ÜNİTE 1=ATILGANLIK VE ATILGANLIK EĞİTİMİ İnsanların duygu,düşünce ve isteklerini değişik davranış biçimlerinde ifade etmesi,farklı davranış örüntülerinin ortaya çıkmasını ve bunların kategorileştirilmesini sağlamıştır. **Albert Emmons,yaptığı araştırmalar sonucu davranış biçimlerini ortaya koymuştur. ÇEKİNGEN (İÇE DÖNÜK) DAVRANIŞ BİÇİMİ İnsanların kendilerini baskı altında hissettikleri ve bu sebeple kendilerini iyi hissetmedikleri zaman gösterdikleri davranış biçimidir.Şüphecidirler.İtiraz etmekten kaçınırlar,kendi fikirlerini söylemekten kaçınırlar ve kendilerini üzmeyi tercih ederler.Kendilerini yok sayarlar,düşüncelerini basite alırlar. SALDIRGAN DAVRANIŞ BİÇİMİ İnsanların duygu,düşünce ve inançlarını genellikle dürüst olmayan uygunsuz yollarla ve diğer bireylerin haklarını çiğneyerek ifade etme biçimidir.Başkaları konuşurken sözünü kesme,yüksek sesle konuşma,söz istemeden konuşma vs. Sadece kendilerini önemserler ve sürekli geçmişi kurcalayarak günü yaşayamazlar.Dedikodu yaparlar,karşı tarafı sürekli suçlar,sorgular,aşağılar **Repler ve Rubin iki tür tür saldırganlık olduğunu ifade etmiştir:güdülenmiş (amaçsız) ve amaçlı saldırganlık. **Dayak ve gergin aile ortamı,sevgi yetersizliği,katı cezalar,ailenin ölüm boşanma terk gibi nedenlerle dağılması=>Çocukların saldırganlığına neden olan faktörler. ATILGAN DAVRANIŞ BİÇİMİ **Bireyin kendini ifade ettiği,hem kendisinin hem de çevresindekilerin haklarına saygı duyup korumaya çalıştığı davranış biçimidir. **Atılganlığın üç temel boyutu:Kişinin duygularını ve düşüncelerini ifade etmesi,kaygı yaşamaması ve kişisel haklarını savunması **Seçimlerini yaparken uygun şekilde “evet” ya da “hayır” demesini bilirler.Başkalarının kendilerini kullanmasına izin vermezler.Ben dilini kullanırlar;ilişkilerinde duyarlı ve hoşgörülüdürler. Genel Örnek:Bir kuyrukta sıra beklerken;önünüze izinsiz olarak biri geçtiğinde eğer kızdığınız halde sesinizi çıkarmazsanız çekingen,bu kişiyle kavga ederseniz saldırgan,bu kişiye kuyruğun sonuna geçmesini uygun bir dille söylerseniz atılgan davranmış olursunuz. Lazarus atılgan davranışın dört ayrı tepki sınıfı içinde bölünmüş olduğunu göstermiştir: 1.Hayır diyebilme yeteneği 2.Dilekte bulunma ve rica etme yeteneği 3.Olumlu ve olumsuz duygularını ifade etme yeteneği 4.Genel konuşmaları başlatma, sürdürme ve sonlandırma yeteneği. Atılganlık-Kültür İlişkisi **Fukuyama ve Greenfîeld' in yaptığı araştırma sonucunda,Asya kökenli Amerikalı öğrencilerde atılganlık düzeyinin değişik davranışsal normlara göre Çerkez-Kafkas kökenli Asyalı Amerikalı öğrencilerden düşük olduğu bulunmuştur. **Doğulu ülkelerde (ülkemizde dahil) girişken olmayan,geleneklere bağlı,kararsız,aile bağları güçlü sınırlı davranışları etkin olan bireyler yetişirken;Batılı ülkelerde özgürlüğüne düşkün,para ve başarıya önem veren, gelenek ve soyluluğa bağlı olmayan,davranışlarını belli kurallara göre düzenlemeyen,aile bağları zayıf bireyler yetişmektedir. **Geleneksel Türk eğitiminde;ailede çocuğun korunduğu,gözetildiği,girişkenlik ve merakın desteklenmediği,çocuğun içinden geçenleri açıkça söylemesinin engellendiği vurgulanarak;okul ortamında çocuğun sıkı bir denetime sokulduğu, öğretmenin otoritesini benimseyen,kurallara uyan çocukların ödüllendirildiği bilinmektedir.Kendi kültürümüzde birtakım atılgan davranış kalıpları utanç verici bir tutum olarak kültürel öğreti şeklinde aktarılmaktadır. **Atılgan davranışı engelleyen kültür ögeleri:ceza,engellenme,olumsuz ödüllenme,iyi bir model olmaması **Atılgan davranış kazanımının kişiler üzerinde önemli etkileri vardır: >Kaygı düzeylerinin düşmesine bağlı olarak kişilerin kendilerini daha iyi hissetmesi >Yaşamdaki amaçlarını başarması noktasında kişilerin kendilerine güvenmelerini sağlama >Kendisiyle ve toplumla sağlıklı iletişim becerileri geliştirmesini sağlama >Olumlu kişilik gelişimi >Akademik ve sosyal başarıyı yakalama. ATILGANLIK EĞİTİMİ **Atılganlık becerileri eğitimi,davranışçılık yaklaşımından gelen Lazarus,Wolpe gibi kuramcı ve araştırmacılar tarafından başlatılmış,daha sonra ise bilişsel-davranışçı kuramı benimseyenler tarafından geliştirilmiştir. **Rol oynama,gevşeme eğitimi,atılgan düşünce,davranışın pekiştirilmesi ve uygun davranışın model alınması gibi temel konuları içermektedir. **Atılganlık becerileri eğitim programları,ergenler,üniversite öğrencileri ve kadınlar gibi farklı örneklem grupları için grubun özelliklerine bağlı olarak farklı içeriklerde geliştirilmektedir. ÜNİTE2=GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİ VE İLGİLİ TEORİLER **Buhler,genç yetişkinlikle orta yetişkinliği de birlikte tanımlamaktadır:Yaklaşık olarak 23-45 veya 50 yaşları arasını kapsamaktadır. **Levinson ve arkadaşları ise genç yetişkinliği daha küçük parçalara ayırmaktadır: 17-24:Aileyi bırakıp bağımsız olma ile karakterizedir. 22-28:Yetişkin dünyasına giriş 30:Yaşamı nasıl kuracağına ilişkin karar verme süreci. 30-40:Yaşamı kurma etkinlikleri. **Genellikle genç yetişkinliğin 18-30 yaşları arasındaki dönemi kapsadığı genel kabul edilmektedir. GENÇ YETİŞKİNİN KİŞİLİĞİNİN OLGUNLAŞMA SÜRECİ **Buhler’e göre insanlar genç yetişkinlik döneminde kimliklerini ve rüyalarını gerçekleştirmeye yönelirler. **Robert W. White’a göre genç yetişkinin kişiliğinin olgunlaşma süreci: 1.Ego kimliğinin yerleşmesi:Bu düzeyde ergen artık soyut düşünmeye başlamakta,varsayımlar oluşturmakta,akıl yürütmektedir.Böylece kendisinin kim olduğunu ve evren içinde nasıl bir yeri olduğunu,başkasının bakış açısından kendisinin nasıl görüldüğünü belirleyebilmektedir. Sosyal,siyasal,cinsel ve ahlaki kimliğine ilişkin duygularını bu kimlik içinde bütünleştirmeye çalışır. 2.Kişisel ilişkilerin özgürleşmesi:Bir insanla sağlıklı bir ilişki kurabilmek için, genç yetişkinin kendi kimliğini geliştirmiş olması gereklidir.Bu şekilde tıpkı kendisi gibi,ilişki kurduğu insanın da özgünlüğünü kavrar,kabul eder. 3.İlgilerin derinleşmesi 4.Değerlerin insancıllaşması:Piaget ve Kohlberg’in ahlak gelişimi çalışmaları, genç yetişkinin soyut bir ahlak felsefesi geliştirebilme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.Edindikleri tecrübeleri, değerler sistemine katarak kendi değerler sistemini oluştururlar. 5.Özen ve bakımın genişlemesi:Genç yetişkinlerin değerleri insancıllaşmaktadır.Anlayış ve sempati geliştirmeyi başarabilirler.Yoksul ve engellilere ve diğer ihtiyaç gruplarına karşı daha duyarlı ve özenli yaklaşımlar geliştirebilirler. **White,kimliğin kararlılık kazanmasının,yetişkin yaşamın görece sürekli toplumsal rollerinin benimsenmesiyle olduğunu ileri sürer. ERİKSON’UN PSİKOSOSYAL TEORİSİ KAPSAMINDA GENÇ YETİŞKİNLİK ***Erikson’un Psikososyal Teoriye en önemli katkısı,yetişkinliği ayrı aşamalar olarak incelemesidir. (Böyle yapan ilk Freudcudur.) **Ego fonksiyonlarına olduğu kadar yetişkinliğe böylesine dikkat yöneltmesi, Psikososyal Teori’nin kurulmasına ve Onun Psikoanalitik Teori’den ayrışmasına yardım etmiştir. **"Kimliğe karşı rol karmaşası" krizinin doyurucu bir biçimde çözülmesiyle,genç yetişkin artık toplumda kendisinden beklenilen yere hazırlanmıştır. **Genç yetişkinlik döneminde bedensel,cinsel ve bilişsel açıdan en üst düzeye ulaşılmaktadır. Psikososyal Kriz:Soyutlanmaya Karşı Yakınlık Soyutlanmaya karşı yakınlık aşamasında genç yetişkinler kendi kimliklerini başka insanlarla bütünleştirmeye hazır ve isteklidirler.Yakın ilişki kurma,eş, sevgili bulma arayışı içindedirler.Hayatlarında ilk kez gençler,sevilen bir partnerle karşılıklı bir gerçek cinsel birliktelik geliştirebilirler.Genç yetişkinler artık yaşam tarzları içinde kendilerini bir başkasıyla ilişkiye adama kapasitesine sahiptirler. **Genç yetişkinlik,yakınlık arayışıyla karakterizedir. **Erikson,bireysel kimlik duygusunun yakınlık için bir ön koşul olduğuna inanmaktadır. **Erikson,Freud’un normal bir yetişkinin iyiyi başarması için ne yapması gerektiğiyle ilgili bir bağlantı kurar.Freud’un cevabı basittir:‘Sevmek ve çalışmak’.Freud,‘sevmek’ dediği zaman ‘genital’ sevgiyi ve genital ‘sevgi’yi kastetmektedir;sevmek ve çalışmak dediğinde genel iş üretkenliğini kastetmektedir **Psikososyal Teori’yle uyumlu olarak,tam anlamıyla insan olmak için birey sevme kapasitesine sahip olmalıdır. **Maslow ve Erikson,bir aşk ilişkisinde sevginin cinsel ifadesiyle cinsel eylem arasındaki farkı tanımlamada farklılaşırlar. =>Maslow,soyutlanmaya karşı yakınlık kriziyle uğraşırken =>Erikson,aynı krizle negatif bir tarzda uğraşmaktadır.Bu aşamada sorunu, yakın bir ilişkiye girmeye veya o ilişki içinde kalmaya isteksiz veya yeteneksiz olma şeklinde ortaya koymaktadır. Gelişimsel Etkinlikler **Erikson’a göre insanların kişisel gelişimleri toplumun talepleriyle örtüşmelidir. **Genç yetişkinin yönetmesi gereken pek çok gelişimsel etkinlik bulunmaktadır. Erikson’a göre bunlardan en önemli ikisi eş ve iş seçimidir. **Erikson ve aynı gelenekten gelen pek çok bilim adamı,bu dönemdeki krizi (eş-kariyer seçimi ) başarıyla çözmede en temel ölçütün eşle kurulan-cinselliği de içeren-sıcak ve doyumlu bir ilişki olduğunu ifade etmektedirler. **Erikson’a göre,insanlar kimliklerini kendi toplumlarının potansiyeli içinde bulmalıdırlar. HAVIGHURST’UN GELİŞİM GÖREVİ KAVRAMI **Evrensel olarak kabul görmemiş olsa bile Havighurst’ün ‘gelişim görevleri’ kavramı gelişim psikolojisine önemli bir katkı sayılmaktadır. **Havighurst’e göre gelişim görevi;bireyin yaşamında belirli bir dönemde ya da o dönem konusunda başarılması bireyin mutluluğuna ve sonraki görevleri başarmasına rehberlik eden,başarılmaması bireyde mutsuzluğa,toplumca onaylanmamaya ve sonraki görevlerde güçlük çekmeye yol açan bir görevdir. **Gelişim görevleri,genel olarak psikososyal boyutludur:Motor,zihinsel,duygusal veya toplumsal nitelikte olabilirler. **Havighurst’e göre genç yetişkinlikteki temel gelişim görevleri:Eş seçimi,Eşle birlikte yaşamayı öğrenme,Bir aile kurma,Çocuk yetiştirme,Bir evin işlerini yürütme,Bir uğraş başlatma,Yurttaşlık sorumluluğunu üstlenme,Uygun bir toplumsal gruba katılma. SCHAIE’NİN GENÇ YETİŞKİNLİKLE İLGİLİ BİLİŞSEL GELİŞİM EVRELERİ K.Warner Schaie’ye göre,yetişkin düşüncesi daha az kendisine dönük,daha akılcı,daha pratiktir. **Schaie,yetişkin bilişinde toplumsal vurgulara ve bağlantılara denk düşen dört bilişsel gelişim evresinin varlığından söz etmektedir: 1.Çocukluk ve ergenlik 2.Genç yetişkinlik 3.Orta yetişkinlik 4.İleri yetişkinliktir. Kazanım evresi:Çocukluk ve ergenlik.Bu evrede genç insanlar yeni bilgi,beceri ve sorun çözme teknikleri öğrenmeye çalışırlar. Başarma evresi:Genç yetişkinlik.Bu evreye yirmili yaşların başlarında geçilmektedir.Başarma evresi,çocukluk ve ergenlik sürecinde toplanmış bilginin uygulanması evresidir. WİLLİAM PERRY’E GÖRE GENÇ YETİŞKİNLİK **William Perry,1970’li yıllarda genç yetişkinin düşüncesinin çeşitli açılardan ergenin düşüncesinden farklılaştığını saptamıştır. **Ona göre ergenler dünyayı doğru-yanlış,iyi-kötü,biz-onlar,güzel-çirkin gibi iki kutuplu olarak görmektedirler. **Genç olgunlaştıkça ve yetişkinliğe doğru ilerledikçe başkalarının değişik görüşleri olabileceğini fark etmekte;kendi ikili algısı sarsılmaktadır. **Jan Sinnott da seksenli yıllarda özellikle şu iki boyutu vurgulamaktadır: 1.Genç yetişkinlikte ortaya çıkan bilişsel gelişim,hem çalışma yaşamında hem de yakın ilişkilerde karşılaşılan gerçekliklerin bir sonucudur. 2.Genç yetişkinler,‘doğru’nun kısmen kişiler arası,öznel bir ürün olduğuna ve bilginin mutlak ya da sabit olmadığına ilişkin bir mantık geliştirmeye başlamaktadırlar. **Genç yetişkinin bilişinin giderek daha göreceli olduğu yönünde Perry ve Sinnott’un görüşleri örtüşmektedir. MARION PERLMUTTER’İN ÜÇ KATLI BİLİŞ MODELİ **Marion Perlmutter zekânın üç ayrı düzeyini bütünleştirmiştir. 1.Kat I:İşleme:Doğumda işlev görmeye başlayan bu kat,dikkat,algı hızı,bellek,akıl yürütme gibi temel bilişsel süreçlerden oluşmaktadır.Bu katta bebeklikte ve ilk çocuklukta gelişim olmakta;daha sonra bilişsel süreçlerde kararlılık görülmektedir. 2.Kat II:Bilme:Çocukluk sırasında ortaya çıkan bu kat,dünyaya ilişkin bilginin birikmesinden oluşmaktadır.Bu kat,dış deneyimlere bağlı olarak yaşam boyunca gelişmektedir. 3.Kat III:Düşünme:Çocukluktan sonra beliren ve yetişkinlik boyunca gelişimini sürdüren bu kat,yalnızca üst-bilişin ortaya çıkmasından sonra gelişmektedir.Bu kat,bilgiyle uğraşma stratejilerinden ve yüksek düzeyde uyum göstermeye imkân veren yüksek zihinsel işlevlerden oluşmaktadır.Bu kat mantıksal matematiksel düşünceyi ve soyut-sonrası düşünceyi içermektedir. KOHLBERG’İN GENÇ YETİŞKİNLİKTE AHLAK GELİŞİMİ KAVRAMLAŞTIRMASI **Kohlberg,ahlak gelişimi açıklamasını ahlaki eylemden çok ahlaki yargının gelişimine dayandırır.Ona göre ahlak yargısının gelişimi altı evrelidir. Bunlar üç temel düzeyde toplanmaktadır.Her düzey,bireyin benliği ile toplumun kuralları ve beklentileri arasındaki farklı ilişki türünü yansıtmaktadır: 1.Gelenek-öncesi düzey:Daha çok dokuz yaşından küçük çocukların,bazı ergenlerin ve suçluların çoğunun bulunduğu düzeydir.Bu düzeyde kurallar ve beklentiler benliğe dışarıdan yöneltilmektedir. 2.Geleneksel düzey:Ergenlerin ve yetişkinlerin çoğu için tipik düzeydir.Bu düzeyde benlik geniş toplumun kural ve beklentilerini içselleştirmiştir. 3.Gelenek ötesi düzey:Bu düzeyde bireyler, kendileri ile başkalarının kuralları ve beklentileri arasında farklılık oluşturmaktadırlar. **Ergenlikte gerekli gelişim olanağını ve özgürlüğünü bulamayan kişiler yetişkinlikte daha ileri ahlaka sahip olamazlar. **Yetişkinlikteki ilerleme ego güçlenmesi sürecidir. (Ego güçlenmesi,bireyin sahip olduğu ahlaki yapıları kişilik bütünleşmesi doğrultusunda nasıl kullanacağını öğrenmesidir.) **Yetişkinlikteki ahlak gelişimi,daha önce kazanılmış ahlak yapılarının kullanımının bütünleşmesi ve hayata geçirilmesi olarak nitelendirilebilir **Kohlberg’e göre gelişimsel açıdan yetişkinlerin ahlakına egemen olan temel düzey geleneksel düzeydir. Genç Yetişkinlikte Kimliğin Olgunlaşmasına İlişkin Bazı Tartışmalar **Psikanalitik yaklaşımı benimseyen Glover:“Herkes kimlik konusuna öyle fazla eğiliyor ki bu bir modern obsesyon (saplantı) hâlini aldı.”demektedir. **Erikson:“Çağımızda kimlik konusundaki çalışmalar,Freud zamanındaki çalışmalar,Freud zamanındaki cinsiyet konusu kadar stratejik hâle geldi” ÜNİTE 3=GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİNİN BİYOLOJİK VE PSİKOLOJİK YÖNLERİ Freud, yetişkin yaşamını daha önce oluşmuş kişilik yapısının yüzeyinde sadece bir dalgalanma olarak ele almaktadır. **Piaget, ergenlikten sonra önemli bilişsel değişimlerin olmadığını belirtir. **Kohlberg ise, ahlaki gelişimin erken yetişkinlik yıllarında tamamlandığını kabul eder. Yetişkin sözcüğü Latince “büyü-” (adolescere) fiilinden türemiştir. Dolayısıyla yetişkin bir kişi, büyümüş bir kişi sayılır. Yetişkin kişi sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da olgunlaşmış kişidir. Genç yetişkinlik dönemi kesin sınırlarla belirlenememektedir.Birçok teorisyen genç yetişkinlik dönemini tanımlamaktadır. **Buhler (1933) ergenlik ve genç yetişkinlik dönemini birlikte sınıflandırmıştır. Ona göre bu dönem 15 ile 25 yaşlarını kapsamaktaydı. Bu dönemde bireyler, kimliklerini oluşturur ve hayal ettikleri şeyleri gerçekleştirmeye çalışırlardı. Buhler’e göre bir sonraki dönem genç ve orta yetişkinlikti. Bu dönem genel olarak 23 ile 45-50 yaşları arasındaydı. **Levinson ve arkadaşları ise genç yetişkinlik dönemini, küçük dönemlereayırmıştır. Bir yaşam düzeni kurma sürecinde bireyler kimi geçişler yaşamaktadırlar. Örneğin 17-24 yaş arasında aileden ayrılma ve bağımsız olma ön plandadır. 22-28 yaşları arası ise yetişkin yaşamına adım atma söz konusudur. Birey 30 yaşından sonra ise yaşamın geri kalanı için belirli kararlar alır Erikson’a göre genç yetişkinlik 20-40 yaş arası; Havighurst’e göre 18-35 yaşları arasıdır. YETİŞKİNLİK KURAMLARINA GÖRE GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİNİN ÖZELLİKLERİ >>Erikson’un Kuramına Göre Genç Yetişkinlik:Erikson’un “İnsanın Sekiz Çağı” olarak adlandırılan psikososyal gelişim kuramı,Freud’un psikoseksüel kuramından farklı olarak kişiliğin oluşumunu yetişkinliğe geçiş ile bitirmemektedir. Ona göre kişilik gelişimi ergenlikten sonra da devam etmektedir. Erikson ergenlik de dahil edildiğinde, 4 evre daha tanımlamaktadır.Bunlar; Kimliğe karşı rol karmaşası Yakınlığa karşı yalıtılmışlık Üretkenliğe karşı durgunluk Bütünleşmeye karşı umutsuzluk **Bu evreler arasında özellikle bu bölümde ele aldığımız genç yetişkinlik dönemine karşılık gelen evre, yakınlığa karşı yalıtılmışlık evresidir. **Genç yetişkinlik döneminde bireyin çözmesi gereken en önemli çatışma,yakınlık ve yalıtılmışlık arasındadır. Bu durum arkadaşlık ve diğer yakın ilişkileri kapsamaktadır. Bu yakın ilişki, karşımızdakine güven duymamızı, ona gerçek duygularımızı gösterebilmemizi, düşüncelerimizi ifade edebilmemizi içermektedir.Bu ilişki içerisinde romantik ilişki de yer almaktadır. Erikson’a göre, bireyin bir başkasıyla yakın ilişki kurabilmesi, kendi kimliği ile ilgili net bir görüşe ve güçlü ve tam bir benliğe sahip olmasını gerektirmektedir. >>Levinson’un Yaşam Yapısı Kuramına Göre Genç Yetişkinlik:Levinson’un kuramında yaşam akışı ve yaşam döngüsü kavramları önemli yer tutar. Yaşam akışı; yaşamın sürekliliğini, başlangıcından sonuna dek içerdiği değişimi,sürekliliği ve süreksizliği, düzeni ve karmaşayı kapsamaktadır. Yaşam döngüsü ise, yaşam akışı düşüncesinin ötesine gitmektedir. Döngü ile yaşamda var olan düzen aktarılmaktadır. Levinson’a göre, temelde yaşamda dört temel süreç vardır. Bunları mevsimlere benzetebiliriz. Yaşam döngüsü bakışı, bize yaşam akışının belirli bir sıra içerisinde gerçekleştiğini iletmektedir. ***Levinson, erken yetişkinlik dönemini kendi içerisinde üç döneme ayırmaktadır. &-Bunlardan ilki genç yetişkinliğe geçiş sürecidir. Ergenlik döneminden sonraki 5 yıl, genç yetişkinliğe geçiş ve bu sürece hazırlanma ile geçmektedir. &-Erken yetişkinlik içerisindeki ikinci çağ ise yerleşme dönemidir. Bu aşama erken yetişkinliğin asıl başladığı noktadır. Yetişkin yaşamının tüm dinamizmi bu aşamada yaşanır, aynı zamanda bu süreç en fazla mücadele gerektiren ve stresli dönemdir. &-Son olarak 30’lu yaşlarda yaşanan geçiş süreci ön plana çıkmaktadır. 30 yaş,hayata dair var olan düzenlemelerin gözden geçirildiği bir dönemdir. Eğer kişi var olan yaşam tarzı, ilişkileri ve rollerinden memnunsa, ilerleyen yetişkin dönemi için kendisine güvenli bir yaşam alanı oluşturmuş sayılır. >>Gould’un Kuramında Genç Yetişkinlik:Gould, yetişkinlik gelişimine ilişkin kuramında bir dizi dönüşümden bahsetmektedir. Buna göre genç yetişkinler dört evreden geçmektedir. Ergenliğin sonunda başlayıp 22 yaşına kadar giden birinci evrede (16-22 yaş) insanlar ana babalarının dünyasından ayrılmaktadırlar ve ayrı bir kimlik oluşturmaya başlarlar. Özerkliğin yerleşmesiyle birlikte ikinci evreye (22-28 yaşları) geçilir. Bu yaş aralığında birey amaçlarını gerçekleştirmeye çalışır. 28-34 yaşları arasında bir geçiş evresinden geçer ve önceki amaçlarını yeniden sorgular. Yaklaşık 35 yaşında hoşnutsuzlukları artar ve yaklaşan orta yaşın farkına varmaya çalışırlar. 45 yaşına kadar süren bu evrede, istikrarsızlıklar yaşanabilir (evli olanlar boşanabilir, bekârlar evlenebilir, çocuksuz bir çift çocuk yapmaya karar verebilir vb.). Bu aşamada zaman kavramı ön plana çıkmaktadır. Zamanın baskısı hissedilmeye başlanır ve yaşamda yapılacak önemli değişimlerin hemen yapılması gerektiği fark edilir. Çalışma güdüsü değişir, meslek yaşamı sıkıcı gelemeye başlar. Genç Yetişkinlikte Psikolojik Olgunlaşma:White (1966) olgunlaşmada beş temel özelliği tanımlamakta. >> Ego kimliğinin yerleşmesi: Genç yetişkinliğin temel özellikleri genellikle ergenlikte ulaşılan zihinsel olgunluğa dayanır. Piaget’nin gelişim kuramı çerçevesinde soyut işlemler dönemi zihin gelişiminin en üst aşamasıdır.Ergenlik döneminin bitişiyle, birey kimlik sorununu çözebilecek karmaşık düşünme yapısına kavuşmuş olmaktadır. Ancak zihinsel olarak bu düzeye erişmiş olsa da toplumsal açıdan kimlik karmaşasının çözümü genç yetişkinlik dönemine de sarkabilmektedir. Genç yetişkinlikte kişinin yetişkin rolleri üstlenmesi ve bu rolleri benimsemesi, kimlik duygusunun gelişmesine de yardımcı olur. >> Kişisel ilişkilerin özgürleşmesi: Gelişen kimlik duygusuyla birlikte genç yetişkinlik döneminde birey diğer insanlarla ilişkisinde daha özgür olmasını sağlar. Her bireyin biricik (unique) olduğunun farkına varan birey, insanlarla kurduğu etkileşimde kendini de daha iyi tanır. >> İlgilerin derinleşmesi:Genç yetişkinlik dönemi, ilgilerin derinleştiği ve girişilen işlerin yürekten yapıldığı bir dönemdir. İlgiler mesleki ya da özelolabilir ancak ortak özellikleri, gerçek bir başarı elde etme amacıyla yapılıyor olmalarıdır. >> Değerlerin insancıllaşması: Piaget ve Kohlberg tarafından yapılan ahlak gelişimi çalışmaları genç yetişkinlerde üst düzeyde soyut ahlak felsefesi gelişimi için yeterli gizilgücün var olduğunu göstermiştir. Genç yetişkinler,kendi ahlak felsefelerini oluşturma sürecine girerler ve kişisel deneyimlerinden yola çıkarak değerler sistemi oluştururlar. >> Özen ve bakımın gelişmesi: Bu beceri, kişinin diğer insanlara duyduğu duyarlılık ile ilgilidir. Başkalarına sempati duymak, onların duyguları ve beklentileri konusunda özenli olmak söz konusudur. Bu duyarlılık sadece sevilen kişilere karşı değil, toplumda dezavantajlı konumda olan tüm bireylere (yoksullar, baskı altında olanlar, fiziksel ruhsal rahatsızlıkları olanlar vb.) yöneliktir. GELİŞİM GÖREVLERİ:Havighurts’a göre genç yetişkinlik dönemindeki gelişim görevleri; 1. Eş seçimi 2. Eşle birlikte yaşamayı öğrenme 3. Bir aile kurma 4. Çocuk yetiştirme 5. Bir evin işlerini yürütme 6. Bir uğraş başlatma 7. Yurttaşlık sorumluluğunu üstlenme 8. Uygun bir toplumsal gruba katılma Fiziksel Gelişim:Genç yetişkinler fiziksel gelişmenin en tepe noktasındadırlar. 25 ile 30 yaşları arasında en yüksek kas gücüne sahiptirler ve sonrasında gerileme başlamaktadır. 30 yaşından sonra ise özellikle bacak ve sırt kaslarında güç kaybı başlamaktadır. Kol kaslarında da zayıflama gerçekleşir. **Görme, duyma ve diğer duyular yine genç yetişkinlik döneminde en etkili dönemindedir. 20 yaş, görme gücünün en keskin olduğu zamanlardır. Ancak 40-45 yaşına kadar görme gücündeki gerileme belirgin olmayacaktır. **İşitme duyusu da 20 yaşında en keskin haldedir. Bu yaştan sonra işitme yeteneğinde bir düşüş, özellikle yüksek tonlara karşı aşırı duyarlılık başlamaktadır. Sağlık Durumu:Genç yetişkinlik döneminin, yaşamın en sağlıklı dönemlerinden biri olduğunu söylesek de erkek ve kadın arasında sağlık farklılıkları görülmektedir. Genç yetişkinlik döneminde kadınlar doktora erkeklerden daha fazla başvurmaktadır.Ancak kadınların daha fazla sağlık hizmeti kullanmaları, toplumsal cinsiyet ile de bağlantılı olabilmektedir. Aile planlaması, gebelik, pap testi gibi koruyucu-önleyici sağlık hizmetlerinin daha fazla kullanıldığı söylenebilir. Bunun yanı sıra kadınların koruyucu sağlık konusunda daha duyarlı olmaları da bunun bir diğer nedeni olabilir. **Sağlık konusunda kadın-erkek farklarından biri de obezite (şişmanlık)dir. **Ülkemizde TUİK’in gerçekleştirdiği Sağlık Araştırmasına göre, 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun % 16,9’u obez ve % 33’ü fazla kiloludur. **Genç yetişkinlik döneminin sağlık problemleri arasında en önemli yeri ise,solunum yolu hastalıkları tutmaktadır. Bir diğer sık karşılaşılan sorunlardan biri de kaza ve yaralanmalardır. En çok rastlanan kronik (süreğen) hastalıklar arasında omurilik ve sırt sorunları, işitme sorunları, arterit ve yüksek tansiyon yer almaktadır. Bu kronik sağlık sorunları, özellikle düşük sosyoekonomik düzeydeki ailelerde daha sık yaşanmaktadır. Genç yetişkinlik döneminde hastaneye yatış nedenleri arasında ise çoğunlukla doğum, kazalar, sindirim sistemi bozuklukları, cinsel bozukluklar ve idrar yolu bozuklukları yer almakta. **30 yaşından sonra, ölüm oranları aniden artmaktadır. Ölüm oranlarına bakıldığında, kadın ve erkekler arasında farklılık göze çarpmaktadır. Tüm yaşlarda erkek ölüm oranları kadınlardan daha yüksektir. 15-24 yaş arası kadın ölümleri, erkek ölümlerinin üçte biri kadardır. Bunun ardında yatan etkenlerden biri, genç erkekler arasındaki şiddet oranının yüksekliğidir. **Ülkemizde TÜİK tarafından 2010 yılında gerçekleştirilen Sağlık Araştırması,Türkiye’de sağlık durumu ve ölüm nedenleri ile ilgili bilgi vermektedir. Yaş gruplandırmasında 15 yaş ve üstü tüm bireyleri birlikte değerlendiren araştırmanın sonuçlarına göre 15 ve daha yukarı yaştaki bireylerin % 16,4’ü bel bölgesi kas iskelet sistem problemleri yaşadığını beyan etmiştir. 15 ve daha yukarı yaştaki bireylerden kronik hastalık/sağlık sorunu yaşadıklarını belirten bireylerin verdikleri yanıtlara bakıldığında en yüksek ilk 5 hastalık grubunu sırasıyla; bel bölgesi kas iskelet sistem problemleri (% 16,4), hipertansiyon (%13,2), romatizmal eklem hastalığı (% 10,9), mide ülseri (% 9,6) ve kireçlenme (osteoartrit, artroz, dejenefatif eklem hastalığı) (% 8,4) oluşturmaktadır. Türkiye genelinde oranlara bakıldığında kadınlardaki oranların erkeklerden yüksek olduğu gözlenmektedir. Kent ve kır ayrımında ise her bir hastalık grubunda hem erkeklerde hem de kadınlarda kırdaki oranlar kentteki oranlardan yüksektir. **Genç yetişkinlik döneminde sağlık durumu değerlendirilirken önemli olan etkenlerden biri, kişinin sosyoekonomik düzeyidir. Çünkü sosyoekonomik düzey,sağlığı etkileyen önemli sosyal faktörlerden biridir. Düşük sosyoekonomik düzeyde olan bir birey, herhangi bir işe sahip olmayabilir, sosyal güvencesi bulunmayabilir ve bu nedenle sağlık kuruluşlarından da hizmet alamayabilir. Yaşam Tarzı ve Sağlık:Sağlık, kişinin yaşam tarzıyla yakından ilişkilidir. Çok basit, temel kimi alışkanlıklar, yaşam süresini uzatmaktadır. Önemli sağlık alışkanlıklarından biri, sabah kahvaltı etmek ve düzenli öğünlerle yemek yemektir. Egzersiz ve yeterli uyku da sağlığa katkıda bulunan davranışlardır. Sigara ve alkol tüketimi sağlık açısından kaçınılması gereken davranışlardandır. Stres, bir diğer önemli sağlık etkenidir. Birçok çalışma, stres ile hastalık arasında bağlantı kurmaktadır. Çalışmalardan ortaya çıkan ilginç bir bulgu da stresin yalnızca olumsuz yaşam olaylarında (örn. bir yakının kaybı vb.) değil, olumlu yaşam olaylarında da hissedildiğini göstermektedir. Örneğin, bir başarı elde etmek, tatile çıkmak, yeni bir terfi almak vb. birçok olay insanlar üzerinde stres yaratmaktadır. Yeni durumlara uymak, her zaman için ek bir enerji gerektirir. **Kimi yaşam olayları ise sağlık üzerinde olumlu etkiye sahiptir. Örneğin evliliğin bu tür bir etkisi olduğundan söz edilmektedir. Araştırmalarda, evli bireylerin,evlenmemiş ya da boşanmış/eşini kaybetmiş bireylere göre daha sağlıklı olduğu iletilmektedir. Evli bireylerden sonra, en sağlıklı grup, bekârlar iken, boşanmış/dul kişiler ise akut hastalıklar, uzun dönem kronik sorunlar konusunda daha büyük risk altındadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Holmes ve Rahe (1976)’ye göre, strestir. Eşin kaybı, boşanma ve ayrılma süreçlerinin kişi üzerinde yüksek stres yarattığı bu nedenle de birçok hastalığa davetiye çıkardığı iletilmektedir. UNITE=4 GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİ:Genç yetişkinlik, yaşamın evreleri açısından belki de en az dikkat çekmiş olandır. Ergenlik ve yetişkinlik arasında, ‘kendi hâlinde’ bir geçiş evresi gibidir. Bu konuda farklı görüşler iddia edilse de ortalama genç yetişkinlik yaşı 27-28 sayılabilir. Genç yetişkinlik döneminin zamanı konusunda bir fikir birliğine ulaşılamamış olması, değişik sosyoekonomik sınıfların, ulusların, kültürel koşulları,tarihi olayları, kişilik farklılıkları gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Neugarten ve Moore (1968)’ nin 20-30 yaşları arasında tanımladığı genç yetişkinlik dönemi, Havighurst’e göre 18-35, Erikson’a göre 20-40, Bühler’e göre 25-45 yaşları arasındadır. Genç Yetişkinlerin Temel İhtiyaçları:1.Olumlu bir benlik algısı: Yetişkinlerinhayatlarında birey olarak sahip oldukları yeteneklerini yansıtabilecekleri düzeyde bir başarı gösterebilmeleri için, öncelikle kendi yetenekleri hakkında olumlu bir algıya sahip olmaya ihtiyaçları vardır. 2. Ailede saygı görme: Her yetişkin, aile içinde bir yeri olmasını,kendine değer verilmesini ister. 3. Toplumda saygı görme: Arkadaşları, komşuları arasında, iş yerinde,köyde, kasabada, çevresinde kendine değer verilmesi, horlanmaması,küçümsenmemesi her yetişkinin ihtiyacıdır. 4. Bir iş sahibi olmak ve o işin gereklerini yeterli düzeyde yerine getirebilmek: Bu ihtiyaç özellikle erkekler için çok önemlidir. Çünkü her ne kadar meslek sahibi olmak, kadınlar için giderek önemli bir ihtiyaç hâline gelmekte ise de kalkınmış ülkelerde bile hâlâ geleneksel erkek kadın iş bölümü devam etmektedir. 5. Gerçekleştirmeyi düşündüğü hayat amaçlarını gerçekleştirmesi için özendiriciler ve imkânlar. 6. Sağlığını koruma ihtiyacı: Yaş ilerledikçe fizyolojik ve psikolojik bazı problemler ortaya çıkar. Bunların çözüme kavuşturulması gerekir. 7. Sosyal çalışmalara katılma ihtiyacı: Yetişkinlerin serbest zamanlarını değerlendirme imkânı bulacakları sosyal etkinliklere katılma ihtiyacı söz konusudur. 8. Dinî duyguları tatmin ihtiyacı: Yetişkinin duygusal boyutu giderek ağırlık kazanır. Bunların içerisinde “din duygusu” ayrı bir önem arz eder. Bu duyguların zenginleştirilmesi yolundaki girişimler giderek önem kazanır. GENÇ YETİŞKİNLİKTE TOPLUMLA ETKİLEŞİM İnsan, genç yetişkinlik döneminde çocukluk ve ergenliğin gerektirmiş olduğu bağlardan koparak özerk bir birey hâline gelir. Bu özerkliğin kazanılmasında bireyin önceki yıllardaki fiziksel, bilişsel ve toplumsal gelişimi etkili olmaktadır. **Toplumsal ilişki bağlamında her genç yetişkinin çevresiyle kurduğu iletişim aynı düzeyde olmayabilir. Yakın çevresiyle ilişkileri çok güçlü olan bireyler olabileceği gibi toplumsal ilişkiden kendini soyutlamış bireyler de söz konusu olabilir. **Yetişkinliğin pek çok yılı bazı toplumsal gereksinimleri karşılama çerçevesinde odaklaşır; sevmek ve ait olmak, güçlü hissetmek ve başkaları ve kendisi tarafından saygı görmek. Erikson (1963), yetişkinliğin psikososyal gereksinimlerini yakınlık (yalıtılmışlığa karşı), üretkenlik (durgunluğa karşı) ve bütünlük (umutsuzluğa karşı) olarak tanımlamıştır. Bu konuya ilişkin bireysel farklar çoktur ve sosyal sınıf da toplumsal gelişimin gidişatını güçlü biçimde etkiler. **Genç yetişkinlik dönemindeki bireylerde görülen toplumsal özellikler; özgür olma isteği, karşı cinsle yakınlık kurma ve evlenme isteği, iş ve meslek alanlarına yönelme, hareket kabiliyetlerinde hızlı ve dinamik olma, davranışlarında bütünlük ve geleceğe yönelme, çeşitli alanlarda iyi seçimler yapma, spor, gezi ve diğer sosyal aktivitelere ilgi duyma, ölüm ve hastalık düşüncelerine ilginin azlığı şeklinde sıralanabilir. Bu özelliklerle birlikte genç yetişkin, aile denetiminden uzak, okul ve meslek hayatında başarıyı yakalayan, toplumda belli bir statü edinmiş, akranlarıyla ve diğer kişilerle anlamlı ilişkiler kurabilen, karşı cinsle duygusal bir ilişki yaşayabilen bir birey olmak ister. **Yetişkinler bu dönemde kendilerini çevreleyen birçok sistemle iletişim ve etkileşim hâlinde olsa da zamanlarının çoğunu toplumsal bir kurum olan aileleri ile geçirmektedirler. Yaşamın her evresinde olduğu gibi genç yetişkinlikte de önem arz eden aile yaşamı, incelenmesi gereken önemli bir konudur. Ailenin yaşama şekli gelir durumu, toplumsal kurumlarla kurduğu ilişki biçimi, yakın akrabalık ilişkileri,ailenin statüsü ve iş durumu genç yetişkinin olgunlaşma ve sosyalleşmesinde etkili olmaktadır. **Bu noktada genç yetişkinlik sırasında gelişen bir olgu olarak tanımlanan “olgunluk” kavramına değinmekte fayda vardır. Bireylerin, yaşamın gereklerine ve zorluklarına başarılı bir biçimde uyum sağlamaları ve bunlarla esnek bir biçimde başa çıkabilmeleri için sürekli değişim gösterme yeteneği “olgunluk” olarak adlandırılır. Toplumsal beklentiler, bireyin yaşamının nesnel koşulları, yeteneklerindeki bireysel faklılıklar olgunlaşma sürecinde etkili olmaktadır. Gordon W. Allport (1961)’a göre olgun kişiliğin özellikleri şunlardır: 1. Geniş bir benlik duygusuna sahip olmak, 2. Başkalarıyla hem yakın ilişkilerde hem de genel ilişkilerde sıcak bağlar kurmaya yetenekli olmak, 3. Temel bir duygusal güvenliğe sahip olmak ve kendini kabul etmek, 4. Dış gerçeklikle bağlantı içinde, atılımla algılamak, düşünmek ve eylemde bulunmak, 5. Kendini gerçekleştirmeye ve içgörüye yetenekli olmak, 6. Bütünleşmiş bir yaşam felsefesiyle uyum içinde yaşamak. Aile Yapısı:Bu dönemde genç anne-babasından aile bir ev hayatına geçer; ama, yine de aile bağları korunur. Genç evlenir, kendi ailesini oluşturmaya ve kendi evini idare etmeye başlar. Bu oluşum sırasında anne-babalar yeni çiftlere yardım ederler.İleride gerektiği zaman da yeni çiftler annebabalarına yardım ederler. Bu oluşan yeni aile yapısı geleneksel aileden de çekirdek aileden de farklı bir yapı gösterir. Bu yapı daha çok her iki aile yapısının da ortasında yer alır. Bu nedenle adına “genişletilmiş çekirdek aile” denir. Bu aile yapısında eski kuşaklarla ve yeni kuşaklarla bağımsız, hareketli ilişkiler kurulmaktadır. Aile Yaşam Döngüsü:Genç yetişkinlikte bütün toplumsal çevreler arasında aile çevresi yine ağırlığını korur. Gelişimsel açıdan bakılacak olursa, ergenlikten yetişkinliğe geçişte önemli bütün dönüm noktaları aileyle ilgilidir. Bu dönüm noktalarını geçmek, toplumda normatif olarak yetişkinliğe geçişi belirler. **Aile yaşam döngüsüne ilişkin araştırmalarıyla tanınan Duvall, aile yaşamının incelenmesinde sekiz dönem olduğunu, bu dönemlerin ilk düzeyini evliliğin oluşturduğunu belirtilerek ailenin oluşumunda evliliğin önemli bir faktör olduğuna vurguda bulunmuştur. Duvall’in veya diğerlerinin aile yaşam döngüsü modeli geçmişte, o anda ve gelecekte evliliğin ve ailenin gelişimsel olarak her aşamada nasıl tanımlanabileceğini belirleme amacındadır. Duval’ın tasnif ettiği biçiminin ana başlıklarını esas alarak ifade etmek gerekirse aile yaşam döngüsü modeli şu evrelerden oluşmaktadır: 1. Çocuksuz evli çiftler: Karı-Koca’dan oluşmakta ve ortalama iki yıl sürmektedir. İlişkiler açısından uyumlu ve doyum sağlayıcı bir evredir. Karıkoca arasındaki ilişkiler sosyal, psikolojik, ekonomik, cinsel, kültürel,entelektüel boyutlara sahiptir. İlişkilerde doyum elde etme düzeyi yüksektir. 2. Çocuklu aileler: Bu evrede karı-koca, anne- baba statüleri ve bu statülerin gerektirdiği roller yer almaktadır. Eşler yeni statülerinin gereği olan anne ve baba rolünü içselleştirme çabası içerisindeler. 3. Okul öncesi çocuğu olan aileler: Karı- koca, anne-baba, kız çocuk, kız kardeş, erkek çocuk-erkek kardeş statüleri bulunmakta ve evliliğin 2–5 yılları arasında yer almaktadır. Bu evre çocuğun 30 aylıktan 6 yaşına kadar olan evresini kapsamaktadır. Okul öncesi çocuğunun ilgi ve ihtiyaçlarının karşılanması ailenin temel uğraş alanını oluşturmaktadır. 4. Okula giden çocukları olan aileler: Karı-koca, anne-baba, kız çocuk-kız kardeş, erkek çocuk-erkek kardeş statüleri bulunmakta ve 7 yıl kadar devam etmektedir. Okul başarısı için çocuğu cesaretlendirme, okula giden çocuğu bulunan ailelerle uyum sağlama ailenin bu dönemdeki ayırıcı temel özellikleri arasında yer almaktadır. 5. Ergenlik çağında çocuğu olan aileler: Karı-koca, anne-baba, kız çocuk-kız kardeş, erkek çocukerkek kardeş statüleri bulunmakta ve 7 yıl kadar devam etmektedir. Yetişen çocukların ebeveynleri olarak çocuğun/çocukların ilgi ve kariyer oluşturmalarını sağlamak, sorumlu bir özgürlük anlayışı oluşturmak ailenin bu dönemdeki ayırıcı temel özellikleri arasında yer almaktadır. 6. Değişen aile yapısı: Karı-koca, anne-baba, büyük anne- büyük baba, kız çocuk- kız kardeş-halateyze, erkek çocuk-erkek kardeş-amca- dayı konumları bulunmaktadır. İlk çocuk evden ayrılmış, son çocuğun ayrılması da yakındır. Yaklaşık 8 yıl devam eden bir süreyi kapsamaktadır. 7. Orta yaşlı ebeveynler: Bu evre yuvanın boşalması ve emeklilik dönemi olarak anlam kazanır. Karı-Anne- Büyük anne, Koca-Baba-Büyük baba konumları devam etmektedir. Yaklaşık 15 yıllık bir süreyi kapsamaktadır.Evlilik ilişkilerini yeniden düzenlemek ve soy bağlarını devam ettirme çabası ailenin bireylerinin temel uğraş alanını teşkil etmektedir. 8. Aile üyelerinin yaşlılığı: Dul erkek- Dul kadın, Karı-Anne- Büyükanne, Koca Baba-Büyük baba konumları devam etmektedir. Genellikle 10–15 yıl devam etmektedir. Yalnız yaşamaya alışma ve uyum sağlama, yaşlılıkta ihtiyaçları giderebilme aile bireylerinin temel çabalarını oluşturmaktadır. Bu evre ve aile karı-kocadan birisinin ölümüyle sona ermektedir. **Konuyla özellikle ve yoğun şekilde ilgilenmiş bulunan Becvar’lar (1982: 33-34),ortalama bir ailenin tıpkı kişilerin geçirdiği gelişim aşamaları gibi belli aşamalardan geçtiğini belirtmiştir. Aile üyeleri aile yaşam döngüsünü teşkil eden farklı aşamalarda farklı rol ve görevlere sahip olup, o aşamaya özgü aile sorunları ile de karşılaşmaktadırlar. Bu da aile işlevlerini etkileyen önemli bir durumdur. Becvar’a göre ailenin yaşam döngüsü dokuz ayrı aşamadan oluşmaktadır. Becvar’a Göre Aile Yaşam Döngüsü AŞAMALAR DUYGUSAL DURUMLAR .Bağlanmamış Yetişkin .Yeni evlenmiş çift. Ebeveyn çocuk ayrılığını kabul etme evliliğe bağlanma .Çocuk bakımı yapan aile. .Okulöncesi çocuğa sahip aile. Yeni üyeleri evlilik sistemine kabul etme yeni kişiliği kabul etme .Okul çağında çocuklu aile. Çocuğun aile dışında ilişkiler kurmasına izin verme . Ergenlik çağında çocuğu olan aile Çocuğun bağımsızlığınaizin vermek için aile sınırlarında esnek . Launching center (akşam yemeklerinde birlikte olma) Aileye giriş ve çıkışları kabul etme .orta yaş ebeveynler Çocukların evden gitmelerine izin verme ve diğer kaygıları duymaya başlamaları .emeklilik aşaması Emekliliği ve yaşlılığı kabul etme AŞAMAYA AİT TEMEL ÖZELLİKLER . Aileden farklılaşma Arkadaş ilişkileri kurma İşe başlama . Evlilik sistemini oluşturma ,Ebeveyn rollerini oluşturma,Eşin ziyarete gelen ailesi ve arkadaşlar için oda hazırlama . Evliliğe uyum sağlama,Ebeveyn rollerini alma,Büyük ebeveynlere oda hazırlama . Çocuğun ihtiyaçlarını aile sistemine uydurma,Ebeveynlerin enerjilerinin çocuğadoğru harekete geçirmesi, çocuğa yönelik harcamaların ve çocuk olduğu için eve ziyaretlerin artmasından dolayı evin gizliliğinin giderek yok olması . Çocuğun toplumla etkileşime girmesi suretiyle aile sistemini geliştirme,Çocuğun eğitimsel başarısının Desteklenmesi . Özgürlük/sınırlar arasında denge kurmak için ebeveyn-çocuk ilişkilerinde değişiklikler olması, İş yaşam ve evlilik sorunları üzerinde yeniden odaklaşma,Yaşlı nesil için ilgilenmeye başlama . Gençlerin çalışma, okul ya da evlilik yaşamına katılmalarını fark etme,Destekleyici bir ev ortamını Sürdürme. . Evliliği yeniden oluşturma,Çocukların eşleri ve onların büyük çocukları dâhil ailelerin yeniden düzenlenmesi,Ebeveynlerin yaşlanması ile ilgilenme. .Emekliliğe uyum sağlama,Ebeveynlerin ve eşin ölümü ile başetme,Baba ocağını kapatma,Birey ve eş olarak işlevselliği sürdürmek,Orta nesli destekleme. Yaşam Biçimi Tercihleri:Genç yetişkini aile yaşamı döngüsü içinde düşünmek alışılagelmiş bir olgudur.Oysa bundan farklı ve en azından sözü edilen aile yaşam biçimleri de vardır. Hiç evlenmemiş yetişkinler (bekârlar), önceden evli olanlar (dullar, boşanmışlar, ayrıyaşayanlar), çocuksuz çiftler, komün yaşamı sürdürenler bu tarz yaşam biçimlerini oluştururlar. 1.Tek yaşayanlar: Tek yaşayan yetişkinler, hiç evlenmemiş, dul kalmış,boşanmış ya da ayrı yaşayan kişilerdir. Ancak bu kişiler üzerinde fazlaca araştırma yoktur, bilgilerin çoğu nüfus sayımı verilerinden derlenmektedir. Üstelik tek yaşayan kişiler konusunda olumsuz söylenceler de geliştirilmiştir. Örneğin, tek yaşayan kadınların kadınlık yönünden yetersiz, duygusal açıdan sorunlu oldukları Söylene gelmiştir. 2.Birlikte yaşayanlar: Gelişmiş ülkelerde özellikle 1960’ların sonlarına doğru birlikte oturma eğilimi yaygınlaşmıştır. 1980’lere gelindiğinde 15-44 yaşları arasındaki her üç Amerikan kadından birinin bir erkekle evlenmeksizin birlikte yaşadığı görülmüştür. Bu tür ilişki, geçici birliktelikten evliliğe giden sürekli birlikteliğe kadar değişik biçimler gösterebilmektedir. Birlikte yaşayanların çoğu bir yıl içinde evlenmekte ya da ilişkiyi bitirmektedirler. Birlikte yaşama, ilişkinin evlilik için yeterince güçlü olup olmadığını sınama yolu olarak görülebilir. 3.Çocuksuz çiftler: Seçenek yaşam biçimlerinden biri de çocuksuz çiftlerle ilgilidir. Bu grup, istemediği ya da sahip olamadığı için çocuksuz olan çiftleri içerir.Bu grup da tıpkı bekârlar, dullar ya da evlenmeden birlikte yaşayanlar gibi toplumsal baskı altındadır; çünkü toplum, evliliği ancak çocukla birlikte düşünmektedir. Çiftler çocuk sahibi olmamaya çeşitli nedenlerle karar vermiş olabilirler. 4.Eşcinseller: Bu aile yapısı ülkemizde henüz rastlanmayan bir aile yapısı olmakla beraber, dünya literatürüne girmiş bulunmaktadır. Pek çok ülkede yasal olarak kabul gören bu aile yapısında, aynı cinsiyetten iki ebeveynin çocuklu veya çocuksuz olarak oluşturdukları aile yapısı kastedilmektedir. Çiftler evlat edinme, ilk evliliklerinden getirme veya yapay döllenme yollarıyla çocuk sahibi olabilmektedirler. Son yıllarda yapılan arastırmalar, bu tip çiftlerin eğitim seviyelerinin ve gelir düzeylerinin heteroseksüel çiftlerden daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu çiftlerin olusturduğu ailelerin toplumsal yaşantı içerisinde çok çeşitli sorunları bulunmaktadır. İŞ VE MESLEK İş ve çalışma yaşamı:Genç bu dönemde artık anne-babasından ayrılmış olup kendi yaşamını kurmaya başlamıştır. Doğal olarak da yaşamını sürdürebilmek için çalışması gerekmektedir. Meslek seçimi ergenliğin sonunda gerçekleşmiştir ve birey genç yetişkinlikte çalışmaya başlamıştır. Genç yetişkinlerin iş ve meslek sahibi olma durumunu incelerken, öncelikle insanların neden çalıştıkları konusuna açıklık getirilmelidir. İnsanların çalışma sebeplerine ilişkin pek çok fikir ileri sürülebilir. Bu fikirler, çalışmanın insan mutluluğunu, yaşam doyumunu, ruh sağlığını temellendirdiği şeklinde olabilmetedir. Freud, "sevme ve çalışma"yı ruh sağlığının temeli olarak göstermiştir. İnsan yaşamının sevme-sevilme ve iş-meslek sahibi olma dönemleri ise genç yetişkinlik yıllarında temellenir. Genç yetişkinlerin iş ve çalışma alanları düşünüldüğünde ele alınması gereken konular şu şekildedir: Kimlik ve üretkenlik: İş ve çalışma hayatı, erkek ve kadınlar için fiziksel ve duygusal enerji gerektirmektedir. Genç yetişkinler, ergenlik döneminin kimlik bunalımından ve krizlerinden sıyrılarak bir iş ve uğraşa yönelmişlerdir. Bireyin meslek ve aile yaşamındaki başarısı kimlik duygusunu güçlendirerek toplumla buluşma noktasında da fayda sağlar. Birey, kendini tanıtırken adını, soyadını ve mesleğini belirtir. Örneğin; insanlar “doktorum”, “polisim”, “sosyal hizmet uzmanıyım” şeklindeki ifadelerle mesleklerini belirterirler. Yabancılaşma: İş ve yabancılaşma olgusuna ilişkin açıklamalar özellikle Erich Fromm'un yapıtlarında yer almaktadır. Fromm'a göre yabancılaşma, "kişinin kendisini bir yabancı gibi hissettiği yaşantı biçimidir. Kişi kendisiyle ve dış dünyayla üretici bir ilişki içinde değildir". Yabancılaşma durumunda, "İnsanın kendi eylemleri, onun tarafından yönetilmek yerine, onun üstünde, ona karşı işleyen yabancı bir güç olup çıkar." Böylece insan, kendini kendi zenginliğinin etkin yaratıcısı olarak değil de kendini kendi dışındaki güçlere kaptırmış zavallı bir nesne olarak algılar. Fromm'a göre çağdaş toplumda yabancılaşma hemen her yeri kaplamış bir olgudur, bu durumdan özellikle çalışma ve iş yaşamı etkilenmektedir. Kadınların çalışması: Yakın zamanlara kadar evinde oturması gerektiği düşünülen kadınlar, bugün birçok ülkede ulusal iş gücünün yaklaşık yarısını oluşturmaktadırlar. Fakat öyle bir dönemde bulunuyoruz ki, erkeklerle kadınlar arasındaki rol ve görev bölüşümü kültürlere yerleşmiştir. Erkek çocuklar için 300 meslek varken, kız çocuklar için sadece 30 meslek yolu bulunmaktadır."Demekte. **Kadınların iş dünyasında karşılaştıkları ilk sorunlardan biri, her zaman,ücret düzeyinin en düşük olduğu sektörlerde çalışmak zorunda kalmalarıdır. Bunun temel nedeni, daha başlangıçta kadınların ileride yüksek ücret getirmeyecek ve yükselme olanağı sağlamayacak öğrenim dallarına ve mesleklere yöneltilmeleridir. Kadınlar, dil, edebiyat, tarih gibi insan bilimleri dallarına, öğretmenlik, hemşirelik,sekreterlik gibi hizmet kollarına itilmektedirler; mühendislik, diplomatlık, yüksek düzeyde yöneticilik, üniversite öğretim üyeliği, parlamenterlik, sendika liderliği gibi alanlara kadınlar hâlâ yaklaşamamakta ya da pek az ve güçlükle girebilmektedirler. Meslek seçimi:Meslek seçimi süreci, bireyin gerçek işini seçiminden çok önce başlar. Meslek seçimi, sadece var olan işler arasında en uygununa karar vermekten ibaret değildir. Bireyin geçmişi ve temelleri, rol modelleri, deneyimleri, ilgileri ve kişiliği meslek seçimini etkileyen en önemli etkenlerdr. 1. Bireysel temeller: Toplumsal sınıf, etnik köken, cinsiyet, zekâ gibi karmaşık etkenler bireyin meslek seçimini etkilerler. Bu etkenlerin etkileşimi, bireyin evlenmesinde olduğu gibi, iş seçimini ve şansını etkiler. 2. Rol modelleri: İnsanlar mesleklerini çoğunlukla o meslekten birisiyle özdeşleşerek seçerler. Rol modeli olan kişi geleneksel toplumlarda baba ya da amcadır. Ancak, günümüzde kitle iletişim araçları bireye yakın çevresinde bulunmayan rol modellerini de iletmektedir; böylece bir gencin kendi temel özelliklerinin dışında olan birini model alması da olanaklı olmaktadır. 3. Deneyim: Bir insan mesleğini daha önce yaşadıklarına göre de seçebilir.Ağabeyi öldürülen birinin polis olmayı, büyük babasının evi yanan birinin itfaiyeci olmayı istemesi gibi. 4. İlgiler: Gerçekten seçme şansı varsa, bireyin ilgileri, tercihleri ve değerleri meslek seçiminde önemli bir rol oynar. Örneğin psikologlar ya da özel eğitimciler insanları anlamaya ve onlara yardım etmeye ilgi duyan kişilerdir. 5. Kişilik: Meslek seçimi birey ile işi arasındaki uygunluğu da yansıtır.Yetişkinlerde kişilik özellikleri ile çeşitli işlerin özellikleri arasındaki ilişkiyi soruşturan pek çok araştırma yapılmıştır. J. L. Holland'ın iş ve meslek seçimi kuramında kişilik farklılıkları en önemli yeri tutmaktadır; bu kuramda altı temel kişilik boyutu uygun meslek seçimleriyle ilişki içindedir. **Temel boyutlara sahip (gerçekçi, araştırıcı, sanatsal, toplumsal, geleneksel,girişimci) kişiler bunlarla bağdaşan mesleklere yönelirler. Örneğin, bir çiftçi hem gerçekçi (güçlü ve pratik), hem de gelenekseldir (yapılanmış etkinlikleri yeğler). Meslek ile kişilik uyuştuğunda insan doyum bulur, işini sürdürür ve mesleğinde ilerler. UNITE 5=EŞ SEÇİMİ EVLİLİK Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik kavramı, M.Ö. yaklaşık iki binyıllarında Mısır’da başlamıştır. Dört bin yıllık bir geçmişi olan evlilik kurumu,toplum düzenini, kültür ve geleneklerin sürekliliğini, yeni nesillerin bakım ve eğitimini sağlayan bir kurum olarak süre gelmiş, toplum, dinî kurumlar ve devlet tarafından da desteklenmiştir. **Peki iki insan bir birliktelik kurma kararını nasıl almakta ve neden birbirlerini tercih etmektedirler? Evliliğin nasıl kurulduğu sorusu, son yıllarda irdelenmeye başlanan bir konudur. Belki bunun nedeni, daha önceki devirlerde evliliğin, geleneksel olarak büyükler tarafından küçükler için verilen bir karar olarak görülmesidir. Görücü usulü evlilik uzun süre bireylerin tercihlerini ikinci plana itmiş görünmektedir. Günümüzde bireysel tercihlerin önem kazanmasıyla birlikte,bireylerin bu tercihlerinin nelerden etkilendiği ve nelere yöneldiği gibi konular önem kazanmaya başlamıştır. **Eş seçimi kültürel normlar bağlamında çeşitli farklılıklar gösterebilen bir süreçtir. Batı toplumlarının çoğunluğunda eş seçimi, iki kişinin özgür seçimleri neticesinde evlilik yoluyla birliktelik kararı almasına bağlıdır. Bazı toplumlarda ise eş seçimi, daha çok aileler tarafından organize edilen, hatta bazı kültürlerde çiftin fikri sorulmaksızın karar verilen bir süreç olarak göze çarpmaktadır. EVLİLİK Evlilik, bir erkek ile bir kadının sevgi, arkadaşlık, güvenlik, cinsel doyum sağlama, çocuk dünyaya getirme, çocuğun bakım ve sorumluluğunu paylaşma gibi gereksinimlerini gidererek mutlu olmak amacıyla oluşturduğu, hukuksal açıdan da geçerli, ortak bir yaşama biçimidir. Evlilik Biçimleri Geleneksel evlilikler:Geleneksel evliliklerde erkek, çalışan ve kazandığı para ile saygınlığı evine getiren kişidir. Evin mutluluğu, ailenin değeri, erkeğin bu görevi yerine getirmesi ile ilişkilidir. Kadının görevini başarmış olmasının belirleyicileri ise, ailenin beslenmesini sağlamak, duygusal gereksinimlerini gidermek ve çocuk yetiştirmektir. Bu roller başarıldığı ölçüde, eşler arasında saygıya ve iş birliğine dayalı bir ilişki sürdürülebilmektedir Çağdaş evlilikler:Çağdaş evlilikler ise, kadın ve erkeğin kendi isteği ile birlikte yaşamayı kabul etmesi; eşlerin, yaşam boyu birbirine sevgi ile bağlılık sözü vermesi ve bu durumun yasal organlarca da belgelenmesiyle gerçekleşmektedir. Çağdaş anlayışa göre evliliğin nasıl sürdürüleceğini gelenekler yerine, eşlerin kendileri belirlemektedir. Kişiyi Evliliğe Güdüleyen Etkenler Evliliğin niçin önemli olduğu konusunda DPT’nin araştırmasında en çok verilen yanıtlar sırasıyla soyun devamı için, daha düzenli bir hayat için, dinimiz emrettiği için şeklindedir. Eğitim düzeyi arttıkça verilen cevaplardaki öncelik daha düzenli bir hayat için ve sevdiğimle hayatımı paylaşmak için şeklinde olmaktadır. Diğer araştırmalarda da üniversite öğrencilerinin geleneksel anlayışın dışına çıkarak yüksek oranda evliliğin önemini, hayatı sevdikleriyle paylaşmak olarak gördükleri ortaya konulmuştur **Evlenmelerin birçoğunda ana etken aşk olmadığına göre bunun dışında birçok sebep rol oynar. Bunlar sosyal, ailevi ve duygusal mahiyettedir. Mesela ailevi bağlantıların rolü, ekonomik emniyet duygusu ve ihtiyacı, evlilik merasiminin etkisi gibi sebepler kişiyi evliliğe itmektedir Yalnızlık=Yalnızlık, insanı sağlıklı ve ve üretici olmaya güdülese de birey, sürekli olarak başkalarıyla birlikte yaşamanın yollarını aramaktadır. İşte evlilik, bireyin birçok toplumsal- ruhsal gereksinimi dengeli ve doyurucu biçimde gideren, yalnızlığı mutlu birlikteliğe dönüştüren ortak yaşama biçimidir Cinsel gereksinim=Kişiyi evliliğe güdüleyen ikinci bir etken, cinsel gereksinimdir. Temel gereksinimler olan yeme, içme, giyim, barınma, tehlikelerden korunma, acıdan kaçınma gibi, cinsel gereksinim de en sağlıklı ve doyurucu biçimde evlilikte karşılanabilmektedir. Evli insanlar çoğunlukta olduğu için:İnsanların büyük bir kısmının evli olması kimi insanlara evliliğin doğal ve normal olduğunu düşündürmektedir.Böyle düşünenler için evlenmemek, evliliği düşünmemek normal bir tutum değildir. Sevgi gereksinimi=Evlilikte cinsel doyum, asıl, sevgi ile taçlandırıldığında evlilik bağlarını güçlendiren bir temel etken niteliğini kazanmaktadır. Mutlu ve iyi bir yaşam için;Kimileri içinde bulundukları hoş olmayan, mutsuz ve kötü yaşam koşullarından kaçıp kurtulmak için evlenmeyi isterler. Evlilik, bu kişiler için âdeta bir sığınak şeklinde görülmektedir. Ekonomik dayanışma gereksinimi=Evliliğin önceliklerinden biri de ekonomik bağımsızlıktır. Evlenecek kişilerin, ilgi ve yeteneklerine uygun bir mesleği, bir işi olmalıdır. Başta yeme, içme, giyim,kuşam, ev kirası, elektirik, su, yakacak, doğalgaz parası; eğitim, kültür, eğlence ve dinlence masrafları olmak üzere, geleceğe yönelik birikimler gibi giderleri karşılamak için, aileye para gerekmektedir. Günümüzde bu gereksinimi birlikte karşılayan eşlerin sayısı gittikçe artmaktadır. Çocuk sahibi olma isteği=Başlangıçta kişiyi evliliğe güdüleyen çocuk, sonraları evliliğin gücüne güç katmakta, anne babayı yaşama daha çok bağlamaktadır. Anne baba,çocukta var oluşlarını sürdürme isteğini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu da yaşamış olmaktadırlar. Sahiplenme duygusu:İnsanı evliliğe iten nedenlerden biri de erkek ve kadının kıskançlık ve eşi üzerinde hak sahibi olma gereksinimlerini karşılıyor olmasıdır. Ayrıca evlilik bir hayat sigortasıdır. Evli erkeklere bekârlardan daha fazla güvenilir. Evlilik, kadınla erkek arasında gayri meşru ilişkinin insana verdiği utanç, suçluluk, endişe ve vicdan azabı olmadan, insana bir yuva içinde eşiyle birlikte cinsi ve ruhi bakımdan tatmin olma fırsatı veren kutsal bir müessesedir. Evlilik Yaşam Döngüsü Nichols evli çiftlerin ilişkilerindeki gelişimsel görevleri evlilik yaşam döngüsü başlığı altında incelemiştir. Buna göre, evlilik ilişkisi içerisindeki çiftlerin,evlilik ilişkisinin gelişimi boyunca, evlilik ve eş olma konusundaki görevleri aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır. 1. Bağlılık: Bağlılık, çiftin evlilik ilişkisi hakkındaki değerlerinin neler olduğu ve ilişkilerini sürdürme konusundaki niyet ve çabaları anlamına gelmektedir. 2. İhtimam: İhtimam, eşleri birbirine bağlayan duygusal bağlanmanın bir çeşididir. Gottman (1994) evlilikteki başarının temel bileşenlerinin aşk ve saygı olduğunu ifade etmektedir. Bu basamakta evlilik ilişkisine ihtimamgöstermenin önemi, evliliğin devamını garantileyecek yeterli ve uygun özenin, evlilik ilişkisinde var olup olmadığıdır. 3. İletişim: Çiftin sözlü, sözsüz ve sembolik mesajlarda ortak anlamları paylaşabilmesidir. İletişim, ilişki içerisinde her derde deva bir çare olarak algılanmamalıdır, ancak ilişkiyi başarılı ve güçlü bir şekilde yürütebilmek için önemli bir araçtır 4. Çatışma ve Uzlaşma: Çatışma ve uzlaşma tüm yakın ve uzun süreli ilişkilerde kaçınılmaz olan incinme ve anlaşmazlıkların miktarı ve bu anlaşmazlıkların çift tarafından nasıl atlatıldığı ile ilgilidir. **Uzun süreli beraberlikler, çiftin her ilişkide mutlaka var olan çatışmaları çözme becerisinin bir sonucudur. Bu basamakta çiftin gerçekleştirmesi gereken görevler, çatışmalarını nasıl etkili bir şekilde çözebileceklerini ve nasıl uzlaşmaya varabileceklerini öğrenmeleridir 5. Anlaşma: Eşin, diğer eşin açık veya örtülü mesajlarını, beklentilerini algılaması ve yerine getirmesidir. Bu mesaj ve beklentiler a) bilinçli ve sözel, b) bilinçli fakat sözel olarak ifade edilmeyen, c) farkında olunmadan yaşanan nitelikte olabilir. Bu aşamada çiftin üstüne düşen görev,beklentilerin ve anlaşma yollarının keşfedilmesi ve netleştirilmesidir. Bu aşamanın içerdiği bir diğer görev de çiftin kendi aile kökenlerinden ayrışarak, çift olarak bireyselliklerini oluşturabilmeleri ve karşılıklı doyuma dayalı bir cinsel ilişki yaşantısı geliştirebilmeleridir. EŞ SEÇİMİ Evlilikte mutluluk geniş çapta eş seçmenin iyi yapılmasına bağlıdır. İnsanların, eşlerini niçin seçtikleri çok karmaşık ve oldukça değişken bir konudur. Din, yaş, ırk, etnik grup, sosyal sınıf ve ebeveyn ve toplum baskıları eş seçiminde şüphesiz etkili olan faktörler arasındadır. Buna ek olarak, bu konuyu etkileyen pek çok teoriden de söz edilmektedir. Bu teorilerden bazıları aşağıda özetlenmiştir. Teorilerden hiçbiri eş seçimindeki tüm faktörleri tamamıyla tanımlamamaktadır ve kuşkusuz eş seçimi, bir teoriden daha fazla boyutu kapsamaktadır Akrabalık teorisi: Yakın bir ilişki içinde olmanın, eş seçiminde temel bir faktör olduğu ileri sürülür. İdeal çift teorisi: Bir eş olarak arzu ettiğimiz nitelik ve karakteristiğe sahip birini seçmemizi açıklar. Bu teori, “o, şimdiye kadar istediğim her şey” cümlesiyle ifade ettiğimiz bir kişiyi seçmemizi söyler. Değerlerde uyum teorisi: Bilinçli ya da bilinçsiz sahip olduğumuz değerlerin benzer değerlere sahip bir eş seçiminde bize yol göstereceğini ileri sürer. Homogomy teorisi: Irk, ekonomik koşullar ve toplumsal özellikler açısından benzer bir eş seçmemizi ileri sürer. İhtiyaçların tamamlanması teorisi: Bu teori seçeceğimiz eşin, sahip olmak istediğimiz özelliklere sahip olmasını ileri sürer. Uygunluk teorisi: Çeşitli aktiviteleri birlikte yapabileceğimiz, bizi kabul eden,anlayan, iletişimde kendimizi rahat hissettiğimiz, benzer yaşam felsefesine sahip eş seçmeyi ileri sürer. **Özellikle ilkel yapılı toplumlarda, eş seçimi bireysel olmaktan çok uzak bir olay niteliğindedir. Evlilik konusuyla akrabalar, uzak akrabalar hatta devlet ilgilenebilir.Birçok durumlarda evlenecek olan tarafların istemleri dikkate alınmaz .Modern toplumlarda da eş seçiminde çevresel etkenler önemini korumaktaysa da bireysel tercihler ağır basmaktadır.Alkan’(1981) a göre gelir ve eğitim düzeyi ile kentleşme olgusu eş bulma üzerinde küçümsenmeyecek ölçüde etkili olmaktadır. Eş seçme üzerinde yapılan araştırmalarda kimin kiminle evleneceğini belirleyen etmenlerin şunlar olduğu gösterilmiştir: Yakınlık İdeal eş kavramı Anne ve babayı gelecekteki eş için örnek kabul etmek. Kişilikle ilgili gereksinimler Kendisine benzerlerle evlenme eğilimi **Fowler,bireylerin kendilerine benzeyen kişileri eş olarak seçtiğini ileri sürmektedir. Aynı şekilde Catton ve Smircich ise bireylerin ırk, din, etnik köken ve evlilik öncesi yaşanılan yöre bakımından kendilerine benzeyen kişileri eş seçtiklerini belirtmektedir. Allen ise bireylerin moral (ahlaki), bilişsel ve fiziksel yönlerden eksiğini tamamlayan kişileri seçtiğini ileri sürmektedir. *Evlilik beklentileri konusunda yapılan bir araştırmada öğrencilerin, evlilik beklentileri olarak arkadaşlık, cinsel tatmin, aşk, çocuk, yuva ve güvenceye verdikleri önem sıraları incelenmiş ve kızların daha çok aşk, çocuk, yuva ve güvence; erkeklerin ise arkadaşlık ve cinsel tatmin konularına önem verdikleri görülmüştür. SAĞLIKLI BİR EŞ OLMA VE EŞ SEÇMENİN KOŞULLARI Evlilik yaşına gelmiş olmak=17 yaşını tamamlayıp 18 yaşına girmiş olmak, yasal evlenme yaşı olarak belirlenmiştir. Başka deyişle bu yaş, olgunluk yaşı olarak kabul edilmiştir.Günümüzde ancak 22-24 yaşlarında evliliğe hazır duruma gelmektedirler. Fiziksel olgunluk=Evli bir kişinin günlük iş yükünü karşılayabilmesi onun fiziksel olgunluğa erişmesine bağlıdır. Fiziksel bir kusuru olan bir kimse, bu kusurun evlilik yaşamına etkisini incelemeli ve konuyu gerekirse uzmanlarla tartıştıktan sonra evliliği hakkında bir karara ulaşmalıdr. Duygusal olgunluk=Duygusal olgunluğun en önemli özelliği nesnel olmaktır. Nesnel olan bir kişi olgu ile duyguyu birbirinden ayırabilen ve olgulara göre davranabilen kimsedir. Duygusal olgunluğa ulaşmış olan bir kimse, hatalarını görebilen ve giderebilen bir kimsedir. Eğitim düzeyi ve meslek=Evlenmek isteyen iki kişinin eğitim düzeyi arasında aşırı fark olması demek, onların ilgi, ihtiyaç, arkadaşlık vb. birçok alanda farklı olmaları demektir. Ayrıca, eşlerin iletişim kurma becerileri de mutluluklarını etkilemektedir. Eğer farklılık çok ve oldukça köklü ise, bu durum bireylerin tutumlarının, standartlarının, yeme, içme,eğlenme şekillerinden, okudukları eserlere, hatta tatil anlayışlarına kadar bütün davranışlarının farklı olmasına neden olacağından mutlu olma olasılıkları zayıftır. Tanımak, sevmek ve paylaşmak=Mutlu bir evliliğin temellerinden bir diğeri, evlenmek isteyen kadın ve erkeğin,olanak ölçüsünde tüm yönleriyle birbirini tanımaları, bu özellikleriyle birbirlerini sevmeleri ve beğenmeleridir. Sosyoekonomik özellikler ve aile yapısı=Her birey içinde doğup büyüdüğü, geliştiği sosyal ve ekonomik koşulların bir ürünüdür. Her grubun doğru kabul ettiği davranışlar doğal olarak birbirinden farklıdır. Dolayısıyla farklı sosyoekonomik özelliklere sahip bireylerin evlilikten beklentileri de farklı olacağından evlilikte başarı şansı düşük olacaktır. Kişilik özellikleri=Kişilik özellikleri, evlilikte başarıyı etkilmektedir. Ancak önce evliliğe uygun kişi olmanın, evliliğe uygun kişiyi bulmaktan daha önemli olduğunu kabul etmek gerekir. Kişi kendisini evlilik için uygun insan durumuna getirdikten sonra, uygun kişilikteki eşin seçimini yapabilir. **Evlilikte başarısızlığa yol açan olumsuz kişilik özellikleri: Mülkiyetçi ve tekelci tipler, asla tatmin olmayan tipler, sebatkâr olmayan ve çok çabuk sinirlenen tipler, üstünlük iddasında olan tipler, aşırı titiz tipler, flört etmekten hoşlanan tiplerdir. Zekâ=İki kişinin anlaşmasında zekâ düzeyleri çok büyük rol oynar Cinsel uyum=Cinsel gereksinimin her türlü engel ve yasaktan uzak, doğal ve doyurucu olarak giderilebildiği bir kurum olan evlilikte eşlerin birlikte gerçekleştirecekleri doyurucu cinsel ilişki, mutluluğu oluşturan ana etkenlerden biridir. YAKIN AKRABA EVLİLİKLERİ Akraba evlilikleri, beden ve ru sağlığını tehdit eden önemli etkenler arasında yer almaktadır. Çekinik bir özellik olarak bir hastalığı genlerinde taşıyan yakın akrabaların evlenmesi durumunda, bu hastalığın ortaya çıkma olasılığı çok yüksektir.Tüm bu bilgiler ışığında ülkemizdeki eş seçimi kriterlerine göz atmakta fayda görülmektedir. Ülkemizde eş seçimi kriterlerine dair önemli bir bilgi sunan Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü 2006 yılı verilerine göre,Türkiye’de hâlen evli olmayıp evlenmeyi düşünen erkeler arasında, evlenecekleri kadının güzel olması gerektigini belirtenlerin oranı %59, önemli olmadığını belirtenlerin oranı ise %40.2’dir. Güzel olmasını istemediğini belirtenlerin oranı ise %0.8’dir. MUTLU VE MUTSUZ EVLİLİKLER Virginia Satir’e göre aile içinde meydana gelen her türlü ilişki ve iletişimin ekseninde evlilik ilişkisi yatar ve eşler ailenin mimarlarıdır.Sağlıklı ailelerde büyüyen bireylerin ileride kuracakları kendi ailelerinin de sağlıklı olması kuvvetle muhtemel olmakla beraber,araştırmalar, problemli aile yapılarından gelen bazı bireylerin de ileride kendi aile kökenlerinin tam tersine sağlıklı aileler oluşturabildiklerini göstermekte. Bu sebeple çiftin evlilik ilişkilerini geliştirmek amacıyla alacakları yardımlar sadece evlilik ilişkilerini değil, aile içi ilişkilerini de geliştirecektir.Sağlıklı evlilik faktörleri nelerdir? Araştırmacılar, mutlu ve sağlıklı evliliklerin göstergesi olabilecek çeşitli özellikler sıralamaktadırlar. **Sağlıklı evlilik faktörlerini ortaya çıkartma çabası, pek çok araştırmacının ilgi konusu olmuştur. En bilinen sağlıklı evlilik modellerinden bir tanesi Güvenlik Teorisi (SafetyTheory)’dir. Bu teoriye göre, ilişkilerde iki çeşit güvenlik algısı vardır: 1. Karşılıklı etkileşimde kendini güvenli hissetme (rahat ve açık bir şekilde konuşabilme), 2. Bağlılık konusunda kendini güvende hissetme (karşısındakinin desteğinden emin olma ve güvenme, geleceğe net ve güvenle bakabilme). **Güvenlik teorisinin ana temalarını oluşturan, güvenli bağlanma, duygularını açık bir şekilde ifade edebilme ve karşılıklı kabul, sağlıklı evlilik ilişkisi içerisinde muhakkak yer alması gereken ana noktalar olarak görülmektedir. Bu amaçla,eşlerin aralarındaki problemleri kavga etmeden halletmeyi öğrenmeleri, karşılıklı pozitif etkileşimi beslemek yoluyla aralarındaki aşk ilişkisini uzun süre devam ettirebilmek ve birbirlerine bağlılıklarını desteklemek üzere çalışılması önemlidir. **Evlilik interaksiyonu açısından biliş-duygu-davranış üçgeninin eşlerin evlilik yaşantıları üzerindeki etkisini anlamak ve çiftin birbirlerini algılayışlarındaki sistematik farklılıkları ortaya koymak, sağlıklı bir çift ilişkisi oluşturmak ve sürdürmek açısından önemlidir. **Geniş bir yelpazeye yayılmış olan bilişsel süreçler, çiftlerin arasında var olan ilişkiye yönelik kurallar, beklentiler,inançlar, standartlar, karşısındakini algılama, karşılıklı etkileşim gibi çok çeşitli alanları içermektedir. **Evlilik ilişkisi içerisinde eşlerin birbirlerinin davranışlarını algılamaları ve bu algılara ilişkin yorumları, birbirlerine verdikleri cevaplar ve gösterdikleri tepkiler üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır.Olson ve Fowers ise, (1993) beş tip çift ilişki biçimi öne sürmektedir: 1. Canlı, hayat dolu çiftler 2. Uyumlu çiftler 3. Geleneksel çiftler 4. Çatışmalı çiftler 5. Cansız, enerjisiz çiftler BOŞANMA Evliliğin ilk yıllarındaki sosyal ilişkiler, evli çiftin evlilik normlarına uyum sağlamalarında ve ilişkilerindeki olumsuzluklarla başa çıkabilmelerinde çok önemlidir. Çiftleri boşanmaya iten sebepler ise şu şekilde sıralanabilir: &-Eşlerden birinin ya da her ikisinin evliliğe hazır olmadan evlilik yapmış olması &-Evliliğe hazır olmadığı hâlde, sevmediği ev ortamından uzaklaşmak amacıyla evlenme &-Erkeğin, annesine bağımlı olması ve eşini annesiyle özdeşleştirmesi &-Eşin kaba güce başvurması, baskı yapması &-Toplumsal- kültürel uyuşmazlıklar &-Ruhsal uyumsuzluk ve ruhsal bozukluklar Zastrow (2010)’ göre ise boşanmaya sebebiyet veren olaylar şunlardır: Çiftlerin yaşı: 20’nin altındaki eşlerde boşanma daha yüksektir. Nişanlılığın uzun olması Evlilik yaşı: Ergenlik çağında yapılan evlilikler boşanmaya daha yatkın Evliliğin uzunluğu: Boşanmaların çoğu ilk üç yılda gerçekleşmektedir. Sosyal sınıf: Yüksek sosyoekonomik düzeyde daha fazladır.Kadının eğitim oranı arttıkça boşanma oranı yükselmektedir. Yerleşim: Kentsel alanlarda daha fazladır.İkinci evliliklerde boşanma oranı daha fazladır. Din: Daha dindar insanlarda boşanma oranı daha azdır. (ÜNİTE-6)=GENÇ YETİŞKİNLİKTEKİ SOSYAL DEĞİŞİMLER Genç yetişkinler,sıklıkla şöyle bir çatışma yaşamaktadırlar:Hem ebeveynlerinden bağımsız olmak istemektedirler hem de ebeveynlerinin kendilerinin pek çok istek ve ihtiyaçlarını sağladıklarını anlayabilecek bir kavrama düzeyine erişmişlerdir.Bağımsızlığın kazanılmasında ergenler ebeveynlerinin kendilerine rehberlik etme çabalarına isyan ederler.Onların görüşlerini modası geçmiş ve saçma bularak reddederler. **Çocuklarla ebeveynleri arasındaki yaygın çatışma alanları:Ev işlerine katılma,Zaman kullanımı, Çalışmaya karşı tutumlar,Para harcama,Ahlaki değerler ve alışkanlıklar,Arkadaş seçimi,Kıyafet seçimi, Telefon kullanımı, Karşı cinsle arkadaşlık,Araba kullanımı **Ebeveynlerin bu döneme kolay uyum yapabilmesi için şunlara dikkat edilmeli: -Ebeveynle çocuk arasındaki iletişim kanallarını kırmamak veya kesmemek. -Tüm ergenler ebeveynlerinden veya sevdikleri kişilerden yardım istemekte özgür hissetmelidirler. -Ergenler ebeveynleriyle veya uygun olan başka kişilerle konuşamazlarsa yalnızca akranlarına ve arkadaşlarına yönelirler. >>Duygusal bağımsızlık,ebeveynlere ve diğerlerine duygusal bağımlılıktan,hâlâ yakın bağları korumayı başararak görece bağımsızlığa ilerlemeyi;ebeveyn-çocuk ilişkisinden yetişkin-yetişkin ilişkisine geçişi içerir. >>Sosyal bağımsızlık,‘başkaları tarafından yönetilmekten çok kendi kendinî yöneten kişi olmak’ demektir. >>Ekonomik bağımsızlık,bireyin finansal ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli para kazanmasını içerir. Akran ilişkileri **Gençlerin akranları tarafından kabul edilmeyi çok istedikleri bilinmektedir. **Bir ergenin seçtiği belirli bir akran grubunun tipi çeşitli faktörlere bağlıdır: -Sosyoekonomik statü (Arkadaş gruplarının çoğunluğu sınıfsal kökenlidir.) -Ebeveynlerden edinîlen değerler -Bireyin içinde yaşadığı komşuluk çevresi -Okulun özelliği -Özel yetenek ve beceriler -Ergenin kişiliği **Arkadaş ve akran grupları ergenlere ve genç yetişkinlere ebeveyne bağımlılıktan bağımsızlığa dönüşmekte yardım ederler. **Ergenlerin arkadaşlarını seçmelerinde ve bu arkadaşlıkları sürdürmelerinde 5 boyutun önemli olduğu saptanmıştır: 1.Benzerlik:Değerlerde,kişilikte,tutumlarda,paylaşılan etkinliklerde veya deneyimlerde benzerlik. 2.Karşılıklılık:Anlayış,yardım etme,birbirini kabul etme,karşılıklı güven,sırları paylaşabilme. 3.Uyuşma:Birlikte olmaktan zevk alma. 4.Yapı:Coğrafi yakınlık,uzun süreden beri tanışıklık. 5.Rol modeli oluş:Arkadaşının ‘iyi’ özelliklerine saygı ve hayranlık duyma. Soyutlanmaya Karşılık Yakınlık Erikson,genç insanların (20) bir kimlik duygusu geliştirdikten sonra soyutlanmaya karşı yakınlık olarak adlandırılan bir psikososyal krizle karşı karşıya kaldıklarını ifade etmektedir.Yakınlık,bireyin yakınlaşma sürecinde kendi kimliğini kaybetme korkusu duymaksızın,bir başka insanla açık,huzurlu, destekleyici bir ilişki deneyimini yaşayabilme kapasitesidir. Soyutlanma durumsal faktörlerin sonucu olarak da ortaya çıkabilir.Genç bir insan örn.tıp fakültesine girmek için o kadar çalışmakla meşgul olabilir ki yakın bir ilişki kurmaya vakit bulamayabilir. **Yaşam tarzlarıyla ilgili kararlardan bazıları: -Evlenmeye veya bekâr kalmaya karar vermek -Çocuk sahibi olmaya veya olmamaya karar vermek -Ne tip bir meslek sahibi olacağına karar vermek -Ülkenin hangi bölgesinde yaşayacağına karar vermek -Ne tip bir evde yaşayacağına karar vermek. **Bir yaşam tarzı seçmede aslında çoğu insan için ‘ideal seçim yapmak’ değil mevcut imkânlar söz konusu olmaktadır.Finansal kaynaklar,bireysel kusurlar, ayırımcılık vb.özgür seçim yapmayı destekleyebilir veya önleyebilir.Ayrıca, beklenmeyen yaşam olayları (planlanmayan bir hamilelik, boşanma,eşin ölümü vb.) kişinin hayatını ve aile yaşam düzenlemelerini büyük ölçüde değiştirebilir. EVLİLİK **Evlilerin boşanmış ve dullardan daha fazla yaşam doyumu hissettiklerini ortaya koyan araştırmalar bulunmaktadır.Bunun iki alternatif faktörü vardır:Ya bir grup insan evlilikte mutluluğu bulmuştur ya da mutlu insanlar evliliğe daha yatkındır. **En mutlu evlilerin,20li yaşlarındaki çocuksuz çiftler olduğu saptanmıştır. BEKÂRLIK **Bekâr kalmanın avantajları:Kendine yeterli olmaktan doyum bulma,mesleki ilerleme fırsatlarının artması,heyecan veren yaşam tarzı,bir yere bağlı olmak zorunda kalmama (mobilite),yoğun bir cinsel yaşantı,değişme özgürlüğü,çok çeşitli tecrübe sahibi olma fırsatları,çok çeşitli rolleri gerçekleştirme fırsatları,pek çok arkadaşı olma fırsatı vb. **Evli olmanın negatif yönleri:Can sıkıntısı,bireysel gelişimin engellenmesi, kendinî kapana kısılmış hissetme,mutsuzluk,beklentilerini sınırlandırmak zorunda kalma,cinsel engellenme, zayıf iletişim,sınırlı hareket özgürlüğü,yeni deneyimlerin kısıtlanması,arkadaşların azlığı vb. EBEVEYNLİK **Ebeveynliğin bazı sorun alanları:Bir bebeğin doğumu,ebeveynlere kendilerinin artık birer çocuk değil yetişkin olduklarına işaret etmektedir.Artık yalnızca kendilerine değil 24 saat bakım isteyen bir başkasına karşı da sorumlulukları vardır.Bir bebek,zamanlarının ve ilgilerinin çok büyük bir kısmını istemektedir. **Babaların eşlerinden daha farklı sıkıntıları da olduğu saptanmıştır:Bebek yüzünden yaşam tarzlarını değiştirmek zorunda kalmak,finansal baskıların artması,bebeğin bakımı için ek iş yapmak,çocuk yetiştirmede akrabaların müdahalesi. **Çocuk sahibi olmanın sağladığı psikolojik doyumlar:Çocukları sevmek ve onlar tarafından sevilmek, onlarla birlikte eğlenmek,çocukların,anne-babaya kendilerini saygı değer hissettirmeleri, hastalık ve yaşlılıkta kendilerine bakacak ve ilgi gösterecek birilerinin olmasına ve kendileri öldükten sonra ‘köklerinin’ yaşayacağına duyulan inanç. **Ebeveynlik 4aşamalı bir gelişim sürecidir: 1.Güvenle bekleme:Hamilelik döneminde oluşur.Müstakbel ebeveynlerin çocuklarını nasıl yetiştireceklerine,yaşamlarının nasıl değişeceğine ve ebeveynliğin anlamına ilişkin düşüncelerini içerir. 2.Balayı:İlk çocuğun doğumundan sonra başlayıp birkaç ay sürer.Ebeveynler sıklıkla bir çocuk sahibi olmaktan ve onu kucaklarında tutmaktan çok mutlu olurlar.Aynı zamanda ebeveynle çocuk arasında bağlılıklar oluşurken uyum yapma ve öğrenme sürecidir. 3.Plato:Bebeklikten ergenlik yıllarına kadar oluşur.Sık sık ebeveynler uyum yapmak zorunda kalırlar ve çocuğun düzeyine göre ebeveyn davranışına adapte olmak ihtiyacını duyarlar. 4.Ayrışma:Örn;çocuğun evlenmesi gibi bir nedenle evden ayrıldığı zaman oluşur. ANA BABA TUTUMLARI Hatalı tutumlar: >>Aşırı verici,koruyucu ve aşırı disiplinsiz tutum >>Aşırı itici,ilgisiz ve aşırı disiplinsiz tutum >>Aşırı verici ve aşırı disiplinli,denetimli tutum >>Aşırı itici ve aşırı disiplinli,cezalandırıcı tutum >>Aile içindeki çocuklara farklı tutumlar oluşu >>Aile içi kutuplaşmalar EBEVEYN VE ÇOCUKLAR ARASINDA ETKİLİ İLETİŞİM **Kişinin olumsuz düşüncelerini fark etmesi ve bu olumsuz düşünceleri sorgulaması önemlidir.Bu sorgulama,şunları içermektedir: a.Herhangi bir kanıt var mı? Böyle düşünmeye yol açan kanıtlar nelerdir? b.Farklı bakış açıları var mı? **Yapıcı tartışma yapabilmenin yolları: -Sorunun net tanımı yapılır -Tartışılmakta olan sorundan uzaklaşılmaz -Genelleme yapılmaz -Geçmişe yönelik tartışmaya girilmez -Tartışan tarafların çıkarları ön planda tutulur=>"Kaybet-kazan” yaklaşımı yerine,“kazan-kazan” yaklaşımı geliştirilmiştir. -Dolaysız ifadeler kullanılır **Ebeveyn ve çocuklar arasında etkili iletişimin gerçekleşebilmesinin önündeki başlıca engeller stresle baş etmeyi zorlaştıran kişilik özellikleri ve düşünce hatalarıdır. >>Stresle baş etmeyi zorlaştıran kişilik özellikleri:Öfke kontrolü yapamayan, düşmanlık duyguları baskın olan,ben merkezli (ego santrik),düşük benlik saygısı olan,duygularını ifade edemeyen,sürekli kendinî suçlayan,aşırı duyarlı,dış kontrol odaklı,çocuksu kişilik,A tipi kişilik (saldırgan,ihtiraslı,aşırı rekabetçi, yapılması gereken birçok iş baskısı hisseden,yüksek beklentili,coşkulu jestlerle konuşan,işle meşgul,obsesif,titiz,ayrıntıcı,aşırı sorumluluk üstlenen) >>Düşünce hataları:Me’li-ma’lı tarzı cümleler kurma (mutlakacılık),hemen sonuca atlama,felaket hâline getirme,kutuplaştırma (ya hep ya hiç),keşkecilik, olumluyu geçersiz kılma,toptancılık (tüm yumurtaları aynı sepete koyma), kendinî suçlama ve yargılama. **Ebeveyn-Çocuk ve Ailenin Diğer Üyeleri Arasında Sağlıklı Sorun Çözme Tarzları Rasyonel Terapi Yaklaşımı’na göre,bütün davranışlarımızın birincil nedeni,karşılaştığımız olaylar hakkında kendimize ne söylediğimizdir. **Sağlıklı bir aile sisteminde sorunları başarılı bir biçimde aşabilmenin başlıca yolları: >Taraflar birbirlerini aktif dinlemelidirler. >Duygu ve düşünceler objektif biçimde ortaya konulmalıdır. >O anda ele alınan sorundan sapılmamalı;odak kaydırılmamalı,eskiden yaşanan sorunlar tekrar gündeme getirilmemelidir. >Aynı anda iki farklı sorun ele alınmamalıdır. >‘Kazan-kaybet’ yaklaşımı benimsenmemeli,‘kazan-kazan’ yaklaşımı benimsenmeli >Taraflar birbirini suçlamamalı ve yargılamamalıdır. >Tartışılan konunun özü ile ilgisi olmayan ayrıntılara girilmemelidir. >Öğüt vermekten kaçınılmalıdır. >Ahlak dersi vermekten kaçınılmalıdır. **Sağlıklı sorun çözme yöntemi ana hatlarıyla şu sırayı izlemelidir:Önce sorunu tanımlamalıdır.Daha sonra alt sorunlara inilmeli;bir yönünü seçip somutlaştırmalıdır.Şu sorular sorulmalıdır:Neden bir sorun?Kim için bir sorun? Sorunun oluşumunda benim katkım nedir?Başka kimin katkısı var?Nasıl bir sonuçla yetinebilirim?Sonuca ulaşmayı sağlayacak seçenekleri belirlemek için önce tüm seçenekler sıralanmalıdır.Kaçma seçeneği ve durumu kabullenme seçeneği de gerekirse seçenekler arasında bulunmalıdır.Tüm seçenekler içinden ‘olabilir’ nitelikte olanlar seçilmeli ve bunların avantaj ve dezavantajları tek tek belirlenmelidir.Seçeneklerden biri seçilip plan yapılmalıdır.Bu planda o seçeneği nasıl gerçekleştirebileceğiniz,neye ihtiyacınızın olduğu,sizi nelerin engelleyebileceği belirlenmelidir. SOSYAL SORUNLAR Duygusal sorunlar ( istenmeyen duyguları içerir) ve davranışsal sorunlar (sorumsuz eylemleri içerir) =>Duygusal güçlükler;depresyon,aşağılık duyguları veya soyutlanma duyguları,utangaçlık,düşük benlik saygısına sahip olma,fobi ve aşırı anksiyete. =>Davranışsal güçlükler;sadist veya mazoşist davranışlar,hiperaktif olma, alışılmadık veya garip hareketler,aşırı eleştirel olma,aşırı saldırgan olma, çocuğunu veya eşini istismar etme,kompulsif olma,cinsel sapmalar gösterme, öfke patlamaları yaşama,intihara teşebbüs etme,kindar olma. 1.Medikal Model:Duygusal ve davranışsal sorunların birer ruhsal hastalık olduğunu kabul etmektedir.Duygusal sorunlara ruh hastalığı etiketlerinin kullanımı tıbbi etiketler kullanılmasını içermektedir:Şizofreni,paranoya,psikoz, delilik gibi.Rahatsız insanın zihninin bazı genel,içsel,bilinmeyen durumlardan etkilendiğine inanmaktadır.Onlara göre,bu bilinmeyen,içsel durum;genetik yüklülükten,metabolik bozukluktan,enfeksiyon hastalıklarından,içsel çatışmalardan,savunma mekanizmalarının bilinç dışı kullanımından,duygusal saplantıya yol açarak gelecekteki ruhsal gelişimi önleyen travmatik erken yaşam deneyimlerinden kaynaklanabilir. ~Psikoz:Bireyin düşünme,duygusal olarak tepki verme,hatırlama,iletişim kurma ,gerçekliği yorumlama ve uygun tarzda davranma becerisinin yetersiz kaldığı ve böylece yaşamın gündelik taleplerini karşılama kapasitesinin bozulduğu organik veya duygusal kökenli ağır bir ruhsal bozukluktur. ~Şizofreni:Dil ve iletişim,düşünme,algılama,duygulanım ve davranışlardaki karakteristik bozulmalarla kendinî gösteren altı aydan daha uzun süren ekseriya psikotik nitelikli geniş bir grup bozukluktur. ~Paranoya:Gerçek bir olayın yanlış yorumlanmasına dayalı karmaşık, anlaşılması zor,ayrıntılı bir düşünce sistemine dayalı nadir rastlanan bir hastalıktır.Kendisini üstün bir yetenekli çok özgün bir insan olarak görür veya sistemli düşmanlık hezeyanları (delüzyonları) vardır. ~Hipokondriyazis:Kişinin aşırı ölçüde yoğunlaştığı bedensel yakınmalar ve semptomlar yoluyla,çevreyle kronik bir yanlış uyum tarzı geliştirdiği;bir fiziksel hastalığı olduğuna dair ciddi bir korku veya inanç duyduğu;bu nedenle tıbbi tedavi arayışına yöneldiği,kendisine böyle bir hastalığı olmadığına dair güvence verilmesine karşın bunu kabul edemediği ve bakım sağlayanlarla ve aile ile düşmanca veya bağımlı ilişkiler yaşadığı bir durumdur. ~Bipolar Bozukluk:Mani ve depresyon nöbetlerinin olduğu önemli bir affektif (duygusal) bozukluktur. ~Fobi:Bir obje veya duruma karşı duyulan obsesif (saplantılı),ısrarlı,gerçekçi olmayan yoğun bir korkudur.Yaygın fobilerden birkaçı: -Akrofobi:Yükseklik korkusu -Algofobi:Ağrı korkusu -Klastrofobi:Kapalı yer korkusu -Eritrofobi:Kan/kanama korkusu. **Kişilik bozuklukları: >>Antisosyal kişilik:Bireyi tekrar tekrar toplumla çatışmaya düşüren davranış kalıplarıyla birlikte olan toplumsallaşma noksanlığı,başkalarına veya sosyal değerlere bağlılık yetersizliği,duygusuzluk, sorumsuzluk,dürtüsellik,suçluluk duymakta veya ceza ve tecrübelerden ders çıkarma yetersizliğidir >>Sınırda kişilik (borderline):Kişilerarası ilişkiler,davranış,duygulanım ve benlik imajı gibi çeşitli alanlarda dengesizliktir. >>Kompulsif kişilik:Sıcaklık ve şefkat duygularını ifade etmekte sınırlı kalan, kanunlar,düzen, organizasyon,randıman ve detaylarla aşırı ilgilenen;keyif almak için çalışmaya ve üretkenliğe kendinî aşırı adamış olan,kararsızlık gösteren kişilik tipidir. >>Narsisistik kişilik:Kendisinin önemli ve biricik olduğuna dair büyüklenme duygusu taşıyan,sınırsız başarı fantezileriyle aşırı ilgilenen,sürekli ilgi ve hayranlık duyulmasına ihtiyaç duyan,kişiler arası ilişkilerde empati yoksunluğu gibi rahatsızlıkları olan,öfke patlamaları yaşayan,ilişkilerini aşırı idealleştirme ile tümüyle değersizleştirme gibi aşırı uçlar arasında gidip gelerek yaşayan bir kişilik tipidir. >>Pasif-agresif kişilik:Agresif (saldırgan) davranış;bloke etme (engelleme), surat asma,sürüncemede bırakma (erteleme),kasıtlı olarak verimsiz çalışma ve inatçılık gibi pasif (edilgen) tarzlarda kendinî gösterir. >>Şizoid kişilik:Utangaçlık,aşırı duyarlılık,sosyal geri çekilme,sık sık hayal kurma,yakın veya rekabete dayalı ilişkilerden kaçınma ve ilginçlik (eksantrik olma) şeklinde kendinî gösterir. 2.Etkileşimsel Model **Thomas Szasz,ruh hastalığının bir mit (yanlış inanış) olduğunu ileri süren ilk otoritelerden biridir. Szasz’ın teorisi,etkileşimsel bir teoridir.Ruh hastalığı olarak adlandırılan durumları 3 tipte duygusal bozukluk olarak sınıflandırır: 1.Aşırı anksiyete,depresyon,korkular,yetersizlik duyguları gibi bireysel özürlülükler 2.Tuhaf cinayetler ve diğer sosyal sapmalar gibi antisosyal eylemler Eşcinsellik bu kategoride yer almıştı;fakat daha sonra 1974'te Amerikan Psikiyatri Kurumu tarafından ruh hastalıkları listesine alındı. 3.Kişilik değişimlerine eşlik eden beyin bozuklukları NOT:Psikolog David Rosenhan’ın dramatik bir çalışmasında akıl hastanelerindeki profesyonel kadronun ruh hastalarını,ruhen sağlıklı hastalardan ayırt edemediklerini ortaya koymuştur. NOT:Remisyon:Hastalık belirtilerinin görülmediği dönem **Ruh hastası olarak etiketlenmenin olumsuz sonuçları:Yasal haklarından bazılarını kaybedebilirler. Sosyal ilişkilerinde ‘tehlikeli,ne yapacağı kestirilemeyen,güvenilmez veya zayıf karakterli olarak damgalanabilirler. İşlerini kaybedebilirler veya işlerinde terfi etmeleri zorlaşabilir **Cooley’in ‘Benlik kavramı aynası’=>Benlik kavramımızı (kim olduğumuza dair kendi fikrimiz) başkalarının bize yönelik tepkilerine göre geliştirdiğimizi ifade etmektedir.Eğer birisi ruh hastası olarak etiketlenmişse başka insanlar ona sanki ruh hastasıymış gibi davranırlar ve o kişi de kendisini farklı, çılgın olarak tanımlayabilir ve o rolü oynamaya başlar. İstenmeyen Duyguları Değerlendirme ve Tedavi Etme Rasyonel Terapi Yaklaşımı=>Yaklaşımı geliştiren Albert Ellis’tir.Bütün davranışlarımızın birincil nedeninin,‘karşılaştığımız olaylar hakkında kendimize ne söylediğimiz’ olduğunu ileri sürer.Tüm şduygular aşağıdaki formata göre oluşmaktadır: -Olaylar:Deneyimlerimiz -Kendi kendimizle konuşma:Kendi kendimizle konuşma,karşılaştığımız durumlara ve olaylara dair yaptığımız bir dizi değerlendirici düşüncedir. -Duygular:Sakin/soğukkanlı kalmayı içerebilir. **İstenmeyen bir duyguyu değiştirmenin yalnızca 5 yolu vardır ve bunlardan yalnızca ilk 3ü yapıcıdır.Bu 3yapıcı yol:Anlamlı faaliyette bulunmak, İstenmeyen duygunun altında yatan negatif ve irrasyonel düşünceyi değiştirmek,Rahatsız edici olayı değiştirmek. **Maultsby tarafından geliştirilen Rasyonel Self Analizi (RSA) irrasyonel düşünceye karşı durmayı ve onu değiştirmeyi öğrenmek için çok yararlı olmuştur.RSA 6 bölümden oluşan bir formatı içermektedir. **İstenmeyen Duyguları Değiştirmenin Yıkıcı Yolları:Alkol ve ilaç kullanımı,Tüm gemileri yakmak, İntihar Sapma Davranışını Değerlendirme ve Değiştirme Biliş:‘17 yaşındaki bir genç kapıları kilitli olmayan bir araba görür ve şöyle düşünür:İşte gezinti yapılacak bir araç.Düz kontak yaparak şununla bir gezeyim’. Davranış:Araba hırsızlığı. Biliş:27 yaşındaki erkek iki kez çıktığı bir genç kızın dairesindedir ve şöyle düşünür:‘Çok çekici bir kız.Onunla 2 kez yemeğe çıktık.Artık bana olan beğenisini gösterme zamanı geldi.O da en az benim kadar bu yakınlaşmayı istiyor.Onu ne kadar sevdiğimi göstereceğim.Biraz karşı çıkabilir,nazlanabilir ama bunu da gücümle yeneceğim.Bir kez birlikte olduğumuzda duygusal açıdan da bana bağlanacak.’ Davranış:Kız arkadaşa tecavüz. Biliş:Evden kaçan 16 yaşındaki genç kız şöyle düşünür:‘Şimdi ne yapacağım? Nerede kalacağım?Yemek paramı nereden kazanacağım?Sokakta belki bana kalacak bir yer ve biraz para verecek birkaç adam bulabilirim.Belki benim üzerime atlarlar ama olsun.Eve dönmekten ve babamın sarhoşken beni dövmesinden daha iyidir.’ Davranış:Hayat kadınlığı. **İnsan davranışını değerlendirme,büyük ölçüde istemediğimiz duyguların ve yanlış davranışların altında yatan bilişleri tanımlamaya bağlı bir süreçtir.Bu sürecin aşamaları: 1.Adım:Mümkün olabildiğince net bir biçimde bir müracaatçının istenmeyen duygularını ve yanlış davranışlarını tanımlayın. 2.Adım:Müracaatçıda istenmeyen duyguların ve yanlış davranışların görüldüğü sırada sahip olduğu bilişleri veya düşünce kalıplarını tanımlayın.=> 1. yol,istenmeyen duyguların veya yanlış davranışların görüldüğü sırada veya öncesinde ne düşünmekte olduğunu müracaatçıya sormaktır. 2.yol müracaatçının o zamanki yaşam koşulları hakkında bilgi toplamaktır Örn;müracaatçı,evden kaçmış 18 yaşında ve işsiz bir genç kızsa,böyle bir kişinin ne tür bilişlerle hayat kadınlığına geçebileceğini tanımlamak oldukça kolaydır. ÜNİTE 7=ORTA YAŞ DÖNEMİNİN BİYOLOJİK YÖNLERİ Orta yaş dönemi, genç yetişkinlik ile yaşlılık arasındaki dönemdir.Orta yaş döneminin 35-65 yaş dönemini kapsayan, oldukça uzun bir dönem olduğunu söylemek mümkündür.Fiziksel Fonksiyonlarda Meydana Gelen Değişimler : &-Hücrelerin yenilenme hızındaki azalmaya bağlantılı olarak, kişilerin dış görünüşü değişmeye başlar. &-Otuz yaşından sonra deride küçük buruşuklar olur,deri esnekliğini kaybeder bu nedenle de vücudu etkin bir şekilde sarmaz, bazı bölgelerde sarkmalar meydana gelir. &-Saçlar, zayıflamaya, beyazlaşmaya, hatta dökülmeye başlar. Saç dökülmesi özellikle erkeklerde daha belirgindir. &-Yetişkinlik yıllarında hareket alanında da önemli bir azalma söz konusudur. &-Yaşın ilerlemesi ile birlikte reflekslerde azalmalar meydana gelir. Orta yaşların sonlarına doğru çabuk yapılması gereken işlerde hız azalması artar. Ancak hareket becerilerindeki bu düşüşün meslek başarısında da bir düşüşe yol açacağı anlamına gelmez. Zira yaşı ilerlemiş kişilerin birikmiş deneyim ve bilgileri hareketteki bu yavaşlamayı ödünleyici niteliktedir. Duyu Organlarında Meydana Gelen Değişimler:İnsan bedeninde yaşa bağlı değişimlerin duyu organlarında yarattığı gerilemelerin en fazla hissedildiği alan görme duyusunda meydana gelir. &İnsanların görme ve görme uyumu 20 yaşlarında en üst düzeye çıkar. Bundan sonra görme duyusundaki nitelik 40 yaşına kadar yavaş ve belirsiz şekilde gerilerken, 40 yaşından sonra 50 yaşına kadar olan zaman dilimi içinde kesin bir düşüş görülür. &-İşitme duyusundaki zayıflık, daha çok 45 yaşından sonra hissedilmeye başlamaktadır. &-Tat alma duyusundaki azalma özellikle 50 yaşından sonra belirginleşir. &-Koku duyusu tat alma duyusu ile bağlantılı olarak çalıştığı için, orta yaş döneminde koku duyusunda da azalma meydana gelir. Özellikle, 40 yaşından sonra koku duyarlılığı önemli ölçüde azalmaktadır. 60 yaşındaki kişinin kokuları ayırt etme yeteneği 20 yaşındakinden %50 daha azdır. Bilişsel Süreçlerde Meydana Gelen Değişimler : &-Bu dönemde, gençlik dönemine kıyasla yeni bir konuyu öğrenme, problem çözme gibi becerilerde bir yavaşlama olduğu, ancak yaşantıların birikiminden doğan tecrübenin verdiği avantajdan dolayı zihinsel kapasitenin anlamlı bir kayba uğramadığı ortaya çıkmıştır. &-Orta yaş dönemindeki bilişsel süreçlerin önemli bir özelliği de yaratıcılık konusudur. Orta ve ileri yaş, bireyin düşünme yeteneklerinin ve yaratıcılıklarının doruk noktasına ulaştıkları dönemlerdir. Zira sanatçılar, bilim adamları, alimler en önemli ürünlerini bu dönemlerde ortaya koymaktadırlar. Bu dönemde ortaya çıkan eserler de olgunluk dönemi eserleri olarak isimlendirilmektedir. Cinsel İşlevlerde Meydana Gelen Değişimler: &-Adölesan döneminde vücutta salgılanmaya başlayan, birincil ve ikincil cinsiyet özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan Östrojen (kadınlık hormonu) ve Androjen (erkeklik hormonu) üretimi orta yaş döneminde azalmaya başlar. &-Kadınlarda yumurtlama sürecinin durmasına Menopoz adı verilir. Bir kadının sahip olduğu yumurta sayısı henüz anne karnındayken bellidir.Gebeliğin hemen başında bu sayı 6-7 milyon kadardır. Çocuk doğuncaya kadar geçen süre içinde bu sayı azalır. Doğum esnasında her kız çocuğunun 400 000-500 000 yumurtası vardır. &-Erken yaşta menopoza girmenin nedenleri arasında annenin menopoza girme yaşı ve sigara içme önemli etkenlerdir. &-Aylık kanamaların kesilmesi genellikle 2-3 yılda tamamlanır. Bu süreçte, kişiden kişiye değişmekle birlikte, sıcak basması, aşırı terleme, gergin ve sinirli bir ruh hâline sahip olma, yorgunluk, baş ağrısı, baş dönmesi, uykusuzluk, depresyon,geçerli bir sebep olmadan ağlama gibi farklı belirtiler görülebilir. Bu belirtiler, aylık kanamaların tamamıyla kesilmesiyle son bulur. &-Erkeklerde ise yaşlanmaya bağlı olarak erkeklik hormonu olarak adlandırılan testosteronun kandaki seviyesinin azalmasına Andropoz adı verilmektedir. Bu dönemde erkeklerde ereksiyon eskisi kadar çabuk olmaz, boşalma süresi ve gücü azalmış, sperm kalitesi düşmüştür. Bununla bağlantılı olarak erkeklerde de sinirlilik, depresyon, hayata karşı ilgisizlik gibi birtakım psikolojik belirtiler görülür. &-Osteoporoz (kemik erimesi) kemiğin mineral içeriğinin azalması nedeniyle dayanıklılığının azalması, kalitesinin düşmesidir. Orta Yaş Krizi:Vücutta meydana gelen fiziksel değişimler,bireyler tarafından çoğunlukla “kayıp” olarak algılanmaktadır. Gerçekten de özellikle dış görünüş açısından bireyde pek çok kayıp meydana gelmektedir ve bunlar geri dönüşsüzdür. Özellikle de cinsel işlevlerde meydana gelen değişmeler birey açısından beğenilmeme, eskisi kadar çekici olmama, tercih edilmeme korkusu yaşanmasına yol açabilmekte ve bireyin kendine olan güvenini kaybetmesine neden olabilmektedir. **Birey, sosyal yaşantısında da kayıp duygusu yaşamasına neden olacak pek çok olayla karşı karşıya kalır. Çocukların evden ayrılması, yaşlı ebeveynlerin ölümü, orta yaş döneminin sonuna doğru işten ayrılarak emekli olma gibi durumlar, kişide kayıp duygusunun yoğun olarak yaşanmasına yol açabilir. **Özetle, orta yaş dönemi, fiziksel, ruhsal, ailevi ve sosyal açıdan değişimlerin olduğu gelişimsel bir kriz dönemidir. Orta yaş krizi de, bu krizle baş edebilmek amacıyla bireyin verdiği düşünsel ve davranışsal tepkiler olarak ifade edilebilir. ****krizle başa çıkabilmek amacıyla kişilerin verdikleri tepkiler şu şekilde gruplandırılabilmektedir; Dış görünüşü değiştirme:Saç şeklini değiştirme, estetik ameliyat olma, genç yaştaki bireylerin kıyafetlerine özenme ve bunları giyme, kendini gençleştireceğini düşündüğü kozmetik ürünler, ilaçlar, bitkiler, vitaminler gibi destekleri bilinçsiz kullanma, aşırı spor yapma gibi davranışlar Sosyal çevreyi değiştirme:Kendi yaşıtları dışında, daha genç kişilerle arkadaş olmaya çalışma. Özellikle erkekler açısından kendinden daha genç yaştaki kadınlarla ilişkiye girme, işini değiştirme, arabasını değiştirerek, daha spor modelli arabaları tercih etme gibi davranışlar bu grupta yer almaktadır. Aile ve yakın ilişkileri değiştirme:eşlerinden ayrılmanın, yaşamdaki tüm sorunları çözebileceğine, şu andaki sorumluluklarından(çocuklar, yaşlı ebeveynlerin bakımı v.b.) onu kurtarabileceğine inanırlar. **Yapılan araştırmalar, boşanmaların, evliliklerin en çok birinci ve beşinci yılları ile eşlerin orta yaşa girdikleri dönemde gerçekleştiğini göstermektedir. ****Orta yaş döneminin gerek fiziksel gerekse sosyal ve ruhsal açıdan sağlıklı geçirilebilmesi için bireye şu konuda yönlendirmelerde bulunulabilir; >> Hastalık olmasa dahi düzenli olarak doktor kontrolünden geçmek. Bu kontroller özellikle de kronik hastalıkların veya kanser gibi bazı hastalıkların erken teşhisi açısından yararlı olacaktır. >> Yaşa, cinsiyete ve fiziksel ihtiyaçlara uygun bir beslenme düzeni oluşturmak ve bunu korumak. >> Spor ve egzersiz yapmayı bir yaşam biçimi haline getirmek. >> Kişinin yapmaktan hoşlanacağı uygun boş zaman faaliyetleri bulmasına yardımcı olmak. ÜNİTE 8=ORTA YAŞ DÖNEMİNİN PSİKOSOSYAL YÖNLERİ Orta yaş dönemi, 35-65 yaş dönemini kapsayan, oldukça uzun bir dönemdir. Orta Yaş Dönemine İlişkin Teoriler Erikson’un Psikososyal Gelişim Teorisi :Bu teori, kişiliğin gelişimini, çocukluktan başlayarak yaşlılık dönemine kadar ele almıştır. Erikson yaşam boyunca süren bu gelişmeyi sekiz dönemde toplamıştır. Bu nedenle bu Teori kimi zaman “İnsanın Sekiz Çağı” olarak da bilinir. Erikson’a göre her dönemin kendine özgü gelişimsel görevleri ve farklı bir krizi (dönüm noktası) bulunmaktadır. Bireyin sağlıklı bir kişilik geliştirmesi için, bu krizleri çözebilmesi gerekir. **Erikson’un Teorisinde, yedinci aşama olan “Üretkenliğe Karşı Durgunluk” aşaması, orta yaş dönemini kapsamaktadır. Orta yaş dönemi ise bireyin gerek fiziksel açıdan gerekse duygusal, sosyal ve entelektüel açıdan en üretken olduğu dönemdir. Peck’in Psikososyal Gelişim Teorisi :Robert peck'e göre, orta yaş döneminde başarılması gereken dört kritik nokta bulunmaktadır. >> Akla karşı fiziksel güce değer verme: zihinsel güçlerini öne alan bireyler, daha uyumludurlar ve bu bireyler başarıyla yaşlanırlar. >>İnsan ilişkilerinde toplumsallaşmaya karşı cinselleşme: bu dönemde erkek ya da kadın sadece bir cinsel obje olmanın yerine “arkadaş, dost” olmalıdır. >>Duygusal esnekliğe karşı duygusal yoksullaşma: Bu evrede, ana babanın ölmesi, eski dost çevresinin dağılması, çocukların evden ayrılması ile bireyler duygusal alanda gittikçe yalnızlaşabilir.buna karşın yakın çevreleri ile duygusal bağlarını korumayı başarabilirlerse bu süreci daha kolay atlatabileceklerdir. >>Zihinsel esnekliğe karşı zihinsel katılık: Yeni deneyimlere ve öğrenmeye açık olan bireylerin yaşamları daha anlamlı ve zengin olacaktır. Levinson’un Yaşam Yapısı Teorisi :Levinson’un üzerinde durduğu önemli bir kavram yaşam yapısı kavramıdır. Yaşam yapısı, bireyin topluma girme yolları (roller, üyelikler, ilgiler, amaçlar) ve bireyin yaşadığı kişisel anlamlar, düşlemler, değerler olarak tanımlanır. Levinson’un Gelişim Kuramı’na Göre Yaşam Dönemleri ve Geçiş Evleri #Yetişkinlik Öncesi Dönem (0-22) >>>> Erken Yetişkinlik Dönemine Geçiş (17-22) #Erken Yetişkinlik Dönemi (17-45) >>>> Erken Yetişkinlik Dönemi için yaşam yapısı girişi (22-28) 30 Yaş Geçişi (28-33) Erken Yetişkinlik için yaşam yapısını sonlandırma (33-40) Orta Yaş Geçişi (40-45) #Orta Yetişkinlik Dönemi (40-65) >>>>>Orta Yetişkinlik için yaşam yapısı girişi (45-50) 50 Yaş Geçişi Orta Yetişkinlik için yaşam yapısını sonlandırma (50-55) Geç Yetişkinlik Geçişi (60-65) #Geç Yetişkinlik Dönemi (60-+) Orta Yaş Döneminin Gelişim Görevleri : >>Orta yaşın fizyolojik değişimlerini kabul etme ve buna uyum sağlama >>Yaşamak için ekonomik bir standart oluşturma ve sürdürme >>Ergen çocuklara, sorumlu ve mutlu yetişkinler olmada yardım etme >>Yaşlı ana babaya uyum sağlama >>Bir eşle kişi olarak ilişki kurma >>Yetişkinliğin boş zaman etkinliklerini geliştirme >>Yetişkinliğin yurttaşlık ve toplumsal sorumluluğunu başarma Orta Yaş Döneminde Aile İlişkileri:Bu dönemin temel konuları, çocuklar için okul, meslek ve eş seçimi üzerinde yoğunlaşır.Orta yaştaki ebeveynler, adölesan dönemdeki çocuklarına rehberlik etmek, onlara karşı hem duygusal destek sağlamak hem de belirli sınırlar içinde bağımsızlık vermek arasındaki nazik dengeyi tutturabilmek zorundadır. Genç yetişkinlik döneminde olan çocukların da meslek ve eş seçimi gibi konularda yönlendirilmeye ve desteğe ihtiyaçları olmaktadır. Kişiler, evlenecekleri kişileri kendileri dahi bulsalar, anne babalarının onayını almak önemli bir değer olarak varlığını sürdürmektedir. Bunun iki temel nedeni bulunmaktadır: >> Birincisi, günümüzde aileler çoğunlukla evlenecek çiftler açısından maddi destek sağlamaya devam etmektedirler. Evlilik onayının alınması aynı zamanda bu desteğin de sağlanması anlamına gelmektedir. >>İkinci olarak, ülkemizde aile üyeleri arasında birincil ilişkiler hâlâ önem taşımaktadır. **Genç yetişkinlik döneminde olan çocuklarının iş ya da evlilik gibi nedenlerle evden ayrılması, orta yaş döneminde olan bireyler üzerinde farklı etkiler yaratabilmektedir. Çocukların evden ayrılması, çiftlerin yeniden karı koca rolüne dönmeleri anlamına gelir. Anne babalık rolleri eskiye oranla daha az işlevseldir. Bu süreç “boş yuva” olarak adlandırılmaktadır. Boş yuva süreci, çocukların evden ayrılmasından emekliliği kadar geçen sürede yaşanır ve aşağı yukarı 15 yıl sürer. **Orta yaş dönemindeki bireylerin aile içinde yerine getirmek zorunda oldukları bir başka işlev de yaşlılık döneminde bulunan kendi anne babasına bakım vermek ve onların ihtiyaçlarını karşılamaktır. **Orta yaş döneminde bireylerin yerine getirmesi gereken tüm bu işlevler,ihtiyaçlar ve beklentiler, kimi zaman bireyler üzerinde ciddi baskılar yaratabilmektedir. Bu nedenle, literatürde orta yaş dönemi “sandviç dönem” olarak anılmaktadır. **Sandviç dönem terimi, orta yaştaki bireylerin, yerine getirmek zorundaoldukları pek çok sorumluluk arasında sıkışıp kalmasını ifade etmektedir. Orta Yaş Döneminde Sosyal Çevre:Orta yaş dönemi, sosyal çevrenin geniş olduğu ve yakın arkadaşlık ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde kişi, iş yaşamında gelebileceği en üst kariyer noktasına erişmiştir. Bu nedenle, alanında pek çok kişiyi tanımaktadır, sosyal ağları gelişmiştir. *Arkadaşlık açısından bakıldığında ise, nicelik değil niteliğin öne çıktığı görülmektedir. Bir başka deyişle bu yaştaki kişilerin çok sayıda arkadaşı olmaktan çok, az sayıda ama gerçekten sağlam, doyurucu ilişkiler kurabileceği, güvenebileceği yakın arkadaşları bulunur. *Emeklilik, orta yıllardan yaşlılığa geçişi belirleyen toplumsal bir dönüm noktası olduğu için yetişkin gelişiminde önemli bir aşamadır. Emeklilik, bireye yaşlılık dönemine geçtiğini göstermesinin yanı sıra bireyin toplumsal statüsünü de değiştirir. ÜNİTE 9=ORTA YAŞ DÖNEMİNİN SOSYAL VE ÇEVRESEL YÖNLERİ ORTA YAŞ DÖNEMİNDE YAŞANABİLECEK BAZI SORUNLAR:Bu risklerden bazıları yoksulluk, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, boşanma ve çalışma yaşamında karşılaşılan bazı sorunlardır. Yoksulluk:yoksulluk konusundaki yapılan çalışmalar, yoksulluğun sonuçlarının yalnızca, aç kalmak ya da sokakta yaşamakla sınırlı olmadığını göstermiştir. Yoksulluk temel insani ihtiyaçlardan yoksun olmanın yanı sıra, toplumsal yaşama katılma, kendi yaşamı hakkında karar verme, eğitim, sağlık, temiz bir fiziksel çevre gibi olanaklardan da yoksun olma anlamına gelmektedir. Yoksulluk, mutlak ve göreli olmak üzere ikiye ayrılmaktadır: >>Mutlak yoksulluk; bireyin veya hane halkının yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan beslenme, barınma, sağlıklı olma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında asgari tüketim düzeyini sağlayamamasıdır. >>Göreli yoksulluk ise, bireyin içinde yaşadığı toplumun tüketim alışkanlıkları ve kültürü dikkate alınarak belirlenen bir ölçüt olup, kişinin kendisini toplumsal olarak yeniden üretebilmesi için gerekli tüketim ve yaşam düzeyinin saptanmasını içerir. Yani, bireyin içinde yaşadığı toplumun ortalama refah düzeyinin altında kalması durumunu ifade eder. Yoksulluğu tanımlarken çok boyutlu olma özelliği dikkate alınmalı ve aşağıda yer alan farklı boyutlar göz önünde bulundurulmalıdır: >>Maddi Mahrumiyet: Kişi veya hane halkının yeterli gelirinin olmaması, özel tüketim düzeyinin yeterli olmaması ve kamusal mal ve hizmetlerin sunumunun yetersiz olması. >>Fiziki Zafiyet: Yetersiz beslenme, açlık, hastalık, sakatlık ve maluliyet, güçten düşme; izolasyon, okur-yazarlığın olmaması, eğitim imkânlarından yararlanamama, kaynaklara erişememe, taşrada bulunma, marjinalleşme, ayrımcılık. >>Güçsüzlük: Yoksulluktan kurtulma imkânının ve durumunu değiştirme yeteneğinin olmaması; yaşam ve geçimi tehlike altında bırakan olaylara maruz kalma güvenli bir iş ve konuta sahip olmama. >>Yetersiz Katılım: Yoksulluğun tanımlanması ve azaltılmasına yönelik proje ve programların hazırlanması ve uygulanmasına katılamama; siyasi yaşamda etkin olamama; sesini duyuramama; insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürememe. >>Yetersiz Zaman: Kişilerin ve hane halkının tüm zamanlarını fiziki varlıklarını sürdürebilmek için gelir elde etmeye çalışarak geçirmeleri; kültürel faaliyetler için boş zamanın kalmaması. >>Çevre Kirliliği ve Çevrenin Bozulması: Çevrenin kirlenmesi ve bozulması sonucu geçim vasıtalarının ortadan kalkması; açlık ve maddi olanaksızlıklar nedeniyle ormanlar gibi doğal kaynakların hızla tüketilmesi. Yoksulluğun yol açtığı sorunlar şu şekilde belirtilebilir; >> Fiziksel sağlığın bozulması >> Hastalıklara kolay yakalanma >> Ruh sağılının bozulması >> Çevre kirliliği ve çevrenin bozulması >> Eğitim, sağlık, kültürel olanaklar, seçme seçilme gibi pek çok hizmet ve haktan mahrum kalma >> Dışlanma >> Aile çözülmeleri >> Çocuk ihmal ve istismarının yaygınlaşması >> Toplumda suça yönelme ve şiddet oranlarında artış olması Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı :Belirli bir dozda alındığı zaman kişinin sinir sistemine etki ederek akli, fiziki ve psikolojik dengesini bozan, bağımlılık yaratan, toplum içerisinde sosyal ve iktisadi çöküntüler meydana getiren, kanunların da kullanılmasını, bulundurulmasını satışını yasakladığı veya kontrol altına aldığı uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin tamamına bağımlılık maddeleri denir. Alkol, esrar, eroin, kokain, ecstasy en çok bilinenleri ve yaygın olarak kullanılanlar. Madde kullanımı nedenleri; >>Psikolojik Etkenler >>Kalıtımsal Etkenler >>Sosyokültürel Etkenler Bağımlılık, bireyin fiziksel ve ruhsal sağlığını bozup yapıcı maddelerin kullanımı ölümcül sonuçlara da yol açabilir.Bağımlılık, aynı zamanda, bireyin aile, iş ve sosyal yaşamı üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurur. Madde bağımlılığının toplum üzerinde de olumsuz etkileri vardır. Boşanma:Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından 2009 yılında yapılan “Boşanma Nedenleri Araştırması”na göre, ülkemizde artan boşanma oranlarının nedenleri tek bir faktörle açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapı sergilemektedir.Bununla birlikte, evliliğin daha kuruluş aşamasında, evlenecek kişilerin ailelerinin evliliği onaylamaları, çiftlerin ailelerinin baskıya varan müdahaleleri, evlenen çiftlerin birbiri ile uyumlu ilişkiler kuramaması, ataerkil toplum yapısı nedeniyle erkeğin kadın üzerindeki baskın rolü, çalışan kadınların artan sorumlulukları nedeniyle aile içi rol çatışması yaşaması, bireylerin evlilik beklentilerinin karşılanmaması boşanma nedenleri arasında sayılr. **Boşanmalar, evliliğin ilk beş yılı içinde gerçekleşmekte, zamanın ilerlemesiyle birlikte boşanma oranlarında bir azalma meydana gelmektedir. Bireyin boşandıktan sonra kendini yenileyerek ve geliştirerek yeniden yaşamına dönmesinde üç rol: >>Ekonomik Koşullar: Para sorunu içinde bunalan anne veya baba, gelişim yapamaz ve büyük olasılıkla mali sorunların içinde bunalıp tıkanır ve bu sorunların ötesine geçemez. >>Çocuk Sayısı: Çocuk sayısı arttıkça anne ya da babanın kendi sorunları için ayıracağı zaman ve enerji azalır ve birey çocuklarına bakmanın ötesinde kendi sorunlarıyla olumlu bir biçimde ilgilenemez. >>Destekleyici Çevre: Boşanan bireyin çevresinde onu seven ona destek ve yardımcı olan kimseler varsa boşanmanın olumsuz etkisinden kurtulması daha kolay olur. Çalışma Yaşamında Karşılaşılan Sorunlar:Çalışma yaşamında karşılaşılabilecek sorunların arasında tükenmişlik sendromu ve mobbing gelmektedir.Tükenmişlik, işe bağlı tutum ve davranışlardaki değişikliklerle kendini gösteren bir sendromdur. Tükenmişlik sendromu, duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve azalmış başarı duygusu olmak üzere üç bileşene sahiptir. Sendrom yalnızca iş yaşamı ile sınırlı değildir. Aynı zamanda, bireyde fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik ve ümitsizlik hisleri, negatif bir benlik kavramının gelişmesine de yol açar. Bunun sonucunda ise bireyde, yaşama ve diğer insanlara yönelik olumsuz tutumlarla belirginleşen fiziksel, duygusal ve zihinsel açıdan bir tükenme süreci ortaya çıkar. **Tükenmişlik, strese benzer belirti ve etkilere sahiptir. Bu sebepten çoğu kez tükenmişlik ile stres karıştırılmaktadır. Stres, tükenmişlik sendromunun sadece nedenlerinden bir tanesidir. Tükenmişlik sendromu daha uzun döneme yayılması ve etkilerinin çok daha derin olması açısından stresten ayrılmaktadır. *** Tükenmişliği ortaya çıkaran farklı nedenler bulunmaktadır. Bu nedenler iki ana grupta toplanabilr; >>Bireysel faktörler, düşük benlik saygısı, dıştan denetimli, sabırsız, aşırı rekabetçi, yalnızca başarılı olmaya odaklanmış, aynı anda çok fazla işle uğraşma gibi kişilik özellikleri tükenmişliğin bireysel faktörlerini oluşturmaktadır. >>Örgütsel faktörler; iş yükünün çok olması, uzun saatler çalışma, zaman baskısı, rol çatışması ve rollerdeki belirsizlik, yapılan işin karşılığında elde edilen ücretin düşük olması, kurumun kaynaklarının sınırlı olması...v.b **Tükenmişlik durumunda ortaya çıkan semptomlar geçici değil kroniktir. Bir başka deyişle kişiyi o an strese sokan durum ortadan kalksa dahi hissettiği enerji kaybı, isteksizlik, gerginlik devam etmektedir. Mobbing terimi; iş yerinde duygusal taciz ya da bireyi işyerinden ihraç etme amacıyla uygulanan psikolojik baskılar olarak tanımlanmaktadır.Mobbinge maruz kalan kişiler gördükleri zararın büyüklüğü ve etkisiyle, işlerini yapamaz duruma gelmektedirler. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar göstermiştir ki, en kısa mobbing süresi 6 ay, genelde ortalama süre 15 ay, sürecin kalıcı ağır etkilerinin ortaya çıktığı dönem ise, 29-46 aydır. İşsizliğin yüksek olması ve çalışanın değersiz görülmesi de mobbingin oluştuğu iş yeri sayısını artırmaktadır. ÜNİTE 10=YAŞLILIK DÖNEMİ VE KURAMLARI Dünyada bu doğrultuda gerçekleşen en stratejik gelişme 1982 yılında Viyana’da gerçekleştirilen Yaşlılık Asamblesi’dir. 2002’de Madrid’de gerçekleştirilen “Yaşlılık Kurultayı-Yaşlanma 2002 Uluslararası Eylem Planı” önemli bir diğer mihenk taşı olup ülkemizde de bu ve benzeri çalışmaların gerçekleştirilmesinde etkili olmuştur YAŞLILIK DÖNEMİ :Toplumlar yaşlı nüfus açısından dört grupta sınıflandırılmaktadır: 1. Genç toplumlar: 65 yaş ve üzeri nüfus yüzde 4’ten azdır. 2. Erişkin toplumlar: 65 yaş ve üzeri nüfus yüzde 4 ile yüzde 7 arasındadır. 3. Yaşlı toplumlar: 65 yaş ve üzeri nüfus yüzde 7 ile yüzde 10 arasındadır. 4. Çok yaşlı toplumlar: 65 yaş ve üzeri nüfus yüzde 10’un üzerindedir. KAVRAMSAL ELE ALIŞ :Yaşlanma (aging);canlının doğumu ile başlayan ve biyolojik ve fizyolojik işlevlerin gün ve gün azalması anlamına gelen bir süreçtir.Yaşlanma süreci, yaşam döngüleri içerisinde fizyolojik, ekonomik, psikososyal vb. gibi farklı boyutlarda kendini göstermektedir. ***Pekcan bu boyutları kendine özgü bir ele alışla “biyolojik yaşlanma; zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değişimlerdir. Ekonomik yaşlanma; parasal koşullardaki değişikliklerin etkisiyle yaşlı kişinin yaşam tarzının değişmesidir. Patolojik yaşlanma; ya fakirliğe ya da alışkanlığa bağlı olarak ya da ömür boyu süren faktörler nedeniyle (beslenme, sağlık ve diş bakımı yetersizliği, orta zenginlikte ya da zenginlikte aşırı beslenme, hareket eksikliği) ortaya çıkar. Bireyin davranışsal uyum yeteneğindeki yaşa bağlı değişimlere de psikolojik yaşlanma denir. Sosyal yaşlanma; zaman akışı içinde edinilen sosyal davranış ve sosyal konumun ve bireyin sosyal rollerinin değişmesidir. Özellikle yaşlı birey, aile ve topluluk içindeki rolünün değişmesine bağlı olarak hem toplumsal hem de psikolojik yaşlanmanın etkisindedir. **Yaşlanmanın fizyolojik olarak 30 yaşında, beyinde ise doğumla birlikte başladığı söylenebilir” şeklinde ifade etmiştir. Yaşlanmanın pek çok farklı tanımı vardır; Tomanbay ’a göre ise yaşlanma; ana karnında başlayan ve ölüme değin uzanan, canlının biyolojik, fizyolojik ve zihinsel yapısında olumsuz yönde değişmelere, yani eskimelere, yıpranmalara, pörsümelere ve işlev yitimine yol açan ve kişinin sosyal yaşamını olumsuz yönde etkileyen kesintisiz bir süreçtir. Hooyman ve Kiyak’ın belirttiğine göre ise gerontologlar yaşlılığı; kronolojik, biyolojik, psikolojik ve sosyal boyutlarda ele alarak dört grupta incelemektedir. YAŞLILIK KURAMLARI:Yaşlılık kuramları literatürde “Demografik ve Ekonomik Kuramlar” ile“Psikolojik, Sosyolojik ve Siyasal Kuramlar” olarak iki farklı başlık altında incelenmektedir. 1)Demografik ve Ekonomik Kuramlar: >>Yakınsama Kuramı: Buna göre, gelişmiş ülkelerde ailelerin geniş aileden çekirdek aileye dönüşmesi süreci gelişmekte olan ülke ekonomilerinin de modernleşmesiyle birlikte bu ülkelerde de yaşanacaktır. Bunun sonucu olarak geniş aileler tarafından yaşlılara sağlanmakta olan hizmetlerin özel sektör ve/veya kamu sektörü tarafından sağlanması gerekliliği ortaya çıkacaktır. >>Yaşam Döngüsü Kuramı: Yaşam döngüsü kuramına göre, kişiler yaşamlarına net tüketici olarak başlar, net üretici olarak geçirdikleri bir dönemden sonra yeniden net tüketici oldukları bir döneme girerler. Üretkenlik dönemi yaşlılıkta kullanılacak kaynakların biriktirildiği dönemdir. >> Varlık Akışı Kuramı: Bu kuram, kuşaklar arası kaynak akışına odaklanarak doğurganlıkla ilgili kararların hangi temelde alındığını açıklamaya çalışır. Kuram çerçevesinde varlık, bir kişinin başkasına sağladığı mal, para, hizmet ve güvence olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla yaşam döngüsü kuramından farklı olarak bireyler üretkenlik dönemlerinde maddi birikimin yanı sıra beşeri birikim de sağlamaya çalışmaktadırlar. 2)Psikolojik, sosyolojik ve siyasal kuramlar : >>Aktivite (activity) kuramı: Aktivite kuramı, mikro içerikli kuramlara iyi bir örnektir. Aktivite kuramı bireylerin yaşlılık sürecine girdikleri dönemden itibaren sosyal yaşantılarında yaşamaya başladıkları değişikliklere nasıl adapte olduklarını ya da bu değişiklikler ile nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını açıklamaya çalışır. **Aktivite kuramı ilişki kesme kuramına tepki olarak geliştirilmiştir Bu kurama göre bireyin çeşitli faaliyetleri ve yeni rolleri üstlenmesinin yaşam doyumu üzerinde etkili bir rol oynadığı ifade edilir. Yaşa bağlı fiziksel değişimler bazı sınırlamalar getirmesine rağmen, bunlar eve kapanmayı gerektirmez. >>İlişki kesme kuramı:1961 yılında Cuming ve Henry tarafından ortaya atılmıştır.İlişki kesme kuramı, yaşlılık alanında ilk spesifik ve formel kuramdır- yaşlanan bireylerin ve toplumların karşılıklı olarak birbirleri ile ilişki kesme sürecine girdikleri varsayımı üzerine yapılandırılmıştır. Bu varsayım doğrultusunda yaşlının kendisini toplumdan geri çektiği ölçüde mutlu olduğu iddia edilmektedir. >>Modernizasyon teorisi:Yaşlının yaşamındaki değişiklikleri içinde bulunduğu toplumda meydana gelen değişimlere ve bu değişimlerin toplumu oluşturan bireylerden ailelere, gruplardan toplumun geneline tüm düzeyler için vurgulayan bakış açısıyla sosyal hizmetin genelci bakış açısıyla örtüşmekte. **Tufan ’ın modernleşme teorisi iki önemli nokta ile özetlenebilir. Birincisi, modernleşme sürecinegiren bir toplumda, yaşlıların ellerinde tuttukları bilgi tekelini gençlere kaptıracakları; ikincisi ise yaşlıların statü kaybına uğrayacaklarıdır. ***aktivite ve ilişki kesme kuramları yaşlı bireyi; tek tip, yaşlının içinde yaşadığı çevreden bağımsız tutan ve yaşlılık sürecinin doğal döngüsü dışında bırakan yaklaşımları nedeniyle genelci sosyal hizmet bakış açısıyla bire bir örtüşmemektedir. **Sosyal hizmet uygulaması açısından rol teorisi ise; yaşlının belirli davranışlarının sosyal sistem ve bireyin kendisi tarafından belirlendiğinin anlaşılmasını, kaybettiği, sürdürdüğü ya da kazandığı rollerinin toplumun beklenti ve yeteneklerinden kaynaklandığının bilincine varılmasını ve sosyal işlevselliğin birey tarafından başarılan rollerin toplamı olduğunu göstermesi boyutlarıyla genelci sosyal hizmet uygulamasına temel olan teorilerden birisidir. >>Süreklilik kuramı: Süreklilik kuramı, yaşlılardaki toplumsal rollerden uzaklaşma durumunun ilişki kesme kuramındaki gibi toplumsal işlevsizlikle değil, ciddi sağlık sorunları gibi kişilerin denetiminde olmayan zorunluluklarla açıklanabileceğini belirtir. Robert C. Atchley tarafından geliştirilen süreklilik kuramı içsel ve dışsal yapıların korunarak sürdürülmesi üzerinde durur. İçsel yapılar sabır,duygu, tecrübe, seçimler, eğilimler ve becerilerden oluşan psikolojik bir içsel durum olarak tanımlanır. Dışsal yapılar ise kişinin geçmişte kazandığı beceriler,etkinlikle ve farklı rolere ilişkin performansıyla bağlantılıdır. >>Sosyal Yapılandırmacılık:Sosyal yaşama ilişkin pek çok olgunun verili bir özveri olmadığını, toplum tarafından kurgulandığını belirtir. Olgular ve olgulara ilişkin deneyimler, içinde bulunulan sosyokültürel yapıyla anlam kazanır. >>Söylem analizi: Örneğin aynı yaşlının ağzından kendisini küçülten “kirli” bir “yaş 70 iş bitmiş” cümlesi duyulur, bir yandan da “yaşlıya saygı kalmadı” gibibir “temiz” cümle duymak mümkündür. Tam da bu nedenle yaşlının bizzat kendisinin yaşlılık söylemini neoranda içselleştirdiği ve yaşam pratikleriyle ne oranda yeniden ürettiği önemli bir sorundur. >>Rol Kuramı:Rol kuramı, sosyolojideki yapısal-fonksiyonel yaklaşım ile ilişkili ve onun bir parçasıdır. Rol teorisinin temel sayıltısı, kişinin değer, tutum ve inançlarının doğrudan o kişinin sosyal çevre içinde oynadığı rol ile bağlantılı olduğu biçimindedir. Roller kendimizin ya da diğerlerinin beklentilerinden kaynaklanabilir ya da bir durum sonucu olarak atfedilebilir (özürlü ya da Kızılderili olmak) ya da bir şey yapmak yolu ile kazanılır (milletvekili olmak, yazar olmak). ÜNİTE 11=YAŞLILIKTA GÖRÜLEN BİYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER Yaşam uzamı: Yaşamın üst sınırı, bir kişinin yaşayabileceği azami yıl sayısıdır. İnsanların azami yaşam uzamı 120-125 yıl arasında değişmektedir. Yaşam beklentisi: Belirli bir yılda doğan ortalama bir kişinin yaşayabileceği yıl sayısıdır. YAŞAM BEKLENTİSİNDE FARKLIKLAR Ülkeler arasındaki yaşam beklentisi ile ilgili farklılıklar, yaşam boyu sağlık koşulları ve sağlık hizmeti gibi faktörlerden kaynaklanır. Yaşam beklentisi aynı zamanda etnik gruplar arasında ve erkekler ve kadınlar için de farklılık göstermektedir. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Afrikalı Amerikalıların yaşam beklentisi (73 yaş) Latin olmayan Beyazların yaşam beklentisine (78 yaş) göre beş yıl daha azdır. Bugün genel olarak yaşam beklentisi kadınlar için 80,7 yıl erkekler için ise 75,4 yıldır. **Otuzlu yaşların ortalarında kadınların sayısı erkeklerinkini geçmektedir. Kadınlar erkeklerden ortalama 8 yıl daha fazla yaşamaktadır. Tahminlere göre 21.yüzyılda cinsiyetler arasındaki bu yaşam süresi farkı artmaya devam edecektir. 2020 yılında kadınların erkeklerden ortalama 12 yıl daha fazla yaşayacakları tahmin edilmektedir. Erkeklerin 3,5 kadınların ise 7 yıllık bir ömür kazandıkları belirlenmiştir. **Yaşlanma uzmanları, yaşlılık kategorilerini yaştan çok işlevselcilik açısından ele almayı tercih etmektedirler. Yaşı sadece kronolojik yaş olarak değil aynı zamanda biyolojik yaş, psikolojik yaş ve sosyal yaş olarak da açıklamaktadırlar. Bu nedenle 85 yaşında bir kişinin işlevsel yaş - kişinin gerçek işlevsellik kabiliyeti - açısından 65 yaşında bir kişiye göre biyolojik ve psikolojik açılardan çok daha sağlıklı olması pekala mümkündür. BİYOLOJİK KURAMLAR Dünya Sağlık örgütü (WHO) yaşlılığı; "çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması" olarak tanımlamıştır. Yaşlanma sürecinde kuşkusuz bireylerin yitirdikleri bazı yetenekler vardır, fakat geçen zamana karşın kalıcı olan pek çok yeteneğin varlığı da göz ardı edilemez. Kalıcı olan bu yeteneklerin bazıları; bilgi, özellikle lisan bilgisi, plan yapabilmeyi kolaylaştıran hayal gücü, dikkat ve konsantrasyon, sorunlar karşısında pratik kararlar verebilme becerisi ve günlük yaşamdaki sorunların üstesinden gelebilme yeteneğidir. **Yaşlanmaya yönelik biyolojik kuramlar, birincil yaşlanma süreçlerini tanımlayan kuramlardır. Birincil yaşlanma, bir türün bütün üyelerinde ortaya çıkan aşamalı, kaçınılmaz, yaşa bağlı değişimleri içerir. Bu kuramların hemen hepsi yaşlanmayla ilgili olarak, hücrelerde ve hücreler arası dokularda görülen yıpranmanın yaşlanma sürecinin tüm evrelerinde meydana geldiğine vurgu yapmakta ve yaşlanmayı irdelerken bu yıpranmaların nedenlerini anlamaya çalışmaktadırlar. >>Mitokondrial Kuram: Hücreler içinde işlev, büyüme ve onarım için gerekli enerjiyi sağlayan küçük cisimler olan mitokondrianın rolüne olan ilgi artmaktadır. Mitokondrial kuram, yaşlanmanın mitokondrianın bozulmasından kaynaklandığını savunmaktadır. Mitokondriadaki kusurlar kalp damar sistemi hastalığı, bunama ve parkinson hastalığı gibi nörodejeneratif hastalıklara ve karaciğer fonksiyonlarındaki bozulmalara neden olurlar. >>Serbest Radikal Kuramı: Yaşlanma nedeni olarak, hücrelerin enerjiyi metabolize ettiğinde bunun yan ürünleri arasında serbest radikaller olarak bilinen kararsız oksijen moleküllerinin bulunduğunu savunan kuramdır. Bu kimyasallar, vücut hücreleri içinde oluşarak, hücre zarını, yaşamsal proteinleri, yağları ve genetik yapıyı (DNA) hasara uğratırlar. **Serbest radikallerin vücudumuza yerleşmesine kaynaklık eden etkenler arasında radyasyonu, sigarayı, hava kirliliğini, ultraviyole ışınlarını, tarımsal ilaçları, stres, yağ metabolizması sonucu ortaya çıkan ürünler gibi hücre metabolizmasının toksik ürünleri, bazı tahrip edici kimyasallar, haşere kontrol ilaçları saymak mümkündür. .İnsan vücudu kendi doğal işleyişi içinde bu serbest radikallerin etkilerini azaltmak için “antioksidan” denilen bir savunma düzeneği geliştirmektedir. >>Hücresel Yaşlanma Kuramı: Kuram, Leonard Hayflick'in (1977) bir insan hücresinin yaklaşık olarak en fazla 75 ile 80 kez bölünebildiği ve biz yaşlandıkça hücrelerimizin bölünme kabiliyetinin azaldığı yönündeki kuramıdır. >>İmmünolojik ve Endokrin Kuramı: Bu teoriye göre yaşlanmanın nedeni, yaşla birlikte bazı hormonların düzeyindeki azalma ya da bağışıklık sistemindeki zayıflamadır.Hücresel bağışıklık için çok önemli görevi olan timus bezininergenlikten sonra fonksiyonlarında önemli azalma olması, yaşlanmada timus bezinin önemli rolü olduğunu düşündürmektedir. >>DNA Hasar Kuramı: Kuram en temelde, genetik mesajın tekrar tekrar kopyalanması sırasında yanlışlar yıkıma yol açacak oranlarda birikmekte ve sonuçta hücreler normal olarak, işleyemediğini öne sürmektedir. Kurama göre, tekrar eden DNA dizilerindeki hataların birikmesi sonucunda protein sentezlemesinde yanlışlıklar oluşmakta ve bu hatalar hücre yaşlanmasına neden olmaktadır.Bu kuramların dışında başka bazı görüş ve yaklaşımlar da vardır. Örneğin, yaşlanmanın organizmadaki metabolik ürünlerin zamanla hücre yapılarını zehirlemesi ya da hücrelerin işlevlerini bozması sonucu oluştuğunu öne süren; #Kimyasal hasar Yaklaşımı; yaşlanmanın nedeninin genetik şifrede yazılı olduğu, yani bireyin ne zaman yaşlanacağının belli olduğunu belirten #Genetik Teori; yaşlanmanın fizyolojik, toplumsal ve psikolojik yönlerini bir arada açıklayan #Strese Fizyolojik Tepkinin Azalan Yeterliliği Teorisi; Pirüter bezlerdeki değişikliklerin yaşlanmaya neden olduğunu ve ayrıca otonom sinir sistemindeki ve metabolizmadaki birçok değişikliğin beyin merkezindeki yavaşlamadan kaynaklanarak yaşlanmayı tetiklediğini iddia eden #Nöroendokrin Teorisi, hücre peliferasyonunu kontrol eden genleri klonal yaşlanmanın nedeni olarak gören #Hücre Yaşlanması Teorisi, nöron, iskelet ve kalp kası hücreleri gibi bölünme hızını kaybetmiş hücrelerde pigmentli inklüsyon hücrelerinin biriktiğini; yaşla birlikte biriken ve lipotuscin adı verilen bu pigmentlerin yaşlanmaya neden olduğunu varsayan #Artıkların Birikmesi Teorisi, mekanik ve biyokimyasal açıdan moleküler düzeyde serbest radikallerin vücutta yerine konulamaz moleküler hasarlara yol açtığını vücudu eklem ve dişlerde olduğu gibi erozyona uğrattığını öngören #Kullanılmaya Bağlı Eskime Teorisi, bedendeki hormonal yapıyla ilgili olarak pitüiter bezinin ergenlikten sonra bir “katil hormon” ürettiğini ve bu “katil hormon”un zaman içinde troid hormonunu bloke ederek yaşlanma ve ölüme yol açtığını iddia eden #Zaman Ayarlama Teorisi gibi görüş ve teorilere de literatürde rastlanmaktadır. YAŞLILIKTA OLUŞAN SİSTEM DEĞİŞİKLİKLERİ Deri Sistemi:Yaşlılık tüm organları etkilediği gibi deride de birtakım değişikliklere neden olmaktadır. Cilt, yaşlanma belirtilerini en belirgin olarak yansıtan organdır. Doğal yaşlanma süreci içinde deride ortaya çıkan en çarpıcı değişiklikler, incelme,kuruluk, kabalaşma, kırışıklık, deri elastikiyetinin azalması sonucu gevşeme ve sarkma, seyrek ve gri saçlar, kahverengi lekeler, iyi veya kötü huylu oluşumların görülme sıklığının artmasıdır. Kas-İskelet Sistemi:Kas-iskelet sistemi, yaşlanma ile hem de diğer sistemlerde oluşan değişimler nedeniyle etkilenir. Yaşlanma ile kemik, kıkırdak ve kas dokusunda hem miktar hem de nitelik değişimleri olmaktadır. Bu değişimler sonucunda ağrı, fonksiyon kaybı, depresyon gibi yaşam kalitesini etkileyen sorunlar oluşabilmektedir. **Kadın ve erkeklerde kemik kaybı, yaklaşık 25 yaşlarında başlar. Omurgalardaki trabeküler kemik kaybı ise daha erken başlayabilir. Kemik kaybının başladığı yaş ve ulaştığı düzey kişiler arasında belirgin farklılıklar gösterir. Birey en yüksek boya 10-20 yaşlarında erişir. Boy, bu yaşlardan sonra giderek kısalır. Seksen yaşına dek en yüksek düzeyin % 3-4’ü kaybedilebilir. **Boy kısalması bayanlarda erkeklerden daha erken başlar ve daha belirgindir.Boy kısalmasının büyük kısmı, vertebral kolondaki kısalmadan kaynaklanır. **Yaşlanmanın getirdiği başka bir kayıp kas kaybı (sarkopeni)dir. Sarkopeniye yol açan nedenler incelendiğinde; kas gücü 30 – 80 yaşları arasında sırt ve kol kaslarında % 30, bel ve bacak kaslarında % 40 –60 oranında azalma görülür. Bu oran 25 – 50 yaşları arasında yılda ortalama % 0,4 daha sonraki yıllarda ise yılda yaklaşık % 1 oranında kas kitlesi kaybına denk gelir. Yaşlanma ile meydana gelen ve genellikle kalıcı kas-iskelet sistemi değişimleri şöyle özetlenebilir: • Boy kısalması, kartilaj doku ve kaslarda atrofi başlar, • Sırtta fleksiyon postürü, • Kas hacmi ve uzunluğunda azalma, • Kaslarda gevşeme, daha az enerji ve daha çabuk yorulma, • Eklemlerin hareket esnekliğinde azalma ve eklemlerde kalsifıkasyon, • Sinoviyal membranda kalınlaşma, • Eklemlerde vasküler yetmezlik olur, • Oturma, ayakta durma postüründe bozulma, • Yürüyüş ritminde değişme, • Adımlarda kısalma ve yavaşlama, • Kolların sallanmasında yavaşlama, • Denge bozukluğu ve düşmeye meyil, • Sarkık postür, • Kemik mineral kaybı artar Sinir Sistemi:Genel olarak doğumdan sonra beyin hücrelerinde çoğalma görülmez. Ancak beyin diğer organlardaki kayıplara oranla kullanılmaya karşı daha iyi korunan bir organdır. Doğumdan itibaren beyin hücreleri hem birbirleriyle hem de diğer doku hücreleriyle bağlantılar kurar. Ancak yaşlanmayla birlikte aralarında bağlantı kurulan hücrelerden bazıları yenilenmeyerek ölürler. Bu durumda onlarla bağlantılı beyin hücreleri de artık başka hücreyle bağlantı kuramayacakları için kendilerini yok ederler. **Motor aksonların ileti hızlarının 60 yaşından sonra yavaşladığı saptanmıştır. Sinir liflerindeki iletinin yavaşlaması, hızlı kas liflerinin, yavaş kas liflerine dönüşmesinin ve dolayısıyla kas kuvvetinin azalmasının nedeni olabilir.Beyindeki atrofi hareketlerin yavaşlaması, dikkat eksikliği ve koordinasyon bozukluğu gibi sorunlar yaratır. Nörolojik Sistem:Beyin ağırlığında ve belli bölgelerdeki hücrelerin sayısında azalma, kan dolaşımı zayıflığı, sempatik ve parasempatik fonksiyonlarda azalma, sinir uçları reseptörlerinde duyarlılık kaybı, bellek zayıflığı, uyku tarzında değişiklik, rüya görmede azalma ve uyanıklık periyodlarında artma, reflekslerde yavaşlama, beyin aterosklerozunda artma, monoaminooksidaz enzimlerinin aktivitesinde artma, tepki verme zamanında azalma, reflekslerde azalma meydana gelir. Dolaşım Sistemi:İnsanlarda dolaşım sisteminin yedek kapasitesi oldukça yüksek olup dinlenme hâlinde bunun yalnızca bir kısmı kullanılır. Kalbin dinlenme halindeki hızı yaşlı ve genç bireyler arasında önemli bir fark göstermez. Ancak, yaşlı kişilerin kalp hızının aktivite sırasında gençlerdeki kadar artamaması hareketliliği kısıtlar. Yaşlanmayla birlikte serum kolesterol düzeyinde de artış olur. Toplar damarlar esnek dokularını kaybederler. Kalp ağırlığı artar. Kalpteki bu ağırlık artışı daha çok fibröz dokuda görülür. Kalp kasının gücündeki azalma kalpten pompalanan kanın da azalmasına yol açar. Sindirim Sistemi:Tat, koku ve tükürük işlevleri ve aroma algılama yeteneği yaşla birlikte azalır.Bu kayıplar çoğunlukla 60 yaş civarında başlar. 40 yaşında ve daha yaşlı olan kişilerin büyük bir yoğunluğu koku alma duyusunda önemli bir azalma yaşar. Araştırmanlar yaşlı yetişkinlerin tat alma duyularına göre koku alma duyularında daha büyük bir azalma yaşadıklarını ortaya koymuşlardır. Koku ve tat alma duyusu sağlıklı yaşlı yetişkinlerde sağlıksız emsallerine göre daha az kaybolur. Dilde tat papillarında azalma, 50 yaşlarında başlar. Her papillada bulunan tat hücre sayısı çocuklar ve genç yetişkinlerde 245 iken, 74- 85 yaşlarındaki bireylerde 88’e kadar düşmektedir. Dilde, ağrılar da görülebilir. Aroma algılamada ilaç, takma diş, ağız sağlığı, merkezî sinir sistemi ve beslenme durumu gibi faktörler de etkilidir. Ürogenital Sistem :Yaşlanma sürecinde böbreklerdeki glomerulusların sayısında yaklaşık % 50.0 oranında azalma görülür. Bu azalma ise böbreklerin süzme işlevinde% 60.0–70.0 oranında bir azalma yaratır. İdrar kesesi küçülür (Oğuz 2007). Böbrek yetersizliğine yakalananların sayısında da artış olmaktadır. Bu doğal olay histolojik olarak böbrek damarlarında (özelikle böbrek korteksinde) azalma, yaşlı glomerül sayısında artış, tübüler atrofi ve dilatasyon, intersitisyel skar oluşumu ile gösterilebilir. **Mesanenin kapasitesi ilerleyen yaşla birlikte azalır. 65 yaş civarında normalin yaklaşık yarısına iner. Diğer yandan mesanenin kasılmalarının zayıflaması nedeni ile 100 ml’ye varabilen miktarlarda idrar retansiyonu gözlenir. Bağışıklık Sistemi:Yaşla beraber immün fonksiyonlar da azalama görülür. Bağışıklık sistemi bağışıklık hücreleri ve bunların ürettiği antikorlardan oluşur. Yaşla, mitojene karşı bağışıklık hücrelerinin çoğalma yanıtında, doğal öldürücü hücrelerin aktivitelerinde, T hücrelerinin işlevlerinde azalma olur. Hem humoral bağışıklık,hem de hücresel bağışıklık büyük oranda etkilenir. Bu değişiklikler yaşlılarda, vücudun enfeksiyonlara karşı mücadele gücünü azaltır. **Enfeksiyon hastalıkları 65 yaş ve üzerinde, kanser riski 30 yaş ve üzerinde ve otoantikorların bulunma sıklığı ise 50 yaş ve üzerinde belirgin olabilir. Hematopoetik Sistem:Sağlıklı yaşlanmada hemoglobin düzeyinde azalma olmamakla birlikte, yaşlı bireylerde beslenme bozukluğu, vitamin ve demir eksikliğine bağlı veya diğer kronik hastalıklara (böbrek yetmezliği, neoplaziler gibi) ve kullanılan ilaçlara bağlı olarak anemi sık olarak görülmektedir. Ayrıca pıhtılaşma bozuklukları, kan koagülasyonunda artma gibi faktörler tromboz ve emboli riskini de artırmaktadır. Görme Görsel keskinlik: Görsel alanın merkezinden uzakta meydana gelen olaylar algılanamayabilmekte. Örneğin genç yetişkinlerin parıltı nedeniyle göz kamaşması sonrasında tekrar görmeye başlamaları 10 saniyeden daha kısa sürerken 90 yaşındaki kişilerin %50.0’ınından fazlası 1.5 dakika sonra bile görme duyularını geri kazanamamışlardır. Renk görme: Yaşlı yetişkinlerde yaşlanma ile birlikle gözün lensinin sararması sonucunda renk görme de zayıflayabilmektedir. Bu zayıflama daha çok renk spektrumunun yeşil-mavi-eflatun kısmında meydana gelir. Bunun sonucunda yaşlı yetişkinler lacivert ve siyah çoraplarda olduğu gibi birbirlerine yakın renkleri doğru bir şekilde eşleştirmekte güçlük çekebilmektedirler. Derinlik algısı:Yaşlı yetişkinlerin herhangi bir şeyin ne kadar yakın ya da ne kadar uzak veya ne kadar yüksek ya da ne kadar alçak olduğunu belirlemelerini güçleştirebilir. Göz hastalıkları: Yaşlı yetişkinlerin görmesini zayıflatabilecek üç hastalık katarakt, glokom ve maküler dejenerasyondur.Görme keskinliğinde azalma "Katarakt" yani göz merceğinin bulanıklaşmasına bağlı meydana gelebilir. **Göz içi basıncının yüksek olmasına bağlı olarak görmenin etkilendiği ciddi ve sinsi bir diğer durum "Glokom"dur.Ayrıca, glokom katarakta da yol açabilmektedir."Maküler dejenerasyonu" olan kişilerin yandan görüşleri nispeten normal olabilmekle birlikte bu kişiler tam önlerinde bulunan nesneleri net bir şekilde göremeyebilirler. Bu hastalık 66 ile 74 yaş arasındaki 25 kişiden 1’ini ve 75 yaşında ve daha yaşlı yetişkinlerin 6’da 1’ini etkiler. İşitme:Yaşlılığa bağlı olarak gelişen işitme kayıpları “Presbiakuzi” olarak adlandırılırlar. Sık rastlanan bu durumun nedeninde ise çoğunlukla üç olay faktör tanımlanmıştır: > Kulağa giden damarların özelliklerini yitirip artık eskisi gibi kan taşıyamaması > İşitme sinirinin yaşla birlikte özelliğini kaybetmesi > Beyindeki işitme merkezinin özelliğini ve işlevini yitirmesi Yaşlı yetişkinlerde işitme kaybı ile bağlantılı sorunları en aza indirmek için kullanılan iki cihaz vardır: (1) orta kulağa dayalı iletken işitme kaybını azaltmak için sesi yükselten işitme cihazları (2)sinir duyusal işitme kaybı sonrasında işitmeyi bir ölçüde geri kazandıran koklear implantlar. Dokunma ve Acı :Dokunma ve acı duyularındaki değişikler de yaşlanma ile bağlantılıdır. Bir çalışmada yaşlanmakta olan kişilerin alt ekstremitelerde (ayak bilekleri, dizler vb.) üst ekstremitelere (el bilekleri, omuzlar, vb.) göre dokunmayı daha az hissedebildikleri ortaya çıkarılmıştır. **Yaşlı yetişkinler acıya karşı daha az duyarlı olup acı nedeniyle genç yetişkinlere göre daha az sıkıntı çekmektedirler. Acıya karşı, azalan duyarlılığın yaşlı yetişkinlere hastalık ve yaralanma ile başa çıkmalarında yardımcı olmasına karşın bu azalma aynı zamanda tedavi edilmesi gereken yaralanma ve hastalıkları da gizlemektedir. Cinsellik:Cinselliğin ömür boyu sürmesi mümkündür . Ancak yaşlanmaya bağlı olarak genital organlarda, kadınlarda erkeklerden daha fazla gerileme görülür. Kadınlarda östrojen kaybına bağlı olarak, fallopien tüplerinde büzülme, vajina mukozasında azalma, uterus hacminin daralması, meme bezlerinde atrofi görülür. Erkeklerde testisler küçülür. Prostat büyür. Buna karşın ejakülasyon sıvısı azalır. Ereksiyon daha zayıftır. 65 ile 80 yaşları arasında yaklaşık dört erkekten biri ereksiyonu gerçekleştirmede ve/veya korumada ciddi sorunlar yaşar ve 80 yaşından sonra bu oran her iki erkekten birine yükselir. UNİTE 12=YAŞLILIK DÖNEMİNİN PSİKOLOJİK YÖNLERİ (YAŞLILIK DÖNEMİNİN GELİŞİMSEL GÖREVLERİ, BAŞARILI YAŞLANMAYA İLİŞKİNTEORİLERİ) “Yaşlandıkça ne iyi ne de kötü oluruz, yaşlandıkça daha çok kendimiz oluruz.” Robert Antony Altmış beş yaş üzerinde ruhsal rahatsızlıklara sık rastlanmaktadır. Hastanede ya da bir yatılı kurumda kalan yaşlı hastalarda ruhsal sorunlar %40-70 arasında iken toplum içinde yaşayan yaşlı erişkinlerde bu oran %12 civarındadır. **Yaşlılık döneminde bireyin karşılaştığı temel psikososyal sorunlar arasında en yaygın olanları; kuşak çatışması, rol ve statü değişimi, korkular, unutkanlık-uykusuzluk ve boş zamanların değerlendirilmesi sorunlarıdır. **Yaşlılıktaki psikolojik değişimin başlıca belirleyicileri üç grupta toplanmaktadır. Bunlar; fiziksel gerileme, statü kaybı ve ölüm korkusudur. YAŞLILARIN GELIŞIMSEL GÖREVLERI Havighurst’un yaşlılık dönemi ya da başka bir deyişle ileri yaşa ilişkin tanımladığı gelişim görevleri şöyle sıralanabilir: 1- Emekliliğe ve gelir azalmasına uyum sağlama 2- Fiziksel güçteki ve sağlıktaki düşüşe uyum sağlama 3- Eşin veya arkadaşlarının ölümü ile baş etme ve hastalıkların üstesinden gelme 4- Aile ve arkadaşlık bağları ile ilişkisini sürdürme 5- Toplumsal ve yurttaşlık yükümlülüklerini yürütme 6- Durumuna uygun fiziksel yaşama koşullarını düzene koyma Başarılı Yaşlanma :Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1999 yılında “Sağlıklı Yaşlanma Deklarasyonu” yayınlanmıştır. Herkes İçin Sağlık Hedefleri listesinde “Sağlıklı Yaşlanma/Yaşanan Yıllara Yaşam Katılması” hedefi yer almıştır. **Yaşlılık bilimi (Gerontoloji) ile ilgilenen araştırmacılar yaşın ilerlemesiyle ortaya çıkan değişmelerle, herhangi bir hastalık sonucu ortaya çıkan patolojik değişiklikleri birbirinden ayırmanın önemini fark etmişler ve yaşlanmayı da “olağan” ve “başarılı” olmak üzere ayrıştırmışlardır. Bu ayrıma göre patalojik olmayan, yaşa bağlı değişiklikleri gösteren kişiler “olağan” yaşlı, kendi yaş grubuna göre ortalama olarak çok az veya hemen hemen hiç işlev kaybı göstermeyen ve yaşamla ilişkisini kaybetmeyen kişiler ise “başarılı” yaşlılar olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşımda uygun diyet uygulama, egzersiz yapma, dengeli beslenme, sosyal destek ağı gibi aracı faktörlerin önemi vurgulanmaktadır. **Dünya Sağlık Örgütü’nün “aktif yaşlanma” kavramını geliştirdiği benzer zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri’nde “başarılı yaşlanma” görüşü, yaşlanmanın kaçınılmaz hastalık ve çöküş ile ilgili olması gibi geleneksel yaşlanma klişelerine bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Rowe ve Kahn başarılı yaşlanmayı, hastalık ve maluliyet olmaması, bilişsel ve fiziksel fonksiyonların devam etmesi ve yaşamla bağlantılı olmak olarak tanımlamaktadır. Perry (1995) başarılı yaşlanmaya götüren yolların şu sorular sorularak oluşabileceğinden bahseder: 1- Kişinin yaşam boyunca işlevsel bağımsızlığını köklü ve sürekli bir biçimde etkileyebilecek egzersiz, diyet ve kişisel alışkanlıklarda sürekli davranış değişikliklerini nasıl sağlayabiliriz? 2- İleri yetişkinlikte (yaşlılıkta) hangi bilişsel ve fiziksel değişimler normaldir? Hangi davranışlar ruhsal ve bedensel patolojinin işaretidir? 3- Bilişsel işlevlerdeki yaşa bağlı düşüşleri yavaşlatmak ya da tersine çevirmek olanaklı mıdır? **İyi yaşlanmanın temellerinden biri de diğer insanlarla kurulan bağdır; arkadaşlık ve aile bağları bu konuda başta gelmektedir. **Genelde yaşlılık dönemi üretkenliğin azaldığı bir dönem olarak görülmektedir. Ancak insanoğlunun kendisini var edebilmesi üretkenlikle mümkün olabilmektedir. **Sözgelimi; Verdi’nin Falstaff operasını 80 yaşındayken bestelediğini, Bertrand Russel’ın “Felsefe yapma sanatı”nı 96 yaşında yazdığını, Picasso’nun 92 yaşındaki ölümüne kadar resim yapmayı sürdürdüğünü, ünlü fizikçi Max Born’un kristal ağların dinamik teorisine ilişkin çalışmalarını 71 yaşındayken yaptığını bilmektedir. BAŞARILI YAŞLANMA TEORİLERİ Aktivite Teorisi :Bu teorinin ana fikri, ne kadar fiziksel ve zihinsel ve sosyal aktivite içinde olursan o kadar başarılı yaşlanırsın olarak ifade edilmektedir. İlişki Kesme Teorisi:Bu teori 1961 yılında Cumming ve Henry tarafından geliştirilmiştir. İlişki kesme teorisinde vugulanmak istenen orta yaşlarda kişinin meşgul olduğu sosyal ilişkiler ve çeşitli rollerden kendini geri çekmesi sonucunda yaşanan olumsuz süreçlerdir.Bu süreçte kişi daha genç olduğu yıllarda kurduğu sosyal ilişkiler ve tüm rollerini sürdürmede enerji kaybı yaşamakta ve yaşama canlılığı azalmaktadır. Kişi etkin durumdan edilgen duruma düşer ve yeni roller üstlenemez ve yalnızlığa mahkûm olur. **İlişki Kesme Kuramı toplumda var olan kalıp yargıları desteklemekte ve yaş ayrımcılığını (ageism) pekiştirmektedir. Yaşlı kişilerin toplum dışına itilmesini savunan bu görüş yanlış sosyal politikalara da yol açacağı düşünülerek çok eleştirilmiştir. Sosyal Yapılanma Teorisi :Bu teori Zusman tarafından 1966 yılında kavramsallaştırılan Sosyal Bozulma Teorisi’nden geliştirilmiştir. Zusman sosyal bozulmayı yaşlıların damgalanması ile ilişkilendirmiştir. Bu yaklaşım, toplumun, bütün yetişkinlerin çalışan ve üretken olduğu diğerlerinin ise yetersiz olduğu şeklinde sınıflandırmalar yaptığını ve anlamsız standartlar oluşturduğunu iddia etmektedir. Toplumdaki yaşlı problemlerinin birçoğu kendilik anlayışı ve yaşlının çevresi arasındaki negatif ilişki ile açıklanır. Bu sınıflandırma döngüsünün kırılması için sosyal yapılanma sendromu adı altında çeşitli önerilerde bulunulmaktadır: >>İlk olarak toplumsal beklentiler ve gerçeklik dışı standartlardan yaşlıları kurtarmak gerekmektedr >>İkinci olarak Kuypers ve Bengston (1973) yaşlılara yönelik ihtiyaç duyulan sosyal hizmetin sağlanmasını önermektedir. Yani yaşlının ihtiyaç duyduğu ulaşım, tıbbi bakım, ev organizasyonu ve temizliği, fiziksel ve ruhsal aktivitelerden oluşan programlar sağlanmalıdır. >>Üçüncü öneri olarak da yaşlının yaşamı hakkında daha fazla söz sahibi olacağı imkânlar yaratılmalı **Yaşlılara yönelik hizmetler arasında belediyeler tarafından verilen evde bakım hizmetleri Sosyal Yapılanma Teorisi’nde bahsedilen sosyal hizmet ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bir örnek olabilir. Bunun dışında yaşlının bulunduğu çevrede vaktini geçirebileceği “Yaşlı dayanışma merkezleri” de başarılı yaşlanma teorilerine örnek olabilir. ÜNİTE 13=ÖLÜM, İNTİHAR VE ÖTENAZİ ÖLÜM:Ölüm en genel ve basit haliyle, canlılığı belirleyen hareket, büyüme, uyarılma ve organizasyon ögelerinin yok olması, yaşamın sona ermesi anlamına gelmektedir. Ölüm kavramı konusunda her disiplin kendine özgü olarak bir tanım ortaya koymaktadır. Ölümü “tüm olarak yok olma” veya “biçim değiştirme” şekillerinde anlamlandıran tanımlar söz konusudur. **Tıbbi açıdan ölümün en basit tanımı; tüm yaşam fonksiyonlarının iki merkezi olan kalp ve beynin işlevlerinin geri dönüşümsüz olarak son bulması olayıdır. **Mistik anlayışa göre ölüm, yeni bir yaşamın başlangıcıdır; bir yok oluş, ayrılma değildir ve ölüm sonrası hesap verme zamanıdır. Tek Tanrılı dinlerin çoğunda ise ölüm,“Tanrıya kavuşma” anlamına gelmektedir. **Bazı kültürler ölünün, “tapılacak” bir yaratık olduğuna inanmaktadırlar. Örneğin; Japon Şintoculuğu tamamen “ölü tapınımı” üzerine kurulu bir dindir. Kami adı verilen ruhların bu dünyadan ayrılmadıklarına ve yaşayan insanların arasında dolaştıklarına inanılır. **Francis Bacon, “İnsanlar, ölümden tıpkı çocukların karanlıktan korktukları gibi korkarlar.” sözüyle ölümün, insanlar için korkutucu ve ürkütücü olduğunu vurgulamıştır. **Varoluşçu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden Rollo May, insanın Var oluşunun ne anlama geldiğini anlayabilmesi için öncelikle var olmayabileceğini yani yok olabileceğini kavraması gerektiğini belirtmiştir. İnsanın dünyada varolmayla ilgili gerçeği ise “ölüm”dür. **Psikodinamik kuramın öncüsü Freud, hayatın geçiciliğinin ondan alınan zevki artırdığını savunarak alınan zevkin kısıtlılığının zevkin değerini artırdığını belirtmiştir. **Tolstoy’un “Ivan Ilyich’in Ölümü” adlı eseri insanın ölüm gerçeğiyle yüzleşip, yaşamının anlamını ve kutsallığını fark etmesi konularında mesajlar içermektedir. **Yaşam dönemlerine göre insanın ölüm yönelimleri; bebeklik ve ilk çocukluk, ileri çocukluk ve ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılıktır. BEBEKLİK VE İLK ÇOCUKLUK İnsanlar, bebeklik ve ilk çocukluk yıllarında bilişsel seviyelerine uygun olarak soyut kavramlar konusunda bir fikir geliştiremezler. Bu nedenle ölüm konusunda bir düşünceleri söz konusu değildir. Fakat, ölümün farkında olduklarına ilişkin tepkiler verdikleri gözlemlenmiştir. Bu dönemde çocuk için anne- baba ya da ona bakım veren kişiler önemlidir ve onların yok olması ya da yitimi çocukta korku oluşturur. **Jean Piaget, çok küçük yaşlardaki çocuklarda soyut düşünmeye yönelik kapasite yetersizliği olduğunu söylemektedir. On yaşındayken bile çocuk somut işlemler dönemindedir ve neyin “potansiyel” veya “olası” olduğu konusunda doğru anlamı yeni yeni oluşturmaktadır. Ölüm, birinin kişisel ölümü, olmak ve olmamak, bilinç, kesinlik, sonsuzluk ve gelecek hep soyut kavramlar olduğu için ölümü anlamlandıramazlar. **Bowlby, küçük çocukluktaki yitimlerin psikososyal sonuçlarını dikkatle izlemiştir. On iki aylık çocuklara ilişkin gözlemler, çocukların yabancıların yanındayken yitik anneyi bulmak için belirgin bir çaba gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Önce “protesto” ve anneyi bulmak için “çabalama” söz konusudur.Çocuk günlerce yüksek sesle ağlamakta ve yiten annesi olabilecek her şeye ve her sese doğru kendini atmaktadır. Umutsuzluk ve umutla arama arasındaki gidip gelmeler bir hafta sürmekte, ama sonunda çaresizlik hâkim olmaktadır. Daha sonra annenin dönmesi isteği ortadan kalkmamakla birlikte bunun gerçekleşmesi umudu yitirilmektedir. İLERİ ÇOCUKLUK VE ERGENLİK Ölümü kavramsallaştırma yaştan çok bilişsel olgunlaşma düzeyiyle ilişkilidir.Okul öncesi çocukta ölümle ilgili belirgin bir kavram gelişmediğinden, çocuk ölümü geriye dönüşü olan veya geçici bir durum olarak algılar. Çocukların bu görüşünde parçalanan, ölen, yok olan ama daha sonra tekrar canlanan çizgi film karakterleri etkilidir. **İlkokul yıllarında çocuk ölümü bir son olarak algılar; fakat evrensel ve kaçınılmaz olarak görmez. Daha sonraki yıllarda ise çocuk, ölümün bir son olduğunu ve bir gün kendisinin de bu sona ulaşacağını kavrar. **Ergenlik döneminde ölüm kavramının ergenler tarafından nasıl algılandığı konusu üzerinde fazla düşünülmemiş olsa da; araştırmalar ölüm korkusunun ergenlikte en üst düzeyde olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. **ABD’de bütün sebepler göz önüne alındığında ölme oranının ergenler ve genç yetişkinler arasında gitgide arttığı görülmüştür. **İntiharı inceleyen Maris (1981), insanların ergenlik gibi geçiş dönemlerinde daha duyarlı ve yaralanabilir olduklarını belirtmektedir. Henüz bu savı destekleyen yeterli veri olmamakla birlikte,Maris, yetişkinlik eşiğindeki ergenin ve yaşlılık eşiğindeki yetişkinin intihar potansiyeline dikkati çekmektedir. YETİŞKİNLİK VE YAŞLILIK Yetişkin için ölüm, kendisini zevk ve sorumluluktan alıkoyan, benliğine indirilen bir darbe ve haksızlık olarak görülür.Yaşlanma süreciyle birlikte fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan değişimler yaşayan yaşlı yalnızlık duyguları yaşayabilir ve içinde bulunduğu çevreden ve toplumdan uzaklaşarak içine kapanabilir. Ölüme yaklaştığını hisseden kişi, ölümü kabullenemez ve ölümün olabildiğince geç gelmesini ümit eder. Fakat mutlu, verimli ve dolu dolu bir yaşam geçirdiğini düşünen kişi, ölümü yaşamın doğal bir sonu olarak karşılayarak kabullenir. İNTİHAR İntihar, insanın bilerek ve isteyerek yaşamına son vermesidir. Özkıyım olarak da adlandırılan intiharın, tarihsel, toplumsal, kültürel, felsefi, dinsel, ekonomik,biyolojik, genetik, psikolojik, psikiyatrik, mesleksel, epidemiyolojik vb. birçok boyutu vardır. **Durkheim’e göre, “Ölen kişi tarafından ölümle sonuçlanacağı bilinerek yapılan olumlu ya da olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar” denir. **Toplumbilimci olan Delmas’a göre intihar, bir seçmeyi, bir ölüm istencini ifade eder; “İntihar, aklı başında bir insanın, yaşamakla ölmek arasında bir seçim yapabileceği durumda, her türlü ahlak baskısı dışında ölümü seçip kendini öldürmesidir”. **Henry ve Short’a göre intihar, bir saldırganlık türüdür. Saldırganlığın ortaya çıkış nedeniyse engellenme ve sıkıntıdır. Eğer saldırganlık içe- dönük gelişirse intihar, dışa- dönük gelişirse cinayet ortaya çıkar. **Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), intiharları gerçek intiharlar ve intihar girişimleri olarak ikiye ayırmakta. Gerçek intiharlar, ölümle sonuçlanan intihar eylemleridir. İntihar girişimleri ise bireyin kendisini yok etmek, zarar vermek ve zehirlemek amacıyla gerçekleştirdiği intihara yönelik ölümcül olmayan tüm istemli girişimlerdir. Yaşlılıkta İntihar:Yaşlılar, kronik hastalıklar, depresyon, bedensel fonksiyonlarında meydana gelen gerilemeler, toplumdan soyutlanma, kişiler arası ilişkilerde yaşanan sorunlar ve yalnızlık sebepleriyle intihar oranın sık görüldüğü yaş grubu içerisinde yer alır. **Murphy, intiharın evli olmamak, az arkadaşı olmak, ölümden sonraki yaşama inanmamak, depresyona girmek gibi sorunlarla ilgili olduğunu ileri sürmektedir. **DSÖ’ne (2005) göre ABD’ de yaşa göre intihar, 45 yaşından sonra önemli oranda artmakta, en fazla 75 yaş üzeri grupta görülmektedir. **Türkiye’de nüfusa paralel olarak tüm yaş gruplarında artan intihar, özellikle 15- 34 yaşları ile 65 yaş ve üzerinde görülmektedir. Cinsiyete göre bakıldığında ise erkeklerin intihar oranı kadınlarıdan daha fazladır. En yaygın intihar nedeninin ise hastalık olduğu saptanmıştır. Yaşlıları intihara sürükleyen nedenleri 1)Bedensel rahatsızlıklar:Kronik hastalıklar ve bedensel rahatsızlıklar gençlik yıllarına oranla yaşlılık döneminde daha fazla görülmektedir. Bedensel fonksiyonlarındaki gerilemelerle birlikte hastalık ve rahatsızlıklar yaşlının yaşamını kısıtlamaktadır. Yaşlıya acı veren hastalık ve rahatsızlıklar, yatalak hâle gelip insanlara bağımlı olmak, yardıma muhtaç hâle düşmek ve acı içinde ölmek gibi düşünceler içerisine girerek kendisi için en iyi olan çözümün intihar olduğuna karar vermesine neden olabilir. 2)Psikolojik nedenler :Yaşlılık ve ölüm korkusu, depresyon, yalnızlık, rol ve statü kaybı, eş ve yakınların ölümü, umutsuzluk, iletişimsizlik gibi durumlar yaşlıların karşılaşabileceği ruhsal rahatsızlıklardır. Bu ruhsal durumlar, yaşlılar üzerinde eskiye aşırı bağlılık, yeniliklere uyum sağlayamamak, yeniliklerden korkmak, egoizm, bilinçte bulanıklık, hastalık hastalığı, narsistik kişilik bozukluğu, nevroz, stres, uyku bozuklukları gibi psikolojik değişikliklere neden olmaktadır ve bunlar yaşlıyı intihara sürükleyen nedenlerdir. 3)Sosyal sorunlar:Emekliliğin yaşlıda doğurduğu sorunlar ve bu dönemde yaşlının yalnız yaşaması, eşinden boşanmış olması çocuklarının iş, evlilik ya da okul sebebiyle evden ayrılması gibi yaşam olayları yaşlı insanın yalnızlık ve yabancılaşma duyguları yaşamasına neden olmaktadır. Toplumdan soyutlanma ve içinde duyduğu yalnızlık hissiyle yaşlı depresyona sürüklenebilir ve yaşamını sonlandırmak isteyebilir. ÖTENAZİ Tanım ve Tarihçe :Eski yunan kültüründe “iyi/ kolay ölüm” olarak adlandırılan ötenazi 18. ve 19. yüzyıllarda tıp biliminde “yaşamı kısıtlamayan ölüm yardımı” olarak tanımlanırken bizim kültürümüzde de “kolay/ rahat ölüm” olarak bilinmektedir. **Tıbbi açıdan ötenazi; “tıbbın gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında iyileşme umudu olmayan,ama aynı zamanda nitelikli bir yaşam da sağlanamayacak olan hastaların istemleri durumunda yaşamlarının sona ermesine olanak sağlamadır”. Hukuki tanımla ötenazi ise; “iyileşemez bir hastalığa yakalanmış bir hastanın iradesi dikkate alınarak hayatına son verilmesidir”. **Ötenazinin sözlük anlamı “ümitsiz durumda olan hastaların acılarını dindirmek için hayatlarına son verme” şeklindedir. Daha geniş bir tanıma göre ötenazi,“ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi”dir. ***Ötenazinin ilk örneklerinde; soylu insanların kendilerini hastalıklı bir bedende görmek ya da görülmekten kaçınma veya yaşlılığın getirmiş olduğu kayıplardan kurtulma isteği doğrultusunda bu eylemi gerçekleştirdikleri görülmüştür. **Antik Yunan’da ve Roma’da ağır hastaların tedavi edilmeyerek ölüme terk edildikleri, özellikle yaşlı intiharların olağan karşılandığı bilinmektedir. Diğer taraftan Hipokrat yemininde “Talep olsa dahi hiç kimseye öldürücü zehir vermemeye veya tavsiye etmemeye” söz verilmiş olması ötenazi eylemiyle çelişse de bu uygulamanın önüne geçtiği söylenemez. **Almanya’ da Hitler döneminde “yaşaması faydasız ve bünyesi bozuk insan toplumdan atılmalıdır, hasta toplum için parazittir.” düşüncesiyle ötenazi kötüye kullanılmış ve binlerce insan öldürülmüştür. **Eski çağlarda gerçekleşen bu ötenazi eylemleri devlet ya da topluluk çıkarları için hastaları öldürme şeklinde olabildiği gibi özürlü, sakat, hasta çocuklarını ya da yakınlarını acıma duygusuyla öldürme biçiminde de gerçekleşmiştir. **Bu tarihsel geçmişine rağmen ötenazi terimini ilk kullanan kişi İngiliz filozof Francis Bacon olmuştur. Bacon, “Doktorun görevi, sağlığı korumak ve acıları azaltmaktır. Acıların azaltılması sadece tedavi etme yoluyla değil gerektiğinde ona kolay ve rahat bir ölüm sağlamakla da olmalıdır.” şeklindeki açıklamasıyla ötenaziyi tanımlamıştır. **Ötenazi uygulamaları incelendiğinde Ermeni asıllı doktor Jack Kevorkian (1928- 2011) göze çarpmaktadır. “Doktor Ölüm” olarak anılan Kevorkian, hastalarının acı çekmelerini önlemek için iğneyle ilaç enjekte ederek ötenaziyi uygulamıştır. Ötenazi Türleri #Dar anlamda- geniş anlamda- en geniş anlamda ötenazi: >>Dar anlamda ötenazi; “ölümün eşiğine gelmiş, kurtuluş ümidi kalmamış, ölmek üzere olduğu kabul edilen hastaların acılarını dindirmek amacıyla ötenazi uygulamasını gerçekleştirmektir”. >>Geniş anlamda ötenazi ise; “ölümünün ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen, yakın ya da uzak gelecekte (günler, haftalar ya da aylar sonra) ölümün gerçekleşebileceği hasta üzerinde ötenazi uygulamasıdır”. **Bu iki ötenazi şeklinin arasındaki fark zaman faktörüyle ilişkilidir. Dar anlamda ötenazide ölmek üzere olan bir hastaya ötenazi uygulaması söz konusuyken; geniş anlamda ötenazide, ölüm zamanı belli olmayan bir hasta söz konusudur. >> En geniş anlamda ötenazi ise; yaşanmaya değer hayatlarının olmadığı kabul edilen; tedavisi imkânsız akıl hastaları ya da bitkisel hayatta olan insanlara uygulanan ötenaziyi ifade etmektedir. #Aktif- pasif- dolaylı ötenazi: >>Aktif ötenazi:Tedavisi mümkün olmayan, iyileşme ümidi bulunmayan ve acı çeken bir hastanın yaşamının, yapılacak olan tıbbi bir müdahale ile sona erdirilmesidir. Aktif ötenazi, doktor tarafından hastaya öldürücü dozda maddenin verilmesiyle gerçekleşir. >>Pasif ötenazi ise: hareketsiz kalarak ölüm sonucunun meydana getirilmesidir.Burada kastedilen hastanın tedavisinin kesilmesi ya da hastanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan solunum cihazı, suni beslenme vb. yaşam desteğinin çekilmesi veya buna benzer hastanın yaşam süresini uzatıcı tedbirlerin alınmamasıdır. ***Pasif ötenazide aktif ötenaziden farklı olarak, hastanın ölümü için doktordan bir eylemde bulunması beklenmez, bunun yerine tıbbi müdahalenin sonlandırılması istenir. **Pasif ötenazi konusunu ele alırken beyin ölümü ve bitkisel hayat kavramları arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. **Beyin ölümü gerçekleşen kişi tıbben ölüdür ve bu hastalarda tıbbi desteğin çekilmesi ötenazi değildir. Beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişinin aksine, bitkisel hayattaki bir insanın solunumu devam edebilir. Dolayısıyla hastalar aylarca ya da yıllarca destekle yaşamaya devam eder, bazen iyileşerek normale dönebilirler. Bu hastalardan iyileşme ümidi olmayanlardan yaşam desteğinin çekilmesi pasif ötenazidir. >>Dolaylı ötenazide:Hastanın tedavisine son verilmez veya yaşamına son verilmesi için doğrudan ilaç enjekte edilmez; fakat hastanın acısını dindirmek için verilen ilacın yan etkileri hastanın yaşamını kısaltır. Hastanın tam, açık ve doğru bir şekilde ilacın yan etkileri konusunda bilgilendirilmesinden sonra açıklayacağı rıza üzerine, ilacın kullanılması dolaylı ötenazi olarak adlandırılır. #İstemli- istemsiz (İradeye bağlı- İrade dışı) ötenazi : >>İstemli ötenazi, hastanın kendi iradesi ile doktorundan aktif ya da pasif ötenazi talebinde bulunması sonucu gerçekleşmektedir. >>İstemsiz ötenazi ise, hastanın bilincinin kapalı olduğu koma ve bitkisel yaşam gibi durumlarda kişinin kendi iradesini dile getiremediği; dolayısıyla hasta yakınlarının iradesi ile gerçekleşen ötenazidir. #Kazai- medikal ötenazi : Ötenazi uygulanan ülkelerin bir kısmında ötenazi bir mahkeme kararı gerektirir. Buna “kazai ötenazi” denir. Buna karşılık, ötenaziye izin verilen bazı ülkelerde sadece hekim kararıyla ötenazinin gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu durumda “medikal ötenazi” söz konusudur. Ötenaziye İlişkin Tartışmalar 1. Yaşam Hakkı: Hukuki tartışmalardan biri hastanın yaşam hakkı çevresinde gelişmiştir. Hukuken yaşam hakkı kişiye ait bir haktır ve bu hak bir başkasına devredilemeyeceği gibi hak sahibi bu hakkından feragat de edemez. Hastanın bilinci kapalı olsa dahi yakınları hastanın yaşam hakkı üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip değillerdir. 2. Ötanazi kasten adam öldürme midir? Hukuk alanındaki diğer bir tartışma ise ötanazinin kasten adam öldürme olduğu konusundadır. Ötenaziyi suç sayanlara göre, bu durum kasten adam öldürmedir. Her ne kadar hasta izin vermiş olsa dahi yaşam hakkının başkasına devrinin olanaksızlığı ve bu haktan feragatin söz konusu olmağından dolayı ötanazi mümkün değildir. ***Doktorların hastalarına yararlı olacak tedaviyi seçmeleri ve onlara zarar vermemeleri konularında fikir birliği yapan kişilerin görüşlerindeki gerekçeler şunlardır : - Tıp bilimi her gün gelişmektedir ve bugün tedavisi imkânsız hastalıkların tedavisi olabilir. - Hastalığın teşhisi doğru olmayabilir. - Hastanın kendisini öldürmek istemesi ruhsal dengesizliğindendir ve hastanın rızası iradeli bir karar değildir. - Doktora verilecek öldürme yetkisi suistimallere yol açabilecektir. Ötenaziyi suç olarak görmeyenlerin görüşü ise:insanların iyileşemez durumdaki hastalıklarında ıstırap çekmelerine izin verilmemesi gerektiği yönündedir. Bu görüşü savunanlar hastanın kendi geleceğini belirleme hakkına sahip olduğunu ve tedaviyi kabul edip etmemekte ya da başlamış olan bir tedaviyi sonlandırmakta özgür iradelerini kullanmaları gerektiğini düşünmektedirler. Ötenaziyi savunan kişilerin bir diğer gerekçeleri ise hastaların tedavi masraflarının ekonomik zarara neden olabileceği, bu nedenle ekonominin zarar görmemek için tedavi masraflarından kaçınmak gerektiği şeklindedir. Türkiye’de Ötenazi ABD, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde ötenazi suç sayılamamakta ve çeşitli yollarla gerçekleştirilir. Türkiye’de ise Türk Ceza Hukuku’nda ötenazi ile ilgili özel bir hüküm yoktur. Ötenazi, kişinin hayatına son vermeyi gerektirdiği için ‘kasten adam öldürme’ suçu sayılmakta (TCK, M.81), hâkim cezayı hafifletici sebepleri göz önüne almakta ve fail buna göre cezalandırılmaktadır. **Anayasa’nın 12. maddesi herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez,vazgeçilme z temel hak ve özgürlüklere sahip olduğunu belirtmektedir. Buna göre yaşama hakkı da bu kapsama girmektedir.Ancak yaşama hakkı ve vücut bütünlüğünün dokunulabilir olduğu bir takım istisnalar da mevcuttur. Buna göre vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı, tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı hâller dışında mutlaktır. Yaşama hakkının dokunulmazlığı ise Anayasanın aynı maddesinin son fıkrasında sayılan, meşru müdafaa hâli, tutuklunun kaçmasının engellenmesi, yetkili merciin verdiği emrin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği durumlar ile sınırlıdır. O hâlde yaşamın dokunulmazlığı mutlak bir dokunulmazlık değildir. **TCK‟ya göre aktif ve pasif ötenazi yani hekimin kasten veya ihmali davranışla hastanın yaşamını sonlandırması eylemi suç oluşturmaktadır. Diğer yandan intihara kalkışma, hukukumuzda suç olarak yer almamakla birlikte, başkasını intihara azmettiren, teşvik eden, başkasının intihar kararını kuvvetlendiren ya da başkasının intiharına herhangi bir şekilde yardım eden kişi cezalandırılmakta. TCK 1989 Ön Tasarısı’nda; “İyileşmesi kabil olmayan ve ileri derecede ıstırap verici bir hastalığa tutulmuş bulunan bir kimsenin şuuruna ve hareketlerinin serbestliğine tam olarak sahip iken yaptığı ısrarlı talepleri üzerine ve sadece hastanın ıstıraplarına son vermek maksadıyla öldürme fiilini işlediği sabit olan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” hükmü öngörülmüş ve aynı hüküm TCK 1997 Ön Tasarısı’nda da “acıyı dindirme saiki” başlığı altında tekrarlanmıştır. **Sağlık Bakanlığı‟nca yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği‟nde ötenazi açıkça yasaklanmış ve tıbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, yaşama hakkından vazgeçilemeyeceği, kendisinin veya bir başkasının talebi olsa dahi, kimsenin yaşamına son verilemeyeceği belirtilmiştir. ÜNİTE 14=YAŞLILIK DÖNEMİNİN SOSYAL VE ÇEVRESEL YÖNLERİ Nüfusun yaşlanması, iş gücü kapasitesinde düşmeye, sosyal güvenlik sisteminin ve kamu harcamalarının yükünün artmasına, aile yapısında ve toplumsal yapıda değişimlere neden olmaktadır. YAŞLILIK DÖNEMİNDE YAŞANABİLECEK BAZI SORUNLAR Sosyal Dışlanma:Sosyal dışlanma (social exclusion), belirli özelliklere sahip bireylerin veya grupların, yaşadıkları toplumda var olan ekonomik, sosyal, politik, kültürel alanların bazı yönleri ya da tamamı dışında kalması, bu alanlarda toplumla bütünleşme olanağına sahip olamaması anlamına gelen çok boyutlu bir süreçtir. **Yaşlı bireylere yönelik sosyal dışlanmanın temel kaynağı yaşlılara ilişkin bakış açıları ve yargılamalardır. Modern dünyada yaşlılık, aciz ve bağımlı olmakla eş değer tutulmaktadır. Yaşlılara yönelik bu olumsuz algılamalar çoğunlukla yalnızca “düşünce” biçiminde kalmamakta aynı zamanda eyleme de dönüşmektedir. Çünkü sosyal dışlanma yalnızca düşünsel boyutlu değil çok boyutlu bir süreçtir. Sosyal dışlanma sürecinin boyutları: >> Materyal (Maddi) Boyut: Düşük gelir, uygun barınma olanaklarından ve çevre koşullarından yoksun olma. >> Mekânsal Boyut: Bireylerin/grupların mekânların kullanımı ve mekânlar arasında hareket edebilme olanaklarından yoksun olması. >> Mal ve Hizmet Boyutu: Bireylerin/grupların insani ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik toplumsal ve özel hizmetlerden yararlanamaması. >> Sağlık ve Refah Boyutu: Sağlığın bozuk olması, hastalıklara yakalanmanın daha kolay, tedavinin daha zor olması. Bu boyut temelde materyal boyut ile yakından ilişkilidir. Çünkü düşük gelir düzeyi sağlığın da düşük olmasına yol açmaktadır. >> Kültürel Boyut: Belli yaşam biçimleri, etnik köken, engellilik psikiyatrik hastalıklar gibi nedenlerle “öteki” olarak damgalanma sonucunda toplum dışına itilme sürecini kapsamaktadır. Bu süreçte kişi kendi kültürünü koruyarak toplumla bütünleşemez. >> Toplum Yaşamına Katılma Boyutu: Dışlanma, çoğu zaman bireylerin /grupların oy verme, dernek kurma, hakların kullanımı, politik süreçleri etkileme gibi işlevlerini de olumsuz etkilemektedir. Sağlık ve Sosyal Güvence Sorunları:Yaşlılık döneminde karşılaşılan sağlık sorunları, yaşlı bireyin sosyal anlamda toplumsal çevreden izole olmasına, ekonomik açıdan gelir düzeyinin azalmasına,bakım ihtiyacının artmasına neden olmaktadır.Bu dönemde karşılaşılan sağlık sorunları için yaşamın sonuna kadar pek çok ilaç kullanmak veya bakım almak gerekebilir. Yaşlı bireye, ailesine ve devlete ekonomik anlamda ciddi bir yük getirebilmektedir. Ekonomik Sorunlar:Emeklilik ile birlikte kişinin gelirinde bir azalma meydana gelir. Kişi çalışacak fiziksel ve zihinsel güce sahip olsa dahi, toplumdaki genç nüfusun baskısı ve yaşlılara ilişkin olumsuz algılamalar nedeniyle yeniden çalışma yaşamına girmesi giderek zorlaşır. Artan barınma ve sağlık harcamaları da kişinin ekonomik gücünde azalma meydana getirecektir. Azalan gelir ise besleneme, barınma, bakım, sağlık hizmetlerine ulaşma gibi pek çok konuda yaşlı bireyin sorun yaşamasına yol açacaktır. Barınma ve Bakım Sorunları:Günümüzde nüfusun çoğunluğu kentlerde yaşamaktadır. Kent yaşamı da birden çok aile üyesinin bir arada yaşadığı yaşam biçimine izin vermemektedir. Günümüz ailesinde kadın da çoğunlukla çalışma yaşamına katılmaktadır, çocuklar neredeyse bütün gün okuldadır. Bu nedenle, eskiden olduğu gibi ailede yaşlı bireye bakım verecek kimse kalmamaktadır. Bu nedenle yaşlı bireyler ya evlerinde yalnız yaşamakta ya da bakım verecek aile dışındaki diğer kurumlara yerleşmekte veya yerleştirilmektedirler. Yalnızlık ve Sosyal İzolasyon Sorunu:Günümüzde, geçmişe oranla daha çok sayıda yaşlı yalnız yaşamaktadır. Yaşlılık döneminde yalnız yaşama, kimi zaman bir tercih kimi zaman da zorunluluktan kaynaklanan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde, yaşlı bireyler arasında kendi tercihiyle yalnız yaşama oranları son zamanlarda artmıştır. Gelişmiş ülkelerde yaşlı bireylerin kendi tercihleri ile yalnız yaşama eğilimlerinin artmasının nedenleri arasında ekonomik açıdan gelir düzeyinin yüksek olması, değişen sosyoekonomik koşullar ve bunun yaşam tarzına yansımaları sayılabilir. **Sosyal ilişkileri zayıf olan, ihtiyacı olduğunda ailesinden veya yakın çevresinden gerekli desteği göremeyen yaşlıların fiziksel ve ruhsal sağlıklarında ciddi bozulmalar meydana gelmektedir. Bu kişiler daha sık hastalanmakta, hastalandıklarında daha zor iyileşmekte, daha çok depresyon yaşamaktadırlar. İhmal, İstismar ve Suç Mağduru Olma : >>Fiziksel istismar; yaşlıya vurma, ısırma, yakma, banyo, yemek, boşaltım gibi temel ihtiyaçlarını karşılarken itip kakma, saçını çekme vb. davranışları içerir. >>Duygusal istismar; (yaşlıyla dalga geçme, konuşurken onun anlayamayacağı kelimeler kullanma, sokakta bırakma, temel ihtiyaçlarını karşılamama, canını yakma gibi eylemlerle tehdit etme, sürekli suçlama ve aşağılama vb. davranışları içerir. >>Cinsel istismar; yaşlının vücuduna onayı olmadan dokunmak, yaşlıyı cinsel eylemlerin öznesi yapmak, cinsel içerikli herhangi bir eyleme zorlamak vb. davranışları içerir. >>Ekonomik istismar; yaşlının izinsiz olarak veya tehditle emeklilik hesabına, evine, mallarına el koymak, ondan habersiz bu malları kullanmak, işletmek,devretmek, satmak vb. davranışları içerir. ***Yaşlı istismar ve ihmalinin nedenleri; >>Ailesel nedenler arasında; ailede şiddet öyküsü olması, bireye bakmakla ilgili bilgi ve beceri eksikliği, stres ya da sosyal izolasyon yaşama, yaşlı bireyle ortak yerde yaşamanın ya da bireye bakmanın getirdiği ekonomik yük sayılabilir. >>Kültürel faktörler arasında; yaşlı bireyin yaşlılığı algılayışı, toplumun yaşlılıkla ilgili inançları, değerleri ve yaşlıya gösterdiği saygı gibi nedenler sayılabilir. >>Kurumsal faktörler olarak kurumlarda yaşayan yaşlıların güçsüz ve incinebilir olması, kurumda çalışan personelin düşük ücretli, yetersiz ve aşırı çalışıyor olabilmesi, kurum yöneticilerinin ve çalışanlarının istismar ve ihmal belirtilerine karşı duyarsızlıkları... >>Bakım verici ile ilgili nedenler arasında; bakım vericinin hasta olması, düşük benlik saygısı, düşünce ve davranışlarını kontrol edememe gibi kişilik problemlerinin olması, üstlendiği bakım rolünü benimsememesi ya da zorunlu yapması, bakım verdiği kişiyle anlaşamaması... >>Yaşlı bireyle ilgili faktörler arasında da yaşlı bireyin fiziksel ve zihinsel yetersizliğinin olması, kendini koruma ve kurtarma yeteneğinin olmaması, güçsüz ve başkalarına gereksinimlerini karşılamada bağımlı olması, alkol ya da ilaç bağımlılığının, sürekli düşme sorununun... **Araştırmalar 19 yaşın altındaki ve 60 yaşın üstündeki bireylerin suça maruz kalma risklerinin diğer yaş gruplarındaki bireylere göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Yaşlı bireyler, yaygın olarak, dolandırıcılık, hırsızlık ve fiziksel istismar suçlarına maruz kalmaktadırlar. YAŞLILIK DÖNEMİNDEKİ SORUNLAR VE SOSYAL HİZMET **Yaşlıların sosyal hizmetler kapsamına giren gereksinimleri ve sorunları : >>Ekonomik sorunlar (Çalışma yaşında olmadığı ya da çalışamadığı için yaşanan parasızlık sorunu, gelirinin olmaması, gereksinimlerini giderecek maddi güce sahip olamama) >>Sosyal sorunlar (Aile ile ilgili sorunlar, komşularla ilgili sorunlar, diğer yakın çevresi ile ilgili sorunlar vb.) >>Psikolojik sorunlar (Bunalım, iç daralması, kaygı olarak beliren sorunlar) >>Kültürel sorunlar (İçinde bulunduğu ortamın kültürü ile kendisinin sahip olduğu kültür arasında uyumsuzluk) >>Yaşlılıkta rutin toplumsal hizmetlere ulaşmakta güçlük yaşanması (Örneğin,kiralık ev bulma sıkıntısı, kiralarının yatırılmasında, emekli aylıklarının alınmasında, değerlendirilmesinde, sosyal sigortalardaki işlerinin izlenmesinde yaşanan sıkıntılar) >>Kuşak sorunları (Yaşıyla ilgili bakış ve anlayışının gençlerin anlayış ve bakışlarıyla örtüşememesinin yarattığı sorunlar) >>Yalnızlık sorunu (Evlatları tarafından onun istediği sıklıkta aranmaması ve bunun yarattığı bunalım) >>İletişimsizlik sorunu (İletişim kurmada çekingenlik, yaşanan güçlük,cesaretsizlik) >>Sevgisizlik sorunu (Eski sevdiklerinin ya ölmüş olmaları ya da çeşitli nedenlerle çevresinden uzaklaşmaları dolayısıyla yaşanan sevgi açlığı) >>Sağlık sorunları (Çeşitli ağrılar, doktora gidememe vb.) >>Umutsuzluk sorunu (Derdini tam anlamıyla anlatamama, ağrılarının geçmeyeceğinin, gözlerinin rtık daha iyi görmeyeceğinin, kulaklarının daha iyi duymayacağının bilincinde olması ve bunun yarattığı sorunlar) >>Cinsel sorunlar (Zaman zaman cinsel arzu duyması ve ancak bunu karşılayacak ortam ve olanağa sahip olamamasının yarattığı sorunlar) >>Ev işlerini yapmada kendine yetememe (Yetememe ya da aynı işleri yapmaktan bıkma) >>Can sıkıntısı ve zaman geçirememe sorunu. (Örneğin, gözleri görmediğinden istese de kitap okuyamadığı için, tek başına gezmeye cesaret edemediği için yaşadığı sorunlar)
© Copyright 2024 Paperzz