MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ, GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ BÖLÜMÜ, MÜZİK ÖĞRETMENLİĞİ ANABİLİM DALI GÜNCEL VE POPÜLER MÜZİK Ders Notları DR. İSMET ARICI İstanbul 1 İçindekiler 1. MÜZİĞİN DOĞUŞU ......................................................................................................................3 2. İLK ÇAĞ UYGARLIKLARI....................................................................................................................4 2.1. UZAK DOĞU UYGARLIKLARI ..................................................................................................4 2.1.1.Çin Müziği ..........................................................................................................................4 2.1.2.Çin Müziğinin Tarihsel Gelişimi ...........................................................................................5 2.1.3. Çin Müziğinde Kullanılan Çalgılar .......................................................................................6 2.1.4.Çin Müziği’nde Pentatonik Dizi ...........................................................................................7 2.1.5. Çin ve Türk Müziği Etkileşimi..............................................................................................8 2.1.6. Ünlü Çin Müziği Bestecileri ................................................................................................9 2.1.6. 1. Liu Wenjin......................................................................................................................9 2.1.6. 2. Gao Weijie.....................................................................................................................9 2.1.6. 3. Wang Luobin...............................................................................................................10 2.1.6. 4. Lei Zhenbang...............................................................................................................10 2.1.2. Japon Müziği ...................................................................................................................11 2.1.3. Hint Müziği......................................................................................................................19 2.2. MEZOPOTAMYA VE MISIR UYGARLIĞI.................................................................................22 2.2.3. Mezopotamya Müziği ......................................................................................................23 2.2.4.Mısır Müziği......................................................................................................................27 2.3. ANTİK YUNAN’DA MÜZİK ....................................................................................................29 2.3.1. Antik Yunan Felsefesi’nde Müzik Düşüncesi .....................................................................30 2.3.2. Müzik Teorisi ...................................................................................................................34 2.3.4. Antik Yunan’da Kullanılan Enstrümanlar ..........................................................................34 2.3.5. Yunan Modları .................................................................................................................37 4. KİLİSE MODLARI ........................................................................................................................39 5. GÜNÜMÜZDE KULLANILAN MODLAR ........................................................................................43 5.1. Modların Kullanımı ve Günümüzdeki Önemi ......................................................................44 6. ORTAÇAĞ MÜZİĞİ ....................................................................................................................44 7. Güney Avrupa’nın Popüler Müzikleri .........................................................................................49 7.1. Flamenko.......................................................................................................................49 7.2. Fado ..............................................................................................................................52 2 7.3. 8. Rembetiko .....................................................................................................................53 LATİN AMERİKA.........................................................................................................................55 8.1. Mariachi ............................................................................................................................57 8.2. Reggae ..............................................................................................................................58 8.3. Salsa..................................................................................................................................63 9. BLUES VE CAZ............................................................................................................................66 9.1. Blues .................................................................................................................................66 9.2. Caz ....................................................................................................................................68 10. 11. POP ve ROCK MÜZİK..............................................................................................................75 10.1. Pop Müzik..................................................................................................................75 10.2. Rock Müzik ................................................................................................................77 TÜRKİYE’DE POP ve ROCK MÜZİK...........................................................................................81 KAYNAKÇA:.......................................................................................................................................86 3 1. MÜZİĞİN DOĞUŞU Müziğin doğuşuyla ilgili birçok teori ortaya atılmıştır. Müzik tarihine ilk kez ilgi duyulan Romantik Dönemin hâkim olduğu 19. yy.da birçok filozof, müzik ve bilim insanı; insanoğlunun müziği nasıl bulduğu konusunda teoriler ortaya atmıştır. Müziğin doğuşu üzerinde tartışmadan önce, bir noktayı sorgulamakta fayda var: “ İnsanoğlu, müziği yaratmış mıdır, keşif mi etmiştir?” Müziği insanoğlunun resim, yazı veya heykel gibi bulduğunu söylemek tamamen yanlış olmasa da bu bilgi, müziğin bir yönünü kaçırmamıza neden olur: Müzik, insanoğlu dünya üzerinde var olmadan da doğanın içindeydi. Kuşların ötüşü, denizin dalgası veya rüzgârın sesinin birer müzik olmadığını kim iddia edebilir? Bu açıdan bakıldığında insanoğlu, müziği ancak keşfedebilir. Sonsuz bir müzik malzemesi doğada hazır vardı, insanoğlu sadece onu keşfetti ve çağdan çağa evriltti. Müziğin keşfedilmesi sorunsalına küçük de olsa bir açıklık getirdiğimize göre “müziğin insan hayatına nasıl girdiği” sorusuna dönebiliriz. Müziğin nasıl doğduğu ile ilgili teoriler; genel anlamda, biyolojik teoriler ve linguistik (dil bilim) teoriler olarak ikiye ayrılır. Çıkış noktaları biraz farklı olsa da bu iki dal, tek bir noktada birleşiyor gibidir: Biyolojik teoriler, insanın doğa ve hayvan seslerini taklit ederek müziği geliştirdiğini, linguistik teoriler ise müziğin manzum konuşma (şiir)dan evrildiğini öne sürer. İki teorinin birleştiği nokta şudur: Müzik, çalgılardan önce insan tarafından yapılmıştır; ilk müzik, insan sesidir. Bunun bir başka bilimsel kanıtı, İsrail’de bulunan ve 60 bin yıllık olduğu tahmin edilen Neanderthal’in günümüz insanının dil kemiğinin yapısına çok benzemesidir. Bunun anlamı; o dönem insanının, ağzıyla müzik yapmaya en az bizim kadar elverişli olduğudur. Tarih öncesi insanlara ait birtakım resimler, o dönemlerde çeşitli dinî ve din dışı törenlerin yapıldığını gösterir. Bu törenleri genelde, o dönemde toplumun en bilge kişileri kabul edilen şairler yönetirdi. Yazının bulunmasına kadar geçen süreçte, toplumlarda gelenek ve efsaneler sözlü olarak aktarılırdı. Bu aktarma, genelde manzum konuşma biçimindeydi. Aktarma görevini doğal olarak manzum konuşma ustaları olan şairler üstlenince “toplumun en bilge kişileri” hâline geldiler. Bu durum, Antik Yunan’da filozofların ortaya çıkmasına kadar devam etti. Manzum konuşmanın kendi içinde barındırdığı doğal ezgiselliği ve ritmi, şiirlerin çeşitlenerek söylenmesini sağladı. Doğadan aldığı seslerle elinde güçlü bir malzeme olan insanoğlu da bu şiirleri giderek ezgilerle söylemeye başladı. Farklı törenlerde, farklı ezgilerin, farklı duygularla söylenmesi sonucunda müzik çeşitlendi ve gelişti. Örneğin; büyük bir av sonrasında coşkulu, bir ölüm üzerine hüzünlü veya baharın gelmesiyle canlı, renkli bir müzik ortaya çıktı. Bu dönemlerde müziğin eğlence amacıyla söylenmesi pek söz konusu değildi; genelde, bir tören sırasında söyleniyordu. Müzik, o dönemlerde dinle iç içeydi ve “büyü” olarak nitelendiriliyordu. Daha sonraları insanın doğa üzerindeki egemenliği artınca büyü, etkisini yitirdi. Bu arada müzik de giderek törenlerin dışına çıkıp toplumsal yaşayışa katıldı. “Ninni” kavramının da bu dönemde oluştuğu söylenebilir. İnsanların gündelik çalışma tempoları içinde yaptıkları müzik, içine “ritim” kavramını katarak başka bir boyut kazanacaktı. Tarım devrimiyle gelişen üretim toplumundaki toplu çalışma süreci, hâliyle bir düzen ihtiyacını beraberinde getirdi. Bu düzenin ve motivasyonun sağlanması amacıyla da müziğe başvuruldu. Yapılan işin düzenli bir ritim gerektirmesi, müzikte ritmin doğuşunu sağladı. Ritim, basit bir ezgi ve duruma 4 uygun bir söz ile destekleniyordu. Böylece, hem motivasyon sağlanıyor hem de bireyin topluluk dışına çıkması engelleniyordu. Bu durumun aynısı, 20. yüzyıl müziğine yön veren Blues’un doğuşunda da görülür: 18 ve 19. yüzyıllarda Amerika’ya Afrika’dan getirilen kişiler, tarlalarda “beyaz adamın kölesi” olarak çalışıyorlardı. Son derece ağır koşullar ve işkence altında çalışmak zorunda olan köleler, kendi ülkelerinden getirdikleri müziği, kendi durumlarına uygun hâle getirip çalışma sırasında söylediler. Amerika’nın farklı noktalarında eş zamanlı olarak gelişen bu müzik, daha sonra “Blues” adını aldı ve popüler müzikte, bilinen tüm türlerin kökenini oluşturdu. Ritmin ve ritimli çalgıların diğer tüm çalgılardan önce gelişmesinin nedeni, insanın ilk başta ritme yatkın olmasıdır çünkü hiçbir gerece ihtiyaç duymaksızın vücuduyla ritim tutabilir. Önceleri tekdüze olan bu ritim, insanın daha fazla uzvunu kullanmasıyla gelişmiş, zenginleşmiştir. Ritim çalgıları kadar eski diğer bir çalgı türü, nefesli çalgılardır. Doğada bolca bulunan kamış ve içi boş kemiklerden, insanoğlu çok rahat ses çıkarabilmiştir. Çalgıların gelişmesinde dikkat edilecek bir nokta, yaylı ve telli çalgıların nefesli ve ritmik çalgılardan çok daha sonra gelişmiş olmasıdır. Bunun nedeni, müziğin uzunca bir süre törensel amaçla kullanılmasıdır. Bu bağlamda ezgi görevini şaire devretmiş olan insanoğlu, sadece ezgisel yönü olan bu çalgılara pek ihtiyaç duymamıştır. Ancak daha sonraları tören dışında müziğin gelişimi, yaylı ve telli çalgıların gelişmesini sağlar. Bu çalgıların, avlanma sırasında kullanılan yayın çıkardığı seslerden esinlenmiş olması muhtemeldir. İlk uygarlıklara kadar herhangi bir “sanat müziği” tanımından söz edilemez. O zamana kadar müzik, herkes tarafından yapılıyordu. Üretim toplumu ve kentleşme sonrasında gelişen iş bölümü, “meslek” ve “zanaat” kavramlarının, bu da “müzisyen” kavramının ortaya çıkmasını sağlayacak; müzik yapma, halktan yavaş yavaş bir sınıfa geçecek, böylece “sanat müziği” kavramı ortaya çıkacaktı. 2. İLK ÇAĞ UYGARLIKLARI Toplumsal yaşama geçiş ve kentleşme, görkemli İlk Çağ Uygarlıklarını doğurdu. Çin, Mısır ve Yunan gibi uygarlıklar; sanat alanında “görkemli eserler” meydana getirdiler. Böyle görkemli eserler vermiş bu uygarlıkların o dönemde müzik hakkında hiçbir şey yapmamış olmaları düşünülemez. Gerek tam çözülmüş nota yazılarının bulunmaması gerekse kaynakların yok olması gibi nedenlerden ötürü uygarlıkların müziği hakkında yeterli bilgiye sahip olmasak da kazılar ve dönemin düşünürleri sayesinde bu uygarlıklarda müziğin yeri hakkında bilgi edinebiliyoruz. 2.1. UZAK DOĞU UYGARLIKLARI 2.1.1.Çin Müziği Çin kültürü, tarihin yazdığı en eski yüksek kültürlerden biridir. Neolitik dönemde (Cilalı Taş Devrinde) Çin halkı avcılık ve toplayıcılık yapan göçebe boylardı. Yenisey ırmağı çevresinde tarımın gelişmesiyle M.Ö. 3000 yıllarında yerleşik düzene geçilmiştir. (Say, 2012, s.44) Çin'de müzik ve müzik düşüncesi, dünya görüşüne ilişkin bir felsefe olarak biçimlenmiştir. 5 M.Ö. 3000'lere kadar uzanan Çin kültüründe müzik, kalbin sesi ve evrenin imgesi olarak görülür (İlyasoğlu, 1994, 4). 2.1.2.Çin Müziğinin Tarihsel Gelişimi Çin Müziği, İlkçağın başlıca yüksek kültürlerinden biri olan Çin Uygarlığında yer alan geleneksel müzik. 20'nci yüzyılda bu ülkede gerçekleşen devrimler ve kültürel yenilikler sonucunda, gelenek göz ardı edilmeden özellikle müzik eğitiminde Avrupa modeline göre bir gelişim çizgisi izlenmiştir. ( Say, 2010, s. 389 ) Çin müziği bizi Mısır müziğine olan etkileriyle ilgilendiriyor: Mısır müziğinin de Orta Doğu'nun ve Akdeniz, çevresi ülkelerinin müziğine olan etkisi tanındığından, batının sanat müziğiyse başlangıcında bu ülkelerin müziğiyle beslendiğinden Çin müziği bir evrimin ilk öğelerini taşımış olması bakımından konumuza girer (Mimaroğlu, 1995, 13). Çin ses dizisi, bugünün kromatik on iki nota dizisine dayanır. Efsaneye göre İmparator Huang Ti (MÖ. 2697-2597) bakanlarından birini aynı büyüklükte bambu kamışları kesmeye yollamış. Bakan, 'iki boğum arası uzunluğunda bir kamış kesmiş ve üflediğinde, sonra Huang Çong adı verilen ses çıkmış; derken, biri erkek, öbürü dişi, iki tane Anka kuşu gelmiş. Her biri, birbirinden ayrı altı sesle ötmüş. Adam da bu sesleri çıkarmak için, ayrı uzunluklarda kamışlar kesmiş; böylece (bugünün kromatik dizisini karşılayan) on iki notayı bulmuş. Sonra, birbirinden özgür bu on iki notayı bir denge içinde birleştirmek için aralarından beş tanesi seçilmiş ve beş sesli Çin dizileri ortaya çıkmış. Aslında, Çinlilerin kromatik on iki notaya. oktavdan (sekizinci aralıktan) sonra en uzun tınıyı veren aralığa, beşinci aralığa dayanarak. tam beşincilerle yükselerek (do-sol-re-la-mi-si-fa, diyez-do, diyez v,s.) vardıkları biliniyor. Han Hanedanı'ndan kuramcı Kingfang, beşincilere dayanarak kromatikleri elde etme kuramını on ikinci notada durmayıp altıncı notaya kadar ulaştırmış, kuramı önce tanınmış, sonraysa çok karmaşık sayılıp yadsınmıştı. Sonra bir başka kuramcı Tsien Yoçc, altmışta da durmamış 360' a kadar yükselmiş, onun kuramı da yadsınmış, sonuçta Ming Hanedanı'ndan (1368-1643) Prens Tsai-yu, eşit aralıklı (tampere) on iki kromatik notayı tanıtmış, böylece tartışmalarda bir uzlaşmaya varılmıştır. On iki ses Çin'de uygulama alanına girmemiş, kuramsal çalışmalarda kalmış, yalnız beş sesli dizi (çıkış noktası olarak seçilen sesten beşinci aralıklarla ilerlenmesiyle varılan seslerin ilk beş tanesinin kullanılmasıyla yapılan pentatonigue dizi) uygulanmıştır (Mimaroğlu. 1995, 14). Müziğin Çin'de ne kadar yaygınlaşmış olduğunun ikinci bir kanıtı; M.Ö. 24 İmparator Si Huang'in, daha gerekli, daha yararlı işlerle uğraşılması için, müziği yasak etmesi, müzik üzerindeki bütün kitapları, hem de bütün çalgıları yok ettirmesi oldu. Böylece, Çin'de Si Huang'dan önce ne türlü bir müziğin uygulandığı yolunda bir bilgiye varmamızı sağlayacak kanıtların çoğu ortadan kalkmıştır. Bununla birlikte Han Hanedanı'ndan başlayarak (M.Ö. 206-M.S. 220) Çin'de müziğin yeniden canlandığını görüyoruz. Tang Hanedanı (618-907) ve llung hanedanı (960-1279) yüzyıllarında Çin müziğinin bir 6 "klasik çağ'"a erişmiş olduğu öne sürülür. Eldeki bilgilere göre o çağda Çin tapınaklarında ve saraylarında koronun söylediği ve çoğu kere üç yüz kadar çalgının katıldığı bir müzik vardı. Bu müziğin teksesli bir müzik olduğu, bununla birlikte batıda çok sesin gelişmeye başladığı sıralarda Çin'de de, batının ilk çok sesine koşut dördüncü ve beşincilere dayanan bir türlü organnuma rastlandığı biliniyor. Çin'in klasik çağının orkestrasının, Cava'nın gamelan orkestrasını etkilediği, nitekim gamelan orkestrasının "klasik" Çin orkestrasının daha ilkeli, daha ufağı olduğu öne sürülüyor. Daha sonra Çin müziğinin ne yolda geliştiği konusunda elde kesin bilgi yoktur. Bilinen, bu ülkenin uygarlıkta geri kalmış olması gibi. müziğinin de önce duraksadığı. sonra da çökmeye ve bugünkü düşük, ilkel durumuna inmeye başladığıdır (Mimaroğlu. 1995. 13). 2.1.3. Çin Müziğinde Kullanılan Çalgılar Eski Çin çalgıları, davul, zil, sistron, bambu flüt, ağız orgu ve çeşitli gonklarla çanlardan oluşur. Konfüçyüs (M.0.551-478) müziğin toplum düzenindeki yerine ve eğitimdeki önemine değinmiştir. Sonradan Yunan felsefeci Platon da müziğin aynı yöndeki işlevinden söz eder. Batı, Ortaçağdı yaşarken ve ilk çokseslilik adımlarını atarken, aynı dönemde Çin'de de çokseslilik örneklerinin başladığı ileri sürülür. Çin tapınaklarında ve saraylarında büyük bir koronun ve sayısı üç yüze varan orkestra çalgılarının varlığından söz edilir. Ayrıca Çin tiyatrosunda müzik, olayları ve perdeleri birleştirici bir öğe olarak kullanılmıştır (İlyasoğlu, 1994, 4). Çin müziği oldukça geniş bir çalgı koleksiyonuna sahiptir. Sekiz gurupta toplanan çalgılar, yapıldıkları malzemeye göre adlandırılırlar. Metal çalgılar: Çanlar, gonklar, çan ve gonk gurupları, sekiz ya da on parçadan oluşan kariyonlar. Taş çalgılar: Ses veren taşlar ayaklı bir askıya asılır ve çubukla vurularak ses çıkarırlar. Bunlara yalnızca Confucius tapınağında rastlanır. En eski vurmalı çalgılardandır. İpek telli çalgılar: Bu gurupta yalnızca Kin vardır. Beş telli olan Kin sonradan yedi telli olmuştur. Deriden yapılmış çalgılar: Çeşitli boylarda yapılmış davullardır. Su kabağından yapılmış çalgılar: Sheng adı verilen çalgı, on yedi borudan yapılmış bir ağız orgudur ve saray orkestralarında kullanılır. Topraktan yapılmış çalgılar: Hiuan adı verilen çalgı, pişmiş topraktan yapılmış küreli bir düdüktür. Bambu kamışından yapılmış çalgılar: Ti adı verilen çapraz flütler, Pai-Siao adı verilen 12 borulu arkaik flütler, dilli ve obua tipi çalgılar. Tahtadan yapılmış çalgılar: Confucius tapınağında kullanılan Çu ve Yu adlı çalgılar. (http://dersbelgeligi.wordpress.com/muzik-belgeligi/129-2/ Erişim Tarihi 27/10/2014 Saat 19.13) 7 2.1.4.Çin Müziği’nde Pentatonik Dizi Yunanca; Penta = beş; tonik= ses; Pentatonik dizi: Kelime olarak anlamı, beş sesten oluşan dizidir ve bir sekizli içindeki belli beş sesin kullanılmasından meydana gelir. Pentatonik müziğin Çin'de oluşup geliştiği daha sonra tüm dünyada yaygınlaştığı bilinmektedir. Araştırmalar, 4000 yıllık bir geçmişe dayanan Çin müziğine saray ve tapınaklarda önemle yer verildiğini ve imparatorun buyruğuna göre kurumlaştığını göstermektedir. Yerle gök arasındaki uyumu yansıtması gereğine inanılan müziğin amacı, halkı eğitmek, onlara iyi duygular aşılamaktı. İnsan yaşamındaki en önemli yer törenlere ve müziğe ayrılmıştı. Ünlü Çin bilgini Confucius'un (Kung Fu Tseu. M.Ö. 551-478). müziğin olumlu etkisinden yararlanıp eğitim aracı olarak kullanılmasına önem verdiği, bu amaçla eski ezgileri toplayıp birleştirdiği ve yeni ezgiler ürettiği bilinmektedir (Selanik, 1996. 7). Beş ses üstüne kurulu (pentatonik) gam dizisinde hiçbir nota bir diğerine bağımlı olmadığından müzik tümcesi, notaların sıralarına göre anlam kazanır. Pentatonik ezgi. beş sesten herhangi biriyle bağlayıp herhangi biriyle son bulabilir. Batı müziğindeki gibi mutlaka tonik notaya dönmek söz konusu değildir (İlyasoğlu, 1994, 4). Pentatonik dizi günümüzün kromatik dizisine benzeyen 12 ses dizisine dayanılarak elde edilmiştir. Çin müziğinde kullanılan bu sesler, bir ses üzerine tam beşlilerle çıkılarak on iki sesin elde edilmesiyle oluşturulmuştur. Örneğin, Fa sesi temel alınarak çıkıcı tem beşlilerle on iki ses bulunduğunda aşağıdaki sıralama oluşacaktır. Beşli adımların ikinci sesleri bir oktav aşağıdan düşünülerek çıkıcı beşli ve inici dörtlülerin oluşturduğu on iki ses elde edilmiştir. Pentatonik Müziğin Dünya Müziğine Etkileri Çin müziği sadece komşu ülkelerin değil yeryüzündeki birçok ülkenin 8 müziğini etkilemiştir. Uzak Doğu Ülkelerinde, Balkanlarda, Afrika’nın çeşitli bölgelerinde ve birçok Avrupa ülkesinde pentatonik dizide yazılmış şarkılara rastlanmaktadır. Örnek 2 Örnek 3 Örnek 4 Bulgar Halk Şarkısı Moğol Halk Şarkısı Güney Amerika Halk Şarkısı ( http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/egitim/htmpdf/2001/penta.pdf Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 18:27 ) 2.1.5. Çin ve Türk Müziği Etkileşimi M.Ö. 2500"lü yıllarda Çin'in kuzey batı bölgesine göç eden Türkler, beraberinde kendi kültür, sanat ve müziklerini de getirmişlerdi. Türk müziğinin Çin müziğiyle ilk ciddi karşılaşması bu göçler zamanında olmuştur. 9 Öbür yandan, ilk yurttan yapılan ve belirli zaman aralıkları içinde çok uzun süre devam eden Türk göçlerine karşılık, Orta Asya'nın büyük bir bölümü. Hazar denizinin kuzeyinden gelerek Çin sınırına kadar yayılan kalabalık sayılardaki Ari (Hint Avrupalı) toplulukların istilâsına uğramıştı. Göç etmeyerek ilk ya da eski yurtlarında kalan Türklerin, daha sonraları kurulan Türk devletlerinin genişlemeleri sonucu Orta Asya'dan uzaklaşan bu Ari toplulukların yalnız kendileriyle değil, aynı zamanda müzikleriyle de yüz yüze gelmiş olmaları gerekir (Uçan, 2000, 21). Asya Hunları döneminde Türk müziğinin ilişkide bulunduğu çevre müzikleri arasında Çin müziği çok önemli bir yer tutar. Bu iki müzik arasında ilişkiler tarihin karanlık dönemlerine kadar dayanmakla birlikte, özellikle M.Ö. 1. bin yıldan itibaren açıklık kazanır. Eldeki bilgi ve belgelere göre Türklerle Çinliler arasında öteden beri alınıp verilen armağanlar arasında çalgılar; çalgıcı müzikçiler de bulunuyordu. Nitekim M.Ö. 2. yüzyılda siyasal bir görevle Türk kağanının sarayına gelen bir Çinli general ülkesine dönüşte "tuğ çalgılarından oluşan bir takım götürerek kendi ülkesinin sarayında kurulup çaldırmağa başlamıştı. Çince, Farsça ve Türkçe ortaçağ kaynaklarında belirtildiğine göre, Balasagun kağanlarının tuğ takımları için bulunup (icat edilip) yapılan savaş boruları başta Çin olmak üzere çevre ülkelere hep buradan yayılmışlardı (Uçan, 2000, 24). 2.1.6. Ünlü Çin Müziği Bestecileri 2.1.6. 1. Liu Wenjin Liu Wenjin, Çinin ünlü bestecilerinden biridir. Mayıs 1937'de doğmuş, 27 Haziran 2013'te Pekinde vefat etmiştir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Liu_Wenjin Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat: 19.44 ) 2.1.6. 2. Gao Weijie Çin’in ünlü bestecilerinden biri olan Gao Weijie, 1960 yılında Sichuan Müzik Akademisi’nden mezun oldu. Sichuan Müzik Akademisi’nin ve Çin Müzik Akademisi’nin beste bölümlerinin başkanlıklarını üstlendi. Gao Weijie, ayrıca “Halk Müziği” dergisinin editörlerinden biriydi. Gao Weijie, 1983 yılında Çin’in ilk çağdaş müzik topluluğu “Bestecilerin Müzik Yaratmaları ve Araştırmaları Derneği”ni kurdu ve başkanı oldu. Şu an Çin Müzik Akademisi’nin profesörlüğü, Yanbian Üniversitesi ve ABD’nin Cincinnati Üniversitesi’nin misafir profesörlüğünü üstlenen Gao Weijie, Merkezi Müzik Akademisi’ne bağlı Müzikoloji Araştırma Enstitüsü’nde araştırma programının başkanlığı görevini yürütüyor, “Çin Müziği” ve “Çin Müzikolojisi” dergilerinin editörlerinden biridir. Gao Weijie’nin müzik eserleri Çin’de ve yabancı ülkelerde gösterime sunuldu, yayımlandı ve Çin’de ve dünyada çok sayıda ödül aldı. Başlıca müzik eserleri: Senfonik ballad “Otlak Hatırası”; milli orkestra müziği “Shu Sarayında akşam yemeği”; piyano müziği “sonbahar gecesi”; Erhu orkestrası “Beyaz at izlenimi”; milli oda müziği “Bahar gecesi Luo kentinde flüt müziğinden dinleniyor”; bambu flüt ile uzun flüt “Kısmet rüyası”; folk oda müziği “Güzellik I”, “Güzellik II ”; keman ile piyano “Yol”; dans müziği “Ova”; dans şiiri müziği “Gündüz Düşünce”; piyano konçertosu “Dönmek”; flüt orkestrası “Ayrılış Rüyası”; vurmalı çalgılar orkestrasıyla “Rüya Uzaklarda” 10 . Öğretim görevlisi olarak Gao Weijie, 40 yıldan fazla süregelen öğretim hayatında bazı yetenekli müzisyenler yetiştirdi. Birçok öğrencisi Çin’de ve uluslararası beste yaraşmalarında ödüller kazandı. Öğrencilerinden Huo Xiaosong, He Xuntian, Jia Daqun, Zhu Shirui, Tang Qingshi’nin isimleri ünlü besteciler arasına girdi. Gao Weijie, davet üzerine Yeni Zelanda, Kore Cumhuriyeti, Fransa, İngiltere, ABD, Hollanda ve Meksika ile Çin’in Taiwan eyaleti ve Hong Kong Özel İdari Bölgesi’ni ziyaret ederek, bilimsel toplantı ve müzik festivaline katıldı, konferanslar verdi, yarışmalarda jüri üyeliği yaptı ve gösteri sundu. Gao Weijie, Çin’in dördüncü, altıncı ve sekizinci Beste Ödülü, Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen ilk Kültür, Sanat ve Bilimin Üstün Verimleri Ödülü ve 2. “Altın Çan” ödülü jüri üyeliklerini üstlendi. Gao Weijie, şu an özel tahsisat alıyor. ( http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter24/chapter240102.htm Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 20:38 ) 2.1.6. 3. Wang Luobin 28 Aralık 1913 Pekin'de doğmuştur. Beijing Normal University'de eğitim görmüştür. At the Faraway Palace adlı albümü vardır. 14 Mart 1996'da ölmüştür. ( http://en.wikipedia.org/wiki/Wang_Luobin Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 21:00 ) 2.1.6. 4. Lei Zhenbang Çin'in ünlü sinema müziği bestecisi olan Lei Zhenbang (1916-1997), Çin Müzisyenler Derneği ve Çin Sinemacılar Derneği'nin üyelikleri ile Çin Sinema ve Müzik Derneği başkan yardımcılığı ve 6. Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı Ulusal Komisyonu üyeliğini üstlendi. 1916 yılının Mayıs ayında Beijing'de dünyaya gelen ve Man etnik grubundan olan Lei Zhenbang, zengin ailesi sayesinde çok küçükken Pekin Operasıyla tanıştı. Lei Zhenbang. 7-8 yaşlarındayken Pekin Operası'ndan parça parça şarkılar söyleyebiliyordu ve Çin'e özgü iki telli çalgı olan Erhu ile Pekin operasının şarkılarını ve başka şarkıları çalabiliyordu. Lei Zhenbang, 1939 yılının Ocak ayında müzik bilimini öğrenmek için Japonya'ya gitti. Lei Zhenbang, Japonya Yüksek Müzik Akademisi'nin Beste Bölümü'ne girmek için önce hazırlık eğitimi gördü. Lei Zhenbang. altı aydan daha az zaman içerisinde hazırlık eğitimini tamamlayıp, akademinin rektöründen izni alarak Beste Bölümü"nde lisans eğitimine başladı. Lei Zhenbang, 1943 yılında Çin'e dönüp önce Pekin Kız Lisesi, sonra da Huizhong Kız Lisesi'nde müzik öğretmenliği yaptı. Çin'in Japon saldırganlara karşı yaptığı savaşın başarıya ulaşmasından sonra Lei Zhenbang, ders vermek dışındaki boş zamanlarından yararlanarak 50'den fazla kişiden oluşan bir amatör senfoni orkestrası kurdu. 11 Lei Zhenbang, Çin'in klasik müziği "Üzüntü Şarkısını orkestra müziğine uyarladı. Bu müzik, Lei Zhenbang tarafından sergilenen ilk eser oldu. Lei Zhenbang, profesyonel bestecilik yapmak için 1949 yılının Haziran ayında Çin Sinema Orkestrasına girdi. Bu, Lei Zhenbang'ın sinema dünyasına girmesi demekti. Lei Zhenbang'ın müzik eserlerinin çoğu Çin'de bir dönem halk tarafından çok sevildi ve söylendi. ( http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter24/chapter240105.htm Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 21.45 ) 2.1.2. Japon Müziği Biyo-psişik, kültürel ve toplumsal bir organizma olan insan, var olduğu çağlardan beri algıladığı sesleri çözümleyip değerlendirmiş ve giderek sesleri bir anlatım biçimine dönüştürmüştür. Seslerle gerçekleştirilen bu anlatım sanatına “müzik” denir.(say, 2012, s. 17) Müziğin tarihte ilk nasıl ve nerede ortaya çıktığı ve ne amaçla kullanıldığı konusu uzun yıllar süresince müzik araştırmacı ve teorisyenlerinin üzerinde düşündükleri bir soru olagelmiştir. Gözümüzün önünde dünyanın ilk vakitlerine ait bir imaj canlandırmaya çalışalım ve kendimizi o vahşi, uçsuz bucaksız, her şeyin dev boyutlarda olduğu bir ortamda acınacak kadar küçük ve korunaksız, sözel şuur ve dilin oluşmadığı, sözcükler yerine kaba sesler ve çığlıklarla en kolay iletişim içinde olan, anlayamadığı her tabiat olayı karsısında korkudan donup kalan ve zamanının çoğunu kendinden büyük düşmanlarından saklanarak geçiren, küçük klanlar halinde yasayan ilk insanlardan biri olarak hayal edelim. Bu durumda insanların ilk müzik aleti olarak taşları ve kemik parçalarını kullandıklarını, bunları birbirine vurarak değişik ritimlerle ses çıkarttıklarını söylemek en doğru yaklaşım olacaktır. ( http://hayalsahnesi.com.tr/m%C3%BCzik-tarihi/ ) Antik çağ ya da antik tarih, insanlık tarihinin başlangıcından erken dönem Orta Çağ’a kadarki zaman dilimindeki belirgin kültürel ve siyasi olayları konu alır. ( http://www.yasamaugrasi.com/kultursanat/antik-cag-ve-antik-cagda-muzik.html#.VE1fdGd_uGs ) Antik dönem müziği yani ilk çağ müziği dini ayinlerde mistik törenlerde, festivallerde ve savaş danslarında bir araç olarak kullanılmıştır. ( http://www.yasamaugrasi.com/kultursanat/antik-cag-ve-antik-cagda-muzik.html#.VE1fdGd_uGs ) Asya’nın doğusuna dizilen adalar üstünde gelişen Japon kültürü, uzun bir süre Kore, Çin ve Hindistan’ın etkisinde kalmıştır. Japon mitolojisine göre M.Ö 660’da başlayan “zaman”, önce klan şeklinde yaşayan, ırmaklara ve ağaçlara tapınan bir topluluğa, peşi sıra da “Şinto” – “Tanrıların yolu” anlamına geliyor - isimli bir doğa dininin benimsenişine tanık olmuştur. 12 Japonlar da, Çinliler gibi çok çeşitli dinsel ve felsefi öğretinin etkisi altına girmiştir. Kökü M.Ö.7. yy.a dayandırılan Şintoizm, Japonların “resmi dini” olmuştur. M.S 500’lerde Budacılığın Japon topraklarına girmesiyle etkisi nispeten azalmıştır. Bu ülkenin müziği hakkındaki bilgiler 8.yy.dan sonrasına aittir. Japon müziği, çok büyük ölçüde Çin müziğinden etkilenmiştir. Japonya, kültürel değişime daha kapalı bir toplum olduğundan, müziğinin otantik yapısını önemli ölçüde koruyabilmeyi başarmıştır. Ses sistemi, Çinlilerinkinin aynısı. (http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=2201 ) Neolitik çağda Japonya’da yaşayan göçebe topluluklar, auni adlı kuzey adalarından gelmiştir. M.Ö. 1000 yıllarında kuzey Asya’dan gelen Moğol kavimleri, Japon ırkının temelini oluşturmuştur. Bu dönemin Japon boyları göçebe yaşamı içinde obalar halinde yaşardı ve ruhsal özellikli inançlara bağlıydı. Bu kökten gelişen dinsel akımlar, daha sonra “Şinto” adı verilen “tanrıların Yolu” anlamındaki bir dinin türemesini getirmiştir. Şinto şarkılar, katı kurallar uygulanan tapınaklarda koro tarafından söylenirdi. Dar bir melodik ara düzeni içinde genellikle reçitatif tarzındaki bu şarkılar giderek kuramlara bağlandı. Komşu ses aralıklarda yapılan triller müziğin ana karakteriydi. Şinto şarkıları, ilk çağdan beri, sözcük anlamı “ ulusal düdük” olan “ yamatobue” adlı kamış bir düdük ile, altı telli, kanun benzeyen, yumuşak tınılı bir çaldı olan “ulusal goto” anlamındaki “yamato goto” nun eşliğinde söylenirdi. Bunun dışında kalan çalgıların hepsi Çin kökenlidir. Flüte benzeyen “yamatobue” güneş tanrıçası ameterasu” ya ait kabul edilir. Tanrıça, bulunduğu mağaradan çıkarak güneş gibi ortalığa yayılır ve insanlığa müzik ile dansı getirir. Bu efsane Şinto tapınaklarında sahnelenen “kagura” adındaki danslı şarkılarda belirginleşir. Dönemin Japon müziği, bu iki çalgıya ek olarak “hiçiriki” denen obua benzeri küçük bir çalgıyla İmparator İşhiyo zamanına kadar (M.S.987) seslendirilmiştir.( say, 2012, ss. 45,46) 13 Japon müziği doğrudan doğruya Çin müziğinden etkilenmiştir. Hem de, Çin'de bugün izi kalmamış birtakım geleneklerin Japonya'da yaşadığı kanıtlanmıştır. Üçüncü yüzyılda Kore yoluyla Japonya'ya ulaşan Çin müziği, daha sonra Çin müziğini inceleyen Japonların aracılığıyla Japon adalarında gitgide yayılmaya başlamıştır: Japonlar Çinlilerin on iki notalı kromatik düzenini tanıdıkları gibi, beş sesli diziyi de kullanmışlardır. Bundan başka Japonlar çalgılarında da Çin çalgılarını örnek almışlardır. Kota adlı on üç telli çalgı, kin adlı Çin çalgısını, örnek tutarak yapılmıştır. Antik dönem Japon müziğinde Gagaku adını taşıyan birinci tür, tapınak müziği olmakla birlikte kutsallıktan uzak özellikler taşır. Türlü nefes çalgılarının, telli çalgıların, vurmalı çalgıların ve gongların kullanıldığı bir müziktir. Buna karşı Kagura daha kutsal bir müziktir. İnsan sesinin tam ses aralıklı iki nota arasında sallanması, bu sallanma sırasında yarım notaya varım ses aralıkla eklenen süsleme notası ve sallanmanın üst notada sona ermesi bu müziğin başlıca özeiliklerindendir. Yan m ses aralıklı süslemelere koto müziğinde de rastlanır (Mimaroğlu, 1970, 16) İki tür arasında yer alan tiyatro müziği Nigoku (ya da kısaca no) Avrupa'nın ortaçağ kutsal oyunlarını andıran oyunlarda kullanılır. Dramatik, heyecanlı, tempo hızları çabuklukla değişen bir müziktir. Bu türde de ses müziği bölümünde, Avrupa'nın arya ve recitativo biçimlerini andıran, söz ve şarkı biçimleri vardır. No müziğinde söyleme üslubunun. Buda törenlerinin etkisinde geliştiği bilinmektedir. Klasik Japon müziği genelde küçük bir çalgı grubu eşliğinde seslendirilir: Kompozisyonlar co-ha-kyu denilen üç kısımdan meydana gelir. Bunlar; başta bir ya da iki sesle giriş, ardından seslerin ve diğer çalgıların katılımıyla kompozisyonun geliştiği orta bölüm ve sona doğru akışı iyice hızlanan bitiş bölümü olarak tarif edilebilir. Bu sistem, küçük farklılıklara sahip olsa da(örneğin bazen bitiş bölümünde de aynı giriş gibi seslerin bir ya da ikiye indirilmesi) genelde tüm Japon klasik müziğine hâkimdir. Kagura yani Tanrının Müziği, Japonya'nın eski çağlarından günümüze Gelmiş olan din kökenli Şinto'nun müziğidir. Genellikle tapınaklarda veya geleneksel festivallerde çalınır. Şarkılar ve danslar; Tanrılara olan saygı ve minnetin ifadesi olmakla beraber, onları eğlendirmek için yapılır. Festivallerde davullar, çıngıraklar ve flütlerden oluşan bir grup tarafından seslendirilir. Dansçılar tapınak içinde ve dışında, arasına Tanrılarla söylenen şarkılar serpiştirilmiş dansları sergilerler. (Aytunç, 2008) Japonya’nın 3. yy.da Kore’yi istila etmesi sonucu, Çin sanatı Japonya’nın içine girdi. Bu bakımdan, Japon Müziği ile Çin Müziği büyük benzerlikler taşır. Yalnız Japon Müziği, günümüzde Çin Müziği’ne göre daha iyi korunabilmiştir. Çin’deki gibi 5 sesli dizinin yanında, 12 sesli diziyi de kullanılmış Japon Müziği. http://dergi.aktiffelsefe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=6:bati-muezktarh&catid=12:61&Itemid=20 14 İlk Japon bestesinin, eski çağlarda kurulan bir orkestra eşliğinde icra edilen bir savaş şarkısı olduğu söylenir. Şinto tapınaklarında koro ile şarkı söylenirdi. Bu tapınaklardaki müzikal kurallar oldukça katı idi. Herhangi bir yanlışlık, müzikal bir yanlış olmaktan öte dinsel bir yanlışlıktı. Dar bir melodik düzenin içinde genellikle reçitatif (konuşur gibi, özgür ritimli) biçimde söylenen bu şarkılar giderek kuramlaştı. (http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=2201 ) Avrupa'nın birçok geleneksel pentatonik melodilerinin, anhemitonik (yarıtonsuz) olduğu düşünülmekte ve dizi aralıklarının majör ikinciler ve minör üçüncülerin değişik kombinasyonlarından (Örn, A C D E G, C D E G A, vs.) oluştuğu ve bu diziler mevcut heptatonik (yedi notalı) dizilerle karıştırılabildiğinden, bunları ifade etmek için 'aralıklı (gapped) pentatonik' ifadesi kullanıldığı görülmektedir. Dünyada mevcut bulunan pentatonik akort sistemlerinin gözden geçirilmesi bir oktavın çeşitli aralıklara bölünebileceğini göstermiştir. Çinli ve Japon kuramcılar, yarıton ve majör üçüncülere eşdeğer yakınlıkta pentatonik dizi listeleri vermektedir. Herhangi bir karşılaştırmalı pentatonik perde sistemi tablosunun öteki yanında teorik olarak eşit mesafelerdeki (uygulamada neredeyse tam eşit mesafede olan) bazı güneydoğu Asya ve Orta Afrika akortları görülmektedir. (http://www.tumata.com/ContentDetail.aspx?cid=4 ) Çin ve Japon müzikleri yüzde doksanın üzerinde beş sesli müziği sürdürmektedir. (http://www.tumata.com/ContentDetail.aspx?cid=4 ) Günümüz Japon müzik yaşamı, dünyanın en ileri açılımlarından birini sergiler. Modern Japon bestecilerinin öncüsü Kosaku Yamada’dır ( 1886-1966 ); onu Miçio Miyagi ( 1894-1957 ) izlemiştir. ( say, 2012, s. 554 ) Birçok geleneksel Japon müzik türleri(Hogaku) bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri: 15 Gagaku: Çin ve Kore kökenli saray müziğidir. Bu en eski geleneksel Japon müzik türüdür. Biwagaku: Bu Biwa adı verilen dört telli gitara benzeyen bir enstrümanla yapılan bir müzik türüdür. Nogaku: Noh gösterileri esnasında icra edilen bir müzik türüdür. Genelde bir koro, Hayashi flütü, Tsuzumi davulu ve diğer enstrümanlarla icra edilir. Sokyoku: Koto enstrümanı ile yapılan müzik türüdür. Daha sonra Shamisen ve Shakuhachi ile eşlik edilir. Koto 13 telli kanuna benzer bir çalgıdır. Shakuhachi: 55 cm. uzunluğunda bir flüt ile yapılan müzik türüdür. Çalgının adı eski Japon uzunluk biriminden gelmektedir. Shamisenongaku: Shamisen çalgısı ile yapılan müzik türüdür. Shamisen sadece üç teli olan gitara benzer bir çalgıdır, Kabuki ve Bunraku gösterileri genellikle Shamisen eşliğinde yapılır. Minyo: Japon folk şarkıları. (http://www.minikjaponya.com/icerik/muzik/geleneksel_japon_muzik.html ) Antik Dönem Japon Müziği Çalgıları I. Koto 2- Hiçiriki 3. Shamisen (Şamisi veya şamise) 4. Tsuzumi 5. Shakuhachi 6. Flüt 7. Hayashi Flüt 8. Biwa 9. Takio 10. Japon Pan Flüt II. Japon Recorder F 16 Biwa: Kısa saplı, 4 telli, gitara benzeyen bir enstrümandır. Biwa ile yapılan müziğe Biwagaku denir. Tsuzumi: Gövdesinin ortası kum saati biçiminde boğumlu, iki yüzlü bir çeşit davuldur. Geleneksel Japon müziği enstrümanlarındandır. Koto: Yaklaşık 2m uzunlukta olan, kanun ya da santura benzeyen geleneksel Japon çalgısı. Yer değiştirilebilen köprüler üzerine kurulmuş 13 telden oluşur. Köprüler ideal pozisyona getirilene kadar hareket ettirilirek teller akordlanır. Baş parmağın ucuna, işaret parmağının ön yüzüne ve orta parmağın iç yüzüne yerleştirilen üç mızrap yardımıyla çalınır. Japonya'da ms. 7. yy'da ortaya çıkmıştır. Başlangıçta elit bir müzik aleti olarak kabul edilen ve imparatorluk sarayında icra edilen koto, 17. y'a doğru halk tarafından da kullanılmaya başlamıştır. Shamisen: Baçi adı verilen bir mızrap ile çalınan üç telli bir Japon çalgısıdır. 16. yüzyılda güney Japonya'da doğmuştur. Şamisenler çeşitli biçimlerde üretilirler ve genelde teatral çalışmalarda 17 kullanılırlar. Sapında perdeleri yoktur. Gövdesindeki, kedi veya köpek derisidir. Geçmişte özel bir kağıt ta kullanılmıştır fakat günümüzde Baçi'de de gövdede de plastik kullanılmaktadır. Farklı boyutları vardır. Shakuhachi: Beş delikli, iki oktavlık ses aralığına sahip, bambu ağacından yapılan bir çeşit flüt. Geleneksel Japon müziği enstrümanlarındandır. Neye benzer. Taiko: Geleneksel Japon savaş davulu. Çalınış şekli bakımından basittir. Eskiden savaşlarda askerin moralini yüksek tutmak ve ordular arası iletişimi diri tutmak amacıyla çalınırdı. 18 http://www.japan-fans.com/showthread.php?tid=1474 Sho: Nara döneminde Çin'den Japonya'ya ithal edilen bir Gagaku çalgısı türüdür. Bambudan yapılan üflemeli bir çalgıdır. (http://hulyarust.blogspot.com.tr/2013/04/japon-geleneksel-calglar-koto-vesho.html ) Hiçiriki: Japon halk müziğine göre; nefesli bir çalgıdır. Flüt ve Hayashi: Metal nefesli çalgı ailesine ait bir çeşit flüttür. Japon Pan Flüt: Japon müziğinde kullanılan bir çeşit flüttür. 19 Japon Recorder F: Japon müziğinde kullanılan bir çeşit flüttür. ( http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&sl=en&u=http://en.wikipedia.org/wiki/Recorder_%28 musical_instrument%29&prev=search ) 2.1.3. Hint Müziği Hindistan, Umman Denizi ve Hint Okyanusu ile çevrilidir. Pakistan, Bangladeş, Birmanya, Çin, Nepal, Bhutan ile komşudur. Hint müziği muhtemelen dünyanın en eski müzik kültürlerinden biridir. Hintliler için ilahi buyruğun bir parçası sayılan müzik insanların yaşamına, canlı ve cansız doğada muazzam etkileme gücüne sahiptir. Eski çağlardan beri sesin doğası hakkında fikirler yürüten Hintliler, müzikle ilahi tabiat arasında kavramsal bağlar kurmuşlar. Hindistan’da müzik yaratılışın başlangıcı, devamı ve sonu ile ilişkilendirilir, müzik yoluyla insan ruhunun dünya dışı yaşama yüceltmenin mümkün olduğuna inanılıyor ve bu yüzden müzisyenler kutsal kişi sayılır. (Kerimov, 2013.) Kutsal öğreti, “Veda” (Kültür, Bilgi) adını taşıyan dört kitapta toplanmıştı. Bu kitaplardan üçüncüsü “Samaveda” (Şarkı Bilgisi), Eski Hint toplumunun müziği hakkında bilgi veriyordu. Kitap, Tanrı’ya adanan kurbanlarda söylenen ilahilerden bahsediyor, bir yandan da müzik teorisi hakkında bilgiler barındırıyordu. Yine bu kitapta bulunan bir efsaneye göre; müzik, Tanrı Brahma ve Tanrıça Sarasvati’nin bir eseriydi. Hintlilerin bilinen en eski çalgısı olan “Vina” ise Tanrı ve Tanrıçanın oğulları Naredda tarafından yapılmıştı. Tanrı Brahma, halkına Vina’yı vererek onları ödüllendirmişti. Bu yüzden Eski Hindistan’da müzik, kutsal sayılırdı. Hint Müziği, terminoloji, üslup ve müziksel gramer farklılıklarından ötürü Hindustani müzik (Kuzey Hindistan) ve Karnatik müzik (Güney Hindistan) olmak üzere apayrı müzik alanları olarak ele alınır. Bu ayrım pek çok bakımdan her iki bölgenin farklı kültürel ve politik tarihini yansıtır: Güney Hindistan, görece bozulmamış Hindu kültürüyle, geleneğe sıkı sıkıya bağlı, şeklen tutucu, Sanskrit metinlerine ve önceki din adamı /bestecilere uymaktan gurur duyan bir müzik üretirken, Hind müziği, Aryanlarla başlayıp İngilizlerle son bulmuş olan 4000 yıllık sürekli bir istila ile göçe zorlanmış bir bölgeden geldiği için doğal olarak yaşadığı sentezleri yansıtır ve her ne kadar geleneğe saygı tüm Hint müziğinin en önemli bir parçası olsa da, o miras aldığı geleneğin kısıtlamalarından fazla etkilenmemiştir. Pratikteki doğaçlama tüm Hint müziğinde merkezi bir rol oynar. (http://dersbelgeligi.wordpress.com/muzikbelgeligi/hint-muzigi/) Erişim tarihi 24.10.14-19.15 20 Kuzey Hindistan'daki İslam ve Hindu kültürlerinin çarpışmasının bir başka sonucu da daha az dine dayalı bir müziğin ortaya çıkmasıydı. Dikkatin geleneksel metinlerden saf müzik alanını kayması Hint müziğinde daha esnek, daha maceracı bir tavrın doğmasına yol açmıştır. Fakat tarihsel ve kuramsal açıdan Hint müziğinin tümü ülkenin ruhsal hayatının içindedir. Müziğin ilkeleri ruhani ilkelerdir, yasaları ruhani yasalardır ve bu yasaların otoritesi dindir. Estetik ve dini düşünce ayrılmaz şekilde birbirine bağlıdır. Hint müziğinin tarihi, büyük ölçüde Hindu ve Müslüman din adamlarının öğretilerinin ve buyruklarının bir toplamıdır. Bir müzik kuramı kitabının bir dinsel ödevler kitabından ayırmak mümkün değildir ve müzik hakkında çok sayıda eser olmasına rağmen sistematik, yalın bir müzik kuramı neredeyse yok gibidir. Bu arka planın Hintli müzisyene en büyük avantajı dünyevi açıdandır. Hintli müzisyen, böylece bir yığın kuramsal ve işe yarayacağı şüpheli tavsiyeye uyma yükünden kurtulmuş ve müziği gerçekten çalma konusunda büyük bir özgürlükle baş başa kalmış oluyordu. Özetle, Hintli müzisyene kalan tek kuramsal bilgi teknik değil tamamen estetik karakterdeydi. Hint müziği öğrencisinin, müzisyenliği geliştirmek için bir icracıdan pratik bilgi almak ve ustasının da yardımıyla, kişisel gelişimini ve müziksel kendine yeterliliğini sağlamaktan başka bir seçeneği yoktu. Hint müziğinde, doğaçlamanın içinde gerçekleştirdiği çerçeveye RAGA adı verilir ve bu değişken bir çerçevedir. Sanskritçede "duymak" anlamına gelen, kullanılan en küçük aralık olan SRUTİ ve raganın moleküler yapısı olarak tanımlanan ve ezgisel etkinliğin çevresinde döneceği bir merkez olarak kullanılan SUVARA ve Sanskritçede "avuç" anlamına gelen ve ritmik çevrim olan TALA da değişkendir. Bu yüzden Hintli müzisyenin esas hammaddelerinin hepsi de sabit olmayıp, yoğrulabilir karakterdedir. Hintli müzisyen için doğaçlama, müziksel hayatın bir gerçeğidir. Böylelikle RAGA malzemeyi, malzemeyi işlemenin standart yollarının ve icranın çerçevesini sağlıyor. Ayrıca standartlaşmış pek çok süsleme ve çarpma sesleri de vardır. Fakat her şey bir akış içindedir ve son halini icra sırasında alır. Bir başka özellik de, çoğu doğaçlama müzikte olduğu gibi, müziği oluşturan bileşenlerin açık hiyerarşik değerlere sahip olmasıdır. Bir parçanın kişiliğinin en güçlü ifadesi, en küçük ayrıntıda bulunabilir. ( Doğaçlama, Derek Bailey; Pan Yayıncılık) RAGA Hint Müziği’nde, 132 makam bulunur. Bu makamlar; renk, duygu, ruh durumu anlamına gelen “raga” olarak adlandırılır. Her raganın kullanıldığı farklı bir tören, farklı bir mevsim ve günün farklı bir saati vardı. Bir oktav, “şruti” denen 22 adet aralığa bölünmüştü ve aralıkların arası eşit değildi. Ritim ölçüsü olarak “tala” kullanılırdı. Bugün bildiğimiz anlamda ritmin tersine; düzenli aralıklı değil, cümle uzunluklarına göre şekillenmiş, düzensiz aralıklı idi Sevgi, mizah, trajedi, öfke, kahramanlık, terör, nefret, merak ve sükunet Hint estetiğinin temelini oluşturan dokuz ana duygudur. Milattan sonra 1. ya da 2. yüzyılda yaşadığı söylenen en eski Hint müzikoloğu Bilge Bharata bu duygulardan söz etmiş ve müzisyenin görevinin duyguları canlandırmak olduğunu söylemiştir. Hindistan’daki klasik müzik geleneği Bharata’nın ifade ettiği prensipler üzerine kurulmuştur ve bir meditasyon, konsantrasyon ve ibadet şekli olarak devam etmektedir. Raga, ya da 21 müzik tavrı, tüm müziksel olayın temelidir. Raga, yedi müzik notasının estetik bir yorumudur ve her Raga’nın özel bir tadı ve ruh hali vardır. Tala müzik içinde bir bağdır. Her çalış için belirlenen bir süredir ve her süre tamamlandığında yeniden başlar. Tala ritimler arasında bir çok emprovizasyonu ve karmaşık varyasyonlara imkan sağlar. Raga, Tala ve sonsuz mikrotonların yardımıyla Hint müzisyenleri çok farklı duygular oluşturabilirler. Müziklerdeki melodili sesler bu tip müziğe aşina olsun olmasın her dinleyicide en derin duyguları canlandırır. Bugün Hint müzik geleneğinde baskın iki tarz vardır: Kuzey Hindistan müziği ve Güney Hindistan müziği. Geçmişleri ve felsefeleri yakın olduğu için bu iki müzik bazı ortak özelliklere sahiptir. Fakat ragaları (müzik tavırları) ve söylenişleri çoklukla birbirinden ayrılmaktadır. Hint Müziğinin Kuzey Ekolü’nün büyük isimleri arasında Amir Khusro (13. yüzyıl) ve 16. yüzyılda Moğol İmparatoru Akbar’ın sarayında yaşayan Miyan Tansen gösterilebilir. Güneyde ise Venkatamakhi (17. yüzyıl), Thyagaraja ve Shyama Shastri büyük müzisyenlerdendir. Tüm Hint müzisyenleri bir ekol mensubudur. Her ekolün kendine has gelenekleri ve çok katı kurallarla korunan ve devam ettirilen çalış tarzları vardır. Delhi, Agra, Gwalior ve Jaipur en meşhur ekollerdendir. Bugün güney ve kuzey müzikleri arasındaki etkileşim artmıştır. Bu etkileşim görkemli Hint müzik geleneğini daha da zenginleştirmektedir. (http://www.sahajayogaportal.org/muziksanat/klasik-hint-muzigi.html) Erişim tarihi 24.10.14-19.22 Hint Çalgıları Hint müzik enstrümanları başlı başına bir güzelliğe sahiptir. Hint müziğinde kullanılan dört tip enstrüman vardır. Tantu (telli), Susir (üflemeli), Avanada (vurmalı) ile zil ve gonglardan oluşan Ghana. En çok kullanılan telli çalgılar vina, sitar, sarangi ve sarodtur. Vina ya da ud Bilge Bharata’nın müzik çalışmalarında kullandığı çalgıdır. Bugüne değin şekil olarak büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Bir ya da iki parmakla çalınabilen Vina telleri en ince nüansları seslendirebilir. Sitar, üç telli demektir ve Amir Khusro tarafından icad edildiği söylenir. Tınlama, kurutulmuş su kabağından yapılan bölümde gerçekleşir ve çalgının diğer kısımları Hint meşesinden yapılır. İşaret parmağına takılan bir mızrapla çalınan yedi ana ve dokuz yardımcı teli vardır. Sarod, sitarın küçüğüdür ve iki tınlama bölümü vardır. On ana teli ve onbeş yardımcı teli vardır. Ana teller bir hindistan cevizi kabuk parçasıyla çalınır. Sarangi, yayla çalınan sapsız bir telli çalgıdır. Tüm gövde tek parça ağaçtan yapılmıştır ve oyuk parşömenle örtülmüştür. Sarangi çok farklı sesler üretebilir ve alışılmışın dışında bir teknikle çalınır. Hindistan’da kullanılan diğer telli çalgılar dilruba, esraj, tanpura, ektara ve mayuridir. 22 vina Çift ağızlı bir flüt olan Shehnai Hindistan’daki en yaygın üflemeli çalgıdır. Bansuri, nadswaram, ninkirns ve pongi diğer shehnai benzeri çalgılardır. En çok kullanılan vurmalı çalgılar kuzeyde tabla, güneyde de mridangamdır. Pakhavaj, dholak, ghatam, kanjira ise diğer vurmalı çalgılardır. Çoğu ağaçtan yapılır ve derin ve tatlı bir ses çıkarırlar. Manjiras tapınak ayinlerinde kullanılan küçük pirinç zillerdir. Jhanj, kartal ve jal-tarang diğer Hint enstrümanlarıdır.(Bailey, 2011) 2.2. MEZOPOTAMYA VE MISIR UYGARLIĞI İlk Uygarlıkların Mezopotamya ve Mısır’da Ortaya Çıkışının Nedenleri Tarım devriminin sonucunda insanoğlunun göçebe yaşamı bırakıp yerleşik yaşama geçtiğini söylemiştik. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte yavaş yavaş aile kavramı ortaya çıkacak, sonra kentler kurulacak ve kentlerden, görkemli İlk Çağ Uygarlıkları şekillenecekti. Tarım devrimiyle birlikte yerleşik yaşama geçiş, birçok yerde farklı zamanlarda gerçekleşti. Bu geçişin hızlı olduğu bölgeler, genellikle tarıma elverişli olan akarsu delta ve vadileri idi. Ayrıca bu bölgelerde görece fazla olan nüfus yoğunluğu, siyasal örgütlenmenin ilk örneklerinin bu bölgelerde ortaya çıkmasına neden oldu. Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan verimli Mezopotamya Bölgesi’nin tarihin ilk uygarlıklarına ev sahipliği yapmış olması, bu yüzden tesadüf değildir. Ancak dünya üzerinde birçok verimli bölge varken neden burada uygarlıkların ortaya çıkmış olduğu sorusu, yukarıda bahsettiğimiz nedenle açıklanamaz. Bu bölgeyi diğer verimli bölgelerden ayırt eden önemli bir özellik, Fırat ve Dicle’nin akışının son derece düzensiz olmasıdır. Öyle ki zaman zaman kuraklığa neden olacak kadar az su taşırken, zaman zaman nehir yakınındaki şehirleri tamamen su altında bırakacak kadar güçlü bir şekilde akar. Nehirlerin bu dengesiz rejimi, halkı çeşitli su kanalları ve setler inşa etmeye zorlamıştır. Su setlerinin inşası ve düzenli bakımı, insanların düzenli bir şekilde çalışmasını zorunlu kılmıştır. Böylece “yönetim, siyasal bağlılık, otorite” gibi bir uygarlığın temellerini oluşturan kavramlar ortaya çıkmıştır. 23 Benzer bir durum, Mısır Uygarlığı’nın doğuşunda da gözlenebilir. Bu uygarlığa ev sahipliği yapan da verimli Nil Deltası’dır. Fırat ve Dicle’deki gibi dengesiz bir rejim, Nil nehrinde de söz konusudur. Mısır Uygarlığı ile Mezopotamya Uygarlığı arasındaki en belirgin fark, Mezopotamya’da bölünmüş devletler ve siyasi istikrarsızlık hâkimken, Mısır’da çok daha derli toplu bir yapının bulunmasıdır. Bunun en önemli nedeni, Mısır’ın Mezopotamya gibi sık sık göçebe kabilelerin saldırılarına uğramamasıdır. Mısır bu şansını, Nil Deltası’nı çevreleyen ve geçit vermeyen çöle borçludur. Dünya tarihinde bu uygarlıkların ön plana çıkmış olmalarının diğer bir nedeni, tarihin en önemli unsurlarından biri olan yazının ilk kez Mezopotamya’daki Sümerliler tarafından kullanılmış olmasıdır. Yazının bulunmasıyla olaylar, sözlü gelenekten çok daha iyi bir şekilde, kuşaktan kuşağa aktarılabilmiştir. Bu durum, müzik tarihi açısından da önemlidir çünkü müzik hakkında yazılmış ilk yazılı kaynaklar, yine bu zamana aittir. 2.2.3. Mezopotamya Müziği Mezopotamya M.Ö. 4000 yıllarından başlayarak değişik uygarlıkların beşiği olmuştur. Bu verimli bölgede Sümer, Akat, Babil, Asur, Hitit, Kalde, Elam ve Pers uygarlıkları yerleşmişlerdir. Büyük İskender M.Ö. 331 yılında Babil egemenliğine son vererek bölgeyi ele geçirmiştir. Mezopotamya, coğrafya konumu açısından merkezi bir yerdedir: Güneyde Arap boylarının, batıda Hitit, Frigya, Fenike, Mısır ve Yunanlıların, kuzeyde İran ve İndu-German boyların, doğuda Hindistan’ın etkilerini yaşamıştır. Mezopotamya müziği, kuşatıldığı ülke ve kavimlerin öncelikle çalgılarını değerlendirmiş ve geliştirmiştir. 24 Ur kentindeki kral mezarları kazılarında elde edilen bulgulara göre, çalgıcılara “Zammeru”, vocal müzik yapanlara “nam” denmektedir. Ayrıca, biçim olarak “arp”a benzeyen iki tür lir’den bahsedilmektedir. Bu çalgılara genel olarak “algar” denmiştir. İlkel lir’in kalın seslisine “saggal”, ince seslisine “zagsal” adı verdikleri de bilinmektedir. Ancak bu çalgı-ların tınıları, akord ediliş biçimleri ve müzik işaretleri hakkında günümüze kalmış bilgi yoktur. (Say, 2010, s.35) İngiliz bilgin Galpin 1937’de Sümer müziğini deşifre ederek bu günkü nota yazısına çevirmiştir. (Erişim tarihi: 02.11.2013, saat: 09:13, http://www.gurelcan.com/primalages Bulgulara göre, Asur’lularda dinsel törenleri yöneten rahipler resmi kayıtlar tutmuştur. Geç Asurlular döneminde (M.Ö. 1270-M.Ö. 606), ilkel yaşam biçiminden kalma dindışı müzik de vardır. Müzikçilerin şenliklere ve kral eğlencelerine katıldığı varsayılmaktadır. Kalde’liler döneminde (M.Ö. 626-M.Ö. 538), Kral II. Nabuşhadnezar zamanında (M.Ö. 604-562), bir askeri çalgı topluluğunun kurulduğunu, bu olaydan 400 yıl sonra yazılan “Daniel’ in Kitabı’ndan öğreniyoruz. Bu çalgı topluluğundaki boruya “qarna” (kornonun ilkeli), kamıştan üretilen düdüklere “masroqitha”, lir ya da kucakta çalınan arp çeşidine “kastrop” deniyordu. Aynı kaynağa göre, kalın sesli arp’a “sebbeka”, ince seslisine “psantrin” adı verilmiştir. (Say, 2010, s.37) Asurluların yaptıkları kabartma resimlerde gördüğümüz çalgılar arasında; arp, lir, santur gibi çalgıların yanı sıra, “asor” adı verilen değnekle çalınan telli bir çalgının yer aldığı görülmektedir. Ayrıca, çifte düdük ile boru benzeri çalgılar ve zil, trompet ile tefi andıran enstrümanlar da kullandıkları görülmektedir. (Erişim tarihi: 02.11.2013, saat: 09:13, http://www.gurelcan.com/primalages.htlm) 25 Dönemin müziği hakkında bilgileri çeşitli mağara resimleri, yazılar ve enstrüman kalıntılarından alabiliyoruz. Mezopotamya’nın ilk uygarlığı olan Sümerlilerin tapınaklarında yapılan dinsel törenlerdeki yakarışlar, şiirsel özellikler taşıyordu. Bu yakarışların zamanla şarkılara dönüştüğü sanılmaktadır. MÖ 2000 yıllarından kalan belgeler, Sümer dualarında rahiplere bir koronun eşlik ettiğini yazar. Bu dualardaki ezgilere “sir”, rahibi ve koroya eşlik eden kamış kavallara “sem”, dinsel şarkılara da “ersemma” adı verilirdi. Bu zamanlarda yalnızca dinî müzikler yapılmıyordu. Bu dönemdeki diğer müzik örnekleri; düğün şarkıları, cenaze şarkıları, savaş müziği, çalışma şarkıları, bebekler için söylenen şarkılar, dans müziği, taverna müziği ve şölen şarkıları idi. Sümerlilerin ve onlardan sonra bölgeye hâkim olan Akatların dillerindeki kelimeler incelendiğinde, çeşitli müzik terimlerine rastlanır (MÖ 2500). Bu terimlere enstrüman isimleri, akort teknikleri, çalma teknikleri, müzik türleri örnek olarak verilebilir. Tarihte bilinen en eski besteciye de bu yazılarda rastlanır. MÖ 2300 yıllarında Ur kentinde yaşamış “Enheduanna” adlı bir rahibenin Ay Tanrısı Nanna ve Ay Tanrıçası Inanna’ya şarkılar yazdığından bahsedilir. Bu şarkıların sözleri, çivi yazılı tabletlerde günümüze kadar gelebilmiştir. 26 Babil’li Müzisyenler, MÖ 1800’lü yıllarda müzik konusunda yazmaya başladılar. “Enstrüman Akorduyla İlgili Bilgiler, Çalma Teknikleri, Nota Aralıkları ve Müzik Türleri” başlıca konulardı. Şu ana kadar bulunan en eski, yazılı müzik parçası ise yine Babil’lilere aittir. MÖ 1400-1250 yıllarından kalma olduğu sanılan bu parça, çivi yazısıyla, tablet üzerine yazılmıştır. Şarkı, Hurri dilindedir ancak tam olarak çevirisi yapılamamıştır. Ay Tanrısı’nın karısı Nikkal’a yazılmış bir şarkı olduğu tahmin edilmektedir. Müziğinin nasıl olduğu hakkında kayda değer bir buluş yoktur. Müzik notasının ilk örnekleri bulunmuş olmasına rağmen dönemin müzisyenleri, parçaları notaya bakıp çalmıyorlardı. Nota sadece, müziği diğer nesillere aktarmak için kullanılan bir araçtı. Müzisyen notaya bakıyor, müziği öğreniyor ve sonra ezberden veya değiştirerek çalıyordu. Babil’li Müzisyenlerin, müzik teorileri hakkında yazmaları; o zamanın müziği hakkında az çok fikir sahibi olmamızı sağlar. Bu yazılardan çıkarılabilenlere göre Babilliler ve büyük ihtimalle daha önce yaşayan Sümerliler, 7 notalık diyatonik dize’yi kullanıyorlardı. Kuramsal olarak 7 farklı diyatonik dize bulmuşlardı. Bu diziler, daha sonra Antik Yunan Uygarlığı’nda kullanılacak olan dizeler ile büyük benzerlik gösterecekti. Antik Yunan’da kullanılan dizilerin, Avrupa Müziği ve oradan günümüz müziğini etkilediği düşünülürse; “Günümüzdeki armoninin temeli, daha ilk çağlarda atılmıştır.” denilebilir. Arkeologların eski bir Sümer kenti olan Ur’da yaptığı kazılar sonucu, çeşitli lir kalıntılarına ulaşılmıştır. Hatta kalıntıları bulunan ve MÖ 3200 yılından kaldığı tahmin edilen, Sümerlilerin kullanmış olduğu lir; yeniden birleştirilmiştir. Bu lir, boğa formunda olduğundan “boğa liri” (bull lyre) olarak adlandırılmıştır. Boğa formunun, verimliliği simgelediği düşünülmektedir. Bunların dışında, dönemin bilinen çalgıları; yan ve düz çalınan flüt “tiğ”, küçük davul “balag”, timpaninin ilkeli olan ikili davul “lilis”, bir çeşit tef olan “adapa”dır. Mezopotamya’dan göç eden İbraniler, Akdeniz kıyısında Mısır ve Asur arasındaki geçiş yolu üstünde yerleşik bir konuma kavuştuklarında, çevrelerindeki tüm uygarlıkların edebiyatı, yasaları, şarkıları ve dinsel törenlerin etkisinde kalmışlar, edebiyata özen gösterdiklerinden her şeyi yazıya dökmüşler ve bugün elimizdeki pek çok eski bilginin kaynağını oluşturmuşlardır. Yahudi müziğinin gelişimi 3 ana dönemi kapsar. Göçebe dönem, Krallık Dönemi, Peygamber Dönemi.İbraniler için müzik, tümüyle dinsel törenlere, tapınmaya ilişkin bir kavram olarak yalnız tapınakta yer alır. Okunan metinler, özgün Babil ve Mısır şiirlerine dayalı ilahilerdir. Bu ezgiler Antiphon olarak adlandırılan bir biçimde düzenlenmiştir. Antiphonlar da dinsel lider, rahip veya haham, her dizenin yarısını söyler, halktan oluşan koro geri kalanını tamamlar; ya da baştaki kişi ilk tümceyi sunar, koro onu yineler. Bunlar aynı zamanda toplu nakaratlar olarak bilinir. Orta çağın başlangıcında derlenen Ambrosias ezgileri gibi pek çok yalın ezgi örneği Antiphon geleneğini sürdürmüştür. İbranilerde aynı zamanda danslar ve dünyasal müzik de gelişmiştir. İşçi şarkıları, ağıtlar ve kutlama ezgileri, tarihte ilk kez bu toplumda görülür. Değişimli (karşılıklı korolar vardır). Solo şarkıcılardan biri erkek, diğeri kadındır.(Musa ve Meryem). Tevrat’taki sözlü şarkıların melodi sitilleri şöyle tahmin edilmektedir. Sinagog müziğindeki çalgısal gösteriler süreç içinde vokal müzik çeşitlerine dönüşmüştür. İbraniler çalgıları geliştirme konusundaki katkıları önemlidir. İbrani çalgıları Mısır ve Asur çalgılarının benzeridir. Yahudi müziğinin evrelerine ilişkin çalgı bulguları, ya da çalgı resimleri çok azdır. Sonuç olarak, Tevrat’ta verilen bilgilerle yetinilmektedir. Çalgıcılar özellikle kadındır. İlk çalgıcının adı Juval ya da Judal’dır. Martin Luther’in çevirisine göre “kinnor” Kral Davud’un çalgısıdır: “on telli Arp” bulunmaktaydı. İbranilerde arp 5-9 telliydi.”Şofar” adlı boynuzdan yapılma üflemeli çalgının (ilkel korno) ağız parçası 27 bulunmuyordu. Bunun dışında Tulum ve Kaval gibi üflemeli çalgılarla bugünkü tefin atası olan tof ile bronz ziller bulunmaktaydı. Bu dönemdeki melodilere ilişkin olarak günümüze hiç bir işaret kalmamıştır. Zengin bir geleneğe karşın, Kuzey Afrika, Suriye, Yemen ve Pers ülkelerinde yapılan müzik hakkında, günümüz etnomüzikoloji araştırmacılarının ortaya çıkardığı pek bir şey yoktur. Eğer kayıt sayılabilirse, Tevrat ve İncil’deki bilgilerden yola çıkılarak karşılaştırmalı yöntemle bazı tahminlere varılabilmektedir. Ancak, sinagoglarda yüzyıllardan beri yapıla gelen dinsel Yahudi Müziğinin İbranilerden (peygamberler çağı döneminden) kaynaklandığı açıktır. (Say,2010) 2.2.4.Mısır Müziği Nil ülkesi, yeryüzünün en eski yerleşim bölgesidir. Mısır uygarlığı dört ayrı döneme ayrılır: I. II. III. IV. Eski Devlet (M.Ö. 2850-M.Ö. 2160) Orta Dönem Devleti (M.Ö. 2040-M.Ö.1650) Yeni Devlet ( M.Ö. 1550-1070) Geç Dönem (M.Ö. 771-M.Ö.332) Oldukça verimli olan Nil kıyılarında tarım erken başlamıştır. Nil ovalarında yaşayan boylar, tarlalara zarar veren hayvanları uzaklaştırmak için ‘’çalpara’’ benzeri vurmalı ve sallamalı çalgılar icat etmiştir. Bu çalgılar giderek ‘’doğaya şükran dansları’’nın eşlikçisi olmuştur. (Say,2010 s:39) Mısır müziği antik çağlardan beri Mısır kültürünün bir parçası olmuştur. Eski mısırlılar, Tanrı Hathor’un müziği icat ettiğine ve Osiris’ in de dünyayı medenileştirmek için kullandığına inanırdı. Piramit ve sfenkslerde bulunan resimlerde; çok kişili korolar, çeşitli arp, lir, flüt ve vurmalı çalgılardan oluşan büyük orkestralar göze çarpmaktadır. Bunlar, Mısır’da müziğin önemli bir yer tuttuğu konusunda bize kanıt sağlar. (Feniks Dergi, Sayı:72) Mısır tarihinde müziğin önemini, kazılarda bulunmuş çalgılardan, tapınak duvarlarındaki resimlerden öğreniyoruz. Mısırlıların gelişmiş bir dans kültürü olduğu, özellikle kadınların şarkı söyleyerek dans ettikleri de belgelenmiştir. (İlyasoğlu, 1994, s:3) Telli çalgıların başında, dev bir yay olan ve yere oturtulan arp geliyordu. Tek parçadan oluşan şasesi, ilkel dönemlerin yay üzerine gerili ilk telli çalgısına benzer. Mısır’daki bu büyük arp’ın tel sayısı ise 68’di. Sonraları arp, bir ‘’eşlik çalgısı’’ olarak küçüldü ve tellerinin sayısı arttı. Omuza alarak taşınabiliyordu. Üflemeli çalgı olarak kaval ve ‘’çifte kaval’’ vardı. Bu ikincisi, Fenikelilerden alınmıştır. Vurmalı çalgılar ise şunlardı: El davulu (bir küçük timpani) Darbuka ya da dümbelek. Sistre çeşitleri olan İba-sistrum ve Naos-Sistrum. Mısır’lıların bir müzik yazısına sahip olması düşünülemez. Ancak, belirli el işaretleri ve kol durumlarının açıklamaya çalıştığı resimlerle tonik ve dominant anlatılıyordu. Hickmann’a göre, çok sayıda el işaretleriyle ‘’şef, şarkıcı, kavalcı ve arpçı’’ resmedilmiştir. 28 Orta dönemde yeni çalgılar icat edilmiştir. Bu vurmalı çalgılar ‘’Küçükasya’’ ya da Afrika etkisiyle gelişmiştir. Mısır’da tapınaklarda kullanılmıştır. Mısırlı yazarların mezar duvarlarına resmettikleri topluluklar genelde şarkıcılardır. Yeni krallık döneminde arp gelişmiştir: Tel sayısı 8-16 (genelde 1012). ‘’ El-arpı’’ denebilecek küçük arp çeşiti de bu dönemin ürünüdür. III. Ramses döneminde, insan boyundan büyük arp’ler de kullanılmıştır. Lut komşu ülkelerden ithal edilmiştir. Bu dönemde lut üç ayrı form sergiliyordu. Sümer ve Babil lut’unun benzeri ince boyunlusu; ‘’Rebap’’ tipinde olan ve gitar benzeri. Geç dönemde, komşu ülkelerinin etkisi çok belirgindir. Herodot ve Platon (Eflatun) gibi klasik Yunan yazarları, Mısır müziğini konservativ (muhafazakar) olarak nitelenmişlerdir. Mısırlılarının gözde çalgısı, ‘’ben’’ adını verdikleri arp’tır. İlk arp M.Ö. 2400 yıllarında yapılmış ve ünlü Giza piramitlerinden önce ortaya çıkmıştır. ‘’Met’’ adı verilen çifte klarnet, bambu kamışından yapılmıştır. Paralel iki kamış düdükten oluşur. Unison ses veren bu çalgı, Arp’ların ‘’zamr’’, ya da Türk’lerin ‘’zurna’’sı gibi, burundan sürekli soluk alınarak çalınırdı. (Say,2010,s:39-41) Asya’dan özellikle Çin’den daha büyük boy çalgılar gelmeye başladı. Bu erişim hem çalınan hem de söylenen müziği de etkiledi. (Mimaroğlu,1999,s:27) Firavunlar rahip-krallıkdı; bu nedenle saray müziği ile tapınak müziği arasında bağ vardı. Saray müzikçileri şarkı söyler, çalgı çalar ve dansederlerdi. Yeni krallık döneminde tapınaklara kadın müzikçiler de girdi. Müzik ve dansın temposu canlandı. Asya kökenli çalgıların katılmasıyla ‘’Oriental etki’’ belirginleşti. Uzun saplı lut (ud), ya da ‘’pandora’’, günümüzde Sudan’da kullanılan 2-3 telli ‘’günbiri’’ye benzer. Demir Çağı’na girildiğinde, Ortadoğu’nun bütün uygarlıklarındaki gibi, Mısır uygarlığının özgün karakteri kaybolmuştur. Yunanların M.Ö. 332’de, Romalıların M.Ö. 30’da ülkeyi işgal etmeleri üzerine tarihten silinmiştir. Mısır’da müzik teorisi üzerine kalıcı bir çalışma yapılmadığı açıktır. Bilime dayalı bir müzik teorisini geliştiren Pythagoras (Fisagor)’un Babil’de yaptığı çalışmaları Mısır tapınaklarında sürdürmüştür. Mısırlıların da en az Mezopotamyalılar kadar oktav, beşli ve dörtlü aralıkları bildiği kabul edilir; Arp yarım ton aralıkları ile büyük üçlüden, lir ise tam ton aralıklarıyla küçük üçlüden oluşan ‘’beş ses dizisi’’ne göre akord ediliyordu. Antik Yunan kaynakları, M.Ö. 246-221 yılları arasında İskenderiye’de yaşayan Roma’lı Ktesibios’un ‘’hydralius’’ (su orgu)nu icat ettiğini belirtir. Ancak bu buluş, Mısır geleneğinin değil, Romalıların bir ürünüdür. Önemli bir ayrıntının daha üzerinde durulması gerekir: Mısır tapınaklarında kullanılan küçük çanlar, Hristiyanlığın yayılmasıyla giderek kilise tarafından da benimsenmiştir. (Say,2010, s:41) 29 2.3. ANTİK YUNAN’DA MÜZİK Antik Yunan Uygarlığı hakkında elimizdeki verilerin kısıtlı olması nedeniyle, bu dönemin müziğinin düzenli tarihçesini yazmamız mümkün değildir. Arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulardan, ancak parça parça bilgilere ulaşabiliyoruz. Ege Denizi’nde bulunan Sakız ve Sisam Adalarında, MÖ 2500 yılından kalma, mermerden yontulmuş çalgıcılara rastlanmıştır. Ayrıca Girit Adası’nda yapılan bir kazı sonucu, MÖ 1500 yılından kalma “çifte aulos” veya “lut” gibi Yunan çalgıları bulunmuştur. Arkaik Dönem (MÖ 7 ve 6. yy)de Isparta’da, Apollo adına müzik şenlikleri yapıldığı bilinmektedir. MÖ 7. yüzyılda Archilochus (680-645), Sappho (630-570) gibi dönemin ünlü şairlerinin, şiirlerini şarkı söyleyerek okudukları bilinir. Günümüze bu şarkıların sadece metinleri kalabilmiştir. MÖ 5 ve 4. yüzyıllarda, tragedyalarda müzik zaman zaman koroya eşlik etmiş; zaman zaman koro, sözleri melodik söylemiştir. 30 2.3.1. Antik Yunan Felsefesi’nde Müzik Düşüncesi Antik Yunan’dan günümüze çok az şarkı kalmış olmasına rağmen o dönem filozoflarının yapıtları, müzik düşüncesi hakkında doyurucu bilgiler içermektedir. Diğer tüm alanlarda olduğu gibi müzik alanında da bir düşünce sistemi geliştiren, yine Antik Yunan Filozofları olmuştur. Dönemin en önemli uğraşı olan doğa ve insanı anlama çabası, filozofları “Müziğin Doğası ve İnsan Üzerindeki Etkileri” konusunda düşündürmeye zorlamıştır. Pythagorasçılar (Pisagorcular), müzikte evrenin uyumunu aramış; Platon ve Aristo ise müziğin insan üzerindeki etkileri ve eğitimde nasıl kullanılabileceği konusunda düşünceler geliştirmişlerdir. Pythagorasçı (Pisagorcu) Okul Müzik hakkında ilk önemli teorik araştırma, Pythagoras (Pisagor) tarafından yapılmıştır. Bu araştırmalar, daha sonra Pisagorcu Felsefe Okulu tarafından sürdürülmüş ve dönemin müzik düşüncesine önemli katkılarda bulunmuştur. Pisagorcular da dönemin diğer filozofları gibi evrenin mükemmel bir uyumu olduğu ve bu uyumun evrendeki her şeyde olması gerektiğine inanırlar. Bu uyum; matematikte, fizikte, toplum yapısında, insan ruhunda hep vardır. Bu uyum, “harmonia” olarak adlandırılır. Pisagorcular için bu uyumu anlamak sayılar ile mümkündür. Bu uyumun -evrendeki her şeyde olması gerektiği için- müzikte de olması gerekir ve dolayısıyla müzik de sayılarla ifade edilebilir. Bu durum, Pisagorcuları sesler arasındaki matematiksel ilişkileri bulma ve müziğin doğasını sayılar aracılığıyla anlamaya yönlendirmiştir. Müzik doğasını anlamanın diğer önemli yanı, müziğin doğasını anlayarak evrendeki uyumu da anlama amacıdır çünkü müziğin içindeki seslerin ve evrenin uyumu, birbirinden farklı değildir. Harmonia kavramı sayesinde, müzik ile astronomi arasında da çok yakın ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişkilerin en önemli sonucunu, Pisagor’un Harmony of the Spheres (Kürelerin Uyumu) fikrinde görebiliriz: “Gezegenlerin hareketleri ve aralarındaki uzaklıklar, müzikte çeşitli nota aralıklarına ve dizilere denktir.“ Şöyle ki gezegenler arasındaki uyum ile sesler arasındaki uyum, bir benzerlik taşır. Zaten harmonia kavramı, bunun aksini mümkün kılmaz. Bu düşünce, çağlar boyunca birçok insanı etkilemiş; Shakespeare (Şekspir) “The Tempest” (Fırtına) oyununda bu düşünceden esinlenmiş, Modern Astronominin Kurucusu Johannes Kepler, eserlerini bu düşünce temeli üzerine kurmuştur. 31 Platon Antik Yunan Felsefesi, öncelikle “Doğa” ile ilgilenmiş ve bu konuda araştırmalar yapan doğa filozoflarını yetiştirmiştir. Sonra Sofistler ve Sokrates’le, insanın doğasını anlamaya ve iyi bir insan olarak yaşamak için pratikler geliştirmeye dayalı bir dönem başlamıştır. Platon, Aristo’yla birlikte bu dönemin zirve noktasını oluşturacak ancak maddi dünyayı yadsıyarak Aristo’dan ayrılacaktır. Platon’un maddi dünyayı yadsıması, kendi geliştirdiği ve tüm felsefesinin temelindeki “İdealar Dünyası” düşüncesinden kaynaklanır. Platon’un müzik üzerindeki görüşlerini daha iyi anlamak, bu düşünceyi anlamakla mümkündür. Oldukça geniş ve yer yer karmaşık olan idealar dünyasını bu yazıda her yönüyle ele almak, mümkün değildir. Burada, konuyu ancak ana hatlarıyla değerlendirebiliriz. Platon’a göre iki tip evren vardır: İlki, üzerinde yaşadığımız, bildiğimiz anlamda fiziksel evren; diğeri evrendeki canlı cansız her varlığın ve her kavramın mükemmel ve tekil olarak var olduğu idealar evreni. Bu evrende, fiziksel evrendeki her şeyin tek bir örneği vardır; bu örnek, mükemmel olandır. Dünyada birçok kedi olmasına karşın evrende tek bir kedi ideası vardır; dünyadaki tüm kediler, bu kedi ideasının birer yansımasıdır. Dolayısıyla, fiziksel evrendeki her şey sadece birer yanılsamadır; gerçek olanlar, idealar evrenindedir. Bu durum, sadece somut maddeler için değil; renk, form gibi kavramlar için de geçerlidir. Sarı rengin tek bir ideası; yuvarlaklığın, düzlüğün ayrı ayrı ideaları vardır. Böylece, fiziksel evrendeki herhangi bir şey, birden fazla ideanın bir yansımasıdır. Örneğin; sarı renkte bir kedi, sarı ideasının ve kedi ideasının bir yansıması; yuvarlak, kahverengi bir masa da masa, yuvarlak ve kahverengi idealarının yansımasıdır. Aynı durum; aşk, doğruluk, cesaret gibi soyut kavramlar için de geçerlidir. Bu geçerlilik, Platon’un felsefesini anlamamızda kilit rol oynar. Daha önceden değindiğimiz gibi Platon, insanın nasıl daha iyi bir hayat süreceği sorusunu soran filozoflar arasındadır. İnsanın iyi bir insan olmasını sağlayan doğruluk, cesaret ve adalet gibi kavramların da idealar dünyasında mükemmel olarak var olduğunu düşünürsek bu kavramların kişiden kişiye veya dönemden döneme değişmesi söz konusu olamaz çünkü idealar tektir ve -idealar evreninde zaman kavramı olmadığından- değişmezler. Dolayısıyla doğru insana ulaşmak için yapılması gereken tek şey, idealar evrenindeki doğruluk ideasına ulaşmaktır. Bu evrene ulaşmak, zihni fiziksel evrenden kopartıp idealar evrenine yükseltmekle, bu da ancak bir filozof sayesinde zihnin eğitilmesiyle mümkün olabilir. Platon’un hayata, toplumsal yapıya ve sanata bakış açısı; hep bu zihinsel yükselme amacı üzerine kuruludur. Bu amaç, müzik üzerindeki düşüncelerinde de kendisini doğal olarak belli eder. Bu amaç etrafında Platon, müziği tarzına göre hem zihnin eğitiminin vazgeçilmez bir parçası sayarak yüceltir hem de bireyleri duygusallığa itip zihinlerinin yükselmesine engel oluşturabileceğinden güçlü bir şekilde kısıtlar. “Devlet” adlı eserinde Platon, yazının devamında ayrıntılı olarak göreceğimiz Yunan 32 makamlarından bazılarını bireylerde cesaret, doğruluk gibi erdemleri yücelttiği gerekçesiyle överken bazı makamları da kötü duygular uyandırdığı gerekçesiyle yasaklar. Harmonia kavramına inanan biri olarak Platon, müziğin evrendeki uyumu yansıttığı ve bu yüzden yüce bir şey olduğu konusunda Pisagorcu Okulla benzer görüşe sahiptir. Ayrıldığı nokta, ön plana zihnin yükselmesi sorununu koyarak müziği bu yolda bir araç olarak görmüş olmasıdır. Bu nedenle müzik, öncelikle aklın süzgecinden geçmelidir. Platon için müziğin amacı, bireylere haz vermektir. İyi müzik de kötü müzik de bireylere bir haz sağlar. Bu durumdan yola çıkarak iyi müziğin yaratmış olduğu iyi hazdan sonuna kadar yararlanmak, kötü müziğin yarattığı kötü hazdan ise tamamen kaçınmak gerekir. İyi müzik, uyumlu armoniye sahip ve insanda erdem duyguları uyandıran müzikler, kötü müzik ise insanların sadece zevk için dinlediği, kötü duygular uyandıran müziklerdir. Böylece Platon, dönemin müziğini net bir şekilde iki kısma ayırır: Birincisi dönemin müzik insanlarının yaptığı, teoriye çok bağlı olmayan, kulağa hoş gelen ve insanları eğlendiren müzik; ikincisi ise Pisagorcu armoniye dayanan, evrendeki düzene tam olarak uyumlu yüksek bir bilinç düzeyinde yapılan ve her yönüyle düşünceye dayalı bir müzik. Müzik tarihinin her döneminde var olmuş ve günümüze kadar gelmiş olan, kurallara uygun sanat müziği ile doğaçlamaya dayalı halk müziği arasındaki ayrımın kökeni; Platon’un yaptığı bu ayrıma dayanır. Gerek müzik yaşamından gerekse Platon ve Aristo’nun metinlerinden, Platon’a karşı sert bir muhalefetin olduğu bilinmektedir. Özellikle Epikurosçu Okulun hedonizm felsefesine dayanan düşüncelerinde, müziğin eğitici yönünden ziyade haz verici yönü ön plana çıkarılır. Aristoteles (Aristo) Rönesans Döneminin Ünlü İtalyan Ressamı Raphael (1483-1520), “Scuola di Atene” (Atina Okulu) adlı tablosunda, Atina’nın filozoflarını resmeder. Resmin ortasında, Platon ve öğrencisi Aristo bulunur. Platon, parmağıyla “yukarıyı”, Aristo “aşağıyı” gösterir (bk. Resim 4). Bu resim, felsefe tarihinin temelini atan iki filozofun arasındaki temel farkı en iyi gösteren eserdir. Platon, “İdealar” kuramıyla, dünyadaki her nesne ve kavramın özünün bu dünyanın dışındaki bir evrende bulunduğunu iddia etmişti. Aristo ise tüm nesne ve kavramların özünün bir ideada bulunduğu fikrini kabul etmesine karşın bu idealar dünyasını, gerçek dünyanın içine koymuştur. Böylece, karşımıza hepsi yaşadığımız fiziksel dünya üzerine olmak üzere iki kavram çıkar: Evrende tek tek algıladığımız, Platon’un da birer yanılsama olarak gördüğü “tekil” (singularis) ve bir tekil nesnenin özünün, varoluşunun nedeni olan “tümel” (universalis). Tekil varlıklar, sadece tümele dayandırılarak açıklanabilir. Burada, keskin bir fark daha görülmektedir: Platon için amaç; idealar dünyasını, tümeli anlamaktır. Aristo içinse tümeli anlamak, tekili anlamak için bir araçtır; asıl amaç, tekili anlamaktır. 33 Atina Okulu (Platon ortada solda, Aristoteles ortada sağda.) Aristo, tümeli fiziksel dünya içine koyduğundan neredeyse tamamen fiziksel dünya ile ilgilenmiştir. Raphael’in tablosundaki farkın nedeni de budur. O zaman, dünya üzerindeki hemen hemen tüm bilgiye sahip olan Aristo, düşüncesini tamamen bir sınıflandırma üzerine kurmuştur. Bu sınıflandırmayı sadece doğadaki varlıklar üzerine değil, sanat türleri ve bu türlerin kendi içerisindeki alt türleri üzerine yapmıştır. Aristo’da, Platon’daki gibi akıl yoluyla idealar dünyasına ulaşma ve yaşamı buna göre şekillendirme yerine, bu dünyayı tam anlamıyla anlama amacı hâkimdir. Bu amaç, Aristo’nun müzik düşüncesini Platon’daki gibi doğrudan etkilemez ama düşünsel anlamda dolaylı bir şekillendirmeden söz edilebilir. Aristo’nun insanların eğitimi ve devlet yönetimi sorununu ele aldığı “Politika” adlı eserinin sekizinci ve son kitabı, tamamen müzik sorununa adanmıştır. Müzik konusundaki görüşlerinin çoğunu bu bölümden öğrenebiliyoruz. Aristo da Platon gibi müziğin temel amacının haz vermek olduğunu kabul eder ve bu haz konusunda dikkatli davranılması gerektiğini düşünür. Müziğin eğitim için gerekli olduğu konusunda da Platon ile aynı görüştedir ancak bu gerekliliğe farklı bir yön verir. Bu yön, “skhole” (boş zaman) ile tanımlanır. İnsan, iyi bir yurttaş olmak için çalışmak zorundadır ancak çalışmayıp dinlenebileceği boş bir vakte de ihtiyaç duyar. Bu boş vakitte dinlenebilmeli ve mutlu olmalı; bir başka deyişle, haz almalıdır. Ancak bu haz, kişiyi daha üst bir noktaya taşımalı, sıradan insanların hiçbir amacı olmayan hazlarından farklı olmalıdır. Aristo bu hazzı, “müzik” olarak tanımlar. Dolayısıyla, müziğin nasıl olması gerektiğini araştırırken de müziğin bu ödevini göz önüne alır. Müzik, ideal bir boş zaman etkinliği olduğuna göre bireylere müzik eğitimi verilmesi önemlidir. Bu şekilde, insanlar boş zamanlarında müzikle ilgilenebilecekler ve böylece hem haz duyup mutlu olacaklar hem de bu uğraş, gelişmelerine katkıda bulunacaktır. Ancak bu hazzın niteliği önemli olduğundan her tür müzik, eğitim için uygun değildir. Bu konuda Aristo, Platon’dan daha serbesttir. Eğitim için olan müzik konusunda Platon kadar serttir ancak bireydeki duyguları coşturan veya bireye acı veren melodileri onun gibi dışlamak yerine, onları, “dinlenecek müzik” olarak farklı bir kategoriye koyar. Bu kategorinin temeli, Aristo’nun tragedyayı da tanımlarken kullandığı “katharsis” kavramıdır. Şiir sanatının incelendiği “Poetika” adlı eserinde, bu kavram şöyle tanımlanır: “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir.” Bireylere acı veren müzikler de bireylerin, tutkularından kurtulmalarına yardım ettiği taktirde dinlenmesi gereken müzikler arasındadır. 34 Yukarıdaki ayrımdan yola çıkarak eğitim için müzikle ilgilenenler ile profesyonel müzisyenler arasına da net bir ayrım koyar: Müzisyenler, müziği para kazanmak ve başkalarını eğlendirmek için yaparlar ve bu, yüceltici bir uğraş değildir. Ayrıca bir müzisyen kadar iyi bir şekilde bir çalgıyı çalmak için çok zaman harcanması gerekir ve bu durum, soylu bir kimseyi diğer ödevlerinden mahrum bırakır. Bu yüzden, soylulara sadece gerektiği kadar müzik eğitimi verilmelidir. Aristo’ya göre, çalınması zor olan üflemeli çalgılar ile kitharanın eğitimde kullanılması uygun değildir. Makam olarak da makamların en oturaklısı ve taşıdığı ahlaki niteliğin de erkekçe bir nitelik olması bakımından, “dorian” makamının en uygun makam olacağını belirtir. Kitabın sonunda, yumuşak uyumlara sahip makamları yasakladığı için Platon’u eleştirir. Yüksek tonlu şarkıların yaşlılar için uygun olmayacağı görüşüyle, “lydian” gibi alçak tonlu makamların bulunmasını da gerekli görür. 2.3.2. Müzik Teorisi Müzik teorisi üzerine kapsamlı olarak çalışan ilk ismin Pisagor olduğunu söylemiştik ancak müzik üzerine hiçbir eseri, günümüze kadar yaşamamıştır. Bu filozof ve müzikle ilgili teorisi hakkında bildiklerimizi, ancak diğer filozofların alıntılarından öğrenebilmekteyiz. Parça parça da olsa şu ana kadar var olabilmiş ilk teorik eser, MÖ 330 yılında Aristo’nun öğrencisi Aristoxenus tarafından yazılmış “Harmonic Elements and Rhythmic Elements” adlı eserdir. Ayrıca Claudius Ptolemaeus (83165), Cleonides (yaklaşık 3. yy), Aristides Quintilianus (yaklaşık 3. yy); Yunan dünyasının önemli müzik teorisyenlerindendir. Teorileri, Hristiyan Müziği’ni etkileyerek Batı Müziği’nin temelini oluşturmuştur. Aralıkların hesaplanması ‘mod’(makam) adlı ses dizilerinin düzenlenmesini getirmiştir. Yunan’lar, müzik ve insan arasında daha doğru yoldan bir bağ kurmuşlardır. Örneğin Aristotales ‘Politika’ eserinde şöyle demiştir:’ Makamlar çeşitlidir; bunları dinleyen de ayrı ayrı etkiler altında kalır. Bazıları, Miksolidyan makamı gibi, insanı hüzne götürür; bazıları kafaya durgunluk verir; bazıları esenlik getirir, Dorya makamı gibi; Frigya makamı ise coşkunluk aşılar. Ethos yüzünden ezginin insanı eğitici niteliği yüzünden, müzik yapma, aulos ve lir çalma, eğitimin ve bilgeliğin en önemli dallarından biri gibi tutulmuş, okullarda müzik dilden ve matematikten önce gelmiş, üstelik, Ardadya’da bu çalgıları çalmak, 30 yaşına kadar zorunlu kılınmıştır. İnsan aklını ve görgülerini, yalnız varlığını ayakta tutmak için gerekli pratik ve teknik bilgiler edinmek yolunda kullanmakla yetinmez olur. Yalnız bilmek için de bilmek ister, böyleye ve ‘praxis’in üstünde ‘theoria’ya yükselir, dolayısıyla bilime varır. İşte felsefe böyle bir anda, böyle bir durumda doğmuştur. Antik Yunan’da halk ozanları geleneği sayesinde şiir ile müzik iç içedir. Sachs, bu geleneği şöyle betimlemiştir.”Yunan ülkesinin her yanında ve sömürgelerde müzik yapılıyordu. Ancak müziği meslek edinmiş olanlar, bu yaygınlık oranında değildi. Bu çeşit müzikçilerin eski örneklerinden biri olan Homeros, bir halk ozanıydı. Hem ozan, hem lir çalgıcısı, hem şarkıcı (Saygun.1994:50-51) 2.3.4. Antik Yunan’da Kullanılan Enstrümanlar 35 Yunan Uygarlığı’ndaki enstrümanlarla ilgili olarak Mezopotamya’daki enstrümanlardan daha fazla bilgiye sahibiz. Bu bilgiler; yazılar, arkeolojik kalıntılar ve çeşitli eşyalar üzerine yapılmış resimlerden çıkarılabilmektedir. Dönemin en önemli enstrümanları lir, aulos ve kithara’dır. Bunun dışında panflüt, orgun ilk örneği olan su orgu, korno, arp ve çeşitli perküsyon aletlerine rastlanmıştır. Lir Pena veya benzeri bir cisimle çalınan telli bir çalgıydı. İlk lirler, tetrakord yapısına uygun olarak dört telli yapılırdı. Tel sayısı giderek arttı ve on beşe kadar ulaştı ancak genelde lirler, Yunan modlarına uygun olarak yedi telli idi. Çalınacak moda uygun olarak yedi tel, akord edilirdi. Lirde, sesin tınladığı bir gövde bulunur. Bu gövdeden içeri ve dışarı kıvrılan iki kol, yükselerek bir çeşit boyunduruk ile birbirine bağlanır. Diğer boyunduruk, gövdeye sabitlenir. Teller bu boyunduruklar arasına gerilir. Uzunlukları arasında bir fark yoktur; ses farkı, tellerin değişken kalınlıkları ve gerginlikleri ile elde edilir. Sağ el bir pena yardımıyla telleri çalarken sol el, istenmeyen tellerin susturulmasını sağlar. Yunan Mitolojisi’nde lir; ışık, kehanet, sanat, müzik ve Şiirin Tanrısı Apollo’nun çalgısıdır. Lir çalabilmek, Atina’da eğitimin çok önemli bir parçası sayılıyordu. Danslarda, şarkılarda, çeşitli şiirlerin söylenmesinde sürekli eşlik çalgısı olarak kullanılırdı. Hatta lirik şiir (lyric poetry)in, adını lir ile birlikte söylenmesinden aldığı söylenir. Kithara Kitharanın yapısı, mantık olarak lirle aynıdır ancak lirden daha karmaşık, daha büyük ve çalınması daha zor bir enstrümandır. Lir, müzisyen olmayan biri tarafından da çok rahat bir şekilde çalınabilirken kithara, ancak dönemin profesyonel müzisyenleri tarafından çalınmaktaydı. Kithara çalgıcılarına, “kitharode” deniliyordu. Gövde, tahtadan oluşur ve genelde düz bir zemine sahiptir. Gövdenin kenarlarından yükselen iki adet kol; bazen düz, bazen hafif kıvrımlıdır. Bu iki kol birbirine bir boyunduruk yardımıyla bağlanır, yedi tel bu boyunduruk ile gövdede bulunan bir parça arasına gerilir. Kitharode, çalgıyı sol omzundan destek alarak havaya çalar. Lirde olduğu gibi sağ el tellere vurur, sol el ise istenmeyen telleri susturur. 36 Aulos Resim 8: Bir aulos çalgıcısı Yunanlıların en önemli üflemeli çalgısı, aulostu. Çifte kamışlı bir çalgıdır, her kamışın üzerinde parmak delikleri ve uçlarında, sesin çıktığı bölge olan dil (reed) bulunur. Çift yapısı itibarıyla, günümüzde kullanılan obua’ya benzer. Sesin değişimi; deliklerdeki parmak pozisyonları, dilin ağızdaki pozisyonu ve üflenen havanın değişimi ile sağlanır. Aulos çalan insanların resimlerinde, iki kamışta da parmak pozisyonlarının genelde aynı olduğu görülür. Tahminlere göre iki kamış arasında çok az bir ses farkı vardı ve bu farkı, titrek ve yankılanan bir ses yaratıyordu. Aulos, özellikle Şarap Tanrısı Dionysos için yapılan törenlerde çok sık kullanıldı. Antik Yunan Tragedyası’nın üç büyük yazarı Aeschylus (MÖ 524-455), Sophocles (MÖ 496-406) ve Euripides’in (MÖ 486-406) Dionysos Festivalleri için yazdığı tragedyalarda, koroya aulos eşlik ederdi. Olimpiyat Oyunlarında da kullanılan bir çalgıydı. Panflüt (Sirinks) Birden fazla (genelde yedi) kamışın farklı uzunluklarda kesilip yan yana birleştirilmesine dayanır. Kamışların tepelerindeki deliğe hava üflenerek (boş bir cam şişenin çıkardığı ses gibi) ses çıkarılır. Kamışlar farklı uzunluklarda kesildiği için her kamıştan farklı bir ses çıkar. Antik Yunan’da panflüt, Su Perisi Syrinx (Sirinks)’in adını almıştır. Efsaneye göre Kırların ve Çobanların Tanrısı Pan, bu güzel su perisine âşık olur. Syrinx de Pan’dan kaçmak için bir nehirdeki su perilerinden yardım ister. Nehirdeki su perileri, onu bir su kamışı bitkisine çevirir. Pan da bu bitkilerden bazılarını keser ve panflütü yapar. 37 2.3.5. Yunan Modları Yunan müzik teorisi geleneksel olarak yedi genel başlık altında toplanmıştır. Notalar, aralıklar, makam soyları, dizi sistemleri, perdeler, modülasyon ve melodik kompozisyon.Bu sıralama, Tarentum'lu Aristoksenes tarafından M.Ö. 330y yılında yazıldığı sanılan " Armonik Elemanlar" adlı kitapta yer almıştır. Daha sonra M.S. 2. yüzyılda yaşadığı sanılan Kleonides, Yunan modlarını bir oktav içinde yeniden sıralamıştır. (Say,2006, s: 57) Yunan modları, tam ve yarım perdelerin inici olarak kendine özgü bir sıra oluşturduğu dizilerdir ve hepsinde, dizinin aşağı doğru beşinci derecesinden başlayan ikincil bir dizi yer alırdı. Bu ikincil diziler, Yunanca "aşağı" anlamındaki hipo ön adı ile belirtilirdi. Böylece örneğin Dorien dizisinin ikincili "Hypodorien"; Frigyen dizisinin ikincili "Hypophrygien"; Lydien dizisinin ikincili "Hypolydien" adını taşıyordu. (Say,2009, s:77) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Dorien (doryen) : Mi inci dizi Phrygien (frigyen) : Re inici dizi Lydien (lidyen) : Do inici dizi Mixolidyen (miksolidyen) : Si inici dizi Hypodorien (hipodoryen) : La inici dizi Hypophrygien (hipofrigyen) : Sol inici dizi Hypolydien (hipolidyen) : Fa inici dizi 1. Dorian(Doryen) Dorian modu, özellikle miladi 5.yy civarında sıkça kullanımı ilebilinen eski ses dizilerinden biridir. Vokal müziğindeki kullanımı ile dikkat çeken Dorian modu, o dönemde genellikle toplu olarak(vokal gruplarınca), aşk şarkılarında, trajedi ve özellikle ağıtlarda kullanılmıştır. Bu modda yazılmış olan eserler o dönemde büyük üçlüde “koro” ile seslendirilmiştir. Birçok ruh halinin yansıtılabildiği, masalsı bir etkiye sahiptir. O dönemde “lir” çalmayı öğrenen çocuklara ilk öğretilen ses dizisi olduğu iddia edilmektedir. (West,1992, s: 179,180) 2.Phrygien(frigyen) Phrygian modu, Antik Yunan’da özellikle enstrüman (kithara) müziği için kullanılmış olan bir ses dizisidir. Her tip ruh halinin yansıtılabildiği bir yapıya sahip olan bu dizi geçmişte, dini kutlamalarda ve bayramlarda 38 kullanılmıştır. Mitolojik anlamda tanrılara ibadet için de kullanıldığını ileri sürenler vardır. 11 Karanlık ve gergin bir havası olan Phrygian, sonraki dönemlerde Flamenko müziğindeki en temel ses dizisi olmuştur.(West,1992, s:180-181) 3. LYDİAN(Lidyen) Geçmişte Lydian modu, Ionian modu sınıfında; yani gevşetici, yumuşak etkisi olan modlar arasında ele alınmıştır. Her ne kadar gevşetici bir etkisi olduğu iddia edilse de yüksek bir etkileme gücü olduğu da ileri sürülmektedir. Hatta bu modu çocukların daha rahat algılayabileceğini, bunun onlar için bir eğlence olarak algılanabileceğini ileri sürenler dahi olmuştur..(West,1992, s: 182) 4. MİXOLYDİAN(Miksolidyen) Geçmişte Mixolydian modu, “Dorian” gibi trajedilerin ifadesinde kullanılmış bir ses dizisidir. “İçgüdüsel” ve “ağıtsal” olarak nitelendirilen bu modun “merhamet” duygusu uyandırdığı iddia edilmektedir..(West,1992, s:182) 5.HYPODORİEN(Hipodoryen) Hypodorien dizisi Aeolic kültürünün açık yürekli, dürüst ve cömert insanlarına has bir ses dizisi olduğu kabul edilmiştir.(West,1992, s:183) 6.HYPOPHRYGİEN(Hipofirigyen) Locrian modunun, İtalya’nın “Locri” bölgesinde yaşamış bir besteci olan Xenocritus tarafından bulunmuş olduğu ileri sürülmektedir. Eski armoni kitaplarında bu modun “Hypodorian” dizisi ile aynı etkiye sahip olduğu belirtilmiştir. (West,1992, s: 184) 39 7. HYPOLYDİEN(Hipolidyen) Günümüzün iyonyen modu Antik Yunan modlarında hypolydiene denk gelir. "Bu ses dizisi, Türk müziğindeki “Çargâh” makamı ile benzer bir duyuma sahiptir." (Özkan,2000, s:95) 4. KİLİSE MODLARI Tarih boyunca doğu ve batı müziklerinde çeşitli diziler kullanılmıştır. Makam, mod, ton gibi adlar taşıyan bu diziler, bir müzik sisteminin ürünüdür. Avrupa müziğinin temel dizisi olan diyatonik dizi, bir sekizli içinde tam ve yarım perdeleri içerir. Bu gerçekliğe, günümüz Avrupa kültürünün de temeli olan Antik Yunan kültürü olanak olanak açmıştır. İlkçağdaki Yunan müzik sistemi, mod adı verilen dizilere dayanır. Modal sistem, tarih boyunca etkili olmuştur: Ortaçağ kilise müziği, modları taklit etmiştir. Avrupa’daki halk şarkılarının çoğunluğu modaldir. Rönesans çağının çoksesliliği başlangıçta bu dizilere dayanıyordu. Daha sonraki dönemlerin armonik çatkılı müzikleri de modların etkisini taşır: Palestrina,Byrd, hatta Bach ve Haendel, bu etkiyi hissetmişlerdir. Beethoven’in son kuartetlerinden birinde (op.132), Yunan’ların Lidyen modu kullanılmıştır. Günümüz bestecileri de modal müzikten yararlanır. Yunanlar, modlara Doryen, Frigyen, Lidyen, Miksolidyen gibi adlar vermişlerdi.Bu yoldan müzik ile insan arasınd bağlar kuruyorlardı. Aristo,’’Politika’’ adlı eserinde şöyle yazar: ‘’Modlar çeşitlidir. Bunları dinleyenler değişik etkiler altında kalır. Miksolidyen hüzün verir. Doryen esenlik getirir. Frigyen coşku aşılar…’’ Aristo’nun yakıştırmaları bir ölçüde doğru olmakla birlikte, gerçeği tam yansıtmaz. Bütün diziler ve bu arada Yunan modları, melodinin sadece cansız birer soyutlamasıdır. Dizilerden üretilen melodiler, estirdiği müzikal rüzgarla anlam kazanır. Demek ki bir dizi ile ondan çıkan melodiler arasında sıkı bağlar vardır , ama tek başına diziler, kanıyla canıyla bizi duygulara sürükleyen ‘’müzik’’ değildir, melodi değildir. Onlar, yararlanılacak temel malzemedir. 40 Yunan modları, tam ve yarım perdelerin inici olarak kendine özgü bir sıra oluşturduğu dizilerdi ve hepsinde, dizinin aşağıya doğru beşinci derecesinden başlayan ikincil bir dizi yer alırdı. Bu ikincil diziler, Yunanca ‘’aşağı’’ anlamındaki hipo ön adıyla belirtilirdi. Böylece örneğin Doryen dizisinin ikincili ‘’Hipodoryen’’; Frigyen dizisinin ikincili ‘’Hipofrigyen’’; Lidyen dizisinin ikincili ‘’Hipolidyen’’ adını taşıyordu: (Say,2008,s:77) Ortaçağ modları çeşitli kaynaklarda Kilise modları olarak da isimlendirilir. Milano Piskoposu St. Ambrosius (340-397) batıda Hristiyan müziğine düzen getirmekle görevlendirilmiş ve kendi kilisesinin müzikli ayinlerini saptamıştır. Re,Mi,Fa,Sol seslerinden başlayan diziler oluşturulmuş Doryen,Frigyen,Lidyen ve Miksolidyen adlarını verdiği bu diziler otantik (ana) mod olarak isimlendirilmiştir. Halk ezgilerinin tören müziğine fazlaca karışmış olması giderek kaygı verici olmuş, bunun üzerine papa yetkilerini de elinde bulunduran Büyük Gregor (M.S. 540-604 ) tören müziğini sadeleştirme yoluna gitmiştir. Bu amaçla düzenlediği melodiler Gregor şarkıları ya da Plaint-Chant (saf şarkı) adı ile günümüze kadar gelmiştir. Papa Gregor kilise makamlarına dört makam daha eklemiştir. Böylece St.Ambrosius’un düzenlediği Doryen (1.), Frigyen (2.), Lidyen (3.), Miksolidyen (4.) ana (otantik) modlar, Papa Gregor’un düzenlediği diğer modlar ise (yan, yardımcı) modlar olarak isimlendirilir. Plagal modlar ana modların beşinci sesi üzerine kurulmakta ve ana modların dört ses altından başlamaktadır. Bu nedenle ‘’alt’’ anlamına gelen ‘’hipo’’ ekini alırlar ve ana dizinin bitiş sesi olan dördüncü seste sona ererler. 41 (Özgür,2001,s:174) 42 Plaint-Chant müziğinde ritm yoktur. Notaların değeri, yani süresi, hecelerin değerine bağlıdır. Bu notalar hep aynı değerde yazılırlar. Plaint-Chant müziğinde sözler Latincedir. Ritmik sistem bulunmadığı için ve ezgiler, ölçüler halinde bölünmüş olmadığından, melodi sanki Latince bir düzyazı okunuyormuş gibi seslendirilirdi. Bunun sonucu olarak, Cermen ve Galya papazları geleneksel ezgileri, ülkelerinde alışıldığı gibi, bir notaya bir hece gelecek biçimde değişikliklere uğrattılar. İlk yapılan değişiklik, sonu gelmez sesler zincirinin altına yeni sözler katmak oldu. Bununla da kalınmadı. Kısa bir süre sonra Gregorius şarkılarının alleluia ezgileri Batı yatkınlığına uygun köşeli ritmli şarkılar oldu. Büyük törenlerde bu şarkılar, kalabalık çocuk koroları tarafından çok kez ağırbaşlı antifon’lar olarak söylendi. Ortaçağ müzik sistemine özellikle müzik yazısı alanında katkıda bulunan teorisyenlerden biri de M.S. 10. Yüzyılda yaşamış Hucbaldus’dur. Bu teorici, Aristoksenes’in bir çağdaşı gibi makamları yeniden tetrakort sistemine dayamıştır. Hucbaldus da Boetius gibi Antik Yunan terminolojisini ısrarla kullanmıştır. Sonuç olarak denilebilir ki Erken Ortaçağ müziği, eski Yunan makamlarını öykünen, tek sesli kilise müziğinden oluşan, kalıpçı, kendini yineleyen, durağan bir müzik anlayışını temsil eder. (Kaygısız,2009,s:74) Milattan sonra 590-604 yılları arasında Papa Gregorius, kilise müziğindekullanılacak dinsel şarkıları belirlemiştir. Bundan ötürü Hristiyan ayinlerine özgü müziklere ‘’chant gregoryen’’ (şan gregoryen) denmiştir. Papa Gregor’un sekiz kilise makamındaki sesler, Antik Yunan’daki gibi inici değil, çıkıcıydı. Makamların 4. Yüzyılda belirlenmiş olanlarına ‘’otantik’’, Gregor’un eklediği dördüne ise ‘’plagal’’ deniyordu: 43 Tarih ondan ders çıkarmak için öğrenilir: Minör ve majör diziler aslında Eolyen ve İyonyen modlarının aynıdır. Bu dizilerin resmen kabul edilmesi 16. Yüzyıla rastlar, ama onların 13.Yüzyıldan beri halk arasında yaygın biçimde kullanıldığı bilinmektedir: Ortaçağda, Eolyen ve İyonyen modlarında çok sayıda halk şarkısı, danslar, kanon ve benzeri parçalar bestelenmiştir. Elimizdeki en eski belge, 1239 yılında İyonyen modunda yazılmış olan ‘’Sumer Is Icumen In’’ adlı kanondur. (Say,2008,s:78) 5. GÜNÜMÜZDE KULLANILAN MODLAR Ana modlarla plagalleri arasındaki benzerlik ve zaman içinde modların kullanımları sonucu plagal modlar elenerek sadeleşme yoluna gidilmiştir. 16. Yüzyılın sonlarına doğru müzikteki gelişimlerle yedi mod son halini almıştır. 44 5.1. Modların Kullanımı ve Günümüzdeki Önemi Modal dizilere, günümüz bestecilerinin eserlerinde olduğu kadar klasik dönem eserlerinde de rastlanmaktadır. Tamamen bu dizilerde yazılmasa da yer yer kullanılması, yapıtlara farklı bir tat ve farklı bir etki kazandırmaktadır. Günümüzde Rock ve Caz müziğinde kilise modları kullanılmaktadır. Özellikle Caz müziğinde temel dizilerden biri olarak işlev gören modlardan, doğaçlama çalışmalarında da yararlanılmaktadır. 6. ORTAÇAĞ MÜZİĞİ Ortaçağ, Hıristiyanlığın gelişme yıllarından, XV. yy başlarına dek etkisini sürdüren, geniş bir dönemi kapsar. Bu dönemin Karanlık Çağ olarak da anılmasının nedeni, kilisenin bağnaz egemenliğinde, dünyasal zevklerden yoksun bırakılmış, araştırma, keşfetme, kendini ve çevresini tanıma özgürlüğü elinden alınmış, insanın yalnız ölümden sonrasına hazırlık yapması gereken kutsal bir ortama güdümlenmiş olmasıdır. Ortaçağ, bin yıldan fazla bir süre içinde Antik Çağ ile Rönesans arasına girmiş ve müziğin sürekliliğini kesmiştir. Hıristiyan Katolik Kilisenin ilk papazları kilise içine çalgısal müziğinin girmesini yasaklamışlardır. Çünkü İlkçağa ait müziğin putperestliği ve dünyasal zevkleri çağrıştırdığı düşünülmüştür ve putperestlikle müzik arasında bir bağ olduğu ileri sürülmüştür. Çalgılar, danslara eşlik amacıyla kullanılmıştır. Oysa müzik, kilise tarafından ancak kilisenin amaçlarına hizmet ederse kullanılabilirdi. Kiliseye göre en kutsal çalgı insanın kendi sesi olmalıydı. Müzik; tek sesli, kutsal, Tanrı’ya adanmış, duaları kolay ezberletmeye yarayan, ayinlere tılsımlı bir ortam katan araçtır. Böylece kendilerinden önceki müziği yasaklayıp, var olan nota benzeri belgeleri de yok eden Ortaçağ papazları, yüzyıllar boyuca müzik sanatını, kilise koroları ve tek sesli ilahilerle kendi egemenlikleri altında tutmuşlardır. 6.1. Dini Müzik İlk kilise müziği, Antik yunan müzisyenlerinin Doğu’ya göçleri sırasında etkilendikleri İbrani Sinagoglarından alınmıştır. Bunlardan en çarpıcı örnek “Tanrı’yı övünüz” gibi bir anlam taşıyan Alleuia sözcüğüdür. Bu kelime İbranice’dir. Kilise tarafından kullanılmıştır ve sonraları bir müzik türünün adı da olmuştur. Kilisenin ilk dönemlerinde müzik uyumsuzdur ve genellikle bütünüyle insan seslerinden oluşur, aletler seyrek olarak kullanılır. Batıda ilk dini müziği oluşturan kişi Milano piskoposu Ambrosius’dur. (340-397) Ambrosius, bilinen halk ezgilerini dinsel içerikli sözlerle birleştirmiştir. Halk ezgilerinin ritmik yapısındaki bu derlemeler Ambrosius Ezgileri olarak anılır. Halk müziğinin Ambrosius’la kiliseye sızması giderek kaygı verici olmaya başlamış ve 6.yy da Roma’da papa olan Aziz Gregorius (560-604) o güne dek yaygınlaşmış tüm ilahileri derleyip, halk ezgilerinden arındırılmış ve ciddi bir dinsel müzik geleneğinin yerleşmesine öncü olmuştur. Hıristiyan dünyasında tören müziğinin biçimlenmesi ve belli bir yöntemde birleşip netliğe kavuşması Gregorius Ezgilerinde kendini bulmuştur. Gregorius, Schola Cantorum adı ile bir müzik okulu kurmuş, bu okullarda kilise koroları için çocuklar yetiştirilmiştir. Neuma adlı alfabe harflerinden oluşan nota işaretleri ile ilahileri yazdırtıp kalıcılığı sağlamıştır. Hıristiyan kiliselerine eğitimli şarkıcı papazlar gönderip, törenlerde aynı ezgilerin okunmasını sağlayarak müziğe birleşik bir kimlik kazandırmıştır. Kilise, diğer müzik tiplerini bastırmaya çalışmış ve yaygınlaşan Gregorian ezgi, yerel biçimlerin hemen hemen tümünü silmiş ya da kendine benzetmiştir. XVI. yy kadar tüm Batı müziğinin temel esin kaynağı olan bu ezgiler, yalın ezgi adını da taşır. Ortaçağ’a özgü vokal müzik biçimleri bu yalın ezgilerin çatısında kurulmuştur. Gregorian (YALIN EZGİ) şarkıların genel özellikleri: · Tek sesli ve bir melodi çizgisindedir. 45 · Sözler Latincedir. · Parçalar, eşliksiz ve ölçüsüzdürler. · Serbest ritim kullanılır. · Neuma adı verilen özel bir müzik yazısı kullanılır. Gregorian Ezgiler, ölümden sonrasını düşünen nesnel bir tavırla ve metnin içeriğindeki kutsallığı yansıtan bir ağır başlılıkla okunmalıdır. Sesin özelliğinde dinginlik ve güven duygusu yatmalıdır. İçten, derin duygular taşıyan ve huzurlu bir ortam getirmelidir. Manastır anlayışının özünü çok iyi anlatan Media Vita adlı bir şarkının mısrasında “Ölüm, her an yolumuzu gözler.”denmektedir. Bu inanç, Ortaçağ düşüncesinin de temelidir. Bu bakımdan Gregorian müziğinin başka duyguları ifade etmeleri beklenemez. Kutsal müziğin sözleri üzerine müzik yapmanın ilk şekli Psalmodie’dir. Psalmodie, şarkıya benzer bir tarzda okumadır. Doğuda, Yahudi mabedi tapınmalarında bu tarz kullanılmaktaydı. Suriye Kiliselerine de geçen bu tarz, Antakya kanalı ile Roma’ya gelmiştir. Psalmodie’nin çeşitli tarzları şunlardır: · Ayetin tek şarkıcı tarafında icrası, · Koro ve solonun yer aldığı cevaplı şarkı tarzı. · İki koronun yer alıp nöbetleşe şarkı söylediği antifonik şarkı söyleme tarzı. Katolik din törenlerin içerdiği parçalar da şöyledir: · Cemaat toplanırken din adamları yerlerini alıncaya kadar söylenen itroit yani Antienmeler. Bunlar Antifoni tarzında iki koro tarafından nöbetleşe icra edilirdi. Sözler kitaptan alınmaydı. · Litanie’ler: Tanrı’ya ya da İsa’ya yakarı. · Hymne’ler: Sözleri kutsal kitaba dayalı olmayan şükür duası, barış ve selamet dileği. · Graduel: Cevaplı şarkıdır. Rahip tarafından söylenen şarkıya koro cevap vermektedir. · Alleluia: “Tanrı’ya şükrderiz” anlamına gelmektedir ve İbranicedir. Bazı cevaplı şarkıların sonunda okunan gösterişli ve dinamik bir parçadır. · Ofertorium: Şaraplı ekmek töreninden sonra iki koronun nöbetleşe icrası şeklinde söylenir. · Communion: Taktis töreninden sonra yer alan Antifonik bir seslendirmedir. 6.2. Din Dışı Müzik X.yy sonlarına doğru Avrupa’nın hemen her yönden istila tehdidi altında olması korunmayı kolaylaştıran yeni bir yönetim sisteminin doğmasına yol açtı. Feodalite rejimi ve onunla ortaya çıkan Şövalyelik… Bu köklü politik değişme dünya görüşünde de değişiklik yarattı. Doğal olarak müzikte de köklü bir değişim yarattı. Önceleri Şövalyeler sadece savaşçı özellikleri olan soylulardı. Haçlı Seferleri, onları uzak bölgeleri ve yeni bir yaşam biçimini tanımalarına yol açtı. Bu yeni yaşam biçimi, günlük gerçekleri bütün şiddeti ile vurguluyordu: Savaşın gücü, uzak bölgelerdeki serüvenler, savaşta kurulan dostluklar, yaşamın değeri ve sevgi gibi bireysel duygu ve düşünceler gibi kışkırtıcı temalar din adamlarının etkisini zayıflattı. Böylece o zamana kadar etkin olan kilise müziğine hiç benzemeyen bir tür oluştu. Savaşta kamp ateşinin yanında söylenen bu şarkılar, önce soyluların, sonra halkın yaşamına taşındı. Savaş dönüşünde yolu bir şatoya düşen ve orada gecelemek isteyen gezgin şövalye onuruna yemek verilirdi. Küçük Arp’ının ya da Gigua’sının eşliğinde yarı konuşma yarı şarkı söyleme tarzındaki şiirini ya da jestli şarkısını tamamlayan şövalyeye şatonun genç kızı değerli bir çiçek sunardı. Dinleyenlere bilinmedik bir dünyanın kapısını aralayan bu şarkılara pek çok öğe karışmıştır: Gezgin şarkıcının ülkesini halk şarkıları ile doğuda olsun, batıda olsun gördüğü, yaşadığı bütün ülkelerin ezgileri… 46 Katı kuramcılık anlayışı ile yazılan kilise müziğinin karşısında halk müziğini XI. yy’dan başlayarak başlatan bu şövalye, saz şairlerine ve gezgin şarkıcılara buluşçu anlamında “Troubadour” dendi. Troubadour’lara ilk kez orta Fransa’da rastlandı. Prens Troubadour’lar ve şövalyeler olduğu gibi şatodan şatoya dolaşarak müziğini dinleten gezgin şarkıcılar da vardı. Giderek Avrupa’ya yayılan gezgin şarkıcılar çeşitli adlarla anıldılar: Orta Fransa’dakilere Troubadour, Kuzey Fransa’dakilere Trouvere, Almanya’dakilere Minnesinger, İtalya’dakilere Travatore dendi. İngiltere’de Harper, İspanya’da Travador diye anıldılar. Bunlar canlı tarih gibiydiler. Gördükleri her şeyi müzikleri anlatıyorlardı. Ortak konuları, ulaşamadıkları gizli bir aşkı, müzik sözleri ile dile getirmektir. Hem çalarlar, hem söylerler, hem şiir okur, hem de dans ederlerdi. Kimi bedenine taktığı zillerle çalgısına bir boyut daha katar, kimi de müziğin eşliğinde hokkabazlık, soytarılık yapıp, tek kişilik oyun sergilerdi. Troubadourların dünyasını zenginleştiren olay, Haçlı Seferleri ile Avrupa’ya taşınan Arap müziği ve çalgılarının etkisidir. Adam de la Halle 1250-1290 yaşamış, adını ve müziğini bildiğimiz en eski Troubadourdur. Din dışı ezgilerde soylu ve seçkin bir zihniyet, dramatik bir eylem ve çok incelmiş bir sanat zevki yansır. Bunların genel özellikleri: · Armonize edilmiş ve işliklidirler · Ölçülü ve Greporian şarkılara oranla çok daha kuvvetli bir ritme sahiptirler. · Müzikte cümleler oldukça düzenlidir. · Ses sınırları geniştir. · Din dışı melodilerde milliyetçilik duyguları göze çarpmaktadır. · Latin şarkıları hariç metinler genellikle halk dili ile yazılmıştır. Halk şarkıları: Tek veya çok sesli Romanslar, Pastourel’ler (çoban şarkıları), Tensesler, Chanson de Geste’ler (hareketin eşlik ettiği şarkılar), Lai’ler (gülünç ya da acıklı olayları anlatan tasviri kasideler), hiciv nitelikli Serven Tois’lar, Jeu Parti’ler (konuşmalı şarkılar), Berpette’ler (kır şarkıları), Reverdie’ler (bahar şarkıları), Triolet’ler, Vrai’ler, Ballade’ler, Estempie’ler (danslı şarkılar) gibi türlere ayrılmıştır. Gezgin şarkıcıların sanatı, halk müziğinin ciddi müzikte açtığı ilk gediktir ve Gregor şarkısına karşı, Avrupa müziğinin bundan böyle giderek artan bir hızla gelişmek üzere doğuşudur. Ortaçağı izleyerek ve Rönesans’a varan Gotik dönem içinde, çoksesliliğinin gelişim süreci gerçekleşmiştir. Mimaride yüksek kuleli yapıları, özgün üsluplu katedralleri ve geniş meydanları ile anılan Gotik Çağ, müzikte de aynı döneme adını verir. Kilise, XII. yy’da ilk kez çok sesli müziği koşullu olarak kabul eder. Çok sesle gelen süslemeler, tapınma törenindeki ciddiyeti incitmemelidir. Dinsel müzikte çokseslilik, Paris’teki Notre-dame Katedralinde başlar. Bu dönemde uyumlu şarkı söyleme biçimi olan, ‘Organun Tarzı’ ortaya çıkmıştır. Müziğe derinlik kazandıran iki ya da daha çok sayıda ezgi çizgisinin Organum yöntemiyle eşzamanlı olarak birleşmes, i müzik sanatını perspektif kazanmasına ilk adımlarıdır. XII. yy’dan XIII. yy’a doğru müziği ve sanatı filizlendiren merkezler şato, kilise ve üniversite çevreleridir. 6.1. Ortaçağ Çalgıları Bizans İmparatorlarının isteği ve dini otoriterinin izniyle VII.yy’da “Org” koroyu desteklemek amacıyla kiliseye girmiştir ve insan seslere eşlik ederek müziğe derinlik kazandırmıştır. 47 İlkçağın yaygın çalgılarından olan “Lüyre” ve “VII.yy’a kadar bazo yörelerde ortadan kalktığı, bazı yörelerde büyük değişiklikler geçirmiş olup varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Buna karşılık XI. yy’da ortaya çıkan “Viyole” (Viole) ve “Lavta” (Luth) bu döneme yeni bir görünüş katmaktadır. Kemanın atası olan viole, Kuzey Fransa’da kullanıldığı bilinen üç telli bir çalgı olan Crowt’dan doğmuştur. Viole daha çok gezginci saz şairlerinin kullandığı bir çalgıdır. XIII.yy Ortaçağında yaygın bir biçimde kullanılan diğer bir telli çalgı ise “Organistrum’dur.” Çok büyük boyutlarda olan bu çalgı ancak iki kişi tarafından çalınabiliyordu. Geçişi çok eskilere dayanan “Arp” Ortaçağ’da ana şeklini korumuştur. “Santur” yani “Psaltrion” Ortaçağın en önemli çalgılarından biridir. Ağaçtan yapılmış bir kadran üzerine on ile yirmi arasında tel germek süreti ile ve bu tellere parmak veya çekiçlerle vurarak çalınan “Santur”un önemi “Monicordion”, “Virginal” , “Epinette” gibi eski klavyeli çalgıların sonradan da “Piyano”nun atası olmasındandır. Ortaçağ flütleri, Antik dönem flütlerden pek farklı sayılmazlar. “Almanya flütü”de denilen “yan flüt” bu dönemde ortaya çıkmıştır. Çift kamışlı “Obua”lar da Ortaçağ’ın en eski çalgılarından biridir. X.yy’dan itibaren “Org” sanatının iyice geliştiği gözlemlenir. “Org” büyükçaplı bir çalgı olmasından dolayı, herkesin böyle bir çalgıya sahip olmasına olanak yoktu. Bu nedenle orgların daha küçük olanları “Regal” adı ile icat edildi. LAVTA Ortaçağ’da çalgıların en az değişime uğrayanı vurma çalgılar ailesidir. Trampet grupları çok az değişikliğe uğramışlardır. Ziller, çıngıraklar, çelik üçgenler eski çağlardan itibaren hemen hemen hiç değişmemiş ve günümüze kadar gelmişlerdir. Bu dönemde Avrupa’da ilk kez kullanılan ‘Carillolar’ çok sayıda çanlar topluluğuydu ve bir çekiç yardımı ile çalınıyordu. Ortaçağ’da henüz bir orkestra anlayışı yoktu. Bu enstrümanlar birçok Doğu müziği icrasında olduğu gibi bol ses ve gösterişli bir görünüm elde etmek amacıyla herhangi bir araştırmaya ya da prensibe dayanmaksızın karma bir biçimde kullanıyordu. 48 ORTAÇAĞ MÜZİSYENLERİ Saint Ambrise: 340-397. Milano-Piskoposu. Batıda ilk dini müziği oluşturan kişi olarak tanınır. Saint Gregorian: 540-604. papa buünkü Batı müzik yazısını ve sisteminin temellerini atan kişi. Saint Isidorus: 570-636. İspanyol rahip. Armoni hakkında bilgiler vermiştir. Bede: 672-732. İngiliz rahip. Remigius Altisiodorensis: Fransız din adamı. Tarihleri kesin olmamakla beraber dokuzuncu yüzyılın sonları ile onuncu yüzyılın başlarında yaşamıştır. Reginon: 840-915. alman din adamı. Odon: öl. 942. Fransız din adamı. Günümüz şifreli müzik yazısının kurucudur. Guido d’arezzo: 995-1050. Fransız din adamı. Günümüz müzik yazısında kullanılan “porte” kavramının kısmende olsa ilk yaratıcısı. Berno Augiensis: Öl.1048. Reichenau rahibi. Aralık kavramları ile ilgili çalışmalarıyla tanınır. Hermannus Contrctus: 1013-1054. İtalyan din adamı. Roma’nın kurtuluşunda 1054 yılına kadar geçen olayları anlatan kitabında müzik tarihi ve teorisi hakkında değerli bilgiler bulunmaktadır. Johannes Cottonlus: On birinci yüzyıl sonlarında ve on ikinci yüzyıl başlarında yetişmiş bir İngiliz müzik yazarıdır. http://blog.milliyet.com.tr/orta-cag-da-muzik/Blog/?BlogNo=192583 (04.01.2014-17:00) 49 7. Güney Avrupa’nın Popüler Müzikleri 7.1. Flamenko Flamenko sanatı, tarihsel gelişimiyle iki asırlık bir maziye sahip olarak gözükse de, kökeni yedi yüzlü yıllara kadar dayanmaktadır. Bunun nedeni, flamenko sanatının ve tarihsel içeriğinin bugünkü şekliyle araştırılmasıdır. Flamenko sözcüğünün ilk olarak nerede ortaya çıktığı hakkındaki bilgiler kesin olarak netlik kazanmamıştır. Flamenkonun ne zaman doğduğu, bağımsız olarak ne şekilde bir müzik türü haline geldiği ve kökeni hakkında çok fazla belirsiz ve şüpheli bilgiler mevcuttur. İspanyol müzikologların flamenko terimine yönelik farklı ifadeleri bulunmaktadır. Flamenko agresiflik, canlılık ve duyguların haykırırcasına ifade edildiği bir anlatım şeklidir. Flamenko teriminin Flemenkçe’ye uzanan bir bağı olduğu ve özellikle Çingeneler ve Arapların içinde yoğurularak ( Flamenko ) haline geldiği söylenmektedir.. Tarihsel teorilere baktığımız zaman ( Flamenko ) kelimesinin Endülüs bölgesinde şekillendiği de kaçınılmaz bir gerçektir. İspanya Tarih Akademisi’nin yayınladığı Kastilya İspanyolcası Sözlüğünde, Flamenko sözcüğü şu şekilde açıklanmaktadır; “Someone from Flanders”. Flander’lere (Kuzeybatı Avrupa’da yaşayan) benzeyen insanlar için kullanılan bir terim olmuştur. Flamenko müziği, değişik unsurların büyük bir karışımıdır. Bu karışımın en önemlisi de, “oriental background”dur. İspanya doğuya ait değil ama, yüzyıllar boyunca doğu kültürünün etkisi altında kalmıştır. Endülüs kültüründe pek çok ortak özellikler bulunmaktadır. Ruh ve aklın ortaya koyduğu her faaliyette; mimaride, müzikte, felsefede farklı şekillerde de olsa bunlar birbirine karışmıştır. Flamenko, Endülüs’ün 16, 17, 18 ve hatta 19. yüzyıllara varıncaya kadar, çok zor şartlarda yaşayan sıradan insanlarından kaynaklanmıştır. Bu insanların yaşadıkları zor sosyal şartlar, baskılar, talihsizlikler, Müslüman Araplar’ın, çingenelerin İspanya’dan sürülmesi ve ayrıcalıklı tutum ve davranışlar; işte tüm bu tarihi ve sosyal şartların karışımı, güçlü bir şekilde insanların ifadelerinde, heyecanlarında göze çarpar. Bütün bunlar, flamenkonun kökleridir. Bu müzik, insanların en temel ve en gerçek duygularını, heyecanlarını ele alır. Flamenko önemli öğeleri, Cante(şarkı), Toque(gitar), Baile(dans) ve Dinleyici (Aficion) dir. 50 Flamenkoda Şarkı (Cante) Flamenkoda öncelikli ve vazgeçilmez olan şarkıcıdır. Flamenko şarkıcısı, en azından "cante"nin birkaç tarzında uzman olmalı ve ilgili olduğu tarzın ise birçok ritmini, geleneksel ezgilerini ve çeşitli şiirlerini bilmek durumundadır. Klasik geleneklerde iyi vokal tekniği olarak bilinen, kendine özgü, ayırd edilebilen bir sese sahip olmalıdır. Ayrıca sesini batıdan çok doğu tekniğine yakın bir tarzda kullanabilmelidir. Flamenko şarkıcıları, parmaklarını masaya vurarak, alkış yaparak, ayaklarıyla yaşlıysa bastonuyla- yere vurup ritm tutarak, kendi sağlayacağı ritmik eşlikle geleneğe bağlı fakat kendi ruhunu ve anın getirdiği hisleri de katarak kendi solosunu yaratır. Kadın ve erkek şarkıcılar tipik olarak aynı mutlak ses aralığında, birbirine yakın seslerde söylerler. Teknik olarak erkekler yüksek tenor, kadınlar da alto aralığında söyler. Flamenkoda Gitar (Toque) Şarkıcıya bir gitarcı eşlik eder. Gürültülü bir eğlence ortamında iki ya da daha fazla gitarcının da olduğu görülür. Gitarcı tabii ki icra edilen şarkı formunun ritmini iyi bilmeli ve şarkının geleneksel melodilerine aşina olmalıdır. Şarkıcıyı desteklemek için cümlelerin sonuna kısa dekorasyonlar ya da cevaplar ekleyebilir. Letralar arasında "faseta" denen melodik çeşitlemeler (geleneksel ya da kendi keşfettiği) çalabilir. Şarkı ile birlikte dansta varsa o zaman gitarcının dansçıyı da desteklemek gibi bir görevi vardır. Bu durumda dansın ritmlerine uygun üslupları da bilmek zorundadır. Böyle bir ortamda gitarcı sololarda yapabildiğinden değil öncelikle dansa ve / veya şarkıya getirebildiğinin en iyisinden dolayı ödüllendirilir. Flamenko gitarı ve tekniğini ele alırsak: Enstrümanın kendisi daha çok klasik gitara benzer. Yapısı daha hafif, sesi daha parlaktır ve teller gitarın gövdesine daha yakındır. Ses deliği ve köprü arasındaki bölgeyi "golpe"denen (yüzük parmağının tırnağı ile yapılan hafif vuruşlar) tıklatmalardan koruyan ince bir plastik tabaka vardır. Bu, sese, perküsyona yakın bir vurgu sağlar. Sol el tekniği, klasik tekniğe benzemesine rağmen perdeli pozisyonları bireyselleşmiş parmak pozisyonlarından daha çok tutulur. Sağ el tekniği, klasik teknikten daha fazla olarak birkaç şey daha ister. Bunlar çeşitli rasqueadolar 51 (çeşitli parmaklarla bütün tellere yapılan hızlı ve perküsyon tarzı çarpmalar) ve yukarıda da bahsettiğim golpelerdir. Genel olarak flamenko gitarı daha çok atakla ve daha agresif çalınır. Flamenkoda dans (Baile) Dans, cante gibi temelde solo, arasıra da önceden hazırlanmadan yapılan bir düettir. Ama bir grup dansı değildir. Bu önceden hazırlanılmamış olması "puro flamenko"nun özelliğinde vardır. Cante ile aynı ritmde, ruhen ve biçimsel olarak eşleştirilebilir olmalıdır. Ancak flamenko dansını ve tekniğini karakterize eden şeyler bunlardan çok fazlasıdır. Performans flamenkosunun daha ihtimamlı ve tanımlanmış bir tekniği vardır. Oldukça gelişmiş bir üst gövde, kol tekniğiyle karmaşık ve ses çıkartılarak yapılan ayak hareketlerinin birleşiminden oluşur. Bu yönleriyle de diğer etnik danslardan ayrılır. Amerikan tap dansında, clog dansında (Tahta ayakkabıyla yapılır), İrlanda dansında ve bazı Meksika halk danslarında da sesli ayak vuruşları vardır. Ancak üst gövde, daha çok "sürüklenir". Üst gövdenin kullanıldığı doğu danslarında ise ayak hareketleri bu kadar karmaşık değildir. Temel flamenko duruşları, diğer danslardaki görünüşlere birkaç nedenden ötürü zıttır: Üst gövde ve baş, dik ve yüksek. Omuzlar aşağıda ve geride, bacaklar hafifçe bükülü asla kilikli değil, kol eklemleri vurgulu (Parmaklar, bilekler, dirsekler) gizli değil, nadiren yumuşak, örneğin kollar kalkarken omuzun üzerine çıkana kadar dirsekler daha yukarıdadır. Torso'nun gücü, yükselme derecesi ve kollar ayak aktif hale geldiğinde asla sönmemeli ve ölmemelidir. Yoksa dans çizgi filmlerdeki öfkeli ayak vuruşları klişesine benzer. Flamenkoda Dinleyici (Aficion) Flamenkonun temel niteliği, "Aficionado" denen, önceden bilgilendirilmiş, sempatik bir dinleyiciye bağlıdır. Bu kişi ya da kişiler, ailenin bir üyesi, arkadaş veya genel dinleyicilerden biri de olabilir. Flamenkoda yalnızlık, yalıtılmışlık var gibi görünse de ya da çoğunlukla şarkı söylemek, dans etmek 52 yapılsa da gerçekte, flamenkonun, yaşayabilmesi için -doğası gereği- aktif dinleyicilerin katılımına ihtiyacı vardır. Aficionado'nun rolü temeldir ve bunu gerçekleştirebilmesi için bu kişinin hem sanatı önemsemesi, hem de gelenekleri hakkında bir şeyler bilmesi gerekir. Aficionado, bazen bir eleştirmen bazen de para ödeyen biri olabilir ama temel rolü ne eleştirmek ne de patronluk yapmaktır; sempatik, ilgili olmalı ve şarkıcının yapmaya çalıştığı şeyi desteklemelidir. Dinleyici flamenko yapanlara mümkün olduğunca yakın oturmalı ve onların çabalarını alkış ya da ayak ritmleriyle desteklemelidirler. Ya da sadece dinleyip, geleneksel çeşitli destekleme taktir etme yöntemleriyle (Joleo) cevap vermelidir. ("Ole", "Bueno" gibi) Sanatçı bu desteğe -ki ciddi konser seyircisinden oldukça farklıdır- dayanarak onunla iletişim kurar. Sanatçıya verilen böyle bir destek aslında kendi içinde küçük bir sanattır. Önemli Flamenco sanatçılarına Paco Peña ve Paco de Lucía örnek verilebilir. 7.2. Fado Fado, 19. yüzyıldan günümüze kadar uzanmış bir Portekiz halk müziği türüdür. Fado'nun tam bir çevirisi olmamakla beraber, kelime anlamı kadere veya alın yazısına yakındır. Fado, balıkçı, kaşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yy Portekiz kadınlarının artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiştir. Bu nedenle Fado, derin acıların, hüzünlerin, özlemin, nostaljinin, mutluluğun ve aşkın ifade edildiği bir müzik türüdür. Fado'nun, isimlerini Portekiz'in Lizbon ve Coimbra şehirlerinden alan iki türü vardır. Coimbra'nın sade bir tarzı olmakla beraber Lizbon fado'su daha yaygındır. Günümüz Portekiz'inde modern fado bir çok ünlü müzisyenin icra ettiği popüler bir müzik dalıdır. Klasik fado bir Portekiz gitar ve bir klasik gitar eşliğinde tek bir şarkıcının performansıyla icra edilmektedir. Modern fadonun ise yaylı çalgılar dörtlüsünden tüm bir orkestraya kadar çeşitli uygulamaları mevcuttur. Eski zamanlarda fado genellikle klasik gitar ve 12 telli Portekiz gitarı eşliğinde hayat bulmaktaydı. Günümüzde ise diğer telli enstrümanlar da fadonun ezgilerinin yayılmasına eşlik ediyor. Fado söyleyen erkeklere “fadist”, kadınlara da “fadista” deniliyor. Fado deyince akla ilk olarak Amalia Rodrigues gelmekte. 1920 doğumlu olan Rodrigues, Fado’nun Kraliçesi olarak anılıyor. Onun yanında Cristina Branco, Mariza, Mafalda Arnauth, Carlos do Carmo ve Dulce Pontes de fado ile ün yapmış sanatçılardır. (Çavdar, 2011), Erişim tarihi:4 Kasım 2013- 00:35 http://www.kulturmafyasi.com/2011/12/27/birayrilik-oykusu-fado/ ) 53 Fadolar şiirlerin ezgiye dökülmesi anlamına geliyor ama bütün fadolar böyle olmuyor. Çıkışından bu yana üç tür fado gözlenmiş. Klasik, Geleneksel ve Orijinal Fado’lar. 150 yıllık geçmişi olan Geleneksel fadoların sayısının 300 kadar olduğu söyleniyor. Geleneksel fadolarda müzik hep aynı kalıyor ama sözler değişiyor. Klasik fadolarda sözler hep aynı kalıp beste değişiyor. Orijinal fado ise şarkıcının tarzına göre farklılık gösteriyorlar. Üstelik bütün fadolar da acılı, melankolik değil, neşeli, kıvrak, canlı, keyifli, satirik fadolar da var. Dünya müzikleri ile karşılaştırıldığında Yunanistan’ın rebetikası, İspanya’nın flamenkosu, Arjantin’in tangosu ile aynı paralelde düşünülüyor.(Göçen, E.(2003). Erişim tarihi: 5 Kasım 2013- 00: 09, http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=4446) 7.3. Rembetiko Rembetiko müziğin doğuşu ve gelişimi, tarihsel olaylar, kültürel etkileşimler, güçlü kişilikler tarfından etnik kaynaştırmayla belirlenmiştir. Bundan dolayı rembetiko müziğinin tutarlı bir tanımını yapabilmek için Yunan ve Küçük Asya’nın tarihine göre göz atmak gerekiyor. İstanbul’un 1453’de Türkler tarafından alınmasıyla, Bizans imparatorluğu yıkıldı. Osmanlı İmparatorluğu yapısı itibariyle bir çok milleti içinde barındırıyordu. Rumlar, Türkler, Slavlar, Arnavutlar, Ermeniler vb… Bu durum yaklaşık 4 yy sürmüştür. 1821de Rumlar Türklere karşı isyan etmişlerdir. Uzun süren mücadelelerden sonra modern Yunanistan 1830da kurulmuştur. Nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan köylerin kentlere taşınmasıyla ülkenin toplumsal yapısında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. 20.yy başlarında Yunanistan yeni topraklar alarak genişlemeye başlamıştır ( Ege Adaları, Makedonyo, Trakya, Girit vs.). Tüm bunlarla birlikte Yunan tarihinin en önemli olayı Küçük Asya felaketi olmuştur. Bunun kökeni, Megalo İdea denilen Bizans’ın başkenti İstanbul’un yeniden alınmasını amaçlayan düşüncedir. Yunanistan İzmir kentine saldırmıştır, TürkYunan savaşı çıkmıştır. Bu savaş her iki tarafın nüfusunu karşılıklı olarak değiştirilmesine bağlanan uluslararası bir antlaşma kararıyla son bulmuştur. Kafkaslar, Doğu Trakya ve bir çok bölgeden gelen sığınmacı dalgası Yunanistan’ı vurdu. Sığınmacılar kendi gelenek, görenek ve kültürlerini getirdiler; ancak açlık ve işsizlikle karşı karşıya geldiler ve Yunanstan tarafından benimsenmeleri oldukça yavaş ve sert oldu. “Rembetiko” ismin tekil halini, “Rembetika” ise çoğul halini ifade eder. Rembetiko 19.yynin sonlarına doğru Yunanlıların yaşadığı yerleşim merkezlerinde ortaya çıkmış, sade insanların söylediği basit, kısa şarkılardır. Rembetiko müziğinin ortaya çıkmasında Doğu Yunan ve Batı Türk müziğinin etkileşiminin olduğu belirgindir. Bu dönemde Atina, Pire, Siros Adaları’nda, o zamanlar Türk egemenliği altında bulunan Selanik’te, Türkiye kıyılarındaki İzmir ve İstanbul’da müzikli kahveler açılmıştı. Bu kahvelerdeki izleyici kitlesi farklı eğitim düzeyindeydiler ve kahvelerin standart tipte olanlarına “Amane Kahvesi” deniyordu. Belki de Türk “Mani kahvesi”nin düşük düzeydeki birer taklidiydiler. Mani kahvesinde iki-üç şarkıcı koşuk türünde, karşılıklı atışmalar biçiminde ve serbest ritim, serbest melodiyle; yani doğaçlama söylerlerdi. “Aman, aman” seslenişi, yeni şarkı dizelerinin doğaçlamasına zaman kazanabilmek için kullanılıyordu, bu nedenle o şarkılara “amane” denmiştir. 54 Rembetiko şarkılarının en eski formlarından birini, Yunanlıların amane adını verdikleri tür oluşturmaktaydı. “aman” sözcüğü üzerine uzun melodik süslemelerin yapıldığı, koşukların serpiştirilmiş olduğu, yarı doğaçlama bir şarkıydı. Adı verilen Gezgin sokak müzisyenleri kısa bir süre bu kahvelerde müzik yapar, sonra yollarına devam ederlerdi. Sonraları Kumpanias (kumpanya) orkestralar da bu kahvelerde müzik yapmaya başladı. Bu orkestraların çalgısal yapısını, bir bölümü Türk, diğer bölümü de Yunan kökenli geleneksel çalgılar (santuri, flüt, keman, lavta ve ud) oluşturuyordu. Amane kahvelerinde çoğunlukla iki kadın sahneye çıkar, biri Türk stilinde şarkılar söylerken, diğeride dans ederdi. Dans ritmini vurgulamak için parmak zilleri ve def kullanılırdı. En sık sunulan dans, göbek dansı ile aynı ritimde olan çiftetelli idi. Diğer rağbet gören danslar Kazak dansı taklidi olan kazaska, Slav tarzında oynanan allegro ve rembetikonun baş dansı olan zembekikodur (bir tür zeybek). Eski rembetikoda taximia (taksim), yani Arap ve Türk müziklerinin tanıdığı uzun, emprovize (doğaçlama) bölümler, şarkılara yol gösteren önemli girişlerdi. Bunlar, şarkının çalınacağı havayı oluştururdu. Taksimler yoğun duygusal bir yaklaşımla ve çoğunlukla büyük bir teknik yeti ile icra edilirlerdi. Buzuki veya bağlama sanatçısı, taksim yoluyla kendini ve dinleyicisini havaya melodilerinin çoğu Türk ve Yunan halk melodilerinden alınmıştı. Bu melodilerin, Yunan halk müziğinde, Bizans kilise müziğinde ve Türk halk ve Türk klasik müziğinde rastlanan makamlara uygunluk gösterdiği bilinmektedir. Yarı oryantal, yarı Batı havasındaki melodiler, güçlü ritim ve özellikle de 9/8lik zembekiko ritmi rembetikonun başlıca özellikleridir. Rembetiko’nun popülerliği zamanla arttıkça, melodiler, çalgılar ve sözler de Batı’dan esinlenilmiştir. Gitar, akordeyon, piyano yaygınlaştı, rembetiko melodileri eski makamsal yapılarından koparak, majör ve minör ton dizileri kullanma eğilimi baş göstermiştir. Majör ve minör modların dışında en çok kullanılan makamlar; rast, hüzzam, hicaz, hicazkar ve uşşaktır. Rembetiko’da, şarkıcıların hafif metalik sesleriyle güzel bir uyum gösteren buzukinin tınısı, yarı Batı, yarı Doğu kokan melodiler ve bazen flemenko’yu, bazen blues ‘u, bazen de Türk ve Arap müziklerini anımsatan ritmik ve melodik özellikler barındırırdı. Rembetika 60'lı yılların başında artık tarihi bir fenomen durumuna geldi. 1967-74 diktatörlüğü sırasında, eski stildeki rembetikaya ilgi yeniden baş gösterdi, fakat bu yeniden diriliş biraz geç kalmıştı. Savaş öncesi rembetikasının büyük isimlerinin çoğu artık yaşamıyordu. (Say, 2005) 55 8. LATİN AMERİKA Orta ve Güney Amerika kıtalarında, Meksika'da ve Karayip denizi ülkelerinde yaşayan halkların geleneksel müzikleridir. Latin Amerika ülkelerinin geleneksel müzikleri, yerli halkla birlikte, İberya ve Afrika kökenli etnik grupların yüzyıllar içinde katkıda bulunduğu bir sentezi sergiler. Zengin çeşitlilik içeren Latin Amerika müziğini tanımak için, yerli halkların yanı sıra, İberya ve Afrika kökenlilerin müzik kültüründen kaynaklanan geleneklerin özelliklerini ayrı ayrı belirtmek gerekir: 1) Yerlilerin Müzik Kültürü: Yerli kültür; Avrupalılar'ın bu kıtaya gelmeden önceki dönemde yaratılmış olan müzikal varlığı temsil eder. Bu eski dönemle ilgili ilk bilgiler, 16.yy. İspanyol tarihçilerinin kayıtlarından çıkarılmaktadır. Böylece Meksika'daki Aztek ve Peru'daki İnka uygarlıklarının müzik kültürleri hakkında bir ölçüde bilgiye sahip bulunuyoruz: Aztek ve İnka kültürlerinde müzik, dinsel ve din dışı yaşamda bütünleyici bir rol oynamıştır. Her iki kültürde de müzikçi yetiştiren kurumlar vardı. Ancak müzik yazısıyla belgelenmiş olan hiçbir bulguya rastlanmamıştır. Günümüzün Amerika Kızılderili geleneği, Latin ülkelerinde ''mestizo'' denen melez bir nüfus tarafından geliştirilmiştir. Mestizolar, yerliler ile Avrupa ve Afrika halklarının karışımında oluşmuştur. Bu nüfus, kolonici dönem öncesi geleneklerin pek azını koruyabilmiş olduğundan, Onların müzik stillerini tanımlamak zordur. En yaygın olan tür, eşliksiz ya da ritmik çalgılar eşliğinde söylenen solo şarkılardır. Vokal ve çalgısal çok sesli çeşitlerde geliştirilmiştir. Brezilya, Peru, Venezuella ve Ekvator'un koro müzikleri buna örnek olabilir. ''And Bölgesi''nin Avrupalılara karmaşık gelen çalgı müzikleri, Panama'nın panflüt düetleri ve 20 dolayında çalgıdan oluşan çok sesli toplulukların seslendirdiği müzikler de bu kapsama girer. Ses dizileri çeşitlilik gösterir. Çoğunlukla iki ya da üç notayla sınırlı olan çalgı eşliksiz şarkılara Bolivya'nın Siriono yöresinde rastlanır. And dağları bölgesinde ise pentatonik diziler yaygındır. Birkaç perde ile sınırlı melodilere kaynak olan benzer diziler, Kuzeybatı Arjantin'de, Şili'de, Ekvator ve Peru'da kullanılır. Yarım perdeli ve mikrotonal aralıklara Orta Brezilya'daki toplulukların şarkılarında ağırlıklı şekilde rastlanmaktadır. Bu gelenek, hala mestizo topluluklarında ve Kızılderililer'de kısmen yaşamaktadır. Bölgenin çalgı topluluklarında görünen canlılık, kolonileşme öncesinin özelliklerinden kaynaklandığı izlenimini verir. Karakteristik modal ezgiler ise kimi parçalarda tonal müzikle iç içedir. 2. İberya Etkisi: Brezilya'nın ve İspanyolca konuşulan ülkelerin halk müziği geleneklerinde, Liberya kökenli eski kuşakların etkilerini yansıtan ortak özellikler görülmektedir. Latin Amerika sözlü müzik geleneğinde şiirin ayrı bir önemi bulunur. ''Corridistas'' denen gezgin şairlerin, Meksika'daki ''trovadores''lerin, Arjantin'li ''paydores'' adlı saz şairlerinin geniş bir sözlü repertuarı vardır. Bu nedenle şiirler üzerine doğaçlama ezgiler besteleme geleneği gelişmiştir. Latin Amerika ülkelerinde, 56 İspan ve Portekiz'de olduğu gibi gitar çalarak şarkı söyleme geleneği yaygındır. Öte yandan gitar, keman ve arp kullanan çalgı toplulukları revaçtadır. Meksika'daki çalgı toplulukları, yaylı çalgılar, trompet ve akordeonla zenginleştirilmiştir. Latin Amerika müziğinin geleneksel ezgilerinde diatonik dizi sıkça kullanılır. And bölgesinde pentatonik diziler ve bimodalite ise ayırt edici vasıflar taşır. Latin Amerika müziğinde armonik hareketler sadece eksen ve çeken tonlarını içerir. Akorların ilerleyişi, eksen, çeken ve alt çekenle sınırlıdır. Ölçü dışı ritimlere sıkça rastlanır, oysa genelde basit ölçüler kullanılır. Bazı ses ve çalgı müziği ezgilerinde basit ve bileşik ölçülerin birlikte yer aldığıda görülür. 3)Afrika Etkileri: Günümüzde zengin nüfusun en yoğun olduğu bölgeler, Brezilya, Karayipler, Güney ve Kuzey Amerika kıyıları, Panama ve Batı Kolombiya'dır. Bu bölgelerde Afrika müzik gelenekleri daha belirgindir. Tanrılara adanmış olan dinsel şarkı repertuarının bir kısmı Afrika dillerindedir ve genellikle Afrika mitolojisinin içeriğini korur. Bu şarkılar bir solist ve koro tarafından söylenir. Önde gelen eşlik çalgısı davul ve çeşitleridir. Marimba ve çıngıraklar dans şarkılarına eşlik eder. Küba'nın ünlü rumbası da vurmalı çalgılar, çağrı ve cevap, dans gibi öğelerden oluşmuştur. Bu tür dans müzikleri dinsel afro-küban geleneğinden gelir; ancak ilginç olan, söz konusu dansların Havana ve öteki kentlerin sokaklarındaki eğlencelerde de kullanılmasıdır. Afrika kökenli din dışı gelenekler ise zenciler arasında hemen bütün ülkelerde yaşamaktadır. Rumbada olduğu gibi bazı dansların kutsal sayılan yönleri vardır. Yine de dans müziklerinin çoğunlukla eğlence amaçlı olduğu açıktır: Trinidad'ın calypsosu gibi.(Say, 2009, ss. 318-319) Latin Amerika şarkıları, genellikle danslara eşlik etmek üzere söylenir; formları eski İspayol ''romans''larını andırır. Sözleri ise İspanyol ve Portekiz şiir geleneği formlarının basitleştirilmiş yapısını sergiler. Bu şiirler üzerine bestelenmiş şarkılar, Arjantin ve Kolombiya'da ''copla''; Şili ve Arjantin'de ''Tonadas'' ve ''Tonos''; Peru, Ekvator, Şili ve Kolombiya'da ''Glosa'' ve ''Decima'' olarak nitelenir. Şairşarkıcılar geleneğindeki ''Repentistas'' sanatı ise önemli bir rol oynar. Bu geleneksel sanatın temsilcilerinin katıldığı yarışmacılara ''desafios'' denir. Yarışmalar tef ya da gitar eşliğinde yapılır. Latin Amerika'da şarkıların çoğunluğu destanların dramatik canlandırması ve danslarla bağlantılıdır. Bu temsili şarkılar, ülke ya da yöresine göre ''posades'' ya da ''pastoris'' adını taşır ve çoğunlu Hıristiyan geleneklerini izlerini taşır. Brezilya'daki ''maracatu'', dinsel geleneğin örneklerindendir. Çalgı toplulukları genellikle iki bambu flüt, ziller ve küçük davullardan oluşur. Rio de Janerio'da 1870'li yıllarda yaygınlaşmaya başlayan ''Choro'' adlı topluluklar bu ülkenin müzik kültüründe önemli yer tutar.(Say, 2010, ss. 344-345) 57 8.1. Mariachi Halk kaynaklı Meksika sokak müziği. Mariachi müziği yapan çalgı toplulukları genel olarak 2 trompet, iki keman, mandolin birkaç gitar ve bas gitardan oluşmuştur. (Say,2010) Meksika'da yaygın bir halk şarkısı türünün ve bu şarkıları seslendiren çalgı topluluklarının adı. Mariachi, çoğunlukla yerel şenliklerde, sokaklarda seslendirilir. Sözcüğün kaynağında Fransızca mariage = düğün sözcüğü vardır. (Say, 2009) Meksika'da 19. yy. da Jalisco bölgesinden çıkan, 20. yy. Ortalarında film, radyo, plak yardımıyla da ün kazanan, İspayolca Maridaje= evlilik ya da küçültme eki chi eklenen Maria sözcüğünden kaynaklandığı sanılan, Güney Meksika'nın kırsalında hâlâ kızılderili etkisini yansıtan, düğünlerde, şenliklerde, törenlerde, genellikle 2 keman, vihuela (küçük gitar), jarana (büyükçe gitar), guitarrón (büyük gitar), gibi irili ufaklı 5 telli gitarlar, arp ve 2 trompet gibi güçlü üfleme çalgılar eşliğinde yapılan yüksek sesli, canlı, aşırı duygusal ve şarkılı kent müziği. (Aktüze, 2010) Mariachi bir Meksika halk müziği türüdür. Meksika'nın batısında, Son Jalisciense'in merkezinde bölgesel halk müziği olarak doğan bu tarz, yaylı çalgılar ve beyaz pantolon giyinmiş köylü çiftçiler tarafından söylenmiştir. Bu tür ilk başta yerli dini müzik kapsamında çıngıraklar, davul, zurna ve boynuz kabuklarıyla söylenmeye başlamış daha sonra keman, gitar ve arp eklenmiştir. Eklenen bu avrupa enstrumanları ilk başta ayinlerde kullanıldı daha sonra yavaş yavaş bu türe adapte edildi. 19. ve 20. yy. da kırsal kesimlerden Guadalajara ve Mexico City gibi şehirlere göçlerle birlikte etkilenip kentlerde de söylenir hale gelmiştir. 20. yüzyılın başlarında, Amerikan plak şirketleri aktif olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde kırsal müzik kayıt etti. 1908 ve 1909 yılllarında Columbia, Edison ve Victor tarafından Coculense dörtlüsü ilk mariachi kayıtları olarak kabul edilir. Mariachi polka ve valsin etkisiyle trompet ilave edilerek müzisyenler tarafından charro kıyafetleriyle birlikte söylenmeye başlanmıştır. Bu müzik tarzı 1920'lerde radyoda başkanlık teşviki ile 20. yy. ilk yarısında ulusal önem almaya başladı. 58 En popüler mariachi milli marşı = La Negra 20. yy.'da Meksikayı temsil etmek için kırsal yapısından kurtulup, kentsel olgu aşılanmaya başlandı. Bu tür ilk kez 1905'te Mexico City'de tanıtıldı. Bu süre zarfında tarım işçileri tarafından yerleşmiş olan mariachi şehre yayılmaya başladı. Diğer müzik türleri gibi plazalar ve restoranlarda söylenmeye başlandı. Ancak, aynı zamanda büyük aile etkinliklerine, geleneklerine bağlı kaldı. Mariachi 1920'lerde sosyal etkinlikler için yapılan bir müzik değil bir medya üretimi olarak yayın hayatına başladı. (http://en.wikipedia.org/wiki/Mariachi) 8.2. Reggae Reggae Jamaika'ya özgü bir müzik türüdür. Jamaika usulü Rock olarak da geçer. Kökleri Calypso, Ska/Rocksteady, Rock'n Roll ve hatta Rythm and Blues’a dayanır. 1960'larda Jamaika'da Ska ( Jamaika kökenli Ska müziği Rocksteady, Reggea gibi birçok müzik türünün çıkmasına yol açmıştır, Karayip Mentosu, Calypso, Jazz ve Blues içerir. Ska kültüründe yaygın kullanılan dama, ırkçılık karşıtı bir semboldür, beyaz ve siyah insanları temsil eder. ) ve Rocksteady müziklerinden esinlenilerek doğmuştur. Temposu Ska ve Rocksteady'ye göre daha yavaştır. İnanç, aşk, barış, yoksulluk, eşitsizlikler gibi temalar barındırır. 1970'lerden itibaren dünyada popülarite kazanmıştır. Efsanevi sanatçı Bob Marley Reggae’nin dünya çapında tanınmasını sağlamıştır. 59 Reggae müziğinde baslar büyük önem taşır. Davul/perküsyon ritimleri Afrika kökenli olup en ünlüsü “Nayahbinghi” (bkz.resim 1) “One Drop”tur ve üçüncü zamana vurgu yapar. Bas ve davul arasındaki ilişki son derece ritmiktir. Ayrıca her temel davul ritmi için bir isim vardır. Örneğin; warrior, foundation, stepper gibi. 1960’ların sonunda Toots and The Maytals'ın " Do The Reggay " isimli parçası ilk Reggae parçası olarak kabul edilir. Reggae 1970'lerde analog imkânlarla yapılan bir müzik iken 1980'lerin ortalarından itibaren dönemin teknolojik gelişmeleriyle doğru orantılı olarak dijital bir sounda doğru yol almıştır. 1980'lerde yapılan prodüksiyonlar dijital ve analog soundun mükemmel bir sentezidir. 1990'lı yıllarda kaliteli Reggae prodüksiyonu daha kaymış, özellikle çok İngiltere'ye 2000'lerde Jamaika'da az da olsa oldschool yapımlar devam etse de sound Dancehall/Ragga dönmüştür. Shaggy gibi ya isimler Ragga/Dancehall tarzında çalışmalar yapıp Jamaika'yı yine popülerleştirdiler. Son yıllarda Sean Paul, Kevin Little ve Kid Kurup Ragga/Dancehall'un tanınmasında büyük rol oynadı. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi Reggae’nin bugün popüler olan Dancehall/Ragga ile alakası yoktur. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Reggae ) Bir diğer kaynağa göre Reggae: “ Jamaika'da 1960'ların sonlarında başlayan ve hızla ülkenin baskın müziği olarak ortaya çıkan popüler bir müzik tarzıdır. 1970'lere kadar özellikle İngiltere, Amerika ve Afrika'da uluslararası bir biçim halini almıştır. Yaygın olarak ezilenlerin sesi olarak algılanır. “ şeklinde tanımlanmış ve şöyle bir ekleme yapılmıştır: “ The Dictionary of Jamaican English’e (1980) göre Reggae, Ska müzik türünün temellerine http://global.britannica.com/EBchecked/topic/495977/reggae dayanır “ . ( ) Reggae terimi Kızılderili’lerin kullandığı bir sözcükten alınmıştır. Jamaika’nın Kalipso ve Mento gibi dansları ile “Rhytm and Blues” ve “ Soul ” etkilerini taşıyan Reggae’nin karakteristik özelliği, ritmik harekette yer alan askatımlar ve aksanlardır. Reggae’nin sözleri “ Rastafarianizm ” olarak nitelenen dinsel akımın görüşlerini ve Jamaika’daki yoksul kesimlerin özlemlerini yansıtır. Melodi çalgıları ve ritm grubundan oluşan, 12/8’lik ölçüdeki Reggae stili, Avrupa kültürüne uzak olmasına karşın, dinamik içeriğiyle 1970’li yıllarda İngiltere ve ABD’de geniş ilgi görmüştür. Önde gelen temsilcileri arasında Bob Marley, “Toots 60 and the Maytals”, “The Waileys”, Peter Tosh ve Black Uhuru vardır. En tanınmış temsilcisi Bob Marley’in ölümünden sonra eşi Rita Marley bu Rock müziği çeşidini bir süre daha yaşatmıştır”. (Say, 2010, Cilt 3, s.133) Michael Kuyucu da bir üniversite dergisinde Reggae’nin de içinde bulunduğu formlarla beraber toplumsal muhalefetin yükseldiğini vurgulamıştır. “ Müzik, tarih boyunca sesini duyurmak isteyenlerin en geçerli iletişim araçlarından biri olmuştur. Dünyada Klasik müzik ile başlayan ve daha sonra popüler müzik formları ile gelişim gösteren müzik tarihine baktığımızda özellikle altmışlı ve yetmişli yıllarda folk, reggae ve rock’n roll ile beraber toplumsal muhalefetin yükseldiğini görülmektedir “ demiştir. (Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi , Sayı:2, s.25) Reggae’de kullanılan ensturmanlar: 1-Ritm ve Perküsyon Reggae’de genelde normal batari kullanılır. Genel olarak Cross stick tekniği uygulanır. Reggae davulu üç ana kategoriye ayrılır: One Drop, Rockers ve Steppers’dır. One Drop’da vurgu tamamen backbeat’dedir. Reggae’de ritm genellikle 2’ye veya 4’e bölünür, bu sebeble Reggae ritminde hız ve vurgu tartışmaları hala devam etmektedir. Backbeat’a vurgu yapıldığında Reggae’deki bütün davullar duyulur ama özellikle Rockers kategorisinde 4 vuruşada ayrı ayrı vurgu yapılır. Steppers kategorisinde ise her çeyrek vuruşta bas davul çalınmaktadır, bu olayda müziğe yön verir. Örneğin Bob Marley’in “Exodus” şarkısı buna örnektir. Steppers ritminin diğer bir adı “yerdeki dörtlü ”dür. Reggae’de davulun sık görülmeyen bir karakteristiğinde ise zil hiç kullanılmaz. Afrika tarzı çapraz ritimleri ise yoğun olarak kullanılır. 2-Bas Bas gitar genellikle Reggae’de ana rolü üstlenir. Jamaika müziğinde davul ve bas genellikle en önemli kısımı oluşturur. Aynı ritmler üzerinde yüzlerce Reggae şarkıcısı söz olarak farklı şarkılar söylemiştir. Dub müzikte (En basit tanımla müzikten vokallerin çıkarılması) ana rol bastadır. Burda davul ve basa en büyük rol verilirken vokallerin ve ensturmanların rolleri azaltılmıştır. yüksek frekanslarda ince ve hafiftir. Reggea’de bas sesi 61 3-Gitar Reggea’deki gitar genelde ritme bağlı olarak çalar. Gitarın Reggae’de yaptığı vibrasyonlar çok güçlüdür ve hissedilir. 4-Klavyeler 1960 sonlarından 1980 başlarına kadar Reggae’de genellikle piyano kullanıldı. 1980’lerde piyanonun rolü synthesizer’lar tarafından alındı bu şekilde tesadüfi bir şekilde Country müzikler ortaya çıkmıştır. Hammond tarzı ses için de org kullanılırdı buna da “bubble” denirdi. Bu tarz Reggae orgunun en zor ritmidir. Daha fazla tını elde etmek için iki org beraber de kullanılabiliniyordu. 5-Üflemeliler Üflemeliler sıklıkla Reggae’da kullanılırdı ve aynı zamanda Country melodilerine giriş için de kullanılırdı. Reggae’deki üflemeliler “Saksafon, Trompet, Trombondur. Yakın zamanda synthesizerslarlar sayesinde de bu sesler elde edilmektedir. Üflemeleliler genellikle yumuşak ve yatıştırıcı ezgiler içerir ancak bazen punklar için agresif ve yüksek tempolu da olabilir. 6-Vokal Reggae’de vokaller ensturman ve ritmden daha geri planda kalır tüm şarkılar Reggae stilinde söylenebilir, ya melodi boyunca ana ezgide kullanılır ya da ana vokale kontrpuan şekilde gider. Reggae’de bir çok şarkıcı alışılmışın dışında vibrato yerine tremolo kullanır. Bu vokallerin Rap vokallerinden farkı genellikle melodik olmasıdır, Rap’de ise genelde melodisiz konuşma tarzı vardır (http://en.wikipedia.org/wiki/Reggae) Reggae’nin yayılmasını sağlayan sanatçılar: Nesta Robert "Bob" Marley (6 Şubat 1945 - 11 Mayıs 1981) Jamaikalı Reggae sanatçısı, Bob Marley, 130'un üzerinde plağı, her biri dillere destan olmuş yüzlerce şarkısı bulunan bir Reggae efsanesi olarak kabul edilir. 5 yaşındayken, annesi Kingston'a taşınmaya karar vermiş ve orada Bob ve ailesi, yaşamı boyunca Bob'un en iyi arkadaşlarından biri olan Bunny Livingston ve ailesi ile birlikte yaşamışlar. Bob ve Bunny, o yıllardan beri müzik ile uğraşmışlar. Bob Marley, Reggae müziğinin sadece Jamaika sınırlarında 62 kalmamasını sağlayıp, onu bütün dünyaya duyuran en önemli isimlerden biridir. Büyük bir kesim tarafından bu tür müziğin kralı olarak ifade edilen Bob Marley, söz yazarı, şarkıcı ve gitaristtir. Profesyonel anlamda müziğe The Wailers grubu ile başlamıştır. The Wailers, Peter Tosh ve Bunny Livingston'dan oluşuyordu ki, bu isimlerde daha sonradan Bob Marley gibi solo kariyer çalışmalarına devam ettiler. İlk hitleri "Simmer Down" olmuştu. Bob, The Wailers'dan ayrıldıktan sonra, üç kadın Reggae sanatçısının oluşturduğu The I-Threes adlı gruba müzikal alanda yardım etti. Topluluğun elemanlarından Juddy Mowatt, tecrübeli sanatçı için şu ifadeyi kullanmıştı; "Bob Marley’in şarkı sözü ve müzik altyapısı öylesine gelişmiş ki, kendisi bir müzik ansiklopedisi gibi". Bob Marley çok az kişinin inandığı “Rastafarianizm” dinine mensuptur. Bu din eski Etiyopya topraklarından çıkmıştır ki saçını "Rasta" yapmasının nedeni de dini inancıdır. "Rasta" saç stili bugün moda olarak kullanılsa da Bob Marley buna karşıdır. Bu saç stilinin gerçek adı Dreadlock olmasına rağmen Rasta olarak bilinmektedir. 1977 yılında futbol oynarken ayak başparmağında açılan bir yaradan dolayı deri kanseri (melanoma) olduğu ortaya çıkar. Parmağının kesilmesini istemez çünkü; Rastafarianizm inancında mezara tek parça halinde girilmek istenir. 1981 yılında ağırlaşan Marley, son günlerini yaşamak için Almanya'dan ülkesi Jamaika'ya uçakla dönerken durumu kritikleşir ve uçağı acil tıbbi yardım için Miami'ye iniş yapar ve orada da hayatını kaybeder. Bob Marley’in dönemindeki Siyahları temsil etmiştir bundan dolayı ortaya çıkan 1976 da suikast girişiminden sonra Jamaika’yı terk edip Florida’ya yerleştiği söylenir. (Sözer, 2005, s.44) Toots and the Maytals Reggae’nin ilk parçalarından sayılan Do The Reggay’ın bestecisi olan grupdur. Grubun üyeleri: Frederick "Toots" Hibbert, Paul Douglas, Carl Harvey, Jackie Jackson, Leba Thomas, Marie "Twiggi" Gitten, Norris Webb, Charles Farquarson, Radcliffe "Dougie" Bryan, Andy Bassford’dur. 1963-1980 yılları arasında Reggae, Ska ve Rocksteady müzikleri yapan ve Reggae’nin ünlenmesine yardımcı olan grup 1990’dan sonra kadrosunu değiştirmiştir, günümüzde hala bu grubun şarkıları dinlenmektedir. (bkz. Resim 3) 63 (http://en.wikipedia.org/wiki/Toots_and_the_Maytals) Jimmy Cliff Jamaikalı Reggae müzisyeni, şarkıcı ve aktördür. Jamaika hükümeti tarafından sanat ve bilim dalında önemli katkı sağlayanlara verilen en büyük ödül olan Jamaika Liyakat Nişanı'nı sahibi yaşayan tek müzisyendir. İlk okulda şarkı yazmaya başlamıştır, babasının etkisiyle Kingston, Teknik Lise’sine gitmiş fakat şarkı yazmayı bırakmamıştır. Liseye devam ederken bir yandan da kayıtlar yapmış ve "Hurricane Hattie" ile henüz 14 yaşındayken bir Hit haline gelmiştir. Günümüzde hala Reggae müziği yapmaya devam eden Jimmy Cliff 2011’ de Grammy’de “En iyi Raggae Albümü” dalına aday gösterilmiştir. 2012 de Caribbean Journal tarafından “Yılın Artisti” seçilmiştir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Jimmy_Cliff) ) Desmond Dekker ( 1941-2006 ) Jamaika’da Ska, Rocksteady ve Reggae şarkıcısı-söz yazarı ve müzisyendir. İlk uluslararası Reggae parçası “İsraelites” dir (1968). Küçüklüğünde kiliselerde yetişmiş ve oradaki müzik onu çok etkilemiştir. Annesinin ölümünden sonra geçinemedi ve çıraklık bile yaptı. Daha sonrasında Kingston’a yani doğduğu yere geri döndü ve orda çalışmaya başladı iş yerinde şarkı söylerken arkadaşları onu yarışmalara katılması için teşviklendirdi, Seçmelere katıldı ve ilk plak anlaşmasını yaptı 2006 yılına kadar birçok başarılı iş yaptı ve 2006 yılında aramızdan ayrıldı. (http://en.wikipedia.org/wiki/Desmond_Dekker) 8.3. Salsa Salsanın Kökenleri; Afrika, Avrupa ve Amerika kültürlerinin alaşımı olarak tam anlamıyla 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Küba'da geliştiği sanılan salsanın kökeni esas olarak İngilizce ve Fransızca'da contredanse denilen 17.yy. dansına dayanır. Salsadaki birçok dans figüründe çiftin pozisyonları salon danslarındaki pozisyonları andırır. Toplu olarak yapılan contredanse figürlerinin çoğu 4/4 şeklinde 2 ölçülü ya da 8 zamanlı hareketler içermekteydi. Square dance'ta olduğu gibi bu dansta da salondaki çiftlere yapacakları figürleri bildiren bir çığırtkan (caller, voceador) bulunurdu. Bu çığırtkan herhangi bir parça sırasında çekilip çiftleri müzikle baş başa da bırakabiliyordu. 19.yy. sonlarında bu dans, çiftlerin icra ettiği danzon dansında bireyselleşmiş bir hal aldı. Danzon dansını yerlilerin yaşadığı Karayip topraklarına Fransız ve İspanyol koloni şövalyeleri taşıdılar. Bu olayda Fransız ve İspanyol geleneklerinin korunduğu La Espanola Frances ve doğu kısmı Santa Domingo Espanol (şimdiki Dominik Cumhuriyeti) adını almıştı. 1791'de Fransız kolonisindeki isyan sırasında toprak sahipleri (Fransızlar) köleleriyle komşu adanın (Küba) Oriente eyaletine kaçtılar ve böylece gelenek, müzik ve danslarını da Küba'ya taşıdılar. 64 Küba'nın bu kısmında marimba, Afrika dans geleneği ve İspanyol çiftçilerin gitara dayalı müziği karıştırıp kaynaştı. Özellikle bayram gibi zamanlarda icra edilen müzik, burada, farklı grupların katıldığı toplu bir deneyim olarak yorumlanmaktaydı. Bazı vurmalı çalgılarda ritmin değiştirilmeden tekrar edilmesine karşılık, diğer çalgılarda ritimler çok karmaşık bir yapıyı oluşturacak şekilde değiştiriliyordu. Genellikle, değişmeyen temel ritim, anahtar görevini gören büyük bir vurmalı çalgı (Almanca adıyla Vortrommler) ile sağlanıyor, diğer çalgılar bu ritim eksen alınarak çalınıyordu. Parçaların çok ritimli olmasına karşın tüm vurmalı çalgılar eş zamanlı (senkronize) olarak çalınıyordu. Dinleyiciler pasif kalmıyor, müziğe bazıları ayakkabılarıyla veya el çırpmalarla sesler çıkararak, bazıları da omuz, kafa, kalça ve diz hareketleri yaparak katılıyorlardı. Bu tür dans unsurları ve vurmalı çalgılar günümüzde salon danslarına girmiş bulunmaktadır. (tr.wikipedia.org/wiki/Salsa_dans) Salsa, 1975 yılı dolayında uluslararası yaygınlık kazanan 4/4'lük ölçüde popüler Latin Amerika dans müziğidir. Afro-Küban geleneğinden yararlanan salsa parçaları, rock müziğin etkilerini de taşır. Söz konusu popüler müziğin kökleri, Küba'nın geleneksel dans müziklerinden, ayrıca 1930'lu, 1940'lı yıllarda New York'ta yaşayan Kübalı ve Porto Rikolu göçmenlerin geliştirdiği müzikten beslenmiştir. Salsa jazz-rock stilini de etkilemiştir. (Say, 2010, s.214) Salsa kelimesi salça, sos anlamına gelmektedir. Bazı eleştirmenler bu terimin özellikle bu müziğin baharatlı tadını ve onun Afro-Karayib ritimlerinin özgür bir şekilde kombine edilmesini tanımladığını belirtmektedirler. Salsa, kölelerin dinsel ve dünyevi Afro-Küba müziklerinden gelmektedir. Salsa grupları genellikle davullar, bas, piyano, bakır üflemeliler ve vokallerle entegre olmuştur. Müzik yapısal olarak çalgısal bir kesiti içerir, daha sonra bir diğer çalgısal kesit gelir, bunu şarkıcı tarafından yapılan bas doğaçlamaları içeren koro izler. Senkoplu vuruşları, 4/4'lük ölçüdeki yapısı, rock müziğin etkilerini taşır. Salsa jazz-rock stilini de etkilemiştir. (alıntılayan Küçük, 2012, s. 28) 1940'lar Küba'daki conjuntos adı verilen toplulukların vokal ve trompetle ''çağrı'' stilinin arka plandaki bongo ve conga davullarıyla Afro ritminde ''cevap'' (response) tarzına charango, flüt, keman gibi çalgılarla duyurulan Avrupa'dan devşirilen melodilerin katılmasından kaynaklanan, 1950'lerde Kübalı müzikçilerin Kuzey Amerika'ya, özellikle New York'a yerleşmesiyle jazz ve diğer Güney Amerika unsurlarıyla da desteklenen 4/4'lük ölçüde, 1. ve 3.ölçüleri aksanlı, genelde 2 mezurluk claves ritmiyle başlayan, 3 bölmeli (1-Ana melodi, 2- Şarkıcının Montuno adı verilen karşı doğaçlamaları, 3- Kontrast riffleri içeren mambo) modern Latin Amerika dansı müziğidir. (Aktüze, 2010, s. 533) SALSA MÜZİĞİNİN ÇALGILARI Salsa müziğinde kullanılan çalgılar yüzyıllar boyunca meydana gelmiş çeşitli yenilenme ve gelişimlerin sonucunda ortaya çıkmış çalgılardır. Yerli kültürlerin Avrupalı sömürgecilerce potansiyel bakımından yok edilmesi yüzünden bu çalgıların müziğe katlıları ve tarihsel süreçleri hakkında pek fazla kanıt kalmamıştır. Bununla birlikte bazı terim ve çalgılar bu yıkıma rağmen ayakta kalmayı başarabilmişlerdir. Salsa müziğinin tipik oluşumu, ses, çalgı ve ritim bakımından şöyle kategorize edilebilir; RİTMİK KISIM: 65 BASS: Ritmine tumbao denir. PİYANO: Tres denilen çalgıda, çalınan ritme uyarlanan ritmi montuno olarak bilinir. VURMALI ÇALGILAR: CONGA: Bir rumba çalgısıdır. Özellikle guaguanco ritminde çalınır. Ritmine tumbao da denilir. Montuno haline gelen Küba sonuna Arsenio Rodriguez ile girmiştir. BONGOS: Küba sonunda kullanılır. Montuno sonunda yerini conga alır. Salsada ise hem conga hem bongos kullanılır. TİMBAL: Büyük davulu olamayan bir bateriyi andırır. Danzon kökenli olup mamboda kullanılmıştır. Tito Puente sayesinde salsanın temel çalgılarından biri haline gelmiştir. (http://kelimecik.com/index.php?q=timbal&timbal.html) ÜFLEMELİ ÇALGILAR: Trompet, trombon ve bazen saksafon kullanılır. Flütler ve telli çalgılardan kemanlar charanga tipindeki parçalarda kullanılır. (tr.wikipedia.org/wiki/Salsa_dans) 66 9. BLUES VE CAZ 9.1. Blues Blues, 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika'ya dayanan, bir müzik türüdür. Kökleri Afrika'da bulunan blues, 17. yüzyıldan itibaren Afrika'dan getirilen kölelerin tarlalarda çalışırken söyledikleri hüznü, umudu, özgürlüğü ve derin acıyı anlatan şarkılardan doğmuştur. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Blues) Caz müziğine temel olan din dışı zenci Amerikan şarkıları. Terim, İngilizce to feel blue: ‘hüzünlenmek’ sözcüğünden kaynaklanır. Amerika’da köleliğin kaldırılmasını izleyen 19. yüzyılın sonlarında, Mississipi yöresi ve doğu Teksas tarlalarında doğan blues, erkek bir şarkıcı tarafından gitar eşliğinde usulca bir anlatımla söylenmiş, zencilerin din dışı geleneksel şarkılarında beslenerek 20. yüzyılın ilk yıllarında kentlerde yaygınlaşmaya başlamıştır. Kaynağındaki hüzün, karamsarlık ve duygu yükle anlatımıyla içtenlikli bir stil geliştiren blues, Amerika’da giderek bütün dünyada saygınlık kazanmıştır. (Say, 2010). Kuzeyin sanayileşmiş eyaletlerine karşın, büyük tarım arazilerine sahip güney eyaletlerinde artan işgücü talebi, köle ticaretinin merkezinin bu eyaletler olmasını sağladı. Güneyli toprak sahipleri için ucuz işgücü demek olan köleler ekonomik gelişmenin vazgeçilmez unsuru olarak görülüyordu. Afrika'dan gemilere istiflenerek getirilen bu insanların, toprak sahibi için ölesiye çalışmasından başka bir şansları yoktu. Nasıl çalışacakları da ''Siyahlar Kanunu (Black Code)'' ile kurallara bağlanmıştı. Örneğin Mississippi'nin Siyahlar Kanunu, kölelerin haberleşip isyan planı yapacağı korkusuyla davul çalınmasına son vermişti. Her şeyleri ellerinden alınan kölelerin, Afrika'dan yanlarında getirebildikleri tek şey müzikleriydi. Tarlalarda, çalışmaya ritm sağlayan ve verimliliği arttıran ‘’Work songs(iş şarkıları)’’ efendi tarafından hoş görülüyordu. Blues'un ilk örnekleri olan bu iş şarkıları geleneksel Afrika ilahilerini temel alıyordu. Gruplar halinde çalışan işçilerden biri gruba sesleniyor, ardından grup koro halinde cevap veriyor ve aynı mısralar tekrarlanıp duruyordu. Bazen de bütün acısını içinden geldiği gibi haykıran siyah işçinin ‘’Holler(haykırma)’’ları tarlalarda yankılanıyordu. Hayatta hiçbir dayanak noktası olmayan ve geleceğe dair bir beklentisi kalmayan kölelerin; sığınacakları, güvenecekleri ve onlara umut veren bir güce ihtiyaçları vardı. Elbette ki bu ihtiyaç köle 67 sahiplerinin de onayladığı bir şekilde giderilmeliydi. Bu noktada güneyin dindar çiftçileri, köleleri, Tanrı'ya dua eder ve efendilerinin sözünden çıkmazlarsa cennette özgür olacakları konusunda ikna ettiler. Köleler kitleler halinde Hristiyanlaştırıldılar. Böylece sözleri İncil'den dualar olan ''Negro spirituals(zenci ilahileri)’’ ortaya çıktı. İş şarkılarındaki bir solist ve koronun karşılıklı söylemesi, bu ilahilerin de temel söyleyiş biçimiydi. Bu ilahiler daha sonra ''Gospel'' adını alacak olan türün temelini oluşturuyordu. Siyahlara ait bütün bu unsurlar biraraya gelerek 20. yüzyılın başlarında blues'u ortaya çıkardı. Frankie and Johnny, House of the Rising Sun ve Stagger Lee gibi blues baladları çok popüler hale geldi.Blues artık kendi kimliğini bulmuştu.1920 yılıyla birlikte de ilk blues plağı ''Crazy Blues'' piyasaya çıktı.Plak büyük ilgi gördü ve bir ay içinde 75000 kopya sattı. Şarkıyı söyleyen Mamie Smith bir plak yıldızı oldu.Plak şirketleri de bu yeni pazarı keşfetti ve ''race records(ırk plakları)'' adı verilen, siyahlara yönelik plak üretimi başladı. Bu plakların neredeyse tamamı kadın şarkıcılar tarafından seslendirildi. Caz orkestralarının eşlik ettiği kadınların bu klasik tarzı, çok yapmacık bulundu ve kabare müziğine benzetildi. Kırsal kesimin kaba ve işlenmemiş blues'u karşısında, 1920'lerin sonlarına doğru, Bessie Smith ve Ma Rainey gibi çok iyilerin dışında, Güney eyaletlerinde yaşayan siyahlar, uzun yıllardır parça parça da olsa kırsal kesimden ayrılarak şehirlere yerleşiyordu. Fakat Güney'in az gelişmişliği ve ayrımcılığı karşısında Kuzey'in sanayi şehirleri, siyahlar için özgürlük ve zenginliğe kavuşacakları bir cennet olarak görülüyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın etkisiyle Kuzey'de başlayan işgücü sıkıntısı siyahların '' Great Migration (Büyük Göç)''ünü başlatmış oldu(1915-1920). (Herzhaft, Tarihsiz) Blues, 1865 yılından itibaren köleliğin kaldırılmasıyla birlikte Amerikan toplumu içinde yayılmaya başlar ve buradan da zaman içerisinde tüm dünyaya yayılır. 1910'lu yıllardan itibaren ise blues, Amerika'da birçok şehre yayılır. Bu şehirlerdeki kültürle ve müzikle harmanlanır ve yeni Blues türleri ortaya çıkar, bunlardan bazıları Delta Blues, Chicago Blues, Texas Blues'dur. Blues, özünde en çok ritim özellikleriyle dikkat çekmektedir. Ancak günümüzde icra edilmekte olan Electric Blues yüksek enstrüman hakimiyeti ve güçlü ritim kabiliyetiyle birlikte iyi bir armoni bilgisini de gerektirmektedir. Zira Modern Blues, Afrika kökenlerinin yanında çok yüklü bir etkileşime uğramış ve pek çok müzikten kalıntılar barındırır hale gelmiştir. Delta Blues Delta Blues Stili ''Blues'un doğdugu toprak'' olarak adlandırılan Mississippi'nin güney bölgesinden gelmektedir. Stil ilk zamanlarda,ilk Afrika-Amerikan gitar-müziği olarak 1920'lerin sonuna doğru kaydedilmiştir. Birçok Delta Blues sanatçısı canlı olarak birçok yerde uzun zamanlar canlı çalmasına ve bu müziği yapmasına rağmen, çok azı kayıt yapma fırsatına sahip olmuştur.1920 ve 1930 lar arasında yapılmış olan bu kayıtlar genelde solo tarzı çalışmalar olmuştur. Tarzın en önemli özelliği muhteşem derecede slayt gitar çalınması ve sözlerin içten gelerek söylenmesidir. Şarkı sözleri genelde şiir tadında tutkuyla içten yazılmıştır. 68 Delta blues, ilk kayıt edilen blues türüdür. 1700'lerden beri amerika kıtasında süre gelmekte olan blues geleneğinin ilk yansımasıdır. Gitar ve mızıka gibi basit enstrümanlar kullanılır. En sık gitar-vokal karşımıza çıkar. 12-bar blues formu delta blues ile ortaya çıkmıştır. Günümüze bu türün ilk zamanlarından uluşan kayıtlar, çoğunlukla gezici kayıt stüdyolarında yapılmış olan kayıtlardır. A. Lomax, Amerikan kongresi kütüphanesi adına bütün güneyi dolaşarak çalınmakta olan müziği kaydetmiş ve bu kayıtların günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Chicago Blues Klasik Chicago stili 1940 ların sonlarına doğru ve 1950 lerin başlarında Delta Blues'u da içeriğine dahil edip, onu genişletip küçük grup konseptine sokarak gelişmiştir. Davul, bas gitar, piyano, (bazen saksafon) ve temel telli çalgılar eklentisiyle şimdiki standart blues grupları yaratılmıştır. Bu stil piyanist, gitarist, armonika sanatçılarını ve solisti bağdaştırma (birbirine uydurma) konusunda son derece esnektir. Daha sonra bu stilin permütasyonu, 1950 li lerin sonları ve 1960 ların başlarında B.B. King ve T-Bone Walker gibi yeni efsanelerin çalışmaları ve temel ritm kısmın eklenmesiyle popüler Batı Tarzı jenerasyonunu yaratmıştır.80'ler ve 90'lara gelindiğinde rock ve funk ritimlerini kapsamasına rağmen,50'lerden bu yana kendi ana hatlarında da gelişmeye devam etmiştir. Texas Blues Bu blues türü diğerlerine göre daha rahat ve daha hoş bir ritm özelliğine sahiptir.1920'lerin ortalarında ilk ortaya çıkışında kendine has ve diğer türlere göre daha az duygusal bir kalıba sahipti. Gelişiminin diğer kısmını ise 2. Dünya Savaşından sonra elektronik müzigin gelişimiyle yapmıştır. (Oakley, 2004). 9.2. Caz Bir orkestra şefi olan Tom Brown, “Jazz” sözcüğünü ilk kez 1915’te Chicago’da dinleyici önünde çalarken, kendisinin kullandığını iddia eder. Oysa sözcük 1913’te bir San Francisco gazetesinde müzikal bağlamda kullanılmıştı. Başlangıçta “Jasm” veya “Gism” olarak kullanılan, sonra “Jass”, daha sonra da Jazz” olarak değişen sözcük, argo anlamıyla sporda ve oyunda hız ve enerjiyi ifade eder. Amerikalı caz eleştirmeni Marshall W. Stearns ise, uzun çalışmalardan sonra “Caz Müziği”yle ilgili şöyle bir tanım yapmıştır: "Caz; Avrupa ve Afrika’nın ritimlerini, Avrupa, Afrika ve Latin Amerika’nın çalgılarını ve melodilerini, Avrupa’nın armonilerini kullanan ve bu elemanları doğaçlama tekniğiyle sentezleyen bir evrensel müzik türüdür…” Cazın ilk yıllarında en çok beslendiği akım blues'dur. Caz müziği, mavi notalar(Caz ve blues müzikte kullanılan, majör ve minör notalar arasında duraksayan istikrarsız notalara mavi nota -blue notesdenir. Ses değişimi yarım ses veya daha azdır), senkop, swing, çoklu ritim, atışma tekniğini kullanır. Doğaçlama (Improvisation) ise, “Caz Müziği”nin en temel özelliklerinden biridir. “Caz Müziği”nde, 69 müzisyen, bestelenen müziği icra etmekle birlikte, doğaçlama yoluyla melodik, armonik ve ritmik anlamda müziğe kendinden bir çok unsur katmaktadır. “Caz Müziği” bestecileri, eserlerini besteledikten sonra icra aşamasında ister bestecinin kendisi olsun, ister yalnız icracı caz müzisyeni olsun, her defasında farklı duyumlar sunabilirler. Bu sebepten dolayı, her caz müzisyeninin bir de besteci kimliği olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Cazın, “Avrupa Konser Müziği”nden en büyük farkı budur. Ritmik anlamda Afrika ve Latin Amerika’yla beraber, diğer coğrafyaların ritimleri ve caza özgü “swing” (ritmik bir eleman olmanın yanı sıra aynı sözcük “Caz Müziği”nde 1930’ları kapsayan genel bir stilin adıdır. Sözcük içinde büyük ya da küçük yazılan ilk harf aradaki farkı kesin bir şekilde ortaya koyar. İlk harf büyük olduğunda “Swing Era”-Swing Çağı” ya da “Swing Stili”- anlaşılır. Küçük olduğunda ise “swing ritmi” anlatılmak istenir.) gibi özel ritmik yapılar da sıklıkla kullanılmıştır. Caz müziği 1880′lerde New Orleans'ta gelişmeye başladı ve 1920′lerin başında New York, Los Angeles ve Chicago'da yapılan kayıtlarla son şeklini aldı. New Orleans caz müziğinin ortaya çıkması için ideal bir yerdi. Mississippi Nehri’nin ağzının yakınında olan New Orleans Amerika için gelişmekte olan bir ticaret yoluydu ve bu nedenle o zamanlar ticaretin merkeziydi. Ticari öneminin yanı sıra bir liman şehri olduğu için buraya dünyanın her yerinden insanlar geliyordu ve New Orleans günden güne kozmopolitik bir yerleşim merkezi şeklini alıyordu. Bu kadar renkli bir yerin eğlence hayatı da çok renkliydi. New Orleans’ta birçok bar vardı ve bu barlarda sık sık dans partileri yapılıyordu. New Orleans’ taki bu yoğun eğlence hayatının sonucu olarak, bölgedeki müzisyenlere birçok iş imkanı doğuyordu. Bu dönemde canlı müziğe çok büyük bir istek vardı ve yeniliklere olan ihtiyaç devam ediyordu. Bu istek ve ihtiyaçlar müzisyenlerin yeni stiller yaratmalarına neden oldu. Müzisyenler değişik ve garip yaklaşımları harmanladılar, gözden geçirip yeniden düzenlediler. Bu gelişmeler cazın ortaya çıkışında büyük rol oynadı. “Caz Müziği”nin gelişimini, farklı kaynaklarda da rastlanabileceği gibi 10’ar yıllık dönemler halinde ele almak, “Tarihsel Gelişim Süreci”ni daha net olarak ortaya koymak adına doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu kronolojik 10’ar yıllık dönemler, bölgesel ve karakteristik özellikleri yansıtmaktadır. 1890-1900 : Ragtime Stili “Ragtime”, “Caz Müziği”ne temel oluşturan stillerden biridir, birincisidir. 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan bir “tür” ya da “ön biçim” olan “Ragtime”, sert vurgulu ritmik yapısı ve folklorik melodileriyle bir piyano müziği olarak Amerika’daki siyahlar tarafından uygulanmıştır. “Ragtime”, genellikle 2 zamanlı ölçü birimlerinde, orta tempoda ve “Avrupa Müziği”nin “March” (Marş, yürüyüş) karakterine yakınlık gösteren özellikler taşımaktadır. “Ragtime”ın sanatsal niteliği giderek geliştiği için, bu müzik caz sanatının ilk örnekleri arasında sayılmıştır. Bu stilin en önemli bestecisi kuşkusuz 1868-1917 yılları arasında yaşayan Scott Joplin’dir. Joplin, 600’den fazla “Ragtime” bestelemiş ve bu stilin öncüsü olmayı fazlasıyla hak etmiştir. “Ragtime”lar, 70 “serbest doğaçlama” ürünü eserlerdir. Joplin’in, bu eserlerini, serbest doğaçlama esnasında ürettiği bilinmektedir. Joplin’in kendi döneminde mekanik piyanoya kaydettiği bir “Ragtime”ını, yaklaşık 50 yıl sonra Amerikalı caz eleştirmeni R. Blesh plağa aktararak bu örneği günümüze taşımıştır. 1900-1910 : New Orleans Stili “New Orleans Stili”nin ritmik yapısı “Avrupa Müziği”nin “Marş” ritmine çok yakındır. Caz ritmine özgü o bilinen “dalgalanma” henüz bu stilde yoktur. Genel anlamda dalgalanmayı, 1. ve 3. zamanlardaki güçlü vuruşlar yerlerinde kalırken, 2. ve 4. zamanların da vurgulanması yaratır. Oysa “New Orleans Stili”nde bu ritmik olguya pek rastlanmaz. Vurgular 1. ve 3. zamanlardadır. “Hot” (ateşli) çalış, ilk kez “New Orleans Stili”nde görülür. Bu çalış tekniği, anlatımın son derece sıcak oluşuyla karakterize edilir. “Sound”, (müzikal tını, ses) “cümleleme”, “vibrato” teknikleriyle özgünleşir. Müzisyenler, enstrümanlarını “çalmaktan” çok, onlarla “konuşarak” duygularını yansıtırlar. Kornetçi Buddy Bolden, sonradan “jazz” olarak adlandırılacak tarzın öncülerinden biri olarak zikredilen bir müzik topluluğunun başıydı. 1895–1906 yılları arasında New Orleans’da çaldı. Bolden’dan bugüne gelen herhangi bir plak kaydı yok ama Bolden topluluğunun repertuvarında bulunan “Buddy Bolden Blues” gibi çeşitli ezgiler birçok diğer müzisyen tarafından kaydedildi. 1910-1920 : Dixieland Stili Beyazların orkestral çalış tarzlarının adıdır. “Caz Müziği”nin ilk başarılı beyaz orkestraları “Papa” Jack Laine ile başlar. Hiç şüphe yoktur ki; “Caz Müziği”ne ilk büyük başarılarını bu beyaz orkestralar kazandırmışlardır. “Reliance Brass” (kuruluş tarihi yaklaşık olarak 1892-1893), “Ragtime Band” (1898) “Original Dixieland Jazz Band” (1914, kısacaODJB olarak adlandırılır) ve “New Orleans Rhythm Kings” dönemin önemli orkestrasıdırlar. ODJB neredeyse hiç soloya yer vermeyen, insanı saran kolektif doğaçlamalarıyla cazın ilk dönemlerinin bir çok başarılı parçasına ün kazandırmıştır. Bunlara örnek olarak “Original Dixieland One Step”, “Tiger Rags” ve “At the Jazz Band Ball” gösterilebilir. 1920-1930 : Chicago Stili 1920’li yıllarda “Caz Müziği”nde en önemli 3 olgu; “New Orleans Cazı”nın Chicago’da süren parlak dönemi, “Klasik Blues” ve “Chicago Stili”dir. Genel olarak “New Orleans Stili” cazın Chicago’da gelişmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle ilişkilendirilmiştir. O dönemlerde bir savaş limanı olan New Orleans’ın Deniz Kuvvetleri Komutanı, hareketli bir eğlence hayatı olan Storyville’i, birliklerinin disiplini açısından sakıncalı olabileceği endişesiyle resmi bir genelgeyle kapatmıştır. Bu durum geçimlerini sağlayamayan müzisyenlerin başka kentlere göç etmelerine de neden olmuştur. En cazip göç merkezleri ise Chicago ya da Michigan Gölü kıyısındaki 71 “Windy City” (Rüzgarlı Kent) olmuştur. Windy City, sunduğu renkli eğlence dünyasıyla daha önce de bir çok New Orleans’lı müzisyeni kendine çekmiştir. Chicago’daki en önemli caz orkestraları olarak; King Oliver Orkestrası, Louis Armstrong’un “Hot Five” (Ateşli Beşli) ve “Hot Seven” (Ateşli Yedili) adlı orkestraları, Jelly Roll Morton’ın “Red Hot Peppers”ı ve Johnny Dodds’ın “New Orleans Wonderers”ı sıralanabilir. Chicago’da bir başka gelişim de “Blues”un en parlak dönemini burada yaşamış olmasıdır. Gerçekte “Blues”, daha caz doğmadan önce yaklaşık 1850’lerden beri vardı. 1850’lerde Güney Eyaletleri’nin kırsalında “Blues” şarkılarının söylendiği bilinen bir gerçektir. Bugün “Blues” olarak bilinen 12 ölçülük kalıp o zamanlarda henüz kullanılmamaktaydı. (Keseroğlu, 2005). 1930-1940 : Swing Stili Önceki stillerde “Caz Müziği” genellikle “Two Beat Jazz” (İki Vuruşlu Caz) adı altında sınıflandırılmıştır. “Beat” sözcüğü ritmik ağırlık noktası ve vuruş anlamını taşır. “Two Beat Jazz” ise iki ritmik ağırlık noktasını ve iki vuruşu ifade eder. 1920’li yılların sonunda caz müziğinde iki vuruşlu stillerden giderek vazgeçilmiştir. Swing, iki vuruşluk stillerin sonuna gelindiği düşünüldüğü bir anda ortaya çıkmıştır. Her biri eşit vuruş olarak vurgulanmak üzere dört vuruştan meydana gelen ritmik bir tarzdır. Bu dönemde solo çalışmalarının yanı sıra “big band” adı verilen büyük orkestralar da önem kazanmış, hatta altın çağlarını yaşamışlardır. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz “swing kralı” olarak nitelendirilen klarnetçi Benny Goodman’ın orkestrasıdır. Goodman’ın yanı sıra Duke Ellington ve Count Basie orkestraları da dönemin önde gelen topluluklarındandır. Cazın popülerleşip tüm dünyaya yayılmasını sağlayan bu swing orkestralarıdır. O dönemin filmlerinde yer alan, göz kamaştırıcı sahne üzerinde dinleyicilerin dansları eşliğinde ritmik melodileriyle şov yapan orkestralar bile, swingin o zamanlarda toplumsal hayatta ne denli büyük bir yer kapladığını gözler önüne sermektedir. 72 Orkestralar dışında, piyanist Fats Waller ve Teddy Wilson, davulcu Gene Krupa, Tenor saksafoncu Coleman Hawkins ve Chu Berry ve alto saksafoncu Johnny Hodges ve Benny Barter da swing denince akla gelen müzisyenlerden bazılarıdır. Swingin en önemli özelliklerinden biri de caz müziğini popülerleştirmesinin yanı sıra yine swing adı altında bir dans türünün ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Bu dans türü de dönemin orkestralarıyla birlikte cazın daha geniş alanlara yayılmasına katkı sağlamıştır. (http://www.gazetebilkent.com/2011/11/12/cazin-dansi-swing/) 1940-1950 : Bebop Stili Daha önce yaklaşık her 10 yılın başında yeni bir stilin gelişmesi, 1940’ların başında da tekrarlanmıştır. Kansas City’de ilk gelişme belirtileri veren “Bebop”, daha sonra da Harlem’de müzisyenlerin buluşma merkezleri olan lokallerden ilk ışıklarını yükseltmeye başlamıştır. Harlem’de de“Minton’s Playhouse” (Minton’ın Konser Evi) adlı lokal bu stilin benzer bir şekilde parladığı merkez olmuştur. Bemol beşli aralığındaki melodilere “be” ve “bop” hecelerini kullanarak katılması da bu stilin yaratılmasında bir öncülük etmiştir. Daha sonraları bu iki hece birleşerek “Be-bop” olarak adlandırılan bu stili doğurmuştur. (Keseroğlu, 2005) Batı müziğinin beş tam ve iki yarım tondan oluşan majör ve minör dizileri üzerine kurulmuş bulunmasına karşılık, bebop müziğine biçim veren anlayış kromatikti ve kromatik dizideki 12 notanın tümünü kullanıyordu. Böylece solistin önünde engin bir armoni ufku açılıyordu. Bebop, eski cazın armonik yapısını alarak buna bir akorun yerine kullanılan ve onun işlevini gösteren “ikame edilmiş” akorlar ekledi. Ayrıca davulun metronoma benzeyen yalın ve süslemesiz ritimleri, bebop müziğinde yerini on altılık notalardan oluşan çift ölçülü sololara bıraktı. Bütün bunların sonucunda ortaya karmaşık bir doğaçlama çıktı. Akım, 1940′larda gitarist Charlie Christian, piyanist Thelonius Monk, davulcu Kenny Clarke ve özellikle alto saksofoncu Charlie Parker’ın öncülüğünde gelişti. Daha sonraları ortaya çıkan ve hard bop ya da funky olarak bilinen başka bir caz üslubu ise gospel müziği) ve rhythm and blues öğelerini geliştirerek birleştirdi. Horace Silver bu türün en önemli piyanist, besteci ve orkestra şefiydi. Cannonball Adderley ve Art Blakey de hard bop orkestraları kurmuş ve yönetmişlerdir (http://www.derszamani.net/caz-muzik-ve-bebop-akimi.html ) Trompetçi Dizzy Gillespie, alto saksofoncu Charlie Parker, davulcu Kenny Clarke, piyanist Thelonious Monk ve gitarist Charlie Christian gibi müzisyenler “Bebop Stili”nin yaratıcıları olarak “Caz Müziği Tarihi”ndeki yerlerini almışlardır. (Keseroğlu, 2005) 1950-1960 : Cool Jazz (Serin Caz, Sakin Caz) ve Hard Bop Stilleri 1940’lı yılların sonlarına doğru, trompetçi Miles Davis’in çalışında da kendini göstermeye başlayan huzurlu, uyumlu, sakin ve olgun çalış tarzı, “Bebop”un asiliğinin, huzursuzluğunun, asabiyetinin ve taşkınlığının sonu olmuştur.. 73 Miles Davis, 1945 yılında Charlie Parker beşlisinde çalmaya başladığı ilk dönemlerde grupta kendinden önce çalan trompetçi Dizzy Gillespie gibi asi, asabi ve hırçın cümlelerle çalmaktaydı. Sonraları duruldu ve daha sakin ve “cool” olarak çalgısını üflemeye başladı. Daha sonraları ise bu çalış tarzı (piyanist John Lewis gibi) diğer müzisyenler tarafından da kabul gördü ve neredeyse tüm doğaçlamalara yansıdı. Bu genel kabul görüş sonucunda da bir sonraki akım ve stil olan “Cool Jazz” doğmuş oldu. Cool Jazz” olarak bilinen bu stil Miles Davis ve John Lewis’e ek olarakTadd Dameron ile de başlar. 1960-1970 : Free Jazz (Serbest Caz) Stili “Caz Müziği” tarihinde 1960’lı yılların cazı, “Free Jazz” (Serbest Caz) olarak tanımlanır. Bu stilin en önemli yenilikleri ise; “Atonal” (Ton Dışı) arayışlara girilmesi, ölçünün, düzenli vuruş ve simetrinin ortadan kalkmasıyla birlikte yeni bir ritmik anlayışın ortaya çıkışıdır. Free Jazz cazda 1960’larda gelişen yeni yönelimleri kategorize etmek üzere kullanılan bir terimdir. Deneysel ve kışkırtıcıdır. Yeni tınılar kullanır batı’ya ait olmayan Orta Doğu, Çin, Hindistan ya da Afrika müziklerinden. Müzisyenler bağımsız ve spontane çalarlar kimi zaman bu organize bir kaos hissi verir. Bu tarza öncülük eden iki önemli isim saksafoncu Ornette Colemann ve piyanist Cecil Taylor’dır. Diğer akla gelenler piyanist Muhal Richard Abrams, Carla Bley’dir. Free jazz'ın önde gelen temsilcileri: Charles Mingus (bas), Cecil Taylor (piyano), Ornette Coleman (alto saksafon) 1960'ların başında Amerika Birleşik Devletlerinde Ornette Coleman, Don Cherry, Cecil Taylor, Eric Dolphy, Charlie Mİngus ve John Coltrane'in yenilik arayışları sonunda ortaya çıkan caz okulu. New thing (yeni düşünce) diye de adlandırılan free caz, geleneksel kalıpları yadsıyarak hem müziği hem kültürü özgürleştirme çabasıdır. Tümüyle özgür doğaçlamadan yana olan free cazcılar, ne melodi çalmaya yanaştılar, ne armonik dokuyu gözettiler, ne de düzenli tempoyu sürdürdüler. 1960’ların ikinci yarısında doruğuna ulaşan bu akım uzun tartışmalara yol açtı(Baskeville,J. D, 1974). 74 Dünya’ya açılan “Caz Müziği”nin Hindistan’dan Afrika’ya, Japonya’dan Arabistan’a, Azerbaycan’dan Latin Amerika’ya tüm coğrafyalardan etkileşimleri ile birlikte “Dünya Müziği” unsurlarını içine almaya başlaması, önceki caz stillerinde olmayan yoğunluğa vurgu yapılması, ve müzikal “Sound”un (tını) gürültü boyutuna kadar genişlemeleri olarak sıralanabilir. Stilin önemli müzisyenleri arasında; Charles Mingus, George Russell ve piyanist Oscar Peterson, sıralanabilir (Keseroğlu, 2005). 1970-1980 : Electric Jazz (Elektrik Caz) Stili Bu döneme kadar olan stiller, yaklaşık 10’ar yıllık süreçlerde incelenebilir. Ancak; 1970’li yılların “Caz Müziği”nin analizi yapılırken bu 10’ar yıllık dönemlerden vazgeçilmelidir. Çünkü; 1970’lerde en az yedi farklı stil gelişmiştir. Şöyle ki; 1-) “Fusion” (Kaynaşım) veya “Jazz Rock”: Klasikleşmiş “Caz Müziği” doğaçlamaları, “Rock Müzik” ritimleri ve elektronik çalgıların tınılarıyla birleşmiştir. 2-) “Avrupa Romantik Oda Müziği”ne eğilim: Cazın bir tür estetik kazandırılmış halidir. Bir anda, eşliksiz müzik yapan çok sayıda solist ve ikili ortaya çıkmıştır. Genellikle davul, kontrbas, …gibi ritmik grup çalgılarına pek rastlanmaz. 3-) Jazz Rock: “Serbest Caz”ın yeni kuşağı olmuştur. Bir çok eleştirmenin cazın artık yok olduğuna ilişkin yazılarına rağmen “Jazz Rock” hem müzikal hem de ticari anlamda çok büyük başarılar kazanmıştır. Piyanist Richard Muhal Abrams’ın kurduğu AACM-Association for the Advancement of Creative Musicians (Yaratıcı Müzisyenleri Destekleme Derneği) adlı müzisyenler birliğine bağlı cazcılar giderek ön plana çıkmaya başlamışlardır. 1970’lerin serbest cazında, görünüşteki bir çok çelişkilere rağmen, siyahların müziği Afrikalı köklerine daha bilinçli, güçlü ve daha planlı bir tarzda bağlıdır. AACM müzisyenleri artık cazdan değil, “Great Black Music”ten (Büyük Siyah Müzik) söz ederler. 4-) Swing’in geri dönüşü: İlk bakışta “Fusion” veya “Jazz Rock” çalındığı izlenimini veren bu dönem müzikleri aslında “Swing” döneminin büyük ustalarının yaptıkları müzikleri hatırlatan tarzlarda müzik yapan bir genç kuşağın varolduğu bir süreçtir. 5-) Be-Bop’ın geri dönüşü: “Swing”in dönüşüyle şaşkınlık geçiren caz dünyası, aynı süreçte saksofoncu Dexter Gordon’ın “Be-Bop” stiline geri dönüşüyle daha da büyük bir şaşkınlık geçirir. 6-) Avrupa Cazı: 1960’lı yıllarda filizlenmeye başlayan “Avrupa Cazı”, bu dönemde iyice kendini kabul ettirmiştir. “Atonalite”yle beraber “Tonal” “Avrupa Cazı” da varolmuştur. Webern, Berg, Stockhausen, Boulez …gibi bir çok Avrupalı müzisyen “Serbest Caz Stili”nin yansımalarının gözlemlendiği eserler vermişlerdir. 7-) Cazın Evrenselleşmesi: Yavaş yavaş caz, rock ve çeşitli müzikal kültürleri aşan ve bütünleştiren bir müzik ve müzisyen tipi doğmaya başlamıştır. (Keseroğlu, 2005). 75 1980 ve Sonrasındaki Stiller ve Akımlar 1980’li yıllar ve sonrası dönemlerdeki “Caz Müziği”ni incelerken de, tek bir stilden söz etmek pek olanaklı değildir. Bu dönemin cazının karakteristik özelliklerinden biri, önceki stiller arasında varlığını korumuş olan sınırların kaldırılması ve aşılmasıdır. İşte bu sınırların kaldırılması sonucunda 1980’li yılların ve sonraki dönemlerin “Caz Müziği”nde karma stiller yaratılmıştır. Stiller arasındaki sınırların aşılması, 1980’lerin cazının temel unsuru haline gelmiştir. Hiç bir stile bağlı olmaksızın yapılan “Caz Müziği”nin, kendisi bir “stil” olmuştur. Zenginliğinin ve çeşitliliğinin farkında olan bu “stil”in stilden çok, ucu açık bir icra tarzı olduğunu bilen caz, “post-modern” hale gelmiştir. Post-modern caz, farklı ve genellikle de birbirlerine uymayan stil öğelerinin çokluğundan bir birlik yaratmıştır. Uzlaşmaz, muhalif bir müzik içinde zıtlıkları bir bütünün içine monte ederek birleştirmeyi başarır. Post-modern cazın sık karşılaşılan ilkesi, “uyumsuzluğun uyumu”dur. (Keseroğlu, 2005) 10. POP ve ROCK MÜZİK 10.1. Pop Müzik Pop müzik, genellikle hit olan, tutulan müzik yerine kullanılsa da aslında popüler müziğin bir alt grubudur. Dünyada 1940'lara dayanan bir tarihi vardır. Günümüzde birçok Rock, Hip Hop, R&B ve Country türlerine de dokunan pop müzik birçok müzik türünü içine alan ve tam olarak tanımlanmakta zorluk çekilen geniş bir kavramdır. "Popüler müzik" kavramının kısaltılmış biçimi olan Pop terimi dilimize İngilizce popular-Fransızca populaire : "herkes tarafından tanınan,yaygın , halkın zevklerine uygun, geniş kitlelere dönük ve güncel" anlamlarını içerebilen sözcükten girmiştir. 76 Günümüzde pop sözcüğüyle nitelenmek istenen, daha çok Anglo-Amerikan pop müziğidir. Bu yönüyle pop, 20. yüzyılın ikinci yarısında bütün ülkelerde gündelik konuşma diline girmiştir.Geniş anlamıyla pop müzik "eğlence müziği" ni tanımlar. Müzikte "eğlence" ögesi, tarih boyunca bütün kültürlerde şu ya da bu biçimde dolaylı olarak yer almıştır. Eğlence özelliği ağırlık taşıyan bütün müzik çeşit ve formları, aslında "popüler müzik" tanımına girer. Öte yandan 20. yüzyılın sanayi toplumlarında kavram, "halk müziği" ve "sanat müziği" türlerinden de yararlanarak yeni bir "eğlence müziği" dönüşümü yaratmış, ona bağlı olarak çok büyük bir endüstri ve geniş bir pazar hazırlamıştır. Sonuçta "eğlence" zamanının çağımızda öne alındığı yaygın müzik türüne "popüler" ya da "pop" denmiştir. Eğlence amaçlı müzikler "düzeysiz, kalitesiz" anlamına gelmez.Klasik müzikte ve halk müziğinde de eğlenceye yönelik, hoşa giden, şaka, espri, alay içeren, dostluk, arkadaşlık, aşk, kıskançlık gibi evrensel insan değerlerini işleyen, hayatı bütün renkleriyle anlatan ögeler vardır. Tarih öncesi çağlarda müzik, büyü amacıyla yapılıyordu. İlkçağ uygarlılarından başlayarak müzik, gerek kralların, firavunların, imparatorların saraylarında, gerek halk katmanlarında, köylerde, obalarda, evlerde yapılırken eğlenceyi de içermiştir. Eğlence doğal bir insani-toplumsal olgudur. Soylular, zenginler de eğlenmiş, sıradan insanlar, yoksullar da yaşamın tadını müzikle çıkarmaya yönelmiştir. Kilisenin, insanları bir sürü olarak gördüğü erken ortaçağda, köylülerin yöresel şarkıları ve bu şarkılar eşliğinde uygulanan dansları vardı. Müzik türlerinde ilk ayrım,11. yüzyıldan başlayarak geliştirilen "dinsel müzik" ve "din dışı müzik" gibi iki alt türde oluşmuştur. Rönesans çağı, insanların "sürü" konumundan çıkmayı amaçlayarak ses ve çalgı müziğinin, oyun havaları eşliğinde uygulanan dansların toplumsal boyut kazanarakköklü şekilde yaygınlaştığı ilk köklü dönemi temsil eder. Eğlence müziğinin tohumları, geç ortaçağ ve Rönesans çağının din dışı müzik toprağına atılmıştır. Avrupa müziğinin temelinde, 17. yüzyılın opera aryaları ve saray dansları bulunmaktadır. Din dışı müzik,17. yy ın ikinci yarısında Fransa kralı 14. Louis'in sarayında uygulanan çalgı eşlikli dans müzikleriyle pekişmiştir.18. yy'ın ilk yarısında soyluların saray eğlenceleri, opera ve bale sanatlarına dayanmıştır.1750'lerden başlayarak müzik,orta sınıflara da seslenen kitlesel özellikler içermiştir. Müzikte popüler niteliğe dönüşme olgusu, 19. yüzyılda bütün sınıf ve katmanların etkin katılımını sağlayan vals ve polka gibi toplumsal dans çeşitleriyle sevilen sahne müziği şarkılarıyla belirginleşmiştir. 20. yy' a girildiğinde, ses kaydı teknolojisinin hız kazanması 77 ile Avrupa ve Amerika’nın kentlerinde popüler şarkılar milyonlarca insanı etkilemiş, radyo, plak ve film endüstrisiyle bu yaygınlık olağan üstü geniş boyutlara yayılmıştır. Popüler müziklere can katan başlıca ögelerden biri dans olduğu için, bu olanağı önce çıkaran müziklerin kitlelere daha çekici geldiği açıktır.Pop müziğin tanıtımındaki öğelerin başında, müzikal anlatım biçimini hem güftede ve bestede hem de seslendirmede en parlak,çarpıcı biçimde temsil etmek gelir.Popüler müziklerin içeriği enerjiyi toplumsal boyutları yönünden inceleyen müzik araştırmaları, bu müziğin içtenliğini, biyolojik ve psikolojik boyutlarını dinamizmiyle bağlantılı olarak ele almıştır.20. yy ortalarında söz sahipi olmaya başlayan pop müzik hareketini doğuran etkenlerin başında, sanayileşmiş toplumların koşullandığı kuşakların yeni açılımları vardır.( Say, 2010) 10.2. Rock Müzik 1950’ li yıllarda ortaya çıkmış olan rock müzik, batı dünyasının sanat müziği ile halk müziği anlayışlarının kendi kavramları doğrultusunda pop müziğe taşınmış biçimidir. Rock müziğin kaynağı olarak, Rhythm and Blues ve Country, olarak tanımlanan, Amerikan siyah müziği gösterilir. Bu müzikler, daha çok siyah ırklı insanlara hitap etmekte iken, 1950’ li yılların başlarında Cleveland’lı Alan Freed isimli bir discjokey, sunduğu radyo programında, beyaz gençlerin de bu müzikleri severek dinlediklerini fark etmiş ve yayınlamaya başlamıştır. Çok ilgi gören bu türe, ilk kez 1951 yılında THE DOMINOES grubunun “ Sixty Minute Man” adlı şarkısında geçen “My baby rocks me with a steady roll” sözlerinin etkisiyle Rock and roll adını vererek programlarında kullanmaya başlamış. İlk etapta bölgesel olarak dinlenen bu yeni müzik tarzı daha sonraları bütün dünyaya yayılmıştır. Chuck Berry ve Elvis Presley ile birlikte rock müzik, zirvedeki yerini sağlamlaştırmış ve kendisini geliştirmiştir. Teknolojinin gelişmesi ile amplifikatörlerin yaygınlaşması, elektrogitarın rock müziğe girişini sağlamış, bu müziğe yeni bir soluk getirmiş ve daha sert müzikler yapılmaya başlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde grup mantığının yaygınlaşması ile Beatles, The Rolling Stones gibi dünyaca ünlü gruplar rock müziğe damgasını vurmuştur. http://www.bilgiustam.com/rock-muzik-nedir-rockmuzigin-turleri-ve-tarihcesi/ 78 1964’de başlayan İngiliz istilasının başını tek bir grup çekiyordu: Elbette The Beatles. The Beatles Kuzey Amerika’ya ayak basar basmaz sansasyonlar yaratmaya başladı, yan ürünleri satılan ilk gruplardan biri oldu. Yan ürün derken aklınıza gelebilecek her şeyden bahsediyoruz, beslenme çantalarından bardaklara, sakız paketlerinden John Lennon yastıklarına kadar. Müziğin rengini değiştirdikleri kadar modanın da yüzünü değiştirdiler. Fermuarlı botları ve kâküllü saçları ile ilk kez bir grup insanların görünüşünü de bu kadar etkiliyordu. Hemen ardından The Kinks ve The Rolling Stones gibi gruplar da yollarını bulmaya başladılar, fanatiklikten çılgınlığa doğru kayan bir dinleyici kitlesi edindiler. The Beatles zaman içinde yavaş yavaş değişime uğradı. Müzik konusundaki esas değişiklik ise 1967’de gerçekleşti, hippi şuuru dalga dalga yayılmaya başladı. The Rolling Stones da 1960’lar boyunca durmadan değişti, sound’larına biraz psychedelica serptiler; değiştirmedikleri şey ise müziklerinin sertliği, hatta zaman zaman kabadayılığa doğru uzanması oldu. 1960’ların sonuna doğru bir San Francisco akımı ortaya çıktı, en gözde gruplar San Francisco’dan Amerika’ya yayılıyordu. Janis Joplin, Jefferson Airplane, The Greatful Dead gibi gruplar San Francisco’yu sallarken daha güneylerde Los Angeles’da The Doors fırtınası fena halde esmeye başladı. Rock and Roll tarihi adına tüm zamanların gördüğü belki de en büyük olay bu dönemde yaşandı: New York’taki Woodstock Festivali. Günler, Janis Joplin’in Rock and Roll’u bir erkek oyunu olmaktan çıkardığı için bütün kadınlarca alkışlandığı, müziğin yaşamı ve bütün dünyayı değiştirebileceğine inanıldığı günlerdi . 1960’larda kurulan Jethro Tull, The Moody Blues ve Pink Floyd gibi İngiliz gruplar, 70 lerde teknik süper starlar haline geldiler. Black Sabbath, Led Zeppelin gibi gruplar müziğin çizgisini sevimli hippi kültüründen uzaklaştırıp daha karanlık ve mistik temalar üzerinde yoğunlaştılar. 79 Kuzey Amerika’da ise daha değişik bir tarz popüler olmaya başlamıştı. Geleneksel country müziğini rock ile karıştıran bu tarzın öncüleri Stills and Nash, Lynyrd Skynyrd, Creedence Clearwater Revival ve The Eagles idi. Bunlar Pink Floyd gibi grupların aksine her şeyin akustik olmasından yana bir tavır içine girdiler. Rock cephesinde bunlar olup biterken İngiltere’de glam demlenmeye, Amerika’da da disco patlamaya hazırlanıyordu. http://otamoka.com/wp01/2013/10/14/modern-muzik-rock-muzik-tarihi/ 1980’li yıllar Metal müziğin gelişimi için de oldukça önemli yıllardı. Bu dönemin birkaç yıl gerisinde oluşan bir İngiliz istilası başladı. BLACK SABBATH, JETHRO TULL, BUDGİE, JUDAS PRİEST, MOTÖRHEAD, DEF LEPPARD ve UFO gibi gruplarla başlayan dönem IRON MAIDEN, SAXON, VENOM, ANGEL WITCH, SAMSON, RAVEN gibi birçok grupla devam etti. Bu dönem dünyada birçok insanı etkisi altına aldı ve bu döneme ”New Wave Of British Heavy Metal” denildi. Bu tarzda çift gitar uyumu, anlaşılır melodik yapı, düz ama agresif vokal yorumları, gizemli dünyadan politik eleştirilere kadar uzanan konularla birleştirildi. Öyle bir dönemdi ki, Spider ve Samson’un Heavy Rock’undan Warface’in Death-Black metaline kadar bir köprü kuruyordu. Peşinden ”Speed Metal”in geleneksel ton yapısı nihilistlik, kromatik bir hal aldı. Böylece o dönemde yine ortalıkta olan punk rock’tan doğan bir sentezle “Death Metal”e uzanıldı. SLAYER’ ın çıkışıyla modern metal oluştu. Bu dönemde Punk’ın hızını ödünç alan bir tür de ortaya çıktı ve bu türün adı da ”Thrash Metal”di ve gerçekten kırbaçlarcasınaydı. Müzikal yapıda twin-pedal bir zorunluluk haline geldi ama dörtnala giden bir at gibi kullanılmalıydı. Çoğunlukla da kullanılan davulun üst kısmıydı (altolar).İyi bir gitaristin görevi de müziği kısa lead gitar partisyonlarıyla ve doğru zamanda sololarla renklendirmekti. Thrash Metal’in kötü özelliği ise kısır bir yapıya sahip olmasıydı. Bundan dolayı çok grup müziklerine klasik yapının (davul-gitar ve bass gitar) yanı sıra değişik ”Power Metal” unsurlarını da kattılar. Bunlar, vokaldeki çığlık yorumları, klavyeler gibi 80 şeylerdi. Diğer bir müzikal yöneliş ise tüm bu eklemeleri reddedenlerdi ki onlarda da değişim vokal yorumunda ağırlıklı oldu. Anlaşılır ama agresif Thrash vokalinden, zor anlaşılan brutal bir vokal yorumuna yönelindi. Birçok müzik dinleyicisi bunu kabullendi ve “Death Metal” ortaya çıktı. Thrash ve Death Metal’ de konular genellikle gelişen modern toplumun teknolojik zararları, yani nükleer tehlike, politik yaşamdaki olumsuzluklardı. Bu nükleer zararların eleştirilmesiyle karşımıza onu temsil eden iskelet, kurukafa, eriyen suratlar gibi sürrealist figürleri de çıkardı. Bunlar zaman içerisinde t-shirt’leri süsledi. Burada vurgulanmak istenen nükleer tehlike ile yok olmak istenmemesiydi. O yüzden iskelet figürleri bir başkaldırıyı temsil etti. 1990′lı yıllarda GUNS’ N ROSES gibi bazı gruplar Rock’n Roll ve yeni yeni ünlenen bir müzik türü olan metal müziği birleştirerek yeni türler ortaya çıkarmaya çalışmışlar. Bu gruplar haricinde BON JOVI, eski alışkanlıklarını bırakıp yakışıklığını kullanmanın en iyi yolunun Rock müzik’e “aşk” kavramını katarak milyonlarca genç kızın gönlünü çalmakta bulmuş ve ününe ün katmıştır. Yine de bir Metal faktörü 80′li yıllardan edindiği potansiyel ve insanların farklı müzikler dinleme yolundaki eğilimlerini sisteme olan tepkiyle birleştirip önemli bir müzik türü haline gelmiştir. Metal Müzik’te özellikle METALLICA ’nın 1991 kaydı olan BLACK Albümü, MANOVAR ’ın, IRON MAIDEN ’ın, SEPULTRA ’nın, MEGADEATH ’in, OVERKILL ’in ve daha birçok grubun sayısız muhteşem albümü ve diğer grupların burada sayamayacağımız kadar çok albümleriyle Metal müziği de hatırı sayılacak bir dinleyici kitlesine ulaştırmıştı. http://kemansitesi.wordpress.com/2011/12/30/rock-muzigin-tarihcesi/ Kendisini sürekli olarak yenileyen rock müzik kendi içerisinde; Hard rock, progresif rock, alternetif rock, pop rock, punk rock, industrial rock, senfonik rock gibi pek çok farklı alt dallara ayrılmıştır. Hard Rock: Hard Rock, kökenleri 1960 başları Garaj Rock'ı ve Jazz'a dayanan bir rock and roll tarzıdır. Elektro gitar, bas gitar ve davulların sert şekilde kullanılması tipik özelliğidir. Hard rock terimi, overdrive kullanımı yoğun, daha melodik gitarlara sahip, jazz ve blues dan sert heavy metalden yumuşak bir tarzı betimler. Deep Purple ve Led Zeppelin bu tarzın başı çeken gruplarındandır. Alternatif Rock: 1970'lerin 1970'lerin sonunda hard rock'a bir alternatif sunmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Her ne kadar işleyişi hard rock'a benzetiliyorsa da akor ve ritimleri farklıdır. Dinleyiciye farklı bir armoni anlayışı sunar. Analiz edildiğinde günümüzde sert tonlarla kullanılan alternatif rock, Hard Rock tabanlıdır. Progressive Rock (Rock, caz, folk ve klasik müziğin karışımı: The Batles-Moody Blues) 81 , Indie Rock, Grunge, Indie Pop, Brit Pop, gibi birçok farklı müzik türünü içinde barındırır. İçinde birçok müzik türü barındırdığı için tek kültürün aksine çoğu kültüre uyum sağlar. Günümüzde en çok tercih edilen rock dalıdır. Punk Rock: Punk, düzene ve düzenin getirdiği sistemlere karşı ortaya çıkmış bir isyandır. Tabulaşmış ve kalıplaşmış davranışlara karşıdır. Hayat gündelik yaşanmalıdır anlayışını benimsemektedir. Punk’a göre kişiler düzene göre değil kendi istediklerine göre yaşamalıdırlar. Her gün işe gidilmemeli, eğlence ve düzensizlik hayatın temel noktası olmalıdır. Punk, içinde bulunduğu durumları protesto etmek için müzik yapar. Bu aykırılık; saç biçimlerinden, kıyafetlerine kadar yansımaktadır. The Sex Pistols özellikle rock tarihindeki tüm punk gruplarını etkilemiştir. Özellikle Sid Vicious, Nirvana'ya kadar tüm grupların idolü olmuş, sadece müziği değil yaşam tarzıyla da Punk benzeri akımların gelişmesinde etkili olmuştur Industrial Rock: Digitalin ön planda olduğu, makineleşmeye karşı bir müzik tarzıdır. Öfke ve isyan bu tarzın temelini oluşturur. Ministry Grubu bu tarzın ilk temsilcilerindendir. Pop Rock: Rock müziğin daha hafif ve sade yapılmasını benimseyen anlayıştır. Akustik enstrümanların ve vokalin ağırlıkta olduğu pop müziğe yakın bir müzik tarzıdır. Senfonik Rock: Rock müziğin, içerisinde klasik müzik ve rock müzik temalarının birlikte kullanılmasıyla oluşan türüdür. Queen bu tarzın ilk ve önemli temsilcilerindedir. http://www.bilgiustam.com/rock-muzik-nedir-rock-muzigin-turleri-ve-tarihcesi/ 11. TÜRKİYE’DE POP ve ROCK MÜZİK Türkiye’de Pop Müzik Türkiye’de pop müziğinin gelişimini incelemek için 60’lı yıllara, pop müziğinin ilk filizlendiği yıllara uzanmak gerekir. O zamanlarda pop diye tabir edilen bir müzik yoktu. Her şey yabancı parçalara Türkçe sözler yazılmasıyla başladı. O zamanlar bu müziğe Türkçe Sözlü Hafif Müzik, ya da Aranjman Müzik deniliyordu. Söz yazarlarına büyük görevler düşüyor, Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu gibi birçok söz yazarı, yabancı bestelere Türkçe sözler yazıyorlardı. Bu müzik o yıllar hafife alındığından olacak ki TRT “hafif müzik” diye bir tanım getiriyordu. Erol Büyükburç, şüphesiz Türk Hafif Müziğinin ilk sanatçısıdır. İlginç sahne kostümleriyle de akıllarda yer etmiştir. Onu Ajda Pekkan izlemiş ve böylece bu müziği icra eden birçok sanatçı ortaya çıkmıştır. 70’li yıllarda ortaya çıkan Anadolu Pop ya da Anadolu Rock müzik, TRT’ye inatla tüm Türkiye’yi kasıp 82 kavurmuştur. Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, 3 Hürel, Erkin Koray ve Edip Akbayram bu akımın belli başlı sanatçılarıdır. Bunlara Halk Müziğine odaklanmaları yüzünden “Kent Ozanları denmektedir. 90’lı yıllarda bu akıma özenerek birçok sanatçı boy gösterecektir. 80’li yıllar ise gerek pop müzik açısından, gerek diğer müzik türleri açısından en kötü yıllar olarak kabul edilebilir. Eğer 70’leri plak, 90’ları da CD ile özdeşleştirirsek, 80’lere kaset canavarı yıllar diyebiliriz. 12 Eylül’ün baskısıyla başlayan dönemde müzik türleri de bir çıkmaza sürüklendi. Anadolu Pop ve Anadolu Rock furyasından Arabesk dalgasından geçiş söz konusuydu. Kanımca Orhan Gencebay, bu iki müzik türü arasında bir geçiş formu teşkil ediyor. Kendisi hiç bir zaman arabesk yaptığını iddia etmedi. Kendi müzik tarzını oluşturmaya çalıştı. Hatta bazı şarkılarındaki Gitar soloları Anadolu Rock’tan izler taşıyordu. Ancak kendisi de farkında olmadan arabeskin temelini attı ve arabeskin Orhan Babası oldu. Orhan Gencebay ile birlikte Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve Müslüm Gürses 80’lerde arabeskin dört büyük üstadı oldular. Hepsi de ayrı ses renkleriyle farklı acılara hitab ettiler, bir bütünü tamamladılar. 80’li yıllar Arabeskin altın yıllarıydı. Arabeskin yanı sıra 1978 yılında Ferdi Özbeğen’in temelini attığı taverna kültürü, fantezi müziğini oluşturdu. Piyanist şantör ekolü doğdu. İnsanlar arabesk ile kederlenirken fantezi ile şenlendi. Oryantal kültür, bu iki müzik ile damarlara aşılandı. Bu hakimiyet, ister istemez diğer müzik türlerini etkisi altına aldı. Pop müzik de bu oluşumdan nasibini aldı. Bazılarına göre Sezen Aksu Sen Ağlama, Git gibi şarkılarla Türk makamları ile arabesk dalgasına cevap verdi, bazılarına göre bu şarkılar, onun arabeskten etkilendiğin göstergesiydi. 80’lerdeki müziğin kalitesizliğinin en bariz kanıtı, Opera adlı eurovizyon şarkısının sonradan en kötü eurovizyon şarkısı seçilmesidir. Bu yıllarda başlayan elektronikleşme, aranjör ve stüdyo müzisyenlerinin doğmasına neden oldu. 90’larda pop müziğinin teknik kadrosu: Garo Mafyan Onno Tunç, Atilla Özdemiroğlu gibi isimler yetişti. Bu kadar klip ve Radyo yayını, albüm satışlarının düşmesine neden oldu. Korsan kasetçilik ve telif hakları sorunları gündeme geldi. Tarkan 90’ların pop ilahı oldu. Mavi gözleri ile kızları her zaman büyüledi. Şarkılarında “Kıl oldum abi Hepsi senin mi Ölürüm sana hişt zilli” gibi bol argo bulunmasına rağmen şarkıları çok sevildi. Türk Popunun 90’lardaki lideri oldu. Başarısını yurt dışında da kanıtladı. Tarkan gibi şarkılarında ilginç sözler bulunan şarkıcılara Ankaralı Turgut, kendi üslubuyla Ankara Havasıyla cevap verdi. Pop o kadar cazip hale gelmişti ki eskiler, tekrar gündeme gelmek için çareyi popta armaya başladılar. http://www.diyadinnet.com/YararliBilgiler-486%26Bilgi=pop-m%C3%BCzik-t%C3%BCrkiye-tarihinedir 83 Türkiye’de Rock Müzik Türkiye'de Rock müzik anlayışı, ilk olarak Anadolu halk müziği ile rock müziğin birleşimi müzik türü, Anadolu Rock olarak ortaya çıkmıştır. Erkin Koray, Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok ve Moğollar buna örnektir. Bu grupların patlamasından sonra '67-'68 yıllarında, Türkiye'de de başta Cem Karaca olmak üzere, Barış Manço, Erkin Koray, ve Moğollar gibi birçok grup ve müzisyen kendilerini yurt çapında üne kavuşturacak ilk 45'liklerini çıkarmışlardı ve Moğollar' ın ilk dönem klavyecisi Murat Ses'in öncülük ettiği bir akım olan Anadolu Rock’ın temelleri de yine aynı senelerde böylece atılmış oluyordu. Türkiye bu akıma çok ısınmıştı. Bu müzisyenler yurtdışındaki akımları oldukça yakından takip ediyorlardı ve farkında oldukları bir şey vardı ki bu da kendi ülkelerinin müziğinin aslında çok köklü bir geçmişe sahip olduğu ve de en önemlisi altmışlı yılların ikinci yarısında temelleri Amerika Birleşik Devletleri'nde atılmış olan psychedelic rock akımının aslında kendi ülkelerinin müziğinin özünde bulunduğuydu. Batının 68 kuşağı hippileri de doğu mistisizmine bol miktarda meraklıydı ve bu konuda bolca araştırma yapıyorlardı. Türkiye'de yaşayan müzisyenler ise zaten bu olayın içinde doğup büyümüş oldukları için bu onlar için çok büyük bir avantajdı ve bunu çok iyi değerlendirmesini bilip hem batıdaki dünyayı sallamış grupların çalışmalarından, hem de kendi ülkelerinin yerel müziğinden yararlanarak çok sağlam doğu batı sentezleri ortaya çıkarmasını bildiler. Bu da Anadolu rock müziğini ortaya çıkardı.http://tr.wikipedia.org/wiki/Rock_müzik 1980-1990 yılları arasında ise askeri darbenin ve onun getirdiği sınırlamalar, en azından ekonomik anlamda nispeten etkisini yitirmeye başlamıştır. Ekonomik anlamdaki liberalleşme bir şekilde siyasal ve toplumsal alanda da kendini hissettirmeye başlamıştır. Kapitalizmin ve onun toplumsal yaşayış biçiminin getirdiği kurallar, Türk toplumu üzerinde de kendini göstermiş ve bireycilik ön plana çıkmıştır. Toplum, öğrenciler ve gençler bile, depolitize olmuş, bu da doğal olarak Türk Rock müziğini de etkilemiştir. Daha önceleri de protest bir tarzı olmayan Türk Rock müziği bu kez toplumdan da böyle bir istek gelmeyince hiç o alana kaymamıştır. Hızlı kentleşme ve büyük şehirlere göç, kırsal yaşama biçiminin kentlerde de yaşanmasına, dolayısıyla burjuva ve entelektüel kesimlerde dahi arabesk ve pop müziğin, ön plana geçtiği, rock müziğinde, en azından çok büyük toplum kesimince, dışlandığı bir dönem olmuştur. 84 90 lı yıllarda karşımıza çıkan, önde rock gruplardan Bulutsuzluz Özlemi’inden bahsetmeden geçilemez. Yukarıda anlatılan savların aksine Bulutsuzluk Özlemi Türkçe Rock yapmaktadır. Anadolu Rock’ın dışında, Türk Rock’ına şehirli bir yaklaşım ortaya koymuştur. Her ne kadar grup 1980 li yıllarda kurulmuş ve ilk albümünü 1986 yılında çıkarmış olsa da 1990 yıllardaki çalışmaları ile adından söz ettirmeye başlamıştır.Grup şarkı sözlerinde sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve politik konuları dikkate almıştır. Grupta Nejat Yavaşoğulları, Sina Koloğlu, Akın Eldes, Sunay Özgür, Utku Ünal, Deniz Demiröz, Berke Özgümüş, Burak Güven, Serdar Öztop gibi müzisyenler yer almış ve almaktadır. Yine bu yıllarda Ra, Whisky, Objektif gibi grupların ardından Pentagram, Teoman, Şebnem Ferah ve Kargo gibi başlıca isimler bu müzik türünü alıp götürmüşlerdir. 1996’da çıkan Şebnem Ferah’ın “Kadın” isimli albümü ile Aylin Aslım başlıcalarıdır. Yıllarca siyaset ve de iğneleme amacı güden vede arada aşkı dile getiren şarkı sözleri birden umutsuzluğu, yaşamdan kopmuşluğu dile getiren sözler haline gelmiştir. Gelişen ve güçlenen piyasa ile Athena, Duman, Mor ve Ötesi ve Manga gibi başlıca gruplarda önceden var olsalar da 85 kendilerini bu dönemlerde ifade ederek popülerleşmişlerdir. Athena grubu ilk 1987 yılında bir metal grubu olarak ortaya çıkmış ve 1993’te sert bir albüm yayınlamıştır. Ancak kendisini futbolun geliştiği yıllarda Holigan adlı albümüyle daha popüler bir tarzda yakalamıştır. Bundan sonra popüler rock kültürüyle devam etmiş ve ilgiyi toplamıştır.http://erus.blogcu.com/turkiye-de-toplumsal-degisim-ve-turk-rock-i-ii/ 86 KAYNAKÇA: 1. Aktüze,İ. (2010). Müziği Anlamak, Pan Yayıncılık, s. 367 2. Baskerville,J. D.(1974) Free Jazz: A Reflection of Black Power Ideology, JSTOR University of Illinois Press, Ethnomusicology, Vol.18 3. Çavdar, D.(2011). ‘’Bir Ayrılık Öyküsü: Fado” “http://www.kulturmafyasi.com/2011/12/27/bir-ayrilik-oykusu-fado/ ) Erişim tarihi:04.11.2013- 00:35 4. Bailey, D. (2011). Doğaçlama. PanYayıncılık: İstanbul 5. FENIKS Dergisi, Sayı: 72, http://dergi.aktiffelsefe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=6:batimuezk-tarh&catid=12:61&Itemid=20 6. (Göçen, E.(2003). ‘’ Melankolinin yükselen sesi – Mariza’’. http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=4446) Erişim tarihi: 5 Kasım 2013- 00: 09,) 7. Gümüş, E. (Tarihsiz) “Ortaçağ Avrupa’sında Gezgin Şarkıcılık Geleneği” http://www.kuzgunakademi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=113 &Itemid=147 Erişim tarihi: 04,01,2013) 8. Gürman,B(tarihsiz). Endülüs Kültür Araştırmaları http://flamenko.org/soylesiyazi/yazi-kosesi/berk-gurman/ (04.01.2013) 9. Herzhaft, G.(tarihsiz). Blues. Dost Yayınevi. ISBN 978-975-298-206-9. Ankara 10. Hoşnut, Ö (Tarihsiz).Rock Müzik Nedir? Rock Müziğin Türleri ve Tarihçesi. http://www.bilgiustam.com/rock-muzik-nedir-rock-muzigin-turleri-ve-tarihcesi/ Erişim tarihi:05.01.2014-00:30 11. İlyasoğlu, E. (1994). Zaman İçindeki Müzik. Yapı Kredi Yayınları 12. Kaygısız, M.(2009). Müzik Tarihi. Kaynak Yayınları, İstanbul 87 13. Kerimov, R. (2013). Geleneksel Hint Müziği Üzerine Bir Derleme. İdil Dergisi, Cilt 2, Sayı 8, Volume 2, Number 8 14. Keseroğlu, E (2005). Caz Müziğinin Gelişim Süreci ve Etnik Müziklerle Etkileşimi. Yüksek lisans tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 15. Kuyucu, M. (2013). Türkiyede müzik basını tarihi ve hey dergisi örneği. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi. Cilt 2 (Sayı 2). 16. Küçük, D. (2012). Salsa. Müzik Kültürü Ders Notları 17. Leymarie, I. (2010). Salsa ve Latin Caz. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları 18. MİMAROĞLU, İlhan (1999). Müzik Tarihi. Varlık Yayınları 19. West, M.L. (1992). "Angient Greek Music" Caleradon Press; New York, USA, http://www.sadigitar.com/pdf/modal_chord_progression.pdf 20. Oakley, G (2004). Blues Tarihi. Ayrıntı yayınları, İstanbul 21. Özgür, Ü (2001)“Antik Yunan Modlarından Ortaçağ (Kilise) Modlarına”G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (176 2001) 169-178 22. Özkan, İ.H. (2000). "Türk Musikisi Nazariyatı ve Usulleri Kudüm ve Velveleleri" Ötken Neşriyat, İstanbul 23. Say. A. (2006). Müzik Tarihi. Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara 24. Say, A (2010).Müzik Tarihi (7.Basım). Müzik Ansiklopedisi Yayınları 25. Say. A. (2009). Müziğin Kitabı. Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara 26. Say. A. (2002). Müzik Sözlüğü. Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara 27. Selanik, C. (1996). Müziğin Tarihsel Serüveni, Ankara: Doruk Yayıncılık 28. Sözer, V. (2005). Müzik ansiklopedik sözlük. İstanbul: Remzi Kitabevi. 88 29. Uçan, A. (2000). Geçmişten Günümüze Günümüzden Geleceğe Türk Müzik Kültürü, Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınlan 30. Yıldız E. (2003). “Ortaçağda Müzik ve Toplum.” Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi Sayı 3,41-45. 04.01.2013 http://e-dergi.atauni.edu.tr/index.php/gsfd/article/view/3104/2996 31. Yüksektepe (2012). Batı Müzik Tarihi, Yeni Yüksektepe e-dergi, sayı 71, 07.10.2012http://dergi.aktiffelsefe.org/index.php?option=com_content&view=article&id =6:bati-muezk-tarh&catid=6:makaleler&Itemid=5 32. http://www.behance.net/gallery/Ancient-Egyptian-Musical-Instruments/1218723) 33. http://www.flamenkoevi.com/flamenko.htm 34. http://dersbelgeligi.wordpress.com/muzik-belgeligi/129-2/ Erişim Tarihi 27/10/2014 Saat 19.13 35. http://tr.wikipedia.org/wiki/Fado 36. http://tr.wikipedia.org/wiki/Blues 37. http://tr.wikipedia.org/wiki/Pop_müzik) 38. http://www.bilgiustam.com/rock-muzik-nedir-rock-muzigin-turleri-ve-tarihcesi 39. http://www.gurelcan.com/primalages Erişim tarihi: 02.11.2013, saat: 09:13 40. http://blog.milliyet.com.tr/orta-cag-da-muzik/Blog/?BlogNo=192583 Erişim tarihi: 04.01.2014-17:00 41. http://www.gazetebilkent.com/2011/11/12/cazin-dansi-swing/ Erişim tarihi: 04.01.201423:00) 42. http://www.derszamani.net/caz-muzik-ve-bebop-akimi.html -Erişim tarihi: 03.11.2013 20.50 ) 43. http://kemansitesi.wordpress.com/2011/12/30/rock-muzigin-tarihcesi/ 05.11.2014 – 01:30 Erişim tarihi: 89 44. http://www.diyadinnet.com/YararliBilgiler-486%26Bilgi=pop-m%C3%BCzikt%C3%BCrkiye-tarihi-nedir Erişim tarihi: 05.11.2014 – 01:45 45. http://tr.wikipedia.org/wiki/Rock_müzik Erişim tarihi: 05.11.2014 – 01:50 46. http://erus.blogcu.com/turkiye-de-toplumsal-degisim-ve-turk-rock-i-ii/ 05.11.2014 – 02:00 Erişim tarihi: 47. http://en.wikipedia.org/wiki/Wang_Luobin Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 21:00 48. http://en.wikipedia.org/wiki/Liu_Wenjin Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat: 19.44 49. http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter24/chapter240102.htm Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 20.38 50. http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter24/chapter240105.htm Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 21.45 51. http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/egitim/htmpdf/2001/penta.pdf Erişim Tarihi 27 / 10 / 2014 Saat 18:27 52. http://hayalsahnesi.com.tr/m%C3%BCzik-tarihi/ erişim tarihi: 25.10.2014- 12.35 53. http://www.yasamaugrasi.com/kultursanat/antik-cag-ve-antik-cagdamuzik.html#.VE1fdGd_uGs erişim tarihi: 25.10.2014- 21.10 54. http://dergi.aktiffelsefe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=6:bati-muezktarh&catid=12:61&Itemid=20 erişim tarihi: 26.10.2014- 09.45 55. http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=2201 erişim tarihi: 26.10.2014- 11.00 56. http://www.tumata.com/ContentDetail.aspx?cid=4 erişim tarihi: 26.10.2014- 11.30 57. http://www.minikjaponya.com/icerik/muzik/geleneksel_japon_muzik.html erişim tarihi: 26.10.2014- 15.00 90 erişim 58. http://www.japan-fans.com/showthread.php?tid=1474 tarihi: 27.10.2014- 22.40 59. http://hulyarust.blogspot.com.tr/2013/04/japon-geleneksel-calglar-koto-vesho.html erişim tarihi: 27.10.2014- 01.18 60. http://translate.google.com.tr/translate?hl=tr&sl=en&u=http://en.wikipedia.org/wi ki/Re corder_%28musical_instrument%29&prev=search ) erişim tarihi: 29.10.2014- 00.47 61. http://dersbelgeligi.wordpress.com/muzik-belgeligi/hint-muzigi/) Erişim tarihi 24.10.14-19.15 62. (http://www.sahajayogaportal.org/muzik-sanat/klasik-hintmuzigi.html) Erişim tarihi 24.10.14-19.22 63. http://global.britannica.com/EBchecked/topic/495977/reggae / 20.10.2014 - 22.28 64. http://en.wikipedia.org/wiki/Desmond_Dekker / 21.10.2014 – 20.30 65. http://en.wikipedia.org/wiki/Jimmy_Cliff / 21.10.2014 – 21.30 66. http://en.wikipedia.org/wiki/Toots_and_the_Maytals / 21.10.2014 – 21.02 67. http://tr.wikipedia.org/wiki/Bob_Marley / 21.10.2014 68. http://tr.wikipedia.org/wiki/Reggae / 20.10.2014 - 22.00 69. tr.wikipedia.org/wiki/Salsa_(dans)#Tarih.C3.A7e) 27.10.2014 19:26 70. tr.wikipedia.org/wiki/Salsa_(dans)#.C3.87alg. C4.B1lar) 27/10/2014 21:35 20.00
© Copyright 2024 Paperzz