Medeni Usul Hukuku Final Cevap Anahtarı (Çiftler, 28.05.2014) 1. Görev Görev, dava konusunun niteliğine göre bir davaya hangi mahkemenin bakacağının belirlenmesidir. Görevli mahkemeleri belirlerken, 6100 sayılı HMK ile özel mahkemelerin kuruluşuna ilişkin mevzuat ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’u birlikte nazara almamız gerekir. Medeni yargı içinde görevli mahkeme belirlenirken, bu mahkemenin genel mahkeme mi, yoksa özel mahkeme mi olacağı öncelikle belirlenmelidir. Zira özel mahkemelerin görevi genel mahkemelerden önce gelir. Özel mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ise muhtelif mevzuatta yer almaktadır. Özel mahkemelerin görev alanına giren bir uyuşmazlık söz konusu değilse, Asliye Hukuk ve Sulh Hukuk Mahkemelerinin hangisinin görev alanına girdiğinin belirlenmesi gerekir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun düzenlediği hukukî ilişkilerden doğan davalarda, dava konusunun miktarına bakılmaksızın görevli mahkeme Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemeleridir. Olayımızda davacı şirket vekili, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu m. 2/3 kapsamında bulunan bir eserden kaynaklanan haklara tecavüzün men’i ve tecavüz nedeniyle tazminat davasını açmak istemektedir. Dolayısıyla gemi dizayn ve endaze proje tasarımının 5846 Sayılı Kanunun 2/3. bendi kapsamında eser olup olmadığı, davacı karşı davalının eserden kaynaklanan mali haklarına tecavüz olup olmadığının tespitinin görevli mahkeme olarak Fikri Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nde değerlendirilmesi gerekmektedir. Görev bir dava şartı olduğundan, taraflar davanın her aşamasında bu hususu ileri sürülebilir. Mahkeme de davanın her aşamasında görev kurallarını re’sen nazara alır. Olayımızda davalı, görevli mahkemenin Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi olduğunu davanın her aşamasında ileri sürebilecek; hâkim de bu hususu re’sen dikkate alacaktır. Yetki Yetki; bir davaya hangi yerdeki görevli mahkeme tarafından bakılacağının belirlenmesidir. Mahkemeler, Türkiye’nin coğrafi sınırları içinde ortaya çıkmış her ihtilafa bakma yetkisini haiz değildir. Mahkemelerin bakabileceği ihtilaflar onların kaza çevreleri ile sınırlandırılmıştır. Her mahkeme kendi kaza çevresi içinde meydana gelen ihtilaflara bakmaya yetkilidir. Genel yetkili mahkeme HMK m.6’ya göre kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, Medeni Kanun gereğince davalı gerçek veya tüzel kişinin, davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir (HMK m.6). Genel yetkili mahkemenin yanında, Kanun bazı davalar için tali yetki kuralları da öngörmüştür. Tali yetki kaideleri, genel yetkili mahkemenin yetkisini bertaraf etmeyip, onun yanında ek yetkili mahkemelerdir. Öncelikle davacı HMK m. 6’da düzenlenen genel yetki kuralı gereği Medeni Kanun gereğince davalı tüzel kişinin, davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi olan İstanbul Anadolu Mahkemelerinde (Tuzla) açabilecektir. Genel yetki kuralının yanında FSEK m. 66/f.5’de özel yetki kuralı düzenlenmiştir. Buna göre, eser sahibi, ikamet ettiği yerde de (İzmir Mahkemeleri) tecavüzün ref'i ve men davası açabilecektir. Olayımızda haksız fiilden kaynaklanan bir dava söz konusudur. Bu durumda davacı vekili HMK m. 16’da düzenlenen tali yetki kuralı gereğince davayı haksız fiilin işlendiği, zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilecektir (HMK m.16). Yetki Sözleşmesi Mahkemenin yetkisinin kamu düzeni esasına göre belirlenmediği (kesin yetkinin olmadığı) hallerde taraflar, aralarındaki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek olan ihtilafların belirli bir mahkemede görülmesini kararlaştırabilir. Taraflar bunu bağımsız bir sözleşme ile yapılabilecekleri gibi (yetki sözleşmesi) aralarında yaptıkları sözleşmenin içinde bir şart (yetki şartı) olarak da belirleyebilir. Yetki sözleşmesi, usul hukuku sözleşmesidir. Çünkü yetki sözleşmesi asıl etkisini usul hukuku alanında göstermektedir. Yetki sözleşmesi ile aslında yetkili olmayan bir mahkeme yetkili hale gelmektedir. HMK m.17 yetki sözleşmesini, m.18 de yetki sözleşmesinin şartlarını düzenlemiştir. Taraflar ayrıca, yapmış oldukları yetki sözleşmesi ile yetkili kıldıkları bir veya birden fazla mahkemenin yetkisinin, münhasır yetki olup olmadığını da kararlaştırabileceklerdir. Eski uygulama ve düzenlememizde münhasır yetki sözleşmesine hiç cevaz verilmiyordu. Buna göre, tacirlerin ve kamu tüzel kişilerinin, hukukumuzda tartışmalı olan, münhasır yetki sözleşmesini de yapabilecekleri kabul edilmiştir. Taraflar, yetki sözleşmesinde, aksini kararlaştırmadıkça, dava sadece sözleşmeyle belirlenen mahkemede veya mahkemelerde açılabilecektir. Bu durumda, taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça, yapılan yetki sözleşmesi, münhasır yetki sözleşmesi şeklinde olacaktır. Taraflar, yetkili kıldıkları mahkemenin yanında, kanunen yetkili kılınan genel veya özel yetkili mahkemelerin de yetkisinin devam etmesini istiyorlarsa yani yetki sözleşmesinin münhasır olmayan yetki sözleşmesi şeklinde olmasını istiyorlarsa, bu durumun yetki sözleşmesinde ayrıca belirtilmesi gerekecektir. Yetki sözleşmesinin caiz olduğu hâllerde, yetki sözleşmesi veya yetki şartının geçerli olarak yapılabilmesi için aranan şartlar şunlardır (HMK m. 18): - Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri konularda yetki sözleşmesi yapılamaz. - Kesin yetki hâllerinde, yetki sözleşmesi yapılamaz. Yetki sözleşmesi veya şartı ile yetkili kılınan mahkemenin yetkisinin kesin olmaması ve kanunda o mahkemenin yetkisi hakkında anlaşma yapılmasını engelleyen bir hüküm olmaması gerekir. - Yetki sözleşmesi yazılı şekilde yapılmalıdır. Ancak yetkili olmayan bir mahkemede aleyhine dava açılan kimse esasa girişmezden evvel bu konuda itirazda bulunmazsa o mahkemenin yetkisini kabul etmiş sayılır (HUMK m. 23/c. 1). Bu halde yetki sözleşmesi zımni olarak yapılmış sayılır. - Uyuşmazlığın belli veya belirlenebilir olması gerekir. Yetki sözleşmesi ile yetkili kılınan mahkemenin, hangi uyuşmazlığa bakacağının yetki sözleşmesinden (veya şartından) anlaşılması gerekir. Tarafların aralarındaki hangi ihtilaf veya ihtilaflardan dolayı bir mahkemeyi yetkili kıldıkları belli olmalıdır. Herhangi bir sınırlama olmaksızın taraflar arasındaki tüm uyuşmazlığın belirledikleri mahkemece bakılacağına ilişkin yapılan anlaşmalar geçersizdir. - Mahkemenin veya mahkemelerin Belli Olması: Yapılan yetki sözleşmesinde uyuşmazlık gibi uyuşmazlığın götürüleceği mahkemenin de belli olması gerekmektedir. Taraflar yetki sözleşmesi ile bir veya birden fazla mahkemeyi yetkili kılabilirler. Belirli bir mahkeme tayin etmeksizin Türkiye genelindeki tüm mahkemeleri veya bir bölgedeki ya da belli nitelikteki mahkemeleri yetkili kılan yetki anlaşmaları geçersizdir. Yeni düzenleme ile artık yetki sözleşmelerine yalnızca tacirler ve kamu tüzel kişileri taraf olabilecektir. Tacir olmayan gerçek kişilerin yetki sözleşmelerine taraf olabilmeleri mümkün değildir. Zayıfın korunması ilkesi kapsamında bu biçimde bir düzenleme yapıldığı madde gerekçesinde ifade edilmiştir. HMK m. 17 bu anlamda yeni Kanun’daki en önemli değişikliklerden biridir. Olayımızda taraflar akdettikleri maddi hukuk sözleşmesinin içine bir yetki şartı koymuşlar ve İstanbul Mahkemelerinin yetkili olacağını kararlaştırmışlardır. Söz konusu yetki şartı yazılı olarak yapıldığı için şekil açısından geçerlidir. Ayrıca uyuşmalıkların sözleşmeden doğacak uyuşmalıklar olarak belirlenebilir olması ve yine mahkemenin de belli olması nedeniyle söz konusu yetki şartı geçerlidir. Yine olayımızda tarafların serbestçe tasarruf edemeyecekleri ve kesin yetki halinin bulunduğu bir hal söz konusu değildir. Taraflar tacir olduğu için, şahıslara ilişkin şart sağlandığından olaydaki yetki sözleşmesi bu açıdan da geçerlidir. 2.a. Davacı şirket vekilinin, davacı şirket tarafından hazırlanmış olan gemi dizayn ve endaze proje tasarımının dava süresince davalı tarafından yeni gemilerin yapımında kullanmasını önlemek için başvuracağı hukuki imkan geçici hukuki himaye imkanı olan ihtiyati tedbirdir. İhtiyati tedbir dava açılmadan önce talep edilebileceği gibi dava dilekçesiyle birlikte dava açılırken ya da davanın devamı sırasında da istenebilir. İhtiyati tedbir kararı talep üzerine verilir. Tedbir kararı dilekçe ile talep edilir. Tedbir kararı dava ikamesinden önce isteniyorsa, esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeye ihtiyati tedbir kararı talebi ile başvurulabilir. Dava ikamesinden sonra istenen tedbir kararı ise sadece davanın görüldüğü mahkemeden istenir (HMK m.390/1). İhtiyati tedbir talep eden davacı vekili dilekçesinde, dayandığı ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmek ve davanın esası yönünden müvekkilinin haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek zorundadır. Bu halde tam ispat aranmayacaktır (HMK m.390/3). İhtiyati tedbir kararı talep eden, haksız çıktığı takdirde karşı tarafın ve üçüncü kişilerin bu yüzden uğrayacakları muhtemel zararlara karşılık teminat göstermek zorundadır. Talep, resmi belgeye, başkaca kesin bir delile dayanıyor yahut durum ve koşullar gerektiriyorsa, mahkeme teminat alınmamasına karar verebilir. Adli yardımdan yararlanan kimsenin de teminat göstermesi gerekmez (HMK m.392). İhtiyati tedbir kararının uygulanması, verildiği tarihten itibaren bir hafta içinde talep edilmek zorundadır. Aksi hâlde, kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı kendiliğinden kalkar (HMK m.393/1). İhtiyati tedbir kararı dava açılmasından önce verilmişse, tedbir talep eden, bu kararın uygulanmasını talep ettiği tarihten itibaren iki hafta içinde esas hakkındaki davasını açmak ve dava açtığına ilişkin evrakı, kararı uygulayan memura ibrazla dosyaya koydurtmak ve karşılığında bir belge almak zorundadır. Aksi hâlde tedbir kendiliğinden kalkar (HMK m.397/1). HMK’da yer alan İhtiyati tedbire ilişkin düzenlemelerle birlikte Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda ihtiyati tedbire ilişkin özel bir düzenleme de mevcuttur. Buna göre, esaslı bir zararın veya ani bir tehlikenin yahut emrivakilerin önlenmesi için veya diğer herhangi bir sebepten dolayı zaruri ve bu hususta ileri sürülen iddialar kuvvetle muhtemel görülürse hukuk mahkemesi, bu Kanun’la tanınmış olan hakları ihlal veya tehdide maruz kalanların ya da meslek birliklerinin talebi üzerine, davanın açılmasından önce veya sonra diğer tarafa bir işin yapılmasını veya yapılmamasını, işin yapıldığı yerin kapatılmasını veya açılmasını emredebileceği gibi, bir eserin çoğaltılmış nüshalarının veya hasren onu imale yarayan kalıp ve buna benzer sair çoğaltma vasıtalarının ihtiyati tedbir yolu ile muhafaza altına alınmasına karar verebilir (m. 77). b. İhtiyati tedbir talep edenin haklarının derhâl korunmasında zorunluluk bulunan hâllerde, hâkim karşı tarafı dinlemeden de tedbire karar verebilir (HMK m.390/2). Tedbir talebinin reddi halinde bu karara karşı kanun yoluna müracaat edilebilir. Bu müracaat öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır (HMK m.391/3). Tedbir talebinin kabulü kararına karşı kanun yoluna başvurulamaz. Karşı taraf dinlenmeden verilmiş olan ihtiyati tedbir kararlarına itiraz edilebilir (HMK m.394/1). Bu itirazın da ihtiyati tedbir kararının icrası kime bırakılmış olursa olsun kararı veren mahkemece incelenmesi gerekir. İtiraz hakkında verilen karara karşı, kanun yoluna başvurulabilir. Bu başvuru öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır. Kanun yoluna başvurulmuş olması, tedbirin uygulanmasını durdurmaz (HMK m.394/5). Her ne kadar HMK’da ihtiyati tedbir talebinin reddi veya talebin kabulü üzerine yapılan itiraz üzerine verilen karara karşı kanun yoluna başvurulabileceği belirtilmiş olsa da 17.04.2014 tarih ve 28975 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince ihtiyati tedbir kararlarına karşı kanun yolu kapatılmıştır. Bu sebeple artık taraflar ihtiyati tedbir kararlarına karşı kanun yoluna gidemeyeceklerdir. 3. Davalı, kendisine karşı açılmış olan davada yalnızca savunma yapmayıp, davacıya karşı müstakil talebini takas savunması ile ortaya koyabileceği gibi, HMK m.132’e göre bir karşılık dava açarak da bu iradesini ortaya koyabilir. Takas, borcu sukut ettiren bir sebeptir. Takas def’i, eğer kabul edilirse borcu sona erdirdiğinden müdafaa sebeplerinden itirazlar grubuna dâhildir. Davacı Beta Gemi Tasarım ve Mühendislik A.Ş.’nin tazminat davasına karşı davalı Marmara Gemi İnşa San. ve Tic. A.Ş’nin kendisinin de davacıdan 300.000-TL tazminat talebi beyan ile takas dermeyan etmek isterse bunu cevap dilekçesi içinde ileri sürebilir. Takas için ayrı bir dava açılmasına veya karşılık bir dava ile ileri sürülmesine gerek yoktur. Ancak takas def’inin de diğer def’iler gibi iki haftalık cevap süresi içinde esasa cevap layihası ile veya ikinci cevap dilekçesi ile yapılması gerekir. Süresinden sonra yapılan takas def’ine karşı davacı buna açıkça rıza göstermezse mahkeme bu def’iyi dikkate alamayacaktır. Zira bu durumda savunmanın genişletilmesi yasağı ile karşılaşılacaktır. Asıl davada davalı olan taraf davacı tarafa karşı talebini karşı dava açmak suretiyle derdest davada da ileri sürebilir. Karşı davanın asıl davanın açılmış olduğu mahkemede açılması gerektiği bir kesin yetki kuralıdır (HMK m.13). Böylelikle dava talebi ve karşı talep aynı zamanda muhakeme ve müzakere konusu yapılarak usul ekonomisi de sağlanmış olmaktadır. Ancak karşı davanın da esas davanın tâbi olduğu muhakeme çeşidine tâbi olması gerekir. Karşı dava açılabilmesi için (m. 132/1); 1. Asıl davanın açılmış ve halen görülmekte olması, 2. Karşı davada ileri sürülecek olan talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında takas veya mahsup ilişkisinin bulunması ya da bunun dışında kalan bir başka bağlantının mevcut olması gerekir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 132 uyarınca, takas veya mahsup talebi ile davalının davacıya karşı açtığı bütün davalar karşı dava addolunur. Bunun dışında takas ve mahsup talebinden başka karşı dava asıl davaya bağlı ise kabul olunarak incelenir. Takas ve mahsup talebi dışındaki hallerde karşı dava ile asıl dava arasında yakın bir ilişki bulunmalıdır. Yakın ilişki için asıl dava ile karşı dava arasında tam bir irtibat bulunması aranmaz. Buradaki bağlantıdan maksat, asıl taleple karşı davada ileri sürülebilecek talebin, aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğmuş olması ya da asıl dava ile kaşı davadan biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunmasıdır. Belirtilen bu şartlar gerçekleşmeden karşı dava açılacak olursa, mahkeme talep üzerine ya da re’sen karşı davanın asıl davadan ayrılmasına, gerekirse dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verir (m. 132/2). Karşı davaya karşı dava açılamaz (m. 132/3). Asıl davanın görüldüğü mahkemede birlikte görülmesine rağmen karşı dava asıl davadan ayrı bir dava olup asıl davanın herhangi bir sebeple sona ermesi, karşı davanın sona ermesi sonucunu doğurmaz. Asıl davanın herhangi bir sebeple sona ermesi karşı davanın görülmesine ve karara bağlanmasına da engel oluşturmayacaktır (m. 134). Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 13’te karşı davada yetki hususu düzenlenmiştir. Buna göre, kesin yetkinin söz konusu olmadığı hâllerde, asıl davaya bakan mahkeme, karşı davaya bakmaya da yetkilidir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun dava ile ilgili hükümleri aksine özel düzenleme bulunmayan hallerde müstakil bir dava olması nedeniyle karşı dava hakkında da uygulanacaktır (m. 135). Dolayısıyla karşı davada da harç alınması, dava şartlarının asıl davadan bağımsız olarak araştırılması gibi dava ile ilgili ilke ve kurallar karşı dava bakımından da geçerli olacaktır. Asıl dava ile karşı dava birlikte görülerek her iki dava hakkında tek bir hüküm verilir. Hüküm tek verilmekle beraber asıl dava ve karşı dava hakkında verilen kararlar ayrı ayrı gösterilir. Karşı dava asıl dava ile birlikte görülmesine rağmen asıl davadan ayrı bir davadır. Karşı dava, cevap dilekçesiyle veya esasa cevap süresi içerisinde ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle açılır. Burada 1086 sayılı Kanun’a göre yenilik arz eden nokta, karşı davanın esasa cevap süresi içerisinde, cevap dilekçesinin dışında ayrı bir dilekçe verilmek suretiyle de açılmasının mümkün kılınmış bulunmasıdır. Bu süreden sonra karşı dava açılması halinde yargılamanın sürüncemede kalmasını önlemek amacıyla mahkeme kendiliğinden asıl dava ile karşı davanın ayrılmasına karar verecektir (m. 133). Böylelikle aralarında hiçbir bağlantı bulunmayan davaların birlikte görülmesi de önlenmiş olacaktır. Takasın karşı dava olarak dermeyanı halinde hâkim takas edilebilir alacağın mevcudiyeti sonucuna varırsa iki talebin birbirini karşıladığı nispette davayı reddedecektir. Ancak bu iki talepten biri diğerini aşıyorsa, bu halde, bu bakiye kısım için hüküm verilebilecektir. Buna karşılık, takasın def’i olarak dermeyanı davanın sadece reddini sağlayabilirse de karşı alacağın bakiye kısmı varsa bunun hüküm altına alınmasına imkân vermeyecektir. Dolayısıyla eğer davalının takas etmek istediği miktar, asıl davada istenen miktardan daha fazla ise, davalı bu fazla miktarı kendi lehine hüküm altına aldırmak için karşı dava açmakta hukuki yararı vardır. Buna karşılık davalının takas etmek istediği karşılık alacağın miktarı asıl davada istenen alacak kadar veya ondan daha az ise, davalının bir karşılık dava açmakta hukuki yararı yoktur; takas savunmasında bulunması yeterlidir. Olayımızda davalı Marmara Gemi İnşa San. ve Tic. A.Ş’nin söz konusu 300.000 TL tazminat talebini takas def’i şeklinde ileri sürmesi daha uygundur. Takasın def’i olarak ileri sürülmesi halinde bu bir mürekkep gayrimurtabit ikrar (bileşik bağlantısız ikrar) sayılacağından, davalı mukabil alacağını ispat yükü altındadır. Davalı eğer davacının talebini takas beyan ederken kabul etmek istemiyorsa, bu halde takas def’ini terditli olarak dermeyan edebilir. 4. Taraf ehliyetine sahip olabilmek için medeni hukuktaki hak ehliyetine sahip olmak gerekir (m. 50). Tüzel kişilerin de taraf ehliyeti bulunmaktadır. Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaratılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler (MK m. 48). Tüzel kişiler, geçerli olarak kuruldukları andan ve özel hukuk hükümleri gereği varlık kazandıkları andan itibaren kişilik kazanırlar ve taraf (hak) ehliyetine sahip olurlar. Taraf ehliyeti dava şartıdır. Davanın her aşamasında mahkemece taraf ehliyetinin varlığı tahkik edilmelidir. Taraf ehliyeti aynı zamanda usuli işlemlerin de geçerlilik şartıdır. Eğer taraf ehliyeti, davanın başında mevcut iken daha sonra ortadan kalkmışsa, bu durumda dava hemen reddedilmez. Bu durum gerçek kişinin vefatı, tüzel kişinin tüzel kişiliğinin son bulması demektir. Böyle bir halde hâkimin diğer tarafa, taraf ehliyeti son bulan tarafın, gerçek kişi ise mirasçılarına, tüzel kişi ise, onun yerine davada yer alacak şahıslara karşı davaya devam edebilmesi için süre vermesi gerekir (HMK m. 55). Ancak dava şahıs varlığına ve şahsa sıkı surette bağlı haklara ilişkin ise tarafın vefatı ile taraf ehliyeti son bulur. Taraf ehliyetinin son bulduğu bir dava usulî bir karar ile sona erdirilir. Eğer dava malvarlığına ilişkin dava ise tarafın vefatı ile dava son bulmaz, onun kanuni halefleri ile davaya devam olunabilir. HMK m. 51 uyarınca, dava ehliyeti medeni hakları kullanma ehliyetine (MK m. 9) göre belirlenir. Dava ehliyeti, MK’da yer alan fiil ehliyetinin usul hukukuna yansımasıdır. Tüzel kişiler ise kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla fiil ehliyetini kazanırlar (MK m. 49). Tüzel kişiler yetkili organları ile temsil edilecektir (HMK m. 52). 6100 sayılı Kanun’un 53. maddesinde dava takip yetkisi düzenlenmiştir. Bu hükme göre, dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir ve taraflara ilişkin dava şartlarındandır (m. 114/1, e). Bazı istisnai durumlarda tarafın dava ehliyeti olmakla birlikte davayı takip yetkisi kendisi dışında üçüncü bir kişi tarafından kullanılabilir ya da kanun gereği kullanılması zorunlu olabilir. Hukukumuzda kanun koyucunun öngördüğü bazı durumlarda, hukuki ilişkinin tarafı olmayan üçüncü kişilere de davayı takip yetkisi tanınmıştır. Örneğin iflasın açılması ile birlikte müflisin davayı takip yetkisi sona erer ve iflas masasını ilgilendiren davalarda iflas idaresi davayı takip yetkisine sahip olur. Tüzel kişiliğin son bulması ile tüzel kişinin taraf ehliyeti de son bulur. Bir ticaret şirketi tarafı bulunduğu bir dava devam ederken tasfiye haline girerse, şirketin taraf ehliyeti hemen son bulmaz. Çünkü TTK m. 208’deki açık hüküm gereğince tasfiye haline giren şirketin tüzel kişiliği ve ehliyeti tasfiye amacı ile sınırlı olarak devam eder. Bu halde şirket, tarafı bulunduğu davalarda taraf olarak kalmaya devam ederken bu davalarda şirketi tasfiye memurları temsil edecektir (TTK m. 219). Eğer davanın taraflarından biri tüzel kişi ise bu hukuki ilişkiler sonuçlanmadan tüzel kişiliğin son bulmasına sebep olan sicilden terkine müsaade edilmemelidir. 5. Her somut olayda ispat yükünün hangi tarafa düşeceğinin belirlenmesi oldukça önemlidir. Zira, hâkim önüne gelen uyuşmazlığı bir şekilde sona erdirmek zorundadır ve ispatsızlık halinde de hâkim ispat yükü kendine düşen tarafın aleyhine hüküm verecektir. Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesine göre “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”. Aynı düzenleme HMK m.190/1’de de yer almıştır: “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”. Buna göre, davacı şirket tarafından açılmış olan eserden kaynaklanan haklara tecavüzün men’i ve tecavüz nedeniyle tazminat davası açmayı düşünmektedir. Bu durumda da ispat yükü, davacıdadır. Zira bu iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan davacı kendi lehine bir hak çıkaracaktır. Davalı şirketin açtığı tazminat talepli karşı davada ise ispat yükü asıl davanın davalısı olan Marmara Gemi İnşa San. ve Tic. A.Ş’ ye ait olacaktır. Deliller kesin ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Takdiri deliller; şahit, bilirkişi, keşif ve özel hüküm sebepleridir. Takdiri delillerde hâkimin sunulan delilin iddia edilen vakıayı ispat edip etmediği noktasında bir takdiri bulunmaktadır. Oysa kesin delillerde hâkimin böyle bir takdir hakkı bulunmamaktadır. Kesin deliller, ikrar, kesin hüküm, senet ve yemindir. Hukuki işlemlerin ispatında HMK m.201’de düzenlenen senetle ispat kuralı uygulanacaktır. Bunun dışında hukuki fiil niteliğindeki eylemler tanıkla veya her türlü delille ispat edilebilecektir. Davacı, bu iddiasını her türlü delille ispat edebilir. Bu kısımda geçen vakıalar hukuki işlem olmayıp hukuki fiil niteliğinde olduğundan ve senetle ispat zorunluluğu söz konusun olmadığından her türlü delille ispat faaliyeti yapılabilecektir. Olayımızda davacı Beta Gemi Tasarım ve Mühendislik A.Ş.’nin tecavüzün men’i ve haksız fiilden kaynaklı tazminat alacağını her türlü delille ispat edebilir. Burada davacı haksız fiilin dört unsurunu da (hukuka aykırı fiil, zarar, kusur ve zarar ve kusur arasındaki illiyet bağı) ispat etmek zorundadır. 6098 sayılı TBK’nın, haksız fiillerden kaynaklanan borç ilişkileri için ispat yükünü düzenlediği 50. maddesine göre, haksız fiilden zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Bu ispat, olayımızda bir haksız fiilin olması münasebetiyle her türlü delille yerine getirebilir. Davalı ve karşı davanın davacısı Marmara Gemi İnşa San. ve Tic. A.Ş aynı şekilde haksız fiilden kaynaklanan alacağının varlığını her türlü delille ispat edebilir. HMK’da yer alan genel ispat kurallarının yanında Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun’da bu kanun kapsamında açılacak olan hukuk davalarında ispat hukuku açısından önemli bir düzenleme mevcuttur. Mahkeme, davacının iddiasının doğruluğu hakkında kuvvetli kanaat oluşturmaya yeter miktar delil sunması hâlinde, korunmakta olan eserler, fonogramlar, icralar, filmler ve yayınları kullananların, bu Kanun’da öngörülen izin ve yetkileri aldıklarına dair belgeleri veya tüm yararlanılan eser, fonogram, icra, film ve yayınların listelerini sunmasını isteyebilir. Belirtilen belge veya listelerin sunulamaması tüm eser, fonogram, icra, film ve yayınların haksız kullanılmakta olduğuna karine teşkil eder (m. 76/2). Kısaca ifade edilmek gerekirse itilaf durumunda “kullanma izin ve yetkisine ilişkin belgenin sunulmaması halini” aleyhe karine oluşturmaktadır. Davacının böyle bir izin verilmediğinin ispatı aslında menfinin ispatı olacağı için aslında bu durum genel ispat ölçüsü kurallarının açık ifadesidir. 6. Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur (HMK m.121). Taraflar dava dilekçesinde göstermiş olmalarına rağmen sunmadıkları delileri ön inceleme duruşmasında HMK m.140/5 uyarınca hâkimin vereceği kesin süre içinde sunabileceklerdir. Bu hükme göre, ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Delillerin sunulmasına ilişkin HMK’nın taraflara verdiği son bir imkân daha vardır. HMK m.145’e göre, hâkimin kabulü ile yeni deliller gösterilebilmesi mümkündür Maddeye göre; ‘Taraflar, Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremez. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir”. Davanın genişletilmesi ve değiştirilmesi tahkikat aşamasında yasaktır. Davanın zaruri unsurlarının; davanın tarafları, dava sebebi ve netice-i taleptir. İşte davanın zaruri unsuru olan bu üçünden herhangi birinin genişletilmesi veya değiştirilmesi, davanın genişletilmesi ve değiştirilmesi sayılacaktır. Kanun bu yasağa iki istisna getirmiştir: Bu istisnalardan biri hasmın muvafakati; ikincisi ise, ıslahtır. Deliller kural olarak taraflarca gösterilir. HMK m. 145’e göre, hâkimin kabulü ile yeni deliller gösterilebilmesi mümkündür. Delillerin hasredildiği ve hâkimin de yeni delil kabul etmediği bir davada, bazı yeni delillerin ileri sürülmesi ihtiyacı hâsıl olduğunda, bu eksikliğin ıslah yoluyla kapatılıp kapatılamayacağına 04.02.1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı olumlu cevap vermektedir. Buna göre; ıslah müessesesi ile açılmış olan bir davada usule ilişkin yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkânı sağlanmıştır. Bir dava açıldıktan sonra deliller safhasında da yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hâsıl olabilir ve iyi niyet sahibi taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri ıslah yolu ile düzeltir veya tamamlayabilirler. Sonuç olarak, delillerini hasretmiş olan taraf dahi ıslahla yeni delil gösterebilir. Islah ile ikinci bir tanık listesi verilemeyeceği teoride ve uygulamada kabul edilmiştir. HMK m.24’e göre, “Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz” (HUMK m. 72). Fakat taraflardan birinin müracaatı olmadan da mahkemenin re’sen yapabileceği usul muameleleri vardır. Mesela, mahkeme re’sen keşfe, ticari defterlerin ibrazına, bilirkişi incelemesine ve isticvaba karar verebilir. Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir (HMK m. 266). Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine karar verebilir (HMK m. 222/f.1). İsticvap bir tarafın kendi aleyhine olan dava konusu veya onunla ilişkisi olan ihtilaflı vakıalar hakkında hâkim tarafından sorguya çekilmesidir (HMK m. 169). Hâkim tarafları veya vekillerini davanın her aşamasında çağırarak dinleyebilir. İsticvaba mahkemece re’sen veya taraflardan her birinin talebi ile başvurulabilir (HMK m. 169/f.1). Dikkat edilecek olursa ticari defterlerin ibrazını, isticvabı ve bilirkişi incelemesini düzenleyen hükümlerdeki ortak nokta hakim, bu delillere re’sen veya tarafların birinin talebi üzerine başvurabilecektir. Davanın tarafları ise söz konusu delilleri dava dilekçesinde göstermişler ise HMK m. 140/5’e göre sonradan sunabilirler. Şayet taraflar bu delilleri dilekçelerinde göstermemişler ise HMK m. 145 uyarınca belirtilen delillerin yargılamayı geciktirme amacı taşımıyor veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir. Dolayısıyla davanın her aşamasında hâkim re’sen başvurabildiği bu delillere HMK’da yer alan şartlar dâhilinde taraflar da dayanabilirler. 7. Bu sorunun cevabı tarafların duruşmaya gelmemesi ve dosyanın işlemden kaldırılması hususlarına ilişkindir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 150’e göre, usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Gelmeyen taraflardan biri mazeret dilekçesi gönderirse, mazeret dilekçesi incelenir. Tarafın mazereti kabul edilirse, yeni bir duruşma günü belirlenir. Mahkeme mazereti kabul etmezse, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse, gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez (HMK 150/1). Duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurmasının gerektiği hallerde gün tespit ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır. Davaların uzun süre sürüncemede bırakılmasını önlemek amacıyla işlemden kaldırılan davanın belirli bir sürede yenilenmesi kabul edilmiştir. Bu süre hak düşürücü süredir. Buna göre, bir dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay içinde yenilenmesi gerekmektedir. Öngörülen bu üç aylık süre içerisinde işlemden kaldırılmasına karar verilen dava yenilenmediği takdirde sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve bu hususta herhangi bir talep olmaksızın mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır (HMK m. 150/5). Dosya işlemden kaldırılmasından itibaren bir ay içinde yenilenirse, yeniden harç alınmaz. Bu bir ay geçtikten sonra dosya yenilenirse, yeniden harç alınır. Bu harç dosyanın yenilenmesini talep eden tarafından ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde yeniden harç verilerek yenilenen dava, işlemden kaldırılmasına karar verilerek yenilenen dava, işlemden kaldırılmasına karar verilen davanın devamı olup yeni bir dava sayılmaz (HMK 150/4). Davanın yenilenmesi azami bir sayı ile sınırlandırılmıştır. Buna göre; işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan bir dava, ilk yenilenmeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Yani bir dava ikiden fazla yenilenemez. İki yenilemeden sonra davanın yeniden takipsiz bırakılması halinde bu defa dava açılmamış sayılır ve bu hususta herhangi bir talep olmaksızın mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır (HMK m. 150/6). Dava dosyasının yenilenme sayısı bakımından basit yargılama usulünün uygulandığı davalarda bir farklılık vardır. Basit yargılama usulünde dava dosyası yalnızca bir kez yenilenebilir. Bir başka deyişle, işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olan dosya, yenilenmesinden sonra takipsiz bırakılırsa dava açılmamış sayılacaktır (HMK m.320/4). Hangi sebeple olursa olsun davanın açılmamış sayılması ile davanın açılmasına bağlanan tüm sonuçlar ortadan kalkar, buna bağlı olarak açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır dava hiç açılmamış gibi sonuç doğar (HMK m. 150/7). Açılmamış sayılan bir dava, harç yatırılarak yeniden açılabilir. Ancak bu halde harç yatırılarak açılan dava, eski davanın devamı olmayıp yeni bir davadır ve eski davanın sonuçları da açılan bu yeni dava ile devam etmeyecek, kendi sonuçlarını meydana getirecektir. Dosyanın işlemden kaldırılmasını gerektiren hallerden birinin gerçekleşmesi halinde dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verilecektir. İşlemden kaldırılan dosya işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay içinde yenilenebilecektir. Dosyanın işlemden kaldırılması, davanın açılmamış sayılması demek değildir. İşlemden kaldırılmasına karar verilen dosyada yenileninceye kadar sadece işlem yapılmayacaktır. Bu sebeple de yenileninceye kadar derdest kalacaktır. İşlemden kaldırılmasına karar verilen dosya eğer işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren üç ay içerisinde yenilenmezse, bu halde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Davanın açılmamış sayılmasına karar verilinceye kadar dosya derdest bir dava ile aynı sonuçları doğuracaktır. Buna göre; davanın açılması ile kesilen zamanaşımının kesilme hali devam eder. Davanın açılması ile hak düşürücü sürenin korunması devam eder. İşlemden kaldırılmasına karar verilen dava yeniden açıldığı takdirde açılan bu davaya karşı derdestlik itirazında bulunulabilecektir. Olayımıza dönecek olursak ilk dava bakımından davacı taraf vekili, duruşmaya gelmemişse mazeret bildirdiği halde mazeretini haklı gösterir delillerini sunmadığından, hâkim davalı tarafa davaya devam etmek isteyip istemediğini soracak, davalı da davayı takip etmek istemediğini beyan etmesi durumunda mahkeme ilk dava bakımından dosyanın işlemden kaldırılmasına karar vermesi gerekecektir. Davacı taraf ilk davaya devam etmek istiyorsa, dava dosyasını yenilemelidir. Dosyanın işlemden kaldırılması kararından itibaren 3 ay içinde davacı yenileme talebinde bulunmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir. Karşı dava bakımından ise, karşı davacı duruşmada hazır bulunmakta fakat karşı davalı veya vekili duruşmaya mazeret bildirmeksizin katılmamıştır. Hakimin karşı davacıya davaya devam etmek isteyip istemediğini sorması üzerine, karşı davacı davaya devam etmek istediğini beyan etmiştir. Bu durumda duruşmaya karşı davalının yokluğunda devam edilecektir. Karşı davalı bu şekilde yokluğunda yapılmış olan işlemlere itiraz edemeyecektir. Duruşma günü celseye katılma imkanı olmayan tarafın bu mazeretini bildirip belgeleyerek, bildirim giderlerini de yatırarak duruşmanın ertelenmesini isteme olanağı bulunmaktadır. Ne var ki, dilekçede yer alan mazeretin geçerli bir nedene dayanması; ispatına yönelik belgelerin ( duruşma zabtı, doktor raporu v.s. ) dilekçeye eklenmesi ve duruşma zabtının ve duruşma gününün tebliğ edilmesi için gerekli masrafın ( posta pulu, cevaplı telgraf gibi ) mazeret dilekçesi ile birlikte verilmesi gereklidir. Davacı mazeret bildirmiş ancak belgelendirmemişse ya da gönderdiği mazeret geçerli değilse dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecektir. Dava görülürken ortaya çıkan, davaya ilişkin sorunların çözümlenmesi amacıyla verilen, davayı ve yargılamayı sona erdirmeyen aksine davanın ilerlemesine yardımcı olan kararlara ara kararlar denir. Hâkim yargılamayı yürütmek için birçok ara kararı verir: taraflara delillerini göstermeleri, bilirkişi veya keşif giderlerini yatırmaları için süre verilmesi gibi hususlar ara kararlarının konusunu oluştururlar. Yargıtay’a ve doktrindeki baskın görüşe göre mahkemeler verdikleri ara kararları ile bağlı değildir. Buna göre, mahkeme, verdiği bir ara kararın hatalı olduğuna kanaat getirirse dava sonuçlanmadan önce talep üzerine veya re’sen, vermiş olduğu ara kararı düzeltebilir. Bu görüşe göre ara kararından dönülebilmesinin tek istisnası verilen ara kararın taraflardan biri lehine usuli kazanılmış hak doğurmuş olmasıdır, bir ara kararı ile taraflardan biri yararına usuli kazanılmış hak doğmuş olması halinde mahkeme artık bu karardan dönemeyecektir. Olayımızda mahkeme mazereti haklı gösterir delillerin mazeret dilekçesiyle beraber sunulmaması sebebiyle mazereti kabul etmediği takdirde ve davalının da duruşmaya katılmamış olması veya davayı takip etmek istemediğini bildirmesi durumunda mahkeme dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecektir. Dosyanın işlemden kaldırılması bir ara karar olduğundan davacı şirket vekili, mazereti haklı gösterir delillerini daha sonra ibraz ederek mahkemenin bu kararından dönmesini sağlayabilir. 8. 6100 sayılı HMK’da taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (m.141/1). Bu kural getirildikten sonra yine eski düzenleme ve uygulamada bu kuralın istisnaları olarak kabul edilen, ıslah ve hasmın rızası kuralı da ayrıca şu şekilde düzenlenmiştir: İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır (m.141/2). Davanın genişletilmesi ve değiştirilmesi tahkikat aşamasında yasaktır. Davanın zaruri unsurlarının; davanın tarafları, dava sebebi ve netice-i taleptir. İşte davanın zaruri unsuru olan bu üçünden herhangi birinin genişletilmesi veya değiştirilmesi, davanın genişletilmesi ve değiştirilmesi sayılacaktır. Kanun bu yasağa iki istisna getirmiştir: Bu istisnalardan biri hasmın muvafakati; ikincisi ise, ıslahtır. Hasmın muvafakati 1086 sayılı Kanun döneminde zımni olabileceği kabul edilirken 6100 sayılı Kanun karşı tarafın muvafakatinin açık olması şartını aramaktadır. Karşı davasını değiştirmek isteyen davalı, ilk talebinin yanına tasarımda yer alan bazı hatalar nedeniyle ayrıca bundan kaynaklanan zararların dikkate alınmasını ıslah yolu ile yapabilir mi bunu değerlendirebilim. Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesidir. Islahın konusu taraf usul işlemleridir. Ancak her usul işleminin ıslah ile düzeltilmesi mümkün değildir. Islaha, tek taraflı taraf usul işlemlerine karşı başvurulabilir. Bu nedenle mahkeme tarafından yapılan usul işlemleri ıslahla değiştirilemez. Islah, tek taraflı irade beyanı ile yapılır. HMK’nın 177. maddesi 2. fıkrasına göre bu irade beyanı ya diğer tarafın hazır olduğu bir celsede sözlü olarak yapılır ya da diğer tarafa tebliğ edilecek bir dilekçe ile gerçekleştirilir. Islah, tek taraflı irade açıklaması ile kullanılır ve karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir (HGK., T. 09.12.1983, E. 1981/11-214, K. 1983/1290; İBD., 1984/7-9, s.559). Mahkeme ancak ıslahın usulüne uygun ve zamanında yapılıp yapılmadığını inceleyecek ve usulüne uygun yapılmadığı sonucuna varırsa veya zamanında yapılmamış sayarsa reddine karar verebilecektir. Bir davada ıslah ancak bir defa yapılabilir (HMK m.176/2). 1086 sayılı Kanun ıslahın tahkikata tâbi davalarda tahkikatın bitimine kadar, tahkikata tabi olmayan davalarda ise, muhakemenin hitamına kadar yapılabileceğini düzenlemişken (HUMK m.84) 6100 sayılı HMK’nın düzenlemesinde tahkikata tabi olan ve olmayan dava ayrımına gerek duyulmadığı için tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği esası kabul edilmiştir (HMK m.177/1). HMK m.178/1’e göre, ıslah eden taraf, ıslah sebebiyle geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi takdirde, ıslah yapılmamış sayılır. Dava tamamen ıslah edilebilir (HMK m.180). Davanın tamamen ıslahı ile dava, dava dilekçesinden itibaren değiştirilir. Eğer davacı dava dilekçesinden itibaren yaptığı tüm usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını istiyorsa, bu durumda davanın tamamen ıslahı söz konusudur. Tamamen ıslahtan bahsedilebilmesi için davanın tüm öğelerinin eskisinden farklı düzeltilmesi veya değiştirilmesi zorunlu değildir, davanın öğelerinden birinin veya birkaçının değiştirilmesi durumunda da kural olarak tamamen ıslahtan bahsedilir. Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir. Davacı eğer davasını değiştirmeyi değil de yalnızca genişletmek istiyorsa, karşı tarafın buna muvafakat etmemesi halinde kısmen ıslah yoluna başvuracaktır. Davacı kısmen ıslahla talep sonucunu artırabilir, talep sonucunu genişletebilir, dava dilekçesindeki talep sonucuna yeni talepler ekleyebilir, dava sebebini genişletebilir, replik layihasını ıslah edebilir. Davalı, kısmen ıslah ile düplik layihasını ıslah edebilir, yeni cevap layihası verip savunma sebepleri ileri sürebilir. Ancak davalı ilk cevap layihasında bildirmediği ilk itirazlarını ıslah yolu ile dahi ileri süremez. Doktrinde davanın kısmi ıslahıyla talep sonucuna yeni talep eklenebileceği ve davanın terditli hale getirilebileceği kabul edilmekte ancak Yargıtay hiç dava konusu edilmeyen bir hususun ıslah yolu ile talebe eklenmesinin mümkün olmadığını kabul etmektedir. Nitekim yakın tarihli bir Yargıtay1 kararına göre, “Islah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya talep sonucunu değiştirebilmesi imkânını sağlamaktadır. İki taraf da duruşmada hazır iseler ıslah sözlü olarak yapılabilir. Usule ilişkin 1 21. HD., 6.3.2012, E. 2012/2302, K. 2012/2976. işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir talepte bulunma olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur”. Olayımızda karşı davanın davacısı dava konusu yapmadığı bir konuda ıslahla talepte istemektedir. Doktrin bu şekilde dahi ıslah yapılabileceğini kabul ederken Yargıtay’a göre ise yukarıda belirttiğimiz kararlarda olduğu gibi davacının dava dilekçesinde tasarımda yer alan bazı hatalar nedeniyle “Asya 120” inşa numaralı geminin taşıma işlerine elverişli olmamasının yol açtığı zararlar konusunda bir talebi bulunmadığı ve dava konusu yapmadığı bu konuda ıslahla talebinde bulunamayacaktır. 9. Olayda mahkeme hem asıl dava hem de davalının açmış olduğu karşı dava hakkında karar vermiştir. Asıl dava ile karşılık dava kanun yolu bakımından birbirinden bağımsız davalardır. Yani bu davalardan her biri hakkındaki hüküm yalnız başına kanun yoluna götürülebilecektir. Hükümlerden yalnız biri hakkında temyize başvurulduğu, diğer hüküm süresinde temyiz edilmediği takdirde bu hüküm kesinleşecektir. Kanun yollarına başvuru sınırı da her iki dava için ayrı ayrı belirlenecektir. Bu karara karşı kanunyollarına müracaatın şartlarına geçmeden evvel şu anda uygulanan kanunyollarına değinmek gerekir: 6100 sayılı HMK 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen bu kanunun geçici 3. Maddesi gereğicce Bölge Adliye Mahkemeleri göreve başlayıncaya kadar 1086 sayılı HUMK’un 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki kanun yoluna ilişkin hükümleri uygulanacaktır (m. 427-454). Bunun neticesinde, ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu kararlara karşı şartları mevcutsa temyiz kanun yoluna başvurabilecektir. 1086 S.K.’a göre : Aleyhine temyiz kanun yoluna müracaat edilecek kararın temyizi kabil bir karar olması gerekliliğidir. Kural olarak, ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu bütün nihai kararlar kabili temyizdir (m. 427, I c. 1). Ara kararlar ise yalnız başına temyiz edilemez; asıl hükümle birlikte temyiz edilebilir. Temyiz yoluna ancak davanın tarafları başvurabilir. Temyize başvuracak tarafın temyize gitmede hukukî menfaatinin bulunması gerekir. Kanun, davada haklı çıkmış olan tarafın da hukuki menfaati bulunmak şartı ile temyize başvurabileceğini düzenlemiştir (HUMK. m.427/I). Temyizde hukuki menfaatin bulunup bulunmadığının belirlenebilmesine ilişkin iki teori vardır: Şekli teori ve maddi teori. Şekli teoriye göre taleple hüküm sonucu arasında fark varsa, tarafın temyize gitmekte hukuki menfaati vardır. Maddi teoriye göreyse taraf temyize müracaat etmekle mevcut yerel mahkemenin hükmüne göre daha lehte bir karar elde edebilecekse, bu takdirde temyizde hukuki menfaati vardır. Hatta davacı tarafın talebi kabul edilmekle beraber eğer bu talep davacının davada ileri sürdüğü sebeplerden farklı bir gerekçeyle kabul edilmişse davacının yine temyizde menfaati olduğu kabul edilmektedir. İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararların temyiz edilebileceği kuralının istisnaları vardır. Miktar veya değeri HUMK. m. 427/II’ deki sınırı geçmeyen (1.890 TL. 2014 yılı için) taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir ve temyiz edilemez. Bu sınırın üstündeki taşınır mal ve alacak davaları ise temyiz edilebilirler. Temyiz sınırı sadece taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin olarak öngörülmüştür. Bu sebepten taşınmaz davalarında dava konusunun değeri ne olursa olsun dava sonunda verilen hüküm, herhangi bir sınırlama olmaksızın temyiz edilebilir. Ayrıca dava konusu para olmayan veya para ile değerlendirilemeyen davalara ilişkin hükümler de miktar ve değer sınırlaması olmaksızın temyiz edilebilir. Temyiz belli bir süreye tabidir. Bu süre, temyiz edilecek kararı veren mahkemeye göre değişik olarak düzenlenmiştir. Asliye mahkemelerinden verilen kararlara karşı temyiz süresi, kararın tebliğinden itibaren 15 gün (HUMK. m.423/I), buna karşı sulh hukuk mahkemelerinden verilen kararlara karşı temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren 8 gündür. Olayımızda Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi görülmektedir ve temyiz süresi kararın tebliğinden itibaren 15 gündür. Temyiz başvurusunun kabule şayanlık şartlarından birisi de gerekli harç ve giderlerin yatırılmış olmasıdır (m.434/III). Bu giderlere, temyiz mahkemesi kararının taraflara tebliği ve yerel mahkemenin, hükmünün Yargıtay’ca bozulması üzerine tarafları duruşmaya çağıracağı davetiyenin tebliği masrafları da dâhildir. Bir nihai kararın temyizen incelenebilmesi için taraflardan birinin usulüne uygun olarak temyiz başvurusunda bulunmuş olması gerekir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 431. maddesine göre temyiz talebi dilekçe ile yapılır (HUMK.m.431 c.1). Temyiz dilekçesi kararı veren mahkemeye veya kararı veren mahkemeye gönderilmek üzere başka bir yer mahkemesine verilebilir (HUMK.m.432/2). Temyiz dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse o mahkeme tarafından temyiz defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir. (HUMK.m.434/1). Kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmiş olan temyiz dilekçesi, bu mahkemece HUMK.m.434’e göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderilir (HUMK.m.432/3). Temyiz kanun yolunda, katılma yoluyla temyiz de mümkündür. Temyiz dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile vereceği cevap dilekçesi ile temyiz yoluna başvurabilecektir (HUMK m. 427/f.4, 433/f.2,c.2). Temyiz kanun yoluna başvurabilmek için temyiz sebeplerinden birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Temyiz sebepleri HUMK. m.428’de sınırlı olarak sayılmıştır. Temyize ancak bu sebeplerle başvurulabilir. Maddi hukuka ilişkin temyiz sebepleri kanunun ya da tarafların arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanması ve maddi meselenin takdirinde hatadır. Maddi hukuka ait temyiz sebepleri her zaman mutlak niteliktedir. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerinde ise mutlak temyiz sebepleri ve nisbi temyiz sebepleri şeklinde bir ayırım yapılmaktadır. Mutlak temyiz sebepleri davaya bakan mahkemenin görevsiz olması (HUMK m.428/II), tarafları, sebebi ve konusu aynı olan uyuşmazlıklar hakkında birbirine çelişik kararlar verilmiş olması (HUMK m.428/III), iki taraftan birinin davasını ispat için gösterdiği delillerin kanuni sebep olmaksızın reddedilmiş olmasıdır (HUMK m.428/VI). Nispi temyiz sebepleri ise, usulü muhakemeye muhalefet edilmesi, davanın görülmesi sırasında ileri sürülen usule aykırılık iddiasının nazara alınmamış veya mahkemenin kendiliğinden nazara alması gereken bir usul kuralının uygulanmamış olmasıdır. Olayımızda asıl davanın tarafları ile karşı davanın davacısı temyize gitmekte menfaati olduğundan, maddi meselenin takdirinde hata sebebine dayanarak temyiz yoluna gidebilecektir. 6100 sayılı Kanun’a göre : 6100 sayılı Kanun uyarınca taraflar nihai karara karşı ilk olarak temyize değil istinaf yoluna başvurabileceklerdir. Burada Bölge Adliye Mahkemesi bir vakıa mahkemesi olarak çalışacak, Yargıtay ise temyiz incelemesinde sadece hukuka uygunluk denetimi yapacaktır. Hukuki yararı bulunan davalı ve davacı istinafa müracaat edebilecektir. HMK m.341’e göre ilk derece mahkemelerinin nihai kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir. İlk derece mahkemeleri açısından herhangi bir sınırlama söz konusu olmadığından genel mahkemeler veya özel mahkemelerden verilen kararlar istinafa götürebilecektir. Ancak aynı maddenin 2. fıkrası malvarlığı davaları bakımından bir miktar sınırı öngörmüştür. Buna göre miktar ve değeri HMK m.341/2’de gösterilen değeri 1.500TL.’yi geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenecektir (HMK m.341/3). Alacağın tamamı dava edilmiş ise kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü öngörülen sınırı geçmeyen taraf istinaf yoluna başvuramayacaktır (HMK m.341/4). Taraflar ilk derece mahkemesinin kararının esas ve usul yönünden hukuka uygun olmadığını ileri sürerek istinafa başvurabilir. Taraflar ilamın kendilerine usulen tebliğinden itibaren iki hafta içinde istinafa başvurmak zorundadır. İstinaf başvurusu dilekçeyle yapılacaktır, istinaf dilekçesi verilirken tebliğ giderleri de dâhil olmak üzere gerekli harç ve giderlerin ödenmesi gerekmektedir. 10. Soru hükmün tavzihi yoluyla unutulan vekâlet ücretine karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir. Öncelikle hükmün tavzihinden bahsedelim. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 305’e göre: “Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanmasını veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesini isteyebilir”. Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir (HMK m. 31). Bu sonuç, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkimin iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamayacağı ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamayacağı ilkesinin (m. 25/) bir istisnasıdır. Ancak bu hüküm sadece tarafların ileri sürdükleri iddialar ve savunmalar bakımındandır. Mesela, davacı dava dilekçesinde dava konusu taşınmazlardan birini 116 Ada 95 Parsel olarak belirtmesine rağmen duruşma sırasında verdiği dilekçesinde dava konusu taşınmazdan 116 Ada 97 Parsel olarak söz etmişse, bu halde dava konusu taşınmaza ilişkin olarak ortaya çıkan bu belirsizliğin giderilmesi için davacıdan dava konusu taşınmazın Ada ve Parsel numarasının açık olarak sorulması ve alınacak cevap üzerine inceleme yapılarak gerekli karar verilmesi gerekmektedir. Tavzih talebi dilekçe ile olur. Dilekçeye tarafların sayısı kadar nüsha eklenmek suretiyle hükmü veren mahkemeye verilir. Dilekçenin bir nüshası, cevap süresi mahkemece belirlenerek karşı tarafa tebliğ edilir. Cevap, tavzih talebinde bulunan tarafa tebliğ olunur. Mahkeme, cevap verilmemiş olsa bile dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir; ancak gerekli görürse iki tarafı sözlü açıklamalarını yapabilmeleri için davet edebilir. Mahkeme tavzih talebini yerinde gördüğü takdirde 304. madde uyarınca işlem yapar yani hükmün tashihi usulüne göre, açık olmayan hususları açıklar, icrasında tereddüt edilen noktada icra konu olacak talepleri ve sınırını tayin eder, çelişkili fıkraları kaldırır. Olayımızda, mahkeme unutulan vekâlet ücretine hükmün tavzihi yoluyla karar vermektedir. Halbuki tavzihin amacı hükümdeki çelişkili, anlaşılmayan kısımların netleştirilmesidir. Yoksa, hükümde eksik kalan, unutulan kısımlara ilişkin karar vermek değildir. Keza, HMK m. 305/2’de “Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yoluyla sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez.” Vekâlet ücretine karar verilmesiyle taraflardan birine tanınan haklar genişletilirken diğer taraf için bir sınırlandırma söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla, hükmün tavzihi yoluyla vekâlet ücretinin nihai karara dahil edilmesi mümkün değildir. Kanun koyucu, bazı hataların, yeniden yargılama yapılmaksızın ve kararın bozulmayıp alt derece mahkemesine gönderilmeksizin düzeltilerek onanmasını mümkün kılmıştır. İlk derece mahkemesinin vermiş olduğu hükmün düzelterek onama kararı istisnaen kabul edilmiştir. Düzelterek onama kararının uygulanacağı haller Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438. maddesinin 7., 8. ve 9. fıkralarında sınırlı şekilde gösterilmiştir. Yargıtay bunun dışındaki hallerde düzelterek onama kararı veremeyecektir. Vekâlet ücreti hakkında karar verilmemesi durumunda yeniden muhakeme yapılmasına ihtiyaç olmadığından Yargıtay hükmü bozmak yerine davalı şirket lehine vekâlet ücretinin tayini ile hükmü bu istikamette düzeltip onayabilecektir. Metin Soruları 1. Tahkime Elverişlililk Tahkime gidileceği kararlaştırılan konuların, tarafların iradeleri ile etki edebilecekleri (sulh olabilecekleri) konular olması gerekir. Bu konuda kabul edilen kriter şu şekildedir: taraflar aralarındaki uyuşmazlığı gidermek için (özellikle sulh yolu ile) serbestçe anlaşma yapabiliyorlar ve bu anlaşma mahkemenin kararına gerek olmaksızın geçerli oluyorsa, o uyuşmazlık hakkında tahkim sözleşmesi yapılabilir. Tarafların dava konusu üzerinde sulh ve kabul yolu ile serbestçe tasarruf edemeyecekleri hallerde, mesela evlilik (boşanma) davalarında, medeni hal, iflas ve soyla ilgili davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde tahkime gidilememektedir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 408’e göre; tahkime elverişlilik yönünden iki temel kriter vardır. Buna göre;1. Taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan, 2. İki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar tahkime elverişli değildir. Hakem Sözleşmesi, taraflar ile hakemler arasında yapılan sözleşmedir. Hakem sözleşmesi ile hakemler, uyuşmazlığın çözümünü; taraflar ise, bunun karşılığında hakemlere bir ücret ödemeyi kararlaştırırlar. Taraflarca aksi kararlaştırılmamışsa, hakemlerin ücreti, dava konusu alacağın miktarı, uyuşmazlığın niteliği ve tahkim yargılamasının süresi dikkate alınarak, hakem veya hakem kurulu ile taraflar arasında kararlaştırılır (HMK.m.440/1). Taraflar, hakem veya hakem kurulunun ücretini yerleşmiş kurallara veya kurumsal tahkim kurallarına yollama yaparak da belirleyebilirler (HMK.m.440/2). Taraflarla hakem veya hakem kurulu arasında ücretin belirlenmesi konusunda anlaşmaya varılamaz veya tahkim sözleşmesinde ücretin belirlenmesine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmazsa ya da taraflarca bu konuda yerleşmiş kurallara veya kurumsal tahkim kurallarına yollama yapılmamışsa, hakem veya hakem kurulunun ücreti, her yıl Adalet Bakanlığınca ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının görüşleri alınarak hazırlanan ücret tarifesine göre belirlenir (HMK.m.440/3). Tahkim sözleşmesi, tarafların, sözleşme veya sözleşme dışı bir hukuki ilişkiden doğmuş veya doğabilecek uyuşmazlıkların tamamı veya bir kısmının çözümünün hakem veya hakem kuruluna bırakılması hususunda yaptıkları anlaşmadır (HMK.m.412/1). Tahkim sözleşmesi, taraflar arasındaki sözleşmenin bir şartı veya ayrı bir sözleşme şeklinde yapılabilir. Tahkim sözleşmesi yazılı şekilde yapılır. Yazılı şekil şartının yerine getirilmiş sayılması için, tahkim sözleşmesinin taraflarca imzalanmış yazılı bir belgeye veya taraflar arasında teati edilen mektup, telgraf, teleks, faks gibi bir iletişim aracına veya elektronik ortama geçirilmiş olması ya da dava dilekçesinde yazılı bir tahkim sözleşmesinin varlığının iddia edilmesine davalının verdiği cevap dilekçesinde itiraz edilmemiş olması yeterlidir. Asıl sözleşmenin bir parçası hâline getirilmek amacıyla tahkim şartı içeren bir belgeye yollama yapılması hâlinde de tahkim sözleşmesi yapılmış sayılır.Tahkim sözleşmesine karşı, asıl sözleşmenin geçerli olmadığı veya tahkim sözleşmesinin henüz doğmamış olan bir uyuşmazlığa ilişkin olduğu itirazında bulunulamaz. Hakem Kararlarına Karşı Kanun Yolları 1086 sayılı HUMK m.533 vd. uyarınca hakem kararlarına karşı tarafların kanun yoluna başvurmada iki imkânı vardı. İlk imkân, temyiz kanun yolu; ikinci imkân ise, yargılamanın iadesiydi. Ancak HUMK’un 533. maddesi hükmü 6100 sayılı HMK ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece hakem kararlarının temyizi artık söz konusu değildir. Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir. İptal davası, tahkim yerindeki mahkemede açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür. HMK m.439/1’de belirtilen mahkeme bölge adliye mahkemesidir. Hakem kararlarının iptali sebepleri sınırlı olarak sayılmış olup şunlardan ibarettir: 1. Tahkim sözleşmesinin taraflarından birinin ehliyetsiz ya da tahkim sözleşmesinin geçersiz olduğu; 2. Hakem veya hakem kurulunun seçiminde, sözleşmede belirlenen veya bu kısımda öngörülen usule uyulmadığı; 3. Kararın, tahkim süresi içinde verilmediği; 4. Hakem veya hakem kurulunun, hukuka aykırı olarak yetkili veya yetkisiz olduğuna karar verdiği; 5. Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği veya talebin tamamı hakkında karar vermediği ya da yetkisini aştığı; 6. Tahkim yargılamasının, usul açısından sözleşmede veya bu yönde bir sözleşme bulunmaması hâlinde, bu kısımda yer alan hükümlere uygun olarak yürütülmediği ve bu durumun kararın esasına etkili olduğu; 7. Tarafların eşitliği ilkesi ve hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmediği; 8. Hakem veya hakem kurulu kararına konu uyuşmazlığın Türk Hukuku’na göre tahkime elverişli olmadığı; 9. Kararın kamu düzenine aykırı olduğu. Sayılan bu sebeplerden biri tespit edilirse, hakem kararları iptal edilebilir. Hakem veya hakem kurulunun, tahkim sözleşmesi dışında kalan bir konuda karar verdiği iddiasıyla açılan iptal davasında, tahkim sözleşmesi kapsamında olan konuların, tahkim sözleşmesi kapsamında olmayan konulardan ayrılması mümkün olduğu takdirde, hakem kararının sadece tahkim sözleşmesi kapsamında olmayan konuları içeren bölümü iptal edilebilir. İptal davası, bir ay içinde açılabilir. Bu süre, hakem kararının veya tavzih, düzeltme ya da tamamlama kararının taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Hakem kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmesi şartı ile kararın icrası durdurulabilir. İptal talebi, davaya bakan mahkeme aksine karar vermedikçe, dosya üzerinden incelenerek karara bağlanır. İptal davası hakkında verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Temyiz incelemesi, bu maddede yer alan iptal sebepleriyle sınırlı olarak, öncelikle ve ivedilikle karara bağlanır. Temyiz, kararın icrasını durdurmaz. 6100 sayılı Kanun’da 1086 sayılı HUMK’tan farklı olarak tahkimde yargılamanın iadesi sebeplerinden hangilerinin uygulanacağı yer almıştır. Buna göre; HMK m.443/2 uyarınca tahkimde yargılamanın iadesi sebeplerinden sadece HMK m.375/1’in (b), (c), (e), (f), (g), (h), (ı) ve (i) bentleri uygulanır. Yargılamanın iadesi talebi kabul edilirse mahkeme, hakem kararını iptal eder ve uyuşmazlığı yeniden bir karar verilebilmesi için yeni hakeme veya hakem kuruluna gönderir. Bu durumda hakem veya hakem kurulu 421. maddeye göre yeniden seçilir veya oluşturulur. 2. İspat vasıtaları delillerdir. Deliller ise kesin ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Takdiri delillerde hâkimin sunulan delilin iddia edilen vakıayı ispat edip etmediği noktasında bir takdiri bulunmaktadır. Ancak kesin delillerde hâkimin böyle bir takdir hakkı bulunmamaktadır. Kesin deliller, ikrar, kesin hüküm, senet ve yemindir. İspat, bir vakıanın doğru ve gerçek olup olmadığı konusunda hâkimi inandırma faaliyetidir. İspat faaliyetinde amaç, yargılama sırasında, hâkim dışında ve dava açılmadan önceki bir tarihte gerçekleşen uyuşmazlığa ilişkin vakıaların gerçekliği konusunda hâkimde kanaat uyandırmaktır. Bu durumda ispat, ispat anından önce vuku bulmuş ve tekrar etmeyen vakıalara ilişkindir. Delil sözleşmesi: Taraflar, delil anlaşması yolu ile belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilir Bu takdirde ispat ancak taraflarca kararlaştırılan şekilde yapılabilecektir. HMK m.193’e göre taraflar delil sözleşmesini yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilerek imzalı beyanlarıyla kabul etmek suretiyle yapabilirler. Delil sözleşmesi yazılı yapılmak gerekir. Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir. Delillerin hasrı: Bir davada taraflardan herhangi birisinin iddiası ile ilgili tüm delillerini liste halinde mahkemeye sunması ve söz konusu tarafın davada iddialarını ispat etmek için belirttiği bu delillerle artık kendisini sınırlaması demektir. Bu durumda tarafların delillerinin tamamını dava dilekçesinde gösterdiği ve delillerini dilekçede gösterdiklerine hasretmiş sayılacağından taraf artık davada dilekçede belirttiği delillerden başka hiçbir delili sonradan ileri süremeyecektir.
© Copyright 2024 Paperzz