hematolog

TÜRK HEMATOLOJ‹ DERNE∕‹
HematoLog
2012: 2
■
2
Dr. Sefer Gezer
Rush University, Medical Center, Chicago, Illinois, USA
e-posta: [email protected]
Tel: 001 312 942 35 85
Anahtar Sözcükler
Kanama diyatezi, Dissemine intravasküler koagülasyon
Vasküler endotel fonks‹yonu ve
f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
G‹r‹
Fibrinolitik aktivite veya tromboliz, damar içinde oluşan pıhtıların çözünmesi anlamına gelir ve genelde vasküler hemostazın tamamlayıcısı olarak
bilinir. Fibrinolitik aktivitenin tam olarak çalışmadığı durumlarda, vasküler
yaralanma sonucu oluşan ufak kan pıhtıları zamanla büyüyerek dolaşımı
bozar ve doku perfüzyonunu tehlikeye sokabilir. Sonuçta; miyokard enfaktüsü, inme veya akut pulmoner emboli gibi istenmeyen durumlar ortaya
çıkar. Fibrinolitik aktiviteyi tam olarak incelemeden önce bu olayda rolü
büyük olan vasküler endoteli incelemekte büyük yarar vardır.
Vasküler endotel, damarların iç kısmını bir astar gibi sararak damar
boşluğu ile dokular arasında fizyolojik bir bariyer oluşturur. Bu sellüler
tabaka artık edilgen bir yapı olarak nitelendirilmemekte ancak sağlıkta ve
hastalıkta tüm doku ve organlara hizmet eden etken ve dinamik ev sahibi bir organ olarak görülmektedir. Erişkinlerde, tüm endotelin 1.6x1013
hücreden oluştuğu, yüzölçümünün 1-7 m2 arasında değiştiği ve ağırlığının
da 1 kg kadar olduğu düşünülmektedir (1). Vasküler endotel, multiorgan fonksiyonu içeren bir yapı olup metabolik olarak edimsel ve fizyolojik
yanıtlı hücrelerden oluşur. Bu hücreler, değişik metabolik koşullarda kan
akımını düzenlemek için büyük bir özenle çalışırlar. Endotel hücreleri çok
köşeli olup damar duvarında tek kat olarak dizilirler ve çapları da 10-50
mikron, genişlikleri 10-15 mikron ve derinlikleride 5 mikron arasında
değişir. Damar boşluğu ve damar duvarı arasında dizilen endotel hücre112
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
lerinin zorunlu görevleri arasında; vazo-regülasyonu, anti-trombotik bir
yüzey oluşturarak laminar kan akımını sağlamasını ve gerektiğinde hematopoetik hücre ve besin maddeleri için seçici permeabilite göstermesini
sayabiliriz. Glikokaliks olarak ta adlandırılan endotel hücrelerinin iç yüzü
normal koşullarda trombojenik değildir ve bu nedenle de pıhtı oluşumuna direnç gösterirler. Endotel hücreleri üzerindeki bulunan negatif yük,
kendisi gibi negatif yüklü kan hücrelerini endotelden uzaklaştırarak pıhtı
oluşumunu engellemektedir. Endotel hücrelerinin dış yüzü, subendotel
tabaka aracılığı ile konnektif doku ve miyoendotel hücrelerine bağlıdır. Bu
hücreler birbirlerine adeta yapışarak ve herhangi bir boşluk bırakmadan
damar duvarı devamlılığını sağlamaktadır ki buna “kapiller a¤ veya vasküler bütünlük” adı da verilmektedir. Hücrelerin birbirleriyle olan adhezyonu
bazı yüzey reseptörleri aracılığı ile oluşur.
Endotel hücre-hücre ilişkisi: Burada rol oynayan iki önemli adhezyon
molekülü vardır. Bunlar; plazma-endotel hücre adezyon molekülü-1
(PECAM-1) ve vasküler endotel kadherin (VE cadherin)’ dir. PECAM-1
(CD31), 130 kDa olup immünoglobulin süperfamilyasına aittir ve normal
koşullarda damar endotelinde yüksek düzeyde bulunmaktadır (2). Bu
molekül, diğer proteinlerin endotele yanaşmasına ve onların kenetlenmesine yardımcı olur. PECAM-1 ile bağlantı sağlayan heterofil liganlar arasında alfa ve beta 3 integrini, glikozaminoglikanları ve CD38’i sayabiliriz
ki bunlar lökositlerin, trombositlerin ve heparan sulfatın endotele yapışmasına yardımcı olurlar (3,4). Vasküler endotel kadherin (VE cadherin)’ler
transmembran proteinleri olup sadece kalsiyumla homofilik ilişkiye girer
ve hücreler arası zayıf bir bağlantıya neden olurlar. Ancak bu zayıf bağ
daha sonra katenin denen intrasellüler proteinler aracılığı ile diğer hücrelerin aktin denen iskeletine bağlanarak stabil hale getirilir (5). Vasküler
endotel kadherinin, hücre kavşaklarında çok yüksek düzeyde bulunması
onun anjiogenez ile ilgili olduğunu düşündürmektedir. Endotel hücreleri
arasındaki bazı maddeler onları birbirlerine çekme kuvvetinde yardımcı
olur ve bu olay miyosin’ in aktivasyonu veya inhibisyonu ile yakından ilgilidir (6). Besin maddeleri ve makromoleküller, inter-endotelyal boşluktan
geçerek dışarıya çıkarlar. Bu boşluklar hücrelerin kontraksiyonu ile oluşur
ve ayni zamanda lokal ödem oluşumundan da sorumludur. Besin maddeleri alternatif olarak endotel hücreleri içersinden direk olarak da transfer
edilebilmektedir.
Vazoregülasyon’da endotelin rolü: Endotel hücreleri kan akımını düzenlediği gibi bazal vazomotor tonusüde (ve böylelikle kan basıncını da) düzenlerler. Bu işlev, vazodilatasyon için nitrik oksit (NO) ve prostasiklin (PGI2),
vazokonstriksiyon içinse platelet aktive edici faktörü (PAF) ve endotelin (ET)
gibi faktörlerin endotel hücrelerinden salınımı ile yapılır. Normal koşullarda, bazal vazomotor tonüsten nitrik oksit ve endotelin sorumludur, PGI2
ve PAF ancak vasküler tonusun ve onun dinamiğinin bozulduğu koşullarda
devreye girer. Nitrik oksit endotel hücrelerinden L-arjininin L-sitrüline,
113
114
HematoLog
2012: 2● 2
nitrik asit sentetaz (NOS)’la dönüştürülmesi sonucu sentezlenir (7). Endotelyal NOS (eNOS) temelde edimsel bir enzim olmasına karşın, trombin,
adenosin 5’-difosfat, bradikinin ve P-maddesi (substance P), histamin ve
tromboksan-A2 gibi reseptör uyarıcıları ile de uyarılırmaktadır. Nitrik oksit,
guanil siklazı bağlayarak damar düz kas hücrelerinde gevşemeye neden
olur ve böylelikle de bazal vazomotor tonüsü idame ettirir. Nitrik asit aynı
zamanda; trombositlerin adhezyon, aktivasyon ve sekresyonunu da inhibe
ederek tromboz oluşumunun inhibisyonunda çok önemli ve kritik bir rol
oynar. Nitrik asit, trombosit aggregasyonunu da önlemektedir. Bu işlemi,
intraselüler siklik guanosin monofosfatı arttırmak, intraselüler kalsiyumu
ve fosfatidil inositol 3-kinazı (PI3-kinase) ise baskılayarak yapmaktadır
(8,9). Sonuçta, fibrinojen reseptörleri olarak bilinen glikoprotein IIb/IIIa’da
konformasyonel değişiklik oluşamamakta ve bu nedenle de fibrinojen bu
reseptörlere bağlanamamaktadır (10). Nitrik oksit ve PGI2’nin yanı sıra
yine endotelden salınan bir madde (enzim) olan ADPase, endotel yüzeyindeki ADP’yi parçalayarak ortamdan uzaklaştırmakta ve sonuçta trombosit aktivasyonunu inhibe etmektedir. Endotelial ecto-ADPase aktivitesi
CD39 olarak tanımlanmaktadır (11). Atherosklerozlu hastalarda sürekli
endotel fonsiyon bozukluğu nedeniyle, asetikolinin uyardığı nitrik oksit
salınımında bir azalma görülür (12). Eldeki veriler, ilerlemiş aterosklerozda
asetilkolin ile salgılanan nitrik asit sentetazda bir fonksiyon bozukluğu
olduğunu göstermektedir (13). Bu nedenle de, aterosklerozlu hastalarda
artmış trombosit aggregasyonuna ve trombotik olaylara oldukça sık rastlanmaktadır. Endotelin (ET)’ler 21 amino asit içeren peptidler olup, ET-1,
ET-2 ve ET-3 olmak üzere üç izoformu vardır. Sadece ET-1 endotel ve
düz kas hücrelerinden salınır. ET-2 böbrek ve barsaktan, ET-3 ise; beyin,
gastroentestinal sistem, akciğer ve böbrekten salgılanmaktadır. Endotelin
uyarıcıları arasında, trombin, hipoksi, büyüme faktörleri, katekolaminler
ve anjiotensin-II gibi ajanlar vardır. Endotelini inhibe eden ajanlar arasında
ise; ET-3, prostasiklin ve atrial natüretik hormon sayılabilir. ET-1, bilinen
en kuvvetli vazokonstriktör olup hipertansiyona eğilim yaratabilir ve bu
etkisi noradrenalinden 100 kez daha fazladır. Normal koşullarda endotelin, diğer mekanizmalar tarafından sıkı bir denge altında tutulmaktadır ancak aşırı salındığında da kalp, damar ve beyin hastalıklarına neden
olabilir (14,15). Prostasiklin (PGI2) bir eikosanoid olup normal koşullarda
sentez edilmemekte ancak endotel ve vasküler dinamik bozukluklarında
da sentezi artmaktadır. Sentez yeri endotel hücreleri olan PGI2, kuvvetli
bir vazodilatatör etki içermekte ve ayni zamanda da intrasellüler cAMP’yi
arttırarak trombosit aggregasyonunu da inhibe etmektedir (16). Platelet
aktive edici faktör (PAF) kuvvetli bir fosfolipit aktivatörü olarak bilinir ve
birçok lökosit fonksiyonlarında, platelet aggregasyonunda, inflamasyonda
ve anafilakside rolü vardır. Özgün bir uyarım sonucu, endotelden, trombositlerden, nötrofil ve bazofillerden salınır, ve böylelikle bu hücreleride
vasküler endotele doğru çeker. Damar duvarına olan etkisi daha çok
vazodilatasyon şeklindedir ancak doza bağlı olarak vazokonstriksiyon da
oluşturabilir. Bronkokonstriksiyonda önemli bir aracıdır (17,18).
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
Endotel hücreleri, ayni zamanda çevre dokudaki konnektif dokunun gelişimini de regüle etmektedir. Endotel hücrelerinin aktive olmadığı temel
koşullarda, bu hücreler transforming growth faktör-b (TGFb) salarak,
endotel yüzeyindeki heparana benzer moleküller aracılığı ile birlikte düz
kas hücrelerinin proliferasyonunu önler. Endotel hücreleri aktive olduğunda bu hücrelerde bazı değişiklikler oluşmakta ve bu hücrelerden yüksek
düzeyde sitokin ve büyüme faktörü salgılanması sonucu düz kaslarda
proliferasyon olmaktadır. Fonksiyonu bozulmuş endotel hücreleri yüksek
düzeyde platelet-güdümlü büyüme faktörü (PDGF) salgıyabilir ve bu da
insuline-benzer büyüme faktörü (IGF) ve bazik fibroblast büyüme faktörü
(bFGF) ile birlikte düz kas üzerine mitojenik etki gösterir ve damarlarda
aterosklerotik plakların oluşumuna neden olur.
Endotel hücreleri değişik koşullarda aktive olabilir ve bunlar arasında; aşırı
sitokin salınımı, viral hastalıklar, serbest radikallerin oluşumu, ve lipidlerin
oksidasyonu sayılabilir. Endotel hücre bozukluğu birçok hastalalık sürecindede görülebilir ve bu koşullar arasında; aterosklerozu, kanser metastazlarını, inflamatuar hastalıkları ve hipertansiyonu sayabiliriz. Nitekim,
anti-endotel antikorlar; diyabette, Reynoud hastalığında, sklerodermada,
Kawasaki hastalığında, vaskülitlerde ve transplant rejeksiyonunda yüksek
olarak saptanmaktadır.
Özet olarak; endotel hücreleri birçok protein sentezine yardımcı olmaktadır
ve bunlar arasında bazı vazodilatatörleri, vazokonstriktörleri, antikoagulanları, prokoagülanları, prostanoidleri ve fibrinolitik proteinleri sayabilir
(16). Endotel hücrelerinin en önemli fonksiyonu, fizyolojik olmayan trombüs oluşumunu engellemektir ve bu etkide birçok faktörün rolü vardır. Bu
faktörler arasında prostasiklini, nitrik oksiti, plazminojen aktivatörlerini,
plazminojen aktivatör-1’i, heparine benzer molekülleri, natürel antikoagülanları (AT3, Protein C+S, TFPI) ve Annexin V’i sayabiliriz. Prostasiklin
(PGI2); kuvvetli bir vazodilatatör madde olup ayni zamanda intracelluler
cAMP’yi arttırarak trombosit aggregasyonunu inhibe ettiği yukarıda açıklanmıştı ancak burada bu etkisinin tromboxan’nın tam tersine olduğunu
hatırlatmakta büyük yarar vardır (19, 20).
Endotel ve koagülasyon sistemi: Sakin ve istirahat halinde bulunan damar
endoteli, temelde antikoagülan bir aktivite içerir. Endotelin en önemli fonksiyonu, damar içinde anti-trombotik bir yüzey oluşturarak koagülasyon
kaskadını inhibe etmektir. Endotel hücrelerinin bu görevi yerine getirebilmeleri için zorunlu olan olay ise trombin aktivasyonunu ve onun oluşumunu önlemektir. Aksi halde trombin, birçok koagülasyon faktörü aracılığı ile
koagülasyon kaskadını ve trombositleri kolayca aktive eder. Endotel hücreleri heparan sulfat salgılayarak antitrombin-III (AT-III)’ü stimüle ederler.
AT-III, bir plazma glikoproteini olup; thrombin (IIa), VIIa, IXa, Xa, XIa ve
XIIa gibi koagülasyon faktörleri ile kovalan bir bağ oluşturak onları nötralize etmektedir. Herhangibir nedenle endotel hücrelerinden salınan doku
faktörü (TF), Faktör VII’yi, onun edimsel şekli olan VIIa’ya dönüşür. Ancak
115
116
HematoLog
2012: 2● 2
doku faktörünün karşıtı olan doku faktör yolu inhibitörü (TFPI) de, doku
faktörü (TF)’nün salınmasından hemen sonra vasküler endotelden salınır
ve trombini (IIa) bağlıyarak onu inaktive eder (21, 22). TFPI, tek zincirli bir
polipeptid olup revesibl olarak trombin (IIa)’nın yanı sıra faktör Xa’yı da
inhibe etmektedir. Xa’ya bağlanan TFPI (Xa+TFPI kompleksi), daha sonra
VIIa+doku faktörü (TF) kompleksini inhibe etmektedir. Bilindiği üzere, VIIa;
hem faktör X’nu Xa’ya ve hemde faktör IX’u, IXa’ya çevirerek koagülasyon
sisteminin intrensek, ektrensek ve anayol’dan uyarılmasına ve bu nedenle
de tromboz oluşmasına neden olur, ancak bu reaksiyon TFPI tarafından
yukarıda açıklandığı üzere inhibe edilir (23). Tromboz oluşumuna engel
olan diğer bir mekanizmada thrombin-thrombomodulin kompleksidir.
Endotel hücreleri aktive olduklarında hücre yüzeyinde trombomodulin
oluştururlar ki bu trombinin spesifik resöptörü olarak bilinir (24, 25).
Trombomodulin (CD 141), trombinin (IIa) protein C’yi aktivasyonu sırasında kofaktör olarak rol oynar. Trombin-trombomodulin kompleksinin
herhangibir prokoagülan etkisi yoktur ancak karaciğer tarafından sentez
edilen protein C’yi, edimsel Protein C (APC) şekline dönüştürür ve daha
sonra da APC, önceden aktive olmuş faktör V ve VIII (Va, VIIIa)’i etkisiz hale
getirir. Gerek karaciğer ve gereksede endotelde sentez edilen protein S,
bu reaksiyonda kofaktör olarak rol oynar (26). Trombin-trombomodulin
kompleksi, aynı zamanda trombinle aktive fibrinoliz inhibitörü (TAFI)’nü
bölerek onu edimsel şekline (TAFIa) dönüştürür ve böyleliklede fibrinolitik
aktiviteyi inhibe eder (27).
Tüm bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, sağlıklı endotel, normal koşullarda dengeyi antikoagülan faktörler yönüne doğru çekmektedir. Ancak
bu denge endotel zedelenmesi durumlarında kolaylıkla prokoagülan aktivite yönüne de çekilebilir. Aktive olan endotel, tromboza kolaylıkla eğilim
gösterir. Bakteryel endotoksinler, inflamatuar sitokinler (ör. IL-1, IL-6,
TNFa) ve glikolize olmuş proteinler endoteli aktive ederek prokoagülan bir
ortam oluştururlar. Bu süreçte, endotel hücrelerinin antikoagülan ortamdan prokoagülan ortama dönüşmesi söz konusudur ve bu durum sonuçta
doku faktörü (TF)’nün salınımına neden olur. Normalde endotel üzerinde
doku faktörü bulunmaz ancak bazı koşullarda (ör. trombin jenerasyonu,
endotoksin, sitokin, hipoksi, okside olmuş lipoproteinler ve şir etkisi) ile
doku faktörü yapımı aktive olabilir. Daha önce de tartışıldığı üzere doku
faktörü, faktör IX ve faktör X’u aktive eder (IXa, Xa) ve sonuçta protrombinaz aktivitesi oluşturarak fibrinojenin fibrine dönüşümüne neden olur (28,
29). Açığa çıkan trombin, endotel yüzeyinde bulunan trombin reseptörlerine (proteaz edimsel reseptör-1, PAR-1) bağlanır. Bu bağlanış endotel
yüzeyinde değişiklikler oluşmasına; doku faktörü (TF), nitrik oksit (NO),
endotelin (ET), platelet aktive edici faktör (PAF) ve plazminojen aktivatör
inhibitör-1 (PAI-1) gibi faktörlerin endotel yüzeyinden salınımına neden
olur.
Endotel hücreleri ve fibrinoliz: Plazminojen aktivatörleri arasında;
doku plazminojen aktivatörü (tPA), ürokinaz tipi plazminojen aktivatörü
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
(Ürokinaz, UK) ve kallikreini saymak mümkündür. tPA endotel hücrelerinde sentez edilerek tek zincirli bir zimojen (serin proteaz) olarak kana
karışır ancak daha sonra proteolitik bölünmeye uğrayarak iki zincirli bir
yapı haline dönüşür (30, 31). Ekzersiz, venöz oklüzyon, vazodilatasyon,
trombin ve sitokin gibi maddeler tPA oluşumunu stimüle ederler. Plazmada
tPA’yi bağlıyarak inhibe eden faktör, plazminojen aktivatör inhibitör-1
(PAI-1) olarak bilinir. PAI-1, bir serin proteaz inhibitörü (SERPIN) olup
sağlıklı koşullarda plazmadaki aktivitesi, tPA’dan çok daha fazladır ve bu
nedenle de tPA plazminojeni aktive edemez. Plazminojen aktivatör inhibitör-1 (PAI-1) endotel hücrelerinde ve karaciğerde üretilir ancak adipoz
dokudada üretildiği gösterilmiş olup şişman hastalarda görülen trombozla
olan ilişkisi araştırılmaktadır. Plazmada bulunan PAI-1 edimsel şekildedir
ancak PAI-1’in % 90’ı da trombositler içerisinde saklanmaktadır. PAI-1
sentezini stimüle eden ajanlar arasında trombini, sitokinleri, lipoprotein
(a)’yı ve okside olmuş düşük densiteli lipoproteinleri sayabiliriz (32). PAI2 ise, plasenta tarafından salgılanmakta olup gebelikte yüksek düzeylerde
saptanır (33). Bu nedenle de gebelikte görülen trombozların etyolojisinde
yer almaktadır. Özet olarak söylemek gerekirse, PAI-1’nın esas görevi,
tPA ve UK gibi kan pıhtılarını çözen serin proteazları (fibrinolitik ajanları) inhibe etmektir. Onkolojik koşullarda artmış PAI-1 düzeyi, matriks
metalloproteinlerinin aktivitesini inhibe ederek malign hücrelerin bazal
laminadan geçmelerini kolaylaştırmakta ve kanser metaztazlarında rolü
olduğu düşünülmektedir. Trombin-trombomodulin etkileşmesi, trombinle aktive olabilen fibrinoliz inhibitörü’nün aktivasyonuna (TAFIa) neden
olur ve bu bir karboksipeptidaz olarak plazmada dolaşmaya başlar. Oysaki
TAFI, normal koşullarda plazmada bir prokarboksipeptitaz olarak dolaşmaktadır. Edimsel TAFI (TAFIa), fibrin fragmanlarının C-terminalinden lizin
residülerini ayırır. Normal koşullarda plazminojen, fibrin fragmanlarının
C-terminalindeki lizin rezidülerine karşı yüksek affinite gösterek onlara
bağlanır ve böylelikle de normal fibrinolitik aktivite ortaya çıkar. TAFIa,
fibrin fragmanlarının C-terminalindeki lizin residülerini ayırdığından
plazminojen bu bölgeye bağlanamaz ve bu nedenle de fibrinolitik aktivite
inhibe olmuş olur (34, 35, 36).
Fibrinoliz
Genel anlamda fibrinoliz, koagülasyon sürecinde oluşan fibrin pıhtısının
parçalanması anlamına gelmektedir (37). Bu olay, plazmin denen ana bir
enzim tarafından fibrin ağına yapılan bir atak sonucu oluşur. Olay sonucunda, fibrin yıkım ürünleri (FDP) açığa çıkar ve bunlarda ya proteaz gibi
bazı enzimlerle parçalanarak veya karaciğer ve böbrek tarafından alınarak
sistemik sirkülasyondan uzaklaştırılırlar.
Plazmin, plazminojen denen öncül molekülden oluşur ve sentez yeri
karaciğerdir. Her ne kadar plazminojen fibrini parçalayamasa da yine de
ona karşı büyük bir affinite gösterir ve pıhtı oluştuğunda hemen orada
yerini alır. Plazminojen, üzerindeki bazı özel bölgeler (kringle) aracılığı
117
118
HematoLog
2012: 2● 2
ile fibrinojenin lizin ve arjinin residülerine bağlanır. Plazminojen, t-PA
ve/veya ürokinaz tarafından plazmine dönüştüğünde edimsel bir serin
proteaz olarak çalışmaya başlar ve böylelikle de fibrin(ojen) molekülünün
C-terminalinden lizin ve arjinin residülerini ayırır ve sonuçta molekül
solubl hale dönüşür (38).
Plazminojeni, plazmine dönüştüren iki önemli enzim vardır ve bunlar doku
plazminojen aktivatörü (t-PA) ve ürokinaz olarak bilinirler (39). Bunların
ana görevleri fibrinolizi başlatmaktır. Her ne kadar doku plazminojen aktivatörü (t-PA), endotel zedelenmesi oluştuğunda yavaşça kana karışırsada,
fibrin(ojen) yıkımının başlaması birkaç günü alır. Bunun da nedeni, plazminojenin başlangıçta pıhtı içersinde sıkışıp kalması ve yavaş bir şekilde
aktive olmasıdır. Doku plazminojen aktivatörü (t-PA) ve ürokinaz, plazminojen aktivatör-1 (PAI-1) ve plazminojen aktivatör-2 (PAI-2) tarafından
kontrol ve inhibe edilirler. Plazmini inaktive eden diğer iki molekül ise;
alfa 2-antiplazmin ve alfa 2-makroglobulin olarak bilinir. Plazmin aktivitesi, aynı zamanda TAFIa tarafından da azaltılmakta ve bu molekül fibrini
t-PA’nın oluşturduğu plazminojene daha da dirençli bir hale getirmektedir.
Fibrinolitik mekanizmanın çalışmasını ve değişik bölgelerdeki enzim inhibisyonlarını Şekil 1’de özetlemek mümkündür.
Normal fizyolojik koşullarda, fibrin üretimi ve yıkımı oldukça sıkı bir kontrol altındadır. Fibrinolitik aktivitenin fibrin oluşumuna üstünlüğü durumlarında “hiperfibrino(jeno)liz” oluşur ve sonuçta kanama diyatezleri ortaya
çıkar. Hiperfibrino(jenoliz) de ana olay genel sirkülasyonda aşırı plazmin
ekil 1 ■ Fibrinolitik sistemin fizyolojisi: Endotel hücrelerinden salınan t-PA ile
ürokinaz (üriner plazminojen aktivatörü), plazminojenin plazmine dönüşmesine
yardımcı olur. Plazminojen aktivatör inhibitör-1 (PAI-1) bu yolu kontrol eder ve
kendisi de APC tarafından kontrol edilir. Faktör XII, kallikrein sistemi aracılığı ile
pro-ürokinazın ürokinaza döşümüne yardımcı olur ve bu yol C1-inhibitörü ile
kontrol edilir. Tüm uğraşılara karşın kontrol edilemeyen plazmin ise son basamakta
a-2 antiplazmin ve a-2 makroglobulin tarafından inaktive edilir.
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
oluşumu nedeniyledir ve bu durum bazen literatürde “plazminemi” olarakta adlandırılır. Sirkülasyonda aşırı plazminojen/plazmin varlığı, olayı baskılayacak inhibitör kapasitesinin çok üzerine çıktığında kanama diyatezleri
her an başlayabilir. Plazminemi nedenleri arasında; hipotansiyon, travma,
sıcak çarpması, kardiyak bypass, karaciğer hastalığı, genito-üriner sistem
kanserleri ve/veya cerrahisi sayılabilir. Bu durum, akut promyelositik lösemi (APL)’de ve metastatik prostat kanserlerinde de görülebilir ve kendisini
genelde gastrointestinal, genitoüriner kanamalar şeklinde gösterir, ancak
diğer kanama şekilleri de görülebilir. Bu hastaların, tümör doku ve/veya
hücrelerinde özellikle ürokinaz tipinde plazminojen aktivatörleri saptanmış
olup bunun hiperfibrino(jeno) lizis’e neden olduğu ve kanama diyatezleri
oluşturduğu gösterilmiştir. Hastaların koagülasyon profilleri incelendiğinde; genelde normal veya hafifçe uzamış PT ve aPTT, normal trombosit
sayımları, yüksek fibrin yıkım ürünleri ancak normal d-dimer düzeyleri
olduğu görülür. Bu durumu kısaca şu şekilde açıklamak mümkündür;
hiperfibrino(jeno)lizde herhangi bir trombin jenerasyonu olmadığından
d-dimer oluşamaz. Koagülasyon faktörlerinin çoğu normaldir ancak Faktör V ve VIII düzeyleri bazen düşük olarak saptanabilir ve bunun da nedeni
bu faktörlerin plazminin proteolitik etkisine son derece duyarlı olmalarıdır.
Fibrino(jeno)liz genelde iki şekilde incelenebilir: Bunlardan ilki primer fibrino(jeno)liz olup, kendisini yüksek düzeyde plazminojen
aktivatörlerinin oluşması ve plazminojen inhibitörlerinde azalma ile
gösterir. Bunun en güzel örneğini; karaciğer hastalığı, sıcak çarpması ve malignensiler oluşturur. İkinci fibrino(jeno)liz türü ise, sekonder
fibrino(jeno)liz olup, yaygın damar içi pıhtılaşması (DİK)’na bir yanıt olarak ortaya çıkar. Yaygın damar içi pıhtılaşsı olan hastaların kanında yüksek
düzeyde t-PA gösterilebilir. Bu olgularda görülen anormal hemostaz; koagülasyon sisteminin aktivasyonu ve hızlanmış fibrino(jeno)lizin birlikteliği
nedeniyledir. DİK ve primer fibrino(jeno)lizin klinik görünümleri oldukça
eşbenzerlik gösterdiğinden bunların birbirlerinden ayırımı zordur. Ancak
DİK; trombositopeni, koagülasyon faktörlerinde düşüklük, PT ve aPTT’de
uzama, AT-III düzeyinde düşüklük, d-dimer düzeyinde artma ve periferik
kanda şistozitler görülmektedir. Oysa hiperfibrino(jeno)liz’de; trombosit
sayımı normaldir, d-dimer’da artma görülmez ve periferik kanda da şiztositler yoktur. Hiperfibrino(jeno)lizin DİK ile karşılaştırılmasında, Tablo 1’de
görülen kriterler kullanılabilir.
Hiperfibrino(geno)liz’in tanısında kullanılan testler arasında; fibrin y›k›m
ürünleri (FDP), d-dimer, trombin p›ht›lama zaman› veya trombin zaman›
(TCT veya TT), Tromboelastografi (TEG) ve öglobulin lizis zaman› (ELT)
sayılabilir. Plazmin fibrini parçaladığında birçok fibrin parçacıkları açığa
çıkmakta ve bunlara fibrin yıkım ürünleri (FYÜ, FDP) adı verilmektedir.
Bunlar, trombin ile yarışmaya girerek fibrinojenin fibrine dönüşümünü
engellemekte ve sonuçta pıhtı oluşumu yavaşlamaktadır. Bu durum en iyi
trombin zamanında (TT) uzama ile gösterilebilir. Günümüzde, fibrin yıkım
119
HematoLog
120
2012: 2● 2
Tablo 1 ■ Hiperfibrino(jeno)liz ve Dissemine İntravasküler Koagülasyonda
Laboratuvar Bulguları
Hiperfibrino(jeno)liz
Trombosit say›m›
PT
aPTT
Trombin zamanı
Fibrinojen
Faktör II
normal
düük
normal veya uzamış
uzamış
uzamış
uzamış
normal
düşük
normal veya uzamış
düşük
Faktör V
normal veya düşük
Faktör VIII
normal veya düşük
Faktör VII
Faktör IX
Faktör X
Faktör XI
Faktör XII
FDP
Dissemine intravasküler
koagülasyon
normal
normal
normal
normal
normal
uzamış
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
artmış
artmış
D-dimer
normal
artm›
Antitrombin
normal
Plazminojen
α2-antiplazmin
α2-antiplazmin-plamin
Eritrosit morfolojisi
düşük
düşük
düşük
düşük
düşük
artmış
artmış
normal
istozitler
ürünleri ve özel bir fibrin yıkımı olan d-dimer, antijen ve antikor teknolojisi ile kolayca ölçülebilmektedir. Aslında bunlar, trombin zamanından (TT)
daha spesifik testler olup, fibrinolizin gerçekten oluştuğunu kanıtlamaktadır. Bu testler günümüzde; derin ven trombozunu, pulmoner emboliyi,
yaygın damar içi pıhtılaşmasını ve akut miyokard infarktüsünde etkin bir
tedavinin verilip verilmedigini göstermede kullanılmaktadır. Tromboelastometri (TEM) hızlanmış fibrinolitik aktiviteyi göstermede kullanılan diğer bir
test olup heparin verilen hastalarda da kullanılabilir (4). Bu yöntemde, fibrinoliz inhibitörü olarak aprotinin kullanılmakta ve fibrinolizisin varlığı, TEM
profilini aprotininli ve aprotininsiz ortamda karşılaştırılarak yapılmaktadır.
Klinikte daha çok cerrahi esnasında çok fazla kan kaybeden hastalarda fibrinolitik sistemin aktive olup olmadığını saptamada kullanılmaktadır. Tüm
fibrinolitik aktiviteyi göstermede kullanılan diğer bir test ise öglobulin lizis
zaman› (ELT)’ dır. Bu test plazmanın eugobulin kısmını (fibrinojen, PAI-1,
t-PA, alfa-2 antiplazmin ve plazminojen) pıhtılaştırdıktan sonra, pıhtının
çözünmesi için geçen zamanı ölçerek yapılmaktadır. Bu sürenin kısalması,
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
artmış hiperfibrinolitik aktiviteyi ve kanama riskini göstermektedir. Artmış
fibrinolitik aktivite, karaciğer hastalıklarında, PAI-1 veya alfa-2 antiplazmin eksikliğinde görülebilir. Ancak yüksek doz DDAVP verilmesinden
sonra ve şiddetli stres sonucu da ortaya çıkabilir (40,41).
Hiperfibrino(jeno)lizde genel tedavi prensibi epsilon aminokaproik asit
(EACA -Amikar-IV veya oral) ve traneksamik asit (Transamin IV-tablo) gibi
antifibrinolitik ajanları kullanmaktır. Traneksamik asit,aminoasit lizinin bir
türevi olup Amikar’a karşın 8 kez daha fazla antifibrinolitik etki gösterir. Bu ajanlar plazminojen aktivasyonunun kuvvetli inhibitörleridir. Daha
sıkça kullanılan ajan EACA olup, başlangıç dozu 4-5 gramdır ve 250 ml.
%5’lik dekstroz veya serum fizyolojikte dilue edilerek 60 dakikada intravenöz olarak verilir. İdame dozu saatte 1 gram olmak üzere toplam 8 saat
veya kanama duruncaya kadar verilmelidir. Günde maksimum 30 gramı
geçmemelidir. Daha az sıklıkla kullanılan ajan Traneksamik asitin dozu ise
günde 3-4 kez intravenöz olarak, 10 mg/kg’dır ve tedaviye 2-8 gün veya
kanama duruncaya kadar devam edilir. Antifibrinolitik ajanlar genelde dissemine intravasküler koagülasyonda çok tehlikeli olduğundan, bu ajanları
kullanmadan önce (yaygın damar içi pıhtılaşmanın) dışlaması zorunludur.
Kaynaklar
1.Augustin HG, Kozian DH, Johnson RC. Differentiation of endotheliel cells:
analysis of the constitutive and activated endothelial cell phenotypes. Bioassays
1994;16:901-6.
2. Newman PJ, Bernt MC, Gorski J et al. PECAM-1 (CD31) cloning and relation
to adhesion molecules of the immunoglobulin gene superfamily. Science
1990;247:1912-22.
3. Piali L, Hammel P, Uherek C et al. CD31/PECAM-1 is a ligand for vbeta 3 integrin
involved in adhesion of leukocytes to endothelium. Journal of Cell Biology
1995;130:451-60.
4. Muller WA, Berman ME, Newman PJ et al. A heterophilic adhesion mechanism
for platelet/endothelial cell interaction. Journal of Experimental Medicine
1992;175:1401-4.
5. Dejana E. Endothelial adherence junctions: implications in the control of vascular
permeability and angiogenesis. J Clin Invest 1996;98:1949-53.
6. Liu Z, Tan JL, Cohen DM et al. Mechanical tugging force regulates the size of
cell-cell junctions. Proc Natl Acad Sci USA 2010;107:9944.
7. Stramler JS, Single DJ, Lozcalzo J. Biochemistry of nitric acid and its redoxactivated forms. Science 1992;258:1898-902.
8. Furchgott RF, Zawadski JV. The obligatory role of endotheliel cells in the
relaxation of arterial smooth muscle by acetylcholine. Nature 1980;288-373.
9. Palmer RM, Ferigge AG, Moncada S. Nitric acid release accounts for the biological
activity of endothelium-derived relaxing factor. Nature 1987;327:524.
10.Radomski MW, Palmer RM, Moncado S. The anti-aggregating properties of
vascular endothelium: interactions between prostacyclin and nitric oxide. Br J
Pharmacol 1987;92:639.
121
122
HematoLog
2012: 2● 2
11.Marcus AJ, Broekman MJ, Drosopoulos JH et al. The endothelial cell ectoADPase responsible for inhibition of platelet function is CD39. J Clin Invest
1997;99:1351-60.
12.Diodati JG, Dakak N, Gilligan DM et al. Effect of atherosclerosis on endotheliumdependent inhibition of platelet activation in humans. Circulation 2000;101:2144.
13.Minor SE,Hesayen A, Nield LE et al. Acethylcholine acutely modifies nitrix oxide
synthase function in human coronary circulation. Exp Physiol 2010;95:1167.
14.Agapitov AV, Haynes WG. Role of endothelin in cardiovascular disease. J Renin
Angiotensin Aldesterone Sys 2002;3:1-15
15.Schinelli S. Pharmacology and pathophysiology of the brain endothelin system:
an overview. Curr Med Chem 2006;13:627-38.
16.Piper P, Vane J. The release of prostaglandins from lung and other tissues. Ann
N Y Acad Sci 1971;180:263.
17.Benveniste J, Henson, PM, Cochrane CG. Leukocyte-dependent histamine release
from rabbit platelets. The role of IgE, basophils and platelet activating factor. J
Exp Med 1972;136:1356-77.
18.Beneviste J. Platelet activating factor, a new mediator of anaphylaxis and immune
complex deposition from rabbit and human baspphils. Nature 1974;249:581-2.
19.Willis AL, Smith DL, Vigo C. Effect of protacyclin and orally active stable mimetic
agent RS-93427-007 on basic mechanism of atherogenesis. Lancet 1986;2:682.
20.Gleim S, Kasza Z, Martin K. Prostacyclin receptor/thromboxane receptor
interaction and cellular responses in human atherothrombotic disease. Curr
Atheroscler Rep 2009;11:227.
21.Bajaj MS, Birktoft JJ, Steer SA et al. Structure and biology of tissue factor pathway
inhibitor. Thromb Haemost 2002;86:959-72.
22.Lwaleed BA, Bass PS. Tissue factor pathway inhibitor, biology and involvement in
disease. J Pathol 2006;208:327-39.
23.Osterud B, Bajaj MS, Bajaj SP. Sites of tissue pathway inhibitor (TFPI) and tissue
factor expression under physiologic and pathologic conditions. On behalf of
the Subcommittee on Tissue Factor Pathway inhibitor (TFPI) of Scientific and
Standdardızation Comittee of the ISTH. Thromb Haemost 1995;73:873.
24.Wen DZ, Dittman WA, Ye RD, et al. Human thrombomodulin: complete cDNA
sequence and chromosome localization of the gene. Biochemistry 1987:26:43507.
25.Jakubowski HV, Owen WG. Macromolecular specificity determinants on thrombin
for fibrinogen and thrombomodulin. J Biol Chem 1989;264 :11117-2.
26.Van de Wouwer M, Collen D, Conway EM. “Thrombomodulin-protein C-EPCR
system: integrated to regulate coagulation and inflammation. Arterioscler
Thromb Vasc. Biol. 2005;24:1374-83.
27.Bajzar, L; Morser J, Nesheim M. TAFI, or plasma procarboxypeptidase B, couples
the coagulation and fibrinolytic cascades through the thrombin-thrombomodulin
complex. J. Biol. Chem 1996;271:16603-8.
28.Konigsberg W, Kirchhofer D, Riederer MA, Nemerson Y. The TF:VIIa complex:
clinical significance, structure-function relationships and its role in signaling
and metastasis. Thromb Haemost. 2002;86:757-71.
Vasküler endotel fonks‹yonu ve f‹br‹nol‹t‹k akt‹v‹te
29.Wiiger MT, Prydz H. The changing faces of tissue factor biology. A personal
tribute to the understanding of the extrinsic coagulation activation. Thromb
Haemost. 2007;98: 38-42.
30.Tsurupa, G; Medved L. Identification and characterization of novel tPA- and
plasminogen-binding sites within fibrin(ogen) alpha C-domains. Biochemistry
2001;40:801-8.
31.Ichinose, A; Takio K, Fujikawa K. Localization of the binding site of tissue-type
plasminogen activator to fibrin. J. Clin. Invest. 1986;78:163-9.
32.Dellas C, Loskutoff DJ. Historical analysis of PAI-1 from its discovery to its
potential role in cell motility and disease. Thromb Haemost. 2005;93:631-40.
33.De Taeye B, Smith LH, Vaughan DE. Plasminogen activator inhibitor-1: a common
denominator in obesity, diabetes and cardiovascular disease. Current opinion in
Pharmacology 2005;5:149-54.
34.Bajzar L, Morser J, Nesheim M. TAFI, or plasma procarboxypeptidase B, couples
the coagulation and fibrinolytic cascades through the thrombin-thrombomodulin
complex. J Biol Chem 1996;27:16603-8.
35.Bouma BN, Mosnier LO. Thrombin activatable fibrinolysis inhibitor (TAFI) at the
interface between coagulation and fibrinolysis. Pathophysiol Haemost Thromb.
2005;33: 375-81.
36.Mosnier LO, Elisen MG, Bouma BN, Meijers JC (2002). Protein C inhibitor regulates
the thrombin-thrombomodulin complex in the up-and down regulation of TAFI
activation. Thromb Haemost. 2002;86:1057-64.
37.Ceasarman-Maus, G, Hajjar KA. Molecular basis of fibrinolysis. British Journal of
Haematology 2005;129:307-2.
38.Walker JB, Nesheim ME. The molecular weights, mass distribution, chain
composition and structure of soluble fibrin degradation products released
from a fibrinclot perfused with plasmin. The Journal of Biological Chemistry
1999;274:5201-12.
39.Cotran RS, Kumar V, Fausto N. Robbins and Cotran pathologic basis of disease.
St. Louis. Mo: Elsevier Saunders. pp 125.
40.Levrat et al. Evaluation of rotation thromboelastography for the diagnosis of
hyperfibrinolysis in trauma patients. Br J Anaesthesia 2008;100:792-7.
41.Tieu BH, Holcomb, JB, Schreiber, MA. Coagulapathy: It is pathophysiology and
treatment ın the injured patients. World J Surg 2007;31:1055-64
123