Av. Ord. Prof. Dr. Ernst Hirsch

Av. Ord. Prof. Dr. Ernst Hirsch
(20 0cak 1902–29 Mart 1985)
Stj. Av. Süleyman YÜKSEL
30 Hukuk Gündemi | 2014/2
D
eğerli okurlarımız, bu sayımızda sizlere, Türk
Hukukuna çok değerli katkılar sağlamış bir
hukuk insanını anlatalım istedik. Büyük
Alman-Türk Hukukçusu Prof. Dr. Ernst E. Hirsch. Türk
Vatandaşlığına geçtikten sonraki adı ile Ernest Hirş.
EĞİTİM HAYATI
20 Ocak 1902’de Almanya’da Yahudi bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya gelen Hirsch, 1920 yılına
kadar ilk, ortaokul ve liseyi Friedberg (Hessen)’de
okumuştur.
1920 yılında liseden mezun olduktan sonra
Frankfurt’ta amcası Otto Hirsch’in bankasında çalışmaya başlamış ve aynı zamanda üniversitede Ekonomi ve Sosyal Bilimler okumuştur. 1922’de önce
Münih, sonra da Giessen Eyalet Üniversitesi Hukuk
Fakültelerinde hukuk eğitimini tamamlayıp 1924’te
mezun olmuştur
Hukuk Fakültesinden bütün hocalarının takdirlerini kazanarak mezun olduktan sonra “Avukat
Yanında Staj” ve “Yardımcı Hakimlik” sınavlarında
üstün bir başarı elde etmiştir. Daha sonra çalışmaya
başlamış, ancak avukatlığın kişiliğine uygun olmadığını düşünerek bilim insanı olmaya karar vermiştir.
Hirsch, 1920 ve sonrası için “Altın 1920’ler” nitelemesi yapar, fakat “Alman Mucizesi”nden bahsederken, bu söze pek itibar etmez. Çünkü: “İnsanlığın
parlak anları olabilir ama halkların siyasi tarihlerinde
mucizeler yoktur. Çalışan kazanır” der ve “Çalışan
Kazanır” sloganı Onun hayat düsturu olmuştur.
AKADEMİK HAYATI
1930’da Frankfurt’ta, Ticaret Hukuku, Medeni
Hukuk, Alman ve Uluslararası Özel Hukuku dallarında doçent olarak ders vermiştir. 1931’de Frankfurt
Asliye Hukuk Mahkemesine atandıktan sonra, 7
Nisan 1933 tarihli “Meslek Memurlukları Koşullarını
Yeniden Düzenleme Yasası” gereği, “Ari Irk”a mensup
olmadığı için, yargıçlık memuriyetini kaybettiği gibi,
doçent olarak da öğrenim yaptırması yasaklanmıştır.
Hirsch, kısa bir süre sonra kendisine verilen turistik
bir pasaportla Hollanda’ya geçmiş ve Amsterdam’da
geçici olarak Ticaret Hukuku okutma şansına sahip
olmuştur. Sonrasında İstanbul Üniversitesinden
kesin bir davet almıştır. Hirsch ile birlikte İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi (İÜHF) için kurulması
planlanan altı kürsüye davet edilen diğer yabancı
profesörler de aynı prosedürle Türkiye’ye gelmeyi
kabul etmiştir.
Prof. Dr. Ernst E. Hirsch, Türk hükümetinin tam
yetkili temsilcisi Prof. Dr. Malche’in imzasını taşıyan
ve İÜHF Ticaret Hukuku Kürsüsü için resmi çağrısını
1933 Eylülü sonunda almış, resmi sözleşmeyi de 4
Ekim 1933’te Cenevre’de imzalamıştır.
Her beş yılda bir yenilenmek şartıyla imzalanan
sözleşmeye göre; derslerin ilk üç yıl Almanca verilebileceği, ancak dördüncü yıldan sonra Türkçe ders
vermek zorunda oldukları ifade edilmiştir.
İstanbul Üniversitesinde göreve başlayan Hirsch,
üçüncü yılın sonunda Türkçeyi mükemmel öğrenmiştir. Başlangıçta derslerini Almanca olarak anlatan
Hirsch’in Almancaya hakim bir çevirmeni vardır.
Ancak çevirmenin hukukçu olmaması sebebiyle
Hirsch, öğrencilerin anlattıklarını doğru bir şekilde
anlayamamasından endişe duymuştur.
İşte bu aşamada; henüz küçük yaşta iken
Almanya’ya gitmiş, tahsil için Türkiye’ye dönmüş
ve Almancası çok iyi olan ikinci sınıf öğrencisi Halil
Arslanlı ile tanışmıştır. Halil Arslanlı, haftanın belli
günlerinde Hirsch’e dil dersleri verirken, bir yandan
da hocanın fahri asistanlığını yürütmüştür.
1933-1943 yılları arasında İstanbul Üniversitesinde Ticaret Hukuku, Fikri ve Sınai Haklar alanlarında lisans ve doktora öğretiminde bulunmuştur.
Hirsch, 1943–1952 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (AÜHF) öğretim üyeliği görevindeyken de, özellikle Türk Ticaret Kanunu, Fikir ve
Sanat Eserleri Kanunu ile Marka ve Patent Kanunu
projelerinin hazırlanmasında “kodifikatör” olarak
büyük rol oynamıştır.
Hirsch, anılarını yazdığı kitabında; öğretmen bir
amcası olduğunu, soyağacında 18. yüzyıla kadar
hocalar ve bilgilerin yer aldığını, bunun da bir katkısı
olarak daha üniversite yıllarından önce kendisine bir
öğretme yeteneğinin geçmiş olduğunu keşfettiğinden bahsetmektedir.
TÜRK HUKUK BİLİMİNE KATKILARI
Almanya’da ciddi bir hukuki donanıma sahip olarak
yetişen, bulunduğu akademik ortamlardaki öğretim
üyeleri, öğrencileri ve asistanları tarafından yıllar
sonra bile derin sevgi ve hürmetle anılan Hirsch’in
hukuk dünyası tarafından taşıdığı değer çok önemlidir. Almanya’da hukukun gelişmesine yaptığı katkıların yanında Türk Hukukunun bugünkü haline
gelmesinin zeminini hazırlayan büyük bir şahsiyettir.
2014/2 | Hukuk Gündemi 31 Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’in bunca katkısının yanında
kütüphaneci olarak kazandırdıklarını atlamak elbette
mümkün değildir. Öğrencilerin yalnızca ders çalışken masalarını kullandığı, İÜHF kütüphanesinin gerçek anlamda bir kütüphane sıfatını kazanmasında
Hirsch’in inkar edilemez bir emeği bulunmaktadır.
“Kitaplığı olmayan üniversite, cephaneliği bulunmayan bir kışlaya benzer’’ diyerek kütüphanenin
üniversite için vazgeçilmezliğini vurgulayan Hirsch,
o gün için okuma salonunu andıran bölümü, olması
gerektiği hale getirebilmek için asistanlarını da
seferber etmiştir. Bir ordinaryüs profesör olmasına
rağmen kolları sıvayarak yaz tatili boyunca fiilen
kitaplarla iç içe olmuştur. Hiçbir karşılık almadan
kütüphanenin kurulması için çabalayan, çok büyük
emek veren Hirsch, bu konuda da minnet duymamız
gereken büyük bir bilim insanıdır.
İÜHF’de öğretim görevine devam ederken, 1938
yılında Türk Vatandaşlığına geçmek için yapmış
olduğu başvuru beş yıl sonra nihayet sonuçlanmış
ve 21 Eylül 1943 günü Türk vatandaşlığına geçmiştir.
Kendisine Türkçe dil uyumuna uygun olarak Ernest
Hirş adı verilmiştir. Bir ay sonra AÜHF’ye kendi rızasıyla tayin olmuştur. Ancak eşinin rahatsızlığı nedeniyle evini İstanbul’da bırakmak zorunda kalmış, bu
sayede de zaman zaman İÜHF’ye ders vermek için
İstanbul’a gidip gelmiştir.
Anılarında, 2 Mart 1945 tarihinde de avukatlık ruhsatnamesini aldığını yazmaktadır. Önce 5 Temmuz
1945’te 1696 sicil numarası ile İstanbul Barosuna
32 Hukuk Gündemi | 2014/2
kayıt yaptırmış, 29 Mayıs 1946’da nakil yaptırarak
Ankara Barosuna kaydolmuştur. Kayıt tarihi 13 Haziran 1946 olup Sicil Numarası 372’dir.
HUKUKÇULARIN GÖZÜNDEN HIRSCH
Şimdi de ölümünden kısa bir süre önce yayımlanan “Anılarım” (Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi-Münih, 1982) başlıklı kitabı ve
birlikte çalıştığı değerli asistanlarının anılarından
faydalanarak Prof Dr. Ernst E. Hirsch’i anlatmaya
devam edeceğiz. Bu arada Ankara Barosunun 2008
yılında düzenlemiş olduğu “Ernest E. Hirsch’i Anma
Toplantısı”na katılan değerli hukukçuların sözlerine
de yer vereceğiz.
Öncelikle Hirsch’in çok değerli asistanı ve
Türkiye’de yetiştirdiği en değerli “Hukuk Felsefesi
ve Hukuk Sosyolojisi” hocalarından olan Prof. Dr.
Hamide Topçuoğlu’nun, “Aziz Hocamız Hirsch” başlıklı makalesinden alıntılar yapıyoruz:
“Tarihin garip cilveleri vardır. Bazı memleketlerin
başına gelen sosyal ve politik buhranlar, sağduyunun her türlü kontrolünden dışarı taşacak bir sınıra
ulaşınca, o toprağın en nadide ürünlerini, en ümit
dolu tohumlarını sağa sola saçar, başka ülkelere
uçurur. İkinci Dünya Savaşına rast gelen yıllarda
birçok Alman aydını memleketlerinde gereği gibi
yerine getiremedikleri hizmetleri, insanlığın başka
çevrelerinde gerçekleştirme yolları aramışlardı.
İşte Prof. Dr. Ernst Hirsch de bunlardan biriydi. O,
olayların ileride alacağı şekli erken keşfetmiş ve
memleketimizi kendisine ikinci vatan seçmişti.
Hirsch, bir yabancı bilginin sağlayabileceği azami
yardımı ve azami verimi bizlere sağlamıştı. Her
şeyden evvel, hitap ettiği milletin dilini öğrenmek
gibi, pek az yabancı uzmanın önemsediği bir uygar
görevi yerine getirmişti.
Öğrencileri, meslektaşları, fakülte dışındaki dostlarıyla ve nihayet devletin muhtelif derece ve kademedeki makamları ile ne kadar yakından ilgilendiğini,
kendisinden istenen her hizmet, her yardım talebi
karşısında, hemen hemen otomatik bir şekilde işe
koyulup, kelimenin tam anlamıyla canla başla, kendini etrafındakilerin emrine tahsis ettiğini herkes
bilirdi. “Dostların ricası emir sayılır” kuralı sanki onun
içindi. Pozitivist hümanizmin peygamberi sayılan
Comte, kendi ahlâki prensibini sanki bizim hoca
için icad etmişti: Vivre pour les autres. Yani, başkaları
için yaşayınız.
Prof. Dr. Ernst Hirsch için “çalışma”, diğer insanlar
için olduğundan çok daha ayrı bir şeydi. “Çalışma”
onun için, bir iş, bir vazife, bir ahlâki gereklilik olmaktan çok daha fazla bir şeydi. Kanaatimce çalışma,
Hirsch için, hayatın ta kendisi idi.
Hocam, aydınların mutlaka felsefe ile ilgilenmelerini, hayat hakkında, toplum hakkında belirli
bir dünya görüşüne, bir değerler sistemine sahip
olmalarını her vesileyle hatırlatır, bunun “kişiliğin”
vazgeçilmez bir şartı olduğunu daima tekrarlardı.
Prof.Dr. Ernst Hirsch, gerçekliğin yerine ikame edilmek istenen kavramlar demetinden, edebî ve sözüm
ona “Ahlaki” safsatalardan nefret ederdi. İnsanlara,
bilgi yerine nasihat sunan beylik devlet teorilerinden, Hukuk Felsefesi yerine ikame edilmek istenen
Hukuk Edebiyat’ından hiç hoşlanmazdı. Açıklığa,
kesinliğe, duruluğa düşkündü. Sosyal gerçekliği
olduğu gibi görmeden, ona süslü püslü fistanlar
biçmeye kalkan fikir terzilerini de hiç sevmezdi.
Hirsch, her yıl ikinci sömestrde okuttuğu Hukuk
Sosyolojisi derslerinde, çağdaş insanın ideolojiler
karşısındaki acıklı durumunu çok güzel belirtir ve
iktidarların kendilerini “Meşru” gösterme gayretlerine
değinirken, modern iktidarların kendi meşruiyet
desteklerini artık dinlerde değil ideolojilerde bulduklarına dikkati çekerdi.
“Her toplum içinde, her rejim tarafından, her
düzen lehine bir ideoloji icat edilmektedir. Bundan dolayıdır ki bütün rejimler ve siyasi akımlar,
halkın ilme karşı duyduğu saygıyı, deyim yerindeyse,
istismar ederek kendi menfaat ve davalarını ilmen
savunmaktadırlar” derdi.
Bütün anlatımlarında, öğrencisine, objektif
düşünmeyi, insanca hissetmeyi ve insanlar arasında
fazilet farkından başka bir ayrım gözetmemeyi telkin
eden Hocamızın etkisi gerçekten büyük olmuştur.
Hocamızın meziyetleri hatırlanmakla, saymakla
bitmez. Akademik çalışmanın, ilmi titizliğin, fikri
bağımsızlığın, işbirliği ahlakının, mesleki dostluğun ve anlayışın en güzel örneklerini vermiş olan
Hirsch’in aziz hatıraları fakülte kütüphanesinden,
ders salonlarından, öğrenci sıralarına kadar kurumumuzun her köşesine öyle derin bir şekilde sinmiştir.
Onu o kadar benimsemiştik ki, Almanya’ya gideceği zaman çoğumuz sadece üzüntü değil, daha çok
hayret duyduk. Neredeyse, “Orada ne yapacaksınız
sanki bu da nereden çıktı şimdi!” demek istiyorduk. Bir insan, muhitini, kendisine ancak bu kadar
2014/2 | Hukuk Gündemi 33 alıştırabilir. Sonuç olarak, Hoca, bizim fakültenin
adeta bir mütemmim cüzü olmuştu.
Şimdi de ikinci asistanı Prof. Dr. Yaşar Karayalçın’dan
alıntı yapalım:
“Hukuk Fakültesinde 1943 senesinde dördüncü
sınıfta öğrenciyken, Prof. Hirsch İstanbul’dan,
AÜHF’ne gelmişti. Okulda babam bana; “Sana da
hiçbir hocayı sevdiremedik” demişti. Sevdiğim hocalar vardı, ama istediğim hocayla tanışamamıştım.
Hirsch’in birkaç dersine girdim, rahmetli babama
dersten sonra, “Baba bugüne kadar bazı hocaları
şikâyet ettim, ama şimdi istediğim hocayı buldum ve
bundan sonra onunla beraber olmaya gayret edeceğim” dedim. 4. sınıfta o zaman doktora yapabilmek
için lisans seviyesinde üç sertifikaya sahip olmak
gerekiyordu. Ben ve Profesör Hirsch’in asistanı Selim
Erez öğrenci olarak talip olduk. Bir taraftan lisans
dersleri, bir taraftan seminer çalışmalarıyla hakikaten
çok deneyim kazandığım bir sene yaşadım.
Fakülteyi bitirdiğim zaman, Hamide hanım üç
dört aylık asistandı. Mezun olur olmaz, rahmetli
hocamla görüşmüştüm. İşlemler yapıldı, böylece
fakültede Hamide Hanımdan birkaç ay sonra ikinci
asistan olma imkânına sahip oldum.
34 Hukuk Gündemi | 2014/2
Şimdi, bu kısa özetten sonra bir şey anlatmak
istiyorum: Prof. Dr. Ernst Hirsch Türkiye’de gördüklerini, hatıralarını ve Almanya’da yaşadıklarını da
ilave etmek suretiyle 1982 yılında Almanca bir
kitap yayımlamıştı. Okudum, Almancayı o zaman
epey öğrenmiştim, harika bir kitap. Bunun çevrilmesi gerektiğinin sonucuna vardım. Çevirisi, emin
olun hiç kolay olmadı, çok zor ama güzel bir metin.
Bir tercüman bulduk. Fatma Suphi Hanım. Çok iyi
Almanca biliyor. Hocanın sağlığında bu Türkçe çeviriyi kendisine sunmayı amaçlamıştık, fakat baktım ki,
bu olamayacak gibi gözüküyor. “Uygun görürseniz
mütercimi değiştirelim” dedim. Hamide Hanımdan
aldığım cevap şu oldu. “Onun kadar Türkçeye hakim
bir mütercim bir daha bulamayız, siz devam edin”
Netice itibariyle Fatma Hanımın metinlerini alıp
Hirsch’e gönderiyorduk, Hirsch okuyor, gerekliyse
düzeltiyor ve bize iade ediyor, böylece biz de devam
ediyorduk. Esas itibariyle hukukçulara hitap eden bir
kitaptı. Ama TÜBİTAK’tan bir grup geldi, “Bu kitabı
okuduk, sizden bir ricaya geldik, bu kitap yalnız
hukukçulara hitap eden bir kitap değildir, bu kitap,
Cumhuriyet dönemiyle ilgili bir belge mahiyetindedir. Uygun görürseniz bu kitabı TÜBİTAK olarak
biz basalım” dediler. Rahmetli hocamı o zaman kaybetmiştik. “Hiç şüphe yok, buna evet diyecektir ve
mutlu olacaktır” dedik ve sözleşme yaptık. Kitabı
Ankara’da bu şekilde bastılar. “Anılarım” kitabı böylece çıkmış oldu.
Tabii Türk Ticaret Kanunu’nun hazırlanmasında hiç
şüphe yok ki çok büyük çalışma yapmıştır. Ben de o
zaman asistanı olarak hocaya yardımcı olmuştum.
Bir kaç hatırasını anlatmak istiyorum:
Bir gün hoca geldi, “Yaşar Bey; Türk vatandaşı
oldum, benden bir derece maaşımın yükselmesi
için Almanca sınavına girmem isteniyor, beni Türkçeden imtihan edebilirler ama beni kim Almancadan
imtihan edecek, olur mu böyle şey?” dedi. Israr etti,
sınavı kabul etmedi. Neyse, bürokrasi anlayış gösterdi, otomatik bir şekilde maaş katsayısı 25’ten 30’a
yükseldi ve böylece yeni bir hayat başlamış oldu, bu
çok enteresandır.
İkincisi: Hirsch’in hazırladığı metin kanunlaştı,
tabii Adalet Bakanlığı’na büyük hizmet yapmıştı. Bir
gün Prof. Hirsch “Bana Adalet Bakanlığı’ndan bir şey
göndermişler, bana Ticaret Kanunu’nu hazırladığım
için bir miktar para ödemek istiyorlar ama ben bahşiş
kabul etmem, onun için bunu iade edeceğim” dedi
ve iade etti, ama hizmeti tabii ki kaldı.
Üçüncüsü: Aşağı yukarı 1950-51 falan, bir gün
odasında çalışıyordu, odasına gittim. Bir de baktım
ki hoca bir tuhaf, “Ne oldu hocam, hasta mısınız?”
dedim. Israr etmesem söylemeyecek. “Yaşar Bey, bir
mektup aldım, kız kardeşimi ve çocuğumu Almanlar
öldürmüşler” dedi. Perişan olmuştu, unutamıyorum.
O ağlamadı, ben ağladım.
Bir hususu daha ilave edeyim. Prof.Dr.Ernst Hirsch
1943’te Ankara’ya geldi ve 1952’ye kadar Ankara
Hukuk Fakültesi’nde hoca olarak faaliyette bulundu.
Ben 1951-52 senesinde Avrupa’ya gittiğim vakit,
döndüğümde bir de baktım, genç bir delikanlı,
Hirsch’in yanında dolaşıyor. Hocaya sordum “Bu
kim?”“O öğrencim, müstakbel asistanım” dedi. Böylece hocanın üç asistanı oldu. Hamide hanım, ben
ve İlhan Akipek.”
Söz tam da buraya gelmişken Prof. Dr. İlhan
Akipek’i dinleyelim şimdi de:
“Hukuk Fakültesinde okuyorum, Hirsch Hukuk
Fakültesinde, tek başına, her sınıfa bir ders anlatıyor.
Birinci sınıfta hukukta metot ve hukuka giriş, ikinci
sınıfta fikri haklar, üçüncü sınıfta hukuk felsefesi
ve hukuk sosyolojisi, dördüncü sınıfta da ticaret
hukuku.
Üçüncü sınıfa geçtiğimde, baktı ki her dakika
peşindeyim, hiç ayrılmıyorum. “Sen bana fahri asistan olur musun?” dedi. “Memnun olurum, neden
olmasın” dedim. Ben başladım hocayla birlikte odasında çalışmaya. Yaşar Karayalçın hoca ise Avrupa’daydı o sırada.
Ben üçüncü sınıftayken Hoca, “Hukuk Felsefesi ve
Sosyolojisi” kitabını yazdı, meşhur kitap, bir derya.
Her hukukçunun okuması gereken bir kitap. Çünkü
bu kitabın içerisinde bir hukukçunun felsefe ve
sosyolojide bilmesi gereken her şeyi yazıyor. Arkasında indeks var. İndeks demek Latincede, fihrist
demek, Düşününüz ki, bir alfabetik fihrist neye yarar?
Çünkü kitaplar yazılıyor, arkasında indeks yok. Bir
şeyi öğrenmek istiyorsanız, kitabı açacaksınız, fihristten bakacaksınız. İndeksi de ben yaptım, hoca
doğru buldu “iyi yaptın, teşekkür ederim” dedi ve
kitap basıldı.
Neden bu kitabı hâlâ seviyorum? Bu kitabın ikinci
nüshasında, “Yardımcım ve sevgili öğrencim İlhan
Beye teşekkür ve saygılarımla takdim ettim” diyor.
1 Mayıs 1949 tarihli.
Neticede mezun oldum. Beni Ticaret Hukuku Kürsüsüne alacaktı. Bir ay geçti, bir ay sonra masamın
üzerinde bir zarf buldum, kapalı zarf. Açtım, içinde
para var. “Hamide Hanım, bu para nedir” dedim.
“Hocam sana maaş veriyor” dedi. Ne diyorsunuz,
içinde 200 Türk Lirası var. 200 Türk Lirası, hoca bu
200’ü bana verdi ama kendisi maaş olarak 800 Lira
alıyordu zaten. En yüksek maaş, Türk vatandaşlığına geçtikten sonra maaşı 150 Liraya düşmüştü.
“Ben bunu alamam” dedim, Hamide Hanıma. O da,
“İmkânı yok, git kendin söyle, almazsan seni disipline veririm” dedi. Gittim Hocaya, “Hocam, ben bunu
almıyorum” dedim. “Arkadaşım o zaman gelmezsin”
dedi.
Ben hocamdan maaşı aldım. Aradan altı ay geçti.
Ticaret Hukukunun kadrosu gelmedi, Hukuk Felsefesinin geldi. Ben de Hukuk Felsefesine zaten bu kitap
dolayısıyla çok alıştığım için, “Olur ben de kabul edeyim” dedim. Asistan olarak, böylelikle hocanın yanına
girdim de, maaş birden bire resmi maaşa, devlet
maaşına döndü, 200 Lira 235 Lira oldu. Hocamın
yanında nasıl asistan olduğumun öyküsü de böyle”
diye bitiriyoruz İlhan Akipek Hocamızın anılarını.
Şimdi de Prof. Dr. Ünal Tekinalp’e kulak verelim.
“Episode’ler ve Epoche’ler” yazmakta olduğum bir
anılar ve düşünceler kitabının adıdır. Başlığın esin
kaynağı da Prof. Dr. Hirsch’tir. Ve öyküsü şöyledir:
Yıl, büyük olasılıkla 1983’tür. Sömestr tatili sebebiyle birkaç günlüğüne eşimle Hirschlerin Königsberg (Schwarzward)’deki evlerinde misafiriz. Bir
akşam yemeğinden sonra Hoca ile çeşitli konular
üzerinde konuşuyoruz. Her dakikası dolu, dinleyeni
aydınlatan, yeni bilgilerle donatan bir konuşma.
Konu, hukuk sosyolojisindeki son gelişmeler.
Hoca, önüme olağanüstü bir öğretiler haritası
sermiş. Konuşmasını Türk devrimlerinin, özellikle
hukuk ve üniversite devriminin tehlikede olup olmadığı sorusuna odaklıyor. Söyleminden, bir yıl önce
yürürlüğe girmiş bulunan Yükseköğretim Kurumları
2014/2 | Hukuk Gündemi 35 Kanunu (YÖK)’nun, onun için gerçek bir endişe kaynağı olduğunu anlıyorum.
Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında
üniversitelerin “bilim üreten merkezler değil de;
eğitim ve öğretim kuruluşları olarak” tanımlanmasından ve üniversitelerin işlevinde öğretimi bilimsel
çalışmanın önüne koymasından öfkeli. Öfkesini dile
getirirken “Atatürk devrimin bir “epoche” değil bir
“episode” olduğu şüphesine düştüm” dedi.
Kendisine, sorgulayan gözlerle baktığımı fark
etmiş olacak ki; “Episode bir tiyatro deyimidir; gelip
geçici bir sahneyi ifade eder. Oyunda bir rolü olsa
da; bir anlık bir olaydır. Bir episodu bir diğeri izler.
Epoche ise; bir sosyoloji ve tarih bilimi terimidir; bu
bilimlerin temel kavramlarındandır. Sosyolog ve
tarihçi episode’lerle ilgilenmez, epoche’leri belirler,
36 Hukuk Gündemi | 2014/2
yargılar, değerlendirir. Epoche, bizler, yani hukuk
sosyolojisi ile uğraşanlar yönünden özel bir önemi
haizdir. Çünkü epoche iz bırakan, geleceğe yön
veren, kalıcı etkileri olan bir dönemi ifade eder.” dedi
ve “Türk Devriminin bu arada hukuk ve üniversite
devriminin bir epoche olduğu inancındaydım. Şimdi
bu inancımın doğruluğundan şüphe duyuyorum ve
üzüntü içindeyim” diye ekledi.
Profesör Hirsch, demek ki Atatürk Devrimlerinin önemini ve üniversitelerimizin bugünkü durumunu yıllar öncesinden görebilmiş, öngörü sahibi
bir aydındı.
Bu arada “Anılarım” kitabındaki bir paragrafını
buraya almadan edemedik. Ekim 1933’te İÜHF’de
göreve başladıktan 5-10 gün sonra Dolmabahçe
Sarayındaki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna
çağrılmasına şu yorumu düşmüş Prof. Dr. Ernst
Hirsch;
“Ve işte ben, kendi Alman vatanında Yahudi
olduğu için hor görülen, aşağılık ırka mensup
olduğu için işgal ettiği mevkilerden kovulan, evini
yurdunu terk edip, yabancı ülkelere kaçmak zorunda
bırakılan ben, “mülteci” ben, dünyanın bir ucundaki
Türkiye’de, nice billurlarla, mermerler, somaki taşı,
paha biçilmez kakma işlerinin ihtişamıyla parıldayan,
nice değerli mobilyayla, halıyla, resimle süslü, bir
zamanların taht salonu olan bu mekânda, ülkenin
ilk bin seçkininden sayılan, saygıdeğer bir Alman
profesör sıfatıyla hazır bulunmaktaydım!”
Evet, bu derece değerli bir hukuk insanını yazmak
çok zor elbette. Hirsch hakkında yazılması gerekenler ciltler dolusu kitaplara sığmaz. Ancak Onu
yazmaktan daha önemlisi, Onu anlamaya çalışmaktır
kanaatindeyiz.
Eserlerine gelince; Türkçe yayınları alt alta yazılınca zaten yedi sahifeyi buluyor. Ana başlıklarıyla
Ticaret Hukuku, Borçlar Hukuku, Kooperatif Hukuku,
Fikri ve Sınaî Haklar, Kıymetli Evrak Hukuku, Sigorta
Hukuku ve Deniz Ticaret Hukuku konularında çok
sayıda kitap ve makalesinin yanında Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi (iki cilt),
Pratik Hukukta Metod Kitabı ile Hukuk Felsefesi ve
Hukuk Sosyolojisi Dersleri kitapları çok önemlidir.
Ve bitirirken; Türk Hukuk camiası olarak hümanist
hukuk insanı Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’in hizmetleri ve
hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz ve iyi ki ülkemizden böyle güzel bir insan geçmiş diyoruz.
2014/2 | Hukuk Gündemi 37