Yayın Koordinatörü James ve Real Madrid İlker Yılmaz 2014 Dünya Kupası’nı Almanya kazandı, Brezilya’yı hezimete uğrattı ama akıllarda en az bunlar kadar kalan başka bir şey vardı. James Rodriguez… Turnuvanın gol kralı olan 23 yaşındaki futbolcu, Kolombiya’nın çeyrek finale gelmesinde de aslan payının sahibiyidi. Geçen sezon Porto’dan Monaco’ya yolu düşen James’in turnuva sonrası Fransa’da kalması beklenmiyordu. Beklentilerde de haklı çıkıldı. Real Madrid, genç yıldızı kadrosuna katarak 10 numaralı formayı ona verdi. Biz de Hayatım Futbol ekibi olarak, James Rodriguez transferinin Real Madrid için ne ifade ettiğini, yıldız futbolcunun nasıl bir yapı içinde başarılı olabileceğini sorguladık. Ayrıca her başarılı futbolcu gibi James’in de hayat hikayesi ilginçliklerle dolu. Babası da futbolcu olan James’in, bir uyuşturucu baronunun etkisi olduğu hayatını da okumanızı tavsiye ediyorum. Editör Cantürk Temelli Yazarlar Aslıhan Karlıdağ Bahadır Bozkurt Emre Çelik Fırat Topal Serkan Akkoyun Uğur Karakullukçu Varol Döken Ayrıca, bu sayıda Trabzonspor’un yeni yıldızı Oscar Cardozo, Türkiye Kupası’nın yeni statüsü, Manchester United’da göreve gelen Louis van Gaal, Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edecek Konak Belediyespor’un kadın futbol takımı da sizlerle. Tabii Varol Döken Maç Bahane için yine Yunanistan’dan bildiriyor. Keyifli okumalar, Cantürk Temelli [email protected] [email protected] #139 BU SAYIDA Güzel Gülen Adamın Hikayesi Real Madrid James Rodriguez’i alarak sadece bir futbolcu transfer etmedi. Zihni hatıralarla, kalbi vefa ve minnet ile, hayali ise başarı açlığı ile dolu bir futbolcuyu kadrosuna kattı Los Galacticos v3.0.5’te James Rodriguez James Rodriguez transferiyle üçüncü Los Galacticos’u geliştirmeye devam eden Real Madrid geçtiğimiz sezondan daha ofansif ve gol makinesi kıvamına dönüşebilir Şimdi Sıra İngiltere’de İspanya ve Almanya’da başarıya koşan, Hollanda Milli Takımı ile Brezilya’da namağlup üçüncülük kürsüsüne çıkan Van Gaal için şimdi hedef Premier League Salı Pazarı Kupası Türkiye Kupası’nda statü yine değişti. İş iyice karmaşık hal aldı. Büyük takımlara kıyak çekilen yeni uygulamada kupayı almak için bir düzine maça çıkmak gerekiyor Oscar Trabzon’da Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon Fenerbahçe’nin kadrosuna katabilmek için büyük uğraş verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek Maç Bahane Yunan Adalarında #2 Varol Döken sezonun yorgunluğunu attığı Yunanistan’dan bildirmeye devam ediyor. Serinin ikinci bölümü bu hafta sizlerle Devler Ligi Zamanı Geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalarak Türk kadın futbolu adına büyük bir başarıya imza atan Konak Belediyespor bu sezon yine Devler Ligi’nde boy gösterecek Aslıhan Karlıdağ Kadın Futbolu HF139 DEVLER LiGi ZAMANI Geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalarak Türk kadın futbolu adına büyük bir başarıya imza atan Konak Belediyespor bu sezon yine Devler Ligi’nde boy gösterecek Kadınlar Şampiyonlar Ligi, 9 Ağustos Cumartesi günü oynanacak grup maçlarıyla başlıyor. Kadınlar Şampiyonlar Ligi’nde gruplar, Erkekler Şampiyonlar Ligi’ndeki ön elemelere karşılık geliyor. UEFA sıralamasında seri başı olamayan takımlar gruplarda mücadele ediyorlar. Her gruba, grupta yer alan bir takım ev sahipliği yapıyor. Maçlar ev sahibi ülkede, tek maç üzerinden oynanıyor. Grubunu lider bitiren takımlar ile en iyi ikinciler birinci tura yükseliyorlar. Seri başı olan takımlar birinci turdan Şampiyonlar Ligi’ne dahil oluyorlar. Bundan sonrası finale kadar çift maç eliminasyon usulü ile devam ediyor. Bu yıl 8 grupta 32 takım mücadele edecek. Grupları lider bitiren takımlar ile en iyi iki ikinci son 32’ye kalacaklar. UEFA sıralamasında ilk 22 sırada yer alan takımlar grup mücadeleleri sona erdikten sonra turnuvaya dahil olacaklar. Ülkemizi, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Konak Belediyespor temsil edecek. Temsilcimiz 1. Grupta; Letonya’nın Rigas, Belarus’un Minsk ve İsviçre’nin Zürih takımlarıyla Letonya’da karşı karşıya gelecek. Konak, ilk maçını 9 Ağustos’ta ev sahibi Rigas ile oynayacak. İkinci maç 11 Ağustos’ta Minsk ile son maç ise 14 Ağustos’ta grubun favorisi Zürih ile olacak. Büyük ihtimalle gruptan çıkacak takımı Zürih-Konak karşılaşması belirleyecek. İki takım da geçen yıl, son maçlar oynanmadan gruptan çıkmayı garantilemişlerdi. İki takım da son 16’ya kalma başarısı göstermişti. Zürih, Barcelona’ya elenirken, Konak Belediyespor Avusturya’nın Neulengbach takımına elenmişti. Zürih, daha önce beş defa Şampiyonlar Ligi’ne katıldı. En büyük başarısını geçtiğimiz sezon ikinci tura yükselerek elde etti. Çok genç bir kadroya sahip olan İsviçre ekibinin en tecrübeli oyuncuları 30 yaşındaki Keller ile 27 yaşındaki Humm. Humm orta saha oyuncusu olmasına rağmen Şampiyonlar Ligi’nde takımının en skorer oyuncusu. Hazırlık kampını Çeşme’de gerçekleştiren İzmir ekibinin tek handikapı ise hazırlık maçı oynayacak güçlü bir takım bulamaması oldu. Konak U16 erkek takımı ve Besem ile iki hazırlık maçı oynadılar, iki karşılaşmayı da farklı kazandılar. Konak Belediyespor kadrosunu, Bayer Leverkusen’den Arzu Karabulut, Karadeniz Ereğlispor’dan Ebru Topçu ve Berna Yeniçeri’yi transfer ederek güçlendirdi. Geçen yıl Konak’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki en skorer oyuncusu Cosmina Duşa idi. Bu yıl Cosmina’nın yanında Yağmur’un ve Tata’nın da devreye gireceğini düşünürsek, takımın gol yollarında oldukça etkili olacağını söyleyebiliriz. Konak Belediyespor, bu yıl ikinci kez Şampiyonlar Ligi’ne katılacak. Temsilcimiz, geçen yıl ilk kez boy gösterdiği Şampiyonlar Ligi’nde büyük bir sürpriz yaparak ikinci tura kadar ilerlemişti. Türkiye Kadınlar futbol tarihinin en önemli başarısına imza atan Konaklı kadınlar, bu yıl da hedeflerine emin adımlarla ilerliyorlar. Konak Belediyespor, gruptaki en büyük rakibi olan Zürih’i yenecek güçte bir takım. Kadro olarak da geçen yılki gibi iyi bir ekibe sahipler. Çok büyük aksilik olmazsa gruptan çıkacaklardır bunu başarmamaları için hiçbir sebep yok. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalan Konak Belediyespor bu sezon da iddialı. Serkan Akkoyun İspanya HF139 “BUNUN FiLMiNi ÇEKELiM, TUTAR” GÜZEL GÜLEN ADAMIN HiKAYESi Real Madrid sadece bir futbolcu transfer etmedi. Zihni hatıralarla, kalbi vefa ve minnet ile, hayali ise başarı açlığı ile dolu bir futbolcuyu kadrosuna kattı Real Madrid, James Rodriguez’i transfer etti. Sadece bir cümle ile bu kadar basitçe anlatabileceğimiz durumun arkasında yatan hikaye ise çok büyük. Henüz 23 yaşında, milli takımdan arkadaşının kız kardeşi ile evli, ülkesinin varoşlarından çıkmış Rodriguez’in; dünyanın en çok kazanan isimleri arasına girmesi çetrefilli bir yolun sonucu… “Düşünmek ve söylemek kolay, fakat yaşamak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur” Ziya Gökalp Başlangıç için sıradan… Rodriguez, Kolombiya’nın Venezuela ile sınırı olan Cucuta kentinde 12 Temmuz 1991 yılında dünyaya geldi. Tarih aromalı bir şehir. 18. yy’da temelleri atılmaya başlıyor, 19. yy’ın ortalarında büyük bir depremle sarsılıyor ama toparlıyor. Genelde sıcak ve Veneuzela’ya yakınlığından da anlayacağımız gibi yüksek bir yer. Belki de James’in enerjisini 90 dakikaya yaymasını sağlayan da doğduğu yerden aldığı genetik özelliktir. Genç nüfusu sürekli artıyor, artan genç nüfus da futbolla iç içe yetişiyor. James Rodriguez dışında meşhur futbolcuları yok ancak bizim Kanuni Sultan Süleyman’a denk gelen (İkisinin de lakabı kanunlarda yaptıkları yenilik ve hukuka büyük önem vermelerinden kaynaklı) Kolombiyalı lider Francisco de Paula Santander yani nam-ı diğer “Kanun adamı” ile dünyaca ünlü bir başka sporcu olan Fabiola Zuluaga şehrin yer küreye armağanı diğer ünlü isimler. Belli, bir şeyler olacak… Rodriguez henüz bebekken Cacuta’dan Ibagué’ye taşınıyorlar. Babası da kendisi gibi futbolcu; James Wilson Rodríguez pek parlak olmasa da Independiente Medellin’de geçiriyor kariyerini. Belki o da yetenekliydi ancak Carlos Valderrama, Faustino Asprilla, Rene Higuita ve Freddy Rincon tayfası ile aynı döneme denk gelmişti. Kötü kader tabii... Ufak Rodriguez daha 5 yaşında topla tanışıyor; Academia Tolimense’ye giriyor. Zaten yerel bir takım olan Cooperamos Tolima’nın idmanlarını küçük parmaklarını tellere yapıştırarak izlediği dönemi anımsayınca, “Çocukluğuma dair en iyi hatırladığım şey her zaman futbol topunu istiyordum. Her zaman futbolu düşünüyordum” diyor. 5 yaşını takip eden 9 sene boyunca Tolimense’nin çeşitli altyaş gruplarında oynuyor. 2004 yılında ise hayatını değiştirecek adam onu bir turnuvada izliyor… James Rodriguez’in çocukluğu… James’in doğduğu ve büyüdüğü ev. İşler değişiyor sanki… Yıl 2004. Üzerinde kendisine birkaç beden büyük geldiği bakınca çok rahat anlaşılan Tolimense’nin sarı-kırmızılı forması, sırtında 10 numara ile James Rodriguez, Pony Futbol Championship’te boy gösteriyor. İzleyenler arasında ise Medellin’in en önemli isimlerinden, Envigado Futbol Kulübü patronu Gustavo Adolfo Upegui Lopez var. Onu görür görmez, gece yarısı araba farı görmüş tavşan gibi olduğu yerde donup kalıyor. Turnuvanın en iyi oyuncusu, şampiyon takımın 10 numaralı kaptanı James Rodriguez başkanı fena çarpıyor. Başkan maçın son düdüğü çalar çalmaz hemen harekete geçiyor, özel çalıştırıcı Omar Suarez’le birlikte bizim çocuğun ailesinin yanına gidip ikna etme işlerine başlıyor. Bu onun için iyi bir fırsat. Çünkü hapisten yeni çıkmış ve hapisten yeni çıkan insanların fırsatları değerlendirmesi gerekiyor. …Ve evet, şov başlıyor Film aslında burada kopuyor. Hikayeyi biraz bu heyecanlı başkana çevirelim. Gustavo Adolfo Upegui Lopez. Kendisi Kolombiya’nın en ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın ortaklarından birisi. Pablo Escobar’ı bilirsiniz, ölmeden önce dünyanın uyuşturucu piyasasının neredeyse tamamına yakınını kontrolü altında tutan, 90’lı yılların en zengin ve en tehlikelli kanun kaçaklarından birisi... Pablo Escobar’ın da, özel hayvanat bahçesi bulunan evinde yapmaktan zevk aldığı aktivitelerin başında hemen hemen her Latin gibi futbol oynamak geliyor. Arkadaşı Lopez’in sahibi olduğu Envigado takımının maçlarını takip ediyor, zaman zaman sahaya giriyor, futbolculardan önce maçın başlama vuruşunu yapıyor. Evet, Escobar, James henüz 2 yaşındayken öldürüldü, onu hiç canlı izleyemedi ancak Envigado takımına ve James’i keşfedip 16 yaşında Arjantin’e transfer olduğu döneme kadar adeta ikinci bir baba gibi ona sahip çıkan Lopez’e desteği ile kariyerine dokunduğu kesin. Kötü adamlar her zaman kötülük yapmazlar. James 12 yaşında, Pony Futbol Championship’te Toliminense ile ilk kupasını kazanırken, turnuvanın da en iyi oyuncusu seçiliyor ve Envigado Futbol Kulübü patronu Gustavo Adolfo Upegui Lopez’in dikkatini çekiyor. Eleştiren yok ama henüz Tamam, güzel bir hayat hikayesi var. Envigado sonrası Arjantin’e daha 16 yaşında transfer olması, orada en genç futbol oynayan isim olması, 7 milyon euroya Porto’ya transferi ardından 45 milyon euroya Monaco’ya transferi derken önümüzde ciddi bir futbol figürü duruyor. Bu figür şu ana kadar da hemen hemen herkes tarafından sürekli övgü aldı. Kolombiya futbolunun efsanelerinden Asprilla, “ülke tarihinin en iyi futbolcusu” derken bir bildiği vardı. Ya da Kolombiya’nın saçıyla şanlı 10 numarası Carlos Valderrama, “korkunç bir potansiyeli var” diyerek genç halefini boşuna övmedi. Ancak işin rengi değişebilir… James Rodriguez, Real Madrid’de 10 numaralı formayı giyecek. Banfield, Porto ve Monaco’da oynamakla Real Madrid’de hem de bu kadar yüksek bir bedelle transfer edilmişken oynamak arasındaki fark bariz. Tıpkı James Rodriguez’in yetenekleri gibi. Hayat onu zor şartlara sürükledikçe görünmez bir el oradan alıp rotasını başarıya çevirdi. Akranları yeni yürümeye başlamışken Tsubasa gibi boyu kadar futbol topunu kovalaması, bir uyuşturucu baronunun ortağı tarafından keşfedilmesi bu genç adamın hayatının sıradan olmayacağının kanıtı. Bu nedenle Real Madrid kariyerinin de öyle sıradan ya da beklendik olumlu veyahut olumsuz gerçekleşmesi zor. Mutlaka bir şeyler olacak ve eğer görünmez elin emekliliği gelmediyse, bu olacaklar başarı diye nitelendirilecek şeyler. “Ne derler bilirsin; savaş ne kadar zorsa zafer o kadar tatlıdır” Revolver (2005) Emre Çelik İspanya HF139 LOS GALACTICOS V3.0.5’TE JAMES RODRIGUEZ James Rodriguez transferiyle üçüncü Los Galacticos’u geliştirmeye devam eden başkan Perez’in Real Madrid’inde sistemde taşlar yerinden oynayacak. Ancelotti’nin hamleleriyle Real geçtiğimiz sezondan daha ofansif ve gol makinesi kıvamına dönüşebilir Real Madrid, geride bıraktığımız sezon Devler Ligi`ni kaldırarak ‘La Decima’ rüyasını sonunda gerçeğe dönüştürse de anlaşılan o ki Florentino Perez tatmin olmamış görünüyor. Başkan Perez en iyi yaptığı politikayı sürdürüp yıldızlara deyim yerindeyse saldırarak 1950´lerin sonundaki Ferenc Puskas´li, Alfredo di Stefano´lu, Paco Gento´lu, Raymond Kopa´li, Héctor Rial´li, José Santamaría’li, Luis del Sol´lu kadrodan sonra gelmiş geçmiş en şatafatlı Real Madrid´i oluşturmak için kolları sıvamış durumda. Hale hazırda Ronaldo, Bale, Modric, Xabi Alonso, Di Maria gibi süperstarlara sahip kadroya önce Toni Kroos, ardından da harika bir Dünya Kupası geçiren Kolombiyalı genç yıldız James Rodriguez katıldı. Brezilya´da takımının çeyrek finale çıkmasında çok büyük rol oynayan, yaşına rağmen saha içinde örnek bir liderlik sergileyen, daha da önemlisi Porto´da başlayan ve Monaco´da devam eden yükselişini istikrarlı bir biçimde uluslararası platformun en önemli sahnesine de taşıyarak istikrarını herkese bir kez daha gösteren James, birçok kişinin hayallerini süsleyen kontratı kaptı ve Los Blancos´a, daha doğru bir ifadeyle Los Galacticos v3.0.5´e imzayı attı. Bu noktaya kadar her şey gayet güzel; James Rodriguez´in yetenekleri zaten ortada ve genç yıldız Dünya Kupası´nda da bu yeteneklerini fazlasıyla gösterdi. Elbette Madridistalar takımlarında yeni ve heyecan verici bir yıldız daha görmekten memnun, Florentino Perez yaptıklarıyla Real Madrid tarihinde Santiago Bernabeu´nun ardındaki yerini iyice pekiştirmiş durumda. Kadro ise çok daha korkutucu ve derin bir hale gelmiş durumda... Fakat asıl sorunun, özellikle de Carlo Ancelotti için, bu noktada başladığını söylemekte herhangi bir beis yok. James Rodriguez´in sistemdeki yeri, rolü ne olacak? Belki de daha kompleksi eldeki isimlerden maksimum verimi elde edebilmek adına sistemde ne gibi değişiklikler göreceğiz? Dahası bütün bunları belirleyen faktörler sadece Di Maria geçtiğimiz sezon Real Madrid’in en etkili silahlarından olmasına karşın James Rodriguez’le daha olgun ataklar izleyebiliriz. James Rodriguez´e bağımlı olmayıp Khedira, Di Maria ve Isco´nun gündemde yer alan olası ayrılıkları ile Radamel Falcao´nun Real Madrid´e gelip gelmeyeceği konusunun belirsizliği işin içine eklenince Carlo Ancelotti adına denklemin çok daha kompleks bir hal aldığını söylemekte herhangi bir sakınca yok. Bu noktadan yola çıkarak James Rodriguez’in Real Madrid’e katacaklarını ve Kolombiyalı yıldızın ne tür katkılar vereceğini incelemek icin takımın yeni olası taktiksel yapısına bakmak, yani büyük çerçeveyi değerlendirmek çok daha sağlıklı olacaktır. Daha kontrollü atak Real Madrid’in ana sistemi olan 4-2-3-1 ve takımdan ayrılması an meselesi olan Di Maria’nın durumu düşünülünce James Rodriguez’in santrfor arkasında Ronaldo ve Bale ikilisinin arasında oynayacağını tahmin etmek çok da zor değil. İlk bakışta sağ açıktan devşirme Di Maria’dan James Rodriguez’in görevi alacak olması Real Madrid’i daha güclü ve ne yaptığını bilen bir takıma dönüştürecektir ki James’in oyun kurma ve yönlendirme özellikleri ile Di Maria’nınkiler karşılaştırıldığında bunu açıkca görmek mümkün. James’in, Mesut kadar olmasa da, Di Maria’ya göre çok daha kontrollü oyun profili bu açıdan Real Madrid hücumlarını da daha düzenli kılacaktır. Özellikle geçtiğimiz sezon Osasuna, Valladolid ve Celta Vigo karşısında Real Madrid’in ön alanda oyunu kontrol edecek ve takımı sakinleştirecek lider bir ismin eksikliğini çektiği için La Liga’da beklenmedik puan kayıpları yapması dikkate alındığında James’in önemli bir ekleme olduğu su gotürmez bir gerçek. Görece zayıf rakiplerin dışında Real Madrid’in geçen sezon lig karnesine ve puan kayıpları yaşadığı diğer maçlara bakınca ise göze çarpan başka bir noktadan söz etmek mümkün. Özellikle Villarreal -Cani-, Atletico Madrid -Gabi ve Koke-, Sevilla -Rakitic-, Athletic Club -Herrera-, Valencia -Parejo- maçlarında, kısacası rakibin tempoyu dikte edebilecek bir lideri ve Modric’i iyice geriye itebilecek kapasitede kompakt bir orta sahası olduğunda Real Madrid’in tempo kontrolünü tamamen kaybetme ve topu ileri istenen hızda taşıyamama sorununu yaşaması da James transferini son derece önemli kılan bir başka nokta olarak öne çıkmakta. Di Maria’nin geçen sezon Real Madrid’in ligde en fazla asist yapan ismi olmasına rağmen Barcelona maçları hariç Real Madrid’in ligde puan kaybı yaşadığı 8 maçta sadece 2 asist yapabilmesi de James transferinin önemini açıkça ortaya koyuyor. İşin özeti James’in takıma katılması, bariz bir biçimde geçen sezonu lig üçüncüsü tamamlayan Madrid’in La Liga’da yaşadığı en büyük handikapı gidermiş durumda. Oyunu son bölgede yönlendirme yeteneğinin yanı sıra James Rodriguez’in Dünya Kupası’nda parlamasını sağlayan en önemli özelliği de hiç şüphesiz golcülüğü. Golcülüğü ve inisiyatif alma yeteneği sayesinde pozisyonunu ve dolayısıyla da takımını öne çıkaran James bu sayede hem rakip takımlar için zaten yeterince fazla silaha sahip Real Madrid adına bir önemli tehlike unsuru daha olacak; daha da önemlisi açacağı alan ile özellikle kaliteli orta sahalara karşı rakip kaleye yaklaşmakta zorlanan Modric’i de ileri çıkmaya iterek rakip üzerinde çok daha bunaltıcı bir oyun oynanmasını sağlayacaktır. Tabii bu durumda savunma yükünün diğer ön libero ve hatta çoğunlukla stoperlere bineceği düşünülünce ligdeki Avrupa potası dışındaki takımlar üzerinde daha rahatlıkla uygulanabileceğini tahmin etmek çok da zor değil. Defansif yönünü geliştirmeli Sadece La Liga değerlendirildiğinde James transferinin nokta atışı olmadığını söylemek abesle iştigal olur ama Real Madrid için bir de, hatta çok daha önemlisi, işin Şampiyonlar Ligi boyutu mevcut. Özellikle Bayern Münih maçlari başta olmak üzere Jose Mourinho’nun tohumlarını ektiği ve oturdukça Madrid’i çok daha üst seviyeye taşıyan kontra atak sisteminde Di Maria’nin zaman zaman kontrolsüzlüğe de varsa deliciliği ve her daim rakip kaleyi dikine bir biçimde düşünen bir oyun yapısına sahip olması Real Madrid’in en büyük silahlarından biri. Bir de Mesut’un ayrılmasının ardindan Carlo Ancelotti’nin verdiği gazla defansif olarak da eskisine göre çok daha katkı yapan bir oyuncuya dönüşmesi de Di Maria’yi Devler Ligi için önemli bir kayıba dönüstürebilir. Olur da Di Maria kalırsa James’in formayı bu tip maçlarda kapabilmesi için savunma açısından kendisini geliştirmesi şart. Di Maria’nin ayrılması durumunda da aynı şey geçerli ki aksi halde Real Madrid’in, James Rodriguez ile dişli rakiplere karşı biraz daha yumuşayacağını söylemek yanlış olmaz. Hele ki Xabi Alonso da artık yaşının belli bir seviyeye gelmesinden dolayı Nisan başından itibaren düşmeye başlıyorken ve Khedira’nin ayrılması gündemdeyken, bu yükü sadece Kroos ve Ancelotti’nin pek güvenmediği Illaramendi’ye bırakmanın pek akıllıca bir hamle olmayacağını söylemek doğru olacaktır. Bu açıdan Real Madrid yönetiminin de James Rodriguez sonrası yapacağı hamleler de son derece belirleyici olacak ki bu noktada Isco’dan vazgeçilebilir lakin Khedira -Ancelotti’nin Illaramendi konusundaki düşünceleri değişmediyse- ile Di Maria’nın takımda tutulması Real Madrid’i gerçekten eşsiz bir takıma dönüştürebilir. Tabii bu arada bu kadar yıldızın tutulması durumunda da Ancelotti’ye takım içi huzuru koruma konusunda da büyük bir iş düşecektir ki Mourinho’nun son 1 senesi hala hafızalardaki yerini korumakta. Alternatif sistem Özellikle Juventus´u çaliştırdığı dönemde Zidane´ı kaybettikten sonra teknik direktörlüğü kariyerinde taktiksel anlamda çok daha esnek bir hocaya dönüşen ve bunu Milan, Chelsea, Paris Saint Germain ve Real Madrid´de defaten kanıtlayan Ancelotti’nin, çok büyük ihtimalle geçtiğimiz sezon fazlasıyla kullandığı 4-2-3-1´i zaman zaman terk edeceğine de şahit olacağiz. Şimdiden Real Madrid’e yakın kaynaklardan AS ve Marca’nın haberleri dikkate alınırsa Ancelotti´nin 4-2-2’nin değişik bir varyasyonunu da sezon içerisinde kullanma itimalinden söz etmek mümkün. Klasik geri dörtlünün önünde iki ön liberonun (Kroos/ Xabi ve Modric/Khedira/Illarramendi) yanı sıra bu ikilinin önünde zaman zaman kenarlara kayarak oyunu açan, zaman zamansa göbekte oynayıp özellikle üçüncü bölgede yetenekleriyle hem takımın vurucu gücünü artıracak hem de Real Madrid’in geçen sene en fazla kullandığı silahlardan biri olan kanat beklerinin önünü açacak iki hücuma yönelik orta saha (James/Isco/Bale/ Jese, James/Di Maria/Bale/Jese ) ve en uçta da Ronaldo, Bale, Benzema üclüsünden ikisinin görev alacağı, zaman zaman 4-2-4’ü zaman zamansa 4-2-2-2’yi andıracak bir Real Madrid’in bizleri beklediğini söylemek yanlış olmaz. Tabii bu sistemin hücumcu kanat bekleri de düşünülünce tüm savunma yükünü çift ön liberoya yüklediği düşünülünce özellikle La Liga’da görece zayıf takımlara karşı kullanılacağını ve işler hesaplandığı gibi giderse Real Madrid’i gol makinasına dönüştüreceğini tahmin etmek hiç de zor değil. İşin özeti James Rodriguez, Real Madrid’in hem bugünü hem de geleceği adına son derece kritik bir hamle. Hele ki takımın La Liga’da yaşadığı sorunlar ve James Rodriguez’ın oyun yapısı ile özellikleri degerlendirilince bu iddiayı dile getirmek daha da kolaylaşıyor. Lakin Avrupa arenasında Rodriguez transferi ile birlikte Real Madrid’i bu sezon 4-2-4 ve 4-2-2-2 olarak da sahaya dizilmiş olarak görebiliriz. Real Madrid’ın nasıl bir ekibe dönüşeceği, özellikle de Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final aşaması ve sonrası için yeterli olup olmayacağını James Rodriguez değil Florentino Perez söyleyecek. Dahası Real Madrid’ın kontra atak kimliğinin değişip değişmeyeceğini de Ancelotti değil yine başkan Perez belirleyecek ki bu noktada Khedira ile Di Maria’nin takımda kalması veya gitmeleri durumunda da yerlerine seviye olarak 1 gömlek düşük olsa da aynı oyun profillerine sahip takviye yapılması -Real Madrid camiasının tümüyle Falcao’ya kitlenmiş olması ve yapılan harcamalar dikkate alındığında pek mümkün görülmüyorReal Madrid’i James Rodriguez ile birlikte bileği bükülmez bir takıma çevirebilir. Uğur Karakullukçu Türk Futbolu HF139 TRABZONSPOR’UN OSCAR’I Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon Fenerbahçe’nin kadrosuna katabilmek için büyük uğraş verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek Yaklaşık bir yıl önceydi… Mayıs ayına fırtına gibi giren takımını sırtlıyor, gol yükünü çekiyordu. Kulüp tarihinin efsane figürlerinden biriydi. Üç koldan zafere koşuyorlardı ama son düzlükte beklenmedik şeyler oldu. Önce şampiyonluk yolunda ezeli rakiplerine 93. dakikada yedikleri golle yenildiler, ardından Avrupa Ligi finalinde yine son anlarda boyun eğdiler. Artık teselli gözüyle baktıkları kupa finalinin 70.dakikasında kenara alındığındığındaysa takımı 1-0 öndeydi. Kalan dakikalar ise adeta bir kabustu. 2-1 yenilmişler, Kara Mayıs’a bir çivi daha çakarak kupayı da kaybetmişlerdi. Maç bitimi sinirlerine hakim olamadı, hocasıyla tartışırken onu itti. Sonra ondan açıkça özür diledi ancak hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Benfica’nın tarihi üçlemeye giderken elde sıfırla kalakaldığı 2013 yazında Jorge Jesus’la kavga eden Oscar Cardozo, bir sezon daha takımda kalsa da kavganın izlerini silmekte zorlandı. Zaten kavga sonrası ayrılma isteği ve Fenerbahçe’ye transfer söylentileri sebebiyle kampı büyük ölçüde kaçıran Cardozo, sezon ortasında yaklaşık 2.5 ay süren bir sakatlık geçirince adeta gol makinesi olarak geçirdiği 6 sezondaki performansının arkasında kaldı. Sakatlığı döneminde de rolünü tamamen Lima ile Rodrigo’ya kaptrıdı. Sezonun kalanını büyük ölçüde kulübede geçirdi. Cardozo’nun Benfica adına olmazsa olmaz bir oyuncu olmaktan çıkışı ve yaşının 31’e gelmiş olması Trabzonspor için bir fırsata dönüştü desek yanlış olmaz. 2013/14 sezonunda yaşadıkları, sadece bir sene önce bonservisi için 13 milyon euro istenen bir oyuncu olan Cardozo’nun Trabzonspor’a 5.6 milyon euroya gelişinin önünü açan ana neden oldu. Fakat bu kalitesinden bir şeyler kaybettiği anlamına gelmiyor. Tam tersine Benfica’yla diğer sezonlara göre iki vites geride geçirdiği son sezon Türkiye’ye transferi için bir fırsat yarattı ve bu fırsat Trabzonspor tarafından başarıyla değerlendirildi. Jorge Jesus’un ekibi bir ay içinde üç kupayı kaybetmese belki de o kavga ve sonrasındakiler yaşanmayacak ve bugün Cardozo’nun Benfica’dan ayrılığı gündeme bile gelmeyecekti. Ya da Benfica geçen sezon Fenerbahçe’ye yaptığı gibi çok daha yüksek fiyatlar talep edecekti. İşinin piri ama… Kariyeri boyunca yavaş ve hareketsiz bir oyuncu olmakla eleştirilen ancak bu eleştirilere muhteşem sol ayağıyla yaptığı gol vuruşlarıyla cevap veren Cardozo, hiçbir zaman sıradan bir golcü olmadı. Pozisyonları başarıyla bitirebilmesinin yanı sıra kullandığı frikikler ve mermi gibi giden şutlarıyla Benfica’yı yıllardır sırtlayan, takımını Avrupa’nın en değerlileri arasına sokan isimlerden birisi oldu. Elbette heybetli ancak ağır fiziği yaşının da ilerlemesiyle birlikte futbolun zirvesinde geçireceği süre konusunda soru işaretleri oluştursa da Cardozo kariyerinin bitimine dek gollerini atmaya devam edecek kalitede bir oyuncu ve Trabzonspor’a en az iki sezon ileri uçta bitiricilik sorunu yaşatmayacak, yıllardır aranan golcü rolünü fazlasıyla dolduracak bir isim olacaktır. Taktik tahtasının en ucuna Cardozo gibi bir oyuncuyu dikmek Trabzonspor adına maliyetli ancak ihtiyaca yönelik doğru bir hamle olmakla birlikte bunun arkasının da doldurulması gerek. Cardozo bitiriciliği, şutları ve frikikleriyle Türkiye Ligi’nde çok can yakacak bir oyuncu olacak ama pozisyonları bitirebilmesi için önce baştan aşağı yenilenen takımın Halilhodzic’in istediği düzene uyum sağlayıp dişlilerin çalışır hale gelmesi gerek. Defans çizgisini geride kurup savunmayı ön plana çıkarmayı seven Boşnak hocanın bu yaklaşımı Kabus gibi biten sezonda hocasıyla tartışan Oscar Cardozo özür de diledi ancak hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Benfica’da daha önde ve rakip yarı sahada oynamaya alışmış Cardozo için bir handikap olabilir ama ondan da kritik olanı özellikle onun doğru bölgede topla buluşup buluşamayacağı… Onun kalitesini, kariyerini konuşmaya gerek yok ama ciddi mali yükümlülüklerle getirilmiş, gerçek bir yıldızın performans olarak da kalitesine yakışır bir çizgide olması takımın kalanının yapacaklarına fazlasıyla bağlı ve Trabzon’da görüntü henüz pek net değil. Oscar’lık oyuncu geldi, sıra filmin senaryosunu yazmakta ve rol oyuncularını doğru seçmekte… Cardozo Türkiye Ligi’nde çok can yakacak bir oyuncu olacak ama bunun için önce takımın Halilhodzic’in istediği düzene uyum sağlayıp dişlilerin çalışır hale gelmesi gerek. Bahadır Bozkurt İngiltere HF139 ŞiMDi SIRA iNGiLTERE’DE Ferguson sonrası kabus gören Manchester United’da yeni yapılanma için görev Louis van Gaal’in… Avrupa’nın sayılı hocalarından biri olan bu kibirli, dahi ve kurt teknik adam Hollanda Milli Takımı, La Liga ve Bundesliga’daki repütasyonuyla Ada’da göreve soyundu Dünya Kupası bittiğinde gazetelerde, televizyonlarda, yorumlarda hatta kalplerde en iyiler seçilirken şüphesiz kupanın en başarılı teknik direktörlerinden biri de Louis Van Gaal’di. Hollanda ile yakaladığı başarı ve eleme gruplarında takımın tekrar yapılanmasıyla herkesin takdirini kazandı. Klasik Hollanda’nın tamamen hücum ağırlıklı futbolu, 2010’da Bert Van Marwijk’le biraz daha defansif olmuş, 4-3-3’ün doğduğu topraklarda 4-2-3-1 gibi daha defans ağırlıklı bir dizilişle turnuvayı finalde kaybedip, evlerine dönmüşlerdi. Her zaman turnuvada seyir zevki en yüksek oyunu izleyenlere sunan bu total futbol ülkesi de bu tatsız futbolu oynatan Van Marwijk’le yola devam edip, EURO 2012’de grupta sıfır puan çekince, ülkenin egosu ve başarısı en yüksek futbol adamını milli takımın başına getirmesi kaçınılmazdı. Yeniden yapılanma ve kadro seçimi ile ezber bozan Van Gaal taktiksel dehasını 2014 Dünya Kupası’nda tekrar gözler önüne serdi. Kevin Strootman’ın beklenmedik sakatlığı sonrası 4-33’ten vazgeçmek zorunda kalan Van Gaal, total futbol ülkesini bu kez turnuvada 5-3-2 gibi hiç alışık olmadığımız ve tahmin etmediğimiz bir dizilişle sahaya çıkardı. Yeni taktikle beraber, yeni isimler de dikkat çekiyordu. Van Gaal, defansı tamamen ülkesinin kulüplerinde boy gösteren oyunculardan kurdu. De Vrij-Martins İndi-Janmaat (Feyenoord)-Blind (Ajax)-Vlaar olarak belirlenen beşliden, sadece savunmanın lideri Vlaar (Aston Villa) yurtdışında forma giyiyordu. Yedeklerde bulunan defans oyuncuları Veltman, Kongolo dahi Hollanda Ligi’nde top koşturuyordu. Kağıt üzerinde savunmayı uluslararası üst düzey bir turnuva için yetersiz bile görenler vardı. Bekler Janmaat ve Blind kanat koridorlarını tamamen kontrol ederek takımın dizilişini zaman zaman 3-5-2’ye çevirebiliyorlardı. Defansfın önünde Nigel De Jong, De Guzman forvet arkası Sneijder ve çift serbest santrfor Robben ve Van Persie takımın ilk maçının iskeletini oluşturdular. Van Gaal Brezilya’da yardımcılarıyla beraber 2 yıllık çalışmasının ürünlerini topladı, haftada ortalama olarak 50 futbolcu izlediler, rakipleri analiz ettiler. Takım için en iyi varyasyonları planlarken oyuncuların form ve fizik özelliklerini ön planda tuttular. Gruplarda tercih 4-3-3 iken gerekli durumlarda yeni bir tablo çiziliyordu. Van Gaal tempolu ve atak futbolu Ajax günlerinden itibaren çok iyi uyguluyordu, daha sonra çalıştırdığı Barcelona ve Bayern Münih’le hücum futbolunun varyasyonlarını denemişti. Strootman’ın sakatlığı sonrası milli takıma uyguladığı taktiği ise AZ Alkmaar’da tecrübe etmişti. Daha defansif ve çift forvet oynayan AZ, Şota ve Koevermars’ın muhteşem performansıyla şampiyonluğu kucaklamıştı. Van Gaal yine çift forvetle sahaya çıktı. Çift forvetle yola çıkmayı her şeyden önce karşı kaleye farklı iki kanal açmak olarak belirtiyordu, Hollandalı teknik adam. Robben ve Van Persie tamamen serbest olarak ileride Hollanda’yı uçuran ikili oldu. Van Gaal’in vazgeçemediği isimlerden biri Sneijder hem forvet arkası, hem orta sahanın ortası olarak pas trafiği ve baskıdan çıkmakta, oyunu kontrol etmekte önem arz etti. Van Gaal için Sneijder ayrıca bir parantez içinde düşünülmüştü. Türkiye’den Brezilya’ya gelecekti, uçuş mesafesi olarak kadrodaki en uzak coğrafyadan gelen oyuncuydu. Dünya Kupası sonrası doğrudan Manchester’ın yolunu tutan Van Gaal çalışmalarına da hemen başladı. Van Gaal zaten turnuvadan önce doktorlar ve profesörlerle görüşüp jetlagın kısa sürede atlatılması için neler yapılabileceğini, bunun yanı sıra Brezilya’nın hava şartlarının oyuncularının performansını nasıl etkileyeceğini düşünüyordu. Van Gaal araştırmalarında Brezilya’da %20 oranında fiziksel ve performansa dayalı bir düşüş olacağını öğrendi. Bunun üzerine Brezilya’ya uçmadan önce takımı Portekiz’e götürdü. Portekiz iklim olarak Avrupa kıtasında Brezilya’ya en yakın ülke olma özelliğini taşıdığı için takımın adaptasyonunu hızlandırmak adına bu alanda Van Gaal, milli takımdan öğrencisi Van Persie ile Manchester United’da da birlikte çalışacak. kamp çok önemli bir hamleydi. Bu hamlesinin önemi de başarılı bir turnuva geçirmenin yanı sıra ilk maçta İspanya’yı bozguna uğratmaları düşünülünce daha iyi anlaşılıyor. Kadrosundaki 23 futbolcudan verim alan, oyuna yaptığı müdahalelerle sonuca etki edip, hiç yenilmeden turnuvayı tamamlayan Hollanda’nın ilk teknik direktörü olmayı başardı. O; tüm bu detayları düşünen bir dahi, bir futbol düşünürü, bir taktik dehası. Kimileri tarafından her şeye rağmen küstah, kibirli olarak görülen hala sevilmeyen biri. United’ın yeni mimarı Ve o artık Ada’da… Hollanda’nın dahi adamı Van Gaal bu yaz itibariyle, geçen sezon yerle bir olan Manchester United’ı yapılandırma görevine kolları sıvadı. Kurt hoca, Dünya Kupası biter bitmez, bir gün bile dinlenmeden Manchester’a ayak basıp, çalışmalarına başladı. İlk işi antrenman sahalarına müdahale olan Van Gaal, sahanın çimlerini hibrid materyallerle desteklenmiş suni çim yapılmasını istedi, ardından antrenman sahasının bulunduğu Carriongton bölgesinin rüzgardan etkilenmemesi için belirttiği noktalara ağaç dikimi yapılmasını kulüp çalışanlarına bildirdi. Bu operasyonların ardından antrenman sahasına kamera sistemi kurdurup, oyuncularını daha yakından takip etmek istiyor. United’ın kulüp olarak uzun yıllar boyunca yararlanabileceği bir sistemin temellerini atan Van Gaal’in günümüzün sıradan iyi bir antrenörü değil, geleceğin futbolunu tasarlayan bir mimar olduğunu söylemek abartılı olmaz. Uzun yıllar boyunca dörtlü savunamaya alışkın olan Manchester’ın kırmızı yakası Van Gaal’le beraber önümüzdeki sezonda üçlü savunmaya geçiş yapacak. Ada’da bu geleneksel yöntemden farklı bir sisteme geçişin nasıl olacağı şimdiden tartışma konusu. Bazı otoriteler Manchester United’in bu yeni sisteminin, yıllardır hasret kalınan milli takım başarısına da katkı sunabileceğini düşünüyor. İngiliz futbolunun yeni gözbebeği bu adam, sivri diliyle de medyanın ilgisini bir an bile kaybetmiyor. Kulübün sahibi Glazer ailesi Amerikalı ama patronların yaptığı yeni sponsor ve reklam anlaşmaları Van Gaal’i pek mutlu etmemiş gibi duruyor. Zira Van Gaal, takımın sezon öncesi Birleşik Devletler’de yapılan hazırlık kampını bir basın toplantısında sert bir dille eleştirdi. Antrenman sahalarının yetersizliği ve maçlar için kullanılan sahalarının başka spor dallarına ait olması, bunların futbol oynamak için müsait olmadığını ve bir daha Birleşik Devletler’e böyle bir amaçla gelmek istemediklerini duyurdu. Şampiyonluk mücadelesi veren böyle bir takımın ciddi bir hazırlık dönemi geçirmesi gerektiğini bildiren “yeni patron”, gelecek sezon kamp alanını kendi seçeceğini duyurdu. Öte yandan kulübün başına geldikleri günden bu yana, taraftarlarla arası pek hoş olmayan Glazerlar, Van Gaal’den gelen bu eleştirilerle zor duruma düştüler. Taraftarlar gibi Van Gaal’e göre de bu büyük kulübün başka bir ülkede pazarlanmaya değil, kendi topraklarında sportif başarıya ihtiyacı var. Hırslı, kazanmayı arzulayan bir adam… Louis van Gaal saha kenarında her maç büyük efor sarf ediyor. Genç Şeytanlar Özellikle son yıllarda savunma dörtlüsünü oluşturan üç oyuncusu Vidic-FerdinandEvra ile yollarını ayıran United gençleştirme operasyonunu da Van Gaal’le beraber yapmayı planlıyor. Kadrosundaki birçok ismi yetersiz bulan Hollandalı, Nani, Zaha, Cleverly, Fellaini, Ashley Young gibi isimlerle yollarını her an ayırabilir. Geçen sezon ligde gösterdiği performansla yıldızını parlatan Luke Shaw ve Atlethic Bilbao’nun futbol dünyasına yeni armağanı Herrera şu ana kadar kadroya katılan iki isim. Bu iki transferden özellikle beklentinin yüksek olduğu Luke Shaw, patronun gazabına uğradı. Van Gaal, İngilizlerin gözbebeği Shaw’u şu an için yetersiz bulduğunu belirterek, kamuoyunu şaşırttı. United’ın adı birçok oyuncuyla anılsa da henüz başka bir transfere imza atılmadı. Van Gaal bu yeni sistemin, yeni isimlerini altyapıdan bulabilir. Hazırlık maçlarında 3-4-1-2 taktiğini deneyen, stoperde Evans ve Jones’a güvenen, orta sahayı Herrera ve Fletcher’a emanet eden Hollandalının, ileri uçta ise Mata (forvet arkası olarak), Van Persie – Rooney ikilisine görev vermesi bekleniyor. Çalıştırdığı yıllarda Ajax’ın neredeyse tamamı genç isimlerden oluşan kadrosuyla Şampiyonlar Ligi şampiyonu zaferi yaşayan, Barcelona yıllarında Xavi-İniesta-Thiago Motta’yı takıma kazandıran, Bayern Münih’de ise Thomas Müller, Badstuber ve Alaba’yı iskelete monte eden teknik adamın United’da hangi gençleri kadroya kazandıracağı ilgiyle bekleniyor. İngiliz ekibinin altyapısında top koşturan isimler için Van Gaal’in göreve gelmesi büyük bir şans. Felsefesini anlayan futbolcuların yaşı, anlamayanların şan ve şöhreti onun için pek önem arz etmiyor. Van Gaal bir futbolcunun yetenekten önce bir zekaya sahip olması gerektiğine inandığını belirterek, sadece kendi felsefesini kavrayan futbolcularla yola devam edeceğini defalarca belirtmiş bir teknik adam. Tabi bu dönem içerisinde futbolcular bu felsefeyi öğrenirken antrenmandan kovuluyor, bol bol fırçalanıp azarlanıyor, medya önünde sert dille eleştiriliyor hatta hızını alamadığı zamanlarda Van Gaal’in yumurtalıklarını görmek zorunda bile kalabiliyorlar. Yapılan ilk basın toplantısında görevin verdiği baskı altında ezilmemek adına ilk sözlerinde Ajax, Barcelona ve Bayern Münih’i çalıştırdığını belirtti ardından bir basın mensubunun “Priemier Leauge’de ilk defa görev alıyorsunuz, sizce dünyanın en iyi ligi hangisi?” sorusuna verdiği yanıtla kendini İngiltere basınına tanıttı; “Barcelona’da çalıştığım sene en iyi lig La liga’ydı, daha sonra Bundesliga’da çalışıtığım sene en iyi lig Almanlarındı kusura bakmayın, şimdi ise en iyi lig Premier League, nedeni ise çünkü ben şimdi buradayım.” Bazı futbolseverler tarafından kibirli, kendini beğenmiş, küstah olarak nitelendirilen, belki de sadece titiz çalışmalarının, futbol zekasının ve yönetim yeteneklerinin farkında olan bu adamın United sezon / sezonlarını, basın toplantılarını, röportajlarını futbolseverler olarak iple çekiyoruz. Kurt hocanın demeçleri her daim ilginç. Her sözü, olay ve manşet olmak için gereken tüm özellikleri taşıyor. Fırat Topal Türk Futbolu HF139 SALI PAZARI KUPASI Yıldırım Demirören Federasyonu’nun, her sezon “nasıl sırtından daha fazla para kazanırız?” diye kafa patlattığı Türkiye Kupası artık trajikomik formatlarla karşımıza çıkmaya başladı. Son haliyle Çin malı Şampiyonlar Ligi’ne benzeyen kupa üzerine Hayatım Futbol olarak birkaç kelam edelim dedik Yıldırım Demirören’in çok sevdiği bir belirtisiz isim tamlaması var. Marka değeri. Hangi basın toplantısına çıksa, federasyonunun hangi abuk uygulamasını savunmaya kalksa bu tamlamaya başvuruyor. Ama şöyle bir sorun var ki, marka değerinin, yayıncı kuruluştan alınan ihale parasıyla doğru orantılı olarak arttığını, ligde mücadele eden büyük takımların ne kadar sık birbiriyle oynarsa ülke futbolunun kalitesinin o kadar yükseldiğini sanıyor. Senede 6 El Clasico izleyip, İspanya Ligi’nin kalitesinin arttığını düşünüyor muhtemelen. Yabancı sınırı, maçların saatleri, disiplin kararları bütün bunların tümünde tek bir gayesi var, ülke futbolunun marka değerini artırmak. Bunun için de sürekli el attığı oyuncağı Federasyon Kupası. Kupanın yeni formatının acayipliği ile ilgili görüşlerimizi belirtmeden önce, ortadaki tarihsel gerçeklere bir göz atalım. Yıldırım Demirören’in, konu Türkiye Kupası olunca tek bir gayesi var. İstanbul’un 3 büyüklerinden 2’sini (illa bir tercih yapacaksa Galatasaray ve Fenerbahçe’yi) kupa finalinde buluşturmak. Kaç sezondur yaptığı düzenlemelerin, statü değişikliklerin arkasında yatan amaç bu. Ancak kendisi veya yanındaki ekip, biraz tarihe (fi tarihine değil, direkt yakın tarihe) göz gezdirseydi, büyükleri kupa finalinde buluşturmanın yolunun statü değişiklikleriyle gerçekleşmediğini bilirdi. Kupa uzun maraton Federasyon kupasına grup müsabakalarını tanıtalı (ki bu işi ilk yapan Demirören değil, Levent Bıçakçı federasyonuydu) 10. kupamızı oynayacağız. Bu arada, kişilerden bağımsız kurumlardaki devamlılık ilkesinin en fazla ihlale uğratıldığı Türkiye’de, Bıçakçı federasyonundan sonra görev yapan Haluk Ulusoy, Hasan Doğan (toprağı bol olsun), Mahmut Özgener ve Yıldırım Demirören’in bu sisteme sıkı sıkıya bağlanması da ayrı bir şaşkınlığa yol açıyor ya neyse. Geride kalan 9 kupa mücadelesinde, finalde 3 İstanbul büyüğünden 2’sinin karşılaştığı sadece 2 kupa var. Grup sisteminin ilk kez uygulandığı 2005/06 sezonu ve 2008/09 sezonu. Her ikisinde de Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya gelmiş ve kupaları Beşiktaş müzesine götürmüştü. 2004/05 sezonundan başlayarak, geriye doğru, eleme usulünün uygulandığı 9 kupaya bakıldığında ise bu rakam 3. 1997/98 ve 1998/99 sezonlarında Galatasaray ile Beşiktaş, 2004/05 sezonunda da Galatasaray ile Fenerbahçe finalde karşı karşıya gelmişti. 1990-2000 arasındaki 10 finalin 5’i İstanbul derbisiydi. Yani devleri finale getirmenin yolu, onları tek maç usulü elemelerden koruma amacıyla kurulmuş sistemlerden geçmiyor. Hatta geçtiğimiz sezon Beşiktaş, ve Fenerbahçe, grup safhasına kalmadan, eleme maçlarında turnuvaya veda edince, bu sezon, hiçbir eleme oynamadan gruplara otomatik olarak kalacakları bir sistem oluşturulduğu çok belli oluyor. Yıldırım Demirören’in çok sevdiği bir belirtisiz isim tamlaması var: Marka değeri. Hangi basın toplantısına çıksa, federasyonunun hangi abuk uygulamasını savunmaya kalksa bu tamlamaya başvuruyor. Türkiye Kupası statüsünde yaptığı gibi.. Gelelim sistemin ayrıntılarına. Girişte Çin malı Şampiyonlar Ligi dedik, boşuna demedik. Yeni sisteme göre, grup safhasına gelinmeden önce, Bölgesel Amatör Lig’deki takımların katılımıyla başlayan 4 eleme turu düzenlenecek. 27 takım bu elemelerden gelirken, geçen sezon, Süper Lig’de Yeni sisteme göre, 4 büyükler ve Sivasspor, (geçen sezon ligde ilk 5 sırayı alanlar) hiçbir eleme oynamadan doğrudan gruplara katılacaklar. Oysa Fenerbahçe ve Beşiktaş geçen sezon grup aşamasını bile göremeden elenmişti. ilk 5 sırayı alan takımla birleşecek ve 32 takım, 4’er takımdan oluşan 8 gruba ayrılacak. İlk kurnazlık burada yapılmış. Bu sisteme göre, 4 büyükler ve Sivasspor, hiçbir eleme oynamadan doğrudan gruplara katılacaklar. Ancak eleme oynamasalar bile doğrudan gruplara kalacak takımlardan herhangi birisinin kupaya uzanması halinde oynayacağı maç sayısı 12 olacak. Ola ki, PTT 1. Lig’de oynayan bir takımın finale kadar gelmesi halinde oynayacağı maç sayısı ise 14. Türkiye’de Süper Lig ve 1. Lig’de 1 devre 17 maçtan oluşuyor. Yani Türkiye Kupası, adeta 3. bir devre yaratıyor ülke futbolunda. Geçen sezon İngiltere’de Arsenal, Almanya’da Bayern, Fransa’da Guingamp 6 maç oynayarak kupaya uzandılar. Federasyon kupasının esprisi budur, uzun lig maratonunda başarıyı yakalamayan ya da bunu hiç hedeflemeyen takımlar, kısa yoldan müzelerine bir kupa koymak ve Avrupa bileti almak için bu alternatifi kullanırlar. Demirören ve ekibi bu gerçeği de bir kez daha yadsımış oldular. Hal böyleyken, kupanın kalitesinin düşmesinden, katılımcı takımların as kadrolarıyla değil de, yedekleriyle sahaya çıkmasından nasıl dert yanıyorlar anlaması zor. Bir kere daha belirtelim, federasyon kupası tek maç üzerinden oynanır, seri başı denen bir şey yoktur, sadece takımların katılma seviyesi bir önceki sezonun performansına göre belirlenir. Almanya’nın 1982’den beri uyguladığı, amatör takımla profesyonel takımın karşılaşması halinde, maçın mutlaka amatör takımın sahasında oynanması şartını savunanlar da var ki bu şart, Türkiye’ye alt lig takımı ile üst lig takımı şeklinde uyarlanabilir. Bu kupaları, ülkenin prestijli takımlarının dışındaki takımların kazanmasının, ülke futbolunun Avrupa arenasındaki performansını etkilediğini düşünenler, yeni sistem uygulandığından beri kupanın 3 büyük takım tarafından kazanıldığı sezonun ertesinde gelinen en yüksek aşamanın yarı finali geçmediğini (1 kez gerçekleşti) unutuyorlar. Federasyona Çılgın Öneriler Hayatım Futbol olarak, muhtemelen gelecek sezon yeniden değişikliğe gidecek TFF’ye, 3 tane muazzam sistem öneriyoruz. 1-Portekiz Lig Kupası sistemi: Önce elemeler, sonra biraz grup, sonra ufak bir eleme, sonra yine grup sonra yine eleme. Evet bizden de kötü bir versiyonu var bu işin. Hoş Taça de Liga’dan ayrı, asıl federasyon kupası Taça de Portugal da mevcut ve orada işler eleme ile yürüyor. 2-Avustralya Play-off sistemi: Her sezon, ekim ayı gibi Galatasaray ve Fenerbahçe karşı karşıya gelsin, kazanan direkt kupa finaline çıksın, kaybeden kupaya mart ayı gibi çeyrek finalden katılsın, böylece dünya derbisi (!) finale kadar kazasız belasız gelebilir. 3-Dünya Kupası sistemi: Her sezon Türkiye’de bir şehir seçilsin. Gruplara katılan 32 takım, 1 ay boyunca o şehirde toplansın ve Dünya Kupası sistemi uygulansın. Kupayı bize vermiyorsan biz kupamızı yaparız Platini efendi. Geçen sezon kupaya uzanan Galatasaray bu sezon da bu başarıyı yakalamak istiyorsa 12 maç oynaması gerekecek. Yani neredeyse 3. bir lig devresi oynamak zorunda kalacak. Varol Döken Maç Bahane HF139 Benfica ile başarı dolu sezonlar geçiren, geçen sezon Fenerbahçe’nin kadrosuna katabilmek için büyük uğraş verdiği Oscar Cardozo artık Trabzonspor için ter dökecek MAÇ BAHANE YUNAN ADALARINDA #2 Sezonun yorgunluğunu iyi bir tatille üstünden atan Varol Döken, Yunan Adalarından bildirmeye devam ediyor Bayram dolayısıyla ara verdiğimiz seriye bu hafta devam ediyoruz. Neye devam ediyoruz diye sorabilirsiniz tabii, bazen kendimi her gün merakla takip edilen Dedektif Nik (bilmeyen liselidir!) köşesi falan sanıyorum. Kimse hatırlamak zorunda değil elbet, bayramdan önce Maç Bahane Tatil Özel’de 3 yazılık bir seriye başladım. İçinde futbol geçmese de futbola bizim kadar yakın bir ülkenin topraklarından, Yunan Adalarından seslendim size. Sezon başlayana kadar köşeyi keyfi amaçlarım için kullanıyorum işte, siz de olur da bir gün Yunan Adaları turuna çıkarsanız, birkaç temel tavsiye alıyorsunuz fena mı? Win win yani! (Van Gaal taktiği miydi bu?) Previously on Greek Islands Serinin ilk yazısında tura Costa Cruises şirketinin Costa Classica isimli gemisiyle İzmir’den başladığımı, ilk 2 durakta Samos (Sisam) ve Kos adalarını gördüğümü yazmıştım. Samos’ta mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri Pythagoras kasabası, Kos’ta ise Asklepion demiştim. Gemide tüm yemeklerin dahil ama alkollü içkilerin hariç olduğunu belirtmiş, benim gibi ‘‘günde 4 kadehten fazla içerim, ne 4 kadehi be, beleş buldum mu 4 şişe gömerim’’ diyenlerdenseniz günlük 23.5 euroya her şey dahil içki paketini alın diye tavsiye etmiştim. Gemide daha ilk gece sarhoş olduğumu anlatmış mıydım? O kısmı geçelim… Palace of the Grand Masters yani Büyük Ustalar Sarayı, hayır hayır o değil. Şövalyeler diyarı Kos’tan ayrıldıktan sonra Rodos’a programdaki gibi sabah değil, gece varacağımızı öğreniyoruz. Bu aksilik gibi gözüken şey, bizim için oldukça iyi çünkü tüm tur boyunca ilk defa bir adanın gece hayatını görebileceğiz. Rodos’a gece 11:00 gibi varıyoruz. 1988’den beri Unesco kültür şehri mirası olarak koruma altında olan eski şehrin surları tam karşımızda. Yürüyerek surların altından geçiyor ve şehre giriyoruz. Rodos daha ilk anda büyülüyor beni. Gözlerimi kapattığımda kendimi bir Orta Çağ şövalyesi gibi düşlüyorum. Şaka lan şaka hemen gözüm Wi-Fi bulunan barlara kayıyor ama eski şehir gerçekten harika. Güzel tişörtler satan bir dükkandan birkaç hediyelik tişört alıyor ve ara sokaklardan birindeki Todo Bien bara dalıyoruz. Burası bir Küba barı. İnsanlar, müzik, dans her şey çok güzel. Saatler ilerledikçe dans edenler sokağın ucuna kadar taşıyor ama bizim ertesi gün programımız yüklü olduğu için 1.30 gibi ayrılıp gemiye dönüyoruz. Sabah erken saatte yine eski şehirdeyiz. Hedef Şövalyeler Yolu ve Büyük Ustalar Sarayı. Büyük Usta deyince aklınıza gelen kişiyi biliyorum, hayır o değil, unutun onu. Bunlar gerçek duvarcı ustaları, Masonlar yani Türkiye’de bilinen adıyla Kurtlar Vadisi. Şövalyeler Yolu’ndan geçip saraya varıyoruz. Ama oraya varmadan çok yakında olan Modern Yunan Sanatı Müzesi’ni gezmeyi unutmuyoruz. Giriş 3 euro, 20.yy’ın Yunan ressamlarını görmek isteyenler kaçırmasın, ben özellikle Theofanis Gekas isimli sanatçının ‘‘Altıpas’’ isimli tablosuna bayıldım. Araya aldığımız bu küçük müzeden sonra işte saraydayız. Giriş 6 euro, pahalı demeyin köprüden geçmek bile 5 lira oldu, burası sonuçta saray! Hakikaten de güzel bir saray, Baron’un Kılıç’ın heykellerini görüyorum gözlerim doluyor. Ünlü Rodos Şövalyeleri de bu sarayda yaşamış, Hülya Avşar da buradan aldı. Ya tarihini karıştırıyorum işte ben, gezin görün veya açın okuyun. Yine geleceğim Anthony Quinn Saraydan çıktıktan sonra eski şehri iyice tavaf ediyoruz, girmedik sokak bırakmıyoruz. Ara sokaklar, pansiyonlar, hediyelik eşya dükkanları derken zaman akıp geçiyor. Bir şehri sokaklarında kaybolmadan tanıyamazsınız. Kaybolun! Sayfadan değil ya biz devam ediyoruz. Eski şehrin mistik kapılarının birinden çıkıp otobüs durağına gidiyoruz. Hedef dünyaca ünlü Anthony Quinn plajı ama otobüsü 10 dakikayla kaçırmışız. Bir önceki plaj olan Faliraki’nin otobüsü 5 dakika içinde geliyor, biz yine geliriz Anthony Quinn deyip ona biniyoruz. Faliraki de güzel bir kumsal ama biz gittiğimizde saatler artık 18’e geliyor. İnsanlar yavaş yavaş ayrılıyor, bizim de vaktimiz az, Rodos’un denizine girmedik demeyiz deyip şöyle bir 10 dakika çimiyoruz. Dönüş yine otobüsle… (ilk yazıda tüm Adaları belediye otobüsleriyle gezdiğimizi, eğer saatleri iyi ayarlarsanız bunun en ekonomik yol olduğunu yazmıştım) Eski şehirden kopmak zor, birkaç hediyelik eşya dükkanı daha dolaşıp yürüyerek gemiye doğru yola çıkıyoruz. Gemiye binmeden, Duty Free Shop’a uğruyoruz. İlk yazıda bu konuya değineceğim demiştim. Genel olarak en ucuz free shop bizim İzmir Limanı’nda. Ama Rodos’ta başka hiçbir yerde göremediğim Auchentoshan marka bir bir viski buluyor, affetmiyorum. Meleklerinpayi.com’da değerli viskisever Burkay Bey sayesinde aşina olduğum 3 kere distile edilmiş bu viskiyi 32 euro gibi gayet makul sayılabilecek bir fiyata alıyorum. Birer hediyelik Jack Daniels ve sakız likörü Mastika ile alışveriş tamam. Hediyeliklerin fiyatı söylenmez ama Jack Daniels’ın fiyatı da oldukça iyi. İzmir Limanı’ndan sonra Rodos Free Shop da alışveriş edilebilir uygunlukta. Gemiye dışardan içki getirmek yasak, aldıklarımız kabin numaramızla girişte işleniyor ve gemiden ayrılacağımız gün odamıza geliyor. Güzel sistem. Rodos, büyük bir ada, biz sadece küçücük bir kısmını gördük. Mutlaka 1 daha gidilecekler listemdeki yerini alıyor. Bir şehrin sokaklarında kaybolmadan o şehri tanıyamazsınız. Girit Adası, Yiğit Adası Akşam yemeğimizi gemide yiyip 23.5 euroluk her şey dahil paketinin hakkını verdikten sonra erkenden uyuyoruz. Sabah bizi Girit limanı karşılıyor bütün görkemiyle. Gördüğümüz 6 ada içerisinde en büyük liman bu. Zaten ilk defa limandan şehre yürüyerek değil shuttle otobüslerle taşınıyoruz. Aslında şehre de değil limanın çıkışına. Liman çıkışında sizi Sightseeing (üstü açık şehir turu) otobüsler karşılıyor. 11 noktadan oluşan ve gün boyu ücretsiz indi bindi yapabileceğiniz en ekonomik şehir turu. Kişi başı 15 euro, bence gayet mantıklı zira Knossos sarayına taksiler zaten 40 euroya götürüyor. Bu otobüslerle Girit Arkeoloji Müzesi, Kazancakis’in mezarı, Girit Tarih Müzesi gibi 11 noktadan istediğinizde inip gezip, bir sonraki otobüse binebiliyorsunuz. Ringo ringo müzeler Biz sabah 10:00 gibi üstü açık otobüsümüze atlıyoruz, ilk durağımız turda 9 numaradaki Girit Arkeoloji Müzesi. Knossos Sarayı ile birlikte kombine bilet alırsanız 10 euro, öyle yapıyoruz. Biz gitmeden tadilatta olan bazı bölümlerinin açılmasıyla birlikte şahane bir müze olmuş. Mikenlerden Kikladlara oradan Bizans’a uygarlığın izlerini adım adım izleyebilirsiniz. Sırrı hâlâ çözülememiş meşhur Phaistos Diski de burada. Müze akşam 7:00’a kadar açık. Müzeden çıkıp Sightseeing Tur’un başka bir otobüsüyle merkeze dönüyor, araçtan inmiyor ve aynı yoldan geçip Girit Tarih Müzesi’ne gidiyoruz. Otobüsler bir çember halinde tur attığı için en mantıklı yöntem bu. Tarih müzesinde Giritli ünlü ressam El Greco’nun (gerçek adı Domenikos Theotokopoulos, 1541-1614), Girit halkının da katkılarıyla, açık artırmadan alınan Saint Catherine Manastırı ve İsa’nın Vaftizi isimli 2 tablosu da var. Tabi Sadece El Greco’yu değil, yakın tarihli Girit bağımsızlık savaşının kahramanları, Nikos Kazancakis’in çalışma odası (veya kopyası), el yazmaları, Venizelos’un çalışma odası gibi Yunan tarihine damga vurmuş isimlerin eser ya da hatıratlarını görebilirsiniz. Müze 9-17 saatleri arasında açık, giriş 5 euro, Wi-Fi bedava. Nikos Kazancakis’in çalışma odası, yani çalışan kazancakis. kitapçığı. Seçimimi yapıyor, şoföre gösteriyorum. Şoförümüz, Sofokles Venizelou’daki restorana sırf bizi yakın indirmek için yolunu değiştiriyor. Canım Yunanlar ya… γειά σου Kostas (Merhaba Kostas) Aradığımız restoran limana 1, 1.5 km uzakta Girit Kalesi manzaralı, deniz kenarında bir yer. O cadde üstünde böyle sıra sıra 4-5 restoran var. Aslında kitapçıkta bulduğum yer başka ama aynı sıradaki restoranların önünden geçerken Kastella Tavern’in (restoran) sahibi Kostas kibarca yanaşıyor. Vaktimizi iyi ayarlayamadığımız için Knossos Sarayı’na giden son otobüse son anda yetişiyor ve aynı otobüs yarım saat içinde döneceği için bu muhteşem şehri koşa koşa üstünkörü geziyoruz. Ancak buradaki mozaiklerin en iyi örnekleri zaten Arkeoloji Müzesi’nde olduğu için kaçırdığımız çok bir şey yok. Yine de siz bizim gibi yapmayın, Miken medeniyetinin bu kanlı canlı şaheser şehrine en az 3 saatinizi ayırın. Merkeze dönen son Sightseeing otobüsünü yakalıyoruz. Girit’te bir yemek ahdım var, elimde de turist danışmadan alınmış bir Girit restoranları İşte meşhur Phaistos Diski, takribi 4 GB, hayatın anlamını yüklerken yer yetmemiş. Türkiye’de olsa kıllanacağımız bu ilgi orada hoşumuza gidiyor. Fiyatlar 3 aşağı 5 yukarı aynı, biz de seçimimizi Kastella’dan yana yapıyoruz. İyi ki de yapıyoruz. Zaten burası Trip Advisor’un da tavsiye ettiği yerlerden biriymiş. Ahtapot ve karides klasik, taze balık için Kostas’tan yardım istiyoruz, çipura öneriyor. Ama asıl bunların yanında bir şey daha öneriyor ki, ben böyle şey yemedim arkadaş. Kabak kızartması. Ne o beğenemedin mi? Bildiğiniz kabak kızartmaları gibi değil ama patates gibi dikine incecik soyulmuş, tahminim bira ile kızarmış, aklımı başımdan alan bir kabak kızartması. Tepeleme tabağa rağmen bir tane daha söylüyoruz. Şarap seçimini de Kostas’a bırakıyoruz, şahane bir rose söylüyor. Ahtapot ve domates soslu karidesler de taptaze, şahane. Karidesleri de 2’liyoruz. Tatlı ve uzo ikram. Sohbetimiz de çok tatlı; konu konuyu açıyor. Yunan-Türk dostluğuna, oradan politikacılar olmasa bizim tek millet olduğumuza hatta Yunanistan ile Türkiye’yi bir köprüyle birleştirecek dev projeye kadar geliyor. Düşünsenize, tarih neden olmasın diyenlerin tarihi. Yunanistan ile birleşsek, Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız kalmaz. Dünyanın en gözde turizm merkezi oluruz, bizim genç nüfusumuz onların kültürü falan filan. Tatlı düşler… Balık, içkiler ve ikram dahil hesap 57 euro. Gönlümden kopuyor, büyük bir bahşiş bırakıyorum, fazla olmuş bu diyor, diyorum ki her kuruşunu hak ediyorsun. Kostas ile ayrılırken gözlerim doluyor, aramızda konuşulmadan anlaşılan bir yakınlık var, dürüstlüğün, samimiyetin, ortak bir insanlığın yakınlığı, memlekete uzakken bulunan bir yakınlık… Haydi Abbas vakit tamam Bu inanılmaz keyifli ve duygusal yemekten sonra hem dolan mideleri biraz rahatlatmak hem de gitmeden Girit’ten biraz daha pay çalmak için şehir merkezine yürüyoruz. Yeri gelmişken söyleyeyim, bizim gezdiğimiz yer sadece Heraklion, Kastella Tavern’in menüsü, dalmak serbest. Girit’in başkenti aslında. Girit’e bir ada değil, Yunanistan’ın bir şehri demek daha doğru. O kadar büyük. Neyse işte biz Heraklion’un merkezinde biraz turluyoruz, etraf oldukça kalabalık, küçük alışverişler yapıyor, sokakta saklambaç oynayan çocuklara şaşırıyoruz. Artık akşam olmakta, gemimiz bizi çağırmakta… Coming soon Rodos ve Girit’i de arkamızda bıraktık. Şöyle bir özetlemek gerekirse Rodos’ta surların içinde eski şehrin sokaklarında kaybolmadan, Büyük Ustalar Sarayı’nı gezmeden gelmeyin, Girit’te ise Arkeoloji Müzesi ve Knossos Sarayı’nı dolaşıp günün yorgunluğunu Kostas ile Kastella Restoran’da atmadan dönerseniz pişman olursunuz. Benden yazması, gerisi size kalmış (Axe Axe, şahane deodorant, reklamları dinlediniz, Axe yaz hesap numaram…) Haftaya serinin son yazısı Mikonos ve Santorini ile karşınızdayım. Selçuk Şahin’den sonra Mikonos’a giden ilk Fenerbahçeli olarak izlenimlerimi ve çıplaklar kampından foto galerimi sizlerle paylaşacağım (aha kilitledim seni okuyucu!) Görüşmek üzere… Costa Cruises Türkiye: Teşvikiye Cad. Sadun Apt. No: 19 Da: 4 Teşvikiye/Şişli-İstanbul 444 3412 Kastella Tavern: Sofokles Venizelou Sok. Heraklion, Girit/Yunanistan +30 2810 300779, +30 6973252477 Knossos Sarayı veya antik kenti, deveyi diken uygarlığı Mikenler başlattı.
© Copyright 2024 Paperzz