçı da tiyatro festivaliyle birlikte İstanbul izleyicisinin karşısında olacak. Festivalin genel anlamda en dikkat çeken yanlarından biri, dünya tiyatrosu adına klasikleşmiş, çağımız tiyatrosu söz konusu olduğunda da seyredilmemesi büyük kayıp olacak oyunları izleme olanağı yaratması. Geçen yıla bir göz atacak olursak. Festivalin açılışını Robert Wilson'un "Persefone"si, Yuri Lubimov'un yönettiği "Doktor Jivago", Theodoros Terzopoulos'un rejisinde Alla Demidova'nın "Medea" yorumu ve Heiner Müller'in "Promete"si akla ilk gelen gösteriler. pe cy a Emre 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali bu yıl da iddialı ve kapsamlı bir programla dünya tiyatrosunun ünlü ustalarını ve yapıtlarını konuk edecek. İngiliz Ulusal Kraliyet Tiyatrosu, Berliner Ensemble, Weimar Devlet Tiyatrosu, Hebbel Tiyatrosu ve Piccolo Tiyatrosu gibi uluslararası alanda çığır açmış ve ekolleşmiş tiyatroların yapımlarının yanı sıra Hanna Schygulla gibi ismini sanat dünyasına altın harflerle 18 yazdırmış ünlü yorumcular da Festivalin konukları arasında yer alıyor. Ismael Ivo Dans Tiyatrosu Festivalde, "İstanbul'da Berlin" Projesi kapsamında üç gösteri gerçekleşecek. Bunlardan ilki. Festivalin açılışını da yapacak. Ismael Ivo Dans Tiyatrosu'nun bir Weimar Devlet Tiyatrosu yapımı olarak çağdaş bir yorumla suncağı "Othello", koreograf ve dansçı Ismael Ivo ile yönetmen Johann Kresnik'in ortak yapımı. Bu gösteride "Othello", genel anlamda dürüstlüğün yalanlarla süslü dünyadaki yenilgisini ele alır. Dörtyüzyıl evvel Shakespeare tarafından kaleme alınanan bu trajedi, bu kez dans tiyatrosu formları içinde zenginleştirilmiş. Bedenin ifade gücü ile düşüncenin bağlantısını etkileyici bir biçimde bütünleyen bu görsel şölen de tüm kadın rolleri de erkekler tarafından oynanıyor. Olay kırmızı kumlarda kaplı bir tür arenada geçiyor. Bu arenanın üstünde ise sahnede farklı düzlemlerin yaratılmasını sağlayan bir konstrüksiyon mevcut. Böylelikle oyunda aşağısı ve yukarısı içerisi ve dışarısı kavramlarını oluşturacak mimari bir gerçeklik sağlanmış oluyor. Sınır tanımayan ve her anıyla nefes kesen bu gösteri de bedenlerin biçimlenme nedenleri erotizmin kendisini oluşturuyor. Ismael Ivo, kariyerini Sao Paulo, NewYork ve Berlin'de yapmış. Doğum yeri olan Sao Paulo'da sahne sanatları ve dans eğitimi almış. 1981-82 yıllarında ülkesinde en iyi solo dansçı seçilmiş. 1983 yılında Alvin Ailey Dans Kumpanyası'nın üyesi olmuş. pe cy a Ismael Ivo Dans Tiyatrosunun sahneleyeceği "Othelio" gösterisinden bir sahne. gösteri ve oyunlar sahnelemiş. Kresnik, kendi koreografik tiyatrosunda klasik dansın harmonisinden vazgeçer. Klasik dansta kullanılan belli kalıpları yok eder, büyüleyici aynı zamanda da şok edici sahnesel olaylar yaratır. pe cy a Ulusal Kraliyet Tiyatrosu Festivalin programında yer alan en çarpıcı isimlerden biri. Ulusal İngiliz Kraliyet Tiyatrosu'nun sahneleyeceği bir başka Shakespeare oyunu, "Kral Lear". Dünya çapında Shakespeare yorumlarıyla ünlü İngiliz yönetmen Sir Richard Eyre, ustalığın bu kez de ünlü tragedya "Kral Lear" da sergiliyor. Yönetmen Eyre, bu yorumunda oldukça radikal bir tarzla oyunu aile ilişkiler çerçevesinde ele alıyor. "Aile içi ilişkiler, en sıcak ve en yoğun, aynı zamanda en şiddetli tepkisel davranışlara sahne olur." diye açıklıyor yönetmen. "Oyunun seyircide çılgın bir aile kavgasının içine düştüm hissini uyandırmasını istedim" diye de ekliyor. İngiliz Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun Aya Irini'de sahneleyeceği "Kral Lear". Koreograf Johann Kresnik ve Sankai Juku Topluluğu'nun koreografı Japon Ushio Amagatsu ile ortak çalışmalar yapmış. Phoneix (1985), Mara Barba ile ortak çalıştığı Lehninerplatz (Berlin) sahnesindeki Underskin (1987), Delirium of a Childhood (1989) ve Kreisrunden Ruinen (1991) gibi sayısız solo programlarla tüm dünyada tanınmış. Ismael Ivo, on yıldan fazladır Viyana Uluslararası Dans Festivali'nin (Tanzwochen) sanat yönetmenliğini yürütmektedir. Aynı zamanda da Ağustos 1996'dan beri, Weimar Alman Ulusal Tiyatrosu'nun Dans Tiyatrosu Bölümü'nden sorumludur. 20 "Othello"nun Ivo ile birlikte koreografisini yapan ve yöneten Johann Kresnik ise, Avusturya'nın Kaernten bölgesinde doğmuş, ilk olarak tiyatro dünyasında eserler veren daha sonra dansa yönelen bir sanatçı. Klasik-balet olarak Graz, Bremen, Köln ve New York'ta dans etmiş, 1967 yılında ilk kez kendi koreografilerine başlayan Kresnik, daha sonraları Heidelberg Şehir Tiyatrosu, Bremen Tiyatrosu ve Berlin Volkbühne'de yönetmen ve koreograf olarak çalışmış. Halen Volksbühne'de yapıtlar veren sanatçı, konuk sanatçı olarak Alman Operası, Freie Volsbühne, Salzburg Festivali, Viyana Devlet Tiyatrosu, Stuttgard Devlet Tiyatrosu ve Basel Tiyatrosu'nda Kral Lear rolünde ise, çok yakınen tanıdığımız ünlü bir isim var, lan Holm. Tiyatronun yanı sıra sinemadan da tanıdığımız Holm, 1982'de "Ateş Arabaları" filmindeki rolüyle Oscar'a aday gösterilmiş ve aynı filmle Cannes Film Festivali'nde "En İyi Yardımcı Aktör Ödülü"nü almıştı, lan Holm'un, Shakespeare oyunlarında ve özellikle de son yorumu olan Kral Lear rolüyle Lawrance Olivier'e rakip olabilecek nitelikte bir aktör olduğu eleştirmenler tarafından kabul ediliyor. Bir ay önce Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun Cottesloe sahnesinde perde açan "Kral Lear" şu günlerde aldığı eleştirilerle övgü yağmuruna tutuluyor, lan Holm, uzun yıllar sonra bu rol ile tiyatro sahnelerine geri döndü. Yıllar önce bir oyun öncesi yaşadığı "sahne korkusu" kabusu sonrası uzun süre sahnelere çıkmayan Holm, sahne korkusunu da yönetmen Richard Eyre'ın ısrarlı istekleri sonucunda yenmeyi başarmış. Eyre'a tabii ki şu soru sorulmadan edilemiyor, "Bu risk nasıl göze aldınız?" Deneyimli yönetmenin yanıtı ise oldukça kısa. "Bu rol için en iyi onun olduğunu biliyordum." Oyun İstanbul'da Aya İrini'de sahnelenecek, bence bu gösteri de İstanbul izleyicisi için hatırlardan pek silinmeyecek bir özellik taşıyor. Berliner Ensemble Ve gelelim, beklenen buluşmaya: Berliner pe cy a Berliner Ensamle Tiyatrosu'nun Sahneleyeceği "Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi a cy Piccolo Tiyatrosu'nun Giorgio Strehler yönetiminde sahneye koyduğu "Köleler Adası". Eleştirmenler Ödülü'ne ve Theater Heute Dergisi tarafından da Yılın En İyi Oyuncusu Ödülüne layık görülen Wuttke, aynı zamanda çok kısa bir süre önce Heiner Müller'in ölümünden sonra boş kalan Berliner Ensemble Genel Sanat Yönetmenliğini üstlenmiş, ancak içerde yaşanan idari karmaşalara dayanamayarak istifa etmişti. pe Ensemble da yıllardır yolu gözlenen bir tiyatro olayı olarak izleyicinin karşısına çıkacak. Yapıtlarıyla çağımıza imzasını atan tiyatro adamlarından biri olan Heiner Müller'in ölümünden önce Berliner Ensemble'da sahneye koyduğu son çalışması "Arturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi" bir anlamda bir Brecht ve Müller buluşması. Daha önce Brecht'in de yönettiği oyun, Heiner Müller'in elinde tabii ki yorum açısından oldukça değişmiş. Bu oyunu Brecht'in sahneleme yöntemiyle Berliner Ensemble'da izlemiş olanlar için iyi bir karşılaştırma fırsatı. Müller, oyunu bir Verdi operası gibi sahnelemiş. Brecht'in sınıf bilincini ele alan bu klasik oyunda yönetmen Heiner Müller, günümüzde kendini yeniden gösteren mafya ve politika arasındaki ilişkiyi öne çıkararak oyunu güncelleştirdiğini kendisiyle yapılan bir söyleşide açıklamış. Almanya'da beş ay öncesinden biletleri tükenen bu oyundaki Heiner Müller değişimlerine, eleştirmenler "Brecht kesinlikle oyunun böyle oynanmasından memnun kalırdı" diyorlar. Arturo Ui rolünde ise yine ünlü bir aktör var, Martin Wuttke. Geçen yıl bu roldeki başarısı nedeniyle Almanya'da 22 Milano Piccolo Tiyatrosu Festivale İtalya'dan ise, bir usta katılıyor. Commedia dell'Arte özelliklerinden yola çıkarak tiyatroda bir ekol yaratan Giorgio Strehler ve onunla birlikte anılan Milano Piccolo Tiyatrosu, Mayıs ayının tiyatro şöleninin önde gelen yapıtları arasında yer alıyor. Aydınlanma dönemi yazarlarından Fransız Marivaux'un "Köleler Adası" oyununu sahneyecek olan Piccolo Tiyatrosu, oyunda metni kullanırken, ona çeşitlemeler yaparak renklendirmek yerine, görsel ve işitsel öğeleri uyumlu bir örgü biçiminde bütünlemeyi tercih etmiş. Oyunun teması kısaca şöyle: Bir gemi kazası sonrasında, Strehler'in deyimiyle "bir filozof büyücü" olan Trivellino tarafından insanlar arasındaki eşitlik ve anlayış üzerine kurulu kanunlarla yönetilen adaya düşürülen, iki efendi ve hizmetkarlarının psikolojileri irdeleniyor. İtalyan eleştirmen Fernando Bevilacqua, Strehler'in yorumu için şunları yazmış. "Giorgio Strehler'in mizanseni, dört karakter arasındaki pembe-beyaz renkte olan kıyafetlerinin değişimlerini, oyuncuların beyaz kum üzerinde oluşturdukları hareket dizgelerine, yani etkileyici bir baleye dönüştürüyor. Böylelikle Marivaux'un dilindeki ince örgüyü adeta yeniden biçimlendiriyor ve bir anlamda da yükseltiyor. Büyüleyici dans jestleri, izleyicide içsel bir hareket oluşturuyor. Bu kısaca, rejinin başarısıdır." Yazar, oyunda köleleri efendiye, efendileri de kölelere dönüştürrür. Böylelikle insanlar arasında eşitliğin sağlanacağı bir ortam kurgulayarak sanki bir ütopya sunmakta. Strehler, bu ütopyayı renkli bir sahneleme biçimiyle gözler önüne sererken, farklı açılardan da yaratılan durumu eleştiriye açıyor. Hanna Schygulla Günümüz Alman sinemasının ve aynı zamanda da dünya sinemasının ön önemi kadın oyuncularından biri olan Hanna Schygulla, özel bir gösteriyle festivale katılıyor. 1943 yılında Polonya doğumlu, a pe cy a pe cy pe cy a p c e a y Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu "İstanbul'da Berlin" projesi kapsamındaki Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu'nu da festivalle birlikte İstanbul'da izleme fırsatı bulacağız. İspanyol Cesc Gelabert'in kurduğu bu dans tiyatrosu grubu "Armand Dust-2" ve "Susamak" adlı gösterileriyle, günümüzde dans ve tiyatro kavramlarını yan yana kullanarak alternatif bir dilin oluşturduğu yapıtları sunacaklar. Barselona'da doğan Cesc Gelabert dans eğitimini New York'ta tamamlamış. Oldukça genç olmasına rağmen, gösterdiği başarılar nedeniyle Almanya'da Hebbel gibi dünyaca ünlü yönetmenleri konuk eden bir tiyatroya davet edilmiş. Ağırlıklı olarak beden metni, sahnede mimari düzen, kimliksizlik üzerine deneysel çalışmalar yapan dünya çapında pe cy 1980'e kadar Fassbinder'in tiyatro alanında yapmış olduğu çalışmalar dahil, daha çok bu yönetmenle çalışan Schygulla, Fassbinder'in ölümünden sonra Avrupa'nın önde gelen yönetmenlerinin filmlerinde rol aldı. Böylelikle de bir anlamda başarısının Fassbinder'e bağlı olmadığını kanıtlamış oldu. Bu yönetmenler arasında Jean Luc Godard ("Çile"), Ettore Scola ("Verennes Gecesi"), Andrzej Wajda ("Almanya'da Bir Aşk"), Marco Ferreri ("Gelecek Kadındır", "Pierro'nun Öyküsü"), Carlos Saura ("Antonietta"), Pal Sandor ("Bayan Arizona"), Kennth Branagh ("Yine Ölüm") ve Erden Kıral ("Mavi Sürgün") sayılabilir. Sanatçı, 1983'te "Pierro'nun Öyküsü" filmindeki rolüyle Cannes Film Festivali'nde "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü aldı. Schygulla'nın yalnızca sinema alanında değil, tiyatro alanında da birçok önemli yönetmenle çalışmaları olmuş. Bunlar genellikle ünlü Alman tiyatro adamları: Rainer Werner Fassbinder, Peter Stein, George Tabori ve Klaus Maria Grüber gibi. önemli, çünkü her yaş insanda öyle bir iz bırakıyor ki, bir bakıyorsunuz günün birinde bu iz su yüzüne çıkıvermiş. Bebekler tek tek çıkarılırken en dipte kalan bebek, içlerinde en küçüğü ve en değerlisidir. Bir zamanlar olduğumuz, yok etmezsek içimizde hep saklayabileceğimiz çocuk. Bu tema benim için çok önemli, çünkü ben de yaşlanıyorum ve bütün yaşadıklarımdan bir anlam çıkarmak istiyorum." a tiyatro ve sinema sanatçısı Schygulla, güçlü oyunculuğuyla 1970'lerin sonlarında uluslararası bir ün kazandı. Unutulmaz rollerin oyuncusu Schygulla'yı sinemaseverler özellikle canlandırdığı Marie Braun rolüyle hatırlayacaklardır. ("Marie Braun'n Evliliği" filmindeki bu rolle uluslararası üne kavuşan sanatçının ismi aynı zamanda ünlü Alman yönetmen Fassbinder'le de birlikte anılır. Fassbinder'le, oyunculuk eğitimi gördüğü Münih'teki Münih Action Tiyatrosu'nda tanışan oyuncu, aynı zamanda da yönetmenle daha film çalışmalarına başlamadan birlikte Anti-Tiyatro'yu kurmuşlardır. "Dört Mevsim Satıcısı", "Aşk Ölümden Soğuktur", "Petro von Kant'ın Acı Gözyaşları" ve "Lili Marlen", Fassbinder'le birlikte çalıştıkları filmlerden birkaçı olarak sayılabilir. Hanna Schygulla, İstanbul'da sesini ve sahne karizmasını ön plana çıkaracak. Sanatçı Fassbinder'in, Baudelaire'in Peter Handke'nin, Heiner Müller'in ve aynı zamanda Jean Claude Carriere'nin yapıtlarını Jean Marie Senia'nın besteleri ve piyanosu eşliğinde sunacak. Schygulla, sanata ve hayata bakışını şu cümlelerde özetliyor. "Rusların Matruşka bebeklerinden yola çıktım. Bu bebekler, yaşlanırken geçirdiğimiz dönüşümleri ve en sonunda elimizdeki sıkıca tutabildiğimiz bütünü simgeliyordu. Bu bütün çok Hanna Schygulla'yı Tiyatro Festivali'nde "Özel Bir Gösteri" adı altında izleyeceğiz. 27 a pe cy Ankara Sanat Uiyatrosbu'nun sergileyeceği "Otobüs"den bir sahne. birçok ödülün de sahibi. İstanbul'da sunacakları gösterinin ilk bölümü olan "Armand Dust", tarihteki farklı karakterlerin karşılaşmalarını konu alır ve oluşturdukları güç ilişkileri üzerine deneysel bir çalışma niteliğindedir. Tarihten bir ünlü isim, diğer ünlü bir isimle birlikte yaşasaydı, oluşan güç dengeleri bu sefer nasıl işlerdi? Bu soruyu soran ve üzerinde alternatifler üretirken dansı oldukça politik bir düzleme çekiyor, Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu. "Susamak" ise, ihtiras ve aç gözlülük üzerine yapılmış bir koreografi. Tutkuyu sınırlama ve koyverme arasında insan, hangi koşullarda ne tür tavırlar almakta? Bu soruyu beden dilini ön planda tutarak genişletip, zenginleştirmişler. Özellikle sahnede alternatif dil arayanlar için, ya da kendi beden dilleri üzerine araştırmalar yapan gruplar için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir gösteri. Grup aynı zamanda İstanbul'da deneyimli dansçılarımızla bir atölye çalışması düzenliyor. Türkiye'den... 9. Uluslararası İstanbul Festivali'ne 28 yurtiçinden on oyun katılıyor. Ancak bu on oyunun dördü geçen yıla oranla farklı bir düzlemde değerlendirildi. Festival, bu yıl ilk kez özel tiyatrolarla "proje bazında" bir çalışmaya yöneldi. Kenterler Tiyatrosu, Ortaoyuncular, Kum-Pan-Ya ve 5. Sokak Tiyatrosu özel projelerini festivalde sahneleyecekler. layık görülmüş. Oyun; yine bu yıl ünlü divanın ölüm yıldönümü nedeniyle Londra'da Queens Theatre'da Patti LuPune tarafından oynanmakta. Amerika'da ise bir yandan Zoe Cadwell öte yandan Faye Dunaway yorumluyorlar bu rolü. Fransa'da ise Fanny Ardant çıkıyor sahneye Maria Callas olarak. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, bu yıl kuruluşunun 25. yıldönümünü kutluyor. Bünyesinde yer alan beş farklı oluşum, film, tiyatro, müzik, caz festivalleri ve Bienal kendi alanlarında programlarında bu kutlama için özel bir bölüm oluşturdular. "Master Class" Maria Callas'ın sesini yitirdikten sonra Amerika'da üniversitede verdiği dersleri konu olarak alırken, bir yandan da bu büyük divanın hayatına göndermeler yapıyor. Callas, oyunda opera öğrencilerine müzik dersi vermek yerine sesini yitirişini, Onasis'in kendisini terk etmesini, kavgalarını, çocuk sahibi olamayışını, çocukluğunu ve opera anılarını anlatıyor. Memet Baydur'un Türkçe'ye çevirdiği oyun, aslında büyük bir trajediyi konu almakta. Yalnızca 53 yaşındayken ölen bu büyük sanatçı için oyunun yazarı Terence Mc. Nally şöyle diyor: "Zaten kendi yaşamını bir opera kahramanını canlandırıyormuş gibi oynadı. Bütün operadaki kadınlar gibi şarkı söyledi, acı çekti ve öldü. Kısa bir dönem için de olsa dünyanın tutkulu, ateşli ve dinamik bir Kent Oyuncuları Tiyatro Festivali bu kutlamaya Yıldız Kenter'in yorumlayacağı "Maria Callas, Master Class" adlı oyunla gönderme yapacak. Yunanlı opera sanatçısı Maria Callas'ın trajik ancak o kadar da etkileyici hayatını aktaran Terence Mc. Nally'nin yazdığı bu oyunu, Yıldız Kenter ve Mehmet Birkiye birlikte yönetmişler. Oyunun yazarı İngiltere'de Tony Ödülü'ne cy a pe Cesc Gelabert Dans Tiyatrosu divasıydı." pe cy a Kum-Pan-Ya'nın festivalde sunacağı "Everest My Lord" gösterisi Cihangir Parkı'nda gerçekleşecek. Ortaoyuncular Ortaoyuncular, Haldun Taner ustayı ölümünün 11. yılında bir kez daha yeni kuşaklarla buluşturmayı amaçlayarak festival için özel bir oyun hazırladılar. Haldun Taner'in öykü, düzyazı ve tiyatro şarkılarından, Ferhan Şensoy araya yazdığı metinlerle Haldun Taner'i anlatan "Haldun Taner Kabare'yi kurgulamış. Oyunun yönetmeni Derya Baykal. Kum-Pan-Ya Sevim Burak'ın "Everest My Lord-İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar" adlı kitabında yer alan, "Everest My Lord-Roman, 3 Perde" başlıklı metinde 1. ve 2. perdelerinin oyunlaştırmasından oluşan bir oyun da Kum-Pan-Ya oyuncuları tarafından sunulacak. Naz Erayda ve Bülent Erkmen'in konseptini oluşturdukları "Everest My Lord" gösterisi Cihangir Parkı'nda ve parka cephesi olan binalarda gerçekleşecek. İlk bölümü 2. Assos Gösteri Sanatları Festivali için hazırlanan bu gösteri hakkında Arredamento Dekorasyon Dergisi için Hüseyin Alptekin'le birlikte birkaç not düşmüştük: "E.K.: 'Farklı iki alandan gelen iki önemli tasarımcının birlikte oluşturdukları bir gösteri izledik. Türkiye'de hi-tech donanımlı gerçekleştirilmiş ilk sahne gösterisi olduğunu sanıyorum. Şimdiye kadar izlediğimiz Sevim Burak 30 sahnelemelerini göz önüne alırsak, bu gösteri özgün bir uyarlamaydı.' H.A.: 'Nesne-insan ilişkisi, iç mekândan (evden) ve kişiselden kavramsal planda görsel olarak dışırıya çıkartılıp kurulan bu gösteri kuşkusuz festivalin en çok tartışılan gösterilerinden biriydi. Bu zor ve deneysel gösteride tasarım, enstelasyon, metin ve plastik estetik ilişkisi de birçok tartışma açacaktır. Bana, nesne, nesnenin resmi, nesnenin ideası dizgisiyle Platon'u hatırlatırken, özne ve yüklemi içinde taşıyan dil yapısı içinde mekân ve zaman da algısal ve hayat bakımından sorgulanıyordu." Oyunla ilgili açıklamalarında Erayda ve Erkmen, Burak'ın yazdıklarını "yeniden okuma" çalışması olarak nitelendiriyorlar. Metnin parçalı yapısı doğrultusunda oluşturulan yazı, film, ses, ışık ve oyun parçalarının görsel-düşünsel ilişkilerini aradıklarını söylüyorlar. 5. Sokak Tiyatrosu Mustafa Avkıran'ın 1921/1947 yılları arasında yaşamış Alman yazar Wolfgang Borchert'in öykülerinden yola çakarak oyunlaştırdığı, "O Salı" savaşa seyirci kalmak ve savaşmak arasında sıkışan insanı oyunun merkezine alıyor. Antalya'dan festivale katılacak olan 5. Sokak Tiyatrosu'nun bu prodüksiyonu, oyunda yaratılmak istenen atmosferle örtüşen bir mekânda, Zarifi'de yer alacak. Henrich Böll, yazarın "Bu Salı" adlı kitabının tanıtımına şunları yazmış: "Bir tek sinema bileti için ödenen para karşılığında satın alınabilecek bu seçmeler, bugün Borchert'in ilk kez askeri tutukevini boyladığı yaşta olanlara sesleniyor. O sıralar yirmi yaşındaki asker Borchert'in mektupları devletin güvenliğini sarsıcı nitelikte görünmüş, bu yüzden yazarı ölüme mahkûm edilmiş, ama altı hafta kadar bir hücrede bekletildikten sonra hayatı yeniden bağışlanmıştır. Yirmi yaşında olmak, altı hafta bir hücrede pineklemek ve öleceğini, Hitler ve savaş üzerine düşündüklerini açığa vurduğu birkaç mektup yüzünden öleceğini bilmek! Bu kitabı eline alan yirmi yaştakiler, insana kendi fikirlerinin ne denli pahalıya patlayabileceğini, karşılığında ödenmesi gereken bedelin ne denli yüksek olabileceğini göreceklerdir." Avkıran'ın temel aldığı kitap kısaca bunlara değiniyor, oyunu da özellikle günümüz Türkiye şartlarında merakla bekliyoruz. Bilsak Tiyatro Atölyesi Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin "Park Yapılmaz"ı ise, Heiner Müller'in "Hamlet Makinası" oyunundan yola çıkıyor. Oyun, birçok farklı metnin de katılımıyla belli bir tema izliyor. Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin bu oyununu Ceysu Kolçak ve Nihal Koldaş kurguladı ve yönetti. Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin bu gösterisinde oyuncu kadrosunun oldukça genişlemiş olduğunu fark ediyoruz. Koçak ve Koldaş hazırladıkları gösterilerini ve Hamlet yorumlarını kısaca şöyle açıklıyorlar: "Hamlet bir isim, hem de yabana bir isim. Ama var olmak ya da yok olmamak, ölmek ya da yaşamak herkesin meselesi. Müller'in ise tek çıkış yolu yıkım. "Umut, boşluk ve hiçliktir." Bilsak Tiyatro Atölyesi'nin oyununda da bu yenilgi bir çeşit koro vakası. Toplu bir yenilginin tabloları ise yakalananlar." Ankara Sanat Tiyatrosu Ankara Sanat Tiyatrosu da Bulgar yazar Stanislav Stratiev'in "Otobüs" adlı oyunuyla festival izleyicisiyle karşı karşıya olacak. Oyunun broşüründe Şahin Yenişehirlioğlu konuya şöyle açıklık getiriyor: "...Halkın içinde, toplumdaki çeşitli sınıflardan olan kişilerin sadece topluma ait insanlar olarak görülmelerinin yanı sıra, bir de onların kişi-birey olarak var olmalarının durumu da ortaya konuyor oyunda: Onların, bir yanda toplumsal-sivil psikolojileri, öte yanda da bireysel var oluşlarının psikolojileri, birer karşıt öğe gibi gözüküyor. Bu psikolojiler zaman zaman buluşuyor, zaman zaman da çatışıyor. Örtüşüyor ve ayrışıyor... Otobüs, oyun, trajikomik bir gerçekliğin nasıl saçmalaştığını gösteriyor: Absurde-bete' (saçma-salak) bir anlatımla gerçekliğin içindeki kişiliklerin de, onların gerçekliklerin saçmalaştığı ortaya çıkıyor. Bu, aslında herhangi bir bozuk düzen ve yönetim taşlaması. Hangi düzen, hangi yönetim? Düzen ve yönetim saçmalaşıp gerçeğe yabancılaştırıyor saçmalaşan toplumsal tabakalarının göstergelerini: Köylü, Sanatçı, Akıllı, Sorumsuz, Akıllısız, Genç Sevgililer. Sevgisiz Kişiler. Otobüs-sürücü, nereye gidiyor?.. Nereye gidiyor düzen ve rejim?.." İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yapımı pe cy a Dostlar Tiyatrosu Geçen yıl Fransa'da Mehmet Ulusoy'un rejisini yaptığı, Kudsi Erguner'in müziklerini bestelediği ve Genco Erkal'ın başrolünü üstlendiği "Simyacı" bu kez de Dostlar Tiyatrosu prodüksiyonu olarak tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun yapıtı olan "Simyacı" bir Endülüslü çobanın serüvenini anlatmakta. Geçen yıl Fransa'da Genco Erkal dışında farklı oyuncularla sahnelenen oyun İstanbul'da bu kez Tülay Çimenser ve Emre Kınayla birlikte gösterime sunuluyor. 5. Sokak Tiyatrosu'nun Zarifi'de sahneleyeceği "O Salı"dan bir görüntü. 31 a pe cy Dostlar Tiyatrosu'nun sahneleyeceği "Simyacı" oyunundan bir sahne. olarak festivalde yer alan "Bir Ata Krallığım", William Shakespeare'in on iki oyunudan Başar Sabuncu'nun kurgulayıp yönettiği bir çalışma. Bu yapım programda yer alan diğer Shakespeare yorumlarıyla, "Othello" ve "Kral Lear" ile bir üçleme oluşturuyor. Devlet Tiyatroları Festivale İstanbul Devlet Tiyatrosu, France Rame - Dario Fo'nun "Kadın Oyunları"dan aldıkları iki bölümle, "Kadınlardan Konuşalım" adı yapıtla katılıyor. Oyunun yönetmeni Tijen Par. Fo'nun ve Rame'nin kadın sorunlarını ele aldığı ve kendilerine has ironik bir dil ile kurguladığı ve iki farklı hikâyeden yola çıkarak ürettiği eseri, sahnede Sumru Yavrucuk yorumluyor. Oyunda gösterdiği performanstan dolayı Yavrucuk, bu yıl Avni Dilligil, "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nün yanı sıra Halk Sigorta'nın desteklediği "Afife Ödülü"ne komedi dalında en iyi kadın oyuncu olarak kazandı. Ankara Devlet Tiyatrosu ise büyük şairimiz, dünya şairi Nâzım Hikmetin "Kuvayı Milliye Destanı"nı zengin bir sanatçı 32 kadrosuyla, festivalin kapanış oyunu olarak sunacak. Diğer Etkinlikler Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali oyun ve gösterilerinin yanı sıra bu yıl da konferanslar, atölye çalışmaları ve sergilere yer veriyor. Haldun Taner ustayla çok yakın çalışma içinde bulunan sanatçılar bir sohbet toplantısı düzenleyecekler. "Othello", "Kral Lear" ve "bir Ata Krallığım" gbi oyunlarla Shakespeare'in festivalde ağırlıkla yer alması nedeniyle, Prof. Dr. Cevat Çapan, "Bitmez Tükenmez Shakespeare" başlıklı bir konferans verecek. Geçen yıl tiyatro festivalinin konuğu olan ve İstanbul izleyicisine en son eserlerinden biri olan "Persefone"yi sunan Robert Wilson, bu kez "Yapıtlar 19671995" başlığı altında iki buçuk saatlik bir sunum gerçekleştirecek. Programında iki yıldır atölye çalışmalarına yer veren Tiyatro Festivali çağdaş oyunculuk alanında farklı methodlar geliştirmiş tiyatro adamlarıyla Türk oyuncuları bir araya getirdi. Geçen yıl bu atölye çalışmalarına çok farklı alanlardan sahne sanatçıları katıldılar. Theodoros Terzopoulos, kendi oluşturduğu antik tiyatroda beden kullanımına ilişkin bir atölye çalışması, Ellen Lauren ise üyesi, oyuncusu ve eğitmeni olduğu Tadashi Suzuki'nin çağdaş doğu tiyatrosunda beden kullanımını içeren tekniğini gösterdiler. Bu yıl festival çerçevesinde, dans tiyatrosu alanındaki genç grupları desteklemek amacıyla, Cesc Gelabert, "Dans ve Vücut" başlıklı üç günlük bir atölye çalışması düzenleyecek. Bu alanda yapılacak çalışmanın da ülkemizde gelişen yeni teatral dil arayışlı gruplar için faydası oldukça büyük olacak kanısındayım. Eleştirmenler Birliği'nin düzenlediği, Uluslararası Genç Eleştirmenler Semineri de bu yıl İstanbul'da yapılmakta. Bu seminere katılacak olan dünyanın farklı ülkelerinden gelen eleştirmenler de festival boyunca oyunları izleyecek ve oyunlar üzerine tartışmalar yapılacak. Mario Mattio Giorgetti, Piccolo Tiyatrosu'nun kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla İstanbullu tiyatroseverler için vereceği bir konferansi festival konukları arasında yer alacak 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ "ÇALIŞMALAR 1967-1995" pe cy a Festival kapsamında Robert Wilson'un sunacağı 3 saatlik bir konferans ve dia gösterisi sanatçının çalışmaları üzerine bir retrospektif. Geçen yıl uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne "Persofone"'ile katılan Wilson'un bu konferansında onun entelasyon ve resimlerine yer veriliyor. Çizimlerle, dialarla desteklenecek olan konferansa katılanlar Wilson'u ve tiyatrosunu daha yakından tanıma olanağı bulacaklar. Yaptıklarının nedenlerini, niçinlerini açıklamaktan hoşlanmayan sanatçı, "ben bir kör yüzücüyüm" diyor ve yorumlarına açıklama getirmesi istendiği zaman içine dönüyor, suskunluğu yeğliyor. "Ben bir sanatçıyım ve sanatçılar yorumları üstüne açıklamalar yapmakla yükümlü değillerdir. Sanat eseri gizemlidir, Sözcükler, o eseri açıklama çabaları bu gizemi yok eder. En güzeli bir şey söylememek, susmaktır. Yorum izleyene aittir." Sonuçta, Wilson'un yapıtları gizemlerini koruyor. İzleyici kendi bilgisi, kültürü, tiyatroya bakış açısı ve deneyimleri oranında onun yapıtlarıyla bir noktaya ulaşıyor. Wilson "Sanatçının etik ve entelektüel sorumlulukları olduğunu yadsımıyorum" diyor, "ama kendimizi hep okulda, öğretmenlerin karşısındaymış gibi hissediyoruz. Eğitim yaşamım süresince bir tane çok iyi öğretmenim oldu. Ayrıcalığı vardı. Ondan çok şey öğrendim. Tahtanın önündeki yükseltide durur, birçok mimarın birbirinden farklı eserlerini aynı zamanda üç ekranda göstererek mimarlık tarihi dersi verirdi. Ekranda gördüklerimizle bize anlattıkları arasında hiçbir ilişki yoktu. Derslerde birbirleriyle örtüşmeyen düşünceleri sözcüklere dökebilmemiz için serbest çağrışım yaptırırdı. Beş yıllık eğitimin sonunda kendi kendimize farklı görünen şeyler arasında benzerlikleri yakalamaya başladık. İyi bir yönetmenin ve oyuncunun bağlantılar kurmasının ve başlangıçta hiç planda olmayan düşüncelere açık olabilmesinin bu yöntemle mümkün olabileceğini düşünüyorum." Robert Wilson'un yapıtlarına böyle bir perspektiften yaklaşmak onların içlerinde barındırdıkları zaman zenginliğini yaşamak açısından önemli. "Zaman, bir kavram değildir. Hiç düşünmeden yavaş hareket ettiğimizde, bu yavaş harekette bir zaman çokluğu olduğunu görürüz. Tek bir hareketi yaparken bile aynı anda bir sürü şey olur. '© "Le Monde de la Musique" dergisi ve "Robert Wilson" Laurence Shryer kitabından yararlanılmıştır. 33 PERDE ARASI Ahmet Cemal Nerede "Lüküs Hayat"ın Kitabı? İstanbul Şehir Tiyatrolarında yıllardır oynanmakta olan "Lüküs Hayat" opereti, bir rekor kırmak üzere. Gelgelelim Türkiye'nin müzikli tiyatro tarihine geçecek bu rekorun nedenleri üzerine ilerde kafa yormak isteyecek olanlar, bu olay üzerine yalnızca zamanında kafa yorulmadığı gerçeğiyle karşılaşacaklar. Başka deyişle, bu operet ve etkilen üzerine kaleme alınmış herhangi bir ciddi ve kapsamlı incelemeyi, çeşitli üniversitelerde yıllardır bilimi yapılan(!) tiyatromuzun uzmanlarınca yazılmış bir kitabını raflarda boşuna arayacaklar. Tıpkı başlangıcından günümüze, tiyatromuzun herhangi bir yazarı ya da eserleri üzerine kaleme alınmış bilimsel incelemeleri, ancak iki elin parmaklarının sayısı kadar - bazılarını o kadar bile değil - bulabilecekleri gibi! Eğer böyle incelemeler gerçekte - örneğin çeşitli tez çalışmaları olarak - varsa, ama basılmamışsa, durum yine aynı. Çünkü okurun önüne çıkarılmamış belgeler, hiç çalınmamış notalardan farksızdır. cy a Evet, acı gerçek şu ki, yazar, eser, sahneleme biçimi vb. bağlamında olsun, ülkemizin varlığını inatla korumayı sürdüren "kitapsız kültür" alışkanlığı, Türk tiyatrosunu da kapsamı dışında bırak madı. Birkaç soru, sanırım durumu daha da netleştirebilecektir. Bugüne kadar Türk tiyatrosunun yazarları ve eserleri üzerine kaç inceleme kaleme alınmıştır? Bunların kaçı yayımlanmıştır? pe Bugüne kadar Türk oyun yazarlarının kalemlerinden çıkma ve sahnelenmiş oyunların kaçına ilişkin etkinlik çalışmaları gerçekleştirilmiştir? Etkinlik çalışmaları kavramıyla belirtmek istediğimiz, yazarların ve tek tek eserlerin kendi dönemlerinin koşulları içerisinde uyandırdıkları ya da uyandıramadıkları yankılar açısından değerlendirilmeleri, izleyici kitlesinin bu eserler karşısındaki tavırlarının - ve elbet bunların olası nedenlerinin - irdelenmesidir. Batıda bu türden etkinlik çalışmaları, sanatın ve edebiyatın genelinde çoktandır onsuz olunamaz bir çalışma niteliğiyle yerini almıştır. Bu önemsemenin nedeni, sanat ile toplum arasındaki ilişkilerin böyle çalışmalar aracılığıyla kimi zaman çok net ortaya konulabilmesidir. Bir başka soru: Bugüne kadar Türk tiyatrosunun yetiştirdiği değerli sanatçılardan kaçı, biyografik bir incelemenin konusu olabilmiştir? Böyle bir sorunun yanıtı, aynı zamanda bir toplumda özellik le "işin uzmanı" geçinen çevrelerin sanatçıları ne ölçüde "ciddiye aldıklarını" göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Yukarıdakine bağlı bir soru daha: Başlangıcından günümüze kadar, Türk tiyatro yaşamında perdelerini açmış tiyatrolara ve tiyatro topluluklarına ilişkin kaç inceleme kaleme alınmıştır? Bugün Türk tiyatrosunu kurumlaşma tarihi bakımından inceleme konusu yapmak isteyecek bir araştırmacının elinde bu konuda nasıl bir malzeme vardır? Bütün bu sorulara verilecek yanıtların oluşturacağı tablo, sanırım bize yalnızca tek bir gerçeği, kendi tiyatromuzu bilimsel araştırmacı düşünce bağlamında ciddiye almamış olduğumuzu gösterecektir. Eğer bir ülkede tiyatro alanında yapılmakta olan - ya da yalnızca yapıldığı söyle nen] - bilimsel çalışmalar, kendi ortamının tiyatrosunu böylesine ihmal etmişse, o "bilimsellik" ne yazık ki bir özenti olmaktan ileriye gidemez. Daha önceki bazı yazılarımda da vurguladığım gibi, tiyatronun gerçek anlamda bilimsel düzlemde ele alındığı ülkelerde durmaksızın yeni tiyatro tarihleri kaleme alınırken, biz henüz "belki ilerde yazılabilecek" tiyatro tarihlerimize kaynak ola cak araştırmalardan yoksunsak, kimi kurumlarda yapılagelen "akademik" çalışmaların ciddi bir biçimde sorgulanmasının gereği de kendiliğinden ortaya çıkar.. 34 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali açılış oyunu olarak Ismael Ivo Tanztheater tarafından sunulan "Othello"yu seçti. Shakespeare'in 400 yıl önce yazdığı bu tragedya festival izleyicisinin karşısına Ismael Ivo ve Johann Kresnik'in ortak çalışmalarıyla çarpıcı bir dans tiyatrosu olarak çıkıyor. "Dans tiyatrosunun özelliklerinden biri de bireyin ve toplumun yansımasıdır ve bana göre birey yani vücudun kendisi, bütünüyle oyunun içinde olmalı, dansçı kendi yaşamını oyuna dahil etmelidir" diyen Ismael Ivo ile yapılan bir söyleşiyi, onun dans sanatını, yaşamduygular-görüntüler üzerinden, nasıl bir iletişim aracı olarak kullandığını yansıtmak amacıyla sunuyoruz. a "Vücudum Benim Laboratuarım" pe Bay Ivo, son sahnelediğiniz "Othello" bir yabancının öyküsü. Bu role biyografik bir ekleme yaptınız mı? olduğum için nesnel olarak var. Gençliğimde "Othello"yu ilk kez operada gördüm ve beyaz bir adamın kendisini siyaha neden boyadığını sordum kendime; beyaz bir adamın deneyimleriyle beyaz bir adam olarak duruyordu sahnede. O zamandan beri bir "Othello" sahnelemek istiyordum, çünkü bence makyajla ulaşılamayacak bir ruhsal duruma, o hassaslığa ancak bir siyah hayat verebilir. Bu dediğimin ırkçılıkla ilgisi yok. Farklı deneyimler söz konusu. Sömürgeciliğin çeşitli oyun trükleriyle temalaştırılması da benim konum değil. Etnolojik farklılıklar önemli elbette, ama bu olguya toplumda var olan zengin potansiyel içinde bakmak gerek. Hem evet, hem de hayır. Tabii ki bir ölçüde ben de bir yabancıyım, ama on yıldır Almanya'da çalışıyorum. Weimer'da kendimi bir yabancı olarak değil, yeni biri olarak görüyorum. Yabancılık ve yakınlık, bunlar kültürlerle bağlantılı kavramlar. Bana yabancı olan kültürel gelenekleri benimsediğimde, onları sanatsal anlamda aştığımda, o zaman orası benim için köklerimin bir parçasını oluşturuyor. Polonyalı Grotowski ya da Fransız Artaud gibi Avrupalı tiyatro adamları beni çok fazla etkilemişlerdir; o halde bu Avrupa da benden bir parçadır. Yaşam öykünüzün sizin için önemli olmadığını mı söylemek istiyorsunuz? Tabii ki hayır. Bu yaşamöyküsel ekleme, yalnızca ben var ihtiyaç duydum. Aslında, bunu bilinçli olarak yapmıyorum. Kendimle dürüst bir biçimde uğraşmak dürtüsü uyandıran anlık duyguyu oluşturan konular, yansımalar, eylemler bunlar. cy Söyleşi: Henryk Goldberg Çev./Der.: Pınar Besen Neden farklı kültürlerde anlatılan malzemelere Shakespeare, ressam Bacon, Bach, klasikler gibi sıkça geri dönüyorsunuz? Böyle olması gerektiğine inanıyorum. Francis Bacon'un resimlerini gördüğümde beni kışkırttılar, rahatsız ettiler. Bu nedenle bu aşırılıkları bedenimle ifade etmeye, açıklamaya Dürüst derken neyi kastediyorsunuz? Benim kendime, 'bu öyküyle izleyenleri şok edebilirsin ya da büyük başarı elde edebilirsin' dememem. İzleyici tabii ki çok önemli, başarı da aynı şekilde. Ama başlangıçta hep duygu var. Duygu hareket noktasını oluşturuyor. Onu izleyen bir soru, bir düşünce dansçının tekniğini ortaya çıkartıyor. Yani, önce olayın ruhu geliyor. Ruhsal iç dünyaların sergileyicisi misiniz? Bir dereceye kadar evet ve eğer insan aşırıyı arıyorsa bu olmalı da. Sahnede çıplak, korumasız bir insanı, gözyaşlarımı ve mutluluğumu gösteriyorum. Bana göre sanat, günlük hayatta kapalı kalan kapıları açmaktır. Ruhumu, iç dünyamı bedenim aracılığıyla keşfetmeyi deniyorum. Vücudum benim laboratuarım. Grotowski de tiyatrosunu laboratuar olarak tanımlamıştı. Artaud da sizin için çok önemli. Sizce tiyatro kutsal bir mekân mı? Hiç kuşkusuz. Sahne büyüleyici bir oda gibi işin içinde ve son kapının ardında insanlar izleyiciyle karşılaştığı anda, müthiş bir şeyler oluyor. Çok uzak bir düş anlamında değil, aksine insanlarla ve gerçekle, ilişkileriyle ilintili. Sahnede yaşam yeniden yaratılabiliyor. Yalın bir resim olarak değil, kendini başka türlü formüle ettirmeyen yeni keşfedilmiş bir şey olarak. Bu nedenle kendi evim olan vücudumu aşırı durumlara maruz bırakmayı deniyorum bu aşırı fiziksel durumun tinsel gücü açığa çıkartması umuduyla. Vücudumu kafa ve ruhla birleştirmeyi deniyorum. Yaşam enerjim benim tinsel gücüm, kapıları açmak için anahtarım. Son kapının ardında ise insan var "Thüringer Allgemeine" (21 Eylül 1996)'den alınmıştır. 35 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ "KUVAYI MİLLİYE DESTANI" Tuncer Cücenoğlu Türk ve Dünya şiirinin büyük ustası Nâzım Hikmetin "Kuvayı Milliye Destanı"nı ilk kez 7 Mayıs 1960 Devrimi'nden sonra okuma olanağına kavuştum. Daha doğrusu 1961 Anayasası'nın getirdiği geniş özgürlük ortamından sonra... O günlerde, ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük araştırmacı/yazar ve düşün adamlarından Sayın Doğan Avcıoğlu, düşünce yaşamımıza büyük katkı sağlayan YÖN adlı dergiyi çıkartıyordu. a Üniversite öğrencisiydim. pe cy Sayın Avcıoğlu'nun YÖN dergisi ise vazgeçemediğim bir yayındı... Büyük bir açlıkla okuyordum YÖN'ü. Ve bir gün YÖN'de Nâzım Ustanın bu ünlü destanından bir bölüm yayımlanıverdi. Bu çok önemli bir olaydı... Çünkü 1950'li yıllardan beri tabu sayılan bir büyük Türk şairinin, halkıyla buluşmasında önemli bir adım atılmıştı. Ancak aptal cesaretiyle değil, tam tersine ince ince düşünülmüş, ölçülüp biçilmiş, bütün olasılıkların hesabı yapılmış bir adımdı bu eylem. Eğer bu girişim yanlış zamanda, yanlış bir sunuşla gerçekleştirilmeye çalışılsaydı, tepkiler umulmadık boyutlarda gelişebilirdi. Çünkü 1950'lerden o yana Nâzım Hikmet adı, "Vatan Haini" sözcükleriyle eşdeğer bir koşullandırma çabasıyla bütünleştirilmişti. Şairimizi savunanlar susturulmuştu. Şairin kitapları yok edilmiş, ya da yok sayılmıştı. Adının geçmesine bile yalnızca "Vatan 36 Haini" yakıştırmasının eşliğinde izin verilebiliyordu. Radyo, gazete ve dergilerde sürekli karalanırdı. İşin kötü yanı halkımızın büyük bölümü de inandırılmıştı buna. Babam karşı görüşlerinden dolayı sürgün yaşamına oldukça alışkın bir muhalifti. Öğretmendi. Sanıyorum ortaokulda okuyordum. Radyoda adını duyduğumda, Nâzım Hikmetin kim olduğunu sormuştum babama. "Nâzım, Türk şiirinin doruğudur... Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden biridir... Belki de birincisidir..." diye yanıtlamıştı sorumu, hüzünlü ama kısık bir sesle..."Peki öyleyse neden vatanına ihanet etti?" "Yalan! Hepsi yalan!" demişti babam. "Şunu hiç unutma... Bir gün heykelleri dikilecek... Bütün meydanlara heykelleri dikilecek... Adı caddelere, sokaklara verilecek... Asıl bunlar vatan haini... Ancak bu konuştuklarımızı hiç kimseye söyleme... Bil ama söyleme! Çünkü sana bile zarar verir bunlar..." İşte böyle, sevenlerinin bile susmak zorunda kaldığı uzun bir dönemden sonra. Sayın Avcıoğlu akıl dolu bir girişimle bir şiirini yayımlayıvermişti. Öyle bir seçimdi ki bu, bütün karalamalara bir yanıttı sanki. Nitekim Sayın Avcıoğlu'nun bu akıllı adımı, Nâzım Hikmetin ülkemizde daha rahat bir şekilde tanıtımı açısından önemli bir aşama oldu ve ileriye dönük gelişmelerin de yolunu açtı. Sonuçta halkımız pırıl pırıl bir "Kuvayı Milliye Destanı" kitabıyla yüz yüze gelmekte gecikmedi. Sonra art arda kitapları yayımlanmaya, oyunları sahnelenmeye başlandı büyük şairin. pe cy a O artık yalnızca sosyalistlerin değil, halkımızın bütün ilerici kesimlerinin de gözbebeğiydi. de bizimkilere, kendi çocuğuna bakar gibi bakmaktan alıkoyamaz kendini. Nitekim Sayın Orbey'in "Kuvayı Milliye Destanı"na, Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı olarak çalıştığını duyduğumda, aynı titiz arayışın belirtilerini görmekte gecikmedim. Önemli bir sanatçı/yönetmen olarak bu işe soyunmasındaki nedenleri az çok tahmin edebiliyordum. Ama bir büyük kesim vardı ki Nâzım hakkındaki düşüncesinde bıkmadan, usanmadan, inatla direniyordu. Ergin Orbey ülkemizin gözbebeği yönetmenlerinden biridir. Oyun yazarlarımızın hemen hemen hepsi sevgi ve saygı duyarlar ona. Kuşkusuz bundaki en büyük etken Sayın Orbey'in ülkemiz yazarlarına bir başka bakmasından kaynaklanmaktadır. Bana göre en önemli özelliklerinden biri de ilkeli bir tiyatro adamı olmasıdır. Pek hatır gönül dinlemez. Musahipzade Celal'den Reşat Nuri Güntekin'e, Turgut Özakman'dan Vasıf Öngören'e uzanan çizgide hep bu ilkeli arayışın izlerini görürsünüz onda. Yaklaşık beş yıldır Sayın Orbey'le birlikte Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul üyesi olarak görev yapıyorum. Bu süre içinde şunu gözlemişimdir hep. Sayın Orbey'in elindeki oyun bir Türk yazara aitse, o dosyayı/kitabı tutuşu bile farklıdır. Daha sevecen, daha bağışlayıcıdır. Kuşkusuz sunu yaparken diğerlerini yadsıyan bir davranış göstermez ama gene Kuşkusuz bu nedenler oldukça çoktur ama sanıyorum gerçek neden, ulusal şairimizin uğradığı haksızlığın, Sayın Orbey'de oluşturduğu üzüntü ve acıdan kaynaklanmaktadır. Adeta kendini sorumlu sayan bir anlayıştır bu. Çünkü Sayın Orbey gerçek bir sanatçıdır ve bir başka büyük sanatçının içine düşürüldüğü çıkmazı, iliklerinde duyumsayabilecek incelikli bir yapıya sahiptir. Sayın Ergin Orbey'in gerçekleştirdiği "Kuvayı Milliye Destanı"na gelince. Giysi tasarımından özgün müziğine, ışık tasarımından koreografisine, titizlikle hazırlanmış, olağanüstü bir gösteridir bu destan. Hüseyin Mumcu, Ersen Tunççekiç, Can Atilla ve Binnaz Dorkıp Aydan'ın ve Hareket Grubu'nu oluşturan sanatçıların, bu görkemli gösteriye olan katkıları azımsanmayacak kadar büyüktür. Kerim Afşar, Rüştü Asyalı, Sema Aybars, Nurşen Girginkoç, Alpay Izbırak, Erol Kardeşci, Bozkurt Kuruç, Cemil Özbayer, Beyhan Saran, Baykal Saran, Elçin Şanal ve Çetin Tekindor gibi adlarıyla firma olmayı başarmış sanatçıların, bugüne kadar hiçbir oyunda göstermedikleri bir içtenlik ve coşkuyla, şairimizin destanını inanılmaz bir inançla yorumladıkları ve bu inanılmaz gösteriyi bir duygu yumağına dönüştürüp ucunu izleyiciyle buluşturmayı başardıkları bir tarihtir "Kuvayı Milliye Destanı"... Gösteriyi izlediğim gece, bembeyaz giysileriyle. Nâzım Ustanın pek sevdiği Bahriyelilerin, ayağa kalkıp sanatçıları coşkuyla alkışladıklarının tanığı olmam ise, geciken bir buluşmanın, yaşamım boyunca hiç unutamayacağım çarpıcı bir fotoğrafı olmuştur. Sen çok yaşa Ergin Orbey. Hepiniz çok yaşayın Devlet Tiyatrosunun değerli sanatçıları. Çünkü halkımıza bugünlerde en büyük gereksinimimiz olduğuna inandığım Kuvayı Milliye ruhunu yaşattınız, yaşatıyorsunuz. Üstelik bunu ulusal şairimiz Nâzım Hikmetin halkıyla bütünleşmesindeki en son engelleri birer birer ortadan kaldırarak ve Türkiye'nin aydınlık geleceğine olan inancımızı hiçbir zaman yitirtmememiz gerektiğini, bir kez daha anımsatarak gerçekleştiriyorsunuz. Zaten laik Cumhuriyetimizin bu önemli kurumunun sanatçılarına da böylesi yakışırdı ancak. Çünkü sanat uzun, hayat kısadır. Kim bilir, belki yüzyıl sonra bu yazılanları birileri okur da, herkesin değerini yeniden biçer. Bütün emeği geçenleri yürekten kutluyorum© 37 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ Kent Oyuncuları, Tiyatro Festivaline, Terence Mc Nally'in yazdığı, Broadway'de Faye Dunaway, Fransa'da Fanny Ardant'ın oynadığı, Maria Callas'ın, sesini kaybettikten sonra Amerika'da üniversitede ders verdiği dönemi anlatan "Maria Callas/Master Class" oyunu ile katılıyor. Maria Callas... Muhteşem bir ses, üstün bir tiyatro yeteneği, ürkütücü bir sanatçı ihtirası ve zikzaklarla dolu, trajediye dönüşen özel bir yaşam. Ünlü diva Callas'ın deyimiyle, "oynamak savaşmaktı", kazanmak zorunda olduğumuz bir savaş. Yıldız Kenter ise Terence Mc Nally'nin tekstinin zorluğunu seviyor ve "Eğer o zorluğu kolaya dönüştürüp güzelleştirebilirsem bu beni mutlu edecek" diyor. pe cy a bir başarı. Siz. bir tiyatro sanatçısı olarak Festivali nasıl değerlendiriyor sunuz? La Divina... İlahe... Tanrıça Yıldız Kenter Yorumu ile Maria Callas Rengin Uz "Destanları hep tutku peşinde koşan insanlar oluşturur. Üstün insanlar, Atatürk gibi, Muhsin Ertuğrul gibi. Leyla Gencer ve daha niceleri gibi. Daha sahneye adım atar atmaz destanlaşmaya başlayan kişilerden biri de Yunan asıllı opera sanatçısı Maria Callas. La divina, ilahe, tanrıça... Bu sıfatlara lâyık görülen, böyle anılan bir insan. Bir kariyer, bir erkek ve zikzaklar, çaprazlarla yüklü bir trajedi. Komik, acı, hüzünlü..." Yıldız Kenter, 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde 38 sahneleyeceği Terence Mc Nally'nin Maria Callas için coşkuyla yazdığı bir aşk mektubu (Maria Callas) "Master Class" oyununun kahramanı soprano Maria Callas için böyle söylüyor. Son elli yılın en büyük opera sanatçısı olarak ünlenen Maria Callas, 1923'te Yunanlı anne babadan New York'ta doğar. 1937'de annesi tarafından Yunanistan'a götürülen Maria, Atina konservatuvarında okur. 1947 yılında, Verona'daki ilk büyük süksesinden sonra, Scala'da; Tosca, Norma ve Lucia operalarında inanılmaz bir başarı kazanır. Aristotfe Onasis ile yaşanan mutlu ve mutsuz yılların ardından sesini kaybeden Callas, 1972'de Amerika'da, Juilliard Müzik Okulu'nda opera dersleri verir, usta sınıfı dersleri. Bu derslerin önemli bir kısmı kasete alınır. Mc Nally'nin, heyecanlı, buruk, kıskanç resitatifler, belkantolar ve iki büyük arya (tirad) ile yüklü tiyatro metnide, bu usta sınıfı derslerinde geçiyor, tabii geri dönüşlerle. Yıldız Kenter'le söyleşimizi, yoğun provaların arasına sıkıştırıyoruz. Hocam, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin dokuzuncusu düzenleniyor. Sanata bu kadar az önem verilen bir ülkede bu büyük Çalışanların nasıl uğraştıklarını görüyorum ve zaman zaman dışardan çok ilginç oyunlar da geliyor. Fakat bizim açımızdan bu Festival ne olmalı, nasıl olmalı, nitelikleri, nicelikleri neler olmalı, bunların yeniden tartışmaya açılması gerekiyor gibi geliyor bana. Karışık olduğu zaman mı iyi olur, yoksa diyelim Festival 20 gün, önce on gün yerli oyunlar gösterilsin, sonra yabancılara mı yer verilsin. Çünkü eğer ben bu Festivale katılıyorsam, öyle yoğun bir tempo içinde oluyorum ki, hiçbir şey göremiyorum. Tabii yabancıların da burada kalıp oyun izleyebilmeleri için maddi bir kaynak gerek, oysa Kültür Bakanlığı kıstıkça kısıyor. Bu Festivali, bir laboratuvar çalışması olarak görmek gerek, sonunda bir yere varılacak. İlerde mutlaka doğru yol bulunacaktır. Çünkü Uluslararası İstanbul Festivali için kimler emek verdi ve Festival, dünyanın 6. önemli festivali oldu sanıyorum. Tiyatro Festivali'ni de o hâle getirmemiz Türk Tiyatrosu açısından çok önemli. Biliyorsunuz, önceleri yönetmeliğe göre yeni bir prodüksiyonla katılınıyordu Festivale. Sonra oynanmış oyunlar denendi. Olmayınca yine ilk şekle dönüldü. Sezon sonunda Festival için yeni bir prodüksiyon hazırlamak özel tiyatrolara maddi bir külfet yüklemiyor mu? Tabii yüklüyor, ama ben sezon oyununun Festivalde tekrar gösterilmesine razı değilim. Mutlaka yeni bir oyun olması lazım. Maria Callas'ı biz zaten gelecek sezona hazırlayacaktık. Festivale yakışacağını dününerek öne aldım. Bu pe cy a sevdiği adamı ve sesini de kaybediyor. 1977'de Paris'te tek başına ölüyor. Mesleğinin en parlak, en başarılı yıllarında Callas'in kariyerini bir erkek için bırakmasına ne diyorsunuz? 40 benziyor. Kendisi de söylüyor "Burası tiyatro, burda herkesin yüreği ağzında atar" diye. Öğretirken, hocalıkta benzetiyorum kendimi Callas'a. Sözlerle anlatmak zor, yaparak anlatmak daha kolay diyor. Her usta yaparak göstermeyi tercih ediyor. Çünkü öyle şeyler vardır ki aktarılamaz, anlatılamaz, taklit edilemez diyor. Özel bir şey ister, bazı şeyleri oynamak, tanrıdan bir ilham. Bunu çok iyi anlıyorum. Laurence Olivier, 4. Henry'yi çalışırken, film setinde devamlı, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diye gösteriyormuş. Oyuncunun biri, hem ata binip hem nasıl yana yatıcam gösterir misiniz demiş. Olivier, bak diyor ve ata atlarken düşüp bileğini burkuyor. Filme bilmem ne kadar hafta ara veriliyor. Göstermenin de zorlukları var. Yani burada çok katılıyorum birçok söylediğine, tabii paradokslarını da görüyorum. Öğrencilerime de aynı şeyi söylüyorum, ben bir şey söylerim, biraz sonra tam aksini söyleyebilirim. Hemen nedenini sorun, size cevabını vereceğim diyorum. Bu iş paradokslar işidir. Ve bir yerde diyor ki, hocalığın en kötü tarafı bu, yanlış anlaşılmak. Hocayı tanımak lâzım, onu anlamak, ondan yararlanabilmek için. Genellikle çocuklar çok genç ve heyecanlı oldukları için ve yeni başladıkları için böyle bir şeye bütün değer yargıları derslere girdikleri zaman sarsılabiliyor ve bir uzaklaşma olabiliyor. Burada çocuğu çok iyi anlamak lazım. Tabii oyundaki öğrencilerin çoğu yüksek lisans, master öğrencisi. Callas, bir trajedi kahramanına uygun bir yaşam sürdüğü için ya hep ya hiç peşinde koşmuş. Trajedi kahramanları, bir şeye evet deyip de mücadele etmek de varken hayır deyip ölümü cy a Ben şimdi onun pabuçlarının içinde olsam, nasıl bir aşk yaşandı, nasıl bir tutkusu vardı adama. Ömrünce, annesiyle, kızkardeşiyle, meslektaşlarıyla olamamış ve onu ilk defa yalnızlıktan kurtaran bu adam olmuş. Aristotle zorla girmiş hayatına, gittiği yere gidiyor, takip ediyor, çiçekler, çikolatalar yolluyor, telefon ediyor, yüzlerce gül demeti getiriyor. Oyunda saçını süsleyecek çiçekleri Milano'ya sabah uçakta Güney Fransa'dan getiriyor. Sahne kostümlerini sahici mücevherlerle işletiyor. Bunlar var tekste. Aryayı söylerken, bir yerde mücevherlerin ağırlığından kollarım kalkmıyor diyor. Bunlar bir kadını heyecanlandırır. Benim hayatımda hiç böyle bir şey olmadı, yani beni paraya, servete, seyehate, kürke, lükse boğan kimse olmadı. Ama ben bunlara gider miydim, bunlar beni cezbeder miydi? Maria Callas'ın da parası vardı, ihtiyacı yoktu. Sırf o değil tabii. Ari'yle yaşadığı çılgın hayat, aşkın kahırları, sesini kaybetmesinde rol oynadı tabii. pe kullanmaya kalkıyor, o kadar yüksek standartlar istiyor ki, özellikle bütün opera menajerleriyle arası açılıyor ve bu açılma bütün dünya basınında değişik yorumlara neden oluyor. Maria Callas'ı egoist ve kaprisli bir insan olarak tanıtıyorlar. Tabii basın onun özel yaşamına da çok büyük ilgi gösteriyor. Onun, bir iş adamı olan Giovainni Meneghini ve Onassis ile olan romantik aşkını alabildiğine kullanıyor basın. Onu, Maria Callas yapan her şeyi Aristotle için bırakıveriyor. Jason'un Medea'yı daha genç, daha mevki sahibi bir kadın için terk etmesi gibi, Maria Callas da Onassis tarafından Jacklyn için terk ediliyor. Tekstte de bu geçiyor. "Ho dato tutte a te" (Her şeyimi senin için verdim) diyor. Bunu kendisiyle iki şekilde özdeşleştiriyor. Bir yerde, seyircinin hakkımda ne düşündüğünü merak edersem kazanamam diyor, yalvar yakar da olamam, her şeyimi verdim sizin için "Ho dato tutte a ta" bir sanatçı her şeyini seyirciye verir ondan sonra Ho doda tutte a te, diyebilir diyor. Ari, 'ben sana her şeyi veririm ama aşk no, aşka ihtiyacım yok benim. Şansım var çünkü artık saygınlığım var, onu da bana sen getiriyorsun' diyor. Herkesin aşka ihtiyacı vardır, ben onurlu bir insanım, ama bu noktada, sana, bana, aşka gelince onur kalmıyor diye yanıtlıyor Callas. Sana aşk veremem ama bir çocuk doğurursan onu severim işte diyor. Yıllar sonra hamile kaldığını müjdelediğinde ise, Onassis aklına Jacklyn'i koyduğu için çocuğu aldırmasını istiyor. Çocuğunu, oğlumuzu doğuracağım, bu benim son şansım olabilir diye diretmesi ise boşuna. Ve tamam aldırıcam, ne olur beni bırakıp gitme, seviyorum seni diyor. "Ho dato tutte a te". Yalnız çocuğunu değil, Siz sahnede, Maria Callas'ın operada oynadığı Medea, Lady Macbeth gibi rolleri oynadınız. Yıldız Kenter ve Maria Callas'ın sanatçı olarak benzer yönleri neler? Ben kendimi herkese benzetiyorum. Maria Callas'la en çok, onun birisine bir şeyi yaptırmaya çalışırken bu hocalık döneminde o yüreğinden gelen, içinden geleni aktarmaya çalışması tercih ederler. Şimdi genel kanı bir insanın evet deyip mücadele etmesi. Genç kızlığımdan beri Antigone'yi çalışıyorum, şimdi de öğrencilerimle çalışıyorum. Bu yaşımda artık biraz da Creon gibi düşünüyorum, özellikle Anouilh'un Creon'u gibi. Ama belli bir yaşta benim de idealim Antigone idi. Ama sonra diyorsun ki, madem yaşıyorum, mücadele etmek gerek diyorsun. Hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır hâlâ tartışılabilir. Her yeni rol heyecanı, korkusunu da beraberinde getirir mutlaka. Maria Callas gibi büyük bir divayı canlandırmak, size ayrı bir sorumluluk yüklüyor mu? Ben teksti okuduğum zaman müthiş heyecanlandım. Bu oyun, bu rol bana ayrı bir sorumluluk yüklüyor. Burada tekstin bana verdiği bir mücadele var. O mücadeleyi, o zorluğu seviyorum. O zorluğu, eğer kolaya dönüştürüp, güzelleştirebilirsem, bu beni mutlu ediyor ve bu teksti çalışmak beni bütün turne boyunca çok mutlu etti, dolmuşta, otobüste ezberledim. Ezberi çok zor bir oyun. Hayatını anlatan kitapları okudum, kasetleri tekrar tekrar izliyorum, dinliyorum" Festivalde, ölümünün 20. yılında Maria Callas gibi karizmatik bir sanatçıyı, Yıldız Kenter gibi bir başka karizmatik oyuncudan izlemek ilginç olacak. Mc. Nally'nin, Maria Callas'ı anlatan aşk mektubunu Yıldız Kenter'in sazı çalacak ve madem ki oynamak savaşmaktır, o bu savaşı kazanacak ELEŞTİRİ TİYATROMUZDA BİR RESİTAL Üstün Akmen ikilisini öylesine güzel kavramış ki, sanırım yapıtı dilimize kazandırırken en küçük bir uyarlama yapmaya gereksinim duymamış. Orhan Alpaslan'ın dekor, Serpil Tezcan'ın kostüm, Enver Başar'ın (tuvalet/duş bölümünün tam üstünde patlayan spot dışında) ışık tasarımları Tijen Par'ın amacına ulaşmasında yardımcı olmuş. Gelelim "neden mutlaka"nın üçüncü "nedeni"ne. "Şişman Kadın"ı Sumru Yavrucuk, Bülent Emin Yarar'ın ve Gamze Yapar'ın önemli katkıları ile oynuyor. "Yalnız Kadın"da ise tek başına. Yavrucuk bir kez daha kanıtlıyor ki, sahne üzerinde imgelem gelmiştirmeksizin biçimsel olarak yapılan her şey, hiçbir şey değildir. Yavrucuk seyirciye kendisinin değil, kendi çevresindeki herhangi birinin de değil, doğrudan Mattea'nın ve Maria'nın tutkularını, duygularını, tutumlarını sunuyor. Her iki rolünde de salt rolünün dirimi için temel nitelikte görerek seçip ayırdıklarını, ayıkladıklarını sergiliyor. Hiç de gerekli olmayanlardan çoktan temizlemiş, bir güzel arındırmış Mattea'yı da, Maria'yı da. Üzerlerine sadece kendi mükemmel canlılığını eklemiş. İşte o zaman, sanki gelip kendileri sahne üstüne çıkmış Mattea da, Maria da. Hani, seyircinin biri ünlü oyuncu Edwin Forrest'e oyundan sonra yaklaşıp: "Kral Lear'i gerçekten çok güzel oynadınız" demiş de, Forrest kızgınlık içinde seyirciye dönüp: "Ne oynaması! Ben Lear'im" demiş ya, Sumru Yavrucuk da sonuçları izleyicinin kararına bırakacak bir tartışmaya ipucu olarak öne sürüyor. a 1996'nın Ekim ayından beri kapalı gişe oynuyor da, az kalsın ben kaçırıyormuşum. Akşamlardan birinde, öncelikle Cüneyt Türel'in önerisini benimsedim. Oyun sırasında (n'olur, n'olmaz) öksürürsem bir tutamını ağzımda eritip öksürüğümü engelleyebilmesi için, Atatürk Kültür Merkezi'ne en yakın "Fast Food"cuya girip bir "poşet" tuz aldım. Tuzum cebimde salondaki yerime vardım. Oda Tiyatrosu'nda Franca Rame/ Dario Fo ikilisinin 1991/1992 tiyatro sezonunda yazıp sahneledikleri "Şişman Kadın" ve "Yalnız Kadın" adlı oyunları "Kadınlardan Konuşalım" başlığı altında sergilenecekti. cy Fo tiyatrosunu biliyoruz. İlk amacı eğlence, ama izleyici ile diyalog kurmak, akılcılığı önde tutan, bilinçli seyirci yaratmak da amaçları arasında. Yapısında "Commedia dell'arte" öğeleri de var. Doğaçlama var, güncel şakalar var. pe "Kadınlardan Konuşalım", diğer Fo oyunları gibi izleyici ile diyalog kurabilen, akılcılığı önde tutan içinde doğaçlamalar bulunan, güncel şakalara yer veren, eğlenceli bir oyun. Sadece bu kadar mı? Olur mu! Elbette değil. Feride Çiçekoğlu'nun da dediği gibi eğer kadınsanız bu oyunu izlemek için "annenizle veya kızınızla, tercihen her ikisiyle birden kavga ettiğiniz bir günü seçin". Ya erkekler? Erkekseniz "bir zamanlar sevgiliniz olan karınızın neden bu kadar şişman ve/veya şirret hale geldiğini, ya da sizin gibi mükemmel bir kocası varken nasıl olup da kendisine öyle zibidi bir sevgili bulduğunu merak ettiğiniz" bir gün görün bu oyunu. Özetlersek, öyle ya da böyle mutlaka görün. Görün görmesine de, bu arada bir soru doğabilir "neden mutlaka" diye. Bunlardan biri, yönetmen Tijen Par'ın gerek "Şişman Kadın"da, gerekse "Yalnız Kadın"da Dario Fo'ya pek uygun olarak doğaçlamaları olabildiğince özgür bırakmış olması. Tijen Par, gene de kendine özgü gelenek ve metinlere dayanan tipleri ve belirli değişmez durumları, saptanan kesin bir çerçeveyle sınırlandırmış. İyi de yapmış. Böylelikle ilkelere de bağlı kalınmış. İkicisi Füsun Demirel, Rame/Fo "Kadınlardan Konuşalım" gerçekten sezonun izlenilmesi gereken oyunlarından biri. İroniden, fantastik öğelerden yola çıkıp, yaşamın gerçek yüzü ile karşılaşmak pek güzel oluyor. Her iki oyunun aksiyonuna Sumru Yavrucuk kanalıyla katılmak şaşırtıcı sonuçlar doğuruyor. Mattea ve Maria'nın trajedilerine gülmek insanı bir güzel rahatlatıyor. Hepsinden öte, Sumru Yavrucuk'un yarattığı olağanüstü dramatik dinamizm görülmeye değer. Karakteri, bir oyuncunun böylesine sezgiyle renklendirmesine ender tanık olunur. Sumru Yavrucuk'un elleri, sesi, yüzü ve kolları eşliğinde verdiği bir "resital" bu 41 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ pe cy a "Küçük insanlar, basit halk, kendisini ifade edebilmek için hiç bir zaman verilenle yetinmemiş, trajik öyküleri bile yansıtırken araya mizah oyunları ve komik çelişkiler sokuşturmuştur" diyor Dario Fo, küçük insanın büyük özlemlerini, çelişkilerini, zayıflıklarını ve gücünü yansıtırken. Kadın sorunlarını çıkış noktası kabul eden, düzenle ve genel geçer kavramlarla hesaplaşan metin İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda, Tijen Par'ın rejisi ile sahnelendi. Şişman ve Yalnız kadın rollerinde Sumru Yavrucuk büyük başarı kazandı. 9.İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'nde sergilenenecek oyunun yönetmeni Tijen Par'la konuştuk Kadınlarla, Kadınlardan Konuşmak Nevra Savcılıoğlu İlk yönetmenlik denemenize "Kadınlardan Konuşalım" adlı oyunla başlamanızın nedenini öğrenebilir miyiz? Devlet Tiyatroları sezon için kadınlara yönelik bir program hazırlamayı planlamıştı. Bu arada oyun aranıyordu. Bu proje ile ben zaten iç içeydim. Oyunu çok sevdim ve ben bu oyunu yönetmeliyim diyerek böyle bir işe giriştim. Bazen gülerim kendi kendime, bu kadar yıllık oyunculuk hayatımda istediğim oyunları neden yönetmedim diye. Önce tek kişilik kadın oyunlarından bazılarını birleştirip sahnelemeyi düşünüyordum, bu oyunların başka gruplar tarafından oynandığını görünce projeyi değiştirdim 42 ve "Yalnız Kadın" ile "Şişman Kadın"ı sahneliyelim dedim. Bu iki oyun arasında çok güzel paralellikler var. Aynı sorunları değişik şekillerde irdeliyorlar. Metni nasıl yorumladınız, nasıl bir ön çalışma yaptınız? Bizim bir şansımız oldu. Haziranda oyunlar asıldı. Bir hafta kadar okuma provası yaptık. Oyunun çevirmeni Füsun Demire!' in yardımlarını aldık. Dario Fo ve Franca Rame hakkında teorik bilgilerin yanı sıra bize Rame ve Fo ile yaşadıklarını anlatak pratik yönden de oldukça yardımı oldu. Kaynak araştırmaları ve metne bakışımızı sabitleştirmek için yapılması gereken ön çalışmaları gerçekleştirdik. Sezon başında buluştuğumuz arkadaşlarla sahne üzerinde birikimlerimizi yönlendirme fırsatını yakaladık. Dramaturji çalışmalarının yapılması oyunu irdelemek için kullanılacak farklı yöntemlerin açığa çıkması, metni değiştirmek ve metne eklemeler yapmak anlamında gerçekleşmedi. Metin zaten ekleme ve çıkarmalar yapmaya gerek olmayan bir metin. Dario Fo düşüncelerini çok açık yansıtan ve yazan bir yazar. Bu arada seyirciden alınan reaksyonlara göre oyuna yön vermekten kaçınmadığımızı da söylemek isterim. "Kadınlardan Konuşalım"Darıo Fo - France Rame Tiyatrosu'ndan iyi bir örnek vermek gerek" diyerek oluşturulan bir çalışma mı? Yoksa sadece bir kadın oyununa ihtiyaç vardı ve "Kadınlardan Konuşalım" da iyi bir tekst denilerek mi yola çıkıldı? Basit ama zekice buluşların yansıtıdığı dil, oyuncunun niteliklerinin her yönüyle açığa çıkması, seyirciyle kurulmaya çalışılan iletişim, bunların birebir aktarımına çalışırken halkın içinden insanların portrelerinin sunulması. Bunlar detay değil, başlı başına uygulanması zorunlu gereklilikler. Dolayısıyla bunu yaparken oyuncuların yaratım süreci de çok önemli. Bu tarz oyunlarda oyuncu yaratım süreci içinde farklı yollara başvurur. Doğaçlama yoluyla karakteri analiz eder. Çünkü seyirciyi gülümsetmek ve bunu yaparken de üzerinde durduğu ana başlığı sürekli hatırlatmak zorundadır. Belki bu tarz bir çalışmanın en heyecan verici yanı bir oyuncunun yaratım sürecinde neler yapabileceğini düşünmek ve oyuncunun başarısıyla rejinin de başarısını oluşturacağını bilmek. Oyunun başarısında Sumru Yavrucuk'un rolü tartışılmaz. Dolayısıyla basit insanların iç dünyasını yansıtmak ve bir genelleme yapmak yoluna giderken, halk tiyatrosunun bilinmesi, Dario Fo'nun tanınması ve özümsenmesi gerekliliğinle katılıyorum Bize oyunun içeriği hakkında neler söyleyebilirsiniz? İki oyun da kadın sorunlarıyla ilgili; cinsellik, yalanlar, kötü evlilikler, aldatmalar, cinsel eğitimsizlik... Kadının ikinci sınıf insan niteliğinde olmasının kabul edilmesini yansıtan ve içten içe bu duruma karşı çıkan bir oyun. "Şişman Kadın" da kocası tarafından terk edilmiş, bunun psikolojik sonucu olarak kendini yemeğe vermiş bir kadını görüyoruz. Aslında hayatın detaylarına sıkışıp kalmayan, olaylara ve kendine ironiyle yaklaşan bir kadın. İkinci oyun,"Yalnız Kadın" kalabalığın içinde yalnızlığın sadece bir tek boyutunu gözler önüne seriyor. Kocası tarafından eve kilitlenen çocuğu ve kayınbiraderiyle uğraşan ve bu tempoda yanlızlığını paylaşma ihtiyacı duyanbir kadının portresi çiziliyor. cy pe İyi bir seyirci potansiyelimiz var ve bu oyunu bir sonraki sezona taşıyacak en büyük etmen. Yüz oyun oynandı ve aldığımız tepkilerden memnunuz. Özellikle genç bir seyircinin varlığı gözlemlenebilir durumda ki bu da beni çok mutlu eden bir olay. İnsanları güldürerek bir şeyleri anlatmak çok daha kolaydır. Bu yöntemin kalıcılığı tartışılmaz. İnsanları ağlatarak onların olayların akışında kendilerini kaybetmelerini sağlamak yanlış olur. Bu durumda söylenecek tek bir şey var insanı anlatan, malzemesi insan olan ve iç dünyanın kapılarını aralayan oyunları yönetmek isterim. Çünkü bu oyunun çalışma aşamalarından çok zevk aldım ve çıkan sonuçtan da son derece memnunum. a Aldığınız tepkiler sizi bir başka oyunda aynı konumda çalışmaya yöneltecek mi? İnsanın doğal yapısını ele alan ve bu yolla dünya görüşünü ortaya koyan bir halk tiyatrosu örneği, "Kadınlardan Konuşalım". Oyun, yönetmenin ve oyuncunun yorumuyla, iki insan portresini oluşturan karmaşık renklerin uyumu olarak tanımlanabilir 43 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ kurduğu sahnelerden çok ordaki Hamlet'i Shakespeare'in Hamleti'yle karşılaştırması, insanın bireysel varlığını çeşitli otoriteler karşısında makineleştirmesi çekti ilgimizi. Metni aldık örneğin; Hamlet'i oynamak istemeyen oyuncuyu oyunumuza soktuk. Shakespeare'in Hamlet'ini de oyuna sokup karşılaştırmak istedik ama onu şu an yapmadık yani yapamadık. Doğaçlamalarda istediğimiz sonucu elde edemeyince çıkartmak zorunda kaldık. Müller'in tiyatroya getirdiği düşüncelerle ilgilendiğinizi söylediniz. Bunu açabilir misiniz? CK: Bir bütünü alıp parçalara ayırması, rüya dili kullanması, kopuk kopuk olması, nereden nereye atladığının kimi zaman belirgin olmaması, bazen arada hiçbir ilgi olmaması, ki bunlar kimi zaman seyirciyi farklı. Hamlet dediğimizde ya da çağrışım yaptırmak istediğimiz olayı, kişiyi tanıyıp tanımadığı, anlayıp anlamayacağı şüpheli bizim seyircimizin. Bu nedenle biz Hamlet kelimesini bile kullanmadık. CK: Bir kere kullandık. Oyuncu bir yerde "Ben Hamlet değilim" diyor. NK: O hikâyeyi, Hamlet'in hikâyesini biz kullanmadık. Ona gönderme de yapmıyoruz. Biz tamamıyla bağımsız bir oyun yapmaya çalıştık. CK: Ama Shakespeare'in Hamlet'inden de, durumlardan, kişilerden, ilişkilerden yararlandık doğaçlamalarımızda. Nasıl bir ön çalışma ve doğaçlama süreci yaşadınız? Ne kadar sürdü, neler oldu geçen bu zaman içinde? pe cy a Geçtiğimiz yıl 8. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ne Edward Bond'un "Savaş Oyunları" nı yorumlayarak katılan Bilsak Tiyatro Atölyesi, bu oyunla 'savaşlar 'sonrası insanının toplumsal bir varlık olarak içine yerleştiği çöküntüyü, acımasız şiddeti ama yine de taşıdığı 'bir çeşit' umudu Roxy'nin karanlık ve dar mekânında sergilemişti. Bu kez Zincirlikuyu Joy Port'u kendine mekân edinen grup yine zor bir işe girişmiş ve Heiner Müller'in "Hamlet Makinesi" metninden yola çıkıp yer yer de olsa Shakespeare' in "Hamlet" inden ve başka kaynaklardan da yararlanarak çalıştıkları doğaçlamalar aracılığıyla yeni bir metin oluşturmuşlar. Oyun ve oluşum süreci konusunda Nihal Koldaş ve Ceysu Koçak'la konuştuk. Onlar İçin Şimdi "Park Yapılmaz Zamanı... Ilgın Sönmez "Park Yapılmaz" metin olarak nasıl oluştu? NK: Biliyorsun, bize çıkış noktası oluşturan "Hamlet Makinesi" metni, Heiner Müller'e ait. Biz bundan etkinlendik ama olduğu gibi oynamak da istemedik. Çünkü tam bir tiyatro metni değildi. Orda bizi ilgilendiren Hamlet'in durumuydu. Yoksa o tekst bizi bütünüyle ilgilendirmiyordu. İş olarak böyle yola çıktık. Teksti aldık, onun üzerinde konuştuk ve oradan elde ettiğimiz birtakım düşünceleri sahneleştirmeye çalıştık. CK: Müller'in oyunundan çok düşünceleri ile ilgilendik. Kullandığı imajlardan çok, 44 çok zorlayacak. Müller'in dili "zihinlerin bugünkü karışık durumuna uygun", uzamı konuşturan bir dil. Olaylar aslında bir bahane. Çok fazla fragman kullanarak 'parçalanmayı' sağlamak... Çünkü böylece çok şey atılabilir. NK: Klasik anlamda bir hikâye yok. Şurda başladı, şuraya doğru yöneldi, şurda bitti yok. Karakter ya da tip takibi yok. Yalnız birtakım çağrışımlar var. Bir sözden başka bir olaya çağrışım, başka bir bilinen karaktere çağrışım yapması gibi. Tabii Müller'in şöyle bir avantajı var. Shakespeare'in Hamlet'ini bilen bir seyirciye yazıyor bu metni. Hikâyeyi anlatmasına gerek yok. İzleyicisi ne demek istediğini, hangi olaydan söz ettiğini biliyor. Bizim durumumuz CK: Üç ay kadar masa başı dramaturjisi yaptık. Son üç ay da sahne üzerinde doğaçlamalarla yürüyen yeni bir dramaturji başladı. Biz oyuncular olarak başta şöyle demiştik. 'Ben bu oyunlarda şu temayla ilgileniyorum'. Yani bir şekilde hepimiz bu oyunda ne oynamak istediğimizi söylemiştik. Daha çok hepimizin buluştuğu ölüm teması olmuştu. Müller'de de o çok fazla işleniyor. Elimizde Müller'den çevrilmiş bir kaynak var ve orada dünyamızda ölülerin çoğunluğundan ve onlarla diyalog halinde olmanın gerekliliğinden söz ediliyor. Onları geride bırakıp gidemeyiz, onlarla yaşamayı öğrenmeliyiz. Ölüm öndeki ekranda hep var. Arkada yaşamın süreçleri akıyor. Zaman zaman ölümü hatırlayarak kesintiye uğratılıyor. NK: Bu oyunun ortaya çıkma süreci bizim için özel bir durumu içeriyordu. İlk olarak bu kadar çok sayıda yeni insanla birlikte çalıştık. Ben de tam bunu sormak üzereydim. Bilsak'ın bir dili var ve bu yeni oyuncuların katılımı bir uyum sorunu yarattı mı ya da süreç bundan etkilendi mi? NK: İlk kez birlikte çalışıyoruz ve birden grubun görüntüsü değişti çünkü biz azınlıkta kaldık. Yani birbirini tanıyan insanlar azınlıktaydı, ilk kez birlikte çalışan insanlar çoğunluktaydı. Şu anda sekiz kişiyiz. Ayrı bir öğrenme süreci, birbirini tanıma , ortak bir sahne dili oluşturma süreci. Çünkü içlerinden hiçbiri bizim yaptığımız türden bir çalışmayı daha önce yapmamıştı. Zor bir süreç çünkü kuralları yok, var olmayan bir metni var ediyorsun. Evet bir metinden yararlanıyorsunuz ama onu değiştirmiyorsunuz bile , her sahneyi yeniden yazıyorsunuz. Bu zaten kendi içinde çok riskli bir çalışma. Bir de bunu yeni gördüğünüz insanlarla yapmaya çalışmak daha da riskli bir girişim. Çıkmayabilirdi, tamamlayamayabilirdik. CK: Haydi altından kalktık diyelim, seyirciden, seyircinin tepkisinden ürkebilirlerdi. NK: Bu biraz oldu ama her zaman karşılaşılabilecek bir durumdur. CK: Zor bir iş denedik. Başta çok az seyirciyle buluşabileceğimizi biliyorduk. Bilsak olarak kitlelerin peşinde olduğunuzu sanmıyorum. Az ama sizi takip eden bir seyirciniz var. Bu da bana çok doğru geliyor. Peki çoğalmanız ya da özellikle o oyuncuları aranıza almanızdaki ölçüt neydi? a cy pe NK: Cüneyt ve Tolga hariç. Bu şöyle bir çalışmadır, var mısınız diye sorduk, onlar da varız dediler. Ama yine de dedik ki bu birbirimizi tanımak için bir süreç olsun, şu bir iki ay birbirimizi deneyelim. Anlaşmazlığa da düşebilirdik ama hiç böyle bir şey olmadı. Neden bu metin, neden "Park Yapılmaz"? Ne söylemek istiyorsunuz? CK: Ad kullanmıyoruz, böyle bir kimlik ayrımımız da yok aslında. Belli sahnelerde o durumu taşıyan oyuncular var. (Bu noktada söz, çalışma süresi içinde yaşamın geri kalanıyla olan kopuşlarına geliverdi. Çalışma süreci boyunca kimseyle ilişki kuramamalannı 'Bir zaaf belki 'diye tanımlıyorlar. Kapanma dönemi. Oyun çıkmış olmasına rağmen sinema günlerini bile takip edememişler. Şimdi şimdi açılmaya başladıklarını söylüyorlar. Bunu anlıyorum.) şey söylemek kaygısıyla gerçekleşiyor bu. İçeri inmek öyle kolay bir girişim değil, çok fazla korunak, zırh ve duvarımız var. Çıkarabilip kullandığında seyirci karşısında şiirsel bir duyum buluyorsa, jestler, mizansenler falan değil önemli olan, oyuncunun söylemek istediği şeye doğru açılmış olan alttan beslediği o çıplaklığı ve istekliliği. Şu on yıllık birliktelik sonrasında geldiğimiz bir yer olduğunu hissediyoruz. Giderek dışta daha az ama içte daha yoğun ifade yollarına gereksinim duyuyoruz. Her şey bize fazla gelmeye başlıyor. Şöyle 'durup' oynayacağımız gün geliyor... CK: Arınma mı desek fazlalıklardan kurtulmak mı desek... Çok içe dönük bir çalışmadan çıktıysak şimdi de biraz dışa yönelik çalışalım dediğimiz de oluyor tabii... NK: Şahika'dan gelen arkadaşlarla şöyle bir uyum yakaladık. Gerçekten sahne üzerinde içlerinden gelmeyen hiçbir şeyi yapmamak gibi bir eğilimleri var. Bu çok güzel. pe cy NK: Kendimizi hayatla olan ilişkimizde ifade etmeye çalışıyoruz ve böyle ifade ediyoruz. Şimdi de bu oyun çünkü söylemek istediklerimizle çakışıyor. çalışmamızda kadının durumunu ne kadar kullanabileceğimizi tartıştık. Hayatın bize dayattığı yabancılaşmalar insan ilişkilerinin tümünü nasıl zedeliyorsa, kadın-erkek ilişkilerine de yansıdığı kadar kullanmaya karar verdik. Fakat çalışma içinde bu bir anda çok öne çıktı. Belki kadın oyuncuların çokluğundan ve bu sorunu kendileri için ön planda hissetmelerinden öyle oldu. a CK: Aslında çoğalmaya karar verdiğimizi önce kendimize söyledik. Çünkü bizde hep dışarıya duyulan bir korku var. Bizim için onlar hep dışardakiler. Dışarıya açılmak ne zaman olacaktı? İşte bu sene oluverdi. Şahika Tekand'ın anlayışı bize çok uyuyor.Yeni arkadaşların çoğu da ordan zaten. CK: Çok esrik bir yapısı var bu oyunun. Alıp istediğimiz kadar açabiliyoruz, çıkarıp ekleyebiliyoruz. NK: Bir arada kalma durumu. Düşünceyi eyleme dönüştürüp dönüştürememe durumu. Bizim birey olarak karşı karşıya kaldığımız bir durum. Topluma yayılsın yayılmasın en azından bu tiyatronun insanları için geçerli ve bu, bize, üzerinde çalışılması gerekli bir durum gibi geldi. Hayattaki eşikler. Önemli bir karar verme ânı. Bir tehlike karşısındaki tavrım ne? Geri mi çekilirim? Hayat ve fiziksel olarak ölüm gibi çok uçta iki durum olabildiği gibi bir insan ilişkisini bitirme, içinde bulunan bir yapıdan çıkma, oradaki ölüm gibi de ele alınabilir. Müller'in metninde şöyle bir şey var: Hamlet ve Ophelia'yı karşı karşıya koyuyor ve kararını Ophelia'dan yana veriyor. Onun Ophelia'sı Hamlet'ten daha etkin. Bir feminist. 'Esaretinin aletlerini parçalıyor'. Kendi 46 Sizin kendinize ait şiirsel ama şiirin yeni anlamlarıyla bütünleşen gerçek bir sahne diliniz var, yani ben böyle görüyorum. Bunu bilinçle mi yaratıyorsunuz? "Park Yapılmaz" yeni bir şiir mi acaba ? CK: Evet bence bu doğru ve yeni çalışmamızda da sahnelerin böyle şiirsel bir tadı var. Gerçi biz böyle bir şeyin peşinde değiliz ama alt metinleri çok kullanıyoruz. Bölümler oralardan çıkıyor. NK: Ceysu' nun alt metin dediği, çok çok önemli. Çünkü alt metin insanın kendisine ait en yakın olanı kullanmasıyla yüzeye çıkıyor. Derin olanı yani ruhu katması gerek. Ona yönelik çalışmaların olması gerekir. Çok basit bir egzersizden doğru dolumlarla bir sahne çıkarttığımız çok oldu bu çalışmada. NK: Kendine ait çok önemli bir CK: Bedenlerini çok iyi kullanıyorlar. Gereksinimleri doğrultusunda yeterince hareket ediyorlar, bu ihtiyaç yoksa bir şey yapmıyorlar. Bu bizim tiyatro ortamımızda önemli bir ayrıcalık. Mekân çok belirliyor, küçük yerlerde çalışmaya alışkın oyuncularız. Bu büyük oyunlara ihtiyaç duymamanızı sağlıyor. Joyport'u seçmeniz neden ? CK: Artık bize olanaklar sunan geniş bir sahne istiyoruz. Derinlikleri olsun, kaçış yerleri olsun arayışındayız. Mekân o anki 'anlamı' ya da 'yokluğunu', zaman-mekân değişimlerini fark ettirebilecek bir genişlikte ve derinlikte olmalı. O an kurulan resmi, seyirci kendisi de tamamlayabilmen. Zamanı nasıl kullandınız, kullanıyorsunuz? CK: Oyunun çalışma süreci seyirci karşısına çıktıktan sonra da devam ediyor. Dört kez oynadık şimdiye dek ve ilk oyun bir saat elli dakikaydı. İkinci oyun bir saat beş dakika oldu. Üçüncü, bir saat yirmi dakika ve son oyun... Bunun sonu yok! Oyuncular perişan oldu. "Madem bu bölümler çıkacaktı , neden bu kadar çalıştık" gibi sorular geldi. NK: Bugün ne oynayacağımı bilmek istiyorum, isyanı yaşandı ve çok haklı bir panikti bu... Akan bir metin yok ki, sahneler var. Siz bunları montajladınız... CK: Evet, montaj... Sinemada olduğu gibi. Zamanı farklı düzlemlerde kullandık. Diyelim arkada çok yavaşlatılmış bir kare varken önde gündelik şu an var. Bu, oyuncunun kendi bedeninin zamanını, olanaklarını da başka türlü çalışmaya yönelttiği bir çabayı gerektiriyor. NK: Bunun bir oyun olup olmadığını biz ilk kez seyirci karşısında gördük ve bir saat elli dakikalık sonuç karşısında biz bile bunun ne kadar oyun olduğu konusunda kendimize sorular sorduk ve izleyeni daha az yoracak bir yol aradık. NK: Sinema yöntemi kullanmak istedik. Plan plan, yakın plan , geniş plan gibi. Fakat teknik buna pek izin vermedi. CK: Ama şunu kullandık... Bir ânı, bir durumu önceden verip sonra onu tekrar etmek veya nereye bağlanacağını sonradan göstermek, yerleriyle oynamak, kaydırmak. Demek siz birtakım kesitler veriyorsunuz seyirci kendi legosunu kendi tamamlıyor ? NK: Umuyoruz LİMON YAZILARI Baydur Gülmek Ciddi Bir İştir Voltaire bir yazısında, Moliere'in Amfitriyon adlı oyununu on bir yaşındayken okuduğunu ve gülmekten yerlere yattığını anlatır. Abartmıyorum, bu ünlü düşünür adı geçen oyunu okurken gülmekten koltuğundan düştüğünü söylüyor. Mitolojik tanrıların tanrısı Jüpiter ile yardımcı tanrısı Merkür, dünyalı bir generalin ve uşağının kimliğine ve kılığına bürünüp yeryüzüne iniyorlar. Jüpiter'in derdi, generalin karısının yatağına girmek. Oyunu bu iki satırla özetlemek mümkün ama yazarımız Moliere ise mümkün değildir bu... Yukarıda iki satırda özetlediğim "meseleyi" sahnede son derece gülünç, şiirsel, akıl dolu bir dil ile anlatırken, bambaşka konulara, sorunlara yelken açar Moliere. Kimlik, çifte kimlik, kişilik yarılması üstüne bir oyun olduğu söylenebilir Amfitriyon'un. İktidar, güç, mevkii sahibi insanların ya da tanrıların yozlaşması üstüne bir oyun olduğu da söylenebilir. Efendi - Uşak ilişkilerine dalga geçerek ve eleştirel gözle bakan bir oyun olduğu da... Cinsel, sosyal, psikolojik, siyasal ve dinsel birçok sorunun üstüne gittiği de söylenebilir. Bu tanımların hepsi doğru olacaktır üstelik. Moliere bütün bunları şiirden ve komediden ve akıldan bir an olsun uzak düşmeden, inanılmaz bir ustalıkla kaleme almıştır. İktidar ve mevkii önemli bir eksenidir bu oyunun ama temel mesele 'Kimlik'tir. Öyle ya, general de olsanız uşak da, karşınızda canlı, soluk alıp veren ve tıpatıp size benzeyen ve sizin kimliğinize bürünmüş bir "başkası" varsa... kimlik, ister istemez bir sorun haline gelecektir. Oyunda gerçek anlamda "olumlu" bir kişilik aramamız gerekirse bunu Amfitriyon'un, Zeus ya da Jüpiter tarafından aldatılan karısı Alkmena'da bulabiliriz. Bütün karakterlerin aldatan ya da aldanan, kurnaz ya da şaşkın, kullanan ve kullanılan olduğu bir oyunda Aikmena (Kral Lear'ın Cordelia'sı gibi) gerçek aşkın, bencil olmayan aşkın mümkün olduğunu kanıtlayan bir güzel kahramandır. pe cy a Memet İşin ilginç yanı, Moliere, Alkmena'yı yalnızca üç sahnede çıkarır ortaya ve üçüncü perdenin tamamında sahneye çıkarmaz. Son sahnede Aikmena ortalıkta gözükmediği gibi, kocası General Amfitriyon da ağzını açıp tek kelime olsun etmez. Ortalık tanrılarla uşaklara kalmıştır. Öte yandan tanrıların tanrısı Jüpiter'in durumu da pek parlak değildir doğrusu. Jüpiter'in Amfitriyon'u kıskandığını görürüz ve bu kıskançlık, yaptığı her şeye rağmen dinmemiştir. Aikmena onunla yalnızca, onu Amfitriyon zannettiği için yatmıştır. Yoksa Jüpiter'i adam yerine koyduğu filan yoktur. Tanrıların tanrısı bu ağır durumu kabullenmek zorunda kalır. Oyun, "mutlu sonlarla" dalga geçen bir mutlu sonla biter. Akıllı seyircinin ağzında ve aklında acımsı, kekre bir tad kalmıştır nedense. Hem olağanüstü komik (Voltaire'i yere yatıracak kadar komik) bir oyundur bu, hem de son derece akılcı soruları akide şekeri gibi sunan ve bu şekeri yedikten sonra seyircisinin yüzüne merakla bakan bir oyun. Şimdi... kimi tiyatrocularımız Amfitriyon'u keşfetseler diyorum, orasını burasını değiştirip onu "çağımıza taşısalar", Moliere'in bu başyapıtını feminist, sosyal gerçekçi, hatta "Ortaoyunu", "Grotovski" ve "Brecht" eleklerinden eleyip süzerek ve Moliere'in yazdıklarıyla yetinmeyip oyunun orasına burasına bir iki sayfa da kendi yazdıklarını ve yorumlar ekleyerek sahneleseler diyorum, fena mı olur? Oyunu Fransızca'dan İngilizce'ye çeviren büyük usta Richard Wilbur'un kitaba yazdığı sonsözden yararlandım bu yazıyı yazarken. Sözcüklerin, hecelerin, giderek harflerin üstüne titreyen ve Moliere'i sevip sayan bir insanın olağanüstü bir ürünü bu çeviri. Moliere'i gülerek ciddiye almak gerekiyor. Çünkü gülmek ciddi bir iştir 47 9. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ Tiyatrosu. Antalya'daki ilk oyunumuz oldukça uzun bir zamanda çıkartığımız "Moskova Petruşki"ydi. Şimdi de İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'ne kabul edilen projeler arasında Bochert'ten benim oyunlaştırdığım "O Salı" var sırada. Tiyatromuz daha büyük bir yapının içinde kendini sorguluyor. O büyük yapı İstanbul'da Zarifi'de, Beyoğlu'nda... Yani bu kez a Payidar Tüfekçioğlu, Mine Tüfekçioğlu ve benden oluşuyordu . Tiyatronun oluşum aşamasında bir otopark bulduk. Aslında böyle bir işe girişmek düşüncesi de o otoparkla birlikte gelişti. Bizim tam olarak netleştiremediğimiz düşüncelerimiz o mekânda kendi adını, kendi dilini buluverdi. Mekanın adresi Antalya'nın Beşinci Sokağı'ydı. İşte böyle kelime pe cy 9. İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'ne proje kapsamında kabul edilen çalışmaların arasında bulunan "O Salı" Antalya Beşinci Sokak ekibinin hem festival bünyesinde hem tiyatro geçmişlerinde ikinci çalışması. Geçtiğimiz yıl Rus yazar Yerofeev'in romanından sahneye uyarlanan "MoskovaPetuşki" adlı tek kişilik bir sahne çalışması yapan grup bu yıl yine bir uyarlamayla çıkıyor karşımaza. İstanbul Devlet Tiyatroları'nca geçtiğimiz yıllarda sergilenen "Kapıların Dışında" oyunuyla ülkemizde seyirciyle tanışan Alman yazar Wofgang Borchert'in savaş yazılarından oluşan "Bu Salı", "O Salı" olarak, farklı bir biçimde farklı bir mekânda sahnelenecek. Borchert, Nasyonel Sosyalizme karşı yazdığı yazılar nedeniyle savaşın içinde özgürlüğü daha da kısıtlanarak çeşitli kereler hapse girip çıkmış, düşünmenin bedelini pahalıya ödemişti. Mustafa Avkıran konuşmamızda neden Borhert ve neden savaş teması sorularının yanıtını verdi. 5. Sokak, İzleyiciyi Beyoğlu'nda "O Salı"yla Buluşturuyor. Öykülerle Yaşayan Bir Grup... Ilgın Sönmez Antalya Beşinci Sokak'ın yapısından söz edebilir misiniz? Kendinizi nasıl bir yerde tanımlıyorsunuz? Beşinci Sokak Antalya'da yaşayan dört, İstanbul'da yaşayan iki kişinin katılımıyla oluştu. Bu ekip Övül Avkıran, Bülent Erkmen, Naz Erayda, oyunlarıyla çıktı, tiyatromuz bir sokak tiyatrosuna dönüştü. Aykut Köksal'ın çağdaş tiyatroyla ilgili bir yazısı vardı. Sizde yayımlanmıştı sanıyorum. Bizim manifestomuzu o yazı oluşturdu diyebilirim. Yani her sokakta her an karşınıza çıkabilecek, bir zorunluluk halini araştıran, yani her adımda tiyatroyu sorgulayan bir tiyatro, Beşinci Sokak başka bir sokaktaki buluşmayla sorguluyoruz kendimizi. Her kentte her sokakta karşınıza çıkabiliriz. Neden Beyoğlu Zarifi? Üzerinde çok konuşulabilecek bir konu bu... Ve tabii bir özensizlik, her yerde olabilir türden bir alâlâdelik durumu değil bu söylediğim. Tam tersi tiyatronun özünden söz ediyoruz... Tiyatronun sergilenme anlayışının yeniden sorgulanmasından söz ediyoruz. Parkta da olabilir, Kumpanya'nın sahnesinde de olabilir ama biz 'Zarifi' yi seçtik çünkü oyunla, metinle, oyuncuyla, mekânla ilişkimizi orada sorguluyoruz. Antalya ve Eskişehir'de mekânlarımızı bulduğumuz için oralarda da oyunu devam ettirmeyi düşünüyoruz. Tabii her mekânda oyun yeniden sahnelenecek. Oraya gidip aynı mizansen, aynı anlayış ve aynı yapıda bir oynayış değil. Hepsi, bir yeniden üretimi getirecek beraberinde. Antalya'da üstlenmenizin yani İstanbul'u bırakıp gitmenizin, bu yeni kentin size katkısını öğrenmek isterim? (Bu arada M.Avkıran'ın zaten Antalyalı olduğunu öğrendim.) Bizim Antalya'ya gidişimiz bilinçli bir gidişti. Antalya Devlet Tiyatrosu'nu kurmak için gittik ve bu yapı oluştu, seyircisini buldu. Biz de hâlâ o yol içinde varız. Beşinci Sokak ise yıllardır kendimize sorduğumuz soruların yanıtını aradığımız, bulduğumuz bir yer. Antalya bize bu özgürlüğü verdi. Bu oyunun oluşum sürecini -ki ben buna prova demek istemiyorum ve o kelimeyi kullanmamaya çalışıyorum- İstanbul'da yaşamak çok keyifli ama çok zor. Antalya'da bu süreç çok daha sağlıklı gelişiyor. İstanbul'un kaotik yapısı çok işimize yarıyor ancak aynı zamanda çok ciddi konsantrasyon sorunlarını da beraberinde getiriyor hepimiz için. Bu kent çok yorucu. Antalya'nın bir de çok özel bir yanı var, Akdeniz kültürünün, uygarlığının ortaya çıktğı bir yer. Bu toprakların üzerinde olmak çok heyecan verici. Dionizyak bir yer diyebiliriz. Arkanızda sizi hep üretmeye, hep esrik olmaya zorlayan bir itici güç var. her dakikası yeni. Bize yüklenmiş olan kodlarla savaşıyoruz. Tiyatroda ses, söz, vücut, duruş,dekor, kostüm, ışık konuşulurken Bochert'in metninin bize söylediği çok önemli bir şey var. Bir üst başlık olacaksa o olmalı diye düşünüyorum. Savaşı savaş gibi, aşkı aşk gibi, çiçeği çiçek gibi söylemek. Bu bizim buluşma noktamızdır. Alegori yapacaksam onu da göstererek, seyircinin anlayacağı bir iş yapmak istiyorum. pe cy a Yani? Borchert'e sizi çeken neydi? "O Salı" benim çok fazla yanıma karşılık veriyor. '80'li yıllarda okuduğum bir yazar Borchert ve '90'lı yılların başında bunun bende karşılığı var. Kamuran Şipal'in "Bu Salı" olarak çevirdiği öykü kitabından yola çıkarak kurduğum, üzerinde düşündüğüm ancak sonra bir kenara koyduğum bir karşılık bu. Sonra '90'lı yıllarda savaş o kadar çok konuşuldu ki kitap hep başucumda kaldı. Fakat garip bir zamanlamayla bugüne denk geldi. Sekiz ay önce askerliğimi yapmaya gittim, Mart ayında döndüm. Sonra savaş sanatının bizzat içinden geliyorum. Daha net söylemek gerekirse '90'ların başında düşündüklerimi '90'ların sonuna doğru başka şekillerde sorgulamaya başladım. Artık o büyük savaşlar yerine kendimizle başlayan ve çevremize doğru yayılan savaş beni yoğurmaya ve ilgilendirmeye başladı. Dünyada büyük bir savaş var ve tüm dengeler o savaş üzerine kurulu. Savaşı yok etmenin, savaşa hayır demenin çok ütopik bir şey olduğunu düşünmeye başladım. Ülke ekonomilerinin büyük bölümü savaş için ayrılıyor. Savaşa hayır, ekonomiye hayır demek oluyor. Savaşa evet demek belki gerçek karşı duruş artık. Karışık bir durum. Her şeyimiz savaşla karşılık buluyor ve bunu araştırırken de yanı başımızda olan savaşları gözardı etmemek gerekiyor. Bizim bu oyunda ilgilendiğimiz direk kendimizden başlayan ve büyüyen, helozonik bir yapıyla genişleyen bir araştırma. Sizin çalışmalarınızda yakın geçmişten bugüne bir bütünlük olduğu söylenebilir. Birtakım düzenlemelerden çok, oyuncunun ve sözün üzerine gidiyorsunuz. Bir yalınlığın içinde insanla zenginleşen bir yapı. Şimdi ne olacak? Bu çalışmada da yaptığımız, tüm çalışmalarda da uzun zamandır seyirci ve oyuncu ilişkisi, oyuncunun ve seyircinin tiyatroda varoluşuyla ilgili cok ciddi sorunlarım var. Çözmek için uğraşıyorum. Tabii ki burda çok ciddi bir oyunculuk araştırması var. Geçen çalışmada tek bir oyuncu vardı ve onun olanakları ile çalışmıştık. Şimdi yedi oyuncuyla karşı karşıyayız ve bunların kendileriyle ve yedisinin birbirleriyle çarpışmalarından dehşetli bir kombinasyon çıkıyor ortaya. Seyirciyle olan karşılaşmaya geniş olanaklar sunuyor. Seyirci ilişkisinde de bambaşka araştırmalar içindeyiz. Çok ilginç tabii ama yaptığımız yine aynı şey çünkü sonunda burada da tiyatro metni ve o metnin oyuncuyla buluşması, oyuncunun seyirciyle buluşması arasındaki çizgide dolanıyoruz. Bu yeni bir şey değil ama bizim için çok yeni, Bu tiyatroda, bu çalışmada oyuncu ve seyirci çok önemli . Onun dışındaki tüm malzeme araç. dekor diye bir şey yok zaten. Sahnede bir iş var o çalışılıyor.Organik bir yapı kuruluyor. İlginç bir çalışma. İlginç bir şey yapayım diye yola çıkılan bir iş değil tabii. Bizdeki dekorun karşılığı neyse dekorumuz o. Yöneten olarak "OSalı" nın neresin desiniz ?Ne kadarındasınız? Bilmiyorum, onu izleyen saptayacak ama ben her an varım. Az önce söylediğim dekorla ilgili sözde bir yanlış anlaşma olabilir. Benim ilk yönetmenlik denemem "Küçük Prens" ti. Ve Naz Erayda ile çalışmıştık. Hâlâ onunlayım. Bugün dekoru kostümü anlamışsam ya da ne anlamışsam bu Naz Erayda ile karşılık buluyor. Onsuz böyle düşünemezdim ve bu birbirimiz tamamladığımız anlamına geliyor. Birbirimizi üretiyoruz. Biz bir grubuz. Ben işin bir yerinde yani her yerindeyim. Hepimiz her yerindeyiz. "O Salı" çok yeni bir oyun, aslında hiç yeni olmayan. İzleyenlerin garip bir şekilde eğleneceklerini ve şaşıracaklarını düşünüyorum . Ben şu aralar ondan başka bir şey koklayamıyorum 49 BAKIŞ ŞEHİR TİYATROLARINDA BİR ŞENLİK Nihal Kuyumcu İBŞT'nda 23-28 Nisan tarihleri arasında bir şenlik vardı. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle bu yıl on üçüncüsü düzenlenen şenlik, zaman zaman sahnelerden fuayeye ve oradan da parklara taştı. Etkinlikler çocuklar ve yetişkinler tarafından yoğun bir ilgiyle karşılandı. pe cy a Şenlik sayesinde belki de birçok çocuk, ilk kez tiyatro ile tanıştı. Fatih Reşat Nuri sahnesinde sokakta trafik tıkanıklığında kâğıt mendil satan, araba camları silen çocukları gördük. Oyunların parasız olduğunu duyunca soluğu orada almışlardı. Meyve suyu alırken büfedeki görevliye "hayırlı işler ağabey" diyen 6-7 yaşlarında bir çocuğun kullandığı bu sözcükler onun da bu konuda hayli deneyimli olduğunu gösteriyordu. Üstleri başları perişan, kirli ama gözlerinin içi gülen bu çocuklar arada bir burunlarını çekerek neşe ile birbirlerini dürtüyorlar, sahnede olanları birbirlerine gösteriyorlardı. Belki de şenliğin en etkili görüntüsünü oluşturan bu çocukların bu anları yaşamış olması bile bu şenlikle ilgili olumlu şeyler düşünmek, teşvik etmek için yeterli. Okulların, Çocuk Esirgeme Kurumu yurtlarının ayakta duracak yer kalmamacasına salonları doldurduğunu görünce "neden bu ilgi sadece senede bir hafta?" diye ister istemez kendi kendimize soruyoruz. Yıl boyunca her hafta böylesi yoğun bir talep olsa belki şehir tiyatroları hafta içinde de oyunlar sergiler daha çok çocuğun oyunlarla buluşmasını sağlayabilir. Habitat parkından gösteriler ise bir başka alemdi. Hava durumu nedeniyle bir tek pazar günü öğleden sonra sergilenebilen çocuk oyunu diğer 50 etkinlikler gibi büyük ilgi topladı. Çocuğunu alıp parka gezmeğe gelen elindeki tığ işiyle, örgüsüyle kadınlar en az çocukları kadar oyunu izlemeye hevesliydiler. Etkinliklerde Çocuk Tiyatrosu gösterilerinin yanı sıra, fuayede bekleyen anne babalara çocuk sorunlarıyla ilgili uzman doktorların yaptığı "Doktor-Veli fuaye sohbetleri", Çocuk tiyatrosunun dünü bugünü ve yarını üzerine söyleşi, konserler ve bale gösterisi de yer aldı. Kısacası şenlik düzenleyiciler çocukları düşündükleri kadar anne babaları da düşünmüştü. Şehir tiyatroları tiyatro mevsimi içinde sergilediği oyunlara bir yenisini şenlik sırasında ekledi. "Ne Hepsi, Ne Hiçbiri". Her zamanki gibi oyunla ilgili bir tanıtım kitapçığını, hadi ondan vazgeçtik küçük bir broşürü bile çok gördükleri için oyun yazarının, sahneye koyanın kimler olduğu ve oyuncularla ilgili bilgiler seyircilere ulaşamadı. Kostüm ve dekorun özenle hazırlandığı, oyuncuların çocukları ciddiye alarak sunduğu oyun, önümüzdeki kış boyunca çocuklarla buluşabilecek. Bu şenlikte birçok şeyin çocuklara göre ayarlandığını gördük. Örneğin fuayeye konan boya ve kâğıtlarla isteyenlerin resim yapabilmeleri, özel giysili ablaların, ağabeylerin çocuklarla oyun öncesi sohbet etmeleri, onlarla oyunlar oynamaları yine fuayede (Muhsin Ertuğrul sahnesinde) renkli minderler ve taburelerle onların oturabileceği cy a sergilediği "Yedi Köyün Yargıcı", Pınar Çocuk Tiyatrosu'nun "Su Damlası ve Çocuk", Tiyatro Oyunevi'nin "Hayvan Mayvan", "Külkedisi" ile "Karlar Kraliçesi"ni sergileyen Biloy Çocuk Tiyatrosu ile Tacettin Diker'in "Karagöz Hacivat" gölge oyunu gösterileri, katılan diğer oyun ve konuk topluluklardı. pe mekânlar yaratılması çok hoş ayrıntılardı. Ama bir şey gözden kaçırılmıştı, anonslar. Şehir Tiyatroları tüm oyunlarında (çocuk-yetişkin) oyun başlamadan 15 dakika öncesinde uyarı anonslarına başlıyor ve son anonsta saat vb alarmların kapatılmasını istiyor. Acaba çocuk oyunları öncesinde özel olarak çocuklara yönelik daha sıcak, daha içten bir şeyler söylenemez mi? Onların da bir seyirci olarak değerleri olduğu hissettirilemez mi? Şenlikte Şehir Tiyatroları oyun ve oyuncularının yanı sıra konuk tiyatro toplulukları da vardı. İkisi canlı, ikisi sepetlerden oluşan dört kişilik oyunu "Uçtu Uçtu Öykü Uçtu" ile Ankara'dan Tiyatro Tempo, Antalya Büyük Şehir Belediyesi Tiyatrosu'nun sunduğu kuklaları, ilginç devesi ve bir bez parçasının çok işlevsel olarak kullanıldığı "Alaaddin'in Sihirli Lambası" küçük salonlara göre oluşturulmuş büyük salonda oynamanın sıkıntısını yaşayan ama yine de çocuklarla buluşan topluluklardı. Canlı, hareketli, davullu zurnalı, seyredenleri hemen içine alan ve bir park için ancak bu kadar uygun olabilir dediğimiz Bursa Kültür Vakfı'nın Fuaye etkinlikleri içinde "Barış Manço"nun "Volkan Ziya-Erkan"ın çocuklarla yaptığı eğlenceli, keyifli söyleşiler, "Yasemin-Çiğdem"in hep birlikte müzik eşliğinde yaptığı hareketler basit, iddasız ama çocukların zevkle katıldığı etkinliklerdi. Çok fazla şey istemeyen ama büyük coşkular yaratan bu programların, tiyatronun, çocuklar için ciddi diyebileceğimiz tiyatro binalarının çocukla bütünleşmesinde, çocuklar için özel bir anlam kazanmasında ve onların bire bir yaşadıkları canlı sıcacık mekânlar haline gelmesinde önemli rol oynadığı bir gerçek. Keşke tüm çocuk oyunları öncesinde çocukları oyun izlemeye hazırlayan böylesi etkinlikler olabilse. Yarını" üzerine yapılan söyleşi beklenmedik biçimde iki yüze yakın ilköğretim okulu öğrencisinin karşısında geçti. Konuşmacılar, onların sabırlarını taşırma korkusu içinde anlatmak istedikleri birçok konuyu kısa kesmek zorunda kaldılar. Çünkü; hiç kimse gözünün önünde sıkıntıdan yerinde duramayan, öğretmenlerinin korkusuyla orada oturmak ve kendini doğrudan çok ilgilendirmeyen bir konuyu dinlemek zorunda bırakılan çocuklara daha fazla haksızlık etmek istemez. Son olarak İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarının bu şenliğini daha uzun yıllar yaşamayı diliyoruz. Ama senede bir hafta değil bütün yıl boyunca nitelikli oyunlarla, İstanbul'da ve hatta Türkiye'nin her yerinde parklarda, meydanlarda, kahvelerde şehir merkezlerinde ve varoşlarında tiyatroyla buluşmamış bir tek çocuk bir tek yetişkin kalmayıncaya dek. İnanıyoruz ki, ancak o zaman ülkemiz içinde bulunduğu kısır döngüden, düzeysiz tartışmalardan kurtulacak "Çocuk Tiyatrosunun Dünü, Bugünü ve 51 ELEŞTİRİ Handan Salta "GETTO" Zamanı, çevreyi ve kendisini algılayışı bakımından insanlığı yeni bir bakış açısıyla baş başa bırakan yirminci yüzyıl, aynı zamanda bu algılayışın sürekli bir değişim içinde olmasının da koşullarını yaratarak üzerinde durulan değerleri sarstı. Akıl almaz kavramların yine akıl dışı dizgeler içinde olumlanması da böylece mümkün oldu. Tıpkı doğadaki diğer varlıklar gibi hayatta kalma savaşımı veren insanlık, diğer varlıklardan farklı olarak bir de ayakta kalma savaşımını sürdürebilmek için yeni yollar aramaya pe cy a başladı. Hayatta kalmayı başarmış görünüyoruz. Peki ya ayakta kalabiliyor muyuz? Bu soruyu İsrailli yazar Joshua Sobol şöyle yanıtlıyor: "Gaz odaları ve milyonlarca insanın kitle halinde yok edilişini biliyoruz, ama Nazilerin ruhlarımızı nasıl yaraladıkları sorusunun ardına düştük mü hiç? Kendimizi, vicdanı felce uğrayan, korkunç bir duruma düşen ve 'hayata karşı hayat' diye pazarlığa zorlanınca bağrına taş basarak isteneni yerine getiren Wilna Gettosunun Yahudi Şefi Gens'in yerine koyduk mu?" Sobol böyle bir durumda neye karşı uyanık olmak gerektiğini ortaya koyuyor: "Nazilerin ruhlarımıza ve vicdanlarımıza neler yaptıklarını kavrayabilmek için bu dehşeti, bu korkuyu kabul etmeli, benimsemeliyiz, insanlara bulaştırmak istedikleri bu belayla gerçekten savaşmak istiyorsak. Milyonlarca insanın ölümü uzun süre saklı kalamaz, ne var ki ruha uygulanan zorbalığın etkisi yıllar, on yıllar sürer." Sobol'un oyunu "Getto"nun ana izleğinin insanlığın ayakta ve hayatta kalmak için nelerden vazgeçebilecekleri, kayıplar ya da kazançların neler olabileceğinin düşünülmesi olduğunu söylemekle oyunu tek bir bakış açısına indirgemiş olmayız. Çünkü bu temel izlek, birçok yan soruyu da beraberinde getirerek yanıtlar arıyor. Oyun, Nazizmin kurbanları Yahudilerin toplandığı gettoda geçiyor. Getto sakinleri sıkışmışlık, hapsedilmişlik durumunun getirdiği baskıyla farklı arayışlar içinde karşımıza çıkıyorlar. Getto şefi Gens, SS subayı Kittel'in buyruklarını yerine getirmek zorunluluğuyla 52 gettodakilerin ölüme gitmelerini engellemek isteği arasında sıkışmış durumdadır. "Almanların istediği, yalnızca bizim bedenlerimizi yok etmek değil. Ruhlarımızı da yok etmek istiyorlar... Onlara karşı savaşımız bir akıl savaşı olmak zorundadır." düşüncesinden yola çıkan Gens, Sobol'un işaret ettiği tehlikeli noktaya gelip şöyle bir söylem içine girer: "Benim için önemli olan bir tek şey var: Yahudi onuru değil, Yahudi kanı... Almanlar benden bin Yahudi isteseler veririm. Zira biz bunu gönüllü yapmazsak, Almanlar gelip zorla alırlar." Getto'nun doktorlarından Weiner de elindeki ilaçları uzun zaman kullanabilmek için yaşlı ve umutsuz durumdaki hastalarını ölüme terk etme niyetini taşımakla birlikte, böyle bir sorumluluğu tek başına üstlenmek istemez. Görevinin gereklerini eksiksiz yerine getiren SS subayı Kittel, Nazizm ideolojisiyle "sanat aşkını" aynı zamanda içinde taşımakla oyunun en büyük ikilemini, ikiyüzlülüğünü ortaya koyar. Getto halkının oynadığı oyunun dışında asıl oyun Kittel'in getto sakinlerine oynadığıdır. Ayrıca bu oyun tıpkı Nazilerin Yahudilerin ruhunu yok etmek çabası gibi bir işlev görür. Beklentileri boşa çıkar, neye güvenecekleri, nasıl bir tavır almaları sürekli değiştikçe çıldırtıcı bir gidiş gelişler içinde bulurlar kendilerini. Büyük oyun olarak adlandırılabilecek "Getto"yla oyunun iç içe geçmiş kurguları sürekli bir yabancılaşma duygusu yaşatarak izleyiciyi sürekli olarak bu gel gitlerin içine çeker. Oyun kişilerinin çelişkili yaşamları ile Getto sakinlerinin Gens'in isteği üzerine kurulan tiyatroda sergiledikleri oyun izleyicinin bu izlenimine paralellik gösterir. Oyunda Kittel'in başlattığı oyun oynama olgusu diğer karakterlere de sirayet ederek tüm yaşamın oyunmuş gibi algılanmasına neden oluyor. Dikimevi Müdürü Weisskopf zengin olma hırsıyla oyuncunun aynı zamanda Dr. Paul rolünü de oynaması; ancak bu iki rolü birbirinden kesin çizgilerle ayırmaması Dr. Paul'ün de Kittel'in oyunlarından biri olup olmadığı sorusunu yanıtsız bırakıyor. pe cy a gettodaki diğer Yahudilere oyun oynar. Almanlarla işbirliği yaparak dikimevinde çalışan Yahudilerin sırtından zengin olur. Gens'in Almanlara oynadığını sandığı oyun ise aslında kendisine oynanan oyunu görememenin sonucudur. İstenilen sayıda Yahudiyi yok etmekle Almanları bu işten uzak tutacağını sanan Gens, Almanların oyununa geldiğinin farkında bile değildir. Oyunda kendisi dışındaki güçlerden bağımsız ve gerçek oyunu oynayan tek kişi kuklacı Srulik. Ayakta kalmak için sanatı seçen Srulik, sivri dilini Kittel'den bile esirgemeyen, kendisini koruyabilen bir karakter. Kittel'in "sanat sevgisi" ile Srulik'in sanata yaklaşımı karşı karşıya getiriliyor. Yaşamla bağlarını koparmayan bir sanat da Srulik kişiliğinde olumlanıyor. Yalnızca hayatta değil aynı zamanda ayakta kalmanın da savaşımı veren iki kişiden biri Srulik ise diğeri de Kruk. Kruk, ne Kittel'in ne de gettonun oyununda yer almayarak kendisini ve onurunu, özsaygısını korumaya çalışıyor. Kruk'dan geriye kalansa bir gün birilerinin okuyacağı umuduyla tuttuğu günlükleri. İç içe geçmiş oyun-gerçek duygusu Kittel (Bülent Yarar) ve Srulik (Devrim Nas)'in oyunculuklarıyla izleyiciye kolaylıkla geçiyor. Özellikle kukla-Srulik ilişkisi "oyun" izleğini sonuna kadar sürdüren ve kukla -Srulik arasındaki çekişmeyi öne çıkaran yapısıyla dikkat çekiyor. Oysa Kruk ve Gens'in oyunculuğunda bu karakterlerin yaşadığı gel-gitler sanki getto oyununun bir parçasıymış gibi yansıtılıyor, iki yaşamın ya da iki oyunun birbirine karıştığı yoğunluğu hissedemiyoruz. Kittel rolünü oynayan "Getto"daki oyuncu topluluğunda rol alanların iyi şarkı söylememeleri hoş görülebilirse de, Sobol'un oyunu "Getto"dakilerin şarkı söyleyememelerini hoş göremiyoruz, üstelik metinde ve sahnede bu oyunculardan birinin kampa gelmeden önce şarkıcılık yaptığı bilgisi verildiğinde bu durum rahatsız edici, usandırıcı bir hal alıyor. Oyunun ilk perdesinde sahnedeki hızlı tempo getto sakinlerinin başına gelen bu baş döndürücü ve belirsizliklerle dolu yaşamı yansıtmakta oldukça başarılı ve izleyicinin de benzer bir belirsizlik duygusu yaşamasına yardımcı oluyor. Ancak ilk perdedeki bu hareket ikinci perdede yavaşlıyor, temponun düşüşü Kruk'un sosyalist söyleminin altının çizildiği (kırmızı kocaman bir perdeyle tüm sahnenin kapatılarak ışık oyunlarıyla "kızıl" bir tiyatro gösterisinin temsil edilmesi), şenlik sahnesinin sinematografik bir dille aktarıldığı (ayrıntılar üzerinde kısa anlar boyunca durarak bir başka sahneye dikkat çekmek gibi yumuşak geçişlerin kullanılması) ve sahnenin arkaya doğru uzayan tarafının derinlik vermede kullanıldığı birkaç hoş sahne dışında kendisini belirgin bir şekilde hissettiriyor. Dekorun bir gettoyu mu yoksa bir eskici yığınını mı anımsatması istenmiş, pek anlaşılamıyor. Birtakım eski püskü eşyaların sefillik olarak kullanılması kolaycı bir yol gibi görünüyor. Yaratıcı bir tasarımla dekor çok daha işlevsel ve estetik kılınabilir, oyun içinde oyun izlediğini de daha belirginleştirebilirdi. Işığın zaman zaman oyuncuları izlemekte yavaş kaldığı görülse de hem bir biçimi oluşturması hem de tasarım olarak oyunda kendisini var etmesi dikkate değer. Müzikler de belki iyi icra edildiğinde anlamlı bir bütün ve ifade oluşturabilecekken şarkı söyleyememe engeline takılıyorlar. Sözün bittiğinin düşünüldüğü, artık akıl dışı olayların, olguların yaşamın ayrılmaz parçası haline geldiği bir dönemde ve coğrafyada vahşeti, şiddeti, insanın ayakta kalma çabasını "anlatan" ama haykırmayan bir oyunla karşılaşıyoruz. İzleyicinin yoğun ilgisi ve alkışları hâlâ sözün etkisini yitirmediği ve öykülerin geçerliliğini koruduğunu gösteriyor. Deneyimlerimizden bildiğimiz bu vahşetin üzerinde düşünmeyi sağlayan "Getto" Nazi Almanyası ya da Faşizm üzerine yapılmış filmlerin ya da oyunların çoğunun yaptığı gibi taraflar arasında geçen bir çatışmaya dayanmaksızın sözünü söylüyor. Yaşanılan utanç verici durumun sözle anlatılamayacak boyutu, Sobol'un geleneksel taraf olma çizgisinden daha çok ilgilendiriyor. Gündelik yaşantımızda da düşebileceğimiz hatalara dikkat çekerek düşünce biçimimizi sorgulayan bir işlev yükleniyor. İsrail'den Almanya'ya seslenen bu oyun, ikiyüzlülük, kin, fanatizm ve sevgisizlikle harman olmuş ve çok iyi bildiğimiz bir coğrafyaya da selam yolluyor© 53 ELEŞTİRİ Melisa Gürpınar ÇIN SABAHTA'YI ''ELEŞTİRİRKEN"! Gösteri Dergisi, geride kalan 96 yılının, sanat alanında bizlere bıraktığı olumsuzlukları sayarken, bu sıralamada çok haklı olarak, eleştiri ve eleştirmen pe cy a azlığına da yer vermişti. Sanatın yeterince üretilip tüketilmediği toplumlarda, eleştiri de etkisizleşip sığda kalıyor kuşkusuz. Sanatın pek çok dalındaki çalışmaların duyurusu, ancak medyadaki, o da ilgili kültür sayfalarını yönetenlerin kendi sanatsal eğilimlerine göre belirlenmiş bir ağırlıkla - küçük birer tanıtım yazısıyla ya da bir ropörtajla sınırlı kaldığı sürece, reklâm da belli ekonomik nedenlerle söz konusu olmadığına göre, hem sanatçılar yıpratıcı bir ilgisizlik alanına itiliyorlar, hem de artık önemli bir yazın dalı sayılan eleştiri, yapıt boyutunda gerçekleştirilemiyor kolay kolay. Sanatın çokça tükenebileceği büyük kentlerde bile, meraklıları dışta tutulursa, tiyatroya sinemaya, sergiye konsere kitabevine koşmayan, olanakları olduğu halde koşmayan, özendirilmemiş, kazanılmamış azınlık, bu sanatların eleştirisine hangi bağlamda yaklaşsın? Ve eleştirmen yalnızca özverisi, tutkusuyla bu dalı nasıl ayakta tutsun? Düşünelim ki, ne ülkesinde alıcısı var, ne de Türkçe'nin dünyada dolaşımda bir dil olmaması nedeniyle ülke dışında. Üstelik toplumda görev yaptığı alan da çok kaypak. Herkesin kendi alanında ayakta kalabilmek için, kendi takımını tuttuğu, kendi "iyi" lerinden başkasını görmemek durumunda kaldığı kapalı bir sistemde, yeterli ölçüde nesnellik nasıl barınsın. Bu durumda son söz gene medyaya kalıyor, toplumu rant nerede ise oraya, yani niteliksiz sanat ortamlarına çeken ve kültürel magazine alıştıran o oluyor. Bizim konumuz tiyatro olduğuna göre, rahatlıkla diyebiliriz ki, evet 96 yılında da, 97'de de ve daha sonra da, tiyatro eleştirmeni gerekliydi, gerekli olacak. En basit anlamıyla, oyunla seyirciyi buluşturmaya yönelik çabalar içinde olan, 54 tiyatro sanatında eski yeni, yerli yabancı, yerel evrensel gibi karşıt değer ölçülerini çözümleyecek nitelikte, zaman zaman kendisine yakıştırılan tanımlamalardan biraz daha ötede, etkin bir yol açıcı, bir kılavuzun eksikliği nasıl duyulmaz. Ve buna önemli bir ek olarak, potansiyel bir seyirciyi genel olarak tiyatroya ısındırmak adına, akademisyenlerin tiyatroyla ilgili yazı ve kitaplarına da büyük bir gereksinim var kuşkusuz. Yönetmenler de, sahneledikleri oyunlar üzerine sıcağı sıcağına belirleyici yazılar yazsalar, ne kadar önemli belgeseller biriktirmiş oluruz, kültürün sürekliliği adına. Tiyatroyla eleştirmenler arasında daha sağlam ve iyi niyetli bir köprü oluşturmak için, yıllar önce eleştirmenler tarafından, genel provaların eleştirmenlere açılması önerisi bile yapılmış ve nedense pek ciddiye alınmamıştı. Belki de sanatçıların herkesten korudukları bir tür dokunulmazlık, ya da özel yaratı alanlarıydı ki tiyatro, kendini gerçekten eleştiren gözlerden ve alkışsız gösterilerden esirgiyordu. Gene biliyoruz ki, eleştiri, tiyatro eleştirmenlerinin birinci işi, gerçek uğraş alanı değil. Zaten akademik düzeyde öğrenime kazandırılan çok yeni bir dal bizim için tiyatro eleştirmenliği. Günümüz eleştirmenlerinin ise, zaman zaman bedavacı diye küçümsenen gala müşterisi olmak dışında, tiyatro için yapabilecekleri pek bir şey kalmamış gibi ellerinde. Yukarıda değindiğimiz medyadaki sınırlı yeri ise, zaten çok belli birkaç kişinin tekelindedir denilebilir. Televizyonlarda da aynı engellemeler ve sınırlamalar nedeniyle tiyatro, duyuru bazında bile sesini duyuramamakta geniş kitlelere. Elli yıl öncesine göre Türk tiyatrosu gelişmiş sayılabilir ama, ne kültür ihracatında yerini alabilmiş, ne de hızla büyüyen kentlerimizde, medyanın önemseyeceği a cy pe bir gösteri ekonomisi oluşturabilmiştir. Tiyatro kendi alanındaki, okul salon yetersizliği, genel kabul görmeme gibi ezeli sorunlarıyla baş başadır. Sanatçılar için, yeterli yetersiz belli bir geçim kapısıdır elbet. Buna, şimdilerde cami avlusundan alkışlarla öte dünyaya uğurlanmak gibi bir nimeti de eklemek gerekir. Eleştirmenin ise, bu kadar bir alacağı bile yoktur tiyatrodan. Belki de bu nedenle, örgütleri işlevsiz, gayretleri isteksizdir. Üstelik çoğu zaman, kendine yönelen küskün bakışların, incinen yüreklerin ve dostlukların koruyucusu olmak zorunda kalır. Sanat çevrelerinde, konusuyla ilgili hiçbir kesime yakın düşmeyen ayrıksı bir durumda kalmak, yazgısıdır bu uğraşın. Kuşkusuz bu tersliklerde, eleştirmenin donanımındaki eksikliklerin, yaklaşımındaki katılığın da payı olabilir. Baskın duygular, kişiyi kendi bilgisinden bile yeterince yararlanamaz duruma sokabilir. Tiyatronun bu uçta ve terk edilmiş alanını kendilerine seçenler, bütün güçlerini, tiyatroya olan sevgilerinden, hem seyirci hem yazar olarak, metinlere ve sahnede hızla akan anlara dikkatlerini yoğunlaştırabilme yeteneklerinden almalıdırlar. Aslında, bırakınız ciddi bir eleştiri inceleme ve araştırmayı, kısacık bir tiyatro tanıtım yazısında bile, bir oyunu birden fazla izlemek, oyunun metnine mutlaka ulaşmak, yönetmen, oyuncu ve diğerlerini iyi tanıyabilmek için onlarla süreğenlenmiş ilgiler içinde bulunmak gerekebilir. Kısaca denilebilir ki, bir başkasının sanatsal üretimi üzerine söz söyleyebilmek, kişinin kendi yapıtı ya da yaşamı üzerine duyduğu sorumluluktan daha öte bir sorumluluk taşımasını zorunlu kılar. Tiyatro eleştirmeninin yazarlık cesareti, yazısına imzasını atabilmek değil, kendini her an yazarın, yönetmenin, oyuncunun, o yapımda emeği geçen herkesin yanında, sahne ışıklarının altında, perdenin önünde ya da arkasında düşünebilmesi, düşleyebilmesindedir. Yoksa o bir yabancıdır. Hem tiyatroculara hem seyirciye. Toplum denilen o suskun ve zaten duymayan çoğunluk ise, her eleştiri yazısının, daha yazıldığı an, kupür mezarlığını boylar gibi oluşuna, belki de sevinmektedir içinden. Belleği olmayan toplumlarda, söz değil yazı da uçar çünkü. Neyse ki CD ve CDI lar, hiç olmazsa yapıtların kaderlerine önemli bir düzelme getirecekler herhalde yakın bir gelecekte. Eleştirmenin ise, yapıtı yoksa, onun da vay haline. Çın Sabahta, Nezihe Meriç'in, yazılanlar ve yazılacak olanlar dışta tutulursa, kitap olarak yayımlanmış son oyunu. İki yıldır Ankara Devlet Tiyatrolarında sergileniyor ve büyük bir ilgi ve beğeniyle izlendiğini de biliyoruz. Mart ayında Taksim sahnesine konuk olarak geldi ve İstanbul seyircisiyle de buluştu. Yazımın başlığında eleştiri sözcüğünü tırnak içine almamın nedeni, artık sözü edilen oyun İstanbul'da 55 Bu böyle olduğu halde, gene de, Çın Sabahta'yı izleyince ve onu iki yıl önce kitap olarak okuduğumda edindiğim izlenimleri anımsayınca, Nezihe Meriç'in yetkin yazarlığına ve tiyatronun mucizesine tanık olduğumu gördüm. Bu tanıklığın toplumla - çok küçük kesimiyle bile olsa - paylaşılmayınca, tanıklık sayılmayacağını da bildiğimden, bu gecikmiş yazıyı, bu yapıma bütün emeği geçenlerden utanarak ve özür dileyerek yazıyorum. Ve ne iyi ki, acılarımız da eskiyor. Yetmişli yıllarda, devrimci bir delikanlı ile, yeni yeni uç veren burjuva sınıfından bir genç kızın, ailelerce kabul görmeyen umutsuz aşkı, pek çok romana konu olmuştu ama, sahne sanatları açısından belki de piyasası pek açık olmadığından, göze alınmamamıştı. Ya da arka planın yansıttığı toplumsal sarsıntılar fazla ağır bulunmuştu, sanatı, bu arada tiyatroyu da tümüyle eğlence olarak düşünenlerce. Nezihe Meriç ustaca bir yaklaşımla, bu olayı değil de, kişiliğinde bütün bu yaşanmışlıkların izlerini taşıyan bir kızın, bastırılmış isyanını duyurmakla yetinmiş bize. Birkaç damla gözyaşı, ya da acı bir gülümseme olarak. Onun ilk anlardaki bu baskın karamsarlığını dengeleyen, orta yaşın üstünde, yalnız yaşayan, emeğiyle geçinen göçmen bir kadının sevecenliği oluyor. Çileleri, dertleri geride bırakmış, tatlı bir yaşama telâşesi içindeki Feriha ki onu hiç kimse yazarı kadar mükemmel tanımlayamaz aslında - , ömrünün bu son dönemini ancak ulaştığı mutlu bir başlangıç gibi algılayıp, zar zor alabildiği apartman katına tam taşındığı gün, hatta taşınma sırasında, bitişik balkonda rastladığı komşu kızına, onun bütün direnmelerine karşın, alıştığı anlamda yardım elini uzatan, aralarındaki yaş ve kültür farklılığını sıfırlayan doğal bir dostluk dürtüsüyle ona yeniden yaşamın en saf ve insanca değerlerini anımsatan, içten, sıcak bir halk bilgesi. Yaşama coşkusu, sahneden seyirciye akacak kadar güçlü. Zengin kızın mutsuzluk ve yalnızlık nedenlerini, kısa bir şaşkınlıktan sonra, hemen kavrayacak kadar, zihni açık. Ve davranışlarıyla, konuşmalarıyla başkalarını etkileyip, değiştirebildiği gibi, o yaştan sonra kendi kemikleşmiş mutluluk anlayışını da çürütüp, başka güzelliklere, başka amaçlara yönelecek kadar, geniş görüşlü. Nezihe Meriç, yıllarla perçinlenmiş usta yazarlığının yanı sıra , alışılmış ölçülerin dışına taşan, deneyimli bir hayat işçisi de aynı zamanla. Hayatla çok içli dışlı. Bütün gözlemlerini biriktiren, çevreden derlediği duygu ve davranış verilerine sıkı sıkı sarılan, dildeki ayrıntıları, deyiş özelliklerini, kahramanıyla özdeşleştirerek yerinde ve sırasında kullanan, belki yıllardan beri, öykü roman ve öbür oyunlarında yaptığı gibi, gene kahramanlarının hep yüreğinde oturan, oraları mesken tutan bir sanatçı. Başka türlü olsa, bu kişiler, ne anlaşılır, ne de anlatılabilirdi, bu kadar doğru, abartısız, yapmacıksız ve kendileri olarak. Ne de bu kadar etkilenebilirdi başkaları onlardan. cy Bir sanatsal çalışmanın adını duyurmak bile, bu eleştiri kıtlığında, o yapıtın yaratıcıları için, yüreklendirici bir nitelik taşıyabilir ama bazen bu bile çok görülebilir. Acı bir gerçekliktir ki, suskunluk da kendi verimsiz ortamını pekiştirmiş, sanatın içinde boğulduğu karanlık bir su gibi, çoğalarak akmaktadır aramızda. kaynaklanıyordu kuşkusuz. a sahnelenmesi üzerine yazılan yazının, eleştirinin pek çok özelliklerini taşıyamayacağı içindi. Tiyatro eleştirisinin bir özelliği de, oyunun sahneye konuluşuna, sıcağı sıcağına tanıklık etmesidir. O yapımda görev alanları ve o yapımı izleyecek olanları ilgilendiren, ancak o eleştiridir. Oyun üzerine sonradan yazılanlar, eğer önemli bir araştırma ve inceleme değillerse, işlevsizdirler. pe Neyse. Çın Sabahta'yı okuduğumda, "işte" demiştim, "tam bir oyuncu tiyatrosu bu. Hatta seyirciden de, dikkat talep eden, olumlu anlamda" edebiyat tadında bir tiyatro. Çağımızda daha da gelişen ve günümüz tiyatrolarına artık damgasını vurmak isteyen, baskın bir yönetmen tiyatrosu olgusu, bu oyunda geçerliliğini ister istemez kaybedecek. Dramatürjisi bile, metnin daha doğrusu diyalogların arasında durmadan kendini açımlıyor." Doğrusu bir ölçüde yanılmışım. Oyunun bu sahnelenişinde, yönetmen de oyuncular kadar zoru başararak, dipdiri canlandırmalar, üst düzey anlar yaşattı bize. Olayı ileri götürmekten çok, geçmişteki aksiyonlardan hız kazanan diyaloglar, geriye dönük anlatımlar, o bir gecenin serüvenine, akıl almaz ivmeler kazandırdı. Seyirci görsel alanda bir beklenti içine girmeden, soluğunu keserek dinliyordu. Bu, tiyatronun büyüsünden olduğu kadar, yazarın belleklerimize vurduğu neşter ile, bizi yakın geçmişimize doğru çıkardığı heyecanlı yolculuktan da 56 Öyle hassas bir dengenin üzerinde, iki kadının gece boyunca konuşarak, çın sabah denilen günün ilk ışıklarının belirdiği saatte, acıları sevgiyle örtmüş, geçmişi özümlemiş, kendine acımayı, başkalarına kızmayı bırakmış, bir rehavet ve yumuşama içinde kendileriyle ve hayatlarıyla biraz da olsa bir uzlaşmaya varmış olmaları, kişide bir hesaplaşma dürtüsü uyandırıyor. Saplanıp kalınan her türlü tutkudan, amaçtan kurtulup, yeniden yapılanmak için bu gerekli. Çünkü, dilekler, umutlar, mutlu olmak için gerekli görülen koşullar bile eskiyor. Nezihe Meriç bu baskın özellikleriyle, gene de yönetmen ve oyuncuları metninin sırtında taşıtan bir konumda değil. Yönetmen Olcay Poyraz, çok ölçülü bir yalınlığı seçerek, yazarla da fazla bir çatışmaya girmeden, yapıma imzasını atmış. Bir yanıyla metine teslim olurken, bir yanıyla da ağırlığı yalnızca oyunculara vererek, iki kişilik bir oyunu ayakta tutan diyalogları diri ve anlaşılır kılmış. Her ne kadar dekor ve kostümden hiç yardım almamışsa da, Gülsen Tunççekiç ve Hülya Gülşen, taşıdıkları ağır yükün altında kalmadan, tempoları ve doğallıklarıyla, yönetmene çok önemli kutkılarda bulunmuşlar. Seyircinin kendilerine gösterdiği ilgiyi hiç koparmadan, metindeki üzünçlü ya da gülünç çıkışları, yükselen anlar olarak çok güzel değerlendirmişler. Çın Sabahta'yı, belki Ankaralılar gelecek sezon gene izleyebilirler, ya da başka bir tiyatro, bambaşka bir yapımla karşımıza çıkabilir. Tek bir oyunun, sahneye sonsuz sayıda uygulanabilme olanağını taşıması, zincirleme düşüncelere ve zamanın akışına göre ayrıntılı dramatürjilere kaynaklık edebilmesi, eğer bir büyü değil ise, tiyatronun büyük bir sanat oluşunun ta kendisidir bana göre. Bir eleştirmenin de, oyunun uygulanışındaki değişken elemanların etkisinde kalıp, metne fazlaca eğilmemesi, yönetmen tiyatrosundan yazara düşen paydır olsa olsa. Tiyatro bütün sanatsal aranışlara yer verebilecek kadar geniş bir alandır, yeter ki ona katkıda bulunabilecek düşünceler üretebilelim, bu zor zamanlarda© BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE 9th International İstanbul Theatre Festival The 9th International İstanbul Theatre Festival brings two weeks of exciting theatre to the city. Between May 19 - International Plays "Berlin in İstanbul" an art exchange organized jointly by the Berlin Senate, the Goethe Institute and İstanbul Foundation for Culture and Arts encompasses three plays. A modern interpretation of Shakespeare's tragedy "Othello" performed by Ismael Ivo Dance Theatre of the Weimer State Theatre will open the Festival. Choreographed by Brazilian actor Ivo, who appears as Othello and directed by Johann Kresnik, this new version of Othello is a controversial masterwork that merits serious attention. pe June 3, audience will have the opportunity to see well-known actors from the U.K., Germany and Italy in an ambitious reportory of plays stretching from classical to experimental works. The 9th International İstanbul Theatre Festival is organized by the İstanbul Foundation for Culture and Arts. cy a Another highlight of the Festival is the performance of Shakespeare's "King Lear" by The Royal National Theatre, directed by Richard Eyre and starring lan Holm. With a career spanning theatre and cinema, lan Holm rivals Laurence Olivier in the depth of his interpretation of Shakespeare's tragic hero. Holm was nominated for an Academy Awards in 1982 for his role in "Chariots Of Fire" and was named "Best Supporting Actor" by the Cannes Film Festival for this performance. The Festival also features ten Turkish plays. Performances will take place in a variety of traditional and non-traditional ocations: Atatürk Cultural Centre Grand Salon, Taksim Theatre, Muhsin Ertuğrul Theatre, Kenter Theatre, Aya İrini, Cihangir Park, Zarifi and Joyport. The Festival is proud to host groundbreaking theatre companies such as the Royal National Theatre, Berliner Ensemble and Weimer State Theatre, Hebbel Theatre as well as renowned artists such as Hanna Schygulla, Robert Wilson. "The Resistible Rise Of Arturo Ui" is eagerly anticipated presentation of Heiner Müller's last work. Based on an encounter between Brecht and Müller, the play has attracted critical acclaim. Lead actor Martin Wuttke won the Critics Award in Germany and was named actor of the year for his performance. The play is produced by the Berliner Ensemble. Giorgio Strehler of Italy, who has created a new theatrical style based on Commedia Dell'Arte, and his Milano Piccolo Theatre will perform the colorful "Island of Slaves" by Marivaux, a French playwright of the Enlightement. Hanna Schygulla, one of the most outstanding stars of the German cinema, joins the Festival with a special performance of readings by Fassbinder, Baudelaire, Peter Handke, Heiner Müller and Jean Claude Carriere accompanied by the music and piano of Jean-Marie Senia. Schygulla has played lead roles in almost ali of Rainer Werner Fassbinder's films and has also appeared in films directed by Ettore Scola, Jean-Luc Godard, Andrzej Wajda, Carlos Saura, among others. Hebbel Theatre's production is "Armand Dust 2" and "Thirst". Presenting a controversial and alternative approach to contemporary dance and theatre, the group directed by Barcelona-born Cesc Gelabert experiments with body text, stage architectural elements in choreography. The Cesc Gelabert-Azzopardi Company has received many international awards. 57 BRIEF NEWS ON TURKISH THEATRE The 9th Istanbul International Theatre Festival features ten works by Turkish companies. The Festival encourages special projects developed by private theatre companies such as Kenter Players, Ortaoyuncular, Kum-Pan-Ya and 5. Sokak Tiyatrosu. The 25th anniversary of the İstanbul Foundation For Culture and Arts and Music Festival will be marked by a performance of "Master Class" by renowned Turkish actress Yıldız Kenter. Ortaoyuncular aim to reintroduce the famous playwright Haldun Taner to the younger generation. The play "Haldun Taner Cabaret" based on the great playwrights short stories, essays and theatre songs is arranged by Ferhan Şensoy with additional text on the writers biography. Ankara Art Theatre participates in the festival with Stanislav Stratiev's play "The Bus" "No Parking" by Bilsak Attelier Theatre is based on Heiner Müller's "Hamlet Machine". The play combines a series of different texts to create a unified theme. Ceysu Koçak and Nihal Koldaş produced and directed the play. "The Alchemist" with music by Kudsi Ergüner will be staged by Dostlar cy The Kum-Pan-Ya performs a play based on Acts 1 and 2 of "Everest My Lord Here's the Head, Here's the Body, Here are the Wings "Everest My Lord- A Novel in 3 Acts" from Sevim Burak. Tiyatrosu (5th Street Theatre) from Antalya focuses on the choice between fighting a war and remaining a spectator. This play will be staged in Zarifi, in an atmosphere perfectly suited to the play. a Turkish Plays pe "Everest My Lord" is conceptualized by Naz Erayda and Bülent Erkmen and will be performed in Cihangir Park in buildings facing the park. Mustafa Avkıran's "That Tuesday" is based on stories by Wolfgang Borchert. The play, to be performed by 5. Sokak Theatre. The play was produced last year in France, directed by Mehmet Ulusoy and starring Genco Erkal. "My Kingdom For a Horse" produced by İstanbul Municipal Theatres, based on twelve plays by William Shakespeare, is directed by Başar Sabuncu. One of the strongest productions of the season, this play will shed light on Shakespeare's works. İstanbul State Theatre participates in the Festival with Franca Rame-Dario Fo's "Fat Woman", "Woman Alone" directed by Tijen Par. The final play of the Festival will be Ankara State Theatre's production of Nâzım Hikmet's "Kuvayi Milliye Destanı""Struggle of the Nation (The Epic of the War of Independence) featuring a large cast. 58 Other Activities International Istanbul Theatre Festival encompasses conferences, workshops and exhibitions in addition to plays and performances. Artists who have collaborated with Haldun Taner in different projects will meet to commemorate the 11th anniversary of his death. Due to the Festival's focus on Shakespeare, Prof. Dr. Cevat Çapan will give a lecture titled "Everlasting Shakespeare". Robert Wilson, a guest of the 1996 Festival, is back with a lecture: "Works 1967 - 1995" . The famous artist uses slides to illustrate his unique approach to theatre as seen in his productions, installations and drawings, in other words, about what he has created in the course of his 30 year career as an artist. A Heiner Müller Retrospective will be backed by a lecture of the Berliner Ensemble dramaturg Holger Teschke. The Theatre Festival Workshops brings Turkish actors together with international artists who have developed different acting methods. The Festival has organized a three day workshop by Cesc Gelabert on "Dance and Body". Mario Mattio Giorgetti will give a lecture on the occassion of the 50th of Piccolo Teatro di Milano Lanniversary. Tiyatro Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra... tiyatro KULÜBÜ İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına doyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri İ. T. Ü. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not:: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-İst Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No:15 Bahariye-İst. Tel: (0216) 418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON İndirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-İst. Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerinin kendine özgü havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik, üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-İst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: C. tesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-İst Tel: (0212) 231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-İst Taksim—İst Tel: (0212) 235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız saatler yaşamak istermisiniz? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No:11 Beyoğlu-İst. Tel: (0212) 293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARI BALDI İndirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1 Beyoğlu-İst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgâr/arıyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli-İst Tel: (0212) 233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C. tesi günleri, Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 pe cy a ŞANS RESTAURANT İndirim: %10 Balık Pazarı Nevizade 5k. No.23 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 244 13 09 Memnun kalan konuk her zaman hatırlar, memnun kalmayan konuk asla unutmaz. A LA TURKA RESTAURANT İndirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-lstanbul Tel: (0212) 258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer, konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-İst Tel: (0212) 283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı-İst Tel: (212) 534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDİ'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst Tel: (0216) 349 55 69 Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli Tel: (0212)293 93 26 FLAMİNGO BAR-REST. İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-İst Tel: (0216)411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME - ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst. Tel: (0212) 261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21 Levent-İst Tel: (0212)268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China 'larda sunulan 59 Tel: (0212)248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleri özel Grappa içeceği eşliğinde. Not:: Pazar günleri kapalıdır. PARSİFAL İndirim: %15 Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Sadi Gülçelik Spor Sitesi Istinye -İst Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ -İst Tel: (0212) 247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sk. No: 13 Bahariye -İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No: 12 Kadıköy-İst Tel: (0216)414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SEAPORT İndirim: % 10 Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi-İstanbul Tel: (0216) 321 14 93 SICAK RESTAURANT İndirim: %10 Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-İst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve Japon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. pe cy yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LITTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8 Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-İstanbul Tel: (0.212)241 47 36 MAVİŞ MANTI İndirim: %10 Yeni Çarşı Cad. No: 76 Galatasaray -İst Tel: (0212) 249 48 94 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı -İst Tel: (0212) 244 39 55 Gün Satımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C. tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için ayrı bir mekân. PANE VİNO İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst YAŞAMAK 60 İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16 K. Bebek-lstTel:(0212)287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler geçirebilirsiniz. TIFFANYT-R-M İndirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHINA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı İndirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10 (Gündüz, kredi kartı İndirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212) 299 00 54 a İSTANBUL'DA YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine hitap eden 700'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir. K İ T A B E V L E R İ AFA KİTABEVİ İndirim: %20 İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 22 18 AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-İstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 BEYAZ A D A M KİTABEVİ İndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-İst. Tel: (0.212) 561 20 92 EVRİM KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 49 63 İSTANBUL'DA YAŞAMAK İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-İstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday In Crown Plaza Kitabevi İndirim: %5 Holliday In Oteli Ataköy-İstanbul Tel: (0.212)559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-İstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-İstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 337 96 05 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 293 19 09 TİYATROLAR Tiyatro Ti Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212) 293 81 37 Tiyatro Tanı Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212)251 66 20 Tiyatrokare Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu Abide-i Hürriyet Cad. No: 227/229 Şişli-lstanbul Tel: (0212) 230 16 18 Stüdyo Oyuncuları Vali Konağı Cad. Akkirmanlı Sk. No: 30 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0212) 246 77 25 DEVLET TİYATROLARI AKM Büyük Salon Taksim Tel: (0212) 251 56 00 Taksim Sahnesi Taksim Tel: (0212) 249 69 44 Oda Tiyatrosu Taksim Tel: (0212) 251 56 00 Aziz Nesin Sahnesi Taksim Tel: (0212) 251 56 00 Büyük Tiyatro-Ankara Tel: (0312) 426 85 17 Küçük Tiyatro-Ankara Tel: (0312)311 11 69 Oda Tiyatrosu-Ankara Tel: (0312) 311 11 69 Yeni Sahne-Ankara Tel: (0312) 434 24 24 cy a Bakırköy Belediye Tiyatrosu Yunus Emre Kültür Merkezi Tel: (0212) 661 19 41 BKM Oyuncuları Beşiktaş Kültür Merkezi Hasfırın Sk. No: 75 Beşiktaş Tel: (0212) 260 11 56 Dormen Tiyatrosu Ergenekon Cad. No: 98 Pangaltıİstanbul Tel: (0212) 241 27 37 Enis Fosforoğlu Tiyatrosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Tel: (0216) 449 33 82 Feridun Karakaya Tiyatrosu Kuvayi Milliye Cad. Çevre Pasajı No:43/6 K.M.Paşa-İstanbul Tel: (0212) 585 52 63 Grup Kafka Martı Sanat Evi Baro Han No: 330 Beyoğlu Tel: (0212) 251 66 20 Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları Teşvikiyi Cad. No: 160 Nişantaşı -İstanbul Tel: (0212) 225 71 98 Kenterler Halaskargazi Cad. 35 Harbiye Tel: (0.212) 246 35 89 Kumpanya İstanbul Sanat Merkezi Tel: (0212) 235 54 57 Tiyatro Çisenti Martı Sanat Evi Baro Han-Tünel Tel: (0.216) 293 81 37 Tiyatro Stüdyosu Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Tel: (0.216) 449 30 44 Tiyatro İstanbul İstek Vakfı Atanur Oğuz Lisesi Tiyatro Salonu Beşiktaş-lstanbul Tel: (0.212)275 21 10 Şinasi Sahnesi-Ankara Tel: (0312)467 14 44 Altındağ Tiyatrosu-Ankara Tel: (0312) 316 59 02 İzmir Devlet Tiyatrosu Tel: (0232) 426 85 17 Adana Devlet Tiyatrosu Tel: (0322) 359 44 44 Diyarbakır Devlet Tiyatrosu Tel: (0412) 222 22 64 Bursa Devlet Tiyatrosu Tel: (0224) 221 29 44 Antalya Devlet Tiyatrosu Tel: (0242) 247 74 60 Trabzon Devlet Tiyatrosu Tel: (0426) 326 14 78 İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARI Harbiye M. Ertuğrul Sah. Tel: (0212) 240 77 20 Harbiye Cep Tiyatrosu Tel: (0212) 240 77 20 Fatih Reşat Nuri Sahnesi Tel: (0212)526 53 80 Üsküdar M. Celal Sahnesi Tel: (0216) 333 03 97 Kadıköy H. Taner Sahnesi Tel: (0216) 349 04 63 AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38 AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05 ALMAN K. M. Tel: 249 45 82 APOLLON Tel:(0216)362 51 00 AS (Harbiye) Tel: 247 63 15 AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50 pe DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ • Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 10 06 • Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1 Bebek-İstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 • Dünya Nişantaşı Kitabevi İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0.212) 247 05 90 • Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narlıbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-lstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-İstanbul Tel: (0.216) 391 18 80 • Dünya Swiss Otel Kitabevi İndirim: %5 Swiss Oteli Maçka Maçka-lstanbul Tel: (0.212) 259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi 61 İSTANBUL BÜYÜKSEHİR BELEDİYESİ Şehir Tiyatroları 10 Mayıs 1997 Cumartesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Afife Jale Yön: Şahin Kaygun 15:00 Söyleşi / Türkiye'de Belgesellerin Öyküsü Tayfun Taliboğlu, Mithat Bereket 17:00 Fuaye Oyunu / Afedersiniz Hamile misiniz? Seden Ergü 19:00 Konser/ Tiyatro Şarkıları Şehir Tiyatrosu Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film/ Yalana Yön: Osman Sınav 15:00 Konser/ Tiyatro Şarkıları Şehir Tiyatroları Orkestrası 19:00 Oyun/ I. Ü. ÖKM Tiy. KL. "Kız Kurusu Gül Hanım" 11 Mayıs 1997 Pazar Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Manisa Tarzanı Yön: Orhan Oğuz 15:00 Söyleşi ve Dia Gösterisi Kimsesiz Çocuklar Y. Ahmet Kolea (Sokak Çocukları Gönüllüleri Derneği Başkanı) Umay ve Soner Arıca 19:00 M. Ü. Devlet Konservatuarı Modern Dans Sanat Dalı Gösterisi Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / İpekçe Yön: Bilge Olgaç 15:00 Oyun / Bir Delinin Hatıra Defteri Metin Zakoğlu 19:00 Oyun / I. Ü. İşletme Fak. Kültür Klubü "Bar la Calesita" Dans Tiyatrosu 12 Mayıs 1997 Pazartesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Sen de Gitme Yön: Tunç Başaran 15:00 Gölge Oyunları Üzerine Söyleşi Tacettin Diker 19:00 Oyun/ İ. Ü. Devlet Konservatuarı "Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Birşey Oldu" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Gölge Oyunu Yön: Yavuz Turgut 15:00 Konser / Kemal Alper Gitar Resitali (Fuaye) 19:00 Oyun/ Müjdat Gezen Sanat Merkezi Tiyatro Bölümü "Seksi Oyun" 19:00 Oyun / İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü "Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Sevmek Zaman Yön: Metin Erksan 15:00 Oyun / Gümüşsüyü Tiyatro Topluluğu "Pirinçler Yeşerecek" 19:00 Konser /Grup Göçebe (Salon) a y 15 Mayıs 1997 Perşembe Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Mavi Sürgün Yön: Erden Kıral 15:00 İFSAK Dia Gösterisi ve Söyleşisi "İstanbul'un Kaybolan Dokusu ve İstanbul Şehri" Ergun Hiçyılmaz, Alberto Modiano 18:00 Fülüt, Gitar Dinletisi Özlem-Deniz Noyan 19:00 Oyun/ M.Ü. Devlet Konservatuarı "İnsan Denen Garip Hayvan" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Dirajan Yön: Şahin Gök 17:00 Oyun / Akademi İstanbul Tiy. Böl. "Antıgone" 19:00 Oyun/ Akademi İstanbul Tiy. Böl. "Antıgone" c e 13 Mayıs 1997 Salı Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Zıkkımın Kökü Yön: Memduh Ün 15:00 Söyleşi / Güzel Türkçemiz Nezihe Araz, Osman Numan Baranus 19:00 Konser / Esin Afşar "Dünden Günümüze Aşık Veysel" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Yağmuru Beklerken Yön: Tunca Yönder 15:00 Söyleşi / "Konuşa Konuşa" Cenk Koray, Beyaz 19:00 Oyun / Tiyatro Umut Işığı Ben Özürlü İnsan (Ofistik II) p 14 Mayıs 1997 Çarşamba Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Berdel Yön: Atıf Yılmaz 15:00 Konser/ Mask "Kapılar Ardında" 16 Mayıs 1997 Cuma Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Yalancı Yön: Osman Sınav 15:00 Söyleşi / Mizahçı Gözüyle 96 Panoraması Yön: Mert Ali Başarır Katılanlar: Atila Atalay, İsmail Gülgeç, Metin Üstündağ 18:00 Kurtuluş Dizisi: 1,2 19:00 Oyun / Sarıyer Halk Eğitim Merkezi "Keşanlı Ali Destanı" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Hanun Yön: Halit Refiğ 15:00 Kurtuluş 1,2 Bölüm (Fuaye) 17:00 Fuaye Konseri / Earth Union, Celtic Music 19:00 Oyun/M.Ü. Güzel Sanatlar Fak. Tiy. Kİ. "Gergedan" (Kolaj) 17 Mayıs 1997 Cumartesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film / Gizli Yüz Yön: Ömer Kavur 15:00 Söyleşi / Medyada Kadının Yeri Ayşe Özgün, Gülgün Feyman, Seda Kaya Güler 18:00 Kurtuluş Dizisi, 3,4 19:00 Oyun / Şehir Tiyatroları ''Biz'' Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Manisa Tarzanı Yön: Orhan Oğuz 15:00 Kurtuluş 3,4 Bl. Fuaye 17:00 Fuaye Konseri Onok Bozkurt / Sayak Arslanoğlu Klasik Gitar Resitali 19:00 Oyun/ M.Ü. Devlet Konservatuarı "Sıkıyönetim" 18 Mayıs 1997 Pazar Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film/ Hanım Yön: Halit Refiğ 15:00 Evdeki Terör (Gence Yönelik Şiddet) Av. Canan Arın, Ceza Hukuku Prof. Köksal Bayraktar. M.Ü. Tıp Fak. Psikiyatri Başkanı Frof. Esat Göktepe 18:00 Kurtuluş Dizisi 5 19:00 Oyun / ODTÜ Oyuncuları "Üç Kuruşluk Opera" Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film / Zıkkımın Kökü Yön: Memduh Ün 15:00 Kurtuluş 5,6 Bölüm (Fuaye) 17:00 Oyun / Müjdat Gezen Sanat Merkezi "Kuvayi Milliye" 19:00 Oyun / Müjdat Gezen Sanat Merkezi "Kuvayi Milliye" 19 Mayıs 1997 Pazartesi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi 12:00 Film /Gelin Yön: Lütfü Akad 15:00 Oyun/(Cep) "Bir Delinin Hatıra Defteri" Metin Zakoğlu 18:00 Kurtuluş Dizisi 6 19:00 Konser / Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Modern Folk Müzik Topluluğu Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 12:00 Film /Afife Jale Yön: Şahin Kaygun 15:00 Gitar - Fülüt Dinletisi Özlem - Deniz Noyan (Fuaye) 17:00 Konser/ 15:00 Tiyatro Şarkıları Şehir Tiyatroları Orkestrası 19:00 Oyun / Yıldız Teknik Ün. Oyuncuları "Sevgili Doktor" KİTABEVLERİ ABC Kitabevi İstiklal C. 461-Beyoğlu Tel: (212) 249 24 14 Acar Kitabevi 1- Bağdat C. 374 Şaşkınbakkal Tel. (216)358 20 51 2-Moda C. 102 Kadıköy Tel. (0216)338 53 47 3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk. No: 68-Kızıltoprak Tel. (216)338 53 73 Adam Kitabevi İstanbul C. Morsümbül S. No: 1-Bakırköy Tel. (212)571 96 54 Afa Kitabevi İstiklal C. Bekar 5. 17 Beyoğlu Tel. (212)249 22 18 Akademi Kitabevi Akkavak 5. 2 - Nişantaşı Tel. (212)248 43 96 Akyüz Kitabevi Kadıköy İş Merk. Tel. (216)336 90 81 Alkım Kitabevi Kadıköy Çarşısı Orta Kat 101-Kadıköy Tel. (216)349 40 75 Arion Kitabevi Sıraselviler C. 1 Taksim Tel. (212)243 23 70 Arşiv Kitabevi Bahariye C. 86/2 Kadıköy Tel. (216)338 43 12 Bakırköy Kitap Sarayı Gençler C. 8 Bakırköy Tel. (212)583 09 03 Boğaziçi Kitabevi Nispetiye C. 70 Etiler Tel. (212)265 47 52 Dünya Aktüel Kitabevi İstiklal C. 469 Beyoğlu Tel. (212)251 91 96 Dünya Bebek Kitabevi Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek Tel. (212)265 71 03 Evrim Kitabevi Kadıköy İş Mrk. 78-106 Kadıköy Tel. (216)347 49 63 Gençlik Kitabevi Mühürdar C. 68 Kadıköy Tel. (216)337 96 05 Germinal Kitabevi Halaskargazi C. 309 Şişli Tel. (212)241 07 09 Gözlem Yay. Kitabevi Atiye S. Polar Ap. 12/6 Teşvikiye Tel. (212)240 41 44 Hamlet Kitabevi Sıraselviler C. 15 Taksim Tel. (212)244 26 01 Homer Kitabevi Yeni Çarşı C. 28/A Galatasaray Tel. (212)249 59 02 Kabalcı Kitabevi Ortabahçe C. 22/4 B.taş Tel. (212)261 31 24 Kadıköy Kitabevi Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy Tel. (216) 347 52 81 Mefisto Kitabevi İstiklale. 173-Beyoğlu Tel. (212)293 19 09 Genç Mefisto Kitabevi Muvakkıthane C. 15 K.köy Tel. (216) 414 35 19 Metropol Kitabevi İstiklale. 140/46 Beyoğlu Tel. (212)245 70 34 Net Kitabevi Galleria Ataköy Tel. (212) 559 09 50 İstiklal Cd. No: 79/81 Beyoğlu Tel. (212)293 07 59-60 Nezih Kitabevi 1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal Tel. (216)356 56 10 2-Mühürdar C. 40 K.köy Tel. (216)345 31 11 Pan Kitabevi Barbaros Bulvarı 74/4 Beşiktaş Tel. (212)261 80 72 Pandora Kitabevi Büyükparmakkapı S. 3 Beyoğlu Tel. (212)245 16 67 Pentimento Art Shop İstiklale. 140/3 Beyoğlu Tel. (212) 293 39 59 Pera Orient Kitabevi Aznavur Pasajı Yapı Kredi Karşısı-Beyoğlu Polat Kitabevi Ankara C. 105 Cağaloğlu Tel. (212)513 50 93 Remzi Kitabevi 1-Servili Mescit S. 3 Cağaloğlu Tel. (212)511 69 16 2-Akmerkez Etiler Tel. (0212)282 02 45 Robinson Crusoe Kit. İstiklal C. 389-Beyoğlu Tel. (212)293 69 68 Saka Kitabevi Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş Tel. (212)260 12 79 Simurg Kitabevi Hasnun Galip S. 2/A Beyoğlu Tel. (212)243 63 77 pe cy ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56 ATLAS Tel: 252 85 76 AVŞARTel: 583 14 97 BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05 BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44 BEYOĞLU Tel: 251 32 40 BROADWAY Tel: (0216)3461481 CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16 CAROUSELTel:571 83 80 DÜNYA Tel: 249 93 61 EMEK Tel: 293 84 39 FİTAŞ Tel: 249 01 66 FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76 GALLERİA PRES.Tel:560 72 66 GAZİ Tel: 247 96 65 GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88 HAKAN Tel: (0216) 337 96 37 İNCİ Tel: 240 45 95 İNCİRLİ Tel: 572 64 39 KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00 KENT Tel: 241 62 03 LALE Tel: 249 25 24 M O D A Tel: (0216) 337 01 28 OSCAR Tel: (0216) 390 09 69 PARLIAMENTTel: 263 18 38 PERA Tel: 251 32 40 PRINCESS Tel: 285 06 95 PRINCESSTel:227 91 47 PYRAMIDTel:(0216)348 01 50 REKS Tel: (0216) 336 01 12 RENK Tel: 572 18 63 SİNEPOPTel: 251 11 76 SİTE Tel: 247 69 47 SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82 a İSTANBUL'DA YAŞAMAK GALERİLER Ares Sanatevi Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe Tel: (0216) 345 11 62 Asmalımescit Sanat Gal. Sofyalı Sk. 5 Tünel Tel: (0212) 249 69 79 A.K.M Sanat Galerisi Taksim-İstanbul Tel: (0212) 251 56 00 Bilim Sanat Galerisi Mühürdar C. Akmar Pasajı 70/1 Kadıköy Tel: (0216) 349 26 10 BM Çağdaş Sanat Merk. Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı Tel: (0212) 231 10 23 Ekol Sanat Galerisi Bakraç Sk. 35/A Cihangir Tel: (0212) 293 06 17 Eylül Sanat Galerisi Akkirman S. 59 Nişantaşı Tel: (0212) 231 69 56 Exdusive Sanat Merkezi Bağdat Cad. 449 Suadiye Tel: (0216) 363 75 94 Fransız K.M. San. Gal. İstiklal Cd. 8-Taksim Tel: (0212) 252 02 62 Galeri Art Inter Cultura İstiklal Cd. 373-Beyoğlu Tel: (0212) 243 29 18 Galeri B Hüsrev Gerede C. Fırın Sk. 2/1 -Teşvikiye Tel: (0212) 227 03 63 Galeri Matyatlı Sanat ve Kültürevi İstiklal C. Saka Salim Çık. Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu Tel: (0212) 244 15 91 Galeri Nev Maçka C. 33/B-Maçka Tel: (0212) 231 67 63 Galeri Replica Cami Sk. Deniz Ap 3/3 Erenköy Tel: (0216) 358 60 95 Galeri SZ Kalıpçı Sk. Büyük Bayraktar Ap. Teşvikiye Tel: (0212) 230 17 45 Galeri Vinci Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye Tel: (0212) 233 06 19 Galeri Artist Otim Kar. Yeşil Çimen C. Tel: (0212) 227 68 52 Garanti Bankası San. G. H.gazi C. 36 Şişli Tel: (0212) 230 39 80 Gözlem Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye Tel: (0212) 240 41 44 Güntay Sanatevi Cemil Topuzlu C. Sosyal Ap. 2/1-Feneryolu Tel: (0216) 386 88 98 Hobi Sanat Galerisi V.konağı C. Pas. 73 N.taşı Tel: (0212) 225 23 37 Kadıköy Belediyesi Caddebostan K. ve S. M. Haldun Taner S. C.bostan Kare Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye Tel: (0212) 240 44 48 Mine Sanat Galerisi SokulluSk.l-Kadıköy Tel: (0216) 345 64 40 Mozaik Fotoğraf Turizm Kültür ve Sanatevi Söğütlü Çeşme C. 160/1 Şeyda Ap. Kadıköy Tel: (0216)418 08 48 Mutlu Sanat Odası General Necmettin Öktem Sk. 13/1-Erenköy Tel: (0216) 355 35 87 Nadya Sanat Galerisi Gazi Evranos C. 33 Yeşilköy Tel: (0212) 573 81 93 Restorasyon Atölyesi Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye Tel: (0212) 261 45 09 Nüans Sanat Merkezi Valikonağı C. Şakayık S. No: 40 Kat 5 Nişantaşı Tel: (0212) 234 40 44 Özden Sanat Galerisi SporCd. 130/3-Maçka Tel: (0212) 260 44 28 Pavo Sanat Evi Yoğurtçu Parkı C. 62/3 Kadıköy Tel: (0216) 338 99 83 Seven Sanat Galerisi 1-Moda C. 66 Kadıköy Tel: (0216) 345 56 16 2-Şakayık S. 37 Teşvikiye 63 a cy pe pe cy a İLGİLENMEYİN! Türkiye'nin önemli doğal zenginliklerinden soğanlı bitkiler kontrolsüzce toplanıp satılmakta... Kardelen, karçiçeği, anemon ve siklamenin bu kadar çok sökülüp yağmalanması sizi hiç ilgilendirmiyor mu? Biz Türkiye'nin doğal çevresini korumaya kararlıyız. Sizin de katılmanızı bekliyoruz. Doğal Hayatı Koruma Derneği P.K. 18 Bebek 80810 İstanbul Tel: (212) 281 03 21 Faks: (212) 279 55 44 MitosBOYUT Yayınları Bertolt Brecht Bütün Oyunları • Versiyon ile birlikte 59 oyun, • Geniş ve ayrıntılı açıklamalar, • Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları, • Toplamı, yaklaşık 5 0 0 0 sayfa, • Bez cilt, kuşe sömiz. 1. hamur kâğıt. Copyright, Suhrkamp Verlag © Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd. © a Açıklamalı Berlin ve Frankfurt Baskılarından Yayına Hazırlayanlar Werner Hecht/Jan Knopf /Werner Mittenzwei Klaus-Detlef Müller Cilt 1: Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede Trompet Sesleri/Dügün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux Tenebris'te/Balık Avı/Ova Cilt Z: Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'm Yaşamı/Adam Adamdır (1926)/ Adam Adamdır (1938) Cilt 3: Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931) Cilt 4: Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana ( 1 9 3 3 ) / A n a (1938) Cilt 8: Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar Cilt 6: Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti. Cilt 7: Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir. Cilt 8: Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'm İyi İnsanı. Cilt 9: Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Yüzleri. Cilt 10: Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi. Cilt 11: Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si. Cilt 12: Komün Günleri / Saray Danışmanı Lenz/Gerhart Hauptmann'ın Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu. Cilt 13: Coriolanus/Anna Segers-Bouen'li J e a n n e D'Arc'ın Davası (1431)/Turandot veya Çamaşırcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve Davullar. İLK cy Türkçe'ye Çevirenler Ahmet Cemal/Aziz Çalışlar /Yücel Erten/Özdemir Nutku Filiz Ofluoğlu/Yılmaz Onay /Ayşe Selen K İ T A P (Cilt7) NİSAN/1997'de Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni) / Galilei'nin Yaşamı (1955/56) Dansen /Demirin Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal) pe 1 • Tiyatro-Devrim ve MEYERHOLD - Hazırlayan: Ali Berktay 20. Yüzyılın büyük tiyatrocusunun yaşamı, "Tiyatro" adlı kitabı, hakkında yazılanlar ve Sovyet Arşivlerinin 1988 yılında açılmasından sonra ortaya çıkan, öldürülmesine yol açan düzmece mahkeme tutanakları 2 • Eugene Ionesco / Toplu Oyunları 2 Absürd tiyatronun kurucusunun ilk iki oyunu bir arada: Ders / Kel Şarkıcı (Çeviren: Prof. Hasan Anamur) 3 • Turgay NAR / Toplu Oyunları 1 Genç oyun yazarının iki uzun, iki kısa oyunu bir arada: Çöplük / Şehrazat'ın Oyunu / Kuyu / Terzi Makası 4 • Memet BAYDUR / Toplu Oyunları 4 Üretken yazarın yeni 4 oyunu (ikisi kısa oyun) Elma Hırsızları / Yalancının Resmi / Genel Anlamda Öpüşme / Çin Kelebeği 5 • Frank Wedekünd / Toplu Oyunları 1 Alman yazarın oyunları ülkemizde ilk kez yayımlanıyor. Lulu (Çev. Aziz Çalışlar) / İlkbahar Uyanışı (Çev. Nesrin Kazankaya) TEM Y a p ı m Yayıncılık Ltd. Şti. A ğ a Çırağı Sok. 7/2 G ü m ü ş s u y u / 8 0 0 9 0 İ s t a n b u l ; Tel. ( 2 1 2 ) 2 4 9 8 7 3 7 - 3 8 ; F a k s . 2 4 9 0 2 1 8 66 pe cy a a cy pe Sanatın büyülü dünyasında keyifli anlar, unu tulmaz bir y o l c u l u k . Mavi [ d e r i n l i ğ i n i ç i n d e , beyaz bulutların arasında tıpkı kusursuz bir hava yolculuğu g i b i . . . Harika bir uçuş için bileti erken almak gerek. Biz de, tam 64 yıldır kapalı gişe uçuyoruz. İ y i seyirler!
© Copyright 2024 Paperzz