1 İNSANOĞLUNUN MAHŞER SERÜVENİ Kâinatın Yaratılışı Halen geçerli olan ve doğruluğuna inanılan “Big Bang” teorisine göre kâinat, yoktan var edilmişti. Şöyle ki, önce, madde ve enerjiden oluşan “iptidai atom” meydana getirilmiş; sonra adına “Big Bang” denilen büyük bir patlama ile atom parçacıkları yaratılmış, daha sonra da bu parçacıklardan atomlar, atomlardan gaz ve toz bulutları, bulutlardan galaksiler ve galaksilerden de kâinat oluşmuş. Fakat büyük patlamanın ne zaman gerçekleştiği konusunda bugünkü bilim verilerine göre kesin bir rakam belirtilmesi mümkün görülmemekte. Ancak, bazı bulgular bu tarihin 15 milyar yıl önce gerçekleştiği yönündedir (TUNA, T. Fizik Yük. Müh. Etrafımızdaki Hava, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1981). Bilinen başka bir gerçek de, kâinatı oluşturan galaksi kümelerinin devamlı birbirlerinden uzaklaşmakta, genişlemekte ve belirli yörüngeler takip edip uzayda hareket halinde olduklarıdır. “Semayı biz kurduk ve onu biz genişletmekteyiz” (51.Zariyat Sûr./47), “Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu, üstün hüküm ve hikmet sahibi Allah’ın takdiridir.” (36.Yasin Sur./38). Galaksilerin oluşması ile içinde bulunduğumuz güneş sistemi yaratılmış ve Dünya’mız da özel bir ihtimamla canlı hayatın başlamasına hazırlanmıştır. Yapılan hesaplara göre 2 güneş sisteminin yaratılışı günümüzden 10 milyar yıl öncesine uzanır. 1900’lu yılların en önemli gelişmesi, insanoğlunun fiziki olarak Ay’a gidip dönmesi ve beraberinde getirdiği toprak-taş gibi materyallerin Dünya’dakinin bir benzeri olduğu gerçeğinin bilime kazandırılmış olmasıdır. Bu da “Big-Bang” teorisinin doğruluğunu güçlendirmektedir. Dikkat edilirse, “Güneş sisteminde” bulunan gezegenler bir birinden belirli mesafelerdeki konumlarını (manyetik çekim güçlerini) koruyarak yaratıldığı andan itibaren kendi yörüngelerinde dönüşlerine devam etmektedirler. Bu nedenle ne Güneş’in Dünya’ya ne de Dünya’nın Güneş’e yaklaşması söz konusudur. Nitekim Yüce Allah’ın: -“Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık (54.Kamer Sûr/49). -Güneş ve (55.Rahman Sûr/5) Diğer bir Ay bir hesaba göre hareket etmektedir buyruğu da bu yöndedir. gerçek de tüm kâinat ve üzerindeki yaratılmışların varlığı sonsuz değil, belirli bir süre sonra Allah’ın emri ile yok olacaklardır. Biz bu değişimi “Kıyametin kopması” olarak isimlendiriyoruz. Hz. Âdem Ve Hz. Havva’nın Yaratılışı Hz. Âdem balçık çamurundan yaratıldığı esnada üreme hücresine bütün insanların bedeni karakterleri toplu bir program halinde verilmiştir. Bu nedenle Hz. Havva, ayrı bir balçıktan 3 yaratılmamış ve Hz. Âdem’in vücudundan alınan örneklerle bedeni oluşturulmuştur. Nitekim Yüce Rabbim: “Sizi bir candan (Âdem’den) yaratan ve bu candan da, gönlü kendisine meyledip huzur bulsun diye eşini (Havva’yı) yaratan O’dur.” (7.Araf Sur./189) buyurmaktadır. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennetteki Yaşamları Hz. Âdem ve eşi yaratıldıktan sonra Cennet’te ilk yaşamlarına başlarlar. Böylece, “nimet-külfet” dengesi kurulur. Yani kişiye, verilen kolaylık ve olanaklar karşılığında sorumluluk görevi de yüklenir. Nitekim Cennet’te çalışma ve meşakkatten öte her türlü nimetten yararlanıp yaşamaları karşılığında, yasak ağacın meyvesinden uzak durmaları, kendilerine düşman olan şeytana uymamaları istenir. Böylece ilk insan, ilk imtihana tabi tutulur. Bu, nefis ile akıl mücadelesinin de başlangıcı olur. Şeytanın sözlerine aldanıp kural dışına çıkmamaları gerekirken, başarılı olamazlar bu ilk deneyimlerinde. Nefis aklın önüne geçip uzanır elleri yasak meyveye. Yemesi kolay, fakat çıkarması sorun olur başlarına. Bakarlar ikisi de birbirine; çünkü çıkmıştır edep yerleri meydana. Her ne kadar ağaç yapraklarıyla örterlerse üzerini, yine de görünür az da olsa birer yerleri. Utanırlar, sıkılırlar, yaptıklarına olurlar pişman. Ancak, iş işten geçmiştir artık; son pişmanlık çare olmaz kendilerine Sûr/107-121). (20.Taha 4 Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten Çıkarılışı Bunun üzerine; Yüce Yaratan Âdem ile Havva’ya: - “Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?” diye seslendi. Âdem ve Havva, Allah’ın bu seslenişine cevap olarak, “Rabb’imiz biz kendimize haksızlık ettik; eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan dediler.” kuşkusuz zarara uğrayanlardan olacağız, (7.Araf Sur./22-23). - “Allah, pişmanlık ve içten gelen samimi yalvarışları işitti. Onların tövbelerini kabul etti ve “ Birbirinize düşman olarak inin aşağı. Sizin için dünyada belli bir süreye kadar yerleşeceğiniz bir yer ve geçimlik vardır.” “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız” (7.Araf Sur./24-25) diye buyurdu. Böylece Hz. Âdem ve Hz. Havva, insan nesli için yaratılan, birçok canlı ve cansız varlıklarla donatılıp yaşamı sürdürmeye uygun hale getirilen yeni mekânları Dünya’ya teşrif ederler. Onlar ve onlardan sonra gelen insan nesli için zorlu bir hayat, çetin yaşam mücadelesi de başlamış olur. Çünkü insan neslini kötülük işlemeye iten nefis ve şeytan hiçbir zaman yakasını bırakmayacaktır. İnsanın Yaratılış Özelliği İnsan yaratılışındaki özellik itibariyle melek ve şeytandan farklı bir yapıdadır. Melek iyilik, dürüstlük, güzel davranış 5 sembolünü temsil eder. Şeytan ise kötülük ve düşmanlık karakterini yansıtır. İnsan ise yaratılışında her iki davranışı yapabilecek özellikleri taşır. Şöyle ki, Allah insana, akıl, zekâ, irade gücü ile beraber beş duyu organını vererek yaşam mücadelesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca peygamberler aracılığıyla da neyin iyi (helâl), neyin kötü (haram) olduğunu açıklayarak doğru yolu göstermiştir. Ancak, bu olumlu olanakların karşısına nefsini çıkararak şeytanın yanıltmasına da zemin hazırlanmıştır. Böyle bir yapılanmada insanoğluna, Allah’ın buyrukları ile şeytanın güdümündeki nefsinin dürtüleri arasında hangi yönde tercih kullanacağına dair kendisine yetki verilmiştir. Ancak, tanınan bu yetkiden dolayı da sınava tabi tutulma sorumluluğu yüklenmiştir. Böylece serbest iradesiyle karar verip uygulamaya koyduğu düşünceler, ileride kendisinin ahret hayatını belirleyen etkenler olacaktır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, yaşam süresince, Allah’ın doğru yoluna (emir ve yasaklarını uygulamaya) yönelip imtihanını başarı ile sonuçlandıran, diğer bir deyişle aklını kullanıp belirlenmiş kurallar içerisinde Yaratan’ına yönelen, gerçek bir mü’min, Cennet ödülüne namzet kişi olacaktır. Şeytanın vesvesesini çözüm yolu kabul edip tercihini bu yönde kullanan kişi de, Yüce Rab’binin isteklerine uymadığı için sınavını kaybetmiş Cehennem’lik olanlardan sayılacaktır. Dünya Yaşamının Son Durağı Dünya yaşamı, geçici bir eğlence ve oyundan ibaret olup insanın geleceğini belirleyen sınav yeridir. Her şeyin bir sonu 6 olduğu gibi insanoğlunun dünya yaşamı da, ölümle sonuçlanır. Ölümün vakti ise, Allah’ın ilminde belirlenmiş bir yazı olup ne öne alınır, ne de sona bırakılır. Yüce Rab’bimizin buyruğu da bu yöndedir: - “Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah'ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm), belli bir süreye göre yazılmıştır” (3.Âli İmran Sûr/145). - “Hiçbir toplum, ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz” (15.Hicr Sûr/5). “İlâhi düstur”daki ifadeye göre, insanoğlunun bedeni, önce balçık çamurundan oluşturulmuş, sonra da içine Allah’ın ruhundan üflenerek canlılık kazandırılmıştır (15.Hicr Sûr/28-29). Ölüm olayı ise, ruhla bedenin ayrışması; yani her şeyin aslına dönüş işlevidir. Şöyle ki, ölüm melekleri kişinin ruhunu alıp Rab’bine götürürken cansız bedeni de kabrine konularak toprak olması sağlanır. Böylece insanoğlu, kıyamete kadar geçici mekânında bekletilir. Kıyametin Kopması Yüce Rab’bimiz kıyamet alametleri hakkında biz kullarını bilgi sahibi yaparken ne zaman kopacağı hususunu ise saklı tutup bildirmemiştir. Elbette bunun da geçerli birçok nedeni vardır. Kıyamet koparken kâinatta meydana gelecek bozulma ve dehşet verici olayların serüvenini Kur’an’ın bildirdikleriyle öğrenmeye çalışalım: Rabbil âlemin buyuruyor: - Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! 7 - Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir! (22.Hac Sûr/1,2) -“ Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gün kişi annesinden, babasından, kardeşinden, eşinden ve çocuklarından kaçar. (Çünkü) O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır. (80.Abese Sûr/33-37)” O, ancak Sûr’a üflenen şiddetli bir sesten ibaret olup (37.Saffat Sûr/19) Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerdeki herkes ve yerdeki herkes ölür (39.Zümer Sûr/68). Yalnız canlılar değil, Güneş ve yıldızlar parçalanır, gök yarılıp kızarmış yağ rengine dönüşür (55.Rahman Sûr/37). dağlar her tarafa toz olup savrulur Dünya sarsıldıkça sarsılır, (56.Vakıa Sûr/4,5,6). Orada ne bir iniş ne de yokuş görülür; yerleri dümdüz olur Sûr/107). Güneş ve yıldızların ışıkları söner (20.Taha (77.Mürselat Sûr/8). Dünya da karanlıklara bürünür. Sûr’a ikinci kez üflenince tüm canlı varlıklarla beraber insanlar da diriltilip kabirlerinin dışına çıkarılır ve tekrar bedenlerle ruhlar birleştirilir. (Kafir olanlar) “Eyvah bize! Bu ceza günüdür” derler (37.Saffat Sûr/19,20). Allah’ın nuru ile aydınlanır Bu defa Yeryüzü de (39.Zümer Sûr/69). Hz. Peygamber’imizin (S.A.V.) ifadesiyle, “artık insanoğlu öldüğü tarihteki yaşta değil, bu ikinci yaşamında 30 yaş görünümde ve kılsız olarak dirilmiş olur (Tirmizi, Cennet:8, 23)”. Her insan, yanında görevli (biri sürücü ve biri de şahit) iki melek tarafından hızla Allah’ın huzuruna, diğer bir ifadeyle “Mahşer 8 yerine” götürülür tutuşturulur (50.Kaf Sûr/21). Cehennemin ateşi de (81.Tekvir Sûr/12). Mahşer yerine yalnız insanlar değil, Kur’an-ı Kerim’de: ”Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi getirilecekler.” (6.En’am Sûr/38) toplanıp Rablerinin huzuruna denilmektedir. Yüce Allah buyuruyor: “Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü görendir” Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı (60.Mümtehıme Sûr/3). O gün her ümmetten birer şahit (Peygamberler) getirilir; Hz. Muhammed (S.A.V.) de hepsinin üzerinde şahitlik yapar Nisa Sûr/41) (16.Nahl Sûr/89). (4. Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez (20.Taha Sûr/109). Kıyamet günü için adalet terazileri kurulur. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, o (adalet terazisine) getirilir (21.Enbiya Sûr/47). Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilir ve sevinçli olarak ailesine döner. Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı ister ve alevli ateşe atılır (84.İnşikak Sûr/7-12). Suçlular, “onda yazılı olanlardan korkarak vay halimize, bu nasıl kitapmış, küçük büyük hiçbir şey (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!"derler bırakmaksızın (18.Kehf Sûr/49). Yüce Allah’ın buyruğu gereğince, kendilerine peygamber gönderilen kimseler de, gönderilen peygamberler de sorguya çekilir (7.Araf Sûr/6). O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik eder (24.Nur Sûr/24). O 9 gün tartı haktır. Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa ereceklerdir. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, Allah’ın âyetlerine karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokarlar (7.Araf Sûr/8,9) (23.Mü’minun Sûr/102,103). Kim bir iyilik getirirse ona bundan daha hayırlı karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza görürler Bu aşamada akla (28.Kasas Sûr/83,84). şöyle bir soru gelebilir: “Hangi konulardan, nelerden sorguya çekileceğiz?” diye!... Yine bunun cevabını Yüce Rab’bimiz bildiriyor: “Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız” (43.Zuhruf Sûr/44). Peki, nasıl bir sorumluluk? Allah’ın, Kur’an’daki emir ve yasakları ile haram ve helâl olanlara ne derece uyulup uyulmadığını belirleyen hesaba çekilme sorumluluğu!… İnsanların Sınıflara Ayrılışı: Rabbil-âlemin buyuruyor: “Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür” (17.İsra Sûr/21). Mahşer yerindeki “Yüce Adalet Divanında” hesaba çekilen insanlar dünyada kazandığı (sevap ve günahlarının ağırlıklarına göre) üç sınıfa ayrılırlar: 1. Sağdakiler, 2. Soldakiler, 3. Öndekiler( Allah’a yakın olanlar). 10 Bu ayırım, (56. Vakıa Sûresi’nde) şöyle ifade edilir: “7. Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, 8. Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! 9. Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! 10. (Hayırda) önde olanlar, (ecirde de) öndedirler. 11. İşte bunlar, (Allah'a) en yakın olanlardır,” Ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır” (56.Vakıa Sûr/88,89). Ayrıca, hayırda önde olanlar ile sağdakilerin amel defterleri sağdan verilir Sûr/19-21). (69.Hakka Onlar yürürken de önlerini amellerinin nuru aydınlatır (57.Hadid Sûr/12); ve şöyle derler:” Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” (66.Tahrim Sûr/8) Amel derler. defteri soldan verilenler ise Cehennemliklerdir (66.Tahrim Sûr/30). Cehennem ve Özellikleri: Kur’an-ı Kerim ve hadislerde Cehennem kelimesi, âhirette günahkârların cezalandırılma yeridir. Cennet’te olduğu gibi Cehennem’in de tanıtılması, her ne kadar dünyada mevcut olay ve mekânlara mecâzi olarak benzetilmekte ise de, bunun gerçek mahiyeti bilgimiz dışındadır. Örneğin, Cehennem’de alevli ateş, kaynar su, zakkum ağacı ile 7 kapısı ve 19 bekçisinin (zebâni) bulunduğu ifade edilir. Kur’an’da Cehennem, 37 yerde geçmiş olup aynı anlamda” Cahim, Sair, Leza, Hutam, Haviye ve Nar” kelimeleri de kullanılmıştır. 11 Rabbimizin yerinde kesinleşmiş bir sorgusu tamamlanan Cehennem’e sevk edilir hükmü tüm (19.Meryem Sûr/71). gereğince, Mahşer insanlar öncelikle Orada, haklarında azap hükmü gerçekleşmiş günahkârlar zincire vurulmuş olduğu halde Cehennem’e atılırken (19.Meryem Sûr/72), Allah’ın kurtuluş lütfüne hak kazanmış olanlar da derecelerine göre Cennet’lere götürülür. Şurası muhakkak ki, kim Rab’bine günahkâr olarak varırsa, Cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar! (20.Taha Sûr/74) (Tahrim Sûr/6). Yine Kur’an-ı Kerim’de, Cehennem’in ne kötü dönüş yeri olduğu, yakıtının insan ve taşlardan oluştuğu, kaynarken çıkardığı uğultunun duyulduğu, oraya bir topluluk atıldığında onun bekçileri onlara: “Sizi bu azap ile uyaran bir uyarıcı gelmedi mi?” diye sordukları ve onların da: “Evet bizi uyaran uyarıcı geldi, fakat biz onu yalanladık, Allah hiçbir şey göndermedi, siz olsa olsa bir sapıklık içindesiniz” diye söyledikleri, “Eğer düşünen ve akıl edenlerden olsaydık şimdi burada bulunmazdık!” dedikleri, ifade edilmiştir (Mülk Sûr/6-10). Ayrıca, günahkârların yemeğinin zakkum ağacı olduğu, onun karınlarında maden eriği gibi kaynadığı, bu yetmezmiş gibi Zebaniler tarafından Cehennem’in ortasına sürüklendiği, sonra azap olarak başlarına kaynar su döküleceği, açıklanmaktadır. (44.Duhan Sûr/43-48). Allah Rasûlü de buyurdu ki: “Allah Cennet ehlini Cennet’e kor; O dilediğini rahmetiyle Cennet’e sokar. Cehennem ehlini de Cehennem’e sokar;” sonra: “Bakın, kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimi bulursanız, onu Cehennem’den çıkarın.” 12 der. Bunun üzerine böyleleri kömür gibi yanıp kavrulmuş olarak Cehennem’den çıkarılırlar ve hayat veya hâya nehrine atılırlar. Orada, sel kenarındaki otun bitişi gibi biterler. Siz, o otun, nasıl sapsarı kıvrılmış olarak çıktığını hiç görmediniz mi?” (Müslim, Kitab-ul Iman:82). Hadis-i Şerif’te, kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimseler, Cehennem’den çıkarılıp Cennet’e girecekleri müjdeleniyor. Ancak, belirtmek gerekir ki, onların Cehennem’de ne kadar süre kalacaklarını tayin etmek elbette mümkün değildir. Bu sürenin takdiri, Allah’a aittir. Büyük günah işleyenler de (Allah’a şirk koşanlar dışında) Cehennem’de devamlı kalmayacak, cezalarını çektikten sonra Cennet’e gideceklerdir. Cehennem’le ilgili bilgiler kısıtlı olması nedeniyle hakkında daha fazla yorum yapmak mümkün görülmemekte, yapılsa da verilecek bilgi hem yanıltıcı ve hem de gerçek dışı olacaktır. Bu nedenle Kur’an ve hadislerde belirtilen bilgiler ışığında bizlerin bilmesinde yarar görülen hususlar aşağıda özetlenmiştir: (1) Cehennemin ceza çekme yeri olduğu, (2) Buraya ceza gününde günahı sevabından ağır olanların atılacağı ve azabın çok şiddetli olacağı, (3) Dünya yaşamında “Kelime-i Tevhit” Allah’tan başka ilâh olmadığı, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanmış her Müslüman’ın cezasını çektikten sonra Allah’ın takdir ve izniyle Cennet’e gideceği, (4) Allah’ın kendilerine şefaat etme izni verilenlerin yapacakları şefaat ile de bazı Cehennem ehlinin yine Allah’ın bağışlaması ile Cennet’e gidecekleri (2.Bakara Sûr./255), 13 (5) Kâfir ve münafıkların ise Cehennem’de devamlı kalıp işkence çekecekleri (9.Tövbe Sûr/68), (6) Münafıkların cezaları daha ağır Cehennem’in en aşağı tabakasına atılacakları olması nedeniyle (4.Nisa Sûr./145). CENNETLER: Cennet, Kur’an-ı Kerim’de ahret hayatında, takva sahibi ve günahtan temizlenmiş Müslümanlar için hazırlanmış, akılla tasavvur edilemeyecek kapsamda ferah ve huzur yeri olarak zikredilmiştir. Kur’an’da ismi geçen ve Müslümanları özendirmek amacıyla tanıtılan cennetleri şöyle sıralayabiliriz: 1-Firdevs Cenneti, (23.Mü’minün Sûr/1-11) 2-Adn Cenneti, (35.Fatır Sûr/33), (61.Saff Sûr/12) 3-Me’va Cenneti, 4-Naim Cenneti, (53.Necm Sûr/15) (37.Saffat Sûr/43), (56.Vakıa Sûr/12) Cenâb-ı Hak Cennet’in özelliklerini, Müslümanların anlayıp özen göstermeleri yönünden, dünyada mevcut olanaklara benzetip tanıtmaktadır. Gerçek durumunu ise Allah bilir. Bu bağlamda Cennet’te, Mü’minlerin hoşnut olup devamlı kalacakları, her türlü konfora sahip konutların bulunduğu meyveli ağaçlar (36.Yasin Sûr/56,57), “altlarından ırmaklar akan dinlenme yerleri, tertemiz eşler, hizmet gören huriler Sûr/48), (37.Saffat içenlere lezzet veren ve dünyadaki benzerlerinden çok farklı olan süt-süzülmüş bal-şarap akan nehirlerin” Mü’minler için yaratıldığı beyan edilmektedir. Cennetliklere altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve onlar, orada ebedî kalacaklar (43.Zuhruf Sûr/71). 14 Yüce Rab’bimizin diğer bir açıklaması da şöyledir: “(Cennet’te) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız.” Ve onlar derler ki: "Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rab’bimizin elçileri gerçeği getirmişler. Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız, diye seslenilir” (7.Araf Sûr/43). Cennet’e girecek Mü’minler, hepsi aynı yaşıt (30 yaş) ve kötü huylardan arındırılmış (günah işlemeyen, kavga, haset ve gıybet etmeyen), birbirleriyle Allah’ın selâmı ile selâmlaşan, günahsız kişilerden oluşacak. Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Bir kimse Cennet’lik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, 30 yaşında bir kimse olarak Cennet’e girer ve artık bu yaş ebediyen değişmez. Cehennem’likler için de durum böyledir” (Tirmizi, Cennet:23, rivayet etmiştir). Ayrıca diğer bir hadisinde: “Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir: gençlikleri zail olmaz, buyurmuştur (Tirmizi, Cennet: 8 rivayet etmiştir). elbiseleri eskimez.” YORUM: Sayın okuyucu! Yüce Rab’bimizin bildirdikleri esas alınarak “insanoğlunun yaratılışından itibaren kıyametin kopma sürecine kadar Allah’ın emir ve yasaklarına ne ölçüde uyulduğuna dair “Yüce Divanda” hesaba çekilmesi, bunun sonucuna göre hak ettiği devamlı yaşam mekânlarına yerleştirilmelerine ilişkin anlatım,” 15 burada sona erdi. Görüldüğü gibi yaşadığımız dünya, geçici bir yaşam vadeden oyalayıcı oyun ve eğlence yeri olma özelliğinden öte başka bir şey değil! Ne var ki, lütfedilen her nimet bir sorumluluğu gerektiriyor. Her sorumluluk da bir sınavla sonuçlanıyor. Her sınav sonucu da kişinin ahret azığını; yani sevap ve günahlarını oluşturuyor. Yurt edinip üzerinde yaşadığımız şu Anadolu coğrafyasına baktığımızda bizden önce nice kavimlere ev sahipliği yaptığına tanık oluruz. Bunlardan bazıları, “Hitit İmparatorluğu, Pers İmparatorluğu, Urartular, Asurlular, Lidyalılar, Fenikeliler, İyonyalılar, Karyalılar, Efesliler, Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri, Osmanlı İmparatorluğu” olarak sayılabilir. Hepsi de sonsuza dek ayakta kalabilecek beklentisiyle bölgelerini imar edip kendi uygarlıklarını kurarken diğer taraftan geçim uğraşısı, salgın hastalık ve uzun süreli savaşlarla zorlu hayat mücadelesini vermişlerdir. Fakat onlar da belirli bir süre sonra ecellerine yenik düşerek tarih sahnesinden silinmişlerdir. Geriye bıraktıkları eserlerden duvar kalıntıları ören yerlerini, çanakçömlekler ise müzeleri süslemektedir. Yerli ve yabancı turist kafilelerinin hayranlıkla izledikleri İzmir’in Efes harabeleri de bunun güzel bir örneğini temsil eder. Site devleti görünümde üstün uygarlığa sahip Efesliler’in görkemli yaşam söylentileri taa!… Filistin’e kadar uzanmış olacak ki; Hz. İsa Peygamber’in havarisi Aziz Pavlus kendilerine bir mektup yazıp Hıristiyanlık’a davet eder. Davete olumlu yanıt alınınca da, rivayete göre Hz. Meryemana, Yahudilerin zulmünden kurtarılıp Efes’e getirilir ve 16 -Filistin’deki Zeytindağında olduğu gibi- yine suyu bol ağaçlıklı yüksek bir tepeye (Bülbüldağı’na) yerleştirilir (23.Müminun Sûr/50). (Not: Mektubun metni, dört İncil’in bir arada bulunduğu kitaba, “Pavlus’un Efesoslular’a mektubu” şeklinde eklenmiştir). Bu tarihi oluşumlar bize neyi hatırlatıyor, dersiniz? “Dünya malı dünyada kalır, kişi beraberinde ancak sevap ve günahlarını götürür!...” şeklindeki bilge kişi öğüdünü, değil mi? “KUTADGU BİLİG” isimli kitabın yazarı Yusuf Has Hâcip diyor ki, “Tanrı insanı yarattı ve seçip yükseltti; ona erdem, bilgi, akıl ve anlayış verdi. Tanrı kime akıl, zekâ ve bilgi verirse o birçok iyiliklere ulaşır. (Bu nedenle) bilgi ve zekâyı yüce bil; (çünkü) bunlar sayesinde insan aziz olur. Bak, doğan ölüyor, insandan eser olarak ancak söz kalıyor; öyleyse sözünü iyi söyle, o zaman ölümsüz olursun! Nefes alan her canlı bir gün ölür. Bugüne dek dünyaya nice erler geldi, bir müddet sonra hepsi göçüp gitti. İster bey olsun, ister kul; hepsi gitti! İster iyi, ister kötü, geriye onların yalnızca adları kaldı. İnsanların biri iyi, biri kötü iki türlü adı vardır ve kendisi gittikten sonra geriye bunlardan birisi kalır. Kötüye sövülür, iyi olan ise övülür; sen hangisini istersen ona göre davran!... Hem dünyayı hem ahreti elde etmek istersen şu birkaç işin (peşini) bırakma: - Özünü sözünü doğru tut, - Tanrı’ya sığın, O’nun emirlerine uy (itaatsizlik etme!), - Tanrı’dan gelene razı ol, - Halka merhamet göster, daima iyilik yap, - Tanrı’ya karşı, (can çıkana kadar) ümit kesme; çünkü Tanrı iyi olana iyi yol gösterir.” 17 İşte aklını nefsinin önüne çıkaran her kişi dünya yaşamına bu anlamda bakarsa, o zaman dünyanın oyalayıcı ve geçici güzelliklerine aldanıp göz ardı etmez ahret hayatını. Yaptığı her işte gözetirse Allah rızasını, sonuçta mutlu kılar kendi ebedi dünyasını. Yunus Emre’nin aşağıdaki dizelerinde dünya cazibesi tutkunlarını uyaran anlamlı mesajını rehber edinip bu yönde verebilirsek davranışlarımıza çeki düzen; umarım o zaman bizler de oluruz kurtuluşa erenlerden. “Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi! Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan!..” Bu duygu ve düşünceler ile el kaldırıp Yaratan’dan dilekte bulunurken, içtenlikle! “Allah’ım! Bize dünyada da iyilik güzellikler; ahrette de iyilik ve güzellikler ver! Ateşin azabından da koru! (2.Bakara Sûr/201,202)” Süleyman GÜNVER 17 Nisan 2014, İZMİR demeliyiz.
© Copyright 2024 Paperzz