günlük festival daily festival 17 Ekim // October 17th 2014 Sayı // Issue 09 ULUSAL UZUN METRAJ FİLM YARIŞMASI'NDA BUGÜN TODAY ON NATIONAL COMPETITION *İtirazım Var / Let's Sin *Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku / But Müzeyyen, That’s The Deepest Desire 16:00 - Aspendos Gösterimin ardından ekiple soru-cevap yapılacaktır / Q&A with the film crew after the screening 21:00 - Aspendos Gösterimin ardından ekiple soru-cevap yapılacaktır / Q&A with the film crew after the screening Yönetmen / Director: Onur Ünlü Oyuncular / Cast: Serkan Keskin, Hazal Kaya, Büşra Pekin, Öner Erkan, Osman Sonant, Serdar Orçin 2014 Onur Ünlü’nün son filmi İtirazım Var’da, camide işlenmiş bir cinayet sonrasında, caminin imamı Selman Bulut’un cinayeti çözme girişimleri anlatılıyor. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleriyle ayrılan filmin yönetmeni Ünlü ile yapılmş röportajlardan bir derleme hazırladık. Filmi çekme amacı üzerine: Öncelikle var olan çarpık ekonomik düzenin, sürekli “kazananlar”ın lehine işlediğini ve bunun kanıksandığını anlatmak. Geleneğin de bu gerçeği destekliyor olması. Bu durumun çirkinliği, abesliği. En fenası da din, bunu emrediyormuş, olması gereken buymuş gibi gösterilmesi. Zenginliğin övülmesi ve her şeyin zenginlere yazması. (Kaynak: Hürriyet / Ayşe Arman) Filmin çıkış noktası üzerine: Bir andan yola çıkarsın ya da bir karakter düşünürsün ve o karakteri bir şeyler yaparken görürsün. Bu filmde bir karakterden yola çıktım. Selman Bulut benim gençliğimden beri düşündüğüm bir karakter. Önce karakter belirdi ve camide bir cinayet işlenmesi fikriyle birleşti. (Kaynak: Radikal / Muhsin Topyıldız) Filmin baş karakteri Selman Bulut üzerine: Selman Bulut’u ben kendime çok yakın buluyorum. Ona benzemek isterdim mesela... Ama bir film karakterini bir dedektif yapmaya karar verdikten sonra bazı özellikler eklemen gerekir. Neticede bir cinayet analitik bir kafayla çözülür ama Selman Bulut sürekli kalpten bahseden bir insan. Satranç oynaması bize analitik bir tarafının da olduğunu gösteriyor, örneğin. Polisiye, klişeler üzerinden ilerler. Bu klişeleri ne kadar yaratıcı kullanabildiğine bağlı olarak başarılı olursun. Kim olduğu belli olmayan birisiyle telefonda satranç oynaması bana parlak bir fikir gibi geldi. O kişiyi filmin içinde bir kez daha kullandım. Selman içeri düştüğünde kurtulmasını sağladı ve o gizemli bir öge olarak kaldı. Bu tip şeyler polisiyede çalışır. Sıkı bir dedektifi mutlaka karakter devam etsin diye tasarlarsın. Bir süre sonra karakterlerin yazarların önüne geçmesi de bundandır. Marlowe’un Chandler’in önüne geçmesi, Sherlock Holmes’ün Doyle’un önüne geçmesi ya da Komiser Maigret’in Simenon’un önüne geçmesi gibi… (Kaynak: Radikal / Muhsin Topyıldız) Sanat eserlerinin günlük politikayla kurduğu ilişki üzerine: Genel olarak sanat eserlerinin günlük politikayla kurduğu ilişkinin onu zedeleyeceğine dair yaygın bir kanı var ve ben de buna katılıyorum. Ancak bu aşılabilir aynı zamanda. Mesela İtirazım Var’da bunu aşmaya çalıştık. Filmdeki göndermeler hem bugünün hem de 1400 sene evvelinin ve belki bundan sonrasının da sorunlarına dair. Ya da en azından izleyenlerin söylediği bu. Bir sanat eserinin yaşadığımız güne dair noktalara değinirken o noktaların cihanşümul olmasına da dikkat etmek gerekiyor. (Kaynak: Başka Haber) Sinema açısından Türkiye’nin bulunduğu konum üzerine: Türk balesinden daha ileride olduğumuzu düşünüyorum sinemacılar olarak. Benim ilk filmim Polis 2007 yılında çıktığında o yıl gösterime giren Türk filmi sayısı 16’ydı. Geçen yıl 83 film vizyon gördü ve görmeyenlerle birlikte 100’ü buluyor bu rakam. Mesela 16 filmin içinden çok iyi beş film çıkma olasılığı 100 filmin içinden beş iyi film çıkma olasılığından daha düşük. Neticede senede zaten en fazla beş iyi film yapılabilir ki iyi film zaten nadir bir şeydir. Dünyada da böyledir. Türkiye sineması diye bir şeyden şimdilik bahsedemeyiz. Çünkü ortak bir duygu, ortak bir hal ya da zamanın ruhu dediğimiz şey etrafında film yapılmıyor, yapmıyoruz. Herkes kafasına göre bir şeyler yapıyor ve bir hengame oluşuyor. Ben de o hengame kuşağının içerisindeyim. Ama bu bir zaman sonra geçecek. Daha seçilerek yapılacak işler. (Kaynak: Başka Haber) -------------------------Esteemed filmmaker Onur Ünlü’s latest title Let’s Sin is about a murder committed in a mosque and the Imam attempting to solve the murder. Below is a collage of interviews done with Ünlü, whose popular film has returned from the Istanbul Film Festival with the Best Director and the Best Actor Awards. On his objective of making this film: First and foremost, to emphasize the fact that this corrupt economic order always benefits the “winner”, that this situation has been accepted and internalized and that the tradition is also supportive of this injustice. To stress the ugliness of this situation. To shed light on the horrific fact that religion has also been portrayed as supporting, or dictating this. To draw attention to the excessive praise of wealth and the reality that everything benefits the rich. (Source: Hürriyet / Ayşe Arman) On the spark of inspiration that made the film possible: You usually depart from a moment to weave the film, or from a character. You imagine a character doing something. In this film, I departed from a character. Selman Bulut has been a character I have always dreamt of since my childhood. First the character emerged and then the character was combined with the idea of a murder committed in a mosque. (Source: Radikal / Muhsin Topyıldız) On the film’s main protagonist Selman Bulut: I find him very close. I would love to be like him, for example... But if you decide to transform a character into a detective, you have to add some qualities. In the end, a murder is always solved by the analytical mind. Meanwhile, Selman Bulut always talks about the heart, though his playing chess tells us that he also has an analytical side as well, for example. A crime drama is usually built on clichés. Your success is usually defined by how well you utilize those clichés. Selman playing chess with an incognito person on the phone seemed like a bright idea to me. I used that character one more time in the film. When Selman was jailed, that mysterious person helped him get out yet he remained mysterious. These things work in the crime genre. If you are set to design a skilled detective, you want him to live on. This is why, after a while, the character eclipses the name of the author. As Marlowe did to Chandler, Sherlock Holmes to Doyle or Commissar Maigret to Simenon... (Source: Radikal / Muhsin Topyıldız). On the relationship between the work of art and the politics of the day: It is believed that such a relationship usually taints the work of art and I do agree with this idea. However, one can transcend this in time. For example, in Let’s Sin, we tried to take a step beyond this. All the references in the film are directed at the problems of today, the problems that existed 1400 years ago and those that will prevail tomorrow. At least this is what the viewers of the film say. If a work of art chooses to point to contemporary issues, it should pay attention that those issues are universal. (Source: Başka Haber) On the present level of development of Turkey with regards to cinema: I think that the Turkish cinema is ahead of Turkish ballet. When my debut feature Police came out in 2007, the number of Turkish films that saw the light of the day in that year was 16. Last year, on the contrary, 83 films were released and this number can hit 100 including the titles that did not enter theatrical distribution. And the possibility of finding five very good films in a pool of 16 films is way lower than the possibility of finding five very good films out of 100 films. In the end you can make a maximum number of five very good films, as great films are rare to come by. This applies to the world as well as Turkey. We cannot talk about Turkey cinema, yet. Because we are unable to make films stemming from a common feeling, a common situation or zeitgeist. Everybody does something in their own way and this ends up in cacophony. I am a part of that cacophony. But this too shall pass. We’ll become more selective. (Source: Başka Haber) Yönetmen / Director: Çiğdem Keskinel Oyuncular / Cast: Erdal Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları, Erdinç Gülener, Ege Aydan, Hare Sürel, Derya Alabora 2014 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Geriye Kalan filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü alan Çiğdem Vitrinel’in ikinci uzun metrajlı filmi olan Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’nun senaryosu İlhami Algör’ün aynı adlı romanından esinlenilerek yazıldı. Filmde kitapsız yazar Arif ’i canlandıran Erdal Beşikçioğlu ile özgür ruhlu Müzeyyen’i canlandıran Sezin Akbaşoğulları arasındaki “derin tutku” kıvrak diyaloglarda ortaya çıkan mizahla izleyiciye sunuluyor. Vitrinel’le yapılmış röportajlardan bir derleme hazırladık. Filmin hikâyesi ve dili üzerine: Sanırım akılla duyguların en büyük savaşı aşkta yaşanıyor. O yüzden insan “işte hayat böyle bir şeydir” gibi basit ama kaygan bir cümlenin filmini yapmak istediğinde aşktan medet ummaktan kendini alamıyor. Şimdiyi ve özgürlüğü talep eden delicesine aşkla, ilişki isteyen aklı başında sevgi arasındaki tercihimiz, hayatı nasıl yaşayacağımıza dair de gayet belirleyicidir. Bu seçim tuhaf bir çelişkiyle aynı zamanda hem doğru hem yanlış olabilir. Anlattığımız hikâye de tam bu çıkmazın hikâyesidir. Bence insanı anlamaya çalışan bir film hayatın kendisi kadar sakin, anlayışlı ve mütevazı olmalıdır. Kahramanımızın sorduğu, hayat nedir, aşk nedir, bu eksiklik duygusu nedir gibi sorular elbette ağır felsefi bir filmin de konusu ve karanlık bir resmin parçası olabilir. Ama insan olmayı bütün tekinsizliğine rağmen heyecan verici ve aşkı her yaşta çocuksu bulan bir yönetmen olarak bu filmi bir çizgi roman yalınlığı ve diliyle çekmek istedim. Yönetmenlik anlayışı üzerine: Sinema kitap okuyarak ya da film seyrederek öğrenebileceğiniz bir şey değil. Ancak yaparak öğreniyorsunuz. Öngöremediğiniz şeyler mutlaka oluyor. O noktalarda kararlı olmanız, risk almanız ve her ne olursa olsun sözünüze sahip çıkmanız gerekiyor. Aldığınız kararlar bazen yanlış da çıkıyor. Ama bir yönetmen olarak o riski üzerinize almanız lazım. Çünkü ne anlatmak istediğinizi kimse sizden iyi bilemez. Bence yönetmenlik budur. Anlatacak bir hikâyeniz, söyleyecek bir sözünüz vardır. Onu sıkıca elinizde tutarsınız. Ve diğerlerini onu büyütmenize yardımcı olması konusunda ikna edersiniz. (Kaynak: Ekşisinema) “Kadın yönetmen” tabiri üzerine: Ayrımcılık kokan, size merkezde olmadığınızı hatırlatan bir tabir. Bu anlamda hemcinslerimin rahatsızlığını bütünüyle anlıyorum. Ama ben tam da bu meselelerle ilgili konuşmak istediğim için onu üzerimden atmaya çalışmak yerine sıkıca elimde tutmayı tercih ediyorum. Bir de tabii şöyle bir realite var maalesef. Ekonomik ve siyasi bir gerçeklik olarak hayatın görünür noktalarında az sayıdayız. Kendilerine söz üretecek mecra yaratan kadınların, ki bu onların öyle ya da böyle yani ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar şanslı azınlıktan olduğunu gösteriyor, böyle bir mesele hiç yokmuş gibi davranmak yerine deşifre etmelerinin daha ahlaki bir duruş olduğunu düşünüyorum. (Kaynak: Timeout / Seda Pekçelen) Etkilendiği yönetmenler ve fimler üzerine: Çok var aslında. İlk aklıma gelenleri söyleyecek olursam Bergman’ı hemen anmak isterim. Büyüleyici ve çarpıcı bulurum filmlerini. Persona’yı seyrettiğim günü hâlâ hatırlarım. Bütün gün sarhoş gibi dolaşmıştım. Daha yakın tarihe bakacak olursak Haneke sineması önemlidir benim için. Tavizsiz ve pürüzsüz bir sinema dili vardır. Zaten bu adamlara sadece sinemacı demek büyük haksızlık olur. Aynı zamanda büyük düşünür ve felsefeciler ikisi de. Hadi bir de kadın sinemacı söyleyeyim. Liliana Cavani. Night Porter. Kendimi tokat yemiş gibi hissetmiştim filmi seyrettiğimde. İyi bir filmin tanımını rahatlıkla bunun üzerinden yapabilirim. Bir de Ettora Scola’nın Özel Bir Gün filmi aynı türden bir etki yapmıştı. Kadınları içlerindeki karanlık ve öfkeyle yüzleştiren başarılı filmler bunlar. (Kaynak: Ekşisinema) -------------------------The sophomore feature of Çiğdem Vitrinel, the winner of the Best Director Award at the 48th International Antalya Golden Orange Film Festival, But Müzeyyen, That’s The Deepest Desire is an adaptation of İlhami Algör’s same-titled novel. The film is full of witty and humorous dialogues that animate the “deepest passion” between the bookless author Arif, played by Erdal Beşikçioğlu and free spirited Müzeyyen, played by Sezin Akbaşoğulları. Below is a collage of interviews with the director, Vitrinel. On the story and the language of the film: I think love triggers the biggest war between emotions and reason. I believe that the conflict between emotions and reason is heated up when love takes floor. For this reason, when a director wants to shoot the film inspired by a simple and slippery expression such as “c’est la vie!”, she cannot help enlisting the help of the Muses of Love. Our choice between mad romantic infatuation which demands living in the now and freedom and a reasonable love that demands a solid relationship is a determining factor that reigns over our lives. This choice of ours can be both wrong and right at the same time, if crossed by a weird dilemma. I think a film that strives to comprehend human beings should be as calm, understanding and humble as life itself. The questions our hero poses, such as “what is love, what is life, what is this feeling of lack” could well serve as the centre of a grim philosophical film or a part of a dark portrait. Yet as a director who finds excitement in being a human, despite its all uncanny characteristics, and a child-like feeling in love, I opted for the simplicity and the language of a comic. On her understanding of directing: It is not something you can learn by reading books or watching films. You can learn how to direct only by doing it. Unforeseen things happen, it is inevitable. But you need to be decisive, to take risks and to deliver what you promised regardless of the situation. Sometimes your decisions can be proven wrong. But you have to take that risk as a director. Because no one else can know your story better than you. I believe directing is defined by this. You have a story to tell, a statement to make. You hold it firmly in your hand and you convince others to assist you develop it. (Source: Ekşisinema) On the term “Woman director”: The term reeks of discrimination, it reminds you that you are not at the centre. I totally understand why women are disturbed. But exactly because of my willingness to talk about these issues, I prefer to hold it firmly instead of trying to get rid of it. And there is also this reality, unfortunately: we women are few in number in the visible fields of life, both economically and politically. Women who created a platform for themselves to speak are of the lucky minority, regardless of the level of their talent. I believe that their unveiling what they go through would make up a much more moral attitude than ignoring the existence of such a discrimination. (Source: Timeout / Seda Pekçelen). On films and directors that influenced her: There are plenty, actually. Bergman is one of them, a name I would utter first when listing my influences. I find his films fascinating, sensational. I still remember the day I watched Persona. I was like drunk all day. As far as more recent films are concerned, Haneke’s cinema is important to me. He has an uncompromising, frictionless language. Calling these names merely filmmakers would be doing injustice to them. Both of them are grand philosophers. And let me add a “woman director”, Liliana Cavani. Watching Night Porter was like a punch in theface. I can base my definition of a “good film” on this. And Ettora Scola’s A Special Day had a similar impact on me. They are films that make women face the darkness and anger within. (Source: Ekşisinema) ANTALYA FİLM FORUM’DA BİR USTA A MASTER AT THE FORUM LAURENT CANTET Röportaj / Interview by Mutlu Yetkin Çeviri-Koordinasyon / Translation-Coordination Ayda Danışman Avrupa sinemasının öncü isimlerinden, Altın Palmiye ödüllü usta yönetmen Laurent Cantet, Antalya Film Forum’un konuğuydu. Cantet ile teknoloji, sinema endüstrisi, festivallerin rolü ve Altın Portakal'da izlediğimiz son filmi Ithaka'ya Dönüş ile ilgili kısa bir söyleşi yaptık. Fransa, günümüzde de auteur sinemasının öncülerinden. Ever-adventurous, ever-inspiring Laurent Cantet remains one of Europe’s most esteemed filmmakers. Whose latest film Return to Ithaca is to greet the audiences as a part of the Antalya Golden Orange International selection, Palme d’Or winning director is a guest of Antalya Film Forum and held a Master Class that opened the curtains of the Forum on its launch day. Below is a brief dialogue with Monsieur Cantet on the film industry, technology, the mission of the festivals and the premise of his most recent picture. ULUSLARARASI YARIŞMA’DA BUGÜN TODAY ON INTERNATIONAL COMPETITION Macondo Michael Jackson Anıtı / Monument to Michael Jackson Yönetmen / Director: Sudabeh Mortezai Avusturya / Austria 18:00 – Migros AVM 5 Yönetmen / Director: Darko Lungulov Sırbistan, Almanya, Makedonya, Hırvatistan / Serbia, Germany, Macedonia, Croatia 21:00 – Migros AVM 5 *Viyana’nın çeperlerindeki Çeçenistan göçmeni bir aileye ve 11 yaşındaki Ramasan’ın ailenin erkeği olarak yaşadıklarına odaklanıyor film. *Yönetmen de 12 yaşındayken Tahran’dan Viyana’ya göç etmiş ve bu durum filmdeki hassas dilin sebeplerinden biri. *Çocuk oyuncu Ramasan Minkailov ile sıkça doğaçlama çalışan yönetmen, başarılı ve gerçekçi bir performans yakalamış. *Belgesel yönetmeni olan Sudabeh Mortezai’nin ilk kurmaca filmi. *Film prömiyerini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirdi ve Hong Kong Uluslararası Film Festivali’nde Genç Sinema ödülünü kazandı. *Sırbistan’da kimsenin uğramadığı kasabasını popüler turistik bir merkez haline getirmek için komünist dönem heykelleri yerine Michael Jackson anıtı dikmek isteyen Marko’nun öyküsü. *Trajikomik bir hikâye anlatıyor ve Doğu Avrupa mizahı ile sosyal gerçekçiliği bir araya getiriyor. *Balkan westerni diyebileceğimiz bu özgün filmde geniş açılı sahneler oldukça fazla. *Filmin dünya galası 51. Karlovy Vary Film Festivali’nde gerçekleştirildi. *Yönetmenin ilk filmi 2009’da çektiği Here and There, Tribeca Film Festivali’nde En iyi New York Öyküsü ödülünü kazanmıştı. *The film focuses on the story of a Chechen immigrant family and Ramasan, the male of the household, living in a peripheral neighbourhood of Vienna. *The director herself has migrated from Tehran to Vienna when she was 12 and this became the foundation for her sensitivity to the question of immigrants. *Mortezai often encouraged child actor Ramasan Minkailov to improvise and captured a successful and realistic performance. *Macondo is the debut feature of documentary director Sudabeh Mortezai. * The film premiered at Berlinale and won the Firebird Award at the Young Cinema Competition in Hong Kong. *Monument to Michael Jackson is the story of Marko who is bent on erecting a statue of Michael Jackson instead of communist era statues in order to make the dying Serbian town he inhabits a popular touristic destination. *The film is centred around a tragicomic story and blends East European black humour and social realism. *The title can be said to fit into a genre of its own, Balkan-western and its cinematography boasts long shots. *The film premiered at 51st Karlovy Vary Film Festival. *Lungulov’s 2009 debut Here and There won the Best New York Narrative Award at Tribeca Film Festival. Sınıf / The Class --------------------------- “Ben kendimi dinozor olarak görüyorum. Sinema salonunda film izleme zevkinden kopmadım. Online ya da televizyonda izlemek bana sinema salonunda izlemek kadar çekici gelmiyor.” ---------------------------Ithaka’ya Dönüş cesur bir film. Dostluk, sürgün, kırılan hayaller kavramlarıyla Küba'nın kesiştiği bir tema-mekan kesişimini tercih etme sebebiniz nedir? Küba daima ziyaret etmeyi çok sevdiğim yerlerden biri oldu. Benim için çok değerli olan yerli halkla tanışma fırsatı buldum ziyaretlerimde. Bu gezilerim aynı zamanda, hakkında daima fikirler yürüttüğüm Küba’nın gerçek yüzünü de tanımama olanak verdi. Kendi kendimi sorgulamaya itti beni. Daha sonra Kübalı yazar Leonardo Padura ile tanışma ve Padura ile çalışma fırsatı buldum. Tüm kitaplarını okudum ve onları Küba’yı anlamak için rehber olarak kullandım. Ithaka’ya Dönüş’ü onunla birlikte yazdık. En başta, film, 15 dakikalık bir kısa film olarak tasarlanmıştı. Fakat daha sonra 15 dakikanın böylesi bir öyküyü, böylesi karakterleri anlatamayacak kadar kısa bir süre olduğuna karar verdik ve sonuç olarak Leonardo’yla senaryoyu yazmaya başladık. Sizce yeni teknolojilerin tanımladığı bir çağda, auteur sineması ve arthouse sinema ne anlama geliyor? Bence savunmamız gereken sinemanın büyük çeşitliliğidir. Teknoloji bize sıra dışı, orijinal filmler yapma imkanı sağlıyor. Sinematografik açıdan bu böyle. Fakat bu filmleri dağıtabilmek ya da gösterebilmek hâlâ zor. Bu zorluk değişmedi. Ben kendimi dinozor olarak görüyorum. Sinema salonunda film izleme zevkinden kopmadım. Online ya da televizyonda izlemek bana sinema salonunda izlemek kadar çekici gelmiyor. Filmlere ulaşmanın yolu ne kadar kolaylaşsa da film yapabilmek için hâlâ yüksek miktarlarda paraya ihtiyacınız var. Bu yüzden sinema salonunda film izlemek çok önemli, zira bu sadece filmleri ve sinemayı değil aynı zamanda janrları ve finansal kaynakları da geliştiren bir pratik. Sinemadaki çeşitlilikten bahsetmişken, festivallerin bu çeşitliliğin korunmasındaki rolleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Festivaller, sinemanın orijinalliğinin ve otonomisinin korunduğu bölgelerdir. Artık hiçbir ülkede çok çeşitli filmler görebilmek mümkün değil. Bu açıdan dağıtımcıların bu çeşitliliği film kataloglarında taşımaya istekli olmaları da festivaller kadar önemli ve bu ikisi arasında bir bağ var. Örneğin filmim Türkiye’de salonlara çıkacaksa bu, dağıtım şirketinin ilgisi sayesinde olacaktır ve bu dağıtım şirketleriyle de festivallerde tanışmak mümkün oluyor. Türkiye sineması, sinemamızın en son başarıları ve “auteur”leri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne yazık ki çok şey bilmiyorum. Türk sinemasından bildiğim ve takip ettiğim tek yönetmen Nuri Bilge Ceylan. Ceylan’ın filmlerini çok sürükleyici ve derin buluyorum. Hikâyelerine bir nokta koymaktan, izleyiciye bir şeyi dikte eden öyküler kurmaktan çekiniyor ve öykülerini yoruma açık, izleyiciyi her sahnesinde düşünmeye sevk edecek şekilde açık-uçlu bırakıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın direnen bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. Varoluşsal sorunlara odaklanan filmleri hem çok evrensel hem de bize empoze edilen normlara karşı direniş içeriyor. --------------------------Return to Ithaca is a daring film. Why did you chose such a combination of themes and Can Ateşi / Foxfire Havana’da 7 Gün / 7 Days In Havana settings; Cuba, exile, friendship and broken dreams? Cuba has been one of the places I love visiting. I had the opportunity to get to know the local people, who are very dear to me. My visits allowed me to see the real visage of Cuba, about which I always had opinions. My trips have urged me to question myself. Later I had the chance to meet Leonardo Padura Fuentes, Cuban author, and to work with him. I devoured all his books and used them as a guide to understand Cuba. I wrote Retour a Ithaque with him. In the beginning, it was conceived as a 15’ film, a short film. Later, I realized that 15 minutes would not be enough to tell such a story, to treat these characters. As a result Leo and I engaged in writing the screenplay. France as a country is still the champion, the foremost advocate of what we come to call “auteur cinema”. What do you think of the new implications of the term auteur and arthouse in an age defined by the rapid spread of information and digitalisation? We have to defend the grand diversity of cinema. Technology allowed us to make unique and extraordinary films, cinematographically. Yet distributing them, being able to screen them has remained a difficult endeavour. I am somehow a dinosaur. I still favour the ritual of watching a film in a theatre. Watching online, or on TV does not appeal that much. You still need considerable amounts of money to make films and the consumption of films has evolved. Watching films at the theatre in this regard is very important as it assist the development of not only films but also of the genres and the financial sources. Speaking of the diversity in cinema, what do you think of the roles of the festivals in the preservation of such a notion? Festivals are regions, hubs that represent the preservation of the originality, authenticity and the independence of the cinema. Because it is not easy to run into films that display that diversity in any country. The willingness of distributors to carry diverse titles is as important as the mission of the festivals and they are linked. For example if my film enters theatrical distribution in Turkey, this would be due to the interest of a distribution company and you meet them at the festivals. What do you think of the Turkish cinema, especially its recent success and its ‘auteurs’? The only director I know and follow from the Turkish cinema is Nuri Bilge Ceylan, whose films I find very captivating and profound. He refrains from rendering his stories dictating, he does not put a period but rather opts for openended interpretations, layers that urge the viewer to contemplate deeply. I think he is a “resisting” filmmaker. His films questioning the existential issues are very universal and demonstrate his resistance against the imposed norm. --------------------------- “I am somehow a dinosaur. I still favour the ritual of watching a film in a theatre. Watching online, or on TV does not appeal that much.” ---------------------------- Laurent Cantet Filmografi / Filmography 2014 İthaka’ya Dönüş / Return To Ithaca 2012 Can Ateşi / Foxfire 2012 Havana’da 7 Gün / 7 Days In Havana 2008 Sınıf / The Class 2005 Güneye Doğru / Heading South 2001 Zaman Aşımı / Time Out 1999 İnsan Kaynakları / Human Resources 1997 Les Sanguinaires 1995 Jeux de Plague (Kısa film / short movie) 1994 Tous à la Manif (Kısa film / short movie) İthaka’ya Dönüş / Return To Ithaca FOTOĞRAFLARLA FESTİVAL / FESTIVAL IN PHOTOS Mucizeler / The Wonders BUGÜN NE İZLESEM / WHICH FILMS TO SEE TODAY Yarışma dışı gösterimlere dair bilgiler ve notlar / Notes on out of competition titles Ulusal Uzun Metraj Film Yarışma Dışı / National Out Of Competition İçimdeki İnsan / To Kill A Rat Yönetmen / Director: Aydın Sayman 13.00 – Aspendos Neden izlemeliyim? Oyuncu kadrosunda Fusün Demirel, Şebnem Bozoklu, Menderes Samancılar gibi isimlerin yer aldığı filmde, kısa bir süreliğine memleketine dönen yazar Nuri, bir cinayet işleyerek intihar eden eski arkadaşının sırrını çözmeye çalışır. Why a Good Pick? Featuring successful performers such as Füsun Demirel, Şebnem Bozuklu, Menderes Samancılar, the film is the story of Nuri, an author who returns to his native town and tries to solve the secrets left by his old friend who committed a murder and then killed himself. Onuruna / In Honor Of Kirazın Tadı / Taste of Cherry Neden izlemeliyim? Dünya prömiyerini San Sebastian Film Festival’inde yapan film, John Lenon’ın gerçek öyküsünden ilhamla, arka planında 60’lar İspanya’sının gri, çelişkili siyasi diktatörlüğünü barındırıyor. Film Goya Ödülleri’nden En İyi Film, En İyi Özgün Senaryo, En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi. Why a Good Pick? Having premiered at San Sebastian Film Festival, the film, taking its title from a line in John Lennon’s Strawberry Fields is set before the background of Spain under Franco in the 60s, a country painted in suffocating grey warped by a self-contradictory dictatorship. Dünya Sinemalarından / Panorama Kuzeyin Paris’i / Paris of the North Yönetmen / Director: Haffstein Gunnar Sigurdsson 17.00 – Migros AVM Salon 2 Teşekkürler Bayanlar ve Baylar / Thank You Ladies & Gentlemen Yönetmen / Director: Nigol Bezijan 12.30 - MarkAntalya Yönetmen / Director: Abbas Kiarostami 19.00 – Perge Neden izlemeliyim? Bu yıl kendisine festival tarafından Yaşam Boyu Onur Ödülü takdim edilen İranlı sinemacı Abbas Kiarostami’nin 1997 senesinde Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye kazanan filmi, yaşam ve ölüm üzerine düşündüren bir sinema şöleni. Why a Good Pick? The winner of Palme d’Or at 1997 Festival de Cannes, Taste of Cherry is a contemplation on life and death. Director Abbas Kiarostami is the recipient of the Life-Long Honour Award of the Golden Orange this year. Özgürlük Rüzgarı / Spirit of Freedom Timbuktu / Timbuktu Yönetmen / Director: Abderrahmane Sissako 22.00 – Migros AVM Salon 2 Ulusal Belgesel Özel Gösterimler / Documentaries – Special Screenings Muhsin Ertuğrul Başka Sinema’dan: Büyürken / Growing Up by Başka Sinema Mucizeler / The Wonders Yönetmen / Director: Alice Rohrwacher 11.15 – Migros AVM Salon 5 Özel Gösterimler / Special Screenings İnsanları Seyreden Güvercin / A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existance Neden izlemeliyim? Türkiye tiyatrosunun kurucularından, usta tiyatrocu Muhsin Ertuğrul’un anısına Zeki Alasya, Ayla Algan ve Can Gürzap gibi sanatçıların katılımlarıyla, onların sesinden kendi “Muhsin Ertuğrul”larını izliyoruz. Why a Good Pick? In memory of Muhsin Ertuğrul, unforgettable man of stage one of the founders of the Turkish stage, the film presents actors such as Zeki Alasya, Ayla Algan and Can Gürzap telling their own images of the master of the Turkish theatre. Gözleri Kapalı Yaşam Daha Kolay / Living is Easy With Eyes Closed Yönetmen / Director: David Trueba 21.45 – Migros AVM Salon 6 ANSET Özel Sağlık ve Eğitim Kültür İnşaat Tic. Ltd. Şti. Meltem Mh. Sakıp Sabancı Bulv. Atatürk Kültür Parkı İçi AKM No:7 Muratpaşa / ANTALYA Telefon : +90 (242) 248 90 22 Fax : +90 (242) 243 92 82 E-Mail : [email protected] www.anset.com.tr Balık ekibi filmlerinin Antalya'daki ilk gösteriminde / Fish crew at the film's Antalya premiere 50s IN THE TURKISH CINEMA *Çekilen film sayısı: 540. *İstiklal ve Kore Savaşı filmlerinin ağırlık gösterdiği tarihsel film dönemi başladı. *Ayhan Işık, Ekrem Bora, Fatma Girik, Turan Seyfioğlu, Neriman Köksal ve Mesiha Yelda dönemin dikkat çeken oyuncularıydı. *1952’de Lütfi Ö. Akad, Kanun Namına filmiyle Türkiye sinemasının kilometre taşlarından birini ortaya koydu. *1952’de Metin Erksan, Aşık Veysel’in hayatını anlatan ilk film Karanlık Dünya’yı çekti. *Türk Film Dostları Derneği kuruldu ve derneğin düzenlediği 1. Türk Film Festivali’nde En İyi Film ödülünün sahibi Kanun Namına (Lütfi Ö. Akad) oldu. *Ali İpar, ilk renkli film olan Salgın’ı çekti. *1956 ve 1957 yıllarında, Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroğlu ikilisi, çektiği kısa filmlerle Berlin Film festivali’nden ödüllerle döndü. *Türk Sinema Sanatçıları Derneği kuruldu. *1958 tarihli Memduh Ün filmi Üç Arkadaş, dostluk, sevgi ve dayanışmayı duyarlı bir şekilde anlatarak büyük beğeni topladı. Uluslararası Yarışma Jürisi / International Competition Jury - Andrei Plakhov, Krzysztof Gierat, Andreas Sinanos, Tilde Corsi, Jerry Schatzberg, Halit Ergenç Yapım Aşaması Platformu kapsamındaki Sarmaşık filmi yönetmeni Tolga Karaçelik ve yapımcısı Bilge Elif Turhan / Director Tolga Karaçelik and Producer Bilge Elif Turhan of Ivy at Work In Progress Platform ---------------------------------------------------*Total number of films made: 540. *The surge of historical movies set before a background of Turkish War of Independence and the Korean War. *Ayhan Işık, Ekrem Bora, Fatma Girik, Turan Seyfioğlu, Neriman Köksal and Mesiha Yelda were the period’s most famous performers. *In 1952, Lütfi Ö. Akad made Kanun Namına (In the Name of the Law), one of the milestones of the Turkish cinema. *In 1952, Metin Erksan made Karanlık Dünya (Dark World: The Story of Aşık Veysel). the story of the life of Aşık Veysel, legendary Turkish troubadour. *Association of the Friends of the Turkish Film was founded and the 1st Turkish Film Festival the association launched awarded its Best Film prize to Lütfi Ö. Akad for Kanun Namına (In the Name of the Law). *Ali Ipar made Turkey’s first colour film, Salgın (Epidemic). *In 1956 and 1957, Sabahattin Eyüboğlu and Mazhar Şevket İpşiroğlu returned with awards from Berlinale, for the short films they shot. *The Association of Turkish Cinema Artists was founded. *Memduh Ün’s 1958 film Üç Arkadaş, (Three Friends) a story about friendship, love and solidarity, won great acclaim. Yönetmen / Director: R. Yılmaz Atadeniz 16.30 – Akdeniz Üni. Olbia Yönetmen / Director: Roy Anderson 14.00 – Migros AVM Salon 5 Bir Ülkeye Bakış: İspanya / Focus: Spain TÜRKİYE SİNEMASINDA 50’LER Elif Dağdeviren Aspendos'ta Guruldayan Kalpler'i sunuyor / Elif Dağdeviren presenting Rumbling Hearts at Aspendos Toz Ruhu ekibiyle soru-cevap / Q&A with the Spirit Of Dust crew Guruldayan Kalpler ekibi filmin galasında / Rumbling Hearts crew at the film's premiere Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı The Mayor Of Antalya Metropolitan Municipality Festival Başkanı Festival President Menderes Türel Bugünkü etkinliklere dair notlar / Notes on today’s events 1989, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım mezunu. Bir seneyi aşkın bir süredir ‘‘Poster Posse’’ adlı ağırlıklı Amerikalı olan tasarımcılardan oluşan illüstratör grubu ile birlikte güncel filmlerin alternatif posterlerini yapımcı stüdyolarla anlaşmalı olarak üretiyor. Festival Direktörü Festival Director Elif Dağdeviren 14:00 - Su Otel Voda Salonu / Su Hotel Voda Conference Room Born in 1989, Istanbul, Berkay Dağlar has graduated from Mimar Sinan Fine Arts University, Graphic Arts. Dağlar is a freelance illustrator and also a member of the American art collective “Poster Posse”. *Bu yayın Bant Mag. tarafından 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali için hazırlanmıştır. This daily publication is created by Bant Mag. for 51st Antalya Golden Orange Film Festival. Koordinasyon / Coordination: Zeynep Ocak Yazı İşleri / Writers : Mustafa Doğulu, Altay Aydemir, Mertcan Ayhan Çeviri / Translation: Mutlu Yetkin Tashih / Proofreading: Nihan Katipoğlu Mahkeme film ekibi Uluslararası Direktör Nesim Bencoya ile / Court film crew with International Director Nesim Bencoya FESTİVALDE BUGÜN /WHAT’S ON TODAY Kapak İllüstrasyonu / Cover Illustration: Yol / The Road İllüstrator / Illustrator: Berkay Dağlar Festival Direktör Yardımcısı Festival Director Assistant Melikşah Altuntaş Yapımcılarla Sinemanın Geleceği Üzerine panelinde senaryo danışmanı Anne Gensio / Script consultant Anne Gensio at Producers Talking About The Future Of Cinema panel discussion Yapımcılarla Sinemanın Geleceği Üzerine paneli / Producers Talking About The Future Of Cinema panel discussion Ustalık Sınıfı / Master Class: Abbas Kiarostami Antalya Film Forum Ödül Töreni / Antalya Film Forum Award Ceremony 20:30 - AKM FESTİVALDE YARIN /WHAT’S ON TOMORROW Yarınki etkinliklere dair notlar / Notes on tomorrow’s events Atölye Çalışması / Workshop: Paul Cronin 10:30 - Su Otel / Hotel Su Dağdaki Tabut filminin yönetmeni Xin Yukun ile soru-cevap / Q&A with the Coffin In The Mountain director Xin Yukun Çekingen'in yapımcısı Christophe Delsaux / Producer of Insecure Christophe Delsaux Hizmetlere özgün bir yaklaşım… TAV bu eserde eğlenceyi, mutlu ve huzurlu bir yolculuğu kendi üslubuyla ele alıyor. Tam 14 yıldır sergilenen bu eser, ziyaretçilerine eşsiz bir deneyim sunuyor. Bu eser yaratılırken sanatçı Miro’nun eserlerinden esinlenilmiştir.
© Copyright 2024 Paperzz