ANALİZ ŞUBAT 2014 SAYI: 82 YENİ EKONOMİ AR-GE VE İNOVASYON ERDAL TANAS KARAGÖL • HATICE KARAHAN ANALİZ ŞUBAT 2014 SAYI: 82 YENİ EKONOMİ AR-GE VE İNOVASYON ERDAL TANAS KARAGÖL • HATICE KARAHAN COPYRIGHT © 2014 Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’na aittir. SETA’nın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt ve bilgi depolama, vd.) yollarla basımı, yayını, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. Tasarım ve Kapak: : M. Fuat Er Uygulama : Ümare Yazar Baskı : Semih Ofset, Ankara SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI Nenehatun Caddesi No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE Tel:+90 312.551 21 00 | Faks :+90 312.551 21 90 www.setav.org | [email protected] | @setavakfi SETA | İstanbul Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43 Eyüp İstanbul TÜRKİYE Tel: +90 212 315 11 00 | Faks: +90 212 315 11 11 SETA | Washington D.C. Office 1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106 Washington, D.C., 20036 USA Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099 www.setadc.org | [email protected] | @setadc SETA | Kahire 21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No 19 Cairo MISIR Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON IÇINDEKILER ÖZET 7 GİRİŞ 9 AR-GE’NİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ 10 DÜNYADA AR-GE 12 İNSAN KAYNAKLARI 12 FINANSAL KAYNAKLAR 14 DÜNYADA AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER 17 ÖNDE GELEN AR-GE BAŞARI ÖRNEKLERİ: GÜNEY KORE VE FİNLANDİYA 19 TÜRKİYE’DE AR-GE 21 TÜRKIYE’NIN AR-GE PERFORMANSINDAKI GELIŞIMI 21 İNSAN KAYNAKLARI 22 FINANSAL KAYNAKLAR 23 TÜRKİYE’DE AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER 26 AR-GE, İNOVASYON VE 2023 HEDEFLERİ 26 SONUÇ VE ÖNERİLER 29 setav.org 5 ANALİZ YAZARLAR HAKKINDA Erdal Tanas KARAGÖL 1992’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını ABD’de Connecticut Üniversitesinde, doktorasını İngiltere’de York Üniversitesi’nde tamamladı. Karagöl’ün çeşitli gazete ve dergilerde dış borçlar, cari açık, ekonomik büyüme, savunma harcamaları, enerji, işsizlik, kamu harcamaları, yoksulluk ve sosyal yardım alanlarında makaleleri ve araştırma raporları yayımlanmıştır. TÜBA asosiye üyesi olan Karagöl, halen Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve SETA’da ekonomi bölümünde çalışmalar yapmaktadır. Hatice KARAHAN 1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden yüksek lisans derecesi alarak doktora çalışmalarını yapmak üzere ABD’ye gitti. 2006 yılında Ekonomi doktorasını tamamladığı Syracuse University’de çeşitli ekonomi dersleri vermenin yanı sıra, Center for Policy Research bünyesinde araştırmacı olarak çalıştı. 2010-2012 yılları arasında MÜSİAD’da Genel Sekreter Yardımcısı ve Ekonomi Danışmanı olarak görev yaptı. Türkiye Ekonomisi, kalkınma, enerji, Ar-Ge ve istihdam alanlarında birçok ulusal ve uluslararası yayın yapan Karahan, 2012’den bu yana çalışmalarını TÜBİTAK’ta sürdürmektedir. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde ders vermekte olan Karahan, ayrıca Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Ekonomi Danışmanı olarak da görev yapmaktadır. 6 setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON ÖZET Sürdürülebilir ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge’ye, stratejik planlarının merkezinde bir rol yükledikleri ve bu yaklaşımın meyvelerini orta ve uzun vadede topladıkları bilinmektedir. Nitekim Ar-Ge’ye ciddi yatırımlar yaparak bilim, teknoloji ve sanayide önemli yol kat etmiş ülkeler, ilgili dönemde küresel rekabet güçlerini gözle görülür ölçüde artırmışlardır. Bu çerçevede, söz konusu ülkelerin ağırlıklı bir kısmının, yüksek gelirli ekonomiler arasında yer alması da tesadüf değildir. Türkiye ise, yıllarca ihmal ettiği Ar-Ge ve inovasyona yönelik çalışmalarını 2000’li yıllarda içinden geçtiği ekonomik dönüşüm sürecinde ciddi biçimde artırmış, bunun bir yansıması olarak da, çalışmalara yönlendirilen kaynaklarda gerek finansal gerekse beşeri sermaye anlamda ilerlemeler kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada bu kaynakların istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ettiği ancak Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz yeterli olmadığı gözlenmektedir. Bu bağlamda, 2023 vizyonundaki GSYH ve ihracat rakamlarına ulaşarak ekonomide yeni bir hikâye yazmanın yanı sıra, orta gelir tuzağına yakalanmadan yoluna devam edebilmek amacıyla, Ar-Ge ve inovasyon alanında daha büyük hamleler yapmak Türkiye için stratejik boyutu olan kaçınılmaz bir ihtiyaç halini almıştır. Bu hamlelerin başında ise, kaynakların etkin bir şekilde tahsis edilmesi ve buna bağlı olarak da stratejik alanlara odaklanma gerekliliği gelmektedir. Ar-Ge planlamaları ve destekleri, Türkiye’nin ihtiyacı olan sektörler ve ürünler üzerinde yoğunlaştırılmalı, somut ve ticari hedefler içermelidir. Zira bu yaklaşım, verimliliği tetikleyerek büyümeyi hızlandıracak ve aynı zamanda başta cari açık olma üzere birçok makroekonomik göstergeyi olumlu etkileyecektir. setav.org 7 ANALİZ Öte yandan, “sosyal bilimlerde Ar-Ge” konusunun da, Türkiye’de geri planda kaldığı gözlenmektedir. Halbuki, inovasyon ve rekabetçilikte Finlandiya gibi başarılı örneklerin, Ar-Ge çalışmalarını eğitimden sağlığa, ekonomiden kültüre uzanan geniş bir yelpazede toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu bir şekilde yürüttüğü ve sosyal inovasyon konseptini benimsediği bilinmektedir. Dolayısıyla, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının ve desteklerinin, sadece mühendislik ve doğa bilimlerine değil, bunların arka planda bağlantılı olduğu sosyal bilimlere yönelik olarak da artırılması önem taşımaktadır. Bu kapsamda, üniversitelere verilen desteklerin yanı sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarına da destek sağlanması, çalışmaların daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’nin gerek beşeri gerekse finansal kaynaklar anlamında son 10 yıllık dönemde belirgin bir ilerleme kaydettiği Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımaya ihtiyacı vardır. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla, diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Dolayısıyla, hedeflenen ekonomik dönüşüm için Ar-Ge’ye dönük kaynakların artırılması bir yana, ilgili projelerin sonuç odaklı olmasına ve mükerrerlik taşımamasına, bu bağlamda da çalışmaların etkinliği için ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmasına önem verilmelidir. Bir diğer deyişle, “bütünleşik Ar-Ge çalışmaları” yürütülmesi hususu, stratejinin temelini oluşturmalıdır. Zira Türkiye’nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir. 8 setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GİRİŞ Araştırma-geliştirme (Ar-Ge), yeni ürün, hizmet ve süreçler geliştirme ve bunları pazara sunarak ekonominin ihtiyaçlarını giderme amacıyla, beşeri sermaye ve mevcut bilgi stokundan faydalanılarak yürütülen, çıktıları özgün, bilimsel ve teknik içerik taşıyan faaliyetler olarak tanımlanabilir. Hızla devam etmekte olan dinamik küresel gelişime ayak uydurmak isteyen ülkelerin, geçen birkaç on yıllık dönemde Ar-Ge konseptine özel bir yoğunluk verdikleri bilinmektedir. Bu eğilimin arkasındaki temel neden ise, günümüzde Ar-Ge’nin rekabetçilik ve sürdürülebilir ekonomik büyüme için en önemli motor güç olduğu gerçeğidir. Ar-Ge ve ekonomik büyüme arasındaki pozitif ilişki, bugüne kadar birçok akademik çalışmada gözler önüne serilmiştir. İçsel büyüme (endogenous growth) modellerinden ilham alan bu çalışmalar, ekonomik gelişimin uzun vadede esas olarak verimlilikle sağlanabileceği görüşünü temel almaktadır.1 Verimlilik artışı ise, ancak teknolojik gelişimle mümkün olmaktadır. Söz konusu çalışmalar, yüksek verimlilik sağlayan tek1. R.M. Solow, “Technical Progress and the Aggregate Production Function”, Review of Economics and Statistics, c. 39, no.3 (1957), 312–320; G. M. Grossman ve E. Helpman, Innovation and Growth in the Global Economy, (MIT Press, Cambridge Massachusetts: 1991). setav.org nolojik rekabet gücünün ve inovasyonun, gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarını artırdığını tespit etmiştir.2 Buna paralel olarak, ülkelerin refah düzeyleri arasındaki farklılıkların da, büyük ölçüde sahip oldukları bilgi ve ortaya koydukları inovasyonlarla belirlendiği görülmüştür. Nitekim inovasyon kabiliyeti, kişi başına milli gelir seviyesini olumlu yönde etkilemektedir.3 Kısaca ifade etmek gerekirse, bilim ve teknoloji, ülkelere ekonomik dönüşüm ve sürdürülebilir büyüme yolundaki araçları en etkili bir şekilde temin etmektedir. Ekonomik büyüme ve teknolojik gelişim arasındaki, verilerle etkisi onaylanmış bu modelden yola çıkarak, Ar-Ge’nin ekonomik büyüme için stratejik bir öneme sahip olduğu sonucuna varılmaktadır. Nitekim teknolojik gelişim, ancak ve ancak araştırma ve geliştirme çalışmalarıyla ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla bu zincir, Ar-Ge’yi verimliliğin ve nihayetinde ekonomik büyümenin altın anahtarı haline getirmektedir.4 Bu bağlamda, sürdürülebilir ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge ve inovasyona, stratejik planlarının tam merkezinde bir rol yükleyerek büyük miktarlarda kaynak aktardıkları ve bu yaklaşımın meyvelerini de orta ve uzun vadede topladıkları açıkça görülmektedir. Zira Ar-Ge sonucunda elde edilen ürün veya hizmetlerin yeni olmaları, farklılık yaratarak tüketim ve ihracatı, aynı zamanda şirketlerin karlılığını ve istihdamı artırmalarını sağlamaktadır. 2. Jan Fagerberg, Mark Knell ve Martin Srholec, “The Competitiveness of Nations: Economic Growth in the ECE Region”, UNECE Yaz Semineri’nde sunulan makale (Cenevre, 2004); Michael E. Porter ve Scott Stern Porter, “Measuring the Ideas Production Function: Evidence from International Patent Output”. NBER Working Papers, no. 7891 (Eylül 2000). 3. Hülya Ulku, “R&D, Innovation and Economic Growth: An Empirical Analysis”, IMF Working Papers, no.04/185 (Eylül 2004). 4. D. Frantzen (2000). “Innovation, international technological diffusion and changing influence of R&D on productivity”, Cambridge Journal of Economics, c. 24, no. 2 (2000), s.193-210; Tamim Bayoumi, David T. Coea ve Elhanan Helpman, “R&D Spillovers And Global Growth”, Journal of International Economics c.47, no.2 (1999), s. 399–428. 9 ANALİZ Dünyadaki bu eğilim, söz konusu yıllardan itibaren mikro düzeyde firmaların rekabet güçlerinin ve global pazar paylarının artmasında önemli bir rol oynayarak makroekonomik büyümeye katkı sağlamıştır. Bu gelişmeler ise doğal olarak, ilgili ülkeler için sürdürülebilir kalkınmayı ve daha iyi yaşam koşullarını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, Ar-Ge harcamaları diğer ülkelere kıyasla fazla olan ülkelerin en gelişmiş ve ülkeler arasında yer almaları tesadüfi değildir. Nitekim Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki payı yüksek olan ülkeler günümüzde bilim ve teknolojide büyük fark yaratan ve rekabette önde olan ülkelerdir. Ekonomik büyüme açısından önemi bu şekilde özetlenen Ar-Ge ve inovasyonu ele alan bu çalışmanın ikinci bölümünde, Ar-Ge’nin gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye açısından önemine değinilecek, üçüncü bölümde ise dünya ülkelerinin Ar-Ge performanslarına yer verilecektir. Dördüncü bölümde söz konusu ülkelerin Ar-Ge çıktılarına ilişkin göstergeler tartışılırken, beşinci bölümde ise önde gelen Ar-Ge başarı örneklerinden Güney Kore ve Finlandiya örnekleri incelenecektir. Altıncı bölüm, Türkiye’nin Ar-Ge performans gelişimi ile bu yöndeki insan kaynakları ve finansal kaynaklar konusunu ele alacaktır. Yedinci bölümde Türkiye’nin çıktılarına ilişkin göstergelere yer verilirken, son bölümde de ulusal Ar-Ge, inovasyon ve 2023 hedefleri ile bunlara ulaşmak için atılması gereken adımlar tartışılacaktır. AR-GE’NİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ Günümüzde bilim ve teknolojide rekabet avantajı yakalamış ülkeler gelişmiş ülke statüsünde konumlanırken, gelişmekte olan ekonomilerin ise daha çok emek yoğun mal ve hizmet üretiminde göreceli üstünlüklere sahip olduğu bilin- 10 mektedir.5 Bununla birlikte, düşük gelirin hâkim olduğu ekonomilerin emek faktöründe avantajlı olma ve bundan yararlanarak büyüme durumu sonsuza dek sürmemekte ve belli bir aşamaya gelindiğinde dezavantaja dönüşmektedir. Şöyle ki, düşük gelirli ekonomiler, kalkınmalarının ilk dönemlerinde bol ve ucuz iş gücü çalıştırılarak, hızlı adımlarla yukarı tırmanabilmektedir. Ancak bu avantaj, daha yüksek ücret anlamına gelen orta gelir kategorisine girildiğinde ortadan kalkmakta ve böylelikle rekabetçi gücünü yitiren söz konusu ekonomiler ivme kaybetmektedir. Benzeri bir durum, stoku arttıkça ek getirisi azalan sermaye için de geçerlidir. Dolayısıyla, teknolojinin geliştirilmemesi ve verimliliğin artırılmaması halinde, mütevazı oranlarda sürüp giden büyüme oranları ile bir üst seviyedeki gelir kategorisine çok uzun yıllar ulaşmak mümkün olamamaktadır.6 İşte ülkelerin, bu aşamada yakalandıkları kısır döngüye ‘Orta Gelir Tuzağı’ adı verilmektedir. Özetle orta gelir tuzağı, hızlı bir büyümeyle düşük gelir kategorisinden çıkmış; ancak orta gelir düzeyine ulaştıklarında yavaşlamaya başlamış ekonomilerin içinde bulunduğu, verimlilik yetersizliğine bağlı çıkmaz olarak tarif edilebilir. Orta gelir tuzağı, son dönemlerde dünya çapında birçok gelişmekte olan ülke tarafından dikkate alınan bir kavram olmuştur. Nitekim son birkaç on yıllık dönem içerisinde yüksek gelirli ekonomi statüsüne terfi edememiş çok sayıda ülke bugün bu fasit dairenin içinde mücadele vermektedir. Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika bölgelerinde yoğunlaşan ilgili ekonomilerin sayısının 35 civarında olduğu belirtilmekte- 5. “Global Trade Liberalization and the Developing Countries”, IMF Issues Briefs, no. 01/08 (Kasım 2011). 6. Hatice Karahan (ed.), “Kalkınma Yolunda Yeni Eşik: Orta Gelir Tuzağı”, MÜSİAD Araştırma Raporları, no. 79 (2012); Barry Eichengreen, Donghyun Park ve Kwanho Shin, “Growth Slowdowns Redux: New Evidence on the Middle-Income Trap”, NBER Working Paper, no. 18673 (2013). setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON dir.7 Bu ise, son veriler dâhilinde dünyadaki orta gelirli ülkelerin üçte ikisinin tuzağa yakalanmış olduğu anlamına gelmektedir. Satın Alma Gücü Paritesi’ne (SGP) göre kişi başı gelir hesaplamalarını baz alan orta gelir tuzağı kavramını, Dünya Bankası tarafından belirlenen ülke gelir kategorileri çerçevesinde incelemek faydalı olacaktır. Tablo 1’de de görüldüğü üzere, kişi başına milli geliri 1.025 doları geçen ülkeler “orta gelirli ülke” sınıfına girmekte, ancak alt ve üst orta gelirli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Buna göre, 1.026-4.035 dolar arası gelire sahip olanlar alt, 4.036-12.475 dolar arası gelire sahip olanlar ise, üst orta gelirli ekonomi olarak adlandırılmaktadır.8 Orta gelir tuzağı riskine maruz kalan ülkeler, literatürde “üst” orta gelirli kategoride yer alan ve 15-20 yıl gibi uzunca bir süre yüksek gelirli ülke sınıfına atlayamayan ülkeler olarak ele alınmaktadır. Bugün birçok ülke söz konusu kısır döngüyü yaşamakta ya da yaşama riski taşımaktayken, tuzağa takılmadan yoluna devam eden ülke örnekleri de mevcuttur. Bu bağlamda verilebilecek en anlamlı örneklerden birisi Güney Kore’dir. Güney Kore’de 1990’lı yılların başında 8.000 dolar civarında olan kişi başına milli gelir, 1995 yılında 10.000 doları aşarak ekonomiyi üst orta gelirli düzeyine taşımıştır. Sonrasında ise Güney Kore, yaptığı ciddi hamlelerle 1996’daki Güneydoğu Asya Krizi’ne rağmen istikrarlı bir şekilde büyümeye devam etmiş ve 2008 yılında yüksek gelirli ülke kategorisine terfi ederek tuzağa yakalanmadığını ispatlamıştır. Güney Kore’nin söz konusu dönemde atağa kalktığı alanların başında bilim ve teknoloji olması ve bu çerçevede stratejik Ar-Ge planlaması yapmış olması, aynı kategorideki diğer ülkelerden hızla ayrışmasını sağlamıştır. Güney Kore örneğine paralel olarak, 7. Jesus Felipe, Arnelyn Abdon ve Utsav Kumar, “Tracking the Middle-Income Trap: What Is It, Who Is in It, and Why?”, Levy Economics Institute of Bard College Working Paper, no. 715 (2012). 8. Bu sınıflandırma için Dünya Bankası’nın “Dünya Gelişme Raporu”na müracaat edilebilir; bkz., http://wdronline.worldbank. org/worldbank/a/incomelevel. setav.org orta gelir tuzağına yakalanmayan ülkelerin başarılarının, Ar-Ge’ye yaptıkları yatırım artışlarıyla doğru orantılı olduğu da tespit edilmiştir.9 Bir başka ifadeyle, Ar-Ge bütçesine ayrılan payın artması, ülkelerin orta gelir sınıfından yüksek gelir kategorisine atlaması sürecini hızlandırmaktadır. 2000’li yıllarda bu nedenselliği ortaya koyan ülkeler arasında, özellikle Doğu Avrupa ülkeleri dikkat çekmektedir. TABLO 1. GELIR DÜZEYLERINE GÖRE ÜLKE SINIFLANDIRMALARI Kişi Başına Yıllık Ortalama Gelir Düşük Gelirli Ekonomiler 1.025 Dolar ve Altı Orta Gelirli Ekonomiler 1.026 – 12.475 Dolar Arası o Alt Orta Gelirli Ekonomiler 1.026 – 4.035 Dolar Arası o Üst Orta Gelirli Ekonomiler 4.036 – 12.475 Dolar Arası Yüksek Gelirli Ekonomiler 12.476 Dolar ve Üzeri Kaynak: Dünya Bankası Orta gelir tuzağı kavramı, adından son dönemlerde Türkiye’de de sıkça bahsettirmektedir. Üst orta gelirli bir ekonomiye sahip olan Türkiye’nin, söz konusu tuzağa düşme riski geniş çapta tartışılmakta olduğundan, konuyu bu çerçevede de ele almak anlamlı olacaktır. Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi, 2001 krizi sonrasında 3.000 dolar bandında bir kişi başına milli gelirle başladığı ekonomik reform sürecini başarıyla yürüterek hızla büyümüş ve 2005 yılında yüksek orta gelirli ülke kategorisine ulaşmıştır. Büyüme ve makroekonomik göstergelerdeki iyileşmeler bu yıldan sonra da, global kriz dönemi dışında, istikrarla yoluna devam etmiştir. Ancak gelir sınıfı atlayan diğer ekonomilerde görüldüğü gibi, büyümenin ilk dönemlerinde sahip olunan düşük maliyetler ve emek yoğun sektörler avantajı da giderek kaybolmaya başlamıştır. Bu gerçekten ve 2011 sonrasında görülen nispeten düşük ekonomik büyüme hızından yola çıkarak, Türkiye’nin bir 9. H. Karahan, “Does R&D Help Bypass The Middle Income Trap?: Evidence From Nouveau Riche Countries”, Empirical Economics Letters, c. 12, no.8 (2013), s. 907-913 11 ANALİZ “orta gelir tuzağı” testinden geçebileceği hususu son zamanlarda dile getirilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin, 2000’li yılların başında alt orta gelirli ekonomi sınıfında yer alırken sahip olduğu avantajların bugün için geçerli olmadığı hiç şüphesiz ortadadır. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisi, orta gelir tuzağı için söz konusu olan statüye geçeli 9 sene gibi bir süre olmuştur. Tuzağa yakalanma kavramı ise, yukarıda belirtildiği gibi 15-20 yıl gibi bir zaman dilimini baz almaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin bir kısır döngü içine girme riski henüz çok yakın olmamakla birlikte, bundan sonraki dönemde ideal büyüme rakamlarına ulaşması gerektiği de net bir şekilde ortadadır. Bunu başarmanın yolu ise, düşük gelir avantajlarının terk ettiği boşluğu, yüksek verimlilikle doldurmaktan geçmektedir. Verimlilik ise, bir önceki bölümde değinildiği üzere, zincirleme bir şekilde Ar-Ge performansına bağlılık arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin, gerek 2023 hedeflerine erişmek gerekse bahsi geçen orta gelir tuzağı riskinden korunmak için Ar-Ge ve inovasyon konusunda hamleler yapmaktan başka seçeneği bulunmamaktadır. Bu noktada, içsel büyüme modellerinin de vurguladığı gibi, temeli araştırma ve geliştirmeye bağlı verimlilik artışlarının ve dolayısıyla ekonomik büyümenin gerçekleşmesi konusunda, kaynakları yönlendiren devlet politikaları çok büyük önem arz etmektedir. DÜNYADA AR-GE Ar-Ge, verimlilik yoluyla ekonomilerin büyüme çarkını döndürmektedir. Ar-Ge çalışmalarını çeviren güç ise, iki ana kaynak altında toplanabilir: İnsan kaynakları ve finansal kaynaklar. Özellikle bilim ve teknoloji ile akademi alanında yetişen beşeri sermaye Ar-Ge’nin en temel boyutu olma özelliği taşırken, aktarılan maddi kaynaklar da çalışmaların sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmezdir. Bu nedenle, araştırma ve geliştirme konusunda ilerleme kaydetmek isteyen ülkeler, bu 12 iki boyutta da kaynak geliştirmeye devam etmek zorundadırlar. Bununla birlikte, dünya çapında birçok ülkenin çeşitli Ar-Ge politikaları uygulamakta oldukları bilinmektedir. Bu bölüm, Ar-Ge konusunda önde gelen ülkelerin Ar-Ge performanslarını, bir yandan bu alanda sağladıkları girdi olan kaynaklar açısından değerlendirirken, diğer yandan da bu çalışmaların çıktısı olan patentler ve yayınlar gibi temel göstergeleri incelemektedir. İnsan Kaynakları Bilim ve teknoloji alanında sahip olunan insan kaynağı, ülkelerdeki Ar-Ge ve inovasyonun gelişiminde anahtar rol oynamaktadır. Bununla ilgili en temel göstergelerden birisi, bilim ve teknoloji alanındaki çalışan sayısının ülkedeki toplam istihdama oranıdır. Bu oran, AB-28 dâhil olmak üzere önde gelen ilk 20 ülke veya ülke grubu için profesyoneller ve teknisyenler bazında incelendiğinde, Lüksemburg’un toplam çalışan nüfusun yarısından fazlasını bilim ve teknoloji alanında istihdam ederek sıra dışı bir performans sergilediği görülmektedir (Grafik 1). Danimarka, İsveç, İsviçre, ABD, Norveç ve Finlandiya da yüzde 40 üzerinde sahip oldukları oranla, bilim ve teknoloji istihdamında iddialı ülkelerin başında gelmektedir. AB-28 bölgesinin ise, ortalamada yüzde 30’un üzerine çıkmayı başarmış olduğu görülmektedir. Grafikte yer alan ülkelerin hepsi toplamda yüzde 30 üzerinde bir orana sahip olurken, OECD genelinde ise bilim ve teknoloji alanında çalışanlar, toplam istihdamın çeyreğinden fazlasını oluşturmaktadır. Bununla birlikte, profesyonellerle destek elemanlarının dağılımı ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir Tüm bu verilerden çıkarılan sonuç ise, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bilim ve teknoloji alanındaki mevcut pozisyonların, işgücü piyasalarında oldukça önemli bir yere sahip olduğu şeklinde özetlenebilir. Ülkelerin Ar-Ge ve inovasyon potansiyelini yansıtan bir diğer gösterge de, hiç şüphesiz doksetav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK1. BILIM VE TEKNOLOJI ALANINDA ÇALIŞANLARIN TOPLAM İSTIHDAMDAKI PAYI (%, 2012) 60 50 40 30 20 35.1 26.4 25.4 23.6 22.6 23.7 22.5 23.1 10 17.8 23.1 17.2 24 21.5 20.2 22.3 19.3 15.2 18.2 13.8 13.5 eç sv iç re AB D N or ve Fi ç nl an di ya H ol la nd a Al m an ya zl an da Fr an sa ng ilt er e Be lç Av ika us tu ry a AB Sl 28 ov en ya rla nd Es a to ny Ç ek a C um h. ta ly a sv ka ar im an D Lü ks e m bu rg 0 Profesyonel Teknisyen ve yardımcı profesyonel Kaynak: OECD GRAFIK 2. ÇALIŞMA ÇAĞINDAKI NÜFUS İÇINDE DOKTORA DERECESI OLANLARIN PAYI (‰, 2009) 30 28.2 25 25 20 14 13.5 15 10 12.4 9.7 8.2 8.1 7.5 7.1 5 7 7 6.8 6.7 6.6 6.6 6.1 5.8 5.2 5.1 Lü ks em bu rg sv i Al çre m an ya AB ng D ilt er e sr a Ka il na d zl a Fi and nl an a di y Fr a an H ol sa Av land us a tra ly N a or v G eç .K o sp re an Be ya lç ik rla a n Sl da o D ven an ya im a Le rka to ny a 0 Kaynak: OECD tora derecesine sahip çalışanlardır. Nitekim doktoralı çalışanlar, araştırma yapmak amacıyla özel olarak eğitilmekte olup bilimsel bilgi yaratmak için en kalifiye elemanlar olarak nitelendirilmektedir. Giderek artan uzmanlaşmalar ve bilimsel üretimdeki büyüme, alanında doktora derecesine sahip profesyonelleri, günümüzde modern bilimin ve inovasyon sisteminin temel taşlarından biri haline getirmiştir.10 10. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”, OECD Publishing, 2013. setav.org Bu bağlamda, ülkelerin Ar-Ge’ye yönelik insan kaynaklarını değerlendirirken doktoralı profesyonellerin oranına bakıldığında, 25-64 yaş arasındaki çalışabilir yaştaki nüfus içerisinde doktora sahibi kişilerin bindelik oranında ülkeler arasında ciddi farklar bulunduğu görülmektedir (Grafik 2). Lüksemburg ve İsviçre, çalışma çağındaki nüfusta sırasıyla binde 28,2 ve binde 25’lik oranlarda doktora dereceli bireye sahip olarak dikkat çekici bir performans sergilemektedir. Almanya, ABD ve İngiltere de, binde 13 ANALİZ GRAFIK 3. AR-GE PERSONELININ TOPLAM İSTIHDAM İÇINDE PAYI (‰, 2011) 25 22.4 21.7 20 20.4 17.0 16.4 15 14.9 14.7 14.6 14.0 13.6 13.5 13.5 13.5 13.2 12.8 12.6 11.9 11.9 11.6 11.6 10 5 y im a ar ka sv e Sl ov ç en y G a .K or Fr e an Av s us a tu ry N a or ve ç sv iç Ja re po n Al ya m Lü a ks ny em a bu r Be g lç i Ka ka n Av ad us a tra ly a rla nd a R us y H ol a la nd sp a an ya di D an an Fi nl zl an da 0 Kaynak: OECD 10’un üzerindeki dilimlerle bu bağlamda önde gelen ülkeler arasındadır. Bu ülkelerin olumlu performanslarında, gerek sundukları araştırma kariyerleri gerekse kaliteli doktora eğitimleri nedeniyle çektikleri yabancı çalışanlar da oldukça etkilidir. Doktoralılar, iş hayatlarında yükseköğretim sektörüne yoğunlaşmakla birlikte, özellikle Ar-Ge’nin yoğun olduğu ülkelerde iş sektöründe de giderek yaygınlaşmakta ve çeşitli pozisyonlar almaktadır. Nitekim ABD, Danimarka ve Belçika’da, çalışan her 3 doktoralıdan biri reel sektörde görev yapmaktadır. Veriler, gelişmiş ülkelerin Ar-Ge konusunda bu beşeri sermaye göstergesinde de önde geldiğine işaret ederken, ilk 20 ülke arasında yerini alan ve kalkınmasını Ar-Ge’ye borçlu olan Güney Kore’deki oranın binde 6,7 olduğu gözlenmektedir. Öte yandan, ekonomilerin araştırma-geliştirme potansiyellerinin ve başarılarının en temelinde, çalıştırdıkları Ar-Ge personeli sayısı ve bunun toplam istihdama oranı yatmaktadır. Bu doğrultuda, tam zamanlı araştırma personelinin çalışan nüfusa binde oranına bakıldığında, önde gelen ilk 20 ülke için İzlanda, Finlandiya ve Danimarka binde 20’yi geçen oranlarla başı çekmekte ve binde 11 civarındaki AB ortalamasını ikiye katlayarak fark yaratmaktadır. Bu ülkeleri, 14 sırasıyla İsveç, Slovenya, Güney Kore ve Fransa izlemektedir. Sıralamada ilk 20’de yer alan ülkelerin Ar-Ge personeli oranı binde 10 üzerinde olmakla birlikte, göstergede başarılı olan gelişmiş ülkelerin arasında, BRICS grubunun yükselen bir ekonomisi olan Rusya da yer almakta ve binde 11,9’luk oranıyla dikkat çekmektedir (Grafik 3). Finansal Kaynaklar Kaliteli insan kaynaklarının yanı sıra, araştırma ve geliştirmeye ayırılan finansal kaynaklar da, ArGe çalışmalarının etkinliği ve sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, bir ülkenin Ar-Ge ve inovasyondaki performansını ölçmek amaçlı kullanılan girdi kriterlerinin başında, Ar-Ge için yapılan harcamaların milli gelire oranı gelmektedir. Bu oranda en önde gelen ilk 20 ülke incelendiğinde, Güney Kore ve İsrail’in, GSYH’den Ar-Ge’ye aktardıkları yüzde 4’ün üzerindeki paylarla başı çektiği görülmektedir (Grafik 4). Bu iki ülkeyi, Finlandiya, İsveç, Japonya ve Danimarka, yüzde 3 bandındaki ArGe bütçe oranlarıyla izlemektedir. Söz konusu dönemde OECD genelinde bu oran yüzde 2,4 iken, AB-28’de ise yüzde 2 olarak gerçekleşmiştir. Ar-Ge harcamalarının, sektörel olarak incelendiğinde, genel itibariyle özel sektör ve yük- setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 4. TOPLAM AR-GE HARCAMALARININ GSYH’YE ORANI (%, 2011) 5 4.4 4.2 3.5 3.4 3.3 4 3 3 2.9 2.8 2.8 2.8 2.4 2.3 2.2 2.2 2.2 2 1.9 1.7 1.7 1.7 1.7 1.5 1 Al ka m a Av nya us tu Sl rya ov en ya AB D zl an d Fr a an s Be a lç i Es ka to ny Ç ek Ho a l l a C um nd hu a riy e Ka ti na da rla nd ng a ilt er N e or v Po eç rte ki z a ar ny D an im eç Ja po ya sv l di ai G Fi ün nl an sr ey Ko r e 0 Kaynak: OECD GRAFIK 5. YÜKSEKÖĞRETIM SEKTÖRÜNDEKI AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2011) 0.9 0.9 0.6 0.6 0.5 0.5 0.5 0.5 0.5 0.4 0.4 0.4 0.4 0.4 0.4 ka sv e zl ç an da sv Fi içr nl an e d H iya ol la Av nd us a tu r Es ya to n Ka ya n Av ad us a tra l Po ya rte ki z sr ai l N or v Al eç m an y ng a ilt er Fr e an s Be a lç ik a AB -2 Ja 8 po ny a O EC D 0.7 0.7 0.7 0.7 0.7 D an im ar 1 0.9 0.8 0.7 0.6 0.5 0.4 0.3 0.2 0.1 0 Kaynak: OECD seköğretim sektöründe ağırlık kazandığı bilinen bir gerçektir. Temel bilimsel araştırmalar özellikle üniversitelerde yürütüldüğünden, yükseköğretim sektörünün Ar-Ge çalışmalarına aktardığı maddi kaynaklar, bu bağlamda önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Danimarka, Estonya ve Portekiz başta olmak üzere, çok sayıda ülkenin 2000 yılından sonra yükseköğretimde Ar-Ge’ye ayırdığı payı önemli ölçüde arttırdığı görülmek- setav.org tedir. Yükseköğretim sektöründeki Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı, bu alanda önde gelen ülkelere bakıldığında, gerek OECD gerekse AB28’de 2011 yılı itibariyle yüzde 0,4 olarak gerçekleşmiştir. Milli gelirden üniversite araştırmalarına aktarılan payda, Danimarka ve İsveç, yüzde 1’e yaklaşan dilimlerle dikkat çekmekte, bu iki ülkeyi İzlanda, İsviçre, Finlandiya, Hollanda ve Avusturya izlemektedir (Grafik 5). 15 ANALİZ GRAFIK 6. ÖZEL SEKTÖRDEKI AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2011) 4 3.5 3 2.5 2 1.5 3.5 3.1 2.6 2.6 2.3 2.1 2.1 1.9 1.8 1.8 1.8 1.7 1.6 1.5 1.5 1.4 1.4 1.3 1.2 1.2 1 0.5 s G rail .K Fi nl ore an d Ja iya po ny a Ç s ek ve C ç D um an im h. a Al rka m an ya Av AB us D t Sl ury ov a en y rla a nd zl a an d O a EC Es D to ny Fr a an sa Ç B in Av elçi us ka tra ly AB a -2 8 0 Kaynak: OECD Bununla birlikte, özel sektör eliyle yapılan araştırma-geliştirme çalışmaları da, teknoloji gelişimi, inovasyon ve dolayısıyla ekonomik büyüme için motor gücü niteliğindedir. 2001-2011 döneminde özel sektörün Ar-Ge üzerine yaptığı harcamaların GSYH’ye oranı dünya çapında birçok ülkede hızla artmıştır. Özel sektör Ar-Ge yoğunluğunun söz konusu dönemde artış gösterdiği ülkelerin başında, Güney Kore, Slovenya, Estonya ve Çin gelmektedir.11 Yoğunlukta 2011 yılı itibariyle önde gelen ülkeler ise, sırasıyla yüzde 3,5 ve yüzde 3,1 oranlarıyla İsrail ve Güney Kore’dir. Finlandiya ve Japonya ise yüzde 2,6’lık paylarla 3. ve 4. sırada yer almaktadır. Öte yandan, OECD genelinde bu oran yüzde 1,5 iken, AB-28’de yüzde 1,2 olarak gerçekleşmiştir (Grafik 6). Ar-Ge ağırlıklı olarak reel sektör tarafından yapılmakla birlikte, bu girişimlere devletin verdiği doğrudan veya dolaylı katkılar da çalışmaları desteklemek anlamında önem taşımaktadır. Bu bağlamda özel sektörde yapılan Ar-Ge çalışmaları içindeki devlet desteği payı da 2000’li yıllarda birçok ülkede değişim göstermiştir. 2011 yılı verileri, Rusya’nın, özel sektör çalış11. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”. 16 malarının yüzde 58,6’sını maddi olarak direkt destekleyerek bu kriterdeki sıralamada açık ara birinci sırayı aldığını göstermektedir (Grafik 7). Bununla birlikte, şirketleri Ar-Ge anlamında en çok destekleyen diğer devletler arasında İspanya, Slovenya, Macaristan ve ABD yer almaktadır. Türkiye’nin de, 10 yıllık dönemde ciddi anlamda arttırdığı devlet desteğiyle 13. sırada olduğu göze çarpmaktadır. Özetlemek gerekirse, Ar-Ge çalışmalarına yönelik tüm beşeri sermaye ve finansal kaynak verilerinde, İskandinav ülkelerinin yanı sıra, Güney Kore ve İsrail’in ağırlıklı olarak en göze çarpan ülkeler olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra, ABD, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri de Ar-Ge kaynakları açısından başarılı bir performans göstermektedir (Grafik 8). Ar-Ge’de öne çıkan bu ülkelerin, çoğunlukla 2000’li yılların öncesinden bu yana yüksek gelirli ekonomi sınıfına dâhil olan ekonomiler olduğu gözlenmektedir. Bununla birlikte, Güney Kore ile Slovenya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerinin 2000’li yıllarda orta gelir tuzağını aşarak yüksek gelir kategorisine girdiğinin altını çizmek, Ar-Ge’ye verdikleri önemle bağlantı kurmak açısından önemlidir. setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 7. ÖZEL SEKTÖRDEKI AR-GE’DE DOĞRUDAN DEVLET DESTEĞI PAYI (%, 2001&2011) 70 58.6 60 50 40 30 16.6 15.1 14.5 13.8 12.8 12.7 20 12.6 12.2 10.9 10 10.3 9.7 8.9 8.6 8.6 8.5 7.8 7.3 7.1 AB D G .A fri ka Ç ek C um h. Po lo ny Y. a Ze la nd a Av us tu ry a Sl ov ak ya N or ve ç Tü rk iy e ng ilt er e O EC D Fr an sa M ek si ka H ol la nd a AB -2 8 is ta n ya M ac ar en ya an Sl ov sp R us ya 0 2001 2011 Kaynak: OECD GRAFIK 8. FINANSAL VE BEŞERI KAYNAKLAR BAZINDA ÜLKELERDE AR-GE POTANSIYELI, 2011* 18 zlanda Finlandiya 16 Toplam stihdamda Ara tırmacı Payı (binde) srail 14 Danimarka 12 Portekiz sveç Norveç 10 Belçika Kanada & rlanda 8 Slovakya 6 Yunanistan ngiltere spanya Macaristan Fransa Çek Cum. Estonya Slovenya ABD G.Kore Japonya Almanya Hollanda talya 4 Polonya 2 0 0.5 1.0 1.5 2.0 2.5 3.0 3.5 4.0 4.5 Ar-Ge Harcamalarının GSYH Payı (yüzde) Kaynak: OECD *Üçüncü boyut büyüklükleri, ülkelerin Ar-Ge’ye yaptıkları harcamaların 2000 yılı ABD doları sabit fiyatlarını baz almaktadır. DÜNYADA AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER Maddi ve beşeri sermaye, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının inşası için girdileri oluşturarak ülkele- setav.org rin sahip oldukları teknolojik gelişim potansiyelini göstermekle birlikte, bu kaynakların kullanımı sonrasında elde edilen sonuçlar da ayrı bir önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Ar-Ge çalışmalarının çıktılarını yorumlamak için kullanılan en yaygın iki gösterge akademik yayınlar ve patentlerdir. 17 ANALİZ GRAFIK 9. ÜLKELERIN PATENT BAŞVURU SAYISI (BIN, 2012) Çin ABD Japonya G.Kore Almanya Rusya Hindistan Kanada Brezilya Avustralya ngiltere Fransa Meksika Hong Kong Sinpapur talya Malezya srail 61.3 44.2 44.0 35.2 30.1 26.4 23.2 16.6 15.3 13.0 9.7 9.3 6.9 6.8 0 100 342.8 188.9 200 542.8 300 400 500 600 652.8 700 Kaynak: WIPO Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property; WIPO) 12 tarafından açıklanan son verilere bakıldığında 2012 yılında en yüksek sayıda patent başvurusuna 652,8 bin ile Çin sahip olmuş ve böylelikle küresel pastada yüzde 27,8’lik paya sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çin’i, 542,8 bin ve 342,8 bin ile sırasıyla ABD ve Japonya takip etmektedir. Veriler, küresel patent başvurularının yaklaşık üçte ikilik kısmının, ABD ve Japonya başta olmak üzere yüksek gelirli ülkelerden geldiğini göstermektedir. Bununla birlikte, önde gelen yükselen ekonomilerde de, son dönemdeki gelişimin kuvvetli olduğu gözlenmektedir. Nitekim patent alanındaki hızlı trend incelendiğinde, Çin’in bu konuda küresel itici güç olduğu ortada olmakla birlikte, BRICS grubunda yer alan Brezilya, Hindistan ve Rusya da patent sıralamasında giderek ön sıralarda yerlerini almaktadır (Grafik 9). Sıralama, yukarıdaki bölümde incelenen Ar-Ge girdileriyle ilişkili olarak düşünüldüğünde, ABD, Japonya, Almanya 12. “World Intellectual Property Report Brands – Reputation and Image in the Global Marketplace”, WIPO Economics & Statistics Series (2013). 18 ve Güney Kore’nin, başarılı bir performans ortaya koydukları, bunun ise yapılan toplam mutlak Ar-Ge harcamalarıyla doğru orantılı olduğu gözlenmektedir. Öte yandan, bir diğer Ar-Ge çıktısı olan bilimsel yayınlarda ise, ABD dünya çapında açık arayla birinci sırada yer almaktadır. 2003-2011 yılları arasındaki dönemde 4,26 milyon akademik yayın yapan ABD’yi, 2,01 milyon ile Çin izlemektedir. Bilimsel yayın çıktısında önde gelen diğer ülkeler ise, sırasıyla İngiltere, Almanya, Japonya ve Fransa’dır (Grafik 10). Görüldüğü gibi, bu kriterde de patent sayısında en yüksek rakamlara ulaşan ülkeler ön sıralarda yer almaktadır. Bu doğrultuda göze çarpan tek istisna olan Güney Kore’nin, ürüne yönelik olan patentlerde daha çok yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Paralel bir sonuç, Ar-Ge çalışmalarına ciddi kaynaklar ayıran İskandinavya ülkeleri için de geçerlidir. Verilerin ortaya koyduğu bir diğer sonuç da, bilimsel yayın verilerinin de patent verilerine benzer şekilde, Ar-Ge’ye mutlak rakamlarla daha büyük kaynaklar ayıran ülkelerde daha yoğun olarak gerçekleşmiş olduğudur. setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 10. ÜLKELERIN BILIMSEL YAYIN SAYISI (BIN, 2003-2011) 4260 ABD Çin ngiltere Almanya Japonya Fransa Kanada talya spanya Hindistan Avusturya G. Kore Hollanda Brezilya Rusya sviçre Polonya sveç Türkiye Belçika 2013 1164 1069 1036 769 632 600 498 483 439 402 339 323 320 247 228 222 220 194 0 500 1 000 1 500 2 000 2 500 3 000 3 500 4 000 4 500 Kaynak: OECD ÖNDE GELEN AR-GE BAŞARI ÖRNEKLERİ: GÜNEY KORE VE FİNLANDİYA Güney Kore, Ar-Ge’de yakaladığı ivmeyle orta gelir tuzağından korunarak yüksek gelirli ülke seviyesine terfi etmiş bir ülke olarak özel bir öneme sahiptir. Öte yandan, Ar-Ge’ye ayırdıkları beşeri ve finansal kaynaklar açısından başı çeken gruplardan olan İskandinav ülkeleri arasında ise, Finlandiya rekabetçilik ve inovasyon anlamında bugün edindiği dünya liderlikleriyle göze çarpmaktadır. Dolayısıyla bu iki ülkenin, Ar-Ge ve inovasyon yoluyla elde ettikleri başarıların perde arkasını incelemekte fayda vardır. Güney Kore, 1980’lerde 5.000 ABD doları civarında olan kişi başına milli gelirini her yıl giderek artırmış ve 2000’li yılların başına gelindiğinde 20.000 dolar seviyesine çıkarmıştır. setav.org İstikrarlı büyümesine sonraki dönemlerde de devam eden Güney Kore, 2010 yılı itibariyle de 25.000 dolar seviyesini aşmayı başarmıştır. Güney Kore’nin büyüme hikâyesinin arkasında yatan en büyük faktörün, Ar-Ge ve inovasyona yaptığı büyük ve sürekli yatırımlar olduğu bilinmektedir. Ülkenin inşa ettiği inovasyon sistemi, sürdürülebilir ulusal kalkınmayı bugüne dek beraberinde getirmiştir. Güney Kore’nin söz konusu serüvenine kısaca bakılacak olursa, 1960’lı yıllarda başladığı sanayileşme sürecinde teknoloji anlamında oldukça yetersiz olması nedeniyle, ilk etapta teknoloji transferi modelini benimsediği dikkat çekmektedir. Kore’nin, bu dönemde sağladığı çok büyük miktarlarda yabancı kaynaklı uzun vadeli borçlarla, endüstriyel teknoloji transferi yatırımlarını desteklemiş olduğu göze çarpmaktadır. Belirlenmiş teknoloji alanlarında yapılan bu yatırımlar, ağırlıklı olarak sermaye malları üzerine 19 ANALİZ olup, “tersine mühendislik” metoduyla Kore’ye hızlı bir şekilde teknoloji öğrenme yolunu açmıştır. Bununla birlikte, devletin sadece hedef alanları seçmekle kalmadığını, bu teknolojileri öğrenecek girişimcileri de seçme yoluna gittiğini vurgulamakta yarar vardır.13 1970’li yıllarda kimya ve makine endüstrilerine önem veren G. Kore, kimya sektörünün gelişimi için teknik eğitim programları içeren anahtar teslim tesisler, makine için ise yabancı lisans alma yolunu benimsemiştir. Aynı yıllarda ilgili teknolojilerin geliştirilmesi için de birçok Ar-Ge enstitüsü kurulmuştur. Bu yatırımlar yapılırken G. Kore’nin hızla ilerlemesini sağlayan ve onu diğer gelişmekte olan ülkelerden ayrıştıran temel özelliğin ise, ülkenin hâlihazırda sahip olduğu kalifiye insan gücü olduğunun da altı çizilmelidir. G. Kore, Ar-Ge’de yakaladığı ivmeyle orta gelir tuzağından korunarak yüksek gelirli ülke seviyesine terfi etmiş bir ülke olarak özel bir öneme sahipken, Finlandiya ise inovasyonda dünya lideri oluşuyla göze çarpmaktadır. 1980’li yıllarda ise, gelişen teknolojinin giderek karmaşık ihtiyaçları da beraberinde getirmesiyle birlikte, Kore “teknoloji öğrenme”den “teknoloji geliştirme”ye doğru bir politika kayması gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda, kendi teknolojisini geliştirmeye özendirmek amacıyla, devletin şirketlere gerek Ar-Ge yatırımları gerekse insan kaynaklarının gelişimi konusunda vergiler başta olmak üzere birçok maddi avantaj sunduğu göze çarpmaktadır. Teknoloji gelişimi 13. Sungchul Chung, “Innovation, Competitiveness and Growth: Korean Experiences”, Annual World Bank Conference on Development Economics 2010. 20 ve ticarileşmesi konusunda Kore’nin gerçekleştirdiği bir diğer hamle de, bu konuda finansman desteği veren “Kore Teknoloji Geliştirme Kurumu”nu (Korea Technology Development Corporation) kurmak olmuştur. Öte yandan, KOBİ’ler tarafından geliştirilen teknoloji ürünlerine olan talebi artırmak amacıyla satın alma programları devreye sokulmuştur. Bunun yanı sıra, devletin Ar-Ge’ye yaptığı yatırımlar da, bu dönemden sonra ciddi şekilde artış göstermiştir. Böylelikle, 1960’lı ve 1970’li yıllarda transfer yoluyla teknoloji öğrenen Güney Kore, 1980 ve 1990’larda ise kendi Ar-Ge kapasitesini geliştirmiştir. Uluslararası piyasalarda rekabetçi olmanın ancak ileri teknoloji ve inovasyonla mümkün olduğunu gören G. Kore, küresel rekabette ayakta kalabilmek amacıyla çalışmalarını hızlandırmaya devam etmiş ve sonraki dönemde doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla da teknoloji gelişimini sürdürmüştür. Tüm bu süreçler, Güney Kore sanayisinde ve ihracatında düşük teknolojili ve emek yoğun ürünlerin payını oldukça aşağı çekerek, yüksek teknolojili ürünleri ön plana çıkarmıştır. Ürün kompozisyonunu bu şekilde değiştirmeyi başaran G. Kore, 2003 yılında yüksek gelirli ülkeler kategorisine girmeye hak kazanmıştır. Güney Kore’nin elde ettiği somut başarılarda, özellikle ilk dönemlerde araştırmadan çok geliştirmeye ve ticarileşmeye önem vermesi de rol oynamıştır. Bu gerçeği, önceki bölümde sergilenen veriler de, G. Kore’nin yayınlardan çok ürüne dönük olan patentlerde gösterdiği performansla bir nevi yansıtmaktadır. Ar-Ge ve inovasyonda önde gelen bir diğer ülke olan Finlandiya ise, Güney Kore’nin aksine 1980’lerde de yüksek gelirli bir ekonomi olmakla beraber, benzer bir şekilde kişi başına milli gelirini teknolojik gelişimle birlikte hızla yükseltmiş, 1990’ların ortalarında 21.000 dolar olan seviyeyi, sonraki 10 yıl içinde 30.000 dolar üzerine çıkarmıştır. Öte yandan Finlandiya, ilgili dönemde asıl başarısını inovasyon ve rekabetçilikte en üst setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON sıralara tırmanarak göstermiştir. Nitekim Finlandiya, World Economic Forum tarafından her yıl yayınlanan Küresel Rekabetçilik Endeksi’nde 2013 yılında 148 ülke arasından genel sıralamada 3., inovasyon sıralamasında ise 1. olma başarısını elde etmiştir.14 Finlandiya’nın teknoloji ve inovasyon yoluyla kalkınma hikâyesine göz atıldığında, 19601980 arası dönemde gerek öğrenci gerekse akademisyen anlamında üniversitelerde nitelik ve niceliği artırma çalışmalarının yoğunlaştığı fark edilmektedir. Bunun yanı sıra, sosyal ihtiyaçlardan kaynaklanan sağlık ve çevre gibi alanlardaki sorunlar Ar-Ge ile giderilmeye çalışılmış, bu bağlamda bilim bir çeşit “problem çözücü” olarak konumlandırılmıştır. Bu çerçevede, Finlandiya’nın da teknolojik gelişim serüveninde söz konusu dönemde uygulamalı araştırmalara ağırlık verdiği söylenebilir. Ancak Güney Kore’den farklı olarak, Finlandiya’nın 1960’lı yıllar öncesinde temel bilim araştırmalarında önemli bir yol kat etmiş olduğu da kaydedilmelidir. 1970’lerde yapılan araştırmalar toplumsal ihtiyaçlara cevap verip ekonomik büyümeyi de beraberinde getirince, ülke 1980’li yıllarda bilim politikasını “çözüm kaynağı” olmaktan “stratejik fırsat” olmaya doğru çevirmiştir. Bu kapsamda, ilgili dönemde Ar-Ge politikaları teknoloji gelişimine vurgu yapmış ve biyoteknoloji, bilişim ve malzeme teknolojileri gibi stratejik ve multi-disipliner hedefler benimsemiştir. Teknoloji çalışmaları için 1983’te “Finlandiya Finans Ajansı”nı (Finnish Funding Agency) kuran Finlandiya, araştırmaları maddi anlamda da ciddi şekilde desteklemiş, bir yandan da doktora eğitimine özel bir önem vermiştir. 1990’lı ve 2000’li yıllarda ise Finlandiya yeni bir eksen genişlemesi yaşayarak, “bilim ve teknoloji politikaları”nın yerini ve adını “inovasyon politikaları”na vermiştir. Bu bağlamda, 14. Klaus Schwab (ed.), The Global Competitiveness Report 2013– 2014, (World Economic Forum, Cenevre: 2013), s. 15 setav.org bilimsel keşiflerin, toplumun yararlanacağı şekilde ticarileştirilmesi ve hayata geçirilmesi konusu daha da önem kazanmıştır. Buna paralel bir şekilde, inovasyon politikası ekonomik, çevresel ve bölgesel kamu politikalarıyla ilişkilendirilmiş, sağlıktan eğitime, demokrasiden kültüre birçok alanda uygulanmak üzere “sosyal inovasyon” kavramına ağırlık verilmiştir. Finlandiya’yı son dönemlerde inovasyonda dünya çapında öne çıkaran faktörlerden biri de, teknolojik gelişimi toplumsal uyuma dönüştürüp kalkınmayı sürdürülebilir kılan, bu sosyal bakış açısına sahip dönüşümü olmuştur. TÜRKİYE’DE AR-GE Türkiye’nin Ar-Ge Performansındaki Gelişimi Türkiye’de bilim ve teknolojiye yönelik ilk öne çıkan politikaların planlı ekonomiye geçiş dönemiyle birlikte başladığı söylenebilir. Bu bağlamda, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (19631967) kapsamında alınan, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) kurulmasıyla ilgili karar bir dönüm noktası niteliğinde olmuştur. Bir diğer önemli adım ise 1983 yılında, uzun vadeli bilim ve teknoloji politikalarının saptanması, yürütülmesi ve koordinasyonu konularında destek sağlaması amacıyla, bilim ve teknoloji politikası ile ilgili ilk resmi yapılanma olan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) kurulmuş olmasıdır. Bu dönemden sonra devam eden bilim ve teknoloji politikaları oluşturma çalışmaları, özellikle “Türk Bilim Politikası 1983-2003” ve “Türk Bilim ve Teknoloji Politikası 1993-2003” dokümanlarıyla da önemli bir boyut kazanmıştır. Ancak ortaya koyulan belgelerin, hedefleri bakımından tam olarak uygulamaya geçirildikleri söylenemez. Bunun nedenleri olarak, bilim ve teknoloji alanında paylaşılan bir ulusal vizyonun ortaya konulamamış ve önerilen politikaların ilgili bütün kesimler (siyasi erk, kamu, özel kesim ve üniversiteler) tarafından 21 ANALİZ ŞEKIL 1. BTYK’NIN 1989-2013 YILLARI ARASINDA YAPTIĞI TOPLANTILAR 2 3 4 5 6 7 8 9 10 15 20 23 24 26 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 1 ortaklaşa sahiplenmelerinin sağlanamamış olması gösterilebilir.15 Söz konusu dönemde politika süreçlerinde hedeflenen noktalara gelinememesi sonucunda, BTYK 13 Aralık 2000 tarihli toplantısında 2003-2023 yılları için Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji Stratejileri Belgesi’nin hazırlanması kararını almış ve 2001 yılı sonunda ilgili proje “Vizyon 2023: Bilim ve Teknoloji Stratejileri” olarak belirlenmiştir. Bu dönemden sonra, ulusal ekonomide atılan kalkınma adımları ve hayata geçirilen reformlarla da paralel olarak, Türkiye bilim ve teknoloji çalışmaları konusunda net bir şekilde hız kazanmıştır. Yıllar boyunca atıl kalan ilgili çalışmaların ne denli aktif bir hale getirildiği, sadece BTYK toplantılarının gelişimine bakıldığında dahi kolayca fark edilmektedir. 19832003 yılları arasındaki 20 yıllık sürede sadece 9 kez toplanan BTYK, sonraki 10 yıllık süreçte ise istikrarlı bir şekilde düzenlediği stratejik toplantılarla 17 kez düzenlenmiştir (Şekil 1).16 Bu gelişmelerle birlikte, 2000’li yıllardaki kalkınma döneminde Ar-Ge çalışmalarına büyük bir önem verilmiş, stratejik politikalar belirlemenin yanı sıra, özel sektör ve üniversiteleri bu konuda özendirmek amacıyla çeşitli farkındalık ve teşvik mekanizmaları devreye sokulmuş15. TÜBİTAK Vizyon 23 için bkz., http://www.tubitak.gov.tr/tr/ kurumsal/politikalar/icerik-vizyon-2023 16. TÜBİTAK BTYK için bkz., http://www.tubitak.gov.tr/tr/kurumsal/icerik-bilim-ve-teknoloji-yuksek-kurulu. 22 tur. Bugün özellikle TÜBİTAK kaynaklı olmak üzere çok çeşitli finansal destek programlarıyla Ar-Ge ve inovasyonda ivme kazanan Türkiye’de, aynı zamanda nitelikli insan gücü ihtiyacının giderilmesine katkı sağlamak amacıyla da, TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Dairesi Başkanlığı (BİDEB) tarafından etkili çalışmalara imza atılmaktadır. Bu çalışmaların bir yansıması olarak, teknolojik çalışmalara yönelen gerek finansal gerekse beşeri kaynaklarda son 10 yılı aşkın dönemde ciddi artışlar gözlenmiştir. Bugün gelinen noktada bu kaynakların, Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz tam yeterli olmasa da, istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ettiği görülmektedir. İnsan Kaynakları Bilim ve teknolojide gelişimin temel taşı olan, alanında eğitim almış nitelikli personelin toplam istihdamdaki payı, o ülkenin Ar-Ge ve inovasyon potansiyelini yansıtan en önemli göstergeler arasında sayılmaktadır. Türkiye’de bilim ve teknoloji alanında çalışanların payına bakıldığında, 2006 yılında yüzde 18,9 olan payın 6 yıl içerisinde yüzde 23,4 seviyesine yükseldiği görülmektedir (Grafik 11). Toplam istihdamın da ilgili yıllar arasında artmaya devam ettiği göz önüne alındığında, bu gelişme oldukça olumlu olarak değerlendirilmelidir. Nitekim veriler, 2006 yılında 3,2 milyon kişi olan bilim-teknolo- setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 11. TÜRKIYE’DE BILIM VE TEKNOLOJI ALANINDA ÇALIŞANLARIN TOPLAM İSTIHDAMDAKI PAYININ GELIŞIMI (%, 2006-2012) 25 23.4 21.7 20 18.9 15 10 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 Kaynak: Eurostat ji istihdamının 2012 itibariyle 4,8 milyona çıktığına, bir başka deyişle yüzde 50 artış kaydettiğine işaret etmektedir. Ayrıca, OECD ülkelerinde aynı oranın yüzde 25 civarlarında seyrettiği düşünüldüğünde, Türkiye’nin oldukça iyi bir yol kat ettiği anlaşılmaktadır. Ar-Ge çalışmalarında kritik bir rol üstlenen doktora dereceli profesyonellerin işgücü içerisindeki ağırlığını, dünya ülkelerinin performanslarının değerlendirildiği bir önceki bölümde Grafik 2 yardımıyla ele alınmıştı. Buna göre, çalışma çağındaki nüfusun içindeki doktoralı birey oranının ülkeden ülkeye ciddi farklılıklar gösterdiği, Lüksemburg’da 1000 kişiden 28 kişi doktoralıyken, Letonya’da bu sayının 5’e düştüğü tespit edilmiştir. Türkiye’de ise bu oran, söz konusu verilerin son açıklandığı 2009 yılı itibariyle binde 2,4’tür. Dolayısıyla, Türkiye’nin bilim ve teknolojide uzmanlaşmanın bir göstergesi olan doktoralı çalışan sayısını ve oranını gerek ulusal programlar dâhilinde gerekse tersine beyin göçü kanalıyla artırmak için özel bir önem vermesi gerektiği ortadadır. Öte yandan, Türkiye’deki doktoralı nüfusla ilgili dikkat çekici bir gerçek, erkek ve kadınlardaki dağılımının eşit olmasıdır. Veriler dâhilindeki tüm diğer ülkelerde, erkek doktora derecesi olanların ağırlıklı payının, net bir şekilde kadınlardan yüksek olduğu, Türkiye’de ise bunun dengelendiği gözlenmektedir. setav.org Araştırma ve geliştirmeye yönelik ulusal insan kaynakları potansiyelinin analiz edilmesinde en önemli göstergelerden olan, Ar-Ge personelinin toplam istihdam içindeki payının ise, Türkiye’de ekonomik dönüşümün başladığı 2002 yılı sonrasında hızla arttığı dikkat çekmektedir (Grafik 12). Bu bağlamda, 2002 yılında binde 1,51 olan pay, on yıl içerisinde binde 3,85 düzeyine erişmiştir. Bir başka deyişle, son verilere göre, ülkede çalışan her 1000 kişi içerisinde yaklaşık 4 kişi Ar-Ge alanında hizmet etmektedir. Bu gelişme umut verici olmakla birlikte, AB ortalamasının binde 11 olduğu ve Ar-Ge konusunda hızlı adımlar atan birçok ülkede 10 kişinin üzerine çıktığı düşünüldüğünde, Türkiye’nin personel konusunda da daha yüksek seviyeleri zorlaması gerektiği ortadadır. Finansal Kaynaklar Türkiye’de araştırma ve geliştirmeye ayrılan maddi kaynaklar da, son 10 yıllık dönemde gerçekleşen kalkınma sürecinde önemli ölçüde artırılmış ve teknoloji çalışmalarına ivme kazandırmıştır. Bu gelişmede hiç şüphesiz, yüksek borçların bertaraf edildiği ve disiplin altına alınan bir kamu maliyesi döneminin başlamış olması da etkili rol oynamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’de Ar-Ge’ye yönelik olarak yapılan harcamaların yıllar içerisindeki genel durumu ile yükseköğretim ve özel sektörler 23 ANALİZ GRAFIK 12. TÜRKIYE’DE AR-GE PERSONELININ TOPLAM İSTIHDAM İÇINDE PAYININ GELIŞIMI (‰, 2000-2011) 5 4 3 2 2.45 2.01 1.39 1.43 2.67 3.06 3.17 3.46 3.62 3.85 2.04 1.51 1 0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Kaynak: OECD çerçevesindeki gelişimlerini, ayrıca şirketlere verilen devlet desteğindeki son durumu incelemekte, gelişmeleri analiz etmek açısından fayda vardır. Türkiye’de Ar-Ge çalışmalarına yapılan harcamalar, 2000’li yılların başında mutlak değer bazında artmakla birlikte, GSYH’deki artış hızına yetişememiş ve milli gelir içerisindeki payı bu dönemde yüzde 0,5 dolaylarında durağan bir seyir izlemiştir. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı, ilk gözle görülür artışını 2005 yılında gerçekleştirerek yüzde 0,59’a ulaşmış, sonrasında da genel itibariyle kademeli olarak artarak 2012 yılında yüzde 0,92 olmuştur. Bu minvalde, 2001 yılında 1,3 milyar TL seviyesinde olan Ar-Ge harcamaları, söz konusu dönemde kriz yılları da dâhil olmak üzere cari rakamlar bazında istikrarlı bir şekilde yükselmiş ve 2012 itibariyle 13,1 milyar TL’ye ulaşmıştır (Grafik 13). Aynı dönemdeki ulusal Ar-Ge harcamaları sektörel olarak ele alındığında ise, özel sektöre doğru bir eksen genişlemesi göze çarpmaktadır. Nitekim dönemin başında Ar-Ge harcamalarında ağırlıklı olarak yükseköğretim sektörünün rol oynadığı, özel sektörün ise oldukça geride kaldığı görülmektedir. 2001 yılında yükseköğretim sektörünün GSYH içinde harcama payı yüzde 0,32 24 iken, bu oran özel sektör için yüzde 0,18 olmuştur (Grafik 14). Şirketlerin Ar-Ge’ye ayırdıkları bütçelerdeki artış ile birlikte 2005 sonrasındaki yıllarda özel sektör bu alanda harekete geçmiş ve payını yükseltmeye başlamıştır. İstikrarlı bir şekilde yükselen özel sektör Ar-Ge oranı 2012 yılıyla yüzde 0,41 seviyesine ulaşırken, üniversite araştırmalarındaki bütçelerin oranı daha yavaş ve inişli çıkışlı bir gelişme izleyerek aynı dönemde yüzde 0,4’e yükselmiştir. Bir diğer ifadeyle, ekonomik büyümeyle birlikte özel sektör Ar-Ge’de ciddi bir ivme yakalayarak milli gelir içerisindeki payını 2 katın üzerine çıkarmış, yükseköğretim ise aynı performansı sergileyemeyerek küçük bir artış kaydedebilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin son kalkınma dönemindeki araştırma geliştirmelerine yöneltilen finansal kaynaklardaki artışın, büyük ölçüde özel sektör tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, devletin özel sektör Ar-Ge harcamalarına verdiği dolaysız destek oranları da söz konusu dönemde artış göstererek, 2001 yılındaki yüzde 3,3 seviyesinden 2011 yılındaki yüzde 8,9 düzeyine erişmiştir. Bir diğer ifadeyle, özel sektörün her 100 TL’lik Ar-Ge harcamasında devletin katkısı dönem başında 3,3 TL iken, setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 13. TÜRKIYE’DE TOPLAM AR-GE HARCAMALARININ GELIŞIMI (2001-2012) 1 0.9 0.8 0.7 0.6 0.5 0.4 0.3 0.2 0.1 0 0.85 0.73 0.72 0.54 0.53 1.3 2001 1.8 2002 0.48 2.2 2003 0.59 0.52 2.9 2004 13.1 11.2 0.58 9.3 14 12 10 8 8.1 6.9 6.1 4.4 3.8 0.92 0.86 0.84 6 4 2 2005 2006 2007 Harcamaların GSYH'ye Oranı (%) 2008 2009 2010 2011 2012 0 Harcamalar (milyar TL, sa eksen) Kaynak: TÜİK GRAFIK 14. TÜRKIYE’DE SEKTÖREL AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2001-2012) 0.45 0.40 0.40 0.35 0.30 0.32 0.34 0.32 0.35 0.32 0.35 0.30 0.30 0.25 0.20 0.15 0.18 0.10 0.20 0.15 0.05 0.00 2001 2002 0.11 0.13 2003 2004 2005 0.39 0.39 0.36 0.37 2010 2011 0.32 0.32 0.34 0.40 0.41 0.21 2006 Yüksekö renim Sektörü 2007 2008 2009 2012 Özel Sektör Kaynak: TÜİK bu, 10 yıl içerisinde 8,9 TL’ye yükselmiştir. Bu oranın OECD grubunda yüzde 8,6, AB-28’de ise yüzde 7,1 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin oldukça iyi bir seviyede devlet desteği yaptığı söylenebilir. Kriz ve sonrasındaki 2008-2011 arasındaki dönem özel olarak incelendiğinde ise, devletin dolaysız olarak yaptığı finansal desteklerin yıl- setav.org lık bazda yüzde 6,9 oranında büyüme kaydettiği görülmektedir. Bununla birlikte, devlet Ar-Ge alanında vergiler kanalıyla sunduğu dolaylı avantajları da ciddi şekilde artırmıştır. Yine 20082011 dönemi çerçevesinde ele alındığında, vergi kolaylıklarında yıllık artışın yüzde 49,3 olduğu ve bu hızla dünya genelinde birçok ülkeyi geride bıraktığı tespit edilmektedir. 25 ANALİZ GRAFIK 15. TÜRKIYE’DE PATENT BAŞVURU SAYISINDAKI GELIŞIM (2001- 2012) 6000 5000 4258 3464 4000 3000 1953 2000 1000 0 4833 358 444 535 2001 2002 2003 748 2004 996 1216 2005 2006 2007 2414 2008 2746 2009 2010 2011 2012 Kaynak: WIPO TÜRKİYE’DE AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER Ar-Ge çalışmalarının ürüne dönüşmesinde önemli bir gösterge olan patent başvurularının, Türkiye’nin son 10 yıllık döneminde önemli atılımlar yaptığını söylemek mümkündür. Nitekim 2001 yılında sayısı sadece 358 olan ulusal patent başvuruları ekonomik büyüme sürecinde hızlı bir şekilde artmış ve 2012 yılında 4.833 seviyesine gelmiştir (Grafik 15). Bunun yanı sıra, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) 2013 Raporu’na göre, Türkiye 2012 yılında patent, marka ve tasarım kategorilerinin üçünde de, çift haneli büyüme rakamları kaydetmiştir. Bu sevindirici gelişmelerle beraber, bir teknolojik gelişmişlik göstergesi olan ve Ar-Ge çalışmalarının ticarileştirilip hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan patent konusunda dünyayla yarışabilir bir hale gelmek için daha büyük hamleler yapmak gerektiği de ortadadır. WIPO verilerine göre patent başvurularının yapıldığı teknoloji alanları incelendiğinde ise, ortaya Grafik 16’da sergilenen tablo çıkmaktadır. Diğer yandan kategorize edilen alan hariç tutulduğunda, Türkiye 1998-2012 yılları arasında yaptığı patent başvurularının en büyük bölümünü yüzde 12,2 ile tüketim ürünleri grubunda yapmıştır. Dünya genelinde aynı dönemde öne çıkan tek- 26 nolojiler anlamında bakıldığında ise, daha küçük oranlarda olmakla birlikte, ecza ürünleri, medikal teknoloji, ulaştırma, elektrikli makineler gibi farklı sektörlere de yönelme olduğu görülmektedir. Öte yandan, bir diğer Ar-Ge çıktısı olan akademik yayın sayısı da, Türkiye’de 2003-2011 arasındaki dönemde 220.000 olmuş17, Türkiye bu rakamla dünya sıralamasında 19. sırada yer almıştır. AR-GE, İNOVASYON VE 2023 HEDEFLERİ Türkiye, yukarıdaki veriler dâhilinde detaylı olarak ele alındığı üzere, Ar-Ge ve inovasyon konusunda geçen 10 yıl süresince oldukça ciddi ilerlemeler kaydetmiştir. Bununla birlikte, üyesi bulunduğu OECD ülkeleri arasındaki sıralamalarda henüz gerilerde yer almaktadır. Öte yandan, orta gelir tuzağına yakalanmadan yoluna devam etmesi ve 2023 hedefleri doğrultusundaki GSYH ve ihracat rakamlarına ulaşması için, Türkiye’nin Ar-Ge ve inovasyon alanında daha büyük hamleler yapması, stratejik boyutu olan kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ar-Ge yatırımları uzun yıllardır büyük miktarda olan ülkeler günümüzde bilim ve teknoloji alanında büyük adımlar atmış, sanayi ve üretimle17. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”. setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON GRAFIK 16. TÜRKIYE’DE PATENT BAŞVURULARININ YAPILDIĞI TEKNOLOJI ALANLARI (1998- 2012) Tüketim ürünleri 12.2% Mobilya 7.9% Di er 39% Eczacılık 6.4% n aat mühendisli i 6.1% Isıtma süreç ve araçları 5.8% Motorlar, pompalar, türbinler 3.8% Elektrikli makineler Di er özel makineler 4.4% 4.5% Ula tırma 5.2% Medikal teknoloji 4.7% Kaynak: WIPO GRAFIK 17. SEÇILI ÜLKELERIN AR-GE HARCAMALARININ GSYH’YE ORANI (%, 2011) 5 4.4 4.2 4 3.5 3.4 3.3 3 3 2.8 2 1.7 1.7 1.7 0.8 1 0 Güney Kore srail Finlandiya sveç Japonya Almanya ABD Kanada rlanda ngiltere Türkiye Kaynak: OECD ve TÜİK ri ile küresel piyasada rekabet edebilirliklerini sağlamlaştırmıştır.18 Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı 2011 yılında Güney Kore’de yüzde 4,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Aynı zamanda ABD’de yüzde 2,8 ve Finlandiya’da yüzde 3,5 olarak ger18. Dilşad Erkek “Ar-Ge, İnovasyon ve Türkiye: Neredeyiz?”. setav.org çekleştirilmiştir Türkiye’de ise Ar-Ge’ye aktarılan kaynak gelişmiş ülkelere nispeten düşük kalmış ve son yıllarda artmasına rağmen bu oran halen yüzde 1’in altında seyretmiştir (Grafik 17).19 19. “Main Science and Technology Indicators”, OECD.StatExtracts 2012, http://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MSTI_PUB 27 ANALİZ Bu nedenle, Türkiye’de Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine sağlanacak teşvik ve destekler, sürdürülebilir büyümenin istikrarlı bir biçimde sağlanabilmesi açısından hayati önem arz etmektedir. Türkiye’nin gerek ekonomik büyümede istikrar sağlaması gerekse 2023 hedeflerini yakalaması için Ar-Ge’ye ağırlık vermesi ve bu alana aktarılan kaynağı arttırması gerekmektedir. Özellikle Türkiye’nin 2023’te ilk 10 ekonomi içerisinde yer alması hedefine yönelik politika belirlerken, gelişmiş ülkelerin ekonomik sıçramalarını göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin başarılı ülke örneklerini dikkate alarak Ar-Ge alanına daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir. Türkiye’de son yıllarda büyümeye katkıda bulanan ihracata, Ar-Ge sonucu ortaya çıkacak yüksek katma değerli üretimin eklenmesi ile uzun dönemde hedeflenen büyüme oranlarına ulaşılması daha kolay olacaktır. 20 “Sosyal inovasyon” konseptinin benimsenerek ilgili bilim alanlarının da strateji belirlemede rol oynayacağı bir uygulamayı hayata geçirmek ve bu çerçevede etkin düşünce kuruluşlarını da sistemin içine dâhil etmek büyük faydaları beraberinde getirecektir. Bu minvalde gerekli kaynakları niceliksel olarak artırmanın yanı sıra, politikaların nitelikleri ve boyutları anlamında da neler yapılabileceğini irdelemek gerekmektedir. Bu noktada, yukarıda bilim ve teknoloji alanında örnek ülkeler olarak incelenen Güney Kore ve Finlandiya’nın başarısının temelinde yatan bazı temel stratejileri göz önünde bulundurmak, faydalı olacaktır. Bilim ve teknolojide söz sahibi olan birçok ülke 20. Erdal Tanas Karagöl (2013), “AK Parti Dönemi Türkiye Ekonomisi”, SETA Rapor (Şubat 2013). 28 gibi, G. Kore ve Finlandiya’nın Ar-Ge çalışmalarının başlangıç safhalarında güçlü bir nitelikli işgücü olduğunun altı çizilmelidir. Bu ülkelerin teknolojik gelişim süreçlerine alanlarında yetişmiş hatırı sayılır büyüklüklerde profesyonel ekiplerle başlamış olmaları, stratejik alanlarda hızla ilerlemelerini sağlamıştır. Nitekim araştırma-geliştirme çalışmalarının anahtar unsuru, hiç şüphesiz insan kaynaklarıdır. Bununla birlikte, gerek G. Kore gerekse Finlandiya, hâlihazırda sahip oldukları bu kadrolarla da yetinmeyerek sürekli olarak teknolojik insan gücü yetiştirmeye ve bu minvalde doktora programlarına önem vermeye devam etmektedir. Dolayısıyla, her iki ülke için de, üstün Ar-Ge performansının arkasında yatan ana faktörün eğitim olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Bu nedenle de, bilim ve teknoloji politikalarının şekillenmesinde eğitim ile ilgili stratejiler büyük rol oynamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’deki duruma bakıldığında ise, son 10 yıllık dönemde beşeri sermayenin Ar-Ge’deki yoğunluğunun artması anlamında gözle görülür bir gelişme gözlense de, bunun hedeflenen seviyelere gelmek için hızla geliştirilmeye devam edilmesi gerektiği de ortadadır. Buradan hareketle, Türkiye’nin bu noktadan sonra ivme kazandırması gereken bilim ve teknoloji politikalarında, eğitime özel bir yer ayrılması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, Finlandiya’nın inovasyon sıralamasında dünya lideri olmasında, ilgili politikaların sağlıktan eğitime, demokrasiden kültüre birçok alandaki gereklilik ve ihtiyaçlarla ilişkilendirilmiş olması büyük rol oynamıştır. Bilim ve teknoloji çalışmalarının toplumla harmonize edilmiş bir şekilde sürdürülmesiyle ortaya çıkan bu “sosyal inovasyon” uygulaması, Finlandiya’nın teknolojiyle sosyal bilimleri bir araya getirdiği örnek alınacak bir bakış açısı olmuştur. Eğitim ve sosyal inovasyon temelinde değinilen bu iki ana husus, esas itibariyle Türkiye için bilimsel ve teknolojik gelişim sürecinde bir nevi arka planda kalmış “sosyal bilimlerde Ar-Ge” gerçeğine parmak basmaktadır. Örneklerin de işaret setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON ettiği gibi, teknolojik Ar-Ge, kendisini tamamlayıcı nitelikte olan sosyal boyutuyla el ele gitmek durumundadır. Eğitim örneğinden yola çıkılacak olursa, teknolojik gelişimin temelindeki insan gücünün eğitimi konusundaki ana politikaların belirlenmesinde bu konuda uzmanlaşmış sosyal bilimcilerin bilimsel çalışmalar yapmasından daha doğal ve etkili bir çözüm düşünülemez. İşte bu nedenle, Ar-Ge çalışmaları bağlamında, yalnızca mühendislik ve doğa bilimleri anlamında değil, sosyal bilimler kapsamında da uyumlu çalışmalar yapılması hususu, uzun vadeli politikaların şekillenmesinde önemle dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede yapılacak çalışmalar, Türkiye’nin teknolojik gelişiminde bir diğer engel olan ve özellikle özel sektörde eksikliği görülen Ar-Ge ve inovasyon kültürünün geliştirilmesinde de etkin rol oynayacaktır. Sosyal bilimler çerçevesinde yapılması gereken söz konusu Ar-Ge çalışmalarının şekillenmesi bir yana, aynı zamanda finansal olarak da desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, üniversitelere verilen desteklerin yanı sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarının da teşvik edilmesi, çalışmaların daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır. Ancak bugün özellikle TÜBİTAK bünyesindeki Ar-Ge ve inovasyon programlarına bakıldığında, bunların ağırlıklı olarak sanayi ve üniversitelere yönelik olduğu ve yeni bir ürün üretilmesi, mevcut bir ürünün geliştirilmesi veya iyileştirilmesi, ürün kalitesi ya da standardının yükseltilmesi, maliyet düşürücü ve standart yükseltici yeni tekniklerin geliştirilmesi, yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi konularında yürütülen projeleri desteklediği görülmektedir.21 Dolayısıyla, belirlenecek politikalarda sosyal inovasyon konseptinin benimsenerek ilgili bilim alanlarının da strateji belirlemede rol oynayacağı ve aynı zamanda maddi olarak destekleneceği bir uygulamayı hayata geçirmek ve bu çerçevede etkin düşünce kuruluşla- rını da sistemin içine dâhil etmek büyük faydaları beraberinde getirecektir. 21. “Özel Sektör Ar-Ge ve Yenilik Destekleri”, TUBİTAK TEYDEB (TUBİTAK Yayınları, Ankara: 2013); http://www.tubitak. gov.tr/sites/default/files/teydeb_kitapcik_190413.pdf. 22. Rüstem Yanar ve Güldem Kerimoğlu, “Türkiye’de Enerji, Tüketimi, Ekonomik Büyüme ve Cari Açık İlişkisi”, Ekonomi Bilimler Dergisi, c. 3, no.2 ( 2011). setav.org SONUÇ VE ÖNERİLER Türkiye 2002 yılından sonra kavuştuğu istikrar ve uyguladığı başarılı reformlar sayesinde sıra dışı bir ekonomik performans göstererek birçok makroekonomik göstergede ciddi iyileşmeler sergilemiş ve örnek gösterilen bir kalkınma serüveni yaşamıştır. Bununla birlikte, gerek dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmek ve 500 milyar dolar ihracat yapmak gibi dev 2023 hedeflerine erişmek gerekse orta gelir tuzağı riskinden korunmak için, Türkiye’nin bundan sonraki dönemde yeni hamlelere ihtiyacı vardır. Bu yeni hamlelerin ise, Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak amacıyla tasarlanması ve dolayısıyla verimlilik artışı temelinde geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, verimliliğin motor gücü olan Ar-Ge konusunda atağa geçmek, Türkiye için önümüzdeki dönemin en stratejik hareket noktası olacaktır. Nitekim Ar-Ge, inovasyon ve büyüme arasındaki güçlü nedensellik ilişkisi, ekonomi teorisinde vurgulandığı gibi, bugün yüksek gelirli ekonomi statüsü edinmiş ülkeler bazında da açıkça gözlenmektedir. Bu nedenle, küresel rekabetin arttığı mevcut ortamda, rekabet gücü kazanmak için Ar-Ge ve ileri teknolojiye dayalı üretime geçilmesi sürdürülebilir büyüme için zorunlu hale gelmiştir.Bu noktada, içsel büyüme modellerinin de altını çizdiği üzere, temeli araştırma ve geliştirmeye bağlı verimlilik artışlarının ve dolayısıyla ekonomik büyümenin gerçekleşmesi konusunda, kaynakları yönlendiren devlet politikaları kritik önem arz etmektedir. Diğer yandan, üretimin sürdürülmesi için en önemli girdi olan enerjide Türkiye büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Bu durum da cari açık üzerinde artırıcı etki yapmaktadır.22 Cari açığın artması aslında tasarruf edilecek kaynağın yurtdışına transferine neden olmaktadır. 2012 yılında 29 ANALİZ cari açık 46 milyar dolar ve cari açığın GSYH içindeki payı yaklaşık yüzde 6,7 olarak gerçekleşmiştir. Cari açığın GSYH içindeki payının büyümesinin nedeni ara malı ithalatına bağımlılık nedeniyle artan ithalattır. 2012 yılında 236 milyar dolar olarak gerçekleştirilen ithalatın 60 milyar dolarını enerji ithalatı oluşturmuştur.23 2012 yılında 236 milyar dolar olarak gerçekleşen ithalat kalemleri incelendiğinde ithalatın;24 • Yüzde 41,5’lik kısmını oluşturan 98 milyar doları, Türkiye’de “üretilen ancak üretimi ve kalitesi yetersiz olan mallardan”, • Yaklaşık yüzde 44’ünü teşkil eden 104 milyar doları, Türkiye’de “üretimi olmayan ya da az olan mallardan”, • Yüzde 14,5’lik kısmını oluşturan 34 milyar doları ise, Türkiye’de “yeteri kadar üretildiği halde dışarıdan alınan mallardan” oluştuğu görülmektedir. • • Tüm bu noktalardan hareketle, Türkiye’de ithalatı ve dolayısıyla cari açığı azaltıcı etki yapacak “üretimi olmayan ya da az olan malların üretilmesi”, temel odak noktalarından birisi olmalıdır. Bu ise, ancak Ar-Ge harcamalarına aktarılan kaynakların nitelik ve nicelik yönünden artırılmasıyla mümkün olabilecektir. Buna bağlı olarak Türkiye, 2023 yılı ve sonrasına iddialı bir giriş yapabilmek amacıyla, Ar-Ge ve inovasyon politikalarını acil bir şekilde yeniden gözden geçirerek üretim ve ihracat kompozisyonunda teknolojinin ağırlığını artıracak daha etkin sonuçlar elde etmeye odaklanmalıdır. Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı Türkiye’nin son kalkınma döneminde, ekonomik büyüme, mali disiplin ve artan teşvikler gibi nedenlerle hızla artmış olsa da, henüz yeterli seviyelerde değildir. Buna bağlı olarak 23. “Dünya’da ve Türkiye’de Enerji Görünümü Raporu”, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2012; http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf. 24. Ekonomi Bakanlığı’nın 2013 yılı rakamlarından derlenmiştir. 30 • • milli gelirden Ar-Ge’ye ayrılan payın arttırılması gerekli olmakla birlikte, aynı zamanda bu harcamalardan en etkili sonuçları alabilmek için de stratejiler tasarlanmalıdır. Aksi takdirde, ayrılan mali desteklerin önemli bir bölümü, etkin bir şekilde değerlendirilememekte ve sonuçsuz kalabilmektedir. Bu noktada, desteklerde sonuç odaklı bir yaklaşım benimsemek ve etkinlik ölçme ve değerlendirme mekanizmaları geliştirmek, üzerinde acilen durulması gereken hususların başında gelmektedir. Cari açığın azaltılması ve sanayinin teknolojik dönüşümünün sağlanması, yapılacak olan yatırımın sektör bazlı olması önem arz etmektedir. Bu doğrultuda Ar-Ge’ye önem vererek başarıya ulaşmış ülke örneklerinden de görüldüğü gibi, Ar-Ge politikalarının en temel unsuru nitelikli insan kaynaklarıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin, ihtiyaç duyduğu teknolojik gelişim için kaçınılmaz olan işgücünü yetiştirebilmesi, hiç şüphesiz uygulayacağı eğitim politikaları ile birebir ilişkilidir. Bu nedenle, ulusal eğitim politikalarının bu çerçevede gözden geçirilmesi ve birçok dünya ülkesinde önemli bir gündem maddesi olan STEM (Science, Technology, Math) eğitimindeki ciddi sorunların çözüme kavuşturulması elzemdir. Öte yandan, eğitim politikalarını da içine alan “sosyal bilimlerde Ar-Ge” konusunun, Türkiye’de geri planda kaldığı gözlenmektedir. Halbuki, inovasyon ve rekabeçilikte Finlandiya gibi başarılı örneklerin, Ar-Ge çalışmalarını eğitimden sağlığa, ekonomiden kültüre uzanan geniş bir yelpazede toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu bir şekilde yürüttüğü ve sosyal inovasyon konseptini benimsediği bilinmektedir. Dolayısıyla, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının ve desteklerinin, sadece mühendislik ve doğa bilimlerine değil, bunların arka planda bağlantılı olduğu sosyal bilimlere yönelik olarak da artırılması önem setav.org YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON • taşımaktadır. Bu kapsamda, üniversitelere verilen desteklerin yanı sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarına da destek sağlanması, çalışmaların daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır. Harcamaların etkin bir şekilde tahsis edilme konusunun bir diğer önemli ayağı ise, stratejik alanlara odaklanmaktır. Ar-Ge planlamaları ve destekleri, Türkiye’nin ihtiyacı olan sektörler ve ürünler üzerinde yoğunlaştırılmalı, somut ve ticari hedefler içermelidir. Bu konuya gösterilecek hassasiyet, aynı zamanda mevcut durumda entegrasyon sağlayamamış olan üniversite ve sanayinin de ortak alanlarda çalışmasının ve işbirliği yapmasının önünü büyük ölçüde açacaktır. Bu noktada da, başta ekonomi olmak üzere sosyal bilimler tabanlı araştırmaların planlamaların hareket noktasında yer alması, çalışmaların etkinliğini artıracaktır. Bu kapsamda, üniversitelere verilen desteklerin yanı sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarına (think-tank) da destek sağlanması, çalışmaların daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır. setav.org • Ülkede gerçekleştirilen Ar-Ge harcamalarının tümünü görebilmek, farklı kurumların aynı mükerrer araştırma yapmasını engellemek ve gelecek ile ilgili strateji oluşturmak için Ar-Ge harcamaları tek elden koordine edilmelidir. “Bütünleşik Ar-Ge” stratejisi ile kısa vade ve uzun vadede yapılması gerekenler mutlaka belirtilmelidir. Sonuç olarak Türkiye’nin, gerek beşeri gerekse finansal kaynaklar anlamında son 10 yıllık dönemde belirgin bir ilerleme kaydettiği Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımasının zamanı gelmiştir. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla, diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Zira Türkiye’nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir. 31 S ürdürülebilir ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge’ye, stratejik planlarının merkezinde bir rol yükledikleri ve bu yaklaşımın meyvelerini orta ve uzun vadede topladıkları bilinmektedir. Nitekim Ar-Ge’ye ciddi yatırımlar yaparak bilim, teknoloji ve sanayide önemli yol kat etmiş ülkeler, ilgili dönemde küresel rekabet güçlerini gözle görülür ölçüde artırmışlardır. Bu çerçevede, söz konusu ülkelerin ağırlıklı bir kısmının, yüksek gelirli ekonomiler arasında yer alması da tesadüf değildir. Türkiye ise, yıllarca ihmal ettiği Ar-Ge ve inovasyona yönelik çalışmalarını 2000’li yıllarda içinden geçtiği ekonomik dönüşüm sürecinde ciddi biçimde artırmış, bunun bir yansıması olarak da, çalışmalara yönlendirilen kaynaklarda gerek finansal gerekse beşeri sermaye anlamda ilerlemeler kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada bu göstergelerin istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ettiği ancak Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz yeterli olmadığı gözlenmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımaya ihtiyacı vardır. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla, diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Hedeflenen ekonomik dönüşüm için Ar-Ge’ye dönük kaynakların artırılması bir yana, ilgili projelerin sonuç odaklı olmasına ve mükerrerlik taşımamasına, bu bağlamda da çalışmaların etkinliği için ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmasına önem verilmelidir. Bir diğer deyişle, “bütünleşik Ar-Ge çalışmaları” yürütülmesi hususu, stratejinin temelini oluşturmalıdır. Zira Türkiye’nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir. ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE www.setav.org
© Copyright 2024 Paperzz