858 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ DEĞİŞEN DENGELER IŞIĞINDA ORTA ASYA’DAKİ KÜRESEL VE BÖLGESEL GÜÇ ODAKLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME Sibel Turan* Sovyetler Birliği’nin 1991’de kendini fesh etmesiyle, Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da oluşan güç boşluklarını doldurmak için bölgesel aktörler ve küresel güçler anılan bölge merkezli bir mücadeleye girmiştir. Böylelikle, bilinmezliği içinde barındıran Orta Asya coğrafyası küresel platformda yeniden ön plana çıkmıştır. Bir başka deyişle MacKinder’in Heartland kuramını yeniden gündeme gelmiştir. Kısaca, anılan ünlü jeopolitik bilimcisi 1904’den başlayarak tarihin coğrafi mihverinin Avrasya’da olduğunu öne sürmüş bir başka deyişle Avrasya’ya egemen olanın küreye hâkim olacağını varsaymıştır. Avrasya bölgesinde de Orta Asya gerek zengin doğal kaynaklar açısından gerekse de stratejik olarak büyük önem taşımaktadır. Küresel güç olan ABD’nde G.H. Bush’tan sonra iktidara gelen Clinton yönetimi uluslararası dengeleri çok iyi değerlendirerek, önceleri istikrarsızlığa yol açmamak için Rusya Federasyonu’na (RF) karşı angajman stratejisi izlemesi, ekonomik bir güç olarak RF’nin dünyanın önde gelen ülkelerinin arasına katılması için G–8 platformuna dahil edilmesi ve uluslararası finans kurumlarıyla ilişkide bulunması, batıcı paradigmanın küreselci boyutu olarak değerlendirilebilir. Ancak ABD bu stratejiyi izlerken bile Rusya’nın geleneksel etki alanları olan Orta Asya, Kafkasya ve Doğu Avrupa coğrafyalarını güvence altına almaya çalışıyordu. İşte tam bu arada küresel platformda yeniden etkin olmak için, Rusya Federasyonu kısa sürede kendini toparlayarak “yakın çevre” adıyla anılan doktrini yürürlüğe koyuyordu. Yakın Çevre doktrini RF tehdit ve güvenlik algılamalarını ön plana çıkarırken, söz konusu bölgede yaşayan 25 milyon Rus azınlığın korunması önemli bir dış politika argümanı olarak değerlendiriliyordu. Doktrinde, RF’nin çıkar alanları eski Sovyetler Birliği topraklarıyla örtüştüğü noktasından hareketle bu amaca yönelik girişimler uluslararası toplumda dillendiriliyor ve RF yakın çevre de kendini hegemon bir güç olarak değerlendiriyordu. İlk bakışta uluslararası toplumun Orta Asya’ya olan yakın ilgisini görece olumlu olarak değerlendiren Rusya, Yakın Çevre ile bu bakış açısını değiştiriyordu. Böylece jeopolitiği gereği Orta Asya’da küresel bir güç olarak tekrar yeniden yer alıyordu. Yine bu noktada ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Tallbot 1997’de yaptığı konuşmada Orta Asya ve Kafkasya’da bölge ülkeler arasında demokrasi ve pazar ekonomisinin gerçekleştirilmesiyle bölgede barış ve güvenliğinin sağlanacağını, böylelikle uzun süre uluslararası toplumdan uzak kalan bölgelerin uluslararası toplumla bütünleştirileceğini söylerken aslında bölgenin küreselleşme sürecine uyumunun sağlanacağını ifade ediyordu. Bu konuşma, ABD’nin angajman stratejisinden göreli uzaklaştığının ilk işaretlerini vermekteydi. ABD amacına ulaşabilmek için de, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri bağlamında bölgeye komşu Türkiye ile stratejik işbirliği kurulacağının da işaretini veriyordu. Daha sonra ABD * Prof. Dr, TRAKYA ÜNİV, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 859 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Kongresi 2000 yılı başında “İpek yolu Stratejisi” yasası ile ipek yolu coğrafyasındaki etkinliğini pekiştirirken, anılan coğrafyada ABD yanlısı iktidarların yaygınlaştırılmasını da amaçlanmıştır. Bu arada Türkiye ve İran Orta Asya Cumhuriyetleri ile göreli stratejik işbirliği olanaklarını geliştirme girişimlerine başlıyordu. Yani bu coğrafyada küresel oyuncuların yanında bölgesel oyuncular da önem kazanıyordu. Zaten Sovyetler Birliği’nin dağılmasına hazırlıksız yakalanan Türkiye, kendini bu coğrafyada bölgesel güç olarak bulmuştu. Burada özellikle, Türk Cumhuriyetlerini ilk tanıyan ülkenin Türkiye olması etkili olmuştur. 1992 başında James Baker bölgeyi ziyaretinde Türk Cumhuriyetleri’nin, liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisini içeren Türk modelini benimsemeleri çağrısında bulunuyordu. Ancak bu dönem, Türkiye ekonomik problemleri ve RF’nun bölge ülkeleri üzerinde etkinliğini yeniden tesis etmesi nedeniyle anılan ülkelerin Türkiye’den uzaklaşmasıyla sonuçlanmıştı. Bu noktada Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiyi RF faktörünü göz ardı etmeden sürdürmüş ve ABD ile ilişkilerini de bu faktöre göre yeniden düzenlemiştir. Küresel güç olan ABD tarafından Türkiye’nin model ülke olarak sunulması Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri arasında engel oluşturmuştur. Ayrıca Türkiye, ECO bünyesinde bu Cumhuriyetler ile ilişkilere girmişse de kültürel ve ekonomik bağlarını güçlendirme konusunda potansiyelinin çok altında kalmıştır. Musaoğlu’na göre, Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren Soğuk Savaş döneminin değişen güç denklemlerinde kendini stratejik olarak yeniden konumlandırma gereksinimini, bu dönemin başlangıcında, çok boyutlu aktif bir dış politika pratiğinden ziyade siyasal söylem ile karşılama çabaları ile yanıtlamaya çalışmıştır Bölgesel bir aktör olan İran da Türkiye’nin yanı sıra Orta Asya’daki etkinliğini sürdürmek istemektedir. İran’da coğrafi konumu nedeniyle bazı Orta Asya Cumhuriyetleri’ne sınır komşusudur ve bu konum ona özel bir önem kazandırmaktadır. Yine Baker Orta Asya ziyareti sırasında yeni rejimlere İran ile ilişki kurmamaları gerektiğini açık bir şekilde dillendirmişti. 1990’ların başında Rusya Federasyonu’nun desteğini alan İran Orta Asya devletlerinin Türkiye, ABD ve Pakistan bağlantısından hoşnut değildir. Burada Hindistan faktörünü de elde tutarak değerlendirme yapmak gerekir. Ancak Türkiye Türkleri Orta Asya Müslümanlarına ortak dinsel kültürel ve tarihsel açılardan daha yakındırlar. Türk Cumhuriyetleri ile gerekse de diğer Orta Asya Cumhuriyetleri ile ortak sınırlara sahip olan İran 1990’lı yılların başında RF’nun desteğini almıştır. Rusya, İran’ın dış politikasının pragmatik oluşundan hareketle rejim ihracına yönelmeyeceği kanısındadır..ABD ve RF arasındaki işbirliğinde esas faktör güvenlik olup bunun yanı sıra İslami köktendinciliğe karşı duyarlıdırlar. Bir görüşe göre ne ABD ne de RF Orta Asya Devletleri’nin Türkiye, İran ve Pakistan ile bağlarını geliştirmelerini istemektedirler. Ancak Türk ve Amerikan devlet adamları bunun aksini düşünmektedir. Fuller’e göre Washington’un kalkınma modeli olarak Türkiye’yi İran’a tercih ettiğini açıkça ifade etmesine rağmen hiçbir Orta Asya ülkesi İran ile bağlarını koparmayı göze alamamaktadır. Diğer yandan Karpat’a göre Orta Asya ve Kafkasya Müslümanları Türkiye Türklerine daha yakındır ve ortak dilsel ve kültürel-tarihsel bağların varlığı bir yana, bu ülkeler laik ve demokratik elitlere sahiptirler. Bu nedenle Türkler her alanda daha yakın işbirliğine yatkındır, ancak aksi bir görüşü William Hale savunmaktadır. Hale, tarihsel açıdan Orta Asya’da yaşayan Türkî halkla günümüz Türkiye’sinde yaşayan halkla bağların çok kuvvetli olmadığı kanısındadır. 860 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Bu gibi faktörler Türkiye ile İran’ı Orta Asya’da karşı karşıya getirse de İran’ın izlediği pragmatik politika bu karşılaşımı belki de görece önlemektedir. Ayrıca İran, etkin bölgesel bir güç olan Türkiye ile ilişkilerini belli bir mesafede tutmaya çalışmaktadır. İzlediği politika kendi dışsal çıkarlarına yöneliktir. İran’ı asıl bölgede sınırlayan küresel bir aktör olan ABD’dir. Taliban’ın oluşturulması bir Pakistan destekli proje olsa da ABD’nin İran’ı bölgede sınırlamak amacıyla yaşama geçirilmiştir. Bu noktada boru hattı projeleri de ABD’nin fikrini değiştiren diğer en büyük etkenlerden biriydi. Bir tarafta ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve Taliban diğer yanda Rusya, İran ve Orta Asya Devletlerinin yer aldığı Taliban karşıtı gruplaşma o dönemin geçerli bir yapılanmasını oluşturmaktaydı. Ancak hesap tutmadı ve Taliban bir frankeştayn olarak ABD karşısına çıktı. Bu olgu belki de ABD için sonun başlangıcını oluşturdu. Bunun yanında ABD’nin Taliban’ı 11Eylül sonrası temizlemesinden İran da ziyadesiyle yararlanmıştır. Ancak ne var ki, İran’ın güvenlik endişesi ikiye katlanarak sürmüştür. 11 Eylül 2001 terör saldırıları ile 7 Ekim 2001 El Kaide ve Taliban’a yönelik Afganistan operasyonu ABD’nin bölgeye bakışının son dönemlerde farklılaştığının bir göstergesiydi. Terörizme karşı savaştan Orta Asya’daki varlığını güçlendirmek amacıyla yararlanmıştır. Afganistan operasyonu, ABD’nin Kırgızistan ve Özbekistan’da askeri üsler kurmasını kolaylaştırıcı bir etken olmuştur. Böylece ABD, Orta Asya’da başat güç olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Bu durum, ABD Dışişleri Bakanının Güney ve Orta Asya ülkelerinden sorumlu yardımcısı Boucher’ın kongrede yapmış olduğu konuşmada da somutlaşmıştır. Bu noktada Rusya’nın bölgedeki yakın çevre politikası iflas etmiş, Putin ekonomik arayışlara ve enerji politikalarına daha fazla önem vermeye başlamıştır. Ancak 2002 yılı mayısında yaşanan önemli bir gelişme de radikal nitelikte arz eden START III girişimidir. Ve 24 Mayıs 2002 günü iki ülkenin başkanları Bush ile Putin tarafından anılan anlaşma Moskova'da imzalanmıştır. Anlaşma ile iki ülke on yıl içinde sahip oldukları stratejik nükleer başlıkların miktarını iki bin adet seviyelerine indirmeyi taahhüt ettiler. Anılan anlaşma, esas olarak, içerdiği hükümlerden ve nükleer silahlarda önemli indirime gidilecek olmasını sağlamaktan daha çok farklı bir önem arz etmektedir. Bu anlaşma ile Soğuk Savaş döneminin kapanmasının üzerinden neredeyse bir kuşak geçtikten sonra, ABD ile Rusya arasında, bir süre serin geçen yılların ardından, artık 'sıcak barış' döneminin başladığı yorumcular tarafından ifade edilmiştir. Fakat, Rusya ve ABD, yine 2002’de yeni bir ‘Başlıca Yeni Silahların Azaltılması Anlaşması’ ‘(Major New Arms Reduction Deal)’ imzalamışlar ve nükleer silahlarını 2000 nükleer harp başlığına indirecek şekilde, 2/3 oranında azaltma konusunda anlaşmışlardır. Yapılan anlaşmaların uygulanması konusunda, Rusya’nın ABD’ye karşı güven bunalımı içinde olduğu gözlemlenmiştir. Ayrıca yine aynı ay içerisinde Rusya ile NATO arasında bir mutabakata varılmıştır. Bu anlaşmada da temel konularda işbirliği öngörülmektedir. Teröre karşı işbirliğinde bulunulacak bu bağlamda NATO ve RF Orta Asya ve Kafkasya’da düzenlenecek operasyonlarda ortak hareket edecek, Kitle İmha Silahları kademeli olarak azaltılacak, NATO’ca yürütülecek insani yardım operasyonlarına Rusya da dâhil edilecek, NATO-Rusya ortak konseyi kurulacaktı. 861 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Yaşanan tüm bu gelişmelere karşın giderek güçlenen bir küresel güç olmakta hızla ilerleyen Rusya’nın Avrasya’da etkin olmak istemesi Amerika açısından önemli bir engel teşkil etmiştir. Bilindiği üzere Avrasya’daki, Rusya-Çin ilişkisi stratejik işbirliği olarak değerlendirilmektedir. Ancak Chatnam House Rusya ve Avrasya programı direktörü Dr. Babo Lo Çin-Rusya ilişkisini stratejik ortaklıktan çok bir yakınlık ve uygunluk ekseni olarak tanımlamaktadır. Ancak 2006 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİO) ABD’nin bölgeden çıkmasını istediği de anılarda önemli bir yer oluşturmaktadır. Aynı yıl bunların yanı sıra Çin ve Rusya, gelecek yıl bir askeri tatbikat da dâhil bir dizi askeri etkinlik düzenleneceği açıklamışlardır. Zaten Şanghay İşbirliği Örgütü de Afganistan’dan gelen tehdidin ortak bir yaklaşım ile önlenmesi görüşü çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu nedenle RF ve Çin’in Avrasya coğrafyasında güçlü bir direnç merkezi oluşturmak için kullandığı en etkili araç Şanghay İşbirliği Örgütü zemini oldu. Zira 1996 yılında bugünkü hedeflerinden oldukça uzak ve kolay erişilebilecek amaçlar peşinde koşan bir örgüt olarak kurulan Şanghay Beşlisi, Özbekistan’ın dâhil olması ve daha da önemlisi Afganistan operasyonu ile hedefini büyütmüştür. Örgüt yalnızca bölgesel sorunların ele alındığı ve çözüm yollarının araştırıldığı bir platformdan öte, özellikle iki küresel güç Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin jeopolitik bir aracı olma işlevini de yüklenmiştir. Enerjiden, savunmaya, uluslararası terörizmden ticarete her alanda işbirliği için uygun ve etkili bir ortam sağlayan ŞİÖ’nün Devlet Başkanları Ağustos(2008) sonunda Tacikistan’ın Başkenti Duşanbe’de toplanmışlardır. Toplantının ilk bölümüne sadece üye ülkelerin devlet başkanları katılmışlardır. Rusya Devlet Başkanı Medvedev, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahmanov'un katıldığı ve basına kapalı yapılan toplantıda, ŞİÖ üyesi ülkelerdeki güvenlik ve istikrar, enerji, taşımacılık, terör ve uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele ve Afganistan'daki durumla ilgili konuların ele alındığı bildirilmiştir. Ağustos zirve toplantısı ardından yapılacak olan genişletilmiş toplantıya, örgüte üye ülke devlet başkanlarının yanı sıra örgütte gözlemci statüsü bulunan Moğolistan, Pakistan, Hindistan ve İran ile zirveye konuk olarak davet edilen Afganistan devlet başkanları ve üst düzey yöneticilerinin katılması öngörülmekte ve özelikle anılan toplantıda Güney Osetya ve Abhazya'daki durumla ilgili konuların da ele alınması beklenmektedir. Ağır topların Rusya, Çin, İran ve Hindistan'ın olduğu bu toplantıyı Batı dünyası tedirginlik içinde beklerken bu noktada ABD'ye karşı blok oluşturma zirvesinin mimarı olarak ise yine Rusya Başbakanı Putin'in adı geçmektedir. Bilindiği üzere NATO da Rusya’ya görece bir rest çekti. Ardından Rusya da anılan zirve ile müthiş bir atak yaptı. Oğan’a göre “Anılan örgüt hiçbir devlet ya da bloğa karşı kurulmadığını ve faaliyet göstermediğini açıklamasına karşın, ŞİÖ’ nün kuruluşunun altında yeni bir “Varşova Paktı” yaratma arzusunun yattığı kanısı çok güçlü bir olasılık olarak dikkat çekmektedir. Hatta son günlerde Rusya ve Batı arasında artan gerilim Rusya ve ŞİÖ’ye dair Batı’nın olumsuz algılamasını pekiştireceğe benzemektedir.” Ancak yine de bu keskin ve sert yorumlara rağmen son SİÖ’ nün son zirvesinden Rusya ile ilgili temkinli bir karar çıkması Batı kamuoyunu büyük ölçüde rahatlattı. Örgüt üyeleri son krize bilindiği üzere temkinli bir şekilde yaklaştılar. Bir başka deyişle yangına körükle gitme politikasını uygulamadılar. Bununla birlikte Rusya’nın yüzünü Doğu’ya döndüğünün netleşmesi bu zirve sonrasındaki en önemli gelişmelerden biri olarak değerlendirilmesi gerekir. Zirvede ayrıca İran’ın tam üyeliği de ele alınarak İran ve Hindistan gibi gözlemci statüsündeki ülkelerin örgütün Bakanlar Konseyi toplantısına davet edilmeleri karara bağlanmıştır. Ayrıca örgütün genişlemesi çalışmalarını koordine etmek üzere bir çalışma grubu kurulması da ABD’nin 862 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ başını çektiği tek kutuplu düzene karşı yeni bir güç odağının netleşmeye başladığının göstergesini oluşturmaktadır.1042 Rusya’nın bu zirvede Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında Örgüt’ün rolünün güçlendirilmesini istemesi çok önemli ve dikkat çekici bir gelişmedir. Hatta Örgüt himayesinde bir Afganistan konferansı düzenlenmesini önerisinde bulundu ve bu çağrı diğer ülkelerden olumlu karşılık buldu. Bu noktada Orta Asya’ya yönelik en önemli sıçrama tahtası ya da geçit yolu olan Afganistan yine küresel güç odaklar arasındaki savaşımın merkezinde kalacak gibi gözüküyor. İşte tüm bu gelişmeler üzerine 2 Eylül’de Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in, üzerine tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini, ABD’nin de bu gerçeği kabul etmesi gerektiğini açık bir biçimde dilendirmesi de bunun bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Medvedev bu bağlamda Rusya’nın 5 maddelik dış politika ilkelerini söyle açıklamıştır: Rusya uygar halklar arasında ilişkileri tanımlayan uluslararası hukukun temel ilkelerinin üstünlüğünü tanır. Diğer devletlerle ilişkilerimizi bu bağlamda kurarız. Dünya çok kutuplu olmak zorunda. Tek kutuplu dünya kabul edilemez. Tahakküm kabul edilemez. ABD kadar ciddi ve buyurgan bir ülke de olsa, tüm kararların tek bir ülke tarafından alındığı bir dünya düzenini kabul edemeyiz. Böyle bir dünya istikrarsız olur ve çatışma tehlikesi taşır. 1043 Rusya hiçbir ülkeyle ihtilaf istemiyor. Rusya tecrit olmayı istemiyor yahut planlamıyor. Rusya Avrupa, ABD ve diğer ülkelerle ilişkileri mümkün olduğu kadar geliştirecek. Bizim için mutlak öncelik nerede yerleşik olurlarsa olsunlar vatandaşlarımızın hayatı ve onurunu korumak. Bu noktadan hareketle dış politikalarımızı uygulayacağız. Yurtdışındaki işadamlarımızın çıkarlarını da koruyacağız. Saldırgan bir çıkışta bulunana yanıt vereceğimizi herkes anlamalı. Dünyadaki diğer ülkeler gibi Rusya'nın da ayrıcalıklı çıkarlarının bulunduğu bölgeler var. Bu bölgelerde geleneksel dostça bağlarımızın, iyi komşuluk ilişkilerimizin, tarihi özel ilişkilerimizin olduğu ülkeler bulunuyor. Bu bölgelerde çok dikkatli biçimde çalışacağız, bu devletlerle, yakın komşularımızla dostça ilişkiler geliştireceğiz. Anılan devlet başkanı böylelikle Sovyetlerin çöküşü ile başlayan sürecin bitiğinin altını kalın çizgilerle çizdi. Bu ifadeler gerek ABD’nin gerekse Avrupa’nın resmi çevrelerinde şimdilik suskunlukla karşılandı. Rusya’nın yukarıda ayrıntısıyla açıklamış olduğumuz 5 maddelik dış politika ilkelerini açıklayan Medvedev, uluslararası hukuka saygılı olduklarını, dünyanın neresinde olursa olsun Rus vatandaşlarını korumaya kararlı olduklarını, saldırganlığa aynı şekilde yanıt vereceklerini söyledi. Özellikle Medvedev’in ’ayrıcalıklı çıkar’ gözettikleri coğrafi bölgelerden ödün vermeyeceklerinden özelikle bahsetmesi , Ukrayna ve Baltık ülkelerinde büyük ölçüde rahatsızlık yarattı. Bunun yanı sıra Putin’in enerji silahını kullanabiliriz tehdidi de da batılı çevrelerde büyük tedirginlik yaratmıştır. Bunun yanı sıra Rusya Genelkurmay Başkanı Baluevsky daha 2008 yılı ocak ayında yaptığı açıklama hala hatırlardadır. Açıklamada “Hiç kimseye saldırı planlarımız yok ama dünya toplumundaki tüm 1042 1043 30 Ağustos 2008 Cumhuriyet Gazetesi, s.9 İtalikler tarafıma aittir. 863 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ ortaklarımızın şunu anlamasını zorunlu görüyoruz… Rusya’nın ve müttefiklerinin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için önleyici olarak nükleer silahların kullanımı dâhil olmak üzere askeri güç kullanacaktır1044. Böylece Rusya ABD’nin Orta Asya’daki varlığından ve politikalarından rahatsızlığını belirtmiş ve olası bir sorunun nükleer silahlarla dahi çözülebileceğini belirtmiştir. Zaten 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda Rusya Devlet Başkanı Putin tek kutuplu düzene karşı yeni denge arayışının ve oluşumunun ilk açık sinyallerini vermişti. Putin bu tarihe geçen konuşmasında tek kutuplu düzeni adil olmadığı ve Putin konuşmasında tek kutuplu düzeni adil olmadığı ve ABD öncülüğündeki Batı politikalarını uygun bulmadığını ve özellikle NATO’dan memnun olmadığını ifade etmiştir. Bunun yanı sıra tek merkezli bir gücün dünyayı yönetmek çabasının uygun olmadığını ekleyerek “silahsızlanma” konusunda Rusya şeffaflığı savunuyor ama ABD böyle değil diyerek açık bir şekilde eleştiri de bulunmuştu. Putin, yine, ABD’nin ulusal güvenliği her şeyin ötesinde gördüğünü ancak bunu ulusal sınırları ötesinde algıladığından yani küresel olarak anlamlandırdığından dem vurarak bu stratejiyi açıkça eleştirmişti. Putin’in Şubat 2007‘de dilendirdiği bu görüşler çerçevesinden yürütülen politika Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Vladimir İvanovskiy ‘nin şu sözlerinde somutlaşmaktadır: “ Uzaklardan gelip her şeyi ben yöneteceğim denemez.” Çünkü artık dünya çok kutuplu.1045 Bu açıklamalar ve algılamalar işte Rusya’yı yukarıda açıkladığımız dış politika ilkelerini açıklamaya yöneltmiştir. “...Karadeniz bölgesinde başkalarının yardımına ihtiyacımız yok “ sözüyle de herhalde Büyükelçi Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri ve özellikle Türkiye’yi kast etmiştir. Bu noktadan hareketle son kriz Türk Boğazları’nı yeniden stratejik boyutuyla uluslararası gündeme taşımıştır. Dmitri Medvedev, son günlerde Gürcistan krizi üzerine İtalyan RAI Televizyonu’na verdiği demeçte Moskova ile önde gelen sanayileşmiş 7 ülkenin oluşturduğu G-8’den çıkarılmaktan korkmadığını belirterek, Batı’nın Rusya’ya özellikle enerji ihtiyacı olduğunu söyledi. NATO’nun, Moskova ile ilişkilerinin kesilmesi durumunda da Rusya’dan daha fazla kaybedeceğini savundu. Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Şaakaşvili için “siyasal bir mevta” nitelemesinde bulunan Medvedev, Şaakaşvili ile herhangi bir teması kabul etmeyeceğini vurguladı. Medvedev, ABD’nin Gürcistan’ın Güney Osetya’ya askeri müdahaleyi teşvik ettiğini de belirtti. Böylece Rusya en yetkili ağzından, son krizde, Amerikan parmağı olduğu algılamasına sahip olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. 2008 yılı içerisinde çok yeni bir gelişme de RF ile Çin’in aralarındaki sınır sorununu halletmeleridir. Zaten Çin-Rus iyi ilişkilerinin başlangıcı Sınır Anlaşmaları’ dır: 1991, 1994, 1996 ve 1997’deki anlaşmaları ile ilk defa Çin ile Rusya arasındaki sınırların uzunlukları doğru olarak belirlenmiş ve işaretlenmiştir. Bunun yanında, sınırlarda güvenliği sağlayıcı önlemler ve sınırın her iki tarafında 100 km’ lik sahada askeri güçlerde ve silahlarda sınırlandırmalar getirilerek, siyasi ve askeri istikrar yeniden kurulmuştu. Çin-Rus Sınır Sorununun çözülmesi de, Orta ve Doğu Asya’ nın güvenliğine de önemli bir katkı sağlamıştır. 2001 yılı Rus-Çin anlaşması beş önemli işbirliği alanına işaret etmekteydi: 1044 1045 ABD hegemonyasını dengelemek için ortak hareket, “Rusya’dan Nükleer Gözdağı”, 20.01.2008, Cumhuriyet Gazetesi, s. 9 Leyla Tavşanoğlu’nun Vladimir İvanovskiy ile yapmış olduğu söyleşi, 29 Haziran 2008 Cumhuriyet Gazetesi, s.14 864 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ İki ülke arasındaki 4300 km’lik sınırın hukuksal olarak belirlenip çizilmesi, Silah satışı ve teknoloji transferi, Enerji ve hammadde sağlanması, Orta Asya’daki İslami akımların gelişip yaygınlaşmasını önlemek. Demek oluyor ki özellikle Çin-Rusya anlaşması biraz geç de olsa sınır sorununun halli boyutunda yaşama geçirilmiştir. 4300 km’lik sınırları belirleyen protokol 21Temmuz 2008’de imzalanmış ve bu protokol iki ülke arasında dostluğa giden bir adım olarak nitelenmiştir. Kısaca Çin-Rusya yakınlaşması nasıl algılanırsa algılansın 60 milyar dolar ticaret hacmi ve enerji konusunda işbirliğini sağlayarak artık bir Asya mihverinin oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda geçtiğimiz mayıs ayında devlet başkanlığına gelen Medvedev’de ilk yurtdışı gezisini Çin Halk Cumhuriyeti’ne gerçekleştirmesi bunun bir göstergesidir. Ayrıca olimpiyatların açılışına da Başbakan Putin bizzat katılmıştır. Bu belki de çok önemli bir diplomatik gelişmeydi ancak daha da önemlisi Pekin’in füze kalkanı konusunda Rusya’yı sesli bir şekilde desteklediğini ifade etmesinde yatmaktadır. Tüm bu gelişmeler Çin-Rusya ilişkilerinin artık rayına oturduğunu bize göstermektedir. Bölgede Rusya ile Çin’ in karşılıklı ve özel çıkarlarını ile diğer bölge içi ve bölge dışı tüm oyuncuları da etkileyebilecek nitelikte bir uluslararası ortamı oluşturmaktadır. RF için Basra ve Akdeniz’ e inmek, Avrasya’ nın petrol ve doğalgazını kontrol etmek, Orta Asya ve Kafkasya’ da eski hâkimiyetini yeniden kurmak için yaşamsal öneme haizdir. Çin için ise, Batı’ ya açılmanın en kısa ve ekonomik yolu olması, iç güvenliği ve ülke bütünlüğünün devamı, artan enerji gereksinimi, özelikle bölge üzerinde Batı etkisinin önlenmesi, kuzey ve kuzeybatı sınırlarının güvenlik altına alınması açılarından stratejik ve jeopolitik değeri olan Şanghay İşbirliği Örgütü, bölgedeki güç boşluğunu dolduracak yeni bir oluşumdur. Çin giderek artan askeri harcamaları ile artık bölgesel bir güç olmaktan çıkmış, küresel bir güç olmakta hızla ilerlemektedir. ŞİÖ’ de inisiyatif alan tavrı bu durumu desteklemektedir. Zaten Rusya’da son krizin iyice ortaya çıkardığı gibi Çin’i askeri bir tehdit olarak görmemektedir. Bunlara ek olarak Nixon Center başkanı Dimitri K. Simes’e göre de Rusya asıl tehdit olarak NATO ve ABD’yi görmektedir. Çin ekonomisinin geleceği açısından enerji çok önemlidir ve 1990’lı yıllar itibarıyla bu konuda dışa bağımlı hale gelmiştir. Eğer ABD’nin Büyük Ortadoğu İnisiyatifi başarıya ulaşsaydı, Çin’in küresel bir güç olması belki de bir hayalden öteye geçemeyecekti. Buradan hareketle Çin ve ABD kaçınılmaz bir biçimde Orta Asya’da bazı ülkelerin üstünden karşı karşıya gelebilecekleri öngörülebilir. Bunun yanı sıra Çin, Orta Asya ülkelerinden bazılarına birinci dereceden komşudur. Bu özellik bile ABD, Çin ve Rusya Federasyonu’nun sürekli olarak birbirlerini kollamakta olduğunu kanıtlamaktadır. Mehmet Öğütçü’ye göre “Son yıllarda ekonomik anlamda Çin Yuanı'nın (Renminbi) değeri ABD ile Çin arasındaki ilişkilerdeki en sorunlu konu haline geldi. Bu, Türkiye dâhil tüm küresel ekonomiyi de etkisi altına alıyor. 2007'de yedi yıl öncesine kıyasla Çin ile ticaret açığı üç kat artarak 256 milyar dolara ulasan ve her yılda süratle büyüyen ABD, dolara karşı suni olarak düşük belirlenen parasını (yüzde 40 civarında) değerlendirmesi için Pekin üzerine baskı 865 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ uygulamaya devam ediyor. Hatta kongre RMB'nin değerini yükseltecek adımları atmaması halinde Çin'e yönelik yaptırımların yürürlüğe konulması tehdidinde bile bulundu. Pekin yönetimi kendi iç kaygılarını ve döviz kurundaki uyarlamanın ne ticaret fazlasını ciddi ölçülerde değiştireceği ne de Amerika'nın ekonomik hastalıklarını tedavi edeceği görüşünü dile getirerek bu çağrılara direnme yolunu seçiyor. Bu arada, ABD'nin artan borçlarını satın alarak milyarlarca dolar harcamaya, RMB'nin değerini de tedricen arttırmaya devam ediyor. Ocak 2008 itibariyle Çin, Amerikan Hazine bonoları satın almak için 493 milyar dolar harcadı; böylece Japonya'dan sonraki ABD. Ocak 2008 itibariyle Çin, Amerikan Hazine bonoları satın almak için 493 milyar dolar harcadı; böylece Japonya'dan sonraki ABD borcunu satın alan ikinci büyük dünya finans devi olarak kayıtlara geçti.” Yukarıdaki yorumdan da anlaşılacağı üzere Çin ile ABD arasında ekonomik bir savaşım yaşanmaktadır. Yukarıda açıklandığı ve birçok kez yinelendiği üzere Rusya enerji kaynaklarını bir silah olarak kullanabileceği imasında bulunmuştur. Büyüyen Çin ve enerji zengini Rusya hem AB hem de ABD’nin tahtının sallandığının önemli bir göstergesidir. Zaten ekonomik olarak bir dev olan AB siyasal platformda Ortak Dış ve Güvenlik Politikası sergileyemediğinden dolayı küresel platformda etkin olmamaktadır. Bu durum görece ABD’nin de işine gelmektedir. Son Gürcistan krizi de bunun bir örneğini oluşturmaktadır. Çok yakın bir tarihte AB’ne üyesi olan eski Doğu Bloğu ülkeleri topraklarından fersah fersah uzak ve tarihsel nedenlerle ABD’nin partnerleri haline gelmişlerdir. Polonya ile imzalanan füze kalkanı projesi bunun bir göstergesini oluşturmaktadır. AB küresel bir oyuncu olarak Orta Asya’ya ekonomik merkezli bakmaktadır. Orta Asya Cumhuriyetlerine yönelik olarak TACIS ve benzeri programlar ihdas etse de siyasal önceliği eline alamamaktadır. Zaten Brzezinski, Avrasya’nın batı ucundaki kilit ve dinamik oyuncular olarak Fransa ve Almanya’yı görmektedir. Bunların her ikisi de birleşik bir Avrupa vizyonuyla sayesinde bir araya gelmişler; ancak her ikisinin de Avrupa’da başat konuma geçmek arzusu bulunmaktadır. Özellikle bilindiği gibi Fransa’nın, bazı önemli açılardan ABD’den ayrılan kendi jeostratejik Avrupa kavramı mevcuttur. Bir yandan Rusya’yı Amerika’ya, İngiltere’yi de Almanya’ya karşı oynatmaya yönelik taktik savaşları verirken, bir yandan da kendi zayıflığını ortadan kaldırmak için Almanya ile ittifaktan ayrılamamaktadır. Fransa yalnızca Avrupa’yı birleştirmekte merkezi bir rol aramakla kalmayıp, aynı zamanda da kendisini, ortak endişeleri paylaşan bir grup Akdenizli-Kuzey Afrikalı devletin çekirdeği olarak görmektedir. Zaten Akdeniz Birliği Projesi de bunun yakın dönemdeki yansımasını oluşturmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz Birliğine katılımını isteyen Fransa belki de AB’nin Türkiye’den Avrasya’ya genişlemesini istememektedir. Zira Türkiye AB’ye tam üye olursa Litvanya Başbakanı Gediminas Kirkilas, Türkiye’nin AB açısından çok önemli olduğunundun altını çizerek “AB, Türkiye’den Avrasya’ya genişleyebilir”1046 yorumunda bulunmuştur. Ayrıca Kirkilas artık dünyada tek bir güç merkezinin bulunmadığını da eklemiştir. 31 Temmuz 2008’de ABD açıkladığı yeni ulusal savunma stratejisi eskisi ile birçok benzerlik içerse de farklılıkları da içinde barındırmaktadır. Strateji belgesine göre, El Kaide ve benzeri terörist örgütlere karşı eski strateji yeniden muhafaza edilmiş, belirsizlik ortamının tehlikesi yinelenmiş, Irak, İran ve Kuzey Kore gibi hukuk dışı devletlerin de belirsizlik ortamını pekiştirdiği vurgulanmıştır. Belgede belirsizlik ortamının yanı sıra Çin’in ABD ile rekabet potansiyeli taşıdığı ve Rusya’nın da silahlanma konusunda hızlı bir atılım içinde 1046 Genedimis Kirkilas ile Leyla Tavşanoğlu’nun yaptığı söyleşi, 4 Mayıs 2008 Cumhuriyet Gazetesi, s.14 866 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ olduğu eklenmektedir. İdeolojik Düşman olarak görülen El Kaide ve benzeri oluşumların kökünün kazınması da strateji belgesinin en dikkat çekici yönüdür. Belgede: • Vatanın savunması • Uzun süreli savaşların kazanılması • Güvenliğin geliştirilmesi • Çatışmaların caydırılması gibi hususlar öne çıkmaktadır. Ayrıca yeni strateji; • Kilit ülkelerin seçeneklerinin şekillendirilmesi • Hasımların KİS’nın yok edilmesi ve bu silahların kullanımının önlenmesi • İttifak ve ortaklıkların güçlendirilmesi • Enerji kaynakları da dâhil olmak üzere dünyanın kritik bölgelerinde stratejik erişimin sağlanması hususlarını içermektedir Özet olarak Pentagon’un yeni stratejisi yine terör ve benzeri yapılanmaların kısa sürede imhasını amaçlamakta, İran ve Kuzey Kore gibi hukuk dışı saydığı devletlerle mücadeleyi içermektedir. Belgede Çin ve Rusya gibi küresel güçler ikincil planda kalmalarına rağmen ihmal edilmemiştir. Yeni stratejiye göre, Asya bölgesinde dengeyi sağlayacak ülke ise Hindistan olarak belirlenmiştir. Kısaca Pentagon’un son stratejisine göre ABD, Çin ve Rusya’yı potansiyel rakip ve küresel güçler olarak görürken Hindistan’ın Orta Asya bölgesinin de dengeleyici bir rol oynayabileceğini varsaymaktadır. Asya bölgesinin 3. büyük ekonomisi ve dünyanın 10 büyük ekonomisi arasında olan Hindistan’ın büyüme hızı enflasyon ve tüketici harcamalarındaki artıştan dolayı düşme eğilimi içine girse de, Orta Asya’ya yönelik görece coğrafi pozisyonuyla ön plana çıkmaktadır. Çünkü anılan ülkenin Orta Asya ile doğrudan demiryolu ya da karayolu bağlantısı yoktur, bu faktör Hindistan’ın Orta Asya ‘ya yönelik ekonomi politikalarını genişletmesini engellemektedir. Orta Asya’da askeri üsleri bulunmakta olduğundan siyasal bağlamda ise eli güçlüdür. Hindistan bu bağlamda hem ABD hem de SİÖ ile ilişkide bulunarak bir denge kurmaya çalışmaktadır. Yakın bir zamanda ABD ile sivil bir nükleer anlaşma imzalayarak ülke kamuoyunu karşısına alan Hindistan ABD’nin Büyük Orta Asya İnisiyatifi’nde kilit rol oynamaktadır. Zaten Hindistan'la sivil nükleer işbirliği anlaşması imzalayan Amerika Birleşik Devletleri, Viyana’daki son toplantı da yasağın kaldırılarak Hindistan'ın nükleer malzeme ithal edebilmesine izin verilmesini istemiştir. Brzezinski’ye göre, 11 Eylülden bu yana ABD için Hindistan nosyonu ön plana çıkmıştır. Ayrıca Hindistan’ın İngiltere ile de güçlü bağları da mevcuttur. Çin ile sınır sorunu bulunan Hindistan bu ülke ile ilişkilerinde temkinli davranmaktadır. Ancak Hindistan’ı sınırlayan bir diğer devlet de Pakistan’dır. Yine de görünen Hindistan’ın Orta Asya’daki oyunda giderek ağırlığını hissettirdiğidir. Zaten Hindistan nükleer güç sahibi bir ülkedir. Ancak bu ülke enerji yönünden dışa bağlıdır, bu bağımlılık her geçen gün artmaktadır. Kısa ve orta erimde küresel bir güç olması pek mümkün görünmemektedir. 867 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Orta Asya’nın en önemli ülkelerinden Kazakistan, Orta Asya’nın geniş bozkırları ile Altaylar’a kadar uzanan bir alanı kapsamaktadır. Demografik yapı itibarıyla en fazla Rus ve Ukraynalıyı içinde barındıran Kazakistan Rusya Federasyonuyla en uzun sınırlara sahip Türk cumhuriyeti olarak stratejik bir öneme sahiptir. 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını ilan etmiştir. 1924-1936 arası dönemde Muhtar (Özerk) bir Cumhuriyet olan ülkede Rus etkisi SB’nin izlediği bazı politikalar nedeniyle ağır basmaktadır. Ancak Kazakistan Komünist Partisi eski yöneticilerinden Din Muhammed Kunayev Modern Kazakistan’ın temellerini atmış ve katı yapının kırılmasına katkıları olmuştur. Rus asıllı Kolbin’den sonra Nur Sultan Nazarbayev partinin başına geçmiştir. Kazakistan Rusya ile en geniş sınırlara ve kültürel bağlara sahip olmasına Cumhuriyetler içerisinde daha bağımsız politikalar izleme kabiliyetine sahiptir. Petrol rezervleri ve üretim kapasitesi açısından Bağımsız Devletler Topluluğu içerisinde Rusya Federasyonu’ndan sonra hiç şüphesiz ki Kazakistan gelmektedir. Yılda yaklaşık 1 milyar varil petrol üretimi gerçekleştiren ülke yeni pazarlar bulma girişimlerini sürdürmektedir. RF kazak petrol kaynakları üzerinde etkin olmak istemektedir Bunun yanında yine RF dil konusunda bazı sorunlar çıkartmaktadır ki, bu konu SSCB sonrası Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Değişim Kongresi’nde başkanlığını yürüttüğüm 14. oturumunda çok hararetli bir biçimde tartışılmıştır. 1 Eylül 1991’de bağımsızlığına kavuşan Kırgızistan Çin (Doğu Türkistan) ile komşu konumdadır ve bu özellik onu diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden farklılaştırmaktadır. Ancak Kırgızistan’da Kazakistan gibi güvenlik ve ekonomik alanında Rusya’dan fazlaca etkilenmekte olduğundan daha dikkatli davranmaya zorlamaktadır. Ancak Bilimler Akademisi üyesiyken Devlet Başkanı olan Asker Akayev’i deviren ve kadife-lale devrim olarak adlandırılan süreç Rusya’dan tam bağımsızlığını sağlayamamıştır. Bazı yorumcular bu devrimi demokrasinin en zayıf halkası olarak nitelendirmektedirler. Kırgızistan, diğer Orta Asya Cumhuriyetlerine göre doğal kaynaklardan daha az nasibini almıştır. Petrol gereksiniminin % 76 sını ithal etmektedir. Kırgızistan’ın tarıma elverişli arazisinin başında Fergana vadisi gelir. Bu vadi ülke topraklarının % 37.5'ini oluşturmaktadır ve ülke nüfusunun % 42'si bu vadide toplanmıştır. Sovyet sonrası süreçte -Kırgızistan dışında- eski komünist yönetimler milliyetçi demokrat muhalefet hareketlerini bastırarak iktidarlarını yeni rejim altında da devam ettirebildiler. Ülkenin uluslararası düzlemdeki siyasi eğilimlerine baktığımızda yönetimlerin değiştiğini ancak, genel denge siyasetinden herhangi bir sapma olmadığı görülmektedir. Kırgızistan, ABD üssünün geleceği konusunda bazı sorunlar yaşasa da halen Orta Asya’da hem Amerikan hem de Rus askeri üssüne ev sahipliği yapan tek cumhuriyet olarak dikkat çekmektedir. ABD dışişleri bakanı Rice’ın Manas üssü için yaptığı girişimler hala hatırlardadır. Devrim sonrasında Kırgız muhalefet, hükümete; Gürcistan ve Ukrayna’dan farklı bir jeopolitik bir tercih yapmadıkları eleştirisinde bulunmuşlardır. Ancak Bakiyev, ilk resmi ziyaretini Moskova’ya yaparak, Rusya’nın halen en önemli ortakları olduğunu göstermiştir. Kırgızistan, önümüzdeki dönemde de bölgede etkin aktörler arasında denge siyasetini sürdürmek konusunda kararlı görünmektedir. 1 Eylül 1991’de bağımsızlığına kavuşan Özbekistan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin ortasında kalmaktadır. Orta Asya’da üzerinde çeşitli oyunların yoğun bir şekilde oynandığı en önemli ülke, stratejistlerin jeopolitik “heartland” (kalpgah) olarak nitelendirdikleri Avrasya’nın merkezindeki Özbekistan’dır. Özbekistan Rusya Federasyonuyla sınırdaş olmayan stratejik 868 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ konumunun yanında Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan gibi diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile uzun sınırlara sahiptir. Bu ülkenin bir diğer özelliği de Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin tersine, hep Özbek kadrolarca yönetilmesidir. Bağımsız Devletler Topluluğu kurulduktan sonra RF ile üstü örtülü bir rekabete giren Özbekistan’ın bağımsızlığa kavuşmasında etkin olan Kerimov halen Cumhurbaşkanlığını sürdürmektedir. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılarak üye ülkeler arasındaki fiziki zinciri güçlendiren Özbekistan, ŞİÖ’ nün çalışmaları bağlamında bölgedeki sınır güvenliği konusunda ve terörist eylemleri ile uyuşturucu kaçakçılığına karşı verilen mücadelenin de tam merkezinde bulunmaktadır. 2005 yılında Avrasya Ekonomik Topluluğu’na (AvET) üye olan Özbekistan, Haziran 2006’da Kolektif Güvenlik Antlaşması Teşkilatı’na (KGAT) katılmıştır. Bir başka deyişle Rusya askeri etkinliğini Özbekistan’a yeniden yaymış bulunmaktadır. Zaten Putin’de, devlet başkanı seçildikten sonra ilk resmi ziyaretini Özbekistan’a gerçekleştirmişti. Ancak Andican olaylarından sonra bozulan ABD-Özbekistan ilişkileri 23 Aralık 2007’de yapılan devlet başkanlığı seçimlerinden sonra yumuşamış ve Özbek lider Bükreş’deki NATO zirvesine bile katılmıştır. Orta ve Güney Asya işlerinden sorumlu dışişleri bakan yardımcısı olan Boucher’ da geçtiğimiz Mayıs ayında Özbekistan’a bir ziyaret yaparak ABD’nin bu ülkeye atf ettiği özel önemi pekiştirmiştir. 27 Ekim 1991’de bağımsızlığına kavuşan “yer altı zengini yer üstü fakiri” Türkmenistan1047 Karakurum Çölünü de kapsayan geniş yüzölçümüne sahiptir. Türk Cumhuriyetleri içinde sürekli tarafsız devlet statüsüne haiz olup ABD ve RF arasında kalmaktan kurtulabilen bir ülke olarak bölgede ön plana çıkmıştır. Türkmenistan doğal gaz rezervleri le küresl ve bölgesel güçleri kendine çekmektedir. Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan arasında yer alan Fergana Vadisi bölge için özel bir önem arz etmektedir. Bölge Radikal İslam’ın tehdit ve etki alanıdır ki bunun kökenleri SB döneminde atılmıştır. “ Orta Asya İslamcılığı’nın kalesi olan vadide işsizliğin % 80’lere ulaştığı tahmin edilmektedir ve bu oran Özbekistan genelinde bu oran % 60’dır.” Özbekistan’da yeşil devrimin başlatıldığı topraklar Fergana Vadisinin Andican kentinde yer almaktaydı. Rusya’nın İslami hareketlerin üstüne çok şiddetli gitmesi bölgede radikalizmin artmasına neden olmuştur. Akdevelioğlu’na göre, İslami muhalefet Özbekistan ve Kazakistan gibi büyük ülkelerde rejim için çok büyük tehdit oluşturmamaktadır. Gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilemeyen tüm renkli devrimler ve kurduğu askeri üsler bölgede toprağı olmayan tek güç ABD’nin küresel stratejisinin önemli bir parçasını oluşturmakta yeniden etkinlik kurmak isteyen Rusya için çok büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu noktada Çin’de özellikle Kırgızistan ve diğer Türk Cumhuriyetleri bağlamında temkinli bir şekilde Rusya’yı destekler görünmektedir. Ayrıca bölgedeki bölgesel güçlerin en önde gelenlerinden olan Türkiye ve İran anılan bölgedeki siyasal dengeleri etkileyecek potansiyele sahiptirler. İran pragmatik dış politikası ve nükleer gücü ile dikkat çekerken Türkiye demokratik ve laik bir ülke olarak ABD ve Rusya’yı dengelemeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye ile bu cumhuriyetler arasındaki ilişkiler tam anlamıyla kurumsal bir düzeye oturtulamamıştır. Öncelikle ilişkilere kurumsal bir boyut kazandırılması gerekir. Aslında belki 1047 Türkmenistan, 12 Aralık 1995’te “Sürekli Tarafsız Devlet” statüsüne haiz olmuştur. Bu tarihte yapılan BM Genel Kurulunda 185 ülkenin oyu ile Türkmenistan’ın sürekli tarafsızlık statüsü kararı kabul edilmiştir. Durdy Saparow, “Türkmenistan’ın Dış Siyaseti: Sürekli Tarafsızlık”, Avrasya Etütleri, TİKA, sayı:24, İlkbahar-Yaz 2003, s. 84-85 869 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ de dışsal faktörler buna pek izin vermemektedir. Zaten Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında kısa ve orta erimde bir bütünleşme pek mümkün görünmemektedir. Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında ticaret hacmi de oldukça düşüktür. Buna karşın Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında ticaret hacminin artırılması da bütünleşme için bir ön koşul oluşturmayabilir. Aslında burada siyasi iradenin yol göstericiliğine şiddetle gereksimim duyulmaktadır. Siyasi irade aslında ticari ve ekonomik işbirliğinin önünü açabilecektir. Ancak asıl sorun belki de Aydın’ın deyişiyle “Uluslararası sistem içerisinde bulunmak istediği yere tam olarak karar vermeyen Türkiye’nin, önüne çıkan olası alternatif birlikteliklerin hiç birisinin gereklerini yerine getirmeye cesaret edememekte olmasıdır. AB, ABD, Avrasya, Türk Dünyası, tam bağlantısız ya da benzeri tüm seçenekler belirli davranış kalıplarını dayatmakta, belirli tavırların alınmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye ise kendi içinde yaşadığı ikilemler nedeniyle bu seçeneklerin hiç birisinin gereklerini tam olarak yerine getiremediğinden uluslararası ilişkilerde sürekli daha karmaşık ve zor tercihlere doğru sürüklenmektedir “ Ancak anılan bölgede değişik parametreleri de mutlaka göz önünde tutmak gerekir. Dışsal güçler, özellikle Rusya, ABD ve Orta Asya’nın iç dinamikleri acaba buna izin verebilecek midir? Ya da son krizden sonra ikili kıskaç arasında mı kalacaktır? Herhalde Kafkasya İstikrar Paktı arayışının yeniden canlandırılması da bundandır. Ancak gerek ABD gerek Rusya bu öneriye mesafeli durmaktadırlar. Son kriz ile birlikte tek kutuplu dünya düzeninde konum yitiren Rusya’nın Osetya müdahalesi son zamanlardaki en büyük kırılma noktasını da oluşturmaktadır. Orta Asya’daki bu gelişme ABD-AB ile Asya dünyasında belki de çok kutupluluğun bir göstergesidir. Gürcistan-Rusya ihtilafı ile Rusya uluslararası sahneye keskin bir şekilde dönmüş, bu da “Amerikan İmparatorluğu” imgesinin sonunu oluşturmuştur 1048. Orta Asya ülkeleri, başka oyuncuların piyonu olmaktan çıkarak kendilerinin birer oyuncu olarak ilerledikleri ya da bu konuda mesafe kaydettikleri görüşleri uluslararası camia da daha hâkim olarak dile getirilmektedir. Bununla bağlantılı olarak Rusya’nın rolü bir nevi denetimciliğe indirgeniyor. Yine de bölgede sınır sorunu ve diğer sorunların Rusya’nın katılımı olmadan çözüleceğini söylemek pek mümkün görünmüyor. Küresel ve bölgesel güçler açısından bir av sahası haline getirilen Orta Asya ülkeleri, enerji zengini olmaları nedeniyle de ayrı bir öneme sahiptir. Orta Asya ülkelerinin özellikle küresel güç odaklarının hedef alanında olmaları nedeniyle varlıklarını korumak için petrol, doğal kaynaklar ve nükleer güçlerini kendi ulusal yararları doğrultusunda değerlendirmeleri, belki de kısa ve orta erimde görece mümkün olmadığı söylenebilirse de Orta Asya ülkelerinin kutuplaşmaya gitmeden ulusal birlik ve beraberliklerini geliştirmeleri daha yerinde olacaktır. Ancak bunu sağlamak onlar için çok zor olacaktır. Eğer dünya çok kutuplu bir yöne doğru eviriliyorsa bu Orta Asya ülkeleri için nasıl sonuçlar doğurabilecektir? Yine de bunları bize tam anlamıyla zaman gösterecektir. 1048 “Moskova bütün dengeleri altüst etti” , 22 Ağustos 2008, Radikal Gazetesi, s.10 870 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ KAYNAKÇA Abdul Shskoor, (1995): “Orta Asya: Amerika’nın Çıkar Algılaması ve Güvenlik Politikaları”, Avrasya Etüdleri, TİKA, Yaz, sayı 2. Ahmet Raşid(2006): Taliban: İslamiyet, Petrol ve Orta Asya’da Yeni Büyük Oyun, Çev. Osman Akınhay, İstanbul, Agora Kitaplığı . Ali Külebi, “Özbekistan’da Hukuki Reform Çalışmaları”, http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=598&sayfa=37, Erişim Tarihi (31.07.2006). Atay Akdevelioğlu (2004): “İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Asya ve Azerbaycan Politikası”, Uluslararası İlişkiler- Akademik Dergi, Cilt 1, Sayı2, Bahar 2004, (129159). Barış Adıbelli,(16 Haziran 2008): “Medvedev Mirası Üstlendi “, Cumhuriyet Strateji Eki, Yıl 4-Sayı 207. Bekir Günay (1998), “Yer altı Zengini, Yer Üstü Fakiri: Türkmenistan” , Türk Cumhuriyetleri ve Petrol Boru Hatları, Der. Alaeddin Yalçınkaya, İstanbul, Bağlam Yayınları, (39-55). Cengiz Erişen, (2004) :” Rusya Federasyonunda Ulusal güvenlik Yaklaşımı ve Askeri Doktrinler” , Değişen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan Büyükakıncı, Ankara, Phoenix Yayınları,( 165-194). Durdy Saparow (2003): “Türkmenistan’ın Dış Siyaseti: Sürekli Tarafsızlık”, Avrasya Etütleri, TİKA, Sayı:24, İlkbahar-Yaz 2003, (81-90). Elnur Hasan Mikail ( 2008): Putin Dönemi Rusya, İstanbul, IQ Yayıncılık. Emre İşeri (2006): “Amerika’nın Soğuk Savaş Sonrası Büyük Stratejisi, Avrasya Heartland’ında Petrol ve Boru Hatları Jeopolitiği”, Geçmişten Günümüze Orta Asya ve Kafkasya, (Der): Yelda Demirağ ve Cem Karadeli, Ankara, Palme Yayıncılık,(49-64). Erhan Büyükakıncı ( 2004):” Vladimir Putin Dönemi rus dış Politikasına Bir Bakış”, Değişen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan Büyükakıncı, Ankara, Phoenix Yayınları, ( 137-164). Ertan Efegil(2000): “Washington’un Hazar Havzası Politikası ve Türkiye”, Avrasya Dosyası, Cilt:6 Sayı: 2, ASAM, Ankara, (187-202). Fırat Purtaş (2005): Bağımsız Devletler Topluluğu, Ankara, Platin Yayınları. Fırat Purtaş (2006): "Avrasya'daki 'Yeni Büyük Oyun' Bağlamında Hindistan'ın Orta Asya Politikası", Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Cilt1, Sayı 2,(56–77). Ferhat Pirinçi (2008): “Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Orta Asya Projesi: Beklentiler ve Gerçeklikler”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 63, Sayı:1,Ankara, (207–235). 871 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Giray Saynur Bozkurt (2006): “Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da Kadife Devrimler”-Özel Dosya, ;Özel Dosya, Jeopolitik Dergisi, , Nisan, Sayı 27, (.89-100) Giray Saynur Bozkurt (2007): “ABD ve AB Ekseninde Vladimir Putin Dönemi Rus Dış Politikasına Bakış”, 21. Yüzyılda Rusya, AB ve Türkiye’den Yansımalar, Der. Oğuz Kaymakçı, İstanbul, Türkmen Kitabevi, , (.65-92). Gökçen Oğan, “Kırgızistan Devlet Başkanı Bakiyev Türkiye’de”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1126&kat1=51&kat2= ,Erişim Tarihi (09.0l.2006). Gökçen Oğan, “ Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları Zirvesi Toplanıyor”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2519&kat1=7&kat2=,Erişim Tarihi (28. 08. 2008). Graham Fuller (1995): “Orta Asya’da İki Rakip: İran ve Türkiye”, Strateji, Ankara, -I, (173-188). Graham Fuller ( 2000): “Türkiye’nin Yeni Doğu Politikası”, Balkanlardan Batı Çine Türkiye’nin Yeni Jeopolitik Konumu, Der. Ian.O. Lesser ve Graham E. Fuller, Çev. Meral Gönenç, İstanbul, Alfa Yayınları. Haktan Birsel (2005): Gizli Çember ve Özbekistan, İstanbul IQ Yayıncılık. Haktan Birsel (2006): Orta Asya Jeopolitiği, İstanbul, IQ Yayıncılık. “Hindistan'ın nükleer programı masada”, http:// www.bbc.turkish.com , Erişim Tarihi (22.08.2008) . http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1569&kat1=1&kat2=, Erişim Tarihi (15.07.2008). http://www.cnnturk.com/HaberDetay/Ekonomi/4/Dunya/598/Hindistan_ekonomisinin_ b, Erişim Tarihi (15.07.2008). http://www.haberler.com/orta-asya-turuna-cikan-abd-disisleri-bakan-haberi,Erişim Tarihi (29 Mayıs 2008) . http://www.sonsayfa.com/Haberler-Rusya-5-kirmizi-cizgi-belirledi-82182.html, Erişim Tarihi (05.09.2008). http://ulusalkanal.com.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=8905&Itemid =4,Erişim Tarihi (03.09.2008). http://www.tsk.mil.tr/diger_konular/putin_konusma.html,Erişim Tarihi (13.08.2008) Kemal Karpat (2003): Türkiye ve Orta Asya, Çev.Hakan Gür,Ankara, İmge Yayınları. Kırgızistan Ülke Raporu, TİKA, www.tika.gov.tr, Erişim Tarihi (20.08. 2008) Mehmet Saray (1996) : Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. 872 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Mehmet Öğütçü : (2Mayıs 2008): “Herhalde Uzaylılar Gelip Yapacak “,Dünya Gazetesi Mehmet Seyfettin Erol( 2000): “Türkiye ile Bağımsız Türk Cumhuriyetleri Arasındaki Entegrasyona Doğru Başlıca Engeller ve Çözüm Önerileri”, Avrasya Etütleri, Sonbahar-Kış, Sayı 18 ( 71-90). Mikhail L. Titarenko :“Russia and China:Partners For Peace “, www.cianet.org/wa/waoct101d.html, Erişim tarihi: 06.05.2002 Mustafa Aydın (2005): “Eski Dünya’dan Yeni Dünya’ya Türkiye’nin Dış İlişkileri”, Panorama, Haziran sayısı, No:13 Mustafa Kibaroğlu,( 28.05.2002): “Rusya'da Tarihi Anlaşma”, Radikal Gazetesi. Natalya Ulçenko(2003): “Rusya ve Türkiye’nin Stratejik Güvenliğinin Sağlanmasında Enerji Hammaddeleri İhracat ve İthalatın Rolü”, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya Politik Ekonomik Kültürel İlişkiler, Der. Gülten Kazgan- Natalya Ulçenko, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Nejat Eslen ( 1 Eylül 2008): “Çok kutuplu Düzene Doğru “ Cumhuriyet Strateji Eki, Yıl:5,Sayı 18. Neziha Musaoğlu, (2008): “Avrasyacılığın Rus ve Türk(Kazak) Versiyonları ile Türkiye’de Avrasyacılığın Jeopolitik Ortak Paydası: “Türk Dünyası” ,Trakya Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Edirne, Cilt 10,No:1 Oleg Kolobov ve Aleksadr Kornilov ve Fatih Özbay, (2006): Çağdaş Türk-Rus İlişkileri: Sorunlar ve İşbirliği Alanları–1992-2005,” İstanbul, TASAM Yayınları. Oktay Karakurt ve Kenan Mehmet Ekici : “Avrasya’ da Yeni Nüfuz Yarışı: Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ ne Karşı Büyük Ortadoğu Projesi (Bop)”Polis Dergisi ,http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/45/web/makaleler/Oktay_KARAKURT_ Kenan_Mehmet_EKICI.htm , Erişim Tarihi :( 19.05.2008) Oliver Roy (2005): Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, Çev. Mehmet Moralı, İstanbul, Metis Yayınevi. Oktay Tanrısever ( 2005): “Rusya Federasyonu’nun Orta Asya – Kafkasya Politikası: “Yakın Çevre” Doktrinin İflası”, Küresel Politikada Orta Asya, Der: Mustafa Aydın, Ankara, Nobel Yayınları, ( 43-68). Osman Metin Öztürk ( 2007): Amerika Çökerken Yeni Kutuplaşma, Ankara, Fark yayınları. TUSİAD (15Ağustos 2008): ”Uluslararası Kurumlarda ve Türkiye’de Çin bağlantılı Gelişmeler” , Sayı 7. Turgut Demirtepe, “Orta Asya’da İstikrarsızlığın Kaynağı Olarak İnsani Gelişim Üzerinde Gerileme”, http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?type=4&id=242, Erişim Tarihi (15.05.2008). Sanobar Şermatova (7 Temmuz 2008): “ Moskova’nın Orta Asya Yönelimi “,Çev. Deniz Berktay, Cumhuriyet Gazetesi. ( RİA NOVASTİ-1Haziran 2008). 873 II. ULUSLARARASI SOSYAL BİLİMCİLER KONGRESİ Sibel Turan ( 2007), “Türkiye’de Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine İlişkin Öngörüler Üzerine İnceleme, SSCB Sonrası Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Değişim, I. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, C.I, Kocaeli, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Yayınları ( 786-813) . Şatlık Amanov (2007): ABD’nin Orta Asya Politikası, İstanbul, Gökkubbe Yayınları Vugar İmanov (2006): “Rus Dış Politikasında Türk Cumhuriyetleri: Eski Sovyet Yandaşları, Yeni Avrasyacı Kardeşler”, SSCB Sonrası Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Değişim, I. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, C.I, Kocaeli, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Yayınları (297315). Utku Yapıcı (2004): Küresel Süreçte Türk Dış Politikasının Yeni Açılımları: Orta Asya ve Kafkasya, İstanbul, Otopsi Yayınları. William Hale (2003): Türk Dış Politikası -1774-2000, Çev. Petek Demir, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Yılmaz Paklar, “Füze Kalkanı Bunalımı”, http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1569&kat1=1&kat2=Erişim Tarihi (30.05. 2007). Zgibniev Brzezinski (1998): Büyük Satranç Tahtası- Amerikan’ın Önceliği ve Bunun Stratejik Gerekleri, Çev. Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık, İstanbul, Sabah Kitapları. Zgibniev Brzezinski (2005): Tercih : Küresel Hakimiyet mi ? Küresel Liderlik mi? , Çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılap.
© Copyright 2024 Paperzz