cy a pe a pe cy pe cy a a cy pe a pe cy Sahibi: Tiyatro Yapım Yayıncılık Nevra Savcılıoğlu Amatör Tic. ve San. Ltd. Şti adına: Cemal Tiyatrolar: Aslı Davas, Hakan Demirkanlı Genel Yayın Yönet Gürel, Lale Ulutepe Tiyatro meni: Dikmen Gürün Uçarer Kulübü Sorumlusu: Murat Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Güler Redaksiyon: A. Nalân Mustafa Demirkanlı Yayın Özübek Katkıda Bulunanlar: Koordınatörü Emre Koyuncu Ayla Kapan, Dilek Öztekin, oğlu.Yazarlar: Memet Baydur, Fakiye Özsoysal Çavuş, Özlem Ahmet Cemal, Ahmet Levend- Hemiş, Sevgi Sanlı, Üstün oğlu, Yazı İşleri: Ilgın Sönmez, Akmen, Grafik Tasarım: Yeşim T E M M UZ A Ğ U S T O S 97 SAYI 72 50.000.- Demir Teknik Müdür: Erkut Arıburnu Dizgi: Nuray Lale Hukuk Danışmanı: Fikret İlkiz Dağıtım: Ahmet Ergin Ofset Hazırlık: Tiyatro Yapım Baskı: Stil Matbaası Abone Bedeli: 3.000.000. - Kurumlar Abone Bedeli: 3.500.000.-TL Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir80060 İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77 Fax: (0.212) 252 94 14 Posta Çeki No: Tiyatro Yapım 655 248 Banka Hesap No: T. İş Bankası, Cihangir Şb. 197 245 Yapı Kredi Bankası, Cihangir Şb. 1001388-8 tiyatro A Y Kapak Fotoğrafı: L I K Elvin T İ Y A Jones T R O Quartet Featuring EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S.9 HABERLER/S.10 cy a . ULUSLARARASI İSTANBUL CAZ FESTİVALİ Ilgın Sönmez/ S. 13 pe ELEŞTİRİ: MÜLLER'İN "ARTURO Uİ" YORUMU Üstün Akmen/ S. 24 ELEŞTİRİ: KRAL LEAR, LEAR'LERİN EN BÜYÜĞÜ MÜ? Sevgi Sanlı/ S. 26 AKIŞ: SESSİZ TİYATRO VE LEVENT BEŞKARDEŞ Dikmen Gürün/ S. 28 ELEŞTİRİ: KÖLELER ADASI Üstün Akmen/ S. 30 .7 İNCELEME: İKTİDAR VE ŞİDDET Özlem Hemiş / S. 32 İNCELEME: OYUNCU EĞİTİMİNE ÖRNEK BİR OKUL Ayla Kapan/ S.37 a İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu/ S.41 Özsoysal Çavuş/ S. 42 cy DRAMATURJİ VE TİYATRO ELEŞTİRMENLİĞİ DALINDA YENİ YÖNELİŞLER Fakiye İNCELEME: MODERN SONRASI DÖNEMDE KOLAJ TEKNİĞİNİN DRAMATURJİK pe ANLAMLANDIRMASI Dilek Öztekin/ S.44 AMATÖR TİYATROLAR: OKULLARDA ÜÇÜNCÜ ZİL NASIL ÇALIYOR? / S.46 TİYATRODAN ÖNCE... TİYATRODAN SONRA/ S. 52 8 EDİTÖRDEN Dikmen Gürün Bu ay, 4. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'ne katılacak toplulukların tiyatro ile haşırneşir genç bir arkadaşımızın (Ilgın Sönmez) kaleminden tanıtımının yanı sıra, 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde izlediğimiz oyunlar üstüne yazılan çeşitli eleştirilere yer veriyoruz. I.Ü. Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü öğrencilerinden Özlem Hemiş'in "Kral Lear", "Othello" ve "Bir Ata Krallığım"dan yola çıkarak yaptığı inceleme bu kapsamda dikkat çekecek bir çalışma. Fakiye Özsoysal Çavuş'un a önümüzdeki yıl ilk mezunlarını verecek olan I.Ü. Dramaturji ve pe cy Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü'ndeki faaliyetlere yönelik yazısı bu dalda eğitim görmek isteyen genç arkadaşlara ışık tutacaktır. Geçen sayımızda başlattığımız amatör tiyatrolarla ilgili haberler, makaleler bölümü bu ay olduğu gibi önümüzdeki aylarda da sürecek. Amatör tiyatro etkinliklerine yönelik çalışmalara bundan böyle daha geniş yer verilecek dergimizde. Artılarımızla-eksilerimizle, tüm maddi sorunlarımıza karşın ayakta kalmak için verdiğimiz uğraşlarla on bir aylık bir maratonu bu sayımızla noktalıyoruz. Ağustos ayında çıkmıyoruz, ama geleceğe yönelik çalışmalarımızı sürdürüyoruz... Bu arada, bizlere yazılarıyla el veren tüm dostlara teşekkür ederken "Eylül 1997'de buluşmak üzere" diyoruz© HABERLER... Anlat, Şehrazat Candan Erçetin cy a 10 Haziran gecesi Darphane'nin gizemli mekânlarından biri "Binbir Gece Masalları"nın Kasım ayında prömiyer yapacak olan sahne versiyonunu müjdeleyen bir basın kokteyline sahne edebilen ve oyunculuk yeteneği olan gençler arasından Haziran ayı içinde bir seçme yapıldı. Projenin yapımcı yönetmenliğini Mehmet Birkiye üstlenmiş. Zümrüd-ü Anka kuşları, kötücül büyüler, yakıcı şakalar ve iktidar entrikaları ile örülü yapımın sözleri Atilla Birkiye'ye, Bestesi Serdar Yalçın'a, koreografisi Marina Gökçe'ye, dekor tasarımı Nurullah Tuncer'e, kostüm tasarımı ise Hakan Dündar'a ait. Uzun yıllardan beri Türk Müziğinin, evrensel Müziğin, Opera ve Bale'nin çeşitli performanslarının ülkemizde sunulmasına katkıda bulunan Interbank şimdi de konusu, oyuncusu, yönetmeni ve yapımcı kadrosu ile desteklenmeye değer Ulusal bir müzikalin gerçekleşmesini sağlıyor. "Anlat, Şehrazat" İstanbul, Ankara, Bursa, Mersin, Adana, Antep, Antalya, Eskişehir, Samsun, Trabzon, Yalova, Ayvalık, Çeşme, Bodrum, Marmaris'te seyirci karşısına çıkacak. Müzikal iki perde olarak tasarlanmış ve baştan sona şarkılardan oluşuyor. Danslarla süslenecek olan müzikal çağdaş bir anlayışla sahnelenecek. Yapıtın esin kaynağı, Binbir Gece Masalları'nda yer alan "Şah Ömer-Ün Neman ve Şaşırtıcı Güzellikteki İki Oğlu: Şarkan ve Dav-ülMekan'ın Öyküsü" adlı masal. Ancak müzikal için masalın bir bölümü kullanılmış. Binbir Gece Masalları'nın anlatıcısı Şehrazat bu müzikal için de anlatıcı olarak düşünülmüş. Masallarda Şehrazat akıllı, son derece zeki bir kadını simgeler. Müzikal humor, entrika, aşk, acı, hüzün, intikam, ihanet, şiddet gibi Binbir Gece Masalları'na özgü temaları, çağdaş bir anlatımla işeyerek günümüz insanının duygu dünyasına yönelmeyi amaçlıyor. pe oldu. Interbank'ın katkılarıyla hazırlanan "Anlat, Şehrazat" ta Müşfik Kenter, Candan Erçetin, Meltem Cumbul, Kadriye Kenter, Levent Güner ve Tunca Aydoğan gibi güçlü bir kadronun yanı sıra geniş bir yardımcı oyuncu kadrosu görev alacak. Bu yan kadroyu belirlemek için şarkı söyleyebilen, dans "Anlat, Şehrazat" müzikalinin tanıtım kokteylinde; Müşfik Kenter, Mehlika Kenter, Mehmet Birkiye ve Interbank Genel Müdürü Esat Ertaş 10 ENKA Vakfı 1997 Yaz Dönemi Kültür Programı 18 Haziran -30 Ağustos tarihleri arasında Enka Vakfı'nca düzenlenmekte olan Kültür Programı çerçevesinde çeşitli sanat etkinlikleri ve film gösterileri meraklısına sunulacak. Sadi Gülçelik Spor Sitesi Anfitiyatrosu'nda düzenlenmekte olan programın amacı bilim, sanat ve sporu birleştirmek ve kültür hizmeti sunmak olarak saptanmış. Sene içinde izleme olanağı bulamadığınız, sezonun popüler gösterileri ve filmlerinden oluşan programı takip için sezon içi bilet fiyatlarını ödemek yeterli oluyor. Programın tiyatro bölümünde: Kent Oyuncuları; Umut Şarkıları'nı, MSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü; İnsan Denen Garip Hayvan'ı, Sıkıyönetim'i, Tiyatro İstanbul; Yeni Baştan'ı, Dormen Tiyatrosu; Kare As'ı Bakırköy Belediye Tiyatroları; Açıl Susam Açıl'ı, Dostlar Tiyatrosu; Birtakım Azizlikler'i, Talimhane Sahnesi; Çıplak Ayak'ı, İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatrosu; Kuyruklu Yıldız Altında'yı, İÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü; Dün Gece Yolda Giderken Komik Bir Şey Oldu'yu, İstanbul Devlet Tiyatrosu; Robinson Dans Öğreniyor'u sahneliyor. Zeki Müren İçin Bir Demet Yasemen Tiytrokare, Dedeman Topluluğu'nun katkılarıyla "Zeki Müren İçin Bir Demet Yasemen" adlı müzikali 1 Ağustos'tan itibaren Bodrum'da sergilemeye başlayacak. Oyun daha sonra Müren için önem taşıyan Bursa, İzmir ve Aspendos gibi merkezlere taşınacak. Ergün Hiçyılmaz'ın araştırma ve eserinden yola çıkarak Nedim Saban'ın HABERLER... oyunlaştırdığı ve sahneye koyacağı bu müzikalin dekoruna Osman Şengezer, kostümlerine Sadık Kızılağaç, ses ve ışık tasarımına Ahmet Defne imza atacak. Erol Sayan ise bu müzikalin müzik direktörlüğünü üstleniyor. Oyun Tiyatrokare'nin beşinci yıl kutlamaları çerçevesinde sergileniyor. Müren'in son günlerini Toron Karacaoğlu, çocukluğunu ise Sezer Tuğrul canlandıracak. 30 sanatçı ve 50 kişilik kalabalık bir kadronunu görev alacağı müzikal ile özlenen büyük müzikallere de bir dönüş gerçekleşiyor. Toprakbank 5. Yılında Ballet Folklorico, Toprakbank'ın beşinci yıl kutlamaları kapsamında üç gösteri Konseri", "Tiyatrolar", "Kukla Gösterileri" ve "Kukla Tiyatrosu"nun yanı sıra, oluşturulacak "Resim Atöyesi" çocukların yaşıtları ile birlikte özgürce davranacakları, yaratıcı güçlerini özgürce ortaya koyabilecekleri bir ortam yaratacak. cy Terakki Vakfı Tarafından ikincisi düzenlenen İstanbul Liselerarası Tiyatro Yarışması ödülleri sahiplerine ulaştı. Yarışmanın seçici kurulunda Deniz Gökçer, Serpil Tamur, Serpil Tezcan, Simay Küçük, Hami Çağdaş ve Orhan Kurtuldu bulunuyordu. Ödül töreni sırasında Yıldız Kenter de özel bir ödül aldı. Seçici kurul, Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı'nı sahneleyen Kadıköy Anadolu Lisesi 'ni 'En İyi Tiyatro Topluluğu' ödülüne layık buldu. Sakıp Sabancı ve Özel Eyüboğlu Lisesi özel ödül aldılar. "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" adlı oyunla yarışmaya katılan Çağlayan Lisesi'nden Ersin Zorlu ve Idris Seven 'En İyi Erkek', Dario Fo'nun Kadınlar'ını canlandıran Kurtuluş Lisesi'nden Aslıhan Çetinkaya ve 'Kadınlık Bizde Kalsın'da ki rolü ile Özel Kültür Koleji'nden Ayşin Merdal 'En İyi Kadın' oyuncu ödüllerinin sahibi oldular. a Liselerarası Tiyatro Yarışması Sonuçlandı pe için İstanbul'daydı. 7 Haziran günü TEMA Vakfı yararına yapılan gösteriler ve iki ayrı gösteri için daha sahne alan Ballet Folklorico ile birlikte Meksika tarihi binlerce seyircinin karşısında dans etmiş oldu. Ballet Folklorico, Meksika halkının müzik duygusunu vurgular. Grubun koreografisi tarihsel araştırma ile yaratıcılığın birleştiği, eski ve yeninin hoş bir bileşimidir. Eskişehir Festivali'ne Doğru Zeytinoğlu Eğitim, Bilim ve Kültür Vakfı tarafından 11-19 ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan "3. Uluslararası Eskişehir Festivalinde bu yıl çocuklarda festivalin önemli bir parçası haline geliyor. Ülkemizde ilk kez yetişkinlerle çocukları aynı toplumsal etkinlik içersinde buluşturacak Festival programında yalnızca çocuklara yönelik bir dizi gösteri düzenlenecek. "Çocuk Viyana'da "Uluslararası Çocuk Festivali" Avusturya'nın başkenti Viyana'da Interkult Tiyatrosu tarafından organize edilen "Uluslararası Çocuk Festivali" 7-22 Haziran tarihleri arasında ikinci kez düzenlendi. Festival, Avusturya'da yaşayan ve kendi kültürlerini koruyan yabancı çocuklara kendi ana dillerinde değişik programlar sunmak, kültürel gelişimlerine katkıda bulunmak, diğer yandan da Avusturyalı çocuklarla beraber karşılıklı kültürel ve sosyal iletişim kurmalarını sağlamak amacını taşıyordu. Türkiye'yi, birçok uluslararası festivalde temsil eden, Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine araştırmalar yapıp, gelenekselden moderne uzanan çizgide oyunlar hazırlayan Show Tiyatro oyuncuları Cengiz Özek ve Selen Birkiye temsil ettiler. 11 p c e a y a cy pe 4. ULUSLARARASI CAZ FESTİVALİ ILIK TEMMUZ RÜZGÂRININ RİTMİ ON DÖRT GÜN BOYUNCA CAZLANACAK Sönmez İnsan sevdiği, içten gelen bir bağla yakınlaştığı bir 'şey', bir 'durum', bir 'tür'den söz etmek şansını böyle bir yazıda yakalayınca, üstüne üstlük bunu dolaysız ve anlaşılır bir dille yapmak durumundaysa aynı benim gibi uzun uzun bocalar.Cazın insanın yüreğinden çıkan ve insanın yüreğine giden sesini 'sanal' dünyamızın 'reel' nimetlerinden biri olarak görüyorum. Ne de olsa ruhunu yitirmemiş bir 'şeye' zor rastlıyoruz. Görüntülerin sahte gerçeklere anlam katmaya çabaladığı, tüm gerçeklerin yalanlardan ibaret olduğu, zevklerin kodlanarak çeşitli güçler tarafından önümüze sunulduğu, kimliklerin birbirine geçtiği, kolayın alkış aldığı gibi saptanabilecek karamsar sınırları var bizim dünyamızın. Her neyse sözü uzatmadan söylemek istediğim şu ki salt caz dinlemek isteyerek caz dinleyicisi olunmazmış gibi geliyor bana. İçinizdeki arayış , özgürlük tutkusu sizi ona doğru çeker. Ya da nostaljik bir atmosferin büyüsüyle çekilirsiniz. Cazın türlerinde kitsch olanın, bizim zaman zaman 'arabesk'tanımını kullandığımızın sanata dönüşmesine canlı tanıklık ederiz.. Acı, aşk ve gözyaşı dolu nağmeler sizi dinlediğinize pişman etmez. Tını, biçim ve ritim olarak kendi ruhuna denk ruhların arayışı içindedir "negro sprituals" kökenli bu tür. pe cy a Ilgın 4. Uluslararası İstanbul Caz Festivali'ne tanıtım amaçlı yazmaya koyulduğum bu 14 yazıda bu tür detaylara girmemin nedeni kuşkusuz caza yeni yakınlık duymaya başlyanlarımızı da Festivalin içine çekebilmek. Hepimizin bildiği üzere'Jazz' gerçekte Amerikalı siyahların, bir türlü yeterince evcilleşemeyen siyah ruhun şehirli müziğidir. İçine beyaz nağmeler, motifler de karışmıştır ama caz siyahi gırtlağa büyüyle bağımlıdır. Cazın doğum yeri NewOrleans-Lousiana. Siyahlar oraya ilk adımlarını 1712'de atmışlar. Ve aradan geçen onca zamana rağmen caz genç, yaşam dolu ve oluşumu süren bir müzik süreci olarak karşımızda. Amerika'ya köle olarak göçe zorlanan Afrikalılar müziklerini getirdiler Amerika'ya. Ve yerel müzik o topraklarda protestan ilahileri, polkalar gibi beyaza özgü etmenlerle birleşti. Kural tanımaz siyahiler beyazların enstürmanlarını da kendilerine uyarlayararak kullanmaya başladılar. Cazın doğum günü bin dokuz yüzlerin başı olarak alınır. Zaman gereksinimlere göre göreceli olduğundan olacak caz dinamizmini bu geçen sürede hiç yitirmemiş.Doğrusunu söylemek gerekirse ben hiç bir zaman arşivi sınırsız, bilirkişi bir caz dinleyicisi olmadım.Yapımda bu bilirkişilik sendromuna pek uygun sayılmaz.Yalnızca caz dinliyorum ve iyi anlaşıyoruz diyelim. Benim düşünceme göre caz duygu yüklü isimlerin içinde kaybolmak için pek uygun bir mekan. a cy pe Joshua Redman 15 a cy Legends 97 bilinmez ama bizde belli türden bir seçkinliğin, daha açık söylemek gerekirse 'cool' olanın bir göstergesidir. Buna cazın garip kaderi denebilir çünkü Afro-Amerikan'ların tohumunu 'tarlalarda', 'barakalarda' attığı bu tür genel bir acı durumunun sesi olarak doğmuş, zamanla isli sisli karanlık mekânlara taşınmış güçlü gırtlağın, sağlam bir ruhun ya da üstün doğaçlama yeteneğinin vokal ya da enstrümantal olarak bir dışavurumuna dönüşmüştü. Yani anlatan bir müzik türüdür caz, anlatan ve acıtan.Anlayacağınız herhangi bir'seçkin' ya da 'cici' bir yanı yok cazın. (Ben hep Anadolu kadının yaktığı ağıt ile blues, soul arasında bir eşlik bağı kurmuşumdur. Onlarda Anadolu'nun spritualleri değil mi?) pe Önümüzdeki Caz Festivali'ne dönecek olursak caz anabaşlığı altında blues, soul, avantgarde, alternatif, world music, new age türlerini meraklısının ayağına kadar getiren İstanbul Caz Festivali'nin bu yılki takviminde de birbirinden güçlü, farklı isimler var. İKSV'nin Caz Festivali ekibi tüm yıl boyunca onlarla bizleri buluşturabilmek için çok yoğun çalıştılar. İstanbul cangılında birer misyoner gibi görüyor olmalılar kendilerini. İstanbul uzun zamandır bir festivaller kentine dönüştü . Film, tiyatro ve müzik festivallerinin ardından İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bu kez 4. Caz Festivali ile karşımızda. Her yıl farklı tercihleri olan bir kitleyi biraraya getiren Caz Festivali'nin bu yılki programı yine iştah kabartıcı türden. Festivalde on dört ülkeden toplam 250'nin üzerinde sanatçı yer alıyor. Konserlerin gerçekleştiği mekânların kapıları önünde her yıl yaşanan bekleyişler düşünülecek olursa hepinizin gereken rezervasyonları çok önceden yaptırmış olduğunu umuyoruz. Jazz belli müdavimlerin buluşma noktasıdır ülkemizde. Dünyaya yayıldığı Amerika'da nasıl ele alınır 16 7-19 Temmuz tarihleri arasında Caz Festivali bünyesinde konser ve jamsessionlara sahne alacak mekânları sıralamak gerekirse Açıkhava Tiyatrosu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Ortaköy Esma Sultan Yalısı, ROXY ve Q Jazz Bar isimleri çıkıyor karşımıza. Avrupa Caz Festivalleri Birliği'nin en yeni üyelerinden olan festivali tüm dünyadan 20'nin üzerinde basın kuruluşu takip edecek ve 14 ülkeden toplam 250'nin üzerinde sanatçının katılımıyla gerçekleşecek. Festivalin açılış konseri ise ayrı bir unutulmazı yaşatacak bizlere. Marcus Miller, Eric Clapton, David Sanborn, Joe Sample ve Steve Gadd'dan oluşan 'Legents 97' tüm Avrupa'da yıl boyunca konuşulacak bir konser verecek. Projenin beyni Marcus Miller ve David Sanborn, Joe Saple, Steve Gadd'le bir albüm doldurmayı planlıyor. Eric Clapton ise yalnızca bu konser için gruba katılmış durumda, üstelik Clapton parçaları konser repertuarında yer almıyor. Gecenin ardından sırayı hemen cazın önemli trompetçilerinden Wyton Marsalis'in yine cazın önemli davulcularından Elvin Jones ile vereceği konser alıyor. Jacky Terrasson, Joe Lovano, Jan Garbarek, Nicholas Payton, Joshua Redman, Jazz Crusaders ve Patti Austin, Ernest Ranglin, Diana Krall gibi caz dünyasının ünlülerinin konserlerinin dışında sıradışı etkinliklere de festival boyunca rastlamak olası. Çingeneler Zamanı, Arizona Dream ve Underground filmleninin müziklerinden pe cy a Jan Garbarek 17 da uğrak mekânı olan konserler böylece gerçek seyircisine de ekonomik paketler izin verdiğince kavuşmuş olur. Eğer ki el vermezse açıkhava konserlerinde en uygun konumla dışardan dinlenir konser. Bu hep böyledir. Böyle olmuştur. a Bu yazıda Roxy'nin adını sıkça anar olduk ama önemli gruplar sahne alacak Roxy'de. Jamaika'dan Ernest Ranglin, BSharp Quartet, Groove Collective, Berklee Müzik Okulu Öğrencisi Mehmet pe cy tanıdığımız Goran Bregoviç 45 kişilik büyük bir orkestra eşliğinde film müziklerini yorumlayacağı bir konser verecek. Onno Tunç'un kardeşi olarak adını duyduğumuz Arto Tunç ise kendi grubu Night Ark ile haziran ayı sonunda piyasaya çıkacak olan albümlerinin tanıtım konserini gerçekleştirecek. Konsere Yunanistan'ın önemli yorumcusu Elefteria Arvanitaki ve Sezen Aksu konuk olarak katılacaklar. 16 Temmuz ise özellikle gençlerin özenle beklediği bir konsere tanık olacak. Genç grup Red Snapper'ın ardından yüzyıl müzisyenleri olarak bilinen Massive Attack grubu sahne alacak. 18 Temmuz festivalin yıldızları bir araya getirdiği gecelerden biri. Kerem Görsev, İlhan Erşahin, Imer Demirer, Can Kozlu ve Volkan Hürsever'den oluşan beşliden sonra Jazz Crusaders ve Patti Austin konseri programda yer alıyor. Jan Garberek de 10 Temmuz gecesi grubuyla birlikte yeni çıkacak olan albümünden parçaları seslendirecek . 14 Temmuz'da ise ilginç bir yenilik çıkacak karşımıza. Klasik piyano yorumlarıyla tanıdığımız Güher ve Sühel Pekinel kardeşler Jacques Loussier Üçlüsü ile beraber ilk caz konserlerini verecekler. Festival bu yıl ilklere sahne oluyor ve bir ilk de Fazıl Say'dan gelecek. Sanatçı 16 Temmuz'da kendi caz kompozisyonları ve standartların yorumlarıyla bir caz piyano resitali sunacak. 13 Temmuz gecesi Esma Sultan Yalısı Cesaria Evora'ya büyüleyici atmosferini ödünç verecek. Latin cazın en ünlü isimleri ise kapanış gecesi Açıkhava Sahnesi'nde olacaklar ve tam beş saat boyunca çalacaklar. Küba'nın ünlü grubu Irakare, Roy Hargrove, Chucho Valdes, Kübalı vurmalılar grubu, Michel Camilo Üçlüsü ve Crisol Topluluğu gecenin yıldızları. CRR'deki konserler arasında Ernest Ranlin, Radio TarifaDino Saluzzi, Diana Krall, Kronos Quartet, Aydın Esen Trio, Fazıl Say, TRT Caz Orkestrası ve Ivan Lins Konserleri var. Biliyorum program insanın başını döndürüyor ama festival zamanı böyle yaşanır. Akşamlar CRR'deki 19.00 konserleriyle başlar Açıkhava'nın 21.00 konserleriyle sürer ve ROXY'deki özel konserler ve jam sessionlar ile son bulur. Rahatça bir şeyler giyilir .Böylece kişi bulduğu ilk yere kurulabilecek bir özgürlüğü garantilemiş olur. Evet, belki renkli heyecanlar arayışındaki insanların 18 Fleurine Ali Sanlıkol'un grubu Sanlıkol Band, Acı Trippin ve konuk sanatçı Erkan Uğur ve de Cohiba Gecesi'nde Kübalı Perspectiv Grubu. 10 Temmuz gecesi ise Q Jazz Bar, Hollanda'lı şarkıcı Fleurine'e ev sahipliği yapacak. Festivalin alternatif mekanlardaki gösterileri artarak sürer umarız. Geçen yıl binlerce seyirciyi coşturan sıcak ve esprili tarzlarıyla bol sempati toplayan ve üstüne üstlük İstiklâl pe cy a cy a Elvin Jones Quartet Featuring Miller" Ama arada çeviri için ben vardım." Şöyle devam ediyor "Bu iki müzisyenin yaptıkları müziğin farklılığını düşünürken aynı zamanda aynı olduklarını fark etmelerini göstermek istedim. Bu masallar, aradaki bağ, bu masalılardı." İşte bu hikâyeler basçıbesteci-yapımcı Miller'in son ve en özel kaydı Tales'ı gerçekleştirmesini sağlıyor. Soulun süpermeni olarak bilinen Miller çeşitli filmler için soundtrackler de yapmış. 1959 Jamaica doğumlu Miller'in babası da amatör bir jaz piyanisti ve kilise orgcusu. Daha on yaşına bile gelmeden klarnet çalmayı öğreniyor ve hemen ardından piyano ve bası da listesine ekliyor. Davulcu Kenny Washington Marcus'u cazla tanıştırıyor. Bir süre stüdyo müzisyeni olarak çalışıyor ve 1980'de Davis'le çalışmaya başlıyor. "Onun müziğinden etkilenmedim. O yalnızca kendi müziğimi geliştirmeme yardımcı oldu. Davis'ten kim olduğun ve ne yaptığın konusunda dürüst olman gerektiğini öğrendim. Böylece sorun yaşamazsın." Marcus 1991 yılında 'Power of love/love power' şarkısıyla Grammy alıyor. pe Caddesi'nde bir yürüyüş gerçekleştiren 1958 yılında kurulmuş ve dokuz kişiden oluşan Olympia Brass Band bu yıl yine bizimle ve 6-9 Temmuz arası İstanbul'un çeşitli yerlerinde karşınıza çıkabilir. Şimdi biraz da festivalin konuğu olacak sanatçılardan söz etmek istiyorum. Marcus Miller (Grubun toparlayıcısı) Miles Davis, Billie Holiday, Lester Young, Joe Sample ve Roberta Flack gibi büyüklerle kayıtlar yaptığı günlerde Miller kendi müziğini yaratmanın arayışı içinde imiş. "Tüm yaşamımı işittiğim bir söyleşi niteliğinde bir albümü yakalamaya çalışıyordum. Ve bu söyleşi ben ve daha çok eski müzisyenler arasında gelişmeliydi." Marcus insanların yaşamları boyunca nasıl bilgi topladıklarını yansıtabilecek bir albüm istiyordu. "Çağdaşımız müzikte hikâye anlatmak çok fazla önemli. Son yıllarda müzisyenler melodiyi bırakıp doğruca hikâyeye yöneldiler yani Rap'e." Bu arayış Grammy kazanan The Sun Don't Lie ile daha yaşlı bir müzisyenin genç bir müzisyenle yaptığı söyleşi gibi ses veren bir albümle sonuçlanıyor. Şöyle diyor 20 Joe Sample Teksas doğumlu Joe Sample'ın müzikal duyarlılıkları soul, bebop, blues, Latin ve klasik müziktir. Piyano çalmaya beş yaşında başlayan Sample on dört yaşındayken profesyonel müzik yaşamına başladı. Liseden mezuniyetinden sonra basçı ve saksafoncu Wilton Felder, tromboncu Wayne Hendersen ve davulcu Stix Hooper ile birlikte Jazz Crusaders'ı kurdu. Grup daha sonra Crusaders olarak anıldı. Yıllar boyunca çalışan grup çok sayıda altın ve platin plaklar kazandı. Son işleri 1987 yılında çıkardıkları Life in The Modern World oldu. Joe Sample solo kariyerine de 78'den başlayarak devam etti. Carmel, Rainbow Seeker, Voices İn The Rain, Spellbound, Ashes To Ashes gibi hitler çıkardı. Soul Committeeile '94'ün sonlarında 'Did You Feel That?'i çıkardılar. Bir sonraki yıl yine bir hit çıkardı. Dear Momma. Şimdi Sample kişisel hikâyesi ve özel caz tarzını sergilediği bir solo piyano çalışması olan Old Places-Old Faces ile geri döndü. Sample şöyle diyor: "Ben yeni olanı kabul edebilecek cesur ve dürüst Cüher & Süher Pekinel gibi müzisyen ve gruplarla çaldı. a Marcus Miler'ın bu sanatçılarla bir kayıt çalışması düşündüğünü söylemiştim. Konuk, Eric Clapton içinse pek fazla söze hacet yok. Kendisi popüler müzik arenasında da diğer alternatif alanlarda da iyi tanınır. Soulun kendine has beyaz yorumcusu Unplugged albümüyle kariyerinde olağanüstü bir noktaya yükselmişti. İkinci gece sahne alacak Elvin Jones içinse yine bir basın tanıtımından alıntılar yaparak bilgi vermeye çalışacağım. cy müzisyenleri severim. Verilene razı müzisyenler gördüğümde hemen sıkılırım. Ama formül çıkarmaya hazır olanına rastladım mı da hemen yanında bitiveririm. İnsanlara sıkılmayacakları müziği vermeye çalışıyorum. Sanırım benim formülüm de bu." Otuz beş yıldır çalışan Sample hâlâ müzik yaparken çok eğlendiğini söylüyor. pe David Sanborn Caz Festivalimizin gediklisi Amerikalı saksafoncu, flütçü ve besteci David Sanborn müziğe küçük yaşta okul orkestrasında saksafon çalarak başlamış. Başarılı bulunmadığı için görevi bırakmış ancak bir gün ciğerlerinden rahatsızlanınca yeniden çalmaya başlamış. Başlarda Hank Crawford ve Jackie Mclean'den etkilenmiş. 1963 yılında Şikago'ya giden Sanborn Northwestern Üniversitesi'nde müzik öğrenimi gördü. '67-71 yılları arasında Paul Butterfield Bluesband'de çaldı. Steve Wonder ve Rolling Stones ile turnelere çıktı. Bir süre Michael Karnen ve Dorian Rudnsky'nin kurdukları New York Rock ensemble'da çaldı. 1973'den başlayarak Gil Evans ile çalıştı. '73-75 yılları arasında Gil Evans, Brecker Kardeşler ve David Bowie ile çalışmalar yaptı. 1981'de En İyi Enstrümantal Rhythm ve Blues albümü dalında Grammy ödülü kazandı. Sonny Rollings, Leonard Cohen, Was Not Was, Bili Frisell, Sun Ra, John Zorn Elvin Jones Cazın 20. yüzyıl boyunca gelişen kısa tarihinde Elvin Jones'un önemli bir yeri vardır. Dinamik ve teknik açılardan mükemmel bir sanatçı olarak cazın, müziğin gelişiminde bir basamak olarak yer almasına katkıda bulunmuştur. Jones süreç boyunca perküsyonla kusursuz bir birliktelik kurmuş bir sanatçıdır. Caz ansiklopedisinde onun için şöyle yazar: "Temel yaratımı onun sesin yuvarlak döngüsü olarak adlandırdığı durumdu. "Yazar ve eleştirmen Albert Goldman Life dergisi için yazdığı bir makalede Elvin Jones'u "dünyanın en büyük ritmik davulcusu" olarak tanımlar. NewYorker dergisinden Whitney Balliett onun için "Jones büyük olasılıkla caz tarihinin en duyarlı ve içli eşlikçisidir." der. Siyah Müzik dergisinden Leroi Jones'sa son noktayı koyar "Elvin'in çalış tarzını anlatmanın yolu yoktur. Sanırım yanıt kendi varoluşundadır." 1927 doğumlu Jones on kardeşin en küçüğüydü. Ailesinde müzik vardı Jones'un, yani kardeşleri de caz müzisyenleriydi. Ama Jones onlar olmasa yine de müzik yapacağını söylüyor. Bugün yalnızca caz için değil rock içinde perküsyonlarıyla en büyüklerden biridir. Sayısız çalışmasının yanı sıra 1996 yılında California Sanat Akademisi'nden bir Onur Derecesi almıştır. Joe Lovano 1952 Ohio doğumlu Lovano, alto saksafon çalmaya çocuk yaşlarda başlıyor. O da aileden müzisyenlerden. Aile fotoğraflarından birinde annesi bir saksafona sarılmış biçimde yer alıyormuş. Babası bir tenor saksafon ustası. 'Büyük T.' ünvanlı Tony Lovano. Liseden sonra ünlü Boston Berklee Müzik Okulu'na gidiyor ve ilerde de birlikte çalacağı John Scofield, Bill Frisell ve Kenny Werner ile karşılaşıyor. 1994 yılında Joe'ya Berklee'den 'Distinguished Alumni Award' ödülü geliyor. 1980-92 yılları arasında düzenli olarak Mel Lewis Orkestrası ile çalıyor ve onlarla birlikte altı albüm yapıyor. Çalıştığı pek çok isim arasında Elvin Jones, Carla Bley, Lee Konitz, Charlie Haden ve Bob Brookmeyer ve modern davulcu Paul Motion sayılabilir. Universal Language, Tenor Legacy, Rush Hour, Joe Lovano Quartets at the Village Vanguard, Joe Lovano Celebrating Sinatra Lovano'nun 21 a Program bu derece yüklü olunca insan kim için ne söylemeli şaşırıyor çünkü katılımcı isimlerin hepsi ciddi anlamda başarılı müzisyenler. Ben, Joshua Redman, Kronos Quartet, Ivan Lins, Diana Krall, Aydın Esen ve Mahagony Brass Band'la devam edip mümkünse yazıyı bitireceğim. pe yaptığı albümlerdir. Onun için şöyle söylenir "Pavoretti dışında günümüzün en büyük tenoru Luciano değil Lovano'dur." ilgimizi çeken isimlere şöyle bir uğrayıp geçiyoruz ya, şimdi de çağdaş cazın büyük ismi Jan Garbarek var sırada. Garbarek sürekli yenilik arayışı içinde olan bir stilisttir. Aslında Garbarek'e bayağı alıştık çünkü o da İstanbul'a caz için gelir ve gider . cy Jazz Crusaders & Patti Austin Jan Garbarek Jan Garbarek özgün müziği ve yorumlarıyla '60'lardan beri sesini duyuran, Avrupa cazının gelişmesine öncülük etmiş sanatçılardan biridir. Norveç'li saksafoncunun berrak ve yalın müziği İskandinav hüznüyle perçinlenir. Yaptığı müzikle Norveç folkloruna Brezilya ve Asya etkileri de katmıştır. Melodik notalar Garbarek müziğinin belirleyici özellikleri arasındadır. George Russell ve Keith Jarrett gibi isimlerle yaptığı çalışmalar modern caz için kilometre taşlarından biridir. Alman basçı Eberhard Weber de '82 yılından beri grupla birlikte çalmaktadır. Toplulukta klavyeci Rainer Bruninghaus ve daha önce Miles Davis ve Wayne Shorter gibi caz ustalarıyla çalışmış olan Marilyn Mazur da yer alıyorlar. 22 Joshua Redman Hukuk okuluna sırtını dönüp müzikte kariyer yapmaya karar verdiği beş yıldan beri saksafoncu Joshua Redman emin adımlarla ilerliyor. Caz dünyasında az rastlanacak türden bir popülerite edinmiş durumda. Harvard'dan mezuniyetinden ve babası efsanevi müzisyen Devvey Redman'la çalışarak bir yaz geçirdikten sonra Thelonious Monk Enstitüsü Caz Saksafon yarışmasında, 1991 yılında ilk ödülünü alıyor. '93'te Joshua Redman adlı ilk kaydını yapıyor. Ardından '93'te Wish geliyor. 1994'te yaptığı MoodSwing ise best-seller oluyor. Bu onun kendi turne grubuyla yaptığı ilk albüm. Christian McBride, Brad Mehldau ve Brian Blade ile çalışıyor. Aynı zamanda kendi besteleri ve soprano saksafonuyla yaptığı ilk çalışma bu. 1995 yapımı Spirit of the Moment ise iki CD'lik canlı bir konser kaydı. Bu çalışmayla Piyanist Peter Martin, basçı Christopher Thomas ve davulcu Brian Blade'den oluşan yeni Redman Quartet'i duyurmuş oluyor. Böylece canlı performanslardaki gücünü kanıtlamış oluyor Redman. Yolculuğu Freedom in the Groove ile sürüyor genç sanatçının. On yeni parçayla 1969 doğumlu bir müzisyenden beklenemeyecek geniş ufkunu, kategori dışı ruhunu bir kez daha göstermiş oluyor dinleyenlere. Bu albüm Redman müziği gibi yoğun düşüncenin ve uygulamanın ürünü. Kronos Quartet Yeni müziği yorumlayan ve çağdaş bestecilerden çalmayı seçen oda müziği topluluğu Kronos Quartet'in on iki yıllık bir geçmişi var. Repertuarları Bartok, Webern ve Ives'den Thelonious Monk, Bill Evans ve Jimi Hendrix'e kadar uzanır. John Cage, Terry Riley ve Philip Glass gibi modern müziğin büyük isimleriyle birlikte çalan Kronos birçok müzikal kültürü bünyesinde eritmiştir. Bunlar arasında Çin, Afrika, Japonya, İskandinavya, Yeni Zellanda ve Orta Doğu sayılabilir. Kronos kompozisyon müziğin ülke ve tarz sınırları ötesinde bir müziğe ulaşmak düşüncesiyle araştırmacı-deneysel müzik yapan kesim içinde en uç örneklerden biridir. Monk Olympia Brass Band a bir yorum alanına sahip bir isimdir. Klasik piyano derslerine dört yaşında başlayan Krall profesyonel kariyerine on beş yaşında yerel bir restoranda haftada üç gece çalarak başlar. Fats Waller'a karşı, aileden gelen bir hayranlığı, hatta aşkı vardır ve bu tüm performanslarına yansımıştır. Seksenlerin ortalarında bir müzik bursuyla Berklee'ye, ABD'ye gelen Krall burda bir buçuk yıl kalır. Kanada'ya dönüşünde davulcu Jeff Hamilton ve basçı John Clayton ile tanışır. Onlar da Krall'ı Ray Brown'la tanıştırırlar. Böylece Krall'ın L.A.'e gidip Jimmy Rowles'la çalışmasına karar verilir. Üç yıllık L.A. serüveninden sonra NewYork'a gider. Boston'da bir trio ile çalmaya başlar. Nat King Cole Trio'ya olan hayranlığı ona üçüncü albümü olan All For You'yu yaptırır. "Davulun bulunmadığı birtrioda çalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu hep yapmayı istediğim bir şeydi." diyor Krall. Cazın ilginç ismi Krall'ın önü açık gözüküyor. cy Suite(1985), Kronos Quartet (1986), White Man Sleeps (1987), Salome Dances For Peace (1989), Black Angels (1990), String Quartet (1991), Hunting Gathering (1991), Five Tango Sensations (1991), Henyk M. Gorecki (1991), Pieces of Africa (1992), Short Stories (1993) diskografilerinde yer alan parçalardan bazılarıdır. pe Ivan Lins Eğer müzik evrensel bir dilse, Lins büyük olasılıkla en büyük dil bilimcidir. Keyboard ustası, yorumcu ve aykırı besteci Lins dünyanın her yerinden dinleyiciyi çekecek bir tarza sahiptir. Rio de Janeiro doğumlu sanatçı müziğe olan doğal eğilimini ve yeteneğini keşfetmeden önce profesyonel sporda kendine akademik derece ve kariyer yaptı. İlk bestelerinden olan "Madalena" efsanevi Brezilyalı yorumcu Elis Regina tarafından yorumlandı ve ülkede, tüm Avrupa'da olağanüstü başarı elde etti. Quincy Jones'la "Dinorah, Dinorah" kaydını yaptı. İyi müziğin tadını alan Quincy The Dude albümünde de Lins'le çalıştı. Lins'in parçaları önemli grupların kayıtlarında yer almaya başladı. Örnek vermek gerekirse Manhattan Tranfer'e ait Brazil albümünde iki Lins orijinali yer alıyordu. Bu albüm Grammy aldı. Amerikan müziğinin sıcak Brezilya kültürü ile flörtünü sağlayan Lins günümüzün önemli müzisyenleri arasındadır. Diana Krall Cazın Kanada'lı şirin şarkıcı kızı Krall, postmodernden klasik caza kadar geniş Aydın Esen Aydın Esen dünya çapında isim yapmış bir müzisyenimiz. Modern müziğin modern filozofu. Çok küçük yaşta müziğe başlamış olması üslûp, beste ve yorumu açısından çok önemlidir. Aldığı davetler ve burslar aracılığıyla Avrupa ve Amerika'da çalışmalarını 'SO'li yılların başından beri sürdüren Esen birçok ödülün sahibi oldu. Bunların içinden en önemlileri Paris'te dünyanın en büyük piyanisti olarak birincilikle ödüllendirilmesi, Berklee Müzik Okulu'nu bir senede bitirip şeref diploması alması, birçok çağdaş müzik ve müzisyen ödülü alması sayılabilir. Sanatçı sürekli olarak dünya turnesindedir. Birçok ulustan müzisyenle kurduğu Modern Müzik Topluluğu ile çalışmalarını sürdüren sanatçı yeni çalışmalarının kaydını yapmak üzere olduğunu söylüyor. The Mahagany Brass Band Grup geleneksel müziğe yakın ancak popüler kültürle eklemlenmiş bir tarzı benimsemiştir. Çaldığı her parçaya hayat veren bir üslûp geliştirmişlerdir. Aranjmanlarının büyük bölümü New Orleans sokaklarından gelir. Çaldıkları her yere götürürler New Orleans'ı. Canlı veya kayıt fark etmez. Grup aynı coşku ve ritmi yani New Orleans'lı olmayı hissettirir size. Grup, Brice Miller (Trompet), Ebria Kieffer (davul), Damon Wheeler (bas davul), Chad Gales (Saksafon), Stephen Walker (Trombon), Kevin Louise (Trompet), Damon Francois (Tuba), Winston Turner (Trombon)dan oluşmaktadır. Yazının başında söylediğim gibi söz konusu caz olduğunda isimlerin arasında kolayca kayboluyor insan. Hepimize güzel ve dopdolu bir festival diliyorum. Caz-ı haz alarak dinleyin 23 ELEŞTİRİ MÜLLER'İN "ARTURO Ul" YORUMU Üstün A k m e n "Berliner Ensemble", Heiner Müller'in yorumuyla ilk kez 3 Haziran 1995'de sahnelenen, Bertold Brecht'in "Aturo Ui'nin Önlenebilir Yükselişi (Deraufhaltsame Aufstieg des Arturo Ui)"ni 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde izledik. Gelişen toplumsal ve siyasal olayalar karşısında çok ciddi kaygılara kapılan Brecht'in oyunu, bilindiği gibi bu kaygının belirgin olduğu rapabol biçiminde yazılmış bir yapıt. 1941 'de kitap olarak yayınlanan ve ilk kez 1959'da sahnelenen oyunda, güya Chicago gangsterleri arasında geçen konu, aslında Hitler'in yükselişini ve oyunu. Daha ilk okuyuşunda oyunda bulunması gereken renk, ton, devinim, ve ritm belleğinde açık seçik belirginleşmiş. Brecht'in yapıtına doldurduğu sahne tanımlarına, dekor betimlemelerine ve benzerlerine ise hiç aldırmamış. Özellikli yorumu ise oyunun şiirine, güzelliğine, anlamına pek denk düşmüş. sokaktaki adamın bu olgu karşasındaki davranışını işliyor. "Berliner Enseble"nin program pe cy a Brecht'in oyunlarında, sahne karşısında bir "Sokak olayı" nı seyderiyormuşcasına oturan izleyicinin düşünsel etkinliğini devindirmesini amaçladığı artık pek bilinen bir gerçek. Duygulandırma değil, düşündürme; özdeşleştirme değil, bilinç; duygu değil, akıl... Bunlar elbette sahnede "uzaklaştırma" ya da "yabancılaştırma" etkisi yaratmaya çalışan oyuncu kadar, salondaki izleyiciyi de yönlendiren ilkeler. Ve "Berliner ensemble", iki yıl önce yitirdiğimiz bir tiyatro dehası Heiner Müller'in yönetmenliğinde bu oyunu, (başta Ui'de Martin Wuttke olmak üzere) tüm oyuncuların kendi duyguyarıyla canlandırdıkları kişilikleri, duygularını birbirine karıştırmadan, amacın başkalaşmak değil göstermek olduğu bilincine ererek canlandırmalarıyla sahneliyor. Tiyatro sanatı ne oyunculuk, ne yazılı yapıt, ne sahne, ne de dans demek. Ancak tüm bunları kapsayan öğeler tiyatro sanatını oluşturuyor. Eylem oyunculuğun ruhu, sözler oyunun gövdesi, çizgi ve renk dekorun kalbi, ritm dansın temeli değil midir? Elbette... Heiner Müller'in becerisi bu işte. Bana sorarsanız Müller, elli dört yıl sonra sınıf bilincine ele alan bu klasik oyunu yazarının elinden almış ve yorumunu metne bağlı kalarak yapacağına öncelikle söz vermiş. Sonra okumuş 24 kataloğunda (Koza Gökbugel'in çeviri ve derlemesi ile) Müller, Brecht'in yapıtındaki vahşetin fazla ilgisini çekmediğinden söz ediyor. "Hepimiz Hitler'in ne denli korkunç bir yaratık olduğunu biliyoruz" diyor. Buna karşın günümüzde yeniden ve olanca gücüyle kendini gösteren mafya yapılanmasını daha ilginç bulduğunu söylüyor. "Mafya politikaya sızıyor ve bu olay Almanya'nın birleşmesinden sonra daha da hızlandı" diye de ekliyor. Konrad Wolf'ün bir filminden söz ediyor Müller. Yaşlı bir toplama kampı tutsağı, cesetleri fırına sürme görevi kendisine verildiği için ölümden kurtulmuştur. "Bu işleri kamplarda zaten hep tutsaklara yaptırırlardı" diye anlatıyor Müller: "Ve bu insanlar her gün aynı kararı vermek zorunda kalırlardı; ya bu işi yapacaksın ya da öleceksin. Böyle bir durumda nasıl davranılır ki?" diye de soruyor. "Bugün de temel soru budur" diyor. Müller'in "Arturo Uİ" yorumundaki temel soru da bu galiba. Gösteri sonrası insanın aklına ister istemez böylesi bir soru takılıyor. Yanıt bulunamıyor, ama herkes kararında kendini özgür duyumsuyor ya! pe cy a ELEŞTİRİ KRAL LEAR LEAR'LERİN EN BÜYÜĞÜ MÜ? Sevgi Sanlı Bir zamanlar Büyük Britanya'dan, güneşin üstünde hiç batmadığı imparatorluk diye söz edilirdi. Güneş bu imparatorluğun üstünde de er geç batacaktı. Dominyonlarını sömüren, uyruklarını baskı altında tutan hangi hükümdarlık ilelebet 'payidar' olabilmiştir? Gelelim Kraliçe Elizabeth I. in çağdaşı olan bir başka İngiliz, tacını bütün görkemiyle taşıyor. 'Bütün dünya bir sahne' ise William Shakespeare bu dünyanın cy a hükümdarıdır. Eşsiz yapıtlarını dünyanın yetmiş iki milletine bağışlayan, ama karşılğında tek kuruşluk telif hakkı talep etmeyen bir yazar. pe Doğum yeri olan Stratford -upon-Avon'da tam on iki saatlik bir Shakespeare şölenine katılmıştım. Yirmi yıl kadar önce, IV. ve V Henry adlı yapıtları aynı günde oynanmış, sabah 10.30 da başlayan gösteri akşam 10.30 da bitmişti. Aynı dönemde David Warner'in Hippi Hamlet'i de sergileniyordu. Londra'da tanıştığım bir Macar aktör şöyle demişti. "Hamlet'e gitmedim. Bu rolü ben de oynadığım için dışardan bakmaya katlanamıyorum. Ama Henry'leri sakın kaçırmayın." IV. Henry'de Prens Hal rolünü çok yetenekli bir oyuncu üstlenmişti: lan Holm. V. Henry olarak tahta geçince eski çılgınlık, isyancılık, serserilik arkadaşı şişgöbek Falstaff'ı nasıl huzurundan kovduğunu, nasıl Krallık otoritesini benimsediğini unutamam. Bunca yıl sonra yine taçlı bir hünkâr çıkıyor karşıma. Hem uygun yaşta, hem de gücünü, kuvvetini iyi korumuş. Lear'in tacını onurla taşımış oyunculardan Laurance Olivier şöyle demişti: "Rolün hakkından gelecek gücün olduğu zaman fazla gençsin. Uygun yaşa geldiğinde bakarsın gücün 26 tükenivermiş. Romeo sendromunun tam karşıtı." Cüneyt Gökçer, Carl Ebert yönetiminde Kral Lear'i oynadığı zaman Romeo'luğa daha uygun yaştaydı. Büyük başarı kazanmıştı ama krallığı ağır basan bir Lear'di. Yıllar sonra Basil Coleman yönetiminde Lear'liği ağır basan bir kral oldu. Ülkemizdeki ilginç tiyatro denemelerinden biri Işık Kasapoğlu'nun yönettiği Punk Lear'di. Erol Keskin çılgınlıkla bilgelik arasında gidip gelen bir yaşlı adamı oyunuyordu. Soytarısının dediği gibi büyümeden yaşlanan bir adamı. Robert Strua Gürcistan'dan despot mu despot, hınzır mı hınzır bir Kral Lear getirmişti, İstanbul Tiyatro festivaline. Müthiş bir prodüksiyondu. Goneril ile Regan'in nerdeyse acınacak duruma düştüğü, yaşlı Boyar için de 'Eh, eden bulur' diyebileceğimiz bir tragedya. Kral Lear gösterişli bir törenle başlar, yaşlı, ama yaşlı olduğuna henüz inanmayan bir kral malını, mülkünü ve dünyevi iktidarını, kızları ve dolaylı olarak damatları arasında paylaştırmaktadır. Lear henüz dinç ve güçlüdür, buyruklar yağdırır, hırçınlıklar yapar, dikkafalılık eder, emri altında tutmak istediği yüz süvari ile aşık atar. Genç, hoyrat, hayat dolu, neşe dolu adamlardır bunlar. Belki kralın gençlikle son bağları. Birinci sahnenin can alacak yeri, eski geleneklere göre yapılan sevgi sınavıdır. Kral kızlarına törensel sorulan sorar: İki büyük kız töreye uygun ama gerçeğe aykırı biçimde babalarına sevgilerini, bağlılıklarını dile getirirler. En küçük kız kısmen ablalarının riyakârlığından iğrendiği, kısmen bu törensel sınavı saçma bulduğu için yaşlı Kralı öfkelendiren bir sadelik ve kesinlikle yanıt verir. Cordelia'nın yazgısı hem mirastan yoksun kalmak, hem çeyizsiz bir kızı almaya razı Fransa kralıyla birlikte ülkesini terk etmektir. pe cy lan Holm, Lear'i Lear yapan bütün özellikleri inanılmaz bir nüans zenginliği ile sahneye getiriyor. Olivier şimşekler çakar, yıldırımlar düşerken sesinin güçten düşmemesi için Lear'in tiradlarını kırlardaki ineklere haykıra haykıra okurmuş. Holm'un ne türlü temrinler yaptığını bilmiyoruz. Ama o ses hiçbir zaman çaptan düşmüyor. Aktör bilerek, istiyerek piano'lara geçmedikçe. a Kral Lear kısa bir süre sonra iki büyük kızı arasında itilip kakılmaya başlayınca kara gün dostlarını birer birer tanımakla kalmayacak uyruklarının çektiği çileleri de sineye çekmeyi öğrenecektir. Çektiği acıların vahşi bir yaratığa döndürdüğü Atinalı Timon'un tersine Kral Lear her şeyinden, umudundan bile soyunduğu zaman insanlığa adım atmıştır. Gözümün önünden gitmeyen, gitmeyecek sahne, Lear'in Cordelia'nın kollarında uyanması. İnsanların çığlığına, kötülüğüne, kana susamışlığına gümbür gümbür isyan ettikten sonra ansızın gelen huzur. Öte dünyaların tasasızlığına kavuşan bir Lear. Kendisini her zaman sevmiş, her zaman sevecek olan Cordelia'nın yanıbaşında. Bir oyuncudaki deha parıltılarını görmek kaç kere nasip olur? Bir kralı etrafındakiler oynar, lan Holm'un çok güçlü bir kadroyla desteklendiğini bir an bile unutmayalım. Richard Eyre rejisini Aya İrini mekânına çok güzel oturtmuş. National Theatre'daki Cottesloe sahnesinde aynı atmosferin yaratılabileceğini sanmıyorum. Sadece ses düzeninin iyi olmadığından sızlananlar oldu. Sahnenin çevresinde dizilen oturma yerlerinde sağır noktalar varmış. Böyle bir yere düşene çok acırım. Çünkü Shakespeare'in kelamını İngiliz oyuncuların ağzından işitebilmek büyük bir ayrıcalık. En küçük rolü oynayan bile ağzını açtığı zaman hayranlığa düşmemek elde değil. İngiliz Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun sergilediği "Kral Lear"in, Lear rolünde lan Holm Gloucester Dükünde Timothy West, Edmund'da Finbar Lynch, Cordelia'da Ann-Marie Duff, Edgar'da Paul Dhys adını anmadan duramayacağım oyuncular arasında. Piç Edmund uslu başlı ağabeyinden genellikle sahne çalar. Onda kadınları biribirine düşüren bir çekicilik, bir şeytan tüyü vardır. Ama bu kez Edgar gölgede kalmıyor. Paul Rhys genç İngiliz oyuncuların en ilginçlerinden biri. Oswald'da Wililam Osborne son derece inandırıcı... Soytarıya gelince... Cordelia ortada olmadığı zaman görünen, genellikle onun bir uzantası kabul edilen soytarı rolü bu kez oldukça yaşlı, oldukça hantal birine uygun görülmüş. Gözleri genç kalan Michael Bryant iyi bir komedyen hiç şüphesiz ama bizdeki soytarılar gözümün önünden geçiyor: Ulvi Uraz, Ertuğrul İlgin, Erdal Küçükkömürcü ve Soytarıyı Cordelia ile birlikte yürüten Tilbe Batum. İngiliz Milli Tiyatrosu'nun Kral Lear'i İstanbul Tiyatro Festivalinin en büyük şölenlerinden biri oldu. lam Holm için bu yüzyıldaki en büyük Lear diyorlar, büyüklerin büyüğü. Bu çığırtkanca betimlemeleri biraz yadırgıyorum, lan Holm bundan iyisine lâyık. İyi, sağlam, gerçek, sıcak bir oyuncu olduğunu söylersem Cordelia'lık mı etmiş olurum? 27 BAKIŞ SESSİZ TİYATRO VE LEVENT BEŞKARDEŞ Dikmen Gürün Levent Beşkardeş Sessiz tiyatro dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Bir süre Türkiye'de çalıştıktan sonra 1981'de Fransa'ya gitmiş. Sağır ve dilsiz olmasına karşın kendisiyle kalem-kâğıt aracılığıyla yazışarak çok rahat anlaşıyoruz. Kesintisiz bir diyalog sürüyor aramızda, "sanat alanında öğrenecek çok şeyim var" diyerek 16 yıl önce tek başına Fransa'ya gidecek kadar cesaretli, kararlı, rahat... pe cy a 1981'den bu yana çalışmalarını Vincennes'de sürdüyor. En büyük arzusunun ise İstanbul'da bir Sağırlar Sanat ve Kültür Merkezi kurmak olduğunu belirtiyor. Fransa'da yapmakta olduğu çalışmaları ise şöyle özetliyor: On beş yıl önce Parist'teki International Visual Theatre'a adım attığımda amacım sağırlar kültürünü geliştirecek oyunları el işaretleriyle ve bu işaretlere uygun bir ritmle sunarak sağır çocuklara normal çocuklarla birlikte birşeyler öğretebilmekti. Sağırlar kültürünü dünyaya açmak istiyordum. Bu proje üzerinde bugün de ısrarla çalışıyorum. En büyük arzum görülmemiş, yayınlanmamış, köşede unutulmuş sağırlar tarihiyle ilgili bilgileri, dökümanları toparlamak. Bu dökümanları sahneye uyarlayarak yorumlamak." Levent Beşkardeşin yönettiği ve yıllardır pek çok ülkeyi dolaşan "Hanna" böyle bir çalışma. Üzerinde uzun araştırmalar yaptığını söylüyor sanatçı. "Hanna" için sağırlar tarihiyle ilgili pek çok dosya taramış. Pek çok dökümandan yararlanmış. "Elime geçen dosyalarda sağırların tarihte kısır edildiğine dair bilgiler elde ettim. Hitler Almanya'sında da uygulanmış bu sistem, oyunu bu bilgiler üzerine kurdum. Beş yıl önce ilk kez sahnelendiğinde seyirciyi şoke etti" diyor. 1930'lu yıllarda Hamburg'da geçen oyunda 16 yaşındaki sağır-dilsiz Hanna'nın öyküsü anlatılır. Hanna ailesi ve arkadaşlarıyla mutlu bir yaşam sürmektedir, ama Kalıtımsal Hastalıklar Kurulu'nun devreye girmesiyle yaşam biçimi yön değiştirecektir. Oyunda gerçek ve düş içiçedir. Bir yanda Nazilerin özürlü insan avından kaçırılmaya çalışılan Hanna, öte yanda onu esir alan kabuslar... Paris'e kaçış, ilk aşk, hamilelik, yine Naziler, yeniden kaçış... Oyunda yaşlı Hanna on yedi bin sağır ve dilsizin Hitler Almanya'sında kısır edildiği günlere geri dönmekte ve yaşamını onun gibi sessiz bir dünyaya ait olmayan ama onunla çok güzel iletişim kuran torunlarına anlatmaktadır. "Hanna"dan sonra Levent Beşkardeş halen oynanmakta olan "Antigone"da sadece oyuncu olarak görev almış. Şimdilerde ise yeni çalışmalara yöneleceğini söylüyor ve ekliyor; "amacım sadece sağır izleyiciler için oyun yapmak değil. Tüm seyircilere birşeyler söylemek istiyorum. Doğal olarak sağır sanatçılarla çalışmayı yeğliyorum, ama izleyici mesajımızı çok iyi alıyor, çünkü bizim anlatımımız son derece görsel-visüel. Sağırlar kültürüyle ilgili oyunların yararlı olduğuna inanıyorum. Neden mi? Yok denecek kadar az diyalogla benzersiz şeyler yaratabiliyoruz. Çok yalın bir dekor içinde, çok yalın giysilerle öykünün özüne iniyoruz. Seyirciye sağırlar dünyasını tanıtıyoruz." Levent Beşkardeş ve International Visual Theatre Fransa'da devlet desteği alıyor ama . dört yıl öncesine kadar Vincennes Şato'sunda bir salonları olmasına karşın Müzeler Kurulu'nun ve Belediye'nin isteği üzerine burayı boşaltmak zorunda kalmışlar. Şimdi sadece küçük bir irtibat büroları var orada. Devletten kendilerine yerleşik bir salon göstermesini bekliyorlar. Ancak yerleşik bir mekânda kalıcı çalışmalar yapabileceklerini ve tiyatro kursalarını geliştirebileceklerini öne sürüyor Beşkardeş. Söyleşimizin sonunda Türkiye'de bir oyun yönetmek arzusunda olduğunu da belirtiyor. Burada düzenleyebileceği ve sağırlarla duyma özürlü olmayan gençlerin birlikte eğitim göreceği atölye çalışmalarının pek çok açıdan yararlı olacağını öne sürüyor. Sağırların zengin dünyasındaki yaratıcı katkılardan söz ediyor© Olağandışı Bir Yıllık cy a Kozmik Şakacı, Algının Kapılarında! Olağandışı Yıllık '96 C e m Çobanlı 240 sayfa, I. Hamur 750.000 TL. pe 1996 ve 1997 başlarından, insan, hayvan ve daha başka canlılara dair alışılmadık 600 "Vak'a" Olağandışı, Ama Olağan! Tuhaf, Ama Şaşırtıcı Değil! Alışılmış/Alıştırılmış ya da doğrusu, Olağandışı Cezalar/Davalar / Yasa(k)lar Yanılgılar / Kazalar / Uçan Nesneler Ölümler / İnsanlar / Tedaviler inançlar / Tesadüfler Mesajlar... 33 bölümden oluşan, bir nev'i alışılmadık hadiseleri izleme kılavuzu. • Kalpazan Lazlar, Trabsonspor' diye, Lazca bilet basınca yakalandı. • Yeni peygamber İskender Evranosoğlu UFO yapmaya niyetlendi. • Erbakan'ın, başbakan olduğu gün Ankara'yı Ebabil Kuşları bastı. • Bir Amerikalı, polis köpeğini ısırdığı için hapse mahkûm edildi. egemen anlayışların dayatmasıyla • Adana'da, 20 yıldır yanlış kıbleye namaz kılındığı anlaşıldı. giderek kalıplara dökülmüş • Çin'de, yaşlı bir kadın gençleşmeye başlayınca intihar etti. • Kahin Cemil, Sırat Köprüsü'nün uzunluğunu hesapladı. yaşam biçimlerine ve • İngiltere'de bir kadının sürekli ten rengi değişti. onların olay örgülerine • İsrail'de bir fare boğa yılanını ısırdı ve felç etti. • Rize'de bir genç kız bakışlarıyla her şeyi yaktı. hiç benzemeyen fenomenler... • Yargıtay, balkonda balık-ızgarayı yasakladı. insanların ait oldukları toplumların, • Yılanlar, filler ve orangutanlar resim yaptı. • Balıklar ve kurbağalar cinsiyet değiştirdi. yer yer dramları, yer yer de kimilerine • Bazı kediler ve köpekler telefon ettiler. "mizahi" gelebilecek durumları. • Abdülhamit'in donu satıldı. BOYUT Boyut Yayınevi: Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-İstanbul Tel: (0.212) 293 72 77 - 243 09 37 Fax: (0.212) 252 94 14 ELEŞTİRİ Üstün Akmen KÖLELER ADASI 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde İtalya'dan "Piccolo Teatro di Milano"yu da izledik. Commedia deli'Arte özelliklerinden yola çıkarak tiyatroda bir ekol yaratan Giorgio Strehler adıyla birlikte anılan bu tiyatro, mayıs ayındaki tiyatro şöleninde Türk izleyicilerin geniş ilgi ve beğenisi kazandı. pe cy a Esasında Commedia dell' Arte'nin belli başlı tipleri olan Arlecchino; Pedrolina; Sacramuccia ve rakibi Pasquariello; ciddi, komikliğin farkında olmayan uzun tiradlar atmaya, öğüt vermeye düşkün Venedikli zengin ihtiyar Pantalone; kekeme Tartaglia; saflığı, zamparalığı, sözcükleri yanlış yerde kullanmasıyla ünlü avukat Dottore; Spavento: Bologna Üniversitesi'nden yeni mezun olan Balanzone; Rinoceronte; evliliğe ilişkin çeşitli entrikalarla karşı karşayı kalan bir dizi genç sevgili Lelio/ Ottavio/ Florindo/ Isabella/ Rosaura/ Beatriçe: Spezza: Fracassa; Rodomonte; Gangurgolo; Zacometo ve komik köylü-zeki soytarı tiplemeleriyle Zanni'ler Türk tiyatroseverlerin hiç de yabancısı değildi. Doğaçlamaya dayanan geleneksel Türk halk tiyatrosuyla pek benzeşiyordu. Ortaoyunu da belirli bir ana konuyu izleyerek, ama metne çok bağlı kalmadan oynanan, müzik, dans, betimlemeye dayalı bir sanat kolu. Ortaoyunu sözcüğünün Commedia dell' Arte ile benzerliğinden yola çıkarak "arte oyunu" adından türediği de bilinen bir gerçek. Oysa bu kere, Marivaux'un "Köleler Adası" yapıtında adaletsizlikleri dışa vurmak için eğlenceli bir oyunu sürdüren ve yeri geldiğinde; "Efendilerimiz gibi gülünç görünüyoruz, ama yine onlardan daha bilgeyiz ve daha onurluyuz." diyebilen iyi yürekli Arlecchino'nun dışında, Arlecchino'ya: "Bir zamanlar benim kölem olduğunu unut, ben de bir zamanlar hak etmediğim halde senin efendin olduğunu unutacağım" diyen Mösyö, uşağının yaptığı karakterine ilişkin betimlemeleri kabul etmek zorunda kalan Madam; saygı görmek için iyi 30 yürekli, onurlu ve mantıklı olmalarının yeterli sayılacağını Mösyö ve Madam'a anımsatan Silvia ve insanların gereksinim anında eşit hale geldiklerini vurgulayan Trivellino'yla tanıştık. Strehler, Commedia dell' Arte'nin alışılagelmiş özelliklerini ters-yüz etmişti. Değişmez kişiler ve kişilikler, karakteri ve giyimleri hep aynı kalan, her biri daima belli bir komedyen tarafından simgelenen, hep aynı olan Commedia dell' Arte tipleri değiştirilmişti. Anlamlı, çevik, uyanık çoğu zaman dans ve akrobasiyi gerektiren bir oyun gücüydü sahnelenen. "Köleler Adası" yolculuğunun sonunda efendiler daha insancıl, daha dürüst oldular. Hizmetkârlar efendilerinin yüreklerinin kendilerininkinden hiç de farklı olmadığını gördüler. Oyunu izlemeden bir akşam önce Mario Mattia Giorgetti'nin Strehler ve Piccolo Teatro ile ilgili konferansını dinledik. Strehler'in çok güçlü olan kişsel ruh yapısını ve yaratıcı içgüdülerini ve "bütünü görüş" yeteneğini tanıdık. Bir gün sonra oyunu seyrederken bütün bunları da görür gibi olduk. Gerekli olmayan her devinimin yokedildiğini gözlemledik. Ton değişmeleriyle tekdüzen konuşmanın nasıl engellendiğini öğrendik. Yere ayak vurmanın; kılınç sallamanın; yelpaze ile, saç ile, şemsiye ile oynamanın: eline kalbine bastırmanın yerli yerinde kullanılmasına tanık olduk. Piccolo Teatro'nun İstanbul'daki gösterisinde sahne üzerindeki her devinimin bir anlamı vardı ve "Köleler Adası"nı izleyebilmek tiyatroseverler açısından gerçekten bir kazançtı. Bu anlamda, gösteriyi "metamorfoz, değişim. Hareketin şiiri. Sözcüklerin büyüsü" olarak özetlemek de olanaklı cy pe a İNCELEME Sanatın Karanlık Aynasından Yansıyan İkizler: Özlem Hemiş İKTİDAR VE ŞİDDET İzleyicilerin çevrelediği platformun ortasındaki büyük yemek masası, birazdan bir ülkenin, bir ailenin parçalanacağı bir arenaya dönüşecek. Salona girenler geleceğin kralını masa başında bir şeyler yazarken görecekler. Kral Lear gibi haksızlıklara uğrayacak, 'yeni insan' ve 'yükselen değerlerin kurbanı olacak ancak edindiği deneyimlerle taşıyacağı tacı kuvvetlendirecek olan Edgar'ı bu şekilde karşımızda görmemiz Richard Eyre'in bizlere anlamlı bir göndermesi. a Bir şiddet sağanağıdır gidiyor. Gün geçmiyor ki ekranlardan üzerimize doğru kanlı haberler sıçramasın ya da gazetelerin üçüncü sayfalarında isimlerinin baş harfleri arasında noktalar gördüğümüz insanların kayıp gittiğini okumayalım. Kanıksadığımız bu haberlerin yanı sıra önümüzde koskoca bir hükümet kaosu, belirsizlikler kendine kazanç kapısı görerek bunun devamını körükleyen görünmez zorbalarla "zor"u yaşıyoruz, önümüzde duran bu karanlık tablo nelere gebe? Nedir bizlere nefes alma fırsatı sağlayacak olan? Christopher Caldwell'e göre monarşi, kapitalizmin ilkel sermaye birikimi dönemiydi. Parçalanmış feodal düzenden parlementer sisteme geçişteki ara dönem monarşi ile çözüm bulmaktaydı. Güçlü kralın varlığı sayesinde farklı sınıflar bir arada 'uyum içinde' tutulabilmekteydi. Bir sınıfın diğer bir sınıfa üstün geldiği zamanlarda hassas dengeler bozulmaktaydı. Shakespeare de yaşadığı dönem için ilerici bir yönetim biçimi olan monarşiyi savunmakta, geçiş dönemine özgü belirsizliklerin negatif yönlerini gözönüne sererek merkezi yönetimin önemini vurgulamaktaydı. Burjuvazinin yükselmekte olduğu bir dönemde 'yeni insan', 'rönesans insanı' kavramı belirmişti. Yeni insan, gücün dinden gelemeyeceğine, pratiğin törebilimden daha önemli olduğuna inanan, amaca ulaşmak için her türlü çaba ve izlenen tüm yolları geçerli sayan bir tiptir. Makyevelli'nin "bütün büyük işleri sözünde durmayanlar, yalancılar, arkadan vuranlar, acıma duymayanlar başarır"3 diyerek açıkladığı bu tip, soylu olmadığı için varlığını para zenginliği ile ortaya koyan burjuva sınıfının ideallerini de taşımaktaydı. pe cy Geçtiğimiz Mayıs ayında dokuzuncusunu izleme fırsatını bulduğumuz Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali, iktidar ve şiddet temasından yola çıkarak hazırlanan programıyla başımızı kuma gömme fırsatı tanımadan bizleri yaşadığımız çağın gerçekleriyle yüzleştirdi. Sahneden kimi zaman sözün, kimi zaman bedenin aracılığıyla aktarılan şiddetin düşündürdükleri üzücüydü. Ancak Camille Paglia'nın belirttiği gibi; sanatın karanlık aynasına baktığımız zaman, gördüklerimizden hoşlanmayabiliriz.1 Şiddetin kökenine inildiğinde, başlangıcının bilgisizlik olduğunu görürüz. İnsanlar bilmediği şeylerden korkarlar, korku da bir içgüdü olarak saldırganlığı beraberinde getirir. Üçgüdüler aklı, bilgi birikimimizin yansıması olan kültürü bir tarafa atarak egemenlik kurduklarında ayakta kalmak için yok etmek, başkasının olana sahip olmak bir tutku halini alır. Sınıflar arasındaki uçurumun büyüdüğü günümüz toplumunda her sınıf hem kendi içinde hem birbiri ile bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma içindedir. Bu kısır döngü insanın ulaşma şansı olmayan bir bilginin eksikliği, 'belirsizlik'le gittikçe , büyüyen bir çemberdir. Elizabeth döneminin büyük şairi Shakespeare'in oyunlarında, iktidara ulaşan yolda yetersiz, kapsamlı düşünme yetisinden yoksun, hırsı yeteneklerinin üzerinde insanların şiddete başvurduğunu görürüz. Doğanın kurallarına karşı gelen ve düzeni bozan bu insanların sonu ise her zaman ölümdür. Şiddet, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir. 2 Karl Marx 32 Lear, oyunun başında tacını masaya koyarak iktidarı bırakmış, ama krallık giysilerinden sıyrılamamıştır. Topraklarını paylaştırdığı kızları yeni düzene ayak uydurmuş makyevelist yaklaşımla, 'yağ çekerek' sözler vermiş, ancak iktidarın, varlığın gücünü tadınca babalarının elinde kalan son güç kırıntılarına da tahammül edemez olmuşlardır. Belirsizliğe, Lear'ın kral varlığı neden olmakta, neler olacağını kestirmemek korku yaratmakta, korku da kardeşi şiddeti beraberinde getirmektedir. Şiddet olumsuz bir enerji olarak bedenlerinden yayılırken çevrelerinde işlerine gelmeyen herkese yönelmiştir. Shakespeare'de kişilerin canlılığı yönetmen tarafından iyi kullanılarak, metindeki Regan ve Goneril'i daha 'canlı insan' pe cy a Tansiyonun buradaki yükselişi daha sonra sökün edecek olan olayların ve fırtınanan habercisi gibidir. Gloucester'in gözlerinin oyulması değişen çağı algılayamayan bir devlet adamının gözlerinin gerçeklere açılması gibidir. Bir 'yeni' bir 'eski' ye kanlı bir biçimde gerçekleri gösterir. Halkı simgeleyen bir uşağın bu acımasızlığa isyanı sonucu Cornwall yaralanıp ölür. Şiddet şiddeti doğurmuştur. Metni okurken onun bu yok oluşuna Regan'ın tepkisi pek bir iz bırakmaz, ancak sahnede kendisinden yardım isteyen kocasına arkasını dönüp giderken ki tavrı ürperten bir soğukluk uyandırmaktaydı. pe cy a haline getiren unsurların katılmasını sağlamış. Lear'ın lanetler savurduğu kızları metin yüzeysel yorumlandığında karşımıza katıksız 'kötülük' olarak çıkarken Eyre'in yorumunda babaları tarafından yeterince sevilmeyen ve bunun farkında olan, saray usulu evlenerek mutsuz olmuş iki kadın şeklinde çizilmekte ve hırslarına, şiddetlerine neden bularak plastik Hollywood kahramanlarına meydan okumaytaydı. Bu iki kadın babalarının hakaretlerinden üzüntü duymakta, Lear tarafından itildikçe şiddetlerini arttırmakta, şiddetleri ile önlem almaktaydılar. Büyük aile içinde yaşanan fırtına, doğanın da katılmasıyla ülke içinde bir kaosa neden olmaktaydı. Sahnede tüm öğeler çizilen tiplerin özelliklerini vurgulamaktaydı. Yüksek tansiyonlu Goneril ateşin tonlarını, kendinden emin, güven belirtisi kahverengileri giyerken, soğukkanlı ve hesaplı Regan yılan yeşilleri, soğuk grileri taşımaktaydı. Bir başka önemli ailede de, Lear ailesinde olanları pekiştiren bir trajedi yaşanır. 'Yeni insan' Edmund babası ve kardeşi Edgar'ı bertaraf ederek egemen olma hayalleri kurar. Önce yalnızca Edgar'ın yerine gözünü diker. Planlarını gittikçe büyütür, başarı için işini hiç şansa bırakmaz. Babasını harcar. Bunun için bir diğer gözü kara adamı (Comwall) kullanır. Regan ve Goneril ile ayrı ayrı flört ederek, kendi evrenindeki egemenliğini garanti altına almaya bakar. Sahnede ufacık bir hareketle, Regan'ın omuzlarına pelerinini koyarak ona yanaşmasını, hemen arkasından ise Albany'nin evinde Goneril ile ateşli öpüşme sahnesini izleriz. Tüm yolların i'iktidar'a çıkması için hiçbir eylemden kaçınmaz. Akılcılıktan çok kurnazlık, emekten çok hileyle kısa vadeli başarılar garantilenir. Cornwall ülkenin değil kendi çıkarlarını düşündüğü için Shakespeare'in kolayca harcadığı acımasız bir tiptir. Ancak kısacık varlığı sırasında hem Kent'i boyunduruğa vurdurmuş hem de Gloucester'ın gözlerini kör etmiştir. Kent'in boyunduruğa vurulduğu sahnede 'eski' bir değerin karşısında onu küçümseyen tüm 'yeni'ler vardır. Kent de burada öfkesini dizginlemeyerek tıpkı Lear gibi kendi cezasını hazırlar. 34 Goneril, Regan, Edmund birlikteliğinde cinsellik ve iktidar özdeşliği algılanmaktaydı. Okuduğumuzda çok üstünde durulmayan bu düşünce, sahnede, iki kadının bir adam üzerindeki iddiaları, bu üçlünün bir ülke üzerindeki iddialarıyla benzerlik taşımaktaydı. Bu iddialarla bir yanda Fransa ve İngiltere, bir yanda Regan ve Goneril savaşı sürmekteydi, ancak doğanın kadına biçtiği rolü yadsıyarak erkeğe özgü sahip olma isterisine kapılan kadınları bu haksız ve dürüstlükten uzak çarpışmanın ardında ölüm beklemektedir. Savaş giysileri ile geldikleri karargah kendilerine ve 'istedikleri' adama mezar olur. Cehalet şiddetin anasıdır. Lear de çizilen şımarık çocuk kompozisyonu, birden yükselen kontrolsuz öfkesi, bir ülkeyi yazılı olmayan kurallara karşı çıkarak sağlığında çocukça bir kaprisle bölüştürmesi sonu gelmez zorbalıklara neden olmuştur. Lear'ın kendisinde şiddeti göremeyiz. Ancak olgunlaşmamış bir kral olarak iktidarı elleri ile bırakmış ve önüne geçilemeyen şiddetin başlangıç atışını yapmıştır. Krallıktan ve bir baba olarak evlatlarından olduktan sonra soyunup çırılçıplak kaldığında insanı anlamıştır. Olanca çıplaklığıyla gerçeklerle yüzleştiğinde, kaybettiği soytarısının yerini almıştır. Soytarı: Lear'le beraber yaşlanmış, belki de konumu gereği bilgeleşmiş olarak çizilmiş ve sahnede kısa süren varlığı sırasında etkileyici bir şekilde Lear'ın deliliğine ortam hazırlamıştır. Soytarı'nın bu şekilde kullanılması alıştığımız hoplayıp zıplayan grostesk soytarı tiplemelerinden çok farklı olmakla beraber takımoyunculuğuna, sahneyi yalnızca birkaç parlak 'gösteri'yle kotarmaktansa bir bütünü anlayıp ona hizmet eden dramaturgi çalışmasına anlamlı bir örnek oluşturmaktaydı. İzleyici, Lear'in delilik sahnelerinde, soytarının çiçeklerle süslenmiş şapkasını takarak olgunlaşmaya uzanan yolu katetmeye başladığının sinyallerini almaktaydı izleyici. Gözlerini kayberedek gerçekleri görmeyi öğrenen Gloucester'la karşılaştığında bilgece konuşan Lear bir ödülü hakedecek kadar büyümüştür. Ödülü Cordelia'dır. Cordelia'nın zırhlar içinde (ödülün parlak paketi) bir iyilik perisi ya da 'kadife eldivende demir yumruğu' anımsatan yürüyüşü sinematografik bir görüntüyle metnin sahnelemede güçlük çıkarabilecek bir noktasını görsel başarıya ulaştırmaktaydı. 'Yeni insan' 'yeni dönem' ve 'yükselen değerler'in temsilcileri finalde birer birer yok olurken değişimi her boyutuyla yakalayan, tadan, Edgar 'yeni'nin iyi bir sentezi olarak yükselir. Eskilerin sahneden ayrılışında huzur hakimdir. Şiddet uygulayanlarsa kendi şiddetlerinin yarattığı kaosa gömülüp giderler. Othello iktidara hizmet ettiği için vardır. O bir kahramandır ancak varlığı topluma yararı dokunduğu sürece kabul görmektedir. Onu işe koşmak isteyen senato üyeleri (koro) onu pohpohlar. İçlerinden birinin kızıyla beraberliği ise kolay kabul edilemez. Çıkarları tehlikede olduğu için bir şekilde razı gelinir, lago bu olan biteni izleyen bir gölgedir. Ismael Ivo'nun üstün performasının etkileyiciliği her ne kadar diğer dansçıları gölgelese de lago rolündeki dansçının da hakkı verilmeli. Sinsi bir yılan gibi kullandığı bedeniyle gölgeler arasında kaldığı anlarda bile kötülüğün enerjisini yaymakta oldukça ustaydı, lago'nun Othello'ya oynadığı oyun, onun haddini bilmeyen bir siyaha gösterilen şoven bir tepkidir, karşasındaki fiziksel gücün şiddetinden korkusu ve batının 'akılcı' düşünme tarzı onu açık bir meydan okumadan alıkoyar. bir yabancı değil kendisi olmalıdır başta. Bu nedenle Othello'nun Desdemona'yı ve kendisini öldürmesini sağlamıştır. Ancak bu onu tatmin eden amacına ulaştıran bir son değildir. Kara elbiselerini gjymeden önce karşımızda çırılçıplak kaldığında sönük bir ikitidar sergiler. Toplumun dışına itilen, yabancılanan birdir artık. 'Akılcı' ve 'erdemli' beyazların dünyasında 'suçlu' ve 'kara' biri olmuştur. Tıpkı barbar olarak nitelediği Othello'nun konumundadır. Bu bağlamda Kresnik'in bakış açısıyla yalnızca Othello'nun tragedyası değil lago'nun kendi ayağına dolanan oyunu da sahnededir. a Cinsellik iktidardır ve tüm iktidarlar yapısal olarak saldırgandır.4 Camille Paglia erkeğe karşı rekabet etme hakkı vardır.5 Herkesin kahramanlığına saygı duyduğu Othello ile birleşmelerinde bir egemenlik başka bir egemenliğin içinde erir. Bu birleşme Desdemona'nın zaferidir. pe cy "Tragedya erkeğe ait bir yükseliş ve düşüş paradigmasıdır; dramatik ve cinsel doruğun bulanık bir benzerlik içinde olduğu grafiktir" diyor5 Camille Paglia. Johann Kresnik'in yönettiği Othello da bir erkekler tragedyası. Yönetmen, Shakespeare dönemindeki gibi tüm rolleri erkeklerin oynadığı bu tragedyayı yorumlarken, o dönemden farklı olarak kadın kılığına sokmamış oyuncularını. Giysiler, belli bir cinsiyetin göstergesi olmaktan çok bu belirgin kodlamayı yadsımakta, tüm göstergeler bedeninin enerjisine ve sahnenin olanaklarına yüklenmekteydi. Irk ayrımının altının çizildiği oyunda bir erkek ya da kadın olmak değil bir siyah ya da beyaz olmak, bir yabancı olmak sorunu önem taşımaktaydı. Akıl dışı kıskançlık öyküsünün, günümüz topmununun yabancı sorununa, şiddeti doğuran erkek hırsına, toplumsal ahlâkın sorgulanmasına dönüştürüldüğü Othello'da Shakespeare'i çağdaş bir gözle okuma ve yorumlamanın iyi bir örneğini izledik. Sahnelemede kullanılan malzemenin metal olması, yerdeki kuma sıklıkla kırmızı tonda vuran ışığın kanı çağrıştırması, dançıların sıradan bir enstrümanmışcasına kullandığı kelepçeyi andıran metal çengeller ve bu çengellerden oluşturulan Othello'nun zafer salıncağı; tüm bunlar erkek egemen toplumun şiddetini yansıtmaya hizmet ediyordu. Gerek müzik gerek sahnedeki görüntülerde şiddet ve cinsellik iç içeydi. Desdemona'yı beyazların dünyasında bir siyah/bir yabancı olan Othello seçmez. Seçimi yapan Desdemona'dır. Purosundan dumanlar savuran Desdemona, seçimini yapan bir patrondur. Gücün, iktidarın kızıdır. Prometean çatışma ve zaptetme yasasına göre kadının isteğine el koyma ve erkeğin kurallarıyla Tüm oyuncuların sahnede sürekli bulunmaları ve erkek egemen topluluktan, bu topluluğa has şiddet sahneleri göstermeleri, iktidardaki insanların ikiyüzlülüğünü sergilemeleri sert birer resim özelliği taşımaktaydı. Bu sert resimlerle Ivo'nun gösteriği durumlar pekişmekteydi. Ivo bileğinin gücünü, koro ise akılcılığın gücünü sergilemekteydi. Bütün silahlı peygamberler başarıya ulaşır, silahsızlar yenilgiye uğrar.7 Machiavilli Shakespeare'i yaratıcı okumanın çarpıcı ve apayrı uçlarda iki örneğini oluşturan Kral Lear ve Othello'dan sonra festivalin Shakespeare sacayağını oluşturan Bir Ata Krallığım ödenekli tiyatroların bu sezonda sahnelediği en çarpıcı yapımdı. Ancak festivale genel olarak baktığımız da Avrupa'dan gelen görkemli yapımlar Bir Ata Krallığım'ın şanssızlığı oldu diyebiliriz. Başar Sabuncu Kral Lear, Julıus Ceasar, Hamlet, Macbeth ve III Richard'ı esas alarak, IV. Henry, Troilos ve Kressida, II. Richard, Corialanius, Atinalı Timon, Cymbeline, Antonius ve Kleopatra, Fırtına ve Nasıl Hoşunuza Giderse'den repliklerle ve 55, 66, 94, 121 ve 129 sonelerle desteklediği kurgusunu iktidar ve şiddet temasına dayandırmaktaydı. Esas olarak alınan beş oyunun iktidar ve şiddeti yansıtan bölümlerinin eklenmesiyle amaca uygun bir metin elde edilmişti. Sahnede 'grunge' bir atmosferde, sert ve yer yer akrobatik oynayan oyuncularla, işlevsel olarak kullanılan kazadan çıkmış 35 Ekonomik ve sosyal dengelerin alt üst olduğu ülkemizde Bir Ata Krallığım'la sahnede; meclisteki silahlı vekillerimizin iletişim yolu olarak şiddeti seçmelerini, oyun içinde oyunla çeteleşen yapılanmayı, siyasi amaçların her türlü ülkünün önüne geçişini izledik. Oyun, "Çağdaşımız Shakespeare" ve "Çağdaşımız Makyavel"8 bir sentezi, sanatın iktidara bir yanıtıydı... pe cy a eski bir Amerikan araabasının yardımıyla bugünden çok yarının dünyasına Shakespeare'in sözleriyle bir yolculuk yapılmaktaydı. Tüm sertliğe karşın oyuncalar replikleri manzume okurcasına 'teatral' bir havayla söylüyor, bu da ironik bir durum yaratıyordu. Müzik, ışık, dekor ve Şehir Tiyatroları'nın bu yıl tercih ettiği kostüm anlayışı (Metro Canavarı ve Oidipus koroları) -bunun en iyi örtüştüğü oyun Bir Ata Krallığım'dıoyunun amacı doğrultusunda son derece yerinde kullanılmıştı. Oyunun en çarpıcı sahnelerinden biri Kral Lear'ın ülkesini kızları arasında paylaştırdığı ilk sahneydi. Ülkeyi bölüşen kardeşlerin ve onların maiyetlerini simgeleyen oyuncuların aralarındaki halat çekme yarışması iktidarın paylaşım savaşımını görsel olarak alabildiğine açık yansıtmaytaydı. Cadıların koro olarak kullanılması, aynı oyuncuların üstlendiği Lady Macbeth, Regan ve Goneril rollerinde görülen kadının şiddetini pekiştirmekteydi. Polonius tiplemesi ve Polonius'u oynayan oyuncunun üstlendiği diğer Makyevilist devlet adamı rolleri de iktidar yolundaki hırslı insanların kullandıkları maşa tiplemesini başarıyla çiziyordu. İsteklerini pek fazla sezdirmeyen, kendine küçük hesapları olan iktidarda uykusuz kalmaktansa, uykusuz kalanın yanında keyif sürmeyi tercih eden devlet adamları... Ismael Ivo kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyordu; "Bana göre sanatın sermayesi kişinin öncelikle ortaya atılan soruyu kavrayabilmesidir. Rolü değil." Bir Ata Krallığımın lokomotif oyun kişileri olan Hamlet ve Macbeth'de iste böyle bir sorun seziliyordu. Ortaya atılan iktidar, şiddet ve buna bağlı olarak bireyin çürümesiyken algılananın yalnızca şiddet olduğu geçiliyordu izleyiciye. Oysa ki şiddet iktidara giden yolda donanımı yetersiz insanların başvurduğu eylemdir. Shakespeare'in kişileri, plastik tipler değil yaşayan karakterlerdir, eylemleri gerçekleştirenler bir nedensellik zinciri de kurarlar. Shakespeare'i bugün de ayakta tutan unsurlardan biri, gerçekçi bakış açısıyla gözlediği 'insan' tüm yönleri ile ele almasıdır. 36 "Tiyatroda ahlaki açıdan görevimiz çağımıza ayna tutmak, demokrasinin nerede yanlış gittiğini, nerede tehlike oluşturduğunu göstermektir... Avrupa ülkelerinde şu sıralar adalette tehlikeli çalkantılar var. Bu inanılmaz. İşte tiyatronun görevleri buna karşı olmak, çalışmayı sürdürmek... Politikacılar için tiyatrodan vazgeçmek çok kolay olacak. Silinen bir tiyatro bir daha var olmayacak." sözlerinde Johann Kresnik, ülkemiz gerçekleriyle bire bir örtüşen bir durum saptaması yapmaktadır. Sevincirici olan 'kültür'ü tanımayan bir bakanlığa, nereye gittiği belirsiz bir iktidar kavgasanın ortasında olmamıza karşın, 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde böylesi güncel bir temanın programa alınabilmesi ve kesintiye uğramadan uygulanabilmesiydi. Tiyatro 'demokrasi'nin 'nerede yanlış gittiğini" ve "nerede tehlike oluştuğunu" göstererek toplumsal eleştiri görevini yerine getirdi. Artık sıra yöneticilerimizde.. 1 Paglia, Camille. Çev. Turgut Berkes. "Cinsellik ve Şiddet ya da Doğa ve Sanat". İyi Şeyler Yayıncılık. İstanbul. 1997. s. 91 2 Hançerlioğlu, Orhan. "Felsefe Ansiklopedisi", 7 cilt. Zor Maddesi. Remzi Kitabevi, İstanbul. 1974 3 Hançerlioğlu, Orhan. "Felsefe Ansiklopedisi" 4. cilt. Makyevelizm maddesi. Remzi Kitabevi. İstanbul. 1974 4 Paglia, Camille. Çev. Turgut Berkes. "Cinsellik ve Şiddet ya da Doğa ve Sanat". İyi Şeyler Yayıncılık. İstanbul. 1997. s. 19 5 a.g.e. s. 61 6 a.g.e. s. 25 7 Russell, Bertrand. Çev. Muammer Sencer. "Batı Felsefesi Tarihi" Cilt II. Say Yayınları. İstanbul. 1996. s. 249 8 Fuat, Memet. "Çağdaşımız Makyevel". Adam Yayınları. İstanbul. 1992. İNCELEME RusyaTiyatro Sanatları Akademisi -Gitis/Rati- Mostova OYUNCU EĞİTİMİNE ÖRNEK BİR OKUL Ayla Kapan olmak üzere hemen bütün rejisörlerin yetiştiği GİTİS'de eğitim, "stüdyo" tarzı bir yapıda veriliyor. Bu sistem içinde, bizim tiyatro okullarımızda "Sahne Bilgisi, Mimik-Rol, Doğaçlama, Role Hazırlık, Sahne Çalışması, Oyunculuk, Sahne vb." isimler altında verilen "esas meslek dersleri"nin tümü, tek bir ders başlığı altında, "Oyunculuk Sanat Dersi"nde verilir. Bu dersleri dört-beş kişilik bir "hocalar ekibi" yürütür. Oyuncu adayının eğitiminde yakın düşünen bu hocalar, yıllardır birlikte çalışan ve birbirini iyi tanıyan bireylerden oluşur. Her ekibin başında genellikle Rus ve dünya tiyatrosunun bildiği bir "rejisör-şef" hoca bulunur. Bu hoca, hangi öğrencilerin seçileceği, nasıl bir eğitim planı uygulanacağı ve hangi oyunların sahneleneceği gibi konularda son söz sahibidir. Mesleki kariyer açısından, oyuncunun ve rejisörün hangi okuldan değil, hangi hocanın sınıfından mezun olduğu daha önemlidir. Bu hocalar ekibi, öğrencilerin seçimlerinden mezuniyetlerine kadar, öğrenci-oyuncularla dört yıl, öğrenci-rejisörlerle beş yıl süresinci çalışır, ancak onların mezuniyetinden sonra yeni bir sınıf oluştururlar. Yardımcı meslek dersleri hocaları ise okulun tüm bölümlerinin öğrencilerine ders verirler(2) a Rus tiyatro adamı K.S. Stanislavskiy sayesinde ilk kez tiyatro oyuncusunun eğitimi belli bir sistem ve program kapsamında yürütülmeye başlar. Böylece oyuncunun eğitimi tiyatronun vazgeçilmez koşulu haline gelir. Geleneğe dayanan yapısıyla etkili ve güçlü bir tiyatro yaşantısına sahip olan Rus tiyatro okulları K.S. Stanislavskiy öğretisini temel alırlar. Aralarında bazı ayrımlar bulunmasına karşı, eğitimin genel yapısı hemen tüm okullarda benzerlik gösterir. Türkiye'de oyuncu yetiştiren okullardan oldukça farklı olan bu yapıyı, 1992-95 yıllarında doktora yaptığım "Rusya Tiyatro Sanatları Akademisi (GlTlS/RATl)"nin eğitimiyle örnekleyerek tanıtmak istiyorum. pe cy 1878'de bir Müzikal-Drama okulu olarak kurulan ve bugün, Rusya Tiyatro Sanatları Akademisi olarak bilinen RATİ/GİTİS, Rusya'nın, tiyatronun her dalında uzman yetiştiren en eski okulu olma özelliğini taşıyor. Bu dallar şu "bölüm'ler altında toplanıyor; (1) Dramatik tiyatroya ve sinemaya oyuncu yetiştiren "Aktörlük Bölümü" (eğitim süresi 4 yıl); dramatik tiyatro rejisörü ile dramatik tiyatro ve sinema için oyuncu yetiştiren "Drama Rejisörlüğü Bölümü" (eğitim süresi rejisörler için 5, oyuncular için 4 yıl); sirk rejisörü yetiştiren "Sirk Rejisörlüğü Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); varyete tiyatrosu için oyuncu, rejisör, eleştirmen, tarihçi ve ses teknikleriyle, yönetmen yetiştiren "Varyete Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); müzikal tiyatro oyuncusu ve rejisörü yetiştiren "Müzikal Tiyatro Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); bale ve koreografi dallarında eğitmen yetiştiren "Koreografi Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); dekor, kostüm ve ışık dallarının tümünü içine alan sahne tasarımcısı yetiştiren "Sahne Tasarımı Bölümü" (eğitim süresi 6 yıl); tiyatro eleştirmeni (kuramcısı) ve tiyatro tarihçisi yetiştiren "Tiyatro Sanatı Bilimi Bölümü" (eğitim süresi 5 yıl); sanat prodüktörü yetiştiren "Tiyatro Prodüktörlüğü Bölümü"dür (eğitim süresi 5 yıl). GİTİS'de oyuncular, oyunculuk ve rejisörlük olmak üzere iki ayrı bölümde yetiştiriliyor. Bazı farklılıkları bulunmasına rağmen her iki bölümde de, benzer bir eğitim programı uygulanır. Oyunculuk Bölümü'nde yalnızca oyunculuk öğrencileri (15-20 kişi), diğer bölümde ise oyunculuk ve rejisörlük öğrencileri (15-20 oyunculuk öğrencisi, 5-10 rejisör öğrenci) birlikte eğitim görürler. Rusya'da pek çok oyuncunun ve Sovyetler Birliği de dahil ÖĞRENCİ SEÇME SINAVI K.S. Stanislavskiy'nin asistanlarından G.V. Kristi "Bir tiyatro okulundaki çalışmaların başarılı olması çoğunlukla, öğrenci seçiminin doğru yapılmasına bağlıdır"(3) diyor. Bu anlayıştan yola çakılarak olsa gerek, GİTİS'de öğrenci seçimleri bizde olduğu gibi üç-beş gün içinde değil, yaklaşık üç ay gibi bir süreye yayılarak yapılır. (Genellikle nisan-haziran aylarında.) Oyuncu olmak isteyen adayların sayısı "Şef" hocanın ünüyle bağlantılı olarak azalır ya da çoğalır. Yani çok seçkin ve "iyi hoca, iyi rejisör" olduğuna inanılan şeflerin çok sayıda isteklisi olur. Bu nedenle birkaç yıl sınava girmeyi erteleyen adaylar bile vardır. Nisan ayından başlayarak her cumartesi, pazar ya da pazartesi günlerinden birinde veya ikisinde belli saatlerde adayların beklenildiği gazetelerde, tiyatro merkezlerinde, diğer tiyatro okullarıyla, GİTİS'de duyurulur. Adaylardan sınav için bir şiir, komik bir öykü, bir anlatı ve herhangi bir piyesten kısa bir parça ya da bir monolog hazırlamaları istenir. Parçaların, klasik ve çağdaş Rus eserleriyle, yabancı ülkelerin eserleri olarak çeşitlilik göstermesi gerektiği belirtilir. Ayrıca seçimlerinde yol göstericisi olması için, bilinen tüm klasik-çağdaş Rus ve Sovyet yazarlarının piyeslerini ve dünya yazarlarından örn: Lope de Vega, W. Shakespeare, Moliere, Arthur Miller, Bertolt 37 a sonraki aşamaya kalacağına karar verilir. O gün gelen tüm adayların izlenmesinden sonra, ikinci aşamaya kalanlar duyurulur. (Genellikle katılanların 3/2'si oranında). cy Brecht gibi isimleri kapsayan, yaklaşık 25 piyesin ve okunması zorunlu olan kitapların listesi ilan edilir; (K.S. Stanislavskiy'nin kitapları, Aristoteles'in 'Poetika'sı, Didero'nun 'Aktörlük Sanatı Üzerine' vb.) pe Kız adayların 23, erkek adayların 25 yaşından (oyuncu adayının yaşının küçüklüğü ve deneyimsizliği tercih edilmesinde rol oyunuyor) büyük olmaması gereken sınav dört aşamada gerçekleşir; Sınavın çok aşamalı olması ve aşamalar arasında yaklaşık bir aya gibi bir sürenin bulunmasıyla, öncelikle kuşku duyulanlar için bir sonraki turda tekrar düşünme, gözleme fırsatı yaratılmış olur. Sınavın ilk üç aşamasında, yalnızca oyunculuk sanatı dersi hocalarından oluşan komisyon tarafından adayların, oyunculuk yetenekleri ve yeterlilikleri ölçülür. Adaylar kendileri için uygun buldukları bir günde sınava gelirler ve beşer kişilik gruplar halinde sınav salonuna alınırlar.Her aday, diğer adayların sınavını komisyonla birlikte izler. Birinci aşamada, adaylarla, onları genel olarak tanımaya ve genel bir izlenim edinmeye yönelik olan kısa bir görüşme yapılır. (Nereden gemiş, neden oyuncu olmak istiyor, bugüne kadar neler yapmış vb.) Daha sonra komisyonun isteğine göre hazırladıklarının birkaçı ya da tamamı izlenir. Her aşamada, adaydan, parçaları "bir bilenle" çalışmadan, belli bir "reji" uygulaması yapmadan, yalnızca anlatımsal olarak ifade etmesi istenir. Metinleri "kendinden" yola çıkarak anlatması, böylece adayın içtenliğinin, doğallığının ölçülmesi amaçlanır. Bu nedenle sınava biri tarafından hazırlandığı gözlemlenen adaylardan, "Buraya nasıl geldiniz, başınızdan geçen ilginç bir olayı, sevdiğiniz bir tatlıyı anlatır mısınız?" gibi basit soruları yanıtlaması istenir. Her grubun arkasından kimlerin daha 38 ikinci aşamada da ilk aşamaya benzer bir sınav yapılır. Aday kısaca kendini hatırlattıktan sonra parçalarını gösterir, bir şarkı söyler. (Bir müzik aleti çalabiliyorsa, bunun eşliğinde söylemesi tercih edilir). Üçüncü aşamaya kalanlara da sonuç aynı gün bildirilir ve ne zaman gelmeleri gerektiği söylenir. Üçüncü aşamaya genellikle alınmak istenenin iki katı kadar aday kalır. (40-50 kişi), her adaya bir kez daha bakılır. Bu aşamayı da geçen adaylar, dördüncü aşamadaki sınavlara girerler. Dördüncü aşama, adayın sınanmasıyla, bir psikolog kontrolünü kapsar. Bu aşamanın önemli safhalarından biri de oluşturulacak olan sınıfın birlikte değerlendirilmesidir, "her sınıf, kendi içinde bir bütün olduğundan, eğitimleri süresince birlikte 4-5 oyun sahneleyeceğinden ve belki de mezun olduktan sonra yıllarca bir arada çalışacak bir tiyatro topluluğunun, bir kollektifin başlangıcıdır" diye düşünüldüğü için, sınıfın farklı özellikleriyle birbirini tamamlayan bireylerden oluşturulmasına özen gösterilir. Son aşamadaki komisyonların ve oyunculuk sanatı dersi hocalarının tartışması sonucunda kazanan öğrenciler belirlenmiş olur. ilk yıl "baraj" yılıdır. Başarılı bulunmayan öğrencilerden bazılarının birinci dönem, bazılarının da yıl sonunda okulla ilişiği kesilir. Bu yılı geçen öğrenciler için artık yıl kaybetme ya da mezun olamama riski büyük ölçüde azalır. GİTİS'de dersler 1 eylülde başlar, mayıs ayı sonunda biter. Yıl pe cy a sonu sınavları haziran ayındadır. Cumartesi günleri de dahil, haftanın altı günü, dersler, sabah 8:30'da başlar gece 23:00 dolaylarında biter. hocası öğrencilere değerlendirmeleri aktarır. Değerlendirmelerin grup halinde yapılmasının eğitimin önemli bir parçası olduğu düşünülür. Kuram derslerinde hocalar, her ders yılının başında öğrencilere dersleriyle ilgili kaynaklar verirler. Not tutmak isteğe bırakılır. Sınavın, bir sonuç değil eğitim sürecinin önemli bir aşaması olarak görüldüğü GİTİS'de, yılda iki kez sınav yapılır. Kuram derslerinde, yaklaşık sınavdan bir ay önce dersin hocası, öğrencilere yüklü bir soru listesi verir ve sınavda nasıl cevap verileceğiyle ilgili birkaç toplantı yapar. Bu toplantılarda hoca her sorunun yanıtının ne olduğunu kısaca anlatır. Sınav günü, GİTİS'in o derste uzman olan diğer hocalarından oluşan bir komisyon kurulur. Yalnızca öğrencilerin değil, dersin hocasının da sınandığı sınav salonuna öğrenciler gruplar halinde alınırlar İki ya da üç soru çekerler. Kitapları ve ders notları yanlarındadır. Yarım saat kadar yanıta hazırlanma zamanı verilir. Daha sonra teker teker komisyonun önüne gelirler, sözel olarak yanıtlarını verirler. Sınav sonrasında komisyon, her öğrenciyi tartışır. Sonunda dersin hocası notları verir ve tüm öğrencilere aynı gün sonuçları açıklar. Bu stüdyo tarzındaki eğitimin en önemli açmazı, bir dersten başarısız olan bir öğrencinin, o dersten kalmamasıdır. Çünkü, öğrencinin kaldığı bir desri, bir sonraki sınıfla birlikte alması pratik olarak mümkün değildir. Bu durumda öğrencinin başarısız olmamasına çalışılır. Oyunculuk Sanatı, Sahne Hareketi, Bio-Mekanik, Eskrim, Ritmik, Sahne Konuşması, Dans, Vokal, Koro gibi uygulama dersleriyle Yabancı Dil dersi sınavları da yine komisyon önünde yapılır ve mutlaka bir gösteri niteliği taşır. Hoca, öğrencilerin yıl içinde yaptıklarından seçerek, sınavın kurgusunu yapar. Birkaç ders, sınav provası yapılır. Sınav, yine okulda o dersi veren hocalardan ve Oyunculuk Sanatı Dersi hocalarından oluşan bir komisyon, sınav yerinin elverdiği ölçüdeki bir izleyici topluluğu ve öğrencilerin kendileri tarafından izlenir. Sınav sonrası o dersin uzmanı hocalar, hem dersin hocası hem de tek tek öğrencilerle ilgili görüşlerini tartışırlar. Daha sonra dersin Diploma almak için her öğrencinin hem derslere devam etmiş, hem de tüm sınavlarını vermiş olması gerekir. Sınava girememiş öğrencinin sınavı başka bir günde yapılır. Bunların dışında öğrenciler mezun olabilmek için, kendilerini gösterebilecekleri bir ya da birkaç oyunda rol almış olmalılar. Tiyatro sezonunda bir gecede yüzden fazla oyunun izlenebildiği Moskova'da başarılı olmak için büyük bir yarışın olduğu aşikâr. Oyuncu olmaya karar veren herkes en iyi olmak zorunda. Eğitimin önemli özelliklerinden biri de hocaların öğrencilerini yalnızca yetiştirmekle kalmayıp, her birinin iş bulmaları konusunda da kendilerini sorumlu hissetmeleri ve onlara yardımcı olmaları. 1996 yılında "Bilkent Uluslararası Tiyatro Okulları Buluşması"na Aristophanes'in Lysistrata adlı oyunuyla katılan L.Heyfits kursu öğrencilerinin tamamı diplomalarını almadan bir işe yerleşmişlerdi bile 1. Bizdeki lisans karşılığı olan bu eğitim, lise eğitiminden sonra başlamaktadır. 2 Bu kural "Y. B. Vahtangov Devlet Akademi Tiyatrosu B.V. Şukin Yüksek Okulu'nda farklı. Bu okulda her sınıfın bir "şef" hocası var. Bu hoca dört yıl süresince değişmiyor. Diğer hocalar ise, tıpkı yardımcı meslek dersi hocalarının olduğu gibi her yıl şef hocanın isteğine göre değişebiliyor. 3 G. Kristi, "Stanislavskiy Okulunda Aktörün Yetiştirilmesi", Moskova, "Sanat", 1978 s. 20. 39 MitosBOYUT Yayınları Cilt l BertoltBrecht Kutsal Kitap/Baal (1919)/Baal (1922)/Baal'in Yaşam Öyküsü/Gecede Trampet Sesleri/Düğün/Dilenci veya Ölü Köpekler/Şeytan Kovma/Lux Tenebris'te/Balık Avı/Ova Bütün Oyunları Çalılık/Kentlerin Çalılığında/İngiliz Kralı İkinci Edward'ın Yaşamı/ Adam Adamdır (1926)/Adam Adamdır (1938) Cilt 2 Cilt 3 Üç Kuruşluk Opera/Mahagonny/Mahagonny Kentinin Yükselişi ve Düşüşü/Lindberglerin Uçuşu/Anlaşma Üzerine Badener Öğreti Oyunu/ Evet Diyen/Evet Diyen Hayır Diyen/Önlem (1930) / Önlem (1931) Cilt 4 • Versiyonları ile birlikte 59 oyun, Mezbahaların Kutsal Johanna'sı/Kuraldışı ve Kural/ Ana (1933) / Ana (1938) • Geniş ve ayrıntılı açıklamalar, • Oyunlar üzerine Brecht'in yazıları, • Toplamı, yaklaşık 5000 sayfa, Cilt 5 Sivri Kafalılar Yuvarlak Kafalılar / Yuvarlak Kafalılar Sivri Kafalılar Cilt 6 • Bez cilt, kuşe şömiz Küçükburjuvanın Yedi Ölümcül Günahı / Horatier ve Kuriater / Carrar Ananın Silahları / III. Reich'ın Korku ve Sefaleti. Copyright, Suhrkamp Verlag Türkiye Yayın Hakları, TEM Ltd. Cilt 7 Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyati Nedir. Cilt 8 cy a Cesaret Ana ve Çocukları / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/ Lukullus'un Sorgulanması (1951)/Lukullus'un Mahkûmiyeti/Sezuan'ın İyi İnsanı. Birinci Kitap: Cilt 7 Galilei'nin Yaşamı (1938/39)/ Gelileo (Amerika Metni)/Galilei'nin Yaşamı (1955/56) / Dansen/ Demirin Fiyatı Nedir. (Çeviren: Ahmet Cemal) İkinci Kitap: Cilt 10 Schweyk (Çev. Yücel Erten) / Malfi Düşesi. (Çev. Filiz Ofluoğlu) Cilt 9 Puntila Ağa ve Uşağı Matti / Arturo Ui'nin Yükselişi/ Simone Machard'ın Düşleri. Cilt 10 Schweyk İkinci Dünya Savaşında / Malfi Düşesi. Cilt 11 Kafkas Tebeşir Dairesi / Sofokles'in Antigone'si. pe Üçüncü Kitap: Cilt 8 Cesaret Ana ve Çocukları (Çev. Ayşe Selen) / Lukullus'un Sorgulanması (1940)/Lukullus'un Sorgulan ması (195l)y'Lukullus'un Mahkûmiyeti (Çev. Ahmet Cemal) / Sezuan'ın İyi İnsanı (Çev. Prof. Özdemir Nutku) YENİ Cilt 12 Komün Günleri / Lenz'in Saray Danışmanı / Gerhart Hauptmann'ın Kunduz Kürkü ve Kırmızı Horozu. Cilt 13 Coriolanus/Anna Segers-Rouen'li Jeanne DArc'ın Davası (1431)/ Turandot veya Aklayıcıların Kongresi/Moliere'in Don Juan'ı/Ziller ve Davullar. KİTAPLAR 1. Turgay NAR / TOPLU OYUNLARI 1 Çöplük /Şehrazat'in Oyunu /Kuyu / Terzi Makası. Genç yazarın yayınlanmamış, ikisi kısa, 4 oyunu. (186 Syf., 1. hamur, 500.000 TL) 2. Eugene IONESCO / TOPLU OYUNLARI 2 Kel Şarkıcı (Kel Kantocu /Ders. (Çev. Prof. Hasan Anamur) Absurd tiyatronun ilk iki örneği; Fransa'da iki oyunun da 30 yıldır gösterimi, aralıksız, sürüyor. (120 Syf., 1. hamur, 350.000 TL) 3. Ali BERKTAY / TİYATRO-DEVRİM ve MEYERHOLD 20. yüzyıl tiyatrosunun büyük kuramcısı Meyerhold'un yazmış olduğu tek kitap "Tiyatro" ile onun tiyatro kuramına ait açıklamaları, görüşleri, yazıları, yaşamı ve yaşamının trajik sonuna ait 1989'da Rusya'da açıklanmış yeni belgeler birarada. (480 Syf., 850.000 TL) 4 Tamer LEVENT / YA TUTARSA İmgesel bir uzamda geçen oyunda, Nasreddin Hocamız, Don Kişot, Mahabarata Destanı kahramanları ile hoşgörünün, barışın, erdemin yolunu gösteriyor. (60 Syf, 300.000 TL) MitosBOYUT Yayınları / TEM Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. Ağa Çırağı Sok. 7/2 Gümüşsuyu-80090, İST. Tel. 249 87 37/38 - Fax. 249 02 18 İZDÜŞÜM Levendoğlu Tiyatro Festivalinin Değeri Mayıs ayı sonlarında bizi sahneden sahneye sürükleyen o yoğun ama keyifli git-gel nasıl da yaşamlarımızda bir geleneğe dönüşüvermiş. Oysa -bağımsız şenlik düzeninde- daha on yılı doldurmamış olan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kurumsal gelenekselleşme sürecinin çocuk yaşlarında sayılır. Festival bir kez daha bir sanat yelidir estirdi İstanbul'da, birkaç hafta öncelerde. Kendi adıma, eleştirmen de olmadığımdan. Tiyatro Festivali'nde seçim yapmaksızın ne var ne yok izlemek gibi bir yükümlülük duymuyorum. Ama bu yıl da, öncekilerde olduğu gibi, izlediğim izlemediğimden fazla oldu. Büyük çoğunluk aynı düşüncedeydi, birkaç eleştirmen/yazar da yazılarda dile getirdi bunu ama ben kendi bakışımı da katarak yinelemek isterim: (İngiliz) Krallık Ulusal Tiyatrosu'nu, Berliner Ensemble'ı, Piccolo Teatro'yu bir araya getirmekle bu Festival -yanlız bu başarısıyla bile- sanat ortamımızdaki seçkin yerini pekiştirmenin yanı sıra uluslararası şenlikler arenasında saygınlığını da artırmıştır. cy a Bu üç topluluğun sundukları oyunlar farklı çağların, kültürlerin ürünüydü; farklı içerikler, biçemler, söylemler taşıyordu. Ama bir çizgide, tiyatro eyleminin her uzantısında katıksız niteliği belirleyen çizgide, bileşiyorlardı. Beklentileri karşılamakla kalmayıp "sivrilen" bu üç oyunun dışında Türkiye tiyatrolarından da, öteki topluluklardan da nitelikli yapımlar vardı elbet. Onlara ilişkin değinmelere girmeyeceğim, çünkü bu özde, bir değerlendirme yazısı değil. Aynı nedenle, geneldeki nitelik çizgisinin altında kaldığını düşündüğüm katılımları da belirlemiyorum. Ancak belirtmek gerekir ki böylesi geniş çaplı sanatsal düzenlemelerde tüm yer alanların hedefi göbekten vurmaları beklenmez, beklenemez. Gelmek istediğim nokta şu: Kimi eksisi ama onları kat kat aşan artılarıyla karşımıza gelen bu Festival'i gerçekleştirenlere, bu ülkedeki değerbilir tiyatro insanlarının gönül borcu duyduklarına inanıyorum. Çünkü Tiyatro Festivali izleyiciye üst düzeyde bir tiyatro buluşmasını sunmanın yanı sıra sanatsal kurumlaşma alanında ülke ölçülerinin üstünde bir başarıyı gerçekleştiriyor. Benzer bir değerlendirme Uluslararası İstanbul Festivali çatısı altındaki Caz, Film ve özellikle Müzik festivalleri için de yapılabilir sanırım. Ama Tiyatro Festivali'nin daha sınırlı olanaklarla gerçekleştiği de göz ardı edilmemeli: Parasal gücü daha az; yönetim kadrosu daha kısıtlı; gerçekçi ölçülerde ancak bu yıl bir parasal destekçisinin (sponsorunun) olabildiği söylenebilir. Kullanabildiği sahnelerin yetersizliği, değişmeyen bir etken. Türkiye'den katılımların belirlenme sürecinde baskılar, çekişmeler, karşıtlıklar gibi olgular hep var. Proje olarak kabul edilmiş (başka deyişle ısmarlama) yapımların fos çıkması riski alınma zorunda vb. Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde, gözlerdeki değeri artacaktır. İşin bir yanına daha değinmeden edemeyeceğim: Her yıl Festival sürecinde bir de "beğenmeme", daha doğrusu "beğenmemeye koşullu ya da endeksli olma" olgusu izlenir. Bu yılki programa söylenebilecek olumsuz şeyler (kanımca) az olduğundan, söz konusu olgunun göstergeleri de azdı, ama yok değildi. pe Ahmet Söz konusu tutumu çözmeye, anlamlandırmaya çalıştım. Davranışın kaynakları düşüncemde şu noktalarda toplandı: - "Beğenmemekle bilgiç görünürüm" sanısı. (Buna göre, beğenilmeyen ne denli ünlü ya da "büyük" olursa, bilgiçlik taslamanın "getirisi" o denli artıyor.) - (Yabancı yapımlar bağlamında) "Yabancı hayranı olmama" popüler söylemine yaslanarak beğenmezlik ahkâmı kesme; bundan kişisel "prim" umma. (Eklemeliyim ki körü körüne bir yabancı hayranlığına elbette aklı başında herkes denli karşıyım. Ama bunun öteki ucu olan bilinçli ya da bilinçsiz şovenizmi en az öteki denli tehlikeli görerek.) - Doğrudan doğruya iyi ile kötüyü ayırt edememe durumu. Hangi kişisel dürtüye ya da eksikliğe dayalı olursa olsun burun kıvırma çıkmaz sokağına girip önümüzdeki bir "nimet''ten yararlanmayı ıskalamak yazık değil mi? En çok yararlanması gerekenler de bir anlamda "ev sahibi" olan tiyatro insanlarımız değil mi? Yine de bu yazı olumsuz değil, olumlu bir nokta istiyor. Onu koyalım: Yukarıda belirtilen artılarının dışında Tiyatro Festivali'nin, yıllardır dünya tiyatrosunun iyi örneklerinin kendi tiyatrolarımızın anlayışlarına yansımalarına da aracılık ettiğinin ben tanığıyım. İlginçtir, kimi beğenmeme takıntılıların çalışmalarına bile. Dikkat edilsin "yansıma"dan söz ediyorum: Öykünme, kopyalama, çalma değil, yansıma. Kültürlerarası Etkileşim adlı çokça sözü edilen olgunun özü de bu değil mi? Nice tiyatrolu Mayıs gecelerine 41 DRAMATURJİ VE TİYATRO ELEŞTİRMENLİĞİ DALINDA YENİ YÖNELİŞLER Fakiye Özsoysal Çavuş I.Ü. Tiyatro Bölümü Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalı, 1992 yılında Prof. Dr. Zehra Ipşiroğlu'nun başkanlığında ve Yrd. Dç. Dr. Dikmen Gürün Uçarer'in işbirliğinde, Yüksek Lisans Programıyla eğitime başlamış yeni bir bölüm. 1994'ten bu yana da lisans programıyla eğitim ve öğretim devam etmekte. Ülkemizde tiyatro alanında eksikliği duyulan kuramsal ve düşünsel alt yapıyı kurmayı, tiyatro araştırmacısı, dramaturg, tiyatro eleştirmeni yetiştirmeyi amaçlayan ve bu alanda nitelikli insanların yetişmesine katkıda bulunmayı hedefleyen Tiyatro Bölümü önümüzdeki yıl ilk mezunlarını veriyor. pe cy a Hedefleri doğrultusunda Dramaturji Anabilim Dalı'nın uyguladığı eğitim sistemi, ezberci ya da fotokopili eğitim denilen sisteme alternatif oluşturacak, öğrenci odaklı bir sistem. Bölüm öğrencileri araştırma yapma, kütüphanelere gitme, araştırmalarını, araştırma ödevi denilen bir çeşit küçük tezler halinde yazmaya yönlendirilmekte. Böylece yazılı, vize adı altında yapılan sınavlar neredeyse hiç uygulanmıyor. Bu tür bir çalışmanın verimli yürümesi için de öğrenci kontenjanı 12 kişiyi aşmayacak biçimde sınırlandırılıyor. Durum böyle olunca, öğrencinin devam zorunluluğu ve kendini bu işe tam anlamıyla adamış olması büyük önem kazanıyor. Öğrenci sayısının az olması araştırmaların sağlıklı değerlendirilebilmesi, öğrenci-öğretmen ilişkisinin yakınlığı, öğrenciyi tanıma ve takip etme açısından da bir avantaj. Öğrencilerini ÖSS sınavından sonra ön kayıt sistemi ve yetenek sınavıyla alan I.Ü. Tiyatro Bölümü'ne ÖSS eşit ağırlıklı ya da sözel puanı 125 ve üzeri olan öğrenciler Haziran ayı başında başvurabilirler. Genellikle ÖSYM sınavından önce yapılan Tiyatro Bölümü giriş sınavı, üç aşamalı bir sınav ve eleme usulüyle öğrenci seçiliyor. Tiyatro alanında dilimizde yazılmış kuramsal kitapların halen yetersiz olması, bölüm öğrencisinin çalışmalarında yabancı kaynakçaya başvurmasını gerekli kıldığından, Giriş Sınavının ilk aşaması yabancı dil sınavı oluyor. Ayrıca tiyatro 42 alanındaki gelişmeleri izleyebilmek için de öğrencinin bir yabancı dili iyi bilmesi gerekmekte. Yabancı dillerinden birinden aday, daha çok okuma, anlama ve çeviriye dayalı bir sınavdan geçtikten sonra, Bilim Sınavına en sonunda da Sözlü Sınava alınıyor. Bilim Sınavında adayın yazı yazma ve düşünce geliştirme yeteneği, tiyatro alanındaki alt yapısı ölçülmeye çalışılıyor. Buna göre sınavda adayın bilgisini doğrudan olduğu gibi aktarmayacağı ama yorum, görüş ortaya koyabileceği sorular adayların tanınması, Bilim Sınavında yazdıklarını temellendirebilmesi önem kazanıyor. DERS PROGRAMI VE UYGULANAN YÖNTEMLER I.Ü. Tiyatro Bölümü, 4 yıllık programında temel eğitim olarak görülen ilk iki yıl daha çok kuramsal ağırlıklı ilerlerken, üç ve dördüncü yıllarda dışarda uygulamaya yönelik çalışmalar yoğunluk gösteriyor. Uygulanan sistem içinde yaratıcılığı geliştirici çalışmalara önem veriliyor. Yaratıcı yazma derslerinin yanı sıra, her ders için öğrencinin hazırladığı araştırma ödevi çalışması da çeşitli yazma biçimlerinin denendiği, öğrencinin bulduğu kaynaktan olduğu gibi aktarmadığı ama yorum, görüş, düşünce ortaya koyabildiği çalışmalar oluyor. Zaten verilen ödevin içeriği bunu sağlayacak biçimde sunuluyor öğrenciye. Ders programı her yıl ana başlıklar korunarak ama içeriklerde farklılıklar olabilecek esnekliğe sahip. Zaten öğretim üyelerinden de her yıl aynı dersi vermeleri beklenmemekte. Bu da kuşkusuz, öğretim üyesinin de kendini geliştirmesi, her yıl farklı araştırmalara girmesi, dersini zenginleştirmesi anlamına geliyor. DERSLERDEN ÖRNEKLER Genel ders programında içeriğin bir bütünlük içinde olmasına dikkat ediliyor. Birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlayan dersler söz konusu. Öğretim üyeleri de bu açıdan bir işbirliği içerisinde çalışmaktalar. Örneğin ikinci yıl okutulan "Dramaturji" dersinin içeriği Uyarlama ve Yorumlamalara ağırlık verirken, "Tiyatro Eleştirisi" dersinde okutulan edebiyat kuramları ve oyunlar üzerinde uygulanması birbirlerini tamamlar bir işlev görüyorlar. 1. sınıfta genel yöntemlerin uygulandığı "Dramaturjiye Giriş" dersi ikinci yıl uyarlama, yorumlama, çeşitli yönetmenlerin farklı yorumlarının görülmesiyle bir adım daha ilerlerken üçüncü sene ele alınan bir oyunun metinsel dramaturjisini yapabiliyor öğrenci, dördüncü yılsa tamamiyle uygulamaya yönelik tiyatroda bir çeşit staj denebilecek çalışmalara giriyor ve sahne dramaturjisini de her şeyiyle yaparak bir tez hazırlıyor. YABANCI KONUKLAR Ders programında her yıl bölüm dışından ve ayrıca yurtdışından da konuk öğretim üyeleri tiyatroyla ilgili kendi uzmanlık alanlarında dönemlik ya da yıllık dersler vermekteler. Bölüm dersleri dahilinde dersin içeriğini tamamlayacak etkinlikler kapsamında çeşitli tiyatro yazarları, oyuncular, tiyatro uzmanları, dramaturg ve yönetmenler de konuk ediliyor. Kendileriyle tartışma ve sohbetler yapılıyor. Öğrenciler bu tür seminerlere önceden hazırlanarak katılıyor ve protokol tutuyorlar. Ayrıca öğrenciler, yabancı kültür merkezleriyle ortaklaşa düzenlenen sempozyum ve paneller aracılığıyla çeşitli tiyatro insanlarıyla tanışma, söyleşi yapma, yurtdışından burs sağlama olanaklarını da bulabiliyorlar. pe cy a Aynı şekilde tiyatro eleştirisi de ilk yıl daha çok yaratıcı yazma, yazma biçimleri, deneme, ropörtaj, mektup, öykü, roman, şiirden oyunlaştırma, sinema, tiyatro dili benzeri yazmaya dayalı çalışmaları içerirken, ikinci yıl; eleştiri biçimleri, metinsel eleştiri bazında sanat felsefesini de işin içine katan kuramsal ağırlıklı işleniyor. Üçüncü yıl; oyuna gitme üzerine eleştiri yazma pratikleri, sahne eleştirisi yapılıyor ve dördüncü yıl deneysel çalışmalar ve 20 yüzyıl sanat felsefesi ve pratiğinde eleştirinin geldiği noktadan denemelere, farklı eleştiri yazma biçimlerine giriliyor. Yerli yabancı dergi ve gazetelerden eleştirilerin toparlanarak, eleştiri ya da tanıtım yazılarının özellikle batıda nasıl bir çizgide ilerlediği araştırılıyor, bunlar geliştiriliyor ve yeni eleştiri yazma biçimleri ortaya koyabilecek duruma gelinmesine çalışılıyor. Öğrenciler araştırmayı tamamladıklarında kendi makalelerinden oluşan bir kitap olarak yayımlanacak. Bu derste araştırma yapılan her alanın (özel tiyatrolar, ödenekli tiyatrolar, amatör tiyatrolar, çocuk tiyatroları gibi) Tespit edilen sorunlarına dair kişilerle ropörtajlara gidilmesi, dergi, gazete, makale tarama, oyun listeleri oluşturma, 80'li yılların kültürel ortamına dair kitapların, postmodernizm üzerine kitapların okunması, 90'larda nelerin değiştiğinin, sosyo-politik, kültürel arka plan dahilinde bulgulanması, değerlendirilmesi, daha sonraysa araştırmaların incelemelirin, görüş ortaya koyacak biçimde yazıya aktarılması çalışmaları yapılmakta.Dolayısıyla öğrenciye teorik araştırma içinde pratik bir alan açma yönüne gidilmiş oluyor ve öğrenci aktif kılınıyor. Dramaturji ve Tiyatro Eleştirisinin yanı sıra, dünya ve Türk tiyatrosu, tiyatro adamları, yöntemleri, bunların nasıl geliştirilebileceği, ışık, dekor, makyaj, mekân bilgisi, reji tarihi, oyuncu dramaturjisi, izleyici dramaturjisi, sahneleme teknikleri, oyun yazarlığı benzeri dersler de program dahilinde. Bütün bunlar öğrenciye kuru bilgiler halinde sunulmuyor, öğrencinin araştırma yaparak bilgiye ulaşması ve bunu değerlendirebilmesi için rehberlik yapılıyor diyebiliriz. Bu nedenle öğrenci odaklı bir sistem diyoruz. Hazır bilgi verilmiyor. Kuramsal alt yapı, pratikten yola çıkılarak öğrencinin bulduğu bir şey haline geliyor. Örneğin: "80'li yıllarda Türk Tiyatrosu Araştırması", seçmeli derslerden birisi. EĞİTİMDE TİYATRO Bölümün uygulamaya geçirdiği projelerden birisi ve en önem verileni "Eğitimde Tiyatro Projesi". Bu proje daha çok 11-15 yaş çocuklarına yönelik olarak geliştirilmekte. Proje, tiyatro aracılığıyla katılanları eğlenceli bir biçimde, ele alınan konu temelinde eleştirel düşünmeye ve yaratıcılığa yönlendirme, farklı bakış açıları, çözüm biçimleri, düşündüğünü özgürce ifade edebilme rahatlığını kazandırmayı ve birlikte üretime ortam sağlamayı hedeflemektedir. Bu haliyle proje otoriter ve baskıcı anlayışa bir seçenek (alternatif) oluşturmaya da çalışmaktadır. Ayrıca proje kapsamında katılanlara tiyatroyu sevdirmek ve geleceğin bilinçli izleyicisi olma yolunda da küçük bir adım attırmak isteniyor. Bütün bir okul dönemini kapsayan bu çalışmanın sonunda, katılanlar kendi yaratıcılıklarının ürünü olan doğaçlamalarından birkaç tanesini anne baba ve arkadaşlarına kısa bir gösteri biçiminde sunuyorlar. Ancak bölüm için asıl önemli olan, lisans öğrencilerinin ve 11-15 yaş katılanlarının çalışmalar boyunca yaşadıkları süreçtir. Bu nedenle sıkı sıkıya katı bir biçimde bağlı olunan bir yöntemle ilerlemek yerine, katılanlarla bir etkileşim, bir diyalog halinde farklı yöntemler geliştirmek ön planda alınıyor. Bir anlamda deneysel bir çalışma için giriliyor. Başlangıçta genel bir plandan yola çıkılıyor. Ancak bu plan, çalışmanın gidişine göre değişme esnekliğine sahip. Proje, 11-15 yaş katılanlarının kendi yakın çevreleri, kendi gerçeklikleri ve içinde yaşadıkları dünyadan kopuk olmayan konular çerçevesinde oluşturulmaya çalışılıyor. Örneğin, bu yıl ele alınan konu, temelde aile, okul, sokakta otorite ve şiddet olarak başlamasına rağmen, çalışmanın ve katılanların eğilimlerine, yaratıcı potansiyelin gidişine göre medya ve yarattığı gerçekliğin otoriter yaklaşımına doğru kaydı. Eğitimde Tiyatro çalışmaları üç yıldır sürdürülüyor. İlk iki yıl bir ilköğretim okulunda uygulanan çalışma, bu yıl Kocamustafapaşa Çocuk Tiyatrosu'nda 20 kişilik üç ayrı grupla sürdürülmekte. Lisans ikinci ve üçüncü sınıf öğrencileri, bölüm elemanlarının rehberliğinde çalışmaları yürütmekteler. Eğitimde Tiyatro ve Yaratıcı Drama Çalışmaları da, makalelerin, örneklerin, çalışma biçiminin, deneyimlerin geliştirdiği bir malzeme kitabı olarak yakında yayımlanacak. I.Ü. Tiyatro Bölümü Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalı, genç ve dinamik bir bölüm olarak tiyatronun mutfağına ilgi duyan, bu alanda kendini geliştirmek isteyenlere birçok olanak sağlamakta. Başarılı öğrenciler mezun olmadan da Tiyatro Festivalinde görev almaktan, yönetmen yardımcılığına, ilköğretim okullarında eğitimde tiyatro uygulamalarına girmeye, oyun çevirileri yapmaya, Tiyatro Dergisinde yazılar yazmaya değin çeşitli alanlarda çalışma imkânı bulabiliyorlar Tiyatro Bölümüyle tanışmak isteyenler, Laleli'de I.Ü. Edebiyat Fakültesi 2. katında 265 ve 266 no'lu odalara bizzat gelebilecekleri gibi, 0212- 514 03 75 (3 hat)'den -1140 iç hat numaralı telefonla da bölüme ulaşabilirler 43 İNCELEME MODERN SONRASI DÖNEMDE KOLAJ TEKNİĞİNİN DRAMATURJİK ANLAMLANDIRMASI Dilek Öztekin kaptırıp patlaması gibi. Kendi varoluşunu tehdit eden teknoloji karşısında insan şaşkın, kalakalmış, teknolojinin tehdit ettiği bu yaşamı kolaylaştırmasına izin vermek durumundadır. pe cy a 'Kolaj' dendiğinde, genellikle oluşan ilk çağrışım 'resim'dir ya da 'resimle ilgili'dir. Bu, kolaj tekniğinin ilk kez resim sanatına uygulanmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Resim sanatına dadacılar tarafından yerleştirilen bu teknik, sonraları heykel ve ardından diğer görsel sanatlara yayılmış. Böylece, gitgide malzeme sınırı genişlemiş kolajın. Bugün, ilginç büyüklükteki parçacıklarla, sınırı üzerine ahkâm kesilmesi şart olmayan, farklı özellikteki malzemelerle oluşturulabilen bir kolaj ürününün, öncelikle en önemli koşulu, KURGU MANTIĞI. Kolajı yapanın kurgu mantığının birinci basamağında bir yol ayrımı yapması gerekiyor: Kolajı yapanın amacı araçlarını belirleyebileceği gibi, bunun tam tersi de olabilir, yıllarca kelebek koleksiyonu yapmış olan bir adam, sözgelimi birden bu koleksiyona farklı bir anlam yüklemek isteyip, bu gerçek kelebeklerle bir gece elbisesi oluşturabilir. Burada kolajın yolunu iki dişli bir çatal yaptıktan sonra, kolajdaki kurgu mantığının, belki de bu eylemin en hassas noktası olduğunun altını çizelim. Malzeme ne denli özenli toplanmış olursa olsun, iskelet iyi oluşturulmamışsa mutlak rahatsız edecektir. Tıpkı 'evlilik' gibi... Pekala, az önce kolajın sınırsızlığından söz edip durduk. İyi ama, bir oluşumun ortaya çıkması için gerekli olan sınırlılığını kim ve nasıl belirleyecekti kolajın? İşte burada, kolajın sağlam kurgusunu oluşturduğu anda, kendi kendini dengeleyip sınırlayacağı noktaya çıkıyor. Elbette bu kurgu anlayışının -malzemeye böyle bir şart koymadık- estetik özelliğinden ödün vermesi düşünülemez. Bu dönemeci de katettikten sonra, kolajın bir ZEVK ve ZEKÂ oluşumu olduğunu söylesek ileri gitmiş olur muyuz? Bugünün insanında ve modern sonrası sanatta kolajın yerini sorguladığımız zaman, farklı nedenselliklerle buluşuyoruz. Elbette tüm bunların kökeninde, sanatın kaynağı, vericisi ve alıcısı olan İNSAN var. Önce onu ele almak gerekiyor: İnsanın birey olma süreci, yabancılaşma oyununu tanıması ve parçalanması... Ona şekil veren ipi görebilmek için gitgide şişen/şişirilen balonun, kendini bu dıştan bakışa çok fazla 44 Bir sınıflandırmaya gidersek, bugünün insanını dört grupta ele alabiliriz: 'Farkındalığı' eksen aldığımız bu sınıflandırmanın birinci grubunu, yukarıda değindiğimiz etkenler paralelinde, uzaktan kumanda, taksit, disko-bar, bluejean, fastfood ya da çorbalı, salatalı ama sohbetsiz yemek masalarının yığıldığı yaşamlar oluşturuyor. Toplam sözcük sayıları 75'i geçmeyen bu grup insanları TV ve radyo kanallarında, caddelerde, sokaklarda görebilirsiniz. İkinci grupta, 'bir yolcu' olduğunu anlayan ama yola çıkmanın hiç de işine gelmediğine karar verenler yer alıyor. Onlara söylenecek başkaca bir şey de yok zaten... Üçüncü ve dördüncü gruplar tehlike çanları altından geçiyorlar. Eee, çanlar kimin için çalıyor? İşte, su çanlara kulak verip yaşamın anlamını arayan, yaşamı sorgulayan bu grup insanları, kendileri ve çevrelerini enginleştirdikçe o tehlikeli 'anlam-anlamsızlık' uçurumuna yaklaşıyorlar... Burada üçüncü ve dördüncü grup tek bir noktada ayrılıyor: Uçurumdan düşenler, ayakta kalmayı başarabilenler. İnsanlık bu dört kulvarda ilerlerken, teknolojiden başı dönüyor tabii. Günlük koşturmaca, telâş derken günümüz insanında bir sorunla daha karşılaşıyoruz, 'zamansızlık' ve bunun da etkisiyle 'tahammülsüzlük'. Bu nedenle insanlar, hiper-marketlere koşuyor, mikrodalga fırınlardan çıkma dondurulmuş yiyeceklerle besleniyorlar. Ya insani yönlerinin beslenmesi? Yaşamdan haz alma gereksinimi? Bir de yaşamdan haz almış, belli bir 'doygunluluğa' ulaşmış olan azınlık var. Doygunluğun getirdiği bir 'seçkinci' yaklaşımla, bu insanlar da zamanlarını harcamak konusunda haklı bir tutumluluk içindeler. Tam da burada, özenle seçilmiş, yoğun ve çarpıcı bir kurgu mantığıyla bir araya getirilmiş kolaj parçalarının hem parça hem de bütün olarak insan üzerindeki etkisini düşünelim. a cy pe Bilinçaltı kazınmış ve kazınmamış tüm insanlar için, kolaj, bir alternatif olarak var olur. İçinde, canlı, nefes alıp veren bir sürü parçacık vardır, bu parçacıkların orada ve bir arada bulunmasının da evrensel bir söylemi olsa gerektir. Kimi koşullarına değindiğimiz insanlık, farklı nedenlerle cazip bulacaktır kolaj ürünü. İster 'tadımlık' ister 'doyumluk' olsun, çeşnisi ve yoğunluğu, asimetrik oluşunun canlılığı, kendi içindeki organik bağı ile kolaj ürünü yakalayacaktır izleyici. Sahne sanatlarının, müzik ve görsel sanatlarla yaşadığı birlikteliği düşünürsek, tiyatro en olanaklı, en şanslı sanat dalı sayılmaz mı? Burada kolaj tekniğinin önemini, daha hareketli, kıvrak, sanatının zekâsına ve zevkine daha çok olanak tanıyan, şablonsuzluğu ile çekici olması etkenleriyle belirleyebiliriz. Performance art dediğimiz üretimin esası da esaslı bir kolaj çalışması değil midir? 45 AMATÖR TİYATROLAR Bir Eğitim Dönemi Biterken OKULLARDA ÜÇÜNCÜ ZİL NASIL ÇALIYOR Lale U l u t e p e / H a k a n Gürel cy a Bir eğitim dönemi daha geride kaldı. Yıl boyu ve yıl sonunda değişik oyunlar fırtınaların koptuğu tartışmada sergilendi. Şenlikler yapıldı. Okul Tiyatrosu tiyatromuzun önemli kaynaklarından "zenne''leriyle işlerini kotarmak durumunda kalmışlardı. 1935 yılında biridir. Okul sahnelerinde ilk adımı atan genç oyuncular ve yönetmenler gerek okul Halkevlerinin kurulması, okul tiyatrolarının sıralarında gerekse sonraki yıllarda tiyatromuzda izler bırakan önemli yapıtlar ortaya yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur. 1957 yılında sayıları beşyüze yaklaşan koydular. Biz bu dosyamızda dünü ve bugünü ile okul tiyatromuza ve şenliklerine bir halkevlerinde tiyatro ile ilk buluşmalarını giriş yapıyoruz.İlerki sayılarda değişik yazılar ve söyleşilerle, tiyatromuzun bu önemli yaşayan yüzlerce okullu genç buradaki kaynağının dünkü durumunu araştırmaya, bugünkü konumunu saptamaya ve deneyimlerini okullarına taşımışlardır. Keza okul tiyatrolarında hızla çoğalan tartışmaya çalışacağız. ekipler yaz aylarında da Halkevleri Tevfik Fikret, caminin üzerine o salonu sahnelerinde etkinliklerini sürdürmüşlerdir. yaptırıp perde açmasaydı belki de Halkevlerinin okul tiyatrosuna bir katkısı durumlar böyle olmayacaktı. Zaman daha da oyun metinlereni derleyip yayınlaması 200'e en azından 100 var. Beyoğlu'nun olmuştur. Otuzlara kadar bu sıkıntıyı göbeğinde sahnede bir yığın sübyan yoğun bir biçimde yaşayan okul altlarında namaz kılınan bir yer olduğu tiyatrolarımız Halkevlerince yayınlanan şuurundan uzaklaştırılarak rollerine metinleri adeta elden ele dolaştırarak konsantre olmaya teşvik ediliyor. sergilemişlerdir. pe İmparatorluk ha gümledi, ha gümleyecek. Osmanlı İmparatorluğu'nun tam da birlik ve beraberliğe en gereksinim duyduğu günlerde, devletin bekası şuurundan uzak bir adam, üstelik de bir şair yönetiminde bir oyun, perde açma cesaretinde bulunuyor. Oyun sonunda cami ve mihrap yerinde olmasına karşın kızılca kıyamet kopuyor. İşte ol tarihten bu yana lise tiyatrosu bir türlü belini toparlayamadı. Tevfik Fikret'in perde açtığı günlerin ardından bir dolu olay oldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında okul tiyatroları perde açarken önlerinde bir dolu sorun vardı. Öncelikle yazılı tiyatro geleneği zayıf bir ülkede ellerinde oyun metinleri yoktu. Tuluat oynamakta belli bir usta çırak ilişkisi gerektirdiğinden birçok okullu genç "talebe indirimi" gecelerinde heyecanla izledikleri oyunları akıllarında kaldıkları kadarıyla kendi okul sahnelerinde sahnelemeye kalkışıyorlardı. İkinci büyük sorun ise Osmanlı kalıntısı bir toplumda yaşanan profesyonel sahnede kıyametlerin koptuğu "müslüman Türk kadını" ve sahne ilişkisiydi. Okul tiyatroları bu 46 Toplumsal muhalefetin yükselmeye başladığı ellili yıllar özel tiyatrolar alanında bir patlamaya yol açtığı gibi okul tiyatroları arasında da yaygınlaşmanın yoğunlaştığı yıllar oldu. Özellikle Halkevlerinin kapatılmasıyla okul sahneleri gençlerin etkinliklerini sergiledikleri tek alan haline geldi. Şapkadan yeni harflere birçok değişikliğe rağmen okul tiyatrosu tıpkı oyuncuları gibi potansiyel suçlu görülmekten kurtulamadı. Sıkı yasa ve yönetmeliklerle kıskaca alınan okul tiyatrosu kimi geçici çareler içinde kısmi özgürlük ortamları yaşamışsa da genel durumunda belli bir değişiklik olmamıştır. 60 darbesi sonrası ülke çapında yaşanan nispi özgürlük havasından okul tiyatrosu da nasibini alıyordu. Bu dönemde tiyatronun yanısıra başta kültür ve edebiyat, halk dansları vb. kol çalışmaları geçmişin baskı dönemlerindeki derme çatmalıklarından sıyrılarak özenli çalışmalarıyla nitelikli ürünler ortaya koyuyorlardı. pe cy a Önceleri kolej ortamlarında esen bu özgürleşme rüzgarları giderek tüm eğitim kurumlarını sarmaya başlıyordu. Bu dönemlerde üretilen çalışmalalara baktığımızda, okul tiyatrolarının hevesli gençlerin bir araya gelerek yaptıkları birer gösteri olmaktan çıktıklarını, gerek içerik gerekse oyunculuk bazında bir alternatif arayışı içinde olduklarını görüyoruz, bu hava kimi yenilikçi yazarları da etkiliyor, onlar da bu alanlarda oynanmak üzere oyunlar yazmaya ya da uyarlamalar yapmaya başlıyorlardı. Dönemin ilginç bir başka yanı da bugün profesyonel arenada adlarını duyduğumuz birçok yazarın ilk ürünlerini o yıllarda okul tiyatrosu sahnelerinde vermeleriydi. 60 sonlarına doğru ülke yöneticilerinin gençliğe karşı başlattıkları ağır saldırılarda, dışarıda hapisler, öldürmeler, idamlar başlarken, okul içinde de gençler ağabeyleri gibi potansiyel suçlu ilan ediliyorlar ve kol çalışmaları yapan gençlerin etrafını bir anda bağnaz okul yöneticileri sarıyordu. Önceleri sıkı denetlemelerle gelişen baskılar giderek yerini engellemelere, oradan da yasaklamalara bırakıyordu. 70'li yıllarda ülke çapında başlatılan "60 anayasası bize lüks!" kampanyası baskıların sistemleşmesi yolunda ülke çapında bir rüzgar estirirken okul tiyatrolarında bunun yansımaları şöyle gelişiyordu: Önceleri oyun metinleri sıkı bir denetimden geçiriliyor "genel adap, ahlak" gibi kıstaslarla oyun metni alabildiğine budanıyordu. Kimi yazar ve oyunların ta başından sakıncalı ilan edilmiş oluşu da gençlerin sergileyebileceği yapıt sayısını sınırlıyordu. Bu durum süreç içinde bir yanda kendi metnini yaratarak söyleyebileceğini okul koşullarında usturupla söylemeyi bilen ekipler yaratırken, öte yandan da klasik metinlere değişik yorumlar getirerek anlatacağını onun aracılığıyla söylemek yöntemini geliştiriyordu. Bu denemeler sırasında okul tiyatromuz dağarcığında olumlu olumsuz bir dolu örnek vardır. Aristophanes'in "Eşek Arıları" metnini 12 Mart döneminin yargıçlarını hicvetmek amacıyla yorumlamak ya da Cahit Atay'ın "Pusuda"sına getirilen sahne düzenlemesi gibi olumlu örnekler olduğu gibi, Shakespeare'in "Julius Caesar" adlı oyununda Caesar'ı dönemin önde gelen liderlerinden Bülent Ecevit'le özdeşleştirmek gibi politik yanlışların yapıldığı örnekler de vardır. Akşam gazetesinin 70'li yıllarda başlattığı liselerarası tiyatro yarışması ilk toplu etkinliklerden biridir. Üç yıl sonra Kadıköy Halk Eğitim Merkezi bünyesinde örgütlenen İLTÖ (İstanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) tarafından bayrağın devralınmasıyla bu bir gelenek halini aldı. İLTÖ'nün kuruluşu ve düzenlediği etkinlikler okul tiyatrosu cephesinde yepyeni rüzgarlar estirdi. Öncelikle liselerarasında düzenlenmiş sıradan bir tiyatro yarışması değildi yapılan... Gençler arasında her türlü ilişkinin bir at yarışına dönüştürülmeye çalışıldığı bir ortamda İLTÖ, temelinde birlik ve dayanışmanın yattığı bid etkinlik hedefleyerek çalışmalara başladı. İLTÖ'nün bu yaklaşımı kısa vadede birbirleriyle gerek kaynak gerekse sanatsal temelde ilişkileri olan okul tiyatroları yaratırken, uzun vadedede birbirinden etkilenen ve alternatif arayışlarda olan grupların ortaya çıkmasını sağladı. Yarışma sırasında tanışan kaynaşan genç oyuncular, aralarında ortak projeler üreterek okul dışında da bağımsız amatör topluluklarda oyunlar ürettiler. İLTÖ'nünü okullu tiyatrocular nezdinde sevimsiz görünen tek yanı birinci, ikinci diye yapılan işin ödüllendirme yanıydı. Her sıralamanın bir tartışması olduğu, hele hele sanat gibi ölçülerin Fakir Baykurt'un romanından bir Ersan Uysal uyarlaması; "Kaplumbağalar" (1983) nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan bir alanda yapılan değerlendirmeler ister istemez genç oyuncular içinde kimi burukluklara yol açıyordu. Burada "kim iyi hazırlanmışsa, o kazansın" mantığı da işin çözümü için yeterli olmuyordu. Çünkü, yarışmaya katılan topluluklar aynı koşullara sahip değillerdi. Kiminin oyunu hazırlayabileceği rahat bir ortamı vardı, kimi ise ancak daracık bir odada hazırlanıyor ve ilk kez sahneyle yarışma sabahı karşılaşıyordu. İLTÖ şenliği ile gerici eğitimin bir unsuru haline gelmiş yöneticilerin arası hiçbir dönemde iyi olmadı. Okulu kendi yolsuzluk ve talanları için bir araç olarak gören bu insanlar gençlerden ve onların düzenlediği etkinliklerden nefret ediyorlardı. Masraf çıkacak ve yaptıkları talandan paylarına daha az para düşecek endişesiyle yapılacak her girişime daha en başından engel çıkarıyorlardı. Bu yöneticilerin karşılarında gördükleri en büyük düşman da -her nedense- tiyatro kolu oluyordu. İşi başından engelleme gücüne sahipseler durdurmayı başaran yöneticiler, burada başarılı olamazlarsa bu kez çalışacak yer vermeme gibi yöntemlerle işi yokuşa sürüyorlürdı. Bütün bu engellemeleri aşan grupları, oyun kotarıldığı takdirde dekor kostüm için ödenek vermeyerek bir kez daha engellemenin yollarının arayan Bay Yönetici, bu hendeği de atlayan ekibin bu kez de dekorlarını salona taşıtmayarak onları cezalandırıyordu. 47 pe cy a Gösterinin bilet satışı başladığında ise bu kez yöneticimiz tavır değiştirerek işe sahip çıkar görünüyor ve hasılata acımasızca el koyuyordu. Oyuncuların kuliste içtikleri çay ücretlerini bile üstlenmiyordu. İLTÖ, 70'lerden 80'lere gelinceye dek hep sahnede ter döken, emek harcayan gençler, perde arkasında ise gerici eğitimin çirkin yüzü ve ayak oyunları vardı. Ortaya çıkan kimi nitelikli çalışmalarda ise gerçek eğitimcilerle gençlerin işbirliği vardı. Kimi zaman okul yöneticisi, kimi zaman edebiyat öğretmeni olan bu güzel insanların çabalarıyla sahnede açan güzellikler Terakki Vakfı Şenliği okul bahçesinde yapılan bir yürüyüşle başladı. uzun süre hafızalardan silinmemiştir. hiçbiri kalmadı ve liselerarası tiyatro şenliği perdelerini İLTÖ, en zor günlerini ülkenin bir kan deryasına döndüğü 70'li kapatmak zorunda kaldı. yılların sonunda yaşadı. Ülkede kaos ortamı büyüdükçe bu Son yıllarda lise şenlikleri bölgesel etkinliklerle varlığını eğitim kurumlarına da yansıyor, kimi eğitimciler bir oyunu sürdürmeye çalışıyor. Elli civarındaki lise topluluğunu bir araya alkışlıyor, kimileri ise ilgili mercilere ihbar ediyorlardı. getiren şenliklerin ardından bölgesel etkinliklerle doymak ise 1978 yılında Bülent Ecevit hükümetinin ilan ettiği "demokratik biraz zor oluyor. sıkıyönetim" İLTÖ şenliğine son darbeyi indirdi. 78-79 öğrenim Genel olarak bir değerlendirme yapılırsa, okul tiyatromuz döneminde yapılan İLTÖ şenliği başladıktan iki oyun sonra bir tiyatro geleneğinin önemli kaynaklarından biridir. Köy anda durdu. 70'lerde halkın sözümona umudu Ecevit Enstitüleri, Halkevleri ve okul tiyatroları gibi değişik döneminde bir tiyatro şenliği yasaklanıyor, ne Ecevit'in ne de kaynaklardan beslenerek gerek yazar gerekse yönetmen, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı'nın buna gıkı çıkmıyordu. oyuncu ve teknik adamlarla büyük bir zenginliği olan Genç tiyatrocuların yanında ise yalnızca aydınlarımız Günay tiyatromuz, son yıllarda yalnızca okul kökenli bir kaynaktan Akarsu, Tahir Özçelik, Seçkin Selvi, Haluk Şevket saf tutuyordu. beslenmek durumunda kalmıştır. Bu durum ödenekli 12 Eylül darbesi sonrası belini bir daha toparlayamayacağı tiyatrolarda görülen kısırlığın bir ucunu oluştururken, özel düşünülen okul tiyatroları, 1981 yılında İstanbul Milli Eğitim tiyatroların hızla oyuncusuz kalarak yok olmasına yol açmıştır. Vakfı'nın düzenlediği bir şenlikte yeniden bir araya geldi. Şenlik Sayıları her geçen yıl artan konservtuvar ve tiyatro okullarından 80 ve 90 arasında, amatör tiyatronun adım adım geliştiği bir mezun olanlar ise TV dizileri ve gösterileri alanına kaymakta ve dönemle birlikte ilerledi, ancak, serüveni İLTÖ'nün tam tersine sanat alanından çekilmektedirler. oldu. İLTÖ, 70'lerden 80'lere adım adım gelişirken, MEV Tiyatroda yeni bir arayışın gerçekleşmesi, öncelikle onun Liselerarası Tiyatro Şenliği, en parlak dönemini ilk yıllarında kaynaklarının zenginleşmesiyle mümkün olabilecektir. Bu yaşarken 90 sonrasında gerilemeler kaydetti, ortalarında da nedenle okul tiyatroları ve onların durumu önemli gündem yokoldu. maddelerinden biridir. Bu alan ihmal edilmemesi gereken, Şenliğin ilk döneminde seçiciler kurulunda yine eski İLTÖ gerek oyuncu, gerekse izleyici oluşturma anlamında yeni yönetimi yer alıyordu. Ancak bu kez sahnede açık bir gerileme kuşakla buluşulacak önemli bir çalışma birimidir. vardı. Ülkenin düşünen insanları hapse atılmıştı, dışarıda kalanların bir kısmı ise kendi içlerinde hapsolmuşlardı. Esen bütün olumsuz rüzgarlara rağmen yeni yazarlar, yeni Seçkin Selvi Okul Tiyatroları ve İLTÖ Şenliklerini oyuncular sahnede boy gösteriyordu. Etkinlik sonrası bağımsız, Anlatıyor. amatör topluluklar oluşturuyorlardı. MEV'in düzenlediği şenlikte görülen gerilemeyi aşabilmek üzere eski İLTÖ İLTÖ (İstanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) 70'li yılların başında yöneticileri bir dolu girişimde bulundular. Seminerler, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin yönetimine gelen eğitimci toplantılar düzenlediler, anck gerilimi engellenemedi. Bu Orhan Okay'ın öncülüğünde kuruldu. Kısa sürede tiyatromuza yarışmada yöneticilerin ödül alma hırsları toplulukları iyice sahnemize gerek oyuncu bazında gerekse sahneleme bazında birbirine düşürdü. Üç beş lise, eski bir gelenekle herşeye birbirinden seçkin örnekler sundu. Bu yorumlar ve oyunculuklar rağmen dayanışmayı sürdürdüler. Lise sayısındaki sürekli artış içinde öylesine örnekler var ki hâlâ hafızalardan silinmemiştir. ve yarışma günlerinin artışı izleyip puan verecek jüriyi sıkıntıya Bunlardan biri Kadıköy Anadolu Lisesi'nin sunduğu William Shakespeare'in "Macbeth" adlı oyunudur. Liseli gençler soktu. Kısa bir süre içinde seçiciler kurulunda eski isimlerden 48 inanılmaz bir incelikle bu oyunda bir saate yaklaşan bir sürede hükümet darbesini anlatıyordular. Bir başka gösteri de Galatasaray Lisesi'nin sunduğu Cahit Atay'ın "Pusuda" adlı gösterisidir. Genç tiyatrocular bize bilinir bir metinin nasıl sınırlarının zorlanabileceğine dair çok ilginç bir örnek sunuyordular. Bu andığım ilk yoruma da ne yazık ki bugüne dek ne amatör ne de profesyonel hiçbir sahnede rastlamadım. İLTÖ kültürel yaşamımızda önemli sürgündü. Ne yazık ki ülkemizi bugün içinde bulunduğu çıkmaz duruma sürükleyen bakış açısına sahip yöneticiler bu şenliği düşman belleyip onu durdurdular. Çünkü düşünen ve sorgulayan bir toplum istemiyordular. Gençlerin dünyaya yenilikçi bir tutumla bakmalarından ürküyorlardı. Bir gün şenliği yaparken gelen bir telefon İLTÖ'yü durduruverdi. 12 Eylül sonrası Milli Eğitim Vakfı tarafından yeniden düzenlendiyse de giderek çapı küçüldü çapıyla birlikte niteliği de küçüldü. Tabii bunun başlıca nedeni de okullarımızda eğitimcilerin giderek azalmasıydı. İLTÖ belki İstanbul çapında dar bir bölgeyle sınırlı bir şenlik olarak kalsaydı bu denli ağır baskılara maruz kalmayacaktı... Önceleri İstanbul'da başlayan İLTÖ Şenliği adı İstanbul olmasına karşın kısa bir sürede tüm ülkeye yayıldı. Her ilde düzenlenen yarışmalarda birincilik alanların katılımıyla İstanbul'da gerçekleşen final ve buralarda ülke gençliği arasında kurulan iletişim birilerini oldukça tedirgin etti. Ülkemizde okul ve tiyatro ilişkisinin uzun bir geçmişi vardır. Birinci Dünya Savaşı'nın ilk günlerinde ülkemize gelerek bir tiyatro okulu kurma çabasına giren Andre Antoine ve Türkiye tiyatrosunun kurucularından Muhsin Ertuğrul'un çabaları bu alandaki ilkleri oluşturur. 40'lı yıllarda İstanbul Şehir Tiyatroları'nda çocuk tiyatrosu birimi kurulurken bunun oyuncu kaynağını yine okullarında tiyatro üreten gençler oluşturuyordu. 70'li yıllarda Aziz Nesin, Doğan Koloğlu, Çetin Altan gibi o günlerin ülkemizin önde gelen aydınlarının yer aldığı Akşam Gazetesi'nde ve de sanat servisini yönlendiriyordum. Tiytro alanında o yıllarda yaygınlaşan yeni atılımların gençler arasındaki etkilerinin ortaya konacağı liselerarası tiyatro yarışması fikri gazete yönetimince de desteklenince bizler kolları sıvadık. Önümüze çıkan başlıca engel böylesi bir yarışmayı düzenleyebileceğimiz bir alan yoktu. Düşünsenize hergün tiyatro ile yeni buluşmuş onlarca gencin oyuncu, yüzlerce gencin de izleyici olarak girip çıkacağı bir mekân o günler İstanbul'unda yoktu. Birçok girişimimize rağmen olumlu bir sonuç alamadık. Umutların tükendiği bir anda Muammer Karaca çıktı ortaya ve o günlerin en gözde mekânı olan Karaca Tiyatro'nun kapılarını ardına kadar gençlere açıverdi. pe cy a Biz aslında bu tehlikeleri o zaman da görebiliyorduk. Bu nedenle diyalog kurabildiğimiz herkese tiyatronun okullarda seçmeli ders olması gerektiğini anlatıyorduk. Çocuk resim gibi müzik gibi tiyatro eğitimi de görecekti. Kimi aklı evveller buna "ne yani tiyatrocu mu olacak" diye karşı çıkıyorlardı. Bizim amacımız ise çocuğun tiyatroyu seçmesinden öte, asgari tiyatro bilgileri ile okulda tanışmış nitelikli tiyatroyu talep edebilecek bir kuşağın yetişmesiydi. Ancak sağdan sola bir dolu Eğitim Bakanı bu öneriye sıcak bakmadılar. 12 Eylül'le birlikte ülkemizde Marcuse'un bir yapıtında anlattığı 'tek boyutlu insan'ı yetiştirmek üzere eğitim alanında da yoğun çabalar başladı. Bunun sonuçlarının yansımasını o dönemde gerçekleşen tiyatro şenliklerinde görmeye başladık. Salona kültürel bir etkinliği paylaşmak üzere gelen izleyicinin yerini adeta bir futbol karşılaşmasına gelen izleyiciler almıştı. Bu yıllarda yapılan oyunların niteliği neyi nasıl anlattığından öte herkes gözünü sonuçlara dikmişti. Tüm tartışmalar yarışmanın sonuçlan üzerinde düğümleniyordu. Bu girişimlerin sonunda köy enstitülerinden, halkevlerinden, liselerden kaynak alarak belli bir zenginliğe sahip olan tiyatromuz da böylece konservatuvarlardan gelen kaynağa kaldı. Bu da sahnelerimizde başka bir tıkanıklığın yolunu açtı. Hayati Asılyazıcı Okul Tiyatroların Anlatıyor Tiyatronun ticari olarak çekici olmadığı günümüz koşullaranda ise konservatuvar kaynağından gelen oyunculardan iyi yetenekler reklam TV dizilerini gibi alanlara kaymaya başladılar. Bu durum tiyatromuzun insan kaynakları açısından önemli bir tehlikeyi oluşturuyor. Bir başka sorun da amatörler cephesinde var. O da belli bir birikim oluşturmadan derme çatma bir çalışmayla sahneye çıkan ve "küçük dağları ben yarattım" tavrındaki genç topluluklardan kaynaklanıyor. Bunlara hoşgörü ile yaklaşmanın tiyatromuz açısından bir yararı olmayacağını düşünüyorum. Bu kötü örnekler her geçen gün tiyatrodan yana umudunu yitirmeğe yüz tutmuş izleyiciyi sahnelerden iyice koparmaktan başka bir işe yaramıyor. Düzenlediğimiz bu etkinlik sanat çevrelerinde de coşku uyundırmıştı. Sermet Çağan, Beklan ve Ayla Algan ile o yıllarda oldukça yaşlanmış olan Ercüment Behzat Lav bu çabaya büyük destek verdiler. Sahneye oldukça düzeyli yapıtlar ve yorumlarla geldi gençlerimiz. Onların temsil ettiği ruh aslında 40'lı yıllarda değerli eğitimci Hasan Ali Yücel'in tohumlarını attığı eğitim atağının bir devamıydı. Hasan Ali Yücel eğitim alanında kurulmuş Cumhuriyete rağmen süren geçmiş eğitim anlayışına karşı yepyeni bir ruhla işe girişmiş, yaptığı atılımlarla gerek dünya klasiklerinin dilimize kazandırılması gerekse Köy Entitüleri'ni kurmasıyla bambaşka rüzgârlar estirmiş bir eğitim adamımızdı. Bizim de 70'li yıllarda bir yarışmada topladığımız gençler işte bu yeniden yana rüzgârı sahnede estiriyorlardı. Birinci yıl bu gelişmeleri gören yarışmanın düzenleme kurulu bu işi sürdürmek isteyen gençlere çeşitli destekler sunmaya karar verdi. Elimizde en önemli olanak başında Muhsin Ertuğrul gibi bir ustanın bulunduğu LCC tiyatro okulunda bu gençlerin burslu öğrenim görmeleriydi. Birçok liseli öğrenci bi olanaktan yararlandı. Bunların bazıları o yıllarda Beklan Algan'ın sahnedediği Peter Weiss'ın "Marat/Sade" adlı oyununda rol aldı. Burada dikkati çeken bir başka yan da o yıllarda gençlik ile aydınlar arasındaki ilişkidir. Halkevlerinden, Köy Enstitülerine yeni insanların yetişmesi için büyük bir çaba vardı. 50'Iİ yıllarda başa gelen Demokrat Parti bu tehlikeyi görerek bu kurumları birer birer yok etti. Ondan sonra gelen bütün yönetimlerin baş 49 Sahneye bir adım kala yanaklar kızarmış, yürekler coşku içinde. böyle bir girişimde bulunduk... Neden tiyatroyu seçtik? Bu konuda arkadaşlarımızın farklı görüşleri, farklı amaçları vardı. Kimileri sanatsal bir faaliyet olduğu için, kimileri kendini geliştirmek için, kimileri yaşamı paylaşmak için, kimileri de kendini var edebilmek için topluluğumuza katıldığını belirtti. Farklı nedenlerle biraraya gelen bu insanlar, giderek kaynaşıp, ortak bir sanatsal anlayışta buluştular. Yaşadıkları ortak deneyimlerden çok şey gördüler, düşündüler, yarattılar, çok şey öğrendiler. Kazançları herhangi bir lise tiyatrosundan fazla oldu. Çünkü biz kendi çabalarımızla dışarıdan gelen bir otoriteden hiçbir yardım almaksızın ideallerimizi gerçekleştirmeye çalıştık. İşte bu çabalarımız sırasında bir özgür olmaktan kaynaklanan bir sebeple kendimizi keşfettik. Bizi asıl geliştiren, olgunlaştıran da budur. a hedefi de yine bu ilişkiyi engellemek olmuştur. Bu çabanın engellemeler ve ortaya çıkan yılgınlıklarla yeni adımlar atamaması bu günkü yoz ortamı hazırlayan unsurlardan birisi3ni oluşturmuştur. pe cy Bizim Akşam Gazetesi'nin çabalarıyla başlattığımız girişim üç yıl sürdü. Bunun ardından etkinlik artık bir gazetenin gücünü aşınca bu kez Kadıköy Halk Eğitim merkezi bünyesinde llLTÖ'yü (İstanbul Liselerarası Tiyatro Örgütü) kurduk. Bütün bu çabalar 12 Eylül askeri darbesiyle durduruldu. 80 sonrası İstanbul Milli Eğitim Vakfı bünyesinde yapılan yarışmalar 70'lerin havasını yakalayamadı. Giderek şenlikte ödüller bir maç rekabetine dönüştü. Yöneticiler, ödül alıp kendi koltuklarını sağlamlaştırmak adına öğrencilerini olumsuz bir rekabet duygusuyla şartlandırdılar. Geçmişin yarışma sonrası birbirini dostça kutlama ve coşkuyla birlikte paylaşma duygusu yerine "biz yendik" tavrı egemen oldu. Okul Tiyatrolarında Köklü Bir Gelenek; Galatasaray Lisesi Galatasaray Lisesi Tiyatro Kolu otuz yılı aşkın bir geçmişi olan, öğrencilerin yönetiminde, özgün bir tiyatro topluluğudur. Özgünlüğü bizim kendimize ve tiyatronun büyüsüne inanmamızdan geliyor. Bu anlaşıyla biz "kendimizi kendimiz oluşturduk." İnsanlar, lise tiyatrosu deyince, şöyle düşünürler: Haftada bir günlerini sosyal aktivite olarak tiyatroya ayırmış bir grup öğrenci, başlarında da sorumlu bir edebiyat hocası... Ama biz böyle olsun istemedik. Çünkü biz sorumlulukların yerine getirilmesi için bir öğretmene ihtiyacımız olduğuna inanmıyoruz. Sonuç nasıl olursa olsun (ama kuşkusuz boşa kürek çekmek değil bahsettiğimiz) kendi başımıza kazandığımız en küçük bir başarı bile bizi çok mutlu eder. İşin başında başarılı olup olmayacağımızı bilmeden neden 50 Topluluk olarak tiyatroya ilişkin öğrendiklerimiz, öğreneceklerimizi (yaşayarak keşfetmek) taraftarıyız. Ama bu demek değildir ki bizden daha deneyimli olanların deneyimlerini gözardı edeceğiz ve arkamızdan gelenlere bilgilerimizi aktarmayacağız. Bu ortamda, sadece kendimiz için tiyatro yapmak, "egolarımızı doyurmak" diye nitelendirilen davranışlarımızın aslında bencillikle hiçbir alakası olmadığını belirtmeliyiz. "Düşünmekten önemlisi düşündürmektir" ama düşünmeyen kimse düşündüremez. Biz sanatın toplum için, toplumu düşündürmek için yapılması gerektiğine inanıyoruz. Bu inançla tiyatro yapmanın yanı sıra diğer tiyatro ilgililerine de etkinliklerini topluma sunacakları bir ortam yaratmak istedik. Bu yıl baharın gelişiyle 5'incisini düzenleyeceğimiz geleneksel Tiyatro Günleri amacamızın göstergesidir. Bu, genç topluluğumuzun içtenlik ve enerjisiyle oluşturduğu amatör bir organizasyondur. Etkinliklerimizin çeşitliliği ve ücretsiz oluşuyla her kesimden, her yaştan insana sesleniyoruz. İnsanlara fikir ve duygu alışverişi içinde bir hafta geçiriyoruz. Ne mutlu ki okulumuza özgü, çoğu amatör topluluğun sahip olmadığı, bizim de binbir zorluklarla aldığımız bir sahnemiz, bir de küçük odamız var. Biraz odamızdan bahsedelim: Odamız mütevazi bir atmosfere sahiptir. Badanası dökülmüş krem rengi duvarların üzerindeki renk renk afişler, oyunlarımızdan kalan tek tük dekor parçaları, birkaç taşı eksik tavla ve satranç takımımız, dağınık duran sarı kırmızı dosyalar, en lüks eşyamız olan, gözümüz gibi baktığımız, tiyatro yapıtlarının bulunduğu sevimli kütüphanemiz. Kırık, dökük ama üzerlerinde isimlerimizin yazdığı, anıların birer parçamız haline getirdiği masalar, sandalyeler... Ara sıra muzip bir rüzgâr yandaki tuvaletin kokusunu taşısa da odamıza, istenmeyen küçük fareler sık sık ziyaret etse de, biz odamızı çok seviyoruz. Yasak sayılan kuralları çiğnedik kimi zaman. Yakınlarda bir kedi ve yerid tane gözleri açılmamış yavru konuk ettik, odamızın en sıcak köşesinde. Bütün zamanımız odamızla Tevfik (Tevfik Fikret Salonu'nda) geçiyor. Tevfik'in küçük sahnesinde bulduk duyguları ve yorumladık insanı. Böylece öğrendik yaplaşmayı, tartışmayı, yaratmaya ve keşfettik kendimizi. a Geleceğe yönelik amaçlarımız var; bazıları gerçekçi, bazıları son derece ütopik. Biz her zaman her şekilde amacımıza yardımlaşarak ulaşmanın gerekliliğine inanıyoruz. Düşüncede ve duyguda paylaşıma yer veriyoruz. Bizce, Nazım Hikmetin de didiği gibi: "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşcesine..." cy Terakki Vakfı Şenliği'nde iki yıl önce yitirdiğimiz eleştirmen Tahir Özçelik anısına verilen ödülü torunu aldı. Orhan Kurtuldu Terakki Vakfı 1997 Yılı 2. Gençlik Tiyatroları Şenliği'ni Anlatıyor: pe "Muhsin Ertuğrul, "Yarının tiyatro izleyicisini yetiştirmek lazım", demişti. Ben bir Devlet tiyatrosu sanatçasıyım. Sürekli tiyatroya gelen izleyiciyi gözlüyorum ve Muhsin Ertuğrul Hoca'nın önerisinin bugün için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bana göre 80 sonrası gençliği sanatla çok barışık değil. Bunun birçok nedeni olabilir. Nedenlere üzülmek yerine çözümler üretmek üzere bir şenlik düzenlemeye karar verdik. Başlıca hedeflerimiz arasında "bilinçli, kültürlü seyirci oluşturmak", "sanatı sevdirmek", "gençleri tiyatronun o binlerce yıldır yaşayan tadıyla buluşturmak" vardı. İlk şenliğimiz 4 bin izleyici ile buluştu. 96 ilkbaharında gerçekleşen bu şenlikte genç izleyici daha ağır basıyordu. Bu yıl ise ailelerin de gelişiyle orta kuşağı da izleyicilerimizin arasına katmayı başardık. Şenlik çalışmalarına 35 okula çağrı çıkararak başladık. Çünkü gerek izleyici gerekse jüri açısından bir haftayı aşan bir şenliğin yükünü kaldırma koşullarımız yoktu. Bugün okullarımızda varolan statü kimi kısıtlamalar getiriyor. Bir metnin "oynanabilir" olmasına yetkili yetkisiz birçok kişi karar veriyor. Sonuçta "olur" almış bir oyun hakkında bile soruşturma açılabiliyor. Bence sanatta denetim için tek yetkili izleyici olmalıdır. Onun dışındaki denetimler yaratıcılığı baltalar. Bazen bir oyunun reddi için tek bir sözcük bile yeterli olabiliyor. Oyunlarda aşk, sevgi gibi en insani duygular bile sakıncalı bulunabiliyor. Bu yasaklardan Çehov da nasibini alabiliyor, Ülker Köksal da. Biz düzenlediğimiz şenlikte işin yarışma yanını seviyeyi yükseltme amacıyla koyduk. Ödül olarak da daha çok kültürel ürünleri koyarak gençlerin bunlarla tanışmasını sağlamaya çalışıyoruz. BÖLGESEL BİR ŞENLİK: Kadıköy Liselerarası Tiyatro Şenliği Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin düzenlediği Kadıköy Liselerarası Tiyatro Şenliği, 7 Mayıs-17 Haziran 1997 tarihleri arasında yapıldı. Yarışmalı olarak gerçekleştirilen şenliğe katılan liseler oyunlarını kendi salonlarında sergilediler. Özel Gökdil Lisesi'nin sponsor olduğu şenliğe Kadıköy ilçesinden ondört lise katıldı. Yarışma jürisi, Deneme Sahnesi oyuncularından ve eğitmenlerinden Yılmaz Arıkan, Vedat Oyuryüz, Oğuz Bıyık, Sennur Kaya ve Yüksel Güçlü'den oluşuyordu. Yarışmanın ödül töreni 19 Haziran'da Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürü Yusuf Sofuoğlu, Kültür Şube Müdürü Gülşen Kafkas ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Müdürü Serpil Güleçyüz'ün katılımlarıyla gerçekleştirildi. Yarışmada, "En İyi Yönetmen Ödülü" Sabahattin Mutluer'in olurken, "En İyi Oyun Ödülleri"nde birinciliği Keşanlı Ali Destanı (Kadıköy Anadolu Lisesi), ikinciliği, Sayın Bayın İşleri adlı oyunla Semiha Şakir Lisesi ve üçüncülüğü Evcilik Oyunu adlı oyunla Doğuş Lisesi aldı. Şenlikte ayrıca "En İyi Erkek Oyuncu" ve "En İyi Kadın Oyuncu" dallarında beşer oyuncu ödül aldı 51 tiyatro Tiyatro'dan Önce... Tiyatrodan Sonra İNİDİRİM YAPAN KURULUŞLAR 52 havasında, günün her saati hoş vakitler geçirebilirsiniz. CAFE SIĞINAK İndirim: %15 Caferağa Man. Muvakkithane Cad. No:30/4 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 18 94 Yozlaşma, iletişimsizlik, üretkensizlik ve sevgisizlik yağmurunun sağnak haline geldiği bu topraklarda sığınabilecek bir yer ararsanız Sığınak Cafe'deyiz. ÇATI RESTAURANT İndirim: % 8 İstiklal Cad. Orhan. A. Apaydın Sk. No: 20/7 Beyoğlu-İst Tel: (0212)251 00 00 DARÜZZİYAFE İndirim: %15 Şifahane Sk. No: 6 Süleymaniye-İst Tel: (0212) 511 84 14 Türk Musikisi'nin sihirli nağmelerini dinleyerek mutfağımızın eşsiz lezzetlerini tarihi bir mekânda tadabilirsiniz. Not: C. tesi akşamları saat 8.00-10.00 arası Canlı Fasıl EL MARIACCHI İndirim: %10 Mim Hotel içi Fulya Bayırı Ferah Sk. No: 16 Ihlamur-İst Tel: (0212) 231 28 07 Meksika mutağının tadına doyulmaz yemeklerini tattınız mı? Tatmadıysanız o halde El Marıacchı'ye sizleri bekliyoruz. FEHMİ BABA ET LOKANTASI İndirim: %10 Meşrutiyet Cad. No: 33 Galatasaray-İst Tel: (0212) 293 93 26 FLAMİNGO BAR-REST. İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 15/B Taksim-İst Tel: (0212) 235 78 54 Alt kattaki Akşam Barımızda nefis içecekler üst kattaki Restaurantımızda zengin mutfak çeşitleri ile özel günlerinizde tüm beklentilerinize yanıt verecek ve dostlarınızla unutamayacağınız saatler yaşamak istermisiniz? Böyle bir ortamı bulamadıysanız o halde; biz bu ortamı size yaşatacağız... Not: Salı günü saat 9.00'da Fasıl GALATA BAR/MEYHANE İndirim: %8 Orhan Apaydın Sk. No:11 Beyoğlu-İst. Tel: (0212) 293 11 39 Her akşam fasıl eşliğinde nefis yemekleriyle sizlerle. GARI BALDI İndirim: %10 İstiklal Cad. Oda Kule yanı No:1 Beyoğlu-İst Tel: (0212) 249 68 95 Nostaljik bir ortamda güzel vakit geçirmek için tek adres Garibaldi. GOLDEN KYLIN CHINESE RESTAURANT İndirim: %15 Receppaşa Cad. No: 5 Taksim-İst Tel: (0212) 256 36 45 Uzak Doğu'dan gelen esinti rüzgârlarıyla hoş bir ortamda hakiki Çin Mutfağını ta dabilirsiniz. GOODFELLAS BAR-REST. İndirim: %15 Bomonti Fırın Sk. No: 43 Şişli—İst Tel: (0212) 233 00 36 Şafak Yaprak & Orkestrası eşliğinde her Salı, Perşembe, Cuma, C tesi günleri, Canlı Caz Müzik dinleyebilirsiniz. CAFE KİKKA İndirim: %10 a et yemeklerinin sunulduğu zengin menüsü ile sabaha karşı tadına doyamayacağınız İşkembe Çorbasıyla son bulan unutamayacağınız bir gece için her Çarşamba, Cuma, Ctesi günleri İ. T. Ü. Devlet Konservatuvarı Yüksek Lisans öğrencilerinin yaptığı Fasıl ve Türk Sanat müziği eşiliğinde nezih bir ortamda leziz yemeklerimizi tadarak hoş saatler geçirebilirsiniz... Not: Kredi Kartı geçerli değildir. BAHAR LOKANTASI İndirim: %10 İstinye Cad. No: 134 İstinye-İst Tel: (0212) 277 85 55 BAY BALIKÇI İndirim: %10 Kefeliköy Cad. No: 14 Kireçburnu-İst Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân. CAFE LA PORTE İndirim: %15 Miralay Nazım Sk. No: 15 Bahariye-İst. Tel: (0216) 418 08 59 Alışılagelmişin dışında zengin menüleriyle sıcak bir sevgi ortamında buluşalım. CAFE LEBON İndirim: %10 İstiklâl Cad. No: 445 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 252 54 60 CAFE SHOP İndirim: %10 Bahariye Cad. Miralay Nazım Sk. No:34 Bahariye-İst. Tel: (0216) 337 49 20 Fransız Cafelerinin kendine özgü pe cy SANAT RESTAURANT İndirim: %10 Balık Pazarı Nevizade Sk. No.23 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 244 13 09 Memnun kalan konuk her zaman hatırlar, memnun kalmayan konuk asla unutmaz. A LA TURKA RESTAURANT İndirim: %10 Cami Meydanı Hazine Sk. No: 8 Ortaköy-İstanbul Tel: (0212) 258 79 24 Ortaköy'ün ilklerinden. Meydanın ve boğazın otantik atmosferinde Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. Üst katında yer alan ODA "Kişiye Özel Salon" ise her türlü grup organizasyonları, seminer, konferans, toplantı, doğum günleri, kahvaltılar için sadece "SİZE ÖZEL" ALA-TURKA MEŞK REST. İndirim: %10 Çarşıarkası Sk. No: 32. 1. Levent-İst Tel: (0212) 283 45 63 Sıcacık bir ortamda özlediğiniz tatlarla an-nenizin mutfağı kadar özenli, sevgi dolu sofralarda Al-Turka Meşk sizin için alâsıyla. ASİTANE RESTAURANT İndirim: %10 Kariye Camii Sk. No: 18 Edirnekapı-İst Tel: (212) 534 84 14 Osmanlı Saray Mutfağının doyumsuz lezzetlerini UDl'nin hoş nağmeleri eşliğinde tatmak için Asitane de buluşalım. AŞİYAN RESTAURANT İndirim: %10 Kalamış Yat Limanı Kalamış-İst Tel: (0216)349 55 69 Karides Güveç'te, Balık ve çeşitli Abdulkadir Noyan Sk. No: 17/18 Erenköy-İst Tel: (0216) 411 15 20 Cafe Kikka'da kahve cehennem kadar karanlık, ölüm kadar güçlü aşk kadar tatlıdır. KHALKEDON RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Münir Nurettin Selçuk Cad. Kalamış Spor Tesisleri Kadıköy-İst. Tel: (0216) 349 58 72 Altı yıl boyunca adıyla özdeşleşmiş, Bizans harabeleri dekoruyla hizmet veren Khalkedon Bar bahçesindeki Viking dekoruyla; restaurant bölümü ile Grup Tempo eşliğinde yemek yemeniz ve eğlenmeniz için Kalamış'ta. LA BOHEME - ŞAMATA GARDEN İndirim: %10 Yalı Sk. No:3 Beşiktaş-İst. Tel: (0212) 261 75 20 Boğaz manzaralı yazlık restaurant ve barımızda canlı müzik eşliğinde uluslararası mutfağımızdan seçmeleri tadabilirsiniz. LE SELECT İndirim: %20 Manolya Sk. No: 21 Levent-İst Tel: (0212) 268 21 20 Uluslararası Mutfağı ile Le Select LITTE CHİNA İndirim: % 10 1. Plaj Yolu No: 3 Caddebostan -İst Tel (0216) 363 50 90 2. Tepecik Yolu Alkent Alışveriş Merkezi Etiler-İst Tel: (0212) 263 17 15 3. Cevdet Paşa Cad. No:226/5 Bebek Litte China'larda sunulan İSTANBUL'DA YAŞAMAK AKYÜZ KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216)336 90 81 BAKIRKÖY KİTAP SARAYI İndirim: %15 Mektupçu Sk. Hacer Apt. No: 8 Bakırköy-İstanbul Tel: (0.212) 542 48 83 BEYAZ A D A M KİTABEVİ İndirim: %15 İstanbul Cad. Mor Sümbül Sk. No: 1/A Bakırköy-İst. Tel: (0.212) 561 20 92 EVRİM KİTABEVİ İndirim: %10 Kadıköy İş Merkezi No: 78-106 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 49 63 DÜNYA AKTÜEL KİTABEVLERİ • Dünya Tünel Kitabevi İndirim: %5 İstiklal Cad. No: 496 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 10 06 • Dünya Bebek Kitabevi İndirim: %5 Cevdet Paşa Cad. No: 232/1 Bebek-İstanbul Tel: (0.212) 265 71 03 • Dünya Nişantaşı Kitabevi İndirim: %5 Teşvikiye Cad. No: 164/3 Nişantaşı-İstanbul Tel: (0.212) 247 05 90 • Dünya Kadıköy Kitabevi İndirim: %5 Kadıköy İş Merkezi Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 347 79 06 • Dünya Cağaloğlu Kitabevi İndirim: %5 Narlıbahçe Sk. No: 13 Cağaloğlu-İstanbul Tel: (0.212) 513 50 79 • Dünya Capitol Kitabevi İndirim: %5 MEFİSTO KİTABEVİ İndirim: %15 İstiklâl Cad. No: 173 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 293 19 09 SİNEMALAR AFM (Nişantaşı) Tel: 230 94 38 AKMERKEZ (Etiler)Tel: 282 05 05 ALMAN K. M. Tel: 249 45 82 APOLLON Tel:(0216)362 51 00 AS (Harbiye) Tel: 247 63 15 AS (Kadıköy)Tel: (0216) 336 00 50 ATLANTİS Tel:(0216)418 26 56 ATLAS Tel: 252 85 76 AVŞARTel: 583 14 97 BAHARİYE Tel: (0216)414 35 05 BAKIRKÖY 74 Tel: 572 04 44 BEYOĞLU Tel: 251 32 40 BROADWAY Tel: (0216) 346 14 81 CAPİTOL Tel: (216) 310 06 16 CAROUSELTel: 571 83 80 DÜNYA Tel: 249 93 61 EMEK Tel: 293 84 39 FİTAŞ Tel: 249 01 66 FRANSIZ K.M Tel: 249 07 76 GALLERİA PRES.Tel:560 72 66 GAZİ Tel: 247 96 65 GÜNEY Tel: (0216) 354 13 88 HAKAN Tel: (0216) 337 96 37 İNCİ Tel: 240 45 95 İNCİRLİ Tel: 572 64 39 KADIKÖY Tel:(0216)337 74 00 KENT Tel: 241 62 03 LALE Tel: 249 25 24 M O D A Tel: (0216) 337 01 28 OSCAR Tel: (0216) 390 09 69 PARLIAMENT Tel: 263 18 38 PERA Tel: 251 32 40 PRINCESS Tel: 285 06 95 PRINCESS Tel:227 91 47 PYRAMIDTel:(0216)348 01 50 REKS Tel: (0216) 336 01 12 RENK Tel: 572 18 63 SİNEPOP Tel: 251 11 76 SİTE Tel: 247 69 47 SÜREYYA Tel:(0216)336 06 82 cy a Yalıboyu Cad. No: 36 Beylerbeyi Tel: (0216)321 14 93 SICAK RESTAURANT İndirim: %10 Keskin Kalem Sk. No: 37 Esentepe -İst Tel: (0212) 267 38 56 Akdeniz mutfağının seçme yemekleriyle sıcak bir ortamda yemek yemek ister misiniz? TANDOORI RESTAURANT İndirim: % 20 Alkent Sitesi Tepecik Yolu Etiler -İst Tel: (0212) 257 84 79 Türkiye'de ilk ve tek Pakistan Hint Mutfağı. TEGİK RESTAURANT İndirim: %10 Receppaşa Cad. No: 20 Taksim-İst Tel: (0212) 254 66 99 Kore Mutfağının yanı sıra Çin ve Japon Mutfaklarından da örnekler sunan Uzak Doğu Mekânı. Kore Mutfağını tanımak isteyenlere özel menü öneriliyor. Koreden getirilen özel pişerme üniteli masalarda yer alıyor. T-BONE STEAK HOUSE REST. İndirim: %15 İndirim: % 5 (kredi kartı indirimi) Küçük Bebek Cad. No: 16K. Bebek-İst Tel:(0212)287 05 11 Fransız ve İtalyan Mutfağının sizlere sunduğu lezzetli ve değişik yemeklerle hoş bir ortamda hafta sonu canlı müzik eşliğinde güzel saatler geçirebilirsiniz. TIFFANY T-R-M İndirim: % 5 Bağdat Cad. 167/3 Küçükyalı-İst. Tel: (0212) 262 36 64 Balık deyince ilk akla gelen Bay Balıkçının taze balık ve deniz ürünlerini bulabileceğiniz bir mekân THE CHINA RESTAURANT İndirim: % 10 (Gece) İndirim: % 5 (Gece, kredi kartı indirimi) İndirim: %15 (Gündüz) İndirim: %10-(Gündüz, kredi kartı indirimi) Lamartin Cad. No: 17 Taksim-İst Tel: (0212) 250 62 63 Sizlere ilk defa Çin mutfağının lezzetlerini tattıran, 40 yıldır aynı yerde; aynı kalite ile evinizdeymiş gibi rahat, huzurlu bir şekilde Çin mutfağını sevenler veya Çin mutfağının tatlarını merak edenler için hizmetinizde. VAGABONDO'S RESTAURANT İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Köybaşı Cad. No: 278 Yeniköy -İst Tel: (0212)299 00 54 YANYALI RESTAURANT İndirim: %10 Söğütlüçeşme Cad. Yağlıkçı İsmail Sk. No:1 Kadıköy-İst. Tel: (0216) 336 33 33 1919'dan beri Anadolu yakasında Türk mutfağını yaşatan Yanyalı; nostaljik salonu, seçkin kadrosu ile damak zevkine hitap eden 100'e yakın yemek çeşidiyle hizmet vermektedir. Tophanelioğlu Cad. Altunizade Üsküdar-İstanbul Tel: (0.216)391 18 80 • Dünya Swiss Otel Kitabevi İndirim: %5 Swiss Oteli Maçka Maçka-İstanbul Tel: (0.212) 259 02 26 • Dünya Hilton Oteli Köşk Kitabevi İndirim: %5 Hilton Oteli Elmadağ Harbiya-İstanbul Tel: (0.212) 233 00 94 • Dünya Holliday İn Crown Plaza Kitabevi pe yemekler Çin'in "Cantonese" bölgesinin özel yemekleri, bu mutfağı bilenler ve merak edenler için... LITTE İTALY BAR-REST. İndirim: %10 İstiklal Cad. Örs Turistik İş Merkezi No: 251-253 Kat1/7-8 Beyoğlu -İst Tel (0212) 243 17 18 MANDRA TAVERNA İndirim: %10 Ergenekon Cad. No: 73/B Pangaltı-İstanbul Tel: (0.212) 241 47 36 MAVİŞ MANTI İndirim: %10 Yeni Çarşı Cad. No: 76 Galatasaray -İst Tel: (0212) 249 48 94 MESERRET CAFE-BAR-RESTAURANT İndirim: %10 Çavuşoğlu İş Merkezi No: 131/4 Tepebaşı -İst Tel: 244 39 55 Gün Batımında Haliç sakin bir ortamda sohbet olanağı hafif müzik. Çar, Cuma, C.tesi günleri akustik canlı müzik, günlük gazete, dergi, kitap okuma olanağı grup toplantıları ve grup yemekleri için ayrı bir mekân. MOLIERA CAFE-BAR İndirim: % 20 Lamartin cad. No: 23/1 Taksim Tel: (0.212) 256 92 80 PANE VİNO İndirim: %10 İndirim: % 5 (Kredi kartı indirimi) Bağarası Sk. No: 2/A Bebek -İst Tel: (0212) 248 84 65 Kuzey İtalya mutfağının mevsime göre üç ayda bir değişen leziz yemekleri ve sürpriz specıalleri özel Grappa içeceği eşliğinde. Not: Pazar günleri kapalıdır. PARSİFAL İndirim: %15 Kurabiye Sk. No: 13 Beyoğlu -İst Tel: (0212) 245 25 88 Vejeteryenler, ağzının tadını bilenler ve küçük bir serüvene hazır herkes için Parsifal Beyoğlu'nda. RAQUETE RESTAURANT-BAR İndirim: %10 Sadi Gülçelik Spor Sitesi İstinye Tel: (0212) 276 50 87 RİSTORANTE İTALİANO İndirim: %7 Cumhuriyet Cad. No: 6 Elmadağ Tel: (0212) 247 86 40 ROUTE CAFE 66 İndirim: %15 Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sk. No: 13 Bahariye-İst Tel: (0216)336 24 66 Geçmişten gelen geleceğin adı. Not: İndirim Alışveriş Merkezi için de geçerlidir. SAHAF CAFE - KÜLTÜR MERK. İndirim: % 15 Mühürdar Cad. Dumlupınar Sk. No:12 Kadıköy-İst Tel: (0216) 414 42 06 Kitabevi ve cafenin ötesinde sanatsal-kültürel etkinliklerde bulunan Sahaf Cafe şimdi de Ergün-Özcan Tamer Karaboğalı'nın katkılarıyla okuma tiyatrosu her pazartesi saat 18.30'da sizlerle SEAPORT İndirim: % 10 K İ T A B E V L E R İ AFA KİTABEVİ İndirim: %20 İstiklâl Cad. Bekar Sok. No: 17 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0.212) 249 22 18 İndirim: %5 Holliday İn Oteli Ataköy-İstanbul Tel: (0.212) 559 11 95 • Dünya Maltepe Kitabevi İndirim: %5 Maltepe Sahil Yolu S Plajı İstasyon yanı Maltepe-İstanbul Tel: (0.216) 442 09 50 • Dünya Borsa Kitabevi İndirim: %5 I.M.K.B. Binası Maslak-İstanbul GENÇLİK KİTABEVİ İndirim: %10 Mühürdar Cad. No: 68 Kadıköy-İstanbul Tel: (0.216) 337 96 05 KİTABEVLERİ ABC Kitabevi İstiklal C. 461-Beyoğlu Tel: (212) 249 24 14 Acar Kitabevi 1- Bağdat C. 374 Şaşkınbakkal Tel. (216)358 20 51 2-Moda C. 102 Kadıköy Tel. (0216)338 53 47 3- Bağdat C. Yolaç İş Mrk. No: 68-Kızıltoprak Tel. (216)338 53 73 Adam Kitabevi İstanbul C. Morsümbül S. No: 1-Bakırköy Tel. (212)571 96 54 Afa Kitabevi İstiklale. Bekar S. 17 Beyoğlu Tel. (212)249 22 18 Akademi Kitabevi Akkavak S. 2 - Nişantaşı Tel. (212)248 43 96 Akyüz Kitabevi Kadıköy İş Merk. Tel. (216)336 90 81 Alkım Kitabevi Kadıköy Çarşısı Orta Kat 101-Kadıköy Tel. (216)349 40 75 Arion Kitabevi Sıraselviler C. 1 Taksim Tel. (212)243 23 70 Arşiv Kitabevi Bahariye C. 86/2 Kadıköy Tel. (216)338 43 12 Bakırköy Kitap Sarayı Gençler C. 8 Bakırköy Tel. (212)583 09 03 Boğaziçi Kitabevi Nispetiye C. 70 Etiler Tel. (212)265 47 52 Dünya Aktüel Kitabevi İstiklal C. 469 Beyoğlu Tel. (212)251 91 96 Dünya Bebek Kitabevi Cevdet Paşa C. 232/1 Bebek Tel. (212)265 71 03 Evrim Kitabevi Kadıköy İş Mrk. 78-106 Kadıköy Tel. (216)347 49 63 Gençlik Kitabevi Mühürdar C. 68 Kadıköy Tel. (216)337 96 05 Germinal Kitabevi Halaskargazi C. 309 Şişli Tel. (212)241 07 09 Gözlem Yay. Kitabevi Atiye S. Polar Ap. 12/6 Teşvikiye Tel. (212)240 41 44 Hamlet Kitabevi Sıraselviler C. 15 Taksim Tel. (212)244 26 01 Homer Kitabevi Yeni Çarşı C. 28/A Galatasaray Tel. (212)249 59 02 Kabalcı Kitabevi Ortabahçe C. 22/4 B.taş Tel. (212)261 31 24 Kadıköy Kitabevi Kadıköy İş Mrk.-Kadıköy Tel. (216)347 52 81 Mefisto Kitabevi İstiklale. 173-Beyoğlu Tel. (212)293 19 09 Genç Mefisto Kitabevi Muvakkıthane C.15 K.köy Tel. (216)414 35 19 Metropol Kitabevi İstiklale. 140/46 Beyoğlu Tel. (212)245 70 34 Net Kitabevi Galleria Ataköy Tel. (212)559 09 50 İstiklal Cd. No: 79/81 Beyoğlu Tel. (212)293 07 59-60 Nezih Kitabevi 1-Bağdat C. 378 Ş.bakkal Tel. (216)356 56 10 2-Mühürdar C. 40 K.köy Tel. (216) 345 31 11 Pan Kitabevi Barbaros Bulvarı 74/4 Beşiktaş Tel. (212)261 80 72 Pandora Kitabevi Büyükparmakkapı S. 3 Beyoğlu Tel. (212)245 16 67 Pentimento Art Shop İstiklale. 140/3 Beyoğlu Tel. (212)293 39 59 Pera Orient Kitabevi Aznavur Pasajı Yapı Kredi Karşısı-Beyoğlu Polat Kitabevi Ankara C. 105 Cağaloğlu Tel. (212)513 50 93 Remzi Kitabevi 1-Servili Mescit S. 3 Cağaloğlu Tel. (212)511 69 16 2-Akmerkez Etiler Tel. (0212)282 02 45 Robinson Crusoe Kit. İstiklal C. 389-Beyoğlu 53 İSTANBUL'DA YAŞAMAK Tel. (212)293 69 68 Saka Kitabevi Eski Yıldız C. 12 Beşiktaş Tel. (212)260 12 79 Simurg Kitabevi Hasnun Galip S. 2/A Beyoğlu Tel. (212)243 63 77 SANAT GALERİLERİ Gözlem Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/6-Teşvikiye Tel: (0212)240 41 44 Güntay Sanatevi Cemil Topuzlu C Sosyal Ap. 2/1-Feneryolu Tel: (0216) 386 88 98 Hobi Sanat Galerisi V.konağı C Pas. 73 N.taşı Tel: (0212) 225 23 37 Kadıköy Belediyesi Caddebostan K. ve S. M. Haldun Taner S. Cbostan Kare Sanat Galerisi Atiye Sk. 12/2-Teşvikiye Tel: (0212) 240 44 48 Mine Sanat Galerisi Sokullu Sk.1-Kadıköy Tel: (0216) 345 64 40 Mozaik Fotoğraf Turizm Kültür ve Sanatevi Söğütlü Çeşme C. 160/1 Şeyda Ap. Kadıköy Tel: (0216) 418 08 48 Mutlu Sanat Odası General Necmettin Öktem Sk. 13/1-Erenköy Tel: (0216) 355 35 87 Nadya Sanat Galerisi Gazi Evranos C. 33 Yeşilköy Tel: (0212) 573 81 93 Restorasyon Atölyesi Ece Ap. 73-75/1-Teşvikiye Tel: (0212) 261 45 09 AKLIMIZDAN GEÇENLERİN TANIĞI YOKTUR kofin KİTAPÇILARDA cy a Ares Sanatevi Iğrıp Sk. 24-Fenerbahçe Tel: (0216)345 11 62 Asmalımescit Sanat Gal. Sofyalı Sk. 5 Tünel Tel: (0212) 249 69 79 A.K.M Sanat Galerisi Taksim-İstanbul Tel: (0212) 251 56 00 Bilim Sanat Galerisi Mühürdar C. Akmar Pasajı 70/1 Kadıköy Tel: (0216)349 26 10 BM Çağdaş Sanat Merk. Akkavak Sk. 1/1-Nişantaşı Tel: (0212) 231 10 23 Ekol Sanat Galerisi Bakraç Sk. 35/A Cihangir Tel: (0212) 293 06 17 Eylül Sanat Galerisi Akkirman S. 59 Nişantaşı Tel: (0212)231 69 56 Exclusive Sanat Merkezi Bağdat Cad. 449 Suadiye Tel: (0216) 363 75 94 Fransız K.M. San. Gal. İstiklal Cd. 8-Taksim Tel: (0212) 252 02 62 Galeri Art Inter Cultura İstiklal Cd. 373-Beyoğlu Tel: (0212) 243 29 18 Galeri B Hüsrev Gerede C. Fırın Sk. 2/1 -Teşvikiye Tel: (0212) 227 03 63 Galeri Matyatlı Sanat ve Kültürevi İstiklal C Saka Salim Çık. Kısmet Han. 3/1-Beyoğlu Tel: (0212) 244 15 91 Galeri Nev Maçka C. 33/B-Maçka Tel: (0212) 231 67 63 Galeri Replica Cami Sk. Deniz Ap 3/3 Erenköy Tel: (0216) 358 60 95 Galeri SZ Kalıpçı Sk. Büyük Bayraktar Ap. Teşvikiye Tel: (0212) 230 17 45 Galeri Vinci Ihlamur Yolu 1 Teşvikiye Tel: (0212) 233 06 19 Galeri Artist Otim Kar. Yeşil Çimen C. Tel: (0212) 227 68 52 Garanti Bankası San. G. H.gazi C. 36 Şişli Tel: (0212) 230 39 80 KRYOLAN PROFESYONEL MAKYAJ MALZEMESİ academie PROFESYONEL CİLT BAKIM ÜRÜNLERİ FREED pe DANS VE BALE MALZEMELERİ SHOW & KARNAVAL MALZEMELERİ VE AKSESUARLARI PROFESYONEL SİHİRBAZLIK MALZEMELERİ ORİJİNAL KOSTÜM & MASKOTLAR SAKAL & BIYIK & PERUK YAPIM MALZEMELERİ HEPSİ AMA HEPSİ SADECE VE SADECE "VİRA KOZMETlK"DE M e r k e z : Fener, Kalamış C a d . N o : 2 6 / 1 3 Kızıltoprak Tel: ( 0 2 1 6 ) 3 4 7 3 0 7 0 - 3 4 7 7 1 6 0 F a x : ( 0 2 1 6 ) 3 3 7 05 25 Şube: İstiklâl C a d . A t l a s Sineması Pasajı N o : 3 6 Beyoğlu T e l : ( 0 2 1 2 ) 2 9 3 3 6 3 7 Fax: ( 0 2 1 2 ) 2 4 5 5 8 4 4 54 a cy pe a cy pe
© Copyright 2024 Paperzz