“Seçim Döneminde Türkiye: Barış, Reformlar ve İstikrar ” Panel İzlenimleri Berlin – Brüksel , 8-11 Nisan 2014 TESEV Demokratikleşme Programı’nın Friedrich Ebert Stiftung Derneği işbirliği ile Berlin ve Brüksel’de 8-11 Nisan 2014 tarihlerinde “Seçim Döneminde Türkiye: Barış, Reformlar ve İstikrar” başlığı altında gerçekleştirdiği panellerde Mart 2014 yerel seçim sonuçları değerlendirildi. Toplantıların Berlin ayağında TESEV danışmanı Etyen Mahçupyan, Yapı Kredi Baş Ekonomisti Cevdet Akçay, AK Parti’den Osman Can, CHP’den Gülseren Onanç ve BDP’den Meral Danış Beştaş konuşmacı olarak yer aldı. Brüksel panelinde ise yine Etyen Mahçupyan, Cevdet Akçay, AK Parti’den Yasin Aktay, Gülseren Onanç ve BDP’den Özgür Sevgi Göral'ın konuşmalarına yer verildi. Panellerde Türkiyeli konuşmacılara TESEV’den Özge Genç, Koray Özdil ve Sezen Ünlüönen eşlik etti. Panellere Berlin’de Almanya milletvekilleri Dietmar Nietan ve Cansel Kiziltepe, Brüksel’de ise Avrupa Parlamentosu Sosyal Demokrat Grup başkanı Hannes Swoboda ile araştırmacı Amanda Paul (Avrupa Siyasa Merkezi [EPC]) ve Sinan Ülgen (Carnegie Europe) tartışmacı olarak katkı sundu. Toplantılarda ilerleyen dönemde Türkiye siyasetinin izleyeceği rotaya dair öngörülerde bulunuldu. Paneller ve bunlara eşlik eden Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Alman Dış İşleri gibi kurumlarda görevli siyasetçi ve bürokratlarla gerçekleştirilen ikili görüşmeler esnasında yaşanan tartışmalar Avrupa’daki farklı siyasi grupların Türkiye siyasetine dair algılarına ışık tutar nitelikteydi. Aynı zamanda Türkiyeli katılımcılar arasındaki tartışmalar siyasi pozisyonlar ve toplumu anlamaya ilişkin bölünmüşlüğe de işaret ediyordu. Seçimler Sonrası Avrupa’daki Yaygın Algı ve Görüşlere İlişkin Gözlemler Seçim dönemi öncesinde gündeme gelen yolsuzluk iddiaları, Twitter ve Youtube’a getirilen yasaklar ve Meclis’ten peşpeşe geçirilen HSYK ve internet yasaları ile Meclis’e o dönemde yeni sunulmuş olan MİT yasa tasarısı ışığında AK Parti’nin yerel seçimlerde elde ettiği yüksek oy oranının kimi Avrupalı katılımcılarda şaşkınlığa ve AK Parti hükümetine ilişkin sert bir tutuma yol açtığı gözlemlendi. Türkiye siyasetini yakından izleyen Avrupalı bazı katılımcılar ise seçim öncesi yaşanan gerginlikten beslenen toplumsal psikolojinin AK Parti’nin lehine olacağını tahmin ettiklerinden bu sonucu beklediklerini ifade ettiler. “Toplumsal ve siyasi kutuplaşma” Avrupalı katılımcıların sıklıkla başvurduğu bir ifade oldu. Kimi katılımcılar, AK Parti’nin oy oranını, özellikle muhafazakar kesimin yolsuzluk iddialarının gündeme getiriliş biçimini bir darbe girişimi olarak okuması ve seçmenin oy verirken bu durumu dikkate 1 almasıyla açıkladı. Avrupa’dan Türkiye’yi takip eden bazı kalemler ise, AK Parti’nin aldığı oy oranına rağmen, hukuk devleti prensipleri açısından bakıldığında partinin meşruiyetinin demokratik ilkeler yönünden oldukça zayıf olduğunu iddia ettiler. Toplantı ve görüşmelerin sonunda genel konsensüs AK Parti’nin aldığı oy oranının AK Parti’nin Türkiye’nin geçiş dönemini taşıyan ve başarılı ve başarısız sayılabilecek icraatları aynı anda yapan bir parti olmasının yanı sıra, muhalefetin alternatif üretmekteki başarısızlığının bir sonucu olarak görülmesi gerektiğiydi. Kürt sorununu çözümü için başlatılan barış süreci de seçim sonuçlarını değerlendirirken akılda tutulması gereken bir diğer unsur olarak gündeme geldi. Seçimler sonrası ortaya çıkan genel tablonun halkın barış sürecini büyük ölçüde desteklediği şeklinde yorumlandı. Seçim sonuçlarını değerlendirirken Türkiyeli katılımcılar tarafından vurgulanan bir başka nokta Avrupa basınının Türkiye’deki süreçleri okuyup değerlendirmedeki eksikliği ve başarısızlığı oldu. Türkiye’yi Avrupa basınından takip etmek zorunda kalan kişilerin de ister istemez eksik, yanlı yahut doğrudan eksik bilgi ve kanaatlerle ile bir yargıya varmak zorunda kaldığı belirtildi. Avrupa ile ilişkiler söz konusu olduğunda genel kanı Türkiye’nin kendini Avrupa’ya yeterince anlatamadığı, özellikle hükümetin Avrupa’daki aktörlerle iletişiminin az olduğu ve son olarak sözgelimi Kürtlerin sesinin cılız çıkması dolayısıyla Türkiye’yi anlamak isteyen yabancı aktörlerin Avrupa basınında çıkan yanlı ve yanlış yönlendirici yazılardan beslenmek zorunda kaldığı yönündeydi. Önümüzdeki dönemde AB müzakerelerinde 23. Faslın açılması konusunda yaşanan tartışmanın devam edileceği öngörülmekte. Yeni fasıl açılmasının, hükümetin hukukun üstünlüğünü hiçe sayan tavrının haksız biçimde ödüllendiriliyormuş gibi algılanacağı endişesi dile getirilmekle birlikte, bu endişeleri fasılların açılmasının Türkiye’de hukukun üstünlüğünün yerleşmesine yönelik dönemsel araçlar olarak görülmesi gerektiğini dile getirenler de oldu. Türkiye Siyasetinin Geleceğine İlişkin Algılar Türkiye siyasetinin geleceğine ilişkin olarak panellerde temel olarak üç yaklaşım göze çarpmaktaydı. İlk olarak çoğunlukla Avrupalı katılımcılar ve hükümetin politikalarına muhalif olan Türkiyeli katılımcıların bir kısmı tarafından benimsenen bir yaklaşımdan söz edilebilir. Türkiye’nin siyasi geleceği hakkında büyük endişeler barındıran bu yaklaşımın ortaya çıkışının yeni olmadığını söylemek mümkün. AK Parti’nin 3. döneminin başlarında belirginleşen ve zaman içinde kuvvetlenen bir yaklaşım. İfade özgürlüğü ile tutuklu gazeteciler konusu ile başlayan bu tepkisel sürecin, hükümetin Gezi’deki tavrı ile keskinleştiği ve de 17 Aralık soruşturması ve ertesindeki olaylar (hızla değiştirilen kanunlar ve görev yerleri değiştirilen polis ve yargı mensupları, Youtube ve Twitter’a erişimin engellenmesi, konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi kararının dikkate alınmıyor olduğu izleniminin yaratılması, HSYK’nın yapısına getirilen yeni düzenlemeler gibi gelişmeler) ile hat safhaya ulaştığı görülüyor. Bu konuları gündeme getiren kesim hukukun üstünlüğü, hak ve özgürlükler ile yargı bağımsızlığı gibi alanlarda evrensel norm ve standartlardan gitgide uzaklaşıldığı endişesini taşıyor. Buna paralel olarak Türkiye’nin “geriye gidiyor” oluşu pek çok kez dile getirilen bir kaygı. Özellikle yargı bağımsızlığı ve insan hakları alanında son dönemdeki en önemli başarılardan biri olan Anayasa Mahkemesi’nin yeni yapısı ve bireysel başvuru hakkı konusunda, hükümetin son dönemde takındığı olumsuz tavır AB çevrelerinde soru işareti yaratmış durumda. Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uygunluğunun tekrar tartışmaya açılması ihtimali bu endişeleri pekiştirir nitelikte. Söz gelimi, görüştüğümüz Avrupalı bir uzman, bu endişe ve eleştirilere yanıt olarak Türkiye’nin gitgide daha müreffeh ve istikrarlı bir hal aldığının belirtilmesi üzerine “Cezayir de oldukça istikrarlı bir ülke, ama ne kadar demokratik? Türkiye için vizyonumuz 2 Cezayir mi olmalı?” diyerek kaygıların eksenini bir kez daha vurguladı. Nitekim Avrupa Komisyonu’ndan görevli pek çok uzman, toplantıların gerçekleştirildiği dönemdeki ruh hali üzerinden Türkiye’nin bu seneki İlerleme Raporu’nun oldukça sert eleştiriler içereceğini ifade etti. Panellerde öne çıkan bir diğer yaklaşım ise Türkiye’deki sorunları yapısal ve tarihsel düzlemde ele alarak yaşanan sorunların son döneme has gelişmeler olmadığını vurgulamaktı: Evet, Türkiye’de yargı bağımsızlığı açısından endişe verici gelişmeler yaşanıyor, ama Türkiye’de yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı. Hatta, barış süreci ve reform süreçleri devam ederken, AB’nin de desteklediği çok sayıda yasal değişiklik yapılmasına rağmen yargı ve güvenlik bürokrasisi bu süreçlerden kendini muaf tutarak Türkiye’de hukukun üstünlüğü konusunda şüphe uyandıran bir tutum takındı. Benzer şekilde, laiklik devletin bütün inanışlara eşit mesafede durması olarak anlaşılırsa, 2013’e kadar süregelen kamusal alanda başörtüsü yasağının gösterdiği gibi devlet hiçbir zaman laik de olmadı. Bu kesim olağanın bu kadar dışında seyreden bir ülkede alışılmışın dışında uygulamalarla karşılaşılıyor olmasının kaçınılmaz olduğunun da altını çizdi. Dahası Türkiye’nin son on yılda geçirdiği değişimin bir normalleşme ve stabilizasyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini de vurguladılar. Yine AK Parti’nin son dönemdeki kimi söylem ve hamleleri Avrupa Birliği karşıtlığı olarak okunabileceği, ancak pek çok farklı anket sonucuna göre AB’ye en büyük desteği yine AK Parti tabanından geldiği ifade edildi. Bu yaklaşımın savunucuları halk tabanında ilk kesimin dile getirdiği eleştirilerin çok büyük bir karşılık bulamadığını düşünüyor. Onlara göre son on yıl içinde Türkiye tarihinde ilk defa gerçek bir orta sınıfa sahip oldu; gayri safi milli hasıla gelir eşitsizliğini azaltacak bir biçimde büyüdü; oluşan bu yeni zenginlik temel olarak şahısların sağlık ve eğitim harcamalarına yönlendirildiğinden Cumhuriyet tarihinde daha önce görülmemiş bir sosyal mobilite ortaya çıktı; kısacası 90 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca çepere mahkum edilmiş gruplar nihayet merkeze geldi ve merkezin olanaklarından pay almaya başladı. Tüm bu değişim dalgasını anlayan ve buna yanıt veren tek siyasi oluşum AK Parti olduğu için ilk kesimin dile getirdiği eleştirilere rağmen AK Parti seçim sandığında halk desteğini almaya devam ediyor. Bu kanada göre, eğer Türkiye siyaseti AK Parti’ye geleceğe dair kendi tahayyülleri olan gerçekçi bir alternatif üretemezse (ki muhalefet bugüne kadar bu konuda oldukça başarısız görünüyor), AK Parti muhtemelen on yıl daha iktidarda kalmaya devam edecek. Tüm bu tartışmalar esnasında sesi belki biraz daha cılız kalan üçüncü bir yaklaşım ise bu iki dominant görüşün arasından kendisine üçüncü bir yol çizmeye çalışıyordu. Bu üçüncü grup bir yandan hukuk dışı yollarla, gizli süreçler ve komplolarla başlatılan hukuki operasyonlarının gayri meşruluğunun altını çizerken, bir yandan sürecin gayri meşruluğunun yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak hala tatmin edici yasal bir süreç başlatılamamış olmasının üstünü kapatmaması gerektiğini düşünüyor. AK Parti’nin ekonomik istikrar ve Kürt meselesinin çözümü yönünde attığı olumlu adımların hakkını verirken, basın ve ifade özgürlüğü ihlallerinin; TMK’nın hala yürürlükte olması, KCK davasından yargılanan siyasi hükümlüler ve özellikle hasta hükümlülerin hala cezaevlerinde ölümü bekliyor olması gibi meselelerin gündem dışı bırakılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Yine bu kesimde, yargı içindeki olası bir klikleşmeyle elbette mücadele edilmesi gerektiği, ancak bu mücadelenin Türkiye’de demokrasinin devamlılığı açısından için hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde yürütülmesi gerektiği düşünülüyor. Bu alanda yapılacak yasal düzenlemelerde AB’yi de sürece dahil etmek, onlardan kritik noktalarda geribildirim almak da Türkiye’nin yararına olacak bir durum olarak görülüyor. Sonuç olarak böylesi bir mücadelenin nihai hedefi çoğulcu, siyasi yelpazeden farklı görüşlerin de kendisine yer bulabildiği ve demokratik bir yargının inşası olmalı. Bu kesim zaten ekonomik istikrarın devamı için de yabancı 3 yatırımcının Türkiye’yi hakların yasal güvence altına alındığı bir hukuk devleti olarak görmesi gerektiğini belirtiyor. Bu üç kesimin Türkiye siyaseti konusunda görüş birliği ettiği nokta ise şu anda Türkiye’nin demokratikleşmesi alanında atılması gereken en büyük adımın Türkiye için yeni, demokratik, çoğulcu, kapsayıcı ve çeşitlilikleri kucaklayan bir anayasa olduğu gerçeği. Böylesi bir anayasa elbette ki Kürt meselesinin çözümünde de çok önemli bir aşama ama pek çok katılımcının belirttiği gibi bu tür bir anayasanın yapılması tek başına yeterli değil. Bu sadece Türkiyeli uzmanlar tarafından değil aynı zamanda AB’li uzmanlar tarafından da net biçimde anlaşılan ve üzerinde mutabık olunmuş bir konu. Seçim barajının aşağı çekilmesi, siyasi tutukluların serbest bırakılması, TCK’nın 314. maddesinin kaldırılması gibi yasal düzenlemelerin de bu yeni anayasaya eşlik etmesi geriyor. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi (ki bu merkezi yönetimin gitgide otoriterleşmesi yönündeki kaygılara da olumlu bir yanıt olacaktır) ve tam manasıyla bağımsız, çoğulcu ve demokratik bir yargının tesis edilmesi de bu ajandada yer alması gereken önemli diğer gelişmeler olarak panelde sıklıkla tekrarlandı. Görüldüğü üzere son tahlilde yöntem ve halihazırdaki durumun değerlendirilmesi konusunda pek çok görüş ayrılığı yaşansa da katılımcılar genel olarak ortak bir Türkiye vizyonunda birleşmektedir: demokratik, hukukun üstünlüğünü tanımış, farklılıklarıyla barışmış, müreffeh bir Türkiye. Bu doğrultuda esas mesele uzlaşılan bu Türkiye vizyonunu hayat geçirecek siyasa önerilerinde uzlaşıp onları hayata geçirebilmek olmalı. İlerleyen günlerde bizi bekleyen esas sınav da bu. 4
© Copyright 2024 Paperzz