ATAUM e-bülten Yıl 7 - Sayı 73 Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Avrupa Gündemi... KASIM 2014 Fransa Tartışıyor ‘Aile' Nedir, Kimlerden Oluşur Manif Pour Tous (Herkes için Protesto) hareketi, aynı cinsiyetten olanların kanunen evlenebilmelerine, eşcinsellerin taşıyıcı annelik veya yapay döllenme yollarıyla çocuk sahibi olabilmesine ve Fransa’da bu yıl resmen başlayan “Cinsiyet Teorisi” dersine Paris başta çeşitli kentlerdeki yürüyüşlerle karşı çıkıyor. “Tanrı'nın kadınla erkeği birbirleri için yarattığını" düşünen ve söz konusu yasal düzenlemelerin “aile kurumuna darbe vuracağı”nı öne sürenler karşısında eşcinsel hakları savunucusu “All Out” derneği de oldukça net: “Eşitliğe karşı çıkanların tek tip bir aile modeli var. Oysa farklı düşünenler olduğu gibi bugün aile için de artık tek bir kriter var, o da sevgi.” ANONİM ANNE-ANONİM BABA Betül DİNLER Fransa’da Ekim’in ilk haftasında binlerce kişi sokağa çıktı. Manif pour Tous (Herkes için Protesto) hareketinin öncülüğünü yaptığı gösterilerin gerekçesi, taşıyıcı annelik veya yapay döllenmeyi, lezbiyen çiftler için tüp bebek uygulamasını ve 2014-2015 eğitim dönemi itibariyle resmi olarak uygulanmaya başlayan “Cinsiyet Teorisi” eğitim sistemini eleştirmekti. Geleneksel aile değerlerini savundular. Paris’te gerçekleşen yürüyüşe katılımcılara göre 500 bin, polise göre 70 bin, Bordeaux’daki yürüyüşeyse katılımcılara göre 30 bin, polise göre 7 bin 500 kişi katıldı. Protestocular ellerinde mavi ve pembe bayraklarla yürüdü ve endişelerini “Taşıyıcı anneliğe hayır” ve “Kadın bebek makinesi değildir” pankartlarıyla dile getirdi. (devamı 3. sayfada) Britanya'da AİHS Tartışmaları Yunanlıların Evlilik Merasimi Avrupa’nın İslamofobiyle İmtihanı Af Örgütü Ukrayna Raporu Yasemin KARADAĞ sayfa 4-5 Christos TEAZIS sayfa 6 Damla ÜNSEVER sayfa 7 Elâ BİLGEN sayfa 8 Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP! Belgrad’da Olaylı Maç Ukrayna’nın Seçimi Mühdan SAĞLAM sayfa 9 H. Kardelen IŞIK sayfa 10-11 Emre YÜKSEL sayfa 14-15 üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected] Portre: Michael Collins Recep Ersel ERGE sayfa 17-18 2 Pardon, Çöpünüz Var Mı? Aygün KARLI KASIM 2014 ATAUM e-bülten Pardon, Çöpünüz Var Mı? Aygün KARLI Yenilenebilir enerji uygulamalarında hem zihniyet hem de uygulama bazında başı çeken İskandinav Yarımadası ülkelerinden biri olan İsveç, özellikle çöpten enerji üretiminde ilgiyi üzerine çekmeye ve insanları şaşırtmaya devam ediyor. Örneğin İsveç, 250 binin üzerinde evin ısınma ve elektrik ihtiyacını çöpten açığa çıkardığı enerjiyle karşılıyor. Öyle ki, Avrupa İstatistik Ofisi’nin bilgile- rine göre İsveç’te evlerden çıkan çöpün yalnızca yüzde 1’i çöplüklerde kalıyor. Geri kalan yüzde 99’luk kısımsa ya geri dönüşüme uğruyor ya da gübre olarak kullanılıyor. Güç santrallerinin büyük çoğunluğuysa çıkan çöpleri yakıt olarak kullanıyor. Bu şekilde bir sınıflandırma da öncelikle bu ayırma işleminin ev ler den baş la ma sıy la oluşuyor. lerden kurtarmaya girişmiş. Üstelik Norveç çöplerini dönüştürmesi için İsveç’e para da ödüyor. İsveç de bu enerjiyi ısı ve elektriğe dönüştürüyor. Devletin bütünüyle çevreci olmadığının göstergeleriyse çok açık. Ülke bünyesinde on adet aktif reaktör ve bir adet nükleer santral bulunmakta. Bu da ülkenin enerji ihtiyacının yarısından fazlasının nükleer enerjiyle karşılandığının göstergesi. Son zamanlarda toplumun da baskısıyla bu reaktörleri kapatmaya yönelik bir eğilim sergilenmekte aslında. Her şeyi bir kenara bırakırsak İskandinav ülkeleri ve özellikle İsveç’in son yıllarda yaptıkları yatırımlarla geri dönüşüm ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına önem verdiği açık. Devlet büyük destek veriyor Elbette devletin bütünüyle çevreci olduğunu söylemek güç. Ancak devlet birçok yere çöp tesisi kurarak hem çöp gibi büyük bir sıkıntıdan kurtuluyor hem de ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyor. Nitekim İsveç gibi ortalamaların altında sıcaklık değerlerine sahip bir bölgenin önemli bir kısmının ısınma ihtiyacı çöpler sayesinde karşılanıyor. Bu enerjiyi çöpleri yakarak ortaya çıkarıyorlar. Fakat sanılanın aksine yapılan bu yakma işlemi sonunda ortaya çıkan gazlar teknolojinin de yardımıyla iyi biçimde soğuruluyor. Öyle ki, İsveç karbondioksit açığa çıkaran ülkeler sıralamasında alt basamaklarda yer alıyor. İsveç, son zamanlardaysa, ülkenin artan çöp ihtiyacı neticesinde Norveç’in çöplerini de belirli bir miktar karşılığında almaya başlamış, yani İskandinav coğrafyasını çöp- Temiz enerji bilinçli toplumla mümkün Devletlerin herhangi bir yeniliğe katkısı elbette önemli. Fakat asıl önemli olan bu yeniliğe ve değişikliğe toplumun verdiği reaksiyon olsa gerek. İsveç’te ve diğer İskandinav ülkelerinde çevreci bilinç oldukça gelişmiş durumda. İnsanlar yaşam alan- larının ve bulundukları coğrafyanın tahrip edilmesine ve kaynakların hoyratça kullanılmasına karşı son yıllarda yoğun önlemler alıyor. Hükümetlerin çevresel politikalarının belirlemesinde de temel etkenlerden biri toplum baskısı. Baskıdan ziyade İs- veç’te çöp enerjisinin var olabilmesi için toplum elinden geleni yapıyor. Nitekim ülkede ayrışmayan çöp yok denecek kadar az. Tüm insanlar, çöpleri organik atık veya diğer atıklar olarak ayırıp belirlenmiş yerlere atıyor ve böylelikle çöplerin ayrıl- ması için uzun bir zaman kaybı gerekmiyor. Üstelik atılan çöpler yıkanmadan atılmıyor. Çöplerin temiz ve geri dönüştürülebilir bir şekilde belirli yerlere atılması, bu işe ne kadar önem verildiğini de gösteriyor. ekolojik sorunların çözümü için yüzde 5-10 oranında bir vergi artışına sıcak baktığını söylüyor. Bu bilincin elbette ekonomik gelirle doğrudan bir bağıntısı olsa da “gelişmiş” ülkelerin son yıllarda ekolojik meselelere eğilmesi umut verici. Özellikle toplumsal anlamdaki bu geliş- menin dünyanın gelecek kaygılarına ışık tuttuğunu düşünenler de çoğunlukta. Ulrich Beck’in sözüyse bu gelişmelerin ne denli önemli olduğunu özetliyor: “Yoksulluk hiyerarşik, kirli hava tabakası demokratiktir.” Bölgede genel bir bilinç var. İsveç’in çöp enerjisinin yanı sıra komşu ülkelerle de ortak bir bilinci söz konusu. Geçtiğimiz haftalarda İsveç’in yeni başbakanı Stefan Lövfen ile Finlandiya Başbakanı Alexander Stubb bir araya gelerek bölgedeki ekolojik sorunları tartıştı. Karbondioksit emisyonunun artışı üzerine konuşan iki başbakan, bunun azaltılması için ekonomik olarak birbirlerine destek sözü verdi. Finlandiya son zamanlarda düşen ekonomisine rağmen ekoloji konusuna oldukça önem veriyor. Fin halkının nabzını yoklayan Fin gazetecileriyse halkın büyük çoğunluğunun 10 ATAUM KASIM 2014 e-bülten Yürüyüşü organize eden tılanlar, bu yöntemlerle çoManif Pour Tous, 2012’de, cuk sahibi olmanın “aile ku“Marriage Pour Tous” (He- rumuna darbe vuracağı” görkes için Evlilik) yasasına kar- rüşünde. Bu durum bir gösşı kurulmuştu. Aslında geçen tericinin tepkisinde açıkça göyıl Fransa’da aynı cinsten ki- rülüyor: “Tanrı kadın ve erşilerin evliliğine karşı doğdu- keği birbirleri için yarattı.” ğunu söyleyebiliriz. Manif Po- 2013-2014 eğitim döneminur Tous hareketi bu konuyla il- de Fransa’da 200 civarı ilkogili 4.1 milyon kişiyi sokağa kulda pilot olarak uygulanan dökmüştü. Malum, Mayıs “Cinsiyet Teorisi’’ eğitim 2013 itibariyle Fransa’da sistemiyse, bu eğitim yılında aynı cinsiyetten olan bireyler resmen yürürlüğe girdi. Bu kanunen evlenebilme hakkı- sistem, çocuklara ilkokul itina kavuştu. Fransa bu konu- bariyle, her ne kadar doğuşda dünyada 14. ülke. Manif tan biyolojik olarak cinsiyet Pour Tous, buna rağmen eş- farklılıkları olsa da, cinsiyet cinsel çiftleri rahat bırakma- kimliklerinin ve bunların yaya niyetli değil. Protesto et- rattığı farklılıkların toplum tatikleri de eşcinsel bireylerin rafından yapılandırıldığını taşıyıcı annelik veya yapay öğretiyor. Gerekçesine göre, döllenme yollarıyla çocuk sa- çocuklar bu sistem sayesinde hibi olabilmeleri ve Fransa’ cinsiyet rolleri altından ezilda 2014-2015 eğitim yılı iti- meden, istedikleri bireyler bariyle resmi olarak uygu- olabilme özgürlüğüne erişelanmaya başlayan “Cinsiyet cek. Fakat “Manif Pour Tous” Teorisi” eğitimi. Gösteriye ka- tabii ki buna da karşı. İnsan- ların doğuş itibariyle erkek veya dişi olduklarına, erkeğin ve dişinin belirli rolleri olduğuna ve devletin bu rolleri manipüle etmeye çalıştığına inanıyorlar. Bu eğitim sistemi yüzünden çocuklarının eşcinsel olmasından korkan ebeveynlerin olduğunu düşünüyorlar. 80’lerde gelişim gösteren başkası adına hamilelik (Gestation pour autrui), yapay döllenme, tüp bebek gibi yöntemler, cinsel ilişkiye bile gerek kalmadan kadın döl hücresiyle erkeğinkini uygun ortamda buluşturmayı olanaklı kılıyor. Günümüzdeyse, yapay ortamda gerçekleştirilen döllenmenin çiçek vermesi için rahme olan talep yükselişte. Taşıyıcı annelik yöntemiyle başkasının rahmini dokuz ay on günlüğüne “kiralamak” mümkün. Ancak Fransız Medeni Kanun’ ‘Aile' Nedir, Kimlerden Oluşur Betül DİNLER un 16/7 maddesine göre “başkası adına üreme veya gebeliği içeren her türlü sözleşme geçersizdir.” Fransa’ da yasalar, çocukları olmayan veya çocuğuna genetik bir hastalık geçirme riski bulunan çiftlere yapay döllenme hakkı veriyor. Ülkede “taşıyıcı annelik” yasak. Paris İstinaf Mahkemesi’yse konuyla ilgili bir ilki gerçekleştirdi. Mahkeme verdiği kararla, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bu yöntemle 2000’ de ikiz çocuk sahibi olan bir Fransız çiftin ebeveynlik niteliğini 25 Ekim 2007’de tanıdı. Meclisteki bazı milletvekilleri de eşcinsel çiftlerin, yapay döllenme ve “taşıyıcı anne” uygulamasıyla çocuk sahibi olmalarına izin verilmesini sağlayacak önergenin getirilmesini istiyor. Evetlere karşı yükselen hayırlar Strazburg Üniversite Hastanesi Jinekoloji Bölümü Doğum Hekimliği Baş ka nı Israël Nisand, yasağın “bazı durumlar” karşısında kaldırılmasının olumlu olacağı görüşünde. Örneğin genç yaşta rahmini kaybeden, ciddi şekilde şekil bozukluklarına uğramış bir rahme sahip olan ya da rahmini tamimiyle aldırmış kadınlarda taşıyıcı annelik çocuk sahibi olmak için çözüm olabilir. Önemle vurgulanan nokta, taşıyıcı annenin rahmini yumurtlama değil, taşıma konusunda /amacıyla “ödünç vermesi”. Eşcinsel haklarını savunan “All Out” derneği sözcüsü Guillaume Bonnet’se olaya kendi perspektifinden bakıyor: “Eşitliğe karşı çıkanlar tek tip bir aile modeli olduğunu savunuyor. Bunun dışında kalanlarıysa soyutluyor. Biz ve bizim gibi düşünen Fransız ailelerinin çoğunluğuysa bu modele uygun olmadığımızı gösteriyoruz. Bugün artık aile için tek bir kriter var, o da sevgi.” Yöntemin tartışılan bir diğer boyutuysa, “kadın karnının metalaştırılması”yla ortaya çıkan “ürün çocuk”. Senato Çalışma Grubu tarafından görüşü alınan filozof Sylvaine Agacinski, ABD’de “womb for rent” (kiralık rahim) olarak da betimlenen yönteme, “Çocuk, ipso facto (fiilen) bir mal haline getiriliyor” diyerek isyan ediyor. Diğer tarafa göreyse, tersten okuma da mümkün: “Arzulanan, tasarlanan, taşınan, beslenen ve sevilen çocuk” olarak dünyaya gelmek. Fransa’da gerçekleşen yürüyüşte bir gösterici bu düşüncelere paralel olarak kaygısını dile getirmişti: “Bundan bir sonraki aşamada çocukları mağazaların raflarına koyacaklar ve içlerinden istediğimizi seçeceğiz.” Bir diğer göstericiyse bu yöntemi modern kölelik olarak görüyordu. Her sene taşıyıcı annelik yoluna başvuran Fransız ailelerinin sayısı 300 ilâ 400 civarında. Yöntemin Fransa’da yasak olması, “doğurma turiz-mi” olarak tabir edebileceğimiz şekilde ailelerin taşıyıcı anne bulmak adına yurtdışında arayışa girmelerine neden oluyor. Taşıyıcı anneliğin yasaklanmadığı ülkelerde çalışan doktorlar, çiftlerin hangi ülkenin vatandaşı olduğuna veya hangi ülkede yaşadığına bakmaksızın, mesleğini icra ettiği devletin hukukunu uyguluyor ve taşıyıcı annelik işlemlerini gerçekleştiriyor. La Haye Milletlerarası Hukuk Konferansları Daimi Bürosu, çocukların ve kadınların satışını önleyecek, uluslararası taşıyıcı annelik ilişkisine yüksek standartlar koyabilecek ve taşıyıcı annelik konusunda ülkelerarası işbirliğini sağlayan uluslararası bir sözleşme hazırlığında. Taşıyıcı anneliğe izin verilen ülkelerde, taşıdığı çocuğu vermek istemeyen hatta onu kaçıran taşıyıcı annelere, taşıyıcı annelik sözleşmesi im- 'Annesi'yle evlendi! Mahkemenin son sözü söylediği diğer bir olaysa, yine Ekim’in ilk haftası hukuken üvey altsoy-üstsoyla evlenmenin yasak olduğu Fransa’da bir kişinin üvey annesiyle evlenmesini meşrulaştıran mahkeme kararının alınmasıyla gerçekleşti. 45 yaşındaki Eric Holder, 1 ay süren hu- zalandıktan ve gebelik gerçekleştikten sonra bu yolla çocuk sahibi olmaktan vazgeçen veya doğum gerçekleştikten sonra hasta doğduğu için veya diğer herhangi bir sebeple çocuğu almak istemeyen çiftlere sıklıkla rastlanıyor. Doğan çocuğu kendi ülkelerine götürememeleri, götürseler bile hukuken ebeveyn olarak kabul edilmemeleri, çocuğun vatansız ve ebeveynsiz kalması, taşıyıcı annelik yöntemine başvuran çiftle doğan çocuk arasındaki soy bağını reddetme gibi sorunlarsa “Manif Pour Tous” hareketinin elini güçlendiren deneyimler. Taşıyıcı annelik bir türlü engellenemediğinden, yasaklanmış ülkelerde dahi bir hukuksal çözüm bulunması gerektiği açık. Nitekim bu türden devletler, taşıyıcı annelik yoluyla çocuk sahibi olanların çocukla soy bağını kurmak için bu “olay”ı doğum öncesi evlat edinme gibi kabul ederek yasal zemine oturtmaya çalışıyor. Evlat edinme statüsüyle çocukla soy bağı kurulduğunda, biyolojik anne veya genetik anne ve genetik babayla evlenme yasağı kadar birbirlerine mirasçılık hakkı gibi konular da açıklık kazanıyor. Aslında konuya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de müdahil oldu. Şöyle ki, 26 Haziran 2014'te açıkladığı Menesson v Fransa ve Lebassee v Fransa kararlarıyla taşıyıcı anne prosedürünün hukuken kabul edildiği ülkelerde bu yöntemle doğan çocuk ve ebeveynleri arasında oluşan ilişkinin taşıyıcı anne sözleşmelerinin yasak olduğu Fransa'da nüfusta tanınmamasının çocuğun Sözleşme'nin 8. maddesi altında korunan özel hayatına saygı gösterilmesi hakkının ihlali olduğuna hükmetti. kuk savaşından sonra babasının daha önceki eşi 48 yaşındaki Elisabeth Lorentz’le evlendi. Düğünlerini Metz kenti yakınlarındaki Dabo kö- yünde yaptılar. Damadın babasına (yani müstakbel karısının eski kocasına) da düğün yapılacağı haberi verildi. 3 4 Britanya'da AİHS Tartışmaları Yasemin KARADAĞ KASIM 2014 ATAUM e-bülten Britanya'da AİHS Tartışmaları Yasemin KARADAĞ Birleşik Krallık’ta sular bir türlü durulmuyor. Adalet Bakanı Chris Grayling’in “AİHM Birleşik Krallık’ı daha iyi bir ülke yapmadı” ya da David Cameron’ın “AİHM ‘önemsiz’ iddialardan oluşan dava yığınının altında kalan bir mahkemeye dönüşme riski altında. Bu nedenle Britanya’ yı korumak için AİHS’e taraf olmaktan çekilebiliriz” sözlerinden yaklaşık bir yıl sonra Muhafazakâr Parti bu yolda kritik bir adım attı. 2015 genel seçimleri için Grayling’in hazırladığı ve Birleşik Krallık’ ta insan haklarının korunmasına ilişkin oldukça radikal değişikliklerin yer aldığı “Protecting Human Rights in the UK- The Conservatives’ Proposals For Changing Britain’s Human Rights Law” adlı sekiz sayfalık strateji belgesi, Ekim başında yayınlandı. Metnin yayınlanmasının ardından ortaya çıkan ateşli tartışmalar şöyle dursun, öncelikle Muhafazakârlar 2015 seçimlerinden zaferle çıkmaları halinde insan hakları alanında neler vadediyorlar, bakmak gerek. Son yirmi yılda Birleşik Krallık’ta insan haklarının korunması hususunda toplumun güvenini sarsacak önemli gelişmelerin yaşandığına dikkat çekilen metinde, bu alanda değişimin zorunlu olduğu belirtiliyor. Bu doğrultuda, Muhafazakârların öngördüğü değişiklikler yeni olma mak la bir lik te, tüm Avrupa’yı etkileyecek nitelikte. Muhafazakârlar önümüzdeki Mayıs’ta seçimi kazan- maları halinde, AİHM’in Bir- üyeliğinden ayrılacak. leşik Krallık Yüksek Mahke- Ne var ki, belgede öngörümesi üzerinde daha fazla len değişiklikler bu kadarla sıbağlayıcı etkiye sahip ola- nırlı değil. Muhafazakâr Parti mayacağını ve Birleşik Kral- iktidara geldiği takdirde “İşçi lık iç hukukunda değişiklik ya- Partisi’nin” İnsan Hakları pılmasına karar vereme- Yasası’nı (Human Rights Act) yeceğini söylüyor. Ayrıca da yürürlükten kaldıracak. AİHM yalnızca “danışma AİHS’in hazırlanmasına çok organı” olarak kabul edile- önemli katkılarda bulunmuş cek. Öte yandan, Sözleşme ve sonrasında antlaşma hütarafı devletler, Sözleşme’nin kümlerini iç hukukunda uy46 (1). maddesi uyarınca, ta- gulayan Birleşik Krallık, raf oldukları davalarda Mah- 1998’e kadar Sözleşme’yi iç keme’nin verdiği kesinleşmiş hukukunun bir parçası halikararlara uymayı taahhüt et- ne getirmemişti. On sekiz yılmekte. Buna göre, Muhafa- lık Muhafazakâr Parti iktidaza kâr la rın bu ö ne ri le ri rını sona erdiren 1997 genel Sözleşme’nin ihlali anlamına seçimiyle İşçi Partisi iktidara gelirken, metinde ilgili mad- gelmiş, 1998’de İnsan Hakdeye herhangi bir şekilde ları Yasası’nı hazırlamış ve değinilmemekte. Bunun ye- bu yasa 2000’de de yürürlürine metinde, gerçekleşecek ğe girmişti. Bu yasanın temel değişikliklerle birlikte, Birle- amaçlarından birisiyse, AİHS şik Krallık’ın Avrupa Konseyi ’in İngiliz iç hukukunun tam üyesi olarak AİHS’e taraf ül- bir parçası olmamasının yake olarak kalmasının arzu- rattığı olumsuzluğu ortadan landığı ve Konsey’in bu deği- kaldırmaktı. Bu yasayla, şiklikleri onaylayacağının İngiliz iç hukukunda korunan umut edildiği söyleniyor. Mu- insan haklarının Sözleşme’ hafazakârların sunduğu tab- de korunan haklarla bağdaloda her iki durumun da ger- şacağı ve İngiliz mahkemeçekleşmesi pek tabii imkâ- lerinin önlerine gelen her dansız. Nitekim Avrupa Konseyi vada Sözleşme haklarını dikde strateji belgesinin yayın- kate alacağı hükme bağlanlanmasının ardından, öneri- dı. Ayrıca Yasa, kamu malerin hiçbirinin AİHM’le k am l a r ı n ın S özleşme’yle uyum içinde olmadığını söy- bağdaşmayan işlem ve eyleyerek söz konusu değişik- lemlerini de yasaklamakta. liklerin Birleşik Krallık Kon- Strateji belgesinde Yasa’nın sey üyesiyken gerçekleşme- pek çok maddesine itiraz sinin mümkün olmayacağını edilmekle birlikte, asıl itiraz belirtti. Ancak metinde bu du- “Birleşik Krallık mahkemeleri ruma karşılık da bir çözüm Sözleşme hükümlerini yobulunmuş. Buna göre, şayet rumlarken AİHM kurallarını Avrupa Konseyi söz konusu göz önünde bulundurur” değişikliklere müsaade et- maddesinin yer aldığı, Yasa’ mezse Birleşik Krallık AİHS nın ikinci kısmına ilişkin. Mu- hafazakârlara göre, Birleşik Krallık mahkemeleri bu madde yüzünden, sık sık, problemli Strazburg içtihadına uygun karar vermek zorunda. Belgede, AİHM’in Sözleşme’ nin yorumlanmasında Sözleşme’nin “yaşayan belge” niteliğine vurgu yaparak zaman içinde etki alanını gereğinden fazla genişlettiğine ve İngiliz iç hukukunun bu durumdan oldukça zarar gördüğüne dikkat çekiliyor. Bu duruma gösterilen örneklerden biriyse, Birleşik Krallık’ın hapishanedeki mahkûmların oy kullanmasını engellemesi nedeniyle AİHS’in 1 No’lu Protokolün 3. maddesinde yer alan serbest seçim hakkını ihlal ettiğine ilişkin AİHM kararı (Firth and Others v. the UK- 12.08.2014). Bu kararın Sözleşme metninden hiçbir şekilde çıkarılamayacağı belirtilirken, Mahkeme ilgili maddeyi oldukça geniş yorumladığı gerekçesiyle eleştirilmekte. Birleşik Krallık’ta insan haklarının korunmasında AİHM’in ve İnsan Hakları Yasası’nın mevcut pozisyonunun “kabul edilemez” olduğunu belirten Muhafazakâr Parti, bahsi geçen değişikliklerin yer aldığı, Britanya Haklar ve Sorumluluklar Yasası’nda (British Bill of Rights and Responsibilities) da AİHS’in iç hukuka uygulanacağını söylüyor. Ancak Sözleşme hükümlerinin orijinal anlamları göz önünde bulundurularak haklar ve sorumluklar arasında denge kurulacak. ATAUM e-bülten KASIM 2014 İnsan hakları mı, UKIP korkusu mu? Birleşik Krallık’ın uluslarara- hes, insan haklarının Muhası insan hakları hukukunun fazakâr Parti’nin umurunda gelişmesinde dönüm noktası olmadığını, onların tek derolan AİHS’den çekilmesi, in- dinin UKIP’e oy kaptırmasan haklarının korunmasın- mak olduğunu söyledi. Geçda en güçlü koruma meka- tiğimiz Mayıs’ta Avrupa Parnizması olan Avrupa mer- lamentosu seçimlerinden de kezli sistemi de terk ettiği an- zaferle çıkan ve İngiltere’nin lamına gelecek. Yanı sıra AB’den çıkması gerektiği fikAB’ye üyeliğin de bir şartı rinin en güçlü savunucusu duolan Avrupa Konsey üyeliğini rumundaki UKIP, gerçekten yerine getirmeyecek olan Bir- de önümüzdeki genel seçimleşik Krallık’ın Birlik üyeliği lerde oylarını artıracağının de tehlikeye girecek. Gerçi, sinyallerini vererek Cametekrar seçilmesi halinde, Bir- ron hükümeti tarafından büleşik Krallık’ın birlik üyeliğini yük bir tehdit olarak görülü2017’de referanduma taşı- yor. Liberal Demokrat Parti yacağını her fırsatta dile ge- Başkanı Tim Farron da geçtitiren David Cameron ve par- ğimiz günlerde partisinin tisi için bu durumun “tehlike” konferansında yaptığı koolarak görüldüğünü iddia et- nuşmada Avrupa Konseyi’ mek güç. Muhafazakâr Parti’ nin kurulmasına ve Sözleşnin yeni önerisine karşılık, ha- me’nin hazırlanmasına önliyle muhalif sesler de olduk- cülük eden Winston Churça fazla. Eski Başsavcı Domi- chill’i hatırlatarak Muhafanic Grieve, Guardian’a ver- zakârların önerisini alaycı bir diği röportajda, önerinin şekilde eleştirdi. Winston “anlamdan yoksun”, “uygu- Churchill, Avrupa’nın bir kulanamaz” olduğunu belirtti. rum etrafında birleşmesi geMuhafazakârların koalisyon rektiğini ilk kez Ekim 1942 ortağı Liberal Demokrat Parti ’de Savaş Kabinesi’nde yapüyeleri de öneriyi eleştirdi. tığı konuşma sırasında dile Parti üyesi, Adalet ve Medeni getirmiş ve sonrasında da AvHaklar Bakanı Simon Hug- rupa Konseyi’nin kurulması- na öncü olmuştu. İşçi Partisi’ nden Sadiq Khan da David Cameron’ın bir kez daha Britanya halkının haklarını ve çıkarlarını korumak yerine UKIP’e karşı güç kazanma telaşına düştüğünü, Muhafazakârların iddiasının aksine, İngiliz mahkemelerinin AİHS hükümlerini yorumlamakta serbest olduğunu ve İnsan Hakları Yasası’nın bu durumu değiştirmediğini dile getirdi. Mayıs 2015’te gerçekleşecek genel seçimi kazandıkları takdirde Muhalefet Partisi Sözleşme’den çekilecek mi, zamanı gelince göreceğiz ama Koalisyon ortağından ve diğer muhalefet partilerden Cameron ve partisine yöneltilen eleştiriler pek de yersiz sayılmaz. 1 Ekim’de partisinin konferansında konuşan Cameron da aşırı Avrupa karşıtı söylemleriyle konuşmasını donattı: “İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sözleşme, saygı duymamız gereken temel hakların yer aldığı bir metin olarak kaleme alınmıştı. Ancak o zamandan bugüne, Sözleşme türlü şekil- Britanya'da AİHS Tartışmaları Yasemin KARADAĞ lerde yorumlanarak pek çok yanlış karar alındı. Terör şüphelisi kişileri ülkemizden çıkarmamızı engelleyen kurallardan sonra şimdi de hapishane mahkûmlarına oy hakkı vermemiz gerektiğine karar verdiler. Üzgünüm, katılmıyoruz. Britanya Parlamentosu mahkûmların böyle bir hakkı olmadığına karar ver di. Bu ül ke Magna Carta’yı kaleme aldı. Birleşik Krallık o zamandan bugüne insan haklarının koruyucusu… Strazburg hâkimlerinin yönlendirmelerine ihtiyacımız yok. Önümüzdeki seçimlerden sonra Muhafazakâr Parti, kendi değerlerimizi korumak için, Yeni Haklar Yasası’nı Parlamento’dan geçirecek ve İnsan Hakları Yasası yürürlükten kalkacak”. Cameron’ın konuşması, İngiliz basınında “UKIP’e karşı oy kaybetmemek için izlenen politikalar” şeklinde yorumlanırken, Huffingtonpost’tan David Morrison da “an antiEuropean dog whistle” yorumuyla Cameron’un konuşmasını ve Parti önerisini sert bir şekilde eleştirdi. 5 6 Yunanlıların Evlilik Merasimi Christos TEAZIS ATAUM KASIM 2014 e-bülten Yunanlıların Evlilik Merasimi Yunanistan’la ilgili önceki yazılarda sıkça vurgulanan bir tespit var. Yunanistan’daki ekonomik krizin sırf mali boyutuna bakacak olursak ormanı görmemiş oluruz. Zira Yunanistan’daki ekonomik kriz, sosyopolitik, sosyoekonomik ve hatta sosyokültürel boyutları olan bir dönüşüme tekabül ediyor. Bu dönüşümün bir boyutu da insanların nerede evlenecekleriyle ilintili. Kriz öncesi, hatta 1980 öncesi, insanların yüzde 95’i kiliseye gidip evleniyorlardı. Niye? Çünkü kilisede evlenmekle, toplum ve özellikle devlet nezdinde bir nevi meşruiyetlerini kazanmış oluyorlardı. Belediyede evlenmek söz konusu bile değildi. Zaman geçti, Yunanistan 1981’de AET’ye tam üye oldu ve PASOK iktidara geldi. O dönemin başbakanı Andreas Papandreou, 1982’ de aile hukukunu, yani yeni medeni kanunu meclisten geçirerek ilk defa belediye nikahını da uygulamaya koydu. Böylece nikahı papazın mı belediye başkanının mı kıyacağına insanlar karar vereceklerdi. Ama yine de çoğunluk kilise nikahını seçiyordu, çünkü her ne kadar belediyede evlenmenin hukuki geçerliliği varsa da, toplum kodları kiliseden yanaydı. Kilisede evlenmeyenlereyse sadece toplumun tarafından yan gözle bakılmakla kalmıyor, kendi aileleri de karşı çıkarak bu durumu “olur mu kilisede evlenmemek?”, “insanlar ne der?”, “dua almadan evlilik bere- ketli olmaz” şeklinde itirazlarla karşılıyorlardı. Yıl 2012 olduğundaysa belediyedeki nikahlar inanılmaz arttı ve 2013’te Kilise’yle aynı seviyeye ulaştı. Neden? Nedenler arasında, belediyede evlenme maliyetinin daha ucuz olması var: Bu nikah, sadece 15 Euro. Kilisede evlenmeninse maliyeti daha fazla, çünkü kilisenin süslemesi ve benzeri maliyetler nedeniyle bu miktarın çok üstünde bir noktaya ulaşılıyor. Dolayısıyla, gençler “duygusal” nedenlerle eskisi gibi kilisedeki evliliğe pek inanmaz oldu. Diyorlar ki, illa kilisede mi evlenmek zorundayız? Zaten bir sürü çift belediyeye bile gitmiyor, sadece “yaşam sözleşmesi” adlı bir sözleşmeyi imzalayıp evli sayılıyor. Niye bunlar oluyor? Bu neyi gösteriyor? Tüm bunlar aslında insanlardaki zihniyet dönüşümünü gösteriyor. Şöyle ki, Yunanistan’daki devlet ve kilise bir üst yapı kurumu olarak toplumdan üstün durumda. Yunanistan AET’ye tam üye olduktan sonraysa yavaş yavaş toplum bir alt yapı unsuru olarak öne çıkmaya başladı ve son iki üç senede de üst yapıyı (devlet ve kilise) belirlemeye başladı. Devlet artık toplumun değerlerine göre hareket ediyor ve kilise yavaş yavaş geleneksel zihniyetinden uzaklaşıp daha rasyonel bir anlayışa bürünmeye başlıyor. Böylece Yunanistan’daki dönüşümün, alt yapı ve üst yapıda eş zamanlı olarak gerçekleştiğini söyle- Christos TEAZIS Christos TEAZIS yebiliriz. Aslında Yunanistan’ın nereye doğru gittiğini Başbakan görevinden istifa etmeden birkaç gün önce Yorgo Papandreou çok açık ve net bir şekilde söylemişti: “Yunanistan Bizans zihniyetinden çıkıp eski Yunan medeniyetinin ruhuna kavuşmak zorunda”. Bakalım… ATAUM e-bülten İletişim Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara Telefon: 0 (312) 362 07 62 Faks: 0 (312) 320 50 61 Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten E-posta: [email protected] Editör: Erdem DENK Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK * Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz. * ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir. * Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir. * Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir. Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Haziran 2014 ATAUM e-bülten KASIM 2014 Avrupa’nın İslamofobiyle İmtihanı Damla ÜNSEVER 7 Avrupa’nın İslamofobiyle İmtihanı Damla ÜNSEVER El Kaide’nin üstlendiği 2004 Madrid ve 2005 Londra saldırılarından sonra Avrupa’da radikal İslam korkusu başladı. Son üç yıldaysa Suriye ve Irak’a savaşmaya giden Batılı gençler Avrupa ülkelerinin radikal İslam’la ilgili endişelerini artırdı. Tam sayı bilinmese de yaklaşık üç bin Avrupalının savaşmaya gittiği tahmin ediliyor ve bunlar “foreign fighters” olarak adlandırılıyor. Yapılan araştırmalara göre savaşmaya gidenler her kesimden insanlardan oluşuyor. Yani sadece yoksul, eğitimsiz ya da işsiz gençler değil, elit olarak tanımlanan ailelerin çocukları da savaşmaya gidenler arasında yer alıyor. En fazla katılımsa Belçika, İtalya, Almanya, Fransa ve İskandinav ülkelerindeki gençler arasından. Aksiyon ve macera arayışı, cihad, din kardeşliği düşüncesi, işsizlik, İslam devleti ideali, kapitalist sistem karşıtlığı... Sebebi ne olursa olsun devletler aileleri, ailelerse devletleri sorumsuzlukla suçlarken Avrupalı gençler arasında radikalleşmenin hızla artarak yayılması Avrupa’da terör eylemlerinin yeniden artmasına dair endişeleri de artırıyor. Gidenlerin çoğu Müslüman gençler olsa da bölgedeki Hristiyanlara yardım etmek isteyen Hristiyan genç nüfus da mevcut. AB, özellikle Irak ve Suriye’ye savaşmaya gidenlerin geri dönmesi ihtimali üzerinde duruyor. Böyle bir durumda askeri eğitim almış, radikalleşmiş ve diğer cihadçılarla bağlantı halinde olacakları tahmin edilen gençlerin kendi ülkelerinde de terör eylemlerine girişe- geçmek için imam sayısının bileceği düşünülüyor. AB te- arttırılmasını önerdi. En fazla rörle mücadele koordinatörü Müslüman nüfusa sahip AvGilles de Kerchove, bu du- rupa ülkelerinden biri olan rum karşısında gerekli ön- Almanya, geçtiğimiz ay salemler alınmadığı takdirde vaşa gitme ihtimali olan vaBel çi ka Ya hu di mü ze si tandaşlarının nüfus cüzdansaldırısı gibi bir olayın tekrar- larına el koyup yerine yurtdılanabileceğini belirtti. Ayrıca şına çıkış olanağı verilmeyen eskiden de Afganistan, So- belgeler vereceğini açıkladı. mali ve Yemen’e savaşmaya Ancak gidenler ve gitme ihtigiden Avrupalıların olduğu- mali olanlar hakkında kesin nu ifade eden Kerchove, bu bilgilere sahip olunmadısefer daha fazla sayıda insa- ğından bu sistemin pek etkili nın gitmesinin Avrupa’da te- olacağı düşünülmüyor. Diğer rör tehdidini arttırdığı görü- taraftan Almanya ve Fransa, şünde. Schengen kurallarının yeniAlınan önlemlere baktığı- den düzenlenmesini de talep mızda, 9 Eylül 2011’de Radi- etti. kalleşme Farkındalık Ağı Ülkelerin aldığı bireysel önoluşturuldu. Bu ağla sosyal iş- lemlerin yanı sıra Avrupa ülçiler, dini liderler, genç siyasi keleri birlikte hareket etme liderler, polis ve araştırmacı- kararı da aldı. Aralarında işlar gibi radikalizmin önlen- birliğini arttırarak bilgi ve tecmesinde kilit rol oynaya- rübe paylaşımı yapmaya başbilecek aktörler bir araya ge- ladılar. Öncelikle gitme ihtitirilerek radikalleşme, şiddet mali olan gençleri tespit edeeylemleri ve teröre karşı top- rek gitmelerini engellemek lumsal bilinç oluşturulması ve gidenleri be lir le mek hedeflendi. İnternetin radi- amaçlandı. Bunun için bazı kal örgütler tarafından bir ülkelerdeki belediyeler ailepropaganda aracı olarak kul- lerden ve okullardan radilanılmasını önlemek için de a- kalleşme eğilimi gösteren dımlar atıldı. Özellikle son şüpheli gençlerin olması dugünlerde IŞİD’in yayınladığı rumunda haber vermelerini görüntü ve videoların tüm istedi. İkincisi, Suriye ve Irak’ dünyada yarattığı etkilerin la sınırı bulunan ve en çok geönüne geçmek, propaganda çiş yapılan ülkeler ve diğer yapmalarını engellemek için savaşanların geldiği ülkelerAB, sosyal medya kurucula- le işbirliği yapılması kararrıyla görüşmelere başladı. Al- laştırıldı. Geçtiğimiz Ekim’de manya hükümeti geçtiğimiz yapılan görüşmede AB’nin Eylül’den itibaren IŞİD terör cihatçıların geri dönmesine örgütüyle ilgili tüm sembol, karşı alacağı önlemler arttıpropoganda ve faaliyetleri rıldı. Sınır kontrollerinin artyasakladı. Ayrıca bazı Müs- tırılmasına karar verildi ve lüman gruplar Belçika, Hol- AB yolcu isim kaydı yönergelanda ve Fransa gibi Müslü- si netleştirildi. Bu yönergeye man nüfusun çoğunlukta ol- göre sınırlarda yolcu bilgileri duğu ülkelerde hapishane- polis tarafından aranan ya lerde radikalleşmenin önüne da şüpheli bulunanların bil- gilerinin de bulunduğu Schengen Bilgi sistemi adı verilen sisteme kaydediliyor. Yani Schengen vizesine sahip olsa da vatandaşların sadece nüfus kimlikleriyle seyahat etmeleri biraz zorlaşıyor. Diğer taraftan Avrupa’da yaşayan Müslümanlar da tedirgin. Her ne kadar IŞİD’in İslam’la alakasının olmadığını belirtseler de, IŞİD ve diğer terör örgütlerinin yayınladığı görüntülerdeki Müslüman algısı gittikçe yayılıyor. Bu durum Müslüman nüfusa karşı önyargıların artmasına sebep oluyor, radikal İslam’ı tehdit olarak gören Avrupa ülkelerinin İslam’a karşı aldığı önlemler terör örgütleriyle alakası olmayanları da etkiliyor. Radikal Müslüman gruplarsa bu kötü, vahşi Müslüman algısını destekler nitelikte. Büyük İslam devleti idealini benimseyen bu gruplardan bazıları Irak ve Suriye’de savaşanların kapitalizme karşı savaştıklarını belirtiyor. Bu tür radikal örgütlerden biri de Belçika’daki en etkili radikal grup olan ve diğer Avrupa ülkelerinde de yaptığı propagandalarla Avrupa’ daki islam korkusunu arttıran Sharia4Belgium grubu. Daha önceleri eşcinsellerin öldürülmesini savunan bu grup, şimdiyse Belçika’da yap tı ğı propogandalarla Müslüman gençleri Suriye ve Irak’ta savaşmaya yöneltiyor. Geçtiğimiz Eylül’de Belçika hükümeti tarafından yargılanan örgüt üyelerinin büyük bir kısmı Irak ve Suriye’ de yaşıyor ve çoğunun ölmüş olabileceği düşünülüyor. 8 Af Örgütü Ukrayna Raporu Elâ BİLGEN KASIM 2014 ATAUM e-bülten Af Örgütü Ukrayna Raporu Elâ BİLGEN Ukrayna’da Kasım 2013’te verileri bugüne kadar hayabaşlayan ve beş ay içinde bir tını kaybedenlerin sayısının iç savaşa dönüşen siyasi kriz, dört bine yaklaştığına, üstebirinci yılını doldurmak üze- lik bu ölümlerin bir kısmının re. Viktor Yanukoviç hükü- da Eylül’de ilan edilen ateşmetinin AB’yle gümrük birli- kese rağmen gerçekleştiğine ğini öngören Genişletilmiş işaret ediyordu. Af Örgütü’ Komşuluk Projesi’ni imzaya nün araştırmasıysa işkence birkaç gün kala askıya aldı- ve kötü muamele, zorla kayğını açıklamasıyla, hüküme- bedilme ve yargısız infazlar tin Rus güdümünde hareket gibi hukuksuzlukları ortaya ettiğini düşünen Batılılaşma çıkardı. yanlısı on binlerce kişi sokak Kırım’ın Rusya tarafından ilgösterilerine başlamıştı. Hü- hak edilmesinin ardından kümet değişikliği, Kırım’ın iş- bölgeden gelen sivillerin kasgali ve Doğu Ukrayna’ya as- ten öldürüldüğü ve yargısız ker sevk edilmesi kutuplaş- infazlar yapıldığı haberleri, mayı arttırmış ve polisin de Nisan’dan itibaren Doğu Uksert müdahalesiyle şiddetli rayna için de duyulur olmuşçatışmaların fitili ateşlen- tu. Başlangıçta Doğu Ukraymişti. Sokak gösterileri ve si- na’daki Donetsk ve Luhansk lahlı çatışmalarla geçen bir yı- Bölgelerinde savaşan ayrılıklın ardından henüz siyasi bir çı güçlere yöneltilen bu iddiuzlaşıya varılamadı. Bu sü- alar, ilerleyen aylarda Kiev reçte ülkenin AB, ABD ve Rus- kontrolündeki güçleri de ya açısından ne denli önemli kapsamaya başlamıştı. Ulusolduğu anlaşıldı ama Ukray- lararası Af Örgütü söz konuna bu önemin bedelini ağır su iddiaları incelemek üzere insan hakları ihlalleriyle geçtiğimiz Ağustos ve Eylül’ ödüyor. Uluslararası Af Ör- de Doğu Ukrayna’ya iki ayrı gütü’nün 20 Ekim’de duyur- misyon düzenledi. Örgüt duğu rapor da bir yandan ih- temsilcileri, insan hakları ve lalleri gözler önüne serer- insancıl hukuka aykırı fiillere ken, diğer yandan insan hak- maruz kalan mağdurlar, larının bu “propaganda mağdur yakınları, görgü savaşı”nda nasıl araçsallaş- tanıkları, yerel yetkililer, sağtırıldığını göstermekte. BM lık görevlileri, her iki taraftan Af Örgütü’nün tavsiyeleri John Dalhuisen, “söz konusu suçlarla ilgili farazi biçimde birbirini suçlamak yerine her iki tarafın da kendi kontrolündeki güçler tarafından yakın mesafeden gerçekleştirilen infazları araştırmaya ve bunların ortadan kaldırılmasına odaklanması gerektiğini” belirtmekte. Uluslararası Af Örgütü ayrıca hem Ukrayna Hükümeti’ne hem de Donetsk ve Luhansk Bölgelerindeki de facto otoritelerle isyancı gruplara kendi kuvvet- leri tarafından gerçekleştirilenler başta olmak üzere hukuksuz öldürme vakalarını tüm yönleriyle ve tarafsız biçimde araştırma ve araştırma sonuçlarını kamuoyuyla paylaşma çağrısında bulunuyor. Ukrayna hükümetinin gönüllü birliklerle diğer hükümet yanlısı kuvvetleri birleştirmesi ve denetim altına alması gerektiği vurgulanırken, her iki tarafın da milis güçlerinin keyfi gözaltı, zorla kaybedilme, işkence, yargı- savaşçılar ve gazetecilerle görüşerek bilgi topladı. İnceleme sonunda hazırlanan rapor, 20 Ekim’de Berlin’de gerçekleştirilen bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu. Raporu sunan Ukrayna Uzmanı Jovanka Worner, eylemlerin boyutunu tespit etmek son derece zor olsa da Rusya yanlısı ayrılıkçılarla Kiev denetimindeki milisler tarafından Doğu Ukrayna’da yargısız infaz ve mezalim uygulandığı konusunda hiçbir şüphelerinin kalmadığını ifade etti. Bununla birlikte iç savaşın bir “propaganda savaşı” halini aldığı ve her iki tarafın da kamuoyuna yanlış bilgiler yaydığı ve gerçekleri abartılı biçimde yansıttığı belirtildi. Gerçekten de Eylül’de Rus medyası, daha önce Kiev kontrolünde bulunan Donetsk Bölgesindeki iki köyde toplu mezarlar bulunduğu, mezarlardaki ceset sayısının 400’ü bulduğu ve işkenceye uğradığı anlaşılan kadın cesetlerine ulaşıldığı haberlerine yer vermişti. Af Örgütü heyeti de bölgede yaptığı incelemede 4 kişinin yargısız infaza uğradığına dair delil- lere ulaştı ancak Örgüt toplu mezarlarla ilgili inandırıcı kanıtlar olmadığını açıkladı. Af Örgütü’nün Avrupa ve Orta Asya Direktörü John Dalhuisen, infazların derinlemesine incelenmesi gerektiğini belirtmekle birlikte Rus yetkililer tarafından yürütülen propaganda savaşına da dikkat çekti. Öte yandan bazı Ukraynalı üst düzey yetkiler de Rus yanlısı ayrılıkçıların Lysychansk’ taki bir hastanede tedavi görmekte olan yaralı üç Ukraynalıyı öldürdüğünü iddia etmişti. Ancak Af Örgütü’nün görüştüğü hastane personelleri bu bilgiyi doğrulamadı. Ayrıca Örgüt’ün raporunda her iki tarafın kontrolündeki bölgelerde bulunan hastanelerde yetkililerin yaralanma ve ölümlerle ilgili kayıt tutmasının önlendiği ya da hukuksuz oluşan yaralanma ve ölümlerin kaza vb. olarak kayıtlara geçirildiği ifade ediliyor. Af Örgütü, başlarına bir şey gelmesinden korkan yetkililerin yasal güvence altında olduklarını hissetmeden kayıtlara güvenilemeyeceği uyarısında bulunuyor. sız infaz ve idam uygulamalarından kaçınmasını sağlamakla yükümlü olduğu ifade ediliyor. Af Örgütü son olarak BM’nin Ukrayna’daki İnsan Haklarını İzleme Misyonu’nun (HRMMU) yetkisini Kasım 2014 sonrasına uzatması gerektiğini, yargısız infaz ve keyfi öldürmeler, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ve cezalar ve keyfi göz altılarla ilgili Özel Raportörlerin bir an önce Ukrayna’ya ziyaret talebinde bulunması gerektiğini belirtmekte. AB ve Ukrayna’da temsilcilikleri bulunan üye devletlereyse Uluslararası İnsancıl Hukuka Uyumun Artırılması için AB Prensipleri çerçevesinde Doğu Ukrayna’da insancıl hukukun uygulanması için Ukrayna Hükümeti’ne destek vermeleri tavsiye ediliyor. ATAUM KASIM 2014 e-bülten Ukrayna’nın Seçimi Mühdan SAĞLAM 9 Ukrayna’nın Seçimi Mühdan SAĞLAM Kasım 2013’ten bu yana istikrarsız günler yaşayan Ukrayna, kaderine şekil vermek için 27 Ekim’de sandık başına gitti. 35 milyon seçmenin oy kullanacağı ve 29 Parti ve blokların yarıştığı seçimde, hem yüzde 5’lik bir seçim barajı uygulandı, hem de bazı bölgeler için dar bölgeli seçim sistemi geçerliydi. Seçimin hemen ertesinde oy sayımına başlanmakla beraber halihazırda oyların yüzde 85’i sayılmış durumda. Seçimleri AB yanlısı Başkan Poroşenko’nun bloğu yüzde 23’lük oyla önde götürüyor. Benzer biçimde Başbakan Arseni Yatsenyuk'un Halk Cephesi Partisi yüzde 21.3 ile oy oranıyla ikinci parti konumunda. Toplam yedi partinin meclise girdiği seçimlerde, Eski Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in muhalif bloğu oyların sadece yüzde 7.6‘sını alabildi. Lviv Valisi Andriy Sadovi'nin başkanlığını yaptığı Samopomoş yüzde 10.81, Oleh Lyaşko'nun başkanlığını yaptığı neoNazi eğilimleriyle bilinen Radikal Parti yüzde 7.52 ve eski Başbakan Yulia Timoşenko'nun liderliğini yaptığı Batkivşçina yüzde 5.81 oy aldı. Aslında Ukrayna’da seçime giden süreç mercek altına aldınığında, seçimden çıkan sonuçların sürpriz olmadığı söylenebilir. Şöyle ki, 2013’ te ülkenin Rusya yanlıları ve AB yanlıları olarak iki kampa ayrılmasının bu seçimlere de yansıdığı görülmekte. Üstelik gerek parlamentoda AB yanlıların baskın olması, gerek devlet Başkanı Poroşenko’nun tutum ve politikaları, seçim sonuçlarına ilişkin farklı bir beklentiyi ortadan kaldırdı. Rakamlara da yansıyan bu sonuçların doğru bir biçimde analiz edilmesi için ülkenin içinden geçtiği siyasi çalkantıya yakından bakmak gerekiyor. Şubat 2014’te Kiev Euromeydan’da toplanan göstericilerin kontrolden çıkması ve art arda ölüm vakalarının yaşanması üzerine eski devlet başkanı Viktor Yanukoviç azledildi. Yakunoviç’in azli siyasi kaosu tırmandırsa da Rada (Ukrayna Parlamentosu) da bu kaotik ortamdan payını aldı. Yakunoviç’in Bölger Partisi ve Komünist Parti milletvekillerine yönelik kaba şiddeti içeren tutumu, bu partilerin meclisten dışlanmasının başlıca sebebi oldu. Komünist Parti, aşırı milliyetçilerin baskıları yüzünden meclis toplantılarına katılamaz noktaya geldi. Üstelik parlamentoda AB yanlılarının baskın statüsü acil bir Rusya’nın tutumu Ukrayna’da bunlar yaşanırken gözlerin çevrildiği diğer bir merkez Moskova oldu. Rusya adına mikrofon başına geçen Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bazı bölgelerde seçimlerin yapılmadığına, üstelik kendilerinin de gözlemci göndermediklerine dikkat çektikten sonra, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıAGİT’in seçim sonuçlarını tanıması durumunda kendilerinin de benzer bir tutum alacaklarını söyledi. Nihayet muhalif parti liderlerinin, milletvekili adaylarının ve bazı partilerin seçim hazırlık sürecinde baskıya uğradığını, sindirildiğini de sözlerine ekleyen Lavrov, yeni de sonuçları tanıdıklarını da ifade etti. Ukrayna’da çıkmaz haline gelen durumun yeni kurulacak hükümetle aşılabileceğini de sözlerine ekleyen Lavrov, şu anda ayrılıkçıların kontrolünde bulunan ve seçimlerin yapılamadığı Doğu Ukrayna’da 2 Kasım’da yapılması planlanan seçimleri tanıyacakları bilgisini de verdi. Ayrıca Lavrov’un bu bölgede ayrı bir seçimin yapılmasının burada özerklik isteyen halkları daha da özgürleştireceğini ifade eden sözleri, Rusya’nın bu seçimleri tertplediğine ilişkin şüpheleri arttırdı. Daha önce de Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı bölgeler Ukrayna’dan ayrılmak için referanduma gitmiş, ancak Rusya bu sonuç- biçimde kurulan hükümetin her yasasının sorunsuz geçmesiyle noktalandı. Parlamentodaki bu tablo karşısında kendisi de AB yanlısı olan halihazırdaki devlet başkanı Poroşenko, parlamentonun meşruiyetini yitirdiğini ifade etmek zorunda kalmış ve meclisi Ekim 2014’te seçim yapılana kadar feshettiğini ilan etmişti. Dolayısıyla yeni bir seçimin tüm ülkeyi kucaklayacağı bir zenginlikte geçmeyeceği parlamentonun feshedildiği gün dahi biliniyordu. Kaldı ki muhalif partilerin bir biçimde parlamentodan çıkarılması, dahası seçim süreci boyunca baskı altında tutulmaları, medyada propaganda yapacak imkânlardan mahrum bırakılmaları da sandıktan çıkan sonucun zeminini yarattı. Nitekim 96 yıldır mecliste koltuk sahibi olan Kominist Parti’nin meclise girememesinin yarattığı şaşkınlık, yaşananların en net göstergesi. Komunist Parti’ye yönelik bu tutumun bir diğer önemli yansıması, neo-Nazi eğilimleriyle bilinen Radikal Parti’ nin gücünü arttırması. Batı Ukrayna’da adeta hükümetle aşırı milliyetçilerin ablukasına alınan Komünistler, ülkenin doğusundaki ayrılıkçı mücadeleye destek olmaya başladı ve bununla kalmayıp Donetsk'de geçtiğimiz haftalarda bir Komünist Parti kurdu.Ukrayna’daki seçimlerde dikkat çeken bir diğer nokta da, katılım oranının düşüklüğüydü. Her ne kadar ülkede 35 milyon seçmen olsa da, halihazırdaki verilere göre katılım oranı yüzde 52.32’ yle sınırlı kaldı. Bunun görünür nedeniyse seçmenlerin partilere olan güvensizliği değil. İlk olarak ülkenin doğusunda yaşanan ve 3 bin 700 kişinin ölümüne neden olan çatışmalar ateşkes koşulları altında düşük bir yoğunlukta devam etse de, bu bölgelerde seçimlerin yapılamadığı, sandık kurulan yerlerdeyse gerek güvenlik gerek ayrılıkçı talepler sebebiyle yaklaşık 3 milyon seçmenin sandığa gitmediği görülüyor. Doğu Ukrayna’daki çatışmalar ülke içinde öyle bir bölünmeye neden olmuş durumda ki, ayrılıkçı liderler kendi bölgelerinde yeni bir seçim yapacaklarını ilan etti bile. Dahası, daha önce 20-25 milletvekili çıkaran ve ağırlıklı olarak Rusya yanlısı bir tutum alan Kırım’ın seçimlere katılmaması da hem katılım oranlarında hem de seçim sonuçlarında etkili oldu. ları tanımamıştı. Sonuç olarak Ukrayna’nın yaklaşık bir yıldır devam eden istikrarsızlığını bir nebze olsun ortadan kaldırmak için meşru bir parlamentoyla yoluna devam etmek isteyen Poroşenko’nun seçim sonuçlarından memnun olduğu açık. Nitekim Ukraynalı lider twitter üzerinden seçim sonuçları kutladı ve daha iyi bir Ukrayna için umutlarının arttığını ifade etti. Bununla beraber, bu seçimin Ukrayna’ nın kaderini iyiye mi götüreceği sorusunun cevabı hala belirsizliğini koruyor. Her ne kadar Poroşenko durumdan memnun olsa da, seçimden dışlanan partilerin durumu, aşırı milliyetçilerin meclisteki yerlerini sağlamlaştırmaları, anayasa reformu beklentisi ve en önemlisi bölünme talebinde bulunan Doğu Ukrayna’da neler olacağı gibi sorulara parlamentonun etkin bir çözüm sunup sunamayacağı henüz bilinmiyor. Üstelik Rusya’nın 2 Kasım seçimlerini tanıyacağını ve bu seçimlerin Doğu Ukrayna’yı daha özgür ve özerk kılacağını ifade etmesi, Kremlin’in Kiev’e karşı alternatif planları ol du ğu nu gös te ri yor. Özetle, Ukrayna yoluna göreli olarak meşru bir parlamentoyla devam edecek olsa da bu parlamentoyu zor günlerin beklediği de söylenebilir. 10 Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP! H. Kardelen IŞIK KASIM 2014 ATAUM e-bülten Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP! H. Kardelen IŞIK “Demokrasinin beşiği” Birleşik Krallık, İskoçya Bağımsızlık Referandumu’nu henüz atlatmışken bir politik depremle daha karşı karşıya. Öyle ki, Londra’ya Mayıs 2014’te gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladığı başarıyla bir nevi erken uyarıda bulunan UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi), artık Westminster’da. İngiltere’nin AB’den çıkması gerektiğini savunan ve yer yer yabancı düşmanlığına hatta ırkçılığa varan göçmen karşıtı söylemleriyle dikkat çeken Nigel Farage liderliğindeki UKIP, tarihinde ilk kez parlamentoda bir sandalye kazandı. Koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan Mu ha fa za kâr Parti’den Clacton temsilcisi Douglas Carswell, geçen Ağustos’ta “partisinin AB politikalarını ciddi bulmadığı gerekçesiyle” istifa etmiş ve UKIP’e geçmişti. Londra’nın kuzeydoğusunda yer alan Clacton bölgesi için yapılan ara seçimlerde UKIP’in adayı olan Carswell, Farage’ın da yakın desteğiyle seçimden açık ara zaferle çıktı. Carswell böylelikle UKIP’in Avam Kamarası’ndaki ilk ve tek milletvekili oldu. UKIP, İşçi Partisi’nin kalesi olarak bilinen Heywood ve Middleton’da yapılan seçimlerdeyse 2010’da yüzde 3’ü zar zor bulan oy oranını yüzde 39’da çıkardı. Bir başka milletvekilinin Muhafazakâr Parti’den UKIP’e geçmesi se be biy le Kasım’da da Rochester ve Stroot bölgesinde ara seçim düzenlenecek. UKIP, Mayıs 2015’te düzen- lenecek genel seçimlerde iktidara gelmese dahi halihazırda ciddi bir değişim sürecinde olan İngiliz siyasetinde önümüzdeki süreçte adından fazlaca söz ettirecek. En olası ihtimal olarak UKIP’ın sağ ve sol oyları bölerek koalisyonda bir denge unsuru olabileceği öngörülse de, hiçbir partinin açık ara zafer kazanmaması durumunda UKIP Westminster’ın “güçlü” bir ortağı olarak dahi karşımıza çıkabilir. İlk bakışta, İskoçya Bağımsızlık Referandumu süreciyle UKIP’in ara seçim zaferi bağlantısız gözükse de aslında çok önemli bir ortak sonucu var: Nispeten istikrarlı ve görece “tahmin edilebilir” olan İngiliz siyasetinde dengeler değişmeye başlıyor; hem de siyasi arenada etkisi giderek artan bir şekilde hissedilen UKIP’le. Ancak yine de meseleye temkinli yaklaşmak gerekiyor. Başbakan David Cameron, bir yandan UKIP’ in diğer yandan da partisindeki AB karşıtı kanadın baskısıyla zor günler geçiriyor. Cameron, Juncker’in seçimi ve hemen ardından gelen AB’ye bütçe katkısı meselesiyle hem AB’yle ilişkilerde hem de iç siyasette adeta ip üzerinde yürüyor olsa da, ara seçim başarısının UKIP’e Mayıs 2015 genel seçimlerine kadar nasıl yön vereceği de bir o kadar önemli. Zira, Farage Avrupa’da yükselen aşırı sağ rüzgarını arkasına almış olsa da adımlarının şimdilik “popülist” yönü ağır basıyor. UKIP-Avrupa’da yükselen aşırı sağ Avrupa Parlamentosu seçimleriyle bir kez daha kendisini güçlü bir biçimde hissettiren aşırı sağ partilerin yükselişinin tüm Avrupa’yı (bir de İngiltere özelinde olduğu gibi Muhafazakâr Parti iktidardaysa) derinden etkilediği aşikar. Bu nedenle Birleşik Krallık özeline geçmeden önce Avrupa’da yükselen aşırı sağa kısaca bakmak gerekiyor. UKIP, Birleşik Krallık siyasetinde tarihi bir ivme yakalayarak Cameron’ı şimdiden zora sokmaya başlamış olsa da, Avrupa’da yükselen bu “trendden” o da nasibini fazlasıyla alıyor. Avrupa’da 1930’lardan sonra, özellikle 1980’lerden bu yana etkisini hissettirmeye başlayan aşırı sağ partiler, henüz hiçbir parlamento seçiminde tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaşabilmiş değil. Yerel, ulusal ve Mayıs 2014’te de görüldüğü gibi Avrupa Parlamentosu seçimlerinde varlıklarını dönem dönem önemli bir şekilde hissettiriyorlar. Bu dönemler de genellikle sosyoekonomik ya da siyasi kriz- lerle çakışıyor. Bu görece kriz dönemleri seçimler öncesinde yaşanıyorsa da, bir yandan merkezdeki partiler taban kaygılarıyla aşırı sağ partilerin söylemlerinden fazlasıyla etkilenirken diğer yandan da aşırı sağ partiler yine oy kaygısıyla merkezdeki muhafazakarlara yaklaşıyor veya eleştirinin dozunu arttırıyor. Yaşlı Kıta’da ekonomik krizin birliği her açıdan hala zorlamaya devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda, AB kuşkuculuğu, göçmen karşıtlığı, ırkçılık ve İslami aşırıcılık paydasında birbirleriyle kesişen bu partiler “başarılarından” daha çok söz ettireceğe benziyor. Burada da en temel motivasyon kaynağı olaraksa “ekonomik olarak kendine yeterli ve bağımsız hissetme” karşımıza çıkıyor. Bütün bunlar Birleşik Krallık’ ta etkisini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan yeni süreç için de geçerli. Ancak gerek UKIP gerekse koalisyonun büyük ortağı olan Muhafazakar Parti içinde AB kuşku- ATAUM e-bülten culuğu terazide daha ağır basıyor. Öyle ki, bu durum nere dey se ya rım yüz yıl dır Avrupa’da birliği sağlamış olan, hatta “barış başarısını” 2012’de Nobel Barış Ödülü’yle de “ispatlamış” AB’ye daha kuruluşundan itibaren temkinle yaklaşan İngiliz siyasetine içkin. Birlikten ayrılma fikri, uzunca bir süredir İngiliz siyasetinin değişmeyen gündemi. İngiltere’nin AB’yle halihazırda görece yeni gerilimlere yelken açan bu ilişkisi UKIP’in politikalarına da altyapı sağlıyor ve hareket alanını fazlasıyla genişletiyor. Öyle ki, UKIP lideri Ni- KASIM 2014 gel Farage, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde hem iktidar hem de ana muhalefet partisini geride bırakarak tarihi bir başarıya imza atmasının ertesinde “İngiltere’ nin AB’den ayrılmasını değil, AB’nin AB’den ayrılmasını istediğini” dile getirerek durumu bir adım daha ileriye taşımış oldu. Avrupa genelinde aşırı sağ yükseliyor olsa da en azından Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladıkları başarıya rağmen partiler yine “aşırı” dağınık bir görünüm sergiliyor. Zira göçmen ve AB karşıtlığında uzlaşsalar da di- Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP! H. Kardelen IŞIK ğer konularda ortak bir tutum sergileyemiyorlar. Avrupa Parlamentosu’nda grup kuramayan partilerin fikirlerini hayata geçiremiyor oluşu, aşırı sağı “şimdilik” etkin kılamıyor. Zira halihazırda Nigel Farage’ın geçtiğimiz aylarda Avrupa Parlamentosu’nda kurmuş olduğu Avrupa Özgürlük ve Demokrasi grubu Ekim’de dağıldı. Yine de Fransız Ulusal Cephe Partisi lideri Marine Le Pen ve Hollandalı aşırı sağcı Geert Wilders Avrupa Parlamentosu’nda grup kurmayı başaramamışken Farage’ın böylelikle ön plana çıkmış olması kayda değer. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta ne genel olarak aşırı sağın ne de Farage’ın Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladığı başarıya rağmen “Avrupa’nın geleceğinde” henüz tam anlamıyla söz sahibi olabilmesi. Genel başarısı merkez partilerin başarısızlığında gizli olan aşırı sağın, bu ortamda gözlerini iç siyasete daha fazla dikeceğini söylemek güç olmasa gerek. Hele UKIP ve İskoçya Referandumu depreminin ardından genel seçimlerin çok yakın olduğu Birleşik Krallık’ta. Londra’yı sarsan politikacı: Nigel Farage Britanya kamuoyunun gözünde siyaset, özellikle son yirmi yıldır kriz senaryoları ve bunlardan kaçış ajandaları dışında pek rağbet görmüyor. Bunun önemli sonuçlarından biri de seçimlere katılımın düşük olması şeklinde karşımıza çıkıyor. Bir diğeri ve belki de UKIP’in siyasi arenada kendine bir taban bulabilmesinin en önemli sebebiyse, kaybedilen prestijle siyasi partilerin zarar görmüş imajları. Tüm Avrupa’da olduğu gibi İngiltere özelinde de karşılaşılan ekonomik kriz, mülteci sorunları gibi sorunların asıl sorumlusu olarak AB’yi gösterme anlayışı sıklıkla tekrar ediliyor. Bu durumsa, hâlihazırda değişimin eşiğinde olan İngiliz siyasetinde seçmenleri farklı arayışlara itiyor. Nitekim UKIP, ilk olarak Muhafazakar Parti’nin AB ve göçmenlik po- litikalarını fazla uzlaşmacı bu- dozu giderek artan bir şekillanlar tarafından destekleni- de göçmen karşıtı açıklamayor. Böylelikle UKIP ve öze- larıyla (AIDS hastalarının üllinde Farage “sokaktaki ada- keye alınmaması gibi) fazlamın sesi olarak” kurulu dü- sıyla sansasyonel, seçim tarzenin dışına çıkma söylemi tışmalarında partisinin ekove güvenilirliği kalmamış si- nomik politikalarıyla ilgili ya se te al ter na tif su nar her türlü tartışmayı engellegörünümüyle kolaylıkla yer yebilecek kadar dikkatli, bulabiliyor. AB’nin İngiltere’den ortak 1993’te Muhafazakar Parti bütçeye ek katkı yapmasını isiçinde Avrupa konusunda ya- temesinin akabinde AB’yi şanan anlaşmazlığın sonucu “kana susamış bir vampir” olarak kurulan UKIP, bir ön- olarak niteleyebilecek kadar ceki genel seçim olan 2010 da popülist. Nitekim, yükseseçimlerde yalnızca yüzde 3 lişin ilk ve önemli göstergesi oy alabilmişti. Yine de hâli- Mayıs 2014’teki yerel seçimhazırda Avrupa Parlamen- lerde Birleşik Krallık gibi asıl tosu’nda sandalye sahibi olarak iki partinin domine etolan Nigel Farage’ın etkili ve tiği bir ülkede yüzde 17 oy ocoşkulu hitabet yeteneğinin ranı olmuştu. 2010 seçimlede yadsınmayacak etkisiyle, rine kadar oyların yüzde 80geçen yıllar içinde kendisine 90’ını Muhafazakar Parti-İşçi Muhafazakâr Parti tabanın- Partisi’nin aldığı bir ortamda dan ayrı ve özgün bir kitle bu oranın yüzde 65’e gerileyaratabildi. Farage, müna- mesi ve daha da düşüyor olzara teklifleriyle ve ayrımcılık ması, UKIP gibi yeni bir poli- 11 tik güç için geniş bir alan yaratıyor. Farage, genel seçimlerde aday olacağını söyleyerek, özellikle Avrupa Parlamentosu seçimleri başarısından sonra gözünü Westminster’a bu kez daha emin bir şekilde dikmiş bulunuyor. Cameron’ sa en azından seçimlere kadar adımlarını hem UKIP’in yükselişi hem de kendi partisindeki AB karşıtı kanadın baskısı altında şekillendirecek gibi duruyor. Öte yandan, Muhafazakâr Parti’nin UKIP’e “kaptırdığı” tabana karşı Cameron’ın seçimlerden başarıyla çıkması durumunda AB üyeliğini referanduma götürme kozu, AB’yle İngiltere arasındaki “gerilimi” bir nebze daha tırmandıracağa benziyor. Non Grata 12 Viktor Onur HAZNEDAR KASIM 2014 ATAUM e-bülten Viktor Non Grata Onur HAZNEDAR Soğuk Savaş döneminde Doğu'nun ayrıksı ülkesi olan Macaristan, bugünlerde de Batı’ nın ayrıksı ülkesi olma yolunda önemli adımlar atıyor. Zira Avrupa’nın doksanlardaki “demokratikleşme” hamlesinde önemli yer tutan Macaristan, Viktor Orban liderliğinde önemli bir dönüşüm- den geçiyor. Gerek AB gerekse NATO üyeliğiyle kendini Batı’da konumlandıran Macaristan’a “büyük abi” ABD’dense müdahale gecikmiyor. Zira geçtiğimiz günlerde ABD, Macaristan’ın önemli pozisyonlarındaki altı kişiye seyahat yasağı getirerek sopasını Viktor Orban’a Viktor Viktor Viktor! Uzun süredir Macaristan siyasetinde önemli bir rol oynayan Viktor Orban, Mayıs’ tan bu yana üst üste aldığı seçim zaferlerinin etkisiyle ülkede otoriter bir rejim kurmuş durumda. Ülke içinde önemli bir muhalefetle karşılaşmayan Viktor, başta medya olmak üzere birçok alanda baskıcı bir tutum sergiliyor. 1998-2002 arasında başbakanlık görevini yürüten, 2010’da bu göreve geri dönen ve son seçimlerde mecliste elde ettiği üçte ikilik bir çoğunlukla gücüne güç katan Orban, çıkardığı yasalarla ve yaptığı açıklamalarla ülkeyi kendi kontrolü altında tutuyor. Ülke televizyonuna doğrudan müdahaleyle Soğuk Savaş dönemi uygulamalarını hatırlatan Orban, son olarak da ülke içinde faaliyet gösteren hükümet dışı kuruluşlara el atmış durum- da. Ülke dışından fon aldıkları gerekçesiyle bu kuruluşları dış güçlerin ajanları olarak gören Orban, bunların yakın olarak gözlemlenmesi ve kontrol altında tutulması gerektiğini savunuyor. Ülke içindeki bu merkezileşmeye yönelik yönetim anlayışına karşılık da başta ABD ve AB olmak üzere tepkiler gecikmiyor. Bu noktada Viktor Orban’ın kendi yönetim anlayışını nasıl konumlandırdığına da bakmakta yarar var. Ülkede muhafazakâr ve sağ unsurları temsil eden Fidesz Partisi’nin liderliğini yapan Orban, geçtiğimiz Temmuz’da Romanya ziyareti sırasında yaptığı açıklamada Macaristan’da liberal olmayan ancak demokratik bir yapı kurmak istediğini açıkça dile getirdi. Kendine örnek olarak da Rusya, Çin ve Türkiye’yi göstermeye başladı bile. Macaristan’ın devlet yetkililerinden ve iş adamlarından oluştuğu belirtilen bu altı kişiye seyahat yasağı getirilmesinin arkasında yatan nedenin tam olarak açıklanmamasıysa, bunun Orban’a yönelik bir genel uyarı olduğu savını doğruluyor. Bazı medya kaynaklarında nedenin yolsuzluk olarak lanse edildiği görülse de, aslında bu yaptırım bizzat Viktor Orban hükümetine “ayağını denk al” mesajını içeriyor. Peki, Viktor Orban ayağını neden denk almalı? alıyor. Orban’a göre bunlar çok başarılı örnekler ve tam anlamıyla liberal demokrasinin değerlerine karşı çıkmıyorlar. Bu yüzden Orban da bahsettiği devletler gibi “farklı, özel ve ulusal bir yaklaşımla” kendi devlet yapılanmasını kurmak istiyor. Ülkenin gerek uluslararası sistemde gerekse coğrafi olarak konumlandığı yer göz önünde bulundurulduğunda Orban’ın Batı’nın liberal demokrasi anlayışından uzak ve ne olduğu muğlak bu yönetim anlayışı, ciddi eleştiri oklarına hedef oluyor. Zaten Rusya’yla son olaylarla birlikte ilişkilerinde ciddi bozulma yaşayan ABD ve AB, kendi içinde oluşmakta olan bir Putin’e doğal olarak sıcak bakmıyor. Eski Amerikan Başkanlarından Bill Clinton, bir televizyon programında yaptığı açıklamada Viktor Or- ban’ın “otoriter kapitalizm” hayranı olduğunu ve bu gücü asla bırakmak istemeyeceğini dile getiriyor. Bu açıklamayı takip eden günlerde ABD Başkanı Barack Obama da Macaristan’dan Mısır’a bitmek tükenmek bilmeyen düzenlemelerin ve açıkça yapılan tehditlerin sivil toplumu hedef aldığını işaret eden bir açıklama yapıyor. Son seyahat yasağı olayıysa bu söylemsel düzeyin pratiğe dönüşmesinden ibaret. Her ne kadar bu durum Budapeşte tarafından iç işlere karışma olarak görülse de, ABD buna pek kulak asmıyor, hatta Macaristan’ın “kulağını çekmeye” devam ediyor. AB cephesiyse doğrudan konuya müdahil olmayarak sırtını “abisi” ABD’ye dayamış bir tavır takınıyor. lazım. Halkın ciddi anlamda ekonomik bir darboğazın içine girdiği yerlerde bir şekilde halkının sevgisini kazanan bu tarz siyaset, kendi deyimleriyle milletten aldıkları gücü sonuna kadar kullanma eğilimi içerisine giriyor. Ancak herhalde bu gücün de bir sı- nırı olmalı ki, ABD nefesini Orban’ın ensesinde hissettirmeye başladı. Viktor Orban’ ın bu sopayı nasıl algıladığı bilinmez ama Orban’ın kurmak istediği bu yeni rejimin geleceğini yine Orban’ın kendisi belirleyecek gibi gözüküyor. Asıl ‘tehlike’ Jobbik Ülkede Fidesz’den sonra ikinci parti konumunda bulunan Jobbik ise aşırı sağı temsilen asıl tehlike olarak görülüyor. 2003’te kurulan parti, Avrupa’daki eğilime paralel olarak, özellikle 2008 sonrası büyük bir yükseliş gösteriyor. Son yerel seçimlerde oy- larını yüzde 20 bandının üzerine çıkaran Jobbik, özellikle ülkedeki Yahudilere karşı bir politika yürütüyor. Sonuç olarak Avrupa karşıtlığının moda olduğu, prim yaptığı bugünlerde Viktor Orban tarzı siyasetçilerin sahne almasına çok da şaşırmamak 14 ATAUM e-bülten KASIM 2014 İsveç Filistin’i Tanıdı Uzay AYSEV ‘Tarafsız' AB Üyesi İsveç Filistin’i Tanıdı Uzay AYSEV AB ülkelerinin Filistin’in devlet statüsüne yönelik hakim olan İsrail yanlısı “tarafsız” duruşları, yavaş yavaş çözülüyor. Ekim başında İsveç’in yeni seçilen sosyal demokrat Başbakanı Stefan Lofven ay başında verdiği sözü tuttu ve İsveç 30 Ekim’de AB üyesiyken Filistin’i devlet olarak tanıyan ilk ülke ünvanını kazandı. Benzer olarak Birleşik Krallık Avam Kamarası da 274’e karşı 12’yle aldığı kararla hükümeti Filistin’i tanımaya çağırdı. Bağlayıcılığı olmayan bu kararın Birleşik Krallık hükümetinin Filistin politikasını değiştirmeyeceğiyse açık. Nitekim David Cameron, yaptığı açıklamayla bu oylamanın hükümetin İsrail-Filistin politikasını değişmeyeceğini açıkladı. Yine benzer olarak, İrlanda Senatosu’nda alınan kararla, Dublin hükümeti Filistin’i tanımaya çağırıldı. Birleşik Krallık hükümeti gibi İrlanda hükümetinin de Filistin’e yönelik yaklaşımının değişmesi beklenmiyor. Öte yandan, bu gelişmelerin kısa vadede büyük bir etkisi olacağı beklenmese de, Batıda safların çözülmesi, Filistin sorununun adaletli bir çözüme ulaşması konusunda önemli bir gelişme olarak görülebilir. Hâlihazırda Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinin aşağı yukarı tamamı ve Doğu Avrupa ülkelerinin bir kısmını içine alan 134 ülke Filistin’le diplomatik ilişki içerisinde. Bu ülkeler arasında Slovakya, Kıbrıs, Romanya, Bulgaristan, Polonya, Macaristan gibi AB ülkeleri de yer almakta. Bu ülkelerin karşısındaysa ABD ve İsrail’in ön- cülüğünü üstlendiği “tarafsız” pozisyona sahip blok var. Elbette ki tarafsızlık kisvesine bürünmüş bu pozisyon aslında İsrail yandaşlığından başka bir şey değil. Bu yaklaşımın temelinde İsrail-Filistin sorununun tarafların müzakereleri sonucunda çözülmesi ve tek taraflı herhangi bir adımın barış sürecini olumsuz etkileyeceğinden ötürü iki taraf uzlaşmadığı sürece Filistin’in devlet statüsünün tanınmaması gerektiği görüşü yatıyor. Bu önermenin müzakerelerle ilgili ilk kısmı konusunda derin bir fikir ayrılığı söz konusu değil. Esas sorun, önermenin ikinci kısmında yatıyor. Nitekim Filistin’in devlet statüsünü İsrail’le yürüttüğü müzakerelere bağımlı hale getirmek demek, zaten hâlihazırda İsrail’e karşı büyük bir dezavantaja sahip Filistin liderliğinin ellerini tamamen bağlamak anlamına geliyor. Bunun en açık örneğiyse, Filistin’in 2009’da İsrail tarafından düzenlenen ve yüzlerce sivilin öldürüldüğü ve yaralandığı Dökme Kurşun Operasyonu’nun akabinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun akıbeti. 2012’de UCM savcısı Luis Moreno Ocampo Filistin’in başvurusunu Filistin’in devlet statüsüne sahip olup olmadığı konusundaki belirsizlik sebebiyle reddetmişti. Bu örnekte de görüldüğü gibi, devlet statüsüne sahip olmamak, Filistin’in İsrail saldırıları karşısında başvurabileceği sınırlı sayıdaki uluslararası mekanizmalara da erişimini imkânsız kılıyor. İşte Batı Avrupa ve ABD’nin Filistin so- rununa yönelik “tarafsız” yaklaşımının en büyük ikiyüzlülüğü de bu noktada yatmakta. Filistin’in, İsrail’in halkına yönelik yılaşırı düzenlediği saldırılar ve insan hakları ihlallerine karşı korunmak için hiçbir uluslararası mekanizmaya erişim sağlamasına engel olmak. Filistin’i neredeyse 50 senedir işgali altında tutan ve birçok uluslararası örgütün de belgelediği gibi Filistin halkını aşağı yukarı her türlü insanlığa karşı suça ve savaş suçuna maruz bırakan İsrail’in insafına ve iyi niyetine terk etmek. İsrail ve yandaşlarının statükoyu koruma konusundaki telaşlarını anlamak çok zor değil. Nitekim İsrail, son 50 senedir devam ettirdiği adım adım Filistin topraklarını Yahudi yerleşimlerine açma ve işgal etme politikasını büyük bir kararlılıkla ve hiçbir yaptırıma maruz kalmadan sürdürüyor. Onlarca yıllık işgal politikasının sonucunda hâlihazırda 300 binden fazla Yahudi yerleşimci Batı Şeria’da işgal edilmiş topraklar üzerinde yaşamakta. En son geçen Ağustos’ta İsrail hükümeti Batı Şeria’da 400 hektarlık bir bölgeye Yahudi yerleşmecilere açılmak üzere el konulduğunu açıkladı. Uluslararası Adalet Divanı tarafından da uluslararası hukuka aykırılığı tescillenmiş bu politikaya ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin tepkisi her zamanki gibi sözde kalan kınama mesajlarından ileriye gitmedi. Adım adım sürdürülen bu politikanın sonucuysa, Batı Şeria’daki su kaynaklarının ve verimli toprakların kalıcı işgalini oldu- bittiye getirmek. Bu sebeple, son tahlilde statükonun korunmasının tek sonucu da İsrail’in uluslararası hukuka aykırı uygulamalarının ve insan hakları ihlallerinin devamını sağlamak. ABD’nin ve Batı Avrupa devletlerinin “tarafsızlık” adı altında yıllardır yaptığı ve şu anda da yapmakta olduğu şey tam olarak bu. Filistin’in devlet statüsünün kabul edilmesi, uluslararası hukukun devletlere sağladığı koruma mekanizmalarından faydalanabilmek anlamına geliyor. Örneğin Kasım 2012’de BM Genel Kurulu tarafından verilen “gözlemci devlet” statüsü sayesinde bugün Filistin’in UCM’ye başvuru yapabilecek konumda olduğu görüşü yaygın. Elbette ki, içinde bulunduğumuz uluslararası konjonktürde, UCM gibi uluslararası mekanizmaların etkinliği devletlerin uluslararası hukuka bağlılıklarıyla aynı doğrultuda. Bu nedenle, Filistin’in devlet statüsünün tanımasının İsrail-Filistin sorununun adil bir şekilde çözülmesine, en azından kısa vadede bir fayda sağlamayacağı açık. Buna rağmen bu sürecin ABD, İsrail ve Batı Avrupa’nın bu zamana kadar gardiyanlığını yaptığı statükoya ufak da olsa bir darbe vuracağı aşikar. AB üyelerinin İsveç’in tutumunu örnek alıp almayacağı ve almaları durumunda Filistin’e yönelik “tarafsız” ama İsrail’in ekmeğine yağ süren politikalarını ne derecede değiştireceklerini bekleyip göreceğiz. 13 Olaylı Maç 14 Belgrad’da Emre YÜKSEL ATAUM KASIM 2014 e-bülten Belgrad’da Olaylı Maç Emre YÜKSEL Sporla siyaset arasındaki ilişki birçok kez tartışmalara konu oldu. Spora siyasetin karışmaması taraftarlarıyla sporun da siyasetin aracı bir platform olabileceği görüşünde olanlar tartışmanın merkezinde. Mevzubahis spor özellikle futbol olduğunda, hem sporun popülaritesi hem de küresel önemi sayesinde tartışmalar daha da önemli hale geliyor. Nitekim Sırbistan’la Arnavutluk’ un 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası eleme grubunda Belgrad’da yaptıkları maçta yaşanan olaylar, bu tartışmayı tekrar alevlendirdi. Öyle ki, söz konusu maçta sahaya Kosova’yı da içeren “Büyük Arnavutluk” bayrağı indirilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, maçın tatil edilmesiyle sonuçlandı. Sorunların tarihsel kökeni Belgrad’daki maçta yaşanan sında bölünmüşlerdi. Her ne sonuna gelinmesiyle Yugos- BM olayların anlaşılabilmesi için önce iki ülke arasındaki tarihsel ilişkilere ve sorunlara bakmak gerekmekte. Bu sorunların başındaysa, “Büyük Arnavutluk” tartışması göze çarpmakta. Kökenleri İkinci Dünya Savaşı dönemine kadar giden bu görüşe göre, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Yunanistan ve Arnavutluk arasında bölünmüş halde bulunan Katolik, Ortodoks ve Müslüman Arnavutlar, tek bir Büyük Arnavutluk içinde birleştirilecekti. Tek bir çatı altında olması gereken Arnavutlar özellikle Arnavutluk, Kosova ve Makedonya ara- Olaylı maç İki ülke arasındaki siyasi sorunlar yetmezmiş gibi, Sırbistan ve Arnavutluk milli futbol takımları Euro 2016’ya gidebilmek için oynanan eleme maçlarında aynı gruba düşmüştü ve birbirleri arasındaki ilk maça da Belgrad’daki Partizan Stadyumu ev sahipliği yapacaktı. UEFA’ nın “kritik” olarak nitelediği maçın öncesi de gergindi. Stadyum tarihsel göndermelerin bulunduğu pankartlarla donatıldı. Ayrıca Sırp tara- kadar mevcut Arnavutluk Devleti’nin resmi olarak böyle bir motivasyonu ve siyasal ilkesi olmasa da, “Büyük Arnavutluk” ideası Belgrad tarafından olumsuz karşılanmakta. İki ülke arasında soruna sebep olan ikinci ve belki de en önemli olaysa, Kosova’nın bağımsızlığı. Bilindiği üzere, Kosova Yugoslavya’da Voyvodina’yla birlikte iki özerk bölgeyi oluşturuyordu ve federe devletlerden Sırbistan’a bağlıydı. Yugoslavya Anayasası’na göre de özerk bölgelerin bağımsızlık hakkı bulunmuyordu. Soğuk Savaş’ın lavya dağılma sürecine girmiş ve yaşanan iç savaş sonra sın day sa Hır va tis tan, Slovenya, Makedonya ve Bosna-Hersek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Kosova da bu süreçten etkilenmiş ve bağımsızlığını ilan etmiş ancak bunu başaramamıştı. Ardından Kosovalı Arnavutlar önce İbrahim Rugova önderliğinde pasif direniş sergilemişler, sonra da Kosova Kurtuluş Ordusu’nu (UÇK) kurarak silahlı direnişe başlamışlardı. Bölgeye Sırp ordusunun girmesinin ardından da 1999’da NATO Yugoslavya’ yı bombalamış ve Kosova, denetimine geçmişti. 2008’deyse ülke bağımsızlığını ilan etmiş ve Kosova Cumhuriyeti adını almıştı. Sırbistan’sa tanımadığı bu bağımsızlığının uluslararası hukuka aykırı olduğunu deklare etmişti. Kosova’nın bağımsızlığı, bu bağımsızlığı destekleyen Arnavutluk’la bağımsızlığa kesinlikle karşı çıkan Sırbistan’ın arasının bozulmasına neden olmuş ve ikili ilişkiler minimuma indirilmişti. Ayrıca Kosovalı Arnavutların Sırbistan’dan ayrılması “Büyük Arnavutluk”un gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir adım olarak görülmüştü. fının talebi üzerine Arnavut taraftarların maça alınmaması ve Belgrad’a gitmemesi kararlaştırıldı ancak Arnavut taraftarlar yine de kendi imkânlarıyla maça gideceklerini duyurdu. Ama Belgrad’a havayoluyla gelmeye çalışan 45 Arnavut Nikola Tesla Havaalanından içeri alınmadı. Gergin bir atmosferde başlayan maçta Arnavutluk milli marşı ıslıklanarak protesto edildi. Tüm olumsuz gelişmelere karşın yine de maç sakin bir havada giderken maçın 41. dakikasında sahaya meşaleler atılmaya başladı. 44. dakikadaysa maçta ipleri koparan olay gerçekleşti. Saha dışından havalanan ve Kosova’nın da dahil olduğu “Büyük Arnavutluk” bayrağını taşıyan bir maket helikopter, saha üzerinde dolaşmaya başladı. Bir süre sahanın üzerinde dolaşan helikoptere Sırp futbolcu Stefan Mitrovic hamle yaparak bayrağı indirdi ve bayrağı almak iste- yen Arnavut futbolcularla gerginlik yaşandı. Seyircilerin sahaya inip Arnavut futbolculara saldırmasıyla da gerginlik en üst noktasına ulaştı. Bu sürede Sırp futbolcuların seyircileri yatıştırmaya çalışmaları ve Arnavut futbolcuları korumaya çalışmaları olayların daha da büyüme si ni engelledi. Bunun üzerine futbolcular soyunma odasına gitti ve maçın İngiliz hakemi Martin Atkinson da maçı tatil etmek zorunda kal- ATAUM KASIM 2014 e-bülten dı. Maça ABD kimliğiyle giren ve VIP tribününde bulunan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın kardeşi Olsi Rama’ysa helikopteri kullandığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Maçla ilgili açıklama yapan Sırbistan Dışişleri Bakanı Ivica Dacic, “burada asıl sorulması gereken soru, AB’ nin ve UEFA’nın bu durum karşısında nasıl bir tutum sergileyeceği. Çünkü bu olayı bir Sırp yapsa, Tiran’da ya da Priştine’de ‘Büyük Sırbistan’ bayrağı açsa, eminim ki bu durum BM’ye kadar giderdi” sözleriyle olayı planlı ve politik bir provokasyon olarak tanımladı. Arnavutluk Dışişleri Bakanı Ditmir Buşati’yse futbolun siyasetle karıştırılmaması gerektiğini ve Partizan Stadı’ndaki olayların futbolla bağdaşmadığını açıkladı. Maça yönelik disiplin soruş- Tehlikeli gerginlik! Maçın gergin geçmesi, bu gerginliğin sokağa da taşmasına neden oldu. Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’daki Arnavutlar futbol takımlarını destekleyen eylemler yaptı ve “Büyük Arnavutluk” sloganları attı. Gerginliğin yaşandığı esas yerlerse Sırbistan’da Arnavutların yaşadıkları yerler oldu. Novi Sad ve Vrşats kentlerinde Arnavutlara ait işyerleri, Sombor kentindeyse bir fırın ateşe verildi. Arnavutluk’un Podgoritsa Büyükelçiliği’nin de camları kırıldı. En önemli gerginlikse Subo- İlişkilerde zeytin dalı Maçın ardından en çok merak edilen konuysa, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Belgrad’a yapacağı gezinin iptal edilip edilmeyeceğiydi. Başta ziyaretin planlandığı gibi gerçekleşeceği ve Rama’ nın belirlenen tarihte Belgrad’a gideceği açıklanırken, daha sonra ziyaretin 10 Kasım’a ertelendiği duyuruldu. Ziyaret, bir Arnavutluk başbakanının Belgrad’a 68 yıl sonra yapacağı ilk ziyaret olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Başbakan Rama maçla ilgili yaptığı açıklamada “olanlardan ve Sırp yetkililerin tepkilerinden dolayı çok üzgünüz, hayal kırıklığı yaşadık. Geçmişten ge- len bir nefret siyasetiyle hareket etmemeliyiz. Futbol maçında yaşananlar bizi yönlendirmemeli” diyerek maçın iki ülke ilişkilerini etkilemeyeceğini vurguladı. Başbakan Rama, ayrıca mevkidaşı Vuçiç’le birlikte iki ülke arasındaki ekonomik ve politik ilişkiler konusunda yeni bir sayfa açmakta kararlı olduklarını vurgulayıp, bölge ülkelerinin ortak hedefinin AB olduğunu da belirtti. AB’yse o lay ları “siyasetin stadyumlardaki provokasyonlarla yapılamayacağının ve bu bağlamda özellikle bölgesel işbirliğinin öneminin altını çiziyoruz. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın gelecek Belgrad’da Olaylı Maç Emre YÜKSEL turması başlatan UEFA’nın kararıysa aslında oldukça ilginç. Zira karar göre maç devam ettirilmeyecek, Sırbistan 3-0 hükmen galip sayılacak, Sırbistan elemelerdeki iki maçını seyircisiz oynayacak ve eleme grubundaki 3 puanı da silinecek. UEFA ayrıca her iki ülkeye de 100 bin Euro para cezası verdi. Maçın tatil edilmesinin ardındansa iki ülke birbirlerine nota verdi. Sırbistan, Arnavutluk’un Belgrad Büyükelçisi Ilir Bocka’yı Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak “maçta Büyük Arnavutluk propagandası yapıldığı gerekçesiyle” Arnavutluk’a nota verirken, Arnavutluk’sa Sırbistan’ın Tiran Büyükelçisi Mirolyub Zariç’i Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak maç sonunda yapılan açıklamalar nedeniyle protesto notası verdi. tisa kentinde yaşandı. 8 bine yakın Müslümanın yaşadığı kentte, Sırbistan’da 250 yıl sonra inşa edilen ilk cami olma özelliği taşıyan Muhacir Camisi’ne molotof kokteyliyle saldırı düzenlendi. Katolik, Ortodoks ve Müslümanların bir arada yaşadığı kentin tek camisine yapılan saldırı, Sırbistan İslam Birliği tarafından kınandı. Birlik Başkanı Ibazer Uzeiri, kentin bir hoşgörü örneği olduğunu ve bu tür bir olayın Subotisa’da ilk defa görüldüğünü belirtti. günlerde Sırbistan’a yapmayı planladığı ziyaretin önemli olduğunu düşünüyoruz” şeklinde yorumladı. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Kosova Dışişleri Bakanı Enver Hocay’ın Belgrad’a gelmesi ilişkilerin normalleşmesi açısından önemli bir adım oldu. AB destekli resmi olmayan bir toplantıya katılan ve iki ülke tarihinde ilk olma özelliği taşıyan ziyaret sürecinde Hocay ilişkilerin normalleşmesi çağrısında bulundu. Toplantıya katılan Arnavut Bakan Buşati’yse ikili ilişkilerde makul olunmasını ve devlet işlerinin holiganlıkla, bir futbol maçıyla yönetilmemesi gerektiğini vurguladı. Her ülkenin bir diğeriyle sorunları bulunduğu Balkanlar ’da yaşanan en küçük bir kıvılcım büyük bir ateşe dönme riski taşıyor. Kosova sorunuyla birlikte ilişkileri son derece gergin olan Sırbistan ve Arnavutluk, aslında maçın neden olduğu sorununun üstesinden gelmiş gözüküyor. Tarafların tansiyonu düşürmeye yönelik açıklamaları ve AB’nin taraflara yaptığı soğukkanlı davranma çağrısı bunda en büyük etken. Başbakan Rama’nın önümüzdeki ay yapacağı ziyaretse iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi yolunda önemli bir kilometre taşı görevi görebilir. 15 Business Act For Europe 16 Small Müge ALGAN KASIM 2014 ATAUM e-bülten Small Business Act For Europe Müge ALGAN Small and Medium Enterprises (SMEs) stands for small and medium-sized enterprises as defined in the European Union (EU) law. The main factors determining whether a company is an SME are number of employees (medium-sized < 250, small < 50, micro < 10) and either turnover (medium-sized ≤ € 50 m, small ≤ € 10 m, micro ≤ € 2 m) or balance sheet total (medium-sized ≤ € 43 m, small ≤ € 10 m, micro ≤ € 2 m). These ceilings apply to the figures for individual firms only. SMEs have such a great economic importance that they constitute 99% of the world’s trade and according to the data of 2006, 22 million SMEs undertake 75% of the entire employment in Europe. SMEs represent a major share of all business (e.g. 99.9% for Spain and Italy, 99.8% for Belgium, Sweden and France, 99.7% for Austria and Ireland, 99.6% for United Kingdom, 99.5% for Germany). Because of their importance in the global economy, the EU put some efforts to boost the role of SMEs, to strenghten their structure and to prepare an environment to improve SMEs’ trade volume. Small Business Act for Europe (SBA) is the major policy document of EU, which was adopted in June 2008, reflects the European Commission’s political will to recognise the central role of SMEs in the EU economy and forms a comprehensive SME policy framework for the EU and its Member States. SBA contains EU SME policies and action plans in accordance with ten policy dimensions. These dimensions are: Entrepreneurship, second chance, Think Small First, responsive administration, state aid and public procurement, access to finance, Single Market, skills and innovations, environment and internationalization. Additionally SBA requires a legislative act to modernise and amend previous regulations such as VAT and Directive 2000/35/EC. The aim of EU with SBA is to improve an approach to entrepreneurship in the scope of the “Think Small First” principle in policy making from regulation to public service, to strengthen the environment of SMEs, to promote SMEs’ growth by helping them tackle their problems and to answer the needs of them. In February 2011, the Review of Small Business Act for Europe was launched to estimate the implementation of Small Business Act. This review presents an overview of progress made in the first two years of the SBA, sets out new actions to respond to challenges resulting from the economic crisis reported by stakeholders, and proposes ways to improve the uptake and implementation of the SBA with a clear role for stakeholders, with business organizations at the front-line. In the area of accessing finance most Member States have adopted measures to enhance SMEs’ access to finance. Governments like Cyprus, Czech Republic, Denmark, Estonia, France, Germany, Ireland, Italy, Latvia, Lithuania, Malta, the Netherlands, Poland, Portugal, the Slovak Republic, Spain, Sweden and the United Kingdom- support the internationalisation of SMEs. Only few countries have reported that they have started to promote the European Code of Best Practices in order to facilitate SMEs’ access to public procurement (e.g. Austria, Cyprus, France, Germany, Hungary, Ireland, Lithuania, Poland, Portugal, Sweden and the United Kingdom). While Member States are making good progress in making it cheaper and faster to start up a company; no progress can be reported in the area of simplification of bankruptcy procedures except Belgium, Finland, Ireland, Spain and the UK. Recently the Member States have covered a small distance in implementing the SBA. Member States have to improve their legislation, monitor their actions, evaluate them and develop new initiatives considering these evaluations. Members should simplify and modernise their regulations considering the SBA and the needs of SMEs. They have to implement EU Regulations and Directives effectively and they have to benchmark to develop the best practice. European Union have made good progress in adopting legislative initiatives foreseen by the SBA, in promoting SMEs’ access to the development and use of standards, access to finance, and internalisation. The EU has to simplify the general framework of regulations and administrative directives- especially accounting framework of EU. While boosting the regulations on accounting and finance, implementation and accessibility of finance should be enhanced regarding SMEs benefits. Markets of SMEs have to be supported and environmental and energy efficiency arrangements should be developed regarding the needs and expectations of SMEs. The SBA is an important policy document which considers the needs of SMEs. SBA has put in a plan of actions for the difficulties SMEs have faced. The effective implementation of the SBA at European and national level will boost the growth of SMEs and will improve their innovative and environmental skills. Strengthening of SMEs will provide economic growth and will improve the competitiveness of Europe. Portre Portre Recep Ersel ERGE Michael Collins İngiliz hükümeti bağımsız İrlanda cumhuriyetini tanımayı şiddetle reddediyor, yerine İngiliz Milletler Topluluğu içinde özerklik statüsü öneriyordu. Collins bunu kabul etti. Bir görüşe göre kabulü bilinçliydi, zira reddetmesi savaşın tekrar başlaması anlamına geliyordu ve bu da İrlanda'nın felaketi olabilirdi. İrlanda Kurtuluş Savaşı’nın devrimci lideri Michael Collins başarısını gerçekçi olmasına ve elindeki kaynakları verimli şekilde kullanabilmesine borçluydu. İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) istihbarat şefi olarak, İrlanda’daki İngiliz istihbaratını felce uğrattı. Maliye Bakanı sıfatıyla yeni cumhuriyetin hazinesine çok büyük kaynaklar buluyordu. İngilizler her yolu denedi, ama ne Collins’i yakalayabildi ne de başarısına engel olabildi. İrlanda’da yarı efsanevi bir kimliğe büründü Collins. Becerikli, gözü pek ve acımasız bir lider olarak ünü kısa sürede İngiltere’yi bile aştı. Michael Collins, varlıklı bir çiftçi ailesinin sekizinci çocuğu olarak County Cork yakınlarında 16 Ekim 1890’da dünyaya geldi. İrlanda’nın güneybatısında doğayla iç içe büyüdü. Dışarıdan bakınca siyaset ve kültür hayatından uzakta görünüyordu, ancak öyle değildi. İrlanda edebiyatına olan sevgisini babasından, İrlanda devrimciliğine olan inancını da öğ- retmenlerinden aldı. Öğretmenlerinden biri, İrlanda Cumhuriyet Kardeşliği (IRB) üyesiydi. İrlanda’nın Büyük Britanya’dan bağımsızlığı için çalışan gizli bir örgüttü IRB. Collins, daha ilköğretim çağında, 1798 Ayaklanması’na katılan İrlandalıların hikâyelerini dinliyordu öğretmeninden. İngiliz mezalimiyle dolu bu hikâyeler Collins’in İrlandalılık bilincinin pekişmesini sağladı. On altı yaşındayken Londra’ya gidip postanede çalışmaya başladı. On yılı bu şe- hirde geçecekti. Londra’da, tabii ki, İrlanda cemiyetinin içinde yaşıyordu. Bu grup Londra toplumuna oldum olası uyum sağlayamamıştı. İngilizler İrlandalılar yüzünden emeğin değersizleştiğini düşünüyor, İrlandalılar da dışlandıkları hissine kapılıyordu. Londra’da çeşitli İrlanda örgütlerine katıldı Collins. Önce, İrlandacanın kullanımını teşvik eden Gaelic League’de rol aldı. Sonra, 1908’de Sinn Féin’a üye oldu. Yazılarını severek okuduğu İrlanda milliyetçisi Arthur ATAUM e-bülten Griffith tarafından kurulmuş olan bir siyasi partiydi bu. Adı İrlandaca “biz kendimiz” anlamına geliyordu ve amacı da, özetle, İrlanda’yı bağımsızlığına kavuşturmaktı. 1909’da IRB’ye katılan Collins, daha sonra aynı örgütün güney İngiltere teşkilatına hazinedar oldu. Ocak 1916’da Dublin’e dönüp Paskalya Ayaklanması’na katıldı. Ayaklanma başarısız olunca Kuzey Galler’de diğer IRB isyancılarıyla birlikte hapse atıldı. Ayaklanmada önemli rol üstlenmemişti ve askerî mahkemede yargılanan liderler arasında değildi. Zaten aynı yılın sonunda serbest bırakıldı. Dublin’e döndü. Aralık 1918 genel seçimlerinde 105 sandalyeden 73’ünü Sinn Féin kazanmıştı ki bunlardan biri de South Cork’tan seçilen Collins’e aitti. Liderliğini ilk kez bu seçim kampanyasında ortaya koymuştu. Sporcu olduğundan uzun boylu, yapılıydı. Yakışıklı, sempatik ve iradeliydi. Tam bir karizmatik liderdi kısacası. Keskin zekâsı ve tükenmez enerjisi de buna eklenince, yeniden canlanan devrimci harekette liderliği üstlenmesi çok da zor olmadı. Ocak 1919’da Dublin’de İrlanda meclisi “Dáil Éireann”ı kurdular ve bu meclis bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ni ilan etti. Collins yeni cumhuriyete önce İçişleri Ba- KASIM 2014 kanı, sonra da Maliye Bakanı olarak atandı. Hükümet de kurulmuştu artık, ama Kurtuluş Savaşı daha yeni başlıyordu. IRA İngiliz kuvvetlerine gerilla savaşıyla direniş gösteriyordu. IRA’nın eylemleri İngiliz hükümetinden şiddetle karşılık buluyor ve bu da IRA’nın daha şiddetli eylemlere girişmesine sebep oluyordu. 21 Kasım 1920’de Collins yönetiminde bir IRA grubu, Dublin’de 14 İngiliz ajanını öldürdü. İngilizler de misilleme olarak Croke Park’ a zırhlı araçlarla gelip futbol seyircisinin üzerine ateş açtı ve 12 İrlandalı öldü. O sırada İrlanda’da Collins kadar güçlü olan bir kişi daha varsa o da cumhuriyetçilerin lideri olarak görülen Éamon de Valera idi. Temmuz 1921’de ateşkes imzalandıktan sonra Collins, pek hoşuna gitmese de, Valera’ nın ricasıyla Londra’daki barış konferansında Arthur Griffith başkanlığındaki İrlanda heyetine katıldı. Görüşmelerde İngiliz hükümeti bağımsız İrlanda cumhuriyetini tanımayı şiddetle reddediyor, yerine İngiliz Milletler Topluluğu içinde özerklik statüsü öneriyordu. Collins bunu kabul etti. Bir görüşe göre kabulü bilinçliydi. Çünkü reddetmesi savaşın tekrar başlaması anlamına geliyordu ve bu da İrlanda'nın felaketi olabilirdi. Hâlbuki özerklik adı altında geçecek bir barış süreci yakın gelecekteki tam bağımsızlık mücadelesine hazırlanmak için iyi bir fırsattı. Diğer bir görüşe göreyse, Collins’in bunu kabul etmek zorunda kalması tamamen tecrübesizliğine dayanıyordu. Collins diplomatik bir müzakerede nasıl tavır alacağını bilmiyordu ve ülkesinin çıkarlarını savunamamıştı. Bu görüşe göre, başkan Valera da Collins’in bu tecrübesizliğini biliyordu ve zaten sırf bu yüzden heyete katılmasını istemişti. Londra’dan başarısızlıkla dönmeleri halinde Collins gözden düşecek ve Valera’ya rakip olmaktan çıkacaktı. Üç aya yakın süren müzakerenin ardından barış anlaşması 6 Aralık 1921’de imzalandı. Böylece “Serbest İrlanda Devleti” kurulmuş ve ada parçalanmış oldu. Kuzeyde ittihatçıların baskın olduğu altı il doğrudan Britanya hâkimiyetindeydi, yani Özgür Devlet’in (Irish Free State) dışında kaldılar. Dublin hükümetinden tek oy farkıyla geçen anlaşma mecliste de yedi oy farkla kabul edildi (7 Ocak 1922). Valera’nın yerine Griffith meclis başkanı seçildi ve Collins de geçici hükümetin Başbakanı ve Maliye Bakanı oldu. Ancak, oylamalardan belli olduğu üzere, pek çok cumhuriyetçi anlaşmayı kabul etmiyordu. Hükümette aleyhte oy kullananlardan biri de Portre: Michael Collins Recep Ersel ERGE tabii ki Valera’ydı. Anlaşmanın ülkede İngiliz hâkimiyetini meşrulaştırdığını, cumhuriyete ihanet teşkil ettiğini savundu. Cumhuriyet hareketi ikiye bölünmüştü: Anlaşmayı destekleyenler ve desteklemeyenler. İngiliz güçleri güney İrlanda’dan çekilirken Collins ve Griffith anlaşma şartlarını sağlamak için ellerinden geleni yaptılar, ama anlaşmayı desteklemeyen muhalefet silahlı eylemleriyle Özgür Devlet hükümetini zor duruma sokuyordu. Nisan 1922’de bir grup muhalif IRA mensubu, Four Courts adliyesini işgal etti. Londra’nın da desteğini alan Collins, muhaliflere saldırı emrini verdi ve böylece İrlanda İç Savaşı başlamış oldu. İç Savaş, Kurtuluş Savaşı’ndan daha şiddetliydi. Özgür Devlet ordusunun başkomutanlığını da üstlenen Collins sonunda bir zafer daha kazanacak, Mayıs 1923’te muhalif güçler yenilgiye uğratılacaktı. Ancak Collins o zafer gününü göremedi. Arthur Griffith’in ölümünden on gün sonra, 22 Ağustos 1922’ de, County Cork’ta bir muhalif saldırısında öldü. Saldırıda başka hiç kimse ölmemişti, yani bilinçli bir suikast girişimiydi bu. Cenazesine yaklaşık üç yüz bin kişi katıldı. Yaşayan efsane, ölümsüz kahraman olmuştu artık. 21 18 DUBLIN Vilnius Baltık ülkelerindeki en büyük ikinci kent olan ve 20. yüzyıla kadar kentte etkili bir konumu olan Musevilik sebebiyle bir zamanlar “Kuzey’in Kudüs”ü olarak anılan Vilnius, bu yazımızın konusunu oluşturmakta. AB’nin sosyal ve ekonomik göstergeler açısından zayıf ülkelerinden biri olan Litvanya’nın başketi Vilnius’ta bugün yaklaşık 523 bin kişi yaşamakta. Bunların yüzde 58’ini Litvanlar, yüzde 19’unu Lehler, yüzde 14’ünü Ruslar, yüzde 4’ünü Beyaz Ruslar ve yüzde 1’den daha azını da Museviler oluşturmakta. 2009’da Avusturya’nın Linz kentiyle birlikte Avrupa Kültür Başkentliği yapmış olan Vilnius’un ismi, kentin içinden geçen Vilna nehrinden gelmekte. Vilna nehrinin ismiyse, Litvan dilinde kabarma, taşma anlamına gelen vilnis ve vilynti kelimelerinden gelmekte. Tarihte Vilnius’un adı ilk kez, Litvanya Grandükü Gediminas’ın Hansa kentlerindeki Almanları ve Musevi cemaati Litvanya’ya yerleşmeye davet etmek üzere kaleme aldığı 1323 tarihli altı adet mektupta geçmekte ve bu metinlerde Vilnius Grandüklüğün başkenti olarak ifade edilmekte. Gediminas zamanında en görkemli dönemini yaşayan kent, Gediminas’ın torunları arasında 14. yüzyılda çıkan iç savaş esnasında yerle bir olmuş, 16. yüzyılda Litvanya-Lehistan Krallığında şehir tekrar eski görkemine kavuşmuş. 17. yüzyıldaki Rus işgalinde tekrar yakıp yıkılan kent, 18. yüzyıl başında bu defa İsveç’in işgal ve istilasına uğramış ve sonraki yıl- larda baş gösteren veba sal- bir diğer önemli kent olan Kagını ve yangınlar da şehrin u nas olmuş. Vilnius’daki iyice fakir düşüp küçülme- Litvan nüfusu o dönemde sine neden olmuş. Bu kadar yaklaşık yüzde 6’ya kadar çok felakete uğramış olması- düşmüş, Lehler ise nüfusun na rağmen kentin nüfusu 18. yüzde 65’ini oluşturuyoryüzyıl sonunda 56 bindi ve muş. İkinci Dünya Savaşı baRus Çarlığı’nın da o dönem- şında Sovyetler Birliği’nin de en büyük üçüncü kentiydi. desteğini alarak kente tekrar Litvanya-Lehistan Krallığı’ sahip olan Litvanya Cumhunın parçalanmasıyla toprak- riyeti, şehri Polonyalılıktan ları Rus Çarlığı, Avusturya hızlı arındırmış, ancak 1941’ İmparatorluğu ve Prusya deki Alman işgaliyle kent pek Krallığı arasında paylaşılan çok trajik olaya da sahne olVilnius, 1795’te de Rus Çar- muş. Holokost sırasında Litlığı’nın Vilna Vilayeti’nin baş- vanya’nın 265 bin kişilik Mukenti olma konumuna indir- sevi nüfusunun yaklaşık yüzgenmiş. de 95’i Alman askeri birlikle19. yüzyıl boyunca Çarlık yö- ri ve yerli Nazi işbirlikçilenetimine karşı girişim aşa- rince katledilmiş. Bunların masında kalan ayaklanma- 100 bin kadarı Vilnius şehir lara sahne olan kentin ol- merkezine on kilometre dukça canlı bir Musevi toplu- uzaklıkta yer alan Paneriai luğu varmış. 1897’deki sa- mahallesinde 1941-44 yıllayım neticesinde 154 bin kişi- rı arasında öldürülmüş. den oluşan kentin nüfusu- Savaşın bitiminde kurulan Litnun yaklaşık yüzde 40’ı da van ya Sov yet Sos ya list Musevi imiş. Birinci Dünya Cumhuriyeti’yle kentte SovSavaşı’nda Litvanlar, Lehler, yetizasyon süreci hızla başlaAlmanlar ve Sovyetler ara- mış ve 1991’deki bağımsızlısında el değiştiren kent, sa- ğa kadar Vilnius bir Sovyet vaşın bitiminde Polonya ve kenti olarak kalmış. BağımLitvanya arasında anlaşmaz- sızlık protestoları sırasında lık konusu olmuş. Konuya Mil- tıpkı Estonya’nın başkenti letler Cemiyeti’nin müdahil Tallinn’de yaşandığı gibi olmasını takiben imzalanan Vilnius’da da en şiddetli çaSuwalki Anlaşması’yla kent tışmalar Radyo ve Televizyon ve çevresi Litvanya’ya devre- Kulesi’nde meydana gelmiş. dilse de, Polonya ordusunun Bağımsızlıktan sonra daha bir harekâtıyla 1920’de kent Batılı bir şehir görünümü kave çevresi ele geçirilmiş ve zanan Vilnius’un çehresi Litbölgede Merkezi Litvanya vanya’nın 2004’te AB’ye girCumhuriyeti adı altında ba- mesinden sonra daha da değımsız bir Cumhuriyet ilan ğişmiş. Vilnius sakinleri buedilmiş. Sonrasında gerçek- gün Avrupa’nın en temiz leştirilen çok tartışmalı bir re- musluk suyunu tüketmekte ferandumla da Vilnius’un olup aynı zamanda en hızlı inb a ş k e n t o l d u ğ u V i l n a ter net e ri şi mi ne sa hip. Voyvodalığı olarak Polonya’ 1994’te UNESCO Dünya Miya bağlanmış. Bu durumda rasları Listesi’ne alınan VilniLitvanya’nın yeni başkenti ge- us eski şehrinde Barok, Gotik çici bir süreliğine bölgedeki ve Rönesans mimarisinin gü- MAİNZ LEICESTER PODGORİCA PALMA DE MALLORCA ZARAGOZAESPOO BERN LIVERPOOL WARSAW ANDORRA LA VALLA BELGRADE SALZBURGTIMIŞOARA MUNICH MANCHESTER LUBLIN DÜSSELDORF LONDON SOFIA MOSCOW COPPENHAGEN FRANKFURT MURSIA BRATISLAVA THESSALONIKI BERLIN OSLO GRAZ LEEDS MILAN LISBON ROME BARI PAMPLONA EUROPE TALLINN COLOGNE ATHENS LILLE BONN ZARAGOZA SAN MARINO LÜBECK NAPLESWUPPERTAL BRUSSELS EINDOVEN NAPLES AMSTERDAM KIEV SARAJEVO DEN STOCKHOLM BUCHAREST SHEFFIELD 7 HAGG VIENNA GENOA DORTMUD BOCHUM VALENCIA MADRID HELSINKI KRAKOW MINSK TURN ZAGREB CHIŞINAU PARIS GDANSK BERN GDANSK TIRANA Ahmet M. SÖNMEZ zel örneklerini bir arada görmek mümkün. Vilnius eski şehir bölümü, Litvanya’nın en eski üniversitesi Vilnius Üniversitesi’nin 23 bin öğrencisine de ev sahipliği yapmakta. 65 adet kilise bulunan şehirde hala çok az da olsa Musevi nüfus da bulunmakta. Bunların bir kısmını, 14. yüzyılda yurtları Kırım bölgesinden Litvanya Grandüklüğü’ ne askerlik yapmak üzere gelen Karaim Türkleri oluşturmakta. Sayıları bugün çok az olan Karaim Türklerinin bıraktığı izleri Vilnius yakınlarında bulunan Trakai Kalesi’nde ve Litvanya mutfağında bulmak halen mümkün. Bugün ülkede aktif tek Karaim sinagogu da, 300 adet Karaim Türkü’ne hizmet vermek üzere Trakai bölgesinde bulunmakta. Estonya ve Letonya’ya kıyasla nüfusun ülke coğrafyasında nispeten daha homojen dağıldığı Litvanya’da Vilnius toplam ülke nüfusunun sadece yüzde 15’ini oluştururken, ülkenin toplam yurt içi hâsılasının yüzde 40’ını tek başına üretmekte. 21 idari bölgeden oluşan Vilnius kenti, Litvanya endüstrisinin de merkezini oluşturmakta. Vilnius’un bir diğer özelliği de, komşu ülke Belarus’u yirmi yıldır demir yumrukla yöneten Alexander Lukashenko’ nun siyasi muhaliflerinin bu kenti kendilerine üs olarak seçmiş olmaları. Nitekim Belarus’un Minsk kentinden 2004’te kovulan Avrupa İnsani Bilimler Üniversitesi Vilnius kentine taşınmış ve hâlihazırda Lukashenko karşıtları için önemli bir çekim merkezini oluşturmakta. Avrupa Gündemi... ATAUM ATAUM-BİM (08-2011) e-bülten bulmak isteyene not: sadece elektronik posta kutusunda bulunur...
© Copyright 2024 Paperzz