Prof. Dr. Sevgi İyi: Sanat ve Şiir Sanatı

DEÜ Felsefe Sempozyumları
“Sanatın Halleri”
Sevgi İyi: Sanat ve Şiir Sanatı /1
Sanat ve Şiir Sanatı
Sevgi İYİ1
Bilindiği gibi sanat, insanın en eski ve en temel, aynı zamanda da bir bakıma en
kapsamlı etkinlik alanıdır. Nietzsche’nin “insanın en temel metafizik etkinliği” olarak
nitelediği (2005: 13) sanat ne yazık ki çoğu zaman ihmal edilmiş bir alan olmuştur. Özellikle
günümüzde bilim ve tekniğin (teknolojinin) “fayda”ya bağlı gücü karşısında sanatın insan
dünyasındaki yeri ve önemi, insan için anlamı neredeyse kalmamıştır; başka deyişle sanat
kendi öz anlamından kopmuş, “fayda”ya veya “araç değerlere” bağlı bir etkinlik haline
gelmiştir. Bu haliyle sanata “etkinlik” demek bile doğru olmayabilir. İnsanın poietik
etkinliğinin sadece “fayda” açısından görüldüğü ve neredeyse tümüyle “araçsal” kılındığı bir
ortamda sanat artık özel bir uğraş, değerli bir etkinlik olmaktan çıkmış, genellikle araç olan
bir alana dönmüştür. Bu, tam anlamıyla bir ihmaldir, yani insanın kendini, kendi varlığını ve
yaşamını ihmal etmesidir. Bu ihmalin ortada olan sonuçları genel olarak hepimizce
görülmektedir. Bu noktada şöyle bir soru gelebilir belki akla: Tarihte, insanın en insanca olan
etkinliği olarak sanatın tam ve ruhuna (özüne) uygun şekilde gerçekleştiği bir dönem, bir
zaman olmuş mudur hiç? Bu soruya etraflı bir yanıt vermek için tarihsel bir araştırmaya
gereksinim vardır şüphesiz, ama sanat konusunu ele alan bazı filozoflar böyle bir dönemin
olduğunu söylerler.
Çağımızı, özellikle son yüzyılı ve onun uzantısı olarak günümüzü, sanatın en fazla
ihmal edildiği dönemlerden biri olarak belirtmek yanlış olmasa gerek. Yukarıda da söylendiği
gibi fayda ve araç değerlerle daha kolay buluşabilen bir etkinlik alanı olan bilim ve tekniğin
başatlığı bu ihmalde çok etkili olmuştur. İnsanın temel etkinlik alanlarından olan ve yaşam
için belirli ölçüde kaçınılmaz olan bu iki alanın (bilimin ve tekniğin) önemi yadsınamaz
1
Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü
şüphesiz. Ama sanat da yaygın şekilde bugünkü tarzdan payını almış ve yaygın anlayışa genel
olarak ayak uydurmuştur. Ancak, ilk bakışta olağan görünen bu durumla ilgili, özellikle son
dönemin bazı filozoflarının da üzerinde durdukları bir sorun vardır: İnsanın kendi özüne yani
etik varlığına doğrudan erişebilme olanağı olarak sanat yeterince etkili değildir artık. Başka
deyişle insanın kendini özgürce yani şiirle var etme ve şiirle var olma gücü olan sanat, kendi
özüne uygun olmayan, hatta kendine, kendi yapısına, özniteliğine büsbütün yabancı bir tarza
bürünmüştür. Oysa Heidegger’in deyişiyle (Oflazoğlu, 1997: 35) “zararsız ve yararsız” olan
sanat (sanatın özü olarak şiir sanatı), Hölderlin’in deyişiyle de (Heidegger, 1997: 35)
“uğraşların en masumu” olan şiir yani poesie, “fayda” ve “araç değerler”den tümüyle
bağımsız bir etkinliktir. Bundan dolayı poiesie, insana ve yaşama en yakın bir uğraş olarak
onun var olma çabasıdır aslında.
İnsan için var olmak ve yaşamak büsbütün sanat ve şiirden ibaret değildir elbette. Ama
burada insan için asıl sorun, sanatın özünü yitirmesi ve bir anlamda da yok olmasıdır. Bu,
insanın ve yaşamın yitirilmesi demektir. Son yüzyıllarda filozofların “yabancılaşma” ya da
“kültürsüzleşme” veya “yurtsuzluk” adını verdikleri bu durum bizlerin de bugün dünyada
genel olarak gözlemlediği hatta deneyimlediği olgusal bir saptamadır. İşte bu saptamayı göz
önüne alarak aslında hiç de yeni olmayan ve kimi zamanlarda bazı filozoflar tarafından
sorulmuş olan şu soru üzerinde durmak istiyorum: Sanat ve sanatın özü olarak şiir sanatı
nedir? Hayli kapsamlı olan bu soruya doğrudan ve kestirme bir yanıt vermek kolay değildir
pek. Böyle bir yanıt vermeyi hedeflemek doğru olmaz da zaten. Yukarıda söylendiği gibi
insanı yalnızlaştıran ve yaşamdan koparan “yabancılaşma” olgusunun yer aldığı bir dünya için
kaygı duyan filozoflardan hareketle bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Varlığı ve yapısı gereği en derin uçurumların kıyısında tutunan (tutunmak durumunda
olan) insan için, yaşamdan kopma ya da yabancılaşma tehlikesi her yerde ve her zamanda söz
konusu olduğundan eski zamanlarda da bu tehlikeye karşı çare aranmıştır. İnsanın, adil
(doğru) bir toplumsal düzenleme içinde “mutlu” yaşayabilmesinin koşullarını aramış olan
Platon, çoğumuzun bildiği gibi, tasarladığı sitede bazı şairlere yer vermek istememiştir.
Tasarladığı düzenlemede asıl kaygısı neydi acaba? Platon sanata ve şiir sanatına karşı mıydı
yoksa? Elbette hayır. Onun asıl kaygısı, “doğru sanat” idi. Platon elbette sanat ve şiir sanatına
değil, “eğriliğe/adaletsizliğe” karşı çare olarak gördüğü “doğru eğitimi” bozacağını
düşündüğü tarzda olan şiire ve müziğe (sözlü-sesli anlatıma) karşıdır. Ona göre bu tarzdaki
sanat örnekleri olarak da mimesis’e dayanan tragedya, komedya ve epos zararlıdır (1992:
606d, 607a,b ). Çünkü bunlar, “tutku gibi, öfke gibi içimize hoş veya acı gelen duyguların”
daha fazla beslenmesine yol açar ve bu yüzden bizi “iyi ve mutlu olmaya değil, kötü ve
mutsuz olmaya” götürürler, başka deyişle bunlar “ruhun iyi durumda” olmasına engel olurlar.
Oysa tür olarak “dithyrambos”, anlatım olarak da “yalın anlatım”, asıl sanattır, çünkü bu tarz
sanat taklit değildir, “hakikati” verir. Ona göre insanın sanat etkinliği ile siyaset yaşamı
arasında doğrudan ilişki vardır ve bunun için sanatta “hakikat” önemlidir.
Platon, “doğru” ya da “âdil”, “mutlu” ve “iyi yaşam” için “doğru sanat”ın ya da “doğru
eser”in önemini vurgulamıştır. Böylece Platon, insan için erdemin yalnızca kişilerle ilgisinde
kalamayacağı bilgisinden hareketle, erdemli bir toplumun erdemini, kişilerin ruhsal dengesini
bozarak, ruhlarına zarar vererek zayıflatacak ve güçsüz kılacak nitelikteki sanat türünü doğru
bulmamıştır. İnsanın poietik etkinliğinin ürünü olarak şiirin yapısını konu alan Aristoteles de
geniş anlamda şiir olarak sanatın özelliklerini, ana niteliklerini ayrıntılarıyla belirlemiş ve
insan yaşamında (kişilerin eylemlerinde) gördüğü işlevin (khatarsis) önemini göstermiştir.
Ruhu zayıf kılan duygulardan sıyrılma konusunda farklı çözümler (Platon taklide dayalı
şiirden uzak durmayı, Aristoteles ise khatarsis’i) düşünmüş olsalar da bu iki filozofun insan
yaşamı, toplumsal yaşam ve âdil (doğru) yaşamla/yönetimle ilgisi bakımından şu noktada
buluştukları görülür: Sanat etkinliği, insan yaşamının vazgeçilemez bir öğesidir. Sanatın
yozlaşması ya da yoz bir sanat, insan için tehlikeli ve zararlıdır. Dolayısıyla sanat ile insanın
eğitimi arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Sanatın bu yönünü daha sonra Horatius (M.Ö. 65-08) da Ars Poetika adlı eserinde ifade
etmiştir (Moran, 1981: 26). Ona göre sanatın iki işlevi vardır: 1) Haz vermek, 2) Eğitmek.
Sanatın bu anlamda eğitsel işleviyle ilgili özelliği sonraki dönemlerde de (Rönesans’ta,
Aydınlanma döneminde -18.ve 19. yüzyılda - ve nihayet yüzyılımızda) ona duyulan
gereksinim doğrultusunda dile getirilmiştir hep.
Poietik bir etkinlik olarak sanatı ve sanatın insanla ilişkisini etkileyici şekilde ele alan
filozoflar arasında Nietzsche’nin ayrı bir yerinin olduğu bilinmektedir. Nietzsche sanatı,
“yaşamın kurtarıcısı” (2005: 57) olarak görür ve ona büyük önem verir. Çünkü “varoluşun
korkunçluğu ya da saçmalığı” karşısında hissedilen olumsuzluğu (2005: 58) yalnızca sanat
kırabilir. Ona göre sanatın bu özelliği eski Yunanda kavranmıştı. Tragedyalar bunu ortaya
koyan ürünlerdir. Gerçi Nietzsche sanat derken, insan varoluşunun özünü anlatan dithyrambos
şiirini ve (tragedyada) müziği öne çıkarır. Dolayısıyla şiir derken bu, şiir sanatıdır ya da geniş
anlamda şiirdir. Bu ne demektir peki? Sanatın, insan ve yaşamın kendisi olması demektir bir
bakıma. Onun bu düşüncesinde, “insanı şiir sanatının en eski konusu” olarak gören ve
“tragedyayı şiirsel sanatların doruğu” sayan (Eren, 2006: 41) Schopenhauer’ın, dolayısıyla da
eski Yunan tragedyasının etkisi vardır. Tragedyaya özünü veren şey ise Dithyrambos’un
satirler korosudur.
Böylece, Nietzsche “yaşamın kurtarıcısı” olarak “sanat” derken belirli bir anlamda
“şiir”dir kastettiği.
Sadece şiir olan şiiri sanat saymaz Nietzsche. Nietzsche’nin sanat
saymadığı şiir, şairin “hakiki” olanı vermeyen, yanıltıcı, hatta “yalancı” olan “süslü”
anlatımıdır. Hakiki şiir için şöyle der: “Şiir sanatının alanı dünyanın dışında, bir şair zihninin
fantastik olanaksızlığı olarak yer alıyor değildir: tam da bunun tersi, hakikatin makyajsız
anlatımı olmak ister ve tam da bu yüzden kültür insanının o sözümona gerçekliğinin yalancı
süsünü üstünden atması gerekir” (2005: 59). Sanatın özü olan şiirde “asıl doğa hakikati”
vardır. Bu “doğa hakikati” karşısında “biricik gerçeklikmiş gibi davranan kültür yalanı” vardır
(2005: 60). “Modern insanın pastoral çobanı” hakiki şiiri (müziği) koyamaz ortaya. O, “doğa
olarak kabul ettiği kültür yanılsamaları toplamının bir suretidir yalnızca”. Oysa “Dionysosçu
Yunanlı, hakikati ve doğayı en üst güçlerinde ister – büyülenerek satir olduğunu görür”
(2005: 60). Ne var ki “modern yeteneğin kendine özgü bir zayıflığı yüzünden, estetik nitelikli
ilk-fenomeni çok karmaşık ve soyut olarak tasarlama eğilimindeyizdir. Eğretileme, sahici bir
şair için retorik bir figür değil, gerçekten bir kavramın yerine gözünün önünde duran, temsil
edici bir imgedir” (2005: 61). Modern insan olarak “şiir sanatı hakkında böyle soyut
konuşuyoruz, çünkü hepimiz kötü şairler olma yolundayız. Aslında estetik fenomen basittir;
sürekli olarak canlı bir oyun görme her daim tin sürüleriyle çevrili olarak yaşama yeteneği
yeterlidir şair olmak için” (2005: 62).
Bu noktada Nietzsche’nin, her ne kadar kendisi Platon’u farklı görse de onunla aynı
düşünceyi paylaştığı belirtilebilir. Benzeştikleri noktada gerekçeleri farklı olmakla birlikte
ikisi de sanatın özünün “hakiki şiir”, başka deyişle dithyrambos olduğu konusunda birleşirler.
Nedir peki dithyrambos ve dithyrambos’un önemi? Tragedyalarda ”lirik koro şiiri” olan
dithyrambos’un Platon için önemi şudur: “taklitsiz” ve “yalın anlatım” olmasıdır. Şair bu
anlatımda olayları doğrudan kendisi anlatır. Başka deyişle “gördüğünü” anlatır, yani
“hakikati” söyler. Nietzsche için ise önemi şudur: Dionysos’un “türküsü”dür dithyrambos;
“İnsanlara varlıklarının anlamını öğretmek istiyorum ben. Karanlık bir bulut olan insandan
çakan şimşeği” diyen Zerdüşt’ün türküsüdür. Bu türkü şöyle söyler:
YIRTICI KUŞLAR ARASINDA
Burada alçalmak isteyeni
nasıl da çabucak
yutuyor derinlikler!
-Ama sen, Zerdüşt,
seversin uçurumu gene de,
ç a m a mı benziyorsun?O, kayaların bile
derinliklere titreyerek baktığı yerlerde
salar köklerini-,
her şeyin çepeçevre
aşağıyı istediği uçurumlarda dikelir:
vahşi heyelanların, çavlayan çayların
sabırsızlığı ortasında
sabırla sebatlı, sert, sessiz,
yalnız…
2
…
Nietzsche için tragedya ve bundaki dionizik öğe neden önemlidir? İnsanın ve yaşamın
hakikatini gösterdiğinden, başka deyişle “varlığı” en asli, en hakiki yanıyla, tüm açıklığıyla
ortaya koyduğundan önemlidir. Nedir insanda ve yaşamda asli olan? Varlıkta bir açılma,
sonsuzda bir An olmadır bu.
Heidegger de, şiire ve “şiir yazma”ya (Dichtung) diğer sanat etkinlikleri arasında ayrı
bir yer verir. Ona göre de şiir yazmak, “hakikatin gerçekleşmesini” sağlayan ana etkinlik
olarak sanatın özüdür. Çünkü “her tür sanat, Varolanın hakikatinin gelişinin gerçekleşmesi
olarak vardır, böyle bir şey olarak özlü şiir yazmada vardır”. Şiir yazma konusunda Heidegger
de farklı bir bağlamda benzer şeyi söylemektedir: Şiir yazmak, “herhangi bir şeyin amaçsız
tasavvuru, boş tasarımlamanın (imgelemin) amaçsızca uçuşması ve gerçek olmayana yönelik
bir hayal kurma” değildir (Heidegger, 2003: 60). Böylece, “hakikatin gerçekleşmesi” veya
“hakikatin sanat eserine yerleşmesi” olarak şiir sanatı, sanatın özüdür.
2
Nietzsche, “Yırtıcı Kuşlar Arasında”, Dithyrambos Şiirleri, Türkçesi: Oruç Aruoba, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1993.
Şair ya da sanatçı kimdir peki? Bu soruyla, şairliğin şu ya da bu özelliklerini ifade
edebilecek bir betimleme değildir kastedilen. Aslında bu soruyla sanatçının yaptığı işle,
etkinliğiyle neyin ortaya çıktığı ya da neyin var olduğu sorulmaktadır. Heidegger’in şair
örneği Hölderlin’dir. Neden Hölderlin’dir peki? Bu soruyu Heidegger de kendisine sorar ve
yanıtını şöyle verir: “Onun şiiri ya da şiir yazma etkinliği, şairlikten değil yazgıdan dolayıdır
ve burada yazgısı, şiir yazmaya seçilmiş/adanmış olmasıdır”. “Şiir yazmaya yazgılı olmak”
ne anlama gelmektedir? Bunun yanıtını da Stefan Zweig şöyle verir: “Şiire ve şiirin tanrısal
kökenine Hölderlin kadar çok inanmamıştır hiçbir Alman şairi” (1991: 175). Bundan dolayı
“şiir onun için…son hakikatin açılmasıdır…Goethe için bile edebiyat yalnızca hayatın bir
parçasıdır, Hölderlin için hayatın mutlak anlamı” (Zweig, 1991: 175). Verdiği yanıtta Zweig,
şiirin çoğu kişi için, kişide şairce bir gereklilik olmasına karşılık Hölderlin için şiirin kişi üstü,
tanrıca bir gereklilik olduğunu belirtir (1991: 175). Bu durumda “gökyüzü ile yeryüzü arasını
havanın doldurması gibi şiir de düşüncenin üst katmanlarıyla altının arasındaki boşluğu,
tanrılarla insanlar arasını kapatır” (Zweig, 1991: 175). Böylece Zweig’ın deyişiyle
“Hölderlin’in hayata değil, yalnızca sanata, insanlara değil, yalnızca tanrılara hizmet etme”
(1991: 162) kararlılığı, tinsel olanın var olmasını sağlamıştır, kendi yaşamı ve sağlığı
pahasına. “Hölderlin’in güzelliği aynı zamanda Hölderlin’in trajik suçudur” der Zweig (1991:
162) buna ek olarak. Bu durum kaçınılmazdır onun için, çünkü bildiği tek şey, “Tanrı vergisi
yeteneği, yüce haberler verme görevi” olduğudur. Bunu, şu dizleriyle şöyle söyler:
Görevimdir benim
Övmek yüce olanı, bunun için bana
Dil verdi Tanrı ve kalbime şükran.3
Şair veya ozan ya da âşık ve bundan gelen şiir sanatı, Pascal’ın dediği gibi sonsuz ile hiç
arasında bir An’da duran, bir Milieu, bir Ara olan insanın, kendine ya da Heideggerce
söylenirse varlığa en yakın olduğu yerdir, başka deyişle var olma umudur. Heidegger, “şair,
sözü kullanır ama bilinen yazarların ve konuşmacıların, sözleri kullanıp tüketişleri gibi değil,
hakikî bir söz olacak şekilde kullanır”(Heidegger, Der Ursprung des Kunstwerkes, s.49)
3
Oflazoğlu, A. Turan, Hölderlin Seçme Şiirler, Türkçesi: A. Turan Oflazoğlu, İstanbul, İz Yayıncılık, 1997.
demektedir. Aşağıda, şairin “hakiki sözü olan” şiire uygun görünen bazı dizelere yer vermek
istiyorum.
…
Vah bana, nereye götürürüm kış
Olunca, çiçekleri ve nereye
Güneş ışığını
Ve gölgelerini yeryüzünün?
…4
***
Bizler içi oyuk adamlarız
Bizler içi doluk adamlarız
Birbirine yaslanan
Kafaları saman tıkılı. Yazık!
Kurutulmuş seslerimiz
Fısıldaştığımız zaman
Sessizdir, anlamsızdır
Yel gibi kuru otlar içre
Ya da sıçan ayakları kırık camlar üzre
Kuru kilerimizde bizim.
Biçim belirsiz, gölge renksiz,
Kötürüm güç, jet hareketsiz;
Onlar ki göçüp gittiler
Göz kırpmadan ölümün öbür Ülkesine,
Anarlar bizi – o da anarlarsa – derler
Yitik ve azılı canlar değillerdi, sırf
İçi oyuk adamlardı
İçi doluk adamlardı.5
…
Nietzsche ve Heidegger kendi sanat görüşleri doğrultusunda sanatın özü olan şiir diye
görüler miydi bilmem ama şu dizelerin de buna uygun bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Lu Dağı’nda Puslu Yağmur
Çe Kiang’dan dalgalar yükselmekte
Henüz oraya gitmemişsen
Üzülüp durursun sen
Bir kez orayı görüp evine döndün mü de
Ne olağan görünür her şey sana
Lu Dağı’nda puslu yağmur
Çe Kiang’dan dalgalar yükselmekte6
4
Hölderlin, “Yaşamın Yarısı”, Türkçesi: Oruç Aruoba, Cehennemde Bir Mevsim, İki Aylık Şiir Dergisi, Mayıs-Haziran
1979/1, Yöneten: Oğuz Demiralp, Ankara: Şafak Matbaası, s. 38.
5
Eliot, T.S., “Oyuk Adamlar”, Türkçesi: Suphi Aytimur, Cehennemde Bir Mevsim, İki Aylık Şiir Dergisi, Mayıs-Haziran
1979/1, Yöneten: Oğuz Demiralp, Ankara: Şafak Matbaası, s. 39.
6
Sotoba, “Lu Dağında Puslu Yağmur”, Türkçesi: Nermi Uygur, Tadı Damağımda, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
Sanatın özü olarak şiir sanatının felsefe ile çok yakın akrabalığı vardır. Hatta kimi
filozoflar bu yakınlığa önem vermiş ve bunu konu olarak da işlemiştir. Kimi filozoflar ise
felsefeyi (düşüncelerini) sanatla/şiir (poiesie) olarak ortaya koymuşlardır. Felsefe tarihine
bakıldığında (logos’un) mitosla çok yakın bir bağının olduğu görülmektedir. Logos’un
mitosla veya felsefenin şiirle, şiirin de felsefeyle yakınlığı dünyada kalıcı olanı sağlar, insanı
güzel, yaşamı anlamlı kılar. Toplumda ve siyasal yaşamda da önemli bir yeri olan sanat,
insana, “oluşmakta olan” varlığa kendini tanıması, anlaması ve bilmesi için, böylece
“oluşması” için yardımcı olur. İnsan oluşmakta olan varlıktır. Sanat, insanın ve dünyanın
anlamlandırılma – “değerlenme”- olanakları, yolları hakkında bilgi verir (Hartmann bunu
göstermiştir).
Sanatçı, hakikate dokunur ve insana, kendini görebilme yolunu açar. Budur onun bilgi
verme tarzı. Bundan dolayı insanı gerçekten eğitmenin en güvenli ve en etkili yoludur. İnsanı
farklı tarzda bilgiyle donatarak yaşamın ve “var olma”nın anlamını öğretir. İnsan sanatla
incelir ve insan olur. İnsanın en güvenle tutunacağı olanaklarından biri, en saf “gücü”dür
sanat. Bu yüzden sanatın eğitimdeki işlevi vazgeçilemezdir. Platon’un “yoz” sanatla ya da
sanatın yozlaşmasıyla ilgili kaygısı boşuna değildir.
GÜNDÜZ YARASALARI
I.
Neyiz ki biz?
İlk ışınları görününce güneşin,
Kaparız tepenin gözkapaklarını Çam değiliz ki, kollarımız açık,
Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
Tanımayız alacakaranlığı delen, tepelerin arasından seçen bakışı.Kör olur ışıktan gözlerimiz
Gündüz yarasalarıyız biz.
II.
Geceyi düşleriz gündüzken,
Geceyken de gündüzü –
Yitirebileceklerimiz yitiktir
Onlardan uzaktayken – ama
Özleriz, döneriz yeniden
Yitirmeden
Yitirebileceklerimizi
Yitiremediklerimize.
Yitirebilirdik, deriz;
Ama yalnızca bir fiil çekimi bu –
Tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
Gündüz yarasalarıyız biz.
III.
Sağlamdır düşünce temellerimiz,
Ama altlarında kist vardır, sonra kum –
Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
Taştan duvarlarımızla, dimdik
Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
Kaydırır temellerimizi hemen,
Titreriz. Sımsıkı, gergin
Bağlar vardır
Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
Ya temelsizse temeli
Bütün bu bağları
Bağlayan
Bağın?
Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
Gündüz yarasalarıyız biz.
IV.
Yapacaklarımız vardır kocaman,
Kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
Tutmadığımız bir eldedir aklımız,
Bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen –
Nedir ki acelemiz, niyedir ki?
Camın boşluğunu arayan kocaman
Pervaneler gibi, kanat çırpan
Işığa ulaşmak için
Çırpınan, camı kıracakmış gibi –
Düşmanımızdır oysa ışık bizim,
Kanatlarımızı yakan, kavuran –
Aradığımız – ışıkta – nedir ki?
Işıktan gelir ölümümüz.
Gündüz yarasalarıyız biz.
V.
Hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
Ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi –
Nasıl da koyladır yalanlarımız, uydurmalarımız,
Nasıl da rahat. İç sızlaması nedir bilmeyiz;
Başedilemez gerekçelerimiz hazırdır çünkü hep –
Kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
Sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
Övünürüz delik deşik, bölük pörçük
Yeşilliğimizle – yenmiş bitmiştir oysa
Büyüme noktalarımız, su çekmez artık
Kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
Taç yapraklarımız artık.
Nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
Gündüz yarasalarıyız biz.
VI.
Bir görsek andığımız yüzü,
Tanır mıyız? – Tanır mıyız
Sevdiğimizi, bilir miyiz neydi –
Sevdik mi, seviyor muyuz?
Yürüyüşü, saçının dökülüşü –
Anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
Bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
Gündüz yarasalarıyız biz.
VII.
Koy başını omzuma yine.
Aldırma, söylenmeden kalsın
Düşünülmedikler, bilinmedikler – bırak
Unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler – bırak
Yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
Sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
Gel – uyuyalım güneş görününce, aşınca tepeyi göz kamaştıran ışık.
Uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
Dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
Ama şimdi – sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
Sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri –
Şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
Şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle –
Aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
Gündüz yarasalarıyız biz.
Oruç Aruoba
Yürüme, Metis yayınları, İstanbul, 1992
KAYNAKLAR
Eren, Işık, (2006). Sanat ve Bilgi İlişkisi, Bursa: Asa Kitabevi.
Heidegger (1997). “Hölderlin ve Şiirin Özü”, Hölderlin, Seçme Şiirler, Türkçesi: A. Turan
Oflazoğlu, İstanbul: İz Yayıncılık.
Heidegger, M., (2003). Der Ursprung des Kunstwerkes, Frankfurt: Vittorio Klostermann.
Moran, B., (1981). Edebiyat Kuramları, İstanbul: Cem Yayınevi.
Nietzsche, W. F. (2005). Tragedyanın Doğuşu, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul:
Platon, (1992). Devlet, çev. Hüseyin Demirhan, Ankara: Palme Yayınevi.
Zweig, Stephan (1991). Dünya Fikir Mimarları, Kleist, Nietzsche, Hölderlin, C. I. Çev.
Gürsel Aytaç, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.