İÇİNDEKİLER 2 KUTLA-YA-MIYORUZ! ÖNGÖRÜYE 6 KÖRGÖRÜDEN YOL ALMASI Kadın Hakları Merkezi Av. Hale Akgün 51 ADAM OLMAK, 52 OLMASAYDIN OLMAZDIK Rudyard KIPLING Av. Bahar Ünlüer Öztürk İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi G. Sekreteri İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı 8 HYPATiA Derleyen: Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı 14 Röportaj Av. Aydeniz Alisbah Tuskan 20 Çocuk ve Gelin Av. Nazan Moroğlu 25 OTHELLO SENDROMU Kadına Yönelik Şiddet ve Kıskançlık Psikolog E. Selin Uçal AİLE İÇİ ŞİDDET OLGULARINDA 26 MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM Prof. Dr. Oğuz POLAT, Adli Tıp Uzmanı 30 ACI ÇEKEN MİNİK YÜREKLER YÖNELİK ŞİDDETE 32 KADINA ADLİ TIP YAKLAŞIMI Av. Elif Turnacı Çavuş Prof. Dr. Nevzat Alkan İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı KADIN HAKLARININ 42 LAİKLİK TEMELİDİR Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Şiir 52 İKİNCİ CİNS Simone De Beauvoir Derleyen Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı 59 Röportaj Av. Ayşen ÖNEN Av. Burçin Aybay, 62 Röportaj Av. Işık Umur, Av. Ayfer Coşkun YÖNELİK ŞİDDET 64 KADINA BAĞLAMINDA CEZA MEVZUATINDA DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu Bahçeşehir Ün. Hukuk Fakültesi Dekanı YAŞ ARASI RIZAEN CİNSEL İLİŞKİDE KİM SUÇLU? 71 15-18 Av. A. Gülen Köse İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkan Yrd. 76 GÜNEŞLE YARIŞAN CEZA KANUNU’NDA 72 TÜRK DÜZENLENEN CİNSEL Av. Gülcan Karayel DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLARDA TEMEL SORUNLAR Namık Genel, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı 88 Atalardan SÖZLER Hazırlayan: Av. Nilüfer Ay VE TÜRKİYE’DE 90 DÜNYADA CİNSİYET AYRIMI AÇISINDAN KADIN İSTİHDAMI Prof. Dr. A. Can Tuncay Bahçeşehir Üniversitesi, Hukuk Fakültesi BOŞANMA VE BOŞANMANIN 98 ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Psikolog E. Selin Uçal CİNSEL 101 ÇOCUKLARDA DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLAR Av. Aşkın Topuzoğlu İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi KOMİTESİ TAVSİYE 103 CEDAW KARARI İNCELEMESİ Av. Sibel Kama İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Üyesi 108 ULUSAL MEKANİZMALAR ŞİDDETLE MÜCADELEDE ŞİDDET ÖNLEME VE İZLEME MERKEZİ (ŞÖNİM) Dr. Pelin FEYMİ, Sosyolog İSTANBUL BAROSU ŞÖNİM 118 VERİLERİ HAKLARI MERKEZİ 120 KADIN FAALİYETLERİ İSTANBUL BAROSU KADIN HAKLARI MERKEZİ KUTLA-YA-MIYORUZ! 1977 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü olarak 8 Mart’ı kabul etti. Dünya Kadın Günü dünya kadınları arasında bir dayanışma günü olarak ülkemiz içinde de kadın haklarının kazanılması, iyileştirilmesi için konunun gündeme gelmesinde önemli bir gün. Kadının insan haklarını kazanım mücadelesinde mevcut duruma dikkat çekmek, sorunlarda farkındalığı artırarak çözüm yollarını ortaya koymak ve kazanılan deneyimlerin tüm ülke sathına yayılması için yılda bir gün olsa da Dünya Kadınlar Gününün tüm dünya çapında kadınlar arasında dayanışma günü olması bizim için ayrı bir önem taşıyor. Bugün biz kadınlar için cinsler arası eşitsizliğin, hak ihlallerinin halen sürdüğü günümüzde kutlama yapacağımız bir gün değil. Özellikle ülkemizde Kutlayamadığımız bir gün. Çünkü; Ülkemiz World Economic Forum (Dünya Ekonomi Forumu) 2013 Global Cinsiyet Uçurumu Raporunda (kadın-erkek arasındaki eşitsizliği ortaya koyan endeks) 136 ülke arasında en kötü tabloyu çizen ülkelerden biri. “Eğitime ulaşım”, “iş yaşamına katılım ve fırsat eşitliği”, “siyasi hayatta yer alma”, “sağlık ve hayatta kalma” başlıklarında hazırlanan raporda Türkiye, 120. sırada. Siyasal katılım, ekonomik eşitlik, eğitim ve sağlık hakkı gibi farklı alanlarda kadının yerine değinen raporda, Türkiye’nin kadın-erkek eşitliği endeksindeki yeri 120. sırada yer alırken, Filipinler ve Nikaragua ise ilk 10’da yer aldı. Global Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda Türkiye’nin hemen önünde Guatemala, Katar, Kuveyt, Fiji, Etiyopya, Ürdün var. Türkiye’ye ait verilerin bazıları ise şöyle: 136 Ülke arasında İŞ YAŞAMINDA FIRSAT EŞİTLİĞİ ALANINDA 127 İŞGÜCÜNE KATILIM ALANINDA 123 EĞİTİM 104 SAĞLIK VE HAYATTA KALMADA 59 SİYASİ KATILIMDA İSE 103. SIRADA 2013 RAPORUNDAN TÜRKİYE’YE DAİR BAZI ÇARPICI VERİLER DE ŞÖYLE KADINLAR ARASINDA İŞSİZLİK ORANI %11 (ERKEKLERDE 9) KADINLAR ARASINDA YARIM GÜN ÇALIŞMA ORANI %24 (ERKEKLERDE 9) TARIM DIŞI İSTİHDAMDA KADIN İŞGÜCÜ ORANI %23 BANKA HESABI OLAN KADINLARIN ORANI %33 (ERKEKLERDE 82) İŞLETMELERDE LİDERLİK KONUMUNA YÜKSELEBİLEN KADIN ORANI % 4 KADIN ve EĞİTİM Türk Eğitim Derneğ’nin (TED) düşünce kuruluşu TRDMEM tarafından hazırlanan Türkiye eğitim atlası verileri ise şöyle; • Türkiye’de evlerinde eğitim kaynağı az düzeyde olan öğrenci oranı yüzde 54. Bu oran uluslararası ortalamada yüzde 21, Rusya Federasyonu’nda yüzde 19. • 4. sınıf düzeyinde temel beslenme eksikliği nedeniyle öğretimi aksayan öğrenci oranı Türkiye’de yüzde 74, uluslararası ortalamada yüzde 29, Rusya Federasyonu’nda yüzde 17. • 4. sınıf düzeyini içeren okullarda kütüphanesi olmayan okul oranı Türkiye’de yüzde 24 iken, bu oran uluslararası ortalamada yüzde 13, Rusya Federasyonu’nda yüzde 1’dir. • Türkiye’de 4. sınıf düzeyinde dezavantajlı öğrencilerin bulunduğu okul oranı yüzde 63 iken, bu oran uluslararası ortalamada yüzde 30, Rusya Federasyonu’nda yüzde 13’tür. • 4. sınıf düzeyinde Türkiye’deki okulların sadece yüzde 38’inde disiplinsizlikten kaynaklı sorun yaşanmazken, bu oran uluslararası ortalamada yüzde 61, Rusya Federasyonu’nda yüzde 65’tir. OECD VERİLERİNE GÖRE • 2011 yılında Türkiye’deki yetişkin nüfusun yüzde 68’i ortaöğretim düzeyi altında eğitime sahip. OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 25. • 6-15 yaş aralığında öğrenci başına yapılan harcamada Türkiye, Lüksemburg’un onda biri düzeyinde. Harcama sıralamasında Türkiye 19.821 dolar ile son sırada, Lüksemburg 197.598 dolar ile ilk sırada yer almaktadır. • Sosyal, kültürel ve ekonomik (ESCS indeksi) olarak alt düzeydeki (-1 altı) öğrenci oranı Türkiye’de yüzde 69, Rusya Federasyonu’nda yüzde 12, OECD ülkeleri ortalamasında ise yüzde 15’tir. • 2011 yılında yetişkin kadın istihdam oranı Türkiye’de yüzde 31, Rusya Federasyonu’nda yüzde 72, OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 65, Avrupa Birliği ortalamasında ise yüzde 66’tır. • 3-4 yaş nüfusunda bir eğitim kurumuna kayıtlı nüfus oranı Türkiye’de yüzde 12, Rusya Federasyonu’nda yüzde 73, OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 74, Avrupa Birliği ortalamasında ise yüzde 81’dir. • 2000-2011 yılları arasında Türkiye’de 15-19 yaş arasındaki bireylerin eğitime katılımlarında 41 yüzde puan artış sağlanırken, bu oran Rusya Federasyonu’nda 7, OECD ülkeleri ortalamasında 8, Avrupa Birliği ortalamasında ise 6 yüzde puandır. (Kaynakça: Cumhuriyet Gazetesi 13 Şubat 2014) Toplumsal cinsiyet eşitliğinin dünyada ve ülkemizde sağlandığı 8 Martları görmek ve bu günü kutlayabilmek umutlarımızla. KUTLA-YA-MADIĞIMIZ DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE KADINLARIMIZIN KÖRGÖRÜDEN ÖNGÖRÜYE YOL ALMASI Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı hem de özgürlüğüne karşı duyarsız kalır ki bu bir akıl tutulmasıdır. Hayatımızı, yaşadığımız toplumu, şartları sorgulamalıyız. Sorgulayan insan gelişir ve değişir. Koşulsuz kabuller, hiçbir çabanın değişimi sağlamayacağını düşünmek, özgür olmadığımız halde sadece bize verilen kadarını hakkımız, özgürlük sanmak yani özgürlüğü ararken kendimizi aldatmak kör görüsünden kurtularak; sonuçları algılayabilme yetisi olan öngörüye kavuşmalıyız. Cinsiyet ayrımcılığının yapılmadığı, kadınların sadece kadın oldukları için ayrımcılığa, hak ihlallerine uğramadığı, evrensel insan haklarının kadın erkek tüm insan nesli için ırk, dil, din, mezhep ayrımı gözetilmeden uygulanabildiği, tüm insanların eşit ve özgür olduğu barışçıl bir dünya sadece ütopya mıdır? Yaşadığımız dünyanın şu an için öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Peki bunu nasıl değiştirebiliriz? Birey olarak toplulukları, ülkeleri, insanları etkileyenler yön verenler 6 8 MART ’ 14 tarih boyunca her zaman olmuştur. Bu şahsiyetler insanlık, insan hakları yolunda önemli ilerlemeler de sağlamışlardır. Ancak dünyada kötülükler, hak ihlalleri, eşitsizlikler tüm hızıyla halen sürdüğü de malumuzdur. Tüm dünyayı kapsayacak değişimler için önce o dünya insanlarının bireysel bilinçte değişmesi gerekmektedir. Bu nedenle değişime kendimizden başlamalı, değişerek de değiştirmeliyiz. Kadınlarımızın haklarının bilincinde olması hukuki zeminde sağlanan haklarını bilmeleri yeterli değildir. Eğer kendi iç farkındalığımızı kendi çabamızla sağlamaz isek kendi bilincimizi açmaz isek o haklar bizim için yeterli eşitliği sağlamayacaktır. Toplumsal cinsiyet bakış açısında doğruları önce biz kadınlar benimsemeliyiz. Bize insan hakkı diye sunulan, bazen seçim yapma özgürlüğümüz, inanç özgürlüğümüz denilen bazen de yaradılıştan gelen doğanın kanunu diye empoze edilen uyulacak kurallar değerlerin bazen eşitlik ve özgürlüğümüzün en büyük engelleri de olabileceğini bu açık bilinçle fark edebiliriz. Başkalarının yargılarına göre hareket eden kişi, hem kendi varoluşuna Kadının doğasından gelen annelik içgüdüsü savına sığınarak toplumsal eşitliğini bozan kuralları dayatmak veya inanç duyarlılığını kullanarak sakınılacak, korunacak ve dahi en vahimi kendisinden sakınılacak meta haline dönüştüren düşünceleri empoze edilmesi çağlar boyunca süregelmiştir. Oysa insanlara özgürlüklerinin bilincini vermek, özgür eylemlerinin ortaya çıkardığı sonuçlar karşısında sorumluluklarını hatırlatmak, bu şekilde onları istedikleri gibi yaşamanın sorumluluğuyla baş başa bırakmak gerekir. Kendi bulunduğumuz durumlardan yakınırken, önce kendimizi sorgulamalıyız. Kendimize tarafsız gözle bakmalıyız, Düşüncelerimizde, algılarımızda bilinçli ya da bilinçsiz oluşan kalıplar bizleri de dar kalıplara sokmaktadır. İnsan kendini her türlü dış etkenden, otorite, baskıdan soyutlaması tarafsız bir gözle kendini gözlemlemesi ile kendini değiştirebilir. Kendi içimize yaptığımız gözlemler bizim algılarımızı açacaktır. Düşünce kalıplarımıza yönelik iç değerlendirmelerimiz, kendimizi gözlemle- memiz, farkında olmadığımız kendi özgürlüğümüzü kısıtlamalarımızı da fark etmemizi sağlayacaktır. Birey olduğumuzun farkında olmakla, birey olmakla var olabiliriz ve ancak kendimizi böyle değiştirebiliriz. Hayatımızı, yaşadığımız toplumu, şartları sorgulamalıyız. Sorgulayan insan gelişir ve değişir. Koşulsuz kabuller, hiçbir çabanın değişimi sağlamayacağını düşünmek, özgür olmadığımız halde sadece bize verilen kadarını hakkımız, özgürlük sanmak yani özgürlüğü ararken kendimizi aldatmak kör görüsünden kurtularak; sonuçları algılayabilme yetisi olan öngörüye kavuşmalıyız. Öngörü için sorgulamak gerekir. Düşünmek, sorgulamak, sebep sonuç ilişkisi kurarak hayatın gerçeklerini keşfetmek durumundayız. Başkalarının bizim hayatımızın sınırlarını çizmesi, eşit iki insan cinsi için farklı sınırlar belirlemesi bizi de bunlara inandırmasına müsaade etmemeliyiz. Başkalarının bizlere biçtiği kalıplara rollere göre yaşamak, bunu değiştirecek gücün kendinde olmadığını düşünmek, var olanı kabul, kanıksama ile başkalarının çizdiği sınırlarda özgür olmayı özgürlük sanmak, kendini yetersiz, çaresiz görmek, mistizme, kaderciliğe kapılmak ise bir son görüdür ve bu bizi birey değil sürünün bir parçası yapar. Oysa akıl, muhakeme yeteneği verilmiş canlılar olarak en azından doğruyu yanlışı ayıracak seçimlerimizi de buna göre yapacak bilince erişmeye çalışmak gerek. Bu ise kendimizi önce sorgulayarak, eksik ve yanlışlarımızı fark ederek, bunları gidermeye çalışarak aklımızı özgür bırakarak sağlanabilir. Çünkü “NEDENLERİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE SONUÇLARIN DEĞİŞECEĞİNİ SANMAK AHMAKLIKTIR” (Einstein) Tüm kadınların kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerinden önce kendilerini kurtarması, körgörülerden arınarak öngörüye ulaşmış eşit ve özgür insan olmaları dileklerimizle. 8 MART ’ 14 7 KADININ EVRENSEL İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİ’NE Soruşturma No : M.S. IV. ve V. yy Karar No : MS 415 İTİRAZ EDEN (MÜŞTEKİ) : Kadının İnsan Hakları Savunucuları SANIK/SANIKLAR : Cehaletten beslenen insanları köleleştiren zihniyet SUÇ : Erkek egemen bir toplumda onların düşüncelerine aykırı düşünceler üretmek SUÇ TARİHİ : 08 Mart 415 MS İTİRAZ EDİLEN KARAR : Cyril’in keşişlerinin MS 415 tarihli ve Soruşturma No: MS IV./V. yy. Karar No: MS/415 sayılı Kararı. KONU : İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi kapsamında iade-i İtibar amaçlı YARGILAMA istemi. İTİRAZ NEDENLERİ : Bıkıp usanmadan düşünce özgürlüğü istediği için, düşündüğü için, düşündüğünü söylediği için, inandığı ve inandığını savunduğu için, , adaletsizliğe isyan etmeye kalkıştığı için, inandığı ve savunduğu akıl ve bilim için, inançlara düzene isyankarlıkla suçlanıp acımasızca öldürülen bir bilim kadını olan mağduru katleden zihniyet hiçbir ceza almadığı gibi yüzyıllar sonra hala faaliyetlerini sürdürmektedir. Tüm kadınlar için potansiyel tehlike oluşturan Hypatia katleden zihniyet bu suç kapsamında yargılanması her geçen gün daha da ivedilik arz etmekte olup hükme itirazlarımızı ve iade-i itibar amaçlı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazımızın sunulması gereği hasıl olmuştur. AÇIKLAMALAR • 415 yılında Cyril’in keşişleri ’nın konuşmalarından birini tamamladığı müzenin önünde toplandılar. Bir atlı araba kapıya geldi ve Hypatia çıktı. Pusu yerinden fırlayan kalplerinde cinayet yatan grub Hypatia’nın arabasını sarmıştı ve Hypatia’yı inmeye zorladılar. Onu soydular ve çıplak olarak yakında bir kiliseye girmeye zorladılar, sunağa getirdiler. Bir ara eziyetçilerin ellerinden kurtulmuştu, etrafını sarmış kara cüppeli keşişlere karşı ayağa kalkmıştı. Bir çift laf söylemek için ağzını açmıştı, ama sesi çıkmadı. Çünkü o anda bir vuruşla onu yere yıktılar ve üzerine kapanarak parçaladılar. Ölü bedenini sokaklarda sürüklediler, istiridye kabuklarıyla etini kemiklerinden sıyırdılar ve kalanı yaktılar. Hypatia’nın ölümü dünyanın bin yıl cehalet ve batıl inançlar bulutlarıyla kaplandığı Karanlık Çağların başlangıcını işaret etmiştir. 1 HYPATiA * Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın. Albert Camus * Agora(Hypatia Hayatı) 2009 Yönetmen Alejandro Amenába 8 8 MART ’ 14 1 http://www.hermetics.org/Hypatia.html 8 MART ’ 14 9 Hypatia İskenderiye’li filozof, matematikçi ve astronomdur. Babası filozof Theon İskenderiye, Mısır’da yaşamış Yunan bilgin ve matematikçidir. İlk eğitimlerini aldığı babası, dogma düşüncelere saplanmasına izin vermedi. Kendine saygısı olan bir kimse tarafından son gerçek olarak hiçbir bilginin kabul edilmemesi gerektiğini, düşünme hakkını hep kullanmasını, yanlış düşünmenin hiç düşünmemekten yeğ olduğunu öğretti. Hypatia Atina’da eğitimini aldıktan sonra 400 yılına doğru İskenderiye’ye döner ve İskenderiye Kütüphanesi’ndeki Platon Okulu’nda dersler vermeye başlar. Doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalışır. Hypatia bu okulda, içerisinde çeşitli inanca sahip öğrencilerine Platon ve Aristo’nun öğretilerini kazandırdı. Öyle ki bu öğrencileri arasında ileride İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais’in piskoposu olacak olan Synesius da vardı. Dönemin İskenderiyesi’nin çok kültürlü ve inançlı toplumunun içerisinde İskenderiye Eklektik Okulu, Yeni Platoncu geleneği hangi inanca, felsefi tarza sahip olursa olsun herkese açarak ve farklılıkları bir çatışma unsuru olarak algılamayı değil, çeşitli görünümlerde olan temellerini aldıkları bir ve aynı olan kaynağa yönelterek insanlık tarihinin belleğindeki kadim bilgiyi inisiyelerden filozoflara ve topluma aktarma çabası gösteren bir felsefe okuludur. Hypatia, sahip olduğu bilgileri cesurca ve kaygı duymadan öğrencilerine anlatmaya, dönemim önemli siyaset, bilim, din adamlarıyla görüşmeler yapmaya devam 10 8 MART ’ 14 ediyordu. Bu bilgiler görünüşte ayrı olan inançların özündeki ortak bilgiye dayanıyordu.. 2 ve iffetli olarak anılmıştır. Günümüze kendisi ile ilgili papirüslerin kopyaları kalmıştır. Hypatia’nın yaşadığı zamanda İskenderiye Roma’nın bir eyaletiydi. Şehir, müze ve kütüphanesi ile ünlü zamanının kültür merkeziydi. İskenderiye, felsefe okulu, kütüphanesi, müzesi ve her şeyden önemlisi eklektik olarak adlandırdığımız geniş bir bakış açısına sahip öğretisi ile tanınırdı. Zaman içerisinde pek çok defa saldırıya uğramış, en son M.Ö. 391’de din kavgalarının artması sebebiyle şehirde bulunan ünlü Serafis tapınağı ve ardından kütüphane, içindeki çok değerli eserleriyle birlikte yakılmış ve kompleks diyebileceğimiz yapının diğer bölümleri de çokça tahrip edilmiştir. O yıllarda İskenderiye şehri (bu şehir Büyük İskender tarafından kurulmuştur) içerisindeki önemli yapılardan biri, dünyaca ünlü Serafis tapınağıydı. Bilindiği üzere Serafis, mitolojide Tıp Tanrısıdır. Ama daha önce Büyük İskender’in generali olan ve ölümünün ardından Mısır’a gelip kendini firavun ilan eden Ptolemy, bu Tanrı kültünü ilk yerleştiren firavundur. İlk başta şehir, bu külte karşı çıkmıştır. Ama firavun rüyasında bunun Osiris tarafından kendisine söylendiğini belirtmiş ve tartışmaları sona erdirmiştir. Bunun üzerine şehirde muazzam bir tapınak yaptırılmıştır. Bu tapınak suni bir tepe üzerinde 100 basamakla çıkılan bir yapıydı. Pek çok yapıdan meydana geliyordu. Bir tıp eğitimi yuvası ve tedavi merkeziydi. Hypatia oldukça zor ve kargaşa dolu bir dönemde yaşamıştır. Genel eğitim seviyesinin düşük olduğu, mesafeleri aşmanın ve bilgi edinmenin oldukça zahmetli olduğu, kısacası tam anlamıyla ortaçağın yaşandığı bir dönemde ışık olmuştur. Hypatia, matematik, astronomi ile ilgili kitaplar yazmıştır ki, bunlardan biri “Astronomik Kanun” adlı bir eserdir. Eski diye adlandırılan bilgileri yeniden ortaya çıkarmış ve onlara hayat vermiştir. Öğrencilerine de bu bilgileri aktarmıştır. Plotinus’tan, Platon ve Aristo’nun ve halkın öğrenmek istediği diğer eserleri şehrin ortasında halka yorumlamış ve bu öğretilere yeniden hayat vermiştir. Her zaman adil 2 http://blog.milliyet.com.tr/hypatia-nin-hazin-oykusu-ve-yitirilen-degerler/Blog/?BlogNo=351633 Bu yapı, İskenderiye okulunun bulunduğu kütüphane ve müze, Hristiyanlık için önemli engellerdi. Theodisius, imparatordu. İskenderiye psikoposundan eski dine ait her şeyin yok edilmesini istedi. Baş psikopos Theophilius, elinde bir haçla ve ona eşlik eden rahiplerle tapınağa gitti. Tapınağın kollarını dışarı doğru çekip parçalattı. Bu olayda pek çok tapınak görevlisinin, hekimlerin öldüğü bilinmektedir. Aynı yere bir kilise dikilmiştir. Bu hareket, İskenderiye okulunun üzerine bir baskı kurmuş ve ayrıca fanatizmi de kuvvetlendirmiştir. İskenderiye psikoposunun yerini almak için baş piskopoz Timotheus ile rekabet halinde olan piskopoz Cyril’in onun şehirdeki etkisinden ve liderlik özelliğinden hiç hoşlanmadığını kaynaklardan öğreniyoruz. Piskoposun şehirde rakibi sayılabilecek vali Orestes de, Hypatia’nın dinleyicileri arasındaydı. Piskopos Cyril, Hypatia’nın sonunu hazırlarken, cemaati önce Hypatia’nın değersiz olduğuna ikna etmesi gerekiyordu. İncil’den yaptığı alıntılardan yardım alıyordu (“Kadın, sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır”). Cyril, Hypatia’nın ölümünü doğrudan emretti veya halkı bunun için teşvik etti. Halkı kışkırtmış ve Hypatia, halk tarafından “dinsiz” ve “şeytan” olarak nitelendirilmiştir. Böylece Hypatia yok oldu ve ölümüyle Yeni Platoncu okul sona erdi. Bazı filozoflar Atina’ya gittiler, ama okullar İmparator Justinian emriyle kapatıldı. Yeni Platoncu hareketinin yedi filozofu Hermias, Priscianus, Diogenes, Eulalius, Damaskias, Simplicius ve Isidorus’un Justinian’ın zulmünden Uzak Doğuya kaçışıyla bilgelik öğretisi kapanmıştı.3 • Hypatia, ölümünden bu yana unutulmayan bir isimdir. Adeta bir efsane haline gelmiştir. Bilim ve sanat alanında sembol olmuştur. Zamanla hakkında romanlar, oyunlar, şiirler yazılmıştır. Feminist sanata da konu 3 http://dergi.aktiffelsefe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=89:meral-en&catid=18:67&Itemid=26 h t t p : / / w w w. g i z l i m a b e t . c o m / t h r e a ds/10099-%C4%B0skenderiyeli-Hypatia olmuştur.. Feminist sanatçı Judy Chicago, 1979’da San Francisko modern sanat müzesi’nde açtığı heykel sergisinde Hypatia’yı o şiirlere konu olan güzelliği ile değil de tüm görkemiyle ünlü ve yetenekli kadınlarla birlikte göz kamaştıran bir akşam yemeğinde sunar. Voltaire göre Hypatia, “bağnazlığın masum bir kurbanı; öldürülmesi ise, yunan tanrılarıyla beraber, sorgulama özgürlüğünün de ortadan kalkışının bir simgesi”dir. Voltaire bir aydınlanma filozofudur ve Hypatia onun muhalifliğinde sembol olarak kullandığı bir isimdir. Diğer yandan, kendisine karşı bir grup içinde hep “İskenderiyeli hayasız bir kadın öğretmen”, olarak kabul edilmiştir. Eserlerinden günümüze ulaşabileni yoktur; fakat Sinesius ile yazıştığı mektupların bir bölümü mevcuttur. Bu mektuplarda Synesios, ona duyduğu hayranlığı ve bilimsel çalışmalarına duyduğu saygıyı bildirmektedir. 4 Çalışmaları: Aritmetik üzerine 13 ciltlik bir yorum/ Apollonius’un Konik’leri üzerine yorum/ Ptolemy’nin “Almagest”i üzerine düzenleme/ Babası Theon’un yazdığı “Öklid’in Elementleri” adlı eser üzerine düzenleme/ “The Astronomical Canon” (Astronominin Kanunları) adlı kitabı. Hypatia’nın bilime katkıları; gök cisimlerinin sınıflandırılmasında, hidrometre’nin bulunmasında, sıvıların yoğunluk derecesinin belirlenmesinde ve daha birçok konuda etkili olmuştur. 5 4 Hypatia, Alfred Seifert 5 http://tr.wikipedia.org/iki/%C4%B0skenderiyeli_Hypatia#Ya.C5.9Fam.C4.B1 Hypatia’nın hayali resmi Elbert Hubbard’un “Büyük Öğretmenlerin Evlerine Küçük Yolculuklar” (“Little Journeys to the Homes of Great Teachers”, New York, Roycrafters, 1908, alınmıştır. Gerçek Hypatia’nın portresi mevcut değildir. • İnsan esasen ne erkektir ne de dişi. Cinsiyetin farklı olmasının amacı, cinse özgü biçim farkını oluşturmak olmayıp yalnızca üremeye yarar… “(Marie Le Jars de Gournay: Kadınlarla Erkeklerin Eşitliği Üzerine) Kalıplaşmış toplumsal rollerimiz, cinsel rolümüzün cinsiyet faktörü ile sınırlanarak doğru değerlendirilmemesi bunda da din, inanç üzerinden destek alınmaya çalışılması Hypatia’nın da ölümüne neden olan zihniyettir. Bu zihniyetle hala eve itilen, çalışmaları ciddiye alınmayan, bebek doğurmak, ev içi iş yapmak varlık sebebi sayılan, hayatı, en temel insan hak- 8 MART ’ 14 11 “Beni meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat beni şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazarın eklentisi olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla, tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan büyük bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak onlar da beşeri zafiyetleri olan insanlardır. Dolayısıyla, tüm faziletlerimin toplamını aldığımda, itiraf etmeliyim ki, kimseden aşağı kalmamaktayım”6). Fromm’un deyişiyle her bir insanın insanlığı temsil etmesi, bireyselliğini algılaması ve aynı zamanda kendisini aşarak evrensellik deneyine ulaşması daha yaşanabilir bir dünya için gereklidir. Kendi kişiliğine bütünsel olarak önem veren, kendi seçme, yaratma olanağını, değerlerini fark eden, kendisini seven bir insan diğer insanları da aynı düşüncelerle kucaklayacaktır. 1508-1511 arasında Raffaello tarafından yapılan bu muhteşem freskte Hypatia öldürülmeye götürülürken, Louis Figuier (1866) ları kısıtlanan, erkeğin mülkiyeti sayılan kadınlar….. Erkek egemen toplumun benimsetmeye çalıştığı, kadın üzerinde doğumundan itibaren kurduğu baskı, erkeklerin kadınlardan daha üstün olduğu yaygın ve yanlış yaklaşımı bugün hala değişmedi. Günümüzde hala bir erkeğin kızı, karısı, kardeşi olan kadınlar toplumsal 1 122 88MART MART’ ’1414 cinsiyet bakış açısının kurbanlarıdır. Öyle ki yoğun çaba özveri ile kendini ispatlayan kadınlar dahi böyle anılmaya devam etmiştir yüzyıllar boyu (erkeklere ait bilim dünyasına girmek için büyük çabalar harcayan Fransız matematikçi, fizikçi ve yazar Emili du Châtelet -1706-1749-hala Voltaire’in sevgilisi olarak anılmaktadır ki ör- nekleri pek çok çoğalmak mümkün. Birlikte anıldığı kişi, filozof Voltaire ise Emilie’yi övmek adına sarf ettiği sözlerle adeta zamanın erkek egemen zihniyetinin baskınlığını yansıtır: “Tek eksiği kadın olmak olan büyük bir adam.” !!! Emilie ise isyanını Prusya Kralı Büyük Frederick’e şu sözlerle dile getirir: Her türlü dış etken, otorite, baskı karşısında insan sahip olduğu aklıyla hareket ederek kendini gerçekleştirmeli, bireyselliğini korumalı, sürekli değişimi hedeflemelidir. Yani farkında olmakla kendimizi değiştiririz. Kendi yaşamlarını ve içinde yaşadıkları dünyayı etkileyip değiştirmiş olanlar farkındalıkları yüksek insanlardır. Farkında olan insan, ister istemez hem kendine hem de çevresine katma değer oluşturabilir. • Hypatia, “Katledilen Güzel Bir Kadın 6 sendikahttp://www.haberlink.com/haber. php?query=83877#.UlgUDFOaZqM Filozof” olarak hafızamıza “yazık” dedirten bir şekilde yerleşmemelidir. Eğer Hypatia yaşıyor olsaydı, o, kendini bizim değerlendirdiğimiz gibi güzel, kadın, öldürülen zavallı! sıfatlarıyla mı değerlendirirdi, yoksa ruhun cinsiyetsiz olduğunu ifade edip, özde tüm sorunların ve ihtiyaçların “ortak insan sorunları” olduğunu, bunları anlamak için felsefe yoluyla kendi bütünlüğünü kurmaya çalıştığını mı söylerdi? Doğru bildiğini yaşamaya çalıştığını geri kalan şeylerin de yaşamında karşısına çıkan, değiştirebildiği veya değiştiremediği bazı olaylar olduğunu mu söylerdi?7 Ya sizce? Bir matematikçi, bir filozof, bir özgürlük, bir bilim savaşçısı, bir zavallı, bir büyücü, bir cadı, güzelliğiyle insanları kandıran bir kadın? Sizce, Hypatia kimdir?8 lıştığı düşünülüyordu. Böyle düşünen bir grup bağnaz, Peter adındaki çete liderleri ile birlikte Hypatia’nın evinin önünde pusuya yattılar ve onu beklemeye başladılar. Hypatia eve geldiğinde ise onu kaçırıp Caesareum adındaki bir kiliseye götürdükten sonra tamamen soydular. Ardından onu taşlayarak öldürdüler. Daha sonra Hypatia’nın parçalanmış bedenini alıp Cinaron adındaki bir yerde yaktılar. —Socrates Scholasticus, Ecclesiastical History ” SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan ve re’sen göz önüne alınacak nedenlerle, itiraz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılarak, yeni deliller yasal dayanaklar göz önüne alınarak itibarın iadesi amacıyla kamu davasının açılmasına karar verilmesini arz ve talep ederiz. DELİLERİMİZ: Hypatia’nın ölümü hakkında bugün en güvenilir kaynak, Socrates Scholasticus’un 439’da yazmayı tamamladığı “Historia Ecclesiastica” adlı yapıtıdır. Bu yapıta göre olaylar Socrates Scholasticus’un anlatımı ile şöyle gelişir: “...Hypatia’nın sık sık Vali Orestus ile görüşmesi hoşa gitmiyordu. Hypatia’nın, Vali Orestus ile Piskopos Cyril’in uzlaşmasını engellemeye ça7 sendikahttp://www.haberlink.com/haber. php?query=83877#.UlgUDFOaZqM http://blog.milliyet.com.tr/hypatia-nin-hazin-oykusu-ve-yitirilen-degerler/Blog/?BlogNo=351633 8 http://blog.milliyet.com.tr/hypatia-nin-hazin-oykusu-ve-yitirilen-degerler/Blog/?BlogNo=351633 Türkçe’de hakkında iki kaynak vardır: 1. Kadın Filozoflar/ Kabalcı yayınları, 2. İskenderiyeli Hypatia/ Maria Dzielska/. Derleyen: Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı 8 MART ’ 14 13 İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Hakları Merkezi Koordinatörü Kadın Hakları Savunucusu Öncü Kadınlarımızdan Av. AYDENİZ ALİSBAH TUSKAN Kadınlarımızın insan hakları mücadelesinde senelerdir büyük bir azimle emek veriyor, çalışmalarınızla bizlere örnek oluyorsunuz. Bu alana gönül vermeniz hangi etkenlerle nasıl başladı? Çalışmalarınız nelerdir? Bu alanda çalışmaya ilk defa Türk Hukukçu Kadınlar derneğinde başladım. Prof. Dr. Aysel Çelikel başkandı. Sınıf ve dava arkadaşım Av. Nazan Moroğlu genel sekreterdi. Onlarla birlikte kadınla ilgili çalışmalarımız sürdü. Sonra Nazan Moroğlu başkan oldu. Arkadaşım başkan olduğu için ona var gücümle destek olup her şeye yardımcı olmaya çalışıyordum. O zaman yedek yönetim kurulu üyesiydim. Tüm arkadaşlarım benim başkan olmam gerektiğini söyleyerek genel kurulda oy birliği ile seçerek beni bu göreve getirdiler. İşim çok zordu. Cumhuri14 8 MART ’ 14 Hazırlayan: Av. Bahar Ünlüer Öztürk İstanbul Barosu Kadın Hakları G. Sekreter AV. AYDENİZ ALİSBAH TUSKAN, İstanbul doğumlu olup, 1973 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Serbest avukat olarak sürdürdüğü meslek hayatında, 1996-2000 Türk Hukukçu Kadınlar Derneği Başkanlığı, 2007-2009 Dönemi Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Sözcülüğünü yapmıştır. İstanbul Barosu Tüketici Hakları Merkezi Kurucu Başkanı ve Türkiye Baroları Kadın Hukuku Komisyonları kurucu üyesidir. Uzun dönemler İstanbul Barosu Kadın Komisyon / Merkezi Başkanlığı yapan Tuskan, TBB İstanbul Barosu delegeliği görevlerinde de bulunmuştur. Halen İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesidir. Aynı zamanda İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi koordinatörü ve Adli Yardım Birimlerinden sorumlu yönetim Kurumlu Üyesidir. Staj Eğitim Merkezi ve Bahçeşehir Üniversitesi Toplum Akademisinde Tüketici Hakları dersi vermektedir. Evlidir ve bir kızı bulunmaktadır. Kendisine çalışmalarımıza verdiği koşulsuz destek ve zaman ayırdığı için Teşekkür ederiz. yetin ilk kadın hukukçularının kurduğu hocalarımın ve çok değerli hukukçu kadınların başkanlığından sonra eksik ve yanlış yapmamak daha iyi ve yapılmayanları yapmak için çok uğraştım ve kendim bu görevi 4 yıl sürdürdüm. Tüm kadın kuruluşlarıyla ortak çalışmalar yaptık. Ayşen Önen ve Ayla yurt dışı çalışmalarında bana çok destek oldular. Yol arkadaşım Nazan Moroğlu, 2. Başkan Burçin Aybay inanılmaz destek sundular. Hepsine şükranlarımı sunuyorum. İKKB koordinatörü Prof. Dr. Necla Arat’la ortak çalışmalarımıza devam ettik. Ayrıca bu arada çalıştığım en önemli insanlardan ikisi Prof. Dr. Türkan Saylan ve Prof. Dr. Türkel Minibaş’dır. Onları da rahmet ve minnetle anıyorum. Bu ülkeye çok şey kattılar. Yerleri dolduru- lamaz. Bu görev süresince İrtibat toplantısı Türkiye de yapıldı. Kadın kolları çalışmaları, eğitimin 8 yıla çıkarılması çalışmaları o denemdeki Refah partisi iktidarı işimizi çok zorlaştırmıştı. Ama göğüs verdik ve başardık. Temel eğitim 8 yıla çıkarıldı. Habitat da bunu aleyhine örgütlenen kadınlar benim için ‘’Laik kesimin kuvvetli savunucularından‘’ diyorlardı. Stantlarına ülkemizi şikâyet eden sloganlar yazmışlardı. Türban taktıkları için zulüm gördüklerini yazmışlardı. Ama İngilizceydi. Bende “Türkçesini yazın, bizi gâvurlara mı şikâyet ediyorsunuz?” diye onları eleştirince bazı yandaşları bana hak vererek özür dilediler. 300 kişilik derneğin sanki 3000 üyesi varmış gibi çalışmalar yaptık. Ancak bugün geldiğimiz noktada zaman zaman moralim bozuluyor. “Bu çalışmaları boşuna mı yaptık?” diyorum. Sizin yetiştirdiğiniz kadın hakları savunucuları hukukçular olarak bilinçsiz kesimden bizlere sürekli gelen soru “kadın hakları mücadelesi veriliyorsunuz da erkek hakları mücadelesi niye verilmiyor” oluyor. Size de bu soru sık sık yöneltiliyordur, söz uçar yazı kalır diyerek, hepimiz adına cevap olması adına bu kez de biz soralım; Neden erkek hakları çalışmaları yok da kadın hakları var? Bu soru bence yanlış bir soru. Kadın hakları insan hakları bağlamında olan haklardandır. Kadın insan olarak haklarını yeteri gibi kullanamadığı için Eğitimde Sağlıkta Ekonomi de Siyasette erkekle aynı kulvar da koşamıyor. Hak ihlalleri en çok kadınlara yönelik. Bugün kadın haklarını yalnız kadınların savunulmasıyla belli bir yere gelmek mümkün değil. O zaman bu haklar konusunda erkeklerinde birleşmesi onlara farkındalık yaratması gerekli. Erkekler haklarını gereği kadar kullandığı için erkek hakları çalışmaları yok. Ama mağdur olan erkeklerde var. Ben 38 yıldır avukatlık yapıyorum. Bir defa dayak yiyip kolu kırılan erkek gördüm. Mahkeme kaleminde kızlar gülüyordu. Ne oldu deyince adama güldüklerini söylediler. Bende onlara hak verdim. Kadın erkek eşit olmazsa o toplumda eşit haklardan bahsetmek mümkün olmaz. Bugün bu hakların ihlali söz konusu. Kadın eğitimsiz. Feodal yapı onları ikincil görüyor. Ne zaman bir ülkeden kadın erkekle eşit olur haklarını kullanabilir yani aynı kulvarda birbirlerine yetişirler o zaman o toplum kalkınır. Büyük Atatürk’ün söylediği gibi ‘’ Bir toplumun yarısını ilerletip 8 MART ’ 12 15 dın eserleri kütüphanesine vermeyi benden sonraki nesiller için gerekli buluyorum. yarısını geride bırakmak o toplumu kalkındırmaz ‘’ Bu anlayışla Cumhuriyet döneminin en büyük devrimi kadın devrimidir. Ancak o devrimdeki ilerleme daha sonra olumlu ayrımcılık hayata geçirilemediği ve anlayış değişikliği devam etmeyip kadına ikincil görme anlayışı devam ettiğinden bugün istenilen noktada değiliz. Devletin bir kadın politikası olmaması da bunun başlıca sebeplerindendir. Bu toplumun bir kadını olarak gerek eğitim gerek mesleki hayatınızda gerekse özel hayatınızda hiç cinsiyetçi engellerle karşılaştınız mı? Cinsiyetçi engellerle belki karşılaştım ama gereği kadar fark edemedim. 16 8 MART ’ 14 Ancak kendine güven duyan ve kendini ezdirmeyen bir kişiliğim olduğu için belki bununla karşılaşmadım ya da fark etmedim, ama etrafımdaki kadınların karşılaştıkları onların yaşadıkları beni bu konularla daha fazla ilgilenmemi sağladı. Ancak bunu kızım evde fark etmiş Anne bütün gün kadın haklarını savunuyorsun ama evde devamlı babama hizmet ediyorsun diye beni eleştirdi. O zaman düşündüm bizde erkek egemen anlayışı daha etkin olarak yetiştirilmişiz. Ancak bu durumda bizimde hatalarımız var. Evde erkeğe iş yaptırmamak gibi bir öğreti ile yetişmişiz. İşte bunları kırmak gerekiyor. Belki bu durumu biz göremeyeceğiz ama bizden sonraki nesil özgürlüğü ve eşitliğin yerleştiğini görecek diye düşünüyorum. Ancak kız ve erkek çocuklarımızı her konuda eşit yetiştirirsek bu dediklerim olur. Aksi halde kız çocukları yine önlerine engel konan hakları kısıtlanan olurlar. Kıyafetleri bile farklı olursa bu onların eşit olmadığını gösterecektir. Kadınlarımız iş ve sosyal hayatta eşitliği tam olarak sağlayamadıkları hepimizin malumu ve sorunu hepimiz biliyoruz çözüm sizce nedir? Eşitlik için kanunların mı, sosyal bilinçlenme ile kadınların mı, erkeklerin mi değişimi gerekiyor yoksa bu kapsamda hepsi birden mi gerekiyor? Bu konuda tabi hepsi birden gerekli. Çözüm bir toplum sorunu olduğu için tüm toplumun katılımıyla olacaktır. Aksi halde olmaz. Toplumsal cinsiyet eğitimleri, erkek farkındalığı, kadın isteklerinin teşviki artırılması, ekonomik olarak kadının görevlendirilmesi, olumlu ayrımcılığın hayata geçirilerek belirli süre eğitimde sağlıkta ekonomide siyasette hayata geçirilmesi ve uygulanması gerekmektedir. mak isteyip de yapamadığınız, çok isteyip hayata geçiremediğiniz bir hayaliniz, projeniz var mı? Mesleki çalışmalarınızda veya sosyal alandaki çalışmalarınızda yap- Ancak hedefim tüm yazılarımı ve elimdeki belgeleri toparlayarak ka- Hedeflediklerimi hemen hemen yapmaya çalıştım. Mutlaka daha iyi şeyler yapabilirdim. Ancak belki elimden bu kadarı geldi. Daha çok akademik çalışma yazmak isterdim. Daha çok kitap ve yazı yazmak isterdim. Ancak elimden bu kadarı geldi. Biz yakinen biliyoruz ki başarıyla senelerdir süren bir meslek hayatınız, Baroda ve çeşitli kuruluşlarda süren kadın hakları çalışmalarınız ve tüm bunların yanında yine başarı ile yürüttüğünüz yoğun bir Baro Yönetim Kurulu üyeliği çalışmalarınızı sürdürmektesiniz. Bu enerjiyi size veren Atatürk ilkeleri ile yetişmiş cumhuriyet kadını olmak mı? Evet Cumhuriyeti yaşayan ve Atatürk hayranı bir anne ve babanın kızıyım. İKBB olarak 4 yıl önce bir sergi açmıştık. Ailelerimizin 1950’ler de önceki resimleri toparladık. Herkes aile resimlerini getirdi. Bu resim sergisinde bu kadınlar ‘’Cumhuriyeti yaşayan ‘’ kadınlardı. Son bölümde bizlere ait resimlerin üstüne ‘’ Cumhuriyeti Yaşatan ‘’ kadınlar diye yazdık. Evet, bu toplumda ailem ve ülkem beni okut8 MART ’ 14 17 muşsa ben bu topluma borçluyum. Bu borcumu topluma ve kadınları bilinçlendirme ve hak arama özgürlüklerine hizmet ederek ödemem gerekiyor diye düşünüyorum. Bu nedenle bizim gibi kadınlar bu topluma borçludur. Bu borcu gönüllü çalışmalarla yapmak zorundayız. Ben bu anlayışla çalışıyorum. Cumhuriyeti kuranlara kadınlar olarak minnettar olmalıyız. O Cumhuriyet ki bizi vatandaş yapmış. Av. Aydeniz Alisbah Tuskan’a İnsan Hakları Ödülü İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Aydeniz Alisbah Tuskan’a kadın hakları konusunda verdiği mücadeleden dolayı 2013 İnsan Hakları Ödülü verildi. Ödül, Yardım Sevenler Derneğince 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününde, Şişli Kültür Merkezinde düzenlenen törenle verildi. Av. Aydeniz Alisbah Tuskan kısa konuşmasında ödülü, istanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr.Ümit Kocasakal ve 10 Yönetim Kurulu üyesi adına aldığını ifade etti. Özellikle genç hukukçu kadınların kadın hakları mücadelesine gönül vermeleri için onlara neler söylemek, bu konuda çalışma yapmak isteyenlere nasıl bir yol gösterirsiniz? Genç Hukukçu Kadınlarımıza göstereceğim yol Atatürk’ün yoludur. Atatürk ilkelerinden ayrılmadan Laik hukuk sistemimizden vazgeçmeden kız çocuklarının eğitimine önem vererek bu ilkelere bağlı nesiller yetiştirmeye özen göstermeleri tavsiyem olacaktır. Halkın, mağdur kadınların, hak arama özgürlüklerini kullanabilecekleri, onlara uygun bir sistem geliştirmek başvurularını alarak onlara yardımcı olmak zorundayız. Meslek içi eğitimlerine önem vermeliler yalnız para alacakları işi değil, gönüllü yapacakları işlere de zaman ayırmalılar ve Bunları topluma hizmet etmek açısından yapmaları gerektiğine inanmaları gerekiyor. Son olarak, Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi (Council of Bars and Law Societies of Europe-CCBE), insan haklarını savunma yönündeki mücadeleleri nedeniyle İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. 18 8 MART ’ 14 Ödülü Yardım Sevenler Derneği Beyoğlu Şubesi Başkanı Sayın Saadet Suyolcuoğlu takdim etti. İstanbul Barosu KadınYönetim Kurulu Üyelerimiz; Av. Aydeniz AlisbahTUSKAN, Av. Füsun DİKMENLİ, Av. Süreyya TURAN, Av. Özlem AKSUNGAR Ümit Kocasakal ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyelerini, 2013 yılı CCBE İnsan Hakları Ödülü’ne layık gördü. Ve yine size Yardım Sevenler Derneğince 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününde, kadın hakları konusunda verdiğiniz mücadelelerden dolayı 2013 İnsan Hakları Ödülü verildi. Yine biliyoruz ki, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü savunduğunuz için Baro Yönetimi olarak sanık durumundasınız. Bu tezatlar ülkesinde yine özellikle gençlere umutlarını kaybetmemeleri için neler söylemek istersiniz. Çok güzel sormuşsunuz.Bu konuda bilinç oluşturmak gerekiyor mesleğe ül- keye adalete haklara sahip çıkmalıyız. Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nden İnsan Hakları ödülü Evrensel hukuk kurallarını ve hukukun üstünlüğüne inanmak ve onları savunmak gerekiyor. Laiklikle insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmalıyız. Bilgimizi paylaşmalıyız. Gençlere yardımcı olup onları bilinçlendirerek yetiştirmemiz onlara güven vermemiz onları motive ederek görevlendirmeliyiz ve onlara inanmalıyız. İşte Atatürk’ ülkeyi gençlere emanet etmiş – Niçin çünkü onlar geleceğimiz. Ben onun için merkezde görevli ve başarılı genç arkadaşlarımı tebrik ediyor onların bizleri geçeceğine daha başarılı olacaklarına inanıyorum. Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi (Council of Bars and Law Societies of Europe-CCBE), insan haklarını savunma yönündeki mücadeleleri nedeniyle İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal ve İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyelerini, 2013 yılı CCBE İnsan Hakları Ödülü’ne layık gördü. 8 MART ’ 12 19 Hukuki Açıdan “Çocuk” - “Gelin” ÇOCUK ile GELiN “Çocuk” ve “Gelin” bir arada anılmaması gereken bu iki kavram, “Çocuk Gelin” olarak birlikte anıldığında hukuksal ve toplumsal açıdan çözüm bekleyen önemli bir soruna dikkat çekilmektedir. Uluslararası literatürde “erken evlilik -early marriage”; “zorla evlendirme -forced marriage”; “çocuk evlilikleri -child marriages”; “çocuk gelinler -child brides” kavramları kullanılmaktadır. Son zamanlarda “motherhood in childhood - çocuk anneler” insan hakları bağlamında ele alınmakta, kız çocukların yaşamını olumsuz etkileyen bu soruna çözümler getirilmektedir. Ülkemizde çocuk yaşta evlilik, bölgeler arası farklılık göstermekle beraber tüm bölgelerde yaygın olan toplumsal bir sorundur ve daha çok kız çocukları etkilemektedir. Örneğin, 20 8 MART ’ 14 Türkiye’de 2012 yılında sadece resmi kayıtlara geçen 18 yaş altında evlendirilmiş kız çocuk sayısı 40.428 iken, evli erkek çocuk sayısı 1903’tür. Görüldüğü gibi, çocuk gelin sayısı, çocuk damat sayısının 21 katından fazladır. Bu nedenle, ülkemizde çocuk yaşta evlilik sorunu ele alındığında “Çocuk Gelinler” kavramı kullanılmaktadır. rın erken yaşta evlendirilme oranları yüksektir. Örneğin çocuk gelin oranları Nijer’de % 61.9; Kongo Cumhuriyetinde % 74.2; Bangladeş’te % 51.3; Afganistan’da % 53.7; Yemen’de % 52 iken gelişmiş ülkelerde erken yaşta evlilikler oranı çok düşüktür, Almanya’da %1.2; İngiltere’de % 1.7; Kanada’da % 0.6; ABD’de % 3.9’dur. Dünyada ve Türkiye’de Çocuk Gelinler Türkiye’de erken yaşta evlilikler yıllar içinde giderek azalmasına rağmen son dört yılda resmi rakamlara yansıyan çocuk gelin sayısının 181.000’i aştığı görülmektedir. İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün verilerine göre 20082012 yılları arasında 18 Yaşının Altında Evlenenlerin sayısı ve cinsiyete göre dağılımı şöyledir: Çocuk gelinler sorunu, yoksulluk, ataerkil zihniyet, çok çocuklu aile yapısı, kadının eğitimsizliği, kadının statüsünün düşüklüğü, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı gibi çok yönlü nedenlerden kaynaklanmaktadır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından yayınlanan 2013 “Çocuk Anneler Raporunda” belirtildiğine göre, gelişmekte olan ülkelerde her gün yaklaşık 5 bini 15 yaşından küçük olmak üzere 39 bin kız çocuğu evlendirilmektedir. Erken evlilik nedeniyle yılda ortalama 80 milyondan fazla “çocuk gelin” eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmaktadır. Kişi başına düşen milli geliri düşük olan gelişmemiş ülkelerde, özellikle temel eğitim fırsatına da erişememiş kız çocukla- Çocuk Hakları insan haklarının somut içeriğini oluşturur. İnsanların çocuk sayıldığı dönemde, zihinsel ve bedensel gelişimi henüz tamamlanmamıştır. Bunun için çocukların özel ilgi ve desteğe gereksinimi vardır. Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşına kadar herkes “çocuk” sayılır ve Sözleşmede çocuğun üstün yararının gözetilmesi temel ilke olarak benimsenmiştir. Av. Nazan Moroğlu Evlenme Yılı Erkek Kadın 2008 2.214 49.703 51.917 2009 2.072 47.859 49.931 2010 2.000 45.738 47.738 2011 1.860 42.700 44.560 2012 1.903 40.428 42.331 G. Toplam 10.049 226.428 236.477 Dini nikâhlar resmi kayıtlarda yer almadığından, çocuk yaşta evlilikler “Gelin” kavramı, evlilik birliğinin bir üyesi, evlilik kurumunun sorumluluğunu yüklenen kişi anlamına gelir. hakkında doğru istatistiksel verilere ulaşmak mümkün değildir. Erken yaşta evlenen ve çok çocuk sahibi olan aileler de çocuklarını yine erken yaşta evlendirmekte ve kararlı bir çözüm getirilmedikçe bu kısır döngü sürüp gitmektedir. Oysa erken yaşta yapılan evlilikler özellikle kız çocuklarının toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmektedir. 1997 yılında zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması ile kız çocuklarının okullulaşma oranları yükselmiştir. Ancak 4+4+4 modeli kız çocuklarının örgün eğitime devam edip edemeyeceklerine ilişkin kaygı yaratmaktadır. Yeterli eğitim alamamanın yol açtığı olumsuz sonuçlardan bir diğeri kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleridir. “Çocuk Gelin”, “Çocuk Anne” olgusunu beraberinde getirmekte, erken yaşta evlilikler kız çocuklarının cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarını ihlal etmekte ve anne-bebek ölümlerine yol açmaktadır. Bu nedenle, çocuk gelin sorununu hukuk yoluyla önlemek amacıyla, hem uluslararası sözleşmelerde hem de iç hukukta evlilik birliğinin kurulması tarafların özgür iradeleriyle yapılmasına ve “evlilik yaşının” doldurulmuş olması koşuluna bağlanmıştır. ULUSLARARASI BELGELER Çocuk Hakları Sözleşmesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen ve Türkiye’nin 1995 yılında onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. maddesinde 18 yaş altında herke- sin “çocuk” olduğu kabul edilmiştir. Sözleşme’nin 36. maddesinde “Taraf devletler, esenliğine herhangi bir biçimde zarar verebilecek her türlü sömürüye karşı çocuğu korurlar” denilmektedir. Bu bağlamda, erken yaşta evliliklerin çocuk açısından bir insan hakkı ihlali olduğunu ifade edebiliriz. BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 16. maddesinde “Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradesiyle yapılır” denilmektedir. Beyannamede belirli bir evlilik yaşına açıklık getirilmemekle beraber 16. maddenin 1. fıkrasında “evlilik çağına varan her erkek ve kadın” kuralına yer verilmiştir. BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 18 Aralık 1979 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen ve 3 Eylül 1981’de yürürlüğe giren Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 16. maddesinde “Özgür olarak eş seçme ve özgürce kendi onayıyla evlenme hakkı” tanımaları ve “Çocuğun erken yaşta nişanlanması veya evlenmesinin hiçbir yasal etkisi olmayacağı ve evlenme asgari yaşının belirlenmesi ve evlenmelerin resmi sicile kaydının zorunlu olması için..” yasal düzenlemeleri yapmaları önerilmiştir. 8 MART ’ 12 21 Birleşmiş Milletler Üçüncü Dünya Kadın Konferansı Kadının Gelişmesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri 15 – 26 Temmuz 1985 tarihlerinde Kadın için Eşitlik, Kalkınma ve Barış konularında Birleşmiş Milletler Kadın On Yılının gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi amacıyla Nairobi’de toplanan 3. Dünya Konferansında kabul edilen strateji belgesinin 158. paragrafında “Hükümetler, ergenlik çağındaki (15-20) hamileliklerin ana ve çocuk sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini göz önünde tutarak, çocuk yetiştirmeye başlama yaşını yükseltici politikalar geliştirmek zorundadırlar. Evlenme yaşının küçük olduğu ülkelerde bunun yükseltilmesi için çaba harcanmalıdır…” denilmek suretiyle çocuk gelin soruna çözüm getirme görevinin başta Hükümetlere ait olduğu vurgulanmıştır. konuları arasında 12 kritik alandan biri KIZ ÇOCUKLAR başlığı altında düzenlenmiştir. Pekin Eyleme çağrı metninin bu bölümünde kız çocukların güçlendirilmesi, ayrımcılıkların kaldırılması, eğitim, sağlık, beceri kazandırma yönünde desteklenmesi, erken yaşta evliliklerin önlenmesi konularında stratejiler ve hedefler belirlenmiştir. BM Bin Yıl Kalkınma Hedefleri 2000 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Bin Yıl Kalkınma (Millenium Development Goals) hedefleri arasında çocuk ölümlerini azaltmak, kadının güçlendirilmesi, anne sağlığını iyileştirmek, toplumsal cinsiyet eşitliği, herkes için ilköğretimi sağlamak yer almıştır. Bu hedefleri ulaşılması için ülkemizde yasal düzenlemeler yapılmışsa da tam anlamıyla yaşama geçirilememiş, Bin Yıl Kalkınma Hedeflerine ulaşılamamıştır. Pekin Deklarasyonu Dünya Kız Çocukları Günü – Çocuk Gelinler 4-15 Eylül 1995 tarihlerinde Pekin’de toplanan Dördüncü Dünya Kadın Konferansına katılan Hükümetler, 1995 Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planına konulan hedeflere bağlı kalmayı, ayrıca Pekin Eylem Platformunda yer alan 12 kritik alanda ülkelerinde gelişme kaydetmeyi taahhüt etmişlerdir. Türkiye, Ulusal Eylem Planını hazırlayarak 2000 yılına kadar taahhütlerini yerine getireceğini beyan etmiştir. Kadın ve Yoksulluk; Eğitim; Sağlık; Şiddet; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 2012 yılından itibaren 11 Ekim’lerin ‘’Dünya Kız Çocukları Günü’’ olarak kabul edilmesine oybirliğiyle karar vermişti. Birleşmiş Milletler 2012 yılı Kız Çocuklar Gününün ana temasını “Çocuk Gelinler” sorunu olarak belirlemiştir. Bir yıl boyunca Türkiye’de “çocuk gelinler sorununa dikkat çeken ve çözüm yolları önerilen toplantılar” yapılmış, kadın kuruluşlarınca uluslararası platformlara taşınmıştır. 22 8 MART ’ 14 İstanbul Sözleşmesi Kadınlara Yönelik Şiddet Ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da yapılan Avrupa Konseyi toplantısında imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılmaktadır. Sözleşmede, erken yaşta evlendirilmeler, çocuğa yönelik şiddet kapsamında değerlendirilmiştir. Sözleşmeyi onaylayan devletler, çocuk evliliklerini ve zorla gerçekleştirilen evlilikleri önlemek; bu evliliklerin geçersiz kılınmasını, suç olmasını sağlayacak hukuki ve diğer tedbirleri almakla yükümlü tutulmuşlardır (Sözleşme md. 32. ve 37). TÜRK HUKUKUNDA Kanunlarımızda aşağıda değinileceği üzere on sekiz yaşını doldurmamış bireylerin çocuk olduğunu belirten ortak bir tanım bulunmamaktadır. Bu açıdan, hukukumuzda çocuk gelin olgusunun da yer aldığı kanuna göre farklı yaş gruplarında nitelemek mümkündür. Türkiye’de 1926 yılında Medeni Kanunun kabulünden itibaren “evlilik yaşı” kuralı yasada yer almaktadır. Türk Medeni Kanunu 2002 tarihli Medeni Kanunumuzun 124. maddesinde yer alan hükme göre, evlilik yaşı erkek ve kadın için onyedi yaşın doldurulması koşuluna bağlanmıştır. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda onaltı yaşını dol- durmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. MK.nun “Aile cüzdanı ve dinî tören” başlığını taşıyan 143. maddesinde yer alan kurala göre “Evlenme töreni biter bitmez evlendirme memuru eşlere bir aile cüzdanı verir. Aile cüzdanı gösterilmeden evlenmenin dinî töreni yapılamaz..” cukların cinsel istismarı” suçu sayılmıştır. 104. maddede “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçunda onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine cezalandırılır. Bu maddelerdeki “onbeş” yaş, “onsekiz” yaş olarak değiştirilmelidir. Çocuk Gelinlere Sorununa Çözüm Önerileri Medeni Kanunun 11. maddesinde yer alan “erginlik 18 yaşın doldurulmasıyla başlar” hükmüne rağmen, kanunda 17 yaşın doldurulması evlilik yaşı olarak belirlenmiş ve “evlenmenin kişiyi ergin kılacağı” kabul edilmiştir. Ayrıca, MK.nun 12. maddesine göre, onbeş yaşını dolduran küçük, kendi isteğiyle veya velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir. Bu kurallar, Çocuk Hakları Sözleşmesine aykırıdır. Günümüzde “çocuk gelinler” sorunuyla ilgili farkındalık oluşmasına; çözüm getirmek üzere bilimsel araştırmalar, kamu araştırmaları yapılarak raporlar hazırlanmasına; sivil toplum kuruluşlarınca etkili alan çalışmaları yapılmasına, bilinçlendirici programlar yayınlanmasına rağmen sorun devam etmektedir. 2012 yılında 18 yaş altında evlendirilen, resmi kayıtlarda yer alan kız çocuk sayısı hala çok yüksek olup 40.428’dir. Çocuk Koruma Kanunu Bu toplumsal soruna kalıcı çözüm için okul öncesi eğitimden başlayarak çocukların küçük yaştan itibaren bilgilendirmesi ve bilinçlendirmesi için uzun soluklu çalışma yapılmasında yarar vardır. Çocuk Koruma Kanunu çocuğu, “daha erken yaşta ergin olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlamaktadır. Bu yasaya göre 18 yaş altında herkes çocuktur ve daha erken evlendirilen kız çocuk, çocuk gelindir. Türk Ceza Kanunu 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanununda çocuk ile ilgili farklı yaş gruplarına yönelik eylemler suç olarak düzenlenmiştir. Örneğin 103. maddede onbeş yaşını tamamlamamış olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış “Ço- • Evlilik yaşı 18 yaşın doldurulması koşuluna bağlanmalı; • TCK.da cinsel istismar mağduru yaşı 15 yaştan 18 yaşa çıkarılmalı; • Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk hakları, kadın hakları başta olmak üzere uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan taahhütler yerine getirilmeli; • Çocuğa karşı işlenen suçlara veri- lecek cezada haksız tahrik indirimi yapılmamalı; • Çocuğu koruyan yasaların ihlali halinde caydırıcı cezalar uygulanmalı; • Milli Eğitim politikasını yeniden yapılandırmak üzere aynı partiye mensup beş milletvekili tarafından verilen kanun teklifiyle getirilen ve üzerinde tartışılamadan çıkarılan, uygulamada sorunlara yol açan 4+4+4 şeklindeki eğitim sistemi değiştirilmeli, kız çocuklarının okula devamında olumlu destek oluşturan kesintisiz temel eğitime geçilmeli; • Milli Eğitim Bakanlığınca “insan hakları, çocuk hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği” konusunda bir ders müfredata alınmalı ve okulöncesi eğitim aşamasından itibaren okutulmalı; • 3 çocuk, 4 çocuk sahibi olanlara vergi indirimi adı altında göstermelik destekler yerine, anayasal hak olan aile planlamasına ilişkin bilgi ve malzemenin yaygınlaştırılmasına yönelik yasal alt yapısıyla birlikte bir kamu politikası oluşturulmalıdır. Çocuk gelinler sorunu her yönüyle ele alınmalı, kız çocukların eğitimi, okula devamları, istihdama katılımları desteklenmeli, ülkemizde sürdürülebilir kalkınmanın etkin bireyleri haline gelmeleri sağlanmalıdır. 8 MART ’ 12 23 Kadına Yönelik Şiddet - Kıskançlık OTHELLO SENDROMU Psikolog E. Selin Uçal Günümüzde, ilişkiler üzerine yapılan birçok araştırma, kadına yönelik şiddetin, çoğunlukla ‘kıskançlıktan’ dolayı meydana geldiğini saptamıştır. James-Earl-Jones-as-Othello-and-Julienne-Marie-as-Desdemona_Courtesy-New-York-Shakespeare-Festival_lg Kıskançlık, kaybetme korkusu ile ortaya çıkan, tehdit algısına karşı gelişen bir tepkidir. Descartes’a göre, “Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur.” Freud ise “Kıskançlık, her zaman mantıksızdır ve bilinç denetimi altında değildir” demektedir. Kıskançlık, çoğumuzun hayatının belli dönemlerinde karşı karşıya kaldığı bir duygudur. Kıskançlık duygusu insanlık kadar gerçektir, yokluk durumundan bahsedemeyiz. “Hayatımda hiç kıskanmadım” diyene bakışımız bile kıskançlığın aslında kaçınılmaz ve doğal olduğu gerçeğini gösterir bize, hatta kıskançlık makul düzeyde kabul edilir bir duygudur. Bizden daha iyi olan birini kıskanmamız rekabet duygusunu geliştirir, motive edici özelliği vardır. İlişkilerdeki makul düzeydeki kıskançlığın birleştirici etkisi olduğu da söylenir. Kıskançlık bazen bir sevgi göstergesi, bazen de sevginin ölçütü olarak algılanır. Bu nedenle özellikle ilişiklerin genelinde ‘abartısısız’ kıskançlığa hoşgörü ile bakılabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, makul düzeyde olmayan kıskançlık her zaman zarar verir; tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır. ‘Othello Sendromu’ adını, Shakespeare’in ünlü karakteri Othello’dan almıştır. Teması kıskançlık olan bu eserde Othello, aldatılma şüphesi ile karısını ve kendisini öldürür. Othello, dozunda olmayan kıskançlıkla ilgili bir örnek oluşturmuş ve bu sayede aşırı derecede olan patolojik kıskançlık, psikolojide “Othello Sendromu” olarak yerini almıştır. Shakespeare’in eserinde olduğu gibi, patolojik kıskançlık, kaybetme korkusunun artması nedeniyele mantıksız 24 8 MART ’ 14 saplantılar ve sonrasındaki tepkilerle gelişir. Bu saplantılar kişinin kendi iradesinin kontrolü dışında sürekli olarak oluşan ve kolay kolay kovulamayan imge ya da dürtülerdir. Aşırı düzeyde kıskançlık gösteren kişi, sık sık eşinin ya da sevgilisinin kendisini aldattığını düşünür. Aldatıldığını kanıtlamak adına eşini takip edebilir, evden dışarı çıkmasını istemez, giydiklerine ve arkadaşlarına karışabilir ve hatta partnerinin telefonlarını ve bilgisayarını kontrol eder. Partnerindeki en ufak bir farklılık, aldatıldığının bir kanıtı olması için yeterlidir. Bu duygu/saplantı öylesine yoğun bir hale gelir ki, kişinin aldatıldığına dair olan inancını, yapılan mantıklı açıklamalar, hatta gösterilen gerçek kanıtlar bile değiştiremez. İlişkide yaşanılan kavgalar artar, şiddet bile görülebilir. Literatürde, kadına yönelik şiddetin de en önemli nedenlerinden birinin kıskançlık olduğu saptanmıştır. Peki… Erkeklerin bu aşırı derecedeki kıskançlıklarının ve kadına yönelik uyguladıkları şiddetin nedenleri nelerdir? Bu konu üzerinde yapılan psikoloji dalındaki araştırmalar, erkekteki ‘öz- güven eksikliğinin’ kıskançlık ve şiddet uygulamaya sebep oluşturduğunu kanıtlamıştır. Özgüveni eksik olan kişi kendini yetersiz, güçsüz olarak hissederken sürekli olarak partnerini ‘kaybetme korkusunu’ da beraberinde yaşayabilir. Bu tarz kişilerin kendilerine olan saygıları da düşüktür. İlişkilerinde, sürekli olarak, inkar, küçümseme ve yalana yönelik davranış biçimlerini sergileyebilirler. Empati yetenekleri yoktur. Aynı zamanda, bir kısmında ‘kişilik bozukluklarına’ rastlanabilmektedir. Özellikle şiddet uygulayan erkeklerde, alkol, uyuşturucu, kumar gibi bağımlıklar da gözlenmektedir. Kıskançlık ve şiddet eğilimi olan kişiler, daha çok küçüklüğünde ebeveyn sevgisini yeterince görmemiş ve sürekli olarak eleştirilmiş olabilirler. Genellikle, şiddetin bulunduğu ailelerde büyümüşlerdir. Büyüdüklerinde de, kendilerini yetersiz-değersiz hissedebilirler ve kendilerine olan güvensizliklerini partnerlerine karşı kıskançlık ve ya şiddet eğilimleri ile yansıtabilirler. Bu erkekler geçmişte, sıklıkla terk edilme ve kayıplar yaşamış olabilirler. Ayrıca, yaşamlarındaki duygusal baskı ve sorumluluklarından kaçmaya yatkınlardır. İsteklerini gerçekleştir- mek için harekete geçmekte zorlanabilirler. Bu nedenlerden dolayı ,birlikte oldukları, sevdikleri kişileri sürekli kıskanıp şiddet uygulayarak bir çeşit rahatlama yaşarlar. Buna ek olarak, kendileri ile ilgili gerçekleri inkar, karşısındakini küçümseme, yalana yönelme şeklinde bir tutum içinde olabilirler. Kıskançlık ve şiddet eğiliminde olan kişiler ile nasıl baş edebiliriz? Bu tarz kişiler ile başa çıkmak için, öncelikle karşılıklı konuşmayı denemek gerekmektedir. Böylelikle, duygu paylaşımları yapılarak, karşılıklı güven oluşturularak yaşanılan problemi çözmek için ilk adım atılmış olunur. Kıskançlık sorunu yaşayan birine güven verilerek, empati yapması sağlanabilirse zaman içinde davranış biçimini değiştirebilir. Ancak şiddet uygulayan bir erkeğin sorununu kabul etmesi ve değiştirmesi çok zordur. Bu yüzden kesinlikle konunun uzmanlarından psikolojik destek alması gerekmektedir. Düzenli yapılan görüşmeler ile kişinin zaman içinde sorununun kökenini bularak bunu aşmasını kolaylaşacaktır. Bu süreçte aile ve/ya yakın çevredeki kişilerin desteğinin çok büyük önem taşıdığı göz ardı edilmemelidir. 8 MART ’ 14 25 AİLE İÇİ ŞİDDET OLGULARINDA MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM Şiddet özellikle de kadına yönelik şiddet tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her geçen gün artan bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddetin geniş kapsamlı tanımı şöyle yapılabilir ; Kadına yönelik şiddet’ terimi özel hayatta ya da toplum içinde kadınların fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle sonuçlanan ya da sonuçlanabilecek her türlü cinsiyete dayalı şiddet eylemi anlamına gelir, ki bu tür eylemlerle tehdit, zorlama veya özgürlüğün keyfi kısıtlanması da buna dahildir .”Bu tanım Avrupa Birliği ülkelerinde operayonel olarak kullanılan tanım olarak kabul edilmektedir.(1) Son yıllardaki artışın aile-içi şiddetin özellikle kadına yönelik şiddetin hızla 26 8 MART ’ 14 artması ve bunun yanında istismarı bildiren kadın sayısında da artış olduğu görüşü kabul görmektedir. Ancak şiddet olgularında özellikle son dönemde şiddetin öldürmeye kadar varan düzeye çıkmış olması da olayın ciddiyetini arttırmaktadır. Olgular ve istatistikler çok yaşanan bir problemle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Yapılan çalışmalar, aile-içi şiddetin sınır tanımadığını, dünyanın her yerinde, bir problem olarak insanlığın karşısına çıktığını göstermektedir. Şiddet olgularının çözüm çalışmalarında en önemli aşamanın multidisipliner ekip çalışması olduğu görülmektedir. Bu organizasyonu yapan ülkelerdeki sonuçların olumlu olması da kadına yönelik şiddet mağdurlarına destek ve yardım için atılması gereken en önemli adımın bu olması gerektiğini göstermektedir. (2) Kadına yönelik şiddet olgularının teşhisi, tedavisi ve rehabilitasyonunda sağlık personelinden başlayarak kolluk gücünün, sosyal hizmetlerin, hukuk insanları ile psikologların büyük ve önemli rolleri vardır. Prof. Dr. Oğuz POLAT Adli Tıp Uzmanı Şiddet mağduru kadınların büyük oranda ilk karşılaştıkları kişi sağlık çalışanlarıdır. Bu konuda eğitim almamış personelle karşılaşan mağdurların büyük zorluklarla karşılaştıkları ve aile içi şiddete uğrayan kadın hastaların tanısının konması ve sonraki tüm süreçler yürütülmesinde sorunlar ile karşılaşılmaktadır. Kadına yönelik şiddet olgularında şiddete maruz kalan kadının en büyük gereksinimi maruz kaldığı şiddete bağlı vücudunda meydana gelen yaralanmaları ve ruhsal travmanın tedavi edilmesi ile olay sonrasında kalacak yer ve hukuksal prosedürün sağlanmasıdır. Kadına yönelik şiddet olgularında oluşturulan multidisipliner ekipte şu meslek gruplarının yer alması gerekmektedir : •Sağlık personeli •Polisler •Hukukçular •Psikologlar •Sosyal Hizmet Uzmanları Tüm bu meslek elemanlarına olayın farklı aşamalarında görev düşmektedir. Hepsinin kendi tanımlanmış görevlerini yapması sistemin doğru işlemesindeki temel prensiptir. Bu yüzden şiddet sonrası hastaneyle başlayan sürecin iyi çalıştırılmasında bu multidisipliner ekibin fonksiyonel olarak çalışması çok önemlidir. Şiddet mağduru kadın hastaneye başvurduğunda, ilk karşılaştığı kişi hekimdir. Bu hekim genellikle bu konuda uzmanlığı olmayan biri olmakta, ilk öykü ve muayene sıklıkla acil ya da poliklinik gibi hastanenin en kalabalık ve yoğun bölümlerinde yapılmaktadır. Bu bölümler fiziksel ortam olarak şiddetin değerlendirilmesi için uygun olmayan yerlerdir. Bu yerlerde şiddet mağduru kadının ilk muayenesi yapılmakta, daha sonra kadın, gerekiyorsa beyin cerrahisi, ortopedi, kadın-doğum gibi bölümlere ve hemen her zaman adli tıp ve psikiyatriye yönlendirilmekte, buralarda hastadan öykü alınması ve fizik muayene tekrar tekrar yapılmaktadır. Bu süreç kadın için çok örseleyicidir. Ancak genellikle olay bu kadarla da kalmayıp, resmi rapor için kurbanın bir kez de adli tıp ana bilim dalları veya kurumunda muayene edilmesi istenmektedir. Buradaki ortamlar kadının ikincil örselenmesine katkıda bulunur. Şiddet muayenesi yapan doktor için anamnez çok önemlidir. Cinsel şiddetin uygulandığı durumlarda özellikle kadın doğumcular bu konuda bilgi almayı ihmal etmemeleri gereken grubu oluşturmaktadırlar. Çünkü Adli tıp ve diğer uzmanlık dallarına mensup doktorların çoğunun ancak kadın olayı yaşadıktan sonra kadınla görüşmesine karşın kadın doğumcular için hastalarıyla görüştüklerinde potansiyel grubu tespit edebilmek mümkün olabilmektedir. karşılaşmak ve onunla aynı ortamda ifade vermek çok zor, hatta imkansız olabilir . Özellikle de mahkemeye çıkana kadar geçen sürede ailenin ve çevrenin baskıları, tacizci ve ailesinin olası tehditleri kadını ifade vermekten alıkoyabilir. Bu nedenle mahkemede, ilk verilen ifadeyi reddetme, ya da hiç konuşmama gibi sorunlarla karşılaşılabilmektedir. Şiddete maruz kalan kadınların muayenesi hem şiddete bağlı oluşan lezyonların tespiti hem de tanı ile tedavisi için önemlidir. Bu açıdan şiddet mağdurunun ilk aşamada adli rapor için adli tıp uzmanını, tanı ve tedavi içinde acil doktorunu görmesi gerekmektedir. Adli rapor daha sonraki adli prosedürün yürütülebilmesi için çok önemli bir belgedir. Kurumlar arasında işbirliğinin yetersizliği nedeniyle kadının yaşadığı süreç, olayın kendisinden daha fazla yıpratıcı olabilmektedir. Kurbana bu ikincil istismarı yaşatmamak için kadına yönelik şiddet olgularında tıp, sosyal hizmetler ve hukuk disiplinleri eşgüdüm içinde olmalıdır . Bu üç sistem bir sac ayağı gibi düşünülürse, herhangi birinde aksaklık olduğunda dengenin bozulması kaçınılmazdır. Adli süreçte de ilk basamağı oluşturan polisin bir çok olguda olayları değerlendirirken kendi kişisel geleneksel bakış açısını işe katarak “kocandır döver de sever de” , “aile içindeki sorunları dışarıya duyurmayın, aile namusunuza laf gelmesin” gibi düşüncelerle aileyi yönlendirmesi olayın adli sürecinin başlamasını engellemekte, adli süreç başlasa bile polisin kadınla uygun görüşme tekniklerini bilmiyor olması kadının kendini sorgulanmış, hatta yargılanmış hissetmesine neden olabilmektedir. Mahkeme sürecinde de olayları tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmak ve hakimin karşısında ifade vermek kadın için korkutucu ve yıpratıcıdır. Ayrıca saldırganla mahkemede tekrar Her sistemin kendi içinde de kadına yönelik şiddet konusunda bilgi, deneyim ve uygulamalar konusunda yapılanması ve bu yapılanmanın sürekliliği disiplinler arası işbirliği ile sağlanmalıdır. Ekipteki adli tıp uzmanı ise hastanın adli muayenesi, kanıt toplama ve adli bildirimlerin yapılması gibi konularda uzman olup olayın belgelenmesi konusunda kilit personel konumundadır. Çünkü adli tıp uzmanının kişinin muayenesini yaparak verdiği adli rapor daha sonra mahkeme aşamasında kadının şiddet gördüğünün en büyük delilini oluşturmaktadır. Ekipte görüşme tekniğini bilen, muayene yapıp kanıt toplama işlemlerini ger8 MART ’ 14 27 çekleştirebilen bir adli tıp uzmanının olması, önemlidir.(3) Bu muayene sonrasında kadının bir kez daha, başka bir resmi kurum tarafından değerlendirilmesinin mahkeme tarafından istenmesine gerek kalmaması için bulguların fotoğraflanması, kanıt toplama kitleri kullanılarak gerekli tüm incelemelerin yapılması ve bu kanıtların değerlendirileceği laboratuvar olanaklarının yeterli olması yararlı olacaktır . Adli tıp uzmanı, adli bildirimi gerçekleştirir ve gerektiğinde adli süreçte bilirkişilik yapar. Acil hekimleri de özellikle fiziksel saldırıya maruz kalan kadının muayenesini yapan doktor olarak önemli bir görevi üstlenirler. Olayın kadında daha ağır yaralanmalara neden olduğu durumlarda kemik dokuda meydana gelen lezyonlar, kırık ve çatlaklarda ortopedistler ,iç organ yaralanmalarında genel cerrahlar tedavide önemli roller üstlenmektedir. Olayın niteliğine göre plastik cerrahlar , deri uzmanları gibi farklı uzmanlık dallarına da gereksinim olabilmektedir. Cinsel saldırı söz konusu olduğunda ise kadın-doğum uzmanları önemli roller üstlenmektedirler. Genital bölgelerdeki yaralanmalar kadar hamilelik riski , genital yolla bulaşan hastalıklar konusunda önlem almak ve tedaviyi başlatmak için kadın-doğum uzmanları görev yapmaktadır. Ekipte bir hemşirenin olmasında da yarar vardır. Örselenme durumlarında, muayene ortamının hazırlan28 8 MART ’ 14 ması, muayene ve testler sırasında hekime destek, test materyallerinin laboratuvara gönderilmesi gibi işleri hemşire üstlenebilir. Ayrıca hastanenin diğer bölümlerinde çalışan hemşirelerin konuya ilişkin farkındalıklarının geliştirilmesi ve ekiplerinin iletişimini sağlaması da hemşirenin önemli bir görevidir. Hastalarla 24 saat ilişki içinde olan hemşireler, olguların saptanması konusunda en avantajlı konumdadırlar. Yalnızca örselenmiş olguların değil, örselenme riski taşıyan olgularda da durumu erken fark edebilme şansı en yüksek olan grup, hemşirelerdir. Halbuki yurt dışı örneklerinde bu tip olaylara maruz kalan kadınlar için acilde küçük bir ayrı yer ayrılmaktadır. Burası diğer herkesten ayrı ve izole bir yer konumunda olmaktadır. Burada hemen muayenesi yapılmakta ve delil için elbiselerini ve biyolojik deliller için vücudundan örnekler alınmaktadır. Sonra orada olan duşta yıkanabilmektedir. Duş çok önemlidir, çünkü cinsel saldırıya maruz kalan her kadın öncelikle yıkanmak ister. Bu onun hem ruhsal açıdan hem de fiziksel olarak arınmayı sağlamaktadır. Bu konuda duyarlılığı ve bilgisi olan sağlık çalışanları kurbanın işlemlerini çabuk ve doğru bir şekilde yaparak onu rahatlatmakla yükümlüdür. Sonraki adli rapor aşaması ise kurbanın daha sonraki mahkeme aşamasında hak iddia edebilmesi için çok önemlidir. Yargı yavaş işlediğinden mahkemeye kadar olan sürede vücutta var olan izlerin büyük olasılıkla kaybolması beklenir. Burada geçerli olacak tek bulgu doğru yazılmış adli rapordur.(2) Meslek grupları içinde polis bir çok olayda şiddet mağduru gören ilk kişi olabilmektedir. Özellikle kendini güvende hissetmeyen, yaşamının tehlikeye girdiği bu tip olgularda polise büyük görevler düşmektedir. Polis bu konuda eğitim almalı ve mağdur kadına yaklaşım konusunda bilgili olmalıdır. Özellikle aile kurumunun korunması gerektiğine inanma ve bireyi ön plana almama gibi genel bir kanıya sahip olmanın polisi kadını tekrar evine şiddet gördüğü kocasına geri yollama gibi bir davranış içinde olmamalıdır. Hukukçular burada en önemli görevi üstlenmektedir. Çünkü eğer kanunlar şiddet mağdurunu koruyamazsa o zaman tüm önlemler boşa gitmektedir. Kanun ve yönetmeliklerin mutlaka bu olayları önleyici, caydırıcı olması ve şiddet mağduru kadını koruması gerekmektedir. Ama bu yetmez. Eğer bu kanun ve yönetmelikler bilinmezse o zaman uygulanamadığından bir anlamı olmayacaktır. Mahkemelerde hakim ve savcıların kanunların uygulayıcıları olmaları kadar mağdurları koruma görevi üstlenen hukukçularında bu konuda bilgili ve bilinçli olmaları önemlidir. Psikologlar bu tip olaylarda çok örseleyici olan ve etkisi uzun süreli olan psikolojik travmanın saptanması ve rehabilitasyonunda kilit personel durumundadırlar. Şiddete maruz kalan mağdur kadının ruhsal travmayı atlatması kadar yeni bir yaşama başlama kararı aldığında ona destek olabilme ve güven aşılama boyutunda da önemli görevi vardır. Tüm şiddet olgularında olduğu gibi kadına yönelik şiddet olgularında da sosyal hizmet uzmanlarının çok önemli rolleri vardır. Sosyal hizmet uzmanları çevre faktörlerinin düzenlenmesinde, yaşama adaptasyonda ve rehabilitasyon sürecinde çok önemli roller üstlenirler. (4) Kanun ve yönetmeliklerin buna uygun olarak düzenlenmesi temel kuraldır ama bunların uygulayıcılar ve yararlanacaklar tarafından da bilinmesi önemlidir. Aileyi koruma kanunu 1997 den beri var olmasına karşın ne bundan yararlanabilecek kadınların ne de uygulayıcıların bunu bilmemesi işlevsel olmasını engellemiştir. Ama asıl eğitimin şiddete müdahale etme ve önleme görevini üstlenen meslek grubu mensuplarına verilmesi gerekmektedir. Zincirin ilk halkasını emniyet güçleri oluşturmaktadır. Polislerin bu tip olaylarda nasıl davranması gerektiğinin ve neler yapması gerektiğinin eğitimle verilmesi sonraki süreçte de bu eğitimlerin yenilenmesi önemlidir. Gözden kaçırılmaması gereken bir durumda mağdurların adli süreçten kaçmalarıdır. Yargıya yansımaması, sadece tıbbi tedavi almak isteyen kadınlara özellikle aile kurumunun bireylerden önde geldiği doğu ve gü- neydoğu illerinde sıklıkla rastlanmaktadır. Burada ihbar zorunluluğu etik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem olayların gün yüzüne çıkmasını sağlamasının yanı sıra hastanın tedaviden kaçması gibi beklenmedik sorunlara yol açmaktadır. Ne yazık ki uygulamada adli raporlarda standardizasyon bulunmamakta, eksiklikler yaşanmaktadır. Halbuki adaletin doğru işleyebilmesi için, tıbbi bulguların, tüm delillerin ve sonucun gerekçeleri ile yazıldığı standart bir rapor doğru sonuçları getirecektir. Şiddet yaşandıktan sonra en önemli fonksiyon kadın sığınma evleridir.. Kadın sığınma evlerinin var olması sadece olaydan sonra rehabilitasyon ve tedavi sürecini sağlamakla kalmamakta aynı zamanda olayların caydırıcılığını da sağlayan bir unsur olmaktadır. Çünkü bu tip yerlerin yaygın olarak var olması şiddet uygulayıcısının da daha dikkatli olmasını sağlamaktadır. disiplinli bir yaklaşımla değerlendirecek merkezler bulunmamaktadır. Şiddetin önlenmesi ve engellenebilmesi için yapılması gerekenleri şiddete izin veren toplumsal görüşleri değiştirmek, kişileri problem çözme ve engelleme konusunda eğitmek, ailenin eğitimini sağlamak, ateşli silahların satış ve kullanımını kısıtlamak şeklinde özetleyebiliriz. Sonuç olarak kadına yönelik şiddet toplumsal bir problemdir. Konunun en ilgili ve kilit noktasında olan uzmanı olarak Adli Tıp uzmanlarının bu konuda lider ve en çok etkinliği gösteren kişiler olması gerekmektedir. Bu durum çocuklara yönelik konularda da geçerlidir. Kaynaklar; Eğer çözüm kalıcı olacak ve süreklilik içerecekse o zaman konu hakkında bilgili ve bilinçli personelle olaya müdahale edilmeli ve mağdurların geçiş döneminde her tür sorununa cevap verecek sığınma evlerinin yaygın ve büyük kapasitede olması sağlanmalıdır. 1. European Council Resolution 1512 (2006) Report of the Committee on equl opportunıtıes for women and men 28/06/2008 Şiddet mağdurlarına yönelik özel yaklaşımların olmaması sorunları da birlikte getirmektedir. Bu da tanı tedavi ve yasal süreçte önemli problemlere yol açmaktadır. Bazı girişimler olmakla birlikte mağdurları çok 3. Polat O (2013) Adli Tıp Bilirkişiliği, Seçkin yayınları, Ankara 2. Polat O (2013); Klinik Adli Tıp, 6. Bası, Seçkin yayınları, Ankara 4. Polat O (2011) Kadına yönelik Şiddette ekip çalışması, www.adlitip.org erişim: 25/01/2014 8 MART ’ 14 29 ACI ÇEKEN MİNİK YÜREKLER! Av. Elif Turnacı Çavuş Her hayat bir hikaye, kimisi mutlu kimisi mutsuz. Bazen mutlu hikayeler acı sonlarla bitse de başrol kahramanının elinde aslında mutluluğu yakalamak. Cehennemin içinden kaçan minik Halim’in gerçek hikayesi aşağıdaki. İsimleri değiştirilse de hepimizin hayatında aslında Halimler, Ahmetler, Ayşeler…Bazen umursamazlıktan bazense çaresizlikten görmezden geldiğimiz acı çeken minik yürekler onlar…. Ben Halim, öğretmenime göre ismiyle tamamen zıt özelliğe sahip Halim. Koşturmalarıma, asabiyetime ama en çok arkadaşlarıma vurmama kızan, içimde ne volkanlar coştuğunu bilmeyen, belki de çok iyi bilmesine rağmen çözüm bulamayan öğretmenimin. 5 yaşındayım henüz. Annemle çok uzakta bıraktığımız köyümüzden, bilmediğimiz bu çok büyük şehre kaçalı uzun süre olmadı. Annem hamileydi kaçtığımızda. Kardeşin doğmadan gitmeliyiz buralardan diyordu. Benim yaşadığım kâbusları ona yaşatmayacakmış, gittiğimiz yerde babam bizi bulmayacağından hep mutlu yaşayacakmışız. 30 8 MART ’ 14 sevindi bu habere. Artık o bulduğum işe başlayabilirim dedi neşeyle. Önce onun işyerine gittik sonra da beni ve kardeşimi okula yazdırdı. Aynı bahçe içindeki 2 binadan oluşuyordu okulumuz. Onun ki bebekler için olduğundan daha küçüktü. Sonraki her sabah annem bizi okula bırakarak işine koşturdu, akşamları da tam tersi yöne koşturup durduk. Çok yoruluyor annem, zayıfladı da ama sanki daha neşeli, daha mutlu. Bazen markette istediklerimi alamadığında yüzüne düşen o gölge dışında iyi görünüyor. Mutlu Aile, Çizen: Zeynep Çavuş Keyifle çıktım köydeki evimizden. Annem yanımdaydı, birlikte çok uzaklara gidiyorduk. O benim gibi neşeli gözükmüyordu. Çantaları hazırlarken gözü hep kapıdaydı. Babamın gelmemesi için mırıl mırıl dualar okuyordu. Bense gelmesini istiyordum babamın. O hiç sarılamadığım babama belki son kez sarılmayı denemek için. Beni yine iteklese de denemek bile yeterdi. Gelmedi babam, annemle birkaç parça eşyamızı koyduğumuz çantalarımızı alıp çıktık evden. Neydi bizi kaçıran anlayamadım önceleri... Babalardan kaçılmazdı ki… Filmlerde güçlü kuvvetliydi babalar, hep neşeli ve mutlulardı. Benim babamda güçlüydü ama onun gücü hep canımızı acıtıyordu. Akşamları babamın eve geliş saatlerinde anneme bir korku çöker, ben ne yapsam kızardı. Sonra babam gelir, ses çıkarmadan yemek yerdik ama bu sessizlik uzun sürmezdi., Annemin feryatları tüm mahallede işitilirdi, bende nasibimi alırdım çoğu zaman. Gücü bittiğinde ya da nadir olarak komşulardan biri gelip annemi kurtardığında tekrar sessizliğe kavuşurdu evimiz.. Sonra bir gün kadınlar geldi köyümüze. Süslü püslü şehirli kadınlar. Erkekler dövemezmiş kadınları, yasalar varmış bizi koruyan. Çok güldüm söylediklerine… Ama annem inandı bu kadınlara… Kaçarsak kurtulurmuşuz diye inandı. Kaçtık ..Annemin aklına giren kadın- lara benzeyen bir kadın avukata gittik önce. Annemle uzun uzun konuştular . Önce dinlemeye çalıştıysam da sonra odasındaki akvaryuma kaptırmışım, uzatılan çikolatanın kokusuyla kendime geldiğimde annemle işleri bitmişti. Her seferinde çikolata ikram etmedi ama birkaç kez daha gittik avukata. Son gittiğimizde neşe içinde karşıladı bizi. Kimlik bilgilerimiz gizliymiş artık, korkmamam gerekiyormuş babamın bizi bulmasından. Ben pek anlamadım ama annem de çok Babam… Bizi hiç aradı mı bilmiyorum ya da hissetti mi yokluğumuzu. Ama ben her sabah babalarıyla gelen çocukları gördüğümde içim yanarak özlüyorum onu. O çok mutlu çocukların canlarını yakarak alıyorum babamdan intikamımı. Öğretmenimize göre yaramazmışım ben, ismiyle zıt özelliğe sahip Halimmişim. 8 MART ’ 14 31 KADINA YÖNELİK ŞİDDETE ADLİ TIP YAKLAŞIMI GİRİŞ Kadına yönelik şiddet olguları son yıllarda daha fazla bir biçimde kamuoyu gündeminde yer bulur bir hale gelmiştir. Bu noktada ilgili profesyonellere sorulan soru şudur; Gerçekten kadına yönelik şiddet artmakta mıdır, yoksa farkındalığımız mı artmıştır ? Bu sorunun cevabını iki biçimde vermek en doğrusudur. Birincisi; şiddet olgusu tüm dünyayı ilgilendiren, global bir problemdir ve şiddet tipleri arasında birbirini etkileyerek geçiş söz konusudur. Ülkemizde her tür şiddet tipinin çok yoğun olduğu bir coğrafyada yer almaktadır. Komşu ülkelerimiz arasında terör, iç savaş ya da ülkelerarası savaş durumu olmayan ülke yok gibidir. Durum böyle olunca da söz konusu gerginlik ve kaos ortamı hayatın her 32 8 MART ’ 14 katmanına etki etmektedir. Ortam gerildikçe kişilerin ekonomik seviyeleri bozulmakta, ekonomik seviye bozuldukça gerginlik artmakta ve tahammül azalmakta, kişilerin tahammülleri azalınca da gerek kişilerarası şiddet (trafikte, çeşitli ortamlarda) ve gerekse de aile içi şiddet (yaşlıya yönelik, eşe yönelik ve çocuğa yönelik) artış göstermektedir. Bu sebeple şiddetin en ileri tipi olan adam öldürme tiplerinden eş-partner-kadın cinayetlerin gazetelerde yer almadığı gün yok gibidir. Ancak yine de “kadına yönelik şiddet artmaktadır” denilebilmesi için bir bilim insanının bunu objektif istatistiki veriler ile ortaya koyması gerekmektedir. Ancak ülkemiz istatistik verilerinin de gerek içerik ve yeterliliği ve gerekse de objektivite ve inandırıcılığı biz akademik alanda çalışan profesyonelleri tereddüte düşürmektedir. Söz konusu veriler üzerinde bazen ülke imajı ve siyasi gerekçeler ile oynanmakta, bazen de söz konusu verilerin elde edilişinde yöntem hataları yapılmaktadır. İstatistiki verilerin inandırıcılığını yitirmesi hususunda en ciddi örneklerden bir tanesi; bir gece yattığımızda milli gelirimizin kişi başı 5 bin Prof. Dr. Nevzat Alkan İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ABD doları, sabah uyandığımızda ise bu değerin 10 bin dolara yükselmiş olmasıdır. Konuyla ilgili ikinci değerlendirme; farkındalığımızın artması ile ilgilidir. Gerçekten de son yıllarda hemen hemen her TV kanalında yer bulabilen kadına yönelik programlar bu konuda pek çok kadını cesaretlendirmiş, kendilerinin yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlamış ve muhatap oldukları şiddet karşısında da susmamaları ve bu yönde harekete geçmelerinin gerekliliği hususunda fikir sahibi olmalarına sebebiyet vermiştir. Zaten bilimsel olarak bilinen bir gerçektir ki; şiddet tatbik eden kişi (fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin her türü için bu geçerlidir) karşısında etkili bir reaksiyon ya da şikayet görmediğinde bu şiddet doz ve sıklığını arttırmaktadır. Her zaman pasif ve çekinik kişiler, reaksiyon göstermekten ve şikayet için adli makamlara yönelmekten ürken kişiler daha fazla düzeyde ve daha pervasızca şiddete maruz kalmaktadırlar. Yine özellikle 01.06.2005 tarihinden bu yana yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ da eski hukuki düzenlemelere göre suç işleyenlerin caydırılması hususunda daha etkili cezalar öngörmüştür. Tüm bu gelişmeler kadına yönelik şiddetin daha da görünür hale gelmesine sebebiyet vermiştir. Bu noktada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da şudur; Ülkemizde kadına yönelik şiddetin tam olarak ne olduğu da doğru olarak algılanmamaktadır. Kadına yönelik şiddet dendiğinde bu durum dört kategoride sınıflandırılmaktadır; Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel. Şiddet mağduru bir kadın ile görüşme yapıldığında “eşinden şiddet görür müsün sorusuna başlangıçta “hayır” diyen bir kadın, konu detaylı olarak sorgulandığında aslında kendisine yönelik yapılan pek çok hareketin içeriğinde şiddet olgusunu barındırdığını fark etmektedir. İşte bu durumun objektif olarak ortaya konulabilmesine olanak sağlamak maksadı ile adli tıp uzmanları mağdurlarla görüşme esnasında çeşitli ölçekler tatbik etmektedirler. Bu durum kişiye tatbik edilen şiddetin tipleri ve objektivitesi hususunda büyük bir yarar sağlamaktadır. Bu noktada bu amaçla kullanılan ölçeklerden bir tanesi şu şekildedir; (Ek 1 Makale sonunda) GENEL BİLGİLER Kadına yönelik şiddet dört ana grupta sınıflandırılır; • Fiziksel şiddet, • Psikolojik şiddet, Türk Ceza Kanunu Madde 280 • Ekonomik şiddet, Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi • Cinsel şiddet. 1. Kadına Yönelik Fiziksel Şiddet: Kadına yönelik şiddetin birinci grubunu teşkil eden fiziksel şiddetin belirlenmesi, ortaya konması ve görünür hale getirilmesi adli tıp uzmanları açısından fazla bir zorluk arz etmez. Burada tokat, tekme, kesici-delici alet kullanımı gibi herhangi bir etmen söz konusudur. Kadın uygun tıbbi öykü verdiğinde ve travmada akut dediğimiz 3-5 günlük bir süre içerisinde gerçekleştirilmiş ise bu lezyonları ortaya koymak, belgelemek ve görünür halde ilgililerin de anlayabilmesini sağlamak adli tıp çalışması bakımından kolaydır. Ancak söz konusu travma 7-10 gün öncesinde meydana gelmiş ve kadın geç başvuruda bulunmuş ise bu durumda lezyonların ortaya konması pek mümkün olmaz. Ancak söz konusu durumda da ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları ile ortak bir çalışma ile travmanın varlığını ortaya koymak mümkün olabilmektedir. Adli tıp çalışanlarını kadına yönelik fiziksel şiddet vakalarında sıkıntıya sokan bir kanun maddesi söz konusudur. O madde de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ nun 280. maddesinde karşılığını bulmaktadır. Söz konusu kanun maddesi şu şekildedir; Madde 280- (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır. Söz konusu kanun maddesi Hipokrat andı ile mesleğe katılmış hekimler ve diğer sağlık çalışanları üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Çünkü tüm dünyada sağlık çalışanlarının görevi dil, din, ırk ayrımı gözetmeden insanlara sağlık hizmeti sunmaktır. Kadına yönelik şiddet vakalarında eşinden şiddet görmüş 40 yaşında bir kadın çeşitli gerekçeler ile (eşinden korkması, eşini şikayet etmek istememesi ya da diğer) bu durumun bildirilmemesini talep ettiğinde, ona sağlık hizmeti veren sağlık çalışanı tarafından söz konusu madde kapsamındaki ihbar zorunluluğu sebebi ile adli bildirimde bulunmakta ve konudan hukuk mercilerinin haberdar olması sağlanmaktadır. Bu durum pek çok vakada şiddet gören eşin sağlık kuruluşuna başvurmamasına, şiddet tatbik eden kişinin eşini kırık-çıkıkçı8 MART ’ 14 12 33 ya ya da mahalledeki yetkisiz kişilere götürmesine sebebiyet vermektedir. Bu durum da sağlık hizmeti vermeyi temel almış sağlık çalışanlarının, tıbbi tedavi ve desteğe ihtiyacı olan kişilere sağlık hizmeti verememesine sebebiyet vermektedir. Bu biçimde bir olaya karışmış ve hakkında adli bildirimde bulunulmuş bir failin, gözaltına alınıp bırakılmasından sonra maruz kaldığı bu durum için eşini suçlayıp aynı gece onu öldürmesi, hiç aklımıza getirtmek istemediğimiz ama her an olabilecek ve meydana geldiğinde de ilgili sağlık çalışanının hayatı boyunca vicdan azabı çekeceği acı bir durum olacaktır. İlgili kanun maddesinin kanun yapıcı tarafından yasalaştırılmasının amacı esasen PKK terör örgütü ile mücadelede yaşanan ve sağlık çalışanlarının içerisinde yer aldığı olaylar ile ilgili olup, kanun yapıcının suçla mücadelede sağlık çalışanlarını da müzevir durumuna sokup, onları da sorumlu ve görevli kılması esasen polis devletine dönüştüğümüzün de bir göstergesidir. 2. Kadına Yönelik Psikolojik Şiddet: Bu kategorinin esasen tek başına görülmesi oldukça kısıtlı sayıda olguda gözlemlenmektedir. Bu kategori çoğu zaman kadına yönelik şiddetin diğer kategorileri olan fiziksel ve ekonomik şiddet ile bir arada olup, bazen tabloya cinsel şiddet de eklenmektedir. Bu kategorinin ortaya konması ve belirlenmesinde adli tıp uzmanları her zaman ruh sağlığı ve hastalıkları 34 8 MART ’ 14 uzmanlarından yardım almaktadırlar. Bu tür olgularda anılan birim çalışanları olgunun ortaya konulabilmesi maksadı ile çeşitli testler ve ölçekler tatbik etmekte, olgu ile uzun ve ayrıntılı görüşmeler yapmakta ve psikolojik şiddetin ortaya konması ve çıkartılmasında önemli roller üstlenmektedir. Bu tür olgulara özel yaklaşım sergilenebilmesi bakımından İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı iki önemli avantaj ihtiva etmektedir. Bunlardan birincisi; Türkiye’ de sadece İstanbul Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ nda travma vakalarına yönelik olarak özel teşkil edilmiş Travma Birimi’ nin mevcudiyetidir. İkinci avantaj ise Anabilim Dalımız bünyesinde bu tür olgular için istihdam edilmiş bir kadın travma doçenti psikoloğun ve bir de kadın ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının bulunmasıdır. Yeri gelmişken bir hususun belirtilmesinde fayda bulunmaktadır; Kadına yönelik şiddet ve özellikle de cinsel şiddet vakalarına sağlık hizmeti veren ekiplerin öncelikli olarak kadın cinsinden olması önem taşımaktadır. Çünkü özellikle cinsel şiddet gibi olağan dışı ve zor vaka tiplerinde şiddete maruz kalan kişinin kendi cinsiyle daha kolaylıkla iletişim kurması ve hizmet alabilmesi bilinen bir tıp kuralıdır. Bu sebeple İstanbul Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı işleyişinde bu tür vakaları değerlendiren üç kişilik adli tıp ekibinin içerisinde (Öğretim üyesi (Profesör veya doçent), uzman hekim ve tıpta uzmanlık öğrencisi hekim) mutlaka bir kadın hekim bulunmaktadır. Ancak konuyu mağdura hukuki destek veren avukat bakımından baktığımızda hizmet sunan avukatın cinsiyeti önem arz etmemektedir. Bu konuda önemli olan nokta avukatın cinsiyeti olmayıp, avukatın kadına yönelik şiddet konusunda yapılandırılmış hizmet içi eğitimden geçmiş ve konuyla ilgili duyarlılaştırılmış olmasıdır. Bu sayede ilgili avukat sunacağı profesyonel hizmetin yanında bu tür olgulara temel yaklaşım prensipleri ve ilkeleri ile donatılmış olmakta ve olgulara da o dikkat ve özenle yaklaşmaktadır. 3. Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet: Bu kategori şiddetin de yalnız başına görülmesi ender olup, daha ziyade diğer şiddet tipleri ile kombine biçimde gözlemlenmektedir. Bu tür durumlara örnek olarak şu iki olgu örneği verilebilir; Olgu 1: Olgu 36 yaşında kadın. Bir kamu hastanesinde hekim olarak görevli. Ancak maaş kartı eşinde durmakta ve tüm harcamaları eşinin denetiminde. Olgu 2: Olgu 40 yaşında kadın. Özel bir bankada şube müdürü. Ancak maaş kartı eşinde ve eşi kendisine 100 TL haftalık vermekte. Her ay da söz konusu paranın nereye harcan- dığı konusunda yaşanılan tartışmada fiziksel şiddet görmekte. Görüldüğü gibi yaşanan olgular gerçekten iç acıtıcı. Emre Yanıkkerem’ in az önceki ölçeği incelendiğinde “kadına yönelik ekonomik şiddeti” ortaya koymaya yarayan çok sayıda başka soru tipinin de mevcut olduğu görülecektir. 4. Kadına Yönelik Cinsel Şiddet: Kadına yönelik şiddet tipleri içerisinde en trajik ve iç acıtıcı olanıdır. Bu makalede bu tür şiddet olguları ve bu tür olgulara adli tıp yaklaşımı üzerinde daha fazla durulacaktır. Cinsellik bir içgüdüdür. Soyların devamı için gerekli bir motivasyondur. Ancak insanlar zaman içerisinde toplum içerisinde yaşamaya başladıklarından toplumsal uyumu sağlamaya çalışmışlar ve dolayısı ile hepimizin toplum içerisinde kendimizi denetlememizi sağlayan super-ego (denetleyici üst benlik) gelişmiştir. İnsanların donanımları azaldıkça içgüdüleri ile yaşama ihtimalleri kuvvetlenmektedir. Toplum içerisinde uygun görülmeyen cinsel içerikli davranışları ceza kanunları çeşitli şekillerde cezai yaptırım ile düzenlemiştir. Bunlardan bir bölümü de cinsel saldırılar olup bu kısımda bu tür vakalara adli tıp yaklaşımı irdelenecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu önceki ceza kanununda yer bulmayan ve oldukça da olumlu olarak değerlen- dirdiğimiz bir düzenlemeyi ihtiva etmektedir. Söz konusu düzenleme kanunun 287. maddesinde mevcut olup içeriği şu şekildedir; Türk Ceza Kanunu Madde 287 Genital muayene Madde 287- (1) Yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan fail hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla kamu sağlığını korumak amacıyla kanun ve tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler açısından yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz. Söz konusu düzenleme tarafımızca çok olumlu karşılanmaktadır. Çünkü ülkemizde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ nun öncesi döneme ait kamuoyunda da önemli yankı bulan çok acı olgular yaşanmıştır. Bu olgulardan bazıları şu şekildedir; Olgu 1: Çorum’ da bir baba kızını gün içinde kadın doğum uzmanına muayeneye götürmüş, kızının bakire olmadığı öğrenilmiştir. Baba aynı gece kızını kesici delici alet vasıtası ile öldürmüştür. Olgu 2: Erzurum’ da Çocuk Esirgeme Kurumu Yurdu Müdürü gündüz üç kızı hekime kızlık zarı muayenesi amacı ile götürmüş, kızlar aynı gece intihar ederek yaşamlarını kaybetmişlerdir. Olgu 3: Muğla’ da yine benzer olarak yurtta kalan iki kız, kızlık zarı muayenesine götürülmüş ve kızlar gece intihar ederek hayatlarını kaybetmişlerdir. Bu biçimde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu öncesinde ülkemizde yaşanan acı olaylardan sonra yapılan söz konusu düzenleme çok yerindedir. Bu biçimde hiçbir kadın hukuki denetim dışında muayeneye sevk edilemeyecek ve hatta hiçbir sağlık çalışanı da böyle bir muayeneyi gerçekleştirip, raporlandırmaya cesaret edemeyecektir. Biz de adli amaçlı genital muayene durumlarında her zaman hukuk mercilerinden talimat yazılarını talep etmekteyiz. Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar hali hazırda yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’ nun 102-105. maddelerinde yer bulmaktadır. Söz konusu düzenleme şu şekildedir; Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar Cinsel saldırı Madde 102- (1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, yedi yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır. 8 MART ’ 14 35 (3) Suçun; a. Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, b. Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, c. Üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, d. Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte, İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır. (4) Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezalandırılır. (5) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. (6) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Çocukların cinsel istismarı Madde 103- (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; 36 8 MART ’ 14 a. Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b. Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan on beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/12 md.) Cinsel istismarın üst soy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. (5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. (7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur. Reşit olmayanla cinsel ilişki Madde 104- (1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel taciz Madde 105- (1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur. (2) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/13 md.) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zo- runda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz. Söz konusu kanun maddelerinde geçen ifadelerin adli tıbbi karşılıklarını ortaya koyabilmek maksadı ile muayene ve değerlendirmelerimizde tüm Türkiye’ de standart formlar kullanmaktayız. Söz konu formlar şu şekildedir; Ek-2 (Makale sonunda) Ek-3 (Makale sonunda) Anabilim Dalımızda cinsel saldırı ve cinsel istismar olguları bir heyet tarafından değerlendirilmekte ve o şekilde muayene edilmektedir. Söz konusu heyette olgusuna göre Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Çocuk Cerrahisi Uzmanı, Erişkin Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ve Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı ile adli tıp uzmanları yer almaktadır. Bu biçimde yapılan muayene ve değerlendirme ileride çok önem taşıyacak tıbbi delillerin elde edilmesine olanak sağlamakta ve olgunun da bu süreçte daha az örselenmesine olanak vermektedir. Konuyla ilgili olarak savcılık ve hakimlikler tarafından tarafımızdan değerlendirme yapılması en sık istenen husus “Cinsel saldırı ya da istismar eyleminin sonuçlarının mağdur açısından Türk Ceza Kanunu 102/5 ve 103/6. maddeleri kapsamında olup olmadığı” ile ilgilidir. Açıkçası bu husustaki değerlendirme çok zor bir de- ğerlendirme olup, zaman zaman adli tıp uzmanlarının kamuoyunda töhmet altında kalmasına da sebebiyet vermektedir. Cinsel saldırı ve istismar olgularının ne denli iç acıtıcı olgular olduğu hususunda konunun değişik yönlerini de bünyesinde barındıran şu olgu örneklerinin aktarılması uygun olacaktır; Olgu 1: 5 yaşında bir erkek çocuk. Erişkin bir erkek tarafından anal (dışkı yapılan yer) istismara (cinsel ilişki gerçekleşmiş) uğruyor. İlk muayenemizde akut livata (anal cinsel ilişkinin erken dönemi) bulguları net olarak ortaya konmakta. Ancak çocuk cerrahinin klinik tecrübesi ile bağırsağın son kısmının da (rektum) görülmesinin yarar sağlayacağı değerlendiriliyor. Söz konusu muayene çocuk için elbette çok ızdıraplıdır ancak ele geçen bulgu (bağırsağın son kısmında dikine uzanan dört adet yırtık) olgunun delillendirilmesi bakımından eşsiz değerdedir. Ancak elbette bu tür muayeneler de çocukların hafızlarında hayatları boyunca silinmeyecek izler bırakmaktadır. Olgu 2: 17 yaşında bir kız çocuğu. Son bir yıldır erkek arkadaşı ile cinsel ilişkiye girmekte. Söz konusu süreci de günlüğüne kaydetmekte. Bir gün annesi söz konusu günlüğü okumakta. Konuyu babaya aktarmakta. Evde çok büyük bir tartışma yaşanmakta. Kız ilaç içip, intihar etmekte. İlaç içme olayı erken fark edildiğinden kız derhal hastaneye kaldırılmakta. Dört gün yoğun bakımda bilinç kapalı olarak kalmakta. Sonrasında kız hayati tehlikeyi atlatmakta ve taburcu olmakta. Sonrasında kız ve ailesi erkek çocuktan “cinsel istismar” sebebi ile şikayetçi olmakta. İlgili mahkeme de mağduru kliniğimize Türk Ceza Kanunu’ nun 103/6. maddesi uyarınca “kızın cinsel istismar eyleminden dolayı beden ve ruh sağlığı bozulup bozulmadığı” hususunda belirleme yapılması istenmekte. Olgu 3: Cinsel istismara uğrayan bir olgu. Burada ilgili çocuk ve ailesi önce yetkili savcı ve sonra da yetkili hakim kararına rağmen genital muayeneye rıza göstermiyor. İlgili adli tıp uzmanı konuyla ilgili olarak “muayeneyi red ediyor” biçiminde tutanak tutuyor. Genital muayene gerçekleştirilmiyor. İlgili hekim hakkında sonrasında savcılık iddianame hazırlıyor ve verilen adli görevin yapılmaması iddiası ile asliye ceza mahkemesinde yargılama başlıyor. İlgili hekim ilk celsede “zorla genital muayene yapılması tıp etiğine aykırıdır” diyor ve beraat ediyor. İlgili savcı kararı temyiz etmiyor. Olgu 4: Yine benzer olarak cinsel istismara uğrayan diğer bir çocuk olgu. Yine çocuğun ve ailenin genital muayeneye rızası yok. İlgili savcı ve hakim kararı mevcut. Bu kez bu adli tıp uzmanı hakkında savcılık iddianame hazırlıyor. Dava sulh ceza mahkemesinde görülüyor. İkinci celsede hekim 8 MART ’ 14 37 beraat ediyor. Ancak bu kez ilgili savcı kararı temyiz ediyor. Biz de adli tıp camiası olarak Yargıtay’ ın bu konuda ne karara varacağını bekliyoruz. Her iki olguda da yaşanan sıkıntı şudur; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na dayalı olarak çıkartılan Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik çalışmasında da yakından şahit olduğum üzere ceza hukukçuları “hakim kararları zor gerektiren kararlardır, bir kimse genital muayeneye rıza göstermiyor ancak konuyla ilgili yetkili hakim kararı da mevcut ise iki kişi kadının bacağından, iki kişide kadının kollarından tutar, muayene o biçimde zorla gerçekleştirilir” şeklinde konuya yaklaşmaktadır. Hatta daha da ileri giden görüşe sahip ceza hukukçuları “gerekirse muayene edilen genel anestezi ile uyutulur, muayene o biçimde gerçekleştirilir” demektedir. Elbette adli tıp uzmanlarının böyle insanlık dışı bir muayenede görev almaları söz konusu değildir. Sağlık bedensel ve ruhsal tam bir iyilik halidir. Hipokrat’ tan bu yana hekimler hastalarına önce zarar vermeyi amaçlar, sonrasında yarar sağlamaya çalışır. Bu biçimde zorla yapılacak bir genital muayene kesinlikle muayene edilenin ruh sağlığı ve hatta ğerlendirmede; “sezeryanın genel anestezi altında yapılan bir ameliyat olduğu, muhtelif risk ve tehlikelerinin bulunduğu, vaginal gebelik sonlandırılmasının 38 8 MART ’ 14 ise diğer duruma göre daha önemsiz riskler ihtiva etmekte olduğu, bu sebeple tıbbi durum bakımından hangi metot uygunsa o yolun tercih edilmesinin yerinde olacağı” yönünde cevabi değerlendirmemiz. Olgu 2: 16 yaşında biz kız çocuğu erkek arkadaşından gebe kalıyor. Ancak aile ilişkiden haberli ve gerek kız ve gerekse de aile erkekten şikayetçi değil. Ceza da almasını istemiyorlar. 16 haftalık gebelik söz konusu. İlgili savcılığa başvuruyorlar. Kızın müdafisi “şikayetimiz yok” diyor. O zaman ilgili savcı da “konu Türk Ceza Kanunu 99/6 kapsamında değildir, gebeliğin sonlandırılması uygun değildir” kararı veriyor. Aile kliniğimize başvuruyor. İlgili savcı ile görüşüyoruz. Önce erkekten şikayetçi olunsa, gebelik sonlandırılsa ve sonra da şikayetten vazgeçilse diyoruz. İlgili savcı cevaben; “Hukukta şikayetten vazgeçme vardır, vazgeçmeden vazgeçme yoktur, o sebeple o konu kapanmıştır” cevabını veriyor. SONUÇ Türk Ceza Kanunu’nun 280. maddesi gözden geçirilmeli ve hatta iptal edilmelidir. Bu sayede şiddet gören kadınların her şiddet durumunda bunu çekinmeden raporlatabilmesi mümkün olabilecektir. Bu durum da kadının ileride hukuki süreç için cesaretlendiği ya da imkan bulduğu bir dönemde delil gösterebilmesi bakımından kendisine yarar sağlayacaktır. Yine özellikle çocuk istismarcıları için kimyasal kısırlaştırma ceza yönünden seçenek bir yaptırım haline getirilmelidir. Söz konusu yaklaşımda kişiye aylık olarak hormon iğnesi yapılmakta ve kişinin cinsel arzu ve yaklaşımları baskılanmaktadır. Bir faile 10 yıl hapis cezası verileceğine 5 yıl hapis cezası, kalan 5 yıl içinde (ya da daha fazla) hapis cezası yerine seçenek yaptırım olarak kimyasal kısırlaştırma tatbik edilebilmelidir. Türk ceza hukukçularının “böyle bir ceza insanlara tatbik edilemez” biçimindeki argumanları, söz konusu uygulamanın pek çok gelişmiş ülkede uygulamada olduğunu göz önüne aldığımızda dayanaksızdır. Yine kadına yönelik şiddet faillerinin daha kadın eve dönemeden polis merkezinden serbest kalarak eve dönebilmelerinin önü kesilmelidir. Yine kanun gereği getirilen idari yaptırımların denetiminde daha sıkı ve caydırıcı davranılması konuya çözüm getirilebilmesi bakımından zorunluluk arz etmektedir. Konuyla ilgili son vurgulamak istediğim mesaj şudur; Cinsel saldırı mağduru çocukların önemli bir kısmında failler çocuklar ile facebook üzerinden tanışmaktadırlar. Bu sebeple ailelerin çocuklarının internet kullanımı konusunda dikkatli ve gerektiğinde de kısıtlayıcı olmasında yarar vardır. EK-1 KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETİ BELİRLEME ÖLÇEĞİ 1. Mülkiyet sahibi olma veya bankada yatırımlarımız eşimin üzerinedir. 2. Eşim harcamalarımı kısıtlar. 3. Eşim para işlerini tekeline alır. 4. Eşim bir işe girmemi, çalışmamı istemez ve çocuklara bakmam için evde kalmamı ister. 5. Eşim para harcamam konusunda hesap vermemi ister. 6. İhtiyacım olduğu halde eşim bana karşı parayı kısıtlar. 7. Eşim bir okula veya kursa gitmemi engeller. 8. Evde önemli kararları eşim verir. 10.Eşim bana günlük olaylar veya herhangi bir şey açısından bilgi verir. 11.Eşim hissettiklerini, duygularını benimle paylaşır. kıskanır ve Nadiren Ara sıra Sık Sık Her zaman KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETİ BELİRLEME ÖLÇEĞİ Asla Nadiren Ara sıra Sık Sık Her zaman 29.Eşim kendini evin sahibi gibi görür. 30.Eşimin huylarından, tersliğinden korkar, sessiz kalırım. 31.Bir şey yapacağım zaman eşim ne der kaygısı yaşarım. 32.Eşim evi veya işyerimi kontrol amaçlı arar. 33.Eşim arkadaşlarıma kaba davranır, küçümser. 34.Eşim yanlış bir şey yapmış olsa dahi kendimi “ona haklısın” demek zorunda hissederim. 35.Eşim bana küfür eder. 36.Eşim beni ayrılmakla tehdit eder. 37.Eşim kızmasın diye istemediğim halde onun istediği şeyleri yaparım. 9.Eşim ona bir şey anlattığımda dinler. 12.Eşim arkadaşlarımı kuşkulanır. Asla onlardan 38.Eşim bana lakaplar takar. 39.Eşim bana hakaret eder. 40.Eşim ters giden olaylardan dolayı beni suçlar. 41.Eşim beni diğer insanlar önünde küçük düşürür. 13.Eşim evde kadın erkek rolünü belirler. 42.Eşim beni yalnız iken aşağılar. 14.Eşim bana hizmetçi gibi davranır. 43.Eşim dışarıya gerektiğine karışır. 15.Eşim benimle gerekmedikçe muhabbet etmez ve somurtur. çıkarken nasıl giyinmem 16.Ailemi görmek istediğimde eşimden izin alırım. 44.Eşim bana çirkin olduğumu, çekici olmadığımı söyler. 17.Eşim hasta iken benimle ilgilenir. 45.Eşim beni davranışlarımdan dolayı eleştirir. 18.Eşim her zaman kendinin haklı olduğunu iddia eder. 46.Eşim bana ev işlerinde yardım eder. 19.Eşim akşam yemeği, ev işi veya çamaşır yıkama gibi işler vaktinde yapılmazsa sinirlenir. 48.Eşim yaptığım yada söylediğim şeylerden dolayı benimle alay eder. 20.Eşimin duygularıma saygısı vardır. 49.Eşim bana “eğer değişirsen, istediğim gibi olursan sana daha iyi davranırım” der. 21.Eşim bana sevgi, şefkat, duygusallık gösterir. 22.Eşim kıskançlık yapar. 23.Bir yere gideceğim zaman eşimden izin alırım. 24.Arkadaşlarımı görmek istediğimde eşimden izin alırım. 47. Eşim bana çocuk bakımında yardım eder. 50.Eşimle korkarım. tartışırken kavganın sonuçlarından 51.Kendimi sinirli gergin hissederim. 52.Kendimi hapishaneymiş gibi hissederim. 25.Eşim dışarıdaki davranışlarıma karışır. 53.Kendimi yalnız hissederim. 26.Eşim aileme kaba davranır, küçümser. 54.Kendimi hissiz, duygusuz hissederim. 27.Eşim kendisi olmaksızın gerçekten başarılı olamayacağımı ve kendime bakamayacağımı söyler. 55.Eşimle tartışırken kızmasından, sinirlenmesinden korkarım. 28.Eşime karşı düşüncelerimi rahatlıkla ifade ederim. 56.Eşim beni ev dışına atmak ile tehdit eder. 8 MART ’ 14 39 EK-2 (Kad n ar ç n) C N SEL SALD IR I M U AYEN E R APOR U 60.Eşim kadın karşıtı şakalar yapar. 61.Eşim beni diğer kadınlarla kıyaslar. 62.Eşim cinsellik konusunda görüşlerime önem verir. 63.Eşim kavga ettikten sonra cinsel ilişki ister. 64.Eşimle cinsel ilişkiden zevk alırım. 65.Eşim ben istemediğim halde beni cinsel ilişkiye zorlar. 66.Eşim ben hastayken, sağlığım elverişli olmadığı halde bana cinsel ilişkide ısrar eder. 67.Eşim bana bağırır. 68.Eşim beni itip kakar. 69.Eşim benimle sudan sebeplerle kavga der. 70.Eşim bana tokat atar. 71.Eşim tartışma anında evdeki eşyalara zarar verir. 72.Eşim tartışma anında benim için önemli bir şeye (giysilerim gibi) zarar verir. 73.Eşim beni döver. 74.Eşim üzerime yürür. 75.Eşim beni tekmeler. 76.Eşim beni silah, bıçak gibi bir alet ile tehdit eder. 77.Eşim bana öldürmek istermiş gibi davranır. 78.Eşim kollarımı, ayak ve parmaklarımı büker. 79.Eşim tartışma sırasında kapı, cam kırar. 80.Eşim bana bir şeyler fırlatır. 81.Eşim bana sopa vb. bir nesne ile vurur. 82.Eşim saçımdan tutup çeker, başımı sarsar. 83.Eşimin şiddet uygulamasından dolayı tedavi gerektirecek bir yaralanma aldım. 84.Eşim yastık ile başımı kapatıp, nefes almamı zorlaştırır. 85.Eşim beni hareket edemeyecek hale getirir, sıkıştırır. 86.Eşim beni gebe iken dövdü. 87.Eşim beni ısırır. Ölçeğin toplam puanı üzerinden değerlendirme yapılacaktır. Ölçek; likert tipi 1-5 puan arasında cevaplardan oluşmaktadır. Ölçekte her davranışın sıklığı şu şekildedir. 1: asla, 2: bir kere (nadiren), 3: birkaç kere (ara sıra), 4: bir çok kez (sık sık), 5: her zaman. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 435, en düşük puan 87’dir. Kadınların aldıkları toplam şiddet puan ile sosyoekonomik ve doğurganlık özellikleri arasındaki ilişki incelenebilir. Şiddet derecesi incelenmek istendiğinde, standardizasyon uygulanabilir. Her kadının Ölçekten aldığı toplam puan, ölçekten alınabilecek en yüksek tavan puana (435) bölünüp, 10 ile çarpılacaktır. Standardizasyon sonrası elde edilen puanlar, 1-10 puan arasında değişmektedir. Standardizasyon sonrası puanlar; 0.00-2.00: Çok düşük, 2.01-4.00: Düşük, 4.01-6.00: Orta, 6.01-8.00: Yüksek 8.01-10.00: Çok yüksek olarak değerlendirilmiştir. Yanıkkerem E, Saruhan A. 15-49 Yaş Evli Kadınların Aile İçi Şiddete İlişkin Görüşlerinin ve Maruz Kalma Durumlarının İncelenmesi, 3. Uluslararası Üreme Sağlığı Aile Planlaması Kongresi, 20-23 Nisan 2003, Ankara, Serbest Bildiri ve Poster Birincilik Ödülü. Çalışmanın yayınlandığı dergiler; Yanıkkerem E, Saruhan A. 15-49 Yaş Evli Kadınların Aile İçi Şiddet Konusunda Görüşlerinin ve Aile İçi Şiddete Maruz Kalma Durumlarının İncelenmesi. Klinik Bilimler ve Doktor Dergisi, 2005, 11(2):198-204. Yanıkkerem E, Karadas G, Adıgüzel B, Sevil U. Domestic violence during pregnancy in Turkey and responsibility of prenatal health care providers. American Journal of Perinatology, 2006; 23(2): 93-103. C NS E L S A L DI RI MUA Y E NE RA P ORU (Kadnlar için) ............................................. ............................................. Muayene tarihi GÖNDERLEN RESM KURUM Rapor tanzim tarihi ve saati: ............ / ............./ ................... - .................... Gönderen Makam : Resmî yaz tarihi, no : Rapor no: ........................................................................ M UAYENE E DLENN ............................................................................................................................................ / / ................... .................. ............................... - ................................................................ ELK EDEN RESMÎ GÖREVLNN Ad soyad, sicil no : .................................................................................................... - ................................... T.C. Kimlik no : ............................................................................................................................................ Ad soyad : ............................................................................................................................................ Baba ad : ............................................................................................................................................ MUAYENEYE GÖNDERLME NEDEN Do um yeri ve tarihi : ..................................................................... AÇIKLAMALARA baknz ............................................................................................................................................ Mesle i ....................................................................... : M UAYENE E DLENN T IBB K ML Geçerli kimlik belgesi olmayanlar için doldurulacaktr : - / / ................ ................ ......................... ......................................................................................................................................................................................................................................................................................................... ......................................................................................................................................................................................................................................................................................................... Bu Bölüm, muayene edilen kii tarafndan el yazs ile doldurulacaktr. : .............................................................................................................................................. : : ................/ ............... / ................................... Muayene saati : mzas: 8 MART ’ 14 C N S E L S A L D I R I M U A Y E N E R A P O R U (Kadnlar için) / / - ................. ................. ......................... ..................................... Muayene edilenin cevaplamasna bal konularda zorlamaya gitmeyiniz, ilgili ksm cevap vermiyor/bilmiyor eklinde iaretleyiniz. Muayene edilenin ad soyad Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda saldrgann ejakülasyonu .............................................. : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor : .............................................................................................................................................. Yaknlk derecesi : .................................................................... OLAYIN ÖYKÜSÜ : Merkezi Sinir S. Bu bölümdeki bilgileri, muayeneye getirilen kiinin ifadelerine göre doldurunuz. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Tendon refleksi : .................................................. / dk ..................................... Cevap vermiyor / bilmiyor ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Cevap vermiyor / bilmiyor ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Saldr srasnda silah ve/veya benzeri alet kullanm ........................ : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Daha önceden benzer saldr öyküsü ......................................................... : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Olay sonras ykanma / vajinal lavaj ............................................................ : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Olay sonras idrar yapma .................................................................................. : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldrya ba l himen perforasyonu / vajinal kanama ........................ : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor lk menstrüasyon tarihi ........................................ : ............../............../ ................. Hayr ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. PSKYATRK MUAYENE Temel psikiyatrik muayene yapld Temel psikiyatrik deerlendirmeyi / muayeneyi her vaka için yapp, olayn mahiyetine göre veya herhangi bir psikopatolojik bulgu saptamanz durumunda ayrntl psikiyatrik muayeneye geçiniz veya psikiyatri konsültasyonu isteyiniz. Bu durumda, rapora PSKYATRK MUAYENE/KONSÜLTASYON RAPORU formu ilave ediniz. Belirgin bir psikopatolojik bulgu saptanmad. Ayrntl psikiyatrik muayeneye gerek duyuldu. Bkz:Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu Psikiyatri konsültasyonu istendi. Bkz:Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu Evet Son menstrüasyon tarihi ....................................... : ............./............./ ................ ALINAN MATERYAL Muayene edilenden aldnz materyalleri iaretleyerek, tetkik sonuçlarna Raporun SONUÇ ksmnda yer veriniz. Herhangi bir do um kontrol yöntemi kullanyor mu ? ......................... : Hayr Evet ..................................................................................................................................... Geçirilmi veya halen mevcut hamilelik öyküsü ? ................................ : Hayr Evet Oral sürüntü Dermal sürüntü Trnak alt materyali Giysi ..................................................................................................................................... Geçirilmi veya halen mevcut veneryal hastalk öyküsü ? ............... : Hayr Evet Vajinal sürüntü Kan Saç kl Di er ...................................................................... ..................................................................................................................................... Geçirilmi veya halen mevcut emosyonel hastalk öyküsü ? ......... : Hayr Evet Anal sürüntü Tükrük Pubis kl ..................................................................................................................................... Sank says .............................................................. : ........................................................................ Sank(lar)n ya ...... : ............................................................................................................................................... Sank(lar) – ma dur ilikisi ............................... : ........................................................................................................................................................ ncelendi ncelenmedi Muhafaza altna alnd / aldrld Bölümde, bütün ksmlarn doldurulmas gerekmemektedir. Olaya, iddiaya, talebe ve muayene bulgularna göre Bu gerekli görülenleri yapnz ve ilgili ksm doldurunuz. :................/ ............... / ................................ D genital organlar Himen Muayene saati : ........................................................... Psikiyatrik muayene / konsültasyon Raporu (................... Sayfa) ........................................................................................................................................................................................................................................................................ Konsültasyon Raporu (................... Sayfa) ........................................................................................................................................................................................................................................................................ Vajen Perianal bölge Anal mukoza Anal sfinkter tonusu ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. DER VÜCUT BÖLGELER Boyun Memeler Ekstremiteler Gluteal bölge Gerek görülmedi Gerek görüldü (Gerekçesini aada açklaynz) Kesin rapor Durumu bildirir geçici rapor ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Varsa lezyon bulunan bölgeyi iaretleyip, özelliklerini tanmlaynz ve lezyonlar DYAGRAM üzerinde gösteriniz. Yüz-az ........................................................................................................................................................................................................................................................................ Bu ksm, Genelge ve Rehberde belirtilen hususlar dikkate alarak doldurunuz. Tbbî terimleri ksaltma yapmadan tam olarak yaznz. Bo kalan ksmlar çizerek iptal ediniz. Talep edilmise veya gerek görülmüse, kiinin ALKOL MUAYENES sonucunu bu ksmda belirtiniz. Bir baka sa lk kuruluuna sevkine Rektum ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Saçl deri Dier Numaralandrarak srayla belirtiniz ............................................................................................................................. SONUÇ ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ..................................................................... EKLENEN KONSÜLTASYON RAPORLARI ve TIBB BELGE ÖRNEKLER Varsa Rapora eklenen Vücut Diyagram, Konsültasyon Muayene Raporu, Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu ve dier tbbî belge örneklerini belirtiniz. Varsa lezyon bulunan bölgeyi iaretleyip, özelliklerini tanmlaynz ve lezyonlar DYAGRAM üzerinde gösteriniz. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Sayfa - 1 - : Cevap vermiyor / bilmiyor ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... mza Duyu Organlar Nabz Yok MUAYENE EDLENN KAYETLER Bu Rapor, EK FORMLAR DAHL toplam ........ sayfa olup, her bir sayfa üç surettir Kas skelet S. : .................................................... Yok ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Ürogenital S. : .................................................... Ik refleksi : .................................................... Pupiller Yok ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Sindirim Sistemi : .................................................... Tansiyon arteryel : ................................ mmHg Solunum Var ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... : .............................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Solunum Sistemi Var ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Tespit edilen dier bulgularla ilgili sistemi iaretleyiniz ve bulgular belirtiniz. Kalp Damar S. Genel durumu : .................................................... Bilinci Var Muayene tarihi Tarih ve saat bilgilerini belirtmeyi unutmaynz ........................................................................................................................................................................................ - Saldr srasnda fiziksel/sözel iddet/tehdit kullanm ....................... : GENTAL, ANAL, PERANAL MUAYENE MUAYENEYE ESAS OLAYLA LGL BLGLER / Saldr srasnda kondom kullanm ............................................................. : MUAYENE BULGULARI mzas: (Kadnlar için) / ................. ................. ......................... ..................................... MUAYENE BULGULARI (devam) .............................................................................. Ad Soyad Rapor tarihi ve no : ............................................................................................................... Saldr srasnda kaydrc madde kullanm ............................................ : Muayene edilenin giysileri ................................. : Veli, vasi veya kanuni temsilcisinin (18 yandan küçüklerde veya vesayet altnda bulunanlarda) : SSTEM MUAYENELER ........................................................... Olay öncesi alkol / ilaç kullanm .................................................................... : Saldr srasnda anal/vajinal penetrasyon ............................................... : Dier .................................. MUAYENEY YAPAN VE RAPORU DÜZENLEYEN TABBN ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Ad soyad : .............................................................................................................................................. mzas : ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Diploma no : .......................................................................... Kurum Mührü : ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. mza Bu Rapor, EK FORMLAR DAHL toplam ........ sayfa olup, her bir sayfa üç surettir Sayfa - 2 - Sayfa - 3 - Bu Rapor, EK FORMLAR DAHL toplam ........ sayfa olup, her bir sayfa üç surettir EK-3 (Erkek er ç n) C NSEL SALDIRI M UAYENE RAPORU C N S E L S A L D I R I M U A Y E N E R A P O R U (Erkekler için) ............................................. SALIK KURULUUNUN ADI Muayene tarihi GÖNDERLEN RESM KURUM Gönderen Makam : Resmî yaz tarihi, no : / / ................... .................. ............................... - ................................................................ ELK EDEN RESMÎ GÖREVLNN Ad soyad, sicil no : .................................................................................................... - ................................... MUAYENEYE GÖNDERLME NEDEN AÇIKLAMALARA baknz ............................................................................................................................................ : M UAYENE E DLENN T IBB K ML Geçerli kimlik belgesi olmayanlar için doldurulacaktr Rapor no: ........................................................................ M UAYENE E DLENN ............................................................................................................................................ T.C. Kimlik no : ............................................................................................................................................ Ad soyad : ............................................................................................................................................ Baba ad : ............................................................................................................................................ Do um yeri ve tarihi : ..................................................................... Mesle i ....................................................................... : - / / ................ ................ ......................... ......................................................................................................................................................................................................................................................................................................... Bu Bölüm, muayene edilen kii tarafndan el yazs ile doldurulacaktr. Dr. ....................................................................................................................................... tarafndan, yaplacak muayene ve tetkikler hakknda bana bilgi verildi. Muayenem ile gerekli tetkiklerin yaplmasn ve ilgili raporun düzenlenmesini kabul … … …............................................ … … … (ediyorum / etmiyorum) Ad Soyad : .............................................................................................................................................. Rapor tarihi ve no : ............................................................................................................... : ................/ ............... / ................................... Muayene saati / - Muayene edilenin cevaplamasna bal konularda zorlamaya gitmeyiniz, ilgili ksm cevap vermiyor/bilmiyor eklinde iaretleyiniz. : ........................................................... Olay öncesi alkol / ilaç kullanm ................................................................... : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda anal penetrasyon .............................................................. : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda saldrgann ejakülasyonu ............................................. : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda kaydrc madde kullanm ............................................ : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda kondom kullanm ............................................................. : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda fiziksel/sözel iddet/tehdit kullanm ....................... : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Saldr srasnda silah ve/veya benzeri alet kullanm ........................ : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Daha önceden benzer saldr öyküsü ......................................................... : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Olay sonras ykanma .......................................................................................... : Var Yok Cevap vermiyor / bilmiyor Geçirilmi veya halen mevcut veneryal hastalk öyküsü ? .............. : Hayr Evet ..................................................................................................................................... Geçirilmi veya halen mevcut emosyonel hastalk öyküsü ? ......... : Hayr Evet ..................................................................................................................................... Sank says .............................................................. : ........................................................................ mzas: Muayene edilenin giysileri ................................. : Sank(lar)n ya ...... : ............................................................................................................................................... :................/ ............... / ................................ ANAL ve PERANAL MUAYENE Perianal bölge Muhafaza altna alnd / aldrld Muayene saati : ........................................................... Anal sfinkter tonusu Ad Soyad : .............................................................................................................................................. Yaknlk derecesi : .................................................................... Rapor tarihi ve no : ............................................................................................................... (Erkekler için) / / - ................. ................. ......................... ..................................... MUAYENE BULGULARI (devam) PSKYATRK MUAYENE Temel psikiyatrik muayene yapld Temel psikiyatrik deerlendirmeyi / muayeneyi her vaka için yapp, olayn mahiyetine göre veya herhangi bir psikopatolojik bulgu saptamanz durumunda ayrntl psikiyatrik muayeneye geçiniz veya psikiyatri konsültasyonu isteyiniz. Bu durumda, rapora PSKYATRK MUAYENE/KONSÜLTASYON RAPORU formu ilave ediniz. Belirgin bir psikopatolojik bulgu saptanmad. Ayrntl psikiyatrik muayeneye gerek duyuldu. Bkz:Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu Psikiyatri konsültasyonu istendi. Bkz:Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu ALINAN MATERYAL Muayene edilenden aldnz materyalleri iaretleyerek, tetkik sonuçlarna Raporun SONUÇ ksmnda yer veriniz. Oral sürüntü Kan Saç kl Anal sürüntü Tükrük Pubis kl ..................................................................... Dermal sürüntü Trnak alt materyali Giysi Di er ...................................................................... ..................................................................... EKLENEN KONSÜLTASYON RAPORLARI ve TIBB BELGE ÖRNEKLER Varsa Rapora eklenen Vücut Diyagram, Konsültasyon Muayene Raporu, Psikiyatrik Muayene/Konsültasyon Raporu ve dier tbbî belge örneklerini belirtiniz. Psikiyatrik muayene / konsültasyon Raporu (................... Sayfa) ........................................................................................................................................................................................................................................................................ Konsültasyon Raporu (................... Sayfa) ........................................................................................................................................................................................................................................................................ SONUÇ Bir baka sa lk kuruluuna sevkine Rektum ........................................................................................................................................................................................................................................................................ Bu ksm, Genelge ve Rehberde belirtilen hususlar dikkate alarak doldurunuz. Tbbî terimleri ksaltma yapmadan tam olarak yaznz. Bo kalan ksmlar çizerek iptal ediniz. Talep edilmise veya gerek görülmüse, kiinin ALKOL MUAYENES sonucunu bu ksmda belirtiniz. Gerek görülmedi Gerek görüldü (Gerekçesini aada açklaynz) Kesin rapor Durumu bildirir geçici rapor ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Veli, vasi veya kanuni temsilcisinin (18 yandan küçüklerde veya vesayet altnda bulunanlarda) : Dier Numaralandrarak srayla belirtiniz ............................................................................................................................. Varsa lezyon bulunan bölgeyi iaretleyip, özelliklerini tanmlaynz ve lezyonlar DYAGRAM üzerinde gösteriniz. Anal mukoza Muayene edilenin ad soyad .............................................................................. ncelenmedi Bu Bölümde, bütün ksmlarn doldurulmas gerekmemektedir. Olaya, iddiaya, talebe ve muayene bulgularna göre gerekli görülenleri yapnz ve ilgili ksm doldurunuz. MUAYENE BULGULARI Muayene tarihi ncelendi C N S E L S A L D I R I MU A Y E N E R A P O R U (Erkekler için) / ................. ................. ......................... ..................................... Sank(lar) – ma dur ilikisi ............................... : ........................................................................................................................................................ ......................................................................................................................................................................................................................................................................................................... MUAYENE EDLENN RIZA BEYANI : OLAYLA BALANTILI BLG ve BULGULAR ............................................. Rapor tanzim tarihi ve saati: ............ / ............./ ................... - .................... Muayene edilenin ad soyad .................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. mzas: ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... MUAYENEYE ESAS OLAYLA LGL BLGLER OLAYIN ÖYKÜSÜ : Bu bölümdeki bilgileri, muayeneye getirilen kiinin ifadelerine göre doldurunuz. Tarih ve saat bilgilerini belirtmeyi unutmaynz ........................................................................................................................................................................................ ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... DER VÜCUT BÖLGELER Saçl deri Yüz-az Varsa lezyon bulunan bölgeyi iaretleyip, özelliklerini tanmlaynz ve lezyonlar DYAGRAM üzerinde gösteriniz. Boyun Gövde Ekstremiteler Gluteal bölge Dier .................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... MUAYENE EDLENN KAYETLER : .............................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... SSTEM MUAYENELER Merkezi Sinir S. Kalp Damar S. Tespit edilen dier bulgularla ilgili sistemi iaretleyiniz ve bulgular belirtiniz. Solunum Sistemi Sindirim Sistemi Ürogenital S. Kas skelet S. Duyu Organlar ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Genel durumu : .................................................... Bilinci : .................................................... Tansiyon arteryel : ................................ mmHg Nabz ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... Solunum : .................................................... Ik refleksi Tendon refleksi : .................................................. ...................................................................................................................................................................................................................................................................................... .......................................................................................................................................................................... : .................................................... Pupiller : .................................................... : / dk ..................................... ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Bu Rapor, EK FORMLAR DAHL toplam ........ sayfa olup, her bir sayfa üç surettir mza Sayfa - 1 - ................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................. Bu Rapor, EK FORMLAR DAHL toplam ........ sayfa olup, her bir sayfa üç surettir 40 Rapor tarihi ve no : ............................................................................................................... En son cinsel iliki tarihi ..................................... : ............../............../ ................. Bu ilikide kondom kullanld m ? .................... : Dr. ....................................................................................................................................... tarafndan, yaplacak muayene ve tetkikler hakknda bana bilgi verildi. Muayenem ile gerekli tetkiklerin yaplmasn ve ilgili raporun düzenlenmesini kabul … … …............................................ … … … (ediyorum / etmiyorum) Ad Soyad Muayene edilenin ad soyad OLAYLA BALANTILI BLG ve BULGULAR SALIK KURULUUNUN ADI MUAYENE EDLENN RIZA BEYANI A Ç I K L A M A L A R A 59.Eşim kadınları küçük görür. L Ü T F E N 58.Eşim beni çocukları almakla tehdit eder. D O L D U R U N U Z 57.Eşim beni terk etmekle tehdit eder. G Ö R E D O L D U R U N U Z Her zaman G Ö R E Nadiren Ara sıra Sık Sık A Ç I K L A M A L A R A Asla L Ü T F E N KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETİ BELİRLEME ÖLÇEĞİ mza 3 Sayfa - 2 - 8 MART ’ 14 41 LAİKLİK KADIN HAKLARININ TEMELİDİR Av. Hale Akgün İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir” (1930) M.K. Atatürk Kadın hak ve özgürlükleri adına ulusal ve uluslararası önemli adımlara rağmen halen kadınlar aleyhine sosyal tutum ve hükümlere rastlanmaktadır. Asıl tehlike ise kökten dinci akımlardan geliyor ve kadınları hedef alıyor. Laiklik devletin; yönetimde, toplumsal yaşamın her kesiminde, insan aklı, bilim temelleri üzerinde gerekli kurumları oluşturup geliştirerek ve sağlam güvenceler sağlayarak din dışı kalması ve dini, kişisellik alanına itip orada tutması kadının insan haklarının da güvencesi olmaktadır. Laiklik çağdaş toplumların ürettiği bir kurumdur ve demokrasi ile iç içedir. Tarihsel süreç içerisinde devlet ve 42 8 MART ’ 14 demokrasinin kurulması, önce dinseli kamusaldan, sonra kamusalı özelden ayırarak gerçekleşmiştir. Siyasi anlamı üzerindeki tartışmalarda laiklik; siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Demokrasi; eşitlik, saydamlık ve özgürlük gibi belli sayıda değer üzerine kurulu bir bütündür. Teokratik devletten demokrasiye geçerken devlet otoritesiyle din otoritesi sınırlandırılmış, laiklik klasik demokrasinin gerekliliğinin bir icabı olmuştur. Buna göre kavram, çağdaşlaşma ve insan hakları ile yakın bağlantılıdır. Laik toplum düzeni, bütün din ve inançların insanların eşit koşullarda aynı kurallara uymak durumunda bulundukları, hiç kimseye dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanımayan toplum düzenidir.1 Devlet, hukuk ve toplum ilişkisinin “LAİKLİK VE DEMOKRASİ” bağlamında anlamı ve işlevi ancak; devletin ve toplumun hukuk önünde eşitliği, dinsel alan ve dindışı alanda hukukun eşit geçerliliği, toplumsal ve 1 “Laiklik ve Demokrasi” kolokyumu sunu metinleri s.240-241 İmge Yayınevi 1. Baskı 2001 siyasal alan ayrımının din açısından anlamı, hukukun çelişkili kurallardan arındırılması sorunlarıdır. Laiklik kavramını açıklarken Romalıların “bütün ilimlerin anası” adını taktıktan tarihe göz atmak, bu kapsamda laiklik olgusunun tarihsel süreçte gelişimini de özetleyerek açıklamak daha doğru yol olacaktır; İnsan soyu geleceğine sahip çıkma eğilimi ile bir “düşler ülkesi” olan ütopyalar planlamıştır. Antik Çağ’dan 18. Yüzyıl ortalarına dek, birçok düşünür ve devlet adamı “ideal devlet” tasarımları yapmıştır. Bunlar aslında birer devlet tasarımı olmakla birlikte, devletin nasıl işlemesi gerektiğinden çok, insancı (hümanist) sorunları kendilerince çözümüne ağırlık veren düşüncelerdi. İdeal devletin ideal topluma, ideal toplumun ideal insana bağı olduğunu kabul etmişlerdi.2 2 Murat Özgen Ayfer; Adam Olmak, syf.23-33 Ankara 2004, Sim Matbaacılık Ltd. Ütopya tam 400 yüzyıl Batı’da gözde bir düşünce ve yazın dili olmuştur. Gelecek adına bir şeyler öneren bu çaba doğuda ise görülmedi. Yaşadığı zamanı eleştiren düşünürler olsa da eleştiriler geçmiş iyi zamanlara dönülmesi düşleri ile sınırlı kaldı. Ütopyaların hepsinde de, zamandan ve mekandan soyutlanmış bir yerde, genellikle bir adada, ideal bir toplum tasarlanıyor ve var olan düzen eleştirilerek, değiştirilmesi olanaksız da görülünce düşe sığınılıyordu. 3 İdeal devlet konusu üzerinde başlı başına imgesel ülkeyi tasarlayan yapıtlar, Platon’un “E Politeia e Perites Dikes” (devlet) adli çalışması ile başlar. Platon’un yaşadığı dönemde kesin bir sınıf ayrımı vardır. Atina’da insan ya yurttaş ya da köledir ama devletin oluşuma tarzı ve işleyişi demokratiktir. Din işleri ve devlet işleri birbirinden ayrıdır fakat sonradan içiçe geçmiştir. Atina’da dini eleştirenler ağır cezalara uğradığından Platon ideal devletindeki din anlayışını eleştiri sayılmayacak şekilde dinsel ilkeleri erdem ve doğruluk kavramları üzerine oturtur. Ütopyacı gelenekten bir ikincisine geçmek için bir on beş yüzyıl gerekmiştir. Bu uzunca süre içinde ütopyacı düşün yerini dinci düş almıştır. Yeryüzüne bereketi ve barışı getirecek olan tanrının saltanatına bel bağlamış inançlar altın çağ ile ilgili efsa3 Server Tanilli; Yaratıcı Aklın Sentezi (felsefeye Giriş), 1-11 baskı 1997-2004, Adam Yayınları neler toplumun dışında bir toplum, kimi zaman kilisenin dışında bir din uygulaması olan keşişlik, ütopyacılığı üstlendi. Yunan düşüncesinin yeniden dirildiği, hümanizma adı verilen insancı düşünce akımlarının Avrupa’yı kapladığı Rönesans çağına giriş ütopyacılığın ikinci dönemini oluşturur ki Thomas More’ dan Fransız devrimine değin sürer.4 More “Ütopya” eserinde sosyal yaraları kurcalayarak halka hiç değer vermeyen yasaları ve kiliseyi ele geçirmiş toprak zengini soyluların baskı rejimini eleştirmiş, din ile devlet işlerini ayrılması konusunda o dönem için hayli ileri sayılan adım atmış, birbirinden farklı birçok din olduğundan ve insanların istediğini seçebileceğinden bahsetmiştir. More inançların toleransla karşılanmasını insanlar arasında bu konuda bölünme olmamasını savunur. Öyle ki bunu sırf kitabında değil devlet ve din adamı olarak da ortaya koyunca kralın öfkesine uğrayacaktır. Thomas More din ve devlet işlerinin ayrılması konusunda o döneme göre hayli ileri bir adım atmış olsa da vicdan özgürlüğünü eksik bırakmış, kendisinden bir müddet sonra doğan Protestan mezhepleri de vicdan özgürlüğünü desteklememiş, bireyin istediği dini ya da inancı seçmesine olanak tanımamıştır. More’den bir yüzyıl sonra Farncis Bacon yeni “Atlantis”i, James Harrington’da “Oceana”ı, Tommaso Campanella ise “Güneş Ülkesi” adlı eserleri yazar. Campanella’ de Güneş ülkesinde More’un aynı anlatım tarzı ile ideal devleti anlatırlarken asıl amacı, kültürel, politik, sosyal ve ekonomik bakımdan ideal bir devlet betimlemek değildir. Katolik kilisesi’nin katı doğmalarına, Engizisyon ’a ve o tarihlerde İtalya halkını ezen İspanyol emperyalizmine karşı bir özgürlük savaşının önderliğini yürütmek istemiştir. Her ikisi de özgürlük peşinde koşmuştur çünkü Avrupa’da insan haklarının hiçe sayıldığı ortaçağ dönem Rönesans’sın etkisi ile kapanmış, bir uyanış başlamış olsa da insanlar henüz haklarının ve özgürlüklerinin bilincine varamamıştır. Kilise ve krallıklar bir egemenlik çekişmesi içine girmişler ama halkın ezilmesi sona ermemiştir. Capanelle dinsel yaşama dair kurgulamasında Katolik kilisesinin savunduğu kör inançlara ve doğmalara bilerek karşı çıkmıştır. 5 4 Server Tanilli; Yaratıcı Aklın Sentezi (Felsefeye Giriş), 1-11 baskı 1997-2004, Adam Yayınları 5 Murat Özgen Ayfer; Adam Olmak, syf.23-33 Ankara 2004, Sim Matbaacılık Ltd 8 MART ’ 14 43 Eski çağlardan beri din, insanların, günlük yaşamında, toplumsal düzende ve devlet yönetiminde etkili oldu. Din Avrupa’da da ortaçağ sonlarına kadar her alanda söz sahibiydi. Papalar krallara hükmedebiliyor, papaz, rahip ya da keşiş gibi din adamları Hıristiyan dininin kurallarına göre insanların yaşamını yönlendiriyorlardı. Batıda uzun yıllar boyunca yalnız ruhani değil aynı zamanda cismani bilcümle meşru otoritenin papalıktan kaynaklandığı görüşü egemen olmuştur. Ortaçağa hakim Saint-Poul öğretisi; her otoritenin Tanrıdan geldiğini haykırıyordu. Kamu gücünü kullanan herkesin bu yetkisi Tanrı tarafından meşrulaştırılmakta ve tartışılmaz olmaktaydı. Gerçekte dünyevi iktidarı en çok rahatsız eden şey, kiliseyle olan ilişki değil, bu kilisenin kullanabileceği otoriteydi. Bundan kurtulmak için kraliyet iktidarı, iktidarın temellerinden önce araçlarını sekülerleştirerek, kilisenin yürürlüğe koyduğu mekanizmaları kendi yararına kullanma yollarını araştırdı. İktidarın temellerinden önce araçlarını sekülerleşmesi gerçekten de laikliğe giden bu uzun yolda önemli bir etap oluşturmaktadır. Emile Durkeim ‘a göre din; “kutsal kavramlarla ilgili inanç ve tapınma yöntemlerinden oluşan ortak sistemdir. Bunlara inananlar tek ve aynı tinsel toplulukta birleşir. Burada kutsal kavram olarak anılan şeyin kökeni sosyal niteliklidir. Böyle bir duygunun oluşumunda birey değil, toplum yol açar. Bu nedenle dininin temel ögesi 44 8 MART ’ 14 hukuksal açılardan farklı anlamlarda görünür. Felsefi anlamda, laiklik, iman ve inanç yerine aklın egemenliğinin, sorgulayan ve araştıran bir anlayışın kabul edilmesidir. Siyasal açıdan laiklik, siyasal iktidarın dinden ayrı olması, dinsel güce dayanmamasıdır. Hukuksal açıdan laiklik ise, din ve devlet işerinin ayrılması, din kurallarına dayanılmaması, devletin din ve inançlara karşı yansız olmasıdır.7 Galile engizisyon mahkemesinde (Joseph Nicolas’ın tablosu) sayılan tanrı inancı bireysel olabilir ama din bireysel değil toplumsal bir olgudur. En ilkelinden kimilerince en gelişmişine kadar, her din özgür düşüncenin ve inanç toleransının yeşeremediği dönemlerde bireyler ile toplumun ilişkisini düzenlemiştir. İnsanın yaşamını düzenleyen, toplumsal sorunları çözümleyen, doğanın bunların üzerindeki etkilerini ayarlayan bir tasarım ve inanç toplamı olmuştur.” Din, beşeri varlık için anlam taşıyan bir inanç sistemidir. Özgürlük olarak sosyal alanda geçerli değerlerdir. Bu nedenle siyasal düzleme taşınmaması gereklidir. Aksi durumda din siyasallaşır. Gerçekten devletin dini olamaz; zira devlet, insanoğlunun kendisinin gerçekleştirdiği örgütlenmeye verdiği isimdir. Din ise, insanın kendi yaratıcısını arayışıdır. Dinin devlet ala- nına taşınması ölçüsünde, din hem kutsallıktan hem de inanç olmaktan uzaklaştırılır; menfaat, egemenlik ve baskı aracı haline getirilir. Bu nedenle hukuk, dinsel etkinliklere de diğer özgürlük kategorilerine uygulandığı şekilde uygulanmalıdır. Dinin kamusal alana girmemesi, kamu gücüne dayanmaması ya da kamuda, dinsel kökenli bir düzenleme yapılmaması; öte yandan devletinde dinsel alana kamu düzeni ve güvenliğini bozucu eyleme dönüşmedikçe karışmaması, dinin ve dinsel eğitimin topluma ve kişilerin vicdanlarına bırakılması anlamındadır.6 Devletin meşru temelinin tartışılmaya başlanması, laiklik hakkında da çeşitli görüşlerin ileri sürülmesine yol açmıştır. Laiklik, felsefi, siyasal ve 6 İbrahim Ö. Kaboğlu; “Laiklik ve Demokrasi” kolokyumu sunu metinleri. İmge Yayınevi 1. Baskı 2001 Laikliğin tanımının ne ölçüde eksiksiz yapılabildiğinin anlaşılabilmesi için “olmazsa olmazları” na bakmak gerekir. Laikliğin tüm öğeleri tanım içinde yer almalı tersi ya da ilgili olmayanlar, dışında kalmalı ki, tanım eksiksiz olabilsin. Devlet ve toplumsal kesimde DİNDIŞILIK; YANSIZLIK; din kesiminde KİŞİSELLİK; insan aklı, bilim temellerinde gerekli KURUMLAŞMA; bu alanda gerekli GÜVENCE. Bunlardan biri bile eksik olsa laiklik olmaz. Tüm bunlarla laiklik; “devletin; yönetimde, toplumsal yaşamın her kesiminde, insan aklı, bilim temelleri üzerinde gerekli kurumları oluşturup geliştirerek ve sağlam güvenceler sağlayarak din dışı kalması; tüm inançlara, inançsızlığa karşı yansız/ aynı uzaklıkta bulunması ve dini, kişisellik alanına itip orada tutmasıdır” diye tanımlanabilir.8 Bizde ise lâiklik özellikle İkinci Meşrutiyet zamanındaki batılılaşma ha7 Yılmaz Aliefendioğlu, “Laiklik ve Demokrasi” kolokyumu sunu metinleri. İmge Yayınevi 1. Baskı 2001 8 Turan Dursun; Din Bu-3, İslam Toplumu ve Laiklik, s.118, Kaynak Yayınları 2006-2013 Özgürlük tablosu, Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Fransız romantik ressamlarından Eugene Delacroix tarafından yapılan tablo, 1830 senesinde Kral 10. Charles’in devrilişine yol açan üç günlük halk ayaklanmasının anısına yapıldı. Tablo, tüm dünyada Fransız Devrimi’nin simgesi olarak kabul ediliyor.. reketiyle başlar ve Cumhuriyetin ilânından bir müddet sonra hukukî bir müessese olarak anayasalarımıza ve kanunlarımıza girer. İslâm dini -bütün dinler gibi- kendisine inananların yaşayış tarzlarını da düzenler, bir takım vecibeler, ibadet şekilleri ve yasaklar koyar. Şüphesiz ki, her dinin kendisine göre bazı dogmaları var ve bunlara tamamıyla inanılmasını emreder, hatta bunların tartışılmasını dahi yasaklar. İslâm Dini, bu açıdan, en müsamahalı, tefsire en çok cevaz veren bir din olmuşsa da, yine tartışılmaz bazı dog- maları, yerine getirilmesi mecburî bazı ibadet şekillerini ihtiva etmiştir ve dini inanç sistemlerinde başka türlüsü esasen düşünülemez. Ancak ilk İslâm devletlerinin kurulmasıyla birlikte, Dört Halife zamanında, dinî lider aynı zamanda devlet başkanı idi, yani ruhanî hükümranlıkla cisma-nî iktidar aynı şahısta birleşmişti. Bu dönemden sonra ise, devlet başkanlığını eline geçiren aynı zamanda halife oldu. Böyle olunca İslâm âleminde teokratik bir düzenin hâkim olduğu şüphesizdir. Yine de İslam alemi halifeliğini üstle8 MART ’ 14 45 nen Osmanlı İmparatorluğu başlangıçtan beri şeri hukuk yanında dünyevi kaynaklı örfi hukukun geniş bir uygulama alanı bulması Osmanlının laik olduğu sonucuna asla vardırmasa da laikliğe fazla yabancı kalmaması sonucunu doğurmuştur. Tanzimat döneminde değişik din ve mezhebe bağlı olanlara yasa önünde eşitlik ilkesinin ve ibadet özgürlüklerinin tanınması, Batıdan alınan yasaların ve kurumların kabul edilmesi laik devlet yönünde atılmış ilk adımlardır. Ancak, devletin dinsel yapılanma ile iç içeliği, teokratik yapısı da devam etmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında bir yanda, bağımsızlık mücadelesinin, egemenliğin halka ait olduğu görüşüne dayandırılması, öte yandan Osmanlının teokratik yapısını temsil eden Osmanlı padişahı halifesinin işgal kuvvetlerinden yana tavır almasına duyulan tepki, laiklik görüşünü kuvvetlendirmiştir. Süren bu teokratik düzen Cumhuriyetle birlikte saltanatla halifeliğin ayrılmasına kadar sürer. Cumhuriyetin kabulünü müteakip, Atatürk’ün başlattığı inkılâpların ana hedefinin Türkiye’de lâikliğin yerleştirilmesi olduğunu, söylemekte hata yoktur. Diğer bütün reformlar, adeta bir mozaiğin parçaları gibidir. Laiklik yönünde ilk büyük adım saltanatın kaldırılmasıyla atılmıştır (1922). Bunu sırasıyla; cumhuriyetin ilanı (1923), aynı gün çıkarılan üç yasa; halifeliğin kaldırılması/şeyhülislamlık ve evkaf vekaletinin kaldırılması/ 46 8 MART ’ 14 eğitim birliği- tevhidi tedrisat (1924), şeriye mahkemelerinin kaldırılması, 1928 de Anayasa da yapılan değişiklik ile devletin dini İslamdır ibaresinin kaldırılması ile TBMM nin görevleri arasında yer alan “ahkamıı şerriyenin tenfizi” ibaresinin çıkarılması, milletvekili yeminin namus ve şeref üzerine düznelenmesi, laiklik ibaresinin cumhuriyetin nitelikleri arasına alınması (1937) olmuştur. Hukuk alanında ki boyutu ise; medeni kanun, Borçlar Kanunu, Türk Ceza yasası, Ticaret kanunu ve diğer yasaların kabulü ile tekke ve zaviyerin yasaklanması, harf devrimi olmuştur. Laik Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, halifeliği kaldırmasına tepki gösterenlere söyle seslenmiştir; “Açık ve kesin söylemeliyim ki, Müslüman halkı bir halife korkuluğu ile uğraştırmayı ve kandırmayı sürdürmek çabasında bulunanlar yalnız ve ancak Müslümanların Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılmak da ancak ve ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir. Bir halife fetvasının, ulus ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına saldırdığını unutmayacağız. Tarihin herhangi bir döneminde bir halife, bu ülkenin alınyazısına karışmayı aklından geçirirse hiç kuşku yok, o kafayı koparacağız..” ATATÜRK, kurtuluş mücadelesi tarihini anlattığı Nutuk’ta anlatımının merkezine “ulusu” yerleştirmiş olup, Nutukta anlatılan her şey ulusun bağımsızlığı ve egemenliği ile ilgilidir. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en başta gelen amacı, Osmanlı İmparatorluğunun ümmet yapısından, ulus yapısına geçmek olmuştur. Ulus kavramı ise yurttaşlık kavramından ayrı düşünülemez. Bu bakımdan Fransız İhtilali’nin prensiplerinin temelini oluşturan aydınlanma felsefesi ve özgürlük, eşitlik gibi kavramlar yeni bir insan yaratma çabasına yol açmıştır. Artık eskinin köhne dogmalarından kurtulmuş, aklın ve bilimin egemen olduğu, çağdaş, ilerici bir toplumsal doku oluşturulmak istenmiştir. Çağdaş Türk ulusunun yaratılmasında, eskinin kulluktan öteye gidemeyen cemaat insanının yerini; aklını özgürce kullanan, bilimin yol göstericiliğinde hareket eden, birbirleriyle her bakımdan eşit kadın ve erkeklerden oluşan bir toplum yapısı hedeflenmiştir. Server Tanilli “Yaratıcı Aklın Sentezi” adlı kitabında İslam dünyasındaki laiklik ve demokrasi gelişimi için şu saptamaları yapmaktadır; “İslam dünyası, bir bütün olarak birbiriyle iç içe olan laiklik ve demokrasi gelişmesine yabancı kalmıştır. Tek bir ülkede, Türkiye’de laiklik ve demokrasi reformu yaşamıştır. Osman- lı İmparatorluğunun 19.yüzyıldan başlayarak, tarihimiz bir demokratikleşme ve laikleşme tarihidir; asıl ivme”1923 Devrimi” yle gerçekleşir. Atatürk’e göre; “lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü” de demektir. Terslik, elbette bu süreçte değildir, onu başka noktalarda aramalı. Dinci düşünce demokratik arenaya çıkar çıkmaz, ilk karşı durduğu değerler de laik ve demokratik değerler oluyor; ve sanayileşmeden yana olduğunu söylerken bile, onun felsefesine ters düşen ümmetçi ve şeriatçı bir toplumun mantığıyla düşünmektedir; “milli ve manevi değerler ”perdesi altında savunulan da yine ümmet toplumunun değerleridir. Bu durumla mücadelenin seyrini belirleyecek olan, başta demokratik ve laik güçlerin ısrarı olacaktır.”9 Müslümanlıkta yetki devri konusunu ise Prf. Yaşar Nuri Öztürk söyle açıklamaktadır; “Laikliğin Türkiye’deki genel geçer tanımı olan “Din ile dünya işlerinin ayrılması” hatalı ve tehlikelidir. Bu hatada ısrar edilmesinin, laikliği hukuk ve yönetim boyutundan çıkarıp, bir devlet ideolojisine dönüştürüyor ve laikliğin belli kesimlerce bir din gibi algılandığı da oluyor. Laiklik, İslam vahyi ile çelişen, çatışan bir kavram değil; tam tersine, dinin hayatımıza kazandırmak istediği 9 Server Tanilli; Yaratıcı Aklın Sentezi, 1-11 Baskı (1997-2004) Adam Yayınları değerleri koruyan ve yücelten bir kavrayış. Buradaki ince nokta, “din adına yetki kullanma” meselesinde. Allah adına yetki kullanmak devri peygamberlerle birlikte bitmiştir. Hz. Muhammed son peygamber olduğuna göre, ondan sonra kimse çıkıp da Allah adına yetki kullandığını ve yönettiğini ileri süremez. Durum böyle olunca, kullanılan yetki ancak halktan alınan yetkidir; yani dünyevi bir yetkidir. Bugün laiklik karşıtlarının yararlandığı kaynak da bu bulanık alandan fışkırmaktadır. İslam dininde ruhban sınıfı bulunmadığına göre kullanılan yetki sadece dünyevidir ve yapısı gereği laiktir; yani kelimenin etimolojisine uygun olarak halk adınadır, halkçıdır, halktan kaynaklanmaktadır. Tartışmayı bu doğru zemine oturtursak; Türkiye’de her gün “milli irade” diyenlerin aslında “laiklik” demiş olduklarını görürüz. Hem halktan yetki alıp, hem “halka ait” demek olan “laikliğe” karşı çıkmak epey garip bir çelişki oluşturmuyor mu?” 10 Mustafa Kemal ATATÜRK “Vatandaşlar İçin Medeni Bilgiler” kitabında ise şöyle der; “İnsan önce doğanın tutsağı idi; sonra, buna gökten güç ve yetki alan bir takım insanlara tutsak olmak eklendi. İnsan toplulukları büyüyüp devlet durumuna geldikçe, insanlar üzerindeki baskı da o ölçüde arttı. Devle10 Yaşar Nuri Öztürk; Kur’an Verileri Açısından Laiklik, s.20-32 Yeni Boyut 2003 üçüncü baskı tin başında bulunan adamın hakkı, sınırsız ve koşulsuz, salt bir güç olarak kabul ediliyordu. Bireyin hakkı, hükümdarın çıkarına olarak, tanrısal hak içindeydi. Bu hakka dayanarak, hükümdar uyruğundaki insanların özgürlüğüne istediği gibi sahip olabilirdi. Bu bireyin hakkına saldırganlık sayılmazdı... Hükümdarın gücü için, dinlerin koyduğu sınırdan başka sınır tanınmıyordu. Hükümdarın yapmaması gereken şey, ancak Tanrının yasakladığı şey olabilirdi... Doğanın her şeyden üstün ve her şey olduğu anlaşıldıkça, doğanın çocuğu olan insan, kendinin de büyüklüğünü ve onurunu anlamaya başladı... Artık bundan sonra birey ile hükümdar ve devlet arasında hak davası ve hak savaşımı başlar... Bireysel haklar kuramı, doğal hak düşüncesi, tanrısallık düşüncesi temelinden gökten koparılarak yeryüzüne indirilmiştir... Bireysel haklar düşüncesinin temeli şöyle kuruldu: Her türlü hakkın kökeni bireydir. Çünkü gerçek özgür ve sorumlu olan yaratık yalnız insandır...” Tarihsel süreçte kadının insan hakları kavramı gelişimine din ve laiklik bağlamından bakacak olur isek şu tespitleri yapabiliriz; İlahi yasa ve beşeri yasa ayrımının kökenleri 13. Yüzyıla uzanmakta ise de, laik devlet ifadesini 18. Yüzyılda Aydınlanma felsefesi siyasal düşüncesi ile özdeşleşen aklın ilerlemesinde bulur. Avrupa’da XV. ve XVI. Yüz8 MART ’ 14 47 yıllarda, monarşinin de desteklediği, kilise ile burjuvazinin baskı düzeni, kadınları aileye kapatmak ve onları eski rollerden yoksun kılmak için katmerleşir. Gerçekten, Fransa’ da hukukçular, ataerkil bir aile kurmak amacıyla Roma hukuku kurallarını aktarmayı sürdürürler. Orta sınıfın kadınları çoğunlukça burjuva ahlakın tanımladığı evle sınırlı bir modeli kabul ederler. Fransa’da burjuva sınıfından kadınlar, birey için haklar öneren Rönesans’ın mesajına duyarlı olarak, kadınları özel alan kavramına hapsetmek yolunda yeni kuralları serbestçe protesto ettiler. XVII. ve XVIII. Yüzyıllar kadınların direniş dönemidir. Her şey 1789 da insan haklarını ilan eden devrimle başlar. Fransız devriminden başlayarak insan hak ve özgürlükleri adına açılan mücadele, kadının toplumdaki yerini sorgular. Fransız düşünürü Jean Jacques Rousseau “Eşitsizlik Üzerine söylev”inde eşitsizliği doğal eşitsizlik ve siyasal eşitsizlik olarak ayırır. Doğal eşitsizlik bedensel özellikler farlılığıdır ki Rousseau’ya göre bu önemli değildir. Önemli olan siyasal-toplumsal eşitsizliktir. Toplumsal sınıflamanın sonucu olarak bireylerin toplumsal yerleri arasında ortaya çıkan ayrılıklardır. Toplumsal cinsiyet kavramının temelindeki mantık da, kadınlık ve erkekliliğin belli tarihsel ve sosyoekonomik koşullarda kurgulandığı dolayısı ile siyasi irade ve eylemle cinsiyet kimliklerinin ve ilişkilerinin değişebile48 8 MART ’ 14 ceğidir. Evrensellik gösteren ataerkil cinsiyet rejiminde güç ve mülke erişimin ideolojik ve yapısal olarak genelde erkeğin lehine işlemesi erkeği egemen, kadının ise bağımlı ve ikincil kılmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramı ile kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin doğal ve değişmez olduğu anlayışını sorgulama kadın hareketine eşitlik mücadelesinde güç vermiştir. Evrensel insan hakları çerçevesinin fazlasıyla soyut, yasal ve kadınların gündelik yaşamlarından uzak oluşu kadın hakları kavramına şüphe ile bakan çevrelerin güçlendirebilmektedir.11 tam yetkili tanrısının ortaya çıkışıyla atılmış olur. Hristiyanlık ve İslam başlarda kadınların durumunu düzeltme rolünde ise de, her üç ana dinde, kadınları ikincil yapan baskı, filiz haldedir ve serpilip boy atacaktır.”12 Server Tanilli, “Ne olursa Olsun Savaşıyorlar”adlı kitabında kadınların tarihi süreçteki gelişimi konusunu şu şekilde anlatmaktadır; “Kadınların durumunun alçalması, ataerkil büyük dinlerin ortaya çıkışı ile tamamlanmıştır. Ki bu durum siyasal, ekonomik, teknik ve ideolojik değişikliklerin toplumların yaşamını alt üst ettikten ve kadın tanrıların Neolitik çağ’ın başlarındaki tekelinin çökertilmesinden sonra yerleşip dal budak saldı. Başlayan, ataerkil dinlerin dönemidir. Erkek önce ana tanrıçaya yardımcı rolündedir, onun oğlu, sevgilisi, erkek kardeşi ya da kocası olarak, başlarda ona tabi durumdadır, sonra eşit duruma gelir, giderek nesnelerin ve insanların hükümran yaratıcısı olur. Son adım ise, büyük ataerkil dinlerin Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unun 1927 Osmanlıca baskısının kapaktan sonra gelen ilk iki sayfası. 11 Feride Acar; Kadınların İnsan Hakları, Koç Üniversitesi Yayınları Atatürk Nutuk’ta iki önemli noktanın altını çizmiştir. Birincisi Kurtuluş Savaşının antiemperyalist boyutunu dolayısıyla bağımsızlığın önemini, ikincisi de çağdaşlaşmayı, evrensel uygarlık değerlerine sahip olmanın önemini.Bu nedenle Atatürk Kurtuluş Savaşı sonrasında Yeni Türk Devletini çağdaşlaştırmak için bir dizi uygarlık seferberliği başlatmıştır. Amacı Türkiye’yi kendi ifadesiyle “muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmak, hatta o seviyenin bile üstüne çıkarmaktır.” Atatürk’e göre; “ilim ve tekniğin dı12 Server Tanilli; Ne olursa Olsun Savaşıyorlar, s.20, Alkım yayınevi 2006 şında kılavuz aramak, dalgınlıktı, ilgisizlikti, doğru yoldan ayrılmaktı.” Onun çağdaşlaşma modeli de bu temele dayanır. O görmüş ve sezmiştir ki uygarlık savaşında her şeyden esas ve önemli olan, çağdaşlaşmayı önleyen düzeni ortadan kaldırmak, insanca yaşamanın yollarını açan laik ve demokratik bir toplum düzeni kurmaktır. Onun devrimlerini, tarihimizde kendisinden önce yapılmış devrim hareketlerinden ayıran en önemli kıstas, bu devrimlerin laiklik üzerine oturtulmuş olmasıdır. Atatürk’ün, kadın haklarına dönük olarak çağdaşlaşma hareketlerinde dikkati çeken en belirgin özellik ise, kadın-erkek ayırımını ortadan kaldırarak hepsini ‘insan’ kelimesi içine almış olmasıdır. Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak bağımsızlık, millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur. Kadın hak ve özgürlükleri adına ulusal ve uluslararası önemli adımlara rağmen halen kadınlar aleyhine sosyal tutum ve hükümlere rastlanmaktadır. Asıl tehlike ise kökten dinci akımlardan geliyor ve kadınları hedef alıyor. Laiklik devletin; yönetimde, toplumsal yaşamın her kesiminde, insan aklı, bilim temelleri üzerinde gerekli kurumları oluşturup geliştirerek ve sağlam güvenceler sağlayarak din dışı kalması ve dini, kişisellik ala- nına itip orada tutması kadının insan haklarının da güvencesi olmaktadır. Çağdaş, laik bir Türk kadını olan, Uluslararası Hukukçu Kadınlar Fedarasyonu (FIFCJ) Başkan Yardımcısı Av. Ayşen Önen kadın hakları ve laiklik bağlamında şunları söylemektedir; “Kadınlar bugün belli bir aşama kaydettilerse bunlar Atatürk ilke ve devrimleri sayesindedir. Çalışmalarımda uluslararası platformlarda ismi en az duyduğumuz en küçük ücra yerlerdeki ada ülkelere dahi gittiğimde Atatürk’ten bize kazandırdıklarından, ilkelerinden bahsederim. Öyle ki onlarda beni bir daha gördüklerinde ilk “Atatürk” derler. Kadına en büyük güvenceyi veren, birey olarak ta kendini güvencede hissettiren husus laikliktir. Laiklik olmazsa kadına başka yerlerden ki bu din, örf, töre, gelenek vb. olabilir, karışılacak ve kendini birey olarak güvence de hissetmeyecektir. Laiklik bu nedenle kadın haklarının temelidir.” Türkiye’nin Fransa’dan sonra yasal olarak laikliği kabul etmiş ikinci Avrupa ülkesi olduğunu unutmamalıyız. Cumhuriyetin temel ilkesinin laiklik olmasını kabul eden ilk Avrupa ülkesi ise Türkiye’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda laikliğin değiştirilemez bir nitelik olarak yer almasının üzerinden yüz yıla yakın zaman geçmiştir. Türkiye’de laikliğin benimsenmesi üç temel değerden kaynak bulmuştur: Vicdan özgürlüğü, dinsel inanç özgürlüğü ve tüm erkekler ile kadınların eşitliği. Laik düzen içindeki çağdaş Türk kadını, seçme ve seçilme hakkının yanında; Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetsel, eğitsel, ekonomik 8 MART ’ 14 49 ancak hepsinin birden varlığıyla olanaklıdır. Bir kişinin özgür insan olarak nitelenebilmesi için bunların tümüne birden sahip olması gerekir. Mustafa Kemal Atatürk, NUTUK s.199; ve sosyal alanlarında yerini alma ve her türlü görevi yapma olanağına da sahiptir. Bütün bunların dışında, laikliğin en etkin koruyucusu kuşkusuz halkın bilinci olmalıdır. Tüm dogmalardan, ekonomik, dinsel ya da yönetsel arayışların baskılarından kurtulabilmiş bir bilinç... Bilimle, akılla arınmış bir bilinç... İnsanlar arasında farklılıkların giderilmesi hemen hemen olanaksızdır. Bununla birlikte, tüm farklılıklara karşın her insana kayıtsız ve koşulsuz olarak eşit davranmak, her insanı diğerine salt insan olduğu için eşit saymak olanaksız değildir. Bir toplumda nesnel özgürlüklerin varlığından söz etmek ırk, din, inanç, sosyal sınıf, düşünce ve cinsiyet ayrımsızlığı gibi konuların 50 8 MART ’ 14 “Bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi milletlerin cehaletinden ve taassubundan istifade ederek bin türlü siyasi ve şahsi maksat ve menfaat temini için dini alet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların dahil ve hariçte mevcudiyeti, bizim bu zeminde söz söylememiz ihtiyacını, ne yazık ki, henüz ortadan kaldırmıyor. İnsanlıkta din hakkındaki hissler ve bilgiler her türlü hurafeden sıyrılarak hakiki ilim ve fenlerin nurlarıyla saf ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine her yerde tesadüf olunacaktır.” 13 Nadir Nadi 1984 yılında ilk basısı yayınlanan ve sözde aydınları, yarı aydınları, yüreğinin kösesinde hala birazcık yurtseverlik kalmış olanları, hatta” ihanet” içindekileri uyarabilmek amacına dayalı acı bir çığlık olan “Ben Atatürkçü Değilim” kitabının önsözünde şöyle der; geçmez. Bunlar düşüncelerini gizlememişler, dalkavukluğa sapmamışlar, bir köşeye sinip oturmamışlar, Atatürk’e açıkça “seninle hemfikir değiliz !” demişlerdir, diyebilmişlerdir. Bu itibarla Atatürkçü olmadıklarını saklamayan eski devrim muhaliflerini biz bugün de saygı ile anıyoruz. Hepsi mert, soylu, samimi insanlardı. Fikirleri yüzünden çok çektikleri halde, onlardan kimi, sonraları yanıldığını kabul etmiş ve hiç bir zorunluğu olmadığı halde, Atatürk’ün ölümünden sonra bunu gene mertçe itiraftan çekinmemiştir. Fakat Atatürkçülüğe açıkça karşı çıkmaktan, karşı çıkmadığı için de Atatürkçülük maskesi altında sinsi sinsi Atatürkçülüğü soysuzlaştırmaya çaba gösteren günümüz yobazlarına ne dersiniz?”14 “Gerçeği gömmeniz boşuna, o toprağın altından yol alıyor. Bir gün, her yandan fışkıracak.” Emile Zola “Yanılmış olmak hiçbir zaman ayıp değildir. Atatürk hayatta iken, onun başarmak istediği devrim atılımlarına karşı direnenleri düşüncelerinden ötürü bugün kınamak aklımızdan 13 15-20 Ekim 1927, ATABE, c.20, s.229; Nutuk,c. II,s.199 ADAM OLMAK çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse sen aklı başında kalabilirsen eğer herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır hem kendine güvenebilirsen eğer bekleyebilirsen usanmadan yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan kin tutmayabilirsen kin tutana düşlere kapılmadan düş kurabilir yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir ikisine de vermeyebilirsen değer söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz kandırabilir diye safları dert edinmezsen ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz koyulabilirsen işe yeniden Rudyard KIPLING döküp ortaya varını yoğunu bir yazı-turada yitirsen bile yitirdiklerini dolamaksızın dile baştan tutabilirsen yolunu yüreğine sinirine dayan diyecek direncinden başka şeyin kalmasa da herkesin bırakıp gittiği noktada sen dayanabilirsen tek herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken dost da düşman da incitemezse seni ne küçümser ne de büyültürsen çevreni her saatin her dakikasına emeğini katarsan hakçasına her şeyiyle dünya önüne serilir üstelik oğlum adam oldun demektir Rudyard KIPLING Çeviri: Bülent ECEVİT 14 Nadir Nadi; “Ben Atatürkçü Değilim” 1984 Çağdaş Yayınları 8 MART ’ 14 51 OLMASAYDIN OLMAZDIK! Tanzimattan-Cumhuriyete Kadın Hareketine kısa bir bakış Av. Bahar Ünlüer Öztürk İstanbul Barosu Kadın Hakları G. Sekreter Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yaşanan Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi. Ülkemizin içinde bulunduğu giderek kutuplaşan siyasi konjonktürden, buna bütün dünyanın içinde bulunduğu güvensiz ortam da eklendiğinde, Feminizm de nasibini almış gözüküyor. Feministler bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ayrışmış bölünmüş vaziyetteler. Bu ayrım onları öylesine hedeften ayırmış ki kendilerini “feminist” olarak dahi tanımlayamamaktalar. Oysa kabul etsinler ya da etmesinler kadınların toplum içindeki yer ve haklarını genişletmeyi öngören her türlü öğreti ve eylemler dizisi Feminizm olarak kabul edilmek52 8 MART ’ 14 tedir. Dünyadaki ayrımlarını bir tarafa bırakacak olursak, Türkiye’deki kadın hareketinin günümüzdeki görünümüne baktığımızda, Radikal Feministler İslamcı Feministler Etnik temele dayanan feministler Ulusalcı Feministler …. Gibi ayrımlar yapıldığını görüyoruz. Oysa tam da bu, egemen erkek ideolojinin istediğiydi. Feminist düşünce de, içine ayrılıkçı söylemlerle, ayrılıkçı tohumlar ekilerek hedefinden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Her biri farkı şeyler söylerken hedef aldıkları, acımasızca eleştirdikleri bir dönem var, Şimdiden 100 yıl ötesi! Cumhuriyetin Türk toplumunda yaşanan çok boyutlu bir devrim olduğu nasıl tartışmasız ise Cumhuriyetin en büyük kazanımının da Kadın konusunda kat ettiği mesafe olduğu o kadar tartışmasız. Şeriat düzende o güne dek dillendirilmeyen kadın-erkek eşitliğinin tanınması, Müslüman Türk toplumunun sosyal ve hukuki düzenini değiştirdi. Aile kurma, evlenme boşanma mirastan eşit pay alma, çalışma hakkına sahip olma mahkemelerde kadının şahitliğinin kabul edilmesi, eğitimde kadın erkek eşitliği, Kadının seçme ve seçilme hakkı ve pek tabi ki genel olarak; Laik düzen. Tüm bunlar ve belki burada aklımıza gelmeyen başka birçok yenilik bu dönemde yaşandı. Belki birilerinin söylediği gibi armağan edildi, belki de Türk kadınları kendi emekleri ile elde ettiler. Bu döneme dair bir grup feministten gelen en büyük eleştiri ise Bu Kadın devriminin kadınsız gerçekleştirildiği. Peki, gerçekten de Türkiye de Kadın devrimi kadınsız gerçekleştirilmiş olabilir mi? Bu sorunun cevabını netleştirebilmek için devrimden öncesine Tanzimat’tan Milli mücadeleye kadın hareketlerine kısaca göz atmak gerektiği kanısındayım. Cumhuriyet öncesi döneminin ortamına ışık tutacak bir örnek olması sebebiyle yazılı basının durumuna bakacak olursak örneğin, Tanzimat döneminde 13’e yakın gazete ve dergiden 2 si yalnızca kadınlarla ilgili iken Meşrutiyet döneminde yayınlanan 27 gazete ve dergi kadınlarla ilgili idi. Bu dönemde kadın meselesi sürekli çok eşlilik, evlenme boşanma, eğitim, çalışma, sosyal haklar şeklinde gündeme getirilmekteydi. Bu dönemde kadın hareketinin karşısında şiddetle duran aleyhte yazılar yayınlayan bir çok dergi ve gazetede mevcuttu. Ancak bu döneme damgasını vuran Din ve Kadın hakları konusu olmuştu. Zaten bu sebepledir ki Osmanlı imparatorluğunda kadın haklarıyla ilgili tar- tışmaları ve fikri gelişmeyi sağlayan propaganda ağırlıklı yayınlar genellikle gayrimüslimler tarafından çıkarılmış ve desteklenmiştir. Bu dönemde Şeriatın kadınlar üzerinde kadın haklarının savunulması bakımından ciddi baskısını açıkça görmekteyiz. Sonra gelen savaşlar toplumu oldukça yıpratmış ve sıra pek tabi ki kadın hareketine gelmemişti. 1.dünya savaşının mağlubiyeti, ardından itilaf devletlerinin işgal planları, içerde yaşanan huzursuzluk ve ayrılıkçı hareketler, mezalim karşısında daha fazla sessiz kalamayan halk ve böylece hem kentlerde hem köylerde başlayan milli mücadele hareketi, kadın hareketine farklı bir ivme kazandırdı. Ayşe Çavuş, Kara Fatma, Tayyar Rahime gibi Bazı kadınlar kurdukları çetelerle veya tek başlarına düşmana karşı canları pahasına savaştılar. Bu kadınların milli mücadeleye gösterdikleri ilgi, sağladıkları destek, Milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında, kamuoyu oluşturulmasında etkili oldu. Mili mücadelenin en önemli kadın örgütlerinden biri 5 Kasım 1919 da Sivas’ta kurulan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetidir. Bu cemiyet ve daha sonra şubeleri Anadolu’da görev yapan milli mücadele taraftarı memur aileleri ve yörenin ileri gelen aileleri tarafından kurulan bu kadın örgütü, ve Sonrasında Bu kadınlar içinden siyasi teşkilatlanma fikrini savunan Nezihe Muhittin başkanlığında kurulan Kadınlar Halk Fırkası milli mücadele döneminin kadın örgütlenmeleridir. Milli Mücadele Anadolu’daki Kadının 8 MART ’ 12 53 hasına sahip; 100 yıl öncesine bakıp hala şaşkınlığımızı gizleyemediğimiz bir önderdi yalnızca. ve aile içindeki halini düzenleyen Medeni Kanundu. Böylece kadının dile getirdiği tek eşlilik, boşanma hakkının kadına da tanınması, çocukların velayeti miras mal tasarrufu gibi konularda kadın erkek eşitliği yasal düzenlemeler de sağlanmış oldu. Ve Sayın Türkan Saylan’ın söylediği gibi bu cumhuriyete borcu olan, bir Cumhuriyet kadını olarak söylemekten kendini alamadığım bir cümleyle bitirmek isterim. Bu zeminin üstünde kadınlar Cumhuriyetle birlikte eğitimde kadın-erkek eşitliği, seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi hakları elde ettiler ve böylece sosyal hayatta görünür olmaya başladılar. Olmasaydın olmazdık! Burada belki üzerinde biraz daha durulması gereken nokta kadınların siyasetteki varlığı/yokluğu olabilir. cephesinden bizzat savaşa katılma şeklinde devam ederken kentlerdeki milli mücadele mitinglerini de unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Zira Kadının siyaset alanında ilk görünür olduğu yer bu mitinglerdir diyebiliriz neredeyse. Bu mitinglere katılan kadın sayısı küçümsenmeyecek miktardaydı ve kadın konuşmacıları bulunmaktaydı. Halide Edip, Sabahat Hayriye, Melek Münevver, Saime Hanım ve ismini buradan sayamadığımız birçok kadın İstanbul’da çeşitli semtlerde yapılan milli mücadele mitinglerinde konuşmacı olmuşlar katılımcılar üzerinde de derin etkiler 54 8 MART ’ 14 bıraktılar. Kadınlarımız bu dönemde siyasi bilinçlenme dönemine girdiler ve işgallere karşı tepkilerini direniş ve savunma olarak belirlediler, böylelikle kadın siyaset arenasına milli mücadelenin oluşturduğu milli birlik ruhu içinde cinsiyetçi ayrımcılıkları adeta ezerek dahil oldu. II. meşrutiyetle başlayan Kadın hareketinin dile getirdiği talepler, Cumhuriyet döneminde artık vücut bulmaktaydı. Cumhuriyetin ilk zaferi aslında kadınlar tarafından meşrutiyetten bu yana dile getirilen ancak egemen erkek ideolojinin dini söylemlerle bastırmaya çalıştığı Kadının toplumdaki Cumhuriyette kadınların siyasette görünür olmaya başladıkları dönem 30’lar ve sonrasıdır. Kadınlar, 1930 Belediye Seçimlerine katılma hakkını elde ettiler, 1933 muhtarlık seçimlerine katıldılar, 1935 yılında milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. Örneğin V. Dönem yasama yılında 18 kadın milletvekili yer aldı. Bu kadınlar dönemin seçkin, eğitimli, batı kültürünü benimsemiş ve Milli Mücadelede de görev almış kadınlardı. 1935-1960 yılları arasında toplam 72 kadın milletvekili görev aldı. Birçok mesele hakkında ortak görüşler paylaşıp ortak hareket ettiler.! Ancak bu kadınlarda siyasette yeterince etkin olamadı seslerini gür çıkaramadılar. Bunun patilerin oy kaygısı, erkek egemen ideolojiyle mücadele vb. birçok sebebi olduğu ve ayrı bir çalışmanın konusu olduğu muhakkak. Aslında yalnızca siyasette değil ka- dın kuruşlarının tüm faaliyetlerinde 1940’lardan sonra Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan coşkunun giderek azaldığını görüyoruz. Çok partili siyasi hayata geçilmesi anti laik ve kadın aleyhtarı faaliyetlerin hızlanması kadın kuruluşların toplum üzerindeki yönlendiriciliklerini kaybetmelerine sebep oldu. Ve günümüze kör topal gelebilmiş zaman zaman alevlenmiş zaman zaman kendi kabuğuna çekilmiş ama her daim adından bahsettiğimiz bir kadın hareketi var olmayı başarabildi. Buraya kadar kısaca özetlemeye çalıştığım ve eminim ki farkına varmadan atladığımı birçok gelişme de göstermektedir ki; Türk kadını meşrutiyet dönemi sonrasında şekil değiştiren milli mücadele döneminde ve Cum- huriyet dönemi devrimlerine kadar hazırlığını yaptı ve mücadelesini verdi. Atatürk yalnızca açık görüşlü bir önder olarak Türk Kadının hazır olduğunun farkına varmıştır. Burada yanlış yapılan bir nokta varsa o da Türk Kadın hareketinin Atatürk ile başlamış olduğu tezidir. Atatürk’ün de böyle bir iddiası bulunmamaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olarak sosyal ve siyasi hayatta katılmasını sağlayacak kararların alınması için cesaretlendirmiş ve bunun için gerekli düzenlemeleri ve ortamı Cesurca oluşturmuştur! Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte başlayan toplumsal dönüşümün rüzgarına kadını da ortak edebilme de- KAYNAKÇA: Prof. Dr. Şefika Kurnaz; Yenileşme Sürecinde Türk Kadını, Doç. Dr. Şengül Hablemitoğlu; Toplumsal Cinsiyet Yazıları, Dr. Leyla Kaplan; Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını, Zübeyde Terzioğlu; Türk Kadını Siyaset Sahnesinde, Hüseyin Akyol; Aykırı Kadınlar, Günseli Özkaya; Atatürk Dönemi Ankara, Ayşegül Baykan-Belma Ötüş Baskett; Nezihe Muhittin ve Türk Kadını, Ayten Aygen; Devrimin Üç Kadını, Prof. Dr. Necla Arat; Feminizmin ABC’si 8 MART ’ 14 55 “Nasıl olur da insan kendine uygun gördüğü rol uğruna, kendini ortadan kaldırır? “ Simone de Beauvoir - Koşulların Gücü S imone de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin bir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Geleneksel bir ailenin büyük kızıdır. Otobiyografisinin ilk bölümünde (Bir Genç Kızın Anıları) dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir. Matematik ve felsefede Baccalauréat sınavını geçtikten sonra Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gör- dü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanışır. Beavuvoir’un Ecole Normele’de eğitim gördüğü yanlış ve yaygın olan bir bilgidir. Ancak bu okuldaki Sartre ve felsefe gurubundaki diğer insanlar tarafından iyi tanınmaktadır. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Beauvoir felsefede en iyi idi. Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmişti. Sorbonne’da iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor (Cesur) edinecektir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Simone_de_Beauvoir) “iKiNCi CiNS” Simone De Beauvoir “Sadece erkek değildir kadını ezen. Kadın kendi hayatından sorumlu olmaktan vazgeçerek kendi kendini de eziyor..” Simone De Beauvoir Simone de Beauvoir önce “Kadın: Efsane ve Gerçek” adlı denemesini yazar. Bu denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış havalara, izlenimlere sokan gizemli “diğer” ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu “diğer “olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler. De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder. Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmıştır.” der.1 1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Simone_de_ Beauvoir “Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” yazarın İkinci Dünya Savaşı sonrası 1949’da Fransa’da yayınlanmış “İkinci Cins” adlı eserinde ki bu saptamasını üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra dahi hatırlamayan yoktur. Bu eserinde Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşarak bizi kadın haline getiren şeyi tarihsel, sosyolojik, antropolojik, psikolojik açıdan inceler. Kadınların tarih boyunca kozmolojiler, dinler, boş inançlar, ideolojiler, edebiyatların yarattığı kadın imgesiyle itilişe itildiğini dolayısı ile bu durumun kadının doğasından değil tarihi süreçten ileri geldiğini iler sürer. Simone de Beauvoir’ın tarih çözümlemesini Zeynep Direk2 makalesinde 2 Zeynep Direk; Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet çalışmaları, Koç Üniversitesi yayınları sf.40-44 söyle anlatır: “Beauvoir’a göre, anaerkil düzenlerde de toplum her zaman erildi, siyasi erk her zaman erkeğe aitti. Sadece erkeğin kadın üzerindeki otoritesi kadının doğurganlığına duyulan dehşet ve endişeden sınırlanmıştı. Kadını erkeğe bağımlı ancak onun üzerindeki tek gücü de bu idi. Tarım kültüründen kopuşu anaerkillikten ataerkilliğe geçiş sebebi olarak açıklar ve köleliğin ortaya çıkması ile kölelerin getirisinin kadının getirisinden fazla olması kadın kabilede ekonomik gücünü yitirmiştir. Kadın köle değil hizmetkar olmuştur zira erkek kendi benzerini köleleştirmiştir. Kadının durumu ise kölenin durumundan farklıdır. Erkek onu yaşamın, doğanın güçleri ile karıştırmış, ona doğurganlığı zemininde büyülü güçler atfetmiş, ondan korkmuş ve onu özsel veya esas olan olarak ortaya koymuştur ancak bu durumda da kadın tıpkı doğa gibi sahip olunan ve sömürülen varlıktı. 8 MART ’ 14 57 Ona sahip olduğu ayrıcalığı, esas olma halini veren erkekti. Erkek doğa karşısında gücünü kazandığında uzun zamandır korktuğu bu varlığı alaşağı edecekti. Erkeğin biyolojik ayrıcalıklarını ise doğurganlık farkına bağlamaz.” Kitap kadının ikinci cinsiyet olma durumunun tarihsel, toplumsal, kültürel etkilerle oluşan kadın kimliği olduğunu ortaya koyarken, kadını üreten şeyin doğa değil bütünüyle uygarlık olduğu açılımlarında da çok iyi bildiğimiz “toplumsal cinsiyet” kavramını görürüz. Tarihsel, toplumsal, kültürel etkilerle oluşan ikinci cins kadın kimliğini yapılandıran tahakküm kadın erkek arasındaki hiyerarşidir. Toplumsal cinsiyet kavramını tasvir eden bu anlatımla bir cinsin diğeri üzerinde egemenlik kurması diğerini ezmesi ile bağlantılı görmüştür. Fransa’da 30’lu yıllarda doğumları çoğaltmaya yönelik görülmemiş bir aile politikası uygulanmıştır. Öyle ki doğum artış politikası ile eve bağlı kadın ideali hem sağ hem sol kesimde güçlenir. İkinci dünya savaşı sonrası yazılan kitabın “ana” adlı bölümünde ise kürtaj özgürlüğü savunulur, analık içgüdüsüne karşı çıkılır. Kitapta cinsellik üzerine yazdığı bölümler ise henüz bu konulara çok kapalı olan tüm toplumlarda büyük tepki çeker. Oysaki kitaptaki fikirler ilk kez ileri sürülen fikirler değildir. Ancak felsefeci olsa da bir kadın tarafından ileri sürülmesi ve bu kadının o devirde nikahsız birliktelik sürdürmesi (ünlü filozof Jean Paul Sartre’nin yaşam arkadaşı), Fransız kültür çevrelerinde 58 8 MART ’ 14 süren soğuk savaşta Sartre’nin tarafsız kalması hem kominist sol hem sağ kesimde kitaba ve yazara tepkilerin abartılmasının başlıca nedenleri olmuştur. 3 İlerleyen zamanla ikinci cins kitabındaki düşüncelerinin fazla bireyci ve idealist kaldığını fark eden yazar kadınların toplu mücadelesinin önemine eğilmeye başlar. Simone de Beauvoir’ın eşitlik talebini kadınlarında erkekleşmesi gerektiğini ima eden bir talep olarak da algılayanlar bulunmaktadır. Ancak Beauvoir aşkınlıkta aradığı farklılık bir doğaya veya öze dayanan cinsiyet farklılığı değil, çeşitli tarzlarda kadın olarak var olma halleridir. Yine Beauvoir’ın anneliğe karşı olduğu anneliği sorguladığı tezleri de tartışmaya açıktır. Ona göre kadının doğayla ilişkisini yeniden kurmaya çalışan, annelik duygusunu abartan feministler kadını domestik rollere mahkum etmektedirler. Geleneksel kadın rollerinin yüceltilmesi ile kadının değersizleştirilmesi aşağılanması madolyanun iki yüzü gibidir. Beauvoir’a göre, kadını radikal başkalık durumu doğurganlığı ile oluşmaz, doğurğanlığın anlamlandırılan boyutunda oluşur. Öyle ki doğuran kadın kutsal olduğu kadar tinsinç ve aşağı olur, tanrıça ve hizmetkar olarak tarihten dışlanır.4 Yine evlik kurumuna eleştirileri ise, ev , domestik yaşam varlığa hapsolmuşluğun mekanıdır. Erkek evlilik kurumu vasıtası İle kendisi olmayana sahip olur, bu mantıkta ev- lilk kurumunun neden kadının şiddet gördüğü bir kurum olduğunu açıklar zira şiddet Beauvoir’a göre radikal başkalığın en apaçık olumlamasıdır.5 Bin sayfayı aşkın bu felsefi eser, çıkışının ilk haftasında yirmi binden fazla satar. Önce kentli orta ve yüksek sınıf kadınları etkileyen kitap, sonrasında diğer dilleri de çevrimi ile yüzbinlerce kadını etkiler ve adeta bugün dahi süren etki ile kadın hareketinin kutsal kitabı haline dönüşür. Hatta öyle ki; İsviçre’de yasaklanır, Senatör Mc Carthy’nin Amerika’sında okuyan kadın ve erkekler sorgulanır, İspanya’da gizli satılır, Rusya ve Almanya’da kitabın çevirisinin yayını rejim değişiklikleri sonrası mümkün olur.6 Uluslararası Hukukçular Federasyonun İkinci Başkanı Av. AYŞEN ÖNEN Hazırlayan: Av. Bahar Ünlüer Öztürk / Av. Afet Gülen Köse Sayın Meslektaşımız Avukat Ayşen Önen öncelikle sizi daha iyi tanıyabilmek adına biraz kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz? B Simone de Beauvoir’in mücadelesi sadece kadınların kurtuluşuna dair olmamıştır. İnsan haklarına dair mücadele de vermiş savaşa, dünyanın bloklara ayrılışına, diktatörlük ve totaliterliğe, sömürge savaşlarına da sürekli karşı çıkmıştır7. “Söz konusu olan tüm sistemdir ve talebimiz ancak radikal olabilir: Hayatı değiştirmek.” Simone de Beauvior Derleyen: Av. Hale Akgün, Kadın Hakları Merkezi Başkanı 5 Zeynep Direk; Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet çalışmaları, Koç Üniversitesi yayınları sf.44 3 Server Tanilli; “İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor” S.312 Alkım Yayınevi 2006 6 Server Tanilli; “İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor” S.312 Alkım yayınevi 2006 4 Zeynep Direk; Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ç lışmaları, Koç Üniversitesi yayınları sf.36-43 7 Zeynep Direk; Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet çalışmaları, Koç Üniversitesi yayınları Türk Hukukçu Kadınlar Derneği 21 ve 22. Dönem yönetim kurulu üyesi, Uluslararası Hukukçu Kadınlar Federasyonu (IFFC) II. Başkanı Av. Ayşen Önen İle Uluslararası alanda çalışmalarını konuşmak üzere görüştük. Kendisine katılımı ve katkılarından dolayı teşekkür ederiz. eni de bu güzel çalışmanın içine dâhil ettiğiniz için siz genç meslektaşlarıma çok teşekkür ederim öncelikle. Ben Uluslararası Hukukçular Federasyonun ikinci başkanıyım. Bir diğer söyleyişle birinci başkan yardımcısıyım. Uluslararası Hukukçu Kadınlar Federasyonu Paris’ te 1928 yılında Beş Hukukçu kadın tarafından öncelikli olarak kendi mesleklerinde kadın olarak yaşadıkları zorlukların çözümüne katkıda bulunmak amacıyla kurulmuş, fakat sonrasında etkinlik yelpazesini giderek Kadın Hakları, Çocuk hakları ve dünya barışının sağlanması için gereken önlemlerin geliştirilmesi konusunda genişleten ve halende özellikle savaşlarla-şiddetin her boyutu ile mücadele eden, insancıl hukukla ilgilenen birçok uluslararası kuruluşta Unesco gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi Avrupa Birliği, Avrupa lobisi, Afrika’da Kurulmuş İnsan Hakları ile uğraşan, tüm hukuki kuruluşlarda gözlemci sıfatıyla veya bil fiil katılarak çalışmalar yapan çok büyük bir federasyondur. 8 MART ’ 14 59 Öyle ki Dünya ülkelerinin ¾’ü bu federasyona katılmış diyebiliriz. Aşağı yukarı Afrika’nın tümü Avrupa, Güney Amerika ülkeleri ki Kadın Hakları konusunda çok ileri ülkelerdir aktif üyeleridir. 3 yılda bir genel kurul yapılır orada bir başkan ve Kıta esasına göre başkan yardımcıları seçilmektedir. Bende Ülkemiz adına önce Avrupa kıtasını temsilen, ki Türkiye’nin ilk Avrupa’ya dahil edilişlerinden biridir bu, sonrada Asya kıtasını temsilen 2000 Yılından beri görevimi sürdürmekteyim. IFFC bünyesinde Türkiye’nin Konumu nerededir? Diğer üye ülkeler Türkiye’yi Avrupa’da mı Asya’da mı görüyor? Bu aslında verdiğimiz imaja göre değişiyor. Aslında imajımızda olaya göre şekil alıyor. Ne Avrupa’da Ne de Asya’dayız diyemeyeceğim. Ben aslında kendimi ve ülkemi Avrupa’da değerlendiriyorum. Eğer Türkiye’yi İnsan Hakları gibi bir konuda istatistiki bilgilerle ele alırsanız Türkiye maalesef Asya’nın da çok gerisinde olan bir ülke imajı verebiliyor. Ama orada gelen sorular ve tartışılan sorunlar çerçevesinde kendinizi iyi ifade edebilirseniz, Özellikle Atatürk Reformları ile hızlanan Türk kadının geldiği yeri anlatırsanız, Türkiye’nin yüzünü Cumhuriyetle birlikte batıya çevirdiğini anlatıyor ve karşınızdakilerinde anlamasını sağlıyorsunuz. Diğer ülke temsilcileri birlikte değerlendirildiğimizde belki görüntümüz Avrupalı ancak istatistiki bilgileri vermeye çalıştığımızda maalesef görüntü ile aynı mesajı vere60 8 MART ’ 14 miyoruz. Benim çabam aslında 2000 yılından beri bizlerin aslında ne denli ileri görüşlü-ileri görüş özlemi içinde olan kadınlar olduğumuzu anlatmak. Hedeflerimiz gerçekleştirmek adına ne kadar istekli olduğumuzu anlatma çabasındayım. İyi de anlattığımı sanıyorum zira Türkiye olarak IFFC içinde iyi bir konumdayız. Bu Federasyonun bizler için ne denli önemli olduğunu Federasyonun önemini anlatarak izah edebilirim sanırım. IFFC, Uluslararası Konfederasyonların yapılmasında, raporların hazırlanmasında mutfak görevi görüyor. IFFC çalışmaları dahlinde bize bir takım konular veriliyor 3 yıl boyunca o konu üzerinde çalışıyoruz. Çeşitli ülkelerden raporları kombine ediyor ve çalışmamızı Uluslararası kuruluşlara gönderiyoruz. Uluslararası Ceza Mahkemesinin veyahut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bizim çalışmalarımızı zaman zaman referans alması da tabi bizi çok mutlu ediyor. IFFC’nin çalışmalarının Türkiye’deki yansımalarını nasıl yorumlarsınız? Sizin Türkiye’de IFFC ye yönelik çalışmalarınız nelerdir? Ben şahsen, IFFC’nin çalışmalarının Türkiye ayağını çok kıymetli sevgili Aydeniz Alisbah Tuskan, Nazan Moroğlu ve tüm çalışma arkadaşlarımın çok güzel götürdüklerini ve götüreceklerine inanıyorum. Dolayısıyla başından beri böyle tekitlerde almışımdır fakat benim hedefim, misyonum yurtdışında Çalışmalarımızı anlatmak. Yurt dışında Türk ve hukukçu olan kadınların çok az temsil edildi- ğini gördüm. Ama Türkiye de bu durum her alanda yaşanıyor. Mesela ben de Türkiye de çağrıldığım yere giderim ama yurt dışında Türk kadın hukukçuların kendilerini ifade etme alanı çok kısıtlı. İstanbul Barosunun çok güzel çalışmaları oluyor. Ama kadın hukukçu olarak bunun az olduğunu düşünüyorum. O nedenle ben Türkiye’nin ayağını sizler gibi kıymetli avukatlara bırakıp, daha çok yurt dışı ile ilgileniyorum. Üstelik benim dışa verdiğim imaj her zaman Türkiye’nin sergilediği imajla resmi ideolojisi diyelim paralel olmuyor maalesef. Onun için de Türkiye içinde çok sıkı çalışıp kendimi bir anlamda bağlamak istemiyorum açıkçası. IFFC’de, Hukukçu Kadınlar Birliği yönetim kurulu üyesi olarak Türkiye’yi temsil ederken, 98’de 4320 sayılı aile içi şiddetin önlenmesine dair kanun Türkiye’de yürürlüğe girmişti. Yasayı Uygulayan da İstanbul Barosu Kadın Komisyonuydu. Bu yasanın çıkışı, uygulaması, hedefleri ile ilgili O zaman sevgili Aydeniz Alisbah Tuskan Türkçe sunumunu ben de yabancı dildeki sunumunu hazırlamıştım ekip olarak Ayla Gobila (Federasyon üyesi) Burçin Aybay (Hukukçu kadınlar başkan yardımcısı) . Hep birlikte orada güzel bir şekilde Türkiye’yi temsil ettik. 4320 sayılı yasayı anlattık. O zamanlar ben oldukça yeniydim bu çalışmalarda sevgili Aydeniz Hanım’ın başkan olduğu zamanda çok desteğini gördüm. IFFC toplantılarında ve çalışmalarında Türkiye’yi temsil eden bir Kadın Hukukçu olarak karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Şimdi yurtdışında IFFC toplantılarında anlık olarak bilgi aktaran konumundayım. Esasında Türkiye çok sevilen bir ülke. Son olarak Roma’da İtalyan hukukçularla bir toplantıdaydık Ondan evvel mesela aynı tarih içerisin de Nice’e gittim. Lahey’de yine uluslararası ceza mahkemesi bir toplantısına gittim buralarda çok olumlu tepkiler yorumlar da alıyorum. Sivil toplumu ve bu çalışmaları çok da takdir ediyorlar ama kafalarının karışık olduğu muhakkak. Çeşitli ülkelerden geliyor tabi bilgiler, sorular ama Türkiye de olan her şey iletişim çağında saniyede bana soru olarak gelebiliyor. Örneğin Arjantin den bir sual gelebiliyor. Mesela bana dün Mali den geldi pat diye Türkiye’deki siyasi ortamla ilgili soru geldi. Dünyadaki herkes her şeyden haberdar. Mesela Portekiz’de istinaf Mahkemesi başkanı arkadaşım yürütme yargının işlerine müdahale ediyormuş doğru mu? Diye bir soru sorabiliyor. Ben zaman zaman böyle gelen sorulara cevap vermekte zorlanıyorum diyebilirim. Elimden geldiğince bilgi aktarıyorum. Bu iletişim çağında sadece Türkiye ye kapanarak bir sonuç elde edemezsiniz. Türkiye’de yaşanan Siyasi ortamda ki tartışmalardan mı bahsediyorsunuz? Evet. İçimize kapanarak hiçbir konuda, hukuk konusunda da bir sonuç elde edemeyiz. Çünkü hukuk homojen olmalı, yüksek çaptaki hukuk uygulamalarına erişmeye çalışmalıyız. Yani şimdi şiddeti nasıl engelleyebiliriz? Şiddet ancak zihinsel dönüşümle gidebilir. Ama zihinsel dönüşüm öyle kısa süren bir eğitimle falan olmaz. Zihinsel dönüşümün olması için dışarıya açılmanız lazım. Dışarıda neler oluyor ki ülkenize aktarasınız. Aslında şunu öğrendim kadına dair sorun her yerde. Ülkeden ülkeye şekli değişse de kadının sorunu aynı. Mesela Fransa’da 4 kadından biri öldürülüyor diye bir zamanlar manşet vardı, Afrika’da kadın sünneti sonra Tam’da bu noktada; ülkemizin yapısını da değerlendirmeye katarak biz kadın sorununu nasıl çözeriz? Siz bir kadın hukukçu olarak Türkiye’de kadın sorununu nasıl ifade ediyorsunuz? Hangi konu hangi panel mülakat olursa olsun daima Atatürk ilkeleri ve özellikle kadın hakları konusunda bize vermiş olduğu özgüvenimizin temelini oluşturan yasal haklardan bahsetmek ihtiyacında hissediyorum kendimi. Hiç bilmeyen aklınıza gelmeyecek küçücük ülkelerde hayatlarında hiç Türk görmemişler tanımıyorlar, orda bile evvela Atatürk’ün yaptıklarını anlatmaya çalışıyorum. hem kadının hem erkeğin eğitimiyle olur, ekonomiyle olur vs. Kadın eşit bir birey olursa ancak kadına yönelik şiddette de çözüm bulmuş oluruz. Kadının birey olarak kendini güvende hissedebildiği ortam ise ancak bu ülkede laiklik ilkesi ile sağlanabilir. Bu ülke de laiklik ilkesi egemen olmasa kadına başka kisvelerden yaklaşılır kadını böyle etkilemeye çalışanlar olabilir bu din motifli olabilir, örf adet motifli olabilir. Böylece kadın bizzat kendisi kendini eşit bir birey olarak görmeyebilir. Onun için Laiklik kadın haklarının vazgeçilmez unsurlarından biridir. Yurt dışında bize laiklik ilkesi ile ilgili en çok soru, kaynağı olması itibariyle de en çok Fransa’dan geliyor. En son Gezi olaylarında Fransız meslektaşlarım Neler oluyor Türkiye’de diye sordular. Tüm tehlikesine rağmen yaşadıklarımızı anlatmak mecburiyetindeydim. Aslında bir hukukçu olarak da var olan hukuk düzenimizin ne olduğu, Laik demokratik sosyal bir hukuk devleti olduğumuzun Anayasamızda yer aldığı vurgusunu bıkmadan usanmadan yurt dışında dilim döndüğünce anlatıyorum. Bunu anlatmak aktarmak ve korumak bizim gibi entelektüel kadınların görevi diye düşünüyorum. Kadını ne zaman aileden soyutlayarak yalnızca birey olarak algılayabilirsek o zaman şiddette biter. Kadını erkekle eşit bir birey haline getirmektir bizim sorunumuz ve çabamız. Bu nasıl olur, 8 MART ’ 14 61 İnsan Hakları Merkezi kurucuları Av. Burçin Aybay, Av. Işık Umur, Hazırlayan: Av. Ayfer Coşkun Av. Bahar Ünlüer Öztürk / Av. Afet Gülen Köse İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonuna (şuan Merkez olarak çalışmalarına devam eden) uzun seneler emek vermiş üyelerindensiniz, kadın hakları merkezinin komisyon adı ile ilk dönemlerindeki çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? Av. Işık Umur: 1997 senesi idi, henüz komisyon kurulmadan önce kadın hakları alanında Mor Çatı’da çalışıyor idim, bir olay olduğunda İs62 8 MART ’ 14 tanbul Barosu’ndan ücretsiz avukatlık hizmeti şeklinde yardım alıyorduk komisyon kurulmadan evvel de. Bu çalışmalar ile aslında komisyonun alt yapısı kurulmuştu. Av. Burçin Aybay: 1997 yılında Yücel Sayman başkanlığında kadın hakları komisyonundan sorumlu sorumlu üye idim, bu şekilde kadın hakları alanında çalışmaya başladım. Av. Ayfer Coşkun: Ben de 1998 yı- lında Kadın Hakları Komisyon’unda çalışmaya başladım. Tübakkom (Türkiye Barolar Birliği Kadın Komisyonu), İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu başkanlığında 1999 yılında kurulduktan sonra ilk etkinlik olarak Ceza Yasasını anlatmaya gittik, ilk etkinlik olarak Diyarbakır’a sonra Denizli’ye, Urfa’ya gittik. 2002 de Batman’da ve daha pek çok ilde “Yeni Medeni Yasa Bizlere Ne Kazandırdı” konusunda, kadın hakları konusunda bilimsel çalışmalar yaptık, Kadın Hakları Komisyonun kurulmasını bu alandaki çalışmalarınızı toplum nasıl karşıladı? Av. Işık Umur: İlk dönemler komisyona katılım azdı, ancak biz komisyonun açılması ile mağdur kadınlardan günde 300 telefona baktığımız olurdu. Mağduriyet yine çoktu ancak bugünki gibi bir farkındalık yoktu. Komisyonda çalışmalarımızda ücretsiz avukatlık yapar, gönüllü çalışırdık. istiyorlar, ancak erkekler çok daha fazla gaddarlaştı bu nedenle önce erkeklerin eğitiminin kadın haklarında bir noktaya gelebilmemiz için çok önemli olduğunu düşünüyorum. içinde tüm ülkenin bilinçlendirilmesi gerektiğini bunun da ancak hem devlet hem de sivil toplum tarafından birlikte yapılabileceğine inanıyorum. Av. Ayfer Coşkun: Anadolu’da bir toplantımıza Bakan Aysel Baykal da davetliydi, öğlen ara verip yemeğe çıktığımızda üç şalvarlı erkek bize döpiyesli, pardesül olmamıza rağmen “Gahpeler” dedi, maalesef o dönemde kadın hakları alanında çalışmak toplumda haz edilmiyordu. Av. Işık Umur: Mor Çatıda çalışıyor iken komisyon kurulmadan önce işbirliği ile aramızda çalıştık, o dönem önümüze gelen bir vakıayı hatırlıyorum: Genç bir kadına aşık oluyor genç bir adama, mutlu oluruz diyor kadın. Evleniyorlar 1 çocukları oluyor, iki yıl sonra ikinci çocukları oluyor, kavgalar şiddet ve dayaktan sonra ağır darplar geliyor. Koruma altına alınıyor, kadın sağlığına kavuştuktan sonra eşi kadını tekrara götürüyor, kadına, çocuklara tekrar şiddet uyguluyor. Kadının psikolojisi bozuluyor ve çocuklara şiddet uyguluyor, bebek ölüyor. Kadın haklarını korumazsak sağlıklı çocuklar, sağlıklı aileler kuramayacağımızı, sadece kadının değil toplumun eksik kalacağını anlamamı sağlamıştı bu olay. Av. Burçin Aybay: Kadın erkek eşitliğinin sağlanması için bir çok şey yapıldı ama yeterli olmadığı anlaşıldı, örf adete körü körüne bağlı insanlar, insan hakları bakımından eğitilirse bu eğitimli insanlar da yönetime gelirse bir şeylerin değişebileceğine inanıyorum. Sadece yasalar değil uygulama da önemli, bu nedenle uygulayıcıların da eğitimi çok önemli. Kadın erkek eşitliği konusunda önce erkekleri eğitmek lazım. Av. Burçin Aybay: Kadın Anadolu’da da İstanbul’da da ikinci sınıftı, yasalarda da öyleydi, onun için bu konuya eğilmek ve insanlarımızı eğitmek o gün de çok önemli idi. Türkiye’de kadın hakları feminizm deyince ne düşünüyorsunuz ? Av. Burçin Aybay: Atatürk kadınlara çok önem veriyordu tüm Avrupadan önce seçme ve seçilme hakkına sahip olduk ancak Türkiye’de önceleri hiç farkedilmiyordu kadının ihmal edilmişliği. Kendi soyadımı bıraktığım zaman tuhaf oldum, bu hissiyat dahi bende farkındalık yarattı ve bilinç yarattı bu konuda ne denli çalışmamız gerektiğini anladım. Av. Ayfer Coşkun: Kadın hakları deyince yaşam hakkını korumak ön planda, çünkü kadınlar haklarını öğrenemeden öldürülüyorlar. Kadınlar biraz çalışıyor para kazanıyor, bilinçleniyorlar, haklarını korumak Kadınlar eşit olabilmek için toplum hayatına girmeli, çalışmalı, evde kalmamalı, cemiyette yer alarak haklarımızı alabiliriz kimse bize haklarımızı vermeyecek, kadınlar kendi güçlerinin farkında olmalı… Kadın erkek eşitliğinin sağlanması için neler yapılmalı, bu konuda ne düşüyorsunuz? Av. Ayfer Coşkun: Öncelikli olarak erkeklerin eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Erkek çocuğunun her şeyi yapabilirim zihniyeti ile eğitilmemesi gerekiyor. Av. Işık Umur: Devlet politikasının, hükümet politikası olmaktan çıkıp, sicil toplumla birlikte dayanışma 8 MART ’ 12 63 Pekin Deklarasyonu Eylem Planının 124. kısmında devletlere yüklediği yükümlülüklerden bir tanesi de; “Şiddetin önlenmesine ve suçluların kanuni takibine önem vererek, kadınlara yönelik şiddetin yok edilmesinde etkin olmalarını sağlamak amacıyla yasalar kabul etmek ve/ veya uygulamak, düzenli olarak gözden geçirmek ve incelemek,....” şeklindedir. cinsiyete duyarlı kapsamlı ve eşgüdümlü politikalar üretmenin; veri toplamanın önemi; şiddeti önlemede farkındalığı artırmanın, eğitimin, önleyici müdahale ve tedavi programlarının, özel sektör ve medyanın yeri; koruma ve destekte uzman desteği, sığınma evlerinin, 7-24 telefon yardım hatları, cinsel şiddet mağdurlarına verilecek desteği, aile içi şiddet tanığı çocukları koruma ve desteğin zorunluluğunu özellikle de birimlerin koordineli çalışması gereği” hüküm altına alınmıştır. Sözleşmenin 5. Bölümünde düzenlenen ‘Maddi Hukuk’ başlığında hukuk davaları ve başvuru yolları, tazminat, velayet, ziyaret hakları, zorla evliliklerin hukuki sonuçları, psikolojik şiddet, taciz, fiziksel şiddet, tecavüz dahil olmak üzere cinsel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma, cinsel taciz, yardım ve yataklık etme ve girişim, sözde “namus” adına işlenen suçlar dahil olmak üzere, kabul edilemez gerekçeler, cezai suçların tatbiki, yargı yetkisi, yaptırım ve tedbirler, ağırlaştırıcı sebepler, diğer tarafça verilen hükümler ve zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm usulleri veya hükümlerinin yasaklanması maddeleri ile yapılması gerekenler belirtilmiştir. Benzer şekilde “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” aynı ilkeler daha ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Sözleşme ile, “Şiddetin önlenmesinin çok yönlü bir çalışma olduğu, toplumsal Çocuklara yönelik cinsel şiddet konusunda ise, 25.10.2007 yılında hazırlanan Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi ile de “çocuklara karşı işlenen cinsel suçların önlenmesini, faillerin kovuşturulmasını KADINA YÖNELİK ŞİDDET BAĞLAMINDA CEZA MEVZUATINDA DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİ Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar başlıklı 6. Bölümünde değişiklik yapılması gerektiğinin gerek yürütme ve yargı mercilerince ve gerekse sivil toplum örgütlerince dile getirilmesiyle İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi (Av. Hale Akgün, Av. Gülen Köse, Av. Bahar Ünlüer Öztürk, Av. Sibel Kama) ile ortaklaşa bir çalışma yürüterek yasa değişiklik önerisi hazırladık. Bu öneride sadece cinsel suçlara ilişkin olmayıp, aynı zamanda kadına yönelik şiddetle mücadele için Ceza Kanununun diğer maddelerinde ve diğer kanunlarda yapılması gereken değişiklikleri de kapsamaktadır. Bu makalede yapılması önerilen değişiklikler incelenecektir. Değişiklik önerisi hazırlanırken toplumun ihtiyaçları yanında özellikle ve 64 8 MART ’ 14 öncelikle uluslararası sözleşmelere uyum amaçlanmıştır. Bu kapsamda Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi ve diğer sözleşmeler gözönünde bulundurulmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 20 Aralık 1993 tarihli ve 44/104 sayılı ‘Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri’nin Başlangıç bölümünde: “Kadınlara karşı şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir göstergesi olduğunu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde egemenlik kurulmasına ve kadınlara ayrımcılık yapılmasına yol açtığını ve kadınlara karşı uygulanan bu şiddetin erkeklerle karşılaştırıldığında kadınları zorla bağımlı bir konuma sokan çok önemli toplumsal mekanizmalarından biri olduğunu kabul ederek,” ifadelerine yerverilmesi, kadına karşı şiddetin önlenmesinin uzun bir süreç olduğunun kabul edildiğini göstermiştir. Süreç çok yönlü ve uzun olmakla birlikte, aynı zamanda “Kadına Şiddetin Önlenmesi” acil bir gerekliliktir. Bu gereklilik 4-15 Eylül 1995 tarihinde toplanan Dördüncü Dünya Kadın Konferansına yansımış ve Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planı içinde yer almıştır. Pekin Deklarasyonu 29. maddesi ile “Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya” yönelik hükmü koymuş, son derece ayrıntılı düzenlediği eylem planında da konuya açıklık getirmiştir. ve çocuk mağdurların korunmasını sağlayacak kapsamlı ve etkili tedbirlerin getirilerek çocukların cinsel sömürü ve cinsel istismara karşı korunmasını” hedeflemiştir. Sözleşme gereğince, “çocuklarla cinsel faaliyette bulunmak, çocuk fuhşu, çocuk pornografisi, çocuğun pornografiye katılımı, çocuğun bizzat katılımı olmasa bile, cinsel sömürü veya cinsel eylemlere tanık olmasına kasten neden olma, çocukların cinsel amaçlar için teşviki” suç olarak düzenlenmeli ve yaptırımlar “etkin, makul ve caydırıcı” olmalıdır. 42. maddesinde “namus” kavramı özellikle vurgulanmaktadır. Bu kapsamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemelere bakıldığında; Öte yandan Türk Ceza Kanununda kasten yaralama suçunun sadece “üstsoy, altsoy, eş veya kardeşe karşı” işlenmesi ağırlaştırıcı sebep olarak öngörülmenin yanında, ayrıca bu halde soruşturma ve kovuşturma için şikayet aranmayacağı belirtilmiştir. Oysa İstanbul Sözleşmesi’nde, kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin şikayete bağlı olmaması, uzlaşma kapsamında olmaması gerektiği taraf devletlere bir yükümlülük olarak getirilmiştir. Dolayısı ile TCK’nun 86/3. fıkrası bu yükümlülüğü tamamen karşılamamaktadır. Bu halde kasten yaralama suçunun, kadına karşı cinsiyet ayrımcılığı nedeni ile uygulanmış olması halinin uzlaşma kapsamında olmayan ve re’sen kovuşturulan bir suç olarak düzenlenmesi gerekir. Türk Ceza Kanunu’nun kasten öldürme suçunun nitelikli hallerinin düzenlendiği 82. maddesinin k bendinde kasten öldürme suçunun “töre” saikiyle işlenmesi ağırlatıcı sebep olarak öngörülmüştür. Ancak Kanunun Komisyondaki görüşmelerinde ve öğretide “töre” saiki ile “namus” saikinin aynı kapsamda olmadığı belirtilmektedir. Bu bakımdan madde metni “namus” cinayetlerini de kapsayacak şekilde değiştirilmelidir. Her ne kadar Yargıtay kararlarında töre ve namus kavramlarının “aynı” kavramlar olduğu, aynı hususu ifade ettiği belirtilse de, konuyu yasal düzenlemeye kavuşturmak daha yerinde olacaktır. İstanbul Sözleşmesinin 42. maddesine uygun olarak bu fıkranın namus cinayetlerinin tamamını kapsayacak şekilde değiştirilmesi yerinde olacaktır. Zira İstanbul Sözleşmesinin Kasten yaralama suçunun düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesine ek fıkra getirilerek, “kadına karşı cinsiyet ayrımcılığı” nedeniyle işlenmesi hali eklenmelidir. Her ne kadar maddede, suçun üstsoy, altsoy, eş veya kardeşe karşı işlenmesi ağırlatıcı sebep olarak düzenlenmişse de, bu düzenleme yeterli değildir. Zira cinsiyet ayrımcılığına dayalı fiziksel şiddetin sadece bir kısmını eşe karşı uygulanan şiddet oluşturmaktadır. Türk Ceza Kanununda cinsel dokunulmazlığa karşı suçlara ilişkin olarak; 8 MART ’ 12 65 Cinsel saldırı ve istismar suçlarının düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun 102 ve 103. maddelerinde “suç sonucu mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulmasının” ağırlatıcı sebep olarak düzenlendiği 102/5 ve 103/6. fıkralar madde metninden çıkartılmalıdır. Bunun yerine suçların temel cezasında artırım yoluna gidilmelidir. Bu ağırlatıcı sebebin yürürlükten kaldırılması gereğinin birden fazla sebebi bulunmaktadır; İlk olarak, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması şeklinde bir ağırlatıcı sebebin varlığı cezalandırmada orantısızlıklara yolaçmaktadır. Örneğin basit cinsel saldırı sonucu mağdurun beden ve ruh sağlığı bozulması hali ile nitelikli cinsel saldırı sonucu mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulmaması halinde, ilkinde daha ağır cezalandırma sözkonusu olmakta, basit cinsel saldırıyı gerçekleştirenin, nitelikli cinsel saldırıyı gerçekleştirenden daha ağır cezalandırılması sonucu doğmaktadır. İkinci olarak, hekimlerin belirtmiş olduğu, cinsel suç mağdurunun ruh sağlığının herhalukarda bozulacağına ilişkin görüştür. Bu gerekçelere bir de mağdurun ruh sağlığının bozulmasının tespitinin zorluğu eklenmelidir. Ayrıca maddeye başka bir ağırlatıcı sebep eklenerek, suçun “İnsanların toplu bulunduğu yerlerde, bu halin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle” işlenmesi daha ağır yaptırıma bağlanmalıdır. Zira bu halde suçun işlenmesi daha kolay olduğu gibi, failin ve mağdurun tespiti, ele geçirilmesi 66 8 MART ’ 14 daha zor olmakta, suçun işlenmesi de daha kolay olmaktadır. Bu halde kalabalık karşısında mağdur kendini savunamamakta, yığın psikolojisiyle hareket eden kalabalık birbirinden güç alarak hareket etmekte, mağdurda daha büyük bir korku meydana getirmektedir. Ayrıca insanların toplu bulunduğu, konser, açık hava toplantıları gibi yerlerde bu tür eylemlerin gerçekleştirilmesi, kadınların bu tür toplantılara gitmekten çekinmelerine, dolayısıyla sosyal hayattan uzak kalmalarına da sebep olmaktadır. ister yetişkin ister çocuk olsun 105. madde uyarınca cezalandırılacağını kabul edilmektedir. Kanun koyucunun amacı bu olmasa gerektir. Cinsel taciz eyleminin çocuğa veya yetişkine karşı işlenmesi halinde, her iki eylemin ağırlığının, failin kastının aynı olduğu ve/veya failin suç işleme eğiliminin aynı olduğu söylemeyecektir. Bu bakımdan çocukların vücut dokunulmazlığını ihlal etmeksizin gerçekleştirilen cinsel amaçlı eylemler, yine çocuğun cinsel istismarı olarak 103. madde uyarınca cezalandırılmalıdır. Çocukların cinsel istismarına ilişkin Türk Ceza Kanunu’nun 102-105. maddeleri ise Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi’ne uyumlu hale getirilmelidir. Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesi çocuklara yönelik pornografiyi de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Bilindiği üzere Türk Ceza kanununda “pornografi” değil “müstehcenlik” başlığı altında, Genel Ahlaka Karşı Suçlar bölümünde, 226. maddede bir düzenleme yapılmıştır. İşte Türk Ceza Kanunu’nun 226. maddesinde düzenlenen çocuklara karşı işlenen müstehcenlik eylemleri çocuk istismarı olarak cezalandırılmalıdır. 103. maddeye getirilecek ek fıkralar ile cinsel istismar deyiminin Çocukların cinsel istismarına ilişkin düzenlemelerde, özellikle 103. maddede esaslı değişiklikler yapılmalıdır. Çocuklara karşı gerçekleştirilen cinsel içerikli eylemler TCK 103. madde yanında 104, 105 ve 226. maddelerde de düzenlenmiştir. Öncelikle cinsel taciz suçunun düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun 105. maddesinin uygulamasında sorun olduğu belirtilmelidir. 105. maddede düzenlenen cinsel taciz suçunun mağdurunun çocuklarında olabileceğine dair Kanunda bir açıklık bulunmamakta ise de, Yargıtay içtihatlarında mağdurun bedenine dokunulmaksızın, vücut bütünlüğü ihlal edilmeksizin gerçekleştirilen bütün cinsel amaçlı eylemlerin, mağdur “a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, c) Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri vermesi ya da bunların içeriğini göstermesi, okuması, okutması veya dinletmesi, d) Bunların içeriklerini çocukların girebileceği veya görebileceği yerlerde ya da alenen gösterilmesi, görülebilecek şekilde sergilenmesi, okunması, okutulması, söylenmesi, söyletmesini de” kapsayacağı belirtilmelidir. Türk Ceza Kanunu’nun 104. maddesindeki reşit olmayanla cinsel ilişki suçu birçok bakımdan problemli bir suç tipidir. Madde uyarınca, reşit olmayanlar (15-18 yaş arasındaki) rızaen gerçekleştirilen cinsel ilişki cezalandırılmakta, ancak şikayet hakkı rızaen ilişkiye giren mağdura! tanınmaktadır. Öncelikle bu suçta kimin fail, kimin mağdur olacağı sorunu mevcuttur. Özellikle ilişkiye girenlerin her ikisinin de çocuk olması durumu sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan yaptırıma bağlanan eylem TCK 102/2 ve 103/2. fıkralardan farklı olarak “cinsel ilişki” eylemidir. Vücuda sair bir cisim sokulmasıyla gerçekleştirilen eylemler veya fiili livatanın, “cinsel ilişki” olarak kabul edilip edilmeyeceği, dolayısıyla madde kapsamına girip girmeyeceği madde metninden anlaşılmamaktadır. Maddede yapılacak düzenleme ile 15-18 yaş arası çocukla, çocuğun rızasıyla cinsel ilişkiye giren yetişkinin cezalandırılması sağlanmalı, her ikisinin de çocuk olması hali cezasızlık sebebi olarak öngörülmelidir1. Bu halde Medeni Kanun hükümleri uyarınca evlenme ehliyetine sahip olmayanların, dini nikahla evlenmelerinin önlenmesi için, “evlenmenin dinsel törenini” yapma suçunun düzenlendiği TCK’nun 230. maddesine getirilecek bir fıkra ile evlenmenin dinsel töreni yapılan tarafların 18 yaşından küçük olması hali ağırlatıcı sebep olarak öngörüldükten sonra, bir başka ağırlatıcı sebep olarak bu çocuklar arasında cinsel ilişkinin gerçekleşmiş olması öngörülmelidir. Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi yaş sınırının cezai olarak artırım sebebi kabul edilebileceğini net bir biçimde açıklamıştır. Ensest’e ilişkin olarak; Türk Ceza Kanunu’nda, evlenmesi yasak yetişkinler arasında rızaya dayalı cinsel ilişki (ensest) suç olarak tanımlanmamıştır, suç olarak tanımlanması gerekir. Bu halde suçla korunan hukuki yararın ne olacağı sorunu karşımıza çıkar. Yine kişilerin cinsel dokunulmazlığı suçla korunan hukuki yarardır. Her ne kadar rıza ile gerçekleştirilen bir ilişki sözkonusu olsa da, 1 İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi (Av. Hale Akgün, Av. Gülen Köse, Av. Bahar Ünlüer Öztürk, Av. Sibel Kama) 104. maddenin 1. fıkrasının olduğu gibi kalması görüşünü ileri sürmüşlerdir. Maddenin olduğu gibi kalması halinde, maddeye 2. fıkra eklenerek “fail mağdurdan üç yaştan daha büyük ise, şikayet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır”. düzenlemesinin getirilmesini önermişlerdir. bu halde rızanın ne kadar özgür irade ile verilmiş bir rıza olduğu tartışılabilir. Bu sebeple Kanuna 104A maddesi eklenerek “Ensest” suçu tanımlanmalıdır. Türk Medeni Kanunun 129. maddesi evlenme engelleri başlığı altında aralarında evlenme yasağı olan kişileri açıklamıştır. Medeni Kanunun 129. maddesi “Aşağıdaki kimseler arasında evlenme yasaktır: 1. Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında, 2. Kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya altsoyu arasında, 3. Evlât edinen ile evlâtlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında.” şeklindedir. Akrabalık sebebi ile evlenme yasağına girenler arasındaki rızaya dayalı cinsel ilişkiyi suç haline getirmek ensestin önüne geçebilmek için çok önemlidir bu nedenle maddeye akrabalık sebebi ile evlenme yasağına girenler arasındaki rızaya dayalı cinsel ilişkinin cezalandırılmasına ilişkin bir fıkra eklenmelidir. Ensest suçuna ilişkin madde önerilirken mukayeseli hukuk gözönünde bulundurulmuş, aynı zamanda Türk Medeni Kanununda yer alan evlenme yasağına tabi kişiler de kapsama dahil edilmiştir. Ancak evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme yasağı bulunmasına karşılık evlatlığı zaten alt soy olması nedeni ile ayrıca ifade edilmemiştir. Şöyle ki; 8 MART ’ 14 67 “Madde 104 A- (1) Her kim, altsoyundan biri ile cinsel ilişkide bulunursa beş yıl hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birbirleri ile cinsel ilişkide bulunan kardeşler de beş yıl hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Her kim, evlat edinen de dahil üst soy ile cinsel ilişkide bulunursa dört yıl hapis cezası ile cezalandırılır. (4) Amca, Dayı Hala ve Teyze ile yeğenleri arasında cinsel ilişki dört yıl hapis cezası ile cezalandırılır. (5) Akrabalık ilişkisi sona erdirilmiş olsa dahi bu hüküm uygulanır.” Her ne kadar madde önerisinde yaş belirtilmese de, cinsel ilişkide bulunulan mağdur 18 yaşından küçük ise TCK 103, 18 yaşından büyük ve rızası yoksa 102. maddelerde düzenlenen suçlar söz konusu olacağından, eylem ensest olarak değerlendirilemeyecektir. Hayasızca hareketlere ilişkin olarak; Bilindiği üzere insanları rahatsız eden, halkın huzurunu kaçıran bazı cinsel nitelikteki eylemler Ceza Kanunundaki suç tanımlarına uymamaktadır. Örneğin metroda merdivenlerden çıkmakta olan bir kadının, eteğinin altında mobil telefonunu yaklaştırarak erotik fotoğraflar çeken birinin yakalanması halinde veya masa başında oturan ve hafif dekoltesi sebebiyle eğildiğinde göğüs dekoltesi görünen kadının 68 8 MART ’ 14 sadece göğüs kısmının fotoğrafının çekilmesi hallerinde mağdurun kimliğinin tespitine imkan olmadığından, şikayet hakkını kullanması sözkonusu olamayacağından, fail hakkında TCK’nun 105 veya 134. maddeler uygulanamayacaktır. TCK’nun 225. maddesi belirtilen bu tür eylemleri de kapsar şekilde yeniden tanımlanmalıdır. Buna göre, “Hayasızca hareketler” “MADDE 225. - (1) Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan, aleni yerlerde rıza dışı müstehcen fotoğraf çeken, görüntü kaydeden kişi, bir yıldan dörtyıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fotoğraf çeken ya da görüntü kaydeden kişilerin bu verileri ifşa etmesi halinde verilecek ceza bir kat arttırılır.” Fuhuş suçuna ilişkin olarak, Yukarıda belirtildiği üzere Çocukların Cinsel İstismarının Önlenmesi Avrupa Konseyi Sözleşmesi dikkate alınarak TCK’nun 103. maddesi yeniden düzenlenmiş, 226. maddenin 1. fıkrasının a ve b bentleri, 103. maddenin birinci fıkrasına c ve d fıkrası olarak eklenmiş, eklenen bu bentler 226. maddeden çıkartılmıştır. Fuhuş başlıklı 227. maddenin 1. fıkrasında, çocuğu fuhşa teşvik eden, fuhşu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuk fuhşuna aracılık eden kişiler için öngörülen ceza ağırlaştırılmalı, ayrıca çocuğun 15 yaşından küçük olması hali ayrıca ağırlatıcı sebep olmalıdır. 103. maddeye cinsel istismarın, fuhuş kapsamında gerçekleşmesi halinde, fuhuş yapan çocuk kaç yaşında olursa olsun, rızasının varlığının kabul edilemeyeceği belirtilmelidir. Bilindiği üzere çocukla fuhuş halinde, fuhuş yapan fail TCK’nun 103 veya 104. maddeleri uyarınca cezalandırılacaktır. Bu halde çocuğun rızasının varlığı hükmedilecek yaptırımda etkili olacaktır. Ancak fuhuş yapan çocuğun yaşı kaç olursa olsun, eylemin rıza hilafına gerçekleştiği kabul edilmeli ve yaptırım buna göre belirlenmelidir. Dolayısıyla 15-18 yaş arasın çocuk, rızasıyla fuhuş yaparak cinsel ilişkiye girmişse, eylemin 104 değil, 103. madde uyarınca cezalandırılması sağlanmalıdır. Fuhşa sürüklenen kişinin tedavi ve terapiye tabi tutulması, fuhşa sürüklenen kişinin kamu sağlığını tehlikeye düşürecek olmasına bağlı olmalı ve “Fuhşa sürüklenen kişi, kamu sağlığını tehlikeye düşürecek ise tedaviye veya psikolojik terapiye tabi tutulabilir”. şeklinde düzenlenmelidir. Zira fuhşa sürüklenen kişilere her türlü ekonomik, psikolojik ve sosyal desteğin istemi halinde verileceği açıktır. Düzenlemenin de bu şekilde olması gerekir. Ancak bunu zorunlu hale getirmek ve/veya fuhşa sürüklenen kişinin rızası hilafına hükmetmek, fuhuş yapması suç olarak kabul etmek anlamına gelecektir. Zira ceza hukuku uyarınca bir kişi hakkında ceza veya güvenlik tedbirine hükmedebilmek için gerçekleştirdiği eylemin suç olması gerekir. Maddedeki “terapi veya tedavinin” ceza hukuku yaptırımı olmadığı iddia ediliyorsa, ceza kanununda düzenlenmesinin hatalı olduğu açıktır. Hileli evlenme suçuna ilişkin olarak; TCK madde 230/3. fıkradaki, “gerçek kimliğini saklamak suretiyle bir başkasıyla evlenme işlemi yaptıran” şeklindeki suçun unsurları açık, belli değildir. Bu hükümdeki, ‘kimlik’ kavramı ile neyin kastedildiği, hangi bilgilerin saklanması halinde suçun oluşacağı, kanunilik ilkesi de göz önüne alındığında açık, net bir şekilde “evliliğin butlanı veya yokluğu sonucunu doğuracak bilgilerin saklanması” olarak değiştirilmelidir. Bu bakımdan “(3) Evlenmenin butlanı sonucunu doğuracak hususlarda gerçeği saklamak suretiyle bir başkasıyla evlenme işlemi yaptıran kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmelidir. TCK’nun 230. maddesinin 5 ve 6. fıkralarına evlenmenin dinsel törenini yaptıranların çocuk olması hali ağırlatıcı sebep olarak öngörülmelidir. Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali Aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali başlıklı 233. maddenin 3. fıkrası kanunilik ilkesine uygun hale getirilmelidir. Zira 3. Fıkra uyarınca suçun oluşması için çocu- ğun “güvenlik, sağlık veya ahlakının” tehlikeye sokulması gerekir. Ahlakın tehlikeye sokulması kavramı, muğlak ve değişken bir kavram olduğundan kanunilik ilkesine uygun değildir. TCK’nun 233. maddesinin 3. fıkrası kanunilik ilkesine uygun değildir. Gerçekten bu fıkraya göre , “velayet hakları kaldırılmış olsa da, itiyadi sarhoşluk, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılması ya da onur kırıcı tavır ve hareketlerin sonucu maddi ve manevi özen noksanlığı nedeniyle çocuklarının ahlak, güvenlik ve sağlığını ağır şekilde tehlikeye sokan ana veya baba” … cezalandırılacaktır. Çocuğun “ahlakının tehlikeye sokulması” kavramı, kanunilik ilkesine aykırıdır. Nitekim Alman Ceza Kanunu’nun aynı suçun düzenlendiği 171. paragrafında sadece “sağlığın bozulması” yaptırıma bağlanmıştır. Alman Ceza Kanunu’nun özen (yardım ve bakım) ve eğitim yükümlülüğünü ihlali başlıklı 171. paragrafına göre, 16 yaşından küçük birine karşı yardım, bakım ve eğitim yükümlülüğünü ağır bir şekilde ihlal ederek korunanın suça yönelik bir yaşam tarzı sürmesi veya fuhşa sürüklenmesi tehlikesine sebep olan, ruhsal veya bedensel gelişimi ağır bir şekilde tehlikeye sokan kişi, üç yıla kadar hapis cezası veya para cezası ile cezalandırılır. Alman Ceza Kanunu’ndaki düzenlemenin kanunilik ilkesine uygun olduğu açıktır. Zira maddede çocuğun “ahlaki gelişiminin tehlikeye sokulması” gibi belirsiz bir kavram yerine daha somut, açık ve anlaşılabilir bir kavram olan “çocuğun suça yönelik bir yaşam tarzı sürdürmesi veya fuhşa sürüklenme tehlikesi” kavramına yer verilmiştir. Alman Ceza Kanunu’nun 171. Paragrafının eski metninde çocuğun bedensel veya ahlaki gelişiminin tehlikeye sokulması kavramları mevcuttu. Ancak Alman Hukukunda bu kavramı uygulamada aşılamaz yorum zorlukları çıkardığı da kabul edilmekteydi. Bu nedenle madde değiştirilirken kanunilik ilkesi bakımından tartışılabilir olan kavramlar madde metninden ayıklanmıştır. Genital muayene suçuna ilişkin olarak; Genital muayene suçunun düzenlendiği TCK 287. madde açık bir şekilde bekaret kontrollerini de kapsar şekilde düzenlenmelidir. Şayet bekaret kontrolü suça ilişkin delil elde etmek amacıyla, bir ceza muhakemesi faaliyeti çerçevesinde yapılmakta ise unsurları gerçekleştiğinde 287. maddede düzenlenen suç sözkonusu olmaktadır. Ancak delil elde etmek, şüpheli/sanığı tespit etmek amacı yoksa, geçmiş dönemlerde yurt müdürlerinin yaptırdığı gibi veya anne baba tarafından sadece merak saiki ile yaptırılması hali ayrıca tanımlanmalı ve yaptırıma bağlanmalıdır. 287. madde Kanunda Adliyeye Karşı Suçlar kısmında düzenlenmiştir. Bu bakımdan herhangi bir suçla ilişkilendirilemeyen bekaret kontrollerinin yaptırıma bağlanması için ek fıkra getirilmelidir. Bu arada madenin birinci fıkrasındaki “ve” bağlacı da “veya” bağlacı olarak düzeltilmelidir. 8 MART ’ 14 69 Zira bekaret kavramı kadına yönelik şiddetin bir başka çeşididir. Kadınların hayatında silinmesi güç izler bırakan bekaret tabiri baz alınarak yapılan uygulamalar, kadın bedeninin namus adına denetim ve baskı altında tutulmasıdır. Bu nedenle bekaret kontrolü adı altında ya da buna sebep olacak uygulamaların kadının rızası dışında yapılması da önlenmelidir. Maddeye şöyle bir fıkra eklenmelidir; “(3) Kişinin kendi istemi dışında herhangi bir sebeple bekaret kontrolüne gönderen veya bekaret muayenesi yapan kişi hakkında halinde üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesine fıkra eklenerek cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan mahkum olanların şartla salıverilme süreleri uzatılmalıdır. Şöyle bir fıkra eklenmesi önerilmektedir; “Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmiş olanlar 36 yılını müebbet hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar 30 yılını, süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar cezalarının 3/4’ünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler”. 70 8 MART ’ 14 Ceza Muhakemesi Kanunu 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesine 15. fıkra eklenerek, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun kadına karşı fiziksel ve cinsel şiddet içeren suçlarda uygulanamayacağı belirtilmelidir. İstanbul Sözleşmesi (m. 45) kadına karşı fiziksel ve cinsel şiddet içeren eylemler nedeniyle uygulanan yaptırımların etkin ve caydırıcı olması gerektiğini belirtmektedir. Önerilen ek fıkra; “Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, kadına karşı cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle işlenen fiziksel ve cinsel şiddet içeren suçlarda uygulanmaz.” Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253 ve devamı maddelerinde düzenlenen uzlaşma hükümlerinin ve diğer zorunlu alternatif çözüm süreçlerinin kadına yönelik şiddet içeren eylemlerde uygulanmayacağına ilişkin düzenleme yapılmalıdır. Zira İstanbul Sözleşmesinin 48. maddesinde “Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır”. düzenlemesi mevcuttur. Bu halde cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle uygulanan şiddet suçlarında uzlaşma hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmelidir. Önerilen düzenleme; “Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarla, kadına ve çocuğa karşı cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle suçlar ile aile içi şiddet içeren suçlarda uzlaştırma yoluna gidilemez”. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi değiştirilerek, Baroların Kadın ve Çocuk Hakları Komisyonlarının da Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesinin ilgili maddeleri uyarınca müdahil olma hakkı tanınmalı, bu suretle soruşturma ve kovuşturmanın etkinliği arttırılmalıdır. Önerilen değişiklik; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar Türkiye Barolar Birliği, Barolar, Baroların Kadın ve Çocuk Hakları birimleri gerekli gördükleri hallerde kadın ve çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısı ile ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler”. 15-18 YAŞ ARASI RIZAEN CİNSEL İLİŞKİDE KİM SUÇLU? Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar kapsamında yaptığımız 9 Kasım 2013 tarihli panel ve öncesinde 30 Ekim 2013 tarihli yasa değişikliği önerisi çalışmalarımız sırasında hemen her madde de doktrin, uygulama ve Yargıtay ile benzer düşüncelerde buluşsak da 104. madde konusunda farklı görüşler mevcuttu. 104. madde gelenekçi ve korumacı yanımızla hukuk tekniğine uygun suç ihdas edilmesi arasında derin sorunlar içeriyor. Madde, Reşit Olmayanla Cinsel İlişki başlığı altında, “Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde. Önemli bir çoğunluğumuz rıza ile de olsa 15-18 yaş arası çocuklar arasında cinsel ilişkinin suç sayılması gerektiğini savundu. Korumacı ebeveyn yanımız belki de haklı sayılabilecek bir başkaldırı da bulundu. Konu üzerine düşünmeye, yaşanmış örnekleri dinlemeye başlayınca, madde içeriğini yeni baştan okuduk, mevcut durumda,şikayet olmadığı sürece rıza ile cinsel ilişkinin 15-18 yaş arasında suç olmadığını gördük önce, yani ancak taraflardan biri şikayet de bulunursa suç oluşuyordu daha da açığı zaten 15-18 yaş arasında rızaen cinsel ilişki özgürlüğü bu anlamda yasa tarafından tanınmış durumda.Diğer yandan cinsel ilişkinin işteş bir eylem olduğu ve rıza ile gerçekleştiği düşünüldüğünde kimin eylemin faili, kimin mağduru olduğu ancak şikayet edenin kim olduğuna bağlı olarak değişiyor. Tüm tartışmalarımıza rağmenyasanın gerekçesinde açıklandığı üzere bu yaş grubundaki çocuklarda irade yeteneğinin normatif zayıflığı nedeniyle rızanın olup olmadığını anlayabilmenin zor olacağı kaygısı ile yasa değişikliği önerimizi; “Reşit olmayanla cinsel ilişki Madde 104- (1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fail mağdurdan üç yaştan daha büyük ise, şikayet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır.” şeklinde sunduk. Av. Afet Gülen Köse Kadın Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Bu şekilde 15-18 yaş arasındaki rızaen cinsel ilişkiyi 15-18 yaş arasında şikayete tabi olmak kaydı ile suç olarak mevcut şekli ile kabul edip, eylemin taraflarından birinin yetişkin olması yani 3 yaş büyük olması halinde suçun cezasında arttırım nedeni öngördük. Buradaki maksadımız çocuk gelinlerin azalması için, cezanın caydırıcı olmasını sağlayabilmek idi. Anayasa Mahkemesi 23.11.2005 tarihinde maddenin yaş farkına ilişkin arttırım sebebi içeren ikinci fıkrasını iptal etmiş olsa da Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi yaş sınırının cezai olarak artırım sebebi kabul edilebileceğini net bir biçimde belirttiğinden ve suçun basit halindeki cezanın çocuk gelinler sorununda da caydırıcı bir etkiye sahip olmaması nazara alınarak ikinci fıkradakiarttırım maddesi düzenlenmiştir. Yasa değişikliği önerimizde çalışma grubumuza başkanlık eden değerli hocamız Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu1, 104. maddede suçun failinin ancak 1 Prof. Dr. Ayşe Nuhoğlu,‘Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Değişik Önerilerin Değerlendirilmesi’ konulu 09.10.2013 tarihli panel T...liği. 8 MART ’ 14 71 ergin kişi olabileceğini öngören bir değişiklik önerisi getirdi ve bu maddede değişiklik önerisi bakımından 2 farklı görüşümüz oldu. Değerli hocamız‘Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Değişik Önerilerin Değerlendirilmesi’ konulu 09.10.2013 tarihli paneldeProf. Dr. Ayşe Nuhoğlu maddenin kapsamı gereği, rızanın olduğunu, cebir, şiddet veya tehdit var ise her koşulda 103. madde kapsamında suç olduğunu, ancak rıza var ise her ikisi de çocuk olan taraflardan şikayet edeni müşteki, diğer tarafı sanık addetmenin hukuk mantığı içinde doğru olmadığını, dolayısı ile maddenin “1.Cebir veya tehdit veya hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan ergin kişi, şikayet üzerine iki yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2. Fail mağdurdan üç yaştan daha büyük ise, şikayet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır..” şeklinde olması gerektiğini ifade etmiş,Kadına Yönelik Şiddet Bağlamında Ceza Mevzuatında Değişiklik Önerisiadlı makalesinde, “Maddede yapılacak düzenleme ile 15-18 yaş arası çocukla, çocuğun rızasıyla cinsel ilişkiye giren yetişkinin cezalandırılması sağlanmalı, her ikisinin de çocuk olması hali cezasızlık sebebi olarak öngörülmelidir. Bu halde Medeni Kanun hükümleri uyarınca evlenme ehliyetine sahip olmayanların, dini nikahla evlenmelerinin önlen- 72 8 MART ’ 14 mesi için, “evlenmenin dinsel törenini” yapma suçunun düzenlendiği TCK’nun 230. maddesine getirilecek bir fıkra ile evlenmenin dinsel töreni yapılan tarafların 18 yaşından küçük olması hali ağırlatıcı sebep olarak öngörüldükten sonra, bir başka ağırlatıcı sebep olarak bu çocuklar arasında cinsel ilişkinin gerçekleşmiş olması öngörülmelidir. Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi yaş sınırının cezai olarak artırım sebebi kabul edilebileceğini net bir biçimde açıklamıştır.” diyerek değişiklik önerisinin gerekçesini açıklamıştır. Aynı panelde aramızda değerli Yargıtay Üyeleri de vardı ve yine dergimizde de makalesi yer alan Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı Namık Genel, “rıza ile meydana gelen cinsel istismar suçlarında suçun iki süjesinin de çocuk olması ve eylem sonrası evlenmelerin kanun tarafından himaye edilmemesi gibi konuların” önemli mağduriyetlere sebebiyet verdiğini ve yasanın bu anlamda değişmesi gerektiğini ifade etti.Değerli Savcı Namık Genel2, “Türk Ceza Kanunu’nda Düzenlenen Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Temel Sorunlar” başlıklı makalesinde “Nihayet yine çok önemli bir sorun olarak 15 yaşından küçük mağdurlara yönelik olarak cebir, tehdit, hile 2 Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Namık Genel,“Türk Ceza Kanunu’nda Düzenlenen Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Temel Sorunlar” başlıklı makalesi. veya kanunda aranan diğer şartlar bulunmaksızın gerçekleştirilen cinsel davranışlar sonucu oluşan çocuğun cinsel istismarı suçlarında, eylemin sonrasında ortaya çıkan evlenmelerin hukuken koruma altına alınmamasıdır.” demiştir. ahlak, genel adap, geleneksek değer yargıları olmayıp, kişinin cinsel tercih hak ve özgürlüğü olması nedeniyle yeni TCK’da cinsel suçların koruduğu hukuksal değer, bireyin özgürce cinsel tercihini belirlemesi olarak kabul edilmiştir.4 Ancak sayın Savcı, 104. madde kapsamında cinsel ilişki kuran herkesin evlenme ile devlet korumasından faydalanmasını öngörmemekte, “Ancak bu konu yeni yapılacak düzenlemede nazara alınmalı, bahsedilen husus rızayla gerçekleşen eylemlerde ve mağdur ile fail arasında 5 yaştan fazla bir farkın korunmadığı bir düzenlemeye ilişkin olmalıdır. Zira bu türden bir yaş farkının korunmadığı bir düzenlemede de ülkenin “çocuk gelinleri” meselesinin önüne geçilemeyecektir.” demektedir. Yasa koyucu, 104. madde hükmüyle onbeş yaşını bitirmiş, ancak henüz on sekiz yaşını bitirmemiş olan çocuğun, normal koşullarda gerçekleştirdiği davranışların hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğine sahip olmakla birlikte, davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olabileceği gerçeğinden hareketle, irade yeteneğinin zayıflığı normatif olarak (yeni TCK mad. 31/3) kabul edilen bu yaş grubundaki çocuklarla, cebir tehdit ve hile olmaksızın gerçekleştirilen cinsel ilişkide varsayılan cebrin varlığını kabul ederek, bu eylemi bireyin cinsel özgürlüğüne yönelik sayarak cezalandırmak suretiyle suç mağduru çocuğu korumayı amaçlamıştır. TMK’nun 16. maddesi hükmüne göre, ayırt etme gücüne sahip küçükler kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları yasal temsilcilerinin rızasına gerek bulunmadan kullanabilirler. Cinsel tercih hak ve özgürlüğü de bu kapsamdadır. Bu itibarla, bu suçun soruşturulması ve kovuşturulması suçtan zarar görenin şikayetine bağlı tutulmuştur.5 Doktrinde “Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçu”nda korunmak istenen hukuki yarar tartışılmıştır:Bu suçta bireylerin cinsel tercih hakları ve özgürlükleri korunmak istenmiştir.3 Bu suçla korunmak istenen hukuksal yarar, suçun düzenlendiği bölüm başlığından da anlaşıldığı üzere kişinin bireysel cinsel tercih hak ve özgürlüğüdür. Günümüz çağdaş toplumunun değişmiş yapısı, cinsel suçların hukuksal değer görüşünü oldukça değiştirmiş olup, bu değer artık Eski TCK’nda benimsenen haliyle genel 3 Remzi Gündüz, Veysel Gültaş, Cinsel Suçlar, Ankara,2013. 4 Parlar, Hatipoğlu, Ağır Ceza Davaları, Ankara, 2007. 5 Ünver, Yener, Özellikle Cinsel Suçlar Alanında Olmak Üzere, Kadınlarla İlgili Ceza Hukuku Görülmektedir ki, 15-18 yaş arasında TCK’da cinsel tercih hak ve özgürlüğü korunmuş, ancak şikayete bağlı olarak bu suçun kovuşturulmasına izin verilmiştir. 104. madde de cebir, tehdit, hile olmaksızın rızaen birlikte olduğu kabul edilen 15-18 yaş arası çocuklardan birinin şikayet etmesi halinde şikayet edeni mağdur, şikayet edileni mağdur yapan ve burada 15-18 yaş arasındaki çocuğun rızasından emin olunamayacağını söyleyip bir yandan da eylemin suç olmasını onun şikayetine bağlayan madde metni bakıldığında konuyu inceleyen doktrin, uygulama ve Yargıtay üyelerince hukuk tekniği açısından yerinde bulunmamaktadır. caydırıcı bir etkiye sahip olmaması nedeniyle,Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi yaş sınırının cezai olarak artırım sebebi kabul edilebileceği net olarak açıklandığından,suçun ikinci fıkrasının hazırlanarak yaş farkınınarttırım maddesi olarak düzenlenmesi *hem doktrin, hem uygulama ve Yargıtay üyelerinin ortak istemi olduğu dikkate alınarak* son derece önemlidir. Şu halde kazuistik şekilde yasa ile toplum dizayn etme çabası yerine, 15-18 yaş arasında kabul edilmiş cinsel tercih hak ve özgürlüğünün samimi olarak arkasında durup, bu yaş grubunda rızaen cinsel ilişki halinde cezasızlık sebebi öngörülmeli,15-18 yaş arası çocukla, çocuğun rızasıyla cinsel ilişkiye giren yetişkinin cezalandırılması sağlanmalı,eğer 15-18 yaş arası çocuklar arasında cinsel ilişki yönünden rıza yok ise -cebir tehdit hile var ise -TCK 103. maddenin işletilmesi ve uygulamadaki mağduriyetlerin önüne geçilmesi gerekmektedir. Diğer yandan Reşit Olmayanla Cinsel İlişki suçununbasit halindeki cezanın çocuk gelinler sorununda Normlarındaki Değişim ve Türkiye’deki Durum, Adalet Yüksekokulu, 20. Yıl Armağanı, İstanbul 2001. 8 MART ’ 14 73 GÜNEŞLE YARIŞAN Güneş batıyor pencereden, erik ağacının dalları arasından. Ayrı bir huzur ayrı bir keyifti her akşam elinde ne iş olursa olsun anılarla birlikte güneşi batırıyor olmak. Yıllar önce büyükanne ile yaşadıkları, kocaman bir göl üzerinde karadan kopuk, kadınları fazlasıyla hayatın sillesini yemiş ama yine de etrafındaki beşerle uyumlu yaşamayı kabullenen ve başaran; mahalle bile denemeyecek o minicik, kendi halinde köyü gelirdi aklına her güneşi batırışında. Güneşin karşı dağlardan yüzünü kızartmaya başladığında babaannesinin çaydanlığın altını yaktığı, yerde kurulu küçük sofralarında çay bardaklarına atılan kaşıkların sesinin okul zili gibi etrafı çın çın çınlattığı, her sabah bu sesle okula gideceği günleri iple çektiği günlerdi o günler. Dizini kırıp sofraya otururdu, yılların yüzüne çizgilerini attığı, saçlarını ağartığı başını dağ kekiği motifli yazmasıyla dadıklamış, elma yanaklı Suna Nenesi ile her sabah. Keçileri İhsan’ın peynirini pidelerinin üzerine sürerlerdi, o mis gibi saçta pişen pidelerinin üzerine. Hergün balıktan döndüklerinde İhsan ve maiyetini ormanın yanındaki o küçük çayırda 74 8 MART ’ 14 otlatmayı ihmal etmez, envai çeşit bitkiyi, börtü böceği hayallerine ortak ederdi Barçın. Belki de o yüzden bu kadar lezzetliydi İhsan’ın peyniri. Ogün yine balığa çıkacaklardı küçük sallarıyla, Beyşehir Gölü’ne. Yağmur yağmaz şansları yaver giderse akşama tekir kedileriyle kendilerine katık çıkacak, kalanını da pabuç parası yapacaktı nenesi ona. Yörük Dede gelirmiydi acaba bu akşam güneş batmadan, belki ikisi birlikte batırırlardı güneşi yine öyküleri eşliğinde Yörük dede’nin diye içi pır pırdı. Barçın her akşam göl kıyısındaki taşına, Dedegül dağlarının karlı doruklarında, bıçak gibi sırtlarında, taç gibi örülmüş zirvelerinde güneşi yatırmaya otururdu. Mevsim yazsa kurbağa sesleri ninni olurdu güneşin uykusuna, kışsa karabatak . Yörük Dede’yi tanıdığı an, yine böyle güneşin batarken gökyüzünü renkten renge boyadığı ama çokçası kıpkızıl bir akşamdı. “Elim hamursuzdu ama kadın işine karıştım.” diyerek oturmuştu Yörük Dede yanına Barçın’ın avucuna kuru bir deniz atını koyarak. İrkildi önce Barçın. Bir, yanına oturan Av. Gülcan Karayel daha önce hiç görmediği yaşlı adama, bir avucundaki tuhaf yaratığa bakakalmıştı. Korkma korkma yabancı değilim evlat, yıllar var ki gelirim ben buralara, ta nerelerden akdenizin berrak sularından nice zahmetle topladıklarımı içine attığım harçlığımdır sırtımda taşıdığım şu erdem çuvalı diyerek ağzı gemici düğümüyle bağlanmış yanındaki çuvalı göstermişti. Yolum sizin köyünüzden geçer, nenen de bilir beni, rüyasında beni gören göçüp gitmişleri de bu adanın diyerek eliyle göstermişti ormanın yanındaki mezarlığı. Konuştukça beyaz sakalı da dans ediyordu çenesinde; O avucunda tuttuğun denizatıdır. Tek dik duranıdır deniz hayvanlarının içinde. Ama başını öne öyle bir eğmiştir ki erdemli bir at başı gibidir derken. Barçın bir yandan ihtyarı dinliyor bir yandan avucunda tuttuğu ve ilk defa gördüğü şeye anlam vermeye çalışıyordu. Evet başı bir at başı gibiydi. Ve sırtı balık pulları ile değil kemik gibi düğmelerle kaplanmıştı bu at mı kurt mu tırtıl mı olduğunu anlayamadığı canlının. Devam etti yaşlı adam sözlerine zırh gibi değil mi deyip parmağını denizatının gövdesinde gezdirerek. Ancak, bu ağır zırhın altında bile bir peri kadar hafif ve zarif süzülürler. Bak bu görmüş olduğun çuvalın içinde canlı turuncudan, turkuvaz mavisine kadar daha binlercesi var dedi ve çözdü düğümünü erdem çuvalının. Meraklı iki peliği de daldı çuvalın içine altınsarısı başaklar gibi Barçın’ın. Avucunda tuttuğunun daha parlak ve renkli olanından binlercesi vardı çuvalın içinde. Nihayet; koca bir çığlığı dudaklarına sürüp eyy ama bunlar kıpraşıyor ve ne kadar değişik renkleri var, bilye gibi diyerek konuşabilmişti şaşkınlıkla. Evet dedi yaşlı adam yeni çıktılar denizden gidecekler çoğusu ilaç olup insanoğunun boğazına, süs olup akvaryumlarına, toz olup can verecek yeni nesillerine. Bakma böyle küçük olduklarına, aşkları çok büyüktür bunların. Hani aşk; sana bana nice arkadaşına canveren, doğurtan ve insanoğlunun dilinden bir türlü düşüremediği. Seni anan doğurdu ama bunların babaları doğurur çocuklarını. Tutunup bir yosuna 40 gün 40 gece hareketsiz beklerler minik bebeklerini doğurmak için. Kimisi dayanamayıp can verir baba denizatlarının çoğukez. Sırf gönüllerini kazanmak, el üstünde tutmak için anne denizatlarının; karınlarını gösterirler hanım sen zahmet etme ben büyütürüm çocuklarımı dercesine. Hiç de pişman olmazlar öyle arkadaşlarına dert yanıp “elim hamursuzdu hanım işine karıştım” diye. Yaşlı adam anlattıkça kıkırdıyordu Barçın duydukları karşısında gözü bir yandan da, dedegül dağının karlı tacı arasında uykuya dalmakta olan güneşte. Ama lanetli olduğuna, kurutulmuşunun hatta resminin bile uğursuzluk getirdiğine inanan insanlar da var tabi diyerek kapatıp erdem çuvalının ağzını oturmuştu birlikte güneşi batıracakları kayanın üzerine Yörük dede O günden sonra Barçın boynuna kolye yaptığı kurutulmuş deniz atıyla birlikte batıracaktı güneşini etrafı göl ve gölün üzerinde bir ada olan köylerinin taşında. Şaşırarak büyüdü bu adaköyünde, çoğusu sorgulayarak, çoğusu şüphe içinde. Buna sebep gördüğü rüyalardı ki bunlarda Yörük dede el ayak çekilince, çuvalındaki denizatlarından köydeki her evin kapısına asılmış kepçelerin içine birer ikişer koyup, köyün kedilerine de göz hakkı verip sırtında çuvalı küçük salına atlayıp kayboluyordu gölün ortasında. Sal bazen denizatına dönüşmüş taşıyordu küçük köylerine el sallayan bu yaşlı adamı karşı kıyıya. Şaşırıyordu çünkü köylerine gelen belgeselcilere etrafımız, deniz, göl, bir adanın içinde kıstırılmış kalmışız, kış günü pek zor, yolsuzluk, sokaksızlık pek zor, yağmur yağar hava bozar, Gedikli’ye geçemeyiz, çocuklarımız okula gidemez der bir kadın, bebeğim yaşasaydı şimdi 20 yaşında olacaktı diyordu sal üstünde vaktinde hastanede olamayan bir diğeri, bir adam; çocuklarımız okul çağına gelince, şehirde; otobüs, apartman gördü mü şaşırıyor diyordu, bir diğeri, buraya gelenler buraya cennet diyorlar, kalıp bikaç gün gidiyola oysaki yaşasalar hayatımız pek zor diyordu . Ama nasıl oluyordu da buna rağmen,- bunca zorluğa rağmen,bu köyün topu birden Yörük çadırının direği kadındır diyordu, hatta kediler bile sırnaşırken kadınların ayaklarına bunu dercesine, herkes yaşlıya, kadına saygılı, yardımseverdi. Muzipti, hayalciydi, sevecendi. Erdem, onur, yakıştırılabilirdi belki dünyanın en anlamlı,en kutsal eylemini yapabilen, adına denizatı denilen bu küçük canlıya,ama hayat veren üzerinde yaşadığımız ve bunca nimetine, bunca güzelliğine, bunca bereketine, bunca imkanına rağmen birbirimizi pek sevemediğimiz, anlayamadığımız, değerini bilemediğimiz bu dünyanın, güneşini batırmak kadar hatta zirvede batırmak kadar anlamlı olabilecek eylemi, doğurabilen kadınlar batırsınlar anlaşılmayı umud ederek diye düşündü Barçın batırırken güneşini erik ağacının dalları arasında telefonuna düşen mesajına bakarak. Mağdur:Gül Dede. Yaş:15 Büyükçekmece çocuk büro amirliği :suç: Cinsel istismar. KAYNAKLAR • Hepimiz olduğumuz yerde yaşıyoruz. Başka yerler, başka hayatlar da var. Tırnak içinde “Farkındalık” diyen kısa film: Mada Adası -Musa Ak Belgeseli . • TÜBİTAK Dergisi:Denizatı 8 MART ’ 14 75 TÜRK CEZA KANUNU’NDA DÜZENLENEN CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLARDA TEMEL SORUNLAR Özet 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK), cinsel suçların anlaşılması ve uygulanması bakımından 765 Sayılı TCK’dan farklı ve yeni bir bakış açısı ortaya koymuştur. Bu farklı bakış açısı, cinsel suçların anlaşılması ve uygulanmasında netlik arz etmeyen bir kısım sıkıntılı alanların oluşmasına neden olmuş, Yargıtay 5 ve 14. Ceza Dairesi de içtihatlarıyla soruna çözüm bulmaya çalışmıştır. Ancak cinsel davranış kavramının içeriğinin belirlenmesi, mağdurun eyleme rızasızlığı, mağdurun ruh sağlığının bozulup bozulmadığı, bir kısım eylemlerin cinsel taciz suçu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, basit cinsel saldırı ve istismar suçlarında bazı eylemlerin suç ve cezaların oranlılığı ilkesine aykırı düşmesi, reşit olmayanla cinsel ilişki suçunda mağdur ve failin belirlenmesi, ensest’in bağımsız bir suç olarak kanunda düzenlenmemiş olması, rıza ile meydana gelen cinsel istismar suçlarında suçun iki süjesinin de çocuk olması ve eylem sonrası evlenmelerin kanun tarafından himaye edilmemesi gibi konularda, yasa koyucunun arzu etmediği sonuçların ortaya çıkmasının önüne geçilememiştir. 76 8 MART ’ 14 Anahtar Kelimeler:Cinsel Davranış, Mağdurun Eyleme Rızasızlığı, Suç Ve Cezaların Oranlılığı, Ensest, Eylem Sonrası Evlenme, Ruh Sağlığının Bozulması, Cinsel Taciz, Reşit Olmayanla Cinsel İlişki, GİRİŞ Irza geçme, ırz ve namusa tasaddi, reşit olmayanlarla cinsi münasebet, söz atma ve sarkıntılık suçları 765 sayılı TCK’da”Adabı Umumiye veNizamı Aile Aleyhine Cürümler”başlığı altında düzenlenmiş iken 5237 sayılı yeni TCK’da cinselliğin artık bir bireysel özgürlük değeri olarak kabul edilip “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmiştir. Bu yaklaşım farklılığının sonucu olarak kadın-kız ayrımı kaldırılmış, evlilik içinde ırza geçme açıkça suç olarak kabul edilmiş, evlenme vaadiyle kızlık bozma suçuna yer verilmemiş, cinsel suçlara maruz kalan ile evlenen sanık ve diğer suç ortaklarının cezasız kalması ihtimali ortadan kalkmış, mağdurun cinsiyeti önemini kaybetmiş ve cezanın belirlenmesinde bakireliğin kaybı beden ve ruh sağlığının bozulmasına neden olmamak kaydıyla ölçü olmaktan çıkarılmıştır. Cinsel saldırı suçunun bir özgürlük değerini Namık Genel Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ihlal ettiği kabul edildiğinden, bu değerin evlenme ile tamir edilemeyeceği de kabul edilmiştir. Doktrinde bölüm başlığının, “Cinsel Özgürlüğe Karşı Suçlar” olarak belirlenmesinin gerektiği, zira bu suçların kişinin cinsel özgürlüğüne saldırı oluşturan veya bu özgürlüğe aykırı olan davranışlar olduğu, esasen kanun sistematiğine daha uygun bir bakış açısıyla eleştiri konusu olmuştur.1 5237 sayılı TCK Sistemi cinsel dokunulmazlığa karşı suçları; cinsel saldırı (Md. 102), çocuğun cinsel istismarı (Md. 103), cinsel ilişki (Md. 104) ve cinsel taciz (Md. 105) adı altında dört ayrı suç başlığı altında düzenleme yoluna gitmiştir. Bu sayılanlardan ilk ikisine ilişkin olarak kanun metninde “cinsel davranış” olarak şekillenen fiziki temas, reşit olmayanla cinsel ilişki suçunda cinsiyet ayrımı gözetmeksizin iki kişinin cinsel birleşmesi aranırken, cinsel taciz suçunda fiziki teması içermeyen sadece cinsel içerikli sözler ve hareketler, ilgili suçların maddi unsurlarının oluşması için gerekli ve yeterli sayılmıştır. 1 Erdener Yurtcan, Yargıtay Kararları Işığında Cinsel Suçlar, İstanbul Barosu Yayınları, 1. Baskı İstanbul, Nisan 2009, s.12. TCK’nın 102/1 ve 103/1. maddelerinde organ sokma boyutuna varmayan cinsel saikle yapılan ve fiziki teması içeren davranışlar yaptırım altına alınırken, anılan kanun maddelerinin ikinci fıkralarında cinsel saik içermesi gerekmeyecek şekilde kanun metninde sayılan vücut boşluklarına yani vajinal, anal veya oral yoldan organ veya sair bir cismin ithal edilmesi gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın sisteminde 765 sayılı TCK’dan farklı ve yeni bir bakış açısıyla ele alınan cinsel suçların anlaşılması ve uygulanmasında netlik arz etmeyen ancak Yargıtay’ın uygulamalarıyla bu boşluğu doldurduğu kimi sıkıntılı alanlar oluşmuştur. Çalışmada bu konular üzerinde durulacaktır. I.Cinsel Davranış Kavramının İçeriğinin Belirlenmesinde Ortaya Çıkan Sorunlar TCK’nın 102 ve 103. maddelerinin metni ve gerekçelerinde, “cinsel davranış” kavramının ne olduğu üzerinde durulmaması, “Cinsel dokunulmazlık, kişilerin vücudu üzerinde cinsel davranışlarda bulunulması suretiyle ihlal edilir” ifadesiyle yetinilmesi ve cinsel davranış kavramının içeriğinin belirlenmesinin uygulamaya bırakılması, “cinsel davranış” kavramının içeriğinin belirlenmesinde farklı uygulamaların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum, kimi zaman bazı konularda kanunilik ilkesini zedeleyecek boyutta yorumlanmaya açık olduğu gibi kimi zaman söz konusu suçların basit hali için cinsel saiki arayan ölçütün suçun manevi unsuruyla karıştırılması, kimi zaman da fiziki teması içeren davranışların sanığın dış dünyaya yansıyan hareketlerine özgülenerek objektif şekilde mağdurun cinsel dokunulmazlığına yönelip yönelmediğinin tespit edilebilmesinin ihmali sonucunu doğurmuştur. Kanunun cinsel dokunulmazlığa karşı suçları inceleyen kısmının sistematiği, adı geçen suçların nitelikli hallerine ilişkin gerekçenin suçların basit haline yapmış olduğu atıf dikkate alındığında, kimi yazarların suçun oluşumu için cinsel arzuların tatmini amacını arayan yorumları ile yine kimi yazarların suçun maddi unsuru ile kastı ve hatta saiki birbirine karıştıran cinsel davranış tanımına ilişkin yorumlarının sorunu çözmekten öte derinleştirdiği görülmektedir. Bu meyanda suçun manevi unsurundan bahsetmekte de zorunluluk bulunmaktadır. “Cinsel saldırı suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Ancak, bulunması gereken kastın çeşiti konusunda öğretide üç farklı görüş vardır: 1) Bu suçun genel kastla işlenebilen bir suç olduğu, 2) Suçun temel şeklinin özel, vücuda organ veya sair cisim sokulması şeklinde işlenen nitelikli halinin ise genel kastla işlenebilen bir suç olduğu, 3) Cinsel saldırı suçunun her iki şeklinin de özel kastla işlenebileceği. Bir suç tanımının analiz edilmesinde bu kadar farklı görüşlerin ileri sürülebilmesi tanımın isabetli biçimde yapılma- dığını göstermektedir… Suç tanımına bakıldığında, cinsel saldırının her iki şekli bakımından da bu suçta aranan kast çeşitinin genel kast olduğu, cinsel tatmin özel kastına yer verilmediği görülmektedir. Madde metninde saike yer verilmemiştir. Fail, hareketinin cinsel hareket olduğunu bilmeli ve bu hareketi isteyerek yapmalıdır. Hareketin cinsel istekleri tatmine yönelik olması gerektiği madde metninden anlaşılmamaktadır. Hükmün gerekçesinde ise suçun temel şekli bakımından gerçekleştirilen hareketlerin objektif olarak şehevi nitelikte bulunmalarının yeterli olduğu, failin şehevi arzularının fiilen tatmin edilmiş olması gerekmediği, nitelikli şeklinde ise suçun temel şeklinin aksine nitelikli halin oluşabilmesi için gerçekleştirilen davranışın cinsel arzuların tatmini amacına yönelik olmasının şart olmadığı belirtilmektedir. Gerekçeye göre suçun temel şeklinde özel kastın aranması, nitelikli şeklinde ise genel kastla yetinilmesi gerekecektir. Yasa koyucunun hüküm metninin tamamlanmasını bu ölçüde Gerekçeye bırakması isabetli olmamıştır. Gerekçe hukuken yasa metnine dahil bulunmadığından, hüküm kapsamını bu yolla daraltmak veya genişletmek mümkün değildir. Temel cinsel saldırıda özel kast aranması, failin cinsel arzuları tatmin amacıyla eylemi gerçekleştirmediği hallerde suçun kasten yaralama veya hakaret sayılması sonucunu doğuracaktır. Vücuda organ veya sair cisim sokmada ise cinsel arzuları tatmin amacı bulunmasa da failin eylemi bilerek ve isteyerek 8 MART ’ 14 77 hareket etmiş olması bu suçun oluşması için yeterli görülecektir. Suçun işlenmesinde sadece doğrudan kastın mı aranacağı yoksa olası kastın da yeterli mi olacağı konusunda da öğretide farklı görüşler bulunmaktadır.”2 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte cinsel suçlar bakımından dikkat edilmesi gereken failin dış dünyaya yansıyan davranışlarının “cinsel davranış” olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği hususudur. Peki failin dış dünyaya yansıyan davranışlarının cinsel olup olmama içeriği nasıl belirlenecektir? Burada suçun maddi unsuru ve cinsel davranış aşağıda sayılan üç halde karşımıza çıkar: 1.Failin cinsel organları veya cinsel olmayan organları ile mağdurun cinsel organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren eylemler, 2.Failin cinsel organları ile mağdurun cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren eylemler, 3.Failin cinsel olmayan organları ile mağdurun yine cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren eylemler. 1 ve 2.hallerde ortaya çıkan durumlarda suçun maddi unsuruna ilişkin olarak bir belirleme yapmakta 2 78 Nur Centel, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Saldırı Suçu ve Cinsel Suçlar Değişiklik Tasarısı’nın Değerlendirilmesi, TBB Dergisi,Eylül 2012, Ankara s. 276-277. 8 MART ’ 14 bir zorluk bulunmamasına rağmen 3.halde sayılan durumlar için suçun maddi unsurunun belirlenmesinde cinsel davranışın nasıl tanımlandığına bağlı olarak ciddi bir karışıklık vardır. Uygulamada failin cinsel olmayan bir organla mağdurun cinsel olmayan bölgesine yapılan müdahaleler, “cinsel arzuları tatmin saiki” kriteriile gerekçelendirilse de esasen manevi unsur ile ilişkilendirilerek sorunun çözümüne gidilmektedir. Uygulayıcıların, suçun maddi unsuruna ilişkin olarak ve örnekteki şekilde de kimi zaman üstü örtülü olarak manevi unsura ilişkin olarak ortaya çıkan değerlendirmelerinin esasen cinsel davranışın içeriğinin belirlenmemesi veya göz ardı edilmesi nedeniyle söz konusu husustaki eksikliğin suçun manevi unsuruna ilişkin ve sıklıkla da suçun saiki ile kapatılması ihtiyacından kaynaklandığı ve suçun maddi unsurunun manevi unsur ile izah edilmesi gibi bir sonuca yol açtığı görülmektedir.Bu durumun ortaya çıkmasında kanun metninin gerekçesinin önemli rol oynadığı açıktır. Zira TCK’nın 102. maddesinin gerekçesinde bir yandan “Suçun temel şekline ilişkin maddi unsuru, kişinin vücudu üzerinde gerçekleştirilen, cinsel arzuları tatmin amacına yönelik fakat cinsel ilişkiye varmayan davranışları içermektedir…” denmekte iken, uygulamada bu tanımla aynı anda ortaya çıkması mümkün olduğu gibi tersinin deyani cinsel saikle birlikte olmaksızın ortaya çıkmasının sıklıkla mümkün bulunduğu şekilde gerekçenin devamında “ Suçun oluşması için gerçekleştirilen hareketlerin objektif olarak şehevi nitelikte bulunmaları yeterlidir…” denilmek suretiyle uygulamada çoğu kez farkına bile varılmayan sakıncalı sonuçlara yol açılmıştır. Zira kanunun metni, mağdurun cinsel dokunulmazlık alanını korumakta ve failin bu konudaki saikini suçun oluşumu için aramamaktadır. Bu anlamda cinsel davranışı kavramını ortaya çıkabilecek hiçbir durumu dışarıda bırakmayacak şekilde ve zorunlu olarak oldukça somut ve ayrıntılı biçimde tanımlamakta zorunluluk bulunmaktadır. Buna görecinsel davranış; failin cinsel organları veya cinsel olmayan organları veya başka bir materyal ile mağdurun cinsel organlarına yönelik olarak veya failin cinsel organları ile mağdurun cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren eylemler ile failin cinsel olmayan organları veya herhangi bir materyal ile mağdurun yine cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren ve halin icabı veya söylenen sözler nedeniyle mağdurun cinsel dokunulmazlık alanına yönelen eylemlerdir. Bu tanım karşısında yukarıda (c) bendinde sayılan eylemlerin cinsel saldırı veya cinsel istismar suçlarını oluşturup oluşturmayacağı konusunda belirleyici olabileceği, ancak bu sırada yapılan yorumlarda suçun maddi unsurunu oluşturan “cinsel davranış” meselesi ile suçun manevi unsuruna ilişkin kastın ve daha ötesi saikin karıştırılması tehlikesi yine mevcut olabilecektir.Şöyle ki; Failin cinsel olmayan organları veya herhangi bir materyal ile mağdurun cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren eylemler sırasında söylenen sözler esasen failin saikini izah etmeye yönelik olarak ele alınmamalıdır.Bu sözlerin veya halin icabının ele alınış şekli, failin dış dünyaya yansıyan ve fiziki teması da ve içeren hareketi ile birlikte bir bütün halinde mağdurun cinsel dokunulmazlık alanına yönelip yönelmediğinin belirlenmesinden ibaret olmalıdır. Mağdureyeve ailesine husumet besleyen bir failin bir nevi intikam isteğine bağlı olarak veyamağdureyi ve ailesini kızdırmak amacı veya mağdureyi tahkir amacı ile mağdurenin kürek kemiğine elindeki alelade bir sopa ile bir süre dokunup bu sırada da “Sen ne güzel bir şeysin” şeklinde sözler sarf ettiğini varsayalım.Fail burada mağdurun cinsel olmayan bir bölgesine cinsel olmayan bir materyalle dokunmaktadır ve hiçbir şekilde şehevi arzularını tatmin amacını gütmemektedir.Sanığınsaikimağdureyi ve ailesini tahkir etmektir.Cinsel arzuların tatmini amacını suçun oluşumu için gerekli gören anlayışta hiç şüphesiz söz konusu eylem cinsel saldırı veya istismar suçunu oluşturmayacaktır. Ancak cinsel davranışın yukarıda anılan tanımı dikkate alındığında, sanık fiziki teması içeren hareketi ve sözleri bir bütün halinde mağdurenin cinsel dokunulmazlık alanına yönelen cinsel davranışı oluşturup bu suretle suçun maddi unsuru tamamlanmakta ve sanığın dış alemde ortaya çıkardığı bu temas ve sözleri bilip istemesi ile de suçun kasıt unsuru ortaya çıkmış olmaktadır.Burada failin şehevi arzularını tatmin amacı taşıyıp taşımamasının bir önemi yoktur; durumun tartışılması ve sonuca bağlanması failin reel aleme yansıyan davranışlarının amacından bağımsız olarak ve objektif manada bu davranışın mağdurenin cinsel dokunulmazlık alanında ne anlam ifade ettiği ile ilgilidir. Buradan hareketle yinelemek gerekirse cinsel davranışın ne olduğu meselesinde açık bir tanım yapılması gerekliliğini göz ardı ederek suçun maddi unsuru ile kastı ve özel kastı birbirine karıştıran düşünceler olduğu ve sorunun faili eyleme iten nedenden bağımsız olarak mağdurun cinsel dokunulmazlık alanını ihlal eden “Cinsel Davranış” kavramının belirlenip tartışılması ile çözülebileceği, bunun sonrasında ise cinsel davranışı oluşturan eylemin bilinip istenmesi ile suçun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu görüşündeyim.Zira cinsel davranışın ne olduğunun belirlenmesinde zorluk ve karmaşa yaratan failin cinsel olmayan organları veya herhangi bir materyal ile mağdurun yine cinsel olmayan organlarına yönelik olarak gerçekleştirdiği fiziki teması içeren ve halin icabı veya söylenen sözler nedeniyle mağdurun cinsel dokunulmazlık alanına yönelen eylemlerdesöylenen sözler, suçun manevi unsurunun veya failin saikinin belirlenmesi ile ilgili olmayıp tamamen suçun maddi unsuru içinde değerlendirilmesi gereken ve cinsel davranış kavramı içinde ele alınması gereken dış dünyaya ilişkin hareketler olarak algılanması gerekmektedir. II. Mağdurun Eyleme Rızasızlığı Sorunu Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda fiilin hukuka aykırılığı konusu mağdurun rızasızlığından kaynaklanır. Bu konuda ilgili kanun metinleri açık bir tanım getirmemekle birlikte “hukuka aykırı davranış” tabiriyle konuyu çözümlemiştir. Ancak bu durum, uygulamada sıklıkla karşımıza çıkan şekilde mağdura yönelik ve mağdurdan habersiz şekilde ani fiziki temaslarda yetersiz kalmaktadır. Şöyle ki; yolda yürüdüğü esnada arkasından yaklaşan failin mağdurun bedenine yönelik ani bir temasının söz konusu olup eylemin bundan ibaret kaldığı durumlarda, “Rıza” veya “Rızasızlık” ne zaman ortaya çıkmıştır ya da ortaya çıkmış mıdır? Hiç şüphesiz bu gibi durumlarda mantıken ve ahlâken mağdurun tanımadığı bir kişinin bu yöndeki eylemine rıza göstereceğinden bahsedilemez. Esasen özel daire de konuyu kararlarına yansıtmamakla birlikte konuyu aynen bu çerçevede alıp zorunlu olarak “Varsayılan Bir Rızasızlık” kabulüyle eylemi cezalandırma yoluna gitmektedir. Özel Daire, söz konusu rızasızlığı, üstü örtülü olarak cebir kavramı içerisinde değerlendirmektedir. Nitekim doktrinde de özel daire ile paralel şekilde olan ve tarafımızca kabul görmeyen görüşe göre; cebir, 8 MART ’ 14 79 mutlak(visabsoluta) ve zorlayıcı(viscompulsiva) kuvveti kapsamaktadır. Burada mutlak bir kuvvete maruz kalan kimsenin iradesi tamamen devre dışı kaldığından, bu kimsenin cinsel saldırıya rıza gösterdiğinden bahsedilemez. Bu anlamda yolda yürümekte olan mağdura ansızın eliyle temas ederek cinsel arzuların tatminine yönelik bir davranışta bulunan fail, cebirle bu suçu işlemiş sayılır. Zira mağdur, karşı koyamayacağı bir cebrin etkisi altında fiile maruz kalmıştır. Failin sinsice ve çok hızlı bir şekilde kullandığı fiziksel kuvvet sebebiyle, mağdurun bu fiile ilişkin aksi yöndeki iradesini açıklama fırsatı bile kalmamıştır.3Ancak diğer yandan bu kabulün suç ve cezaların kanunla belirleneceği ilkesine çok da uyduğu söylenemez. Zira rıza veya rızasızlık ancak fiilin işlenmesinden önce mağdurun psişik aleminde oluşması gereken bir kavramdır. “Varsayılan Rızasızlık” kanunilik ilkesini zedeler. Bu sorun Uluslararası Ceza Mahkemesi cinsel suç tanımlamalarında,açık ve isabetli bir şekilde karşılanmıştır.UluslararasıCeza Mahkemesi, “Akayesu” davasında, cinsel faaliyetin ırza tecavüz niteliğinde olup olmadığının tespitine esas olacak kriterleri şu şekilde sıralamıştır;4 1. Mağdur veya üçüncü bir şahsa 3 4 80 Ahmet Caner Yenidünya, Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 11. Baskı, Ankara, 2011, s. 168. Ahmet Hamdi Topal, Uluslararası Ceza Yargılamalarında Cinsel Suçlar, On İki Levha Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, Ekim 2009, s. 181. 8 MART ’ 14 yönelik cinsel faaliyet, zor kullanma veya zor kullanma tehdidi eşliğinde gerçekleştirilmeli, 2. Mağdur veya üçüncü şahsa yönelik faaliyet, zor kullanma veya özellikle mağduru çaresiz kılan ya da mağdurun reddetme yeteneğini ortadan kaldıran diğer şartlar eşliğinde gerçekleştirilmeli veya 3.Cinsel faaliyet, mağdurun rızası olmaksızın gerçekleştirilmelidir. Burada bahsi geçen “…mağdurun reddetme yeteneğini ortadan kaldıran diğer şartlar eşliğinde…” ibaresinin kanun maddelerinin metinlerine veya en azından gerekçesine yerleştirilmesinin sorunun çözeceği düşünülmektedir. III.CinselSaldırı ve Çocuğun Cinsel İstismarı Suçlarında Mağdurun Olay Nedeniyle Ruh Sağlığının Bozulup Bozulmadığının Belirlenmesine İlişkin Sorunlar Hangi hallerin beden veya ruh sağlığını bozacağı kanunda gösterilmemiş, uygulamaya bırakılmıştır. Bu durum karşısında bu ağırlaşmış hallerin hekim raporu ile saptanması, duraksama halinde Adli Tıp Kurumu’ndan veya Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 7 ve 23. maddelerine göre teşekkül eden yükseköğretim kurumlarından görüş alınması gerekmektedir. Ruh sağlığındaki bozulmanın kalıcı olması gerekir. Yargıtay 14. Ceza Dairesince, Adli Tıp & İhtisas Kurulu’nun veya Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 7 ve 23. maddelerine göre teşekkül eden yüksek öğretim kurumlarından alınan raporlarda genel olarak ve çoğunlukla; raporun hükme esas alınabilmesi için “ruh sağlığındaki” bozulmanın kalıcılığına işaret eden kayıt bulunup bulunmaması bozma nedeni yapılmazken kimi bazı kararlarda bu hususa atıf yapılarak ruh sağlığındaki bozulmanın kalıcı olması gereğine işaret edilmiştir. “Adli Tıp Kurumunun bilinen istikrarlı uygulamalarına göre de, mağdurenin ruh sağlığındaki bozulmanın cezada artırım nedeni olabilmesi için eylem sonucunda mağdurenin ruh sağlınının bozulup bozulmadığına ilişkin tespitin, suç tarihinden itibaren en az 6 ay geçtikten sonra Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulu ya da Adli Tıp Kurumu Kanununun 7, 23 ve 31. maddeleri gereğince usulüne uygun şekilde teşekkül ettirilmiş Yükseköğrenim Kurumları veya birimlerine bağlı hastanelerden rapor alınarak yapılması ve bu bozulmanın kalıcı olup olmadığının saptanması gerektiği gözetilmeden, 18.08.2011 tarihinde gerçekleşen olay nedeniyle mağdurenin “Travma Sonrası Stres Bozukluğu + Depresif Bozukluk” tanısıyla ruh sağlığının bozulduğuna dair Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen söz konusu 6 aylık süreden önce yapılan muayenesine istinaden 17.01.2012 tarihinde düzenlenen rapora dayanılarak verilen cezanın TCK’nın 103/6. maddesiyle artırıma tâbi tutulması suretiyle eksik incelemeyle hüküm kurulması…” şeklindeki kararıyla bu hususa vurgu yapmıştır.5 Yine benzer bir kararında “Mağdurenin ruh sağlığının bozulduğuna dair Manisa Ruh Sağlığı Hastalıkları Hastanesinin 04.08.2010 tarihli raporundan sonra Ege Ünv. Tıp Fak. Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı tarafından düzenlenen 21.06.2011 tarihli raporda, olay sonrasında mağdurede ortaya çıkan ve uzunca bir süre devam eden ruhsal etkilenme belirtilerinin düzelmiş olduğu ve ruh sağlığında olayla bağlantılı olabilecek kalıcı bir bozulma olmadığı belirtildiği halde, Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 30.11.2011 tarihli raporunda olay nedeniyle mağdurenin ruh sağlığının bozulduğunun bildirilmesi karşısında, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için bu konuda Adli Tıp Kurumu Kanununun 15. maddesine göre Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan nihaî rapor alınması gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması…” demek suretiyle mahkeme kararını bozma yoluna gitmiştir. Bununla birlikte Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu çoğunlukla raporlarında kalıcılık vurgusuna yer vermemektedir. Zira, saptanan ruh sağlığı bozukluğunun yaşam boyu sürüp sürmeyeceğinin söylenebilmesinin ilgili bilim dallarının araştırma yöntemleri bakımından neredeyse imkansız olduğu ifade edilmektedir. Bu 5 Yargıtay 14. Ceza Dairesi, 13/03/2013 gün ve 2013/2649 sayılı kararı, Adalet Bakanlığı UyapPortalı. hususun tolere edilmesi bakımından Adli Tıp İhtisas Kurulu, ruh sağlığı bozukluğunun tespitinin, yetişkin mağdurlarda en az bir yıllık, çocuk mağdurlar yönünden ise en az altı aylık süreden sonra yapılması gerektiğini belirtmiş olup Yüksek Daire de uygulamalarını bu yönde istikrarlı hele getirmiştir. Uygulamanın bu şekliyle olayın ilk şokunun atlatılmasından sonra olaya bağlı semptomların ilerleyen sürelerde kaybolup kaybolmadığı tespit olunmakta, bu suretle ruh sağlığındaki bozulmanın kalıcılığı probleminin aşılmak istendiği görülmektedir. Ancak uygulamanın bu haliyle bile sorunun giderildiği söylenemez. Kalıcılık meselesi bir yana ruh sağlığı bozulmasının, cezanın nitelikli hali olarak düzenlenmesinin uygulamada defalarca görüldüğü üzere mahzurları bulunmaktadır. Söz konusu mahzurları aşağıda kısaca özetleyebiliriz. 1.Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu’nun Teşekkülü Sorunu 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 7. maddesinde Adli Tip İhtisas Kurullarının oluşumu şu şekilde düzenlenmiştir; Madde 7(Değişik fıkra: 19/02/2003 4810 S.K./7. md.) Adli Tıp Kurumunda altı ihtisas kurulu bulunur. Aşağıdaki ihtisas kurulları, bir başkan ve adli tıp uzmanı iki üye ile;...... f) Altıncı Adli Tıp İhtisas Kurulu birer; • • • • • • • Kadın Hastalıkları ve Doğum, Radyoloji, Üroloji, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Psikiyatrisi, Adli Antropoloji, Çocuk Cerrahisi, Uzmanlarından oluşur. Aynı kanunun 23. maddesinde Adli Tıp Genel Kurulunun ve İhtisas Kurullarının çalışma şekilleri şu şekilde düzenlenmiştir; Madde 23 A)(Değişik paragraf: 19/02/2003 - 4810 S.K./20. md.) Adli Tıp Genel Kurulu, Adli Tıp Kurumu Başkanının başkanlığında adli tıp ihtisas kurulları başkan ve üyeleri ile 6’ncı maddenin ikinci fıkrası uyarınca Genel Kurula katılması gereken adli tıp ihtisas dairesi başkan veya vekilinin iştiraki ile toplanır. Genel Kurula İhtisas Kurulları Başkan ve üyelerinin en az üçte ikisinin iştiraki zorunludur. Kararlar çoğunlukla alınır. Başkanın yokluğunda Başkan Yardımcısı, onun da yokluğunda en kıdemli İhtisas Kurulu Başkanı Genel Kurula Başkanlık eder. B) Adli Tıp İhtisas Kurullarının Çalışması: Adli Tıp İhtisas Kurulları Başkanının başkanlığında işin niteliğine göre en 8 MART ’ 14 81 az dört üye ile toplanır ve oyçokluğu ile karar alır. Oyların eşitliği halinde Başkanın bulunduğu taraf oy çokluğunu sağlamış sayılır. Üyelerden birinin özürlü olması veya yokluğu halinde eksiklik diğer kurullardan alınacak üye ile tamamlanır. Şu kadar ki tetkik edilecek konu, ilgili uzman üye hazır bulunmadıkça müzakere edilemez. Yargıtay 14. Ceza Dairesi, ruh sağlığı bozulmasına ilişkin raporlarda tek Adli Tıp Uzmanının heyete katılımını yeterli görmekte olup heyette iki Adli Tıp Uzmanının bulunması gerektiği yolunda yapılan itiraz da Yargıtay Ceza Genel Kurulunca reddolunmuştur. Kanımızca bu yorum Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 7 ve 23. maddelerinin birlikte değerlendirilmesi gereğine uygun düşmemektedir. Zira, anılan Kanun’un kurulun çalışma şeklini düzenleyen ve başkan dışındaki dört üyenin katılımını yeterli gören 23. maddesi nazara alınarak ve 7. maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi gözetilmeden sadece buradan hareketle bir sonuca varılması gereği söz konusu ise, ruh sağlığı bozukluğunun tespitine ilişkin heyetlerin oluşumunda olayın mağdurunun yaşına göre psikiyatrist veya çocuk psikiyatristinin katılımından sonra kanunun 7-f maddesinde sayılan uzmanlarından herhangi üçünün katılımı yeterli olacaktır. Diğer bir anlatımla bu durumda tek bir adli tıp uzmanının katılımı dahi gerekmeyecektir. Dolayısıyla Yüksek Dairenin son kararlarında tek adli tıp uzmanının katılımını yeterli 82 8 MART ’ 14 ve bununla birlikte gerekli gören kabulünün yasal dayanağının bulunmadığı düşünülmektedir. Yüksek Daire’nin son kararlarındaki yorumun doğal ve zorunlu sonucu olarak; adli tıp kurumu 6. İhtisas Kurulu’nun tek adli tıp uzmanının bulunmasının dahi gerekli olmadığı bir kurulca sadece konunun uzmanı tek bir üyenin katılımı ile ancak diğer dört üyenin konunun tamamen dışında olan üyelerin katılımı ile sağlıklı ve bilimsel bir sonuca varılmasının mümkün olmayacağı açıktır. Keza anılan kanunun amacı da bu değildir: Zira, 2659 sayılı Kanun’un 7. maddesinin ikinci cümlesi, aynı kanunun 23/B maddesi ile birlikte nazara alınarak yorumlandığında, başkanın da katılımı ile en az beş kişiden oluşan heyette konunun uzmanı bir üyenin dışında en az iki adli tıp uzmanının katılımını da zorunlu görmekle, konuya vakıf olan ve heyette çoğunluğu sağlayan en az üç uzmanın varlığını kararın verilmesinde etkin kılmak istediği anlaşılmaktadır.Zira; Adli tıp uzmanları, Kanun’un 7/f maddesinde sayılan diğer uzmanlardan farklı olarak hukuk ve tıp uygulamalarının kesiştiği bir alanda eğitim görüp bu alanda uzmanlaşmış olmakla bu konuda yetkinliğe sahip kişilerdir. Psikiyatri uzmanı ve iki adli tıp uzmanınca yapılacak ortak çalışma ve değerlendirme ile adli tahkikat dosyasının ve suçun hukuki unsurlarının kriminal bir bakış açısını içerir şekilde ve psikiyatri biliminin gerekleri de yerine getirilmek suretiyle harmanlanıp bunun sonucuna göre mağdurların ruh sağlığının bozulup bozulmadığının tespitinde zorunluluk bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla TCK’nın 102/5 ve 103/6. maddelerinde aranın ruh sağlığı bozukluklarının tespitinde beş kişilik heyette konuya vakıf olan en az üç kişinin bulunması kanunun lafzı ile amacına uygun düşmektedir.Bu konuda Yargıtay Başsavcılığınca yapılan itiraz Yüksek Genel Kurulca reddolunmuştur. Durumun son haliyle, tek bir psikiyatrist veya çocuk psikiyatristinin katılımı sağlandıktan sonra üç veya dört üyenin tamamen başka branşlardan olması halinde dahi kurul toplanıp çözümü özel bir uzmanlık isteyen bir konuda görüş bildirebilecek ve sonuç olarak cezanın önemli ölçüde artması bu rapora bağlanabilecektir. 2.Ruh Sağlığı Bozukluğuna İlişkin Semptomların Tespitinin Rastlantısallığı Sorunu Ruh sağlığının bozulduğunu gösteren semptomlar farklı zaman ve uyarıcılara bağlı olarak zaman zaman ortaya çıkabilmekte zaman zaman ise ortadan kaybolmaktadır. Örneğin tesadüfen suçun işlenmesinden yedi ay sonra muayeneye gönderilen ve burada olaya bağlı ruh sağlığı bozuklukları gözlemlenen mağdurda, aslında yine tesadüfi olarak 6 ay 15. gün veya 11. ayda gönderilmiş olması durumunda bu semptomlar görülmeyebilmektedir. Diğer bir ifadeyle zaman zaman kimi bazı uyarıcılara bağlı olarak alevle- nen belirtiler zaman zaman ortadan kaybolabilmektedir. Bu şekilde mağdurenin muayene edildiği zamanların değişkenliğine bağlı olarak rastlantısal olarak ruh sağlığının bozulup bozulmadığı konusunda farklı raporlar çıkabilmekte veya farklı olayların mağdurelerinin yine muayene tarihlerine ve belirtilerin farklı zamanlarda ortaya çıkıp farklı zamanlarda kaybolabilmesine göre bir olayın mağdurunda tespit edilebilen ruh sağlığı bozukluğu diğer bir olayda tespit edilemeyebilmektedir. Bunun da ceza adaleti yönünden sakıncalarını belirtemeye bile gerek duymuyoruz. 3. Ruh Sağlığı Bozukluğunun Nereden Kaynaklandığı Sorunu Özellikle uzun süredir ve farklı zaman ve kişilerce istismar veya saldırıya uğrayan mağdurlarda ruh sağlığının ne zaman ve hangi sanığın eylemine bağlı olarak bozulduğunun saptanması da yine ihtisas kurulunun bu konudaki açıklamalarına göre neredeyse imkansızdır. Bu durumda olaya katılımı hangi aşamada, hangi nicelik ve nitelikte bulunursa bulunsun tüm sanıkların aynı kefeye konup kasıtları ve eylemlerinin anti sosyal niteliği çok farklı olmakla birlikte aynı cezaya tabi tutulmaları sonucunu doğurmaktadır. 4. Ruh Sağlığı Bozukluğunun Kalıcılığının Tespiti Sorunu Biraz önce izah olunduğu üzere ruh sağlığındaki bozulmanın kalıcılığının tespiti sorunu ise her birinden bağımsız ve en önemli sorun olarak varlığını korumaktadır. 5. Ruh Sağlığı Bozukluğunun Tespitinde Yorum Sorunu Ruh sağlığı bozukluğunda uzmanlık alanı aynı olan bilirkişilerin aynı konudaki yorumlamalarının zaman zaman çok önemli ölçüde değişiklik arz ettiği gözlemlenmektedir. Bu olaya çarpıcı bir örnek vermek gerekirse; Bir vakıada alınan raporlarda sırasıyla; a.ÜniversiteHastanesininÇocuk Ruh Sağlığıve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Tarafından Düzenlenen Rapor “Patolojik düzeyde anksiyete ve depresyon saptandı. IQ : 77 (Sınır Zeka) Kognitif fonksiyonlarının, aile bütünlüğüne karşı tehlike olarak algıladığı konularda ailesine karşı ifade vermekten çekinmeye yetecek düzeyde olduğu, Ailesinden ayrılmış olmaktan dolayı üzgün olduğu, aile bütünlüğünün şu aşamada sürdürülememesinden kendini sorumlu tuttuğu ve annesini özlediği, bu durumda (kendisi de konu hakkında çelişkili ifade verdiğinden) kendisinde var olan patolojik düzeydeki anksiyete ve depresyonun hangi olayla bağlantılı olduğunun kesin olarak belirtilemeyeceği, ifadesini aile bütünlüğünün tekrar sağlanması için değiştirmesinin ihtimal dahilinde olduğu, ifade değişikliğinin adli makamlarca değerlendirilmesinin uygun olacağı,” şeklindedir. b. İhtisas Kurulu Tarafından Düzenlenen Rapor (Muayene:19.09.2008) “Mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış beden ve ruh sağlığını bo- zacak mahiyet ve derecede patolojik araz tespit edilemediği, dava dosyasının tetkikinde kişi hakkında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalınca düzenlenmiş 18.07.2008 tarihli raporda tespit edildiği bildirilen ve “ hangi olaya bağlı olduğu kesin olarak belirtilemeyeceği bildirilen patolojik düzeydeki anksiyete ve depresyon olarak tarif edilen ruhsal bulguların kurulumuzun 19.09.2008 tarihli muayenesinde zail olduğunun anlaşıldığı, bu duruma göre mağdurenin 2008 Ocak-Şubat ayları ile 25.04.2008 günü mağduresi bulunduğu olay sonucunda ruh ve beden sağlığının bozulmadığı oybirliğiyle mütalaa olunur.” şeklindedir.”(kurul; 1 adet ruh sağlığı uzmanı, 2 adet adli tıp uzmanı ile farklı uzmanlıkları bulunan 3 kişiden müteşekkil; Çocuk Psikiyatristi yok) c. ATK Genel Kurulu Tarafından Düzenlenen Rapor (Muayene 04.06.2009) “Ruh sağılığını bozacak mahiyet ve derecede olan “ Travma Sonrası Sttes Bozukluğu” denilen psikiyatrik bozukluğun tespit edildiği, bu duruma göre; Büşra Çeliker’in 2008 Ocak-Şubat ayları ile 25.04.2008 günü mağduresi bulunduğu “ beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde zincirleme şekilde çocuğa cinsel saldırı ve bu suça yardımcı olmak” olayı nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu oy çokluğuyla mütalaa olunur.”(Muhalefet;‘Mağdurenin uğradığı amca dayağı, yurtta kalma, annesinden uzak kal8 MART ’ 14 83 ma, meydanın olayı çocuğu rahatsız edecek şekilde ele alışı gibi olayların da etkisinin bulunduğu, muayenede tespit edilen bulguların hangi olaya bağlı olduğunun ayırdının yapılamayacağını’ belirtmişlerdir.) Esasen her cinsel saldırının mağdur üzerinde psikolojik bir travma yaratacağı şüphesiz ise de, bu durum mağdurların yaşı, ruhsal, sosyal ve kültürel yapılarına göre göreceli bir nitelik arzetmesine nazaran, hangi hallerin ruh ve beden sağlığını bozduğu hususunun saptanması hukuki olmaktan ziyade tıbbi bir olgudur. Tüm bu değerlendirmelerin ışığı altında esas olarak hukuki bir kavram olarak uygulamaya yerleşmesi mümkün görünmeyen ruh sağlığı bozukluğu meselesinin kanun metninden çıkarılmasında büyük yarar bulunmaktadır. Genel yaklaşımın da bu yönde olduğu memnuniyetle izlenmektedir. IV.Bir Kısım Eylemlerin Cinsel Taciz Suçu Kapsamında Değerlendirilip Değerlendirilemeyeceği Sorunu 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe girmesinden sonra uygulamada ortaya çıkan kimi eylemlerin cinsel taciz suçu kapsamında kalmasının yeterliliği bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Uygulamada öyle durumlar ortaya çıkmaktadır ki, bu hususlar uluslararası metinlerde açıkça “çocuğun cinsel yönden istismarı” niteliğinde bulunduğu halde kanundaki düzenleniş şekli itibariyle cinsel taciz suçu kapsamında kalmaktadır. Örnek vermek gerekirse mağdur çocuğa porno 84 8 MART ’ 14 bir dergi verip okutan veya porno bir yayın izletip bunun eşliğinde kendi kendini tatmin eden sanığın eylemi “cinsel taciz” suçu kapsamında kalacaktır. Bu nedenle kanun metnine aşağıdaki şekilde bir fıkranın eklenmesinin kanunun ruhuna ve uluslararası metinlerdeki istismar tanımına uygun olacağı değerlendirilmektedir; “Bir çocuğa müstehcen görüntü, yazı veya sözleri içeren ürünleri veren, bunların içeriğini gösteren, okutan, okuyan, dinleten ve buna eşlik eder şekilde mağdura fiziki temasta bulunmadan cinsel davranışlarda bulunan kişi,” V.Basit Cinsel Saldırı ve Çocuğun Basit Cinsel İstismarı Suçlarına Vücut Veren Kimi Eylemlerin Suç ve Cezaların Oranlılığı İlkesine Aykırı Düşmesi Sorunu 765 sayılı TCK’nın 415 ve 421/2. maddelerinde tanımlanan “Irza Tasaddi” ve “Sarkıntılık” suçlarının karşılığı olarak düzenlenen 5237 sayılı TCK’nda TCK’nın 102/1 ve 103/1 maddelerindeki “basit cinsel saldırı” ve “çocuğun basit cinsel istismarı” suçlarına vücut veren kimi eylemlerin suç ve cezaların oranlılığı ilkesine aykırı düşmesi de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski TCK sisteminde ani hareketli olarak işlenen ve fiziki teması içeren eylemlerde sarkıntılık suçunun temadi eder şekilde ve belli bir süreye yayılan fiziki teması içeren eylemlerin ise ırza tasaddi suçunu oluşturduğu ve bu düzenlemenin de uygulamada başarılı bir şekilde anlaşılarak uygulandığı gözlemlenmekle birlikte eski yasada iki ayrı suç olarak düzenlenen eylemler yeni TCK.’nun sisteminde, mağdurun çocuk veya erişkinliğine bağlı olmak kaydıyla basit cinsel saldırı ve çocuğun basit cinsel istismarı kapsamında anlaşılmış ve Yargıtay 5. ve 14. Ceza Daireleri tarafından istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır. Diğer yandan doktrinde bedeni temas içeren ani hareketler ve kesiklik gösteren davranışların, cinsel saldırı ve istismar suçunu oluşturmayacağı, bu durumun oluşması için hareketlerin çokluğu ve belli bir devamlılığın aranması gerektiği6, keza TCK’nın 105. maddesi sadece 765 sayılı TCK anlamında söz atma suçunun karşılığını oluşturmadığı aynı zamanda bazı durumlarda sarkıntılık teşkil eden fiillerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.7 Yargıtayın istikrarlı kararları doğrultusunda uygulamaya yerleşen anlayışın ise mahzurları görülmüş ve farklı durumda bulunup, eyleminin anti-sosyal boyutu diğerine göre çok daha farklı bulunan failler aynı cezaya tabi tutularak hakkaniyete çok da uygun olmayan sonuçlara yol açılmıştır. Örneğin mağdura bir kez dokunan veya yanağından bir kez öpen failin duru6 7 Osman Yaşar, H. Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu (6 Cilt) Yorumlu – Uygulamalı, Adalet Yayınevi, 3. Cilt, Şubat, 2010, Ankara, s. 3251 Ahmet Caner Yenidünya, Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, Türk Ceza Kanunu Şerhi (Özel Hükümler) (5 Cilt), Seçkin Yayınevi, 1. Baskı,Nisan 2009, Ankara, s. 2683. mu, mağduru çırılçıplak soyup organ sokma haricinde her türlü cinsel davranışı sergileyen failin hukuku ile aynı rejime tabi tutulmuştur. Daha da ötesi eski kanuna göre eylemi sarkıntılık olan sanığın, mağdurun ruh sağlığının bozukluğunun tespit edilmesi halinde organ sokma suretiyle çocuğu istismar eden sanıkla aynı cezaya tabi tutulması, yeni kanun uygulamasında sıkça rastlanan bir durum olarak karşımıza çıkmıştır. O halde, eski kanun sistemindeki sarkıntılık suçunu karşılayacak bir düzenlemenin ayrı bir suç olarak kanuna eklenmesi veya cinsel taciz suçunun düzenlendiği TCK’nın 105. maddesine ayrı bir fıkra olarak eklenmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir. Ancak son dönemde bu hususla ilgili tekliflerde tartışılan şekliyle “…ani ve kesik kesik hareketler…” tanımının bir yandan sorunu çözerken diğer yandan yeni sorunlar çıkarması oldukça mümkün görünmektedir. Zira “... ani ve kesik kesik hareketler…” kavramı, eylemin muhtemel ortaya çıkış şekilleri ve zamana yayılışının sınırları yönünden her bir uygulayıcı yönünden farklı şekilde yorumlanmaya oldukça açık bir kavramdır. Bunun yerine eski uygulamada yerleşen ve kanun metninin düzenleniş amacını en iyi şekilde karşılayacak “Sarkıntılık” kavramının kanun metnine yerleştirilmesinin yararlı olacağı değerlendirilmektedir. VI. Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçunda Mağdur ve Failin Belirlenmesi ile Kanun Metninin Tanımı Sorunu TCK’nIn 104/1. maddesinde düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunda; hem fail hem de mağdurun reşit olmadığı, esasen her ikisinin de hem mağdur hem sanık sıfatını taşıdıkları ve çoğu zaman cinsel ilişkinin tarafı olan erkeğin de 18-15 yaş aralığında olması durumunda ortaya çıkan diğer bir sorundur. Bu suçta fail mağdura karşı, cebir, tehdit, hile kullanmamış olmalıdır. Bu hallerden biri dahi olayda gerçekleştiğinde, fiil rızaî cinsel ilişki olarak nitelenemez. Yasama tekniği açısından, fıkrada yer alan üç kavramın “ve” bağlacı ile bağlanması doğru değildir, bu bağlantının “ veya” ile kurulması gerekirdi.8 Yargıtay, uygulamada yasama tekniği açısından ortaya çıkan bu sorunu kanun metninin gerekçesi ve amacını doğru algılayarak çözme yoluna gitmiştir. Uygulamada sıkça rastlanan şekilde; suçun aynı zamanda mağduru olan ve 15-18 yaş aralığındaki erkek cinsiyetli fail ve/veya ailesi şikayetçi olmadığı için kamu davası açılmamakta, kimi zamanlarda suçun mağduru olarak algılanmadığı için mağdur sıfatıyla şikayet ve beyanları alınmayıp, bu husus açılması mümkün kamu davalarının açılmaması yoluyla ihmal edilmektedir. Bu hususun eski TCK’ndaki alışkanlıklardan kaynaklanan ve esasen cinsiyetçi bir 8 Yurtcan, age, s. 84-85. yaklaşım olduğu söylenebilir. Zira, kadın failin suçun mağduru olduğu söz konusu kamu davalarında suçun sanığı olan erkek de esasen 18 yaşından küçük olmakla 5395 Sayılı Kanun ve Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesine göre mağdurdur. Anılan suçun tipik şekli zorunlu iştirak gerektiren işteş bir fiili tanımlamaktadır. Bu meyanda 18 yaşından büyük failler için bir sorun bulunmamakla birlikte izah olunan nedenlerle bazı zamanlarda kadından sadece birkaç ay büyük sanıkların cezalandırılması kanunun düzenleniş amacına, yasanın sistematiğine ve hakkaniyete aykırı düşmektedir. Bu hususta aşağıdaki düzenlemenin, çocuk kavramının ulusal ve uluslararası hukuktaki tanımına daha uygun olacağı ve aynı zamanda hakkaniyete uygun sonuçlar doğuracağı düşünülmektedir;9 1. Cebir veya tehdit veya hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan ergin kişi, şikayet üzerine iki yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2. Fail mağdurdan üç yaştan daha büyük ise, şikayet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat artırılır. VII.Ensest’in Kanun’da Bağımsız Bir Suç Olarak Tanımlanmaması Sorunu Bir diğer sorun ensest ilişkilerin 9 Ayşe Nuhoğlu, İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezince düzenlenen ’Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Değişik Önerilerin Değerlendirilmesi’ Konulu Panelde Sunulan Tebliğ,İstanbul, 9 Kasım 2013 8 MART ’ 14 85 TCK’da bağımsız bir suç olarak tanımlanmamasında karşımıza çıkmaktadır. Kamu davalarına konu olan ve uygulamada sıkça rastlanan şekilde aile içi ensest ilişkilerde “cinsel davranışın” hukuka aykırılık unsurunun ortaya konmasında oldukça güçlük çekilmektedir. Zira yasanın mevcut haliyle ensestin cezalandırılabilmesi için TCK’nın 102 ve 103. maddelerinde aranan manada cebir, tehdit, hile veya bilincin yitirilmesine neden olmak veya bilincin kapalı olmasından yararlanması gerekir. “Cinsel saldırı suçunun düzenlenmesinde cebir, tehdit, hile veya mağdurun iradesine etki edecek haller unsur olarak gösterilmemiştir. Ancak gerekçede, cinsel saldırı suçunun özelliğinin, bu suçu oluşturan fiillerin mağdurun iradesi dışında gerçekleştirilmesi olduğu belirtilerek, mağdura karşı cebir veya tehdit ya da hile kullanılabileceği gibi; mağdurun bilincini yitirmesine neden olma veya uyku hali dolayısıyla bilincinin kapalı olmasından yararlanma suretiyle de suçun işlenebileceği gösterilmiştir. Kanaatimizce bu örneklere “psikolojik baskı” da eklenmeliydi. Bir çok cinsel saldırı psikolojik baskıya başvurularak işlenmekte, ancak bu durum cebir, tehdit veya hile kapsamında görülmeyerek eylem suç sayılmamaktadır. Cebir, mağdur üzerinde maddi güç kullanmaktır. Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde cebir kullanılması durumunda ayrıca kasten yaralama suçundan dolayı cezaya hükmedilecektir. 86 8 MART ’ 14 Cebir mağdur üzerinde gerçekleştirilmelidir. Mağdurun yakınları üzerinde gerçekleştirilerek onun fiile rızasını sağlamayı amaçlayan cebir mağdura karşı tehdit sayılır. Mağdurun yakınlarına yönelik beyanlarda cinsel saldırı suçunun vasıtası olan tehdit niteliğindedir. Tehdit, mağdurun kendisinin veya yakınlarının ağır ve haksız bir zarara uğratılacağı bildirilerek korkutulmasıdır. Bu zarar bildirimi, yaşama, vücuda, malvarlığına yönelik olabilir. Hile, mağdurun aslında yapmayacağı bir davranışı aldatılarak yapmaya yöneltilmesidir. Mağdur failin kullandığı hileli vasıtalarla veya başka nedenlerle de cinsel saldırıya karşı koyamayacak durumda bulunabilir. Bu durumlarda rıza göstermiş olsa bile rıza geçerli olmayacaktır. Mağdurun beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olmasından yararlanılarak cinsel saldırının işlenmesi daha ağır cezayı gerektirecektir.” 10 Oysa ki bu suçlarda azımsanamayacak sayıdaki vakıalarda ortada cebir, tehdit, hile veya diğer haller bulunmamakta, fail manevi bir cebir veya nüfuz ile söz konusu suçu işlemekte, rızayı bu şekilde elde etmektedir. Söz konusu durumlarda mağdurun vazgeçtiği husus kendisini bu ilişkiye iten failden kaynaklanan dış etkenlerin yanında çok ağır kalmaktadır. Elbette Yüksek Yargıtay ahlaken korunamayacak bu durumu zor kavramı içinde değerlendirip, esasen kanunilik ilkesine pek de uygun olmayacak biçimde sorunu üstü örtülü biçimde ve cebir10 Nur Centel, age, s.273-274. tehdit kavramını kullanmaktan ziyade mağdurun savunmasızlığını ve en yakın aile bireylerinden gördüğü gayri ahlaki muameleyi “ Zor” kavramı ile ifade edip olayı bu kavram içinde eritmek suretiyle çözmek zorunluluğunda kalmıştır. Yapılması gereken ise aşağıda gösterilen şekilde bir düzenlemenin ivedilikle uygulamaya konmasıdır; “Ensest11; Her kim, altsoyundan biri ile cinsel ilişkide bulunursa ……….hapis cezası ile cezalandırılır. Birbirleri ile cinsel ilişkide bulunan kardeşler de ……….cezası ile cezalandırılır. Her kim, üst soy ile cinsel ilişkide bulunursa ………..cezası ile cezalandırılır. Amca, Dayı Hala ve Teyze ile yeğenleri arasında cinsel ilişki ………..cezası ile cezalandırılır. Akrabalık ilişkisi sona erdirilmiş olsa dahi bu hüküm uygulanır. VIII.Rıza ile Meydana Gelen Cinsel İstismar Suçlarında Suçun İki Süjesinin de Çocuk Olması ve Eylem Sonrası Evlenmelerin Kanun Tarafından Himaye Edilmemesi Sorunu Nihayet yine çok önemli bir sorun olarak 15 yaşından küçük mağdurlara yönelik olarak cebir, tehdit, hile 11 Ayşe Nuhoğlu, İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezince düzenlenen ’Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Değişik Önerilerin Değerlendirilmesi’ Konulu Panelde Sunulan Tebliğ,İstanbul, 9 Kasım 2013 veya kanunda aranan diğer şartlar bulunmaksızın gerçekleştirilen cinsel davranışlar sonucu oluşan çocuğun cinsel istismarı suçlarında, eylemin sonrasında ortaya çıkan evlenmelerin hukuken koruma altına alınmamasıdır. Hatta zaman zaman bu eylemlerde mağdur 14 yıl 11 ay 29 günlük iken erkek fail 15 yaşından birkaç ay büyük olmakta, aslında tarafların her ikisinin de çocuk olduğu bu gibi durumlarda çocuklardan biri korunup, diğeri çok ağır cezalara maruz bırakılmaktadır. Esasen evlenmenin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmaksızın rızayla meydana gelen eylemlerde eğer 15 yaşından küçük mağdurun ayırtım gücünün bulunduğunun saptanması halinde ve yukarıda 104. maddede izah olunan nedenlerle suçun her iki sujesinin çocuk olması nazara alınarak suç ihdas edilip edilmeyeceği hususunun tartışılmasında büyük fayda vardır. Bu noktada Medeni Kanun hükümleri nazara alınarak kanunun 15-18 yaş aralığına bağladığı sonuçların 12-15 yaş aralığı yönünden yeni bir değerlendirmeye muhtaç olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. 765 Sayılı TCK’da bu husus koruma altına alınmıştı. Ancak anılan Kanun, mağdurun eyleme rızasının olup olmadığını ve mağdur ile fail arasındaki yaş farkına bakılmaksızın zorla ırzına geçilen mağdurların da tecavüzcüleri ile evlenmek zorunda bırakılmaları sonucunu doğurmuştu. Ancak bu konu yeni yapılacak düzenlemede nazara alınmalı, bahsedilen husus rızayla gerçekleşen eylemlerde ve mağdur ile fail arasında 5 yaştan fazla bir farkın korunmadığı bir düzenlemeye ilişkin olmalıdır. Zira bu türden bir yaş farkının korunmadığı bir düzenlemede de ülkenin “çocuk gelinleri” meselesinin önüne geçilemeyecektir. SONUÇ 5237 sayılı TCK’da yer alan cinsel suçlarla ilgili değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi üzerine TBMM Adalet Komisyonu’nun 4 Nisan 2011 tarihinde kabul ettiği “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” metni gündeme gelmiştir. Söz konusu metinde cinsel suçların nitelikli hallerinde ceza artırımına, basit hallerinde ise ceza indirimine gidilmesi, TCK’nın 102/5 ve 103/6. maddelerinin kanun metninden çıkartılması, basit cinsel saldırı suçunda “suçun ani hareketlerle ve kesik kesik hareketlerle işlenmesi halinde” ceza indiriminin öngörüldüğü bir eklemenin yapılması, 102. maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen ağırlaştırıcı nedenlerin artırılması, cinsel suçlardan mahkum olanların koşullu salıverilmelerinin farklı bir rejime tabi tutulması ve kimyasal kastrasyonu içerecek şekilde tedaviye tabi tutulmaları gibi hususlar düzenlenmiştir. Söz konusu teklif bir çok yönden olumlu olmakla birlikte yukarıda izah olunmaya çalışılan ve söz konusu suçlara ilişkin kimi temel sorunları çözmekten uzak görünmektedir. linde, suçun önlenmesinde yeni tedbirler alınmadığı müddetçe cezaların artırılmasının Cinsel Dokunulmazlık alanının tam olarak korunmasına katkı sağlamayacağı açıktır. Genel olarak 5237 sayılı TCK, 765 Sayılı TCK’dan ayrılan yeni bir bakış açısı getirmiş, ancak eski kanun sisteminde yer alan ve gerek teori gerekse uygulamada çok iyi anlaşılıp uygulanan kimi bazı kavram ve kurumlara yer vermeyerek, zaman zaman adaletsiz, zaman zaman da çelişkili uygulamalara yol açılmıştır. Keza cinsel suçlar; ispatı, algılanışı ve sonuçları itibariyle diğer tüm suçlardan ayrılan farklı bir yere sahiptir. Bu bakımdan konunun tüm uygulamacılar bakımından çok iyi anlaşılması, bireyleri ve toplumu derinden sarsan bu suçların sübûtu bakımından aşılması çok güç sorunların yanına bir de ispatlanan eylemlerin nitelendirilmesi ve buna ilişkin sonuçların adil bir şekilde tespiti sorununun eklenmemesi gerekmektedir. Yine önemle vurgulamak gerekirse; ağırlıklı olarak savunmasız çocukların, ekonomik ve sosyal yönden güçsüz kadınlar ile akıl hastalarının en önemli risk grubunu oluşturduğu bu suçlarda ve çocuk istismarı ile ensestin giderek arttığı son zamanlarda mevzuatın yukarıda bahsedilen gerekçelerle geniş bir tartışmaya açılarak gözden geçirilmesi ve mevzuatta yapılacak değişikliklerin yanı sıra, sosyal alanda yeni ve etkili tedbirlerin alınması gerektiği de gözden uzak tutulmamalıdır. Tasarının bu haliyle kanunlaşması ha8 MART ’ 14 87 ATALAR’DAN SÖZLER Hazırlayan: Av. Nilüfer Ay Toplumsal yaşanmışlıkların birer ifadesidir, deyimler ve atasözleri.Ve bu nedenle toplumun kadın erkek rollerine ve cinsiyete bakışını özetler aslında birkaç kelime ile. Yorumsuz olarak, kadınlarla ilgili bazı atasözlerini sunuyorum sizlere Kadın Hakları Merkezinin, Kadınlar günü dolayısıyla çıkarılan bu dergisinde…. Anasına bak, kızını al, kenarına bak bezini al. Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden. At alsın baslıdan, kız alsın çarlıdan. Avrat düzdügü evi Tanrı yıkmaz, avrat bozdugu evi Tanrı yapmaz. At beslenirken, kız istenirken. Avrat ev yapar, avrat ev yıkar. Bir kızı bin kisi ister (de) bir kisi alır. Al kibar kızını, islerin bulana bulana, al çitak kızını gezsin eylene eylene. Avrat malı başa tokmaktır. Bir eve bir baca, bir kadına bir koca. Avrat var, arpa unundan as yapar; avrat var, bugday unundan kes yapar. Çocuklu kadın, kargalı çınar. Alma delinin kızını soya çeker. Alma soysuzun kızını, sürer anası(nın) izini. Avratla atı emanet verme. Ana ile kız, helva ile koz. Avratla oglana sırrını deme. Ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar. Avrattan vefa, zehirden şifa. Ananın bahtı kızına. Ananın çıktıgı dala kızı salıncak kurar. 88 Avradı eri saklar, peyniri deri. At ile avrata inan olmaz. Avradın kazdıgı kuyudan su çıkmaz. Avradın saçı uzun olur, aklı kısa. Anasını babasını dinlemeyen evlat, kocasını saymayan avrat, üzengi ile yürüyen atı kapında tutma hiç durma sat. Bir iyi sarap ve bir dilber avrat iki tatlı zehirdir. At ile avrat yigidin bahtına. Bahtım olsaydı anamdan kız dogardım. Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz. Çocuksuz kadın meyvesiz agaca benzer. Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu Çirkin karı evin toplar, güzel karı dügün gezer. Dişi kus yapar yuvayı, içini dışını sıvayı sıvayı. Deli kız deli gelin olur. Deli kız evde kalmaz, delikli boncuk yerde kalmaz. Erkek arslanarslan da disiarslanarslandegil mi? Kız anadan ögrenir sofra düzmeyi, er atadan ögrenir sıra gezmeyi. Kadının samdanı altın olsa mumu dikecek erkektir. Erkek kus gezer havaî havaî, disi kus yapar yuvayı. Kız anasından görmeyince sofrayı kaldırmaz. Kadınsız ev olmaz. Erine göre bagla basını, tencerene göre kaynat asını Kız besikte çeyiz sandıkta/Kız kucakta, çeyiz bucakta. El agzına bakan (erkek) karısını tez bosar. Kız kıskıda gelin baskıda. Erkegin eli kınası, kadının yüz karası. Erkegin kalbine giden yol midesinden geçer. Erkegin nefsi birdir, kadınınki dokuzdur. Kızı kim severse güveyin odur, oglun kimi severse gelinin odur. Kızın uzun saçlısı, tarlanın ufak taslısı. Erkeginseytanı kadındır. Kızını dövmeyen dizini döver. Erkek aslan disisinden kuvvet alır. Kadın eli kasık sapından kararır. Erkek fedakâr kadın cefakâr gerek. Kadın erkegin esi, evin günesidir. Erkek sel, kadın göl. Kadın kalbi merhamet kaynagıdır. Gökyüzünde dügün var deseler kadınlar merdiven kurmaya kalkar Kadın kocasının çarıgı, anasının sarıgıdır. Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz. Kadın malı hamam tokmagıdır. Halayıktan kadın olmaz, gül agacından odun. Her kadın evinin hem hanımı, hem halayıgıdır. İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez. İyi kadının kocası cüppesinden bellidir. Kadın kadının kurdudur. Er dayıya, kız halaya. Kızın var, sızın var. Atla, avratta ugur vardır. Bir ev (gemi) donanır, bir çıplak (kız) donanmaz. Erkegin nefsi birdir, kadınınki dokuzdur. Kızını dövmeyen dizini döver. Avradı ar zapteder, er degil. Bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz. Evi ev eden kadındır. 8 MART ’ 14 Kızı kendi havasına bırakırlarsa ya davulcuya varır, ya zurnacıya / Kız alan gözle bakmasın, kulak ile isitsin. Kadın var kardan soguk, kadın var kardan sıcak. Kadını sırdas eden tellal aramaz. Keseye kadın eli girerse bereket gider. Kırk yılda bir kadının sözü dinlenmelidir. Oğlan doguran övünsün, kız doguran dövünsün. Oğlan doğurdum, oydu beni; kız doğurdum, soydu beni. Oğlunu seven hocaya, kızını seven kocaya verir. Onbeşindeki kız, ya erde gerek, ya yerde. Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı; kız anadan öğrenir biçki biçmeyi. Pekmezi küpten al, kadını kökten al. Tarlanın taslısı, kızın saçlısı, öküzün baslısı. Kadın vardır vezir eder; kadın vardır rezil eder Kadın yüzünden gülen, ömründe bir kere güler. Kadını erkek degil, âr ve namus bekler. Kadının (cahilin) sofusu seytanın maskarasıdır. Kadının biri âlâ, ikisi beladır. Kadının fendi erkegi yendi. Kadının kırk çeragı var, biri sönse biri yanar. 8 MART ’ 12 89 DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE CİNSİYET AYRIMI AÇISINDAN KADIN İSTİHDAMI I. GİRİŞ Kadınların erkeklerle aynı haklara sahip olup olmadıkları sorusu belki de insanlık tarihi kadar eskidir. Hatta tek tanrıya inanılan dinlerde bile bu husus tartışmalıdır. Hz. Havva’nın Hz. Adem’in köprücük kemiğinden yaratıldığına inanıldığında bu sorunun cevabı da kendiliğinden verilmiş olmaktadır. Oysa 21.yy’da uygar ülkelerde dahi bu tartışmanın devam ettiğini görmek düşündürücüdür. Oysa ulu önder Atatürk’ün dediği gibi her toplum kadın ve erkekten oluşur. Biri olmazsa diğeri de olmaz. O halde birini diğerine eşit görmemek, kadını ikinci sınıf insan kabul etmek toplumun yarısı ileriye giderken diğer yarısının geri kalması sonucunu doğurur ki kabul edilemez. Biz bu tebliğde kadının erkekle eşit düzeyde olduğu düşüncesinden hareketle onun toplumumuzdaki çalışma hayatındaki statüsü üzerinde duracağız. II. İSTATİSTİKLER Dünyada ve Türkiye’de kadın istihdamının hacmine, çalışılan işin kalitesine, elde edilen ücretin yüksekliğine baktığımızda kadınların hemen hemen her kalemde erkek çalışanların gerisinde kaldığını görüyoruz. ILO 90 8 MART ’ 14 Küresel İstihdam Eğilimleri 2013 Raporuna göre küresel ölçekte işsizliğin olumsuz etkilediği grupların başında gençler sonra da kadınlar gelmektedir. Gençlerde 2012’de işsizlik oranı % 12.6 olmuştur. Ekleyelim ki, bu oran AB ülkeleri arasında % 23’tür. Ülkemizde gençler arasında işsizlik oranı ise 2012 yılında kadınlarda % 25.6, erkeklerde % 17.6 olarak belirlenmiştir. Buna karşılık dünyada 82.7 milyon işsiz kadın bulunmaktadır. İşsizlik oranı kadınlarda % 8.3’tür. İstihdam edilen kadınların da yarıdan fazlası düşük ücretlerle, kötü ve güvencesiz şartlarda çalışmaktadır. Kadın istidamı oranı Türkiye’de % 29, OECD ülkelerinde % 57, Avrupa Birliği’ne (AB) dahil ülkelerde % 55’tir. AB’de işsizlik oranı % 12 ise de bu oran kadın ve erkekler arasında hemen hemen aynıdır (Economist, Jan 11, 2014 ve TİSK Raporu, 3). Dünyadaki toplam işsiz (çalışırken işsiz kalanlar) oranı 2012’de 197.3 milyona ulaşmıştır. Ülkemizde 2012’de işsizlik oranı erkeklerde % 8.5 iken bu oran kadınlarda % 10.8 olmuştur. Kadınlarda işsizliğin ve kayıtdışılığın yüksek olmasının nedenleri başlıca eğitim düzeyinin ve beceri düzeyinin düşük olmasıdır. Buna sebep, kadın işgücünün erkek işgücüne oranla 3. Toplumdaki rolünün başlıca anne olma, çocuk bakma ve ev işleri ile uğraşmak olduğu yolundaki genel kanaat, Prof. Dr. A. Can Tuncay Bahçeşehir Üniversitesi, Hukuk Fakültesi daha değersiz ve daha verimsiz olduğu yolundaki geleneksel tutucu düşüncedir. Türkiye toplumsal cinsiyet uçurumunun en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Türkiye’de kadınların toplam işgücüne katılım oranı % 30’dur. Bu oran dünya ülkeleri sıralamasında sonlarda yer almaktadır. Avrupa’da ise en yüksek katılım % 82 ile İzlanda’da, en düşük katılım % 43 ile Malta’dadır. Dünya Ekonomi Forumu 2013 Raporuna göre, Türkiye 136 dünya ülkesi arasında yapılan sıralamaya göre cinsiyet ayrımında 120nci sıradadır. Kadınların toplam işgücüne katılmama nedenleri içinde en önemlisi ücretsiz ev işlerinde çalışıyor olmalarıdır ki bu oran % 61’dir. İşgücü piyasasında yer alan kadınların % 20’si vasıfsız, düşük ücretli işlerde çalışırken % 31’i tarım ve hayvancılık alanında çalışmaktadır. Ülkemizde kadınların işgücüne katılım oranının düşük, vasıfsız işlerde çalışan kadın oranının yüksek olmasının nedenlerini başlıca 5 grup altında özetleyebiliriz. Kadınlar arasındaki, 1. Düşük eğitim düzeyi, 2. Beceri yetersizlikleri, 4. Kadın işgücünün erkeğe oranla daha değersiz olduğu konusundaki yaygın düşünce, 5. Kadın çalıştırmanın sık sık iş kesintilerine uğraması ve bunun sonucu olarak maliyet artışına sebep olması. III. ÇALIŞAN KADINI KORUYUCU DÜZENLEMELER Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın çalışanları koruyucu çok sayıda düzenleme kabul edilmiştir. Uluslararası düzeyde kadını koruyucu düzenlemelerin başında ILO sözleşmeleri gelmektedir. Bunların bir kısmı TC tarafından onaylanıp iç hukukumuza dahil edilmiş, bir kısmı ise henüz onaylanmamıştır. 1. Uluslararası Düzeyde ILO’nun Eşit Değerde İş İçin Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 sayılı Sözleşmesi (1951), ILO’nun 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında Sözleşmesi (1952), 108 sayılı İş ve Meslek Bakımından Ayrım Hakkında ILO Sözleşmesi (1958). Bu sözleşmeler Türkiye tarafından usulüne uygun olarak onaylanmış ve iç hukukumuza dahil edilmiş sözleşmelerdir. Türkiye’nin henüz onaylamadığı sözleşmelere gelince; bunlar 156 sayılı Aile Sorumlulukları Olan Kadın ve İşçilere Eşit Davranılması Hakkında Sözleşme (1981), 175 sayılı Kısmi Süreli Çalışma Sözleşmesi (1994), 177 sayılı Ev Eksenli Çalışma Sözleşmesi (1996), 183 sayılı Analık Hakkının Korunması Sözleşmesi (2000) ve 189 sayılı Ev İşçileri İçin İnsana Yakışır İş Sözleşmesi (2011) (Uluslar arası kaynaklarla ilgili olarak bak. M. Onaran Yüksel, Türk İş Hukukunda Kadın-Erkek Eşitliği, İstanbul 2000, 41 vd.). Ekleyelim ki, ILO’nun Uzmanlar Komitesi ülkelerden gelen şikayetleri inceleyip genel kurula rapor sunar ve bu raporlar genel kurulda tartışılır. Komite’nin 2013 yılı raporunda Türkiye’nin 100 ve 111 sayılı sözleşmelere tam uymadığı sözleri yer almaktadır. Bir de cinsiyet eşitliğini vurgulayan ve kadınlara karşı ayrımcılık yapılmasını yasaklayan Birleşmiş Milletler sözleşmeleri vardır. Bunların başında BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin (1948) eşitlikle ilgili 2nci maddesi, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin (1966) cinsiyet eşitliği ile ilgili 3üncü maddesi ve özellikle Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) (1979) gelir. Ayrıca Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkında Sözleşme’nin (1950) ayrımcılık yasağı ile ilgili 14üncü maddesi, 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı’nın (1996’da değiştirilmiştir) 8 ve 20nci maddeleri de kadını koruyucu hükümler içerir. Her iki sözleşme de TC tarafından onaylanmıştır. Bu düzenlemelere ilgili Avrupa Birliği sözleşmeleri ve yönergeleri de eklenebilirse de henüz AB üyesi olmadığımız için bunlar üzerinde fazla durmak istemiyoruz (Bu konuda bak. N. Moroğlu, Uluslararası Belgelerde Kadın Erkek Eşitliği, İstanbul Barosu Yayını, İstanbul 2005). 2. Ülkemizdeki Düzenlemeler Anayasa md. 50’ye göre «Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar». AY’nın eşitlik ile ilgili düzenlemesine gelince «Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür». İkinci fıkraya 7.5.2010 tarihinde eklenen cümleye göre «Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz». Böylece kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması Anayasa ile sağlanmış bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanununa gelince, md. 5 çalışma yaşamında eşitlik konusunu genel anlamda düzenleyen ilk hüküm niteliğindedir. Anılan maddeye göre «İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz». İşK. md. 74 analık ve doğumda çalışma yasağı getirmiştir1. Madde 72, kadınların yeraltında 1 Doğumdan önce 8 ve doğumdan sonra 8 olmak üzere toplam 16 haftalık doğum izni süresinde kadın işçiye ücret ödenmez, bu süre esnasında işçi SGK’ndan geçici iş göremezlik ödeneği alır (Bak. 5510 sK. md. 18/d). 8 MART ’ 12 91 çalışmalarını yasaklamıştır. Önceki iş kanunlarında yer alan kadınlara gece çalıştırma yasağı getiren hükme, günümüz şartlarıyla bağdaşmadığı için AB düzenlemelerinden kaldırıldığından 4857 sayılı Kanun’da da yer verilmemiştir (Bak. md. 73). Öte yandan İşK. md. 24/II(b) ve (d) işyerinde cinsel tacizi işçi için haklı nedenle fesih nedeni saymıştır. Madde 18, cinsiyet farklılığını geçerli fesih nedeni saymamış, aksi durumda işçiye feshin iptali ile işe iade davası açma hakkı tanınmıştır (İşK. md. 20). Basın İşK.nun 16ncı maddesinin son fıkrası kadın gazetecinin hamileliğinin 7nci ayından itibaren doğumun 2nci ayı sonuna kadar izinli sayılacağı, yanı sıra bu sürede yarım ücret alacağını öngörmüştür. 1475 sayılı önceki İşK.nun yürürlükte bırakılan tek maddesi olan (md. 14) kıdem tazminatıyla ilgili hükmüne göre kadın işçiye evlendiği tarihten itibaren bir yıl içinde istifa etmesi halinde işveren tarafından kıdem tazminatı ödenmektedir. Pozitif ayrımcılığın tipik örneğini sergileyen bu madde işverenlerin yakınmalarına, radikal feminist görüş sahiplerinin de başka bir açıdan eşitsizliği vurguladığı için eleştirilerine neden olmaktadır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 41inci maddesi hizmet akdiyle çalışan kadınlara doğumdan sonra ücretsiz doğum ve analık izni sürelerinin iki yılını en çok iki doğumla sınırlı olarak borçlanabilme olanağı getirmiştir. 92 8 MART ’ 14 657 sayılı Kanun ise kadın memura istekleri üzerine 24 aya kadar aralıksız izin verilebileceğini öngörmüştür (md. 108/B). 5510 sK. md. 41/I(a) bu sürelerin de borçlanılabileceğini öngörmektedir (C. Tuncay/Ö. Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, 16.bası, İstanbul 2013, 601 vd.). Nihayet muhtelif kanunlarda kadın işçi çalıştırmayı teşvik amacıyla bazı düzenlemeler yapılmıştır. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa 15.5.2008 tarih ve 5763 sayılı K.la eklenen geç. md. 7 son iki yıl içinde 29 yaşından küçük erkek ve 18 yaşından büyük kadınları işe alan işverenlerin sigorta prim puanlarının 5 yıl içinde her yıl azalan biçimde (% 20-% 3) İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmasını öngörmüştür. Yine İşsizlik Sigortası Kanununa 13.2.2011 tarih ve 6111 sK.la eklenen geç. 10uncu maddeye göre 31.12.2015 tarihine kadar işe alınan ve fiilen çalıştırılan 18 yaşından büyük, 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadınlar için işverene ait sigorta prim tutarı maddede öngörülen şartlarla ve süreler boyunca İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanacaktır. Kısaca özetlemek gerekirse kadın ve genç istihdamına verilen sigorta prim teşvikleri Temmuz 2008’de başlamış, çıkarılan kanunlarla kadın ve genç istihdamına verilen teşviklerin yapısı zamanla değiştirilmiş ve faydalanma süresi Aralık 2015’e kadar uzatılmıştır. Ancak Şubat 2011’de yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanun düzenlemesi ile yapılan son değişiklikle teşviklerin kapsamı 29 yaş üzeri erkeklerin bir kısmını da kapsayacak şekilde genişletilmiş ve teşvikler sadece kadın istihdamını artırmaya yönelik olmaktan çıkmış, daha genel bir nitelik kazanmıştır. Bu düzenlemelerin yanı sıra bölgesel teşviklerin bir kısmı da istihdam teşvikleri içermektedir. 2004 yılında yürürlüğe giren ve ilk başta Aralık 2012’ye kadar yürürlükte kalacağı öngörülen 5084 sayılı Kanun birtakım bölgesel teşvikleri düzenlemiştir. 5084 sayılı kanunun getirdiği teşvikler Aralık 2012 sonunda sona ermiş, ancak 2012/3305 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bölgeler yeniden tanımlanarak istihdam teşvikleri yeniden düzenlenmiştir (Bahçeşehir Üniversitesi Betam Araştırma Notu 13/151: www.bahcesehir.edu.tr. Erişim tarihi: 11.2.2013. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tuncay/Ekmekçi, 179 vd.). Sosyal Güvenlik mevzuatında zaman zaman başka istihdamı teşvik tedbirleri de öngörülmüş ise de bunlarda kadın işçi-erkek işçi ayrımı yapılmamıştır. Bu vesile ile belirtelim ki, özellikle İş Hukukunda kadın istihdamına yönelik pozitif ayrımcılık hükümleri kadınların çalıştırılmasını teşvik şöyle dursun (örneğin evlenerek işten ayrılan kadına kıdem tazminatı ödenmesi, çocuklu kadın işçileri için kreş açma zorunluluğu, doğum ve analık izinleri) kadının iş bulmasını zora sokmaktadır. Zira çalışan kadını koruyan, ona ayrıcalık tanıyan hükümlerin işçilik maliyetini artırdığı, işin normal seyrini sekteye uğrattığı iddia edilmektedir (Bak. S. Dedeoğlu, Eşitlik mi Ayrıcalık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı, Çalışma ve Toplum, 2009/2, 53). 3. Çalışma Hayatı Açısından Kadının Erkeğe Oranla Farkları ve Gerçekler Uygulamada cinsiyet eşitliğini savunan belli başlı iki yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan birine «feminist yaklaşım», diğerine «realist yaklaşım» adı verilir (Karş. Dedeoğlu, 97). Feminist yaklaşım, kadının fiziksel ve biyolojik farklarını görmezden gelerek kadınla erkeği her alanda bir tutar. Örneğin ABD’de maden işyerlerinde, ağır ve tehlikeli işlerde dahi kadınların çalıştırılmasına bir engel yoktur. Kadın askerlik de yapar, boks ya da halter sporu da yapar. Realist yaklaşım ise kadının fiziksel ve biyolojik farklılıklar dışında eşitliği savunur. Her iki yaklaşım da kadınların işgücüne katılımının kolaylaştırmaya çalışmakta ise de realist yaklaşım daha gerçekçidir. Feminist yaklaşımın biraz ütopik olduğu söylenebilir. Gerçekten kadın biyolojik olarak erkekten daha güçsüzdür. Ağır, yıpratıcı ve güce dayanan işlerde kadınların çalıştırılması sakıncalıdır. Kaldı ki, kadın hamile kalan, doğuran, çocuk dünyaya getiren insandır. Bu dönemlerde çalışamaz. Ev işi ve çocuk bakımı batı toplumlarında daha az olmakla beraber tüm dünyada kadınlara özgüdür. Buna yaşlı bakımını da ekleyebiliriz. Ev işi, çocuk ve yaşlı bakımı Asya, Güney Amerika, Güney Avrupa ülkelerinde hemen hemen tamamen kadınların üstüne kalmıştır. Buna «Latin Çemberi» adı verilmektedir (Dedeoğlu, 43). Kadınların özellikle doğu toplumlarında eğitim düzeylerinin erkeğe oranla daha düşük olması, onların aile ve toplum içindeki geleneksel rolleri (anne olma, çocuk bakımı, ev işçiliği vs.), iş hayatlarının kısa ve kesintili olması, erkeğe oranla fiziksel olarak daha güçsüz olmaları, onları daha kolay, fazla mesleki bilgi ve güç istemeyen işlerde çalışmak zorunda bırakmaktadır. En önemlisi de kadın işgücünün erkeğinkine oranla daha değersiz olduğu konusundaki yaygın kanaat. Bu durum kadın işi-erkek işi ayrımının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda da kadınların yaptığı işler kamuoyunda genelde daha değersiz sayılır ve onlara düşük ücret ödenir. Oysa bugünün şartlarında, hele 21.yy’ın eşitlik, özgürlük anlayışı içinde kadın işi-erkek işi ayrımını, bu demode anlayışı silmek gerekmektedir. Bu nedenle ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) 1951 yılında Eşit Değerde İş İçin Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 sayılı Sözleşmeyi kabul etmiştir. Türkiye tarafından 1966 yılında bir kanunla kabul edilen bu Sözleşme, ücretin işin kadın tarafından mı, erkek tarafından mı yapıldığına ya da işlerin aynı olup olmadığına göre değil, işlerin eşit değerde olmasına göre belirlenmesi esasına dayandırmıştır (md. 2, 3). Kavramsal olarak aynı (eşit) iş aynı meslek türüne dahil aynı tanınma sahip, her iki cins tarafından da yapı- labilen iş demektir. Aynı (eşit) değerde iş ise aynı koşullar altında yapılan, aynı derecede ustalık, çaba, bilgi, güç ve sorumlulukla yapılan iş demektir. Değerlendirme objektif ve bilimsel usullerle (job evaluation) yapılır ve ortaya her işin bir ekonomik değeri çıkar. O zaman ücreti belirlemek işin kadın ya da erkek tarafından yapılmış olmasına göre değil, hangi değerde olduğuna göre yapılır. İşin değeri farklı ise ücreti de farklı olur, iş ister erkek ister kadın tarafından yerine getirilsin fark etmez (Bak. C. Tuncay, İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi, İstanbul 1982, 192 vd.). Aslında ücret eşitliği hem aynı hem de aynı değerde iş için cinsiyet farkı gözetilmemesi demektir. Nitekim 1997 tarihli Avrupa Birliği Sözleşmesi ücret eşitliğini hem aynı hem de aynı değere sahip işçi için öngörmüştür (md. 141). Ülkemizde kadın işi-erkek işi ayrımı ve anlayışı devam etmektedir. Bunun sonucu olarak kadınlar daha çok «atipik» işlerde yani kısa süreli, geçici, belirli süreli, çağrıya dayalı ya da evlerde yapılan işlerde çalıştırılmaktadır. Bu işler (hele kadın tarafından yapılıyorsa) daha az güvenceli, daha düşük ücretli işlerdir. Daha da öteye araştırmalara göre kadınlar, gençler ve göçmenler daha çok eğreti işlerde (precarious works) çalıştırılmaktadır. Bunlar belirsiz, istikrarsız, kötü şartlara sahip, sosyal korumadan yoksun, enformel, insan sağlığı açısından risk taşıyan işlerdir (Bak. O. Karadeniz, Türkiye’de Atipik Çalışan Kadınlar ve Yaygın Sosyal Güvencesizlik, Çalışma 8 MART ’ 14 93 ve Toplum, 2011/2, 89). Atipik işlerde çalışan kadınlar genelde yoksul, düşük gelir düzeyine sahip kesimlerden gelmektedir. Araştırmalar göstermektedir ki, eğreti istihdam ile yoksulluk birbirini etkileyen iki temel olgudur. Nitekim kişiler yoksul oldukları için eğreti işlerde çalışmak zorunda kaldıkları gibi eğreti işlerde çalıştıkları için de yoksul kalabilmektedirler (Karadeniz, 94). Kadın istihdamı açısından tarımda daha dezavantajlı bir durum ortaya çıkmaktadır. Zira kadınlar genelde tarım sektöründe ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılmaktadır. Kadın evde hem çocuğa, anaya babaya bakar, yemek yapar, temizlik yapar, hem de gider tarlada çalışır. Bunlar için kendisine kırk para ödenmez, sosyal güvencesi de yoktur. Bu durum evlerde yapılan çalışmalar açısından da pek farklı değildir. Türkiye’de evde yapılan çalışmaların % 92’sinin kadınlar tarafından yerine getirildiği hesaplanmıştır. İşin vahim tarafı kadınların çoğunluğunun bu durumu normal saymakta oluşları ve kabullenmeleridir (Karadeniz, 106-110). 4. Bazı Avrupa Ülkelerindeki ve ABD’deki Düzenlemeler a) Birleşik Krallık Hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde cinsiyet ayrımına karşı çıkan düzenlemeler yapılmış ise de bazılarında bu konu son yıllarda genel eşitlik kanunlarıyla düzenlenmeye başlanmıştır. Nitekim Birleşik Krallık’ta çalışma hayatında kadın erkek ayrımına ilişkin en büyük mücadele 94 8 MART ’ 14 ücret eşitsizliğine karşı verilmiştir. Bu ülkede yıllarca sırf kadın oldukları için aynı işi yapsalar da kadınlara erkekler karşısında daha düşük ücret ödenmiştir. Zira bu ülkede kadın işgücünün erkek işgücüne oranla daha değersiz olduğu inancı hakimdir. Ücret eşitliğinin sağlanmasına ilişkin ilk önemli düzenleme 1970 tarihli Ücrette Eşitlik Kanunu (Equal Pay Act) ile yapılmış fakat bazı sosyal nedenlerle bu kanun beş yıl sonra Cinsiyet Ayrımına İlişkin Kanunla (Sex Discrimination Act 1975) aynı anda yürürlüğe sokulmuştur. EPA ücret, SDA ise ücret dışı konularda (iş şartları, işe alınma, işte yükselme, iş akdinin feshi, sosyal yardımlar gibi) ayrımın yapılmasına ilişkin hükümler içermekte ise de yer yer her iki kanun arasında kesişen ve çelişen hükümlere rastlanmıştır. Son olarak her iki kanun hükümleri 2010 yılında kabul edilen Eşitlik Kanunu içinde toplanmıştır (Bak. G. Pitt, Employment Law, 8th. Ed., London 2011, 207-208). Belli başlı tüm ayrımcılık hallerini ortadan kaldırmayı hedefleyen bu Yasa AB normlarına (yönergelere) uyum sağlamak için İşçi Partisi iktidarının son günlerinde kabul edilmiştir. Yasa ırk, cinsiyet, aynı cinsle birlikte yaşama, cinsiyet değiştirme, analık, engellilik, yaş, din ve inanç nedeniyle iş ilişkisinde ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır (Pitt, 27 vd.). b) Almanya Almanya’da ise 2006 yılında kabul edilen Genel Eşitsizlik K. (Allgemeines Gleichbehandlungsgesetz) ile sadece cinsiyet ayrımı değil belli başlı tüm ayrımcılık sebepleri yasaklanmaktadır. Yasada 2009 yılında yapılan değişiklik ile AB’nin ayrımcılığa karşı çıkarılan 2000/43, 2000/78, 79/7 ve 2006/54 sayılı yönergelerine uyum sağlanmıştır. Ayrımcılık sebepleri olarak sadece ırk, etnik köken, cinsiyet, din ve inanç, dünya görüşü, engellilik, yaş ve cinsel tercih sayılmıştır. Yasa ile hem bu nedenlerle kişilerin zarar görmesi engellenmekte hem de bu yüzden zarar gören kişiye tazminat hakkı tanınmaktadır. Yasa hem «doğrudan ayrımcılık» hem de «dolaylı ayrımcılık» hallerini yasaklamaktadır (Bak. A. Junker, Grundkurs Arbeitsrecht, 12. Aufl., München 2013, No. 161). Bu vesile ile doğrudan ve dolaylı ayrımcılık kavramları üzerinde kısaca bilgi vermek istiyoruz. Şöyle ki; Doğrudan ayrımcılık bir kişiye sırf cinsiyetine özgü bir niteliğine (hamilelik, doğum gibi) dayanılarak iş ilişkisini ilgilendiren her konuda eşit konumdaki diğer cinsiyet grubuna mensup bir kişiye göre keyfi olarak farklı davranmak (onu mağdur etmek) anlamına gelir (Onaran Yüksel, 96-99). Örneğin bir kişiye sırf cinsiyet farklılığı nedeniyle aynı işi görseler de diğer cinsiyete mensup kişiye oranla daha az ücret ödemek doğrudan cinsiyet ayrımcılığıdır. Dolaylı ayrımcılığın tanımı ise oldukça zor ve tartışmalıdır. Yine de dolaylı ayrımcılık bir uygulamanın farklı cinslere görünüşte eşit davranıldığı görüntüsü altında olsa bile aslında belli bir cinse mensup olanları kayırıp diğer cinse mensup olanları mağdur etmesi anlamına gelir (Onaran Yüksel, 102, 106). Örneğin bir işletmede ağırlıklı olarak kısmi süreli çalışma sistemi uygulanmakta ve bu işlerde genelde kadınlar çalıştırılmakta iken kısmi çalışanlara düşük ücret ödenmesi halinde kadın işçilere karşı dolaylı ayrımcılık yapılmış olur (Bu konuda ayrıca bak. G. Burcu Yıldız, İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, 75 vd.). c) Fransa Fransız Hukukunda ise henüz genel bir eşitlik kanunu kabul edilmiş değildir. Buna karşılık Fransız İş Kodunda cinsiyet ayrımına ilişkin önemli hükümlere yer verilmiştir. Örneğin hamileliğini doktor raporu ile belgeleyen kadın işçiye ihbar süresine uymak zorunda kalmaksızın ve işverene herhangi bir tazminat ödenmeksizin işten ayrılma hakkı tanınmıştır (İş Kodu md. L. 1225-34). Bunun gibi, kadın işçi doğumdan sonra ve analık izninin veya evlat edinme izninin bitiminde çocuğunu yetiştirmek için en azından 15 gün önceden işverenini bilgilendirmek suretiyle veya doğumdan veya evlat edinilenin eve gelmesinden 2 ay sonra ihbar süresi vermeksizin iş sözleşmesini feshedebilir (İş Kodu md. L. 1225-66) (Jean Pélissier/Gilles Auzero/Emmanuel Dockès, Droit du travail, Paris 2013, 365-366). İş Kodu md. 1225-67 gereği ise, bu şekilde, yani analık veya evlat edinme izninin sonunda iş sözleşmesini fesheden kadın işçiler, feshi izleyen bir yıl içinde tekrar işe alınmak için başvurabilirler ve bir yıl boyunca niteliklerine uygun işlere alımda önceliğe sahiptirler (Pélissier/ Auzero/Dockès, 197.). Doğum tarihinde en az 1 yıllık kıdemi olması şartı ile, kadın işçi daha uzun bir annelik izni (congé parental d’éducation) alabilmekte veya 3 yıla kadar part-time çalışabilmektedir. Kadın işçi söz konusu annelik izni (congé parental d’éducation) süresince annelik görevinin gerektirdiği işler dışında herhangi bir işte çalışamamaktadır (İş Kodu md. L. 1225-53) (Pélissier/ Auzero/Dockès, 368). Doğum izninin veya annelik izninin (congé parental d’éducation) bitiminde kadın işçi eski işine veya eski işinin boş olmaması halinde eski işi ile aynı-benzer bir işe tekrar alınmalıdır. İş sözleşmesinin askıya alınmış olmasının ücretinde herhangi bir olumsuz etkisi yoktur (Pélissier/Auzero/Dockès, 368-369). Bununla birlikte hamile kadın işçilerin korunması esas olarak, iş sözleşmelerinin feshinin engellenmesi ile sağlanmaktadır (Pélissier/Auzero/ Dockès, 366). Buna göre, hamile olduğu doktor raporu ile sabit olan kadın işçilerin iş sözleşmelerinin feshedilmesi yasak olduğu gibi kullansınlar kullanmasınlar yasal olarak sahip oldukları tüm askı süresi boyunca ve bu sürenin bitiminden itibaren 4 hafta boyunca da iş sözleşmelerinin fesih yasaktır. Bu sürede, fesih bildirimi yapılamaz, yapılsa bile işlerlik kazanmaz (İş Kodu md. L. 1225-4). Fesih bildiriminde feshin analık izninden sonra hüküm ifade edeceği belirtilmiş olsa bile fesih geçersizdir. Geçersiz fesih karşısında kadın işçi tekrar işine geri dönmek isterse ve bunu talep ederse, işveren onu işe geri almak ve geçersiz fesih nedeniyle yoksun kaldığı ücretlerini ödemek zorunda kalacaktır. Fakat kadın işçi işine geri dönmeyi talep etmez ise, işveren geçersiz fesih nedeniyle yoksun kalınan ücretleri, ihbar ve kıdem tazminatı ile feshin geçersiz niteliğinden kaynaklanan zararı ödemeye mahkûm olacaktır (Pélissier/Auzero/ Dockès, 371-372). İş Kodu md. L. 1225-29 uyarınca doğumdan önce ve sonra toplamda 8 haftalık süre boyunca ve doğumu izleyen 6 hafta boyunca kadın işçileri çalıştırmak yasaktır. Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu eski Bakan Fatma Şahin geçen yıl verdiği bir demeçte kadın istihdamını artırmaya yönelik olarak Fransız modelinin esas alınacağını ifade etmiştir (Milliyet, 14.12.2013). Bakana göre kadınlara esnek çalışma olanağı getirilirse (örneğin kadına doğum sonrası part-time çalışma olanağı getirilerek bu statünün çocuk okula başlayıncaya kadar devam etmesi, esnek çalışma modellerinin teşvik edilmesi gibi) kadın istihdamı artacaktır. Ancak bu uygulamaya Fransız modeli demek ne derece doğru olur tartışılır. Bu vesile ile belirtelim ki, Fransa’da «Kadın-Erkek Eşitliği Kanunu» tasarısı (Project de Loi Pour L’Égalité Entre Les Femmes et Les Hommes) Senato tarafından kabul edilerek geçtiğimiz yılsonu (18.9.2013) Meclise sunulmuştur. d) Belçika ve İspanya Belçika’da ise kadın-erkek ayrımcılığı 8 MART ’ 14 95 ile mücadele etmeye yönelik Kanun, 10 Mayıs 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Belirtelim ki, bütün ayrımcılık kriterlerini kapsayan, genel bir eşitlik ya da ayrımcılık karşıtı kanun yapma önerisi bu ülkede henüz kabul görmemiştir. Bunun nedeni ise Birlik müktesebatının tüm ayrımcılık kriterleri için aynı rejimi getirmemesi nedeniyle belli bazı ayrımcılık kriterleri açısından yönergelerin kısmen iç hukuka aktarımında güçlükler yaşanmasıdır (Nathalie Wuiame, La nouvelle loi sur l’égalité entre hommes et femmes: http://www.sdj.be/ admin/docs/nouvelle_loi_egalite_ homme_femme_JDJB267.pdf). İspanya’da, Kadın-Erkek Eşitliği Kanunu 15 Mart 2007 tarihinde kabul edilmiştir. e) ABD Amerika Birleşik Devletleri eşitlik ilkesiyle en çok ilgilenen ülkelerden biridir. Nitekim 1776 Bağımsızlık Bildirgesinde ‘tüm insanların eşit yaratıldığını gerçek kabul ediyoruz’ sözleri yer almaktadır. Mamafih eşitlik konusu bu ülkede kadın erkek eşitliğinden ziyade tarihsel nedenlere bağlı olarak ırkların eşitliği bazında ele alınmıştır. Nitekim 1865 AY değişikliği ile kölelik yasaklanmış, 1870’te tüm kölelere vatandaşlık hakkı tanınmıştır. Yasal ve anayasal düzenlemelere rağmen ırk ayrımı ABD’de yakın zamana kadar tartışma konusu olmuştur. Amerikan Kongresi 1964’te ırk ayrımının her türünü yasaklayan Yurttaş Hakları Yasasını (Civil Rights Act) kabul etmişse de Yüksek Mahkeme bu soruna hep tutucu yaklaşmış96 8 MART ’ 14 tır. 1972’de Anayasaya cinsiyet eşitliği maddesi eklenmek istenmişse de eyaletlerin onayı 2/3 çoğunluk barajına ulaşamayınca kadük olmuştur (European Commission, Comparative Study of Anti-Discrimination and Equality Law of US, Canada, South Africa and India, Legal and Social Context 2013, 14 vd.). Güney Afrika’daki gelişme de aşağı yukarı ABD’dekine benzer. Çünkü uzun yıllar acımasız bir ayrımcılık politikası (apartheid) güdülen bu ülkede beyaz insan her türlü hak ve özgürlüğe sahipken kıtanın yerlisi siyahlara köle gibi davranılmaktaydı. Siyah kadın, aile, mülkiyet ve iş hukuku alanında beyaz kadına oranla iki hatta üç misli kötü muamele görmekteydi. 20. yüzyılın sonlarında başlayan yoğun protestolar ve kanlı ayaklanmalar sonucu bu politika terk edilmiştir. Bu nedenle 1997 tarihinde yürürlüğe konulan yeni Anayasa bu ülkede kötü geçmişi onaran, demokratik değerlere, sosyal adalet ilkesine, temel insan haklarına vurgu yapan ve tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu garanti altına alan hükümlere yer vermiştir (Comparative Study of Anti-Discrimination and Equality Laws, Justice, European Commission, 18-19). 5. Kadın İstihdamını Arttırmaya Yönelik İdari Önlemlerimiz (Başbakanlık Genelgesi) Başbakanlık 25.5.2010 tarihinde Kadın İstihdamının Arttırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması Hakkında bir Genelge yayınlamıştır (2010/14) (RG. 25.5.2010, Nr. 27591). Bu Genelgede kadın istihdamına ilişkin sorunların tespiti ve giderilmesine yönelik çalışmalar yapmak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşarının başkanlığında ilgili diğer bazı bakanlık müsteşarları, DPT müsteşarı, ilgili bazı kamu kurum ve kuruluşları ile TİK başkan ve genel müdürleri ile TOBB, TESK ve işçi ve işveren konfederasyonları ve üniversite temsilcilerinden bir ‘Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu’ oluşturulması öngörülmüştür. Devamında özetle kamuda fırsat eşitliğinin sağlanıp sağlanmadığını, kamu ve özel sektörde cinsiyet eşitliği ile ilgili hükümlere uyulup uyulmadığının izlenmesi ve denetlenmesi, kamu kurum ve kuruluşlarının hazırlayacakları stratejik plan, performans ve faaliyet raporlarına kadın-erkek eşitliği yaklaşımını ve istatistiki verileri eklemeleri, kamu kurum ve kuruluşlarında işe girişlerde görev alma ve yükselmelerde cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılmaması, eşitlik ilkesine dikkat edilmesi, cezaevindeki kadınlar ile dul kalmış kadınların sosyal hayata katılımlarının teşvik edilmesi, ev eksenli çalışan kadınlara ilişkin düzenli istatistiki bilgiler toplanması, araştırmalar yapılması, 4857 sK. hükümleri uyarınca kamu ve özel işyerlerinde kreş ve gündüz bakım evlerinin açılıp açılmadığının denetlenmesi öngörülmektedir. Başbakanlık Genelgesinin bir etkisi midir, yoksa bu yönde yapılan yoğun çabaların sonucu mudur bilinmez ama son yıllarda kadın istihdamının ülkemizde arttığı gözlenmiştir. Nitekim kadın istihdamını son beş yılda % 25 artmıştır. Şöyle ki, 2009’da 6.2 milyon olarak saptanan kadın işgücü 2013 Ağustosunda 7.7 milyona ulaşmıştır. Bu açıdan kadınlar ve erkekler arasındaki fark biraz olsun azalmıştır (Cem Kılıç, 1.12.2013 Basın: kadın istihdamı artıyor ama eşitsizlik artıyor). İlginçtir ki, Türkiye kadın yöneticiler sayısında dünyada 8inci sırada yer almaktadır. Yöneticilerin % 31’inin kadın olduğu saptanmıştır (Milliyet, 1.1.2014). 6. Kadın İstihdamını Arttırmaya Yönelik Önlem ve Önerilerimiz Bu yöndeki önerilerimizi yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında aşağıdaki gibi sıralamak istiyoruz: •Kadınların eğitim seviyesi yükseltilmeli, okula gitme teşvik edilmeli, •Beceri ve yetiştirme kursları açılmalı, •Kadının ücretsiz ev işçisi olduğu yönündeki yaygın kanaat silinmeli; fakat kadının biyolojik farklılıkları da göz önünde tutulmalı, •Kadın işgücünün de erkeğinki kadar değerli olduğu kabul edilmeli, •Kadının güçsüz bir cinsiyet grubu olduğu kanaati terk edilmeli, •Fırsat eşitliğine önem verilmeli, •Kadın çalıştırmanın maliyet arttırıcı etkisi devlet yardım ve katkılarıyla hafifletilmeli, •Prim ve vergi teşviklerine devam edilmeli ve oranları düşürülmeli, •İşyerlerinde kadın kotaları uygulanmalı, •Serbest çalışan kadınlara ucuz kredi, doğum yapan kadınlara ucuz ya da faizsiz kredi verilmeli, •Atipik çalışma türlerinin sayısı ve tanımı İşK.nda artırılmalıdır. Özel istihdam büroları aracılığı ile işe alınma düzenlenirse kadınlar istihdama daha çok katılır. Kısacası çalışma mevzuatı daha esnek hale getirilmelidir. •Uzaktan çalışma, iş paylaşımı, evde çalışma gibi diğer atipik çalışma türleri de iş kanunlarında düzenlenmeli, •Teşvik uygulamaları daha anlaşılır ve sade olmalı. Çok dağınık, detaylı ve kanunlarla çelişen genelgeler terk edilmeli, •Psikolojik tacize uğramanın iş sözleşmesini haklı fesih nedeni olması iş kanunlarında kabul edilmeli, •Bazı Avrupa ülkelerinde yapıldığı gibi bir Genel Eşitlik Kanunu çıkarılmalı, •Türkiye Cumhuriyeti, ILO’nun özellikle 183 sayılı Anneliğin Korunması Sözleşmesi ile 156 sayılı Aile Sorumlulukları Olan İşçiler Sözleşmesini bir an önce onaylamalıdır. SONUÇ: Kadın cinayetlerinin, aile içi şiddetin, kadına kötü davranmanın, çocuk gelinlerin sayısının tavan yaptığı bir ülkede kadın istihdamının önünün açılmasını beklemek hayalden öteye geçemez. Ülkemizde kadının en az erkek kadar saygın ve korunmaya değer ve kadınla erkeğin eşit haklara sahip olduğu anlaşıldığı zaman tam anlamıyla demokratik ve uygar bir toplum haline geleceğiz demek kanımca yanlış olmaz. Kadınla erkeğin eşit haklara sahip olduğunu anlamak ve kabul etmek bir eğitim ve kültür sorunudur. O halde ülkede batılı anlamda eğitime önem vermek birinci önceliğimiz olmalıdır. Tebliğimizi ulu önder Atatürk’ün şu anlamlı sözlerine yer vererek bitirmek istiyoruz: «Tanrı’nın yaratma gücü insanları iki cins olarak yaratmıştır. Bunların biri olursa ötekinin de olması şarttır. Hazret-i Adem ile Hazret-i Havva’nın nasıl yaratıldıkları ile ilgili kuramlar birbirine uymaz. (…) Şuna inanmak gerekir ki, yeryüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. (…) Bir toplum, iki cinsten yalnız birinin çağın gereklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarıdan fazlasıyla zayıf kalır. Bir ulus ilerlemek ve uygarlaşmak isterse özellikle bu noktayı temel olarak kabul etmek zorundadır. Bizim toplumumuzun başarısızlığı kadınlarımıza ilgisizliğimizden kaynaklanmaktadır. (…) Bu nedenle, bir toplumun bir üyesi etkin öteki üyesi boş durursa, o toplum felç olmuş demektir. (…) Bir toplum, bir ulus erkek ve kadın denen iki cinsten oluşur. Olanağı var mıdır ki, bir topluluğun bir bölümünü ilerletelim, ötekini önemsemeyelim de, topluluğun tümü ilerlesin? Olanağı var mıdır ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça öteki yarısı göklere yükselebilsin?» (Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, 6.bası, İstanbul 1991, 85-88). 8 MART ’ 14 97 BOŞANMA VE BOŞANMANIN ÇOCUK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Boşanma bir ailenin başına gelebilecek sarsıcı olaylardan biridir ve beraberinde etki bırakacak bir dizi değişikliği de getirir. Yapılan araştırmalara göre, artık günümüzde her iki evlilikten biri boşanma ile sonuçlanıyor ve evliliklerin yarısı ilk 7 sene içerisinde sona eriyor. Bu istatistiksel veriler, boşanmanın ciddi bir sosyal konu olduğunu şüphe göstermez bir şekilde göstermektedir. Anne ve babası boşanmış çocukların gelişimleri sırasında, diğer çocuklara oranla daha fazla psikolojik sorunlar yaşadıkları görülmüştür. Bu yüzden, giderek daha fazla çift, aileyi dağıtmanın doğru olup olmayacağını sorgulamaktadır. Hatta, kimi çift, en azından çocuklar büyüyüp evden ayrılana kadar kişisel isteklerini, hayallerini bir kenara bırakıp evliliği sürdürmeyi düşünmektedir. Fakat, yapılan araştırma sonuçları ; çocukların iyiliği için bir arada kalmanın çok nadir işe yaradığını göstermektedir. Bazen bir arada kalmak, çocuklara anlaşmayan anne babaların boşanmasından daha çok zarar verebilmektedir. Kasıtlı sessiz kalmalardan, sürekli bağrış cağrışlardan, fiziksel şiddet göstermeye kadar çeşitli an98 8 MART ’ 14 laşmazlıklara tanık olmuş çocuklar, boşanmış aile çocuklarından daha uyumsuzdur. Kısacası, bazen bir evlilik sorununu çözmenin tek yolu evliliği sona erdirmek olabilir. Günümüzde evliliklerin sona ermesi sık rastlanan bir olay olduğu için, bir çok çocuk- çok küçük olanlar hariç- boşanma kelimesini bilmektedir. Eğer evliliğiniz bir süredir gergin ve mutsuzsa, çocuklarınızın bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında olmaları büyük bir olasılıktır. Ama buna rağmen, boşanma hakkında az çok bir şeyler bilmek ve sürekli anne-babanın kavgalarına tanık olmak bile bir çok çocuğu, anne babasının ayrılıyor ya da boşanıyor olduğu haberine hazırlamaz. Olay patladığı zaman çocuklar gerçekten sarsılır. İstismar eden biri bile olsa, bir ebeveynden ayrı olmak çocukları korkutur. Düşünüldüğünde boşanma, basit anlamda evlilik sözleşmesinin sona ermesidir. Ancak ruhsal açıdan değerlendirildiğinde; aile birliğinin bozulmasına yol açan ve bütün aile üyelerini, hatta yakın çevredeki kişileri dahi sarsabilen karmaşık bir olgudur. Boşanma süreci içinde yaşanan ger- Psikolog E.Selin Uçal ginlikler ve çatışmalar, çocuğun içe kapanmasına, anne babası tarafından sevilmediğini düşünmesine, gerginliklerin sorumlusu olarak kendisini görmesine neden olur. Bu sürecin son noktası olan boşanma ise çocuğun bu düşüncelerinde haklı olduğunun göstergesi olarak ortaya çıkar ve yoğun suçluluk duygusuna yol açabilir. İster saldırganlık ya da hırçınlık, uyku ve yeme bozukluğu, alt ıslatma, dikkat problemleri ve okul başarısızlığı şeklinde olsun boşanma; çocukta bir takım uyum ve davranış bozukluklarına neden olmakta ve çocuğun gelişimini olumsuz etkilemektedir. Bu olumsuz etkilerin en aza indirilmesi ancak anne ve babanın olumsuz tutumlarından kaçınmaları ile mümkündür. Asıl boşanmadan sonra, anne ve babalara sorumluluk düşmektedir. Bu dönemde çocuk yalnız kalmamalıdır. Genelde boşanma işlemi gerçekleştikten sonra, özellikle çocuklar küçük yaşta ise velayet anneye verilmektedir. Bu yüzden baba, çocuğun erkek figüründen uzaklaşmaması için çocuğu ile bağını her zaman sıkı tutmalıdır. Çocukların, evliliğin sonlanmasına ve artık birlikte yaşamayacak olmalarına rağmen, anne ve babalarının yine onların ebeveynleri olacağını bilmeye ihtiyaçları vardır. Uzun süren çocuğa kimin bakacağı tartışmaları veya çocuğa bir tarafı seçme konusunda baskı yapılması çocuk için zedeleyici olabilir ve boşanmanın verdiği zararı arttırabilir. Anne-babanın çocuklarının iyiliği için ve geleceği konusunda uyumlu olmaları ve bunu devam ettirmeleri önemlidir. Eğer çocuklar endişe belirtileri gösterirse profesyonel yardım da alınması yapılacak en doğru hareketlerdendir. ÇALIŞAN KADIN ve ÇOCUK İLETİŞİMİ Bu gün ülkemizin geldiği durum ekonomik olarak kadınların da iş dünyasının içinde olmalarını gerekli kılıyor. Yaşam şartlarının değişmesi, çağımızın getirdiği ihtiyaçlar bir yandan kadının iş yaşantısındaki rolünü arttırırken diğer yandan annelik görevini daha güç bir duruma sokmasına sebep oluyor. Kadınların çalışma hayatlarında daha aktif rol almaları tabi ki çocuklu kadınlar için zor ve problemli bir hale gelebiliyor. Hatta bazılarımız ‘iyi anne’ olmayı evde kalıp çocukları ile zaman geçirmek, ev işleriyle ilgilenmek olarak bile algılayabiliyor. Oysa ki, psikoloji alanında yapılan birçok araştırma, şayet anne duygusal boyutta gereken sevgi, ilgi ve bakimi gösteriyorsa, çocuğun sağlıklı bireyler olması için bir engel veya sebebin olmadığını kanıtlamıştır. Hatta buna ek olarak, çalışan annelerin çocuklarının daha bağımsız, güçlü, sorumluluk sahibi, ve başarı odaklı bireylere dönüştükleri gerçeği görülmüştür. Çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar ise, çocukluk döneminde sevilip sevilmemek, istenip istenmemek çocukların beynine sürekli yazıldığı ve çocuk ilk yaşlarında ‘annem’ ve ‘ben’ demeye başladığı gerçeğini bulmuştur. Bu yüzden, özellikle çocukluklarının ilk dönemlerinde anne ilgisi ve şefkati daha da önemli olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Özellikle çocuğun kişilik ve duygusal gelişimi açısından ilk 4 sene çok büyük önem taşıyor. Fakat, tabi ki bu durum doğum sonrası işlerine dönmek zorunda kalan annelerce çözümsüz bir problem olarak algılanmamalıdır. Buradaki kritik nokta, çocuğa sevgi ve güven duygularını verebilecek başka bir bireyin, çocukla beraber, anne yokken olup ilgilenmesidir. Bu kişi ister baba olsun, ister anneanne ya da bakıcı, önemli olan çocuğa ihtiyaç duyduğu duygusal yakınlığı verebilmesidir. Peki, çalışma hayatına dönen anne, içinde bulunduğu durum ve zorunlulukları nasıl paylaşmalıdır? Bu noktada annenin çocuğu büyük kişi gibi kabul edip açıklamalarını bu doğrultuda yapmasıdır. İşte burada en az annenin tutumu kadar babanın tutumu çok büyük değer taşır. Baba elinden geldiğince anneye yardim etmeli ve annenin söylediklerini en iyi şekilde desteklemelidir. Çocuğun ilk zamanlarda üzülüp tepki göstermesi normaldir. Fakat zamanla anne ve babasının onu gerçekten sevip önem verdiğini görüp bu durumu kabullenecektir. Burada değer taşıyan başka bir konu ise ,annenin çocuğuyla geçirebileceği zamanın kalitesidir. Kaliteli zaman geçirmek nitelikli bir beraberlik yaratmaktır. Birlikte geçirilen zaman içinde, anne ve çocuk arasında gerçek bir ilişki kurabilmektir. Anne sürekli olarak çocuğu ile konuşmak, paylaşmak, oyunlar oynayıp onu çok sevdiğini söyleyip bunu hal ve tavırları ile belli etmelidir. Çocuğa bir annenin verebileceği en büyük hediye her gün kısa da olsa bir zaman dilimini nitelikli ve sürekli olarak geçirmektir. Emin olun çocuk zamanla annesinin çalışmasına tolere edecektir. 8 MART ’ 14 99 AİLEDE ÇOCUKLARIN DUYGUSAL ZEKA GELİŞİMİ Çocukların duygularına önem vermeyen ve duygusal ihtiyaçlarına karşılık vermeyen anne ve babalar, onların duygusal gelişimlerine engel olurlar. Duygusal zeka karşı tarafı anlama, algılama, ve aynı zamanda da kişinin kendi duygularını ifade edebilme becerisidir ve insan yaşamında çok önemlidir. Yapılan araştırmalar, bireylerin hayatlarını yönlendirmede, mutlu ve başarılı olmalarında zekanın (IQ) etkisinden çok duygusal zekanın önemli olduğunu göstermektedir. Bunun başlıca nedeni , düşünme yeteneğinin zeka ile sınırlı olup, istek ve motivasyonun duygusal zekanın birer getirisi olmasından kaynaklanmasıdır. Duygusal becerisi olan çocuklar hayatlarının her evresinde başarılı olmaya adaylardır. Bu yüzden çocuklara duygusal zeka becerisinin kazandırılması, çocukların hayatlarındaki engelleri aşmaları ve hayal kırıklıkları ile kolay başa çıkabilmeleri için çok büyük önem taşımaktadır. Ebeveynlerin çocuklarına özel zaman ayırmaları, onları sevdiklerini, onları önemsediklerini belirtmeleri, onlarla iyi ilişkiler içinde olmaları, çocukların özgüvenlerini geliştirmelerini ve başkaları ile daha verimli ilişkiler kurmalarını sağlayacaktır. Çocuklar, bebekliklerinden itibaren sağlıklı sağlıksız, doğru ya da yanlış pek çok şeyden etkilenerek büyürler. Çevrelerinden gelen tepkilere göre kendileri ve başkaları ile ilgili çeşitli duygu ve düşünceler edinir ve bunlara göre, değişik davranış biçimleri geliştirirler. Bu nedenlerden dolayı duygusal zekanın ilk okulunun ‘aile’ olduğunu söylemek çok doğrudur. Anne-babanın davranışları çocuğun duygusal yaşantısında derin ve kalıcı etkiler yaratır. 100 8 MART ’ 14 Aile içinde duygusal gelişimlerine karşılık verilen, duygu ve hisleri kritik edilmeden dinlenilen, sevgi gören çocuklar, kendi anne-babalarına güven duyacak ve bir sıkıntıları olduğunda bunu onlarla çekinmeden paylaşacaklardır. Aynı zamanda, çocukların kendilerini tanımaları, seçim sahibi olmaları ve öz iradelerinin gelişimi için ebeveyninlerinin onlara seçme hakkını vermeleri, bu çocukların etrafında olan bitenlerle ilgili hislerinin gelişimine yardımcı olacaktır. Böylelikle, çocukların öz-bilinçleri de gelişecektir ve bu yeteneğe sahip olan çocuklar kendi duygu ve düşüncelerini daha iyi anlayacak ve kontrol edebileceklerdir. Kendi farkındalıkları gelişmiş olan çocuklar, çevrelerindeki insanlarla olan ilişkilerinde de başarıya erişecekler ve başkaları ile sağlıklı ilişkiler kurabileceklerdir. Bunlara ek olarak, anne ve baba çocuklarına mümkün olduğunca mutlu ve eğlenceli bir aile ortamı yaratmaya çalışmalıdırlar. Bunun nedeni, çocukların duygusal sağlıklarının ve etkili düşünme/öğrenme yeteneklerinin birbirleri ile yakından ilişkili olmasıdır. Çocuklara, gerginliğin, korku ve hayal kırıklıklarının çok yaşanmadığı, huzurlu, neşe ve mutluluğun olduğu, güven içinde hissedip yaşadıkları bir ortamın sağlanması bu çocukların günümüzün mutlu, üretken, bağımsız ve başarılı bireylerine dönüşmelerini sağlayacaktır. Özet olarak söylemek gerekirse, çocuğun duygusal zekasının gelişebilmesi için, doğduğu günden itibaren sevgiden ve ilgiden yoksun kalmaması gerekiyor. Sıcak, güvene dayalı ilişkilerin yaşandığı bir ailede büyüyen çocuklar, duygusal zekaları gelişmiş bireylere dönüşüyorlar. Başkalarının duygularının ne anlama geldiğini anlama konusunda zorluk çekmiyorlar ve diğer insanlara karşı kendi duygularını nasıl ifade edebileceklerini öğreniyorlar. Bunlara ek olarak, duygusal açıdan sağlıklı yetişen çocuklar yaşamları boyunca daha az davranış problemleri yaşıyorlar. Başkalarının bakış açılarını anlayıp olumlu ilişkiler inşa edebiliyorlar. ÇOCUKLARDA CİNSEL DOKUNULMAZLIĞA KARŞI SUÇLAR ÖNERİLEN DÜZENLEME • TCK da çocukların cinsel dokunulmazlığına karşı işlenen suçlarla ilgili düzenlemelerin sadece failin cezalandırılmasına odaklı olmayıp • ‘Çocuğun korunmasına ilişkin’ düzenlemelere de yer verilmelidir. • Bunlar önlemeye ilişkin düzenlemeler olup • 1.Önleyici tedbirler • 2.Mağdura sağlanacak destekler • 3.İstismar şüphesi halinde kullanılabilecek müdahale biçimlerini kapsamalıdır. 1. ÖNLEYİCİ TEDBİRLER • Çocuklara ilişki içinde çalışan kişilerin işe alımına ilişkin sınırlamalar ve eğitimlerine ilişkin koşullar • Çocukların gelişen kapasitelerine uygun olarak,cinsel sömürü ve istismar risklerine ve kendilerini koruma yollarına ilişkin bilgi eddinmelerini sağlamak üzere eğitilmeleri • Kamuoyunu biliçlendirme, çocuklara yönelik suçları özendirici yayınları engeleme dahil olmak üzere kamsal tedbirler • Çocukları cinsel sömürü ve istismardan koruma ve bunları önleme amacı ile sivil toplum tarafından yürütülen,uygun olduğu hallerde fon kurma yolunu da içeren,proje ve programlara finansman sağlama. • Çocuğa hizmet veren kuruluşlar arasında işbirliğine ve koordinasyona dayalı bir erken uyarı sistemi kurulması, • Kişisel verilerin korunmasına saygı göstererek, çocukların cinsel sömürü ve istismarı olgusunu gözlemleme ve değerlendirme amacı ile ulusal ve yerel seviyede ve sivil toplumla işbirliği içinde veri toplamak için mekanizmalar veya irtibat noktaları oluşturulması. • Çocuklara karşı cinsel nitelikli mükerrer suç riskini önleme ve engeleme amacı ile,bu suçtan hüküm giymiş kişiler için cezaevi içinde ve dışında uygulanabilir etkin müdahale programları ve tedbirlerin sağlanması. • Çocuklara yönelik cinsel suçlardan mahkum olanların takibinden sorumlu kurumlar ile sağlık hizmetleri ve sosyal hizmetler ve adli makamlar arasında ortaklık ve işbirliği türlerinin gelişmesi Av. Aşkın Topuzoğlu İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi 2. MAĞDURA SAĞLANACAK DESTEKLER • Cinsel istismarın önlenmesinde en etkili yöntemlerden biri de mağdurların adalete erişimini kolaylaştırmaktır. • Böylece risk altındaki çocuklar,riski mümkün oan en kısa sürede bertaraf edebilecek,olaya adli makamların el koyması yeni eylemler bakımından da caydırıcı olacaktır. • Bu nedenle önlemeyi amaçlayan yasaların,mutlaka mağdurların korunmasına ve desteklenmesine,yardım görmesine ilişkin yöntemleri de içermelidir. Bu düzenlemeler aşağıda belirttiğimiz hususları kapsamalıdır. • Mağdurlar,yakın akrabaları ve bakımından sorumlu kişiler için gereken desteği sağlamak amacı ile,etkin sosyal programlar oluşturulması ve bu amaçla hizmet verecek multidisipliner yapıların kurulması. • Mağdurun yaşı belirli değilse,yaşının tahkiki süresince mağdura çocuklar için sağlanan koruma ve yardım tedbirlerinin tanınması. 8 MART ’ 14 10 1 • Mağdurlara adli süreçte danışmanlık ve rehberlik yapacak servislerin kurulması • Çocuklarla ilişki içinde çalışan meslek erbapları için bir çocuğun cinsel sömürü veya cinsel istismar mağduru olduğuna inanmak için makul nedenlerin olduğu herhangi bir durumu çocuk korumadan sorumlu makamlara bildirme yükümlülüğü getirilmesi ve bu yükümlülüğün yerine getirilmesine engel oluşturabilecek meslek sırrına ilişkin mevzuatın bu amaçlauyumlu biçimde yeniden düzenlenmesi. • Gizlilik ve anonimliğe saygı içinde telefon ve internet yardım hatları gibi bilgi servisleri oluşturulması • Mağdurların kısa veya uzun süreçte fiziksel ve psikososyal iyileşmelerine yardım etmek için bakım,tedavi koruma hizmetleri veren kuruluşların kurulması. İSTİSMAR ŞÜPHESİ HALİNDE KULLANILABİLECEK MÜDAHALE BİÇİMLERİ • Çocuğun anne babası veya bakımından sorumlu kişi, çocuğun cinsel sömürüsü veya istismarına karışmış ise, varsayılan failin uzaklaştırılması veya mağdurun kendi aile ortamından çıkarılması olasılığını içerir. Bu çıkarılmanın şartları ve süresi çocuğun yüksek menfaatine uygun şekilde belirlenir. • Mağdurun ve mağdura yakın olan kişilerin tedavi amaçlı yardımlar102 8 MART ’ 14 dan, özellikle acil psikolojik bakımdan yararlanmalarının sağlanması. ÖNERİLER •Önlemeye ilişkin düzenlemeler yapılmalıdır. •Çocuklara yönelik cinsel istismar yasada açıkça tanımlanmalıdır. •Cinsel istismar 18 yaşından küçüklere yönelik her türlü cinsel davranışı kapsayacak biçimde düzenlenmelidir. •ENSEST ayrı bir suş olarak tanımlanmalı ve düzenlenmelidir. •Erken yaşta evlendirme cinsel istismar suçu kapsamında düzenlenmelidir. •Rızaya dayalı cinsel ilşki sadece yaşıt küçükler arasında kabul edilmelidir. •Sanık infaz süresi içinde psikolojik tedaviye tabi tutulmalıdır. •Şartla salıverilme kararı uzman görüşü alındıktan sonra infaz hakimliğince verilmelidir. •TEKERRÜR, cezanın ağırlaştırılması ve koşullu salıvermenin engellenmesi sebebi sayılmalıdır. •Çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarından sabıkalı olanların çocukla ilgili işlerde çalıştırılmaları yasaklanmalıdır. •Mağdurun tedavisi ve adli süreçlerde desteklenmesine ilişkin düzenlemeler öngörülmelidir. •Soruşturma ve kovuşturma aşamaları için ikincil mağduriyeti önleyecek biçimde düzenlemeler yapılmalıdır. Örn. SORUŞTURMALARDAN SORUMLU KİŞİLERİN, BİRİMLERİN, YADA SERVİSLERİN ÇOCUKLARIN CİNSEL SÖMÜRÜ VE İSTİSMARI İLE MÜCADELE ALANINDA UZMANLAŞMIŞ OLMALARI, BU AMAÇLA EĞİTİLMİŞ OLMALARI, BU BİRİM VE SERİSLERİN MALİ KAYNAKLARA SAHİP OMALARI GİBİ. • Çocukların cinsel sömürü ve istismardan sadece failin cezalandırılması yolu ile koruma •Terk edilmiş bir yasama anlayışı olup, •Devletin çocuğun korunmasına ilişkin uluslararasısözleşmeler ile de düzenlenen, önleyici tedbirleri alma yükümlülüğü ile de bağdaşmaz. •Cezalar, yürütme için önleme ve koruma konusunda aktif yükümlülüklerinin tarif edildiği bir yasal düzenleme ortamında adil ve anlamlı olur. CEDAW KOMİTESİ TAVSİYE KARARI İNCELEMESİ ÇALIŞMA YAŞAMINDA CİNSİYET AYRIMCILIĞI, MOBBİNG; TOPLUMSAL CİNSİYET AYRIMCILIĞI İÇEREN SAVUNMA VE YARGILAMA İkinci Dünya Savaşının ardından dünya barış ve güvenliğinin korunması için 1945 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuş ve insan haklarına verdiği önemi 1948 yılında yayınladığı “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”1 ile ortaya koymuştur. Kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği bu beyanname, “kadın” çalışmalarında bir başlangıç olmuştur. Çalışmalar, 1946 yılında, “Birleşmiş Milletler Ekonomi ve Sosyal Konseyi” içinde “Kadının Statüsü Komisyonu”nun “İnsan Hakları Komiyonu “ile eşit derecede kurulması ile devam etmiştir. Birleşmiş Milletler 1975 Meksika I, 1980 Kopenhag II, 1985 Nairobi III, 1995 Pekin IV olmak üzere dört kadın konferansı düzenlemiş ve kadınların sorunları ile çözüm önerilerini gündeme getirmiştir. “Kadın Statüsü Komisyonu” bu konferanslar çerçevesinde programlar hazırlamış, kadın haklarının bir çok beyanname içine girmesini sağlamıştır. Birleşmiş Milletler ve Sivil Toplum Örgütleri tarafından yapılan çalışmalar sonucunda “kadın”ların insan haklarını kullanmaları için yeni önlemler 1 GEMALMAZ M. Semih; Uluslarüstü İnsan Hakları Belgeleri, 2. Bası, İstanbul 2000, Türkiye bildiriyi 27.05.1979 tarih ve 7217 sayılı RG yayınlamıştır. Av. Sibel Kama İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Üyesi Raporları” ve “Komite Tavsiyeleri” dir. Türkiye CEDAW ‘ı 1985 yılında imzalamış ve aynı yıl onaylamıştır. 3232 sayılı kanun gereği Sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girmiştir. alınması gerektiği saptanmıştır. 1967 yılında geniş, fakat hukuki bağlayıcılığı olmayan bir beyanname olan DEDAW2 ile kadın hakları alanında yeni bir gelişmenin temeli atılmıştır. Bunu, 18 Aralık 1979 tarihinde kapsamlı ve hukuken bağlayıcılığı olan ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler (BM) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)3 izlemiştir. Sözleşme, kadınlara karşı ayrımcılığı bütün alanlarda yasaklaması ve devletleri eşitliği hukuksal ve gerçek düzeyde sağlamakla yükümlü kılması bakımından “Kadının İnsan Hakları Belgesi “niteliğindedir. İlk zamanlar, Sözleşmeye aykırı davranışların engellenmesi için öngörülen usul ”Ülke 2 Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi 3 CEDAW nedir?,httpwww.frauen.bka.gv.atDocView.axdCobid.28274 (18.01.2014) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 6 Ekim 1999 tarihinde, Sözleşmede belirlenen kadının insan hakları ihlallerini daha etkili denetleyebilmek amacıyla “Ek İhtiyari Protokolü” hazırlamış ve protokol 22 Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Ek İhtiyari Protokolü 2000 yılında imzalamış, 2002 yılında onaylamış ve protokol 4770 sayılı kanun gereği 2003 yılında yürürlüğe girmiştir. 4 Ek İhtiyari Protokol, Sözleşmede belirlenen kadın hakları ihlallerini denetlemek bakımından iki ek yöntem getirmektedir. Bunlardan ilki, Kişisel Başvuru Yöntemi (iletişim prosedürü), diğeri ise İnceleme Yöntemidir. 5 4 3232 sayılı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme”nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”, Kabul Tarihi:11. Haziran 1985, Resmi Gazete ile Yayın ve ilanıı:26 Haziran 1985-Sayı 18792 ,. Bakanlar Kurulu 24 Temmuz 1985 gün ve 85/9722 sayılı kararla onaylamış, 14 Ekim 1985 tarih ve 18858 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak, Sözleşme 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5 “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine İlişkin İhtiyari Protokol”ün Onaylanması Hakkında Karar”B.K.K. 8 MART ’ 14 10 3 Kişisel Başvuru Yöntemi , birey ve gruplara,” Sözleşmede Belirlenen Hakları” devlet, özel bir kişi, bir kuruluş veya şirket tarafından ihlal edildiği ve bu ihlal ulusal yargı yolu ile yeterince cezalandırılmadığı durumlarda Komiteye başvuru hakkı vermektedir. Komiteye başvuru, Anayasa Mahkemesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolları ile benzerdir. Başvurunun kabul edilebilmesi için, Taraf Devletin Ek İhtiyari Protokolü onaylamış olması, Aynı başvurunun daha önce Komite veya başka uluslararası bir soruşturma çerçevesinde incelenmemiş veya halihazırda incelenmiyor olması, Sözleşme hükümlerine aykırılık olması, Başvurunun temelsiz veya yetersiz dayanaktan yoksun olmaması, Hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olmaması, İhlalin, protokolün Taraf 2002/4703, T.26 Ağustos 2002, R.G. 18 Eylül 2002 , S.24880, 4770 sayılı kanunla onanmış, 29 Ocak 2003 yürürlüğe girmiştir. 104 8 MART ’ 14 Devlet tarafından onaylanmasından sonra olması gerekmektedir. Yine, diğer başvurulara benzer şekilde, İç hukuk yollarının tüketilmiş olması gerekir. İç hukuk yollarının makul olmayan bir şekilde uzamış olması veya etkili sonuç alma ihtimalinin zayıf olması durumlarında da başvuru kabul edilmektedir. (MADDE :4) Başvurucu, telafisi mümkün olmayan zararları önlemek bakımından “geçici önlemler” de talep edilebilecektir. (Madde:5)Ancak “Komite”, Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden farklı olarak bir “mahkeme” değildir. Bu nedenle kararları mahkeme hükmü niteliğinde değildir, tazminat veya ceza içermez. Komite, sadece “ihlali belirleyecek” ve Taraf Devlete bu konuda “tavsiyelerde” bulunacaktir. Daha sonra ise konuyu ülke raporları ile takip edecektir. Başvurucunun “Komitenin İhlal Tespitine” dayanarak, “tazminat” ve “ceza” için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurması mümkündür. İkinci yöntem ise Komiteye, tehlikeli veya sistematik kadın hakları ihlali olduğunda kendiliğinden araştırma, soruşturma ve gerektiğinde Taraf Devlete “öneride bulunma yetkisi” veren araştırma prosedürüdür. Ek İhtiyari Protokol ile “Komite”ye verilen, Sözleşme hükümlerinin ihlali yolundaki tespit hakkı, sadece bireysel veya gruplar halindeki kadınların hak ihlalini değil, başvurmayan yığınların da haklarını görünür kılmaktadır. “Komite” kararlarında kadınların çeşitli alanlarda uğradığı ayrımcılığı her türlü yönü ile incelemekte ve farklı bakış açıları getirmektedir. Kadın hakları ihlallerinde, eşitlikçi olmayan mevzuat kadar, hatta daha da önemli olan husus, “İÇSELLEŞTİRİLMİŞ KALIP YARGILARDIR.” Bu içselleştirme, ayrımcılığın fark edilmesini ve kavranmasını zorlaştırmakta, kadınları ve sorunlarını adeta “görünmez” kılmaktadır. Böylece kadınların sorunları “çözümsüz” kalmaktadır. “Komite”, incelemelerinde, “Kadın Yaşamının” çeşitli alanlarında bulunan kalıp yargıları, basmakalıp klişeleri,... ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle “Komite”ye yapılan başvurların ve “Komite” tavsiyelerinin yaygınlaştırılması, mahkemeler dahil her alanda kullanılması kalıpların yıkılmasında önemli olacaktır. Bu çerçevede, “Komite”nin, Türkiye’den yapılan, “İş ve Çalışma Hayatında Kadın-Erkek Eşitliğine Aykırılığın tespiti” konulu başvuru sonucu verdiği “Tavsiye” kararını değerlendirmeye sunmak istiyorum. Tavsiye kararında, iş hayatında karşılaşılan hak ihlalinin tespiti kadar ilgi çeken bir husus, “Komite”nin “cinsiyet ayrımcı savunmalara karşı tutumu”dur. Kadınlar, haklarını elde etmek için mahkemeler dahil başvurdukları çeşitli merciilerde “cinsiyet ayrımcı” “savunma” ve “suçlamalarla” karşılaşmaktadır. Pratikte, bu tür iddialar dikkate alınarak, araştırmaya konu edilmektedir. Kadın, taciz veya tecavüze uğradığında, “rızasının olmadığını”, şiddete uğradığında “tahrik etmediğini”, boşanmada zaman zaman “ev işlerini düzenli yaptığını”,... ispatlamak durumunda kalmaktadır. “İffetsizlikle Suçlanma Korkusu” kadının, hemen her hak aramasında, Demoklesin kılıcı gibi başında durmaktadır. Bu durum, Kadınları yasal haklarını ararken, küçük düşürülme, adının çıkması, iftiralara uğrama korkusu içinde bırakmakta ve hak aramalarına engel olmaktadır. İşte bu nokta, pek çok kadının hak arama mücadelesine hiç girmediği ve mücadeleden vazgeçtiği yer olmaktadır. Oysa, CEDAW hükümleri gereği, kadınlar haklarını elde etmek için, erkeklerden farklı olarak, bu acılara katlanmak zorunda değildir. Kadına karşı, “cinsiyet ayrımcılığı içeren” iddiaların yargılama esnasında ayıklanması, kadınları hak arayışında eşit bir konuma sokacaktır. CEDAW uygulamalarını denetleyen Komitenin, Başvuru Sahibi R.K.B. nin Taraf Devlet Türkiye aleyhine yaptğı başvuru üzerine yaptığı inceleme ve CEDAW/C/51/D/28/20106 sayı ile verdiği tavsiye, gerek Kadının İş Hayatı ve Yargı mekanizması içinde karşılaştığı “cinsiyet ayrımcı “uygulamayı ve bu noktadaki BASMAKALIP ÖNYARGILARI ortaya çıkarması ve gerekse “savunmada cinsiyet ayrımcı söylemlere dayalı savunma ve araştırma yapılmasını hak ihlali olarak değerlendirilmesi” bakımından çok önemlidir. Komitenin konu ile ilgili tavsiyelerinin davalarda uygulanması, Kadınları “hak arama” konusunda özgürleştirecektir. Kararı incelemesi, önce Başvuru sahibi R.K.B.nin olayının kısa özeti, daha sonra Yerel mahkeme aşamasının kısa özeti, mahkeme kararı, Yargıtay uygula6 T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü resmi web sitesinde kararın Türkçe tam metni mevcuttur. httpwww.aile.gov.tr/tr (18.01.2014) ması ve son olarak “Komite Tavsiyesi” sırası izlenerek yapılacaktır. Olayı özetlediğimizde; Başvuru sahibi R.K.B., hem kadın, hem de erkeklere hizmet veren bir kuaförde kasiyer, ön muhasebe personeli ve makyöz olarak çalışırken, iş akti, “bir müşterinin hakkında şikayette bulunduğu “gerekçesi ile işveren tarafından sona erdirilmiştir. İş akti sona erdirildikten sonra, Yöneticilerden biri, iş yerinden ayrılmadan önce, tüm haklarını aldığına dair bir belge imzalamasını, aksi taktirde “diğer erkeklerle ilişkilerine dair söylenti yayacağını” belirtmiş, “Evli bir kadın” olan başvurucu, “çok korkmakla”, birlikte belgeyi imzalamamıştır. Haklarını alamayan R.K.B.,Vekil aracılığı ile yetkili İş Mahkemesine başvurarak, kıdem v.s. tazminatlarını talep etmiştir. İşveren, cevap dilekçesinde kısaca “Başvuru sahibinin bir çok defa iş etiğine ters düşen davranışlarından dolayı uyarıldığını ve bu davranışlara yönelik açıklama yapmadığını, ““iş yerinde karşı cinsten şahıslarla cinsel eğilimli olduğu görülen ilişkiler sergilediğini,” “kendi faaliyet alanında, çalışanların, ahlaka aykırı en ufak hareketten kaçınmalarının hayati öneme sahip olduğunu” belirterek, iş aktinin feshinin haklı olduğunu iddia etmiş ve davanın reddini istemiştir. Taraf tanıkları dinlenmiş, R.K.B. nin kocası, ilişkisi olduğu söylenen kişinin “aile dostları” olduğunu, kuaförde çalışan evli erkeklerin çoğunun evlilik dışı ilişkisi olduğunu, eşinin bunlardan tiksinti ile bahsettiğini belirtmiş- tir. Diğer bir tanık, işverenin haklarını aldığına dair belgeyi imzalamazsa R.K.B. yi ... isimli bir erkekle ilişki yaşamakla suçlayacağı tehdidinde bulunduğunu, tüm bu olayların yöneticilerden birisinin Davacıdan “evinin anahtarlarını” istemesi ve Davacının vermemesi ile başladığını düşündüğünü söylemiştir. Davalı tanıkları ise, Davacının ... ile ilişkisi olduğunu, bunun işini etkilediği, ..., kadınlarla ilgilenirken Davacının kıskançlık belirtileri gösterdiğini, müşteri ve meslektaşlarını rahatsız ettiğini, yine Davacının ... ile beraber dışarı yemeğe gittiğini, bu nedenle işe geç geldiğini, bir müşterinin R.K.B. nin iş arkadaşı ile “uygunsuz ilişki yaşadığı” na dair şikayette bulunduğunu belirtmiştir. Davacıdan, ev anahtarını isteyen Yönetici, yaptığı şahitlikte bu hususun kendi özel hayatına ilişkin olduğunu, dava ile ilgisi olmadığını savunmuştur. R.K.B. işverenin sözleşmesini “karşı cinsten şahıslarla cinsel eğilimli olduğu görülen ilişkiler sergilemesi” nedeni ile fesh edildiğini yeni öğrendiğini belirterek, kadın-erkek eşitliğine aykırı işten çıkarılması ile ilgili ek bir dava açmıştır. Bu davada, İş Kanunu madde 5 de “işyerinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yasağı” bulunduğunu; ilişkisi olduğu iddia edilen kişi halen çalışırken kendisinin işten atılmasının İş kanunu 5. Maddesi uyarınca “işyerinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yapıldığının “göstergesi olduğunu belirterek tazminat istemiş, her iki dava birleştirilmiştir. R.K.B. bu davalara ek olarak, “karşı 8 MART ’ 14 10 5 cinsten şahıslarla cinsel eğilimi olduğu görülen ilişkiler sergilediğine” dair fesih bildirimi hazırlayan yöneticiler hakkında Cumhuriyet Savcılığına şikayette bulunmuş, aleyhlerine dava açılmış ve “iftira” suçundan mahkumiyet kararı almış, bunu İş Mahkemesine sunmuştur. İş Mahkemesi, işverenin, başvurucunun “karşı cinsten şahıslarla cinsel eğilimi olduğu görülen ilişkiler sergilediğine” dair herhangibir somut kanıtı bulunmadığını; “... ile beraber yemek yemek ve işe birlikte gelip, gitmek “gibi eylemlerin iş etiğini ihlal ettiği ve iş sözleşmenin sona erdirilmesini haklı kıldığı iddiasının kabulünün mümkün olmadığını belirterek, Davacıya kıdem ve ihbar tazminatı ödenmesine karar vermiştir. Ancak, İş Mahkemesi başvurucunun sözleşmesinin feshinde “cinsiyete dayalı ayrımcılık” yapılmasına dayanarak İş Kanunu madde 5 kapsamında istenen tazminat talebine dair birleşen davayı red etmiştir. Kararını çeşitli gerekçelere dayandırmıştır. Öncelikle, başvurucunun “kadın” olması sebebiyle işten çıkarıldığını söylemenin mümkün olmadığını, ilişki yaşadığı iddia edilen ... nin halen çalışıyor olmasının cinsiyete dayalı ayrımcılığı kanıtlamaya yeterli olmadığını belirtmiştir. Devamla, işveren iddia etse dahi bu tür bir ilişkiyi ispatlayamadığını, Davacının da ilişkiyi kabul etmediğini belirtmiş, Davacının bu iddialarla ilgili farklı hukuki sebeplerle dava açabileceğini ancak “eşit davranma ilkesine” aykırılık nedeni ile dava açamayacağını vurgulamıştır. 106 8 MART ’ 14 Yine, Mahkeme, tanık ifadelerinde “karşı cinsten şahıslarla “denilerek çoğul ifade kullanıldığını, işverenin başvuru sahibinden açıklama istediğini, Başvuran aleyhinde müşterinin şikayeti olduğunu, kuaförde özellikle kadınların işe alındığını belirtmiş ve bunları “eşit davranma yükümü” ile ilgili bir ayrımcılık olmadığına dair delil kabul etmiştir. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay, Sözleşme kapsamında, cinsiyete dayalı ayrımcılık yapıldığına ilişkin iddialara herhangibir gönderme veya açıklama yapmaksızın kararı onamıştır. R.K.B., CEDAW 2/a maddesinin ihlal edilerek, İş Kanunu 5. Maddesinde kadın-erkek eşitliği kabul edilmesine rağmen, cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili ileri sürdüğü iddiaların dikkate alınmadığı; yine Sözleşmenin 5/a maddesinin ihlal edilerek, mahkeme kararında geçmişten gelen çizgilerin takip edildiğini; toplumsal önyargı ile hareket edilerek, başvuru sahibinin ahlakının ve mahremiyetinin işvereni tarafından kadın olduğu için sorgulanıp, erkek çalışanların davranışlarının hiç bir zaman ahlak açısından incelenmediğini; erkek çalışanların gayrimeşru hareketleri gözardı edilirken, başvuru sahibinin gayrimeşru hareketleri olduğu iddiası ile işine son verildiğini; İş Mahkemesinin, başvuru sahibinin işten çıkarılmasını, yalnızca işveren başvuru sahibinin karşı cinsten şahıslarla cinsel eğilimi olduğu görülen ilişkiler yaşadığına dair somut bir kanıt göstermediği için, hukuka aykırı bulduğunu; Sözleşmenin 11/1 a ve d fıkraları uyarınca mağdur olduğunu, işverenin kendisine tüm haklarından yararlandığına dair kağıt imzalatmak istediğini, imzalamadığında diğer erkeklerle ilişkisi olduğuna dair söylenti yayacağı tehdidi ile cinsiyete dayalı ayrımcılığa –mobbing- uğradığını, bunun mahkemece ve Yargıtayca dikkate alınmadığını, son olarak da Taraf Devletin Sözleşmenin 1/a maddesini ihlal ile Sözleşmenin bir çok hükmünün ihaline izin verdiği gerekçeleri ile Komiteye başvurmuştur. Komite, yerel mahkemede, işveren tarafından yapılan “toplumsal cinsiyete ilişkin önyargı içeren” savunmanın, İş Kanunu’nun 5. Maddesindeki” eşit davranma ilkesini” ihlal ettiğini belirtmektedir. Komite, işbu maddeye göre, çalışanın eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine dair güçlü bir ihtimal bulunması durumunda, “iddia edilen ihlalin gerçekleşmediğinin ispatlanması yükünün işverene ait olduğu” görüşüne varmıştır. Komitenin başvuru ile ilgili olarak esasa ilişkin değerlendirmesi : Komite, İş Mahkemesi’nin işveren adına sunulan kanıtın toplumsal cinsiyet açısından önyargılı ve ayrımcı doğası konusunda hiç bir noktada olumsuz bir yorumda bulunmamış olmasını endişe ile karşıladığını belirtmiştir. Mahkeme, işverenin eşit davranma ilkesine aykırı olarak Başvuru Sahibine karşı cinsiyete dayalı ayrımcılık teşkil eden bu savunmasını doğrudan reddetmek yerine işverenin sunduğu kanıtları ve erkek çalışanlar ..., ...nun değil yanlızca “kadın” çalışan olan başvuru sahibinin ahlaki bütünlüğünü incelemiştir. Ceza Mahkemesinden farklı olarak İş Mahkemesi ve Yargıtay hiç bir zaman işverenin sunduğu kanıtları “tamamen Başvuru sahibinin özel hayatı ile ilgili olduğu” gerekçesiyle reddetmemiştir. Komite, işbu davada mahkeme sürecinin, basmakalıp algılar teşkil eden daha çok evlilik dışı ilişkilerin kadınlar için daha ağır olduğu, erkeklerin evlilik dışı ilişki yaşamasının kabul edilebilir olduğu, kadınlar içinse bu durumun kabul edilemez olduğu ve yanlızca kadınların “ahlaka aykırı en ufak hareketten dahi kaçınmaları gerek- Komite başvurucunun yasalarda bir yetersizlik olduğu yönünde itirazı olmadığını; Taraf Devletin, mevzuatta cinsiyete dayalı ayrımcılığı cezalandırdığı; kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olması ve bu hakları kullanmak için eşit araçlara sahip olması için tüm yasal tedbirleri aldığını belirtmiştir. Komite, İş Mahkemesinin, işverenin cevap dilekçesinde ve fesih bildiriminde Başvuru sahibinin işten çıkarılmasına yönelik temel iddiasının, Başvuru sahibinin “karşı cinsten şahıslarla cinsel eğilimli olduğu görülen ilişkiler sergileyerek, söylentiye yol açtığı”, olduğunu belirler. Mahkemenin bu doğrultuda yaptığı araştırmada, Yönetici, Başvurucunun .... ile ilişkisi olduğunu, bunun taraflar evlenmeden önce başladığını, sonra devam ettiğini belirtmiş; Davacı tanıkları ise Davacının ahlaki bütünlüğüne tanıklık etmenin yanı sıra Davacının, erkek çalışanların evlilik dışı ilişkilerini iğrenç bulduğunu belirttiğini tespit etmiştir. tiği” algıları temelinde gerçekleştiği görüşüne varmıştır. Komite, Sözleşmenin tam olarak uygulanmasının yanlızca Taraf Devletlerin doğrudan ve dolaylı ayrımcılığı önleme ve kadınların de facto konumlarını iyileştirmek değil, aynı zamanda kadınlara karşı ayrımcılığın temel sebeplerinden birisi olan toplumsal cinsiyete ilişkin basmakalıp fikirleri değiştirmek ve dönüştürmek ve haksız yere toplumsal cinsiyetle ilgili basmakalıp fikirlerin oluşmasını engellemelerini de gerektirdiğini vurgulamaktadır. Komite toplumsal cinsiyetle ilgili basmakalıp düşüncelerin yasaların ve hukuk sisteminin de içinde bulunduğu çeşitli araç ve kurumlarla devam ettirildiğini ve bu tür düşüncelerin Devletlerce hükümetin tüm kol ve kademelerinde ve özel sektör aktörleri tarafından devam ettirildiği görüşüne varmıştır. Mahkeme ve Yargıtay toplumsal cinsiyet yönünü hiç ele almadan erkeklerin evlilik dışı ilişki yaşamalarının kabul edilebilir olduğu düşüncesiyle kadın ve erkeklerin rolleri hakkındaki basmakalıp düşünceleri devam ettirmiştir. Komite bu nedenle Taraf Devletin Sözleşmenin 5/a maddesini ihlal ettiği hükmüne varmıştır. Komite, Başvurucuya uygulanan “mobbing” i de değerlendirmeye almış ve Başvuru sahibine yapılan baskı, tehdit ve tacizin doğasının, kadın olması ve evli bir kadın olmasından kaynaklanmasının “eşit davranma ilkesine” aykırı olduğunu; Ayrıca, aynı zamanda işverenin taciz de dahil olmak üzere cinsiyete dayalı ayrımcılıktan kaçınma yükümünün iş sözleşmesinin sona ermesiyle sonlanmadığı hususlarına vurgu yapmıştır. Sonuç olarak, Komitenin tavsiye kararı kadına ilişkin bir önyargıyı ortaya çıkarmaktadır. Toplumda, gerçek eşitliğe aykırı olarak “Erkek ve Kadınların ahlaki davranışları farklı ölçütlerle” değerlendirilmektedir. Kadınlarda sıkı sıkıya sorgulanan evlilik dışı ilişki, Erkeklerde özel hayat kabul edilmektedir. Bu “basmakalıp” düşünce kadınların hak arama çabasında, erkekten farklı olarak “ahlaklılığını” tartışmayı ve ispatlamayı gerektirmekte, hak aramalarını ve haklarına kavuşmalarını kısıtlamaktadır. Bu tür “cinsiyet ayrımcı “iddia ve savunmaların dikkate alınmaması, kadını haklarını kullanmada erkekle eşit duruma getirecektir. Yine, Komitenin, çalışanın, eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine dair güçlü bir ihtimal göstermesi durumunda, ispat yükünün işverene geçeceği ve iş akti sona erdikten sonra da ayrımcılık yasağının devam edeceği tespitleri kadınları, erkek ayrımcı doğası olan iş yaşamına girme, çalışma ve ayrılmada özgürleştirici niteliktedir. KAYNAKÇA: GEMALMAZ, M.Semih : Temel Belgelerde İnsan Hakları, İstanbul 1994 MOROĞLU, Nazan: Uluslararası Belgelerde Kadın Erkek Eşitliği, İstanbul, 2005 ÖZDAMAR, Demet: Türk Kadın Hukuku Mevzuatı, Ankara 2009 İNTERNET ADRESLERİ: httpwww.frauen.bka.gv.atDocView.axdCobid.28274 (18.01.2014) httpwww.aile.gov.tr/tr (18.01.2014) 8 MART ’ 14 10 7 ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSAL MEKANİZMALAR ŞİDDET ÖNLEME VE İZLEME MERKEZİ (ŞÖNİM) (ŞİDDET MAĞDURU KADINLARIN SOSYO DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ VE YAŞADIKLARI ŞİDDETİN SOSYOLOJİK ANALİZİ) Şiddet her geçen gün çeşitli şekillerde, günlük yaşantımız içindeki yerini genişletmektedir. Bunu somut olarak medyanın yayınları aracılığı ile her gün ve her saat görebilmekteyiz. Yaşantımızın bir parçası olarak lanse edilen şiddete, karşı çıktığımız kadar, artan oranda varlığını sürdürmesine de bazen bilinçli, bazen de bilinçsiz olarak katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Bu bilinçsizliğin nedeni, şiddet kavramının bir yönünün hala bizim tarafımızdan sosyal inşa süreci içerisinde olması; diğer bir nedeni ise içeriğinin muğlak olmasına ve karşımıza değişik kılıklarda çıkmasına bağlıdır. Ancak, her ne şekilde ve her ne amaçla olursa olsun, şiddetin yıkıcılığı yadsınamaz. şiddet kavramının anlam genişlemesine uğraması sürecinin hızlanmasının asıl, toplumdaki bireylerin tek tek her birinin zihinlerinde yaşanacak dönüşümle gerçekleşeceği de açıktır. Tek tek bireylerin nesne ya da özne olarak, başka bir deyişle “mağdur” ya da “fail” olarak, onur kırıcı bir tavrın dahi şiddet olarak adlandırıldığını bilme noktasına gelmeleri halinde şiddetin bu yeni tanımıyla artık sosyal bir olgu olarak kavramsallaştırılabilmesi mümkün olacaktır. Yaşanılan ataerkil toplum ve dünya ya1 08 8 MART ’ 14 pısı içinde kendilerini gerçekleştirmeye çalışan kadınların, özellikle de şiddetin daha çok mağduru oldukları göz önüne alındığında, şiddetle mücadelede girişilecek her aşamada kadının ön planda olması ve toplum içerisindeki yeri ve statüsünün de irdelenerek, toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde mekanizmaların işleyişlerinin sağlanması gerekliliği apaçık ortadadır. Şiddet sosyal bir olgu ve toplumsal bir sorundur. Bu gerçeklikten yola çıkıldığında toplumsal yaşamın her alanında şiddetle mücadele mekanizmalarının geliştirilmesi gereği ve gerçeği görülmeye başlanmıştır. ‘Şiddete Sıfır Tolerans’ tanıyan yeni şiddetle mücadele mekanizmalarının, aynı zamanda içselleştirilmesi ve yaşamsal boyutta her kişiye ulaşabilmiş olması gerekmektedir. Daha önce Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanununda kadına yönelik şiddet aile içerisinde yer almakta ve Şahsa karşı suçlarda değil mala karşı işlenen suçlar içerisinde değerlendirilmekteydi. Yapılan değişikliklerle suçun aile içerisinde işlenmesi söz konusuysa cezalar arttırılmış, yeni çıkarılan kanun ile ise tamamen şiddetle mücadelede özellikle kadına yönelik şiddetle ilgili önleme ve koruma tedbirleri netleşmiştir. Dr. Pelin FEYMİ, Sosyolog Yeni şiddet kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınmış olması; şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenmesi; şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararlarının insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilmesi; kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirlerin ‘ayrımcılık olarak yorumlanamaz’ ilkelerine dayandırılması önemlidir. Bu temel ilkeler çerçevesinde kanunda ‘kadına yönelik şiddet’, ‘şiddet’, ‘ev içi şiddet’, ‘şiddet uygulayan’ ve ‘şiddet mağduru’ tanımlarının, yine uluslararası sözleşmelerdeki tanımları da kapsayan geniş bir şekilde tanımlanmış olması ‘şiddet’ olgusu üzerindeki muğlaklığı yazı üzerinde giderecek yöndedir. Kanunda Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış; Kadına yönelik şiddet: kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış; Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlar şiddet olgusunun anlam genişlemesine katkı sağlayacak niteliktedir. Ancak uluslararası yasalar incelendiğinde, etkin yasalar ve mekanizmaların oluşturulması için belirlenen genel şartlara (İlkkaracan,P.:2012) bu Kanun ne kadar uyuyor diye incelendiğinde; 1. Kadına karşı Şiddet konusunda çalışan tüm guruplar ve kurumlarla etkin bir koordinasyon ve ortak çalışma. Kanun bunu içeriyor ancak bir yıllık uygulamada koordinasyon ve mevzuat uyumsuzlukları vb. nedenlerle sorunlar yaşanmakta. 2. Yasanın kadına karşı şiddetin, top- lumsal cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanadığını ve bir kadının insan hakkı ihlali olduğunu net olarak belirtmesi Kanun bunu net olarak belirtiyor ve bu sosyolojik açıdan çok önemli bir gelişme. 3. Yasanın, kadına karşı şiddetin hiçbir şekilde tolere edilemeyeceğini ve bu şiddeti önlemenin devletin görevi olduğunu açıkça belirtmesi Kanun bunu net olarak bildiriyor ve ilgili bakanlık bunu slogan haline getirmiş durumda. 4. Şiddet mağdurlarının gerek yasal süreç, gerekse uygulamada hiçbir şekilde “tekrar” mağdur edilmelerinin önüne geçilmesi. Kanun bunu öngörmesine karşın bunu hayata geçirecek kurumsal ve sosyal mekanizmaların olmadığı ya da verimli çalışmadığı görülüyor. 5. Her adımda şiddete uğrayan kadınların güçlendirilmesinin ana amaç olması ve kendi özgür iradeleriyle karar vermelerinin hedeflenmesi Kanun ilke olarak bunu benimsemiş olsa da bunu gerçekleştirecek araç ve mekanizmaların uygulamaları ve birbirleriyle koordinasyonunu belirleyecek yönetmelik vb. henüz bulunmadığından işlememektedir. 6. Yasanın ve planlanan her önlemin farklı konumlardaki kadınlara uygunluğunun ve etkinliğinin göz önüne alınması – Örn. Farklı etnik gurup, sınıf ya da yaştaki kadınlar, engelli kadınlar, lezbiyenler, göçmen kadınlar, azınlıklar Kanun bu farklılıkları gözetmekte ve ayrımcılık yapmamaktadır. Ancak uygulamada yabancı uyruklu kadınlara her kurumun kendi iç mevzuatı engel teşkil ettiğinden sosyal ve ekonomik destek sistemleri kullanılamamaktadır. 7. Yasanın, uygulamayı kontrol ve koordine edecek bir mekanizmanın kurulmasını da içermesi ve sağlaması Kanunun 14 ve 15. Maddeleri bunun için Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin kurulmasını öngörmüştür. Şu anda 14 İlde pilot uygulaması süren merkezlerin henüz bir uygulama yönetmeliği bulunmadığı için kanunun belirlediği amaçlara yönelik ortak bir çalışma standardı uygulanamamakta olduğundan, verimliği ya da işlevselliği konusunda ortak fikir birliğine ulaşılabilecek net bilgi bulunmamaktadır. 8. Yasanın uygulamasının sürekli kontrol altında tutularak gerekli reformların yapılmasının sağlanması Yasanın uygulanmasının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmiş ve ilgili bakanlık tarafından yasanın uygulanmasına ilişkin yasa uygulayıcıların verdikleri kararlar kayıt altına alınmaktadır. Sürecin aksaklıklarıyla ilgili henüz net bir istatistik açıklanmamıştır. 9. Yasanın en etkin şekilde uygula8 MART ’ 14 10 9 nabilmesi için, tüm ilgili örgütleri ve kurumları kapsayan, toplumsal cinsiyet duyarlılığı olan ve verimli bir koordinasyon içinde çalışacak bir mekanizmanın oluşturulması Kanun bunu öngörmekte ve bunun için iki mekanizma önermektedir. Yasanın uygulamalarını izlemek ve koordine etmekler yükümlü Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM) ve Vali ya da ilgili Vali yardımcısının başkanlığında toplanan ve İlde ilgili tüm kamu ve özel kurum ve kuruluşlarının en üst düzeyde temsilcileri olan ve İl’de şiddeti önlemeye ve şiddete yönelik farkındalık yaratma çalışmalarını koordine edip izleyen Koordinasyon Değerlendirme Kurulu. Ancak henüz tam olarak çalışan bir uygulama yok. Dünya’dan iyi örneklere bakıldığında (İlkkaracan,P.:2012); İspanya “Toplumsal Cinsiyet Şiddetine Karşı Bütünsel Koruma Organik Yasası” (2004), Dünyadaki en kapsamlı ve bütünsel bakış açısına sahip 60 sayfadan oluşan bir yasa. Yasanın ana amacı kadına karşı şiddetin sona ermesini sağlamak. Kadına karşı şiddeti önlemenin devletin görevi olduğunu net olarak belirten yasa; toplumsal bilinç yükseltme, duyarlılık sağlama ve çeşitli kurum personelinin eğitimi konusunda net önlemler alınmasını sağlıyor. Kadınlara ve çocuklara yalnızca şiddetten korunma değil, aynı zamanda sürekli maddi yardım, konut, eğitim ve iş olanakları sağlıyor. Dünya örnekleri incelendiğinde iki 110 8 MART ’ 14 tür mekanizma göze çarpmaktadır(İlkkaracan,P.:2012): Birincisi, ‘Şiddete Müdahele Koordinasyon Merkezleri’ (ABD, Duluth, Minnesota: Domestic Abuse Intervention Project (DAIP); Almanya, Berlin: Berliner Interventionsstelle gegen Gewalt gegen Frauen (BIG); Avusturya, Viyana: Domestic Abuse Intervention Center). Bu merkezler kadına karşı şiddet konusunda çalışan aktivistler tarafından kurulmuş ve halen onlar tarafından yönetilen, finansmanı devlet tarafından sağlanan merkezler. Genel olarak görevleri şiddet yasasının kurguladığı sistemin işleyişinin izlenmesi ve koordinasyonu sağlamak. İkincisi ise, ‘Tek Adım Merkezleri’. Müdahele koordinasyon merkezlerine oranla çok daha yerel (örn. Yerel belediye bazında) hizmet veren merkezlerdir. Sisteme müdahaleden çok, sosyal hizmet amaçlı şiddete uğrayan kadın ve çocuklarına tek bir adımla, tek bir merkezden tüm yardımın en acil şekilde verilmesinin sağlayan; hukuki danışmanlık, psikolojik danışmanlık, kolluk hizmetleri (tutanak ve şikayet), yargıya başvuru (kadın isterse), sağlık hizmetleri, konut yardımı ve maddi yardım, koruma önlemleri vb. hizmetleri veren ve koordine eden merkezlerdir. En iyi örnekleri İngiltere ve ABD’dedir. Türkiye’de 6284 Sayılı yasa çerçevesinde kurulan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (şu anda içlerinde Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa ve Adana’nın bulunduğu 14 İl’de pilot uygulama olarak kurulmuştur). Şiddete Müdahale Merkezi ve Tek Adım Merkezinin verdiği tüm hizmetleri bünyesinde toplamıştır. Henüz pilot çalışma olduğu için verimlilik ve işleyişte yaşanan aksaklıklarla ilgili veri bulunmamaktadır. YASAL MEVZUATIN UYGULANMASINDA OLUŞAN MEKANİZMA VE KURUMLAR (ŞÖNİM, İlk Kabul Birimi, Kadın Sığınmaevi) 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 14. ve 15. maddeleri uyarınca; “Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verileceği, çalışmalarını yedi gün / yirmi dört saat esası ile yürütecek Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri kurulacaktır.» denmektedir. Bu Merkezlerde; Şiddetin önlenmesi ve verilen tedbir kararlarının etkin olarak uygulanmasının izlenmesine; şiddet mağduru ve şiddet görme ihtimali bulananlar ile Korunan kişilere; şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişilere yönelik psikolojik, sosyal, hukuki, ekonomik olarak güçlendirilmesi odaklı destek hizmetleri verilmektedir. Teşkilat yapısına bakıldığında, İllerde Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüklerine bağlı oldukları, altlarında ise İlk Kabul Birimi, Kadın Sığınmaevleri ve Alo 183 Sosyal Destek Hattının yer aldığı görülmektedir. ŞÖNİM’lerin çalışma İlkelerine bakıldığında: Tek kapı sistemi ile çalışır (Mağdur başvurduğu birimden ilgili tüm hizmetleri alır); 7/24 çalışma esası ile çalışır; Müracaatın alınması ve 8 saat içinde durum tespiti yapılarak müdahalenin belirlenir; İnsan onuruna yaraşır etkili ve süratli hizmet sunar; Kadının ekonomik, psikolojik, hukuki ve sosyal olarak güçlendirilmesi odaklı çalışmalar yapar; Tedbir kararlarının alınması, devamı, değiştirilmesi, kaldırılması için müracaat eder; Koruyucu ve önleyici tedbirlerin takibini yapar; Rehberlik ve danışmanlık hizmetleri verir; Veri toplama ve değerlendirme yapar denmektedir. Bu ilkeler çerçevesinde ŞÖNİM’lerde bulunması gereken birimler olarak Polis İrtibat Birimi, Psiko-Sosyal Destek Birimi, Hukuki Destek Birimi, Bilgi İşlem ve Alo 183 Hattı, Revir ve Hemşire Odası, Eğitim ve Sivil Toplum Kuruluşları Birimi, İŞKUR ve Belediye İrtibat Birimi, Güvenlik, Danışma ve Bekleme Bölümü, Dinlenme ve Çocuk Oyun Odası, Çok Amaçlı Salon, Banyo ve WC olarak belirlenmiştir. Bursa KOZA ŞÖNİM üzerinden örnekleme yaparsak iş adımları şöyledir: • Mağdur/failin İlk Kabulünü yapan danışma elemanının, kişiyi meslek elemanına yönlendirmesi • Meslek elemanı başvuran kişi ile yüz yüze görüşme yapılarak görüşme raporunun hazırlanması, ilgili testlerin uygulanarak kişi ile birlikte uygun hizmet modeline karar verilmesi ve Uygulama Destek Planının hazırlanması • Şiddet mağdurunun ve failin değerlendirilmesi sürecinde ya da kendi talebi doğrultusunda gerektiği takdirde 6284 sayılı Kanun kapsamında ilgili tedbirlerin alınmasına yönelik işlem başlatılması, • Şiddet mağdurunun panik butonu hakkında bilgilendirilmesi ve gerek görüldüğü halde panik butonu talebi ile ilgili işlemlerin başlatılması, (Hukuki destek birimi ve emniyet birimine yönlendirilmesi) • Yapılan mesleki çalışmaları gizlilik ilkesine uygun olarak dosyalanması, Yapılan plan doğrultusunda mağdur/failin ilgili birimlere yönlendirilmesi Merkez dışında ancak bağlı olarak çalışan birimler ise Kadın İlk Kabul ve Sığınmaevleridir. İlk Kabul Birimlerinin çalışma esasları; KOZA ŞÖNİM kararıyla kadın ve varsa yanındaki çocuklarının Birime geçici kabulünü yapar, ilk gözlemlerini yapar, tıbbi kontrol ve tedavi sürecini başlatır, psiko-sosyal ve ekonomik durum tespitini yapar, iki haftaya (15 gün) kadar barınma hizmeti verir ve gerekli durumlarda sığınma evlerine kadın ve çocuklarını yönlendirip yerleşmelerini sağlar. Sığınmaevlerinin çalışma esasları; İlk Kabul Birimi ya da doğrudan ŞÖNİM’den tedbir kararı ile kadın ve varsa yanındaki çocuklarının kabulü ve 6 ay süreyle barınmalarının sağlanması (gerekirse süre sığınmaevi kurul kararı ile uzatılabilir), şiddetten koruma, kadına psiko-sosyal, hukuki, ekonomik destek sağlama ve güçlendirmedir. BURSA İLİ ÖRNEĞİ Bursa’da şiddet mağduru kadınlar ve çocuklarına yönelik yatılı hizmet veren dört sığınmaevi bulunmaktadır. Toplam kapasite 95’tir. Ayrıca tüm sığınmaevlerine hizmet veren Valiliğe Kadın İlk Kabul Birimi 20 kişi kapasiteyle hizmet vermektedir. Kadın İlk Kabul Birimi 2011 yılından beri kadınlara hizmet vermekte olup, bugüne kadar (27 Aralık 2013) toplam 436 çocuğuyla beraber 1337 kadın hizmet almıştır. Kadınların 15 güne kadar ilk kaldıkları ve ilk destek hizmetlerinin verilip yönlendirmelerinin yapıldığı birimdir. Bu kadınların 877’si İldeki kadın sığınmalara yönlendirilmiştir. Aile ve Sosyal Politikalara bağlı Kadın Sığınmaevi 20 kişilik kapasiteyle hizmete başlamış bugün ise 35 kadına hizmet verme kapasitesindedir. Bugüne kadar yaklaşık 600 civarında kadına hizmet vermiştir. Büyükşehir Belediyesi Kadın Sığınmaevi Eylül 2011’de hizmete girmiş olup, 20 kadın ve 20 çocuk kapasitesi ile ihtiyaç sahiplerine hizmet sunmaktadır. Kadın Sığınmaevinde şu ana kadar (27 Aralık 2013) ise 190 Kadın ve 166 Çocuk hizmetten faydalanmıştır. Diğer ilçe belediyeleri (Nilüfer ve Yıldırım) 20’şer kişilik kapasiteyle 2009 yılından beri kadınlara hizmet vermektedir. Bugüne kadar toplam 300 kadın hizmet almıştır. İl’deki tüm kadın sığınmaevleri, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü 8 MART ’ 14 111 «KOZA Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (ŞÖNİM))» ile işbirliği halinde şiddet mağduru kadın ve çocuklarına hizmet verilmektedir. 6284 sayılı kanun (Aile İçi Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) gereği Sığınmaevine yönlendirmeler bu merkezden yapılmaktadır. ŞÖNİM’de kadınla beraber kendisine en uygun hizmet modeli belirlenir ve kadının sığınmaya ihtiyacı varsa Kadın İlk Kabul Birimine yönlendirilir. Kadın İlk Kabul Biriminde kalma süresi 15 güne kadardır. Kadın ve çocuklarının ilk güvenlik, barınma, yeme ve sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı ve kadının durumuna uygun sığınmaevi ya da diğer hizmet modellerine yönlendirildiği geçici hizmet birimidir. Sığınmaevi hizmeti süresi 6 aydır ve gerekli durumlarda uzatılır. Burada kadın ve çocuklarına tüm sağlık hizmeti, psiko-sosyal destek, eğitim, iş ve sosyal yaşam desteği, sosyo-kültürel hizmetler, okul öncesi eğitim hizmetleri, güvenlik hizmetleri ile izleme ve değerlendirme hizmetleri verilmektedir. İl’deki Kadın sığınmaevleri ve İlk Kabul Birimi çalışanları her ay düzenli olarak sırayla ev sahipliği yaparak payşaım toplantısı yapmakta ve ortak alınan kararları uygulamaktadırlar. ŞÖNİM’LERDE İŞLEMEYEN YÖNLER, NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Şiddet mağduru kadınların şiddet gördükleri zaman yasal süreçleri kullanmaya başladıklarında kolluk kuvvetleri, adli tıp, savcılık, sosyal 112 8 MART ’ 14 hizmetler vb. her adımda aynı süreçleri tekrar tekrar yaşayarak mağduriyetlerinin ve yaşadıkları şiddetin artması hem ilgili sivil oluşumlar, kadın çalışmaları ve ilgili kamu kurum ve kuruluşlarca olmaması gereken bir durum olarak ortak aklı getirmiştir. Bunun yanı sıra kadın ve çocukların güçlenmesini sağlayacak şekilde sosyal, psikolojik, hukuki ve ekonomik destek mekanizmalarının herkes tarafından standart şekilde erişilip kullanılabilmesi için mekanizmaların oluşturulması gerekliliği de vurgulanmıştır. Şiddet mağduru kadın ve çocuklara yönelik bu ortak aklı destekleyen yeni şiddet yasasının uygulamada yaşanılan sorunlar nedeniyle amacına ulaşmada sıkıntılı olduğu gözlenmiştir. Bunun somut aracı olan ve pilot uygulama olarak çalışan mekanizma ise ŞÖNİM’lerdir. ŞÖNİM’leri analiz ederken 7 Başlıkta ele alabiliriz: 1.ŞÖNİM’lerin Dünya örnekleri içerisinde yapısının irdelenmesi: SORUN: Dünya’da iyi örnekler ele alındığında şiddetle mücadeleye yönelik iki tür uygulama mekanizması bulunmakta: Şiddete Müdahale Koordinasyon Merkezleri ve Tek Adım Merkezleri. Birincisi Şiddet Yasasının doğrudan uygulanmasını izleyen ve koordine eden merkezler iken; ikincisi, şiddet mağduruna doğrudan erişip sosyal hizmet ve güçlendirme mekanizmalarını işleten merkezlerdir. ŞÖNİM hedef ve işlevlerine bakıldığında bu iki mekanizmanın işleyişini üstlenen bir yapı olduğu görülmektedir. Şu ana kadar geçen bir yıllık süreçte 14 ilde farklı bir işleyiş ve yapının olması işleyişin değerlendirilmesine olanak vermemekle birlikte, genel görünüm Bakanlığın ortak olarak temelde uygulama ağırlığının Şiddete Müdahale Koordinasyon Merkezi niteliğinde olduğu gözlenmektedir. NEDENİ: Dünya’daki en iyi örneklerin bir sentezi olarak kapsamlı bir yasa ve bunun uygulamada koordinasyon birimi olarak denetleme ve uygulamanın aynı çatı altında planlandığı bir yapı olması sorunun nedenidir. Bunun temel nedeni ise ŞÖNİM uygulama yönetmeliğinin çıkmaması ve yasanın uygulama yönetmeliğinin de işlevsel olamamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. ÇÖZÜM: Birinci koşul, ŞÖNİM’lerin uygulama yönetmeliğinin ivedilikle çıkartılması ve çıkacak olan yönetmeliğin, ilgili kurumların iç mevzuat ve yönetmeliklerine aykırı durumlar söz konusu ise düzenlemelerin de eşzamanlı yapılması; ikinci koşul ise, ŞÖNİM’ler verilen denetleme ve uygulama hizmet sentezinin işlevsel olabilmesi için gerekli alt yapı, koordinasyonu sağlayacak ilgili birimlerle network ağı ve yönetmelik çerçevesinde görev tanım, yetki ve sorumluluklarının sınırlarının belirlenmesi ve işbirliği kanallarının bürokrasi olmaksızın işleyeceği yapının oluşturulmasıdır. 2. ŞÖNİM’lerin İşleyişi ve Yönetmeliği: SORUN: ŞÖNİM’lerin yapılandırılmalarında içinde yer alacak birimler belirlenmiş ve standartları olması hedeflenmiş, ancak bu birimlerin işleyişi, görevli personelin nitelik ve görev tanımları, birbirleriyle olan ilişkileri belirlenmemiş olduğundan, bu birimler ya işletilememekte ya da 14 il kendi olanak ya da yorumuna göre içini doldurmaktadır. Sonuçta bu durum kuruluş amacındaki standardı yakalayamama ve amaca ulaşamamayı, verimsizliği, işlevsizliği beraberinde getirmektedir. NEDENİ: Bunun nedeni olarak yine Yasanın uygulama yönetmeliğine eşgüdümlü olarak ŞÖNİM Yönetmeliğinin de çıkartılmış olması gerekliliği bu aksaklıklarla göz önüne serilmektedir. Bunun yanı sıra mağdura yaklaşım, şiddet mağduru ve şiddet uygulayana aynı merkezden hizmet verilecek olması, ancak bunun biçim ve yöntemlerinin belirlenmemiş olması ve İngiltere haricinde (ki burada şiddet uygulayana yönelik ayrı mekanizmalar söz konusu) dünya örneği de bulunmaması, Şiddet yasasında dile getirilen ilkelerin uygulamada karşılığını bulamadığı ya da bulamayacağı anlamına gelmektedir. Bir yıllık uygulama bunun göstergesi durumundadır. ÇÖZÜM: Yasanın da hedeflediği gibi şiddet mağduru kadına ve çocuklarına yönelik verilecek hizmetin bir standardının olması ve kadının daha fazla mağdur edilmesinin ve şiddetle daha fazla karşılaşmasının önüne geçilmesi için; ŞÖNİM’lerin teknik ve personel alt yapısının kurumlar arası işbirliği ve çalışmaya uygun hale getirildikten; iş ve görev tanımları yapılarak hizmet içi eğitimleri tamamlandıktan sonra hizmete açılmasıdır. Şiddet, kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği kadın çalışmaları yapan kişilerin ve kurumların temelde benimsemesi ve ilke olarak eğitimini alıp uygulamada kullanması gereken temel unsurlardır. Kanun ile uygulama yönetmeliği bunlara vurgu yapmaktadır. Ancak uygulamada ŞÖNİM’lerde çalıştırılan personelin özellikle de yönetici ve uzman meslek elemanlarının bu özel alanlardan eğitim almadıkları ve dolayısıyla kadın bakış açısından yoksun bir hizmet sundukları sonucunu doğurmuştur. Son bir yıllık deneyim şiddet mağdurlarının daha çok mağdur edilmemeleri ve hizmetin amacına uygun ve sürdürülebilir olması için, ŞÖNİM’lerde çalışacak tüm personelin bu özel alanlarda eğitimden geçtikten sonra görevlendirilmeleri gerekliliği uygulamada ortaya çıkmıştır. 3. ŞÖNİM’lerin Pilot Uygulamalarının işleyiş bakımından incelenmesi ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarla koordinasyon görevinin irdelenmesi: SORUN ve NEDENİ: ŞÖNİM’ler tam anlamıyla Amerika örneğinde olduğu gibi bir ‘tek kapı’ sistemi olmamakla birlikte, ‘tek kapı’ymış gibi bir yapı olarak içerisinde yer alacak birimler planlanmıştır. Neden …’-mış’ gibi; çünkü içerisinde ilgili diğer kurumla- rın irtibat birimleri bulunması öngörülmüş (kolluk, sağlık, İŞKUR, hukuk, Belediye, STK gibi.) ancak bu birimlerin kendi kurumlarını temsilen işlev görmelerinin (Yasanın uygulama yönetmeliği çıkmadan öncesinde ve de sonrasında), her kurumun çalışma network ağının ŞÖNİM içerisinde alt yapı eksikliği nedeniyle mümkün olamayacağı görülmüş ve her kurumun kendi iç mevzuat, yönetmelik ve uygulamalarında düzenleme ve uyarlamalar yapılmaması nedeniyle mümkün olamamıştır. Geçen bir yıllık süreçte yasa ve yönetmeliğin sadece zorunlu olarak işletilmeye çalışıldığı, koordinasyonun asla sağlanamadığı ‘-mış’ gibi bir uygulamanın her kurum ve kuruluş tarafından yapıldığı; ŞÖNİM içerisinde bu kurumların temsil edilmesinin hiçbir işlevinin olmadığı açıkça görülmekte ve mağdur daha çok mağdur edilir hale gelmektedir. Buna örnek olarak emniyet birimi ve adli birim verilebilir. ŞÖNİM’ler de yer alan kolluk biriminin görev tanımı yapılamamış ve irtibat ve kolaylaştırıcılık görevini yerine getirememiştir. Sadece Samsun ŞÖNİM örneğinde kadının tüm ifade alma ve yasa çerçevesinde tedbir kararlarına yönelik işlemlerin başlatılarak adli tıpla ilgili ve diğer refakat işlemlerinin yapılması, Savcının ifade alması vb. işlemler tek kapı sistemi gibi yapılmaktadır. Ancak bu sistem ŞÖNİM’in sadece bir merkez karakol durumuna getirmiş, kadınların sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuksal güçlendirilmesi, yönlendirilmesi, danışmanlık hizmetlerinin verilip izleme süreçlerinin ya8 MART ’ 14 113 pılamadığı görülmüştür. Diğer ŞÖNİM’lerde ise çoğunlukla ilk 8 aylık süreçte emniyetten 7/24 hizmet verecek şekilde polis memuru görevlendirilmiş, ancak bu görevli polisler ise bina dışında hizmet vermemekte, kadınların ifadelerini almamakta sadece diğer kolluk kuvvetlerine mağduru yönlendirmekte aracılık etmekteydiler. Ki bu süreç şiddet mağduru kadının eskisi gibi yine benzer adımlardan geçmesi anlamını taşımaktaydı. Kolluk kuvvetleri için tek olumlu yanı kadın ve çocukları 7/24 getirecekleri açık bir hizmet binasının olması idi. Son 4 aydır ise emniyet personelini ŞÖNİM’lerden çekmiş ve yönlendirme yapıp irtibat sağlayacak ve mesai saatleri içerisinde çalışacak tek personel bırakmıştır. Bu da tek kapı sisteminin işlemediğinin kurumlar arası sorumluluk paylaşımında dahi yürümediğinin açık göstergesi olmuştur. Adli boyutta örnek verirsek: ŞÖNİM’lerde Hukuki Destek Birimlerinin olması öngörülmüş ancak avukat ataması yapılamadığı için 14 İl’de gerçekleştirilememiştir. Ancak Bursa’da Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne atanan avukat ŞÖNİM’de görevlendirilmiş ve süreç deneyimlenmiştir. Bu süreçte de görülmüştür ki, Hukuki olarak ŞÖNİM’de verilmesi gereken desteğin içeriğinin ne olduğunun bilinmemesi, Adli Yardım Büroları ve Aile Mahkemeleri arasındaki koordinasyonda işlevsiz kaldığı, kadının mahkemeyle ilgili süreçlerinin takip ve desteğini kurum avukatı olduğu için gerçekleştiremediği, 114 8 MART ’ 14 sadece danışmanlık yönlendirme işlemlerinin sağlıklı yürütülebildiği gözlenmiştir. Yasa gereği kadın adına mahkemeden talep edilebilecek olan tedbir kararı çıkarılması, kaldırılması ve değiştirilmesine ilişkin yapılan girişimler ise Aile Mahkemelerince kabul görmemiş ve matbu bir şekilde tedbir kararlarının her kadına uygulandığı, uzatma, kaldırma ve değişiklik taleplerinin reddedildiği gözlenmektedir. Yasa verilen tedbir kararlarının işlevselleği, yerinde verilip verilmediği vb. kontrol amacıyla mahkemelerce istenecek bir yıllık takip izleme süreç raporlarının tutulmasını ŞÖNİM’lere vermektedir. Ancak bu güne kadar mahkemelerden bu talep gelmemiştir. Bu da şiddet yasasının uygulanmasının rutine bindiğinin diğer bir göstergesi olarak görülebilir. Adli boyutta işlemeyen diğer bir durum, ‘T...ligat’larla ilgili gizlilik ilkesidir. Aile mahkemeleri 6284’e göre işlem yapsa da, eğer davanın diğer mahkemelerle de (örneğin sulh ceza gibi) birleştirilmesi gibi durumlar söz konusu olduğunda şiddet mağdurunun kimlik ve yerinin şiddet uygulayana T...liğinin gizlenemediği görülmüştür. Bu da mevzuatların yeni yasayla uyumlu hale getirilmediğinin ve getirilmediği sürece de işlevsiz olacağının bir göstergesidir. ÇÖZÜM: Çözüm yine ŞÖNİM uygulama yönetmeliğinin ivedilikle çıkartılması ve ilgili kurumların da kendi iç mevzuat ve uygulamalarını yeni yasayla uyumlu hale getirecek dü- zenlemeleri yapmalarıdır. Bakanlığın izleme-koordinasyonla görevli kıldığı ŞÖNİM’ler ancak bu zorunluluk yerine geldikten sonra istenilen amaca hizmet edebilecektir. Bu da sivil toplum tarafından ademi merkeziyetçi, denetçi, dayatmacı ve anti demokratik bir yapılanma olarak bu güne kadar elde edilen kazanımları yok sayan olarak tanımlanan ŞÖNİM’lerin; ‘ortak akıl’ olarak hedeflenen hizmet standardına erişmesinde katkı sağlayacaktır. 4.ŞÖNİM’lerin Şiddete yönelik veri toplama ve veri tabanı oluşturma: SORUN: Şiddet üzerine yapılan çalışmalarda yıllardır en zorlanılan konu, doğru ve yeterli istatistiksel bilgiye ulaşılamaması ya da tutulamaması olmuştur. Yasanın önemli getirilerinden biri bunun artık düzenli kayıt altına alınmasını öngörmesidir. Bununla ilgili olarak ASP Bakanlığı geç de olsa bir veri tabanı programı hazırlatmış ve temel işlevi olarak da son yaklaşık bir yıllık süreci kayıt altına alınması olarak sergilemiştir. Kısacası Bakanlık veri tabanının kontrolünü yapmakta bunu yasanın uygulanışında yeterli görmektedir. Ancak veri tabanı incelendiğinde Şiddet yasasının da temel ilkelerinden biri olan gizlilik ve şahısların bilgilerinin korunmasında yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir. Burada iki sorun daha ortaya çıkmaktadır. Birincisi aile vurgusunun doğal olarak altını çizen bir aile Bakanlığı içerisinde yer alan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kadını bir ‘özne’ olarak görebilmekte hala sorun yaşadığının görülmesi ve bu nedenle de uygulamada kadını güçlendirici mekanizmaların çalıştırılamaması ya da görmezden gelinmesi sonucunu doğurmaktadır (Örneğin ŞÖNİM’ler içerisinde kadın STK’ların da bulunması öngörülmesine rağmen hala yer verilmemesi gibi). İkincisi ise, şiddet mağduru olan kişilerin kimliklerinin ve süreçlerinin devlet eliyle ifşa edilmiş olması ve dolayısıyla mağduriyetin derinleşmesidir. Bu ifşa yasal zorunluluğa rağmen ilgili diğer kurumların da (nüfus, milli eğitim, sağlık gibi) halen devam ettirdiği bir süreçtir. NEDENİ ve ÇÖZÜM: Yasanın uygulama yönetmeliği çıkmasına karşın ilgili kurumlara uygulamaya geçmekte yaptırımın gerçekleştirilmemesi ya da koordinasyon ve eşgüdümde Bakanlığın yetersiz kalmasıdır. Çözüm ise, üstenci bir yaklaşımla hazırlanmış olan yasanın yaşatılabilmesi için tüm diğer yasa ve mevzuatlarla eş zamanlı ve eşgüdümlü olarak düzenlemelerin gerçekleştirilmesidir. 5.ŞÖNİM’lerin 6284 çerçevesinde alınan kararların kayıt altına alması, izleme sürecinin değerlendirilmesi: SORUN: Şiddet yasasının getirdiği en önemli yenilik, hızlı karar alınmasını ve işleme konulmasını sağlamak amacıyla kolluk ve mülki amirlere verilen tedbir alma yetkisidir. Ancak uygulamada görülmüştür ki, alınan kararlar matbu olarak çıkartılmakta ve mağdurun ihtiyacına ya da talebine yönelik olmamaktadır. Bu da süreçte yasanın, mağdurlar tarafından suistimal edildiği görüntü ve söylemine yol açmıştır. Bu durum mahke- melerce alınan kararlarda da kendini yoğun olarak göstermektedir. insiyatifinde kalmış ve uygulamaya geçirilmemiştir. Bununla beraber veri tabanı için alınan kararların ŞÖNİM’lere ivedilikle bildirilmesi gerekliliğidir. Bu durum ilgili bu taraflarca hala bilinmemekte ve takip izleme süreci hiçbir ŞÖNİM’de işlememektedir. Bu da Yasanın temel hedefinin gerçekleştirilmediğini göstermektedir. ÇÖZÜM: Yasada öngörülen ve Valilik koordinatörlüğündeki mekanizma çalıştırıldığında bu önemli toplumsal görevin, ortakların ildeki dinamikleri harekete geçirerek daha etkin olacağı düşünülmektedir. NEDENİ: Yasanın uygulanması ve izlenmesinde görevli ASP Bakanlığının eş zamanlı ve eşgüdümlü olarak multi-disipliner bu alanı koordine edememesidir. Diğer dünya örneklerinde şiddet yasaları ve mekanizmalar, on yıllarca süren deneyim değişim ve uygulamaların sonucunda oluşturulmuş ve uygulamaya geçildiğinde koordinasyon ve uyum sorunları neredeyse olmayan bir alt yapı üzerine inşa edilmişken, bizde süreç sonuçtan başlamıştır. Bu da sürecin sancılarının süreceğinin göstergesidir. 6.ŞÖNİM’lerin Şiddete yönelik toplumu bilinçlenme görevi: SORUN: Bu mekanizmayı Bakanlık tek merkezden kontrol etmeye çalışmakta ancak oldukça yetersiz kalmaktadır. Ayrıca her ilin bir toplumsal yapısı ve gerçekliği bu genel üstenci bakışla ne şiddet mağduruna, ne uygulayana ne de toplumun diğer kesimlerine ulaşabilme gerçeğinden bilimsel olarak da uzaktadır. NEDENİ: Bu görevin yerine getirilmesinde Yasa, mekanizma olarak İllerde Valiliklerin koordinasyonunu ön gören üst kurullar oluşturulmasını öngörmesine karşın bu da İllerin 7.ŞÖNİM’lerin altında kurgulanan İlk Kabul Birimi, Kadın Sığınmaevi İşleyişieri ve Koordinasyonları: SORUN: ŞÖNİM bulunan her İlde İlk Kabul Birimi bulunmamaktadır, ki bu şiddet mağduru kadınlar ve çocukları için mutlaka olması gereken bir ara istasyondur. İlk kabul birimlerinin yasal bir dayanağı ve dolayısıyla yönetmeliği olmaması ise çok önemli bir handikap oluşturmaktadır. İllerde kadın sığınmalar sadece Bakanlığa bağlı olmayıp, yerel yönetimler ve STK’lara da bağlı faaliyet göstermektedir. Yeni yasa her nereye bağlı olursa olsun tüm sığınmaevlerinin koordinasyonunu ŞÖNİM’lere vermiştir. Genel olarak bakıldığında şiddet mağdurlarının tek kapı sistemi gibi işlemlerinin yürütüldüğü ve tekrar tekrar mağdur olmayacakları bir sistem, ortak aklın ürünüdür. Ancak uygulama ve yeni yasa sonrası yeniden düzenlenen sığınmaevleri yönetmeliği incelendiğinde tek kapı sisteminin işlemesi bir yana, kadınların tüm süreçlerinin takip edilip, güçlendirme çalışmalarının yapıldığı ve kadının uzun süre yaşam alanı olan yapılar kadınlar lehine yetkisiz kılınmıştır. Henüz ŞÖNİM yönetmeliği çıkmadığı halde, kadın sığınmaların tüm 8 MART ’ 14 115 işleyiş ve karar alma süreçleri ŞÖNİM’lere bağlanmıştır. Bu süreç Bakanlık birimlerinin yerel yönetimlerin işleyiş ve uygulamalarına mevzuatları dışında bir müdahale anlamına gelmiş ve işleyişte idari sorunlara neden olmuştur. Kadınlar açısından bakıldığında ise, yine kadınların ‘özne’ olamamaları ile sonuçlanmıştır. NEDENİ: Bu durumun nedenlerinin; hazırlanan yönetmeliklerin kurumların iç mevzuatları göz ardı edilerek ve yeni yasanın kadın açısından yorumlanması ilkesini de göz ardı ederek hazırlanmış olmaları; eşgüdümlü ve eşzamanlı olarak uygulama yönetmeliklerinin birlikte çıkartılmamış olması olduğu düşünülmektedir. ÇÖZÜM: Burada çözüm olarak, yine yeni yasaya atıfta bulunularak, ŞÖNİM’lerin sadece bir koordinasyon görevi olduğu ve bu haliyle sığınmaevlerinde iç işleyiş ve kadın hakkında kararlara müdahale yerine, sadece süreç takibi, kurumlararası kolaylaştırıcılık, bilgi toplama ve izleme birimi olarak ortak veri tabanını sığınmaevlerine açma ve bilgilerin zamanında doğru olarak girilmesi görevini üstlenmesi ve bunu bir kontrol ve yönetme görevine dönüştürmemesi önerilmektedir. BURSA’DA KADINA YÖNELİK ŞİDDET İSTATİSTİKLERİ Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün 2008 yılı Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına göre eşi veya birlikte yaşadığı kişiler tarafından görülen; fiziksel şiddet %39, cinsel şiddet %24, ekonomik şiddet %23, duygusal şiddet %44’tür. 116 8 MART ’ 14 BM verilerine göre, dünya genelinde hayatında en az bir kere eş şiddetine maruz kalan kadın oranı %59 ve bunların ülkelere göre dağılımı ise: Finlandiya %19, Brezilya %33, Danimarka %20, Peru %43, Meksika %22, Avustralya %25, Almanya %29’dur. Bursa’da Haziran 2012-Eylül2013 tarihleri arasında ŞÖNİM ve Kadın İlk Kabul Biriminden Hizmet alan şiddet mağduru kadınlar üzerinden elde ettiğim verilere göre: TOPLAM 789 KADIN ve 386 ÇOCUĞUNA ulaşılmıştır. Bu kadın ve çocuklardan %90 İlimizde bulunan 4 sığınmaevinden durumuna uygun olanlarına yerleştirilmiştir. Şiddete uğradığında kadının hissettikleri % Fiziksel ağrı 45 Bedenin çeşitli bölgelerinde acılı yanma, uyuşukluk 40 Titreme 45 Değersizlik 55 Öfke, kızgınlık 60 Kadınların %35’i Bursa’lı ve yaş ortalaması 25’tir. %50’si ilkokul mezunu, %14’ü lise ve üstü eğitimlidir Suçluluk 75 Pişmanlık 70 %80’i evli ve ilk evliliği, %60’ının evliliği 5 yıldan fazladır %80’i gelir getirici bir işte çalışmıyor %85’i çocuk sahibi (ortalama 3 çocuk) %80’i eşlerinden şiddet görmüş (%80 fiziksel, %80 duygusal ve sözel, %70 ekonomik, %40 cinsel şiddet)’tür. Bu kadınların ‘şiddet algıları’na bakıldığında; Ağlama arzusu 70 Eşyaları kırmak, dökmek, fırlatmak istemek 25 Kendine zarar verme arzusu 30 Eşine zarar verme arzusu 18 Şiddet mağduru kadınların yaşadıkları şiddet türleriyle, şiddet algıları arasında anlamlı ve doğrusal bir ilişki gözlenmiştir. Kadınların hemen hepsi yaşadıkları fiziksel şiddetle dorudan ilişkili olarak fiziksel şiddet içeren davranışları şiddet olarak algılarken, benzer şekilde duygusal ve sözel şiddet içeren cümlecik ve olayları da aynen yaşadıklarını beyan ettikleri boyutta şiddet olarak algıladıkları görülmüştür. Sonuç olarak şiddet mağduru kadınlar şiddeti her boyutuyla yaşamışlar ve bu yaşadıklarını da şiddet olarak adlandırabilmektedirler. Bu şiddetle baş edebilmek için önemli bir süreçtir. Şiddetle baş etme aşamasında ise çeşitli boyutlarda sorun yaşamakta olup, bununla ilgili danışmanlık ve yönlendirme alma konusunda istekli oldukları gözlenmiştir. TOPLUMSAL BOYUTUYLA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE YÖNELİK BİREYSEL VE TOPLUMSAL OLARAK YAPILABİLECEKLER İÇİN ÖNERİ Genel kültürümüz içerisinde şiddeti makul gösteren sosyal yaşamda uygulamamızı olağan hale getiren unsurlara eleştirel bakabilmeliyiz (‘hamurumuzda şiddet var’, ‘’dayak cennetten çıkmadır’, ‘öğretmenin vurduğu yerde gül biter’, ‘eti senin kemiği benim’ gibi). Kadına yönelik şiddetle baş edebilmenin önünde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin yattığını düşünmekteyim ve bununla mücadeleye yönelik ‘5E Yöntemi’ önermekteyim: 1.Eğitim, hayatımızda toplumsal yaşam içerisinde şiddete karşı olarak geliştirmemiz ve desteklememiz gereken ortam, olumlu sosyalleşme sürecini destekleyen ve şiddeti makul gösteren öğelerden arınmış, TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE DUYARLI bir eğitim. 2.Estetik bir çevre, kendini geliştirmeye fırsat tanıyan insanca yaşama koşullarına sahip, yaşanabilir bir çevre. 3.Empati, kendimizi karşıdakinin yerine koyabilme becerisine sahip olma. YARARLANILAN KAYNAKLAR •6284 Sayılı Kanun ve Kanun Yönetmeliği •Kadın Konukevlerii Yönetmeliği •FEYMİ, Pelin (2013) Bursa İli Şiddet Analizi Raporu: Kadın İlk Kabul ve ŞÖNİM’den Hizmet Alan Kadınlar Üzerine Sosyolojik Analiz •İLKKARACAN, Pınar (2012) ‘Kadına Karşı Şiddete Karşı En İyi Örnekler’, KİHEP Paylaşım Toplantısı Sunumu 4.Etik/toplumsal ahlak, doğru ve yanlışı ayırt edebilen, vicdanlı, iç denetimini ve kontrolünü sağlayabilen ahlak gelişimini desteklemek. 5.Eşitlik, yaşadığımız toplumda her bireyin eşit hak, hukuk ve özgürlüğe sahip olduğu bilincinde olup bunu yaşamın her alanına yansıtmak. Toplumsal yaşamda hak-hukuk-adalet kavramlarının anlamlarını olumluya çevirmek, çevrilmesi için bireysel ve toplumsal çaba göstermek. Özgürlüklerin sınırsız olmayıp, karşımızdaki bir diğer kişinin özgürlüğünün başladığı yerde sınırlandığı bilincine varabilmek ve çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirmek. SON SÖZ YERİNE “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazım; Geldikten sonra düşünmenin yararı yoktur” M.Kemal ATATÜRK. 8 MART ’ 14 117 İSTANBUL BAROSU ADLİ YARDIM VERİLERİ ŞÖNİM VERİLERİ 1. 2013 yılında başvuran kadınların % 32’si bekar, % 66 evli, % 2’si diğer (boşanma davası olan, nişanlı, dul vs) 2013 YILI İSTATİSTİK 2012 YILI İSTATİSTİK 2013 Adli Yardıma Toplam Başvuru Sayısı 15602 2013 Adli Yardıma Toplam Başvuru Sayısı 10894 6284 Koruma Kararı 2709 6284 Koruma Kararı 1726 Boşanma Davası 5582 Boşanma Davası 4565 Nafaka-Nafakanın İcrası Nafaka Artırımı 1728 Nafaka-Nafakanın İcrası Nafaka Artırımı 1370 Nafakanın İptali 66 Nafakanın İptali 42 Nafakanın Ödenmemesinden Doğan Ceza 266 Nafakanın Ödenmemesinden Doğan Ceza 251 Velayet 85 Velayet 78 Mal Rejimi 122 Mal Rejimi 77 Ayrılık Davası 1 Ayrılık Davası 5 Babalık Davası 92 Babalık Davası 41 2. Başvuran kadın ve çocuk toplam sayısı:4.919, bunların 2.769'u kadın, 1.587’si çocuk: 4.356’sı kadın sığınma evine yönlendirilmiş 4.919-4.356= başka hizmetler almış. 3. İstanbul aile ve sosyal politikalar il müdürlüğüne bağlı 10 tane konuk evleri var, 2 tanesi ön kabul merkezi, 8 belediyenin ise ayrıca sığınma evi var. 4. kadınların başvuru nedenleri: 1.436’sı şiddet nedeniyle 192’si güvenlik 850 barınma 86 danışmanlık 588’i sığınma nedeni ile gelmiş. 5. 25296 kadına 6284 Sayılı Yasa kapsamında karar verilmiş. 4 kişi geçici maddi yardım almış 17 kadının kimliği değiştirilmiş 510 kadın sağlık tedbirinden faydalanmış. 6. verilen hizmetlere bakıldığında ; 2.769 u sığınma evine yönlendirilmiş 151'i hukuki yardım almış, 9'una ayni yardımda bulunulmuş, 24'üne kira eşya yardımında bulunulmuş, 543'ü para yardımı almış, 18'i işkura yönelndirilmiş, 8'ine de kreş hizmeti verilmiştir. 7. 8 belediye sığınma evlerinin toplam kapasitesi:170 İl müdürlüğüne bağlı 10 konukevinin toplam kapasitesi: 263 118 8 MART ’ 14 8 MART ’ 14 119 İSTANBUL BAROSU KADIN HAKLARI MERKEZİ Av. Hale Akgün Merkez Başkanı FAALİYETLERİMİZ HUKUKİ DESTEK FAALİYETİ Av. Aydeniz Alisbah Tuskan Merkez Koordinatörü Av. Afet Gülen Köse Merkez Başkan Yardımcısı Av. Bahar Ünlüer Öztürk Merkez Sekreteri Üyelerimiz Av. İnci Göktepe Av. Sibel Kama Av. F. Nazan Sönmez 120 8 MART ’ 14 İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi; kadınların aile hukuku kapsamında sorunlarına aile içi şiddet de dahil olmak üzere hukuki çözüm aramak amacıyla adli yardım birimlerinden yararlanma kıstaslarında olan kadınlara gerekli destek için Baronun Adli Yardım Birimi ile koordineli çalışmalarına devam etmiştir. Adli Yardım avukatlarının eğitimini de üstlenmiştir. İstanbulda çeşitli yerlerde faaliyetlerine devam eden Adli yardım bürolarına 2013 yılında Ümraniye’de açılan adli yardım büromuz da eklenmiştir.Böylelikle 8 ayrı ilçede İstanbul Barosunun Adli Yardım Bürosu olmuştur. Bu sekiz ayrı büroda ve ayrıca Yeşilköyde bulunan Şönim’de Kadın Hakları Eğitiminden geçmiş avukatlar kadınların aile hukuku kapsamındaki hukuki sorunlarına destek olmaktadırlar. 8 MART ’ 14 12 1 FAALİYETLERİMİZ FAALİYETLERİMİZ ADLİ YARDIM FAALİYETİ KADIN HAKLARI MERKEZİ’NİN DÜZENLEDİĞİ PANELLER Gerek Meslektaşlarımızı gerekse tüm kamuoyunu yaşanan hukuka aykırı uygulamalar, olması gerekenler konusunda aydınlatmak amacıyla ; Kadınların aile hukuku veya ceza hukukuna ilişkin taleplerle ile ilgili Baronun adli yardım birimince atanan adli yardım avukatlarının meslek içi eğitimlerinigerçekleştirmekamacıyla 2013 yılında Akademisyen ve Uygulamacıların panelist olarak katıldığı 6 ayrı eğitimsemineri Kadın Hakları Merkezimiz tarafından düzenlenmişti. Bu eğitimseminerlerinde toplamda 830 avukat eğitimden geçmişti. 8 Mart 2013 de Dünya Kadınlar Günü nedeniyle İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) ile ortaklaşa toplantı düzenlendik. Önümüzdeki dönemde de ihtiyaç ölçüsünde adli yardımdan görev alan avukatlarımızın eğitimi için seminerler düzenlenmeye devam edecektir 122 8 MART ’ 14 26 Nisan 2013 tarihinde “Kadın Cinayetleri” konulu panel düzenledik.. 8 MART ’ 14 12 3 FAALİYETLERİMİZ FAALİYETLERİMİZ KADIN HAKLARI MERKEZİ’NİN DÜZENLEDİĞİ PANELLER KADIN HAKLARI MERKEZİ’NİN DÜZENLEDİĞİ PANELLER 30 Nisan 2013 tarihinde Şönim yetkilisi Nermin Fügen Özer’in sunum yaptığı “Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezlerine ilişkin değerlendirme” toplantısı düzenlendi. Bu toplantıda Şönime Başvuruların sayısı, profili, başvuru sonrasında ne şekilde hangi kurumlara yönlendirildikleri hakkında istatistiki bilgiler verildi. 14 Temmuz 2013 tarihinde Sağlık Hukuku Komisyonu ile ortaklaşa “Kadının Vücut Bütünlüğü Üzerine Hukuki ve Tıbbi Yaklaşımlar” konulu panel düzenlendi. 124 8 MART ’ 14 9 Kasım 2013 “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Değişik Önerilerin Değerlendirilmesi” konulu panel düzenlendi. 25 Kasım 2013 “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Kurumların Görevleri ve 6284 Sayılı Yasa ve Uygulama Sorunları” konulu panel düzenlendi. 8 MART ’ 14 12 5 FAALİYETLERİMİZ KADIN HAKLARI MERKEZİ’NİN DÜZENLEDİĞİ PANELLER 24 12 2013 “İstihdamda cinsiyetler arası eşitlik ve bu kapsamında iş mevzuatında yapılması gereken değişiklikler” konulu panel düzenlendi. FAALİYETLERİMİZ 2013 YILI YAYIN FAALİYETİ KADIN HAKLARI MEVZUATI” KHM koordinatörü YK üyesi Av. Aydeniz Alisbah Tuskan tarafından yayına hazırlanarak kitap haline getirilmek sureti ile baromuzca yayınlanmıştır. Mevzuatımızda kadına yönelik kanuni düzenlemelerin yer aldığı Şiddete Hayır broşürü gözden geçirilip mevzuattaki güncellemeler yapılarak yeniden yayınlanmıştır 126 8 MART ’ 14 Kadın Hakları Adli Yardım Seminerleri” adı altında KHM’mizce düzenlenen 2013 yılına ait adli yardım avukatlarına yönelik eğitim semineri çözümleri mevzuat eklemeli olarak yayınlanmıştır. “Kadının Vücut Bütünlüğü Üzerine Hukuki Ve Tıbbi Yaklaşım” İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi’nin İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi İle 14 Temmuz 2012 Günü Ortaklaşa Düzenlediği Kadının Vücut Bütünlüğü Üzerine Hukuki Ve Tıbbi Yaklaşım Panel Notları Kitap Olarak İstanbul Barosu Yayınları Arasından Yayımlandı. 8 MART ’ 14 12 7 FAALİYETLERİMİZ FAALİYETLERİMİZ GENEL ÜYE TOPLANTILARI BAROLAR BİRLİĞİ KADIN HUKUKU KOMİSYONU (TUBAKKOM) TOPLANTILARI 2013 yılı boyunca adli tatil dönemi dışında her ayın 1. ve 3. Salı günleri Genel üye toplantısı yapılmıştır. 128 8 MART ’ 14 İstanbul Barosu Tubakkom’un daimi yönetim kurulu üyesi bulunup 2013 yılında Gerek Ankara’da gerekse üye çeşitli Baroların ev sahipliğinde çeşitli illerde ( Adana, Aydın, Zonguldak, Kayseri vs.) her ay yapılan tüm yürütme kurulu ve Genel Üye toplantılarına İstanbul Barosunu temsilen katılarak çalışmalarında ve ortak basın açıklamalarında bulunmuştur. 8 MART ’ 14 12 9 BASIN AÇIKLAMALARI BASIN AÇIKLAMALARI, 17 Temmuz 2013 SON ZAMANLARDA YAŞANAN KADIN HAKLARI İHLALLERİNİ KINIYORUZ 18 Ocak 2013 “KEFALETTE EŞİN RIZASINA GETİRİLECEK DÜZENLEME” hakkında görüş ve eleştirilerimizi içeren basın bildirisi 21 Ocak 2013 “ÜREME SAĞLIĞI YASA TASARISI” hakkında görüş ve eleştirilerimizi içeren basın bildirisi, 08 Mart 2013 İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği “8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ” ortak bildirisi 01 Nisan 2013 “AİLE KONUTU ŞERHİNDE TAPU MÜDÜRLÜKLERİNE GÖNDERİLEN GENELGE İLE MAHKEME KARARI ARANMASI YANLIŞINDAN DÖNÜLMÜŞTÜR” başlıklı bildiri yayınlanmıştır. Ülkemizde son zamanlarda gittikçe sıklaşan insan onuruna yakışmayan ve hukuka aykırı uygulamalar, Kadının İnsan Hakları ihlallerini de artırmıştır. İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAVV) başta olmak üzere çeşitli Uluslararası Bildirgeler, Anayasamız ve ulusal mevzuatımızla korunan Kadının İnsan Hakları konusunda taraf olduğumuz Anayasamızın da üzerinde olan sözleşmelerdir. Ancak tüm bunlara rağmen kadınlara karşı kadın olmalarından kaynaklanan cinsiyetçi söylem, eylem ve davranışlar tüm ulusal ve uluslararası hukuk normlarına aykırıdır. Bu zihniyeti KINIYORUZ. Bir erkek milletvekilinin görevini yapan kadın gazetecileri hedef alan kadın olmaları nedeniyle onları aşağılayan, cinsiyetçi bakışla söylenen sözleri kadınlar olarak kabul etmek 1 30 8 MART ’ 14 mümkün değildir. Bu durum İnsan haklan bağlamında kadın hakları ihlalidir. Kadınlar son günlerde şiddete uğramakta, palayla dövülmekte, aile meclisi kararıyla öldürülmektedir. Yine, siyasetçiler tarafından aşağılanan, güvenlik güçlerince cinsel saldırıya uğrayan kadınlardır. Bu haksızlıklar onların hak etmediği eşitliğe ve insan Hakları’na aykırılık oluşturan eylem ve söylemlerdir. İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi, “insan haklarının anayasası” olarak tanımlanır. İnsanın doğuştan sahip olduğu kişisel hak ve özgürlükler tanımlanmış, her insanın yasa önünde eşit olduğu, işkenceye, kötü muameleye ve onur kırıcı davranışlara tabi tutulamayacağı ilan edilmiştir. Tüm bunlara rağmen Toplumda kadına yönelik bu davranışların çok olması ve cinsiyetçi bakış açısının kadınları ikincil anlayışta görmesinin yaygınlaştığı ortamlar çoğalmaktadır. Bu gün çocuklarını bir hiç uğruna kaybedip, bu acıyı yaşayan analardır. Sokakta tekmelenen kadınlardır. Çalıştıkları sırada hakarete uğrayan kadın gazetecilerdir. Gözaltına alınanlara uygulanan şiddet ve cinsel saldırıya uğrayan yine kadınlardır Her insan gibi kadınların bu müdahale ve saldırılara karşı yasalar ve sözleşmeler bağlamında korunma hakları vardır Bütün bu olaylarla ilgili İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak kadına karşı yapılan tüm bu ayrımcılık ve kadın hakları ihlallerini kınıyor, toplumda kadınlara karşı bu eylem ve söylemlerin değişmesi için tüm toplumda konuyla ilgili anlayış değişikliğine gidilmesi ve eşitliğin toplumda benimsenmesini kadınlar olarak tüm yetkililerden özellikle topluma örnek olacak siyasetçilerden istiyor, buna aykırı davranan siyasetçileri KINIYORUZ. 8 MART ’ 14 13 1 BASIN AÇIKLAMALARI, 9 Eylül 2013 BASIN AÇIKLAMALARI, 28 Ağustos 2013 KADIN ERKEK TÜM BİREYLER EŞİT OLARAK DOĞAR EŞİT HAKLARA SAHİPTİR KADINA KARŞI ŞİDDET İNSAN HAKLARI İHLALİDİR “Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddeti Küçümseme” şeklindeki beyanları kınıyoruz. Diyanet İşleri Başkanı’nın söylediği gibi toplumumuzun şefkati – merhameti ve maneviyatı bu cinayetleri önleyememiştir. Bu cinayetler son 7 yılda % 1400 artmıştır. Kendi toplumumuzun sorunlarını görmezden gelen, kadın cinayetlerini önemsemeyen bir Diyanetin “kadına karşı şiddetle” ilgili hangi anlayışta olduğu bu söylemle açıkça görülmektedir. İmzaladığımız uluslararası anlaşmalar ve yasalarımıza aykırı olan şiddeti Suriye’deki katliamla mukayese etmek kendi sorunlarımızı görmezden gelmektir. Sadece Suriye’deki yaşanan katliamı kınamak kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaktadır. Toplumda bir çığ gibi büyüyen şiddetin ve kadına yapılan baskının, küçümsenmesi bir din adamının düşüncesi ve söylemi olmamalıdır. 1 32 8 MART ’ 14 Din adamı ve eğitimcilerinin şiddetle ilgili anlayışları bu olduğu takdirde şiddeti önlemek ve bunu engellemek toplumun ve kadınların işini daha zorlaştırır. Tüm bu söylemleri bu nedenlerle şiddetle kınıyor, her türlü şiddetin karşısındaki anlayışın topluma anlatılması ve toplumdaki anlayış değişikliğinin bu nedenle çok önemli olduğuna inanıyoruz. Sadece yasa çıkartarak değil, uygulamadaki zihniyet değişikliğinin de gerçekleştirilmesinde eğitimli din adamlarının görüşlerinin toplum için çok değerli ve önemli olduğuna inanıyoruz. Ancak, bu gelişmeler biz kadınları toplumda güçlendirecek insan hakları ihlallerinin önüne geçebilecektir. Öte yandan, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir kadın hakimin özel hayatı nedeniyle, meslekten ihraç kararı üzerine bu genç hukukçu arkadaşımızın kendi canına kastetme olayı toplumun her kademesinde erkek egemen anlayışın ve kadınlar üzerindeki baskının ne kadar etkin olduğunu göstermektedir. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, kadına yönelik her türlü eylem ve söylemleri bu nedenle yapılan baskıları kınıyor,her türlü şiddete hayır diyoruz. Kadına yönelik şiddete ilişkin imza attığımız uluslararası sözleşmelerin ve mevzuatta yapılan değişikliklerin ortak amacı, kadına yönelik şiddeti durdurmaktır. Ancak gün geçmiyor ki ülkemizde kadına yönelik şiddete ait akıl almaz haberler medyada yer almaya artarak devam ettiği gibi sadece ilişkiye taraf olan kişilerin değil kurumların da kadını ötekileştirmeye yönelik ayrımcı sözleri devam ediyor. Kadınlara karşı ayrımcılık, kadın haklarının anayasası kabul edilen Cedaw sözleşmesinde “Kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın, yaşamın her alanında insan haklarının tanınmasını; kullanılmasını; yararlanılmasını engelleyen, ortadan kaldıran - cinsiyete dayalı her türlü ayrım, dışlama veya sınırlama- olarak tanımlanmıştır. Kadına karşı ayrımcılığın önlenebilmesi için taraf devletlere her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı ön yargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirilmesi görevini yüklemiştir. Yine Avrupa Konseyi Sözleşmesini ilk imzalayan ve onaylayan devlet olarak; kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şeklindeki yapısal niteliğinin ve bu şiddetin, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan temel sosyal mekanizmalardan birisi olduğunun bilincinde olarak kadına yönelik şiddeti önle- 133 8 MART ’ 14 meyi taahhüt etmiş bulunmaktayız. Diyanet İşleri Başkanlığı görevlisi Din İşleri Yüksek Kurulu’nun üyesi “Kadın bir süstür… dolayısıyla değerlidir ve korunması gerekir,.. bunu sadece eşine yöneltmelidir” şeklindeki açıklaması, bizatihi ayrımcılığın dolayısı ile de kurumlar tarafından kadına yönelik şiddetin ta kendisidir. Kadını birey olarak değil yalnızca ailede var olabilen, erkeğe aidiyeti olan, sahibi olduğu, erkeğin bir uzantısı ve korunması gereken bir cins olarak ele alan zihniyet ürünü bu söylem, kadını “eşit insan haklarına sahip” bir birey olarak insan hakları kapsamında korunmasından değil aksine sahiplenilmesi, sakınılması, sakınması gereken meta yerine koymaktadır. Kaldı ki ülkemizde kadına şiddetin en önemli sebeplerinden biri; erkeğin, evlilik içinde kadının eşi ile aynı yönde olmayan düşünce ve hayat biçimine, evliliğin sona ermesi halinde ise kadının ayrı bir yaşamının olmasına şiddetle karşı çıkmasıdır. Aslında bu söylemle insan neslinin iki cinsi olmakla dolayısı ile de eşit olarak evrensel insan haklarına sahip olması gereken kadının özgürlüklerini kısıtlarken erkeğinde, nefis ve iradeden yoksun insanı erdemlerini kontrol edemeyen olduğu beyan edilmektedir. O nedenle bu söylem her iki cinse karşı da küçük düşürücüdür. Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilisinin tam da Türkiye’deki mantalitede yer alan bu sorunu destekler tarzdaki sözleri, Devlet olarak ayrımcılığı önleme- miz gerekirken kurumlar aracılığı ile ülkemizi kadına yönelik ayrımcılığı ve dolayısı ile şiddeti destekler duruma düşürmektedir. Diyanet İşlerinin kurulma amacına bakıldığında, “Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak vemilletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek (Anayasa md. 136), İslam Dini’nin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek. (633 S.K. md.1) gösterilmiştir. Dolayısı ile halkımızı bu esaslar çerçevesinde din konusunda bilgilendirme amaç ve misyonu olan Diyanet işlerinin görevini ifa ederken akdettiğimiz ve iç hukukumuzda yer alan ve anayasamızın 90. maddesi uyarınca anayasa ile çelişen hallerde dahi üstünlüğe sahip bulunan uluslararası sözleşmeler ile taahhüt ettiğimiz yükümlülükleri yerine getirebilmemiz, kadına yönelik şiddetin önlenebilmesini sağlayabilmemiz için önce devlet ve kurumlar nezdinde eylem ve söylemlerimizde kadının insan haklarına daha özenli ve saygılı olmak zorundayız. Yukarıda açıkladığımız nedenlerle İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, Diyanet İşlerinin devam eden kadına yönelik her türlü eylem ve söylemlerini ve bu nedenle toplumumuza yapılan baskıları kınıyor, her türlü şiddete hayır diyoruz. 8 MART ’ 12 13 3 BASIN AÇIKLAMALARI, 01 Ekim 2013 KADIN İSTİHDAMINI OLUMSUZ ETKİLEYECEK ÇALIŞMALAR ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER VE ANAYASA KAPSAMINDA KADININ İNSAN HAKLARI İHLALLERİNDENDİR İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, “Kadınını İstihdamına” ilişkin yasal değişikliklerin yapımı esnasında başta “CEDAW “ olmak üzere uluslararası sözleşmelerin dikkate alınması gerektiğini, TBMM Plan ve Bütçe Alt Komisyonunda Gelir Vergisi Kanunu ile ilgili yasa tasarısının Devletin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara ve Anayasa ve kanun hükümlerine aykırı olduğu, geri çekilmesi gerektiği; böylesi düzenlemelerin esasında kadın-erkek eşitsizliğini daha da artıracağı ve kadın istihdamını gözle görülür bir şekilde düşüreceğini öngörüyor, tartışmaların toplumda kadının eşitlik mücadelesine zarar verdiğini belirterek, tüm bu çalışmalar kadının insan haklarına yönelik cinsiyetçi ayrımcılıktır diyoruz. Ülkemizde gün geçmiyor ki, yasa koyucunun yine kadını ötekileştiren, mağdur eden düzenlemeleri tasarı 1 34 8 MART ’ 14 haline getirilmesin ve kurumlar tarafından kadını toplumda ikincilleyen sözler edilmesin. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve “Kadının İnsan Hakları” olarak bilinen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanmıştır. Sözleşmenin 11. Maddesi Taraf Devletlere çalışma alanında kadınlara karşı ayrımı önlemek için bütün uygun önlemleri alma yükümlülüğü getirmektedir. Sözleşme, çalışma hakkının temel insan haklarından olduğunu belirterek, Taraf Devletlere kadının bu hakkını kullanabilmesi için eşit seçim, eşit çalışma olanakları, özgürce meslek ve iş seçme hakkı, terfi, iş güvenliği, hizmetin tüm koşul ve avantajlarından yararlanma, mesleki eğitim görme, sosyal yardımlar dâhil eşit ücret, ücretli izin, emeklilik, işsizlik, hastalık, sakatlık ve yaşlılık ve diğer çalışamama hallerinde sosyal güvenlik hakkı, güvenli koşullarda çalışma hakkı, sağlığını ve doğurganlığını koruma hakkı konusunda düzenlemeler yapma ve bunları hayata geçirme yükümlülüğü vermiştir. Yine madde 2. Fıkrasında “evlilik ve analık nedeni ile kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi için hamilelik ve analık izni sebebiyle veya evliliğe bağlı sebeplerle işten çıkarılmasının yasaklanmasını, iş, kıdem ve sosyal haklarını kaybetmeksizin ücretli olarak analık izni ve haklarını alma, özellikle çocuk bakımevleri ağları kurarak ve geliştirerek sosyal destek verme, hamilelikte özel koruma sağlama” yükümlülükleri getirmiştir. Devletler bu yükümlülükleri sadece kâğıt üzerinde yerine getirmekle, yani yasaları değiştirmekle değil, aynı zamanda bunları hayata geçirmekle de yükümlüdür. Bu durumda yasalar yapılırken “samimi” olunması, Sözleşme hükümlerinin hayata geçirileceği teşviklerin yasalarda yer alması zorunludur. Hükümet tarafından hazırlandığı söylenen ve bir süredir kamuoyunda tartışılan “Kadın İstihdam Paketi” bu bakımdan çok önemlidir. İş çevrelerinde “bu düzenlemelerin paketinin işverenlere ek maliyetler getireceği, bunun kadın istihdamında kadınların aleyhine olacağı gibi haklı endişeler dile getirilmiştir. Yeni tasarı ile kadına verilecek doğum izni sürelerinin artırılması, süt izinlerinin artırılması devlet memuru kadınlara yarı zamanlı çalışma gibi düzenlemeler getirilmektedir. Tüm bu getirilmek istenen düzenlemeler hem kadın istihdamını artırmak hem de aile düzenini sağlamak adına yapılan çalışmalar olarak nitelendirilse de aile düzenini sağlamanın yalnızca kadına yüklenen görev olarak yorumlanmaya devam ettiğini görmekteyiz. Çocuk bakımımın yalnızca kadına yüklenmesi açık bir şekilde cinsiyet ayrımcılığıdır ve bizim de taraf olduğumuz Uluslararası sözleşmelere aykırı bir yorumdur. Yine CEDAW (Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) “anneliğin sosyal bir görev olarak anlaşılmasını ve çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğunun tanınmasını” öngörmektedir. Tüm bu yapılmak istenen düzenlemeler ile anne olmak isteyen her kadın istihdamdan uzaklaştırılmakla tehdit edilmektedir. Yapılması gereken anneliğin ve –babalığın- sosyal bir görev olduğunun anlaşılarak, kadına ve erkeğe doğum ve sonrası sağlıklı bir izin dönemi tanımak ve bu sürecin sonunda kadını sistemin dışına atmakla tehdit etmek yerine izni kullanan kadının ya da erkeğin yerinin hazır olduğunun güvencesini vermek, İş yerlerinde kadın kotası uygulamak, Devlet eliyle mahallelerde kreşler açmak, iş yerlerine kadın istihdamı şartı-ayrımı olmaksızın kreş açma zorunluluğu getirmek, özel kreş teşviki sağlamak ve bunlara benzer politikalar geliştirmektir. de çalışanlara ödenen ücretler, gider olarak indirilemeyecektir” şeklinde bir madde bulunması, Devletin kadın istihdamını artırmak konusunda yaptığı çalışmaların samimiyetine gölge düşürmektedir. Böyle bir maddenin birçok kadının kayıt dışı çalışmasına yol açacağı açıktır. Yine tasarı iş ve meslek hayatında ayrımcılığın önlenmesine yönelik maddeler içeren ILO Sözleşmesine, İş Kanunu’nun 5. Maddesine ve Anayasanın 10. Maddesine açıkça aykırıdır. Aynı şekilde TBMM Plan ve Bütçe Alt Komisyonunda Gelir Vergisi Kanunu ile ilgili yasa tasarısı “eşine ait işyerin- 8 MART ’ 14 13 5 BASIN AÇIKLAMALARI, 25 Kasım 2013 KADINI ÖZGÜRLEŞTİRMEK ÖNEMLİ ANCAK ONA ÖZGÜRLÜĞÜ ÖĞRETMEK VE HER İKİ CİNSİDE EĞİTMEK GEREK Ülkemizde kadına şiddet önlenemediği gibi artarak devam etmektedir. Kadınların insan haklarının temeli olan yaşam hakkı başta olmak üzere ekonomik, sosyal, kişisel yaşamında özgürlüğü ihlal edilmektedir. Haklarının bilincinde olmayan kadın da onu ikinci sınıf insan konumuna düşüren zihniyetleri kadına özgürlük olarak algılamaktadır. “SORUN YASALARDA DEĞİL UYGULAMADA, TOPLUMDA KADININ İNSAN HAKLARI KONUSUNDAKİ BİLİNÇ EKSİKLİĞİNDE”söylemini ise sürekli tekrar ediyoruz. Etmeye de devam edecek görünüyoruz. Ayrıca konu ile ilgili erkek farkındalığı da gittikçe önem kazanıyor. Gerek tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde gerekse iç hukuk mevzuatımızda kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve şiddet olarak tanımlanan her tür1 36 8 MART ’ 14 lü tutum ve davranış” olarak, Şiddet ise: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış» tanımlanmıştır. Devlet siyaseti ve politikası, hükümetlerin değişimi ile değişebilecektir ancak değişmez olan, tüm devletler için ortak hedef ve yüküm olarak insan hakları yönünde ileri gitmektir. Bunun da en temel yolu imzalanan uluslararası sözleşmelerin iç hukuka aktarılabilmesidir. Devletler bu yükümlülükleri sadece kağıt üzerinde yerine getirmekle değil, aynı zamanda bunları hayata geçirmekle de yükümlüdür. Bu durumda yasalar yapılırken “samimi” olunması, uluslararası sözleşme hüküm- lerinin hayata geçirileceği teşviklerin yasalarda ve uygulamada yer alması zorunludur. Ki Anayasamızın 90/5 maddesinde “uluslararası sözleşme hükümleri ile iç hukuk kurallarının çelişmesi durumunda uluslararası sözleşme hükümlerinin uygulanacağını” açıkça belirtmiştir. Bu kapsamda Devlet kurumlarının, hükümetlerin kadını ötekileştiren uygulamaları, söz ve davranışları, mağdur eden düzenlemeleri de uluslararası hukuk ve iç hukuka aykırıdır, “Kadının insan haklan ihlalidir”, kadına şiddettir. Kadına şiddeti, uygulamada ki sorunlar, dolayısı ile de zihniyette bağlarken öncelikle kadının insan haklarının korunması yönündeki zihniyet değişimini sağlayacak olan devletin katkısını sorgulamak gerekmektedir. BM insan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa insan Hakları Sözleşmesi, CEDAW (Kadınlara Karşı Her türlü Ayrımcılı- ğın Önlenmesi Sözleşmesi), BM bildirgeleri ve özelikle İstanbul Sözleşmesi’nin (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) aşağıdaki maddeleri kapsamında devlete yüklediği sorumluluklar şunlardır: Madde 5/1 - Devlet yükümlülükleri ve gereken özeni gösterme sorumluluğu: Taraf Devletler kadına yönelik herhangi bir şiddet eylemiyle ilişkilenmekten kaçınır ve devlet adına hareket eden devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun davranmalarını sağlar. Madde 12/I Taraf Devletler, kadınların aşağı bir cins olduğu veya erkekler ile kadınlar için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü uygulamaları yok etmek amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi için gerekli tedbirleri alır. Madde 12/4. Taraf Devletler, tüm toplumu, özellikle erkekleri ve erkek çocukları bu Sözleşme kapsamına giren bütün şiddet biçimlerinin önlen- mesine aktif bir şekilde katkıda bulunmaları için teşvik etmek amacıyla gerekli tedbirleri alır. Madde 12/5. Taraf Devletler, kültür, örf ve adet, din, gelenek veya sözde “namus”un bu Sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin bir gerekçesi olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Madde 12/6. Taraf Devletler, kadınların güçlenmesi için program ve faaliyetleri arttırmak amacıyla gerekli tedbirleri alır. RAK NİYE GÖRMEKTEYİZ....!!!??? BUNUN CEVABINI 25 KASIM CUMA GÜNÜ YİNE KONUŞACAK, TARTIŞACAK ve ÇÖZÜMLERİN NASIL HAYATA GEÇİRİLECEĞİNİ DÜŞÜNECEĞİZ... TÜM DÜNYA KADINLARI İÇİN ŞİDDETSİZ GÜNLER DİLEYEREK TÜM DEVLETLERİN, KADINA YÖNELİK ŞİDDET KONUSUNDA, ÖNLEMLERİNİ ACİLLEŞTİRMESİNİ İSTİYORUZ... Madde 14/1 Eğitim, Taraf Devletler, kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmayan toplumsal cinsiyet rollerini, karşılıklı saygıyı, kişiler arası ilişkilerde şiddetten kaçınma temelinde çatışma çözümünü, kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı meselelerinin resmi müfredat içerisinde ve eğitim sürecinin her düzeyinde öğrencilerin gelişim kapasitelerine uygun olarak öğretim materyallerinin içerisine dâhil edilmesi için uygun olan durumlarda gerekli adımları atar. DEVLETLERE BU YÜKÜMLERİ YÜKLEMEKTE İKEN UYGULAMADA BUNLARIN AKSİNİ HALEN VE ARTA- 8 MART ’ 14 13 7 FAALİYETLERİMİZ BASIN AÇIKLAMALARI, 05 Aralık 2013 MERKEZ ÜYELERİNİN KATILDIĞI DİĞER FAALİYETLER 5 ARALIK SEÇME VE SEÇİLME HAKKI YILDÖNÜMÜ Cumhuriyet Devrimleriyle Türk Kadınları sosyal, kültürel, hukuki haklarıyla birlikte birçok Avrupa Ülkesinden önce, seçme ve seçilme hakkını kazanmışlardır. Kadınlarımız bu haklar sayesinde toplumda büyük ölçüde erkeklerle eşit haklara sahip olmuşlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu hakların hayata geçirilip uygulanması ne kadar hızlı olmuşsa bu gün özellikle seçilme hakkının kullanımı, siyasetçilerin demokrasi anlayışı sayesinde siyasette ve karar mekanizmalarında kadınların bulunması noktasında hala yeterli yol alınamamıştır. Oysa Demokratik rejimde siyaset belirli bir kesimce değil tüm kesimlerce yapılmalıdır. Kadının yönetimde eksik temsili sadece kadın sorunu değil demokrasi sorunudur. Siyasi temsilde kadın oranları artmasının kadının insan haklarında da ilerleme sağlayacağı aşikardır. Günümüzde ise kadınlarımız halen en temel insani haklarının mücadelesini vermek zorunda kalmaktadır. Oysa ki kadın bakış açısı ve yaratıcılığıyla yeniden şekillenecek olan yerel ve genel yönetimler yaratarak Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesini, sürdürülebilir bir 1 38 8 MART ’ 14 kalkınma gerçekleştirebilmesini, bir işgücü oluşturulmasını, insan haklarına saygıyı sağlayacaktır. muar dizgesi’’ denilen uygulama ile her yerde seçilebilir sırada kadınlar yer alabilmelidir. Anayasamız devlete kadın erkek eşitliğini sağlamakla yükümlü kılmıştır. Yine T.C. Anayasası 67. Madde “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak şekilde düzenlenir” demektedir. Bu kapsamda öncelikle; • Toplumda kadın-erkek eşitliği olgusu güçlendirmek için kadınlarda bir bilinç oluşumu sağlanmalı, buna paralel olarak da kadınlar desteklenerek yerel düzeylerden başlayarak örgütlenme bilincine sahip olan bireyler haline getirilmelidir. • Her alanda cinsel ayrımcılıkla mücadele sadece kadın sorunu olarak görülmemeli, demokrasi ve katılım için kadınlar yok farz edilmemeli, parti içi demokrasi işletilmelidir. Eşit hak ve eşit katılım olmalıdır. • Anayasamızdan da öncelikli uluslararası sözleşmelerden Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 4. maddesi gereğince de geçici önlem olarak cinsiyet kotasına tüm parti tüzüklerinde mutlaka yer verilmelidir. Siyasi partilerin tüzükleri, seçim yasaları bu kapsamda anayasa tarafından güvenceye alınmalı, ‘’fer- • Kadınlar gerçek demokrasi için bu yolda mücadeleyi sürdürmelidir. • Kadın erkek eşitliğine inanan tüm siyasi partileri ve inanmasa da iç hukuk ve ulusal mevzuat gereği yükümü olan tüm partileri; olumlu ayrımcılığı yani kadın kotasını hayata geçirmeye, kadın kotasına eşitsizlik olarak bakma bilinçsizliğinden vazgeçmeye ve demokratikleşmeye çağırıyoruz. PANELİST/ EĞİTMEN OLARAK KATILIMLAR • 3 Mart 2013’de İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi’ni temsilen Av. Bahar Ünlüer Öztürk Tokat Kültür ve Dayanışma Derneği’nde “Kadına Karşı Şiddet ve Başvurulabilecek Hukuki Yollar” konulu panele konuşmacı olarak katılmıştır. • 7 Mart 2013’de Av. Aydeniz Alisbah Tuskan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde düzenlenen “Türkiye’de Kadın Olmak” konulu panele konuşmacı olarak katıldı. • 8 Mart 2013’de Av. Aydeniz AlisbahTuskan İstanbul Üniversitesi Diş hekimliği Fakültesi Prof. Dr. Altan Gülhan Özerkan Konferans Salonunda düzenlenen “Kadına Yönelik Şiddetin Psikolojik ve sosyal Boyutları” panele konuşmacı olarak katıldı. • 8 Mart 2013’de Avcılar Endüstri Meslek Lisesine “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” dolayısıyla yapılan konferansa konuşmacı olarak Av. Afet Gülen KÖSE katılmıştır. • 8 Mart 2013’de Av. Nedime Uğraş Marmara Soroptomist Kulübü Derneğinin Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi SHÇEK Toplum Merkezinde düzenlediği “Kadın Hakları – Kadına Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi Yasası” hakkındaki panele konuşmacı olarak katılmıştır • 10 Mart 2013’de Av. Aydeniz Alisbah Tuskan Cumhuriyet Kadınları Derneği Fatih Şubesinin düzenlediği “Emekçi Kadınlar Günü”, paneline konuşmacı olarak katılmıştır. • 11 Mart 2013’de Av. Aydeniz AlisbahTuskan Maltepe Üniversitesince düzenlenen “Kadına Yönelik Şiddet ve İnsan Hakları” paneline konuşmacı olarak katılmıştır. • 13 Mart 2013’de Av. Aydeniz AlisbahTuskan Türk Hukukçu Kadınlar derneğince Caddebostan Kültür Merkezinde düzenlenen “Kürtaj ve Gebelik Tahliyesi” konu panele konuşmacı Av. Afet Gülen Köse katılımcı olarak katılmıştır. 139 8 MART ’ 14 8 MART ’ 14 13 9 FAALİYETLERİMİZ FAALİYETLERİMİZ MERKEZ ÜYELERİNİN KATILDIĞI DİĞER FAALİYETLER MERKEZ ÜYELERİNİN KATILDIĞI DİĞER FAALİYETLER MEDYA KATILIMLARI • 15 Mart 2013’de Av. Aydeniz AlisbahTuskan Saat 10.00’da Aydın Üniversitesinde düzenlenen “Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet” paneline konuşmacı olarak katılmıştır. • 03 Mayıs 2013 de Av. Aydeniz AlisbahTuskan Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde düzenlenen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında “Mülteci ve Sığınmacıların Sorunları” başlıklı panele konuşmacı olarak katılmıştır. • 10 Mayıs 2013 de Adana’da Adana Tabip Odası ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesince düzenlenen “I.Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Sempozyumu”na Aydeniz AlisbahTuskan konuşmacı olarak katılmıştır. • 28 şubat 2013, 8 mart 2013, 13 Nisan 2013 tarihlerinde İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av. Afet Gülen KÖSE TV 8’de Avukatınıza Sorun programına konuşmacı olarak katılmıştır. • 08. Mart 2013 tarihinde Av. Hale Akgün Kanal D 32 . Gün programına Kadın Hakları Günü kapsamında katılmıştır. • 1 Ağustos 2013 tarihinde Av.Aydeniz Alisbah Tuskan CNN Türk TV'nin ana haber bültenine katıldı. Cinsel suçlarda cezaların ağırlaştırılması yetmeyeceği teziyle görüş bildirmiştir. • 08. Temmuz 2013 Kanal B de İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av. Hale Akgün toplum ve insan programına konuk olmuştur. • 29 Temmuz 2013 tarihinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ile Konrad AdaneuerStiftung (KAS) ortaklaşa düzenlenen "Gazetecilik ve Nefret Söylemi " konulu TGC Basın Müzesi’nde gerçekleştirilen panele Av. Afet Gülen KÖSE ve Av. Sibel KAMA katılmıştır • 20 Kasım 2013 tarihinde İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av.A.Gülen Köse TR 1 TV ye kadın hakları sorunları konusunda değerlendirme yapmak üzere katılmıştır. • 25 Ekim 2013 tarihinde Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Kadınları Derneği'nde gerçekleşen panele Av. Afet Gülen KÖSE katılmıştır. • 5 Ekim 2013 tarihinde İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av. Afet Gülen KÖSE Karadeniz TV’de Habere Doğru programına konuşmacı olarak katılmıştır. • 6 Aralık 2013 tarihinde Beşiktaş Belediyesi Kent Konseyi Kadın Meclisi'nin Açık Kapı Günleri Hukuk Okuryazarlığı programında Av. Afet Gülen Köse konuşmacı olarak katılmıştır. • Merkez Üyelerimiz TRT 1 Radyo kanalında Filiz Yentürk’ün hazırlayıp sunduğu programda her pazartesi Boşanma davalarına genel bakış, Boşanma davalarında Nafaka – Tazminat, Velayet hakkı ve çocuk haklarına genel bakış, Mal rejimleri, Aile İçi Şiddet konularında başlıkları ile Nisan ve Mayıs aylarında toplamda 7 ayrı programa konuşmacı olarak katılmışlardır. • Av. Hale Akgün, Av. A. Gülen Köse merkezimizce her ay düzenlene Adli Yardım Eğitim seminerlerine eğitmen olarak katılmışlardır. • İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezinde üyelerimiz Av. A Gülen Köse ile Av. Sibel Kama 6284 Sayılı Kanun uluslararası Kadın Hukuku Sözleşmeleri konulu derslere eğitmen olarak katılmışlardır. 140 8 MART ’ 14 • 03.10.2013 tarihinde Uzman TV de 6284 sayılı yasa hakkında Av Afet Gülen Köse sorulara yanıt vermiştir • 02.12.2013 Av.AydenizAlisbahTuskan Kanal B TV ana haber bülteninde Dünya Ekonomik Forumunun Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre, kadın istihdamında Türkiye’nin 136 ülke arasında 127. Sırada olması durumunu değerlendirilmiştir. • Çeşitli yazılı medya organlarının talepleri ile gündem konuları ile ilgili av. Hale Akgün, Av. Gülen Köse tarafından hukuki açıklamalarda bulunulmuştur 8 MART ’ 14 141 FAALİYETLERİMİZ • 23 Kasım 2013 tarihinde Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi tarafından “Kadına Yönelik Şiddet ile İlgili Farkındalık Yaratma” amacı ile Ortaköy’de düzenlenen Flash-mob çalışmasına İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av. Sibel Kama katılmıştır. MERKEZ ÜYELERİNİN KATILDIĞI DİĞER FAALİYETLER • Av. Hale Akgün’ün 28.11.2013 tarihinde Türkiye Adalet Akademisi ve İsveç Raul Wallenberg İnsan Hakları Enstitüsünün birlikte yürüttüğü çalışmalar kapsamında düzenlendiği “Kadın-Erkek eşitliğine ilişkin Uluslararası Normlar ve İçtihatlar Işığında Ulusal Hukuktaki gelişmeler” konulu çalıştaya Baromuzu temsilen katılmıştır. Diğer Katılımlar • 29 Kasım 2013 tarihinde KAHİRE+20 Ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Çalışma Platformu nun toplantısına İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av.Sibel Kama Katılmıştır. • 3-7 haziran tarihlerinde Kadın Hakları Merkezi olarak Merkez Yürütme Kurulu üyelerimiz Gezi olaylarında kadınlara yönelik gözaltılar sırasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle CMK nöbetinde tüm gün hazır bulunmuşlar, görev almışlardır. • 24-26 haziran tarihlerinde Beşiktaş Kent konseyi Kadın Mecilsinin düzenlediği Beşiktaş ve Erlaner “Kardeş Şehir” ilişkilerinin 10. Ylında ortaklaşa düzenlenen “kadının insan hakları”konferans dizisine İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av.Sibel Kama Av. Afet Gülen Köse katılmışlardır. • 05.12.2013 tarihinde Beşiktaş Kent Konseyi Kadın Meclisi ile TÜKK’ün hazırladığı Seçme Seçilme Hakkının 79. Yılında KADIN VE SİYASET” konulu, Milletvekili Candan Yüceer ‘in konuk olduğu panele İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av.Sibel Kama Katılmıştır. • Av. Aydeniz Tuskan Yardımseverler Derneği’nin 2013 yılı İnsan Hakları Ödülü’ne Layık görüldü. • 16-21 Ağustos 2013 tarihlerinde Kadir Has Üniversitesinde Türk Üniversiteli Kadınlar Derneğinin ev sahipliğini yaptığı Geleceğe Ulaşmada Kadınların Rolü: Eğitim, Şiddet, Kadının İnsan Hakları, Kadın ve Kentlileşme konulu 31. Uluslararası Üniversiteli Kadınlar Federasyonu (IFUW) Konferansına İstanbul Barosu Kadın Hakları merkezini Temsilen Av. Afet Gülen Köse katılmıştır. • 20 Ağustos 2013 tarihinde İstanbul barosu Kadın Hakları Merkezinin ev sahipliği ile IFUW katılımcılarının Çağlayan Adliyesi Şiddeti önleme Merkezinin ziyaretleri sağlandı ve ayrıca İstanbul Barosunun Çağlayan Adliyesindeki biriminde bilgilendirme toplantısı düzenlenmiştir. • Çeşitli tarihlerde düzenlenen Beşiktaş Kent konseyinin toplantılarına İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen atanan Av. Sibel Kama katılmıştır. • Ağustos-Eylül 2013 tarihlerinde İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av. Sibel Kama Beşiktaş Kent Konseyinin düzenlemiş olduğu Forumlarakatılmıştır. • Üyesi bulunduğumuz İKKB aylık toplantıları ile çeşitli tarihlerde ki etkinliklerine katılındı. • 23-24 Eylül de Kadınların Ev içi Şiddetten Korunması Matra Projesi Seminerine İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen Av.Fatma Nazan Sönmez ve Av.Sibel Kama katılmışlardır. • 29 Eylül 2013 tarihinde Av. Sibel Kama TMMOB Kadın Kurultayı İstanbul Yerel Çalıştayı’na katılmıştır. • 5 Kasım 2013 Ümraniye Adli Yardım Bürosunun açış törenine İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezini temsilen üyelerimiz katılmışlardır. 142 8 MART ’ 14 8 MART ’ 14 143 144 8 MART ’ 14
© Copyright 2024 Paperzz