Yeni Ekonomi Ar-Ge ve İnovasyon [PDF]

ANALİZ
ŞUBAT 2014 SAYI: 82
YENİ EKONOMİ
AR-GE VE İNOVASYON
ERDAL TANAS KARAGÖL • HATICE KARAHAN
ANALİZ
ŞUBAT 2014 SAYI: 82
YENİ EKONOMİ
AR-GE VE İNOVASYON
ERDAL TANAS KARAGÖL • HATICE KARAHAN
COPYRIGHT © 2014
Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum
Araştırmaları Vakfı’na aittir. SETA’nın izni olmaksızın yayının
tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi,
kayıt ve bilgi depolama, vd.) yollarla basımı, yayını, çoğaltılması
veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı
yapılabilir.
Tasarım ve Kapak: : M. Fuat Er
Uygulama
: Ümare Yazar
Baskı
: Semih Ofset, Ankara
SETA | SİYASET, EKONOMİ VE TOPLUM ARAŞTIRMALARI VAKFI
Nenehatun Caddesi No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara TÜRKİYE
Tel:+90 312.551 21 00 | Faks :+90 312.551 21 90
www.setav.org | [email protected] | @setavakfi
SETA | İstanbul
Defterdar Mh. Savaklar Cd. Ayvansaray Kavşağı No: 41-43
Eyüp İstanbul TÜRKİYE
Tel: +90 212 315 11 00 | Faks: +90 212 315 11 11
SETA | Washington D.C. Office
1025 Connecticut Avenue, N.W., Suite 1106
Washington, D.C., 20036 USA
Tel: 202-223-9885 | Faks: 202-223-6099
www.setadc.org | [email protected] | @setadc
SETA | Kahire
21 Fahmi Street Bab al Luq Abdeen Flat No 19 Cairo MISIR
Tel: 00202 279 56866 | 00202 279 56985 | @setakahire
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
IÇINDEKILER
ÖZET
7
GİRİŞ
9
AR-GE’NİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ 10
DÜNYADA AR-GE 12
İNSAN KAYNAKLARI
12
FINANSAL KAYNAKLAR
14
DÜNYADA AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER
17
ÖNDE GELEN AR-GE BAŞARI ÖRNEKLERİ: GÜNEY KORE VE FİNLANDİYA
19
TÜRKİYE’DE AR-GE 21
TÜRKIYE’NIN AR-GE PERFORMANSINDAKI GELIŞIMI
21
İNSAN KAYNAKLARI
22
FINANSAL KAYNAKLAR
23
TÜRKİYE’DE AR-GE ÇIKTILARINA İLİŞKİN GÖSTERGELER
26
AR-GE, İNOVASYON VE 2023 HEDEFLERİ
26
SONUÇ VE ÖNERİLER
29
setav.org
5
ANALİZ
YAZARLAR HAKKINDA
Erdal Tanas KARAGÖL
1992’de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. Yüksek lisansını ABD’de
Connecticut Üniversitesinde, doktorasını İngiltere’de York Üniversitesi’nde tamamladı.
Karagöl’ün çeşitli gazete ve dergilerde dış borçlar, cari açık, ekonomik büyüme, savunma
harcamaları, enerji, işsizlik, kamu harcamaları, yoksulluk ve sosyal yardım alanlarında
makaleleri ve araştırma raporları yayımlanmıştır. TÜBA asosiye üyesi olan Karagöl, halen
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve
SETA’da ekonomi bölümünde çalışmalar yapmaktadır.
Hatice KARAHAN
1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 2001 yılında Boğaziçi
Üniversitesi İktisat Bölümü’nden yüksek lisans derecesi alarak doktora çalışmalarını yapmak
üzere ABD’ye gitti. 2006 yılında Ekonomi doktorasını tamamladığı Syracuse University’de
çeşitli ekonomi dersleri vermenin yanı sıra, Center for Policy Research bünyesinde araştırmacı
olarak çalıştı. 2010-2012 yılları arasında MÜSİAD’da Genel Sekreter Yardımcısı ve Ekonomi Danışmanı olarak görev yaptı. Türkiye Ekonomisi, kalkınma, enerji, Ar-Ge ve istihdam
alanlarında birçok ulusal ve uluslararası yayın yapan Karahan, 2012’den bu yana çalışmalarını
TÜBİTAK’ta sürdürmektedir. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde ders vermekte olan Karahan, ayrıca Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Ekonomi Danışmanı olarak da
görev yapmaktadır.
6
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
ÖZET
Sürdürülebilir ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge’ye, stratejik planlarının merkezinde bir rol
yükledikleri ve bu yaklaşımın meyvelerini orta ve uzun vadede topladıkları bilinmektedir. Nitekim Ar-Ge’ye ciddi yatırımlar yaparak bilim, teknoloji ve sanayide
önemli yol kat etmiş ülkeler, ilgili dönemde küresel rekabet güçlerini gözle görülür ölçüde artırmışlardır. Bu çerçevede, söz konusu ülkelerin ağırlıklı bir kısmının, yüksek gelirli ekonomiler arasında yer alması da tesadüf değildir.
Türkiye ise, yıllarca ihmal ettiği Ar-Ge ve inovasyona yönelik çalışmalarını 2000’li yıllarda içinden geçtiği ekonomik dönüşüm sürecinde ciddi biçimde
artırmış, bunun bir yansıması olarak da, çalışmalara yönlendirilen kaynaklarda
gerek finansal gerekse beşeri sermaye anlamda ilerlemeler kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada bu kaynakların istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ettiği ancak
Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz yeterli
olmadığı gözlenmektedir.
Bu bağlamda, 2023 vizyonundaki GSYH ve ihracat rakamlarına ulaşarak
ekonomide yeni bir hikâye yazmanın yanı sıra, orta gelir tuzağına yakalanmadan yoluna devam edebilmek amacıyla, Ar-Ge ve inovasyon alanında daha büyük
hamleler yapmak Türkiye için stratejik boyutu olan kaçınılmaz bir ihtiyaç halini
almıştır. Bu hamlelerin başında ise, kaynakların etkin bir şekilde tahsis edilmesi ve buna bağlı olarak da stratejik alanlara odaklanma gerekliliği gelmektedir.
Ar-Ge planlamaları ve destekleri, Türkiye’nin ihtiyacı olan sektörler ve ürünler
üzerinde yoğunlaştırılmalı, somut ve ticari hedefler içermelidir. Zira bu yaklaşım,
verimliliği tetikleyerek büyümeyi hızlandıracak ve aynı zamanda başta cari açık
olma üzere birçok makroekonomik göstergeyi olumlu etkileyecektir.
setav.org
7
ANALİZ
Öte yandan, “sosyal bilimlerde Ar-Ge” konusunun da, Türkiye’de geri planda kaldığı gözlenmektedir. Halbuki, inovasyon ve rekabetçilikte Finlandiya gibi
başarılı örneklerin, Ar-Ge çalışmalarını eğitimden sağlığa, ekonomiden kültüre
uzanan geniş bir yelpazede toplumun ihtiyaçlarıyla uyumlu bir şekilde yürüttüğü
ve sosyal inovasyon konseptini benimsediği bilinmektedir. Dolayısıyla, Ar-Ge ve
inovasyon çalışmalarının ve desteklerinin, sadece mühendislik ve doğa bilimlerine değil, bunların arka planda bağlantılı olduğu sosyal bilimlere yönelik olarak
da artırılması önem taşımaktadır. Bu kapsamda, üniversitelere verilen desteklerin
yanı sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarına da
destek sağlanması, çalışmaların daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin gerek beşeri gerekse finansal kaynaklar anlamında
son 10 yıllık dönemde belirgin bir ilerleme kaydettiği Ar-Ge ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımaya ihtiyacı
vardır. Bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün
ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli
politikalarla, diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik
mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Dolayısıyla, hedeflenen ekonomik dönüşüm için Ar-Ge’ye dönük kaynakların artırılması bir yana,
ilgili projelerin sonuç odaklı olmasına ve mükerrerlik taşımamasına, bu bağlamda
da çalışmaların etkinliği için ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon
sağlanmasına önem verilmelidir. Bir diğer deyişle, “bütünleşik Ar-Ge çalışmaları” yürütülmesi hususu, stratejinin temelini oluşturmalıdır. Zira Türkiye’nin,
orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni ekonominin temelindeki bilimsel
ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle
mümkün olabilecektir.
8
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GİRİŞ
Araştırma-geliştirme (Ar-Ge), yeni ürün, hizmet
ve süreçler geliştirme ve bunları pazara sunarak
ekonominin ihtiyaçlarını giderme amacıyla, beşeri sermaye ve mevcut bilgi stokundan faydalanılarak yürütülen, çıktıları özgün, bilimsel ve teknik
içerik taşıyan faaliyetler olarak tanımlanabilir.
Hızla devam etmekte olan dinamik küresel gelişime ayak uydurmak isteyen ülkelerin, geçen birkaç
on yıllık dönemde Ar-Ge konseptine özel bir yoğunluk verdikleri bilinmektedir. Bu eğilimin arkasındaki temel neden ise, günümüzde Ar-Ge’nin
rekabetçilik ve sürdürülebilir ekonomik büyüme
için en önemli motor güç olduğu gerçeğidir.
Ar-Ge ve ekonomik büyüme arasındaki
pozitif ilişki, bugüne kadar birçok akademik çalışmada gözler önüne serilmiştir. İçsel büyüme
(endogenous growth) modellerinden ilham alan
bu çalışmalar, ekonomik gelişimin uzun vadede
esas olarak verimlilikle sağlanabileceği görüşünü
temel almaktadır.1 Verimlilik artışı ise, ancak teknolojik gelişimle mümkün olmaktadır. Söz konusu çalışmalar, yüksek verimlilik sağlayan tek1. R.M. Solow, “Technical Progress and the Aggregate Production
Function”, Review of Economics and Statistics, c. 39, no.3 (1957),
312–320; G. M. Grossman ve E. Helpman, Innovation and Growth
in the Global Economy, (MIT Press, Cambridge Massachusetts:
1991).
setav.org
nolojik rekabet gücünün ve inovasyonun, gerek
gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarını artırdığını tespit etmiştir.2 Buna paralel olarak, ülkelerin refah düzeyleri arasındaki
farklılıkların da, büyük ölçüde sahip oldukları
bilgi ve ortaya koydukları inovasyonlarla belirlendiği görülmüştür. Nitekim inovasyon kabiliyeti, kişi başına milli gelir seviyesini olumlu yönde etkilemektedir.3 Kısaca ifade etmek gerekirse,
bilim ve teknoloji, ülkelere ekonomik dönüşüm
ve sürdürülebilir büyüme yolundaki araçları en
etkili bir şekilde temin etmektedir.
Ekonomik büyüme ve teknolojik gelişim
arasındaki, verilerle etkisi onaylanmış bu modelden yola çıkarak, Ar-Ge’nin ekonomik büyüme
için stratejik bir öneme sahip olduğu sonucuna
varılmaktadır. Nitekim teknolojik gelişim, ancak
ve ancak araştırma ve geliştirme çalışmalarıyla
ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla bu zincir,
Ar-Ge’yi verimliliğin ve nihayetinde ekonomik
büyümenin altın anahtarı haline getirmektedir.4
Bu bağlamda, sürdürülebilir ekonomik
büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge ve
inovasyona, stratejik planlarının tam merkezinde bir rol yükleyerek büyük miktarlarda kaynak
aktardıkları ve bu yaklaşımın meyvelerini de orta
ve uzun vadede topladıkları açıkça görülmektedir. Zira Ar-Ge sonucunda elde edilen ürün veya
hizmetlerin yeni olmaları, farklılık yaratarak tüketim ve ihracatı, aynı zamanda şirketlerin karlılığını ve istihdamı artırmalarını sağlamaktadır.
2. Jan Fagerberg, Mark Knell ve Martin Srholec, “The Competitiveness of Nations: Economic Growth in the ECE Region”, UNECE Yaz Semineri’nde sunulan makale (Cenevre, 2004); Michael
E. Porter ve Scott Stern Porter, “Measuring the Ideas Production
Function: Evidence from International Patent Output”. NBER
Working Papers, no. 7891 (Eylül 2000).
3. Hülya Ulku, “R&D, Innovation and Economic Growth: An
Empirical Analysis”, IMF Working Papers, no.04/185 (Eylül 2004).
4. D. Frantzen (2000). “Innovation, international technological diffusion and changing influence of R&D on productivity”, Cambridge Journal of Economics, c. 24, no. 2 (2000), s.193-210; Tamim
Bayoumi, David T. Coea ve Elhanan Helpman, “R&D Spillovers
And Global Growth”, Journal of International Economics c.47, no.2
(1999), s. 399–428.
9
ANALİZ
Dünyadaki bu eğilim, söz konusu yıllardan itibaren mikro düzeyde firmaların rekabet güçlerinin
ve global pazar paylarının artmasında önemli bir
rol oynayarak makroekonomik büyümeye katkı
sağlamıştır. Bu gelişmeler ise doğal olarak, ilgili
ülkeler için sürdürülebilir kalkınmayı ve daha iyi
yaşam koşullarını beraberinde getirmiştir.
Bu nedenle, Ar-Ge harcamaları diğer ülkelere kıyasla fazla olan ülkelerin en gelişmiş ve
ülkeler arasında yer almaları tesadüfi değildir.
Nitekim Ar-Ge harcamalarının GSYH içindeki
payı yüksek olan ülkeler günümüzde bilim ve
teknolojide büyük fark yaratan ve rekabette önde
olan ülkelerdir.
Ekonomik büyüme açısından önemi bu şekilde özetlenen Ar-Ge ve inovasyonu ele alan bu
çalışmanın ikinci bölümünde, Ar-Ge’nin gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye açısından önemine
değinilecek, üçüncü bölümde ise dünya ülkelerinin Ar-Ge performanslarına yer verilecektir.
Dördüncü bölümde söz konusu ülkelerin Ar-Ge
çıktılarına ilişkin göstergeler tartışılırken, beşinci
bölümde ise önde gelen Ar-Ge başarı örneklerinden Güney Kore ve Finlandiya örnekleri incelenecektir. Altıncı bölüm, Türkiye’nin Ar-Ge performans gelişimi ile bu yöndeki insan kaynakları ve
finansal kaynaklar konusunu ele alacaktır. Yedinci
bölümde Türkiye’nin çıktılarına ilişkin göstergelere yer verilirken, son bölümde de ulusal Ar-Ge,
inovasyon ve 2023 hedefleri ile bunlara ulaşmak
için atılması gereken adımlar tartışılacaktır.
AR-GE’NİN GELİŞMEKTE
OLAN ÜLKELER
VE TÜRKİYE
AÇISINDAN ÖNEMİ
Günümüzde bilim ve teknolojide rekabet avantajı yakalamış ülkeler gelişmiş ülke statüsünde
konumlanırken, gelişmekte olan ekonomilerin
ise daha çok emek yoğun mal ve hizmet üretiminde göreceli üstünlüklere sahip olduğu bilin-
10
mektedir.5 Bununla birlikte, düşük gelirin hâkim
olduğu ekonomilerin emek faktöründe avantajlı
olma ve bundan yararlanarak büyüme durumu
sonsuza dek sürmemekte ve belli bir aşamaya gelindiğinde dezavantaja dönüşmektedir.
Şöyle ki, düşük gelirli ekonomiler, kalkınmalarının ilk dönemlerinde bol ve ucuz iş gücü
çalıştırılarak, hızlı adımlarla yukarı tırmanabilmektedir. Ancak bu avantaj, daha yüksek ücret
anlamına gelen orta gelir kategorisine girildiğinde ortadan kalkmakta ve böylelikle rekabetçi gücünü yitiren söz konusu ekonomiler ivme kaybetmektedir. Benzeri bir durum, stoku arttıkça
ek getirisi azalan sermaye için de geçerlidir. Dolayısıyla, teknolojinin geliştirilmemesi ve verimliliğin artırılmaması halinde, mütevazı oranlarda
sürüp giden büyüme oranları ile bir üst seviyedeki gelir kategorisine çok uzun yıllar ulaşmak
mümkün olamamaktadır.6 İşte ülkelerin, bu aşamada yakalandıkları kısır döngüye ‘Orta Gelir
Tuzağı’ adı verilmektedir. Özetle orta gelir tuzağı, hızlı bir büyümeyle düşük gelir kategorisinden çıkmış; ancak orta gelir düzeyine ulaştıklarında yavaşlamaya başlamış ekonomilerin içinde
bulunduğu, verimlilik yetersizliğine bağlı çıkmaz
olarak tarif edilebilir.
Orta gelir tuzağı, son dönemlerde dünya
çapında birçok gelişmekte olan ülke tarafından
dikkate alınan bir kavram olmuştur. Nitekim son
birkaç on yıllık dönem içerisinde yüksek gelirli ekonomi statüsüne terfi edememiş çok sayıda
ülke bugün bu fasit dairenin içinde mücadele
vermektedir. Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin
Amerika bölgelerinde yoğunlaşan ilgili ekonomilerin sayısının 35 civarında olduğu belirtilmekte-
5. “Global Trade Liberalization and the Developing Countries”,
IMF Issues Briefs, no. 01/08 (Kasım 2011).
6. Hatice Karahan (ed.), “Kalkınma Yolunda Yeni Eşik: Orta Gelir
Tuzağı”, MÜSİAD Araştırma Raporları, no. 79 (2012); Barry Eichengreen, Donghyun Park ve Kwanho Shin, “Growth Slowdowns
Redux: New Evidence on the Middle-Income Trap”, NBER Working Paper, no. 18673 (2013).
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
dir.7 Bu ise, son veriler dâhilinde dünyadaki orta
gelirli ülkelerin üçte ikisinin tuzağa yakalanmış
olduğu anlamına gelmektedir.
Satın Alma Gücü Paritesi’ne (SGP) göre
kişi başı gelir hesaplamalarını baz alan orta gelir
tuzağı kavramını, Dünya Bankası tarafından belirlenen ülke gelir kategorileri çerçevesinde incelemek faydalı olacaktır. Tablo 1’de de görüldüğü
üzere, kişi başına milli geliri 1.025 doları geçen
ülkeler “orta gelirli ülke” sınıfına girmekte, ancak
alt ve üst orta gelirli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Buna göre, 1.026-4.035 dolar arası gelire
sahip olanlar alt, 4.036-12.475 dolar arası gelire
sahip olanlar ise, üst orta gelirli ekonomi olarak
adlandırılmaktadır.8 Orta gelir tuzağı riskine maruz kalan ülkeler, literatürde “üst” orta gelirli kategoride yer alan ve 15-20 yıl gibi uzunca bir süre
yüksek gelirli ülke sınıfına atlayamayan ülkeler
olarak ele alınmaktadır.
Bugün birçok ülke söz konusu kısır döngüyü yaşamakta ya da yaşama riski taşımaktayken,
tuzağa takılmadan yoluna devam eden ülke örnekleri de mevcuttur. Bu bağlamda verilebilecek
en anlamlı örneklerden birisi Güney Kore’dir.
Güney Kore’de 1990’lı yılların başında 8.000
dolar civarında olan kişi başına milli gelir, 1995
yılında 10.000 doları aşarak ekonomiyi üst orta
gelirli düzeyine taşımıştır. Sonrasında ise Güney
Kore, yaptığı ciddi hamlelerle 1996’daki Güneydoğu Asya Krizi’ne rağmen istikrarlı bir şekilde
büyümeye devam etmiş ve 2008 yılında yüksek
gelirli ülke kategorisine terfi ederek tuzağa yakalanmadığını ispatlamıştır. Güney Kore’nin söz
konusu dönemde atağa kalktığı alanların başında bilim ve teknoloji olması ve bu çerçevede
stratejik Ar-Ge planlaması yapmış olması, aynı
kategorideki diğer ülkelerden hızla ayrışmasını
sağlamıştır. Güney Kore örneğine paralel olarak,
7. Jesus Felipe, Arnelyn Abdon ve Utsav Kumar, “Tracking the
Middle-Income Trap: What Is It, Who Is in It, and Why?”, Levy
Economics Institute of Bard College Working Paper, no. 715 (2012).
8. Bu sınıflandırma için Dünya Bankası’nın “Dünya Gelişme
Raporu”na müracaat edilebilir; bkz., http://wdronline.worldbank.
org/worldbank/a/incomelevel.
setav.org
orta gelir tuzağına yakalanmayan ülkelerin başarılarının, Ar-Ge’ye yaptıkları yatırım artışlarıyla
doğru orantılı olduğu da tespit edilmiştir.9 Bir
başka ifadeyle, Ar-Ge bütçesine ayrılan payın
artması, ülkelerin orta gelir sınıfından yüksek gelir kategorisine atlaması sürecini hızlandırmaktadır. 2000’li yıllarda bu nedenselliği ortaya koyan
ülkeler arasında, özellikle Doğu Avrupa ülkeleri
dikkat çekmektedir.
TABLO 1. GELIR DÜZEYLERINE GÖRE ÜLKE SINIFLANDIRMALARI
Kişi Başına Yıllık Ortalama Gelir
Düşük Gelirli Ekonomiler
1.025 Dolar ve Altı
Orta Gelirli Ekonomiler
1.026 – 12.475 Dolar Arası
o Alt Orta Gelirli Ekonomiler
1.026 – 4.035 Dolar Arası
o Üst Orta Gelirli Ekonomiler
4.036 – 12.475 Dolar Arası
Yüksek Gelirli Ekonomiler
12.476 Dolar ve Üzeri
Kaynak: Dünya Bankası
Orta gelir tuzağı kavramı, adından son dönemlerde Türkiye’de de sıkça bahsettirmektedir.
Üst orta gelirli bir ekonomiye sahip olan Türkiye’nin, söz konusu tuzağa düşme riski geniş çapta
tartışılmakta olduğundan, konuyu bu çerçevede
de ele almak anlamlı olacaktır. Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi, 2001 krizi sonrasında 3.000 dolar bandında bir kişi başına milli gelirle başladığı
ekonomik reform sürecini başarıyla yürüterek
hızla büyümüş ve 2005 yılında yüksek orta gelirli
ülke kategorisine ulaşmıştır. Büyüme ve makroekonomik göstergelerdeki iyileşmeler bu yıldan
sonra da, global kriz dönemi dışında, istikrarla
yoluna devam etmiştir. Ancak gelir sınıfı atlayan
diğer ekonomilerde görüldüğü gibi, büyümenin
ilk dönemlerinde sahip olunan düşük maliyetler ve emek yoğun sektörler avantajı da giderek
kaybolmaya başlamıştır. Bu gerçekten ve 2011
sonrasında görülen nispeten düşük ekonomik
büyüme hızından yola çıkarak, Türkiye’nin bir
9. H. Karahan, “Does R&D Help Bypass The Middle Income
Trap?: Evidence From Nouveau Riche Countries”, Empirical Economics Letters, c. 12, no.8 (2013), s. 907-913
11
ANALİZ
“orta gelir tuzağı” testinden geçebileceği hususu
son zamanlarda dile getirilmektedir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin, 2000’li yılların
başında alt orta gelirli ekonomi sınıfında yer alırken sahip olduğu avantajların bugün için geçerli
olmadığı hiç şüphesiz ortadadır. Bununla birlikte, Türkiye ekonomisi, orta gelir tuzağı için söz
konusu olan statüye geçeli 9 sene gibi bir süre
olmuştur. Tuzağa yakalanma kavramı ise, yukarıda belirtildiği gibi 15-20 yıl gibi bir zaman dilimini baz almaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin
bir kısır döngü içine girme riski henüz çok yakın
olmamakla birlikte, bundan sonraki dönemde
ideal büyüme rakamlarına ulaşması gerektiği de
net bir şekilde ortadadır. Bunu başarmanın yolu
ise, düşük gelir avantajlarının terk ettiği boşluğu,
yüksek verimlilikle doldurmaktan geçmektedir.
Verimlilik ise, bir önceki bölümde değinildiği
üzere, zincirleme bir şekilde Ar-Ge performansına bağlılık arz etmektedir. Sonuç olarak, Türkiye’nin, gerek 2023 hedeflerine erişmek gerekse
bahsi geçen orta gelir tuzağı riskinden korunmak
için Ar-Ge ve inovasyon konusunda hamleler
yapmaktan başka seçeneği bulunmamaktadır. Bu
noktada, içsel büyüme modellerinin de vurguladığı gibi, temeli araştırma ve geliştirmeye bağlı
verimlilik artışlarının ve dolayısıyla ekonomik
büyümenin gerçekleşmesi konusunda, kaynakları yönlendiren devlet politikaları çok büyük
önem arz etmektedir.
DÜNYADA AR-GE
Ar-Ge, verimlilik yoluyla ekonomilerin büyüme
çarkını döndürmektedir. Ar-Ge çalışmalarını çeviren güç ise, iki ana kaynak altında toplanabilir:
İnsan kaynakları ve finansal kaynaklar. Özellikle
bilim ve teknoloji ile akademi alanında yetişen
beşeri sermaye Ar-Ge’nin en temel boyutu olma
özelliği taşırken, aktarılan maddi kaynaklar da
çalışmaların sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmezdir. Bu nedenle, araştırma ve geliştirme konusunda ilerleme kaydetmek isteyen ülkeler, bu
12
iki boyutta da kaynak geliştirmeye devam etmek
zorundadırlar.
Bununla birlikte, dünya çapında birçok ülkenin çeşitli Ar-Ge politikaları uygulamakta oldukları bilinmektedir. Bu bölüm, Ar-Ge konusunda
önde gelen ülkelerin Ar-Ge performanslarını, bir
yandan bu alanda sağladıkları girdi olan kaynaklar açısından değerlendirirken, diğer yandan da
bu çalışmaların çıktısı olan patentler ve yayınlar
gibi temel göstergeleri incelemektedir.
İnsan Kaynakları
Bilim ve teknoloji alanında sahip olunan insan
kaynağı, ülkelerdeki Ar-Ge ve inovasyonun gelişiminde anahtar rol oynamaktadır. Bununla ilgili
en temel göstergelerden birisi, bilim ve teknoloji
alanındaki çalışan sayısının ülkedeki toplam istihdama oranıdır. Bu oran, AB-28 dâhil olmak
üzere önde gelen ilk 20 ülke veya ülke grubu için
profesyoneller ve teknisyenler bazında incelendiğinde, Lüksemburg’un toplam çalışan nüfusun
yarısından fazlasını bilim ve teknoloji alanında
istihdam ederek sıra dışı bir performans sergilediği görülmektedir (Grafik 1). Danimarka, İsveç, İsviçre, ABD, Norveç ve Finlandiya da yüzde 40 üzerinde sahip oldukları oranla, bilim ve
teknoloji istihdamında iddialı ülkelerin başında
gelmektedir. AB-28 bölgesinin ise, ortalamada
yüzde 30’un üzerine çıkmayı başarmış olduğu
görülmektedir. Grafikte yer alan ülkelerin hepsi toplamda yüzde 30 üzerinde bir orana sahip
olurken, OECD genelinde ise bilim ve teknoloji
alanında çalışanlar, toplam istihdamın çeyreğinden fazlasını oluşturmaktadır. Bununla birlikte,
profesyonellerle destek elemanlarının dağılımı
ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir Tüm bu
verilerden çıkarılan sonuç ise, Avrupa ülkeleri
başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde bilim ve
teknoloji alanındaki mevcut pozisyonların, işgücü piyasalarında oldukça önemli bir yere sahip
olduğu şeklinde özetlenebilir.
Ülkelerin Ar-Ge ve inovasyon potansiyelini
yansıtan bir diğer gösterge de, hiç şüphesiz doksetav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK1. BILIM VE TEKNOLOJI ALANINDA ÇALIŞANLARIN TOPLAM İSTIHDAMDAKI PAYI (%, 2012)
60
50
40
30
20
35.1
26.4 25.4 23.6 22.6 23.7 22.5 23.1
10
17.8
23.1
17.2
24 21.5
20.2 22.3 19.3
15.2 18.2
13.8 13.5
eç
sv
iç
re
AB
D
N
or
ve
Fi
ç
nl
an
di
ya
H
ol
la
nd
a
Al
m
an
ya
zl
an
da
Fr
an
sa
ng
ilt
er
e
Be
lç
Av ika
us
tu
ry
a
AB
Sl 28
ov
en
ya
rla
nd
Es a
to
ny
Ç
ek
a
C
um
h.
ta
ly
a
sv
ka
ar
im
an
D
Lü
ks
e
m
bu
rg
0
Profesyonel
Teknisyen ve yardımcı profesyonel
Kaynak: OECD
GRAFIK 2. ÇALIŞMA ÇAĞINDAKI NÜFUS İÇINDE DOKTORA DERECESI OLANLARIN PAYI (‰, 2009)
30
28.2
25
25
20
14 13.5
15
10
12.4
9.7
8.2 8.1 7.5
7.1
5
7
7
6.8 6.7 6.6 6.6 6.1 5.8
5.2 5.1
Lü
ks
em
bu
rg
sv
i
Al çre
m
an
ya
AB
ng D
ilt
er
e
sr
a
Ka il
na
d
zl a
Fi and
nl
an a
di
y
Fr a
an
H
ol sa
Av land
us a
tra
ly
N a
or
v
G eç
.K
o
sp re
an
Be ya
lç
ik
rla a
n
Sl da
o
D ven
an ya
im
a
Le rka
to
ny
a
0
Kaynak: OECD
tora derecesine sahip çalışanlardır. Nitekim doktoralı çalışanlar, araştırma yapmak amacıyla özel
olarak eğitilmekte olup bilimsel bilgi yaratmak
için en kalifiye elemanlar olarak nitelendirilmektedir. Giderek artan uzmanlaşmalar ve bilimsel
üretimdeki büyüme, alanında doktora derecesine
sahip profesyonelleri, günümüzde modern bilimin ve inovasyon sisteminin temel taşlarından
biri haline getirmiştir.10
10. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”,
OECD Publishing, 2013.
setav.org
Bu bağlamda, ülkelerin Ar-Ge’ye yönelik
insan kaynaklarını değerlendirirken doktoralı profesyonellerin oranına bakıldığında, 25-64
yaş arasındaki çalışabilir yaştaki nüfus içerisinde
doktora sahibi kişilerin bindelik oranında ülkeler arasında ciddi farklar bulunduğu görülmektedir (Grafik 2). Lüksemburg ve İsviçre, çalışma
çağındaki nüfusta sırasıyla binde 28,2 ve binde
25’lik oranlarda doktora dereceli bireye sahip
olarak dikkat çekici bir performans sergilemektedir. Almanya, ABD ve İngiltere de, binde
13
ANALİZ
GRAFIK 3. AR-GE PERSONELININ TOPLAM İSTIHDAM İÇINDE PAYI (‰, 2011)
25 22.4
21.7
20
20.4
17.0 16.4
15
14.9 14.7 14.6 14.0
13.6 13.5 13.5 13.5 13.2 12.8
12.6 11.9 11.9 11.6
11.6
10
5
y
im a
ar
ka
sv
e
Sl
ov ç
en
y
G a
.K
or
Fr e
an
Av
s
us a
tu
ry
N a
or
ve
ç
sv
iç
Ja re
po
n
Al ya
m
Lü
a
ks ny
em a
bu
r
Be g
lç
i
Ka ka
n
Av ad
us a
tra
ly
a
rla
nd
a
R
us
y
H
ol a
la
nd
sp a
an
ya
di
D
an
an
Fi
nl
zl
an
da
0
Kaynak: OECD
10’un üzerindeki dilimlerle bu bağlamda önde
gelen ülkeler arasındadır. Bu ülkelerin olumlu
performanslarında, gerek sundukları araştırma
kariyerleri gerekse kaliteli doktora eğitimleri nedeniyle çektikleri yabancı çalışanlar da oldukça
etkilidir. Doktoralılar, iş hayatlarında yükseköğretim sektörüne yoğunlaşmakla birlikte, özellikle
Ar-Ge’nin yoğun olduğu ülkelerde iş sektöründe
de giderek yaygınlaşmakta ve çeşitli pozisyonlar
almaktadır. Nitekim ABD, Danimarka ve Belçika’da, çalışan her 3 doktoralıdan biri reel sektörde görev yapmaktadır. Veriler, gelişmiş ülkelerin
Ar-Ge konusunda bu beşeri sermaye göstergesinde de önde geldiğine işaret ederken, ilk 20 ülke
arasında yerini alan ve kalkınmasını Ar-Ge’ye
borçlu olan Güney Kore’deki oranın binde 6,7
olduğu gözlenmektedir.
Öte yandan, ekonomilerin araştırma-geliştirme potansiyellerinin ve başarılarının en temelinde, çalıştırdıkları Ar-Ge personeli sayısı ve
bunun toplam istihdama oranı yatmaktadır. Bu
doğrultuda, tam zamanlı araştırma personelinin
çalışan nüfusa binde oranına bakıldığında, önde
gelen ilk 20 ülke için İzlanda, Finlandiya ve Danimarka binde 20’yi geçen oranlarla başı çekmekte ve binde 11 civarındaki AB ortalamasını
ikiye katlayarak fark yaratmaktadır. Bu ülkeleri,
14
sırasıyla İsveç, Slovenya, Güney Kore ve Fransa izlemektedir. Sıralamada ilk 20’de yer alan ülkelerin
Ar-Ge personeli oranı binde 10 üzerinde olmakla
birlikte, göstergede başarılı olan gelişmiş ülkelerin
arasında, BRICS grubunun yükselen bir ekonomisi olan Rusya da yer almakta ve binde 11,9’luk
oranıyla dikkat çekmektedir (Grafik 3).
Finansal Kaynaklar
Kaliteli insan kaynaklarının yanı sıra, araştırma
ve geliştirmeye ayırılan finansal kaynaklar da, ArGe çalışmalarının etkinliği ve sürdürülebilirliği
açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle,
bir ülkenin Ar-Ge ve inovasyondaki performansını ölçmek amaçlı kullanılan girdi kriterlerinin
başında, Ar-Ge için yapılan harcamaların milli
gelire oranı gelmektedir. Bu oranda en önde gelen ilk 20 ülke incelendiğinde, Güney Kore ve
İsrail’in, GSYH’den Ar-Ge’ye aktardıkları yüzde
4’ün üzerindeki paylarla başı çektiği görülmektedir (Grafik 4). Bu iki ülkeyi, Finlandiya, İsveç,
Japonya ve Danimarka, yüzde 3 bandındaki ArGe bütçe oranlarıyla izlemektedir. Söz konusu
dönemde OECD genelinde bu oran yüzde 2,4
iken, AB-28’de ise yüzde 2 olarak gerçekleşmiştir.
Ar-Ge harcamalarının, sektörel olarak incelendiğinde, genel itibariyle özel sektör ve yük-
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 4. TOPLAM AR-GE HARCAMALARININ GSYH’YE ORANI (%, 2011)
5
4.4 4.2
3.5 3.4
3.3
4
3
3
2.9 2.8 2.8 2.8
2.4 2.3 2.2
2.2 2.2
2
1.9 1.7 1.7 1.7
1.7 1.5
1
Al ka
m
a
Av nya
us
tu
Sl rya
ov
en
ya
AB
D
zl
an
d
Fr a
an
s
Be a
lç
i
Es ka
to
ny
Ç
ek Ho a
l
l
a
C
um nd
hu a
riy
e
Ka ti
na
da
rla
nd
ng a
ilt
er
N e
or
v
Po eç
rte
ki
z
a
ar
ny
D
an
im
eç
Ja
po
ya
sv
l
di
ai
G
Fi
ün
nl
an
sr
ey
Ko
r
e
0
Kaynak: OECD
GRAFIK 5. YÜKSEKÖĞRETIM SEKTÖRÜNDEKI AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2011)
0.9 0.9
0.6 0.6
0.5 0.5 0.5 0.5 0.5
0.4 0.4 0.4 0.4 0.4 0.4
ka
sv
e
zl ç
an
da
sv
Fi içr
nl
an e
d
H iya
ol
la
Av nd
us a
tu
r
Es ya
to
n
Ka ya
n
Av ad
us a
tra
l
Po ya
rte
ki
z
sr
ai
l
N
or
v
Al eç
m
an
y
ng a
ilt
er
Fr e
an
s
Be a
lç
ik
a
AB
-2
Ja
8
po
ny
a
O
EC
D
0.7 0.7 0.7 0.7 0.7
D
an
im
ar
1
0.9
0.8
0.7
0.6
0.5
0.4
0.3
0.2
0.1
0
Kaynak: OECD
seköğretim sektöründe ağırlık kazandığı bilinen
bir gerçektir. Temel bilimsel araştırmalar özellikle
üniversitelerde yürütüldüğünden, yükseköğretim
sektörünün Ar-Ge çalışmalarına aktardığı maddi
kaynaklar, bu bağlamda önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Danimarka, Estonya ve
Portekiz başta olmak üzere, çok sayıda ülkenin
2000 yılından sonra yükseköğretimde Ar-Ge’ye
ayırdığı payı önemli ölçüde arttırdığı görülmek-
setav.org
tedir. Yükseköğretim sektöründeki Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı, bu alanda önde gelen
ülkelere bakıldığında, gerek OECD gerekse AB28’de 2011 yılı itibariyle yüzde 0,4 olarak gerçekleşmiştir. Milli gelirden üniversite araştırmalarına aktarılan payda, Danimarka ve İsveç, yüzde
1’e yaklaşan dilimlerle dikkat çekmekte, bu iki
ülkeyi İzlanda, İsviçre, Finlandiya, Hollanda ve
Avusturya izlemektedir (Grafik 5).
15
ANALİZ
GRAFIK 6. ÖZEL SEKTÖRDEKI AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2011)
4
3.5
3
2.5
2
1.5
3.5
3.1
2.6 2.6
2.3
2.1 2.1
1.9 1.8 1.8 1.8
1.7 1.6
1.5 1.5 1.4 1.4
1.3 1.2 1.2
1
0.5
s
G rail
.K
Fi
nl ore
an
d
Ja iya
po
ny
a
Ç
s
ek ve
C ç
D um
an
im h.
a
Al rka
m
an
ya
Av AB
us D
t
Sl ury
ov a
en
y
rla a
nd
zl a
an
d
O a
EC
Es D
to
ny
Fr a
an
sa
Ç
B in
Av elçi
us ka
tra
ly
AB a
-2
8
0
Kaynak: OECD
Bununla birlikte, özel sektör eliyle yapılan
araştırma-geliştirme çalışmaları da, teknoloji gelişimi, inovasyon ve dolayısıyla ekonomik büyüme
için motor gücü niteliğindedir. 2001-2011 döneminde özel sektörün Ar-Ge üzerine yaptığı harcamaların GSYH’ye oranı dünya çapında birçok
ülkede hızla artmıştır. Özel sektör Ar-Ge yoğunluğunun söz konusu dönemde artış gösterdiği ülkelerin başında, Güney Kore, Slovenya, Estonya
ve Çin gelmektedir.11 Yoğunlukta 2011 yılı itibariyle önde gelen ülkeler ise, sırasıyla yüzde 3,5
ve yüzde 3,1 oranlarıyla İsrail ve Güney Kore’dir.
Finlandiya ve Japonya ise yüzde 2,6’lık paylarla 3.
ve 4. sırada yer almaktadır. Öte yandan, OECD
genelinde bu oran yüzde 1,5 iken, AB-28’de yüzde 1,2 olarak gerçekleşmiştir (Grafik 6).
Ar-Ge ağırlıklı olarak reel sektör tarafından
yapılmakla birlikte, bu girişimlere devletin verdiği doğrudan veya dolaylı katkılar da çalışmaları desteklemek anlamında önem taşımaktadır.
Bu bağlamda özel sektörde yapılan Ar-Ge çalışmaları içindeki devlet desteği payı da 2000’li
yıllarda birçok ülkede değişim göstermiştir.
2011 yılı verileri, Rusya’nın, özel sektör çalış11. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”.
16
malarının yüzde 58,6’sını maddi olarak direkt
destekleyerek bu kriterdeki sıralamada açık ara
birinci sırayı aldığını göstermektedir (Grafik 7).
Bununla birlikte, şirketleri Ar-Ge anlamında en
çok destekleyen diğer devletler arasında İspanya, Slovenya, Macaristan ve ABD yer almaktadır. Türkiye’nin de, 10 yıllık dönemde ciddi
anlamda arttırdığı devlet desteğiyle 13. sırada
olduğu göze çarpmaktadır.
Özetlemek gerekirse, Ar-Ge çalışmalarına
yönelik tüm beşeri sermaye ve finansal kaynak
verilerinde, İskandinav ülkelerinin yanı sıra, Güney Kore ve İsrail’in ağırlıklı olarak en göze çarpan ülkeler olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra,
ABD, Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri de Ar-Ge
kaynakları açısından başarılı bir performans göstermektedir (Grafik 8). Ar-Ge’de öne çıkan bu
ülkelerin, çoğunlukla 2000’li yılların öncesinden
bu yana yüksek gelirli ekonomi sınıfına dâhil olan
ekonomiler olduğu gözlenmektedir. Bununla
birlikte, Güney Kore ile Slovenya, Estonya, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve Polonya
gibi Doğu Avrupa ülkelerinin 2000’li yıllarda
orta gelir tuzağını aşarak yüksek gelir kategorisine girdiğinin altını çizmek, Ar-Ge’ye verdikleri
önemle bağlantı kurmak açısından önemlidir.
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 7. ÖZEL SEKTÖRDEKI AR-GE’DE DOĞRUDAN DEVLET DESTEĞI PAYI (%, 2001&2011)
70
58.6
60
50
40
30
16.6 15.1 14.5 13.8
12.8 12.7
20
12.6 12.2 10.9
10
10.3 9.7
8.9
8.6
8.6
8.5
7.8
7.3
7.1
AB
D
G
.A
fri
ka
Ç
ek
C
um
h.
Po
lo
ny
Y.
a
Ze
la
nd
a
Av
us
tu
ry
a
Sl
ov
ak
ya
N
or
ve
ç
Tü
rk
iy
e
ng
ilt
er
e
O
EC
D
Fr
an
sa
M
ek
si
ka
H
ol
la
nd
a
AB
-2
8
is
ta
n
ya
M
ac
ar
en
ya
an
Sl
ov
sp
R
us
ya
0
2001
2011
Kaynak: OECD
GRAFIK 8. FINANSAL VE BEŞERI KAYNAKLAR BAZINDA ÜLKELERDE AR-GE POTANSIYELI, 2011*
18
zlanda
Finlandiya
16
Toplam stihdamda Ara tırmacı Payı (binde)
srail
14
Danimarka
12
Portekiz
sveç
Norveç
10
Belçika
Kanada & rlanda
8
Slovakya
6
Yunanistan
ngiltere
spanya
Macaristan
Fransa
Çek Cum.
Estonya
Slovenya
ABD
G.Kore
Japonya
Almanya
Hollanda
talya
4
Polonya
2
0
0.5
1.0
1.5
2.0
2.5
3.0
3.5
4.0
4.5
Ar-Ge Harcamalarının GSYH Payı (yüzde)
Kaynak: OECD
*Üçüncü boyut büyüklükleri, ülkelerin Ar-Ge’ye yaptıkları harcamaların 2000 yılı ABD doları sabit fiyatlarını baz almaktadır.
DÜNYADA AR-GE
ÇIKTILARINA İLİŞKİN
GÖSTERGELER
Maddi ve beşeri sermaye, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının inşası için girdileri oluşturarak ülkele-
setav.org
rin sahip oldukları teknolojik gelişim potansiyelini göstermekle birlikte, bu kaynakların kullanımı
sonrasında elde edilen sonuçlar da ayrı bir önem
taşımaktadır. Bu bağlamda, Ar-Ge çalışmalarının
çıktılarını yorumlamak için kullanılan en yaygın
iki gösterge akademik yayınlar ve patentlerdir.
17
ANALİZ
GRAFIK 9. ÜLKELERIN PATENT BAŞVURU SAYISI (BIN, 2012)
Çin
ABD
Japonya
G.Kore
Almanya
Rusya
Hindistan
Kanada
Brezilya
Avustralya
ngiltere
Fransa
Meksika
Hong Kong
Sinpapur
talya
Malezya
srail
61.3
44.2
44.0
35.2
30.1
26.4
23.2
16.6
15.3
13.0
9.7
9.3
6.9
6.8
0
100
342.8
188.9
200
542.8
300
400
500
600
652.8
700
Kaynak: WIPO
Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property; WIPO) 12 tarafından açıklanan
son verilere bakıldığında 2012 yılında en yüksek sayıda patent başvurusuna 652,8 bin ile Çin
sahip olmuş ve böylelikle küresel pastada yüzde
27,8’lik paya sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Çin’i, 542,8 bin ve 342,8 bin ile sırasıyla ABD
ve Japonya takip etmektedir. Veriler, küresel patent başvurularının yaklaşık üçte ikilik kısmının,
ABD ve Japonya başta olmak üzere yüksek gelirli ülkelerden geldiğini göstermektedir. Bununla
birlikte, önde gelen yükselen ekonomilerde de,
son dönemdeki gelişimin kuvvetli olduğu gözlenmektedir. Nitekim patent alanındaki hızlı
trend incelendiğinde, Çin’in bu konuda küresel
itici güç olduğu ortada olmakla birlikte, BRICS
grubunda yer alan Brezilya, Hindistan ve Rusya
da patent sıralamasında giderek ön sıralarda yerlerini almaktadır (Grafik 9). Sıralama, yukarıdaki
bölümde incelenen Ar-Ge girdileriyle ilişkili olarak düşünüldüğünde, ABD, Japonya, Almanya
12. “World Intellectual Property Report Brands – Reputation and
Image in the Global Marketplace”, WIPO Economics & Statistics
Series (2013).
18
ve Güney Kore’nin, başarılı bir performans ortaya koydukları, bunun ise yapılan toplam mutlak Ar-Ge harcamalarıyla doğru orantılı olduğu
gözlenmektedir.
Öte yandan, bir diğer Ar-Ge çıktısı olan bilimsel yayınlarda ise, ABD dünya çapında açık
arayla birinci sırada yer almaktadır. 2003-2011
yılları arasındaki dönemde 4,26 milyon akademik yayın yapan ABD’yi, 2,01 milyon ile Çin izlemektedir. Bilimsel yayın çıktısında önde gelen
diğer ülkeler ise, sırasıyla İngiltere, Almanya, Japonya ve Fransa’dır (Grafik 10). Görüldüğü gibi,
bu kriterde de patent sayısında en yüksek rakamlara ulaşan ülkeler ön sıralarda yer almaktadır. Bu
doğrultuda göze çarpan tek istisna olan Güney
Kore’nin, ürüne yönelik olan patentlerde daha
çok yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Paralel bir sonuç, Ar-Ge çalışmalarına ciddi kaynaklar ayıran
İskandinavya ülkeleri için de geçerlidir. Verilerin
ortaya koyduğu bir diğer sonuç da, bilimsel yayın verilerinin de patent verilerine benzer şekilde,
Ar-Ge’ye mutlak rakamlarla daha büyük kaynaklar ayıran ülkelerde daha yoğun olarak gerçekleşmiş olduğudur.
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 10. ÜLKELERIN BILIMSEL YAYIN SAYISI (BIN, 2003-2011)
4260
ABD
Çin
ngiltere
Almanya
Japonya
Fransa
Kanada
talya
spanya
Hindistan
Avusturya
G. Kore
Hollanda
Brezilya
Rusya
sviçre
Polonya
sveç
Türkiye
Belçika
2013
1164
1069
1036
769
632
600
498
483
439
402
339
323
320
247
228
222
220
194
0
500
1 000
1 500
2 000
2 500
3 000
3 500
4 000
4 500
Kaynak: OECD
ÖNDE GELEN AR-GE
BAŞARI ÖRNEKLERİ:
GÜNEY KORE VE
FİNLANDİYA
Güney Kore, Ar-Ge’de yakaladığı ivmeyle orta
gelir tuzağından korunarak yüksek gelirli ülke
seviyesine terfi etmiş bir ülke olarak özel bir öneme sahiptir. Öte yandan, Ar-Ge’ye ayırdıkları
beşeri ve finansal kaynaklar açısından başı çeken
gruplardan olan İskandinav ülkeleri arasında ise,
Finlandiya rekabetçilik ve inovasyon anlamında
bugün edindiği dünya liderlikleriyle göze çarpmaktadır. Dolayısıyla bu iki ülkenin, Ar-Ge ve
inovasyon yoluyla elde ettikleri başarıların perde
arkasını incelemekte fayda vardır.
Güney Kore, 1980’lerde 5.000 ABD doları
civarında olan kişi başına milli gelirini her yıl
giderek artırmış ve 2000’li yılların başına gelindiğinde 20.000 dolar seviyesine çıkarmıştır.
setav.org
İstikrarlı büyümesine sonraki dönemlerde de
devam eden Güney Kore, 2010 yılı itibariyle
de 25.000 dolar seviyesini aşmayı başarmıştır.
Güney Kore’nin büyüme hikâyesinin arkasında
yatan en büyük faktörün, Ar-Ge ve inovasyona
yaptığı büyük ve sürekli yatırımlar olduğu bilinmektedir. Ülkenin inşa ettiği inovasyon sistemi,
sürdürülebilir ulusal kalkınmayı bugüne dek
beraberinde getirmiştir.
Güney Kore’nin söz konusu serüvenine kısaca bakılacak olursa, 1960’lı yıllarda başladığı
sanayileşme sürecinde teknoloji anlamında oldukça yetersiz olması nedeniyle, ilk etapta teknoloji transferi modelini benimsediği dikkat çekmektedir. Kore’nin, bu dönemde sağladığı çok
büyük miktarlarda yabancı kaynaklı uzun vadeli
borçlarla, endüstriyel teknoloji transferi yatırımlarını desteklemiş olduğu göze çarpmaktadır.
Belirlenmiş teknoloji alanlarında yapılan bu yatırımlar, ağırlıklı olarak sermaye malları üzerine
19
ANALİZ
olup, “tersine mühendislik” metoduyla Kore’ye
hızlı bir şekilde teknoloji öğrenme yolunu açmıştır. Bununla birlikte, devletin sadece hedef
alanları seçmekle kalmadığını, bu teknolojileri
öğrenecek girişimcileri de seçme yoluna gittiğini vurgulamakta yarar vardır.13 1970’li yıllarda
kimya ve makine endüstrilerine önem veren G.
Kore, kimya sektörünün gelişimi için teknik
eğitim programları içeren anahtar teslim tesisler, makine için ise yabancı lisans alma yolunu
benimsemiştir. Aynı yıllarda ilgili teknolojilerin
geliştirilmesi için de birçok Ar-Ge enstitüsü kurulmuştur. Bu yatırımlar yapılırken G. Kore’nin
hızla ilerlemesini sağlayan ve onu diğer gelişmekte olan ülkelerden ayrıştıran temel özelliğin ise,
ülkenin hâlihazırda sahip olduğu kalifiye insan
gücü olduğunun da altı çizilmelidir.
G. Kore, Ar-Ge’de yakaladığı ivmeyle
orta gelir tuzağından korunarak yüksek
gelirli ülke seviyesine terfi etmiş bir
ülke olarak özel bir öne­me sahipken,
Finlandiya ise inovasyonda dünya
lideri oluşuyla göze çarpmaktadır.
1980’li yıllarda ise, gelişen teknolojinin giderek karmaşık ihtiyaçları da beraberinde getirmesiyle birlikte, Kore “teknoloji öğrenme”den
“teknoloji geliştirme”ye doğru bir politika kayması gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda, kendi
teknolojisini geliştirmeye özendirmek amacıyla,
devletin şirketlere gerek Ar-Ge yatırımları gerekse insan kaynaklarının gelişimi konusunda
vergiler başta olmak üzere birçok maddi avantaj
sunduğu göze çarpmaktadır. Teknoloji gelişimi
13. Sungchul Chung, “Innovation, Competitiveness and Growth:
Korean Experiences”, Annual World Bank Conference on Development Economics 2010.
20
ve ticarileşmesi konusunda Kore’nin gerçekleştirdiği bir diğer hamle de, bu konuda finansman desteği veren “Kore Teknoloji Geliştirme
Kurumu”nu (Korea Technology Development
Corporation) kurmak olmuştur.
Öte yandan, KOBİ’ler tarafından geliştirilen teknoloji ürünlerine olan talebi artırmak
amacıyla satın alma programları devreye sokulmuştur. Bunun yanı sıra, devletin Ar-Ge’ye
yaptığı yatırımlar da, bu dönemden sonra ciddi
şekilde artış göstermiştir. Böylelikle, 1960’lı ve
1970’li yıllarda transfer yoluyla teknoloji öğrenen Güney Kore, 1980 ve 1990’larda ise kendi
Ar-Ge kapasitesini geliştirmiştir. Uluslararası
piyasalarda rekabetçi olmanın ancak ileri teknoloji ve inovasyonla mümkün olduğunu gören G.
Kore, küresel rekabette ayakta kalabilmek amacıyla çalışmalarını hızlandırmaya devam etmiş
ve sonraki dönemde doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla da teknoloji gelişimini sürdürmüştür. Tüm bu süreçler, Güney Kore sanayisinde
ve ihracatında düşük teknolojili ve emek yoğun
ürünlerin payını oldukça aşağı çekerek, yüksek
teknolojili ürünleri ön plana çıkarmıştır. Ürün
kompozisyonunu bu şekilde değiştirmeyi başaran G. Kore, 2003 yılında yüksek gelirli ülkeler
kategorisine girmeye hak kazanmıştır. Güney
Kore’nin elde ettiği somut başarılarda, özellikle
ilk dönemlerde araştırmadan çok geliştirmeye
ve ticarileşmeye önem vermesi de rol oynamıştır. Bu gerçeği, önceki bölümde sergilenen
veriler de, G. Kore’nin yayınlardan çok ürüne
dönük olan patentlerde gösterdiği performansla
bir nevi yansıtmaktadır.
Ar-Ge ve inovasyonda önde gelen bir diğer
ülke olan Finlandiya ise, Güney Kore’nin aksine
1980’lerde de yüksek gelirli bir ekonomi olmakla
beraber, benzer bir şekilde kişi başına milli gelirini teknolojik gelişimle birlikte hızla yükseltmiş,
1990’ların ortalarında 21.000 dolar olan seviyeyi, sonraki 10 yıl içinde 30.000 dolar üzerine çıkarmıştır. Öte yandan Finlandiya, ilgili dönemde
asıl başarısını inovasyon ve rekabetçilikte en üst
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
sıralara tırmanarak göstermiştir. Nitekim Finlandiya, World Economic Forum tarafından her
yıl yayınlanan Küresel Rekabetçilik Endeksi’nde
2013 yılında 148 ülke arasından genel sıralamada 3., inovasyon sıralamasında ise 1. olma başarısını elde etmiştir.14
Finlandiya’nın teknoloji ve inovasyon yoluyla kalkınma hikâyesine göz atıldığında, 19601980 arası dönemde gerek öğrenci gerekse akademisyen anlamında üniversitelerde nitelik ve
niceliği artırma çalışmalarının yoğunlaştığı fark
edilmektedir. Bunun yanı sıra, sosyal ihtiyaçlardan kaynaklanan sağlık ve çevre gibi alanlardaki sorunlar Ar-Ge ile giderilmeye çalışılmış, bu
bağlamda bilim bir çeşit “problem çözücü” olarak konumlandırılmıştır. Bu çerçevede, Finlandiya’nın da teknolojik gelişim serüveninde söz konusu dönemde uygulamalı araştırmalara ağırlık
verdiği söylenebilir. Ancak Güney Kore’den farklı olarak, Finlandiya’nın 1960’lı yıllar öncesinde
temel bilim araştırmalarında önemli bir yol kat
etmiş olduğu da kaydedilmelidir.
1970’lerde yapılan araştırmalar toplumsal
ihtiyaçlara cevap verip ekonomik büyümeyi de
beraberinde getirince, ülke 1980’li yıllarda bilim
politikasını “çözüm kaynağı” olmaktan “stratejik
fırsat” olmaya doğru çevirmiştir. Bu kapsamda,
ilgili dönemde Ar-Ge politikaları teknoloji gelişimine vurgu yapmış ve biyoteknoloji, bilişim ve
malzeme teknolojileri gibi stratejik ve multi-disipliner hedefler benimsemiştir. Teknoloji çalışmaları için 1983’te “Finlandiya Finans Ajansı”nı
(Finnish Funding Agency) kuran Finlandiya,
araştırmaları maddi anlamda da ciddi şekilde
desteklemiş, bir yandan da doktora eğitimine
özel bir önem vermiştir.
1990’lı ve 2000’li yıllarda ise Finlandiya
yeni bir eksen genişlemesi yaşayarak, “bilim ve
teknoloji politikaları”nın yerini ve adını “inovasyon politikaları”na vermiştir. Bu bağlamda,
14. Klaus Schwab (ed.), The Global Competitiveness Report 2013–
2014, (World Economic Forum, Cenevre: 2013), s. 15
setav.org
bilimsel keşiflerin, toplumun yararlanacağı şekilde ticarileştirilmesi ve hayata geçirilmesi konusu daha da önem kazanmıştır. Buna paralel bir
şekilde, inovasyon politikası ekonomik, çevresel
ve bölgesel kamu politikalarıyla ilişkilendirilmiş,
sağlıktan eğitime, demokrasiden kültüre birçok
alanda uygulanmak üzere “sosyal inovasyon”
kavramına ağırlık verilmiştir. Finlandiya’yı son
dönemlerde inovasyonda dünya çapında öne
çıkaran faktörlerden biri de, teknolojik gelişimi
toplumsal uyuma dönüştürüp kalkınmayı sürdürülebilir kılan, bu sosyal bakış açısına sahip dönüşümü olmuştur.
TÜRKİYE’DE AR-GE
Türkiye’nin Ar-Ge
Performansındaki Gelişimi
Türkiye’de bilim ve teknolojiye yönelik ilk öne
çıkan politikaların planlı ekonomiye geçiş dönemiyle birlikte başladığı söylenebilir. Bu bağlamda, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (19631967) kapsamında alınan, Türkiye Bilimsel ve
Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK)
kurulmasıyla ilgili karar bir dönüm noktası niteliğinde olmuştur. Bir diğer önemli adım ise 1983
yılında, uzun vadeli bilim ve teknoloji politikalarının saptanması, yürütülmesi ve koordinasyonu
konularında destek sağlaması amacıyla, bilim ve
teknoloji politikası ile ilgili ilk resmi yapılanma olan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun
(BTYK) kurulmuş olmasıdır. Bu dönemden
sonra devam eden bilim ve teknoloji politikaları
oluşturma çalışmaları, özellikle “Türk Bilim Politikası 1983-2003” ve “Türk Bilim ve Teknoloji
Politikası 1993-2003” dokümanlarıyla da önemli bir boyut kazanmıştır. Ancak ortaya koyulan
belgelerin, hedefleri bakımından tam olarak uygulamaya geçirildikleri söylenemez. Bunun nedenleri olarak, bilim ve teknoloji alanında paylaşılan bir ulusal vizyonun ortaya konulamamış ve
önerilen politikaların ilgili bütün kesimler (siyasi
erk, kamu, özel kesim ve üniversiteler) tarafından
21
ANALİZ
ŞEKIL 1. BTYK’NIN 1989-2013 YILLARI ARASINDA YAPTIĞI TOPLANTILAR
2
3 4
5
6
7 8
9
10
15
20
23 24
26
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
1
ortaklaşa sahiplenmelerinin sağlanamamış olması gösterilebilir.15
Söz konusu dönemde politika süreçlerinde
hedeflenen noktalara gelinememesi sonucunda, BTYK 13 Aralık 2000 tarihli toplantısında 2003-2023 yılları için Türkiye’nin Bilim ve
Teknoloji Stratejileri Belgesi’nin hazırlanması
kararını almış ve 2001 yılı sonunda ilgili proje
“Vizyon 2023: Bilim ve Teknoloji Stratejileri”
olarak belirlenmiştir. Bu dönemden sonra, ulusal
ekonomide atılan kalkınma adımları ve hayata
geçirilen reformlarla da paralel olarak, Türkiye
bilim ve teknoloji çalışmaları konusunda net bir
şekilde hız kazanmıştır. Yıllar boyunca atıl kalan
ilgili çalışmaların ne denli aktif bir hale getirildiği, sadece BTYK toplantılarının gelişimine bakıldığında dahi kolayca fark edilmektedir. 19832003 yılları arasındaki 20 yıllık sürede sadece 9
kez toplanan BTYK, sonraki 10 yıllık süreçte ise
istikrarlı bir şekilde düzenlediği stratejik toplantılarla 17 kez düzenlenmiştir (Şekil 1).16
Bu gelişmelerle birlikte, 2000’li yıllardaki
kalkınma döneminde Ar-Ge çalışmalarına büyük bir önem verilmiş, stratejik politikalar belirlemenin yanı sıra, özel sektör ve üniversiteleri
bu konuda özendirmek amacıyla çeşitli farkındalık ve teşvik mekanizmaları devreye sokulmuş15. TÜBİTAK Vizyon 23 için bkz., http://www.tubitak.gov.tr/tr/
kurumsal/politikalar/icerik-vizyon-2023
16. TÜBİTAK BTYK için bkz., http://www.tubitak.gov.tr/tr/kurumsal/icerik-bilim-ve-teknoloji-yuksek-kurulu.
22
tur. Bugün özellikle TÜBİTAK kaynaklı olmak
üzere çok çeşitli finansal destek programlarıyla
Ar-Ge ve inovasyonda ivme kazanan Türkiye’de,
aynı zamanda nitelikli insan gücü ihtiyacının giderilmesine katkı sağlamak amacıyla da, TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Dairesi Başkanlığı (BİDEB) tarafından etkili çalışmalara imza
atılmaktadır.
Bu çalışmaların bir yansıması olarak, teknolojik çalışmalara yönelen gerek finansal gerekse
beşeri kaynaklarda son 10 yılı aşkın dönemde
ciddi artışlar gözlenmiştir. Bugün gelinen noktada bu kaynakların, Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz tam
yeterli olmasa da, istikrarlı bir şekilde büyümeye
devam ettiği görülmektedir.
İnsan Kaynakları
Bilim ve teknolojide gelişimin temel taşı olan,
alanında eğitim almış nitelikli personelin toplam istihdamdaki payı, o ülkenin Ar-Ge ve inovasyon potansiyelini yansıtan en önemli göstergeler arasında sayılmaktadır. Türkiye’de bilim
ve teknoloji alanında çalışanların payına bakıldığında, 2006 yılında yüzde 18,9 olan payın 6
yıl içerisinde yüzde 23,4 seviyesine yükseldiği
görülmektedir (Grafik 11). Toplam istihdamın
da ilgili yıllar arasında artmaya devam ettiği göz
önüne alındığında, bu gelişme oldukça olumlu olarak değerlendirilmelidir. Nitekim veriler,
2006 yılında 3,2 milyon kişi olan bilim-teknolo-
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 11. TÜRKIYE’DE BILIM VE TEKNOLOJI ALANINDA ÇALIŞANLARIN TOPLAM İSTIHDAMDAKI PAYININ GELIŞIMI (%, 2006-2012)
25
23.4
21.7
20
18.9
15
10
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Kaynak: Eurostat
ji istihdamının 2012 itibariyle 4,8 milyona çıktığına, bir başka deyişle yüzde 50 artış kaydettiğine işaret etmektedir. Ayrıca, OECD ülkelerinde
aynı oranın yüzde 25 civarlarında seyrettiği düşünüldüğünde, Türkiye’nin oldukça iyi bir yol
kat ettiği anlaşılmaktadır.
Ar-Ge çalışmalarında kritik bir rol üstlenen doktora dereceli profesyonellerin işgücü
içerisindeki ağırlığını, dünya ülkelerinin performanslarının değerlendirildiği bir önceki bölümde Grafik 2 yardımıyla ele alınmıştı. Buna göre,
çalışma çağındaki nüfusun içindeki doktoralı
birey oranının ülkeden ülkeye ciddi farklılıklar
gösterdiği, Lüksemburg’da 1000 kişiden 28 kişi
doktoralıyken, Letonya’da bu sayının 5’e düştüğü
tespit edilmiştir. Türkiye’de ise bu oran, söz konusu verilerin son açıklandığı 2009 yılı itibariyle
binde 2,4’tür. Dolayısıyla, Türkiye’nin bilim ve
teknolojide uzmanlaşmanın bir göstergesi olan
doktoralı çalışan sayısını ve oranını gerek ulusal
programlar dâhilinde gerekse tersine beyin göçü
kanalıyla artırmak için özel bir önem vermesi gerektiği ortadadır. Öte yandan, Türkiye’deki doktoralı nüfusla ilgili dikkat çekici bir gerçek, erkek
ve kadınlardaki dağılımının eşit olmasıdır. Veriler dâhilindeki tüm diğer ülkelerde, erkek doktora derecesi olanların ağırlıklı payının, net bir
şekilde kadınlardan yüksek olduğu, Türkiye’de
ise bunun dengelendiği gözlenmektedir.
setav.org
Araştırma ve geliştirmeye yönelik ulusal insan kaynakları potansiyelinin analiz edilmesinde
en önemli göstergelerden olan, Ar-Ge personelinin toplam istihdam içindeki payının ise, Türkiye’de ekonomik dönüşümün başladığı 2002 yılı
sonrasında hızla arttığı dikkat çekmektedir (Grafik 12). Bu bağlamda, 2002 yılında binde 1,51
olan pay, on yıl içerisinde binde 3,85 düzeyine
erişmiştir. Bir başka deyişle, son verilere göre, ülkede çalışan her 1000 kişi içerisinde yaklaşık 4
kişi Ar-Ge alanında hizmet etmektedir. Bu gelişme umut verici olmakla birlikte, AB ortalamasının binde 11 olduğu ve Ar-Ge konusunda hızlı
adımlar atan birçok ülkede 10 kişinin üzerine
çıktığı düşünüldüğünde, Türkiye’nin personel
konusunda da daha yüksek seviyeleri zorlaması
gerektiği ortadadır.
Finansal Kaynaklar
Türkiye’de araştırma ve geliştirmeye ayrılan maddi
kaynaklar da, son 10 yıllık dönemde gerçekleşen
kalkınma sürecinde önemli ölçüde artırılmış ve
teknoloji çalışmalarına ivme kazandırmıştır. Bu
gelişmede hiç şüphesiz, yüksek borçların bertaraf
edildiği ve disiplin altına alınan bir kamu maliyesi döneminin başlamış olması da etkili rol oynamıştır. Bu bağlamda, Türkiye’de Ar-Ge’ye yönelik
olarak yapılan harcamaların yıllar içerisindeki
genel durumu ile yükseköğretim ve özel sektörler
23
ANALİZ
GRAFIK 12. TÜRKIYE’DE AR-GE PERSONELININ TOPLAM İSTIHDAM İÇINDE PAYININ GELIŞIMI (‰, 2000-2011)
5
4
3
2
2.45
2.01
1.39
1.43
2.67
3.06
3.17
3.46
3.62
3.85
2.04
1.51
1
0
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011
Kaynak: OECD
çerçevesindeki gelişimlerini, ayrıca şirketlere verilen devlet desteğindeki son durumu incelemekte,
gelişmeleri analiz etmek açısından fayda vardır.
Türkiye’de Ar-Ge çalışmalarına yapılan harcamalar, 2000’li yılların başında mutlak değer
bazında artmakla birlikte, GSYH’deki artış hızına yetişememiş ve milli gelir içerisindeki payı
bu dönemde yüzde 0,5 dolaylarında durağan bir
seyir izlemiştir. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye
oranı, ilk gözle görülür artışını 2005 yılında gerçekleştirerek yüzde 0,59’a ulaşmış, sonrasında da
genel itibariyle kademeli olarak artarak 2012 yılında yüzde 0,92 olmuştur. Bu minvalde, 2001
yılında 1,3 milyar TL seviyesinde olan Ar-Ge
harcamaları, söz konusu dönemde kriz yılları da
dâhil olmak üzere cari rakamlar bazında istikrarlı
bir şekilde yükselmiş ve 2012 itibariyle 13,1 milyar TL’ye ulaşmıştır (Grafik 13).
Aynı dönemdeki ulusal Ar-Ge harcamaları
sektörel olarak ele alındığında ise, özel sektöre
doğru bir eksen genişlemesi göze çarpmaktadır.
Nitekim dönemin başında Ar-Ge harcamalarında ağırlıklı olarak yükseköğretim sektörünün rol
oynadığı, özel sektörün ise oldukça geride kaldığı
görülmektedir. 2001 yılında yükseköğretim sektörünün GSYH içinde harcama payı yüzde 0,32
24
iken, bu oran özel sektör için yüzde 0,18 olmuştur (Grafik 14). Şirketlerin Ar-Ge’ye ayırdıkları
bütçelerdeki artış ile birlikte 2005 sonrasındaki
yıllarda özel sektör bu alanda harekete geçmiş ve
payını yükseltmeye başlamıştır. İstikrarlı bir şekilde yükselen özel sektör Ar-Ge oranı 2012 yılıyla yüzde 0,41 seviyesine ulaşırken, üniversite
araştırmalarındaki bütçelerin oranı daha yavaş ve
inişli çıkışlı bir gelişme izleyerek aynı dönemde
yüzde 0,4’e yükselmiştir. Bir diğer ifadeyle, ekonomik büyümeyle birlikte özel sektör Ar-Ge’de
ciddi bir ivme yakalayarak milli gelir içerisindeki
payını 2 katın üzerine çıkarmış, yükseköğretim
ise aynı performansı sergileyemeyerek küçük bir
artış kaydedebilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin
son kalkınma dönemindeki araştırma geliştirmelerine yöneltilen finansal kaynaklardaki artışın,
büyük ölçüde özel sektör tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, devletin özel sektör Ar-Ge
harcamalarına verdiği dolaysız destek oranları
da söz konusu dönemde artış göstererek, 2001
yılındaki yüzde 3,3 seviyesinden 2011 yılındaki
yüzde 8,9 düzeyine erişmiştir. Bir diğer ifadeyle,
özel sektörün her 100 TL’lik Ar-Ge harcamasında devletin katkısı dönem başında 3,3 TL iken,
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 13. TÜRKIYE’DE TOPLAM AR-GE HARCAMALARININ GELIŞIMI (2001-2012)
1
0.9
0.8
0.7
0.6
0.5
0.4
0.3
0.2
0.1
0
0.85
0.73
0.72
0.54
0.53
1.3
2001
1.8
2002
0.48
2.2
2003
0.59
0.52
2.9
2004
13.1
11.2
0.58
9.3
14
12
10
8
8.1
6.9
6.1
4.4
3.8
0.92
0.86
0.84
6
4
2
2005
2006
2007
Harcamaların GSYH'ye Oranı (%)
2008
2009
2010
2011
2012
0
Harcamalar (milyar TL, sa eksen)
Kaynak: TÜİK
GRAFIK 14. TÜRKIYE’DE SEKTÖREL AR-GE HARCAMALARININ GSYH ORANI (%, 2001-2012)
0.45
0.40
0.40
0.35
0.30
0.32
0.34
0.32
0.35
0.32
0.35
0.30
0.30
0.25
0.20
0.15
0.18
0.10
0.20
0.15
0.05
0.00
2001
2002
0.11
0.13
2003
2004
2005
0.39
0.39
0.36
0.37
2010
2011
0.32
0.32
0.34
0.40
0.41
0.21
2006
Yüksekö renim Sektörü
2007
2008
2009
2012
Özel Sektör
Kaynak: TÜİK
bu, 10 yıl içerisinde 8,9 TL’ye yükselmiştir. Bu
oranın OECD grubunda yüzde 8,6, AB-28’de
ise yüzde 7,1 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin oldukça iyi bir seviyede devlet desteği
yaptığı söylenebilir.
Kriz ve sonrasındaki 2008-2011 arasındaki
dönem özel olarak incelendiğinde ise, devletin
dolaysız olarak yaptığı finansal desteklerin yıl-
setav.org
lık bazda yüzde 6,9 oranında büyüme kaydettiği
görülmektedir. Bununla birlikte, devlet Ar-Ge
alanında vergiler kanalıyla sunduğu dolaylı avantajları da ciddi şekilde artırmıştır. Yine 20082011 dönemi çerçevesinde ele alındığında, vergi
kolaylıklarında yıllık artışın yüzde 49,3 olduğu
ve bu hızla dünya genelinde birçok ülkeyi geride
bıraktığı tespit edilmektedir.
25
ANALİZ
GRAFIK 15. TÜRKIYE’DE PATENT BAŞVURU SAYISINDAKI GELIŞIM (2001- 2012)
6000
5000
4258
3464
4000
3000
1953
2000
1000
0
4833
358
444
535
2001
2002
2003
748
2004
996
1216
2005
2006
2007
2414
2008
2746
2009
2010
2011
2012
Kaynak: WIPO
TÜRKİYE’DE AR-GE
ÇIKTILARINA İLİŞKİN
GÖSTERGELER
Ar-Ge çalışmalarının ürüne dönüşmesinde önemli bir gösterge olan patent başvurularının, Türkiye’nin son 10 yıllık döneminde önemli atılımlar
yaptığını söylemek mümkündür. Nitekim 2001
yılında sayısı sadece 358 olan ulusal patent başvuruları ekonomik büyüme sürecinde hızlı bir şekilde
artmış ve 2012 yılında 4.833 seviyesine gelmiştir
(Grafik 15). Bunun yanı sıra, Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) 2013 Raporu’na göre, Türkiye 2012 yılında patent, marka ve tasarım kategorilerinin üçünde de, çift haneli büyüme rakamları
kaydetmiştir. Bu sevindirici gelişmelerle beraber,
bir teknolojik gelişmişlik göstergesi olan ve Ar-Ge
çalışmalarının ticarileştirilip hayata geçirilmesinde
önemli bir rol oynayan patent konusunda dünyayla yarışabilir bir hale gelmek için daha büyük
hamleler yapmak gerektiği de ortadadır.
WIPO verilerine göre patent başvurularının
yapıldığı teknoloji alanları incelendiğinde ise, ortaya Grafik 16’da sergilenen tablo çıkmaktadır.
Diğer yandan kategorize edilen alan hariç tutulduğunda, Türkiye 1998-2012 yılları arasında yaptığı
patent başvurularının en büyük bölümünü yüzde
12,2 ile tüketim ürünleri grubunda yapmıştır.
Dünya genelinde aynı dönemde öne çıkan tek-
26
nolojiler anlamında bakıldığında ise, daha küçük
oranlarda olmakla birlikte, ecza ürünleri, medikal
teknoloji, ulaştırma, elektrikli makineler gibi farklı sektörlere de yönelme olduğu görülmektedir.
Öte yandan, bir diğer Ar-Ge çıktısı olan akademik yayın sayısı da, Türkiye’de 2003-2011 arasındaki dönemde 220.000 olmuş17, Türkiye bu rakamla dünya sıralamasında 19. sırada yer almıştır.
AR-GE, İNOVASYON VE
2023 HEDEFLERİ
Türkiye, yukarıdaki veriler dâhilinde detaylı olarak ele alındığı üzere, Ar-Ge ve inovasyon
konusunda geçen 10 yıl süresince oldukça ciddi
ilerlemeler kaydetmiştir. Bununla birlikte, üyesi
bulunduğu OECD ülkeleri arasındaki sıralamalarda henüz gerilerde yer almaktadır. Öte yandan,
orta gelir tuzağına yakalanmadan yoluna devam
etmesi ve 2023 hedefleri doğrultusundaki GSYH
ve ihracat rakamlarına ulaşması için, Türkiye’nin
Ar-Ge ve inovasyon alanında daha büyük hamleler yapması, stratejik boyutu olan kaçınılmaz bir
ihtiyaç haline gelmiştir.
Ar-Ge yatırımları uzun yıllardır büyük miktarda olan ülkeler günümüzde bilim ve teknoloji
alanında büyük adımlar atmış, sanayi ve üretimle17. “OECD Science, Technology and Industry Scoreboard”.
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
GRAFIK 16. TÜRKIYE’DE PATENT BAŞVURULARININ YAPILDIĞI TEKNOLOJI ALANLARI (1998- 2012)
Tüketim
ürünleri
12.2%
Mobilya 7.9%
Di er 39%
Eczacılık 6.4%
n aat mühendisli i
6.1%
Isıtma süreç ve araçları
5.8%
Motorlar, pompalar,
türbinler 3.8%
Elektrikli makineler
Di er özel makineler
4.4%
4.5%
Ula tırma 5.2%
Medikal teknoloji 4.7%
Kaynak: WIPO
GRAFIK 17. SEÇILI ÜLKELERIN AR-GE HARCAMALARININ GSYH’YE ORANI (%, 2011)
5
4.4
4.2
4
3.5
3.4
3.3
3
3
2.8
2
1.7
1.7
1.7
0.8
1
0
Güney Kore
srail
Finlandiya
sveç
Japonya
Almanya
ABD
Kanada
rlanda
ngiltere
Türkiye
Kaynak: OECD ve TÜİK
ri ile küresel piyasada rekabet edebilirliklerini sağlamlaştırmıştır.18 Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye
oranı 2011 yılında Güney Kore’de yüzde 4,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Aynı zamanda ABD’de
yüzde 2,8 ve Finlandiya’da yüzde 3,5 olarak ger18. Dilşad Erkek “Ar-Ge, İnovasyon ve Türkiye: Neredeyiz?”.
setav.org
çekleştirilmiştir Türkiye’de ise Ar-Ge’ye aktarılan
kaynak gelişmiş ülkelere nispeten düşük kalmış ve
son yıllarda artmasına rağmen bu oran halen yüzde 1’in altında seyretmiştir (Grafik 17).19
19. “Main Science and Technology Indicators”, OECD.StatExtracts
2012, http://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MSTI_PUB
27
ANALİZ
Bu nedenle, Türkiye’de Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine sağlanacak teşvik ve destekler, sürdürülebilir büyümenin istikrarlı bir biçimde sağlanabilmesi açısından hayati önem arz etmektedir.
Türkiye’nin gerek ekonomik büyümede istikrar
sağlaması gerekse 2023 hedeflerini yakalaması
için Ar-Ge’ye ağırlık vermesi ve bu alana aktarılan kaynağı arttırması gerekmektedir. Özellikle
Türkiye’nin 2023’te ilk 10 ekonomi içerisinde
yer alması hedefine yönelik politika belirlerken,
gelişmiş ülkelerin ekonomik sıçramalarını göz
önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin başarılı ülke örneklerini dikkate alarak
Ar-Ge alanına daha fazla ağırlık vermesi gerekmektedir. Türkiye’de son yıllarda büyümeye katkıda bulanan ihracata, Ar-Ge sonucu ortaya çıkacak yüksek katma değerli üretimin eklenmesi
ile uzun dönemde hedeflenen büyüme oranlarına
ulaşılması daha kolay olacaktır. 20
“Sosyal inovasyon” konseptinin
benimsenerek ilgili bilim alanlarının da
strateji be­lirlemede rol oynayacağı
bir uygulamayı hayata ge­çirmek ve
bu çerçevede etkin düşünce kuruluşla­rını
da sistemin içine dâhil etmek büyük
faydala­rı beraberinde getirecektir.
Bu minvalde gerekli kaynakları niceliksel
olarak artırmanın yanı sıra, politikaların nitelikleri ve boyutları anlamında da neler yapılabileceğini irdelemek gerekmektedir. Bu noktada, yukarıda bilim ve teknoloji alanında örnek ülkeler
olarak incelenen Güney Kore ve Finlandiya’nın
başarısının temelinde yatan bazı temel stratejileri göz önünde bulundurmak, faydalı olacaktır.
Bilim ve teknolojide söz sahibi olan birçok ülke
20. Erdal Tanas Karagöl (2013), “AK Parti Dönemi Türkiye Ekonomisi”, SETA Rapor (Şubat 2013).
28
gibi, G. Kore ve Finlandiya’nın Ar-Ge çalışmalarının başlangıç safhalarında güçlü bir nitelikli
işgücü olduğunun altı çizilmelidir. Bu ülkelerin
teknolojik gelişim süreçlerine alanlarında yetişmiş hatırı sayılır büyüklüklerde profesyonel ekiplerle başlamış olmaları, stratejik alanlarda hızla
ilerlemelerini sağlamıştır. Nitekim araştırma-geliştirme çalışmalarının anahtar unsuru, hiç şüphesiz insan kaynaklarıdır. Bununla birlikte, gerek
G. Kore gerekse Finlandiya, hâlihazırda sahip
oldukları bu kadrolarla da yetinmeyerek sürekli
olarak teknolojik insan gücü yetiştirmeye ve bu
minvalde doktora programlarına önem vermeye
devam etmektedir. Dolayısıyla, her iki ülke için
de, üstün Ar-Ge performansının arkasında yatan ana faktörün eğitim olduğunu vurgulamakta
fayda vardır. Bu nedenle de, bilim ve teknoloji
politikalarının şekillenmesinde eğitim ile ilgili
stratejiler büyük rol oynamaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’deki duruma bakıldığında ise, son 10 yıllık dönemde beşeri sermayenin Ar-Ge’deki yoğunluğunun artması anlamında gözle görülür bir gelişme gözlense de, bunun
hedeflenen seviyelere gelmek için hızla geliştirilmeye devam edilmesi gerektiği de ortadadır. Buradan hareketle, Türkiye’nin bu noktadan sonra
ivme kazandırması gereken bilim ve teknoloji
politikalarında, eğitime özel bir yer ayrılması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, Finlandiya’nın inovasyon sıralamasında dünya lideri olmasında, ilgili politikaların sağlıktan eğitime, demokrasiden kültüre
birçok alandaki gereklilik ve ihtiyaçlarla ilişkilendirilmiş olması büyük rol oynamıştır. Bilim
ve teknoloji çalışmalarının toplumla harmonize
edilmiş bir şekilde sürdürülmesiyle ortaya çıkan
bu “sosyal inovasyon” uygulaması, Finlandiya’nın
teknolojiyle sosyal bilimleri bir araya getirdiği örnek alınacak bir bakış açısı olmuştur.
Eğitim ve sosyal inovasyon temelinde değinilen bu iki ana husus, esas itibariyle Türkiye için
bilimsel ve teknolojik gelişim sürecinde bir nevi
arka planda kalmış “sosyal bilimlerde Ar-Ge” gerçeğine parmak basmaktadır. Örneklerin de işaret
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
ettiği gibi, teknolojik Ar-Ge, kendisini tamamlayıcı nitelikte olan sosyal boyutuyla el ele gitmek
durumundadır. Eğitim örneğinden yola çıkılacak
olursa, teknolojik gelişimin temelindeki insan
gücünün eğitimi konusundaki ana politikaların
belirlenmesinde bu konuda uzmanlaşmış sosyal
bilimcilerin bilimsel çalışmalar yapmasından
daha doğal ve etkili bir çözüm düşünülemez. İşte
bu nedenle, Ar-Ge çalışmaları bağlamında, yalnızca mühendislik ve doğa bilimleri anlamında
değil, sosyal bilimler kapsamında da uyumlu çalışmalar yapılması hususu, uzun vadeli politikaların şekillenmesinde önemle dikkate alınmalıdır.
Bu çerçevede yapılacak çalışmalar, Türkiye’nin
teknolojik gelişiminde bir diğer engel olan ve
özellikle özel sektörde eksikliği görülen Ar-Ge ve
inovasyon kültürünün geliştirilmesinde de etkin
rol oynayacaktır.
Sosyal bilimler çerçevesinde yapılması gereken söz konusu Ar-Ge çalışmalarının şekillenmesi bir yana, aynı zamanda finansal olarak
da desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda,
üniversitelere verilen desteklerin yanı sıra, bu
konularda yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce
kuruluşlarının da teşvik edilmesi, çalışmaların
daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır. Ancak
bugün özellikle TÜBİTAK bünyesindeki Ar-Ge
ve inovasyon programlarına bakıldığında, bunların ağırlıklı olarak sanayi ve üniversitelere yönelik olduğu ve yeni bir ürün üretilmesi, mevcut bir
ürünün geliştirilmesi veya iyileştirilmesi, ürün
kalitesi ya da standardının yükseltilmesi, maliyet
düşürücü ve standart yükseltici yeni tekniklerin
geliştirilmesi, yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi konularında yürütülen projeleri desteklediği görülmektedir.21 Dolayısıyla, belirlenecek
politikalarda sosyal inovasyon konseptinin benimsenerek ilgili bilim alanlarının da strateji belirlemede rol oynayacağı ve aynı zamanda maddi
olarak destekleneceği bir uygulamayı hayata geçirmek ve bu çerçevede etkin düşünce kuruluşla-
rını da sistemin içine dâhil etmek büyük faydaları beraberinde getirecektir.
21. “Özel Sektör Ar-Ge ve Yenilik Destekleri”, TUBİTAK TEYDEB (TUBİTAK Yayınları, Ankara: 2013); http://www.tubitak.
gov.tr/sites/default/files/teydeb_kitapcik_190413.pdf.
22. Rüstem Yanar ve Güldem Kerimoğlu, “Türkiye’de Enerji, Tüketimi, Ekonomik Büyüme ve Cari Açık İlişkisi”, Ekonomi Bilimler
Dergisi, c. 3, no.2 ( 2011).
setav.org
SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye 2002 yılından sonra kavuştuğu istikrar
ve uyguladığı başarılı reformlar sayesinde sıra
dışı bir ekonomik performans göstererek birçok
makroekonomik göstergede ciddi iyileşmeler sergilemiş ve örnek gösterilen bir kalkınma serüveni
yaşamıştır. Bununla birlikte, gerek dünyanın ilk
10 ekonomisi arasına girmek ve 500 milyar dolar
ihracat yapmak gibi dev 2023 hedeflerine erişmek gerekse orta gelir tuzağı riskinden korunmak için, Türkiye’nin bundan sonraki dönemde
yeni hamlelere ihtiyacı vardır. Bu yeni hamlelerin
ise, Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak amacıyla tasarlanması ve dolayısıyla verimlilik artışı
temelinde geliştirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda, verimliliğin motor gücü olan
Ar-Ge konusunda atağa geçmek, Türkiye için
önümüzdeki dönemin en stratejik hareket noktası olacaktır. Nitekim Ar-Ge, inovasyon ve büyüme arasındaki güçlü nedensellik ilişkisi, ekonomi teorisinde vurgulandığı gibi, bugün yüksek
gelirli ekonomi statüsü edinmiş ülkeler bazında
da açıkça gözlenmektedir. Bu nedenle, küresel
rekabetin arttığı mevcut ortamda, rekabet gücü
kazanmak için Ar-Ge ve ileri teknolojiye dayalı üretime geçilmesi sürdürülebilir büyüme için
zorunlu hale gelmiştir.Bu noktada, içsel büyüme
modellerinin de altını çizdiği üzere, temeli araştırma ve geliştirmeye bağlı verimlilik artışlarının
ve dolayısıyla ekonomik büyümenin gerçekleşmesi konusunda, kaynakları yönlendiren devlet
politikaları kritik önem arz etmektedir.
Diğer yandan, üretimin sürdürülmesi için
en önemli girdi olan enerjide Türkiye büyük
ölçüde dışa bağımlıdır. Bu durum da cari açık
üzerinde artırıcı etki yapmaktadır.22 Cari açığın
artması aslında tasarruf edilecek kaynağın yurtdışına transferine neden olmaktadır. 2012 yılında
29
ANALİZ
cari açık 46 milyar dolar ve cari açığın GSYH
içindeki payı yaklaşık yüzde 6,7 olarak gerçekleşmiştir. Cari açığın GSYH içindeki payının büyümesinin nedeni ara malı ithalatına bağımlılık nedeniyle artan ithalattır. 2012 yılında 236 milyar
dolar olarak gerçekleştirilen ithalatın 60 milyar
dolarını enerji ithalatı oluşturmuştur.23 2012 yılında 236 milyar dolar olarak gerçekleşen ithalat
kalemleri incelendiğinde ithalatın;24
• Yüzde 41,5’lik kısmını oluşturan 98 milyar
doları, Türkiye’de “üretilen ancak üretimi ve
kalitesi yetersiz olan mallardan”,
• Yaklaşık yüzde 44’ünü teşkil eden 104 milyar doları, Türkiye’de “üretimi olmayan ya
da az olan mallardan”,
• Yüzde 14,5’lik kısmını oluşturan 34 milyar
doları ise, Türkiye’de “yeteri kadar üretildiği
halde dışarıdan alınan mallardan” oluştuğu
görülmektedir.
•
•
Tüm bu noktalardan hareketle,
Türkiye’de ithalatı ve dolayısıyla cari açığı
azaltıcı etki yapacak “üretimi olmayan ya
da az olan malların üretilmesi”, temel odak
noktalarından birisi olmalıdır. Bu ise, ancak
Ar-Ge harcamalarına aktarılan kaynakların
nitelik ve nicelik yönünden artırılmasıyla
mümkün olabilecektir. Buna bağlı olarak
Türkiye, 2023 yılı ve sonrasına iddialı bir giriş yapabilmek amacıyla, Ar-Ge ve inovasyon
politikalarını acil bir şekilde yeniden gözden
geçirerek üretim ve ihracat kompozisyonunda teknolojinin ağırlığını artıracak daha etkin sonuçlar elde etmeye odaklanmalıdır.
Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı Türkiye’nin son kalkınma döneminde, ekonomik büyüme, mali disiplin ve artan teşvikler
gibi nedenlerle hızla artmış olsa da, henüz
yeterli seviyelerde değildir. Buna bağlı olarak
23. “Dünya’da ve Türkiye’de Enerji Görünümü Raporu”, Enerji
ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2012; http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf.
24. Ekonomi Bakanlığı’nın 2013 yılı rakamlarından derlenmiştir.
30
•
•
milli gelirden Ar-Ge’ye ayrılan payın arttırılması gerekli olmakla birlikte, aynı zamanda
bu harcamalardan en etkili sonuçları alabilmek için de stratejiler tasarlanmalıdır. Aksi
takdirde, ayrılan mali desteklerin önemli bir
bölümü, etkin bir şekilde değerlendirilememekte ve sonuçsuz kalabilmektedir. Bu noktada, desteklerde sonuç odaklı bir yaklaşım
benimsemek ve etkinlik ölçme ve değerlendirme mekanizmaları geliştirmek, üzerinde
acilen durulması gereken hususların başında
gelmektedir.
Cari açığın azaltılması ve sanayinin teknolojik dönüşümünün sağlanması, yapılacak
olan yatırımın sektör bazlı olması önem arz
etmektedir. Bu doğrultuda Ar-Ge’ye önem
vererek başarıya ulaşmış ülke örneklerinden
de görüldüğü gibi, Ar-Ge politikalarının en
temel unsuru nitelikli insan kaynaklarıdır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin, ihtiyaç duyduğu
teknolojik gelişim için kaçınılmaz olan işgücünü yetiştirebilmesi, hiç şüphesiz uygulayacağı eğitim politikaları ile birebir ilişkilidir.
Bu nedenle, ulusal eğitim politikalarının bu
çerçevede gözden geçirilmesi ve birçok dünya ülkesinde önemli bir gündem maddesi
olan STEM (Science, Technology, Math)
eğitimindeki ciddi sorunların çözüme kavuşturulması elzemdir.
Öte yandan, eğitim politikalarını da içine
alan “sosyal bilimlerde Ar-Ge” konusunun,
Türkiye’de geri planda kaldığı gözlenmektedir. Halbuki, inovasyon ve rekabeçilikte
Finlandiya gibi başarılı örneklerin, Ar-Ge
çalışmalarını eğitimden sağlığa, ekonomiden
kültüre uzanan geniş bir yelpazede toplumun
ihtiyaçlarıyla uyumlu bir şekilde yürüttüğü
ve sosyal inovasyon konseptini benimsediği
bilinmektedir. Dolayısıyla, Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarının ve desteklerinin, sadece
mühendislik ve doğa bilimlerine değil, bunların arka planda bağlantılı olduğu sosyal
bilimlere yönelik olarak da artırılması önem
setav.org
YENİ EKONOMİ: AR-GE VE İNOVASYON
•
taşımaktadır. Bu kapsamda, üniversitelere
verilen desteklerin yanı sıra, bu konularda
yetkinliğini kanıtlamış etkin düşünce kuruluşlarına da destek sağlanması, çalışmaların
daha etkili yürütülmesini sağlayacaktır.
Harcamaların etkin bir şekilde tahsis edilme
konusunun bir diğer önemli ayağı ise, stratejik alanlara odaklanmaktır. Ar-Ge planlamaları ve destekleri, Türkiye’nin ihtiyacı
olan sektörler ve ürünler üzerinde yoğunlaştırılmalı, somut ve ticari hedefler içermelidir. Bu konuya gösterilecek hassasiyet,
aynı zamanda mevcut durumda entegrasyon
sağlayamamış olan üniversite ve sanayinin
de ortak alanlarda çalışmasının ve işbirliği
yapmasının önünü büyük ölçüde açacaktır.
Bu noktada da, başta ekonomi olmak üzere
sosyal bilimler tabanlı araştırmaların planlamaların hareket noktasında yer alması, çalışmaların etkinliğini artıracaktır. Bu kapsamda, üniversitelere verilen desteklerin yanı
sıra, bu konularda yetkinliğini kanıtlamış
etkin düşünce kuruluşlarına (think-tank) da
destek sağlanması, çalışmaların daha etkili
yürütülmesini sağlayacaktır.
setav.org
•
Ülkede gerçekleştirilen Ar-Ge harcamalarının tümünü görebilmek, farklı kurumların
aynı mükerrer araştırma yapmasını engellemek ve gelecek ile ilgili strateji oluşturmak
için Ar-Ge harcamaları tek elden koordine
edilmelidir. “Bütünleşik Ar-Ge” stratejisi ile
kısa vade ve uzun vadede yapılması gerekenler mutlaka belirtilmelidir.
Sonuç olarak Türkiye’nin, gerek beşeri gerekse finansal kaynaklar anlamında son 10 yıllık
dönemde belirgin bir ilerleme kaydettiği Ar-Ge
ve inovasyon yatırımlarını ve bunlardan elde
ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımasının zamanı gelmiştir. Bu amaç doğrultusunda
gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün
ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak
üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla,
diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde
etmeye yönelik mekanizmalarla şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Zira Türkiye’nin,
orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni
ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik
gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir.
31
S
ürdürülebilir ekonomik büyüme rakamlarına ulaşmak isteyen ülkelerin,
özel­likle 1990’lı yıllardan itibaren Ar-Ge’ye, stratejik planlarının merkezinde
bir rol yükledikleri ve bu yaklaşımın meyvelerini orta ve uzun vadede topladıkları bilin­mektedir. Nitekim Ar-Ge’ye ciddi yatırımlar yaparak bilim, teknoloji
ve sanayide önemli yol kat etmiş ülkeler, ilgili dönemde küresel rekabet güçlerini
gözle görü­lür ölçüde artırmışlardır. Bu çerçevede, söz konusu ülkelerin ağırlıklı bir
kısmı­nın, yüksek gelirli ekonomiler arasında yer alması da tesadüf değildir.
Türkiye ise, yıllarca ihmal ettiği Ar-Ge ve inovasyona yönelik çalışmaları­nı
2000’li yıllarda içinden geçtiği ekonomik dönüşüm sürecinde ciddi biçimde artırmış, bunun bir yansıması olarak da, çalışmalara yönlendirilen kaynaklarda gerek
finansal gerekse beşeri sermaye anlamda ilerlemeler kaydetmiştir. Bugün ge­linen
noktada bu göstergelerin istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ettiği ancak Türkiye’nin 2023 ve sonrasında ulaşmayı hedeflediği seviyeler için henüz yeterli olmadığı gözlenmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Ar-Ge ve inovasyon yatı­rımlarını ve
bunlardan elde ettiği çıktıları daha da ileri boyutlara taşımaya ihtiyacı vardır. Bu
amaç doğrultusunda gerçekleştirilmesi gereken stratejik dönüşümün ise, bir yandan eğitim ve ekonomi başta olmak üzere ilgili sosyal bilimler destekli politikalarla,
diğer yandan da hayata geçirilebilir sonuçlar elde etmeye yönelik mekanizmalarla
şekillendirilmesi kritik önem arz etmektedir. Hedef­lenen ekonomik dönüşüm için
Ar-Ge’ye dönük kaynakların artırılması bir yana, ilgili projelerin sonuç odaklı olmasına ve mükerrerlik taşımamasına, bu bağlamda da çalışmaların etkinliği için ilgili
kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmasına önem verilmelidir. Bir
diğer deyişle, “bütünleşik Ar-Ge çalışma­ları” yürütülmesi hususu, stratejinin temelini oluşturmalıdır. Zira Türkiye’nin, orta ve uzun vadede ulaşmayı hedeflediği yeni
ekonominin temelindeki bilimsel ve teknolojik gelişime kavuşması, ancak bu eksendeki bir paradigma değişimiyle mümkün olabilecektir.
ANKARA • İSTANBUL • WASHINGTON D.C. • KAHİRE
www.setav.org