Mevcut Sayının PDF Hali - ATAUM

ATAUM
e-bülten
Yıl 7 - Sayı 73
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Avrupa Gündemi...
KASIM 2014
Fransa Tartışıyor
‘Aile' Nedir, Kimlerden Oluşur
Manif Pour Tous (Herkes için Protesto) hareketi, aynı cinsiyetten olanların kanunen evlenebilmelerine,
eşcinsellerin taşıyıcı annelik veya yapay döllenme yollarıyla çocuk sahibi olabilmesine ve Fransa’da bu yıl
resmen başlayan “Cinsiyet Teorisi” dersine Paris başta çeşitli kentlerdeki yürüyüşlerle karşı çıkıyor.
“Tanrı'nın kadınla erkeği birbirleri için yarattığını" düşünen ve söz konusu yasal düzenlemelerin “aile kurumuna darbe
vuracağı”nı öne sürenler karşısında eşcinsel hakları savunucusu “All Out” derneği de oldukça net: “Eşitliğe karşı
çıkanların tek tip bir aile modeli var. Oysa farklı düşünenler olduğu gibi bugün aile için de artık tek bir kriter var, o da
sevgi.”
ANONİM ANNE-ANONİM BABA
Betül DİNLER
Fransa’da Ekim’in ilk haftasında binlerce kişi sokağa çıktı. Manif pour Tous (Herkes için Protesto) hareketinin
öncülüğünü yaptığı gösterilerin gerekçesi, taşıyıcı annelik veya yapay döllenmeyi, lezbiyen çiftler için tüp bebek uygulamasını ve 2014-2015 eğitim dönemi itibariyle resmi olarak uygulanmaya başlayan “Cinsiyet
Teorisi” eğitim sistemini eleştirmekti. Geleneksel aile değerlerini savundular. Paris’te gerçekleşen yürüyüşe
katılımcılara göre 500 bin, polise göre 70 bin, Bordeaux’daki yürüyüşeyse katılımcılara göre 30 bin, polise
göre 7 bin 500 kişi katıldı. Protestocular ellerinde mavi ve pembe bayraklarla yürüdü ve endişelerini “Taşıyıcı
anneliğe hayır” ve “Kadın bebek makinesi değildir” pankartlarıyla dile getirdi. (devamı 3. sayfada)
Britanya'da AİHS
Tartışmaları
Yunanlıların
Evlilik Merasimi
Avrupa’nın
İslamofobiyle İmtihanı
Af Örgütü Ukrayna
Raporu
Yasemin KARADAĞ
sayfa 4-5
Christos TEAZIS
sayfa 6
Damla ÜNSEVER
sayfa 7
Elâ BİLGEN
sayfa 8
Britanya Siyasetine
Yeni Soluk: UKIP!
Belgrad’da Olaylı Maç
Ukrayna’nın Seçimi
Mühdan SAĞLAM
sayfa 9
H. Kardelen IŞIK
sayfa 10-11
Emre YÜKSEL
sayfa 14-15
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
Portre:
Michael Collins
Recep Ersel ERGE
sayfa 17-18
2
Pardon, Çöpünüz Var Mı?
Aygün KARLI
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Pardon, Çöpünüz Var Mı?
Aygün KARLI
Yenilenebilir enerji uygulamalarında hem zihniyet hem
de uygulama bazında başı çeken İskandinav Yarımadası
ülkelerinden biri olan İsveç,
özellikle çöpten enerji üretiminde ilgiyi üzerine çekmeye
ve insanları şaşırtmaya devam ediyor. Örneğin İsveç,
250 binin üzerinde evin ısınma ve elektrik ihtiyacını
çöpten açığa çıkardığı enerjiyle karşılıyor. Öyle ki, Avrupa İstatistik Ofisi’nin bilgile-
rine göre İsveç’te evlerden çıkan çöpün yalnızca yüzde 1’i
çöplüklerde kalıyor. Geri kalan yüzde 99’luk kısımsa ya
geri dönüşüme uğruyor ya
da gübre olarak kullanılıyor.
Güç santrallerinin büyük
çoğunluğuysa çıkan çöpleri
yakıt olarak kullanıyor. Bu şekilde bir sınıflandırma da öncelikle bu ayırma işleminin
ev ler den baş la ma sıy la
oluşuyor.
lerden kurtarmaya girişmiş.
Üstelik Norveç çöplerini dönüştürmesi için İsveç’e para
da ödüyor. İsveç de bu enerjiyi ısı ve elektriğe dönüştürüyor. Devletin bütünüyle çevreci olmadığının göstergeleriyse çok açık. Ülke bünyesinde on adet aktif reaktör ve
bir adet nükleer santral bulunmakta. Bu da ülkenin
enerji ihtiyacının yarısından
fazlasının nükleer enerjiyle
karşılandığının göstergesi.
Son zamanlarda toplumun
da baskısıyla bu reaktörleri
kapatmaya yönelik bir eğilim
sergilenmekte aslında. Her
şeyi bir kenara bırakırsak İskandinav ülkeleri ve özellikle
İsveç’in son yıllarda yaptıkları yatırımlarla geri dönüşüm
ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına
önem verdiği açık.
Devlet büyük destek veriyor
Elbette devletin bütünüyle
çevreci olduğunu söylemek
güç. Ancak devlet birçok yere
çöp tesisi kurarak hem çöp gibi büyük bir sıkıntıdan kurtuluyor hem de ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyor.
Nitekim İsveç gibi ortalamaların altında sıcaklık değerlerine sahip bir bölgenin
önemli bir kısmının ısınma ihtiyacı çöpler sayesinde karşılanıyor. Bu enerjiyi çöpleri
yakarak ortaya çıkarıyorlar.
Fakat sanılanın aksine yapılan bu yakma işlemi sonunda ortaya çıkan gazlar teknolojinin de yardımıyla iyi biçimde soğuruluyor. Öyle ki,
İsveç karbondioksit açığa çıkaran ülkeler sıralamasında
alt basamaklarda yer alıyor.
İsveç, son zamanlardaysa, ülkenin artan çöp ihtiyacı neticesinde Norveç’in çöplerini
de belirli bir miktar karşılığında almaya başlamış, yani
İskandinav coğrafyasını çöp-
Temiz enerji bilinçli toplumla mümkün
Devletlerin herhangi bir yeniliğe katkısı elbette önemli.
Fakat asıl önemli olan bu
yeniliğe ve değişikliğe toplumun verdiği reaksiyon olsa
gerek. İsveç’te ve diğer İskandinav ülkelerinde çevreci
bilinç oldukça gelişmiş durumda. İnsanlar yaşam alan-
larının ve bulundukları coğrafyanın tahrip edilmesine
ve kaynakların hoyratça kullanılmasına karşı son yıllarda yoğun önlemler alıyor. Hükümetlerin çevresel politikalarının belirlemesinde de temel etkenlerden biri toplum
baskısı. Baskıdan ziyade İs-
veç’te çöp enerjisinin var
olabilmesi için toplum elinden geleni yapıyor. Nitekim
ülkede ayrışmayan çöp yok
denecek kadar az. Tüm insanlar, çöpleri organik atık
veya diğer atıklar olarak ayırıp belirlenmiş yerlere atıyor
ve böylelikle çöplerin ayrıl-
ması için uzun bir zaman kaybı gerekmiyor. Üstelik atılan
çöpler yıkanmadan atılmıyor. Çöplerin temiz ve geri
dönüştürülebilir bir şekilde
belirli yerlere atılması, bu işe
ne kadar önem verildiğini de
gösteriyor.
ekolojik sorunların çözümü için yüzde 5-10 oranında bir
vergi artışına sıcak baktığını
söylüyor. Bu bilincin elbette ekonomik gelirle doğrudan
bir bağıntısı olsa da “gelişmiş” ülkelerin son yıllarda
ekolojik meselelere eğilmesi
umut verici. Özellikle toplumsal anlamdaki bu geliş-
menin dünyanın gelecek kaygılarına ışık tuttuğunu düşünenler de çoğunlukta. Ulrich
Beck’in sözüyse bu gelişmelerin ne denli önemli olduğunu özetliyor: “Yoksulluk hiyerarşik, kirli hava tabakası
demokratiktir.”
Bölgede genel bir bilinç var.
İsveç’in çöp enerjisinin yanı
sıra komşu ülkelerle de ortak
bir bilinci söz konusu. Geçtiğimiz haftalarda İsveç’in yeni başbakanı Stefan Lövfen
ile Finlandiya Başbakanı Alexander Stubb bir araya gelerek bölgedeki ekolojik sorunları tartıştı. Karbondioksit
emisyonunun artışı üzerine
konuşan iki başbakan, bunun azaltılması için ekonomik olarak birbirlerine destek sözü verdi. Finlandiya
son zamanlarda düşen ekonomisine rağmen ekoloji konusuna oldukça önem veriyor. Fin halkının nabzını
yoklayan Fin gazetecileriyse
halkın büyük çoğunluğunun
10 ATAUM
KASIM 2014
e-bülten
Yürüyüşü organize eden tılanlar, bu yöntemlerle çoManif Pour Tous, 2012’de, cuk sahibi olmanın “aile ku“Marriage Pour Tous” (He- rumuna darbe vuracağı” görkes için Evlilik) yasasına kar- rüşünde. Bu durum bir gösşı kurulmuştu. Aslında geçen tericinin tepkisinde açıkça göyıl Fransa’da aynı cinsten ki- rülüyor: “Tanrı kadın ve erşilerin evliliğine karşı doğdu- keği birbirleri için yarattı.”
ğunu söyleyebiliriz. Manif Po- 2013-2014 eğitim döneminur Tous hareketi bu konuyla il- de Fransa’da 200 civarı ilkogili 4.1 milyon kişiyi sokağa kulda pilot olarak uygulanan
dökmüştü. Malum, Mayıs “Cinsiyet Teorisi’’ eğitim
2013 itibariyle Fransa’da sistemiyse, bu eğitim yılında
aynı cinsiyetten olan bireyler resmen yürürlüğe girdi. Bu
kanunen evlenebilme hakkı- sistem, çocuklara ilkokul itina kavuştu. Fransa bu konu- bariyle, her ne kadar doğuşda dünyada 14. ülke. Manif tan biyolojik olarak cinsiyet
Pour Tous, buna rağmen eş- farklılıkları olsa da, cinsiyet
cinsel çiftleri rahat bırakma- kimliklerinin ve bunların yaya niyetli değil. Protesto et- rattığı farklılıkların toplum tatikleri de eşcinsel bireylerin rafından yapılandırıldığını
taşıyıcı annelik veya yapay öğretiyor. Gerekçesine göre,
döllenme yollarıyla çocuk sa- çocuklar bu sistem sayesinde
hibi olabilmeleri ve Fransa’ cinsiyet rolleri altından ezilda 2014-2015 eğitim yılı iti- meden, istedikleri bireyler
bariyle resmi olarak uygu- olabilme özgürlüğüne erişelanmaya başlayan “Cinsiyet cek. Fakat “Manif Pour Tous”
Teorisi” eğitimi. Gösteriye ka- tabii ki buna da karşı. İnsan-
ların doğuş itibariyle erkek
veya dişi olduklarına, erkeğin ve dişinin belirli rolleri olduğuna ve devletin bu rolleri
manipüle etmeye çalıştığına
inanıyorlar. Bu eğitim sistemi
yüzünden çocuklarının eşcinsel olmasından korkan
ebeveynlerin olduğunu düşünüyorlar.
80’lerde gelişim gösteren
başkası adına hamilelik
(Gestation pour autrui), yapay döllenme, tüp bebek gibi
yöntemler, cinsel ilişkiye bile
gerek kalmadan kadın döl
hücresiyle erkeğinkini uygun
ortamda buluşturmayı olanaklı kılıyor. Günümüzdeyse,
yapay ortamda gerçekleştirilen döllenmenin çiçek vermesi için rahme olan talep
yükselişte. Taşıyıcı annelik
yöntemiyle başkasının rahmini dokuz ay on günlüğüne
“kiralamak” mümkün. Ancak Fransız Medeni Kanun’
‘Aile' Nedir, Kimlerden Oluşur
Betül DİNLER
un 16/7 maddesine göre
“başkası adına üreme veya
gebeliği içeren her türlü sözleşme geçersizdir.” Fransa’
da yasalar, çocukları olmayan veya çocuğuna genetik
bir hastalık geçirme riski bulunan çiftlere yapay döllenme hakkı veriyor. Ülkede
“taşıyıcı annelik” yasak. Paris
İstinaf Mahkemesi’yse konuyla ilgili bir ilki gerçekleştirdi. Mahkeme verdiği kararla, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bu yöntemle 2000’
de ikiz çocuk sahibi olan bir
Fransız çiftin ebeveynlik niteliğini 25 Ekim 2007’de tanıdı. Meclisteki bazı milletvekilleri de eşcinsel çiftlerin, yapay döllenme ve “taşıyıcı
anne” uygulamasıyla çocuk
sahibi olmalarına izin verilmesini sağlayacak önergenin getirilmesini istiyor.
Evetlere karşı yükselen hayırlar
Strazburg Üniversite Hastanesi Jinekoloji Bölümü Doğum Hekimliği Baş ka nı
Israël Nisand, yasağın “bazı
durumlar” karşısında kaldırılmasının olumlu olacağı görüşünde. Örneğin genç yaşta
rahmini kaybeden, ciddi şekilde şekil bozukluklarına uğramış bir rahme sahip olan
ya da rahmini tamimiyle
aldırmış kadınlarda taşıyıcı
annelik çocuk sahibi olmak
için çözüm olabilir. Önemle
vurgulanan nokta, taşıyıcı annenin rahmini yumurtlama
değil, taşıma konusunda
/amacıyla “ödünç vermesi”.
Eşcinsel haklarını savunan
“All Out” derneği sözcüsü Guillaume Bonnet’se olaya kendi perspektifinden bakıyor:
“Eşitliğe karşı çıkanlar tek tip
bir aile modeli olduğunu savunuyor. Bunun dışında
kalanlarıysa soyutluyor. Biz
ve bizim gibi düşünen Fransız ailelerinin çoğunluğuysa
bu modele uygun olmadığımızı gösteriyoruz. Bugün artık aile için tek bir kriter var, o
da sevgi.”
Yöntemin tartışılan bir diğer
boyutuysa, “kadın karnının
metalaştırılması”yla ortaya
çıkan “ürün çocuk”. Senato
Çalışma Grubu tarafından
görüşü alınan filozof Sylvaine Agacinski, ABD’de
“womb for rent” (kiralık rahim) olarak da betimlenen
yönteme, “Çocuk, ipso facto
(fiilen) bir mal haline getiriliyor” diyerek isyan ediyor. Diğer tarafa göreyse, tersten
okuma da mümkün: “Arzulanan, tasarlanan, taşınan,
beslenen ve sevilen çocuk”
olarak dünyaya gelmek.
Fransa’da gerçekleşen yürüyüşte bir gösterici bu düşüncelere paralel olarak kaygısını dile getirmişti: “Bundan
bir sonraki aşamada çocukları mağazaların raflarına
koyacaklar ve içlerinden istediğimizi seçeceğiz.” Bir diğer göstericiyse bu yöntemi
modern kölelik olarak görüyordu.
Her sene taşıyıcı annelik yoluna başvuran Fransız ailelerinin sayısı 300 ilâ 400 civarında. Yöntemin Fransa’da
yasak olması, “doğurma
turiz-mi” olarak tabir edebileceğimiz şekilde ailelerin taşıyıcı anne bulmak adına
yurtdışında arayışa girmelerine neden oluyor. Taşıyıcı
anneliğin yasaklanmadığı ülkelerde çalışan doktorlar,
çiftlerin hangi ülkenin vatandaşı olduğuna veya hangi ülkede yaşadığına bakmaksızın, mesleğini icra ettiği devletin hukukunu uyguluyor ve
taşıyıcı annelik işlemlerini
gerçekleştiriyor. La Haye Milletlerarası Hukuk Konferansları Daimi Bürosu, çocukların
ve kadınların satışını önleyecek, uluslararası taşıyıcı
annelik ilişkisine yüksek
standartlar koyabilecek ve taşıyıcı annelik konusunda ülkelerarası işbirliğini sağlayan uluslararası bir sözleşme
hazırlığında.
Taşıyıcı anneliğe izin verilen
ülkelerde, taşıdığı çocuğu
vermek istemeyen hatta onu
kaçıran taşıyıcı annelere, taşıyıcı annelik sözleşmesi im-
'Annesi'yle evlendi!
Mahkemenin son sözü söylediği diğer bir olaysa, yine
Ekim’in ilk haftası hukuken üvey altsoy-üstsoyla evlenmenin yasak olduğu Fransa’da
bir kişinin üvey annesiyle evlenmesini meşrulaştıran
mahkeme kararının alınmasıyla gerçekleşti. 45 yaşındaki Eric Holder, 1 ay süren hu-
zalandıktan ve gebelik gerçekleştikten sonra bu yolla
çocuk sahibi olmaktan vazgeçen veya doğum gerçekleştikten sonra hasta doğduğu için veya diğer herhangi
bir sebeple çocuğu almak istemeyen çiftlere sıklıkla rastlanıyor. Doğan çocuğu kendi
ülkelerine götürememeleri,
götürseler bile hukuken ebeveyn olarak kabul edilmemeleri, çocuğun vatansız ve
ebeveynsiz kalması, taşıyıcı
annelik yöntemine başvuran
çiftle doğan çocuk arasındaki soy bağını reddetme gibi
sorunlarsa “Manif Pour Tous”
hareketinin elini güçlendiren
deneyimler.
Taşıyıcı annelik bir türlü engellenemediğinden, yasaklanmış ülkelerde dahi bir hukuksal çözüm bulunması gerektiği açık. Nitekim bu türden devletler, taşıyıcı annelik
yoluyla çocuk sahibi olanların çocukla soy bağını kurmak için bu “olay”ı doğum
öncesi evlat edinme gibi kabul ederek yasal zemine
oturtmaya çalışıyor. Evlat
edinme statüsüyle çocukla
soy bağı kurulduğunda, biyolojik anne veya genetik anne ve genetik babayla evlenme yasağı kadar birbirlerine
mirasçılık hakkı gibi konular
da açıklık kazanıyor. Aslında
konuya Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) de müdahil oldu. Şöyle ki, 26 Haziran 2014'te açıkladığı Menesson v Fransa ve Lebassee
v Fransa kararlarıyla taşıyıcı
anne prosedürünün hukuken kabul edildiği ülkelerde
bu yöntemle doğan çocuk ve
ebeveynleri arasında oluşan
ilişkinin taşıyıcı anne sözleşmelerinin yasak olduğu
Fransa'da nüfusta tanınmamasının çocuğun Sözleşme'nin 8. maddesi altında korunan özel hayatına saygı
gösterilmesi hakkının ihlali
olduğuna hükmetti.
kuk savaşından sonra babasının daha önceki eşi 48 yaşındaki Elisabeth Lorentz’le
evlendi. Düğünlerini Metz
kenti yakınlarındaki Dabo kö-
yünde yaptılar. Damadın babasına (yani müstakbel karısının eski kocasına) da düğün yapılacağı haberi verildi.
3
4
Britanya'da AİHS Tartışmaları
Yasemin KARADAĞ
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Britanya'da AİHS Tartışmaları
Yasemin KARADAĞ
Birleşik Krallık’ta sular bir türlü durulmuyor. Adalet Bakanı Chris Grayling’in “AİHM
Birleşik Krallık’ı daha iyi bir
ülke yapmadı” ya da David
Cameron’ın “AİHM ‘önemsiz’ iddialardan oluşan dava
yığınının altında kalan bir
mahkemeye dönüşme riski
altında. Bu nedenle Britanya’
yı korumak için AİHS’e taraf
olmaktan çekilebiliriz” sözlerinden yaklaşık bir yıl sonra
Muhafazakâr Parti bu yolda
kritik bir adım attı. 2015 genel seçimleri için Grayling’in
hazırladığı ve Birleşik Krallık’
ta insan haklarının korunmasına ilişkin oldukça radikal değişikliklerin yer aldığı
“Protecting Human Rights in
the UK- The Conservatives’
Proposals For Changing
Britain’s Human Rights Law”
adlı sekiz sayfalık strateji belgesi, Ekim başında yayınlandı. Metnin yayınlanmasının
ardından ortaya çıkan ateşli
tartışmalar şöyle dursun, öncelikle Muhafazakârlar 2015
seçimlerinden zaferle çıkmaları halinde insan hakları
alanında neler vadediyorlar,
bakmak gerek.
Son yirmi yılda Birleşik Krallık’ta insan haklarının korunması hususunda toplumun
güvenini sarsacak önemli gelişmelerin yaşandığına dikkat çekilen metinde, bu
alanda değişimin zorunlu olduğu belirtiliyor. Bu doğrultuda, Muhafazakârların öngördüğü değişiklikler yeni olma mak la bir lik te, tüm
Avrupa’yı etkileyecek nitelikte. Muhafazakârlar önümüzdeki Mayıs’ta seçimi kazan-
maları halinde, AİHM’in Bir- üyeliğinden ayrılacak.
leşik Krallık Yüksek Mahke- Ne var ki, belgede öngörümesi üzerinde daha fazla len değişiklikler bu kadarla sıbağlayıcı etkiye sahip ola- nırlı değil. Muhafazakâr Parti
mayacağını ve Birleşik Kral- iktidara geldiği takdirde “İşçi
lık iç hukukunda değişiklik ya- Partisi’nin” İnsan Hakları
pılmasına karar vereme- Yasası’nı (Human Rights Act)
yeceğini söylüyor. Ayrıca da yürürlükten kaldıracak.
AİHM yalnızca “danışma AİHS’in hazırlanmasına çok
organı” olarak kabul edile- önemli katkılarda bulunmuş
cek. Öte yandan, Sözleşme ve sonrasında antlaşma hütarafı devletler, Sözleşme’nin kümlerini iç hukukunda uy46 (1). maddesi uyarınca, ta- gulayan Birleşik Krallık,
raf oldukları davalarda Mah- 1998’e kadar Sözleşme’yi iç
keme’nin verdiği kesinleşmiş hukukunun bir parçası halikararlara uymayı taahhüt et- ne getirmemişti. On sekiz yılmekte. Buna göre, Muhafa- lık Muhafazakâr Parti iktidaza kâr la rın bu ö ne ri le ri rını sona erdiren 1997 genel
Sözleşme’nin ihlali anlamına seçimiyle İşçi Partisi iktidara
gelirken, metinde ilgili mad- gelmiş, 1998’de İnsan Hakdeye herhangi bir şekilde ları Yasası’nı hazırlamış ve
değinilmemekte. Bunun ye- bu yasa 2000’de de yürürlürine metinde, gerçekleşecek ğe girmişti. Bu yasanın temel
değişikliklerle birlikte, Birle- amaçlarından birisiyse, AİHS
şik Krallık’ın Avrupa Konseyi ’in İngiliz iç hukukunun tam
üyesi olarak AİHS’e taraf ül- bir parçası olmamasının yake olarak kalmasının arzu- rattığı olumsuzluğu ortadan
landığı ve Konsey’in bu deği- kaldırmaktı. Bu yasayla,
şiklikleri onaylayacağının İngiliz iç hukukunda korunan
umut edildiği söyleniyor. Mu- insan haklarının Sözleşme’
hafazakârların sunduğu tab- de korunan haklarla bağdaloda her iki durumun da ger- şacağı ve İngiliz mahkemeçekleşmesi pek tabii imkâ- lerinin önlerine gelen her dansız. Nitekim Avrupa Konseyi vada Sözleşme haklarını dikde strateji belgesinin yayın- kate alacağı hükme bağlanlanmasının ardından, öneri- dı. Ayrıca Yasa, kamu malerin hiçbirinin AİHM’le k am l a r ı n ın S özleşme’yle
uyum içinde olmadığını söy- bağdaşmayan işlem ve eyleyerek söz konusu değişik- lemlerini de yasaklamakta.
liklerin Birleşik Krallık Kon- Strateji belgesinde Yasa’nın
sey üyesiyken gerçekleşme- pek çok maddesine itiraz
sinin mümkün olmayacağını edilmekle birlikte, asıl itiraz
belirtti. Ancak metinde bu du- “Birleşik Krallık mahkemeleri
ruma karşılık da bir çözüm Sözleşme hükümlerini yobulunmuş. Buna göre, şayet rumlarken AİHM kurallarını
Avrupa Konseyi söz konusu göz önünde bulundurur”
değişikliklere müsaade et- maddesinin yer aldığı, Yasa’
mezse Birleşik Krallık AİHS nın ikinci kısmına ilişkin. Mu-
hafazakârlara göre, Birleşik
Krallık mahkemeleri bu madde yüzünden, sık sık, problemli Strazburg içtihadına uygun karar vermek zorunda.
Belgede, AİHM’in Sözleşme’
nin yorumlanmasında Sözleşme’nin “yaşayan belge”
niteliğine vurgu yaparak zaman içinde etki alanını gereğinden fazla genişlettiğine
ve İngiliz iç hukukunun bu durumdan oldukça zarar gördüğüne dikkat çekiliyor. Bu
duruma gösterilen örneklerden biriyse, Birleşik Krallık’ın
hapishanedeki mahkûmların oy kullanmasını engellemesi nedeniyle AİHS’in 1
No’lu Protokolün 3. maddesinde yer alan serbest seçim
hakkını ihlal ettiğine ilişkin
AİHM kararı (Firth and Others v. the UK- 12.08.2014).
Bu kararın Sözleşme metninden hiçbir şekilde çıkarılamayacağı belirtilirken,
Mahkeme ilgili maddeyi oldukça geniş yorumladığı gerekçesiyle eleştirilmekte. Birleşik Krallık’ta insan haklarının korunmasında AİHM’in
ve İnsan Hakları Yasası’nın
mevcut pozisyonunun “kabul
edilemez” olduğunu belirten
Muhafazakâr Parti, bahsi geçen değişikliklerin yer aldığı,
Britanya Haklar ve Sorumluluklar Yasası’nda (British Bill
of Rights and Responsibilities) da AİHS’in iç hukuka
uygulanacağını söylüyor. Ancak Sözleşme hükümlerinin
orijinal anlamları göz önünde bulundurularak haklar ve
sorumluklar arasında denge
kurulacak.
ATAUM
e-bülten
KASIM 2014
İnsan hakları mı, UKIP korkusu mu?
Birleşik Krallık’ın uluslarara- hes, insan haklarının Muhası insan hakları hukukunun fazakâr Parti’nin umurunda
gelişmesinde dönüm noktası olmadığını, onların tek derolan AİHS’den çekilmesi, in- dinin UKIP’e oy kaptırmasan haklarının korunmasın- mak olduğunu söyledi. Geçda en güçlü koruma meka- tiğimiz Mayıs’ta Avrupa Parnizması olan Avrupa mer- lamentosu seçimlerinden de
kezli sistemi de terk ettiği an- zaferle çıkan ve İngiltere’nin
lamına gelecek. Yanı sıra AB’den çıkması gerektiği fikAB’ye üyeliğin de bir şartı rinin en güçlü savunucusu duolan Avrupa Konsey üyeliğini rumundaki UKIP, gerçekten
yerine getirmeyecek olan Bir- de önümüzdeki genel seçimleşik Krallık’ın Birlik üyeliği lerde oylarını artıracağının
de tehlikeye girecek. Gerçi, sinyallerini vererek Cametekrar seçilmesi halinde, Bir- ron hükümeti tarafından büleşik Krallık’ın birlik üyeliğini yük bir tehdit olarak görülü2017’de referanduma taşı- yor. Liberal Demokrat Parti
yacağını her fırsatta dile ge- Başkanı Tim Farron da geçtitiren David Cameron ve par- ğimiz günlerde partisinin
tisi için bu durumun “tehlike” konferansında yaptığı koolarak görüldüğünü iddia et- nuşmada Avrupa Konseyi’
mek güç. Muhafazakâr Parti’ nin kurulmasına ve Sözleşnin yeni önerisine karşılık, ha- me’nin hazırlanmasına önliyle muhalif sesler de olduk- cülük eden Winston Churça fazla. Eski Başsavcı Domi- chill’i hatırlatarak Muhafanic Grieve, Guardian’a ver- zakârların önerisini alaycı bir
diği röportajda, önerinin şekilde eleştirdi. Winston
“anlamdan yoksun”, “uygu- Churchill, Avrupa’nın bir kulanamaz” olduğunu belirtti. rum etrafında birleşmesi geMuhafazakârların koalisyon rektiğini ilk kez Ekim 1942
ortağı Liberal Demokrat Parti ’de Savaş Kabinesi’nde yapüyeleri de öneriyi eleştirdi. tığı konuşma sırasında dile
Parti üyesi, Adalet ve Medeni getirmiş ve sonrasında da AvHaklar Bakanı Simon Hug- rupa Konseyi’nin kurulması-
na öncü olmuştu. İşçi Partisi’
nden Sadiq Khan da David
Cameron’ın bir kez daha Britanya halkının haklarını ve çıkarlarını korumak yerine
UKIP’e karşı güç kazanma telaşına düştüğünü, Muhafazakârların iddiasının aksine,
İngiliz mahkemelerinin AİHS
hükümlerini yorumlamakta
serbest olduğunu ve İnsan
Hakları Yasası’nın bu durumu değiştirmediğini dile getirdi.
Mayıs 2015’te gerçekleşecek
genel seçimi kazandıkları takdirde Muhalefet Partisi Sözleşme’den çekilecek mi, zamanı gelince göreceğiz ama
Koalisyon ortağından ve diğer muhalefet partilerden
Cameron ve partisine yöneltilen eleştiriler pek de yersiz
sayılmaz. 1 Ekim’de partisinin konferansında konuşan
Cameron da aşırı Avrupa karşıtı söylemleriyle konuşmasını donattı: “İkinci Dünya
Savaşı’nın ardından Sözleşme, saygı duymamız gereken temel hakların yer aldığı
bir metin olarak kaleme alınmıştı. Ancak o zamandan bugüne, Sözleşme türlü şekil-
Britanya'da AİHS Tartışmaları
Yasemin KARADAĞ
lerde yorumlanarak pek çok
yanlış karar alındı. Terör
şüphelisi kişileri ülkemizden
çıkarmamızı engelleyen kurallardan sonra şimdi de hapishane mahkûmlarına oy
hakkı vermemiz gerektiğine
karar verdiler. Üzgünüm,
katılmıyoruz. Britanya Parlamentosu mahkûmların böyle
bir hakkı olmadığına karar
ver di. Bu ül ke Magna
Carta’yı kaleme aldı. Birleşik
Krallık o zamandan bugüne
insan haklarının koruyucusu… Strazburg hâkimlerinin
yönlendirmelerine ihtiyacımız yok. Önümüzdeki seçimlerden sonra Muhafazakâr
Parti, kendi değerlerimizi korumak için, Yeni Haklar Yasası’nı Parlamento’dan geçirecek ve İnsan Hakları Yasası
yürürlükten kalkacak”. Cameron’ın konuşması, İngiliz
basınında “UKIP’e karşı oy
kaybetmemek için izlenen
politikalar” şeklinde yorumlanırken, Huffingtonpost’tan
David Morrison da “an antiEuropean dog whistle” yorumuyla Cameron’un konuşmasını ve Parti önerisini sert
bir şekilde eleştirdi.
5
6
Yunanlıların Evlilik Merasimi
Christos TEAZIS
ATAUM
KASIM 2014
e-bülten
Yunanlıların Evlilik Merasimi
Yunanistan’la ilgili önceki yazılarda sıkça vurgulanan bir
tespit var. Yunanistan’daki ekonomik krizin sırf mali boyutuna bakacak olursak ormanı görmemiş oluruz. Zira
Yunanistan’daki ekonomik
kriz, sosyopolitik, sosyoekonomik ve hatta sosyokültürel
boyutları olan bir dönüşüme
tekabül ediyor. Bu dönüşümün bir boyutu da insanların
nerede evlenecekleriyle ilintili. Kriz öncesi, hatta 1980
öncesi, insanların yüzde 95’i
kiliseye gidip evleniyorlardı.
Niye? Çünkü kilisede evlenmekle, toplum ve özellikle
devlet nezdinde bir nevi
meşruiyetlerini kazanmış
oluyorlardı. Belediyede evlenmek söz konusu bile değildi. Zaman geçti, Yunanistan 1981’de AET’ye tam üye
oldu ve PASOK iktidara geldi. O dönemin başbakanı
Andreas Papandreou, 1982’
de aile hukukunu, yani yeni
medeni kanunu meclisten geçirerek ilk defa belediye
nikahını da uygulamaya koydu. Böylece nikahı papazın
mı belediye başkanının mı
kıyacağına insanlar karar
vereceklerdi. Ama yine de çoğunluk kilise nikahını seçiyordu, çünkü her ne kadar
belediyede evlenmenin hukuki geçerliliği varsa da, toplum kodları kiliseden yanaydı. Kilisede evlenmeyenlereyse sadece toplumun tarafından yan gözle bakılmakla kalmıyor, kendi aileleri de karşı çıkarak bu durumu
“olur mu kilisede evlenmemek?”, “insanlar ne der?”,
“dua almadan evlilik bere-
ketli olmaz” şeklinde itirazlarla karşılıyorlardı.
Yıl 2012 olduğundaysa belediyedeki nikahlar inanılmaz
arttı ve 2013’te Kilise’yle aynı seviyeye ulaştı. Neden?
Nedenler arasında, belediyede evlenme maliyetinin daha ucuz olması var: Bu nikah,
sadece 15 Euro. Kilisede
evlenmeninse maliyeti daha
fazla, çünkü kilisenin süslemesi ve benzeri maliyetler
nedeniyle bu miktarın çok üstünde bir noktaya ulaşılıyor.
Dolayısıyla, gençler “duygusal” nedenlerle eskisi gibi
kilisedeki evliliğe pek inanmaz oldu. Diyorlar ki, illa kilisede mi evlenmek zorundayız? Zaten bir sürü çift belediyeye bile gitmiyor, sadece
“yaşam sözleşmesi” adlı bir
sözleşmeyi imzalayıp evli sayılıyor. Niye bunlar oluyor?
Bu neyi gösteriyor?
Tüm bunlar aslında insanlardaki zihniyet dönüşümünü
gösteriyor. Şöyle ki, Yunanistan’daki devlet ve kilise bir
üst yapı kurumu olarak toplumdan üstün durumda. Yunanistan AET’ye tam üye olduktan sonraysa yavaş yavaş
toplum bir alt yapı unsuru
olarak öne çıkmaya başladı
ve son iki üç senede de üst yapıyı (devlet ve kilise) belirlemeye başladı. Devlet artık
toplumun değerlerine göre
hareket ediyor ve kilise yavaş
yavaş geleneksel zihniyetinden uzaklaşıp daha rasyonel bir anlayışa bürünmeye
başlıyor. Böylece Yunanistan’daki dönüşümün, alt yapı ve üst yapıda eş zamanlı
olarak gerçekleştiğini söyle-
Christos TEAZIS
Christos TEAZIS
yebiliriz. Aslında Yunanistan’ın nereye doğru gittiğini
Başbakan görevinden istifa
etmeden birkaç gün önce Yorgo Papandreou çok açık ve
net bir şekilde söylemişti:
“Yunanistan Bizans zihniyetinden çıkıp eski Yunan medeniyetinin ruhuna kavuşmak zorunda”. Bakalım…
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara
Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Haziran 2014
ATAUM
e-bülten
KASIM 2014
Avrupa’nın İslamofobiyle İmtihanı
Damla ÜNSEVER
7
Avrupa’nın İslamofobiyle İmtihanı
Damla ÜNSEVER
El Kaide’nin üstlendiği 2004
Madrid ve 2005 Londra saldırılarından sonra Avrupa’da
radikal İslam korkusu başladı. Son üç yıldaysa Suriye ve
Irak’a savaşmaya giden Batılı gençler Avrupa ülkelerinin radikal İslam’la ilgili endişelerini artırdı. Tam sayı bilinmese de yaklaşık üç bin Avrupalının savaşmaya gittiği
tahmin ediliyor ve bunlar
“foreign fighters” olarak adlandırılıyor. Yapılan araştırmalara göre savaşmaya gidenler her kesimden insanlardan oluşuyor. Yani sadece
yoksul, eğitimsiz ya da işsiz
gençler değil, elit olarak tanımlanan ailelerin çocukları
da savaşmaya gidenler arasında yer alıyor. En fazla
katılımsa Belçika, İtalya, Almanya, Fransa ve İskandinav ülkelerindeki gençler
arasından. Aksiyon ve macera arayışı, cihad, din kardeşliği düşüncesi, işsizlik, İslam
devleti ideali, kapitalist sistem karşıtlığı... Sebebi ne
olursa olsun devletler aileleri, ailelerse devletleri sorumsuzlukla suçlarken Avrupalı
gençler arasında radikalleşmenin hızla artarak yayılması Avrupa’da terör eylemlerinin yeniden artmasına dair endişeleri de artırıyor. Gidenlerin çoğu Müslüman
gençler olsa da bölgedeki
Hristiyanlara yardım etmek
isteyen Hristiyan genç nüfus
da mevcut. AB, özellikle Irak
ve Suriye’ye savaşmaya gidenlerin geri dönmesi ihtimali üzerinde duruyor. Böyle
bir durumda askeri eğitim almış, radikalleşmiş ve diğer
cihadçılarla bağlantı halinde
olacakları tahmin edilen
gençlerin kendi ülkelerinde
de terör eylemlerine girişe- geçmek için imam sayısının
bileceği düşünülüyor. AB te- arttırılmasını önerdi. En fazla
rörle mücadele koordinatörü Müslüman nüfusa sahip AvGilles de Kerchove, bu du- rupa ülkelerinden biri olan
rum karşısında gerekli ön- Almanya, geçtiğimiz ay salemler alınmadığı takdirde vaşa gitme ihtimali olan vaBel çi ka Ya hu di mü ze si tandaşlarının nüfus cüzdansaldırısı gibi bir olayın tekrar- larına el koyup yerine yurtdılanabileceğini belirtti. Ayrıca şına çıkış olanağı verilmeyen
eskiden de Afganistan, So- belgeler vereceğini açıkladı.
mali ve Yemen’e savaşmaya Ancak gidenler ve gitme ihtigiden Avrupalıların olduğu- mali olanlar hakkında kesin
nu ifade eden Kerchove, bu bilgilere sahip olunmadısefer daha fazla sayıda insa- ğından bu sistemin pek etkili
nın gitmesinin Avrupa’da te- olacağı düşünülmüyor. Diğer
rör tehdidini arttırdığı görü- taraftan Almanya ve Fransa,
şünde.
Schengen kurallarının yeniAlınan önlemlere baktığı- den düzenlenmesini de talep
mızda, 9 Eylül 2011’de Radi- etti.
kalleşme Farkındalık Ağı Ülkelerin aldığı bireysel önoluşturuldu. Bu ağla sosyal iş- lemlerin yanı sıra Avrupa ülçiler, dini liderler, genç siyasi keleri birlikte hareket etme
liderler, polis ve araştırmacı- kararı da aldı. Aralarında işlar gibi radikalizmin önlen- birliğini arttırarak bilgi ve tecmesinde kilit rol oynaya- rübe paylaşımı yapmaya başbilecek aktörler bir araya ge- ladılar. Öncelikle gitme ihtitirilerek radikalleşme, şiddet mali olan gençleri tespit edeeylemleri ve teröre karşı top- rek gitmelerini engellemek
lumsal bilinç oluşturulması ve gidenleri be lir le mek
hedeflendi. İnternetin radi- amaçlandı. Bunun için bazı
kal örgütler tarafından bir ülkelerdeki belediyeler ailepropaganda aracı olarak kul- lerden ve okullardan radilanılmasını önlemek için de a- kalleşme eğilimi gösteren
dımlar atıldı. Özellikle son şüpheli gençlerin olması dugünlerde IŞİD’in yayınladığı rumunda haber vermelerini
görüntü ve videoların tüm istedi. İkincisi, Suriye ve Irak’
dünyada yarattığı etkilerin la sınırı bulunan ve en çok geönüne geçmek, propaganda çiş yapılan ülkeler ve diğer
yapmalarını engellemek için savaşanların geldiği ülkelerAB, sosyal medya kurucula- le işbirliği yapılması kararrıyla görüşmelere başladı. Al- laştırıldı. Geçtiğimiz Ekim’de
manya hükümeti geçtiğimiz yapılan görüşmede AB’nin
Eylül’den itibaren IŞİD terör cihatçıların geri dönmesine
örgütüyle ilgili tüm sembol, karşı alacağı önlemler arttıpropoganda ve faaliyetleri rıldı. Sınır kontrollerinin artyasakladı. Ayrıca bazı Müs- tırılmasına karar verildi ve
lüman gruplar Belçika, Hol- AB yolcu isim kaydı yönergelanda ve Fransa gibi Müslü- si netleştirildi. Bu yönergeye
man nüfusun çoğunlukta ol- göre sınırlarda yolcu bilgileri
duğu ülkelerde hapishane- polis tarafından aranan ya
lerde radikalleşmenin önüne da şüpheli bulunanların bil-
gilerinin de bulunduğu Schengen Bilgi sistemi adı verilen sisteme kaydediliyor. Yani Schengen vizesine sahip olsa da vatandaşların sadece
nüfus kimlikleriyle seyahat etmeleri biraz zorlaşıyor.
Diğer taraftan Avrupa’da yaşayan Müslümanlar da tedirgin. Her ne kadar IŞİD’in İslam’la alakasının olmadığını
belirtseler de, IŞİD ve diğer
terör örgütlerinin yayınladığı
görüntülerdeki Müslüman algısı gittikçe yayılıyor. Bu durum Müslüman nüfusa karşı
önyargıların artmasına sebep oluyor, radikal İslam’ı
tehdit olarak gören Avrupa
ülkelerinin İslam’a karşı aldığı önlemler terör örgütleriyle
alakası olmayanları da etkiliyor. Radikal Müslüman
gruplarsa bu kötü, vahşi Müslüman algısını destekler nitelikte. Büyük İslam devleti idealini benimseyen bu gruplardan bazıları Irak ve Suriye’de
savaşanların kapitalizme karşı savaştıklarını belirtiyor. Bu
tür radikal örgütlerden biri
de Belçika’daki en etkili radikal grup olan ve diğer Avrupa ülkelerinde de yaptığı
propagandalarla Avrupa’
daki islam korkusunu arttıran Sharia4Belgium grubu.
Daha önceleri eşcinsellerin
öldürülmesini savunan bu
grup, şimdiyse Belçika’da
yap tı ğı propogandalarla
Müslüman gençleri Suriye ve
Irak’ta savaşmaya yöneltiyor. Geçtiğimiz Eylül’de Belçika hükümeti tarafından yargılanan örgüt üyelerinin büyük bir kısmı Irak ve Suriye’
de yaşıyor ve çoğunun ölmüş
olabileceği düşünülüyor.
8
Af Örgütü Ukrayna Raporu
Elâ BİLGEN
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Af Örgütü Ukrayna Raporu
Elâ BİLGEN
Ukrayna’da Kasım 2013’te verileri bugüne kadar hayabaşlayan ve beş ay içinde bir tını kaybedenlerin sayısının
iç savaşa dönüşen siyasi kriz, dört bine yaklaştığına, üstebirinci yılını doldurmak üze- lik bu ölümlerin bir kısmının
re. Viktor Yanukoviç hükü- da Eylül’de ilan edilen ateşmetinin AB’yle gümrük birli- kese rağmen gerçekleştiğine
ğini öngören Genişletilmiş işaret ediyordu. Af Örgütü’
Komşuluk Projesi’ni imzaya nün araştırmasıysa işkence
birkaç gün kala askıya aldı- ve kötü muamele, zorla kayğını açıklamasıyla, hüküme- bedilme ve yargısız infazlar
tin Rus güdümünde hareket gibi hukuksuzlukları ortaya
ettiğini düşünen Batılılaşma çıkardı.
yanlısı on binlerce kişi sokak Kırım’ın Rusya tarafından ilgösterilerine başlamıştı. Hü- hak edilmesinin ardından
kümet değişikliği, Kırım’ın iş- bölgeden gelen sivillerin kasgali ve Doğu Ukrayna’ya as- ten öldürüldüğü ve yargısız
ker sevk edilmesi kutuplaş- infazlar yapıldığı haberleri,
mayı arttırmış ve polisin de Nisan’dan itibaren Doğu Uksert müdahalesiyle şiddetli rayna için de duyulur olmuşçatışmaların fitili ateşlen- tu. Başlangıçta Doğu Ukraymişti. Sokak gösterileri ve si- na’daki Donetsk ve Luhansk
lahlı çatışmalarla geçen bir yı- Bölgelerinde savaşan ayrılıklın ardından henüz siyasi bir çı güçlere yöneltilen bu iddiuzlaşıya varılamadı. Bu sü- alar, ilerleyen aylarda Kiev
reçte ülkenin AB, ABD ve Rus- kontrolündeki güçleri de
ya açısından ne denli önemli kapsamaya başlamıştı. Ulusolduğu anlaşıldı ama Ukray- lararası Af Örgütü söz konuna bu önemin bedelini ağır su iddiaları incelemek üzere
insan hakları ihlalleriyle geçtiğimiz Ağustos ve Eylül’
ödüyor. Uluslararası Af Ör- de Doğu Ukrayna’ya iki ayrı
gütü’nün 20 Ekim’de duyur- misyon düzenledi. Örgüt
duğu rapor da bir yandan ih- temsilcileri, insan hakları ve
lalleri gözler önüne serer- insancıl hukuka aykırı fiillere
ken, diğer yandan insan hak- maruz kalan mağdurlar,
larının bu “propaganda mağdur yakınları, görgü
savaşı”nda nasıl araçsallaş- tanıkları, yerel yetkililer, sağtırıldığını göstermekte. BM lık görevlileri, her iki taraftan
Af Örgütü’nün tavsiyeleri
John Dalhuisen, “söz konusu
suçlarla ilgili farazi biçimde
birbirini suçlamak yerine her
iki tarafın da kendi kontrolündeki güçler tarafından yakın mesafeden gerçekleştirilen infazları araştırmaya ve
bunların ortadan kaldırılmasına odaklanması gerektiğini” belirtmekte. Uluslararası Af Örgütü ayrıca hem Ukrayna Hükümeti’ne hem de
Donetsk ve Luhansk Bölgelerindeki de facto otoritelerle isyancı gruplara kendi kuvvet-
leri tarafından gerçekleştirilenler başta olmak üzere
hukuksuz öldürme vakalarını tüm yönleriyle ve tarafsız
biçimde araştırma ve araştırma sonuçlarını kamuoyuyla
paylaşma çağrısında bulunuyor. Ukrayna hükümetinin
gönüllü birliklerle diğer hükümet yanlısı kuvvetleri
birleştirmesi ve denetim altına alması gerektiği vurgulanırken, her iki tarafın da milis
güçlerinin keyfi gözaltı, zorla
kaybedilme, işkence, yargı-
savaşçılar ve gazetecilerle
görüşerek bilgi topladı. İnceleme sonunda hazırlanan rapor, 20 Ekim’de Berlin’de gerçekleştirilen bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu.
Raporu sunan Ukrayna Uzmanı Jovanka Worner, eylemlerin boyutunu tespit etmek son derece zor olsa da
Rusya yanlısı ayrılıkçılarla Kiev denetimindeki milisler tarafından Doğu Ukrayna’da
yargısız infaz ve mezalim uygulandığı konusunda hiçbir
şüphelerinin kalmadığını ifade etti. Bununla birlikte iç savaşın bir “propaganda savaşı” halini aldığı ve her iki tarafın da kamuoyuna yanlış
bilgiler yaydığı ve gerçekleri
abartılı biçimde yansıttığı belirtildi.
Gerçekten de Eylül’de Rus
medyası, daha önce Kiev
kontrolünde bulunan Donetsk Bölgesindeki iki köyde toplu mezarlar bulunduğu,
mezarlardaki ceset sayısının
400’ü bulduğu ve işkenceye
uğradığı anlaşılan kadın
cesetlerine ulaşıldığı haberlerine yer vermişti. Af Örgütü
heyeti de bölgede yaptığı incelemede 4 kişinin yargısız
infaza uğradığına dair delil-
lere ulaştı ancak Örgüt toplu
mezarlarla ilgili inandırıcı kanıtlar olmadığını açıkladı. Af
Örgütü’nün Avrupa ve Orta
Asya Direktörü John Dalhuisen, infazların derinlemesine incelenmesi gerektiğini
belirtmekle birlikte Rus yetkililer tarafından yürütülen propaganda savaşına da dikkat
çekti.
Öte yandan bazı Ukraynalı
üst düzey yetkiler de Rus yanlısı ayrılıkçıların Lysychansk’
taki bir hastanede tedavi görmekte olan yaralı üç Ukraynalıyı öldürdüğünü iddia etmişti. Ancak Af Örgütü’nün
görüştüğü hastane personelleri bu bilgiyi doğrulamadı. Ayrıca Örgüt’ün raporunda her iki tarafın kontrolündeki bölgelerde bulunan hastanelerde yetkililerin yaralanma ve ölümlerle ilgili kayıt tutmasının önlendiği ya
da hukuksuz oluşan yaralanma ve ölümlerin kaza vb.
olarak kayıtlara geçirildiği ifade ediliyor. Af Örgütü, başlarına bir şey gelmesinden
korkan yetkililerin yasal güvence altında olduklarını hissetmeden kayıtlara güvenilemeyeceği uyarısında bulunuyor.
sız infaz ve idam uygulamalarından kaçınmasını sağlamakla yükümlü olduğu ifade
ediliyor.
Af Örgütü son olarak BM’nin
Ukrayna’daki İnsan Haklarını İzleme Misyonu’nun
(HRMMU) yetkisini Kasım
2014 sonrasına uzatması gerektiğini, yargısız infaz ve keyfi öldürmeler, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve
aşağılayıcı muamele ve cezalar ve keyfi göz altılarla ilgili Özel Raportörlerin bir an
önce Ukrayna’ya ziyaret talebinde bulunması gerektiğini belirtmekte. AB ve Ukrayna’da temsilcilikleri bulunan
üye devletlereyse Uluslararası İnsancıl Hukuka Uyumun Artırılması için AB Prensipleri çerçevesinde Doğu
Ukrayna’da insancıl hukukun uygulanması için Ukrayna Hükümeti’ne destek vermeleri tavsiye ediliyor.
ATAUM
KASIM 2014
e-bülten
Ukrayna’nın Seçimi
Mühdan SAĞLAM
9
Ukrayna’nın Seçimi
Mühdan SAĞLAM
Kasım 2013’ten bu yana istikrarsız günler yaşayan Ukrayna, kaderine şekil vermek
için 27 Ekim’de sandık başına gitti. 35 milyon seçmenin
oy kullanacağı ve 29 Parti ve
blokların yarıştığı seçimde,
hem yüzde 5’lik bir seçim barajı uygulandı, hem de bazı
bölgeler için dar bölgeli seçim sistemi geçerliydi. Seçimin hemen ertesinde oy sayımına başlanmakla beraber
halihazırda oyların yüzde
85’i sayılmış durumda. Seçimleri AB yanlısı Başkan
Poroşenko’nun bloğu yüzde
23’lük oyla önde götürüyor.
Benzer biçimde Başbakan
Arseni Yatsenyuk'un Halk
Cephesi Partisi yüzde 21.3
ile oy oranıyla ikinci parti konumunda. Toplam yedi partinin meclise girdiği seçimlerde, Eski Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in muhalif bloğu oyların sadece yüzde
7.6‘sını alabildi. Lviv Valisi
Andriy Sadovi'nin başkanlığını yaptığı Samopomoş yüzde 10.81, Oleh Lyaşko'nun
başkanlığını yaptığı neoNazi eğilimleriyle bilinen Radikal Parti yüzde 7.52 ve eski
Başbakan Yulia Timoşenko'nun liderliğini yaptığı Batkivşçina yüzde 5.81 oy aldı.
Aslında Ukrayna’da seçime
giden süreç mercek altına
aldınığında, seçimden çıkan
sonuçların sürpriz olmadığı
söylenebilir. Şöyle ki, 2013’
te ülkenin Rusya yanlıları ve
AB yanlıları olarak iki kampa
ayrılmasının bu seçimlere de
yansıdığı görülmekte. Üstelik gerek parlamentoda AB
yanlıların baskın olması, gerek devlet Başkanı Poroşenko’nun tutum ve politikaları,
seçim sonuçlarına ilişkin
farklı bir beklentiyi ortadan
kaldırdı.
Rakamlara da yansıyan bu
sonuçların doğru bir biçimde
analiz edilmesi için ülkenin içinden geçtiği siyasi çalkantıya yakından bakmak gerekiyor. Şubat 2014’te Kiev
Euromeydan’da toplanan
göstericilerin kontrolden çıkması ve art arda ölüm vakalarının yaşanması üzerine
eski devlet başkanı Viktor Yanukoviç azledildi. Yakunoviç’in azli siyasi kaosu tırmandırsa da Rada (Ukrayna
Parlamentosu) da bu kaotik
ortamdan payını aldı. Yakunoviç’in Bölger Partisi ve Komünist Parti milletvekillerine
yönelik kaba şiddeti içeren tutumu, bu partilerin meclisten
dışlanmasının başlıca sebebi
oldu. Komünist Parti, aşırı milliyetçilerin baskıları yüzünden meclis toplantılarına
katılamaz noktaya geldi. Üstelik parlamentoda AB yanlılarının baskın statüsü acil bir
Rusya’nın tutumu
Ukrayna’da bunlar yaşanırken gözlerin çevrildiği diğer
bir merkez Moskova oldu.
Rusya adına mikrofon başına
geçen Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, bazı bölgelerde
seçimlerin yapılmadığına, üstelik kendilerinin de gözlemci göndermediklerine dikkat
çektikten sonra, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği TeşkilatıAGİT’in seçim sonuçlarını tanıması durumunda kendilerinin de benzer bir tutum
alacaklarını söyledi. Nihayet
muhalif parti liderlerinin, milletvekili adaylarının ve bazı
partilerin seçim hazırlık sürecinde baskıya uğradığını,
sindirildiğini de sözlerine ekleyen Lavrov, yeni de sonuçları tanıdıklarını da ifade etti.
Ukrayna’da çıkmaz haline
gelen durumun yeni kurulacak hükümetle aşılabileceğini de sözlerine ekleyen Lavrov, şu anda ayrılıkçıların
kontrolünde bulunan ve seçimlerin yapılamadığı Doğu
Ukrayna’da 2 Kasım’da yapılması planlanan seçimleri
tanıyacakları bilgisini de verdi. Ayrıca Lavrov’un bu bölgede ayrı bir seçimin yapılmasının burada özerklik isteyen halkları daha da özgürleştireceğini ifade eden
sözleri, Rusya’nın bu seçimleri tertplediğine ilişkin şüpheleri arttırdı. Daha önce de
Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı
bölgeler Ukrayna’dan ayrılmak için referanduma gitmiş, ancak Rusya bu sonuç-
biçimde kurulan hükümetin
her yasasının sorunsuz geçmesiyle noktalandı. Parlamentodaki bu tablo karşısında kendisi de AB yanlısı olan
halihazırdaki devlet başkanı
Poroşenko, parlamentonun
meşruiyetini yitirdiğini ifade
etmek zorunda kalmış ve
meclisi Ekim 2014’te seçim
yapılana kadar feshettiğini
ilan etmişti.
Dolayısıyla yeni bir seçimin
tüm ülkeyi kucaklayacağı bir
zenginlikte geçmeyeceği parlamentonun feshedildiği gün
dahi biliniyordu. Kaldı ki muhalif partilerin bir biçimde
parlamentodan çıkarılması,
dahası seçim süreci boyunca
baskı altında tutulmaları,
medyada propaganda yapacak imkânlardan mahrum bırakılmaları da sandıktan çıkan sonucun zeminini yarattı. Nitekim 96 yıldır mecliste
koltuk sahibi olan Kominist
Parti’nin meclise girememesinin yarattığı şaşkınlık, yaşananların en net göstergesi. Komunist Parti’ye yönelik
bu tutumun bir diğer önemli
yansıması, neo-Nazi eğilimleriyle bilinen Radikal Parti’
nin gücünü arttırması. Batı
Ukrayna’da adeta hükümetle aşırı milliyetçilerin ablukasına alınan Komünistler, ülkenin doğusundaki ayrılıkçı
mücadeleye destek olmaya
başladı ve bununla kalmayıp
Donetsk'de geçtiğimiz haftalarda bir Komünist Parti kurdu.Ukrayna’daki seçimlerde
dikkat çeken bir diğer nokta
da, katılım oranının düşüklüğüydü. Her ne kadar ülkede 35 milyon seçmen olsa
da, halihazırdaki verilere göre katılım oranı yüzde 52.32’
yle sınırlı kaldı. Bunun görünür nedeniyse seçmenlerin
partilere olan güvensizliği değil. İlk olarak ülkenin doğusunda yaşanan ve 3 bin 700
kişinin ölümüne neden olan
çatışmalar ateşkes koşulları
altında düşük bir yoğunlukta
devam etse de, bu bölgelerde seçimlerin yapılamadığı,
sandık kurulan yerlerdeyse
gerek güvenlik gerek ayrılıkçı talepler sebebiyle yaklaşık
3 milyon seçmenin sandığa
gitmediği görülüyor. Doğu
Ukrayna’daki çatışmalar ülke içinde öyle bir bölünmeye
neden olmuş durumda ki,
ayrılıkçı liderler kendi bölgelerinde yeni bir seçim yapacaklarını ilan etti bile.
Dahası, daha önce 20-25
milletvekili çıkaran ve ağırlıklı olarak Rusya yanlısı bir
tutum alan Kırım’ın seçimlere katılmaması da hem katılım oranlarında hem de seçim sonuçlarında etkili oldu.
ları tanımamıştı.
Sonuç olarak Ukrayna’nın
yaklaşık bir yıldır devam
eden istikrarsızlığını bir nebze olsun ortadan kaldırmak
için meşru bir parlamentoyla
yoluna devam etmek isteyen
Poroşenko’nun seçim sonuçlarından memnun olduğu
açık. Nitekim Ukraynalı lider
twitter üzerinden seçim sonuçları kutladı ve daha iyi bir
Ukrayna için umutlarının arttığını ifade etti. Bununla beraber, bu seçimin Ukrayna’
nın kaderini iyiye mi götüreceği sorusunun cevabı hala
belirsizliğini koruyor. Her ne
kadar Poroşenko durumdan
memnun olsa da, seçimden
dışlanan partilerin durumu,
aşırı milliyetçilerin meclisteki
yerlerini sağlamlaştırmaları,
anayasa reformu beklentisi
ve en önemlisi bölünme talebinde bulunan Doğu Ukrayna’da neler olacağı gibi sorulara parlamentonun etkin
bir çözüm sunup sunamayacağı henüz bilinmiyor.
Üstelik Rusya’nın 2 Kasım seçimlerini tanıyacağını ve bu
seçimlerin Doğu Ukrayna’yı
daha özgür ve özerk kılacağını ifade etmesi, Kremlin’in
Kiev’e karşı alternatif planları ol du ğu nu gös te ri yor.
Özetle, Ukrayna yoluna göreli olarak meşru bir parlamentoyla devam edecek olsa da bu parlamentoyu zor
günlerin beklediği de söylenebilir.
10
Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP!
H. Kardelen IŞIK
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP!
H. Kardelen IŞIK
“Demokrasinin beşiği” Birleşik Krallık, İskoçya Bağımsızlık Referandumu’nu henüz
atlatmışken bir politik depremle daha karşı karşıya.
Öyle ki, Londra’ya Mayıs
2014’te gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladığı başarıyla
bir nevi erken uyarıda bulunan UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi), artık Westminster’da.
İngiltere’nin AB’den çıkması
gerektiğini savunan ve yer
yer yabancı düşmanlığına
hatta ırkçılığa varan göçmen
karşıtı söylemleriyle dikkat
çeken Nigel Farage liderliğindeki UKIP, tarihinde ilk
kez parlamentoda bir sandalye kazandı. Koalisyon hükümetinin büyük ortağı olan
Mu ha fa za kâr Parti’den
Clacton temsilcisi Douglas
Carswell, geçen Ağustos’ta
“partisinin AB politikalarını
ciddi bulmadığı gerekçesiyle” istifa etmiş ve UKIP’e
geçmişti. Londra’nın kuzeydoğusunda yer alan Clacton
bölgesi için yapılan ara seçimlerde UKIP’in adayı olan
Carswell, Farage’ın da yakın
desteğiyle seçimden açık ara
zaferle çıktı. Carswell böylelikle UKIP’in Avam Kamarası’ndaki ilk ve tek milletvekili
oldu. UKIP, İşçi Partisi’nin kalesi olarak bilinen Heywood
ve Middleton’da yapılan seçimlerdeyse 2010’da yüzde
3’ü zar zor bulan oy oranını
yüzde 39’da çıkardı. Bir başka milletvekilinin Muhafazakâr Parti’den UKIP’e geçmesi
se be biy le Kasım’da da
Rochester ve Stroot bölgesinde ara seçim düzenlenecek.
UKIP, Mayıs 2015’te düzen-
lenecek genel seçimlerde iktidara gelmese dahi halihazırda ciddi bir değişim sürecinde olan İngiliz siyasetinde
önümüzdeki süreçte adından fazlaca söz ettirecek. En
olası ihtimal olarak UKIP’ın
sağ ve sol oyları bölerek koalisyonda bir denge unsuru
olabileceği öngörülse de, hiçbir partinin açık ara zafer
kazanmaması durumunda
UKIP Westminster’ın “güçlü”
bir ortağı olarak dahi karşımıza çıkabilir.
İlk bakışta, İskoçya Bağımsızlık Referandumu süreciyle
UKIP’in ara seçim zaferi bağlantısız gözükse de aslında
çok önemli bir ortak sonucu
var: Nispeten istikrarlı ve görece “tahmin edilebilir” olan
İngiliz siyasetinde dengeler
değişmeye başlıyor; hem de
siyasi arenada etkisi giderek
artan bir şekilde hissedilen
UKIP’le. Ancak yine de meseleye temkinli yaklaşmak
gerekiyor. Başbakan David
Cameron, bir yandan UKIP’
in diğer yandan da partisindeki AB karşıtı kanadın baskısıyla zor günler geçiriyor.
Cameron, Juncker’in seçimi
ve hemen ardından gelen
AB’ye bütçe katkısı meselesiyle hem AB’yle ilişkilerde
hem de iç siyasette adeta ip
üzerinde yürüyor olsa da,
ara seçim başarısının UKIP’e
Mayıs 2015 genel seçimlerine kadar nasıl yön vereceği
de bir o kadar önemli. Zira,
Farage Avrupa’da yükselen
aşırı sağ rüzgarını arkasına
almış olsa da adımlarının
şimdilik “popülist” yönü ağır
basıyor.
UKIP-Avrupa’da yükselen aşırı sağ
Avrupa Parlamentosu seçimleriyle bir kez daha kendisini
güçlü bir biçimde hissettiren
aşırı sağ partilerin yükselişinin tüm Avrupa’yı (bir de
İngiltere özelinde olduğu gibi Muhafazakâr Parti iktidardaysa) derinden etkilediği aşikar. Bu nedenle Birleşik
Krallık özeline geçmeden önce Avrupa’da yükselen aşırı
sağa kısaca bakmak gerekiyor. UKIP, Birleşik Krallık siyasetinde tarihi bir ivme yakalayarak Cameron’ı şimdiden
zora sokmaya başlamış olsa
da, Avrupa’da yükselen bu
“trendden” o da nasibini fazlasıyla alıyor.
Avrupa’da 1930’lardan sonra, özellikle 1980’lerden bu
yana etkisini hissettirmeye
başlayan aşırı sağ partiler,
henüz hiçbir parlamento seçiminde tek başına iktidar
olabilecek çoğunluğa ulaşabilmiş değil. Yerel, ulusal ve
Mayıs 2014’te de görüldüğü
gibi Avrupa Parlamentosu seçimlerinde varlıklarını dönem dönem önemli bir şekilde hissettiriyorlar. Bu dönemler de genellikle sosyoekonomik ya da siyasi kriz-
lerle çakışıyor. Bu görece kriz
dönemleri seçimler öncesinde yaşanıyorsa da, bir yandan merkezdeki partiler taban kaygılarıyla aşırı sağ partilerin söylemlerinden fazlasıyla etkilenirken diğer yandan da aşırı sağ partiler yine
oy kaygısıyla merkezdeki
muhafazakarlara yaklaşıyor
veya eleştirinin dozunu arttırıyor.
Yaşlı Kıta’da ekonomik krizin
birliği her açıdan hala zorlamaya devam ettiği göz
önünde bulundurulduğunda, AB kuşkuculuğu, göçmen
karşıtlığı, ırkçılık ve İslami
aşırıcılık paydasında birbirleriyle kesişen bu partiler “başarılarından” daha çok söz
ettireceğe benziyor. Burada
da en temel motivasyon kaynağı olaraksa “ekonomik
olarak kendine yeterli ve bağımsız hissetme” karşımıza çıkıyor.
Bütün bunlar Birleşik Krallık’
ta etkisini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan yeni süreç için de geçerli. Ancak gerek
UKIP gerekse koalisyonun
büyük ortağı olan Muhafazakar Parti içinde AB kuşku-
ATAUM
e-bülten
culuğu terazide daha ağır basıyor. Öyle ki, bu durum nere dey se ya rım yüz yıl dır
Avrupa’da birliği sağlamış
olan, hatta “barış başarısını”
2012’de Nobel Barış Ödülü’yle de “ispatlamış” AB’ye
daha kuruluşundan itibaren
temkinle yaklaşan İngiliz siyasetine içkin. Birlikten ayrılma fikri, uzunca bir süredir
İngiliz siyasetinin değişmeyen gündemi. İngiltere’nin
AB’yle halihazırda görece yeni gerilimlere yelken açan bu
ilişkisi UKIP’in politikalarına
da altyapı sağlıyor ve hareket alanını fazlasıyla genişletiyor. Öyle ki, UKIP lideri Ni-
KASIM 2014
gel Farage, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde hem
iktidar hem de ana muhalefet partisini geride bırakarak
tarihi bir başarıya imza atmasının ertesinde “İngiltere’
nin AB’den ayrılmasını değil,
AB’nin AB’den ayrılmasını
istediğini” dile getirerek durumu bir adım daha ileriye
taşımış oldu.
Avrupa genelinde aşırı sağ
yükseliyor olsa da en azından Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladıkları başarıya rağmen partiler yine
“aşırı” dağınık bir görünüm
sergiliyor. Zira göçmen ve AB
karşıtlığında uzlaşsalar da di-
Britanya Siyasetine Yeni Soluk: UKIP!
H. Kardelen IŞIK
ğer konularda ortak bir tutum sergileyemiyorlar. Avrupa Parlamentosu’nda grup
kuramayan partilerin fikirlerini hayata geçiremiyor oluşu, aşırı sağı “şimdilik” etkin
kılamıyor. Zira halihazırda Nigel Farage’ın geçtiğimiz aylarda Avrupa Parlamentosu’nda kurmuş olduğu Avrupa Özgürlük ve Demokrasi
grubu Ekim’de dağıldı. Yine
de Fransız Ulusal Cephe Partisi lideri Marine Le Pen ve
Hollandalı aşırı sağcı Geert
Wilders Avrupa Parlamentosu’nda grup kurmayı başaramamışken Farage’ın böylelikle ön plana çıkmış olması
kayda değer. Ancak burada
dikkat çekilmesi gereken nokta ne genel olarak aşırı sağın
ne de Farage’ın Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladığı başarıya rağmen
“Avrupa’nın geleceğinde” henüz tam anlamıyla söz sahibi
olabilmesi. Genel başarısı
merkez partilerin başarısızlığında gizli olan aşırı sağın,
bu ortamda gözlerini iç siyasete daha fazla dikeceğini
söylemek güç olmasa gerek.
Hele UKIP ve İskoçya Referandumu depreminin ardından genel seçimlerin çok yakın olduğu Birleşik Krallık’ta.
Londra’yı sarsan politikacı: Nigel Farage
Britanya kamuoyunun gözünde siyaset, özellikle son
yirmi yıldır kriz senaryoları ve
bunlardan kaçış ajandaları
dışında pek rağbet görmüyor. Bunun önemli sonuçlarından biri de seçimlere katılımın düşük olması şeklinde
karşımıza çıkıyor. Bir diğeri
ve belki de UKIP’in siyasi
arenada kendine bir taban
bulabilmesinin en önemli sebebiyse, kaybedilen prestijle
siyasi partilerin zarar görmüş
imajları. Tüm Avrupa’da olduğu gibi İngiltere özelinde
de karşılaşılan ekonomik
kriz, mülteci sorunları gibi sorunların asıl sorumlusu olarak AB’yi gösterme anlayışı
sıklıkla tekrar ediliyor. Bu durumsa, hâlihazırda değişimin eşiğinde olan İngiliz siyasetinde seçmenleri farklı
arayışlara itiyor. Nitekim
UKIP, ilk olarak Muhafazakar
Parti’nin AB ve göçmenlik po-
litikalarını fazla uzlaşmacı bu- dozu giderek artan bir şekillanlar tarafından destekleni- de göçmen karşıtı açıklamayor. Böylelikle UKIP ve öze- larıyla (AIDS hastalarının üllinde Farage “sokaktaki ada- keye alınmaması gibi) fazlamın sesi olarak” kurulu dü- sıyla sansasyonel, seçim tarzenin dışına çıkma söylemi tışmalarında partisinin ekove güvenilirliği kalmamış si- nomik politikalarıyla ilgili
ya se te al ter na tif su nar her türlü tartışmayı engellegörünümüyle kolaylıkla yer yebilecek kadar dikkatli,
bulabiliyor.
AB’nin İngiltere’den ortak
1993’te Muhafazakar Parti bütçeye ek katkı yapmasını isiçinde Avrupa konusunda ya- temesinin akabinde AB’yi
şanan anlaşmazlığın sonucu “kana susamış bir vampir”
olarak kurulan UKIP, bir ön- olarak niteleyebilecek kadar
ceki genel seçim olan 2010 da popülist. Nitekim, yükseseçimlerde yalnızca yüzde 3 lişin ilk ve önemli göstergesi
oy alabilmişti. Yine de hâli- Mayıs 2014’teki yerel seçimhazırda Avrupa Parlamen- lerde Birleşik Krallık gibi asıl
tosu’nda sandalye sahibi olarak iki partinin domine etolan Nigel Farage’ın etkili ve tiği bir ülkede yüzde 17 oy ocoşkulu hitabet yeteneğinin ranı olmuştu. 2010 seçimlede yadsınmayacak etkisiyle, rine kadar oyların yüzde 80geçen yıllar içinde kendisine 90’ını Muhafazakar Parti-İşçi
Muhafazakâr Parti tabanın- Partisi’nin aldığı bir ortamda
dan ayrı ve özgün bir kitle bu oranın yüzde 65’e gerileyaratabildi. Farage, müna- mesi ve daha da düşüyor olzara teklifleriyle ve ayrımcılık ması, UKIP gibi yeni bir poli-
11
tik güç için geniş bir alan yaratıyor.
Farage, genel seçimlerde
aday olacağını söyleyerek,
özellikle Avrupa Parlamentosu seçimleri başarısından
sonra gözünü Westminster’a
bu kez daha emin bir şekilde
dikmiş bulunuyor. Cameron’
sa en azından seçimlere kadar adımlarını hem UKIP’in
yükselişi hem de kendi partisindeki AB karşıtı kanadın
baskısı altında şekillendirecek gibi duruyor. Öte yandan, Muhafazakâr Parti’nin
UKIP’e “kaptırdığı” tabana
karşı Cameron’ın seçimlerden başarıyla çıkması durumunda AB üyeliğini referanduma götürme kozu, AB’yle
İngiltere arasındaki “gerilimi” bir nebze daha tırmandıracağa benziyor.
Non Grata
12 Viktor
Onur HAZNEDAR
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Viktor Non Grata
Onur HAZNEDAR
Soğuk Savaş döneminde Doğu'nun ayrıksı ülkesi olan Macaristan, bugünlerde de Batı’
nın ayrıksı ülkesi olma yolunda önemli adımlar atıyor. Zira Avrupa’nın doksanlardaki
“demokratikleşme” hamlesinde önemli yer tutan Macaristan, Viktor Orban liderliğinde önemli bir dönüşüm-
den geçiyor. Gerek AB gerekse NATO üyeliğiyle kendini Batı’da konumlandıran
Macaristan’a “büyük abi”
ABD’dense müdahale gecikmiyor. Zira geçtiğimiz günlerde ABD, Macaristan’ın
önemli pozisyonlarındaki altı
kişiye seyahat yasağı getirerek sopasını Viktor Orban’a
Viktor Viktor Viktor!
Uzun süredir Macaristan siyasetinde önemli bir rol oynayan Viktor Orban, Mayıs’
tan bu yana üst üste aldığı seçim zaferlerinin etkisiyle ülkede otoriter bir rejim kurmuş durumda. Ülke içinde
önemli bir muhalefetle karşılaşmayan Viktor, başta medya olmak üzere birçok alanda baskıcı bir tutum sergiliyor. 1998-2002 arasında
başbakanlık görevini yürüten, 2010’da bu göreve geri
dönen ve son seçimlerde
mecliste elde ettiği üçte ikilik
bir çoğunlukla gücüne güç
katan Orban, çıkardığı yasalarla ve yaptığı açıklamalarla
ülkeyi kendi kontrolü altında
tutuyor. Ülke televizyonuna
doğrudan müdahaleyle Soğuk Savaş dönemi uygulamalarını hatırlatan Orban,
son olarak da ülke içinde faaliyet gösteren hükümet dışı
kuruluşlara el atmış durum-
da. Ülke dışından fon aldıkları gerekçesiyle bu kuruluşları dış güçlerin ajanları olarak gören Orban, bunların
yakın olarak gözlemlenmesi
ve kontrol altında tutulması
gerektiğini savunuyor. Ülke
içindeki bu merkezileşmeye
yönelik yönetim anlayışına
karşılık da başta ABD ve AB
olmak üzere tepkiler gecikmiyor.
Bu noktada Viktor Orban’ın
kendi yönetim anlayışını nasıl konumlandırdığına da
bakmakta yarar var. Ülkede
muhafazakâr ve sağ unsurları temsil eden Fidesz Partisi’nin liderliğini yapan Orban, geçtiğimiz Temmuz’da
Romanya ziyareti sırasında
yaptığı açıklamada Macaristan’da liberal olmayan ancak demokratik bir yapı kurmak istediğini açıkça dile getirdi. Kendine örnek olarak
da Rusya, Çin ve Türkiye’yi
göstermeye başladı bile.
Macaristan’ın devlet yetkililerinden ve iş adamlarından
oluştuğu belirtilen bu altı kişiye seyahat yasağı getirilmesinin arkasında yatan nedenin tam olarak açıklanmamasıysa, bunun Orban’a
yönelik bir genel uyarı olduğu savını doğruluyor. Bazı
medya kaynaklarında nedenin yolsuzluk olarak lanse
edildiği görülse de, aslında
bu yaptırım bizzat Viktor Orban hükümetine “ayağını
denk al” mesajını içeriyor.
Peki, Viktor Orban ayağını
neden denk almalı?
alıyor. Orban’a göre bunlar
çok başarılı örnekler ve tam
anlamıyla liberal demokrasinin değerlerine karşı çıkmıyorlar. Bu yüzden Orban da
bahsettiği devletler gibi
“farklı, özel ve ulusal bir
yaklaşımla” kendi devlet yapılanmasını kurmak istiyor.
Ülkenin gerek uluslararası
sistemde gerekse coğrafi
olarak konumlandığı yer göz
önünde bulundurulduğunda
Orban’ın Batı’nın liberal demokrasi anlayışından uzak
ve ne olduğu muğlak bu yönetim anlayışı, ciddi eleştiri
oklarına hedef oluyor. Zaten
Rusya’yla son olaylarla birlikte ilişkilerinde ciddi bozulma yaşayan ABD ve AB, kendi içinde oluşmakta olan bir
Putin’e doğal olarak sıcak
bakmıyor. Eski Amerikan Başkanlarından Bill Clinton, bir
televizyon programında yaptığı açıklamada Viktor Or-
ban’ın “otoriter kapitalizm”
hayranı olduğunu ve bu gücü asla bırakmak istemeyeceğini dile getiriyor. Bu açıklamayı takip eden günlerde
ABD Başkanı Barack Obama
da Macaristan’dan Mısır’a
bitmek tükenmek bilmeyen
düzenlemelerin ve açıkça yapılan tehditlerin sivil toplumu hedef aldığını işaret
eden bir açıklama yapıyor.
Son seyahat yasağı olayıysa
bu söylemsel düzeyin pratiğe
dönüşmesinden ibaret. Her
ne kadar bu durum Budapeşte tarafından iç işlere
karışma olarak görülse de,
ABD buna pek kulak asmıyor, hatta Macaristan’ın “kulağını çekmeye” devam ediyor. AB cephesiyse doğrudan
konuya müdahil olmayarak
sırtını “abisi” ABD’ye dayamış bir tavır takınıyor.
lazım. Halkın ciddi anlamda
ekonomik bir darboğazın içine girdiği yerlerde bir şekilde
halkının sevgisini kazanan
bu tarz siyaset, kendi deyimleriyle milletten aldıkları gücü sonuna kadar kullanma eğilimi içerisine giriyor. Ancak
herhalde bu gücün de bir sı-
nırı olmalı ki, ABD nefesini
Orban’ın ensesinde hissettirmeye başladı. Viktor Orban’
ın bu sopayı nasıl algıladığı
bilinmez ama Orban’ın kurmak istediği bu yeni rejimin
geleceğini yine Orban’ın kendisi belirleyecek gibi gözüküyor.
Asıl ‘tehlike’ Jobbik
Ülkede Fidesz’den sonra
ikinci parti konumunda bulunan Jobbik ise aşırı sağı temsilen asıl tehlike olarak görülüyor. 2003’te kurulan parti,
Avrupa’daki eğilime paralel
olarak, özellikle 2008 sonrası büyük bir yükseliş gösteriyor. Son yerel seçimlerde oy-
larını yüzde 20 bandının
üzerine çıkaran Jobbik, özellikle ülkedeki Yahudilere karşı bir politika yürütüyor.
Sonuç olarak Avrupa karşıtlığının moda olduğu, prim yaptığı bugünlerde Viktor Orban
tarzı siyasetçilerin sahne almasına çok da şaşırmamak
14 ATAUM
e-bülten
KASIM 2014
İsveç Filistin’i Tanıdı
Uzay AYSEV
‘Tarafsız' AB Üyesi
İsveç Filistin’i Tanıdı
Uzay AYSEV
AB ülkelerinin Filistin’in devlet statüsüne yönelik hakim olan İsrail yanlısı “tarafsız”
duruşları, yavaş yavaş çözülüyor. Ekim başında İsveç’in
yeni seçilen sosyal demokrat
Başbakanı Stefan Lofven ay
başında verdiği sözü tuttu ve
İsveç 30 Ekim’de AB üyesiyken Filistin’i devlet olarak
tanıyan ilk ülke ünvanını kazandı. Benzer olarak Birleşik
Krallık Avam Kamarası da
274’e karşı 12’yle aldığı kararla hükümeti Filistin’i tanımaya çağırdı. Bağlayıcılığı olmayan bu kararın Birleşik
Krallık hükümetinin Filistin
politikasını değiştirmeyeceğiyse açık. Nitekim David
Cameron, yaptığı açıklamayla bu oylamanın hükümetin İsrail-Filistin politikasını değişmeyeceğini açıkladı.
Yine benzer olarak, İrlanda
Senatosu’nda alınan kararla, Dublin hükümeti Filistin’i
tanımaya çağırıldı. Birleşik
Krallık hükümeti gibi İrlanda
hükümetinin de Filistin’e yönelik yaklaşımının değişmesi
beklenmiyor. Öte yandan,
bu gelişmelerin kısa vadede
büyük bir etkisi olacağı beklenmese de, Batıda safların
çözülmesi, Filistin sorununun adaletli bir çözüme ulaşması konusunda önemli bir
gelişme olarak görülebilir.
Hâlihazırda Afrika, Asya ve
Latin Amerika ülkelerinin
aşağı yukarı tamamı ve Doğu Avrupa ülkelerinin bir kısmını içine alan 134 ülke
Filistin’le diplomatik ilişki içerisinde. Bu ülkeler arasında Slovakya, Kıbrıs, Romanya, Bulgaristan, Polonya, Macaristan gibi AB ülkeleri de
yer almakta. Bu ülkelerin karşısındaysa ABD ve İsrail’in ön-
cülüğünü üstlendiği “tarafsız” pozisyona sahip blok var.
Elbette ki tarafsızlık kisvesine
bürünmüş bu pozisyon aslında İsrail yandaşlığından başka bir şey değil. Bu yaklaşımın temelinde İsrail-Filistin
sorununun tarafların müzakereleri sonucunda çözülmesi ve tek taraflı herhangi
bir adımın barış sürecini
olumsuz etkileyeceğinden
ötürü iki taraf uzlaşmadığı sürece Filistin’in devlet statüsünün tanınmaması gerektiği
görüşü yatıyor. Bu önermenin müzakerelerle ilgili ilk kısmı konusunda derin bir fikir
ayrılığı söz konusu değil.
Esas sorun, önermenin ikinci
kısmında yatıyor. Nitekim
Filistin’in devlet statüsünü
İsrail’le yürüttüğü müzakerelere bağımlı hale getirmek
demek, zaten hâlihazırda
İsrail’e karşı büyük bir dezavantaja sahip Filistin liderliğinin ellerini tamamen bağlamak anlamına geliyor. Bunun en açık örneğiyse, Filistin’in 2009’da İsrail tarafından düzenlenen ve yüzlerce
sivilin öldürüldüğü ve yaralandığı Dökme Kurşun Operasyonu’nun akabinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne
yaptığı başvurunun akıbeti.
2012’de UCM savcısı Luis
Moreno Ocampo Filistin’in
başvurusunu Filistin’in devlet
statüsüne sahip olup olmadığı konusundaki belirsizlik
sebebiyle reddetmişti. Bu örnekte de görüldüğü gibi, devlet statüsüne sahip olmamak, Filistin’in İsrail saldırıları karşısında başvurabileceği sınırlı sayıdaki uluslararası mekanizmalara da erişimini imkânsız kılıyor. İşte Batı
Avrupa ve ABD’nin Filistin so-
rununa yönelik “tarafsız” yaklaşımının en büyük ikiyüzlülüğü de bu noktada yatmakta. Filistin’in, İsrail’in halkına yönelik yılaşırı düzenlediği saldırılar ve insan hakları ihlallerine karşı korunmak
için hiçbir uluslararası mekanizmaya erişim sağlamasına
engel olmak. Filistin’i neredeyse 50 senedir işgali altında tutan ve birçok uluslararası örgütün de belgelediği
gibi Filistin halkını aşağı yukarı her türlü insanlığa karşı
suça ve savaş suçuna maruz
bırakan İsrail’in insafına ve
iyi niyetine terk etmek.
İsrail ve yandaşlarının statükoyu koruma konusundaki
telaşlarını anlamak çok zor
değil. Nitekim İsrail, son 50
senedir devam ettirdiği adım
adım Filistin topraklarını Yahudi yerleşimlerine açma ve
işgal etme politikasını büyük
bir kararlılıkla ve hiçbir yaptırıma maruz kalmadan sürdürüyor. Onlarca yıllık işgal
politikasının sonucunda hâlihazırda 300 binden fazla Yahudi yerleşimci Batı Şeria’da
işgal edilmiş topraklar üzerinde yaşamakta. En son geçen Ağustos’ta İsrail hükümeti Batı Şeria’da 400 hektarlık bir bölgeye Yahudi
yerleşmecilere açılmak üzere el konulduğunu açıkladı.
Uluslararası Adalet Divanı tarafından da uluslararası hukuka aykırılığı tescillenmiş
bu politikaya ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin tepkisi her
zamanki gibi sözde kalan
kınama mesajlarından ileriye gitmedi. Adım adım sürdürülen bu politikanın sonucuysa, Batı Şeria’daki su kaynaklarının ve verimli toprakların kalıcı işgalini oldu-
bittiye getirmek. Bu sebeple,
son tahlilde statükonun korunmasının tek sonucu da
İsrail’in uluslararası hukuka
aykırı uygulamalarının ve insan hakları ihlallerinin devamını sağlamak. ABD’nin ve
Batı Avrupa devletlerinin
“tarafsızlık” adı altında yıllardır yaptığı ve şu anda da
yapmakta olduğu şey tam
olarak bu.
Filistin’in devlet statüsünün
kabul edilmesi, uluslararası
hukukun devletlere sağladığı koruma mekanizmalarından faydalanabilmek anlamına geliyor. Örneğin Kasım
2012’de BM Genel Kurulu tarafından verilen “gözlemci
devlet” statüsü sayesinde bugün Filistin’in UCM’ye başvuru yapabilecek konumda
olduğu görüşü yaygın. Elbette ki, içinde bulunduğumuz uluslararası konjonktürde,
UCM gibi uluslararası mekanizmaların etkinliği devletlerin uluslararası hukuka
bağlılıklarıyla aynı doğrultuda. Bu nedenle, Filistin’in
devlet statüsünün tanımasının İsrail-Filistin sorununun
adil bir şekilde çözülmesine,
en azından kısa vadede bir
fayda sağlamayacağı açık.
Buna rağmen bu sürecin
ABD, İsrail ve Batı Avrupa’nın
bu zamana kadar gardiyanlığını yaptığı statükoya
ufak da olsa bir darbe vuracağı aşikar. AB üyelerinin
İsveç’in tutumunu örnek alıp
almayacağı ve almaları durumunda Filistin’e yönelik
“tarafsız” ama İsrail’in ekmeğine yağ süren politikalarını ne derecede değiştireceklerini bekleyip göreceğiz.
13
Olaylı Maç
14 Belgrad’da
Emre YÜKSEL
ATAUM
KASIM 2014
e-bülten
Belgrad’da Olaylı Maç
Emre YÜKSEL
Sporla siyaset arasındaki ilişki birçok kez tartışmalara konu oldu. Spora siyasetin karışmaması taraftarlarıyla sporun da siyasetin aracı bir
platform olabileceği görüşünde olanlar tartışmanın
merkezinde. Mevzubahis
spor özellikle futbol olduğunda, hem sporun popülaritesi hem de küresel önemi
sayesinde tartışmalar daha
da önemli hale geliyor. Nitekim Sırbistan’la Arnavutluk’
un 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası eleme grubunda
Belgrad’da yaptıkları maçta
yaşanan olaylar, bu tartışmayı tekrar alevlendirdi.
Öyle ki, söz konusu maçta sahaya Kosova’yı da içeren
“Büyük Arnavutluk” bayrağı
indirilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, maçın tatil
edilmesiyle sonuçlandı.
Sorunların
tarihsel kökeni
Belgrad’daki maçta yaşanan sında bölünmüşlerdi. Her ne sonuna gelinmesiyle Yugos- BM
olayların anlaşılabilmesi için
önce iki ülke arasındaki tarihsel ilişkilere ve sorunlara
bakmak gerekmekte. Bu sorunların başındaysa, “Büyük
Arnavutluk” tartışması göze
çarpmakta. Kökenleri İkinci
Dünya Savaşı dönemine kadar giden bu görüşe göre, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Yunanistan ve Arnavutluk
arasında bölünmüş halde bulunan Katolik, Ortodoks ve
Müslüman Arnavutlar, tek bir
Büyük Arnavutluk içinde birleştirilecekti. Tek bir çatı altında olması gereken Arnavutlar özellikle Arnavutluk,
Kosova ve Makedonya ara-
Olaylı maç
İki ülke arasındaki siyasi sorunlar yetmezmiş gibi, Sırbistan ve Arnavutluk milli futbol takımları Euro 2016’ya gidebilmek için oynanan eleme maçlarında aynı gruba
düşmüştü ve birbirleri arasındaki ilk maça da Belgrad’daki Partizan Stadyumu
ev sahipliği yapacaktı. UEFA’
nın “kritik” olarak nitelediği
maçın öncesi de gergindi.
Stadyum tarihsel göndermelerin bulunduğu pankartlarla donatıldı. Ayrıca Sırp tara-
kadar mevcut Arnavutluk
Devleti’nin resmi olarak böyle bir motivasyonu ve siyasal
ilkesi olmasa da, “Büyük
Arnavutluk” ideası Belgrad
tarafından olumsuz karşılanmakta.
İki ülke arasında soruna sebep olan ikinci ve belki de en
önemli olaysa, Kosova’nın
bağımsızlığı. Bilindiği üzere,
Kosova Yugoslavya’da Voyvodina’yla birlikte iki özerk
bölgeyi oluşturuyordu ve federe devletlerden Sırbistan’a
bağlıydı. Yugoslavya Anayasası’na göre de özerk bölgelerin bağımsızlık hakkı bulunmuyordu. Soğuk Savaş’ın
lavya dağılma sürecine girmiş ve yaşanan iç savaş sonra sın day sa Hır va tis tan,
Slovenya, Makedonya ve Bosna-Hersek bağımsızlıklarını
ilan etmişlerdi. Kosova da bu
süreçten etkilenmiş ve bağımsızlığını ilan etmiş ancak
bunu başaramamıştı. Ardından Kosovalı Arnavutlar önce İbrahim Rugova önderliğinde pasif direniş sergilemişler, sonra da Kosova Kurtuluş Ordusu’nu (UÇK) kurarak silahlı direnişe başlamışlardı. Bölgeye Sırp ordusunun girmesinin ardından da
1999’da NATO Yugoslavya’
yı bombalamış ve Kosova,
denetimine geçmişti.
2008’deyse ülke bağımsızlığını ilan etmiş ve Kosova
Cumhuriyeti adını almıştı.
Sırbistan’sa tanımadığı bu
bağımsızlığının uluslararası
hukuka aykırı olduğunu deklare etmişti. Kosova’nın bağımsızlığı, bu bağımsızlığı
destekleyen Arnavutluk’la
bağımsızlığa kesinlikle karşı
çıkan Sırbistan’ın arasının
bozulmasına neden olmuş
ve ikili ilişkiler minimuma indirilmişti. Ayrıca Kosovalı Arnavutların Sırbistan’dan ayrılması “Büyük Arnavutluk”un gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir adım olarak
görülmüştü.
fının talebi üzerine Arnavut
taraftarların maça alınmaması ve Belgrad’a gitmemesi
kararlaştırıldı ancak Arnavut
taraftarlar yine de kendi imkânlarıyla maça gideceklerini duyurdu. Ama Belgrad’a
havayoluyla gelmeye çalışan
45 Arnavut Nikola Tesla Havaalanından içeri alınmadı.
Gergin bir atmosferde başlayan maçta Arnavutluk milli
marşı ıslıklanarak protesto edildi. Tüm olumsuz gelişmelere karşın yine de maç sakin
bir havada giderken maçın
41. dakikasında sahaya meşaleler atılmaya başladı. 44.
dakikadaysa maçta ipleri koparan olay gerçekleşti. Saha
dışından havalanan ve Kosova’nın da dahil olduğu “Büyük Arnavutluk” bayrağını taşıyan bir maket helikopter,
saha üzerinde dolaşmaya
başladı. Bir süre sahanın
üzerinde dolaşan helikoptere Sırp futbolcu Stefan Mitrovic hamle yaparak bayrağı
indirdi ve bayrağı almak iste-
yen Arnavut futbolcularla
gerginlik yaşandı. Seyircilerin sahaya inip Arnavut futbolculara saldırmasıyla da
gerginlik en üst noktasına
ulaştı. Bu sürede Sırp futbolcuların seyircileri yatıştırmaya çalışmaları ve Arnavut futbolcuları korumaya çalışmaları olayların daha da büyüme si ni engelledi. Bunun
üzerine futbolcular soyunma
odasına gitti ve maçın İngiliz
hakemi Martin Atkinson da
maçı tatil etmek zorunda kal-
ATAUM
KASIM 2014
e-bülten
dı. Maça ABD kimliğiyle giren ve VIP tribününde bulunan Arnavutluk Başbakanı
Edi Rama’nın kardeşi Olsi
Rama’ysa helikopteri kullandığı gerekçesiyle gözaltına
alındı. Maçla ilgili açıklama
yapan Sırbistan Dışişleri Bakanı Ivica Dacic, “burada asıl
sorulması gereken soru, AB’
nin ve UEFA’nın bu durum
karşısında nasıl bir tutum sergileyeceği. Çünkü bu olayı
bir Sırp yapsa, Tiran’da ya da
Priştine’de ‘Büyük Sırbistan’
bayrağı açsa, eminim ki bu
durum BM’ye kadar giderdi”
sözleriyle olayı planlı ve politik bir provokasyon olarak tanımladı. Arnavutluk Dışişleri
Bakanı Ditmir Buşati’yse futbolun siyasetle karıştırılmaması gerektiğini ve Partizan
Stadı’ndaki olayların futbolla bağdaşmadığını açıkladı.
Maça yönelik disiplin soruş-
Tehlikeli gerginlik!
Maçın gergin geçmesi, bu
gerginliğin sokağa da taşmasına neden oldu. Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’daki Arnavutlar futbol takımlarını destekleyen eylemler yaptı ve “Büyük Arnavutluk” sloganları attı. Gerginliğin yaşandığı esas yerlerse
Sırbistan’da Arnavutların yaşadıkları yerler oldu. Novi
Sad ve Vrşats kentlerinde Arnavutlara ait işyerleri, Sombor kentindeyse bir fırın ateşe verildi. Arnavutluk’un
Podgoritsa Büyükelçiliği’nin
de camları kırıldı.
En önemli gerginlikse Subo-
İlişkilerde zeytin dalı
Maçın ardından en çok merak edilen konuysa, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın
Belgrad’a yapacağı gezinin
iptal edilip edilmeyeceğiydi.
Başta ziyaretin planlandığı gibi gerçekleşeceği ve Rama’
nın belirlenen tarihte Belgrad’a gideceği açıklanırken, daha sonra ziyaretin 10
Kasım’a ertelendiği duyuruldu. Ziyaret, bir Arnavutluk
başbakanının Belgrad’a 68
yıl sonra yapacağı ilk ziyaret
olması nedeniyle büyük
önem taşıyor. Başbakan
Rama maçla ilgili yaptığı
açıklamada “olanlardan ve
Sırp yetkililerin tepkilerinden
dolayı çok üzgünüz, hayal kırıklığı yaşadık. Geçmişten ge-
len bir nefret siyasetiyle hareket etmemeliyiz. Futbol maçında yaşananlar bizi yönlendirmemeli” diyerek maçın
iki ülke ilişkilerini etkilemeyeceğini vurguladı. Başbakan Rama, ayrıca mevkidaşı
Vuçiç’le birlikte iki ülke arasındaki ekonomik ve politik
ilişkiler konusunda yeni bir
sayfa açmakta kararlı olduklarını vurgulayıp, bölge ülkelerinin ortak hedefinin AB olduğunu da belirtti.
AB’yse o lay ları “siyasetin
stadyumlardaki provokasyonlarla yapılamayacağının
ve bu bağlamda özellikle bölgesel işbirliğinin öneminin altını çiziyoruz. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın gelecek
Belgrad’da Olaylı Maç
Emre YÜKSEL
turması başlatan UEFA’nın
kararıysa aslında oldukça ilginç. Zira karar göre maç devam ettirilmeyecek, Sırbistan
3-0 hükmen galip sayılacak,
Sırbistan elemelerdeki iki
maçını seyircisiz oynayacak
ve eleme grubundaki 3 puanı da silinecek. UEFA ayrıca
her iki ülkeye de 100 bin Euro para cezası verdi.
Maçın tatil edilmesinin ardındansa iki ülke birbirlerine
nota verdi. Sırbistan, Arnavutluk’un Belgrad Büyükelçisi Ilir Bocka’yı Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak “maçta
Büyük Arnavutluk propagandası yapıldığı gerekçesiyle”
Arnavutluk’a nota verirken,
Arnavutluk’sa Sırbistan’ın Tiran Büyükelçisi Mirolyub
Zariç’i Dışişleri Bakanlığı’na
çağırarak maç sonunda yapılan açıklamalar nedeniyle
protesto notası verdi.
tisa kentinde yaşandı. 8 bine
yakın Müslümanın yaşadığı
kentte, Sırbistan’da 250 yıl
sonra inşa edilen ilk cami olma özelliği taşıyan Muhacir
Camisi’ne molotof kokteyliyle saldırı düzenlendi. Katolik,
Ortodoks ve Müslümanların
bir arada yaşadığı kentin tek
camisine yapılan saldırı, Sırbistan İslam Birliği tarafından kınandı. Birlik Başkanı
Ibazer Uzeiri, kentin bir hoşgörü örneği olduğunu ve bu
tür bir olayın Subotisa’da ilk
defa görüldüğünü belirtti.
günlerde Sırbistan’a yapmayı planladığı ziyaretin önemli
olduğunu düşünüyoruz” şeklinde yorumladı. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Kosova
Dışişleri Bakanı Enver Hocay’ın Belgrad’a gelmesi ilişkilerin normalleşmesi açısından önemli bir adım oldu. AB
destekli resmi olmayan bir
toplantıya katılan ve iki ülke
tarihinde ilk olma özelliği taşıyan ziyaret sürecinde Hocay ilişkilerin normalleşmesi
çağrısında bulundu. Toplantıya katılan Arnavut Bakan
Buşati’yse ikili ilişkilerde makul olunmasını ve devlet işlerinin holiganlıkla, bir futbol
maçıyla yönetilmemesi gerektiğini vurguladı.
Her ülkenin bir diğeriyle sorunları bulunduğu Balkanlar
’da yaşanan en küçük bir kıvılcım büyük bir ateşe dönme
riski taşıyor. Kosova sorunuyla birlikte ilişkileri son derece
gergin olan Sırbistan ve Arnavutluk, aslında maçın neden olduğu sorununun üstesinden gelmiş gözüküyor. Tarafların tansiyonu düşürmeye yönelik açıklamaları ve
AB’nin taraflara yaptığı soğukkanlı davranma çağrısı
bunda en büyük etken. Başbakan Rama’nın önümüzdeki ay yapacağı ziyaretse iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi yolunda önemli bir kilometre taşı görevi görebilir.
15
Business Act For Europe
16 Small
Müge ALGAN
KASIM 2014
ATAUM
e-bülten
Small Business Act For Europe
Müge ALGAN
Small and Medium Enterprises (SMEs) stands for
small and medium-sized enterprises as defined in the
European Union (EU) law.
The main factors determining whether a company
is an SME are number of employees (medium-sized <
250, small < 50, micro < 10)
and either turnover (medium-sized ≤ € 50 m, small
≤ € 10 m, micro ≤ € 2 m)
or balance sheet total (medium-sized ≤ € 43 m, small
≤ € 10 m, micro ≤ € 2 m).
These ceilings apply to the figures for individual firms
only.
SMEs have such a great economic importance that they
constitute 99% of the world’s
trade and according to the
data of 2006, 22 million
SMEs undertake 75% of the
entire employment in Europe. SMEs represent a major share of all business (e.g.
99.9% for Spain and Italy,
99.8% for Belgium, Sweden
and France, 99.7% for Austria and Ireland, 99.6% for
United Kingdom, 99.5% for
Germany).
Because of their importance
in the global economy, the
EU put some efforts to boost
the role of SMEs, to strenghten their structure and
to prepare an environment
to improve SMEs’ trade
volume. Small Business Act
for Europe (SBA) is the major
policy document of EU,
which was adopted in June
2008, reflects the European
Commission’s political will to
recognise the central role of
SMEs in the EU economy and
forms a comprehensive SME
policy framework for the EU
and its Member States. SBA
contains EU SME policies and
action plans in accordance
with ten policy dimensions.
These dimensions are: Entrepreneurship, second
chance, Think Small First,
responsive administration,
state aid and public procurement, access to finance,
Single Market, skills and innovations, environment and
internationalization. Additionally SBA requires a legislative act to modernise
and amend previous regulations such as VAT and
Directive 2000/35/EC. The
aim of EU with SBA is to improve an approach to entrepreneurship in the scope
of the “Think Small First”
principle in policy making
from regulation to public
service, to strengthen the environment of SMEs, to promote SMEs’ growth by helping them tackle their problems and to answer the
needs of them.
In February 2011, the
Review of Small Business Act
for Europe was launched to
estimate the implementation
of Small Business Act. This
review presents an overview
of progress made in the first
two years of the SBA, sets out
new actions to respond to
challenges resulting from
the economic crisis reported
by stakeholders, and proposes ways to improve the
uptake and implementation
of the SBA with a clear role
for stakeholders, with business organizations at the
front-line.
In the area of accessing finance most Member States
have adopted measures to
enhance SMEs’ access to finance. Governments like Cyprus, Czech Republic,
Denmark, Estonia, France,
Germany, Ireland, Italy, Latvia, Lithuania, Malta, the
Netherlands, Poland, Portugal, the Slovak Republic,
Spain, Sweden and the United Kingdom- support the internationalisation of SMEs.
Only few countries have reported that they have started
to promote the European
Code of Best Practices in order to facilitate SMEs’ access
to public procurement (e.g.
Austria, Cyprus, France,
Germany, Hungary, Ireland,
Lithuania, Poland, Portugal,
Sweden and the United
Kingdom). While Member
States are making good
progress in making it cheaper and faster to start up a
company; no progress can
be reported in the area of
simplification of bankruptcy
procedures except Belgium,
Finland, Ireland, Spain and
the UK. Recently the Member
States have covered a small
distance in implementing the
SBA. Member States have to
improve their legislation,
monitor their actions, evaluate them and develop new
initiatives considering these
evaluations. Members
should simplify and modernise their regulations
considering the SBA and the
needs of SMEs. They have to
implement EU Regulations
and Directives effectively
and they have to benchmark
to develop the best practice.
European Union have made
good progress in adopting
legislative initiatives foreseen by the SBA, in promoting SMEs’ access to the
development and use of
standards, access to finance,
and internalisation. The EU
has to simplify the general
framework of regulations
and administrative directives- especially accounting framework of EU. While
boosting the regulations on
accounting and finance, implementation and accessibility of finance should be
enhanced regarding SMEs
benefits. Markets of SMEs
have to be supported and
environmental and energy
efficiency arrangements
should be developed regarding the needs and expectations of SMEs.
The SBA is an important policy document which considers the needs of SMEs. SBA
has put in a plan of actions
for the difficulties SMEs have
faced. The effective implementation of the SBA at European and national level
will boost the growth of SMEs
and will improve their innovative and environmental
skills. Strengthening of SMEs
will provide economic
growth and will improve the
competitiveness of Europe.
Portre
Portre
Recep Ersel ERGE
Michael Collins
İngiliz hükümeti bağımsız İrlanda cumhuriyetini tanımayı şiddetle reddediyor, yerine İngiliz Milletler
Topluluğu içinde özerklik statüsü öneriyordu. Collins bunu kabul etti. Bir görüşe göre kabulü bilinçliydi,
zira reddetmesi savaşın tekrar başlaması anlamına geliyordu ve bu da İrlanda'nın felaketi olabilirdi.
İrlanda Kurtuluş Savaşı’nın
devrimci lideri Michael Collins başarısını gerçekçi olmasına ve elindeki kaynakları
verimli şekilde kullanabilmesine borçluydu. İrlanda
Cumhuriyet Ordusu’nun
(IRA) istihbarat şefi olarak, İrlanda’daki İngiliz istihbaratını felce uğrattı. Maliye Bakanı sıfatıyla yeni cumhuriyetin hazinesine çok büyük
kaynaklar buluyordu. İngilizler her yolu denedi, ama ne
Collins’i yakalayabildi ne de
başarısına engel olabildi. İrlanda’da yarı efsanevi bir
kimliğe büründü Collins. Becerikli, gözü pek ve acımasız
bir lider olarak ünü kısa
sürede İngiltere’yi bile aştı.
Michael Collins, varlıklı bir
çiftçi ailesinin sekizinci çocuğu olarak County Cork yakınlarında 16 Ekim 1890’da
dünyaya geldi. İrlanda’nın
güneybatısında doğayla iç
içe büyüdü. Dışarıdan bakınca siyaset ve kültür hayatından uzakta görünüyordu,
ancak öyle değildi. İrlanda
edebiyatına olan sevgisini
babasından, İrlanda devrimciliğine olan inancını da öğ-
retmenlerinden aldı. Öğretmenlerinden biri, İrlanda
Cumhuriyet Kardeşliği (IRB)
üyesiydi. İrlanda’nın Büyük
Britanya’dan bağımsızlığı
için çalışan gizli bir örgüttü
IRB. Collins, daha ilköğretim
çağında, 1798 Ayaklanması’na katılan İrlandalıların hikâyelerini dinliyordu öğretmeninden. İngiliz mezalimiyle dolu bu hikâyeler Collins’in İrlandalılık bilincinin
pekişmesini sağladı.
On altı yaşındayken Londra’ya gidip postanede çalışmaya başladı. On yılı bu şe-
hirde geçecekti. Londra’da,
tabii ki, İrlanda cemiyetinin
içinde yaşıyordu. Bu grup
Londra toplumuna oldum
olası uyum sağlayamamıştı.
İngilizler İrlandalılar yüzünden emeğin değersizleştiğini
düşünüyor, İrlandalılar da
dışlandıkları hissine kapılıyordu. Londra’da çeşitli İrlanda örgütlerine katıldı Collins. Önce, İrlandacanın kullanımını teşvik eden Gaelic
League’de rol aldı. Sonra,
1908’de Sinn Féin’a üye oldu. Yazılarını severek okuduğu İrlanda milliyetçisi Arthur
ATAUM
e-bülten
Griffith tarafından kurulmuş
olan bir siyasi partiydi bu.
Adı İrlandaca “biz kendimiz”
anlamına geliyordu ve
amacı da, özetle, İrlanda’yı
bağımsızlığına kavuşturmaktı. 1909’da IRB’ye
katılan Collins, daha sonra
aynı örgütün güney İngiltere
teşkilatına hazinedar oldu.
Ocak 1916’da Dublin’e dönüp Paskalya Ayaklanması’na katıldı. Ayaklanma başarısız olunca Kuzey Galler’de diğer IRB isyancılarıyla
birlikte hapse atıldı. Ayaklanmada önemli rol üstlenmemişti ve askerî mahkemede yargılanan liderler arasında değildi. Zaten aynı yılın sonunda serbest bırakıldı.
Dublin’e döndü. Aralık 1918
genel seçimlerinde 105 sandalyeden 73’ünü Sinn Féin
kazanmıştı ki bunlardan biri
de South Cork’tan seçilen
Collins’e aitti. Liderliğini ilk
kez bu seçim kampanyasında ortaya koymuştu. Sporcu
olduğundan uzun boylu, yapılıydı. Yakışıklı, sempatik ve
iradeliydi. Tam bir karizmatik
liderdi kısacası. Keskin zekâsı ve tükenmez enerjisi de
buna eklenince, yeniden
canlanan devrimci harekette
liderliği üstlenmesi çok da
zor olmadı.
Ocak 1919’da Dublin’de İrlanda meclisi “Dáil Éireann”ı
kurdular ve bu meclis bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ni ilan etti. Collins yeni
cumhuriyete önce İçişleri Ba-
KASIM 2014
kanı, sonra da Maliye Bakanı
olarak atandı. Hükümet de
kurulmuştu artık, ama Kurtuluş Savaşı daha yeni başlıyordu. IRA İngiliz kuvvetlerine gerilla savaşıyla direniş
gösteriyordu. IRA’nın eylemleri İngiliz hükümetinden
şiddetle karşılık buluyor ve
bu da IRA’nın daha şiddetli
eylemlere girişmesine sebep
oluyordu. 21 Kasım 1920’de
Collins yönetiminde bir IRA
grubu, Dublin’de 14 İngiliz
ajanını öldürdü. İngilizler de
misilleme olarak Croke Park’
a zırhlı araçlarla gelip futbol
seyircisinin üzerine ateş açtı
ve 12 İrlandalı öldü.
O sırada İrlanda’da Collins
kadar güçlü olan bir kişi daha varsa o da cumhuriyetçilerin lideri olarak görülen
Éamon de Valera idi. Temmuz 1921’de ateşkes imzalandıktan sonra Collins, pek
hoşuna gitmese de, Valera’
nın ricasıyla Londra’daki barış konferansında Arthur
Griffith başkanlığındaki İrlanda heyetine katıldı. Görüşmelerde İngiliz hükümeti
bağımsız İrlanda cumhuriyetini tanımayı şiddetle reddediyor, yerine İngiliz Milletler
Topluluğu içinde özerklik
statüsü öneriyordu. Collins
bunu kabul etti. Bir görüşe
göre kabulü bilinçliydi. Çünkü reddetmesi savaşın tekrar
başlaması anlamına geliyordu ve bu da İrlanda'nın felaketi olabilirdi. Hâlbuki
özerklik adı altında geçecek
bir barış süreci yakın gelecekteki tam bağımsızlık mücadelesine hazırlanmak için
iyi bir fırsattı. Diğer bir görüşe göreyse, Collins’in bunu
kabul etmek zorunda kalması tamamen tecrübesizliğine
dayanıyordu. Collins diplomatik bir müzakerede nasıl
tavır alacağını bilmiyordu ve
ülkesinin çıkarlarını savunamamıştı. Bu görüşe göre,
başkan Valera da Collins’in
bu tecrübesizliğini biliyordu
ve zaten sırf bu yüzden
heyete katılmasını istemişti.
Londra’dan başarısızlıkla
dönmeleri halinde Collins
gözden düşecek ve Valera’ya
rakip olmaktan çıkacaktı.
Üç aya yakın süren müzakerenin ardından barış anlaşması 6 Aralık 1921’de imzalandı. Böylece “Serbest İrlanda Devleti” kurulmuş ve
ada parçalanmış oldu. Kuzeyde ittihatçıların baskın olduğu altı il doğrudan Britanya hâkimiyetindeydi, yani
Özgür Devlet’in (Irish Free
State) dışında kaldılar. Dublin hükümetinden tek oy farkıyla geçen anlaşma mecliste de yedi oy farkla kabul
edildi (7 Ocak 1922). Valera’nın yerine Griffith meclis
başkanı seçildi ve Collins de
geçici hükümetin Başbakanı
ve Maliye Bakanı oldu. Ancak, oylamalardan belli olduğu üzere, pek çok cumhuriyetçi anlaşmayı kabul etmiyordu. Hükümette aleyhte
oy kullananlardan biri de
Portre: Michael Collins
Recep Ersel ERGE
tabii ki Valera’ydı. Anlaşmanın ülkede İngiliz hâkimiyetini meşrulaştırdığını, cumhuriyete ihanet teşkil ettiğini
savundu.
Cumhuriyet hareketi ikiye
bölünmüştü: Anlaşmayı destekleyenler ve desteklemeyenler. İngiliz güçleri güney
İrlanda’dan çekilirken Collins ve Griffith anlaşma şartlarını sağlamak için ellerinden geleni yaptılar, ama anlaşmayı desteklemeyen muhalefet silahlı eylemleriyle
Özgür Devlet hükümetini zor
duruma sokuyordu. Nisan
1922’de bir grup muhalif IRA
mensubu, Four Courts adliyesini işgal etti. Londra’nın
da desteğini alan Collins,
muhaliflere saldırı emrini
verdi ve böylece İrlanda İç
Savaşı başlamış oldu. İç
Savaş, Kurtuluş Savaşı’ndan
daha şiddetliydi. Özgür
Devlet ordusunun başkomutanlığını da üstlenen Collins
sonunda bir zafer daha kazanacak, Mayıs 1923’te muhalif güçler yenilgiye uğratılacaktı. Ancak Collins o zafer
gününü göremedi. Arthur
Griffith’in ölümünden on
gün sonra, 22 Ağustos 1922’
de, County Cork’ta bir muhalif saldırısında öldü. Saldırıda başka hiç kimse ölmemişti, yani bilinçli bir suikast
girişimiydi bu. Cenazesine
yaklaşık üç yüz bin kişi katıldı. Yaşayan efsane, ölümsüz
kahraman olmuştu artık.
21
18
DUBLIN
Vilnius
Baltık ülkelerindeki en büyük
ikinci kent olan ve 20. yüzyıla
kadar kentte etkili bir konumu olan Musevilik sebebiyle
bir zamanlar “Kuzey’in Kudüs”ü olarak anılan Vilnius,
bu yazımızın konusunu oluşturmakta. AB’nin sosyal ve
ekonomik göstergeler açısından zayıf ülkelerinden biri
olan Litvanya’nın başketi
Vilnius’ta bugün yaklaşık
523 bin kişi yaşamakta. Bunların yüzde 58’ini Litvanlar,
yüzde 19’unu Lehler, yüzde
14’ünü Ruslar, yüzde 4’ünü
Beyaz Ruslar ve yüzde 1’den
daha azını da Museviler
oluşturmakta. 2009’da Avusturya’nın Linz kentiyle birlikte Avrupa Kültür Başkentliği yapmış olan Vilnius’un ismi, kentin içinden geçen
Vilna nehrinden gelmekte.
Vilna nehrinin ismiyse, Litvan dilinde kabarma, taşma
anlamına gelen vilnis ve
vilynti kelimelerinden gelmekte.
Tarihte Vilnius’un adı ilk kez,
Litvanya Grandükü Gediminas’ın Hansa kentlerindeki
Almanları ve Musevi cemaati
Litvanya’ya yerleşmeye davet etmek üzere kaleme aldığı 1323 tarihli altı adet mektupta geçmekte ve bu metinlerde Vilnius Grandüklüğün
başkenti olarak ifade edilmekte. Gediminas zamanında en görkemli dönemini yaşayan kent, Gediminas’ın torunları arasında 14. yüzyılda
çıkan iç savaş esnasında yerle bir olmuş, 16. yüzyılda
Litvanya-Lehistan Krallığında şehir tekrar eski görkemine kavuşmuş. 17. yüzyıldaki
Rus işgalinde tekrar yakıp yıkılan kent, 18. yüzyıl başında
bu defa İsveç’in işgal ve istilasına uğramış ve sonraki yıl-
larda baş gösteren veba sal- bir diğer önemli kent olan Kagını ve yangınlar da şehrin u nas olmuş. Vilnius’daki
iyice fakir düşüp küçülme- Litvan nüfusu o dönemde
sine neden olmuş. Bu kadar yaklaşık yüzde 6’ya kadar
çok felakete uğramış olması- düşmüş, Lehler ise nüfusun
na rağmen kentin nüfusu 18. yüzde 65’ini oluşturuyoryüzyıl sonunda 56 bindi ve muş. İkinci Dünya Savaşı baRus Çarlığı’nın da o dönem- şında Sovyetler Birliği’nin
de en büyük üçüncü kentiydi. desteğini alarak kente tekrar
Litvanya-Lehistan Krallığı’ sahip olan Litvanya Cumhunın parçalanmasıyla toprak- riyeti, şehri Polonyalılıktan
ları Rus Çarlığı, Avusturya hızlı arındırmış, ancak 1941’
İmparatorluğu ve Prusya deki Alman işgaliyle kent pek
Krallığı arasında paylaşılan çok trajik olaya da sahne olVilnius, 1795’te de Rus Çar- muş. Holokost sırasında Litlığı’nın Vilna Vilayeti’nin baş- vanya’nın 265 bin kişilik Mukenti olma konumuna indir- sevi nüfusunun yaklaşık yüzgenmiş.
de 95’i Alman askeri birlikle19. yüzyıl boyunca Çarlık yö- ri ve yerli Nazi işbirlikçilenetimine karşı girişim aşa- rince katledilmiş. Bunların
masında kalan ayaklanma- 100 bin kadarı Vilnius şehir
lara sahne olan kentin ol- merkezine on kilometre
dukça canlı bir Musevi toplu- uzaklıkta yer alan Paneriai
luğu varmış. 1897’deki sa- mahallesinde 1941-44 yıllayım neticesinde 154 bin kişi- rı arasında öldürülmüş.
den oluşan kentin nüfusu- Savaşın bitiminde kurulan Litnun yaklaşık yüzde 40’ı da van ya Sov yet Sos ya list
Musevi imiş. Birinci Dünya Cumhuriyeti’yle kentte SovSavaşı’nda Litvanlar, Lehler, yetizasyon süreci hızla başlaAlmanlar ve Sovyetler ara- mış ve 1991’deki bağımsızlısında el değiştiren kent, sa- ğa kadar Vilnius bir Sovyet
vaşın bitiminde Polonya ve kenti olarak kalmış. BağımLitvanya arasında anlaşmaz- sızlık protestoları sırasında
lık konusu olmuş. Konuya Mil- tıpkı Estonya’nın başkenti
letler Cemiyeti’nin müdahil Tallinn’de yaşandığı gibi
olmasını takiben imzalanan Vilnius’da da en şiddetli çaSuwalki Anlaşması’yla kent tışmalar Radyo ve Televizyon
ve çevresi Litvanya’ya devre- Kulesi’nde meydana gelmiş.
dilse de, Polonya ordusunun Bağımsızlıktan sonra daha
bir harekâtıyla 1920’de kent Batılı bir şehir görünümü kave çevresi ele geçirilmiş ve zanan Vilnius’un çehresi Litbölgede Merkezi Litvanya vanya’nın 2004’te AB’ye girCumhuriyeti adı altında ba- mesinden sonra daha da değımsız bir Cumhuriyet ilan ğişmiş. Vilnius sakinleri buedilmiş. Sonrasında gerçek- gün Avrupa’nın en temiz
leştirilen çok tartışmalı bir re- musluk suyunu tüketmekte
ferandumla da Vilnius’un olup aynı zamanda en hızlı inb a ş k e n t o l d u ğ u V i l n a ter net e ri şi mi ne sa hip.
Voyvodalığı olarak Polonya’ 1994’te UNESCO Dünya Miya bağlanmış. Bu durumda rasları Listesi’ne alınan VilniLitvanya’nın yeni başkenti ge- us eski şehrinde Barok, Gotik
çici bir süreliğine bölgedeki ve Rönesans mimarisinin gü-
MAİNZ LEICESTER
PODGORİCA
PALMA DE MALLORCA
ZARAGOZAESPOO
BERN
LIVERPOOL
WARSAW
ANDORRA LA VALLA
BELGRADE
SALZBURGTIMIŞOARA
MUNICH
MANCHESTER
LUBLIN
DÜSSELDORF LONDON
SOFIA
MOSCOW COPPENHAGEN
FRANKFURT
MURSIA
BRATISLAVA
THESSALONIKI BERLIN
OSLO
GRAZ
LEEDS
MILAN
LISBON
ROME
BARI
PAMPLONA
EUROPE
TALLINN
COLOGNE
ATHENS LILLE
BONN ZARAGOZA
SAN MARINO
LÜBECK
NAPLESWUPPERTAL
BRUSSELS EINDOVEN
NAPLES AMSTERDAM KIEV
SARAJEVO DEN
STOCKHOLM BUCHAREST SHEFFIELD 7
HAGG VIENNA
GENOA
DORTMUD BOCHUM VALENCIA MADRID HELSINKI
KRAKOW MINSK TURN ZAGREB
CHIŞINAU
PARIS GDANSK BERN GDANSK TIRANA
Ahmet M. SÖNMEZ
zel örneklerini bir arada görmek mümkün. Vilnius eski şehir bölümü, Litvanya’nın en
eski üniversitesi Vilnius Üniversitesi’nin 23 bin öğrencisine de ev sahipliği yapmakta. 65 adet kilise bulunan şehirde hala çok az da olsa Musevi nüfus da bulunmakta.
Bunların bir kısmını, 14. yüzyılda yurtları Kırım bölgesinden Litvanya Grandüklüğü’
ne askerlik yapmak üzere gelen Karaim Türkleri oluşturmakta. Sayıları bugün çok az
olan Karaim Türklerinin bıraktığı izleri Vilnius yakınlarında bulunan Trakai Kalesi’nde ve Litvanya mutfağında bulmak halen mümkün.
Bugün ülkede aktif tek Karaim sinagogu da, 300 adet
Karaim Türkü’ne hizmet vermek üzere Trakai bölgesinde
bulunmakta.
Estonya ve Letonya’ya kıyasla nüfusun ülke coğrafyasında nispeten daha homojen
dağıldığı Litvanya’da Vilnius
toplam ülke nüfusunun sadece yüzde 15’ini oluştururken, ülkenin toplam yurt içi
hâsılasının yüzde 40’ını tek
başına üretmekte. 21 idari
bölgeden oluşan Vilnius kenti, Litvanya endüstrisinin de
merkezini oluşturmakta. Vilnius’un bir diğer özelliği de,
komşu ülke Belarus’u yirmi
yıldır demir yumrukla yöneten Alexander Lukashenko’
nun siyasi muhaliflerinin bu
kenti kendilerine üs olarak
seçmiş olmaları. Nitekim Belarus’un Minsk kentinden
2004’te kovulan Avrupa
İnsani Bilimler Üniversitesi
Vilnius kentine taşınmış ve
hâlihazırda Lukashenko karşıtları için önemli bir çekim
merkezini oluşturmakta.
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...