, . 1 • • Sayfa 1 ....i Kilisenin sağlı sollu sıralanmış sıralarına genelde siyah giyinmiş insanlar yerleşmişti. Orta yerde bulunan uzun boşluktan, üniformalı bir adam, töreni yöneteceği belli olan insan grubuna doğru engellenmeyeceğinden emin bir şekilde hızla ilerliyordu. Nihayet istediği yere varmış elindeki kağıdı i imza karşılığı bir adama teslim etmişti. Sonra hemen her yere girebilme özgürlüğünün vermiş olduğu rahatlık ve gururla yürüyüp geldiği yerden çıkıp gözden kaybolmuştu. Çıkarken bana "Hay}rdır?" der gibi bakışı vardı. Bu " Hayır"ın cevabı fazlasıyla vardı bende. Bu bizim postacıyd~enim gibi. Cenaze merasimine telgraf getirmişti. Getirdiği telgrafı, siyahlı adam, papaza teslim etmiş; telgrafı gönderinin ismi okununca da önemli biri olması hasebiyle herkes pür dikkat dinlemişti önem arz eden bu mesajı. Evet, önemliydi işimiz. İster sıradan olsun,ister önemli kişiler olsun herkesin haberi bizden geçiyor, her eşyayı, her haberi biz taşıyoruz. İnsanın her haline şahit oluyoruz. Herkese köprü biz oluyoruz. İnsan olan her yer bizim alanımız. Hayırdl. .. Benim orada bulunuşum iidemoğluna başsağlığı idi. Bizden birine ... * * * Oldum olası tarihe, doğaya, biraz da sanata meraklıyım. Bu da insanı hevesli bir gezmeye iter. Bu hevesle çıktım PTT'deki iş yolculuğuma. İstanbul'un köklü semtlerinden Şişli'de dağıtıcı olarak başladım göreve. Kurtuluş, Feriköy, Harbiye, Osmanbey gibi eski İstanbul kırıntılarını bulabildiğim yerlerde dağıtım yaparken merakımla paralel bir iş yaptığımı fark ettiı£;ı çünkü benim eskiye, nostaljiye, eski insanlara, onların kültürle yoğrulmuş saygı ve sNgisine olan merakırnın karşılığını az da olsa buralarda bulabiliyordum. Dağıtım yaparken özellikle çok yaşlı insanlarla sohbet eder, eski İstanbul beyefendisi ve hanımefendisi sayılabilecek bu insanlardan, eskiden cumbalı evlerdeki güvenli ve yardımlaşma ruhunun yüksek olduğu mahalle yaşantılannı merakla dinlerdim. Feriköy ve Kurtuluş'ta da tıpkı bu yaşlılar gibi az ve yıllara meydan okuyan cumbalı evlere bakar, onlarda yaşanan geçmişteki, göç almamış İstanbul'daki, huzurlu güzel komşulukların yaşandığı anları tahayyül ederdim. Mahalle arasında kalmış, küçük, kiliseden bozma eski bir caminin avlusundaki ağaçların altında yemek molası vermek ayrı bir huzurdu benim için. Ara, yokuş ve merdivenli sokaklardaki eski evlerin virane hali, eski güzelortamların kayboluşu, suç unsurlannın ve varoş yaşantısının buralara da sirayet etmesi ise üzerdi beni. Çok severdim işimi. Postam ne kadar çok çıkarsa çıksın, postamı ertesi güne bıraktığım pek görülmezdi. Bir an önce nostalji kokan yer ve yaşlı arkadaşlanma koşmak isterdim. "Çok eskiiden vardi senin gibi alakali bir postad be kuzum! Adi de Mustafa'yidi. Nerdeydin sen? Seni çok severiz bilesin. Sen de gitmeyesin tamam mi kuzum?" Çok yaşlı Armanr?rmca ... Ben gitmedim ama o gitti. Toprağı bololsun. Ramazanlarda sandalye verip "Oriçsin kuzum yormayasın kendini" derdi. Sonra ... Sonra ben de gittim. Yüksek okul bittiği için memurluğa geçtim. Giderken Mücevherjeyzenin çocuk gibi ağladığını bilirim. Allah ona da rahmet etsin. Bahşiş almak istemeyince önce darılmış, sonra ayrı bir sevmişti beni. Arman~canın ayrı bir yeri vardı bende. O gün baya bir yorulmuştum. Çünkü bulunduğum o bölgeye yeni görevlendirilmiştim. Binanın birinde mektupları kutulara yerleştirdikten sonra ikinci kata çıkıp taahhüt!ü bir mektup için imza almam gerekiyordu. Duvara yaslanmış soluklanıp yorgunluğumu düşünürken yukardan yaşlı bir amca inip yanıma geldi: -Sen yeni postacısın galiba? -Evet, Arman TATAROGLD'na Kanada'dan bir mektup vardı. '. Sayfa 2 -Tataroğlu, yani Arman Bey uzun zaman önce aynı sokağın 5 numarasının zemin katına taşındı. Yeni postacılar, alışana kadar benimle karşılaşmazsa taahhüdü mektuplarını iade ediyor. Normal mektupları ben kutudan alıp götürüyorum. -İyi amca ben mektubu belirttiğiniz 5 numaralı binaya götüreyim. Hem alıcıdan adres değişikliği yapmasını da isterim. -Zavallı ... Gelir inşallah bir gün oğlun, diye mırıldandı yaşlı adam arkamdan. Anlam veremedim ayrıldım oradan. Giderken yorgunluğun verdiği kızgınlıkla içimden söyleniyordum: "Neden adreslerini değiştirmezler ki? Neden sorumluluklarını bilmezler ki?" diye. Az sonra yeni adrese varıp zile bastığımda daire kapısını açan yaşlı adam yüzünde gülümseme ile karşıladı beni: - Seni eski binadan Sadık Bey yollamış olmalı. Geldi mi, geldi mi İstepan'dan mektup? -Kimden geldiğine bakmadım ama neden değiştirmezsiniz adresinizi? Benıalma haber kartında adres düzeltmesi yapacağım ama siz de ... Yüzünden gülümsemesini eksiltmeden, titreyen elleri yle meramını anlatmaya çabalar bir halde ve mahcup bir edayla konuştu: - Söyledim evladım! Yazdım da hatta ama oğlum her mektubuma cevap vermiyor. Belki eline de geçmedi. Bazen yazıyor o da eski adrese. Belki onun adına teyzesi yazıyor. Postacılar getirince de ... İşte ... -Neyse beyefendi teslim edeyim şunu, dedim. Heyecanla teslim aldı. Gidecekken bir şeyler ikram etmek istedi kabul etmedim. Arkamdan: - Eşsiz bir mesleğin var, diye seslendi. - Halimden belli, dedim ben de. Halime sitem edercesine ... Kızgınlıkla ve kendi kendime söylenerek ayrıldım oradan. Zaman her şeyi yoluna koyarmış. Arman ~cayla,~iye olan merakımdan dolayı zaman içerisinde dost olduk ve dostluğu ilerlettik. Eskiden ünlü bir doktormuş. Eski postacıyla olan anılarını, doktorluk anılarını, hele bir de eski İstanbul 'u anlata anlata bitiremiyordu. Türk sanat müziği müplelasıydı. Kütüphanesinde dünya klasiklerinden tutun da Fuzuli'den Nesimi'ye, Yunus'tan Mesnevi'ye varana kadar her şey mevcuttu. Bize ait olana bizden çok sahipti. Pul koleksiyonları, eski plaklar, gramofonlar, siyah beyaz resimlerle dolu eski albümler; hayır ve yardım faaliyetlerinden aldığı plaket 've belgeler de cabası. .. Gerçi bizden biriydi. Onun merakıyla örtüşen merakım ve yaşlılarla sohbeti sevmemden olsa gerek, çok sevmişti beni. Ben de, ona pul koleksiyonunu geliştirmesi için pul abonesi olmasına aracılık etmiş ve eski pulları rica yoluyla temin etmeye çalışmıştım. Bu durumdan çok memnun olmuştu. Soyadı, "Tataroğlu" idi. Herkes ona ismiyle değil soyadıyla, "Tataroğlu" diye seslenirdi. 0, böyle denmesinden son derece hoşlanırdı. Bir gün soyadının hikayesini anlattı: Posta teşkilatı kurulmadan önce atlı posta tatarları varmış. Önceleri, çok iyi at bindikleri ve çok dayanıklı oldukları için Tatarlardan seçilirlermiş. Zaman sonra başkaları da aynı işi yapmaya başlamış ama yine de Tatar ismi baki kalmlOhepsi posta tatarı ya da atlı tatar diye anılır olmuş. Genelde Istanbul 'la diğer şehirler arasında resmi evrakları taşırlarmış. Gayrimüslimlerin memuriyete alınmadığı dönemde, Annan~canın dedesinin, dedesini her nedense, belki çok olumlu özelliklerinden, belki de şimdi bilinmeyen bir sebeple posta tatarı yapmışlar. Kars'tan İstanbul'a haber taşırmış. Kars Sancakbeyihin kızı ,büyük dedesine tutulunca, kendisine olan güveni boşa çıkarmamak için posta tatarlığını bırakmış, Kars'ı da terk etmiş; İstanbul'a yerleşmiş. Çünkü tatarlık onu gerektiriyormuş. Posta tatarları ki çok dürüst ve de çok fedakarmış. Bu özellikleri herkes tarafından bilinir ve takdire şayan olurmuş. , . Sayfa 3 Öyle ki at sırtında hiç durmadan yol alır, yaklaşık 35 kilometrede bir konuşlanmış menzilhanelerden at değiştirip yorulmak nedir bilmeden insanüstü bir gayretle haber taşırlarmış. Bunu da görev aşkıyla yaparlarmış. Sonrasında Kars Sancakbeyi öldükten sonra kızı İstanbul' a gelmiş. Zaman içinde Armaıwımcanın büyük dedesini bulmuş; çok zor olmuş ama evlenmişler. Aşkını bulmuş ama dedesinin içindeki posta tatarlığı aşkı bitmemiş. Posta Teşkilatı kurulunca oğlu postacı olarak girmiş kuruma. Bu yüzden kendi aksanıyla ve övünerek "Ben de bir postaci torunuyim bre kuzum!" derdi. Arman amcanın en büyük üzüntüsü evlat hasretiydi. Çünkü 25 yıldır oğlunu görmüyordu. Eşini kaybedince kendisini çok ünlü olduğu doktorluk mesleğine vermiş. 10 yaşındaki oğlunu da sonradan çok pişman 01~a,1a Kanada' daki teyzesine göndermiş. Başta bir i~i yı! oğlu v.e kendisi gidip gelmiş~er. Sonr~ç?cuk okul~ bi:irsin, i~lerimi ~ol~n.a koyunca gıdenm demış. Rahatsızlığı nüksedınce de emeklı olunca gıdenm demış ama hıçbın olmamış. Son olarak da gidecek takati hiç kalmamış. Son iO yıldır okulu biten oğlunu her yıl gelecek diye beklermiş. Oğlu da geleceğim diyormuş ama hep bir bahane ve ağlayan, üzülen bir baba. Komşuları Sadı~ca, Sosi~yze, Dürrüşehvar abla, hep boşa beklediğini söylerlerdi ve hatta bazen takılırlardı ona. O ise" Gelecek, o evlattır nihayetinde." derdi gözleri dolu dolu. Hele bir keresinde Salarnon adlı komşusunun, " Bre mori! Sileceksin sen o evladi! Anlarnorsun sen bre!" diyişi bitirmişti onu. Ben oğlunun bir gün geleceğine inandığımı belirtiyordum her defasında. Çok iyi dost olmuştuk. Albümleri açar, oğlununı eşinin resimlerini gösterir, ben nostalji merakımı giderirken o; eşiyle, oğluyla, sevdikleriyle ıstanbul'da geçirdiği eski anılarını anlatırdı ağlayarak. Hatta büyük dedesinin aşk namelerini, kendisinin eşiyle birbirlerine mektuplarını gösterip, namelerini mektuplann, eski pulların zamanla birer tarihi vesika haline geldiğinden dolayı tarih yaptığımızdan bahsederdi. Ayrıca birkaç kez o tambur çalıp şarkı söylerken eşlik ettiğim olmuştu. İyi insandı Arman amca. Engin bilgisi ve görmüş geçirmişliği gözlerine yansımıştı; derin, mavi ve çakmak çakmak gözleri vardı. Güler yüzlüydü. Gülerken gözleri de gülerdi. Zayıf uzun boylu, beyaz tenli ve (A1ğzlburnu küçüktü. Düz saçlarını itinayla arkaya tarardı. Eski !esimIerine bakan" Vay ber?' demekten kendini alamazdı. Bize ait çok birikimi vardı: Anadolu'da doktorken, kışın kar yolları kaplamış. Bir gün yolları kapalı bir köyden birisi ,yaya olarak en yakın bucağa varmış, muhtarlıktan ilçe ye telefon etmiş. Acil bir hasta olduğunu ve yardım istediklerini belirtmiş. Hastanın adındaıÇ Annan amca, daha önce kendi hastası olduğunu ve hastalığının ne olduğunu anlamış. Ancak yollar öylesine kapalı imiş ki zamanın şartlarında yolların açılması makinelerle dahi günler alırmış. Kaymakamlıkta bir çare aranırken "Atlı Cafer" denen postacı durumu öğrenir. Atlı Cafer, atlı köy postacısıdır ve o köye en kolay nasıl gidileceğini ve yedek at bulunursa doktoru götürmeye gönüllü olduğunu söyler. Karşı Çıkılır. .. Ancak Annan amcayla, Postacı Cafer 2 atla yola koyulmuştur bile. Çok çetin yolculuktan sonra hastaya varılır. Hastanın hayatı kurtulur. Ancak kangrenden Arman amcanın 1 ayak parmağılostacı Cafer'in ayak parmaklarından 5' i kesilir. Arman amca, ilaca zarar gelmesin diye yün çorabını veren ve ilaçları fazladan çoraba sarılarak korunmasını sağlayan atlı Cafer'in o çorapıarını halen saklardı. Anadolu insanının ve Postacı Cafer'in temiz yüreğini anlata anlata bitiremiyordu. Yine bir gün kapısını çaldım, mektubunu verdim. Her zamauki gibi mektubu kokladı ve öptü: -Bu sene gelecek oğlum inşallah, dedi ve ekledi. Çok önemli iş yapıyorsun evlat bir bilsen. Hem inat etme otur birııyran vereyim sana. Bu sefer kırmadım. Ayranı içerken: -Niye bu kadar büyütüyorsun bu postacılığı, dedim. Sayfa 4 -Bak evladım! Peygamberin mesajını dünyanın en önemli hükümdarlarına taşıyanlar da ulaktı. Tatardı, postacıydı yani. -Vay Arman amca! Ne kadar da bizdenmişsin sen. -Büyük nenemden dolayı herhalde dedi, gülümseyerek. Burada yaşıyorum ben. Hem ben sİzi bizi aştım, evlat! Ben bu ülkedeki değerleri çok seviyorum. Mesela, senfoniyi, cazı sevrnem ben; Sarı Gelin türküsü ve Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul şarkısını sevdiğim kadar. Yerli eserlerden aldığım hazzı batılı eserlerden almam mesela. Yine bak sen bir postacısın ama o kadar aileden biri oldun ki benim İçin, oğlumu tanırnam senin kadar. -Sağol Arman amca, Sağol! Ben sadece bir ... -Postacı diyorsun ama sizin işiniz insan. Demirci değilsiniz ki sadece demir dövesİniz. Doktor değilsiniz ki sadece hasta bakasınız. ZirQ..sizin işinizde tüm insanlar var. İşinizde duygular var; neşe, sevinç, özlem, hasret, acı, vuslat. .. İnsana ait ne varsa taşırsınız ve bazen ortak olursunuz aileden biri gibi. Beni bana öğretiyordu bu yaşlı adam. Mudu_eJmenin~yolunutI....~~thLetnıekte~g!;.çtiğ~ J1e.gü~ anlatıyordu. Karar verdim o anda, eğer aileden biri gibi görülüyorsam, ben de oğluna kavuşturacaktım Alman amcayı. Bir posta tatarı fedakiirlığı da ben yapacaktım. O akşam gelen mektupların iade adresinden yola çıkarak Arman amcanın oğluna mektup yazdım. Sitem ettim babası adına. Babasının tek yaşam kaynağının kendisi olduğundan bahsettim. Yaklaşık 20 gün sonra İngilizce yazılı bir cevap geldi. Tercüme ettirdim. Pek ümidi değildim ama Arman amcanın oğlu, yazdığım mektuptan sonra tatilini iptal etmiş. Bir postacı kadar babasına duyarlı olmadığından, boş vermişliğinden ve unutmuşluğundan utanmış. Çocukluğundan beri göremediği, gözünde seraplaşan İstanbul'a ve babasına gelmeye karar vermiş. Mektubunda geleceği tarihi belirtmiş; 10 gün sonra İstanbul' da olacakmış. Babasına sürpriz yapacağı için haber vermemiş. Mektup yazdığı eski adresteki ona bahsettiğim çocukluğundan da hatırladığı Sadık amcayı bulacakmış. Beni de çağırmış. Belirtilen günde mektupların geldiği eski adresteki Sadık amcayı buldum. Sadık amca, İstepan'ı havaalanından çocukluk arkadaşının alacağını belirtti. Yarım saat sonra lüks bir araba yanaştı binanın önüne. Arabadan iki adam indi. Uzun boylu ve yakışıklı olanı, kıyafetimden dolayı mektubu yazanın ben olduğumu anladığından: -Postman merabal Nasilsin? Sanaaa... Im.. Thank you, dedi gülümsedi. Arman amcanın sıcak gülüşü gibi değildi. Çocukken Türkçe biraz ... Birazda Teyzem ... Bu kadar, diyebildi. -Hoş geldiniz. İstepan Beyolmalısınız? -Evet. Sadık amca da sarıldı karşıladı onu. Sadık amca İngilizce bildiği için biraz konuştular. Ev yakındı arabaya binmedik. 50 metrelik yol bitmiyordu. Sanki babama ben kavuşacaktım. Aman Allah'ım kalbirn gerçekten yerinden fırlayacaktı. Göğüs kafesimde tokmak vardı sanki. Koşsam böyle olmazdım herhalde. Hiilbuki bu insanlar benim hiçbir şeyim değildi. Neydi bendeki bu heyecan ve mutluluk? Hedefe varmıştık artık. Apartmanın önünde gizli bir kalabalık vardı. Bizi görünce çoğu gizlendi ği kapı arkalarından çıkmaya başladı. Sadık amca, Arman amca hariç herkese yetiştirmiş olmalıydı. Kapıyı ben çaldım. O güler yüzüyle Arman amca açtı kapıyı. -Sana postaların en güzelini getirdim, Arman amcaaa!.Qjye yüreğimden haykırdım. Kalabalığı görünce şaşırdı Arman amca. Sonra karşısındaki uzun boylu adama bakakaldı. Sonra bir çığlık: -İstepaaan! İstepaaaaaan! Oğluuum! Oğluuum! -. • , , . Sayfa 5 Gerisi malumdu. Yıllardır içlerinde biriken birbirlerine sarılma isteklerini bir kerede çıkarmak isteyen iki insan... Çevrede ağlayan ve gözleri dolan komşular. Ben görevimi yapmıştım. Kendime verdiğim sözümü tutmuştum. Artık oradan ayrılıp görevime gitme vakti gelmişti. Tam binadan çıkıyordum ki yaşlı gözlerle Annan amca seslendi kendi aksanıyla: -Sağol postaci! Şimdi işinin önemini anladin? Anladım der gibi kafamı salladım. Ben de dolmuştum/ğlamamalıydım. Onları baş başa bırakıp müthiş bir huzurla ayrıldım oradan. Mizacımdan olsa gerek, yanağımdan akan yaşları kabul etmiyordum. Artık mutlu etmenin mutluluğunu yaşabilirdim. Tabi ya ... Ben çok önemli iş yapan, yeri geldiğinde aileden biri olan ulaktım, atlı tatardım, postacıydım. Her şeyden önce insandım. Ertesi gün sokaktan geçerken binanın önü daha kalabalıktı. Salamon'un kendine has söyleyişiyle sesi geldi kulağıma: -Armen ölmüs!
© Copyright 2024 Paperzz