Buradan daha net bir şekilde okuyabilirsiniz.

Bizim AHISKA
Çarlığın Kırım’ı ilhakının 231. Yılı münasebetiyle:
KIRIM ve “KIRIM’A SEYAHAT” KİTABI
ÜZERİNE NOTLAR
Yunus ZEYREK
Giriş
Bizim Ahıska’nın 33. sayısı için kaleme aldığımız editör yazısında Fatih Kerimî’nin
Kırım’a Seyahat adlı kitabından bahisle bu kitap hakkında bir yazı kaleme alacağımızı ifade
etmiştik. Şu hususa da işaret etmek isteriz ki bu,
Kırım’la ilgili ilk yazımız değil. 2011 yılında üç
sayıda Kırım bahisleri vardır.1
Mart 2014, Kırım nüfusunun çoğunu meydana getiren Ruslar, V. Putin Rusya’sının tahrik ve
teşvikiyle bir halkoylamasına giderek Ukrayna’dan
ayrılıp Rusya’ya bağlanma
kararı aldı; Putin yönetimi
de bu kararı onayladı!
Bu
yazımızda,
Kazan Türklerinin önde gelen aydınlarından Fatih
Kerimî’nin kaleme aldığı
Kırım’a Seyahat adlı kitabı
ve bu vesileyle o günden bu
güne Kırım’ı konuşacağız.
Ama önce kısa bir tarih yolculuğu yapmamız icap ediyor.
Kırım Yarımadası, Karadeniz’in
kuzeyinde yer alan ve Türklük
geçmişi çok eski çağlara giden
bir coğrafya parçasıdır. Burası,
tarihin hemen her döneminde
İskit, Hun, Hazar, Peçenek ve Kıpçak Türklerinin yaşadığı bir yerdir. Burada Rum, Ermeni,
Venedikli ve Cenevizliler de yaşamışlardır. Ama
Kırım’ın bir Rus geçmişi yoktur.
Altun Orda Devleti’nin tarihe karışmasından sonra burada merkezi Bahçesaray olan
Kırım Hanlığı kurulmuştur (1441). Kırım
Yarımadası’nın dışına taşan, Azak Denizi çevresi ile bugünkü Ukrayna’nın Karadeniz sahilini
de içine alan Kırım Hanlığı, 1475 yılında Osmanlı Devleti’ne katılmıştır.
1
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile Mülâkat, Sayı: 21; Ukrayna-Rusya
Steplerinde Ahıska Türkleri, Sayı: 23; Yurduna Kavuşan Adam: Cengiz
Dağcı, Sayı: 24.
Bahar 2014
Zaman içinde güçlenerek 1552’de Kazan
Hanlığı’nı ele geçiren Ruslar, Kırım’a göz dikmiş ve bir taraftan savaşırken diğer taraftan da
içeriden çökertmenin yollarını bulmuşlardır.
Nihayet 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı’dan koparılarak bağımsız konuma getirilen Kırım Hanlığı, 21 Nisan
1783’te de Çariçe II. Katerina’nın
emriyle Rus ordusu tarafından işgal edilmiştir. Artık bir zamanlar
vergi verdikleri Kırım Hanlığı’nı
ortadan kaldırıp buraya akın
akın Rus göçmenleri sevk edilecektir… Kırım’ın Rusya’ya intikalinden sonra Türk nüfusu
Anadolu (Ak Topraklar)’ya hicreti başlamış, onların bıraktığı
topraklara Rus ve diğer unsurlar iskân edilmiştir. Kırım’da
bugün şaha kalkan Rusluğun
hikâyesi kısaca bundan ibarettir!
Geçmiş asırlara baktığımızda içimizi yakan hadiseleri hatırlarken Kazan Türklerinden merhum Albay
Mecit Sakmar’ın şu ifadelerine yer vermeden geçmeyelim: “Kazan’da bir Türk
devletinin yıldızı sönerken güneyde Osmanlı İmparatorluğu en kudretli ve parlak
devrini yaşıyordu. Kanunî Sultan Süleyman, Fransa
Kralı Fransuva’ya yardım için ordu ve donanmasını
Tulon’a göndereceğine ve Osmanlı gölü hâlinde
bulunan Karadeniz yoluyla ordu geçirerek Kırım
Hanı ordusunu takviye ile Kazan’ı düşmekten kurtarabilirdi. Eğer bu yardım yapılabilseydi bugünkü
geopolitik durum da bambaşka olurdu.”2
Bu bölgede Altun Orda ve Kırım Hanlığı
gibi devletleri vücuda getiren halk, toplu katliamlara tâbi tutulmuş, kırılmış, Türkiye ve
Romanya’ya doğru göçe zorlanmış ve nihayet
2
Mecit Sakmar, Türk-Rus İlişkilerinin Özeti, Emel dergisi, S. 87,
1975.
3
Bizim AHISKA
kalanlar da Sibirya ve Orta Asya ülkelerine sürülmüştür. 1730’lu yıllardan itibaren başlayan
işgal ve istilâlarda Kırım’ın tarihî yapıları, mimarlık eserleri tahrip edilmiştir. Şâir A. S. Puşkin dahi bu tahribata şahit olmuştur. Bir diğer
Rus Şâiri M. Voloşin bir şiirinde bu tahribatı işlemiştir. Çariçe II. Katerina’nın sevgilisi General Potomkin’le başlayan Rus zulmü, Çarlık ve
Sovyet dönemlerinde devam etmiştir. Demek ki
Rus’un her rengi ve her devri, aynı çizgiyi takip
etmiştir.3
Osmanlı Devleti, her ne kadar bu ilhakı
kabul etmese de on sene sonra yapılacak Yaş
Antlaşması’yla bunu da kabullenmiş olacaktı. Bu antlaşmalar tarihinden itibaren Osmanlı
Devleti’nin Rus nüfuz dairesine girdiği söylenebilir. Zira o tarihten itibaren Osmanlı Devleti
onca savaşta ne Rusları yenebilmiş ne de ona
rağmen bir siyaset takip edebilmiştir!
Büyük edibimiz, hikâyeci Ömer Seyfeddin
(1884-1920), der ki, “Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı: Rus pençesi ve millî gaflet.
Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hâlâ
duruyor. Bu kuvvete karşı uğraşmak bugün bütün
milliyetini idrak etmiş olan Türkler için bir farzdır.”
Bu hükme katılmamak mümkün değil.
Lâkin bir şartla: Merhum Ömer Seyfeddin bu
sözleri yazdığı sırada Rusya’da 1917 Bolşevik
İhtilâli’nin getirdiği perişanlık yaşanmaktaydı.
Hâlbuki bugün farklı! Öyleyse ilk tespitini olduğu gibi kabul etmeli ve bizim için tehdit olan
3
Sol adlı bir gazetenin internet sayfasında Kırım’la ilgili bir yazı
kaleme alan bahtsız bir hemşehrimiz, insanî açıdan bir Rus’a
bile yakışmayacak derecede adi ifadelerle Kırım Türklüğüne
saldırmıştır. Doktora tezini, Bizim Ahıska’nın iki sayısında iki
yazıyla yere serdiğimiz ve burada adını anmayı bile zül kabul
ettiğimiz bu akademisyen kılıklı arkadaş, Türk kelimesini bilhassa kullanmamaya dikkat ederek Kırım Türklerinin bir zamanlar
köle ticaretiyle uğraştıklarından dem vurmaktadır. İkinci Dünya
Savaşı’nda Nazilerle iş birliği yaptıklarını öne sürerek onların
vatandan sürülmelerini haklı gösterecek derecede rezil bir duruma düşmektedir., Eski devirlerde dünyanın hemen her yerinde,
bugün hoş görülemeyecek birtakım işlerin yapıldığından bu ilimsiz ve iz’ansız akademisyenin haberi yok mu? Bahsettiği köle
ticaretinin de Venedikliler ve Cenevizlilerden kaldığını bilmiyor
mu? Nazilerin tarafını tutmaya gelince, bazı kişiler Stalin zulmünden kurtulmanın çaresini o şeklide görmüş olamaz mı?
Ama genel olarak Kırım Türkleri Sovyet cephesinde değil miydi? Kaldı ki Nazi taraftarı Ruslar da vardı; hatta Ukraynalıların
çoğu öyleydi. Ama herkes biliyor ki Stalin Ukraynalıları nüfus
çokluğundan dolayı sürmeyi göze alamamıştır. Gücü bir avuç
insana yetmiştir! Bu devirde böyle bir zalimi ve onun zulmünü
onaylamak, Türk solunun insanlık değerleri açısından hazin
hâlini ifade etmektedir… Böyleleri sadece Türk değil insan bile
olamaz herhalde! Bunlar, sosyalizm yalanıyla bu topraklarda
kendilerini tarihî Rus emellerine adamış zavallılardır!
4
her iki kuvvete karşı dikkatli olmalıyız, değil
mi? Bu hususu daha iyi anlamak için merhum
Prof. Akdes Nimet Kurat’ın 1940’lı yıllarda kaleme aldığı Pansılavizm başlıklı makalesinin
okunmasını tavsiye ederiz.4
Sadede gelecek olursak, Aralık 1917’de Kırım Tatar Millî Kurultayı, Kırım Demokratik
Cumhuriyeti’ni ilân etti ve Numan Çelebi Cihan (1885-1918)’ı İcra Komitesi Başkanı olarak
seçti. Cafer Seydahmet Kırımer (1889-1960) ve
Dr. Ahmet Özenbaşlı (1893-1958) da onunla beraberdi. Bu hükûmet, 1918’de Kızılordu tarafından yıkıldı; Başkanı olan Numan Çelebi Cihan,
Akyar (Sivastopol)’a götürülerek orada şehit
edildi ve cesedi denize atıldı.
Sovyet rejimi, Ekim 1921’de Kırım Muhtar
Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu hükûmetin
başkanı olan Veli İbrahim de Mayıs 1928’de
idam edildi.
1896 yılında %30’dan çoğu Türk olan Kırım
nüfusu göçlerden dolayı azalıyordu. 1920’li yıllarda bu oran % 23’lere düşmüştür. Yine o yıllarda icat edilen sun’i kıtlıktan dolayı ölenlerin
%60’ı Türk’tü!
Nihayet Kırım’ın tarihî yerli nüfusunu teşkil
eden Tatar/Türk ahalisi, 18 Mayıs 1944’te Orta
Asya ülkelerine sürgün edildi. Birkaç ay sonra
15 Kasım 1944’te de Ahıska Türkleri aynı akıbete uğrayacaktır. Sovyet rejiminin çökmesiyle
1990’lı yıllarda Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu
öncülüğünde vatana dönen Kırım Türkleri, bugünkü nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü (%
13) meydana getirmektedirler.
1. Kuzeyli bir Türk aydını: Fatih Kerimî
Fatih Kerimî, 1903 yılı baharında Kırım’a
gitmiş; bu yolculuğunu anlatan bir de kitap telif
etmiştir. Esas konumuz olan o kitaba geçmeden,
kendisinden kısaca bahsedelim. Kerimî, 1870
yılında bugünkü Tataristan’ın Bügülme kazasına bağlı Minlibay köyünde dünyaya gelmiş,
ilk ve orta tahsilini bu çevredeki medreselerde
tamamlamıştır. 1896 yılında İstanbul Mülkiye
Mektebinde yüksek tahsilini bitiren Kerimî, iki
yıl Kırım’ın Yalta şehrinde öğretmenlik yaptıktan sonra Orenburg’a gitmiştir. Burada eğitim
faaliyetine devam etmiş, sonra da bu şehirde
yayın hayatına başlayan ve memleketin zengin
4
Akdes Nimet Kurat, Panslavizm, DTCF Dergisi, II/4, Ankara 1953.
Bahar 2014
Bizim AHISKA
ailelerinden biri olan Zakir Remiyev’in çıkardığı
Vakit gazetesinde uzun yıllar başyazarlık yapmıştır (1906-1917). Bolşevik İhtilâli’nden sonra
Moskova’ya gitmiş ve burada bir üniversitede
Türkçe dersleri vermiştir. Zalim Stalin devrinin
masum kurbanlarından biri olan bu değerli yazar, 1937’de Türk casusluğu gibi uydurma bir
suçla tutuklanmış ve idam edilmiştir. Modern
Tatar edebiyatının kurucularından biri olan Fatih Kerimî’nin üç kitabı Türkiye Türkçesiyle de
yayımlanmıştır: İstanbul Mektupları, Kırım’a
Seyahat, Avrupa Seyahatnamesi.
Ramiyef’in kayınbiraderi Hamidcan Efendi’dir.
Kerimî, başta Orenburg olmak üzere Kırım’a
kadar geçtikleri istasyon şehirleri hakkında kısa
bilgiler vermektedir: Bozoluk, Samara, Sızran,
Penza, Marşansk, Ryajeski, Tula, Kursk, Harkof;
sonra Kırım: Akmescit (Simferopol), Bahçesaray,
Akyar (Sivastopol), Yalta…
İyi bir eğitim almış, dinî ve millî duyguları
yüksek bir şahsiyet olan Fatih Kerimî, bu şehirlerden bahsederken aklı fikri maarif ve medeniyettedir. Mensup olduğu cemiyetin cehaletine
yanan Kerimî, kiminle karşılaşsa, konuşsa, neden bahsedilse, konu hep maarife gelmek2. Kırım’a seyahat
tedir. Yani eğitim, kültür ve medeniyet
Fatih Kerimî’nin Kırım’a Seyameselesi… Nerede, ne kadar mescit,
hat adlı küçük kitabı, bunca sene
mektep ve medrese var, buralarda
sonra okunmaya ve üzerinde
ne kadar öğrenci okuyor ve neyi
düşünülmeye değer yazılardan
tedris ediyorlar… Muallimler,
meydana gelmektedir.5 Biz bu
mollalar ne biliyor ve talebeye
kitabı okurken altını çizdiğine öğretiyorlar… Müslüman ülmiz yerlerden hareketle özetkeler neden geri kalmıştır, ilerlemeye çalışacağız.
lemenin çaresi nedir vs. “İlim
Söz konusu kitap, başlıve maarif karşısında el bağlayıp
ca iki bölümden meydana
diz çökmeyen adamın yahut milgelmektedir. İlk bölümde
letin akıbeti hüsrandır.” diyor.
Orenburg’dan başlayan yolSamara’dan hareket edince
culuk esnasında trenin uğtrenle seyahat etmenin rahatradığı Rusya şehirleri, ikinci
lığını hissediyor ve bu arada
bölümde de Kırım intibaları
vapur, telgraf, telefon, fotoğraf,
anlatılmaktadır. Kitabın ilk
elektrik, buhar ve haritanın kullabölümü Kırım’a Seyahat ana
nılmasıyla hayatın nasıl değiştibaşlığı ve onun altında da birğine dikkat çekiyor. “Bin kere afekaç alt başlık var: Orenburg’dan
rinler olsun insanlık saadeti hadimleBahçesaray’a sefer ve maksat,
rine.” diyerek bunları icat edenleri
İsmail Gaspıralı
Orenburg’dan gidiş, Orenburg, Botakdir ediyor.
zoluk istasyonunda 20 dakika, Samara,
Marşansk’ta trene binen ve karşısınSamara’dan gidiş, Bir Rus kızı ile sohbet,
da oturan genç bayan, okumuş bir Rus kızıRyajeski istasyonunda bir saat, Kursk istasyonunda dır. Onunla yaptıkları karşılıklı konuşma, bir meüç saat, Harkof’ta bir saat.
deniyetler diyalogu gibidir. Ehliyetsiz ve cahil din
Kerimî, Türk milletinin büyük maarif ön- adamlarından şikâyetle, dinimizi asıl kaynaklacülerinden İsmail Gaspıralı (1851-1914)’nın rından öğrenmeyip böyle gidersek sonumuz inkıçıkarmakta olduğu Tercüman gazetesinin 20. razdır (yok oluş), diyor. “Maarifli hanımefendi ile
Yılı münasebetiyle 4 Mayıs’ta Bahçesaray’da güzel güzel sohbetler ederken” vaktin nasıl geçtiyapılacak Dua Meclisi’ne katılmak üzere 27 ğini anlamıyor. Fakat çok hayatî konular üzerinde
Nisan 1903 tarihinde trenle yola çıkmıştır.6 Yol konuşulmaktadır. Bunlar arasında İslâm ve kadın
arkadaşı, yazı yazdığı Vakit gazetesinin sahibi meselesi başta geliyor. O soruyor, bu cevaplıyor:
Evlilik, çok evlilik, boşanma, eğitim, örtünme,
5
Fatih Kerimî, Kırım’a Seyahat, Haz. Hayri Ataş, IQ Yayıncılık,
bâtıl itikatlar… Kerimî, bütün suallere açık kalpİstanbul, 2004, 128 s.
6
lilik ve dirayetle isabetli cevaplar veriyor. Kursk
Tercüman’ın 1907’de de 25. Yılı kutlanmıştır (Abdülhamid Şâmil, Büyük Gaspıralı’nın 25. Faaliyet Yılı Bayramı, Emel, S. 113, 1979).
Bahar 2014
5
Bizim AHISKA
Kırım - Bahçesaray’da Han Sarayı Camii
istasyonunda karşılaştığı hemşehrilerinin kılık kıyafetle ilgili soruları karşısında, bu konuyu terziyle konuşmalarını tavsiye ederek, ‘Müslümanların
İslâm dininden bu kadar bîhaber olmalarına binlerce
teessüf ettim.’ diyor. Nihayet, halkın bu derece fikirsiz ve cahil kalmasından ulema ve medresenin
sorumlu olduğunu söyleyerek, “Cenabı Hak bunlara insaf versin!” der.
Kitabın birinci kısmı, “1 Mayıs gecesi Kırım
Yarımadası’nı kuruya birleştiren Perekop berzahını
geçip Kırım’a girdik.” cümlesiyle bitiyor.
3. Kırım
Kırım başlığını taşıyan ikinci bölüm, kitabın
esas konusunu teşkil etmektedir. Kırım başlığı
altında bazı coğrafî bilgiler verilmekte, Kırım
ahalisi, Kırım’da maarif, Kırım halkının yaşayışı,
Kırım’ın evvelki hâline bakış, Kırım Tatarlarının
dinleri gibi alt başlıklarda çok değerli bilgiler
verilmektedir. Sırasıyla: Simferopol (Akmesçit),
Bahçede Kırım mirzası ile görüşme, Bahçesaray’a
ulaşma, Bahçesaray’da Han sarayları, İsmail
Gasprinski, Tercüman gazetesi ve yirmi senelik
6
devamının dua meclisi, Sivastopol’de iki gün, Müdafaa Müzesi, Sivastopol’den Yalta’ya hareket, Yalta,
Dereköy, Livadiya, Yalta’dan gidiş alt başlıkları altında çok ilgi çekici notlar yer almaktadır.
Kısaca bu bölümlere göz atalım.
Kırım’ın alanı 22,198 km² olup Perekop (Or
Kapı), Yevpatoriya (Gözleve), Simferopol (Akmescit), Feodosiya (Kefe) ve Yalta gibi beş bölgeden meydana gelmektedir. Eyaletin merkezi
Simferopol (Akmescit) şehridir. Yazları sıcak
ve kışları çok soğuktur. Meyve ve sebze bakımından çok bereketli ve emsalsizdir. Ahalisi,
çokluk derecesine göre Rus, Tatar, Rum, Ermeni, Bulgar, Çek, Alman, Polak, Yahudi, Karaim, Kırımçak ve Çingenelerden meydana gelmektedir.
Bir zamanlar Tatar/Türk nüfusu çokluk iken Rus
istilâsından sonra başlayan Türkiye göçü, onları ikinci dereceye düşürmüş. Yedi yüz bin civarındaki nüfusun neredeyse yarıya yakını Tatar/
Türk. Kerimî, Kırım maarifini de çok geri bulmakta ve yerden yere vurmaktadır. Kerimî’nin
şu cümleleri, Kırımlıların dil, tabiat ve coğrafyası
hakkındaki yerinde tespitlerini ifade etmektedir:
Bahar 2014
Bizim AHISKA
“Kırım Tatarlarının lisanı Türkçe
olup yemek, içmek ve giyim kuşam,
örf ve âdet, fikir ve itikat yönlerinden dahi Osmanlı Türklerine pek
yakındırlar. Kırım Müslümanları
umumiyetle doğru, dindar, saf
kalpli, misafirperver, kanaatli
ve insaniyetli bir halktır.
Kırım’ı herkes sever; çünkü
iklimi, tabiatı, havası, insanları,
mahsulleri, hâsılı her şeyi iyidir.
Her yerinde bir letafet ve her
yerinde bir şiiriyet vardır.”
Kerimî, trende Türkiye’ye
doğru yola çıkmış Kefeli bir aileyle karşılaşıyor. Bu göçün sebebini onun ağzından veriyor:
“Çocuklarımızı askere alıp uzak Bahçesaray’da Tercüman gazetesi idarehanesi
ve havası fena yerlere gönderiyorlar; oralarda
Meşhur Tercüman gazetesi bu şehirde basılbizim evlâtlarımız dayanamıyorlar, Hristiyan maktadır. Fatih Kerimî, nihayet Tercüman Muarasında vefat olup kalıyorlar. Namaz kılmak harriri İsmail Bey’i evinde ziyaret eder. Kahvesini
ve oruç tutmak imkânı vermiyorlar, domuz eti içer ve hâl hatırdan sonra 4 Mayıs’ta yapılacak
yediriyorlar. Hem de balalarımızı okutmağa yer Dua Meclisi’nde görüşmek üzere ayrılırlar.
yok. Rus mekteplerinde din diyanet öğretmeye
Kerimî ve arkadaşı Hamidcan Efendi,
çare yok.”
Bahçesaray’da dolaşırlar. Han Sarayı, Han Camii,
Yol arkadaşı Hamidcan buralara ilk defa Çufut Kale, türbe ve ziyaretler, bahçeler… Mezargeldiğinden Kerimî onu gezdirmek için lıktaki bir kâğıttan Kırım hanlarından birçoğunun
Akmesçit’te trenden inerler ve burada bir gün vefat tarihlerini verir: Devlet Giray Sultan (1631),
kalırlar. 60 bin nüfuslu şehrin otellerinden, cad- Saadet Giray Han (1717), Selim Giray Han (1690),
delerinden, mescit ve mekteplerinden bahseder. Gazi Giray Han (1703)…
Şehirde 12 mescit, birkaç mektep ve medrese ile
5. Han Sarayı
müftü vardır. Cami-i Kebir’de bir öğle namazı
kılar ve yandaki medreseyi ziyaret ederler. Bu
Fatih Kerimî, Han Sarayı’nı tasvir etmekte ve
şehirde Ruslara ait 9 kilisesi var. Kırım ve Salgar bilhassa Gözyaşı Çeşmesi’nden bahisle bu çeşadlı iki Rusça gazete çıkmaktadır.
me için şiir yazmış olan Rus şâiri Puşkin’i anar.
4. Bahçesaray
“Sarayların binaları güzel, bahçeleri ve çeşmeleri pek
Orenburg’da başlayan ve günlerce süren tren yol- lâtif ve şâirânedir.” der. Han Sarayı’nı dolaştıktan
culuğu 2 Mayıs, Cuma günü Bahçesaray istasyonun- sonra buradaki camide bir öğle namazı kılarlar.
Caminin içeriden ve dışarıdan çok güzel ve azada sona eriyor.
Bir zamanlar Kırım Hanlarının payitahtı olan metli olduğunu ifade eder. Otele döndüklerinBahçesaray şehri, kayalık tepeler arasında yer al- de Tercüman’ın 20. Yıl Meclisi’ne uzaklardan, ta
maktadır. Şehre II. Katerina’nın girdiği yerdeki zafer Petersburg’dan ve Kafkasya’dan gelen misafirlerle
takının altından giriliyor. Bu takın üzerine ‘15 Mayıs görüşür, sohbet ederler.
1787’ tarihi kazılmıştır! Şehirde birçok esnaf dükkânı
6. Gaspıralı, Tercüman gazetesi ve dua meclisi
ve bilhassa kahvehanelerin çokluğu dikkat çekmekFatih Kerimî, zamanın cemiyetini değerlentedir! 12 bin kişiden ibaret nüfusunun 10 binini
Türklerin teşkil ettiği bu şehirde 36 mescit ve birkaç direrek ‘eskiliği dindarlık, yeniliği dinsizlik’ olarak
mektep ve medrese bulunmaktadır. Medreselerin en görenleri tenkit etmektedir. Medreselerde yapılan eğitimin çok geri olduğunu, artık halka,
büyükleri Zincirli Medrese ile Orta Medrese’dir.
Bahar 2014
7
Bizim AHISKA
“Siz karanlıktasınız, size ziya lâzım; siz hastasınız, size devâ lâzım!” diyenlerin kınandığına
işaret ederek toplumun hazin hâlini ortaya koymaktadır. “İşte böyle bir zamanda hamiyetperver
İsmail Bey Gasprinski Bahçesaray’da Tercüman isminde Müslümanca (Türkçe) ve Rusça bir gazete tesis
ederek 1883 senesi 10 Nisan’ında ilk nüshasını neşretti.” diyerek İsmail Bey’i ve gazetesini övmektedir.
4 Mayıs 1903, Pazar günü Tercüman
gazetesinin 20. Yılı dolayısıyla düzenlenen Dua
Meclisi adlı program başlıyor. Meclis gazete binasının bahçesinde yapılıyor. Meclise uzaklardan
davet edilen misafirler, mirzalar, âlimler ve ahali
iştirak ediyor. Rus misafirler de var. Kahveler ve
tatlılar ikram ediliyor. Yüzlerle ifade edilen tebrik
telgraf ve mektupları okunuyor. Bunlardan bazılarının Müslüman kadınlara ait olması Kerimî’yi
sevindiriyor. Zira “Milletin istikbâli ve bekası kadınlarımızın elindedir. Onlar eğitimli, terbiyeli ve ahlâklı
olursa, milletin istikbâli açık, değilse milletin hâli harap, istikbâli berbattır.”
İsmail Bey, umuma hitaben kısa bir konuşma
yapıyor. Misafirlerin teşrifinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor, teşekkür ediyor. Âlimlere
de Kur’an hatmiyle dua etmelerini rica ediyor.
Namazdan sonra dualar ediliyor, nutuklar söyleniyor, yemekler veriliyor. Kerimi, bu törenle ilgili
geniş malûmatın Tercüman gazetesinin 11 Mayıs
1903 tarihli nüshasında verildiğine işaret ediyor.
Yeni cami İmamı Hacı Emir Efendi, ilim, maarif ve matbuatın önemine dair güzel bir nutuk veriyor. Çar ailesi de duadan unutulmuyor! Kazanlı
Abdülkayyum Nasırî, Karabağlı Safer Velibek,
Sibiryalı Hacı Seydukof, Orenburglu Hacı Abdülganibay Hüseyin’in ruhları için dualar ediliyor.
Mevcut kalem ehli ile maarife hizmetleri olan
Orenburglu Hacı Ahmetbay Hüseyin ile Bakülü
Zeynelabidin Takiyef hürmetle anılıyor. Ve daha
birçok cemiyet ve muteberân… Akmescit’ten gelen Rus fotoğrafçı fotoğraflar çekiyor. Akşama
renkli fenerler yakılıp, gençler şarkı söylerken
kâmiller de söz ve sohbetle hoşça vakit geçiriyorlar.
Fatih Kerimi mecliste, “Türk dilinde kısaca bir
nutuk iradıyla yüksek hizmetlerini tebrik, devamını temenni, kendilerine teşekkür ibraz ettim.” diyor. Verdiği nutku da kaydeden Kerimî’nin nutku, “Sağ
olunuz, var olunuz. Yaşasın maarif erbabı!” sözleriyle
sona eriyor.
8
7. Sivastopol’de iki gün
Kerimî ve arkadaşı, 5 Mayıs günü Han
Camii’nde öğle namazı kılıp İsmail Bey’le vedalaştıktan sonra Bahçesaray’dan ayrılıyorlar. Trenle Sivastopol’e geliyorlar. 1855 Kırım Harbi’ni de
anarak adeta bir Evliya Çelebî üslubuyla ve her
yönüyle şehri tasvir ediyor. Buradan Yalta’ya gidiyor. Bir km mesafede, bir zamanlar iki sene muallimlik ettiği ve kalben unutamadığı Dereköy’ü
de ziyaret ediyor. Eski dostların kahvesini içiyor
ve birlikte o günleri anıyorlar. Hele bu köyde kıldıkları Cuma namazından bahsederken aklından
geçenler kayda değer: “Bizim Kazan’da imamlar
Cuma namazlarını uzun kıldırıyorlar. Uzun uzun sureler okuyorlar, hutbeyi uzatıyorlar. Ahali ise yoruluyor, çoğu imamlar da papağan gibi hutbe okuduğunda
horul horul uyuyorlar! Hâlbuki Kırım ve İstanbul’da
cuma ve teravih gibi uzun namazları mümkün mertebe kısa tutuyorlar. Cumanın farzında en kısa sureleri
okuyorlar. İşleri, güçleri ve vakitleri dar olanların da
camiye gelmelerine sebep olmak için elbette İstanbul ve
Kırım âdeti iyidir.”
Orenburg’a dönüş güzergâhı Yalta’dan kalkan vapurla, Kefe ve Kerç üzerinden Novorosisk’e doğrudur.
Bu küçük kitapta o kadar çok şey anlatılmaktadır ki ifade etmekten aciz kalıyor insan. Yalnız bu
kitabı okurken yer yer Rusluğa hürmet duyguları
hissedilmektedir. Rus baskısı ve zulmüne dair bir
ifade yok! Tersine Çar ve ailesi, Rus büyükleri, keşişi vs. saygıyla anılmaktadır. “Kırım Tatarlarının
lisanı Türkçe olup…” dediği hâlde kitapta Türkçe
yerine Müslümanca denilmesi de dikkati çekiyor!
Sivastopol’da caddelere adları verilen Rus generallerini ve bilhassa Sinop’ta Türk donanmasını
mahveden Amiral Nahimof’u, vatan kahramanları
olarak anıyor! Kendisi, inançları kuvvetli bir Müslüman ve yüksek kültüre sahip bir Türk milliyetçisi olan müellifin bu duruşunu, o zamanlar Rus
hâkimiyeti altında yaşamanın mecbur kıldığı bir
tavır olarak görüyoruz…
Şehit yazar Fatih Kerimî’yi rahmet ve şükranla
anarken bu kitabı bize kazandıran Hayri Ataş’a da
teşekkür etmeliyiz.
Not: Fatih Kerimî’nin İstanbul Mektupları
adlı daha hacimli kitabını da bir başka yazımızda
ele almayı ümit ediyoruz.
Bahar 2014