Kültürel Yolculuk Hayalimdeki Avrupa (United Europe is in Our eYes) adlı proje kapsamında katılımcı okulların katılımıyla hazırlanan ortak hikayenin Türkçe çevirisidir. 2012-1-TR1-COM06-36977-1 "Bu proje T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, AB Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığınca (Türkiye Ulusal Ajansı, http://www.ua.gov.tr) yürütülen Hayatboyu Öğrenme Programı kapsamında ve Avrupa Komisyonu'ndan sağlanan hibeyle gerçekleştirilmiştir. Ancak burada yer alan görüşlerden Türkiye Ulusal Ajansı veya Avrupa Komisyonu sorumlu tutulamaz." 1 1. BÖLÜM Yıllarca kocaman bir ormanın ortasında eski bir ağaç duruyordu. Bu ağacın ismi Yunanistan'dı ve en küçük ağaçlardan biri olmasına rağmen, yeşil, güneşli ve hayat dolu olması ile övünürdü. Ve kesinlikle öyleydi çünkü onun kalbinde bir grup küçük canlılar, bütün böcekler, hayvanlar ve kuşlar yaşadı. Bu ağacın her dalında bir yuva, ayrıca okullar, sokaklar, marketler, ve böyle küçük bir kasabada olabilecek her şey vardı. Her sabah yetişkinler işlerine giderlerdi ve çocuklar okul için hazırlanırdı. Uzmanlardan harika görüşler almış ve o bölgedeki en iyi okul olan Bayan Örümcek'in okulu öğrencilerini karşılamak için sabah erkenden açılmıştı. Ayrılmaz üçlüler Kurtcuk, Böcekcik ve Kelebek gülerek ve oynayarak okula gidiyorlardı. - Kurtcuk uykulu bir şekilde sordu : "İlk ders ne?" - " Eski Yunanca" diye cevap verdi aralarında en belirgin şekilde en çalışkan olanı kelebek. - "Hayır, olamaz! Gerçekten mi? Eski Yunanca dersinin ödevini yapmayı unuttum ve Bayan Örümcek çok ama çok kızacak", diye bağırdı Böcekcik - "Sorun değil! Benim ödevimden geçirmeye çalış ama acele et! Ders 5 dakikaya başlar!" - "Hayır, hiç sanmıyorum! Çoktan başladı bile! Hadi çok geç kalmadan sınıfa koşalım!" diye bağırdı Kurtcuk ve onlar hemen sınıfa koştular, Bayan Örümcek sınıfa girmeden bir dakika önce de vardılar..! - Öğretmen mutlu bir şekilde "Günaydın çocuklar!" dedi. "Bugün Eski Yunanca dersimizin olduğunu biliyorum ama ders programında ufak bir değişiklik oldu ve Coğrafya dersi işleyeceğiz!" Öğrencilerin çoğu rahatladı ve boş defterlerini tekrar çantalarına koydular. - "Bugünkü ders oldukça önemli çünkü sizlere haftayaki Coğrafya sınavı için ders notlarınızı vereceğim!" Her şeyi bildiğini kanıtlamaktan mutlu olan sınıfın inek öğrencisi dışında herkes hayal kırıklığına uğramıştı. - " İlk üniteyle başlayabiliriz! Söylediğim her şeyi yazmaya başlayın" : "Bilim adamlarına göre, Yunanistan bizim ormanımızdaki tek ağaçtır. Bir çok dallara ayrılmıştır ve … - "Ya bizimki dışında başka ağaçlar da olsaydı?", diye fısıldadı Böcekcik öylesine hayal ederek… - "Evet, harika olurdu", diyerek Kelebek de katıldı, "Ağacımızın dışında gezebilir ve eğlenebilirdik!" 2 - "Büyüdüğüm zaman, buradan çıkacağım ve bütün ormanları keşfedeceğim. İlginç bir şeyler bulacağımdan eminim" dedi Böcekcik. - Aniden, Bayan Örümcek sert bir şekilde onun sözünü kesti! - "Çocuklar, sınıf arkadaşınız Böcekcik bugün ne kadar da konuşkan! Böcekcik, dışarıda sana zarar verebilecek bir çok tehlike olduğunu bilmelisin. Lütfen derse geri dön ve bacak kadar boyunla bunları düşünme sen" dedi kızarak. - "Evet Bayan, ama …" diyerek açıklamaya çalıştı Böcekcik. - " Konuşulacak daha fazla bir şey yok Böcekcik, hadi ikinci üniteye geçelim" diyerek Bayan Örümcek ansızın onu durdurdu. "Ormandaki diğer ağaçlar hakkında bulduğumuz tek şey BİZİM yaşadığımız ağaç dışında hiç bir ağacın var olmadığıdır" dedi, ve ders zili çalana kadar derse devam etti. - Üç arkadaş evlerine dönerken, Böcekcik onları diğer ağaçlarla ilgili düşünceleri hakkında ikna etmeye çalışıyordu. Kurtcuk ve Kelebek bunun hakkında pek emin değillerdi ama yine de Böcekcik'e ileride ona ormanı keşfetmesi için yardımcı olacaklarına dair söz verdiler. Ama, Böcekcik daha fazla varlık ve yerler bulmak için öylesine kararlıydı ki bir kaç günlüğüne arkadaşlarını kendisiyle bir keşif gezisine çıkmaya ikna etti. Anne ve babası bir şeyler hazırlamak için evden ayrıldıklarında Kelebek'in evinde buluştular. - "Neden her zaman benim evimde buluşmak zorundayız?" diye sitem etti Kelebek. - "Çünkü senin ailen evde yok ve büyük annen de sağır! Planlarımızı duyamaz!" diye açıkladı Kurtcuk, Böcekcik de bu arada bir çuvalı yanlarında götürmek için şekerler, tatlılar, çikolatalar ve meyveli jelibonlarla dolduruyordu. Birkaç gün sonra kötü havaya rağmen gezilerine başladılar… Yürürlerken birden garip bir ses duydular. Bu sesin ne olabileceğini merak ettiler, daha sonra bir polis gördüler ve Kelebek polise ne olduğunu sordu. Polis onlara, başka bir gezegenden bir uçağın Yunanistan'a indiğini ve bu uçaktaki yolcuların dilini hiç kimsenin bilmediğini söyledi. Böcekcik çok mutlu ve heyecanlıydı çünkü onun söyledikleri sonunda gerçekleşiyordu. Uçağın içinde bir ağustos böceği vardı. Ağustos böceği Yunanlıların onun dilini anlamadığını anlamıştı ve bu yüzden işaret dili kullanıyordu. Ağustos böceği onlara başka bir ağaçtan tam da Böcekcik'in yapmaya kararlı olduğu gibi başka ağaçlar var mı diye keşif 3 yapmak için geldiğini söylemeye çalıştı. Yunanlı böcekler ormanda yaşamın var olduğu başka bir ağacın olduğunu öğrenmek için heyecanlanmışlardı… Ve onlar haklıydı! Birkaç gün içinde, Böcekcik, Yunanlılar ve ağustos böceği arkadaş olmaya başladılar. Onlar ormandaki tek böceklerin kendileri olmadığını öğrendikleri için öylesine mutluydular ki… Ayrıca birbirlerini tanımak için çok meraklıydılar, bu yüzden birbirlerine kendi ağaçlarını, alışkanlıklarını, tarihlerini ve kültürlerini anlattılar. Çok geçmeden çok fazla ortak noktalarının olduğunu ve ormanların arasında sınır olmadığını anladılar. Böcekcik'in aklına bir fikir geldi. Ağustos böceğine evine geri döneceği yolu bilip bilmediğini sordu. Ağustos böceği de kendi ağacına gidilecek yolu tarif etti. Üç arkadaş Böcekcik, Kurtcuk ve Kelebek ağustos böceğine onlarla birlikte bu maceraya katılmak isteyip istemediğini sordular. Götürmek istedikleri eşyaları yanlarına aldılar, ağustos böceği için de bir bavul hazırladılar ve keşif gezilerine başladılar. Daldan dala atlayarak ağacın alt kısmına ulaştılar. Sonunda onlar aşağıya ulaştıklarında, her şeyin onlara kıyasla çok büyük olduğunu fark ettiler. Ama, cesurluk ve cesaretleriyle ormanda yürümeye başladılar. Çok sayıda küçük böceğin çalıştığı yere vardıklarında hala sabahtı. Yiyecekleri toplayıp kumdan evlere yerleştiriyorlardı. Böcekcik yeni bir kültür buldukları için o kadar mutluydu ki haykırmaya başladı. Sessizce yeni böceklere doğru yöneldiler ve onların dillerini anlamasını umarak onlarla konuşmaya çalıştılar. Neyse ki, böcekler onların ve ağustos böceğinin diliyle birlikte bir çok dili biliyorlardı. Onların kabilesi "karıncalar" olarak biliniyordu ve dört arkadaş aslında onların dilleri ve kültürleri aslında bir çok kültürün bir karışımı gibiydi. Böylece keşfedilecek çok fazla kültürün olduğunu anlamak artık çok kolaydı. Böcekcik yeni bir kabile bulan ilk kaşifti. Gece olunca yorgun oldukları ve yola devam edemeyecekleri için karıncaların başkanından 2 günlüğüne orada dinlenmek için izin istediler. Başkan onlara izin verdi böylece onlar bir gün bir gece orada kalabilirlerdi. Orada kaldıkları sürede, kendilerine katılmak isteyemn yeni bir karınca arkadaş buldular. Gece geçti, gündüz oldu. Böylece artık 5 arkadaş olan bu kaşif grubu yeniden yola koyuldular. Bisikletlerinde yolculuk yaparken kendilerini terli ve yorgun hissediyorlardı çünkü kış günü beklenmedik bir biçimde sıcaktı, bu yüzden yaşlı bir ağacın orada bu güzel gölgenin altında biraz serinlemek ve biraz dinlenmek için durdular, ağacın altında uzandılar. Birden yaprakların hışırtılarını ve melodik bir sesi duyduklarında ortalık tamamen sessizdi. Gözlerini ağacın dallarına doğru çevirdiler ve bir sürü değişik kuşları gördüler. 4 Ağustos Böceği, "Acaba bu kabilenin adı nedir?" diye sordu. "Neden onlara sormuyoruz ki?" dedi Böcekcik. Kelebek ise "Hayır, en azından lütfen şimdi sormayalım" diye yanıtladı Böcekcik'i. "Şarkılarının güzel melodisinin tadını çıkarmak için biraz sessiz olsak daha iyi olur." diye ekledi. Ve sonra yavaşça şarkının ritmine göre dans etmeye başladı. Beş arkadaş ve yeni kabile gülerek ve şarkı söyleyerek bir daire şeklinde dans etmeye başladılar. Bir süreliğine yorgun olduklarını bile unuttular. Yeni bir ortak dil bulmuşlardı : müzik ve dans. Yeni kurulmuş bu arkadaş grubumuzu bu serüvenin devamında acaba ne bekliyor? 5 2. BÖLÜM Kuşlardan biri "Şarkımızı sevdiniz mi?" diye sordu. Siyah tüylü, şirin sarı gagasıyla sevimli bir kuştu. Kuşların lideri gibi görünüyordu çünkü o konuşmaya başladığı zaman diğer hepsi şarkı söylemeyi kesiyordu. Kurtcuk uykulu sesiyle, "Eveet!" diye cevapladı. "Şarkınız huzur verici!" "Daha çok şarkımız var. Onları da dinlemek ister misiniz?" "Tabi ki. Biz aslında bir yolculuktayız ancak size katılmak, müzik dinlemek ve dinlenmek harika olur." Böylece, beş arkadaş sessizce tekrardan daire şeklinde oturdular ve kuşları saatlerce dinlediler. "Şimdi anlatın bakalım, nereden geliyorsunuz ve nereye gidyorsunuz?" diye sordu küçük sarı ve yeşil bir kuş. Minik karınca "Bilmiyorum, ben sadece onlarla gidiyorum" diye yanıtladı. Bu anda, Böcekcik ayağa kalktı ve derin bir sesle açıklamaya başladı : "Kelebek, Kurtcuk ve ben Yunanistan'dan geliyoruz. Okulda herkes bize Yunanistan'ın ormandaki tek ağaç olduğunu söyledi, ancak ben buna inanmıyorum. Bence, bu kadar büyük bir ormanda başka ağaçlar da olmalı, değil mi? Okuldan iki arkadaşımı benimle birlikte gelmesi için ikna ettim. Yolda ağustos böceği ve karınca ile karşılaştık. Hepimiz yeni yerler ve türler keşfetmeye kararlıyız." "Çok haklısın! Biz, kuşlar, her zaman bu ormanın üzerinde uçarız. Diğer ağaçları ve onların üzerinde yaşayanları biliyoruz." dedi ciddi bir şekilde siyah kuş. "Arkadaşlarım burada kalacaklar, yuvaları yapmanın zamanı geldi, ama isterseniz ben sizinle gelebilirim. Size göstermek istediğim çok özel bir ağaç var. Oraya hepinizi götürebilirim." "Harika fikir! Bu ağacın adı ne peki?" "Portekiz. Harika bir ağaç. Gelin benimle." "Portekiz ormanın uç kısmında yer alıyordu. Bu yüzden altı arkadaş günlerce ve gecelerce oraya varmak için yolculuk yaptılar." Sonunda yolculuk bitti, oraya vardılar. "Burası neresi böyle?" – diye sordular. "Çok güzel!" "Lizbon'dayız diye yanıtladı siyah kuş. Bu ağaçtaki en büyük ve en önemli daldır burası." 6 Aniden, gri bir martının nehir kenarından geldiğini gördüler. Küçük bir balık yiyordu. "Sizin buralarda yabancı olduğunuzu görüyorum. Lizbon'a ilk defa mı geldiniz? Buralarda görebileceğiniz en iyi rehber benimdir. Buranın her bir karesini, her bir köşesini ve şehirle ilgili bir çok hikayeyi bilirim." Bu arkadaş grubu onu çok dikkatli bir şekilde dinliyordu, bu yüzden martı konuşmaya devam etti. "Lizbon'da daha önce Fenikelilerin, Romalıların, Barbarların ve Müslümanların yaşadığı yedi tepe bulunur. Tejo nehri ile ayrılmıştır ve bütün ormanın hiç bir yerinde göremeyeceğiniz doğal bir ışığı vardır." "Portekizliler her zaman denizi çok sevmiştir ve birkaç yüzyıl önce gemiler inşa etmişler ve bilinmeyen yerler keşfetmişlerdir. Bu adalardan tarçın, biber ve bunların dışında bir çok hazine getirdiler." "Ayrıca Mosteiro dos Jerónimos, Padrão dos Descobrimentos, Torre de Belém gibi birçok ünlü yapıtı da inşa ettiler." "Eğer unutulmaz bir manzara görmek istiyorsanız benimle gelin, hadi Saint Jorge Kale'sine çıkalım." "Evet, Lizbon gerçekten bir pırlanta gibi!" diye belirtti hayranlığını Kelebek. "Size başka bir şey daha göstermek istiyorum" dedi Martı. Böylece, hepsi martıyı takip ettiler ve camlarının önünde çiçekler bulunan ve kıyafetlerin iplere asıldığı küçük, eski evlerin bulunduğu bir yerde durdular. Sokaklarda kapılarının önlerini süpüren ya da sebze ve balık dolu alışveriş poşetlerini taşıyan meşgul bayanlar vardı. Günün bu vaktinde taverna kapısının önünde bekleyen ve bir bardak kırmızı şarap içen birkaç erkeği de görmek mümkündü. "Alfama'dayız, Lizbon'daki en eski yerleşim yerlerinden birinde. Daha önce burada denizciler, esnaflar, tacirler ve fado sanatçıları yaşarmış" diyerek açıkladı Martı. Hepsi birden "Fado ne demek?" diye sordular. "Fado, Lizbon'daki en tipik, geleneksel ve çok bilinen müzik çeşididir. Bu şarkılar Portekiz ruhunu göstermeyi amaçlar. Bu şarkılar genelde aşk ya da saudade hakkındadır." "Saudade ne demek peki?" diye sordu Kelebek meraklı bir şekilde. "Bu sadece Portekizce'de yer alan bir kelimedir. Açıklamak gerekirse, anlamı birini ya da bir şeyi özlediğin zaman kalbini çok acıtır. Bu yüzden insanlar bu müziği genelde hüzünlü olarak dile getirirler. Dinleyin, şu kadın şarkı söylüyor!" 7 "Oldukça hüzünlü, ancak çok anlamlı. Ve gerçekten harika bir sesi var! Onun tamamen siyah bir kıyafet giydiğini ve omuzlarının üzerinde bir el örmesi şal olduğunu farkettiniz mi?" dedi ağustos böceği. "Evet, bu onların geleneksel kıyafeti." "Eee şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Kurtcuk sabırsızca. Aynı yerde uzun bir süre kalmak istemiyordu. 8 3. BÖLÜM Martı aceleyle konuşmayı böldü : "Canım arkadaşım, senin bilgiye ne kadar aç olduğunu biliyorum, sana yardımcı olabilirim. Amcam, büyük bir bilge, bana dağların denizle arkadaş olduğu, güneşin çiçekleri ve ağaçları kucakladığı ve şarkıların her şeyi kucakladığı büyülü bir yer olduğundan bahsetmişti. "Böylesine büyülü bir yer gerçekten var mı?" diye sordu cırcır böceği şüpheli bir şekilde. "Bana güven arkadaşım. Amcamın söylediklerine güvenirim." "O zaman kesinlikle oraya gitmeliyiz" diyerek bağırdı hep bir ağızdan küçük kaşifler. "Ama oraya güvenli bir şekilde nasıl ulaşacağız?" diyen küçük karınca endişeleniyordu. "İyi dost kara günde belli olur" diyerek cevap verdi Martı. Söylediklerine göre hikayelerle dolu bir ülkeymiş. Benim kanatlarımda güvenli bir şekilde gideceksin." "Hadi gidelim, hadi gidelim" diye aceleyle bağırdı bu sabırsız arkadaşlar. Güneş yolu aydınlatmaya başladığında, korkusuz kaşifler yeni bir ağaca yolculuğa başladılar. Yürüdüler, yürüdüler, denizleri geçtiler ta ki kocaman rengarenk ve tepeden bakıldığında temiz suyla güzelce saksının içerisine yerleştirilmiş bir çiçek buketi gibi görünen bir ağacı farkedene kadar. Martı arkadaşlarına ağacın gövdesine gidebilmeleri için yol gösterdi. Masmavi düzgün kıyı, altın gibi kumu öpüyordu. "Allah'ım bu ne kadar büyük bir nehir!" diye fısıldadı Kelebek tereddüt ederek. "Hayır, arkadaşlar, bu bir nehir değil, burası eski Tuna, yüzyıllardır Siyah Orman Dağları'ndan çıkan ve yoluna devam eden, bu topraklara doğru da akan bir nehir." Oh, bu harika! Ama sen bize yapraklarını buradan, bu mavi sudan besleyen bu ağacın adının ne olduğunu söylemedin." Dedi Kurtcuk. Buraya Romanya diyorlar, canım. - Bu ağaca tırmanmak ve bu dünyayı keşfetmek istiyorum, dedi Kelebek. - Bence de, yeni arkadaşlarla tanışmak ve bu eşsiz yerleri keşfetmek için sabırsızlanıyorum. Hep birlikte ağacın gövdesine tırmandılar ve eski Romanya kalesi ile karşılaştılar. Kalenin kalıntıları cesur ve güçlü insanların, eski kültürün bir hatırlatıcısıydı. Martı yosunla kaplı bir duvarda eski bir arkadaşını farketti : "Merhaba, canım arkadaşım! Dünya ne kadar da küçük değil mi? Seni burada görmek hiç aklıma gelmezdi!" - " En içten sevgi ve saygılarımla " diye yanıtladı Bülbül. Merak etmeye gerek yok. Buralardan çok uzakta bir kez karşılaşmıştık ama benim memleketim burası. "Peki, şimdi seni arkadaşlarımla tanıştırayım." Dedi Martı. "Lütfen bize katıl ve memleketindeki en güzel yerleri göstermek için bize liderlik et." "Tüm samimiyetimle” "Yollarına koyulduktan bir süre sonra tarihi binaların olduğu, tarihin kendi hikayesini anlattığı hoş bir yere vardılar. 9 "Burası Bükreş" dedi Bülbül. "Eski zamanlarda, Çoban Bucur büyük sürüsüyle yürürdü ve büyüleyici ıslığıyla herkesi büyülerdi. "Peki bu büyük yapının adı nedir?" diye sordu Karınca. "Romalılar tarafından büyük uğraşlar sonucunda inşa edilmiş Meclis Binası. Avrupa'da eşi benzeri yok ve büyüklük bakımından da dünyadaki ikinci yapıdır." - "Etkileyici! Büyükannelerimizin ve büyükbabalarımızın anlattığı hikayelerdeki gibi çok fazla evin bulunduğu büyük bir bahçe gördüm." Dedi küçük kurtcuk. - "Nereyi anlatmaya çalıştığını biliyorum, dedi Bülbül. Bu büyük bahçe avlusu aslında paha biçilemez hazinelerin saklandığı bir Roma Köy Müzesidir." Roma Köy Evleri bütün yerlerde yapılmıştır ve geleneksel şeyleri saklarlar. - "Senin bahsettiğin bu harikaları görmek için daha da yaklaşmak istiyorum", dedi Kelebek. - Peki, arkadaşlar! Hep birlikte eğlenelim!, diye yanıt verdi Bülbül. Girişte küçük bir kız onları ekmek ve tuz ile karşıladı. - "Hoşgeldiniz!" dedi. - "İşte bulduk! Sizin nasıl çalıştığınız, yaşadığınız ve eğlendiğiniz hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyoruz." - Tabi ki, sizi burada ağırlamaktan memnuniyet duyarız, diyerek gülümsedi kibar ev sahibi. Daha sonra onlara fırındaki kahverengi ekmekleri, en güzel Romanya dokumalarının hayat bulduğu dokuma tezgahını gösterdiler. Arkadaşlar bakın! diye heyecanla bağırdı cırcır böceği. - Her şey harika! Daha fazla şey öğrenmek istiyorum! Dedi Martı. - Dostlarım, eğer çok özel bir şey görmek istiyorsanız Romanya'daki en güzel kalelere sizleri götürebilirim. - "Kale ne demek?" diye sordu Kurtcuk. - Buram buram tarih kokan, bu topraklardaki insanların içinde yaşadığı heybetli yüksek bir bina, dedi Bülbül. Bir tanesini bile görmeye değer, çünkü kendinizi Büyüleyici Prens ve Ileana Cosanzeana ile bir peri hikayesinde yolculuk yapıyormuş gibi hissediyorsunuz. - Onlar da kim? Onlarla ilgili daha önce hiç bir şey duymamıştım, … - Hei! Onlar Romanya halk masallarında karşımıza çıkan karakterler. Onlar Romanyalı insanların güzelliğini, hamaratlığını, kibarlığını ve cesaretini hatırlatıyor. - Bu hikayeler diyarına dalmak istiyoruz, dedi arkadaşlar. - "Sizi yönlendirebilirim", dedi Bülbül. Bir süre sonra, Peles Kale'sinin avlusundaki kuleye vardılar. Hiçbir yerde daha önce böyle bir şey görmemişlerdi. Kalenin çatısında gökyüzünü delecekmiş gibi görünen bir çok kule vardı. Büyük pencereler avludaki heykellere bakıyordu. Çekinerek kaleye girdiler. Heybetli tablolar sonsuz gibi görünen merdivenlerde onlara inerken eşlik ediyordu. Kırmızı kadifeler, altın ayna çerçeveleri, mobilyalardaki oymalı ustalık hepsini büyülemişti. - Sen haklıydın, arkadaşım, dedi Martı. Bunun gibisini hiç görmemiştim. Her şey bir peri masalından fırlamış gibi. 10 - Arkadaşlar, burası Romanya'daki eşsiz yerlerden sadece bir tanesi. Eğer sabırlı olursanız, diğerlerini de göstereceğim. Tabi ki, hepimiz çok meraklıyız! - Bülbül, "Daha önce Kont Drakula hakkında hiçbir şey duydunuz mu?" diye sordu. - "O zaman, aslında adı Vlad Tepes olan bu kontun yaşadığı yer Bran Kalesi ile ilgili daha çok şey öğrenelim,. Uçuşları sırasında nehri geçtiler, siyah ormanları ve dorukları karla kaplı dağları gördüler. Kanatlı dostlar bir dağ kasabasına gelince alçaldılar ve Bülbül kaleye doğru onlara yol gösterdi. Kalenin her bir odası Kraliçe Mary ya da Kral Ferdinand'I ya da Vlad Dracul'u hatırlatıyordu. Birbiri ardına merak uyandıran hikayeler ve sorular… Bran Kalesi'nin muhteşemliğinden sonra diğerleri de bu muhteşemliği takip etti : Sfinxul ve Babele, Olt Vadisi ve Jiu Vadisi, Brancusi'nin Sonsuz Sütunu, Tuna Deltası. Tuna’da bir keresinde, Romanya devletinin kurucularından biri olan Decebal'ın büyük oymalı taşını buldukları yere bir tekneyle gittiler. Kaptan, flütü alıp eski bir Rumen Doina şarkısı söyledi. Güzel seslerden etkilenen Kelebek sordu : - Bu şarkının adı nedir? - Doina, şanssız bir balıkçının hikayesini anlatan bir şarkı, diye cevap verdi kaptan. - Bütün sözcükleri bilmesen bile "Doina" ezgileriyle hikayeyi anlabiliyor, dedi Kurtcuk. Sevdiğin insan için sev ve özgürlük ise dünyadaki her bir dilde karşılık bulabilecek bir duygudur, dedi Kaptan. "Seni özlüyorum" 'un ne anlama geldiğini bilmiyorum, ama bu şarkı bana Portekizce olan şarkıyı hatırlattı, diye devam etti cırcır böceği. - Evet, bence sen bu kelimeyi biliyorsun çünkü bu kelime sadece Rumence'de var, ama hüznü ifade eder, örneğin bu üzüntü sevdiğin bir insanın yokluğundan dolayı olur, dedi Kaptan. - Portekizce'deki "sausade" gibi yani dedi Kelebek. - Aynen öyle, dedi Martı. - Arkadaşlarım, evimi özledim! diyerek iç çekti melankolik cırcır böceği. - Ben de, ama hala diğer mucizevi ağaçları da keşfetmek istiyorum!, dedi Kurtcuk. - Ben de! dedi Kelebek. Yeni dünyaları keşfetme yolculuğumuza devam edelim! - Hep bir ağızdan kaşifler "Eveet!" diye bağırdılar. 11 4. BÖLÜM Ve tekrar yola koyuldular. Bir süre gittikten sonra öyle mucizevi bir ağaçla karşılaştılar ki burası adeta cennetin bir köşesi gibiydi. Keşif ekibi durmuş bu ağacı izlerken gökyüzünde süzülerek inen beyaz güvercin “Hoşgeldiniz” sesiyle kendilerine geldiler. Beyaz güvercin misafirlerine dönüp”Türkiye’ye hoş geldiniz dostlar ; Hoşgeldiniz!”keşif ekibi dedi. Hep bir ağızdan”hoş bulduk”dedi. Güvercin devam etti; “Burası Türkiye, dört mevsimi aynı anda yaşayan, üç tarafı denizlerle çevrili bir yer. Sizi gezdirmek için sabırsızlanıyorum. Beni takip edin.”dedi. Sonra onları bir dala götürdü.Burası İstanbul Türkiye’nin en kalabalık dalı.Bakın burası boğaz,İstanbul Boğazı.Asya ve Avrupa dallarını birbirine bağlıyor.Bakın bakın burası da “Kız Kulesi” çok ilginç bir hikayesi var. Bir zamanlar bir kral varmış. Bir büyücü krala kızının bir yılan tarafından sokularak öleceğini söylemiş . Kral bunu üzerine bu kuleyi yaptırmış. Hiç yılan girmesin diye. Yıllar sonra kuleye bir sepet üzüm gönderilmiş. Üzümün içinde de bir yılan. Yılan kızı sokmuş ve kız ölmüş.O gün bugündür buranın adı Kız Kulesi . Keşif ekibi bu hikayeye çok üzülmüş. Güvercin hemen sözüne devam etmiş : “ Burası Topkapı , bakın burası da Sultan Ahmet , Pierre Loti , Yerebatan sarnıcı … Güvercin göstermeye devam ederken keşif ekibinin yorgun olduğunu anlamış ve onları dinlenebilecekleri bir dala götürmüş. Bakın bu dal Tokat. Benim evim burası. Hemen sizi evime götüreyim. “ der. Eve gittiklerinde bayan güvercin oğlunu ve arkadaşlarını güler yüzle karşıladı. Onları çeri davet etti. Hemen yemek hazırladı. Bir güzel karınlarını doyuran kurtçuk ve kelebek uykuya daldılar. Martı yediği zeytinyağlı yaprak sarmasının etkisinden kurtulamayarak bayan güvercine nasıl yapıldığını sorup duruyordu. Tam bu sırada Ağustos Böceği o güzel sesiyle bir şarkı söyledi. Herkes şarkıya eşlik etti. Derken uyudular. Sabah kahvaltısında zeytin , tereyağı , bal , reçel , börekler , yumurtalar daha neler neler. Bunu gören keşif ekibi sofraya koşuştular. Ne var ne yok yediler . Yedikleri öyle lezzetliydi ki adeta parmaklarını yediler. Sonra tekrar geziye çıktılar. Burası asma bahçeleri. Dün yediğiniz sarmalar bunlardan yapılıyor. Herkes hayran hayran gezdi. Sonra onları Ballıca Mağarasına götürdü. Ürpertici görünse de burayı çok sevdi keşif ekibi . O muhteşem sarkıt ve dikitlerin güzelliği karşısında kendilerinden geçtiler. Hayatlarında ilk defa böyle bir güzellik gördüklerini söylediler. Güvercin onları başka bir dala götürmek istedi. Bu dal Ankara’ydı. Burası 12 Türkiye’nin merkezi. Burada meclis binası var. Burası Türkiye’nin kalbidir. Ankara’yı biraz izledikten sonra Çanakkale dalına giderler. Bakın burası Türkiye’nin hem ağladığı hem de güldüğü yerdir. Burada diğer ağaçlardan olanlar da var.Hikaye anlatırken güvercin , keşif ekibi hem ağladı hem de oradaki herkes için dua etti. Daha sonra bir tarafı yeşil bir tarafı mavi kocaman bir dala gittiler. Bu dalın adı Karadeniz’di. Dallardan fındık koparıp yediler. Martı burayı çok sevdi. Çünkü balık çoktu burada. Derken akşam olmustu ve yorulmuşlardı. Martı uykusu geldiğini söyledi ve eve döndüler. Ertesi sabah yine aynı kahvaltı sonrasında kahvaltılarını yapan arkadaşlar yola çıktılar. Türkiye’nin diğer dallarını da birer birer gezdiler. İzmir “Saat Kulesi” , Şanlıurfa “Balıklı Göl “ ; Denizli “Pamukkale Travertenleri” . Derken tüm Türkiye’yi gezdiler. Gezdikleri her yerde insanlar o kadar güler yüzlü ve yardımseverdi ki keşif ekibi buraları hem çok beğendi hem de böyle yerler gezdikleri için çok mutlu oldular. Artık geri dönme vakti gelmişti. Keşfedilecek başka ağaçlar da vardı elbet ama hem yorulmuş hem de evlerini özlemişlerdi. O yüzden vedalaştılar ve herkes evine gitmek üzere yola çıktı . Birbirlerine çok alışmışlardı. Bu yüzden ayrılırken ağladılar. Kendilerine bir gün belirlediler. Bu sefer çıkacakları keşfe güvercin de katılacaktı. Sözleştiler ve herkes evinin yolunu tuttu. Asla unutmayacakları bir deneyimdi bu. Yeni yerler, yeni insanlar, yeni tatlar… Dahası yeni dostlular kazanmışlardı. Bir sonraki keşif nereye olacaktı acaba ? 13
© Copyright 2024 Paperzz