Tam metin/full text

GERÇEKLİK ANONİM BİR SÜREÇTİR:
WHITEHEAD ONTOLOJİSİNDE DİNAMİZMİN
KURULUŞU ÜZERİNE BİR İNCELEME
Sercan ÇALCI
ÖZET
Gerçeklik anonim bir süreçtir. Bu metin, anonim kavramını ontolojik
tartışmaların gündemine taşımaya çalışıyor ve bu kavramı yalnızca isimsiz olanı
göstermek için değil, fiillerden oluşan bir gerçeklik imgesini oluşturmak için de
kullanıyor. Whitehead felsefesinde sürecin dinamik yapısının üç öğesi olan
gerçek potansiyelite, olay ve kontrast kavramlarının kozmolojik bir şemanın
oluşturulmasındaki rollerini inceliyor. Aşkınlık ve mutlak üzerine kurulu
paradigmaların sürecin sahnesinde iflas edeceğini ve bu durumda varlıkların
yeniyi oluşturma güçlerinin artacağını ileri sürüyor. Gerçekliği temsil etme
iddiasındaki felsefi sistemlerin aksine kendisini örgütleyen varlıkların sürecin
sahnesindeki ifadelerinin izini sürüyor.
Anahtar Kelimeler: Anonim, kontrast, aktüel varlık, potansiyel, gerçek
potansiyellik, dinamizm, olay, süreç.
(Reality is an Anonymous Process: An Inquiry on the Constitution of
Dynamism in Whitehead’s Ontology)
ABSTRACT
The reality is an anonymous process. This text tries to bring the concept
of anonymous into the question of the ontological discussions and uses this
concept not only to indicate the unnamed but also to create an image of reality
that is constituted of acts. This text studies the roles of real potentiality, event
and of the contrast, which are three elements of the dynamic structure of the
process in Whitehead’s philosophy, with regards to constitution of the
cosmological scheme. It argues that some paradigms based on the transcendence
and the absolute will break down on the stage of process and in this situation
beings’ power of creating the new will increase. Unlike philosophical systems
which claim to represent the reality, this text traces the expression of the selforganizing entities on the stage of process.
Keywords: Anonymous, contrast, actual entity, potential, real potentiality,
dynamism, event, process.

Akdeniz Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim elemanı
FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2014 Bahar, sayı:17, s. 197-214.
ISSN 1306-9535, www.flsfdergisi.com
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
Intro
“yolunu kaybeden bir gezgin ‘Neredeyim?’ diye sormayacaktır.
Gerçekten bilmek isteyeceği şey diğer yerlerin nerede olduğudur.
Kendi bedenine sahiptir ama onları yitirmiştir”
Alfred North Whitehead, Process and Reality
“Toprağı aydınlatmaya başlarım ben
Böcekler çemberlerini çizerken
Şimdi böceklerin uğultusunu izle,
Küçük avare, tez ulaş evine”
William Blake, Masumiyet Şarkıları
198
William Blake ve Alfred North Whitehead’i bu metinde bir araya
getiren şey benzer bir kaybolma deneyimini düşlemiş olmalarıdır. Blake, Bir
Düş adlı şiirinde yolunu kaybeden Ana Karınca’nın hıçkırıklarını işitir. Onu
yuvaya götürecek olan parolayı düşün bir parçası olan ateş böceği verir.
Böceklerin uğultusunu izlemelidir Ana Karınca. Whitehead’in gezgini ise ne
kadar uzağa giderse gitsin yine de evindedir. Onun evi kendi bedeni midir?
Aslında gezgin için evrenin kendisi evdir, bu yüzden onun kayboluşu
paradoksaldır. Gezginin kayboluşu yolunu kaybettiğinde değil de diğer
bedenleri diğer mekânları diğer evleri yitirdiğinde gerçekleşir. Whitehead’in
bedenin ileliği1 kavramıyla ifade ettiği şey gezginin evrenle ile ilişkisi
içerisindeki varoluşudur. Daha derinlemesine düşünürsek deneyimin
kendisinin olanaklılık koşulu böylesi bir ile-oluş halidir. Bu yüzden gezgin
paradoksal bir şekilde kaybolduğunda “Neredeyim” diye sormaz. Ana
Karınca’nın temel kaygısı yuvada bekleyen yavrularıdır. Kaybolmaya eşlik
eden kaygı kimsesiz kalmakla iç içe geçer. Hem Blake hem de Whitehead
kaybolmayı diğerlerinden ayrı düşmek olarak anlatırlar. Yolları şaşırmak
değildir kaybolma deneyimini kuran, kaybolmak ile-ilişkisinin dışına
düşmektir. Ancak bu durum kaybolmanın olumsuz bir deneyim olduğunu
göstermez, tersine her kayboluş ile-ilişkisinin yeniden ve farklı bir düzende
örülmesini gerektiren bir olanak doğurur. Bu açıdan yolunu kaybetmek
zorundadır gezgin. Evinde kaybolmalıdır.
Kayboluş temasının açıldığı uğrak, her iki düşünürün anonim doğa
ve gerçeklik imgesiyle kesişir. Blake için bu gerçekliğin adı masumiyet
Whitehead içinse süreçtir. Peki, bu anonim gerçeklik içerisinde öznenin yeri
nedir? Geleneksel tekillik kurgusu sorunu, çoğu zaman karanlık bir madde
gibi tasarlanan soyut bir imge içerisine hapseder. Bir varlığın tekilliği sanki
onun daha büyük ve karanlık bir bütünden kopması, ayrılması gibi
tasarlanır. Ortodoks birey kurgusu bize tecrit edilmiş bir bilincin kapalı
1Bedenin
İleliği (Withness of the Body) kavramı Whitehead’in düşünce tarzının önemli
motiflerinden birisini örnekler. Bu kavramın iki açılımı düşünülebilir. Birincisi ile-oluş’a
gönderme yapar ve epistemolojik sorunlara yönelik araçsalcı yaklaşımı aşındırır. Söz
konusu ayrım ile (with) ve aracılığıyla (through) kipleri arasında gerçekleşir ve
kozmolojik şemanın içyapısına eklemlenir. Diğer açılım ise felsefenin yüzlerce yıllık
serüveninde maskelenen bedenin etkin güçlerini olumlar. Bkz. Whitehead, 1979: 62.
Sercan ÇALCI
perspektifini dayatır bu yüzden. O, yalnız değildir izoledir, yalıtıktır. Yalnız
olabilmenin koşullarını içerisinde taşımaz. Var olabilmenin yolunu diğer
varlıklardan kendini soyutlamakta bulur. O, kaybolamaz çünkü
kaybolabilmek için yitirmesi gereken ile-ilişkisini, bağlarını varlığının
belirleniminde taşımaz. Aslında böylesi bir kurgu daha doğduğu anda
ölüdür; modern öznenin trajedisi, kendisini dünya içerisindeki bir varlık
olarak anlasa bile, içerme ve dışarıda bırakma oyununu her şeye karşı
olduğu gibi kendisine karşı da oynuyor olması olabilir. Çünkü modern özne
anlayışı ile-ilişkisini bir iç-dış geometrisinde maskeler. Kendi varoluşunu
kuran süreçlerden kopmuş fikirler onun yaşamını yönetmeye başladığında
ayırmaya, kategorize etmeye dayalı bir bilinç kavrayışına sahip, bedensiz bir
varlık çıkar karşımıza. Whitehead, gerçekliği birbirinden yalıtılmış öğelerin
toplamına indirgeyen felsefi doktrinlerin dilde ve düşüncedeki
tahakkümünün farkındadır. Kavramda ya da fiildeki yerleşik temsil
mekanizmasını zihin üzerinden temsil eden egemen özne kodlarının yerine
deneyim edimlerinden doğan ve ilişkisellik üzerine kurulu bir varoluş kipini
geçirir. Bu metin, Deleuze’ün deyişiyle şimdilik son büyük Anglo-Amerikan
metafizik sistemi2 olan Whitehead ontolojisi içerisinde bir yolculuğa çıkmayı
deniyor. Elindeki kavram çantasına anonim kavramını da ekleyerek bu
sistemin dinamik karakterini oluşturan kurucu öğelerin izlerini sürmeye
çalışıyor. Whitehead ontolojisindeki bir yolculuğun anlamı daha baştan
yolunu kaybetmek olabilir. Okur-yazar ise böceklerin uğultusunu
izlemelidir. Bu metin dinamizmin üç kurucu öğesini yeniden okumayı
deniyor: Gerçek Potansiyel, Olay ve Kontrast.
Sorumuz şu: Gezgin, elindeki haritaları yırtıp yolların çatallandığı
yerlerde dünyanın sürekli değişen imgesini anlamanın yolunu nasıl
bulabilir? “Anonim nedir?” sorusuyla başlıyoruz.
Whitehead ve Gerçek Potansiyel
Gerçeklik anonim bir süreçtir. Peki, buradaki anonim ne anlama
gelmektedir? Faili belli olmayan, isimsiz olan mı demek anonim? Kelime
anlamı isimsiz (an-onymous)3olan anonim kavramını burada bir başka
bağlamla ilişkilendirmek istiyorum. Adların toplamına indirgenemeyen ve
fiillerden kurulu bir gerçeklik imgesini ifade edecek bir kavram anonim. Bu
açıdan kaynağı belirli olmayan, isimsiz olanı gösteren bu terimi fiili olanla
doğrudan ilişkili görüyorum. Bence, aktüalitenin kurucu unsuru onun
anonim karakterinden geliyor. İlişkilerin ağ biçimli kompozisyonunda fiili
2Deleuze,
felsefe tarihinin Whitehead’i kasıtlı bir şekilde unutma girişimini
Wittgenstein’ın öğrencilerinin baskısıyla ilişkilendirirken Whitehead felsefesini son
büyük anglo-amerikan felsefe olarak niteler. Bkz. Deleuze, 2006: 115.
3Anonymous sözcüğü -an olumsuzlama ekiyle isim anlamına gelen onyma’nın
birleşmesiyle oluşur. İsimsiz anlamına gelir. Bu sözcüğün “kaynağı belirsiz olan”
anlamında kullanıldığı görülür. Biz burada anonim olanı özel adların iyeliğinde olmayan
bir gerçeklik için önemli bir olanak olarak görüyoruz. O halde adların arkasına gömülen
her dinamik öğenin anonim olanla organik ilişkileri olduğunu düşünmek için önümüzde
büyük bir engel yok. Bkz.
http://www.etymonline.com/index.php?allowed_in_frame=0&search=anonymous&searc
hmode=none
199
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
ve ifade edici olanın, statik ve temsil edici olanı tahtından indirdiği bir
kozmolojinin kalbi olarak düşünüyorum anonim kavramını. Peki, isimlerin
toplamı olan bir dünyayla neyi kastediyoruz?
Whitehead’in süreç metafiziğinin ilk itirazı şeylerin ve adların bir
toplamına indirgenen doğa imgesine yönelir. Böyle düşünülen bir doğa
örneklerin sergilendiği bir müzeden4 farksızdır. Her öğe birbirinden
yalıtılmış ve kendisine kapatılmıştır. Bu durumda aktüalite, tecrit edilmiş
öğelerin toplamına indirgenir. Bu anlayış içerisinde doğa, kapalı ve statik bir
sistem olarak düşünülür. Doğa kavramı tüm yaratıcı fiillerinden koparılmış
ve cansız bir aktüalite imgesine mahkûm edilmiştir.
“Kurtulmamız gereken yanlış fikir doğanın, her biri kendini tecrit
etme yetisine sahip bağımsız varlıkların basit bir yığını olduğu
fikridir.”5
200
Cansız, devinimsiz, ölü aktüalite fikrinin bağlandığı yığın ya da
toplam olarak gerçeklik imgesinin tamamlayıcı öğesi potansiyelin
mutlaklaştırılmasıyla elde edilir. Her şey yalnızca olduğu şeydir artık. Bu
ifade potansiyeli dışlar ve kavramı devinimsiz bir aktüaliteye indirgemeye
yol açar. Bir varlığı yalnızca “ne”liği açısından tanımladığımızda, onun
belirlenimini cansız bir aktüalitede aramaya başlarız. Bu yüzden “her şey
olduğu şeydir” ya da “her şey ne ise odur”6 türünden felsefi yargılar
sorgulanmadan kabul edildiğinde potansiyel kavramı için de aktüel için de
yeni bir imge düşünmek olanaksızlaşır. Oluş dışlanmış, bir varlığın kurucu
öğeleri göz ardı edilmiştir.7 Çünkü varoluş ve süreç arasındaki ilişki
koparılmış, her varlık diğerlerinden tecrit edilmiştir. İşte tam bu anda yeni
olanın ve yaratımın dışarıda bırakıldığı bir sahne oluşur. Potansiyel
mutlaklaşır çünkü aktüalite cansız ve devinimsizdir. Potansiyel kavramının
felsefi tarihi mutlak kavramının sürekli yeniden üretimiyle örülmüş olabilir.
Mutlak olan öylesine güçlü bir felsefi öğedir ki onun neye karşı olduğunu
araştırmak bile kötü kurgulanmış bir diyalektiğin tüm şifrelerini kırmak
kadar güçtür. Mutlak olan göreli olanın karşıtı mıdır? Mutlak olan temeldeki
saf bir bütünlüğü mü göstermektedir? Yoksa mutlak tam da erişilmesi
hedeflenen bir mükemmellik idesiyle iç içe geçmiş bir aşkınlık mıdır?
Mutlak potansiyel neyi ifade etmektedir?
4Whitehead
açısından müze metaforu statik bir gerçeklik anlayışına yönelik eleştirinin
odak noktasındadır. Bkz. Whitehead, 1968: 90.
5Bkz. Whitehead, 2012:71
6Varlık süreçtir ve süreç potansiyeliteden bağımsız düşünülemez. Whitehead, statik
aktüalitenin egemen olduğu bir süreç düşüncesinin tehlikelerine işaret eder: “Süreç
kavramı kabul edildiği sürece potansiyelite kavramı varoluşu anlamak için temel bir
kavramdır. Eğer evren statik aktüalite açısından yorumlanırsa bu durumda potansiyelite
ortadan kaybolur ve her şey olduğu şey olur.” Bkz. Whitehead, 1968: 99.
7Süreç ilkesi, oluşu varlık katmanlarında gizlendiği yerden çıkararak, aktüel varlığın
kuruluşunda temel bir fonksiyon olarak düşünür. Bu durum oluş ile varlığı bir arada
düşünmeye yönelik radikal bir girişimi olumlar:“Bir aktüel varlığın nasıl (How) oluştuğu
onun ne (What) olduğunu belirler; bu yüzden bir aktüel varlığın iki tanımı birbirinden
bağımsız değildir. Onun ‘varlığı’ (being) ‘oluşu’ (becoming) yoluyla kurulur. Bu, süreç
ilkesidir.” Bkz. Whitehead, 1979: 23.
Sercan ÇALCI
Mutlak potansiyel aktüel alana aşkın ve ondan bağımsız bir
olanaklar kümesini gösterir. Ancak burada çözülmesi gereken bir problem
vardır. Aktüel olandan bağımsız bir ontolojik statüsü olan mutlak
potansiyelite gerçek olanla olanaklı olan arasındaki mesafenin neresinde
bulunmaktadır? Potansiyel, olanaklı olandan farklı değil midir? Statik bir
ontoloji okumasında olanaklı olan gerçek olması mümkün ama henüz
gerçekleşmemiş olandır; öyleyse olanakların kümesi olarak mutlak bir
potansiyelite anlayışı da gerçek olmayan gibi kurgusal bir düzlemde
sıkışacaktır. Şimdi sorun gerçekliği ikili bir yapıda kavramakta değil, bu ikili
yapıdaki öğeler arasında organik ve karşılıklı bir ilişki bulamamaktan
kaynaklanıyor. Cansız ve devinimsiz aktüalite bir tarafta, mutlak
potansiyelite diğer tarafta yığın olarak doğa imgesini sürekli yeniden
üretiyorlar. Müze olarak evren imgesi ilişkilerin tek boyutlu ve tek yönlü
lineer ilerleyişini temsil ediyor:
Gerçeklik-Varoluş Kipleri
Devinimsiz-Aktüalite
Mutlak-Potansiyelite
Whitehead açısından ontolojik sorunu anlamanın temel
stratejilerinden birisi, gerçekliğin süreç olarak üretilişindeki karşılıklı
bağlantıların kurulabilmesini sağlayacak spekülatif bir şema oluşturmaktır.
Elbette bu proje kozmolojik ve metafiziksel bir yaklaşımla birlikte anlam
kazanır. Dinamik bir gerçeklik şemasının oluşabilmesi için aktüel olan
potansiyelle iç içe düşünülmelidir. Aralarındaki ilişki Whitehead’in yaratıcı
gelişim dediği hareketin katalizörü olarak işler.
“Bu tarzlar birbirlerini gerektirir; yani aktüalite potansiyelitenin
örneklendirilmesidir ve potansiyelite aktüalitenin belirlenmesidir;
olguda ya da kavramda.”8
Yeni bir potansiyelite kavramı Whitehead için mutlak potansiyelite
anlayışının kırılmasını gerektirir. Mutlak potansiyelite aktüel olandan kopuk
bir gerçeklik alanı varsayar. Bu durumda Whitehead’in doğanın
çatallanması9 dediği ve modern felsefenin temel sorunlarından birisi olan
düalizm sorunuyla alakalı çıkmazlar ontolojinin kalbine yerleşir. Oysa söz
konusu olan bu çatallanmanın bir kesişim noktasındaki yakınsayan diziler
yoluyla ifadesini bulmaktır. Bu açıdan mutlak bir potansiyelite anlayışının
sonucu olarak karşımıza statik ve ölü bir aktüalite anlayışı çıkar.
Alternatif bir potansiyelite anlayışına ihtiyacımız var. Bireylerin
kendilerinin hiçbir şey yapamayacağına inandıkları bir çağda başka olanın
yeni bir potansiyel anlayışıyla kesiştiği çizgileri açığa çıkartmalıyız.
8Bkz.Whitehead,
1968: 70
çatallanması(Bifurcation of nature) modern felsefe sorunlarının arka planındaki
töz-nitelik eksenli düşünmenin bir sonucudur. Whitehead’in bütünsel yaklaşımı bu
sorunu uzanım kuramıyla birlikte farklı bir plana taşır: Bkz. Whitehead, 2012: 15.
9Doğanın
201
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
Felsefenin günümüzde öteki ve başkalık sorusunu gündemine almasının
yalnızca kimlik kuramını güçlendirdiğini düşünmek indirgemecilik olabilir.
Söz konusu olan tekillik ile potansiyelite arasında doğrudan ilişkiler
kurabilmenin bir yolunu bulmaktır. Whitehead ontolojisinin bu açıdan
henüz kazılmamış katmanları bulunduğunu düşünüyorum. Whitehead
potansiyel bir gerçeklikten (potential reality) söz etmez. Böylesi bir kurgu
onu kaçınmaya çalıştığı töz-sıfat eksenli bir düşünme tarzıyla
sınırlayabilirdi. Aristoteles’in büyük mirası olan potansiyel kavramının
Whitehead felsefesine değişmeksizin geçtiğini söyleyemeyiz. Potansiyel
gerçeklik aktüaliteyi önceleyen, mutlak ve yalıtılmış bir potansiyelliği
gündeme getirir. Oysa Whitehead ontolojisinin dinamik karakterini verecek
olan öğe gerçek potansiyelitedir (real potentiality). Bu kavram felsefi
düşünme alışkanlıklarına aykırı bir öğe barındırır. Söz konusu öğe
Whitehead felsefesinin özgünlüğünün de önemli bir parçası olan ile
düşüncesidir. Whitehead’in birlikte büyüme ya da birlikte gelişme
anlamında kullandığı birleşme10 (concrescence) kavramı ilişkilerin çok
yönlü ve dinamik bir ağ içerisinde yoğunlaşmasını ifade eder.
202
“Mevcut bir birleşme (concrescence) evrenindeki her aktüel
varlık, kendi doğası bakımından düşünüldüğü sürece, söz konusu
birleşmede şu ya da bu kip içerisinde içerilebilir; ancak aslında o
yalnızca bir kipte içerilir: içermenin tikel kipi bağdaşık evren
tarafından koşullansa da o, yalnızca söz konusu birleşme süreci
tarafından tümüyle belirli hale getirilir. Gerçek birleşme sürecinde
belirlenime dönüştürülen bu belirlenimsizlik ‘potansiyelite’
anlamına gelir. O koşullanmış belirlenimsizliktir ve bu yüzden
‘gerçek potansiyelite’ olarak adlandırılır.”11
Artık aktüel olanın pay aldığı ideal bir alan değildir potansiyelin
yeri. Yani potansiyel, aşkınlık gerilimine hapsedilemez. Gerçek potansiyelite
aktüeldeki yeni olanın koşuludur ve her aktüalite potansiyelitenin bir
ifadesidir, dışavurumudur. Bu durumda aktüel potansiyeli temsil etmez, onu
kopyalamaz ya da taklit etmez. Aralarındaki ilişki benzerlik ya da özdeşliğe
indirgenemez. Potansiyelite, aktüelin dışında ve ondan bağımsız olarak
varolan bir özdeşlik alanı değildir. Süreç, kendisine aşkın hiçbir ilke tanımaz.
Saf potansiyelitenin ifadesi olan bengi nesneler 12, deneyimin katmanları
olan veriler üzerinden örgütlenen aktüel varlığın oluşturucu öğelerine
10Birleşme(Concrescence)
kavramı kozmolojinin mantığı olarak düşündüğümüz ileoluşun bir karşılaşma olarak düşünülebileceği bir eksen yaratır. Sherburne birleşmeyi,
birlikte gelişim ya da birlikte büyüme olarak kavramamızı önerir:“Birleşme
(Concrescence) sözcüğü birlikte büyüme anlamına gelir.” Bkz. Sherburne, 2004:8.
11Bkz. Whitehead, 1979: 23
12Bengi nesne (Eternal Object) aktüel varlığın oluşumuna katılan bir potansiyeldir.
Whitehead renkleri bengi nesneler olarak düşünür. Beyaz bir duvardan söz ettiğimizde
beyazın duvarda bedenleşmesini ya da potansiyelin aktüel ile buluşmasını
düşünebiliriz:“Bir bengi nesne, aktüel varlıkların oluş sürecine “girme” potansiyelleri
bakımından betimlenebilir yalnızca ve onun çözümlenmesi sadece diğer bengi nesneleri
açığa çıkarır. O, saf potansiyeldir.” Bkz. Whitehead, 1979: 23.
Sercan ÇALCI
dönüşürler. Öyleyse gerçek potansiyelite, gerçekleşmemiş ve mutlak bir
yapı olarak düşünülmemelidir. İç ve dışın modern sınırlarından geçerek
gerçekliğin bütünsel anlamını kuracak bir metafizik peşindeki süreç
ontolojisi gerçek potansiyeliteyi model-kopya ya da idea-görünüş ilişkisi
üzerinden düşünmez. Öte yandan bu bakış açısı töz-sıfat ilişkisini ya da özilinek ilişkisini de esas almaz. Ancak söz konusu olan aktüel ile potansiyelin
gerçekliğin üretilişindeki zorunlu birlikteliğidir. Potansiyel ile aktüel
arasındaki ilişki ya/ya da ilişkisi değil ile-ilişkisidir, ileliktir. Potansiyel,
aktüel dışavurum için bir yoğunlaşma alanıdır ve aktüel, potansiyel için
yeninin aktivasyon alanıdır. Potansiyel kavramı yüzyıllardır olanaklı olanla
iç içe düşünüldü. Oysa olanaklı olan potansiyelle karıştırılmamalıdır.
Genelde olanaklı henüz gerçekleşmemiş olan gibi düşünülür; gerçekliği
önceleyen ve ona kaynaklık eden bir olasılık havuzu gibi. Bu durumda
gerçek olan her şey olanaklı olana benzer olduğu ya da onu taklit ettiği için
varlığa gelir sonucu çıkarılır. Temel ontolojik önyargı “karşımdaki piyano
olanaklı olduğu için gerçektir” ifadesindeki olanaklı-gerçek ilişkisinde
gizlidir. Oysa gerçek potansiyelite kavramı yeniliği ve yaratımı şart koşar.
Önümdeki piyanoda bestelenmesi olanaklı binlerce eser olabilir. Peki, tüm
bunlar piyanoda içerilmekte midir? Eğer piyano tek başına ve ileilişkilerinin dışında bunları yapabilseydi evet olabilirdi bu sorunun cevabı.
Ancak piyanoyu dış dünyadan ayırt edebilmemizi sağlayacak saf bir
ölçütümüz de yok. O, ısı değişimlerinden etkileniyor. Bu değişimlere göre
telleri geriliyor ya da gevşiyor. Öte yandan küçük bir yer sarsıntısına birçok
diğer enstrümana göre daha duyarlı piyano. 4.3 lük deprem sonrası akordu
bozulmuş durumda. Olaylar, piyanonun başına gelen moleküler düzeydeki
olaylar, bu potansiyelitedeki yoğunlaşma anlarını oluşturuyor. Piyano her
an başka bir piyano ama ona bu ya da şu piyano diyebilmemin imkânı da
var. Çok usta bir yapımcının elinden çıkmışa benziyor. Hatta piyanonun
kapağında ustanın imzası da var. Artık bir müzede değiliz, enerji-madde
akışlarının coğrafyasındayız ve ilişkiler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu
dinamik varlıkların alanındayız:
Gerçeklik-Varoluş Kipleri
Aktüalite-Süreç
Gerçek-Potansiyelite
Okların çizgiselliği, ilişkilerin dolaysız ve lineer olduğunu
göstermiyor. Okların çift yönlü geliş gidişleri ise ilişkilerin karşılıklılığını
ifade ediyor. Okların çoğalmış olması artık ilişkilerin yalnızca öğeler,
bileşenler ya da parçalar arasındaki ilişkilerden değil; ilişkiler arasındaki
ilişkilerin dinamizmi, bileşimin kendisi ve bütünün aslında bir ilişkiler ağı
olmasından kaynaklanıyor.
Neden bir metin gerçek potansiyelin kendisi olmasın? Bizi
değiştiren ve başka deneyimlere davet eden bir çağrı olmasın!
203
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
Olay ve Süreç
Nedir bir Olay? Olayın özü değil merak ettiğimiz, olayların nasıl
deneyime girdiği yani bir bilgi nesnesi olmadan önce deneyimi ve onun
kurulduğu gerçekliği hangi şekillerde ürettikleri, örgütledikleridir.
Olay ve nesne arasındaki geleneksel ayrıma karşı Whitehead
ontolojisinin dinamik kuruluşu yeni bir perspektif inşa eder. Olaylar
doğanın kendilerinden kuruldukları dinamik faktörlerdir. İşte Whitehead
ontolojisinin dinamizminin bir diğer uğrağı burasıdır; olayların aktivasyon
alanları olarak nesneleri bedenleştirmesi ve zaman ile mekân
mefhumlarının çıkarsandığı kaynak olmalarıdır. Olaylardan bağımsız bir
zaman ve mekân ancak mutlak bir mekân ve mutlak bir zaman olurdu.
Whitehead’in derdi ise ilişkisel bir mekân-zaman kavramına ulaşmaktır.
Uzanım (extension) kuramını geliştirmesinin bir sebebi de budur. Artık
zaman ve mekânın olaylardan yapılan soyutlamalarla kurulduğunu
düşünebiliriz. Olay, nesnenin hareketine indirgenemez; ancak nesnenin
deneyime girebilmesinin koşulu onun bir olayda konum almasıdır.
Deleuze’ün Whitehead okumasında olayın ilk özelliği uzanım olarak ifade
edilir.
“Leibniz için olduğu gibi Whitehead için de olayın ilk bileşeni ya
da koşulu uzanımdır. Bir öğe diğerlerine doğru, kendisi bir
bütün diğerleri ise bu bütünün parçaları olacak biçimde
yayıldığında uzanım vardır.”13
204
Uzanımdan ne anlamalıyız? Artık her bireysel öğeyi de aktüel bir
varlık ya da aktüel varlıklardan oluşan bir toplum olarak düşünebileceğimiz
yerdeyiz. Whitehead’in beden ile dış dünya arasındaki ayrım ölçütünün
belirsizliği üzerine verdiği ilginç bir örnek uzanımı anlamanın anahtarlarını
verebilir.
“Bedenim nerede sona erer ve dış Dünya nerede başlar? Örneğin,
kalemim dışsaldır, elim bedenimin parçasıdır ve tırnaklarım da
bedenimin parçasıdır. Ayrıca ağzımdan ve boğazımdan
ciğerlerime girip çıkan nefes bedensel ilişkisi içerisinde dalgalanır.
Şüphesiz beden dış Dünyadan son derece belirsiz bir şekilde ayırt
edilebilir.”14
Beden, uzanım halindedir; her varlık kendi sınırlarının ötesine
doğru bir uzanım içerisindedir; işte olayın ontolojik temeli ve işlevi
buradadır. Bu uzanım bedeni dış dünyadan ayıran sınırları silikleştirdiği gibi
ile-ilişkisini de gündeme yeniden taşır. Sanki her şeyde her şeyden bir parça
vardır türünden Antik Yunan’a özgü bir düşünme tarzının modern bir
yorumu gizlidir burada. Nefesin sürekli sirkülasyonu, modern felsefenin
başlangıçlarında kesin bir şekilde birbirinden soyutlanan beden ve dış
13Bkz.
14Bkz.
Deleuze, 2006: 117
Whitehead, 1968:114
Sercan ÇALCI
dünyanın birer uzanım olarak bağlayıcı (connective) bir imgeyle
düşünülmesini olanaklı hale getirir. Uzanım açısından düşünürsek bir varlığı
kendi kendisine kapatmak artık mümkün değildir. “Her şey ne ise odur”
türünden yargılar sanki her şeyin o şey olmasını belirleyen genel bir
referans düzlemi varmış gibi hakikat arayışını tümel ve içeriksiz bir alana
sıkıştırırlar. Oysa uzanım, varlıkların dinamizminin içkin ilkesidir ve bu ilke
olaylardan bağımsız statik bir nesne anlayışını terk etmeyi gerektirir.
Deleuze’ün sözünü ettiği bütün ve parçanın kendisi bile, olayların eşsiz
yapılarının ifadelerini buldukları bir sahnede yani uzanımın coğrafyasında,
birer olaydırlar15. Whitehead bütün ve parça arasındaki egemen diyalektik
yapılanışı tersine çeviren bir hamle yapar burada. Parçalar bütüne asimile
edilemezler ve her bir olay farklı olduğu için bütün içerisinde
dinamizmlerini yitirmezler. Karşımdaki piyanoyu bir olay olarak nasıl
düşünebilirim? Olay kavramının Whitehead felsefesindeki formülü düşünce
kiplerinde bir devrimdir bence. Piyanonun üzerine çıkan kedi klavyede
dolaşırken Beethoven’in piyano sonatlarında denediği bir yürüyüşe benzer
bir yürüyüş yapıyor. Çıkan sesler bedeni kat eden nefes gibi piyanoyu iç ve
dışın geleneksel sınırlarından kurtarıyor. Piyano doğanın geçişinde bir
süreçtir, aktüel varlıkların birlikteliğidir. Olay, piyanonun üzerine kedinin
çıkması değildir; kedi de bir olaydır artık.
Whitehead’in nesne referanslı kuramlara itirazı olayın nesneler
arasındaki bir ilişkiye indirgenmesine yönelikti. Ortodoks kuramların16
felsefe tarihindeki başarısı sonuçta olayı, nesneden sonra gelen bir ilişkiye
indirgemişti. Dil ve düşüncedeki bu egemen kip, olayların gerçekliği ürettiği
sahneyi nesnelerin sergilendiği müzenin deposuna fırlatmıştı. “Her şey
olduğu şeydir” ifadesi sorgulanmaksızın kabul edildiğinde olayların
sahnesini gün ışığına çıkarmak zorlaşıyordu. Ancak söz konusu ifadede
geçen “olmak” fiili çelişkiyi daha da açık kılıyor. Özdeşliğin altındaki oluşa
gönderme yapıyor. Bir şeyi kendi kendisine özdeş olarak düşünebilmek için
bile oluş ifadesine gereksinim var bu yüzden. Aslında Cratylus haklı: “Aynı
nehre bir kez bile giremeyiz.”17 Aynılık ancak bir soyutlama olarak farkın
kavramına erişilerek kurulabilir. Deneyim alanında aynılık mümkün bir
kategori değil bu yüzden.
Olay bir aktivite alanı der bize Whitehead.18 Saf potansiyellerin
kendilerini dışa vurdukları alandır burası. Whitehead felsefesinde varlık
15Whitehead
bütün-parça ilişkisini olay ve uzanım bağlamında vurgular:“Bütün ve parça
anlamlarını uzanımda (extension) bulabilen olaylardır.” Bkz. Whitehead, 2012:31.
16Whitehead’in Ortodoks kuramlar olarak adlandırdığı yaklaşımların en büyük tehlikesi“
olayı nesnelerin bir görüntüsü olarak maskelemeleridir: “Olaylar onlarda
konumlandırılan belirgin nesnelerden sonra adlandırılırlar ve böylelikle hem dilde hem
de düşüncede nesnelerin arkasına gömülürler ve onların ilişkilerinin önemsiz bir
oyununa dönüşürler.” Bkz. Whitehead, 2012:68.
17Herakleitos’un ünlü ifadesini dönüştüren Cratylus’un argümanı, Robert C. Mesle’nin
Whitehead okumasının gündemindedir:“Aslında, öğrencisi Cratylus’un da iddia ettiği gibi,
aynı nehre bir kez bile girilemez. Nehir biz ona doğru adım attığımız anda değişir ve biz
de. Kimi şeyler yavaşça değişse de her şey değişir. Ya da daha doğrusu, eğer bir ‘nesne’
değişmeksizin zamanın üstünde varolan bir şey ise Dünya nihai olarak hiç de nesnelerden
meydana gelmez. Dünya olaylardan ve süreçten oluşur. Bkz. Mesle, 2008:8.
18Bkz.Whitehead, 2012:88.
205
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
206
dışavurumcu ve ifade edicidir. Bir olay uzanım olduğu için her varlık kendi
sınırlarına doğru ilerlerken diğerleriyle karşılaşma içerisine girer.
Karşılaşmanın sahnesi olaydır. Varlığın oluşumu bengi nesnelerin gerçek
potansiyeller içerisinde Whitehead’in kendinde-tutma (prehension)19dediği
deneyim edimleri üzerinden örgütlenmesiyle ivme kazanan bir süreçtir.
“Kedi piyanodan düştü” cümlesindeki düşmek olayın tek ifadesi değil artık.
Kedi nesne de değil. Özne-nesne mesafesi de töz-sıfat gerilimi de metafiziğin
hücrelerine kadar sızan temsil-taklit bağıntıları da geçerli değil. Kedi eğer
bir özneyse bu onun deneyim edimlerinden ve verilerin bir sentezi
olmasıyla mümkün olabilir ancak. Kedi, deneyime girmeden önce
düşünülemez. Kedi ve piyano potansiyelin bedenleştiği aktivasyon alanları
olarak düşünülebilir. Peki, nesne ve özne tümüyle terk mi edilir Whitehead
felsefesinde? Bu sorunun yanıtı hayır. Ancak süreç ontolojisinde özne de
nesne de geri dönüşü mümkün olmayacak bir metamorfoza girerler. Özne,
deneyim edimlerinden doğan bir superject20 olarak düşünülecektir artık.
Nesne de olaylarda konumunu bulan bir ilişkiye dönüşecektir. Whitehead
olayı bir konum olarak düşünür.21 Nesnelerin kendilerini ifade edecekleri
bir konumdur olay. Bu özelliği olayı zaman ve mekân mefhumları için temel
olarak düşünmeye götürür Whitehead’i. Öyle ki olaylardan bağımsız ne bir
mekân ne de zaman vardır artık. Ne bir dönem fizikçilerin inandığı türden
bir mutlak mekân vardır, ne de oluşu aşan ve mevcudiyetin temeli olan
mutlak bir zaman vardır. Whitehead düşüncesinin sürekli imgesi olan iledüşünce burada da işler. İlişkisellik, evrendeki her nesnenin kendi
sınırlarının ötesine uzanmasını sağlayan dinamik bir ontoloji içerisinde
anlamını bulur.
“Tecrit edilmiş bir olay, olay değildir, çünkü her olay daha büyük
bir bütündeki bir etkendir ve bu bütün için önemli bir rol oynar.
İşte bu yüzden mekândan ayrı bir zaman olamaz ve zamandan
ayrı mekân olamaz; doğadaki olayların geçişinin dışında ne mekân
ne de zaman olabilir.”22
19Negatif
ve pozitif türleri olan kendinde-tutma ya da kavrayışlar bilinç merkezli
felsefelerin karşısına organizmanın deneyim-oluşturucu kuvvetlerini koyar. Donald W.
Sherburne, Whitehead’in ayrımını açıkça ortaya koyar: “Kendinde-tutma(prehension)
idraktan (apprehension) ayrılır. ‘İdrak’ bir şey hakkındaki tümüyle bilinçli bir kavramaya
işaret eder.” Bkz.Sherburne,2004:7.
20Super-ject kavramı deneyimin iç-yapısından doğan bir öznelliği ontolojik ve
epistemolojik tartışmaların gündemine taşır. Artık, deneyimden bağımsız, bedenden
kopuk bir statü özneyi belirleyemez. Superject ya da üstte-duran kavramı özneyi ileilişkisi olarak düşünme girişimidir:“Değişimin değişmeyen öznesi olarak aktüel varlık
kavramını tümüyle terk etmek organizma felsefesinin metafiziksel doktrini için temeldir.
Bir aktüel varlık aynı anda hem deneyimlemenin öznesi hem de kendi deneyiminin
superject’idir.(üstte-duran). Söz konusu olan subject-superject (özne-üstte duran)
ilişkisidir ve bu tanımın hiçbir kısmı bir anlığına bile göz ardı edilemez. ‘Özne’ ifadesi
çoğunlukla bir aktüel varlık kendi gerçek içsel kuruluşu bakımından ele alındığında
kullanılacaktır. Fakat ‘özne’ her zaman subject-superject ilişkisinin bir sadeleştirilmesi
olarak incelenecektir.” Bkz. Whitehead, 1979: 29.
21Bkz. Whitehead, 2012: 41.
22Bkz. Whitehead, 2012:71
Sercan ÇALCI
Her olay eşsizdir, farklıdır; kendi içerisinde birer farktır. Özne ve
nesne temelli düşünce, olayı yükleme indirgediği için yalnızca “kedi
piyanodan düştü” cümlesindeki düşmeyi olay olarak yorumlar. Oysa
nesnenin bağımsız bir varoluşu olamaz. O, bir olayda konumlandığı sürece
nesnedir. Eğer nesnenin bağımsız bir varoluşu olsaydı bu durumda mutlak
bir zaman ya da mekândan söz edilebilirdi. Oluşu aşan herhangi bir varlık
katmanı zamanda ya da mekânda nitel bir bölünme ve hiyerarşiyi
temellendirebilirdi. İşte nesne ve olaya ilişkin geleneksel şemanın dağıldığı
sahne bu tartışmaları beraberinde getirir. Ancak bu değişim sahnesi olayın
yenilik ve yaratımla ilişkisini de gündeme getirmelidir.
Olay, varlığın kendinden farklılaşma hareketinin süreçle
bağlantısını kurar. Ve her farklılaşma gibi bu da yeni olanın ve yaratımın
koşullarını oluşturan edimdir. Bu durumda, piyanodan çıkabilecek her ses
önceden belirli bir olanaklar havuzundan seçilerek tespit edilemez. Piyano
farklılaşmanın ve yoğunlaşmanın bir dizisidir. Yani daha önce akordu
defalarca bozulmuş olsa da hiç böyle bozulmamıştır. Daha önce kedi
piyanonun klavyesinde yürümüşse de ilk kez Beethoven tarzı bir yürüyüş
yapıyor. Hatta ölçülebilir ya da öngörülebilir olmadığını ve onun olayların
lineer olmayan bir dizisi olduğunu düşünmemizle birlikte bize gerçek bir
potansiyelite olarak görünüyor. Siyah rengi onda bedenleştiği gibi
gözlerimizi de kuşatıyor. Çıkan herhangi bir ses, mi notasına karşılık gelsin,
defalarca denesek de aynı şekilde çıkmıyor. Aynı olma, tanımaya
koşullanmış bir anlama yetisinin işlevi belki de. Ama esas soru şu: aynı
notaları okumasına rağmen nasıl oluyor da iki ya da daha fazla yorumcu 5.
Senfoniyi farklı hisler uyandırarak icra edebiliyorlar; benzer bir fark aynı
yorumcu aynı notaları farklı zamanlarda çaldığında nasıl gerçekleşiyor?
Yeni her şeyde.
Olayı bir uzanım olarak, aktivasyon alanı ve konum olarak düşünür
Whitehead ve bu kurucu öğeler yeninin koşullarını deneyime taşırlar. Bence
olayın anonim kavramı açısından bir diğer önemi iyeliğe aykırı oluşundan
gelir. Olaylar sahiplik mantığına direnirler, nesneler iyelik kiplerinde temsil
edilebilseler de olayların ifade kipi anonim bir gerçeklik imgesini gerektirir.
Olaylar başımıza gelir. Olay, gerçekliğin anonim yapısında sürecin dinamik
bileşenidir. Eşsiz oldukları için değiş tokuş edilemezler; özdeşliğin
ekonomisinde onlara yer yoktur. Şeyleşme, modern insanın yazgısı olmadığı
gibi evreni olayların bir dizisi olarak okumanın dilde ve düşüncedeki birçok
egemen kodu sökebilecek güçte olduğunu düşünüyorum.
Neden bir metin olay olarak düşünülemesin? Bir uzanım olarak
örneğin. Bu durumda okumak-yazmak nefes almak gibi bir deneyim olabilir
bir okur-yazar için.
Kontrastlar
Dinamizmin üçüncü bileşeni karşılaşma sahnesinin aktörleri olan
kontrastlardır ki kendileri uzunca bir süre görmezden gelinmiş ve kuliste
bekletilmiş oyunculardır. Peki, nedir bir kontrast? Varoluşun sekiz
207
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
208
kategorisinden23 birisi olarak anılan kontrastlar aslında kategorilerin
sonsuz gelişiminin de katalizörleridir.24Whitehead felsefesinde özellikle
Process and Reality’de kategorilerin çoğaltılması girişimiyle karşılaşan okur
için bu kategorilerin ne yüklemler ne de saf aklın yapıtaşları olmadığını
anlamak çok zor değildir. Ancak kontrastlar hem kategorileri çoğaltma
yoluyla hem de kendi içlerindeki sınırsız evrim kapasiteleriyle sistemi
sürekli kapatmaya çalışan temsili dizgelere karşı hareket ederler. Gerçekliği
temsil ettiğini iddia eden herhangi bir model bu yüzden sürecin sahnesinde
anlamsızlaşır. Çünkü sorun gerçekliği temsil edecek bir kavram oluşturmak
değil, gerçekliğin içerisinde yuvalanmış deneyim parçacıklarının
“nexus”undan25 tutarlı bir kozmolojik şema yaratmaktır. Bu şema gerçekliği
temsil edemez yalnızca onun bir ilişkisi olabilir. Burada tutarlılıktan sadece
mantıksal bir uyum olarak söz etmiyoruz. Bir klasik gitarın tellerinin gerilim
katsayısındaki belirli bir orana akort denmesi gibi şemanın öğeleri
arasındaki bir bağıntıya tutarlılık diyoruz. Bir klasik gitar için birçok akort
sistemi olması gibi tutarlılığın da tek ölçütü olamayacağını düşünüyoruz.
İşte bir enstrümanı akort etmemizi sağlayan ilişkinin karşılığı Whitehead
ontolojisinde kontrastın anlamını verir. Kozmolojik şemanın dinamik
karakterini veren bir ilişkidir bu; şemayı oluşturan parçacıklar arasındaki
akort, uyum ya da orandır.
Kontrast bir karşılaşmadır. Bir nesne ile bir olayın, bir bengi nesne
ile bir aktüel varlığın karşılaşmasıdır. Deneyimin kurucu öğelerinden biri
olan kontrastlar basitçe mantıksal bir çelişki değillerdir. Onlar yoğunlaşma
vektörleridir. Bir aktüel varlık kontrastlar yoluyla kendi tarihselliğinde
evrimleşir. Kontrastlar taşıma kapasitesi arttıkça deneyimin bir damlası
olarak gitgide daha çoklu ilişkiler geliştirmeye başlar. Kontrast çelişki
23Whitehead,
varoluşun sekiz kategorisi olarak aktüel varlıklar, kendinde tutmalar ya da
kavrayışlar, nexus, öznel formlar, bengi nesneler, önermeler, çokluklar ve kontrastları
gösterir. Bu kategoriler arasında kontrastlar kategorilerin çoğaltılması sürecinin
taşıyıcılarıdır. Bkz. Whitehead, 1979: 22.
24Whitehead kontrastların bu rolünü sıklıkla vurgular:“Kontrastlardan ‘kontrastların
kontrastlarına’ ve sonsuz bir şekilde daha yüksek düzeydeki kontrastlara doğru
ilerlediğimizde söz konusu sekiz kategori kategorilerin sonsuz gelişimini de içerir” Bkz.
Whitehead, 1979:22.
25 Sözcük anlamı bağlantı noktası olan nexus, özellikle Process and Reality’de kozmolojik
şemadaki dayanışma ve ilişkiselliği sağlama girişimi açısından Whitehead’in en önemli
kavramsal hamlelerinden birisini oluşturur. Nexus, aktüel varlıkların toplumlar (society)
oluşturmasını, kavrayışlar yoluyla birbirlerini içermesini, ortaklıklar kurarak dayanışma
ağları örgütlemelerini sağlayan yapıdır. Tanım için bkz. Whitehead, 1979: 20-29. Buna ek
olarak nexus kavramının anlam alanı kimi zaman aktüaliteyi tanımlamak için kimi zaman
da varlıkların toplumsal eğilimlerini açıklamak için anahtar bir kavram olarak kullanılır.
Sherburne, mikrokozmik (deneyim damlası, aktüel varlık) ve makrokozmik (örneğin kedi,
meşe ağacı, insan, kitap) öğeler arasındaki ayrım yoluyla nexusun toplum kavramını da
içerecek şekilde genişletildiği bir eksen sunar: “Birçok amaç doğrultusunda toplum ve
nexus terimleri değiş-tokuş edilebilir olsalar da nexus sınıfı toplum sınıfından daha
geniştir; tüm toplumlar nexustur fakat tüm nexuslar toplum değildir.” Bkz. Sherburne,
2004: 230. Bunun sebebi nexusun içerisinde iki eğilimin süre gitmesidir. Bu eğilimlerden
birincisi toplum ve düzene kaynaklık ederken diğeri, felsefe tarihinin ıssız köşelerinde
unutulan bir kavram olan kaosa ilişkin bir yoğunluk ve birikim sağlar.
Sercan ÇALCI
değildir. O, bağdaşmazlığın zıttıdır.26 Birbirinden tecrit edilen ve bağdaşmaz
halde bırakılan öğelerin statik dünyasına uymayan bir yeniliktir her
kontrast.
Örneğin olumlama-olumsuzlama kontrastından söz eder
Whitehead.27 Ancak burada söz konusu olan olumlama ve olumsuzlamanın
belirli bir akort içerisinde ilişkilenebilmesini sağlayan bağlantının nasıl
düşünüleceğidir. Doğa sadece olumsuzlayıcı ilişkilerin hüküm sürdüğü bir
yer değildir. Kendini yaratma fikrini oldukça önemseyen süreç metafiziği
açısından her olumsuzlamanın olumlamaya çevrilebileceği kimi uğraklar
vardır. İşte bu çevrimin olanaklı olması kontrastların akışkan yapısından
gelir. Bağdaşmaz öğelerden oluşsaydı evren olumlama ve olumsuzlama
arasında bir ilişki bile kuramayabilirdik. En iyi ihtimalle antagonist bir
temelden yola çıkar ve sentezi aşamasal olarak düşünür sonra da hem
olumlamayı hem de olumsuzlamayı içerisinde eritebileceğimiz bir
kavramsal alanda temsilin dünyasını yeniden üretebilirdik. Oysa sürecin
sahnesinde sabit karakterler ya da değişmez kimliklere yer yok.
Olumsuzlama ile olumlama arasında bir geçit olmalı bu yüzden. Beden ve dış
dünya arasında dolaşan hava-nefes ikilisi gibi gezinen benlikler olmalı.
Kontrastın en temel kozmolojik işlevi bengi nesnelerle aktüel varlıklar
arasında ya da ontolojik öğeler arsındaki geçidi kurmaktır.
Kontrast, aktüel ile potansiyelin karşılaşması olarak da okunabilir.
Bir aktüel varlık ile bir bengi nesne arasındaki kontrast aktüel varlığın
pozitif kavrama-tutmalar oluşturarak saf potansiyellere açık olduğunu
gösterir. Öte yandan saf potansiyeller ya da bengi nesneler de kontrastlar
sayesinde aktüel varlığın oluşumuna katılırlar. Öyleyse kontrastı bir geçit
gibi düşünmeliyiz. Trenle içerisinden geçilen bir geçit mesela: Trenle
tünelden geçerken yaşanılan birkaç dakikalık koyu karanlık tünelin, trenin
ve sizin aktüel varlığınızın kesiştiği bir zamansal-mekânsal birleşim olarak
sadece geçip gidenin değil ama içerisinden geçilenin bakış açısından da nasıl
düşünülebilir? İşte Whitehead felsefesinin sormamızı istediği soru budur.
İçerisinden geçilen için karanlığın anlamı ne olabilir? O bir dakika süresince
algılanan olayların, olay parçacıklarının birleşiminin doğanın geçişi ya da
süreci içerisinde gerçekliği üretmesinin öyküsü nasıl yazılabilir? Bizce
Whitehead felsefesinin özgünlüğü ve yeniliği bu bir dakikalık öyküyü
anlatmanın başka bir yolunu bulmasından kaynaklanıyor.
Felsefenin egemen grameri temsil (representation) üzerinden
kurulduysa da kontrast kavramı düşüncenin başka bir kipine geri dönüşü
mümkün olmayan bir geçiş yapmamızı gerektirir. Gerçekliği temsil etme
iddiasındaki tüm fikirler ve onlardan oluşan sistemler artık birer dışavurum
ve kontrast kapasitesi olan önermeye dönüşür. Doğa dışavurumcudur.
26Kontrastlar
antagonist öğeler değillerdir. Yeni bir sentez düşüncesini olumlayan
kontrastlar uyuşmazlığın veya bağdaşmazlığın karşıtıdırlar. Whitehead bu durumu açık
bir şekilde belirtir: “Bu yüzden kontraslar- bağdaşmazlığın zıttıdırlar.”Bkz. Whitehead,
1979:95.
27Bkz. Whitehead,1979:24.
209
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
Whitehead açısından ifade kipi olarak kontrastlar temsil mekanizmasının
yarattığı bölünmeyi aşan bütüncül bir kozmolojiye işaret ederler.
The Function of Reason’da Whitehead, kaos ve düzen arasındaki ilişkinin
yaratıcı bir bağlantı olarak düşünülebilmesi için yeni kavramsal hamleler
yapar. Kaos ve düzen arasındaki bir kontrast yoluyla artık saf bir düzen ya
da saf bir kaos düşlemekten kurtuluruz.
“Bu yüzden zihinsel deneyim kendi içerisinde bir anarşik öğe
barındırır. Bizler, deneyimimizin iç kısımlarında kontrast
oluşturan (contrasting) bir anarşik bir öğe bulunduğu için
düzeni kavrayabiliriz.”28
210
Zihinsel deneyim eğer anarşik bir öğe barındırmasaydı,
kontrastların bir farkındalığı olan bilinç mümkün olamazdı.29O halde
kontrastların gelişim çizgileri hakkındaki bir deneyim bilincin gerçek doğum
yeri.
Kontrastlar bizi gerçekliği birlikte büyüme, iç içe gelişme olarak
düşünmeye götürüyor. Aklın bir işlevi varsa o, bu kontrastları kavramak ve
evrimlerini izlemek olabilir. Elbette bu işlev Whitehead tarafından bir
yaşam estetiği etrafında düşünülür. Ancak burada çok önemli bir başka
mücadele sahnesi kurulur. Whitehead, akıl kavramını kontrastlar
düzleminde okurken aklın yerleşik tanımlarını da yerle bir edecek
argümanlar oluşturur. Arka plandaki kozmolojik bakış süre giderken aklın
yerleşik ayrımını, yani saf ve pratik akıl ayrımını, yerinden edercesine
bütünlüklü bir bakış getirir. Ortodoks kuramdaki gibi bağlantısız bir doğa
kavrayışına sahip bir şemada akla yer olamaz. Akıl aynı anda devinimin
ürünü ve üreticisidir. Yaşamdaki dinamizmden doğar ve onu geliştirir.
Whitehead’in akıl tanımı, ne rasyonalist gelenekle ne de çokça içerisinde
sınıflandırıldığı pragmatist geleneğin argümanlarıyla pek de uyuşmayan sıra
dışı bir düşünce imgesiyle yüz yüze olduğumuzu daha açık kılıyor. Kaos ve
düzen kontrastı aklın çözmesi gereken bir problem alanı oluşturuyor.
Bununla birlikte artık saf bir kaos ya da saf bir düzen fikrinin de saçma
olduğunu gösteriyor. Kavramlar da birlikte büyüme sürecindeki bir
deneyimden, duygunun (feeling) kavramsal yapısından kaynaklanıyorlar.
Bilinç merkezli felsefelerin kimi önyargılarıyla ciddi bir çatışma
içerisine girdiği hatlardan birisi burasıdır Whitehead’in. Deneyimi bilincin
deneyimine indirgeyerek, bilinci deneyimin üzerine taşıyan her türlü
aşkınsallık saplantısına karşı Whitehead, Ulysesçi bir yöntem önerir. Akıl ne
28Bkz.
Whitehead, 1971:33
göre bilinç bir farkındalık olarak kontrastlardan oluşur hatta o,
kontrastların farkındalığıdır. Önce ilişki mefhumunun kendisini kontrastlardan
çıkarsayan süreç metafiziği ikinci radikal adımını atarak bilincin gerçeklik üzerindeki
aşkın imgesini yıkar ve bilinci yeryüzünün bir parçası, bedenin bir parçası olarak
düşünmemizi mümkün kılar. Bkz. Whitehead, 1979: 88.
29Whitehead’e
Sercan ÇALCI
dünyanın üzerinde ne de gerçekliği aşan bir yapıda değildir. O, dünyadaki
binlerce etkenden birisi30 olarak dinamizmden doğar ve onu besler.
Bir kontrastın belki de en kritik yanlarından birisini anlamaya geldi
sıra. Whitehead, töz-sıfat eksenli bir düşünme tarzının felsefi düşünme
kiplerindeki yüzlerce yıllık tahakkümünü kırmak için radikal bir hamle
yapar. İlişkisellik üzerine kurulu bir metafizik şema oluşturulmalıdır. Ancak
bu şemanın kendisi gerçekliği temsil etmekten çok onun kendisini dışa
vurduğu bir tür birleşme sürecine açılacaktır. İlişkiler ve ilişkiler arsındaki
ilişkilerin bir kümelenişi olarak gerçekliğin süreç olarak imgesi düşünme
tarzlarımızın ciddi bir dönüşümünü gerektirecektir. Whitehead’in bize
söylediği şey ise ilişkinin kendisinin kontrasttan kaynak aldığıdır.31 İlişkinin
bir arkeolojisini yapsak karşımızda tabakalaşmış halde kontrastlar
bulacağız. Ben bu arayışı, bir jeologun bir taşın varlığında bir bölgenin
birkaç milyon yıllık geçmişinin hikâyesini düşleyebilme girişimi olarak
görüyorum. Jeolog taşa bakıyor o, herhangi bir taş değil. O kıtada
rastlanması muhtemel sayılmayan ya da yalnızca başka bir kıtada
bulunduğu varsayılan bir fosil taşa yuvalanmış halde. Hatta taş fosilleşmiş
ya da fosil taşlaşmış. Oluşun coğrafyasındayız. Taş ile fosil artık ayırt
edilmez halde. Fosil için taş, basitçe bir yuva değil, ayrılabileceği ve geri
dönebileceği bir yer değil. Onun varlığı taşın varlığıyla birlikte büyüme
halinde. Birkaç milyon yıldır aktüel varlığını sürdüren taş-fosil birleşmesi
için süreç kontrastlarla gelişiyor. Taş-fosil evreni deneyimliyor; çünkü
varlığı süreç olarak karşılıklı bağıntılılık ilkesiyle gelişiyor. 32 Eğer ilişkinin
kaynağında kontrastlar varsa fosilleşmiş bir taş ile taşlaşmış bir fosili
düşündüğümüzde artık basitçe taş ile fosil arasındaki ilişki kavramından
uzaklaşıyoruz. Çünkü taş-fosil birlikteliği kontrastın kendisidir. O,
coğrafyanın birkaç milyon yıllık hikâyesini içerisinde taşıyan bir
birlikteliktir ve birkaç milyon yıllık deneyimin kara kutusudur. Eğer aktüel
varlık deneyimin damlalarıysa, kontrastlar da deneyimin yoğunluğu ya da
derinliğidirler.
Bir açıdan kontrastlar bizi farklı bir diyalektiği düşünmeye
zorlamaktadır. Bu diyalektik içerisinde güçlü bir terimin karşısına güçsüz
bir terim konularak derece farkları üzerine kurulu bir ilişkisellik fikri terk
edilir. Söz konusu olan kontrastların, evrenin dinamik karakterinin ayrılmaz
bir parçası olarak hiçbir şekilde sentez fikriyle aşındırılamayacağı kategorik
yapısıdır. Bu açıdan bir kontrastlar diyalektiğinden bahsettiğimizde
doğrudan doğruya Whiteheadçi kozmolojinin bir parçasına dönüşürüz.
Sentez, ereksel olarak ulaşılması mümkün ya da zorunlu olan nihai bir nokta
değildir artık. Sentez, kontrastların çoğalmasıyla ortaya çıkan bir çokluktur.
Aşamalı ve lineer bir süreç düşüncesi içerisinde sentez hem tarihsel hem de
30Whitehead,
Platoncu bir akıl ile Ulysesçi akıl arasında ayrım yaparak kendisini bu
dünyadaki binlerce etkenden birisi olarak gören bir akıl kavrayışına ulaşmayı dener: Bkz.
Whitehead, 1971:10
31İlişki kavramının ontolojik tartışmalarda çoğunlukla görmezden gelinmesine karşın
süreç felsefesi bu kavramı yeniden düşünmemizi sağlar: “Genellikle ‘ilişki’ olarak
adlandırılan şey kontrastlardan yapılan soyutlamalardır.” Bkz.Whitehead, 1979:228
32Karşılıklı
Bağıntılılık birleşme sürecinin en temel dinamiklerinden birisidir:
Bkz.Whitehead, 1948:161
211
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
zamansal bir son imgesini saklı tutsa da Whiteheadçi süreç ontolojisinde
kontrastların kendi içlerindeki evrimi yapısal olarak kontrasttan farklı bir
ilişkiyi dayatmaz; tersine ilişki terimini düşünmemizi mümkün hale getirir.
Çünkü ilişki dediğimiz mefhum kontrastların dinamik coğrafyasında üretilir.
İki şey arasındaki ilişki fikrinden çıkar ve bir varoluş kipi olarak kontrastı
düşünmeye başlayabiliriz. Kontrast bizi anonim bir gerçeklikle yüz yüze
bırakır. Taş mı fosilleşti fosil mi taşlaştı? Bunun bir önemi yok, söz konusu
olan birlikte evrimleşme sürecidir. Adlardan oluşan global bir referans
alanının yıkıldığı yerdeyiz artık. Çünkü gerçekliğin hiçbir referansı yoktur.
Bir metin gerçekliği temsil ettiği sürece değil kontrastlar ve
kontrastların kontrastlarını taşıma kapasitesini arttırdıkça etkin olabilir
artık. Çünkü metin öngörülemez, indirgenemez bir süreçtir ya da
kontrastlardan oluşan bir karşılaşmadır.
Final: Kendini Yaratmak
212
Dünya dinamik bir yerse kaybolmak olasıdır. Bu deneyim
düşüncede, duygularda sürekli kendini hissettirir. Böylesi bir dünya isimler
ve fiillerin çatallanarak ayrıştığı bir dünyayı gündeme getirebileceği gibi her
ismin kaynak bulduğu fiillerle buluşmasını sağlayan, karşılaşmalarla örülü
bir dünya imgesini de oluşturabilir. İşte anonim sözcüğünün bir kavram
olarak devreye girmesi gereken yer burasıdır. Düşünceyi kökendeki özel
adların iyeliğinde olan bir dünyanın sıkıcılığından kurtararak yeni bir
imgeyle buluşturacak olan şey anonim kavramının ifade etmeye muktedir
olduğu dinamik bir bakış açısıdır. “Başıma bir olay geldi” cümlesinde ifade
edilen, başımıza gelen, bizi kuşatan, deneyimimize katılarak bizi örgütleyen
şey olayların fiili dışavurumundan başka ne olabilir?
Fiili olanın ereksel bir süreçle doğrudan bir bağı olduğunu
düşünmüyorum. Fiili yüklemden ayırt etmediğimiz sürece onu bir tür
teleolojiye ya da lineer şemaya hapsederiz, oysa fiil ifade edicidir, yüklemin
sahip olduğu bitirme noktalama, sonlandırma işlevine hapsedilemez. Bir fiil
olayların ifadesidir. Bu yüzden ontolojinin sorunu gerçekliğin nasıl olup da
önermede ifade edildiği değil yükleme indirgenemeyen fiillerin olaylar ve
nesnelerle hangi türde ilişkiler geliştirdiğinin analizidir.
Dinamik olan statik olanın karşıtı değildir basitçe. Daha da ötede
dinamik olan bize göre kendisini örgütleyenle kesişen bir çizgiyi açığa
çıkarır. Kendi kendisini örgütleyen töz değildir. Ancak önceden belirlenmiş
ve öngörülebilir ilişkilerin hüküm sürmediği bir aktivasyon alanı anlamına
gelir. İşte gerçekliğin bu coğrafyasıdır Whitehead’in superject ya da üstte
duran kavramını icat ettiği yer. Bence, dinamizmin yeni bir tanımı ilişki
kavramının yeniden düşünülmesini gerektirir. Dinamik bir sistem ya da
küme, şeyler ya da nesneler arasındaki bağ olarak ilişki kavramını terk eder
ve ilişkiler arasındaki ilişkilerin de türevleri yoluyla açık bir dizi oluşturan
yoğunlaşma düzlemlerini takip eder. İlişki nesneler arasındaki edime
indirgenemez. İlişki, kontrast olarak varlıktır artık.
Dinamizmin bu üç eksende düşünülmesi deneyim kavramının
radikal bir değişimini talep eder. Aktüel dünyadaki bir deneyim gerçek
potansiyellerin taşıdığı olanaklılık, başkalaşma, dayanışma gibi eksenlerle iç
Sercan ÇALCI
içe geçer. Deneyim artık öznenin bir varlığı deneyiminde nesneleştirmesiyle
ya da bilinç içerikleri bakımından ona yönelmesiyle açıklanamaz. Deneyim,
öznenin kendisini türettiği kaynak olabilir; deneyimde, başka varlıkların
(ışık) “bu” tekil varlığa (nergis çiçeği) ve onun diğerlerine (arı, polen) ilişkin
kavrayışlarını taşıdığı, ürettiği her an yeni bir evrenin resmidir (fotosentez)
karşımızdaki. Olay kavramı ikinci ekseni kurar ve nesnenin idealizminin
karşısına sürecin realizmini koyar. Deneyim, örneğin bir metni okuma
deneyimi, deneyimin bileşenleri arasında açıklığı varsayan yeni bir yoruma
açılır. Artık “kitap okuyorum” ifadesindeki kitap, müzedeki nesne değil,
negatif ve pozitif kavrayışların zemini olarak, iletişimin ve yaratımın
süregelişidir. Deneyim bu süregelişin, kesintilerin, yaratıcı itkilerin
karşılaşmasıyla örülür. İşte bu örüntü, kontrastların yani yoğunlaştırıcı
faktörlerin müdahalesi olmaksızın açıklanamaz. Çünkü kontrastlar hem
ilişkinin ontolojik açıklamasına hem de kendi içlerindeki çoğalma yoluyla
zincirleme bir faaliyet alanına dönüşürler. Bu metinde tartıştığımız üçlü
eksen aktüel varlıkları ve onlardan oluşan toplulukları düşünme tarzımızı,
düzeni ve kaosu anlama biçimimizi değiştirmek gibi pratik bir kaygıyla
yakından ilgilidir. Bu üçlü eksenden doğan dinamizm, gerçekliğin anonim
yapısına ışık tutar ve var olma mücadelesi içerisindeki tekilleri, isimlerinin
türetildiği fiillerle buluşmaya çağırır.
Tüm bu tartışmalar kendi kendisini yaratan bir benliği
düşlememize imkân tanır. Benliği bir gerçek potansiyel olarak, bir olay
olarak ve kontrastların yoğunlaşması olarak düşünebilir miyiz? O gerçek bir
varlık ise dinamizmin öğelerini içerisinde barındırmalı. Benlik ya da
kendilik dediğimiz varlığı artık hislerin, kararların, moleküler akışların bir
nexus’u olarak görebileceğimiz yerdeyiz. Kendisi üzerindeki otoriter ve
statik yapısıyla değil, akışkan ve hareketli bir öznellik olarak
kurgulanabilecek bir benlik kavrayışına ihtiyacımız var. Bu yüzden etik soru
burada kendisini hissettiriyor: Egemen benlik tasarımlarının aksine özgür
bir benlik nasıl yaratılabilir? Modelleri yıkmak ilk adım olabilir.33
İşte Whitehead’in gezgininin haritaları yırttıktan sonra Blake’in
küçük avaresini izlemesi gereken yer burasıdır.
33Felsefecinin
imgesi de yeniden yaratılmalı. Bunun için bir kayboluş gerekli öncelikle.
Yerleşik değerlerin bir üreticisi olmaktan ötede bir avare, bir gezgin bir göçebe olarak
onu yeniden ve başka yerlerden görmeyi denemeliyiz bugün. Rousseau gibi bir gezgin,
Stirner gibi avare, Whitehead gibi hareketsiz ve göçebe imgelerden ilham alabiliriz;
gerçek bir kayboluşu mümkün kılmak ve böceklerin uğultusunu izlemek de yeterli
olabilir.
213
Gerçeklik Anonim Bir Süreçtir:
Whitehead Ontolojisinde Dinamizmin Kuruluşu Üzerine Bir İnceleme
KAYNAKÇA
214
Blake, W. (2002) Masumiyet Şarkıları, çev: Selahattin Özpalabıyıklar,
İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları.
Deleuze, G. (2006) Kıvrım: Leibniz ve Barok, çev. Hakan Yücefer, İstanbul:
Bağlam Yayınları.
Kant, I. (1965) Critique of Pure Reason, trans. Norman Kemp Smith, New
York: St Martin’s Press.
Lango, J.W. (1972) Whitehead’s Ontology, Albany: State University of New
York Press.
Mesle, C.R. (2008) Process-Relational Philosophy- An Introduction to Alfred
North Whitehead, West Conshohocken and Pennsylvania: Templeton
Foundation Press.
Polanowski, J. A. (2004) Points of Connection in Whitehead’s and Nietzsche’s
Metaphysics, Whitehead’s Philosophy- Points of Connection içinde,
Polanowski J. A.& Sherburne, D. W. (ed.) Albany: State University of
New York Press, 143-172.
Rescher, N. (2000) Process Philosophy, Pittsburgh: University of Pittsburgh
Press.
Sherburne, D.W. (ed.) (1981) A Key to Whitehead’s Process and Reality,
Chicago and London, The University of Chicago Press.
Sherburne, D.W.(2004) Whitehead, Descartes, and Terminology, Whitehead’s
Philosophy- Points of Connection içinde, Polanowski J. A.& Sherburne,
D. W. (ed.) Albany: State University of New York Press, 3-19.
Stengers, I. (2009) Thinking with Whitehead and Deleuze, Deleuze Whitehead
Bergson Rhizomatic Connections içinde, Keith Robinson (ed.),
Hampshire: Palgrave Macmillan, 28-45.
Turan, E.R. (2003) Bütüncül Yaklaşım ve Whitehead’in Deneyim Kavrayışı,
Araştırma: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
FelsefeBölümü Dergisi içinde, sayı: 16, Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi, s. 65-81.
Whitehead, A.N. (1948) Science and the Modern World, New York: Pelican
Books.
Whitehead, A.N. (1968) Modes of Thought, New York: Free Press.
Whitehead, A.N. (1971) The Function of Reason, Boston: Beacon Press.
Whitehead, A.N. (1979) Process and Reality: An Essay in Cosmology, ed. David
Ray Griffin and Donald W. Sherburne, New York and London: The
Free Press.
Whitehead, A.N. (2012) The Concept of Nature, Createspace Independent
Publishing Platform.
Williams, J. (2009) A. N. Whitehead, Deleuze’s Philosophical Lineage içinde,
ed. Jones, G.& Roffe, J., Edinburghg: Edinburgh University Press. S.
282-300.